1- «Binek Giden Yürüyene, Az Olan
Çok Olanlara Selam Verir- Hadisi Babı
2- Yol Üstüne Oturmanın Haklarından Biri Selam Almak Olması Babı
3- Müslümanın Müslümandaki Haklarından Biri Selam Almak Olduğu Babı
Bu Rivayetlerden Şu Hükümler de Çıkarılmıştır:
5- Çocuklara Selam Vermenin Müstehab Oluşu Babı
6- Perde Kaldırmak ve' Benzeri Alametleri Îzin Saymanın Cevazı Babı
7- İnsanın Hacetini Görmek İçin Kadınların Dışarıya Çıkmalarının Mubah
Kılınması Babı
Hadis-i Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
8- Yabancı Bir Kadınla Başbaşa Kalmanın ve Onun Yanına Girmanin Haram
Kılınması Babı
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
11- Bir İnsanı Önceden Oturduğu Mubah Yerinden Kaldırmanın Haram
Kılınması Babı
12- Oturduğu Yerden Kalkıp de Sonra Oraya Dönen Kimsenin, O Yerde Hak
Sahibi Olması Babı
13- Kadın Tabiatlı Kimsenin Yabancı Kadınların Yanına Girmesinin Men
Edilmesi Babı
14- Ecnebi Bir Kadın Yolda Kötürümlediği Vakit Onu Hayvanın Terkisine
Almanın Cevazı Babı
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler :
15- Üçünün Rızası Olmaksızın Üç Kişinim Gizli Konuşmalarının Haram
Kılınması Babı
16- Tıb Hastaalık ve Hasta Okuma Babı
19- Hastaya Okumanın Müstehab Oluşu Babı
20- Hastaya Muavvizzatı Okumak ve Üfürmek Suretiyle Rukye Yapmak Babı
22- İçerisinde Şirk Olmamak Şartıyla Rukye Yapmakta Beis Görülmemesi Babı
23- Kur’an ve Ezkarla Yapılan Rukyeye Karşılık Ücret Almanın Cevazı Babı
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
25- Namazda Vesvese Şeytanından Allah’a Sığınma Babı
27- Ledüdle Tedavinin Keraheti Babı
28- Ud-i Hindi –ki Kustdur- İle Tedavi Babı
30- Bulamacın Hastanın Kalbini Rahatlandırması Babı
31- Bal Şerbeti İle Tedavi Babı
32- Taun, Teşe'üm, Kehanet ve Benzerleri Babı
Hadis- i Şerif’ten Çıkarılan Hükümler
34 – Teşe’üm, Fal ve Kendisinde Uğursusuzluk Olan Şey Babı
35- Kehanetin ve Kahinlere Gitmenin Haram Kılınması Babı
36- Cüzzamlı İle Benzerinden Sakınma Babı
37- Yılanların ve Onlardan Başkalarının Öldürülmesi Babı
38- Kertenkele Öldürmenin Müstehab Oluşu Babı
39- Karınca Öldürmenin Yasak Edilmesi Babı
41- Dokunulmaz Hayvanları Doyurup
Sulamanın Fazileti Babı
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
1- (2160)
Bana Ukbe b. Mükrem rivayet etli. (Dedi ki) : Bize Ebû Âsim, .İbnü Cüreyc'den
rivayet etti. H.
Bana Muhammed b.
Merzuk da rivayet etti. (Dedi ki) : Bire Ravh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
İbni Cüreyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ziyad haber verdi. Ona da
Abdurrahman b. Zeyd'in azatlısı Sabit haber vermiş ki, kendisi Ebû Hüreyre'yi
şunu söylerken işitmiş: Resûlüllalı (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem):
«Binek giden yürüyene,
yürüyen oturana ve az oian çok olana selâm verir.» buyurdular.
Bu hadîsi Buhârî
«İstizan» bahsinde tahrîc etmiştir. Tirmizî
onu:
«Atlı giden yayaya,
yaya giden oturana, az olan çok olana selâm verir...» şeklinde rivayet etmiş
ve: «Bu hadîs sahihtir.» demiştir. Hadis-i şerîf selâmın adabını beyan
etmektedir. Selâm vermek sünnet, alması ise farzdır. Selâm verenler kalabalık
ise bunlar hakkında selâm sünnet-i kifayecür. Yâni içlerinden bazısının selâm
vermesiyle bu vazife hepsinden sakıt olur. Selâm verilen kimse bir kişi ise,
selâmı alması farz-ı ayn bir cemâat iseler selâmı almak farz-ı kifâye olur.
Efdal olan iki cemâat karşılaştığı zaman bütün cemâatin selâm vermesi ve bütün
cemâatin selâm almasıdır. İmam-ı Ebû Yûsuf 'dan bir rivayete göre bütün
cemâatin selâm alması farzdır.
Nevevî diyor ki: «İbni
Abdilberr ve başkaları selâm vermenin sünnet, almamnsa farz olduğuna
müslümanların icmaını nak-letmişlerdir.»
Selâmın en azı
«Esselâmüaleyküm» demektir. Selâm verilen kimse bir kişi ise ona en azından
«Esselâmüaleyke» denilir. Fakat efdal olan yanındaki meleklere de şamil olması
İçin «Esselâmüaleyküm» demektir. Bundan daha
mükemmeli : «Esselâmüaleyküm
verahmeîü!!ah;> daha
mükemmeli :
«Esselâmüaieyküm ve
rahmetullahİ ve berakâlüh» dür. Maamafih «Selâmünaleyküm» demek de kâfidir.
Selâm veren kimsenin
«Aleykümselam» demesi mekruhtur. Maamafih sahîh ve meşhur olan kavle göre
bununla yine de selâm almayı haketmiş olur. Bâzılarına göre selâm almayı hak
eimez. ResûlüIIah (Sallalİahü Aleyhi veSeilem) Efendimizin:
«Aleykesselâm deme,
çünkü aleykesselâm ölülerin selâmıdır.» buyurduğu sahih rivayetle sabit
olmuştur. Efdal olan selâm alma şekli :
«Ve aleykümüsselâmü ve
rahmetullahİ ve berakâKİhü» diyerek (vav) ile başlamaktır. (Vav)'m hazfı da
caiz ise de efdal terkedilmiş olur. Selâmı alan kimse sadece «Ve
aleykümüssefâm» yahut «Aleykümüsseİâm» dese kâfidir. Fakat sadece «Aleyküm»
demesi bilittifak caiz değildir. Selâmın verirken olsun, alırken olsun en
aşağı derecesi onu karşısındakine işittirmektir. Bundan aşağısı kâfi değildir.
Verilen selâmı hemen almak şarttır. Uzaktan biri vasitaayle yahut mektupla
gönderilen selâmı dahî derhal kabul gerekir. Hadîs-i şerifte buyurulan; binek
gidenin yürüyene, ayakta olanın oturana ve azın çoğa selâm vermesi müstehab
manasınadır. Binâenaleyh aksine hareket edilse caiz, fakat efdalin hilâfına
olur.
Mânâsına gelince
ukmadan bâzılarına göre selâm Allah'ın ismidir. Esselâmu aleyküm dernek
Allah'ın ismi sizin üzerinize olsun manasınadır. Bundan da : «Allah'ın
muhafazası altında olasınız» mânâsı kasdedilir. Nitekim yine bu mânâda Arablar
«Allahumeak- ve «Allahuyeshabük» derler. Diğer bazı ulemaya göre selâm selâmet
manasınadır ve cümle, selâmet sizin üzerinize olsun, sizden ayrılmasın
manasınadır.
2- (2161)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Abdül-Vahid b. Ziyad rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Osman b.
Hakim, İshâk b. Abdillah b. Ebî Talha'dan, o da babasından naklen rivayet etti.
(Demiş ki) : Ebû Talha şunları söyledi : Bİz avlu içlerinde oturup
konuşuyorduk, derken Resûlüllah (Saliaİlahü Aleyhi ve Seliem) gelerek başımızda
durdu ve:
«Size ne oluyor ki,
yollarda oturuyorsunuz. Yollarda oturmaktan kaçının!» buyurdular.
— Biz ancak zararsız
şeyler için oturduk müzakere ediyor ve konuşuyoruz, dedik.
«Eğer bırakrmyacaksamz
hakkını bârı verin! (Onun hakkı) Gözü yummak, selâmı almak ve güzel sözdür.;) buyurdular.
3- (2121)
Bize Süveyd b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs b. Meysera, Zeyd b.
Eslem'den, o da Atâ' b. Yesâr'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'den naklen rivayet etti :
«Yollarda oturmaktan
sakının!» buyurmuşlar. Ashâb:
__ Yâ Resûlüllah! Oturmaktan başka çaremiz yoktur. Biz oralarda
konuşuyoruz, demişler.
Resûlüllah (Sallalahü Aleyhi ve
Seltem):
«Oturmaktan başka bir şey
yapmıyacaksamz, yolun hakkını bari verin!» buyurmuşlar. Ashab :
— Onun hakkı nedir?
diye sormuşlar:
«Gözü yummak, ezayı
def etmek, selâmı almak, iyiliği emir ve kötülüğü yasak etmektir.»
buyurmuşlar.
(...) Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'1-Aziz b. Muhammed El-Medenî
rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Râfi'
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îbni Ebî Füdeyk, Hişam'dan (yâni îbni
Sa'd'dan) rivayet etti. Her iki râvi Zeyd b. Eslem'den bu İsnadla rivayette
bulunmuşlardır.
Bu hadîsin şerhi
evvelce 2121 numaralı hadîste görülmüştü. Maksat yol üstlerine oturarak
muhabbet etmekten vaz geçirmektir. Resûlüllah (Sallaîîahü Aleyhi ve Sellem)
bunun sebebine de işaret buyurmuştur. Yol üstünde oturup muhabbet etmek çok
defa fitneye ve günaha girmeye sebep olur. Oturanlar yoldan geçen kadınlara
bakabilir ve onlar hakkında kötülükler düşünebilirler. Sair yoldan geçenleri
tahkir veya gıybet edebilirler. Bazen selâm almayı ve emri bil ma'rufa ihmal
edebilirler: İşte oralarda oturmak bu gibi şeylerden dolayı yasak edilmiştir.
Mutlaka oturmadan olmayacaksa yolun hakkını vermek gerekecektir. Ö da gözü
yummak, selâmı almak ve güzel sözdür. Gözü yummaktan maksat harama bakmamaktır.
Bugün maalesef ekseriyetle cadde üzerlerinde bulunan kahvelere oturup güzel
kadın gözetmek moda haline gelmiştir. Bu maksatla caddelerde, sokaklarda,
pazar yerlerinde dolaşanlar sayısızdır. Gerçi kadınların da beğenilmek
maksadiyle süslenip püslenip sokaklara çıkmaları moda olmuşsa da, her iki
cinsin müslüman olanları unutmamalıdırlar ki, bu yaptıkları haramdır. Günah,
hem de büyük günahtır. Çünkü devamlıdır. Güzel sözden maksat din ve dünyaya ait
faydalı şeyler konuşmaktır. Bu gibi yerlerde zem, gıybet, koğuculuk ve yalan
pek geçer akçe olduğu için bunlardan sakınmalıdır. Yollarda oturanların
geçenlere yol göstermesi, onların selâmını alarak kendileriyle terbiye ve
nezâket dairesinde konuşmaları dahî güzel sözde dahildir.
4- (2162)
Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihab'dan, o da İbni MU-seyyeb'den naklen haber
verdi ki, Ebû HÜreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Saüaüahu Aleyhi ve Seltem):
«Müslömanın müsluman
üzerindeki hakkı beş haslettir.» buyurdular. H.
Bize Abd b. Humeyd de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize
Ma'mer, Zührî'den, o da İbnî Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber
verdi. Ebû HÜreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem):
«Bir müsluman için din
kardeşine vâcib olan beş haslet vardır. Selâmı almak, ekstrana teşmît, davete
İcabet, hastayı dolaşmak ve cenazelerin arkasından gitmek...» buyurdular.
Abdûrrezzâk demiş ki:
Ma'mer bu hadîsi Zührî'den mürsel olarak rivayet ederdi. Onu bir defa İbni
Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre'den nakletmiş olmak üzere müsned rivayet etti.
5- (...)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbni Hucr rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize İsmail (bu zat îbni Ca'fer'dir), Alâ'dan, o da babasından, o da Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Saiiallahü Aleyhi ve Setlem):
«Müslümanın müslüman
üzerindeki hakkı altıdır.» buyurmuş. (Kendisine) :
— Nedir onlar ya
Resûlallah? denilmiş :
«Ona rastladığın zaman
selâm ver, seni çağırırsa icabet et, senden nasihat dilerse ona nasihat et,
aksınr da Allah'a hamdederse ona teşmit et, hastalanırsa onu dolaş, öldüğü
vakit de arkasından git.» buyurmuşlardır.
Bu hadîsin şerhi
«Libâs» bahsinde ve bu bahsin başlarında görülmüştür. Teşmit yahut tesmit,
aksırıp da elhamdülillah diyen kimseye yerha-mükellah demektir. Davete
icabetten murad ekseriyetle düğün davetidir. Mâni bulunmamak şartıyle bu davete
icabet vâcib derecesinde lüzumludur. Çalgı, oyun ve içki gibi şeyler davete
icabete mânidirler. Düğünden başka davetlere icabet müstehabdır. Hasta
dolaşmak da aynı hükümdedir. Yalnız hastanın yanında fazla oturmamalıdır.
Cenazenin arkasından gitmek vazifesi onun namazını kılmakla sona ererse de,
kabrine indirilince-ye kadar yanında bulunmak daha faziletlidir.
Nasîhatm birçok
mânâlar ifade eden cemiyetli bir kelime olduğunu evvelce görmüştük. Burada
ondan murad öğüttür. Yâni din kardeşin senden herhangi bir hususa dair öğüt
isterse, kendisine müdahenesiz, yalansız olarak doğru dürüst nasihatta bulun,
demektir.
6- (2163)
Bize Yahya b. Yahya rivayet «tti; (Dedi
ki) : Bize Hüşeym, Ubeydullah b. Ebî Bekir'den naklen haber verdi. (Demiş ki) :
Enes'i Resûlüllah (SallaÜahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, derken işittim.
H.
Bana İsmail b. Salim
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüşeym rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Ubeydullah b. Ebî Bekr, dedesi Enes b. Mâlik'-den naklen haber verdi ki,
Resûlüllah (Sallalhhü Aleyhi ve Setlem);
«Size ehl-İ kitap
olanlar selâm verirlerse ve aleyküm deyiverin!» buyurmuşlar.
7- (...)
Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam rivayet etti. H.
Bana Yahya b. Habib de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid (yâni İbni Haris) rivayet etti.
Her iki râvi, bize
Şu'be rivayet etti, demişlerdir. H.
Bize Muhammed b.
Müsennâ ile İbni Beşşâr dahî rivayet ettiler. Lâfz her ikisinindir. (Dediler
ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet
etti. (Dedi ki) : Katâde'yî, Enes'den naklen rivayet ederken dinledim.
Peygamber (SatlaUahü Aleyhi ve Sellem)'İn ashabı Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'e :
— Ehl-i Kitap hize
selâm veriyorlar. Onların selâmını nasıl alalım? diye sormuşlar. (O da) :
«Ve aleyküm deyin!»
buyurmuşlar.
8- (2164)
Bize Yahya b. Yahya İle Yahya b. Eyyûb, Kuteybe ve İbni Hucr rivayet ettiler.
Lâfız Yahya b. Yahya'nındır. (Yahya b. Yahya : Ahberanâ, ötekiler: Haddesenâ tâbirlerini kullandılar, dediler
ki) :
Bize İsmail (bu zât
İbni Ca'fer'dir), Abdullah b. Dinar'dan naklen rivayet etti. O da İbni Ömer'i
şunu söylerken işitmiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Şüphesiz ki,
yahudiler size selâm verdikleri vakit, her biri
Essâmu aleykum der. Sen de aleyke deyiver!» buyurdular.
9- (...)
Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-durrahmaıı,
Süfyân'dan, o da Abdullah b. Dinar'dan, o da İbni Ömer'den, 6 da Peygamber
(Sailallahü Aleyhi ve SeIİem)*den naklen bu hadîsin mislini rivayet etti.
Yalnız o :
«Siz de ve aleyke
deyiverin!» demiştir.
10- (2165)
Bana Araru'n-Nâkıd ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Lâfız Züheyr'indir.
(Dediler ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne Zührî'den, o da Urve'den, o da Âişe'den
naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Yahudilerden bir cemâat Resûlüllah
(SaHaüahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanına girmek için izin istediler ve :
Essâmualeyküm, dediler. Âişe de: Bilâkis sam ve lanet sizin üzerinize olsun,
dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ya Âişe! Şüphesiz ki,
Allah her işte yumuşaklığı sever!» buyurdular. Âişe ;
— Ne söylediklerini
işitmedin mi? dedi. «Ben "ve aleyküm" dedim.» buyurdular.
(...) Bize
bu hadîsi Hasen b. Ali El-Hulvânî ile Ahd b. Humeyd hep birden Ya'kûb b.
İbrahim b. Sa'd'dan rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bize babam Sâlih'den rivayet
etti. H.
Bize Abd b. Humeyd de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer
haber verdi. Her iki râvî Zührî'den bu isnadla rivayet etmişlerdir. Her İkisinin hadîsinde de : «Resûlüllab.
(Saüaüahü Aleyhi ve
SeltemJ:
«Ben
"aleyküm" dedim.» buyurdular» ibaresi vardır. (Vav)'i anmamışlardır.
11- (...)
Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâ-viye, Âmeş'den, o da
Müslim'den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
Peygamber (Sallaİlahü Aleyhi ve Seliem) 'e ya-hudilerden bir takım insanlar
geldi. Ve : Essâmu aleyke yâ Ebâ'l-Kâasım! dediler. (O da) :
«Veateyküm...» buyurdu. Âişe demiş kî: Ben:
— Bilâkis sâm ve zâm sizin üzerinize
olsun! dedim. Bunun üzerine
Resûlüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Seliem):
«Ya Âişe! Kötü,
konuşur olma!» buyurdu. Âişe:
— Ne söylediklerini işitmedin mi? dedi. O da :
«Ben onların
söylediklerine karşılık vermedim mi (sanıyorsun)? "V« aleyküm"
dedim.» buyurdular.
(...) Bize bu hadîsi İshâk b. İbrahim rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ya'la b. Ubeyd
haber verdi. (Dedi ki) : Bize A'meş bu isnadla rivayet etti. Yalnız o şöyle
demiştir:
«Âişe hemen
maksatlarını anladı ve onlara sövdü. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Sus ya Âişe! Çünkü
Allah çirkin sözü ve çirkin söz söylemeyi sevmez.» buyurdular.»-
Şunu da
ziyade etmiştir :
«Bunun üzerine Allah
(Azze veCelle) sana gelirlerse, sana Allah'ın vermediği selâmı verirler. İlâh...
âyeti kerîmesini indirdi.» [1]
12- (2166)
Bana Harun b. Abdİllah ile Haccâc b. Şâir rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Haccâc b. Muhammed rivayet etti. (Dedi ki) : İbni Cüreyc şunu söyledi : Bana
Ebû'z-Zübeyr haber verdi ki, kendisi Câbir b. Abdillah'i şöyle derken işitmiş.
Yahudilerden bâzı kimseler Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e. selâm
verdiler. Ve: Essâmü aleyke yâ Ebâ'I-Kâasım, dediler. O da :
«Ve aleyküm...» buyurdu.
Bunun üzerine Âişe hiddetlenmiş olarak:
— Onların ne
söylediklerini işitmedin mi?
dedi.
«Hayır, İşittim.
Onlara cevap da verdim. Onların aleyhine bizim duamız kabul edilir. Fakat
bizim aleyhimize onların duası kabul edilmez.» buyurdular.
13- (2167)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dülaziz (yâni Derâverdi),
Süheyl'den, o da babasından, ö da Ebû Hürey-re'den naklen rivayet etti ki,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seüen;
:
«Yahudilerle
Hıristiyanlara evvelâ siz selâm vermeyİnS Onlardan birine bir yolda
rastlarsanız, onu yolun dar yerine sıkıştırın.»
buyurmuşlar.
(...) Bize
Muhammed b. Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be
rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe ile Ebû Küreyb dahî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Veki',
Süfyân'dan rivayet etti. H.
Bana Züheyr b. Harb da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerİr rivayet etti. Bu râvilerin hepsi
Süheyl'den bu isnadla rivayette bulunmuşlardır. Veki'in hadîsinde :
«Yahudilere
rastladığınız vakit.» İbni Ca'ler'in, Şu'be'den rivayet ettiği hadîste :
«Ehl-i kitap hakkında
ded'ı kİ...» Cerir'in hadîsinde ise:
«Onlara rastladığınız
vakit...» ibareleri vardır. Ama müşriklerden hiç birinin adını
söylememişlerdir.
Bu babın Enes,
Abdullah b. Ömer ve Hz. Âişe hadîslerini Buharı «İstizan» bahsinde tahrîc etmiştir.
Bu rivayetler ehl-i kitap denilen hıristiyanlarla yahudilere rastlandığı zaman
selâm hususunda nasıl hareket edileceğini onların selâmının nasıl alınacağını
yolda onlarla karşılaşıldığı vakit kendilerine nasıl muamele yapılacağını bildirmektedirler.
Ehl-i kitap selâm verdikleri vakit selâmlarının alınacağında ulema ittifak
etmişlerdir. Yalnız onlara: «Ve aleykÜmüsselâm...» denilmez, sadece «aleyküm»
sözüyle iktifa edilir. Görülüyor ki : Babımız rivayetlerinin bazısında (vav)'la
«ve aleyküm», bazısında da (vav)'sız ola^ rak -aleyküm» denileceği
bildirilmiştir. (Vav)'la rivayeti daha çoktur. Bu takdirde cümleye iki türlü
mânâ verilir :
1- Yahudiler
«essâmüaleyküm» sözleriyle «Ölüm sizin
üzerinize olsun» derler. Buna karşılık müslümamn «ve aleyküm» diye cevap
vermesi «Sizin üzerinize de» demek olur ki; verilenle alınan selâmın mecmuu şöyle
olmuş olur : Ölüm hususunda siz ve biz müsaviyiz, siz bize Ölüm istiyorsanız,
siz de öleceksiniz, biz de, bu hususta hepimiz müsaviyiz.
2- Bu
cümledeki (vav) edatı atıf ve teşrik için değil, istinaf
içindir. Ve cümle şöyle takdir olunur : Sizin üzerinize de hak ettiğiniz zem ve
hakaret gelsin. (Vav)'ı hazfedenlerce cümlenin takdiri: «Bilâkis ölüm sizin
üzerinize olsun şeklindedir. Kaadî Iyâz'ın beyânına göre bazı ulema cümleden
(vav)'in hazfını tercih etmişlerdir. Maksatları hükümde müslümanlan ehl-i
kitapla ortak olmaktan kurtarmaktır. Mâliki1er'den İbni Habib'in kavli budur.
Diğer ulema (vav)'ı hazfetmeden bırakmışlardır. Nitekim hadîsin ekser
rivayetlerinde bu cümle (vav) ile gelmiştir.
Bir takımları
yahudilere «aleykümüssel&m» diye karşılık verileceğini söylemişlerdir.
Selâm taşlar, demektir. Cümlenin mânâsı: «Sizin üzerinize taşîar yağsın.»
demek olur. Nevevî bunun zayıf olduğunu söylemiştir.
Hattâbi umumiyetle
hadis ulemâsının bu cümleyi (vav)'la rivayet ettiklerini, İbni Uyeyne"nin
ise (vav)'sız rivayet ederdiğini söylemiş. «Doğrusu da budur,* demişse de Nevevî
bu görüşe katılmamıştır. O şöyle diyor : «Doğrusu (vav)'m isbatı da, hazfı de
caiz olmaktır. Nitekim rivayetler böyle gelmiştir. Hatta ekser rivayetlerde
olduğu gibi (vav)'la rivayet daha güzeldir. Bunda hiç bir zarar yoktur. Çünkü
sâm ölüm demektir. Ölüm bize de vardır, onlara da. Şu halde (vav)'la atfederek
yapılan rivayette bir zarar yoktur.»
Ekser ulemâya göre-
yahudilerle hiristiyanlara evvelâ müslüman selâm veremez. Fakat onlar selâm
verirse «vealeyküm» yahut «aleyküm» diyerek selâmlarını almak gerekir.
Delilleri Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Setlem)'in :
«Yahudilerle
Hırİstİyanlara evvelâ siz selâm vermeyin...» hadîsiyîe «Ehl-i kitap size selâm
verirlerse "ve aleyküm" deyiverin...» hadîsleridir. Ulemadan bir
taifenin yahudi ve hıristiyanlara evvelâ müslüma-nın selâm vermesini caiz
görmüşlerdir. Bu kavil İbni Abbâs, Ebû Ümâme ve İbni Ebî Muhayrîz hazeratmdan
rivayet olunmuştur. Bu zevatın delilleri hadîslerin umumuyla selâmı ifşa
hadîsidir. Fakat Nevevî : «Bu hüccet bâtıldır. Çünkü âmmdır; yahudilerle
hıristiyanlara evvelâ siz selâm vermeyin hadîsîyle tahsis olunmuştur,» diyor.
Bazıları Ehl-i kitaba onlardan önce davranarak selâm vermek mekruhtur. Fakat
haram değildir, demişlerse de Nevevî bunun da zayıf olduğunu söylemiştir.
Çünkü bu husustaki nehiy tahrim ifade eder. Kaadî Iyâz'm beyanına göre
ulemâdan bir cemâat ihtiyaç ve zaruret için ,hıristiyanlarla yahudilere selâm
verilebilir, demişlerdir. Alkame ile İbrahim Nehaî 'nin mezhepleri budur.
Evzâî'nin : «Ehl-i kitaba sen selâm verirsen bilmiş ol ki, sulehâ da selâm
vermişlerdir; sen selâm vermezsen, suleha da selâm vermemiştir.» deaiği rivayet
olunur. Bu sözün manası; versen de caiz, vermesen ae, demektir.
Ulemadan bir taife
ehl-i kitaba selâm verilemeyeceğine kaildir.
lviusiumanla kâfirden
mürekkeb bir cemaata veıev Ki, içlerinde bir tek musiuman buıunsun seıam vermek
caizdir. tmraoaKi selamdan müs-lüman kasdedilir.
Zara: Ayıp
ve kusur manasınadır. Resûlüllah (SatlailaJıü Aleyhi ve Seilem)in Hz. Âişe'ye:
«Yâ Âişe! Kötü konuşur
olma!» buyurmasından murad cna rıfki mülâyemetıe muamelede buıunmasını
öğretmek, aceıe etmeyip bir şeyin na-kikatmı araştırması gereKtiğmüe tenpınte
bulunmak içindir. Tünakika Kesülüilaiı [Sailallahu Aleyhi ve Sellem) kufıâra
birçok maııar vererek kaiblenni İslama yatıştırmaya çalışmıştır. Konugunten
terbiye ve ııezaKeıe dikkat buyurması buna nısbeue evıevıyette kalır.
1- Fazilet
sahiplerinin zarar gelmemek şartıyle şaşkınların sefahatine göz yummaları müstehabdır.
İmam Şafiî: «Tedbirli âkil kendini gafil gösteren
zekidir.» demiştir.
2- Gayri
rmislimler yolun dar tarafından yürümeye mecbur edilirler. Yoldan geçen
müslüman yoksa istedikleri yerden geçebilirler. Ancak bu sıkıştırma uçuruma düşürecek veya duvar gibi
bir şe>e çarptıracak mahiyette olmamalıdır.
3- Sertlik
göstermeye hacet olmadıkça rıfk-ı mülâyemet, sabır vç nezaketle muamelede bulunmak müstehabdır.
14- (2168)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hü şeym, Seyyâr'dan, o da
Sabit El-Bûnânî;den, o da Encs b. Mâlik'den naklen haber verdi ki: Resulü ilah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bazı
çocukların yanından geçmiş de onlara selâm vermiş.
(...) Bu
Hadîsi bana İsmail b. Salim de rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Hüşeym haber
verdi. (Dedi ki) : Bize Seyyar bu isnadla haber verdi.
15- (...)
Bana Amr b. Alî ile Muhammed b. Velîd dahî rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Seyyâr'dan
rivayet etti. <Dedi ki) : Sabit El-Bünânî Ue birlikte yürüyordum. Az sonra
bir takım çocukların yanma uğrayarak onlara selâm verdi. Sabit şunu anlattı ki
: Kendisi Enes'le beraber yürüyor-muş. O da bîr takım çocukların yanma
uğrayarak onlara selâm vermiş, Enes de anlatmış ki, kendisi Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'le birlikte yürüyormuş. O da bir, takım
çocukların yanına uğrayarak onlara selâm vermiş.
Bu hadîsi Buharî ile
Tirmizî «Kitâbu'l-İstizan»'da; Nesâî «Elyevm velleyle» bahsinde tahrîc
etmişlerdir. Hadîs-i şerif çocuklara selâm vermenin ve tevazu göstererek
selâmı herkese ifşa etmenin müstehab olduğuna delildir. Bu hususta bütün ulema
müttefiktir. İçlerinde çocuklar bulunan cemaattan bir çocuk selâm alsa,
diğerlerinden borç sakıt olur mu, olmaz mı? meselesinde Şâfii1er'den iki kavi
rivayet olunmuştur. Esah kavle göre sakıt olur. Cumhura göre bir çocuk, bir adama
selâm verse alması lâzım gelir.
Kadınlara gelince
aralarında mahrem bulunmadıkça erkekler kadınlara selâm veremez. Rabîa:
«Erkekler kadınlara, kadınlar erkeklere selâm veremez» demiştir. Nevevî bu
sözün hata olduğunu söyler. Onun beyânına göre Şâfiiler'Ie cumhurun mezhebi
şudur : Kadınlar cemâat halinde iseler, erkek onlar selâm, verir. Bir kadınsa,
ona başka kadınlar, kendi kocası ve mahremi, câriye ise sahibi selâm
verebilirler. Bu hususta kadının güzel veya çirkin olmasının, hükmü yoktur.
Kadın yabancı ise kendisinden şehvetlenilmeyecek kadar ihtiyar olduğu takdirde
ona selâm vermek, keza onun da erkeğe selâm vermesi 'müstehab olur.
Birbirlerinin selâmım almak lâzımdır. Kadın genç yahut şehvetlenilecek
yaşlılardan ise ecnebi bir erkek ona selâm veremediği gibi, o da erkeğe selâm
veremez. Birbirlerine selâm verirlerse cevap beklemeye hakları yoktur.
16- (2169)
Bize Ebû Kâmil El-Câhderî ile Kuteybe b. Saîd her ikisi Abdül-Vâhid'den rivayet
ettiler. Lâfız Kuteybe'nindir. (Dediler ki) : Bize Abdül-Vâhid b. Ziyad rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Hasen b. Ubeydillah rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
İbrahim b. Süveyd rivayet etti. (Dedi ki) : Abdurrahman b. Yezid'i dinledim.
(Dedi ki) : Ben İbni Mes'ud'u şunu söylerken işittim. Bana Resûlüllah
(Saiiallahü Aleyhi ve Seliem) :
«Senin yanıma girmek
için iznin, perdenin kaldırılması ve benim fısıltımı işitmendir. (Bu) Tâ seni
nehyedinceye kadar (böyle) gidecektir.» buyurdular.
(...) Bize
feu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Abdil-lah b. Nümeyr ve İshâk
b. İbrahim dahî rivayet ettiler. İshâk: Ahberanâ; ötekiler; Haddesenâ
tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Abdullah b. İdris, Hasen b.
Ubeydillah'dan bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti.
Bu hadîs-i şerif bir
kimsenin yanına girmek için izin sayılmak üzere konulan alâmete itimad caiz
olduğuna delildir. Vali, Kaymakam veya Hâkim gibi bir kimse kapısındaki
perdenin kaldırılmasını, umumun girmesi için izin saysa yahut bunu bir taifeye
veya sahsa tahsis etse, perdenin kalktığı görüldüğü zaman içeri girmek caizdir.
Bir kimse böyle bir alâmeti çocuklarıyle hizmetçilerinin yanına girmeyi için
de kullanabilir. Artık perdeyi indirdi mi yanma izinsiz girilemez demektir.
Kaldırdığı vakit İzinsiz girilir.
17- (2170)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyle ile Ebû Küreyb rivayet et tiler. (Dediler ki) : Bize
Ubejdullah Nâfi'den, o da İbni Ömer'den, o da Aişe'den naklen rivayet etti.
Âişe şöyle demiş : Üzerine perde çekildikten sonra Şevde hacetini görmek İçin
dışarı çıktı. Kendisi cismen bütün kadınlardan uzun, vücutlu bir kadındı.
Kendisini tanıyanlara gizli kalmazdı. Onu Ömer b. Hattâb gördü ve :
— Yâ Şevde!
Vallahi bizden
gizlenemiyorsun! Nasıl dışarı çıkacağına
bir bak! dedi. Bunun üzerine Şevde hemen bozularak geri döndü. Re-sûlüllah
(Sattaltahü Aleyhi ve Setlem) benim
evimde idi. Kendisi akşam yemeği yiyordu. Elinde bir kemik vardı. Şevde içeri
girerek:
— Yâ Resûlallah! Ben dışarı çıktım da, Ömer
bana şöyle şöyle (lâf-laf) söyledi, dedi. Az sonra Resûlüllah
(Sallaltahü Aleyhi ve Seüemf'e vahiy geldi. Sonra kendisinden (o ağırlık)
kaldırıldı. Kemik hâlâ elinde idi. Onu bırakmamıştı.
«Gerçekten hal şu ki,
size hacetiniz için dışarı çıkmanıza izin verildi.» buyurdular.
Ebû Bekr'in
rivayetinde: «Cismi bütün kadınlardan uzundu» cümlesi vardır. Ebû Bekr kendi
hadîsinde : «Hişâm, yâni helaya, dedi.» cümlesini ziyade etti.
(...) Bu
hadîsi bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Nümeyr rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Hişam bu İsnadla rivayette bulundu. Ve:
«Şevde vücudu bütün
insanlardan uzun bir kadındı.» dedi. Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)
hakkında da: «O akşam yemeği yiyordu.» dedi.
(...) Bu
hadîsi bana Süveyd b. Saîd dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ali b. Müshir,
Hişam'dan, fcu isnadla rivayet etti.
18- (...) Bize
Abdül-Melik b. Şuayb b. JLeys rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam dedemden rivayet
etti. (Demiş ki) : Bana Ukayl b. Hâ-lid, İbni Şihab'dan, o da Urve b.
Zübeyr'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallalİahü
Aleyhi veSellem)yin zevceleri helaya git mek istedikleri zaman geceleyin
menâsıa çıkarlardı, orası geniş bir yerdi
Ömer b. Hattab da
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ye: Kadınlarını ört! diyordu. Ama
Resûlüllah f Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu yapmıyordu. Derken Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Şevde binti Zem'a gecelerden bir gece
yatsı zamanı dışarı çıktı. Kendisi uzun bir kadındı. Ömer ona seslendi:
— Dikkat!.. Seni
tamdık yâ Şevde! (Ömer bunu) tesettür emri indirilsin diye (yaptı).
Âişe : «Bunun üzerine
Allah (Azze ve Ceile) tesettürü
İndirdi.» demiş.
(...) Bize
Amru'n-Nakıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yâkub b. İbrahim b. Sa'd rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize baîbam, Sâlih'den, o da İbni Şihab'dan bu isnadla bu
hadîsin benzerini rivayet etti.
Bu hadîsi Buhârî
«Taharet» ve «Tefsir» bahislerinde tahrîc etmiştir.
Menâsi: Yerler
mânâsına gelir. Bu yerlerin şimdiki helaların yerini tuttuğu anlaşılıyor. Hişam
: «Kadınların hacetleri için dışarı çıkmasından murad helaya gitmek için
çıkmalarıdır. Maişet derdine ait her hacet için çıkmaları değildîr.>
demiştir. Bu hadise hicab âyeti inmezden önce vuku bulmuştur. Kirmânî'ye göre
iki defa vâki olması muhtemel. Bâzıları birinci hicabda ikinci hicabın başka
başka şeyler olduğunu söylemişlerdir. Bu meselenin hülâsası şudur ki : Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcelerini ecnebi erkeklerin görmesi Hz.
Ömer'in kalbinde nefret uyandırmış. Ona kadınlarını örtmesini söylemiş. Hicab
âyeti ininceye kadar bunu birkaç defa tekrar ve te'kid etmiştir. Sonra ezvacı
tâbiratın örtünmüş dahî olsalar meydana çıkmamalarını, şahıslarının kafiyen
görünmemesini istemiştir.
Bu babda zikredilen
hadîslerin hepsi tesettüre delâlet etmektedir. Buradaki Hz. Âişe hadîsinde
sarahaten zikredilmemişse de zımnen yine anlaşılmaktadır. Kaadî Iyâz:
«Örtünmenin farz olması Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'ın zevcelerine
mahsûs hükümlerdendir. Onların yüz ve ellerini örtmeleri bilittifak farzdır.
Bu yerleri şahitlik esnasında veya başka hususta açmaları caiz değildir.
Helaya gitmek gibi bir zaruret olmadıkça örtünmüş bile obalar şahıslarını
göstermeleri caiz değildir. Nitekim Hz. Hafsa hadîsinde vârid olduğu üzere
Ömer (Radiyallahu anh) vefat edince Hafsa'yi şahsı görünmesin diye kadınlar
örtmüş; Zeyneb (Radiyallahu anha) vefat edince şahsı görülmesin diye naşının
üzerine çadır kurulmuştur.» demiştir. Aynî bu sözleri naklettikten sonra
şunları söylemiştir : «Başka kadınların kılık kıyafetleri pejmürde olmak sert
ve kaba giyinmek, koku sürünmemek, azaları örtülmek ve zinetlenip kırıtmamak,
seslerini de kaldırmamak şartiyle muhtaç oldukları işleri için dışarı
çıkmalarının caiz olduğunda hilaf yoktur.
1- Büyüklere
ve fazilet sahiplerine menfaatları icâbı nasıl hareket etmeleri gerektiğini
tenbihte bulunmak ve bunda ısrarla tekrar etmsk caizdir.
2- Kadın bir
hacetten dolayı mu'tadı olan bir yeie gitmek için kocasının izni olmaksızın
evinden çıkabilir. Çünkü buna şeriat izin vermiştir.
3- Hadîs-i
şerif Hz. Ömer'in menkabesine delildir.
19- (2171)
Bize Yahya b. Yahya ile Alî b. Hucur rivayet ettiler. Yahya: Ahberana, tbni
Hucr ise: Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Hüşeym
Ebû'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
Sabbâh ile Züheyr b. Harb da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Hüşeym
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'z-Zübeyr, Câbir'den naklen haber verdi.
Câbir (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Dikkat!.. Sakın bir
adam dul bir İcadının yanında gecelemesin, ancak nikâhlısı veya mahremi olursa
o başka.» buyurdular.
Ulemânın beyanına göre
bu hadîste dul kadının zikredilmesi ekseriyetle onun yanına girildiği içindir.
Kızlar adeten erkeklerden daha fazla korunur ve kaçarlar. Hadîste kızın zikre
dilmeme si bundandır. Bir de ha-dîs-i şerîî tenbih kabilindendir. Âdeten yanına
girip çıkmakta pek beis görülmeyen kadın hakkında hüküm bu olunca, kız hakkında
da aynı hükmün sabit olacağı evleviyette kalır. Hadîs-i şerîf ecnebi yâni
nikâhı caiz olan bir kadınla başbaşa kalmanın haram olduğuna mahremleri ile bir
arada kalmanın ise mubah olduğuna delildir. Bu hususta ulema müttefiktirler.
Mahremden murad : O kadınla evlenmesi ebediyen haram olan erkeklerdir.
20- (2172)
Bize Kuteybe b, Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Rumh
da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Yezîd b. Ebî Habib'den, o da
Ebû'l-Hayr'dan, o da Ukbe b. Amir'den naklen haber verdi ki: Resûiüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
«Kadınların yanına
girmekten sakının!» buyurmuş. Bunun üzerine en-sardan bir zât:
— Yâ Kesûlallah!
Kayına ne buyurursun? demiş.
«Kavın ölümdür!» cevâbını vermiş.
(...) Bana
Ebû't-Tâhir de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb, Amr b. Haris
ile Leys b. Sa'd, Hayve b. Şüreyh ve başkalarından naklen haber verdi ki, bu
zevata Yezid b. Ebî Habib bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etmiş.
21- (...)
Bana yine Ebû'i-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Ben Leys b. Sa'd'ı da şöyle derken işittim.
Kayın, kocanın kardeşi
ve kocanın yakınlarından amca
oğlu ve emsali gibi
benzerleridir.
Bu hadîsi Buhârî ile
Tirmizî «Nikâh» bahsinde; Nesâi «Kitâhu
Işrati'n-Nisa*>'da tahrîc etmişlerdir.
Hamv: Damadın babalan
ile oğullarından geri kalan akrabasıdır. Tirmizî: «Hamv kocanın babası demek
olduğu söylenir. Galiba gelini ile başbaşa kalması mekruh görülmüştür»
demiştir. Bu hususta Leys b. Sa'd da şunları söylemiştir : «Lügat ulemâsı
ittifak etmiştir ki, hamv: Kadının kocasının babası, amcası, kardeşi, kardeşi
oğlu, amcası oğlu ve bunlara benzer akrabasıdır. Hatenler ise : Zevcenin
yakınlarıdır. Her ikisinin yakınlarına sıhr denilir.»
«Kayın Ölümdür»
cümlesinden murad, ondan fitne ve kötülük gelmesi başkalarından daha fazla
mümkündür. Çünkü kimse yadırgamadan kolaylıkla kadının yanına girer çıkar ve
onunla başbaşa kalabilir. Binâenaleyh başkalarından daha ziyâde ondan korkulur
demektir.
Nevevî diyor ki:
«Burada hamvden murad, kocanın babaları ile oğullarından geri kalan
akrabasıdır. Babalarla oğullara gelince, onlar karısına mahremdirler. Onlarla
bir arada kalması caizdir. Ölümle de vasıf-lanamazlar. Burada murad kardeş,
kardeş oğlu, amca, amca oğlu ve bunlara benzer mahrem olmayan kimselerdir.
Halkın âdeti bu hususta kayıtsız davranarak tesâhul göstermektir. Bir kimse
âdete nazaran kardeşinin kansıyle başbaşa kalır. İşte Ölüm de budur. Böylesi
men edilmeye ecnebiden daha lâyıktır. Hadîsin doğru mânâsı da budur...»
Kaadî Iyâz: «Bu
hadîsin mânâsı, bir kadının kayınları ile başbaşa kalması, dinde fitne ve
helake sebep olur, demektir. Bunu Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)
Ölüm helakine benzetmiştir. Ve bu söz şiddet makamında söylenmiştir.» diyor.
22- (2173)
Bize Harun b. Ma'rut rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb rivayet
etti, (Dedi ki) : Bana Amr haber verdi. H.
Bana Ebû't-Tâhir de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb Amr b. Hâris'den naklen haber
verdi. Ona da Bekr b. Sevâ de rivayet etmiş, ona da Abdurrahman b. Cübeyr
rivayet etmiş, ona da Abdullah b. Amr b. Âs rivayet etmiş ki: Benî Hâşim'den
birkaç kişi Esma binti Umeys'İn yanına
girmişler. Derken Ebû Bekr'i Sıddik, da girmiş. Esma o gün onun nikâhı altında
imiş. Ebû Bekr bu zevatı görmüş ve bundan hoşlanmamış. Bunu Resûlüllah
(Sallallahi Aleyhi ve Sellem} fe anlatmış ve:
«Ama hayırdan başka
bir şey görmedim» demiş. Bunun üzerine Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Şüphesiz ki, Allah
Esma'yi bundan beri kılmıştır.» buyurmuş. Sonra Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi
ve Sellem) minber üzerinde ayağa
kalkarak:
«Bu günümden sonra
sakın bir adam beraberinde bir veya iki kişi olmadan, kocası evde bulunmayan
bir kadtnin yanına girmesin!» buyurmuşlar.
Muğîbe :
Kocası evde olmayan kadın, demektir. Kocasının şehir hâricinde uzak bir yere
gitmesiyle evinden çıkıp şehir içinde bulunması arasında hükmen bir fark
yoktur. Nitekim bu kıssada Hz. Ebû Bekr evinde bulunmamış, fakat şehirden de
dışarı çıkmamıştır. Nevevî diyor ki : «Hadîsin zahirine bakılırsa beraberinde
iki üç kimse bulunan bir adam kendisine ecnebi sayılan bir kadınla bir yerde
bulunabilecektir. Ulemamıza göre meşhur olan kavi ise bunun haram olmasıdır. Şu
halde hadîs salâh ve doğruluklarından dolayı kendilerinden kötülük beklenmeyen
bir cemâat, bir kadının yanma girebilir diye te'vîl olunur. Kaadi 1yâz da bu te'vile benzer bir işarette
bulunmuştur.»
23- (2174)
Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad b.
Seleme, Sabit El-Bûnânî'den, o da Enes'den naklen rivayet etti ki: Peygamber
(Satlatlahü Aleyhi ve Sellem) kadınlarından birinin yanında İmiş. Derken
yanından bir adam geçmiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu
çağırmış, adam da gelmiş ve:
«Ey filân! Bu benini
zevcem filancadır.» buyurmuş. Bunun üzerine o zât:
— Yâ Resûlallah! Her
kim hakkında zanna kapılırım da, senin hakkında zanna kapılmam! demiş.
Resûlüllah (Satlailahü Aleyhi ve Setlem):
«Şüphesiz ki, şeytan
insanın kanının akfeğı yerden akar!» buyurmuşlar.
24- (2175)
Bize Ishâk b. ibrahim ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Lâfızları birbirine
yakındır. (Dediler ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer,
Zührî'den, o da AH b. Hüseyin'den, o da Safiyye binti Huyeyy'den naklen haber
verdi. Safiyye şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) itikâfa
girmişti. Ben de geceleyin onu ziyarete geldim. Ve kendisiyle konuştum. Sonra
evime dönmek üzere kalktım. Beni evime götürmek için o da kalktı.
Safiyye'nin evi Üsame
b. Zeyd'in hanesinde idi. Derken oradan en-sârdan iki zat geçti. Peygamber
(Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'i görünce hızlandılar. Bunun üzerine
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'.
«Ağır olun! Bu kadın
Safiyye bînti Huyeyy'dir.» buyurdu. Adamlar:
— Sübhanallah yâ
Resûlallah! dediler. - Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şüphesiz şeytan
insanın kanının aktığı yerden akar. Ben de sîzin kalblerinize şerr atar diye
korktum.» buyurdular. Yahut (şerr yerine) şey dedi.
25- (...)
Bana bu hadisi Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Ebu'l-Yeman haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb, ZÜhrî'den naklen haber
verdi. (Demiş ki) : Bize AH b. Hüseyn haber verdi. Ona da Peygamber (Sallatlahü
Aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Sa-fiyye haber vermiş ki: Kendisi ramazanın son on
gecesinde mescidde İti-kâfı esnasında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i
ziyarete gelmiş ve onun yanında bir müddet konuşmuş. Sonra evine gitmek üzere
kalkmış. Onu götürmek için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de
kalkmış... Sonra râvi, Ma'mer'in hadîsi mânâsında rivayette bulunmuştur. Yalnız
o: «Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Şüphesiz ki, şeytan
insanın kanının ulaştığı yere ulaştr.» buyurdu.» demiş; «Akar» dememiştir.
Hz. Safiyye rivayetim
Buhârî «İtikat», «Edeb», «Ahkâm-ve «Hums» bahislerinde; Ebû Dâvud
«Kitâbu's-Savm» ve «Ki-tâbu'I-Edeb»'de; Nesâî «İ'tikâf»'da; İbni Mâce «Savm»
bahsinde muhtelif râvilerden tahrîr etmişlerdir.
Bu rivâyetlerdeki
kıssanın ayrı ayrı İki defa vuku bulmuş olması muhtemel olduğu gibi, her iki
rivayetin aynı kıssaya ait olmaları da mümkündür. Bu takdirde birinci rivayet
te'vîl olunur ve geçenler iki idi. Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem)
biriyle konuştuğu için burada bir adam gösterilmiştir, denilir. Hz. Safiyve
(Radivaltahü anha) Haybe r reisi Huyeyy b. Ahtab'm kızıdır. Ümmü Yahya
künyesini taşırdı.
Kaadî Iyâz ve
başkalarının beyânına göre ulemadan bazıları şeytanın, insanın kanına girip
dolaşmasını hakikat mânâya hamletmiş. Ve : Allah ona insanın İçinde ve kanında
dolaşacak kuvvet ve kudreti halketmiştir.» demişlerdir. Diğer bazı ulemaya göre
bu söz şeytanın çok vesvese verdiği ve insanı çok yoldan saptırdığı için
istiare edilmiştir. Sanki şeytan insandan ayrılmamak hususunda onun kanı
mesabesindedir. Bir takımları : «Şeytan vesvesesini bedenin ince mesamatına
bırakır, oradan vesvese kalbe ulaşır» demişlerdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellemye tesadüf eden iki zâtın ensardan Üseyd b. Hudayr ile Abbâd b. Bişr
oldukları rivayet edilir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seİlem)''in yarıındakine işaretle: «Bu Safiyye bİnti Huyeyy'dir.»
Diğer rivayete göre : «Bu benim zevcenidir.» diye beyânda bulunması üzerine bu
zevatın; «Sübhanallah yâ Resûlallah!» mukabelesinde bulunmaları hakikat mânâya
da hamledilebilir, kinayeye de, Hakikata hamledilirse bu sözden mu-rad: Biz
Resulünün müttehem olmasından Allah'ı tenzih ederiz. O yakışmaz bir fiil ve
harekette bulunmaz, demektir. Kinayeye hamledilirse maksad Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin bu sözüne şaştıklarını bildirmektir.
1- İtikâfa
giren kimse ziyaretçisini geçirmek ve onunla konuşmak gibi mubah işleri
yapabilir.
2- Kadın
itikâfda olan yakınını ziyaret edebilir.
3- Sû-i
zanna sebep olacak şeylerden korunmak ve bu hususta başkalarını Öğretmek
müstehabdır.
4- Kadın geceleyin
dışarı çıkabilir.
5- Bir şeye
şaşıldığı zaman Sübhanallah denilebilir.
6- Yanında
kadın bulunan erkeğe selâm vermek caizdir.
7- Hadîs-i şerif Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Seİlem)'in ümmetine karşı gösterdiği sonsuz şefkat merhamete delildir. Burada
şeytanın oradan geçen iki zatın kalblerine sû-i zan vesvesesi vereceğinden
korkmuş ve. yanmdakinin kim olduğunu
beyan etmiştir. Zira Peygamberlere
karşı sû-i zanda bulunmak bil'icma küfürdür.
8- Şeytanın
mekrinden korunmak için hazırlıklı bulunmak gerekir.
9- Bir şeyi
ta'zim ve ondan şaşıldığmı ifâde için tesbihde bulunmak caizdir.
26- (2176)
Bize Kuteybe b. Saîd, Mâlik b. Enes'den, ona okunanlar meyanında İshâk b. Ahdillah
b. Ebî TaIha dan naklen rivayet etti. Ona da Akîl b. Ebî Talibin azatlısı Ebû
Mürre, Ebû Vâkıd EI-Leysî'den naklen haber vermiş ki: Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) beraberinde cemâat olduğu halde mescidde otururken üç nefer
gelivermiş. Onların ikisi Resûlüllah (SallallahüIAleyhi ve Seliem) 'in yanına
gelmişler, biri gitmiş. Bu iki kişi Resûlüllah (Salîailahü Aleyhi ye Seliem)
'in başında dikilmişler. Biri halkada bir aralık görerek oraya oturmuş. Diğeri
cemâatin arkalarına oturmuş. Üçüncüsü ise dönüp gitmiş. Resûlüllah (Salîailahü
Aleyhi ve Sellem) oradan ayrılınca :
«Size bu üç kişiyi
haber vereyim mi? Bunlardan biri Allah'a sığındı, Allah da onu sığındırdı.
Diğeri utandı, Allah da ondan istihya etti. Sonuncuya gelince, o yüz çevirdi.
Allah da ondan yüz çevirdi.» buyurmuşlar.
Ahmed rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Harb (bu zât İbni Şeddat'tır) rivayet etti. H.
Bana İshâk b. Mansûr
da rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Habban haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ebân
rivayet etti. Her iki râvi demişler ki: Bize Yahya b. Ebî Kesir rivayet etti
ki: İshâk b. Abdillah b. Ebî Talha kendisine bu isnadda bu mânâda bu hadîsin
mislini rivayet etmiş.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'1-İlim» ile «Kitâbu's-SalâU'da; Tirmizî «İstizan» bahsinde; Nesâî «Kitâbu'l-İlim»'de
muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Hadîste hazf vardır.
Takdiri şöyledir : Ashâb-ı kiram: Bu üç kişinin kimler olduğunu haber ver yâ
Resûlallah! demişler, o da:
«Onlardan biri Allah'a
sığındı. Allah da onu sığındırdı. Diğeri utandı, Allah da ondan istihya etti.
Sonuncuya gelince; o yüz çevirdi. Allah da ondan yüz çevirdi.» diye cevap
vermiştir. Görülüyor ki, bu cevaplarda edebiyatçıların mügâkele dedikleri sanat
vardır. Verilen cevaplar şekil itibariyle suâle uygun düşüyorsa da mânâ
başkadır. Çünkü îva sığındırmak yâni evine kabul etmektir. Bu Allah Teâlâ
hakkında mütesavver değildir. Binâenaleyh mecazdır. Ve kelimenin lâzimî mânâsı
kastedilmiştir ki, o da hayra ulaştırmak istemektir. Yâni melzum zikredilmiş,
lâzım kasdedilmiştir. Bâzıları bunun mânâsı Allah'ın o kimseyi cennetine sığın
dır ma sı dır, demişlerdir. Allah'ın istihyası da böyledir. Yâni o da Mecâz-ı
mürselin melzûmu zikr lâzımı irade nev'indendir. Çünkü utanmak mânâsına gelen
haya insana ayıplanacağından korktuğu bir şeyden dolayı âriz olan değişme ve
kırgınlıktır. Allah Teâlâ hakkında bu imkânsızdır. Binâenaleyh bununla lâzimî
mânâsı olan azabı terk etmek kasdedilmiştir. Allah'ın yüz çevirmesi dahî aynı
şekilde mecaz olup bununla Allah'ın gazabı kasdedilmiştir. Böyle zahirî
mânâsına hamli mümkün olmayan yerlerde kaide bu gibi lâfızların lâzimî
mânâları murad olunmaktır. Hakikî mânâ ile mecazi mânâ arasındaki alâka
lüzumdur. Hakikî mânâyı kasdetmekten men eden karine ise akıldır. Çünkü akıl
bu gibi şeylerin Allah'dan sâdır olabileceğini tasavvur edemez. Kirmânî buradaki
mecazların teşbih olması ihtimâlinden de bahsetmiştir. O halde mânâ şöyle olur
: Evine sığındıran, utanan ve yüz çeviren ne yaparsa Allah da onun gibi yapar,
demek olur. Yâni fiil fiile benzetilmiş olur.
Buradaki yüz
çevirmeden murad hiç bir özrü yokken dönüp gitmeye hamledilmiştir.
Kaadî Iyâz şöyle
diyor: «Bir kimse Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''den yüz çevirir de
uzaklaşırsa mü'min değildir. Eğer bu zât mü'min olup dünyevî bir hacetini veya
zaruri bir işini görmek için gitti ise Allah'ın onu îrazı af ve rahmetini terk
etmesiyle olur. Onun bir hasenesini kabul etmez, kötülüğünü affetmez.»
1- İlim
halkasına oturan kimse Allah'ın himayesindedir. Onun üzerine melekler
kanatlarını yayarlar. İbni
Battal: «Âliminde talebeyi
böylece sığındırması icab eder.» demiştir.
2- Bir kimse
âlim bir zatın meclisinde bulunmayı arzu etse de utandığı için gidemese, Allah
da ona istîhya muamelesi yapar. Yâni onu azab etmez.
3- İlim
meclislerinden yüz çeviren kimse Allah'ın gazabına maruz kalır.
4- İlim ve
zikir için mescidde halka olup oturmak müstehabdır.
5- İyi bir
iş yapan kimseyi senada bulunmak müstehabdır.
6- Cami,
mescit gibi yerlerde nerede yer bulunursa oturmak, kimseyi yerinden
kaldırmamak islâmî edeb ve terbiye iktizasıdır. Bu hususta hadîs dahî vardır.
7- Mescitte
bir yere önce gelip oturan, o yere başkalarından daha ziyade hak sahibidir.
8- Saf ve
meclis halkalarında aralık yer bırakmamak gerektir.
9- Kimseye
eziyet vermemek şartıyle sallardaki boş yerlere yürümek caizdir.
27- (2177)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.
Bana Muhammed b. Hunıh
b. Muhacir dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys Nâfi'den, o da İbni
Ömer'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen haber verdi.
«Salcın biriniz bir
kimseyi yerinden kaldır.p, sonra oraya oturmasın!) buyurmuşlar.
28- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullar b. Nümeyr haber
verdi. H.
Bize İbni Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivâyel etti. H.
Bize Züheyr b. Harb
dahî rivayet etti. (Dedi ki) Bize Yahya (bı zat Kattan'dır) rivayet etti. H.
Bize İbni Müsennâ da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdül-Vahhat (yâni Essekafî) rivayet etti. Bu
râvilerin hepsi Ubeydullah'dan rivâyel etmişlerdir. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. Lâfız onundur. (Ded ki) : Bize Muhammed b. Bişr ile Ebû
Üsame ve İbni Nümeyr rivayet et tiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Üsâme,
Hişâm'dun, o da babasından, o di Peygamber iSallaUahü A teyht ve Sellem i'ien
naklen rivayet etti:
«Bir adam bîr adamı
yerinden kald:np, sonra oraya oturmasın! Lâlcir aralanın, genişleyin!» buyurmuşlar.
(...) Bize
Ebû'r-Rabî' İle Ebû Kâmil de rivayet ettiler. (Dediler ki) Bize Hammad rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb rivayet etti. H.
Bana Yahya b. Habîb de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh'
rivayet etti. H.
Bana Muhammed b. Râfi'
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdür-rezzâk rivayet etti. H.
Her iki râvi İbni
Cüreyc'den rivayet etmişlerdir. H.
Bana Muhammed b. Râfi'
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Füdeyk rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Dahhâk (yâni İbni Osman) haber verdi.
Bu râvilerin hepsi
Nâfi'den, o da İbni Ömer'den, o da Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Seitcm)'den
naklen Leys'in hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır. Fakat hadîste :
«Lâkin; aralanın,
genişleyin...» cümlesini anmamışlardır. İbni Cüreyc hadîsinde : «Ben Cuma
gününde mi? dedim. Cuma gününde ve başka günlerde cevabını verdi.» cümlesini
ziyade etmiştir.
29- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'1-A'lâ,
Ma'mer'den, o da Zührî'den, o da Salimden, o da İbni Ömer'den naklen rivayet
etti ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Sakın biriniz din
kardeşini yerinden kaldırıp, sonra onun yerine oturmasın!» buyurmuşlar. İbni
Ömer kendisi için biri yerinden kalkarsa oraya oturmazmış.
(...) Bize
bu hadîsi Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzak haber
verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer bu isnadla bu hadîsin mislini haber verdi.
30- (2178)
Bize Seleme b. Şebîb rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Ha-sen b. A'yen rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mâkıl (bu zat İbni
Ubeydillah'dır), Ebû'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den, o da Peygamber (Saliatlahü
Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet etti:
«Sakın biriniz Cuma
günü din kardeşini yerinden kaldırmasın. Sonra gidip onun yerine oturmasın.
Lâkin; aralanın, desin!» buyurmuşlar.
İbni Ömer rivayetini
Buhâri «İstizan» bansınde tahric etmiştir.
Nevevi diyor ki : «Bu
nehiy tahrim içindir. Bir kimse cuma günü olsun, başka bir günde olsun, namaz
veya başka bir şey için mescid-de veya başka bir yerde mubah bir yere oturursa,
o yerin hak sahibi odur. Başkasının onu yerinden kaldırması haram olur. Delili
bu hadîstir. Yalnız ulemamız fetva vermek yahut Kur'ân veya ulum-u şer'iyye
okumak için bir kimsenin alışmış olduğu yeri bundan istisna etmişlerdir.
Böylesi o yerde hak sahibidir. O geldiği zaman o yere başkası oturamaz.»
Hz. Abdullah b. Ömer
'in kendisine ayağa kalkan kimsenin yerine oturmaması, kendi vera ve
takvasıadandır. Yoksa oturması haram değildir. Hz. İbni Ömer burada iki şeyi
nazar-ı itibara almış olabilir :
1- Çok defa
yerinden kalkan kimse ondan utanır da
içinden razı olmadığı halde kalkarak yerini ona verir. İbni Ömer
(Radiyaİlahu anh) bu kapıyı
kapayarak böyleleri kurtarmıştır.
2- İbâdet
hususunda tercih mekruh yahut evlâsını
hilâlidir. İbni Ömer başkasının böyle mekruh veya evlânın hilaf; bir dey yapmasına sebep olmamak için oturmaktan kaç;jınııştır
31- (2179)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti, (Dedi ki» Bize Ebû Avâne haber verdi.
Kuteybe şunu Atf söyledi. Bize Abdül'Aziz (yâni İbni Muhammed) rivayet etti.
Her iki râvi Süheyl'den, o da haftasından, o da Ebû Hiiireyre'den naklen
rivayet etmişler ki: Resûlüllah (ScuhV.hhü Aleyhi ve Sellem):
«Bİriniz ayağa kalktığı vakit. .» Ebû Avane'nin hadîsinde:
«Bİr kimse oturduğu yerden kalkar da, sonra oraya dönerse, o kimse, o yerde hak
sahibidir.» buyurmuşlardır.
Nevevî'nin beyanına
göre bir kimse mescidde namaz veya başka bir ibadet için bir yere oturur da
sonra abdest almak veya ufak bir iş görmek maksadıyle oradan kalkar ve tekrar
dönmeyi niyet ederse, o yerdeki hakkı bâtıl olmaz. Oraya başkası oturmuş olsa
bile kaldırmaya hakkı vardır. Oturan kimsenin de kalkması icab eder. Delili bu
hadîstir.
Ulemâdan bazıları
yerine oturan kimsenin kalkması vâcib değil, müs-tehabdır, demişlerdir ki,
İmam-ı Mâ1ik'in mezhebi budur.
32- (2180)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Vekİ' rivayet etti. H.
Bize İshâk b. İbrahim
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerir haber verdi. H.
Bize Ebû Küreyb dahî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye rivayet etti. Bu râvilerin hepsi
Hişam'dan rivayet etmişlerdir. H.
Bize yine Ebû Küreyb
rivayet etti. Lâfızı şudur: Bize İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Hişâm babasından, o da Zeyneb binti Ümmü Seleme'den, o da Ümmü Seleme'den
naklen rivayet »etti ki : Kadın tabiatlı bir adam evde Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in yanında bulunuyormuş. Ümmü Seleme'nin kardeşine:
— Yâ Abdellah b. Ebî
Ümeyye! Yaruı Allah size Tâif'i fethederse sana filancanın
kızını göstereceğim. Çünkü o kıi dörtle gelir, sekizle gider, demiş.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
bunu İşitmiş de: «Bunlar sizin yanınıza girmesin!» buyurmuşlar.
33- (2181)
Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab dürrezzâk Ma'mer'den, o da
Zührî'den, o da Urve'den, o da Âişe'den nak len haber verdi. Âişe şöyle demiş :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SelUm in zevcelerinin yanına kadın tabiatlı bir
adam giriyordu. Onu ihtiyaç sa hibi olmayanlardan sayıyorlardı. Derken bir gün
Peygamber (Sallaliahı Aleyhi ve Sellem) o adam kadınlar in ilan bâzısının
yanında iken içeri gird Adam bir kadın tavsif ediyor :
— Geldiği zaman dörtle
gelir, gittiği zaman sekizle gider, diyordı Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemı:
«Dikkat! Görüyorum ki;
bu adcım orada ne vardığını biliyor, sak: sizin yanınıza girmesin!»
buyurdular,\ Artık onu (girmekten) men ettiler.
Ümmü Seleme rivayetini
Buhârî ve «Nikâh», «Libâs ve «Meğazi» bahislerinde; Nesâî «.şratü'n-Nisâ'»'da;
İbni Mâce «Nikâh» ve «Hudud» bahislerinde muhtelif râvilerden tahric etmi:
lerdir.
Muhannes yahut
muhannis ahlâk, hareket ve sözünde kadınlara beı zeyen kimsedir. Bâzan
yaratılıştan kadına benzer ve tıpkı kadınlar gil konuşur, onun kadına benzemesi
kendi arzusuyla değildir. Bu bir ne1 hünsa sayılabilir. (Hünsa; hem erkeklik,
hem kadınlık uzvu olan kin sedir.) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
ilk gördüğü zaman b şey dememesi bundandır. Zâten herkes onun cimâa ihtiyacı
olmadığı: zannederdi.
Bazan da doğuştan
benzemediği halde kendi arzusuyla kadınlara be: zemeye çalışanlar vardır.
Bunlara da muhanne» denir. İşte bahis mevzi olan ve sahih hadîslerde lanet
edildiği bildirilen muhannesler bunlard Bir hadîs-i şerifte:
«Kadınların kendini
erkeklere benzetenlerine, erkeklerin de kendi kadınlara benzetenlerine Allah
lanet etsin!» Duyurulmuştur.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seüem) 'in evine gelen bu muhannesin ismi meşhur kavle göre Hîfdir.
Bâzıları Hinb, diğer bâzıları da Mâti' olduğunu söylemişlerair. Hu bâbda daha
başka isimler de zikredilmiştir ki, gelen rivayetlerden Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Settem)'in bunları çeşitli yerlere surgun ettiği anlaşılıyor.
İbni Keibi'nın
beyânına göre Hit vasfettiği kız hakkında ileriye giderek : Ağzı papatya
çiçeği gibi, oturduğu zaman iki olur. Konuşursa renk saçar, bacaklarının
arasındaki, başaşağı çevrilmiş kab gibidir, demiş. Kesûiüllah {Satlailahu
Aleyhi ve Seltem) bunu işitiyormuş :
«Sen ona inceden
inceye bakmışsın ey Allah'ın düşmanı!» buyurmuş. Sonra kendisini Medine 'den Hama'ya
sürgün etmiştir. Tâif fethedilince o kız müslüman olmuş ve Abdurrahman b.
Avf'la evlenmiştir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) dünyâdan gittikten
sonra Ebû Bekr {Radcyallahu anh) Hît'i Medine 'ye kabul etmemiş, Hz. Ömer
halife olunca bâzı kimseler araya girerek şefaatçi olmuş : Hit arlık zayıf,
yaşlı ve muhtaç bir kimsedir, diyerek, Medine'ye gelmesine izin verilmesini
rica etmişler. Hz. Ömer de her Cuma Medîne'ye gelerek dilenmesine, sonra yine
yerine gönderilmesine izin vermiştir.
Ulemâ Hit'in
sürülmesinde üç sebep zikretmişlerdir. Bunlardan biri hadiste beyân edildiği
vecihle onun kadına ihtiyâcı olmadığı zannedilmesi, hakikatte ise kadınlara
ihtiyâcı olduğu halde gizi eme sidir. İkincisi : Kadınların güzelliklerini ve
avret yerlorini erkeklerin huzurunda an-latmasıdır. Halbuki bir kadının ba^ka
bir kadına kendi kocasının hususiyetlerinden bahsetmesi bile men edilmiştir.
Bir erkeğin bir kadını teşhir etmesi ise evleviyetle memnudur. Üçüncüsü Hit'in
kadınların mahrem yerlerine varıncaya kadar öğrendiği meydana çıkmıştır. Öyle
ki, bu yerleri başka kadınlar bile görüp öğrenemez. İşle bu üç sebeplen dolayı
Hit sürgün edilmiştir. Resûiüllıh (Sallallahü Aleyhi ve Seıien)in :
«Bunlar sizin yanınıza
girmesin!» emriyle bütün muhannesleri kas-detmiştir. Binâenaleyh muhannes
olanlar kadınların yanına giremediği gibi, kadınlar da açık saçık onların yanma
çıkamaz. Muhannesler şâir kadınlara ihtiyacı olan erkekler hüUmündednicr.
Enenmiş [2] ve
âleti kesilmiş erkekler de aynı hükümdedirler. Hît'in, Gay1â'm kızını
vasfederken dörtle gelir, sekizle gider demesi; gelirken vücudunun kabarık ve
pişkin yerleri dört, giderken sekiz görünür manasınadır. Gay1ân Tâif'in
fethinden soma mu^'.ımaıı olmuş, fakat hicret edememistir. Beyaz tenli, uzun
boylu, kumral saçlı, iri ve yakışıklı bir zat olduğu söylenir. Vaktiyle
Peygamber (Sallaîlahü A leyhi ve Seilem) hakkında Kur'ân buna indirileceğine,
iki şehirden birinde büyük bir adama indirüseydi ya! diyenlerden biridir. Kisrâ'ya
heyet halinde gönderildiği vakit onunla görüşmüş, Kisrâ onun aklını beğenerek:
Senin gıdan nedir? diye sormuş. O da : Buğdaydır! deyince, Kisrâ:
— Bu akıl
buğdaydandır. Sütle kuru hurmadan değildir, demiştir.
34- (2182)
Bize Muhammed b. Âlâ' ile Ebû Küreyb El-Hemdân rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Ebû Üsâme, Hişâm'dan rivayet etti (Demiş ki) ; Bana babam, Esma binti EM
Bekr'den naklen haber verdi Esma şöyle demiş: Zübeyr benimle evlendi. Ama
kendisinin yeryÜzfind mal ve köle nâmına atından başka hiçbir şeyi yoktu. Ben
onun atına aU veriyor; nafakasına bakıyor, işlerini görüyor, su devesi için
çekirdek k nyor, onun alahnı ve suyunu veriyor, kovasını tamir ediyor, hamur yağuruyordum.
Ekmek yapmayı beceremiyordum. Benim için ensardan bı zı komşu kadınlar ekmek
yapıyorlardı. Doğru kadınlardı. Zübeyr*e, it sûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Seilem) in parsellediği
yerden çekirdeği başmın üstünde taşıyordum. Kİ fcu yer bir fersahın üçte ikisi
uzaklıktadır. Bir gün çekirdek başımın üzerinde olduğu halde Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'e rastladım. Beni çağırdı. Sonra beni arkasına
bindirmek için (devesine) :
«Ih! Ih!» dedi. Esma,
Zübeyr'e : Utandım ama senin kıskançlığını da bilirim, demiş. O
da :
— Vallahi başının
üzerinde hurma çekirdeğini taşıman, onunla beraber binmenden daha güçtür,
demiş. Esma : Hattâ bundan sonra Ebû Bekr bana bir hizmetçi gönderdi de, o beni
at bakıcılığından kurtardı ve sanki beni âzâd etti, demiş.
35- (...)
Bize Muhammed b. Ubeyd El-Ğuberî rivayet etti. (Dedi ki) : Bizt Hammâd b. Zeyd,
Eyyûb'dan, o da İbni Ebî Müleyke'den naklen rivayet etti ki, Esma şöyle demiş:
Zübeyr'in ev hizmetini görüyordum. Bir atı vardı. Ona bakıyordum. Ama bana at
bakıcılığından daha güç bir hizmet yoktu. Ona ot veriyor, tımarını yapıyor ve
bakıyordum. Râvi diyor ki: Sonra Esmâ'ya bir hizmetçi isabet etti. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemye esirler geldi de, ona da bir hizmetçi verdi.
Esma demiş ki: Artık bu hizmetçi beni at bakıcılığından kurtardı. Zübeyr'in
nafaka işini de üzerimden attı.
Derken bir adam geldi.
Ve :
— Ey Ümme [3]
Abdillah! Ben fakir bir adamım, senin evinin gölgesinde mal satmak istiyorum,
dedi. Esma (ona) :
— Ben sana müsaade edersem Zübeyr buna razı
olmaz. İmdi sen gel de bunu benden
Zübeyr'in gözünün Önünde
iste! demiş. Arkaciğından adam gelerek:
— Ey Ümmü Abdillah! Ben
fakir bîr adamım, senin
evinin gölgesinde mal satmak
istiyorum, demiş. Esma :
— Medine'de
benim evimden haşka
bir yer bulamadın
mı? demiş. Bunun üzerine Zübeyr
ona :
— Sana ne oluyor ki, fakir bir adr:na (malını)
satmağa mâni oluyorsun, demiş. Artık
(adamcağız) kazan.naya başlayıncaya kadar (orada mal)
satmış. (Esma diyor ki) : Ben bu
cariyeyi ona sattım, parası kucağımda iken Zübeyr yanıma girdi. Ve :
— Onu bana hibe et, dedi.
— Ben onu tasadduk ettim, dedim.
Bu hadîsi Buhârî
«Humus» ve «Nikâh» bahislerinde; Nesâî «lşrâtü'n-Nisâ»'da tahrîc etmişlerdir.
Mal: Aslında altın ve
gümüş gibi milk edinilen şeylerdir. Sonra mitk edinilen her şeye ıtlak
edilmiştir. Arablarca ekseriyetle maldan deve kas-dedilir. Çünkü onların en
kıymetli malı devedir.
Hz. Esma 'nın saydığı
hizmetler hakkında Nevevî şunları söylemiştir : «Bütün bunlar iyilikten ve
insanların alışageldiği mürüvvetlerden sayılırlar. Kadın bu sayılan hususâtta
kocasına hizmet eder. Ekmek yapar; yiyecek pişirir, çamaşır yıkar ve Hiğer
işleri görür. Bunların hepsi kadın tarafından bir teberru' ve kocasın* bir
iyiliktir. Ama bunlardan hiç biri kadına vâcib değildir. Hattâ hiç birin
yapmasa günahkâr olmaz. Bu işlerin hepsini kocasının görmesi iâzım gelir. Hiç
biri hakkında kadını ilzam ve mecbur etmesi helâl olamaz. Kndın bunları ancak
ve ancak bir teberru olarak yapar ki : Güzel bir âdettir. îslâmın ilk
zamanlarından bugüne kadar kadınlar bu âdet üzere devam edegelmişierdir. Kadına
ancak iki şey vâcib olur. Kendini kocasına temkin ve teslimi, bir de onun
evinden ayrılmaması.»
Ih ıh : Deveyi
çöktürmek için söylenen bir söz olup ism-i fiildir.
Peygamber (Sallallahü
A leyhi ve Sellem)'in Hz. Zübeyr'e parselleyip verdiği yer Benî Nâdir
kabilesinden kalan ganimetlerden olup Medîne'ye üçte iki fersah yâni aşağı
yukarı yedi sekiz kilometre mesafede idi. Bu yeri ona Medîne'ye gelişinin ilk
günlerinde vermişti.
Hadîsin bir
rivayetinde Hz. Esma'ya babası Ebû Bekr tarafından hizmetçi bir câriye
gönderildiği, diğer rivayetinde ise cariyeyi ona Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in verdiği bildiriliyor.
Bu iki rivayetin arası şöyle bulunmuştur. Câriye esirler arasında
Peygamber (Scdlallahii Aleyhi ve Sellemfç getirilmiş. O da onu Hz. Esma 'ya
verilmek üzere babası Ebû Bekr'e teslim etmiştir. Böylece cariyeyi ona Peygamber
(SallaUahii Aleyhi ve Sellem) verdi demek mümkün olmuştur. Hz. Zübeyr'in :
— Vallahi başının
üzerinde hurma çekirdeğini taşıman, onunla beraber binmenden daha güçtür,
sözünün mânâsı: Seni hurma çekirdeği ta-Sirken görenler cimri ve bayağı
sanırlar. Bu ise Peygamber (SallaUahii Aleyhi ve SellenO'in terkisine binmekten
daha güç ve ağır bir şeydir. Çünkü sen Peygamber (SallaUahii A leyhi ve
Sellem) 'in mahremlerinden onun zevcesi Âişe'nin kız kardeşisin, demektir. Bir
de bu hâdisenin kadınlara tesettür farz kılınmazdan önce geçmiş olması
muhtemeldir.
Hz. Esma 'nın bunca
hizmetlere sabru tahammül göstermesi, kocası Zübeyr ile babası Ebû Bekr'in bu
bâbda bir şey demeyip sükût etmeleri cihâd vesâir işlerle meşgul oldukları
içindir. Bu gibi mühim işlerden vakit bulup da evlerine bakamıyorlardı.
1- Hükümet
reisi ahâliye yer dağıtabilir. Yer Beytü'l-Mâl'e aitse onu hükümet reisinden başkası
kimseye temlik edemez. Hükümet reisi ise bazan bu yeri bir kimseye milk olarak
verir. Bazan da menfaatini taksim eder. Bu takdirde o yeri alan kimse bir
müddet o yerden istifâde eder, zamanı gelince yeri yine hükümete verir.
2-
İnsanlardan, attığı meyva çekirdeği, bayat meyva vesâir kıymetsiz şeyleri
almak caizdir. Bunu vera ve takva sahibi birçok insanlar yapmış ve helâl
saymışlardır. Ekinliklerdeki mahsuller kaldırıldıktan sonra yerinden başak
toplamak, bağlar bozulduktan sonra üzüm taraşlamak, bahçelerin meyvesi
kaldırıldıktan sonra yerlerde
kalanlarını toplamak dahî aynı
hükümde dâhildir.
3- Hayvan
kuvvetli ve mütehammil olursa üzerinde bulunan kimse arkasına başkasını
bindirebilir.
4- Başkalarına
karşı terbiye ve nezâketle hareket etmek ve muamelâtta insanlarla hoş geçinmek
gerekir.
5- Hadîs-i
şerif Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in ümmetine karşı gösterdiği
şefkat ve merhametin delillerindendir.
36- (2183)
Bjze Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Nâfî'den dinlediğim,
onun da tbni Ömer'den rivayet ettiği şu hadîsi okudum : Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
«Bir yerde üç İçişi
bulunursa, bîrini bırakıp İkisi gizli konuşmasınlar!» buyurmuşlar.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-hanımed b. Bişr ile
tbni Nümeyr rivayet ettiler. H.
Bize İbni Nümeyr dahî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
Müsennâ ile TJbeydullah b. Saîd de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Yahya
(bu zât İbni Saîd'dir) rivayet etti.
Bu râvilerîn hepsi
Ubeydullah'dan rivayet etmişlerdir. H.
Bize Kuteybe ile İbni
Rumh dahî Leys b. Sa'd'dan rivayet ettiler. H.
Bize Ebu'r-Rabi* ile
Ebû Kâmil de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Hammad, Eyyûb'dea naklen
rivayet etti. H.
Bize tbni Müsennâ da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed h. Cafer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Şu'-be'den dinledim.
Bu râvilerin hepsi
Nâfi'den, o da tbni Ömer'den, o da Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den
naklen Mâlik'in hadîsi mânâsında rivayette bulunmuşlardır.
37- (2184)
Bize Ebû lîekr b. Ebî Şeybe ile Hennâd b. Seriyy rivayet ettiler. (Dediler
ki): Bize Ebu'l-Ahvas, Mansur'dan rivayet etti. H.
Bize Züheyr b. Harb
ile Osman b. Ebî Şeybe ve İshâk b. İbrahim de rivayet ettiler. Lâfız
Züheyr'indir. (İshâk : Ahberenâ; diğerleri Haddese-nâ tâbirlerini kullandılar.
(Dediler ki) : Bize Cerir, Mansur'dan, o da Ebû Vâil'den, o da Abdullah'dan
naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemj :
«Uç kişi iseniz
ötekini bırakıp da ikiniz gizli konuşmasın! Tâ ki, insanlara karışıncaya
kadar. Çünkü bu onu gücendirir.» buyurdular.
38- (...)
Bize Yalıya b. Vahya ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe, İbni Nü-meyr ve Ebû Küreyi) fle
rivayet ettiler. Lafız Yahya'nındır. (Yahya Ah-beranû; ötekiler Haıidcseiıâ
tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Ebû Muâviye, A'moş'dı-u. o da
Şakik'den, ,o da Abdullah'dan naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş : Resûlüllah
(Suilallahü Aleyhi ve Seltem):
«Üç kişi iseniz,
ikiniz arkadaşlarını bırakıp da gizli konuşmasınlar. Çünkü bu onu üzer.»
(...) Bize
bu hadisi İshâk b. ibrahim dahî rivayet
etti. (Dedi'ki) Bize îsâ b. Yûnus haber verdi. H.
Bize tbni Ömer dahî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Siifyân rivayet etti Her iki râvi A'meş'den bu
isnadla rivayette bulunmuşlardır.
Bu rivayetleri Buhârî «Kitâbü'l-İstîzan»'da tahrîc etmiştir.
Bir kişiyi yalnız
bırakıp, ikisinin gizli konuşmalarının yasak edilme sindeki hikmet ya kendisini
o konuşmaya katmamakla tahkir ettiklerin sandığından yahut aleyhinde
konuşuyorlar vehmine kapıldığı içindir. Kalabalık insanlar içinde böyle bir şey
hatıra gelmeyeceği için ikisinin gizi konuşmasında beis yoktur. Bir kişiyi
yalnız bırakıp üç veya daha fazlj kişinin gizli konuşmaları da aynı hükümdedir.
Nevevî buradaki neh yin tahrim için olduğunu söylüyor ve : «Aralarından birini
bırakıp gizlici konuşmak bir cemaata da haramdır. Meğer ki, o bir kişi buna
izin vermi: ola. îbnü Ömer (Radiyallahu anh) ile îmam-ı Mâ1ik'in bizim
ulemâmızın ve cumhurun mezhebine göre buradaki nehiy her za mana hazar ve
sefere âmm ve şâmildir. Ulemâdan bazıları yasak ediler gizli konuşmanın sefere
mahsûs olduğunu söylemişlerdir. Çünkü sefeı korku yeridir. Bâzıları da bu
hadîsin mensuh olduğunu söylemişlerdir Bu hüküm İslâm'ın ilk zamanlarında
vardı. İslâmiyet yayılıp insanlar em niyete kavuşunca nehiy sakıt olmuştur.
Bunu ilk zamanlarda mü'minler mahzun etmek için onların karşısında münafıklar
yaparlardı.
Bir yerde dört kişi
bulunup da ikisi gizli konuşursa bilittifak bei; yoktur.> diyor.
39- (2185)
Bize Muhammed b. Ebî Ömer El-Mekkî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'1-Aziz
Ed-Derâverdi, Yezid'den (Bu zât İbni Abdil-lah b. Üsâme b. Had'dır.) ö da
Muhammed b. İbrahim'den, o da Ebû Seleme b. Abdirrahman'dan, o da Peygamber
(SallallahU Aleyhi ve Sellenıjln zevcesi Âişe'den naklen rivayet etti ki, şöyle
demiş: Kesûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) hastalandığı vakit onu Cibril
okur: Seni berî kılan, her hastalıktan sana şifâ veren, hasedliği kabardığı
vakit her hasetçinin şerrinden ve her nazarı değenin şerrinden emin eyleyen
Allah'ın ismiyle, derdi.
40- (2186)
Bize Bişr b. Hilâl Es-Savvaf rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'l-Vâris
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'1-Aziz b. Suhayb Ebû Nadrâ'dan, o da Ebû
Saîd'den naklen rivayet etti ki: Cibril, Peygamber (Sallallahü A leyhi ve
Sellem)'e gelerek :
— Yâ Muhammedi Hastalandın mı? diye sormuş. O
da : «Evet!..» cevâbını vermiş. Cibril:
— Allah'ın ismiyle sana eziyet veren herşeyden
sana okuyorum, her nefsin şerrinden yahut her hasetçinin nazarından Allah sana
şifâ versin! Allah'ın ismiyle sana okuyorum, dedi.
41- (2187)
Bize Muhammed b. Râfî' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'r-rezzâk rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmâm b. Müneb-bih'den rivayet etti. Hemmâm:
Ebû Hüreyre'nin: Bize Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet
ettikleri şunlardır diyerek bir takım hadîsler zikretmiştir. Ki onlardan biri
de şudur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Nazar haktır.» buyurdular.
42- (2188)
Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî ile Haccâc b. Şâir ve Ahmed b. Hıraş
rivayet ettiler. (Abdullah : AJıberanâ; ötekiler : Haddesenâ tâbirlerini
kullandılar. (Dediler ki) : Bize Müslim b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Vüheyb, İbni Tâvus'dan, o da babasından, o da İbni Abbas'dan, o da
Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet etti.
«Nazar haktır. Eğer
kaderden önce bir şey bulunsa idi, ondan önce nazar bulunurdu. Sizden gusül
istenirse yıkayıverin!» buyurmuşlar.
Bu hadîsin Ebû Hüreyre
rivayetini Buhârî «Kitâbü't-Tıb» ile «Kitâbü'l-Libâs»'da; Ebû Dâvud «Kitâbü't-Tıb»'da
tahrîc etmişlerdir. Bu babda hastaya okumanın caiz olduğu hatta bizzat Cibrî1 (Aleyhissetâm)'m
Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'e okuduğu rivayet olunuyor. Başka bir
hadîste ise Cennet'e hesapsız sualsiz gireceklerin rukye yapmadıkları ve
yaptırmak da istemedikleri bildiriliyor. Ruk-ye; hastaya âyet, hadîs ve
ezkardan birşeyler okumaktır. Şu halde bu hadîsler arasında birbirlerine
muhalefet var gibi görünürse de hakikatta böyle birşey yoktur. Çünkü rukye
yapmayanların, yaptırmayanların met-hedilmesi küffârın yaptıkları rukye
hakkındadır. Evet, küffârın Arapça-dan başka bir dille, mânâsı meçhul birşeyler
okuyarak yaptıkları rukye ve efsun çirkin bir şeydir. Bunun küfre yaklaştırmak,
hattâ küfre vardırmak tehlikesi melhuzdur. En azından mekruh bir şeydir. Fakat
Kur'ân âyetleriyle malûm bir takım ezkârı okumak yasak edilmesi şöyle dursun,
sünnettir.
Ulemâdan bazıları iki
hadisin arasım bulmak için aınu söylemişlerdir: Rukye yaptırmak istemeyenlerin
methedilmesi, oru;:ı efdal olduğunu göstermek ve tevekkülü bildirmek içindir.
Rukyeyi yapan ve yapılmasına izin veren Peygamber Sallallahii Aleyhi ve
Sellem) bunun caiz olduğunu bildirmek için yapmıştır. Fakat yapılmaması
efdaldir. İbni Abdi1-Berr buna kaildir. Aynı kavli başkalarından da rivayet
etmiştir. Fakat Mevev i yukardaki birinci kavlin muhtar olduğunu söylemiş ve:
«Ulemâ âyetlerle, zikirlerle rukye yapmanın caiz olduğuna icma bulunduğunu
nakletmişlerdir.» demiştir.
Mâzirî diyor ki:
Allah'ın kitabıyla yahut Allah'ın zikri ile yapıldığı vakit bütün rukyeler
caizdir. Ecııebî bir dille yahut mânâsı bilinmeyen bir şeyle yapılırsa yasak
edilmiştir. Çünkü bunda küfür olabilir. Ehl~i kitabın yaptığı rukyeler hakkında
ihtilâf olunmuştur. Ebû Bekr Sıddik (Radiyalluhu anh) bunu caiz görmüş. İmam-ı
Mâlik ise değiştirmişlerdir
korkusuyla mekruh olduğunu söylemiştir.»
Gerçi bir rivayette
ashâb-ı kiramın : Yâ Resûlallah Sen rükye yapmaktan nehiy buyurdun, dedikleri bildirilmektedir. Fakat ulemâ buna muhtelif
cevaplar vermişlerdir. Şöyle ki :
1- İslâmın
ilk zamanlarında rukye yapmak yasak edilmişti. Sonra o hüküm neshedilerek
yapılmasına izin verildi. Onu
bizzat Peygamber f Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yaptı ve şeriat böylece
karar kıldı.
2- Yukarda
işaret olunduğu vecihle men edilen rukye mâhiyeti meçhul olandır.
3- Rukyenin
nehyedilmesi onun bizzat te'sirini itikad edenler hakkındadır. Nitekim
câhiliyyet devrinde Arapların itikadı bu idi.
Bir hadîste de nazar
ile hummadan gayri hastalıklarda rukye yoktur, buyurulmuşsa da, ulemânın
beyânına göre bu hadîsten murâd, başka şeylerde rukye yapılmaz, demek
değildir. Hadîsin mânâsı: Rukye yapmaya en lâyık dert nazar değmesiyle
hummadır, demektir. Çünkü bunlarda zarar başka hastalıklardan daha şiddetlidir.
Sağlam bir kimsenin
etrafını saran kötülüklerden korkarak kendine rukye yaptırması (yâni okutması)
ekser ulemâya göre caizdir. Delilleri bunun caiz olduğunu bildiren hadîslerle
Buhârî 'deki Hz. Âişe hadîsidir. Mezkûr hadîste  i ş e fRadiyallahü anha)
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yatağına uzandığı vakit avucuna
tükürür, İhlâs ile Mu. avvizeteyn sûrelerini okur, sonra onu yüzüne ve elinin
erebildiği yerlere kadar vücuduna sürerdi.» demektedir.
Hz. Cibrî1'in bizzat
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in üzerine okuması Allah'ın isimleri
ile rukye yapmanın caiz olduğuna sarahaten delildir.
«Nazar haktır. Eğer
kaderden önce bir şey bulunsa idi, ondan önce nazar bulunurdu...» cümlesi
hakkında İmam Ebû Abdillah Mazi r î şunları söylemiştir : «Cumhur ulemâ bu
hadîsin zahiri ile amel ederek nazar değmesinin hak olduğunu söylemişlerdir.
Onu bid'at taifelerinden bâzıları inkâr etmiştir. Bunların kavillerinin fasit
olduğuna delil şudur: Haddi zâtında bir hakikata muhalif olmayan ve bir hakikati
değiştirmeye, delili ifsada vardırmayan her mânâyı akıl tecviz eder. Böyle bir
şeyin vukuunu şeriat haber verdiği vakit itikad edilmesi vâcib olur.
Yalanlaması caiz değildir. Bid'at taifelerinin bunu yalanlaması ile haber
verilen âhiret umurunu yalanlamaları arasında bir fark var mıdır?»
Mâzirî bundan sonra
nazara inanan bazı tabiatçıların itikadlarına temas etmiş; onlara göre nazar
değen kimsenin gözünden zehirli bir kuvvet çıkrak, isabet ettiği şahsı helak
yahut ifsâd ettiğini, bundan korunmanın mümkün olmadığını, nitekim yılanla
akrebin zehirlerine de karşı durulamıyarak soktukları kimseyi
öldürdüklerini söylemiş, sonra cevabını
vermiştir. Mâzirî'nin cevabı şudur : Biz bunu teslim edemeyiz. Çünkü kelâm
kitaplarımız da beyân etti ki, Allah'dan başka faili muhtar yoktur. Hiç bir
şeyin tabiatı kendiliğinden başka bir şeye tesir etmez. Tesir mutlaka Allah'ın
yaratması ile olur. Zehir içince insan ölürse Allah o anda ölümünü halkettiği
için ölür. Ehl-i Sünnet'in mezhebine göre nazar değmesi de öyledir. Yâni
nazarı değen şahıs, bir şeye baktığı anda Allah Teâlâ o şeyde zarar halkeder.
Meselenin fıkhî
cihetine gelince şeriat, nazarı değen kimsenin abdest almasını emretmiştir. Bu
abdestin sıfatı, ulemâya göre şöyledir : Bir kabın içine su doldurulur, kab
yere konmaz, ondan bir avuç alarak maz-maza yapar ve suyu yine kabın içine
püskürür. Sonra aynı sudan alarak yüzünü yıkar. Sonra sol eliyle su alarak sağ
elini yıkar. Sonra sağ eliyle alarak sol dirseğini yıkar. Dirseklerle,
topuklarının arasını yıkamaz. Sonra yine bu şekilde sağ ayağını, sonra sol
ayağını yıkar, bunlar hep kabın içinde yıkanır. Sonra gömleğinin iç tarafını
sağ böğrüne doğru yıkar. Böylece abdesti bitirir ve suyu arkasından başına
döker.
Nevevî diyor ki: «Bu
mânâyı tahlil etmek ve hakikatini anlamak mümkün değildir. Bizce bilinen
şeylerin hepsinin sırlarına ermek aklın kuvveti dâhilinde değildir. Binâenaleyh
akıl mânâsım kavramıyor diye bu reddedilemez.»
Ulemâ, nazarı değen
kimsenin abdest almaya mecbur edilip edilmi-yeceği hususunda ihtilâf
etmişlerdir. Maziri 'nin mezhebi budur.
Nazar abdestinin
sıfatı hakkında başka rivayetler de vardır.
Bazı ulemâya göre bir
kimsenin nazarı değdiği anlaşılırsa ondan korunmak icab eder. O yerin âmiri
böyle bir şahsı halk arasına karışmaktan men ederek, evine kapanmasını temin
tetmeli, fakirse yetecek kadar rızkını vermeli, halkı onun zararından
korumalıdır. Çünkü bunun zararı müslümanlara eziyet veriyor diye Peygamher
(Sallallahii Aleyhi ve Sellem) in mescide girmesini yasak ettiği sarmısiak,
soğan yiyenin zararından daha çoktur.
Hadîs-i şerîf, kaderi
de ispat etmektedir. Kaza ve kader naklî delillerle ve Ehl-i Sünnetin icmâı
ile sabit v;e haktır. Mesele îman bahsinde geçmişti. Kısaca tekrarı şudur.
Bütün var olan şeyler Allah'ın takdirine göre meydana gelir. Nazar dokunması
vejsâir hayır, şer neler varsa hepsi Allah'ın ilmi ve kaderiyle meydana gelir.
Bu rivayetler nazar meselesinin aslı olduğuna da delildirler.
17- Sihir Babı
43- (2189)
Bize Ebû Küreyib rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Nü-meyr, Hişâm'dan, o da
babasında»!, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş; Kesûlüllah
(Satlalljahu Aleyhive Sellem) 'e yapmadığı bir şey yapıyorum » gibi geliyordu.
Nihjâyet bir gün yahut bir gece Resûlüllah (Sallallakü Alev'ni ve Sellemı dua etti.
Sonra tekrar, sonra tekrar duâ etti. Sonra :
«Yâ Âişe! Anladın mı
Allah bana ondan fetvasını sorduğum şey hakkında fetva verdi. Bana iki addım
geldi, biri başımın ucuna, diğeri ayak ucuma oturdu. Ve başucumda ol'an ayak
ucumda olana yahut ayak ucumda olan, baş ucumda olana : Bu zâtın rahatsızlığı
nedir? diye sordu. O da : Büyülüdür. »
dedi.
— Onu
kim büyüledi? dedi. (Öteki) :
— Lebid b,
A'zaml cevâbınıi verdi.
— Büyüyü neye yaptı? dedi.
— Bir tarakla saç döküntüsüne ve bir de erkek
hurma tomurcuğunun içine, dedi.
— Nerede o? diye sordu.
— Zûervan kuyusunda, cevâbını verdi.
Âişe demiş ki :
Müteakiben Resûlüllah(Sallallahü Aleyhi ve Sâtlem) ashabından bazı kimselerle
birlikte oraya gitti. Sonra (bana) :
«Yâ Âişe! Vallahi
kuyunun suyu kına ıslatılmış gibi, hurması da şeytanların başları gibi idi.»
dedi. Ben:
— Yâ Resûlallah! Onu yaksaydın a! dedim.
«Hayır! Bana gelince
Allah afiyet verdi, insanlara kötülük getirmekten çekindim. Ve emir vererek onu
gömdürdüm.» buyurdu.
44 — (...)
Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Hişâm, babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Seilem) büyülendi...
Ve Ebû Küreyb hadisi
kıssasıyla İbnü Nümeyr'in hadîsi gibi naklet-miştir. O bu hadîste şunu da
peylemiş ki: «Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) kuyuya
gitti ve ona baktı, kuyunun üzerinde hurma ağacı vardı. Âişe demiş ki: Ben:
— Yâ Resûlallah! Onu
çıkarıver, dedim.» «Onu yaksaydın a!» dememiş; «Ve emir vererek onu
gömdürdüm.» cümlesini de anmamıştır.
Bu hadîsi B u h â r î
«Kitâbü't-Tıb»'da tahrîc etmiştir. Hâdise hicretin yedinci senesinde M e d î n
e 'de geçmiştir. Lebid münafıklardandı. Bir rivayette sihri meydana çıktıktan
sonra onu itiraf etmiş. Fakat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) iş
büyümesin diye kendisine birşey dememiştir. Yine bir rivayette kuyudan
çıkarilan hurma tomurcuğunda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Ssllem) 'in
balmumundan yapılmış bir timsâli bulunmuş, timsâlin üzerinde saplanmış
iğnelerle, üzerinde on bir düğüm bulunan bir iplik çıkmış. Derken Cebrail
(Aleyhisselâm) Muavvizeteyn sûrelerini indirerek okumasını söylemiş. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de bu sûrelerin onbir âyetini onbir düğümün üzerine
okumuş. Her âyeti okudukça bir düğüm çözülmüş ve timsâlden her bir iğne
çıkarıldıkça rahatlık hissetmiş.
Sihir kötü nefislerden
sâdır olan hârikadır. Buna karşı gelmek imkânsızdır. Sihrin hakikati
olmadığını, sihir nâmına görülen şeylerin bâtıl bir takım hayaller olduğunu
söylemişlerdir. Şâfiî1er 'den Ebü Cafer Esterâbâzî ile Hanefîler 'den Ebû Bekri
Râzî 'nin ve Zahirîler'den İbni Hazım bu kavli tercih etmişlerdir. Fakat gerek
«Müslim» şârihi N e v e v î 'nin, gerekse Hanefîler 'den «Buhârî» şârihi A y n
î 'nin beyanlarına göre sahîh olan kavil cumhur ulemânm kavlidir. Onlara göre
sihrin hakikati vardır. Buna kitap ve sünnetten birçok deliller şahittir.
İmam-ı Mâzirî bu babda
şunları söylemiştir : «Ehl-i Sünnetin ve cumhur ulemânın mezhebine göre sihir
sabittir. Onun da şâir sabit eşya gibi hakikati vardır.» Mâzirî tu babda sözü
bir hayli uzun tutmuş, bid'atçılarm bu hadîsi muhtelif sebeplerle inkâr
ettiklerini söylemiştir. O sebeplerden biri de sihrin nübüvvet makamını
küçültmesi hattâ şüpheye düşürmesi ve Şerîafa itimatsızlık doğurmasıdır. Lâkin
bu iddia bâtıldır. Sihrin hakikat olduğunu gösteren kat'î deliller vardır. Bu
delillerden anlaşıldığına göre sihir vâkîdir. Ancak Peygamberlerin ümmetlerine
tebliğ ettikleri ilâhî hükümlere müteallik husûsata.bir tersîri yoktur. Mucize
buna şahittir. Bu kat'î delilin şehâdet ettiği hususun hilafını iddia bâtıldır.
Dünya umurundan bâzı husûsatta sihrin Peygamberlere tesir etmesi ihtimalden
uzak değildir. Çünkü Peygamber ne dünya işlerini tanzim için gönderilmiştir,
ne de bundan dolayı şâir insanlardan faziletli kılınmıştır. Bir insan olması
cihetiyle hakikati olmayan bazı dünya işlerinin ona hakikati varmış da
oluyormuş gibi görünmesi mümkündür. Nitekim Resûlüllah (SallaUahii Aleyhi ve
Sellem) Efendimize cima'da bulunuyormuş gibi hayal geçirdiği, hakikatte ise
böyle birşey olmadığı rivayet olunmuştur.
Peygamber (SallaUahii
Aleyhi ve Sellem) kendisine bir hayâl geldiğini, fakat hakîkatta ortada bir şey
olmadığını beyân buyurmuştur. Şu halde itikadı sağlam olup, sihr ona tesir
edememiş demektir. Kaadî Iyâz bu hadîsin bütün rivayetlerinin beyânına göre
sihirin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sâdece cesedine ve dış
uzuvlarına musallat olduğunu, aklına, kalbine ve itikadına hiç bir tesir icra
etmediğini söylemiştir.
Sihrin insana ne
derece tesir ettiği meselesi de ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bâzıları en
ziyâde karı-kocayı birbirinden ayıracak kadar tesir ettiğini söylemişlerdir.
Eş'arîler'e göre bundan daha büyük tesiri de olabilir. Mâz irî : «Aklen sahîh
olan da budur.» demiştir. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir :
— Eş'arîler sihirbazın
elinde hârikalar zuhur edeceğine cevaz verdiğine göre sihirbazla Peygamberin
farkı ne olacaktır?
Cevâb: Hârika yalnız
Peygamberin değil, evliyanın ve sihirbazların elinde de zuhur edebilir. Ancak
Peygamber göstereceği hârikayı va'd ettiği zaman da gösterir. Eğer davasında
yalancı olsaydı Cenâb-ı Hak o hârikayı onun elinde yaratmazdı. Nitekim
Peygamber'in muarızları kin ve garazlarından çatladıkları halde onların
mucizelerine karşı hiç bir hârika gösterememişlerdir. Allah yalancının elinde
hârika yaratmış olsa, onlara da böyle bir şey nasîb olurdu. Evliya ile
sihirbazlara gelince : Onlar insanlara meydan okuyamazlar; size şu hârikayı
veya bu hârikayı göstereceğiz, diye iddia bile etmiş olsalar hüsranla
karşılaşırlar. Çünkü istenildiği vakit hârika göstermek ellerinde de değildir.
O ancak Peygamberler'e mahsûstur. Evliya ile sihirbazlar arasında ise iki
cihetten fark vardır. Şöyle ki :
1- Meşhur
olan kavle göre sihir ancak fâsık bir kimsenin elinde zuhur eder. Keramet
fâsık elinde değil, veliyyullâhın elinde zuhur eder.
2- Sihir bir
takım ilaçlan birbirine karıştırmakla ve birşeyler yapmakla olur. Kerâmetse
böyle bir şeye muhtaç değildir. O ekseriyetle veliyyullâhın elinde tesadüfen
zuhur eder.
Meselenin fıkhı
cihetine gelince; sihir yapmak bilicmâ büyük günahlardandır. Hattâ bazen küfre
de varır. Binâenaleyh onu öğrenmek ve öğretmek de haramdır. Eğer yapılan sihir
küfrü iktizâ ediyorsa yapan kâfir olur. Küfrü îcâb etmiyorsa Şâfîler 'e göre
ta'zîr olunur ve tevbe etmesi istenilir. Tevbe ederse kabul olunur. İmam Mâlik:
«Sihir yapan kâfirdir. Sihrinden dolayı öldürülür. Tevbe etmesi istenilmez,
etse bile kabul olunmaz. Mutlaka öldürülür.» demiştir.
Kaadî Iyâz'ın beyânına
göre Imam-ı Ahmed b. Hanbe1'in de mezhebi budur. Bu kavil birçok ashab ve
tabiinden rivayet olunmuştur.
Hanefî1er 'in «Fetevây-ı
Suğra» adlı eserinde : «İmam-ı Azam'la Muhammed'in kavline göre sihri yapan
kimsenin tevbe etmesi istenilmez. İmam Ebu Yûsuf 'a göre tevbe etmesi
istenir.» denilmektedir.
Zındığın tevbesi dahî
ihtilaflıdır.
İbni Sad'in bir
rivayetine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellcın)'e gelen iki zât
Cebrail ile Mikâi1
(Aleyhisselâm)dır. Baş ucunda duran Cebrail, ayak ucunda duran Mikâi1'dir.
Bu geliş bazılarına göre uykuda olmuştur. Uyur uyanık bir halde iken geldiğini
söyleyenler de vardır.
Zûervan Medine'de Benî
Züreyk kabilesinin bahçesinde bulunan bir kuyudur. Hadîs-i şerif büyük zararın
karşısında küçük yararın terk edileceğine delildir. Ki bu mesele İslâm'ın en
mühim kaidelerinden biridir.
18- Zehir Babı
45- (2190)
Bize Yahya b. Habibel-Hârisi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Haris
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Hişâm b. Zeydden, o da Enes'den naklen
rivayet etti ki: Bir Yahudi kadını Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e
zehirli bir koyun getirmiş, o da ondan yemiş. Müteakiben kadını Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi veSellem) getirdiler. O da kadına bunun sebebini sormuş.
Kadın :
— Seni öldürmek istedim, cevâbını vermiş.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Allah seni bunun
üzerine musallat kılacak değildir.» buyurmuş. Râ-vi demiş ki: Yahut:
«Benim üzerime
musallat kılacak değildir.» dedi. Ashâb:
— Bu kadını öldürmeyelim mi? demişler: «Hayır»
buyurmuş.
Enes demiş ki: Artık
ben bu alâmeti Rejrûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in diş etlerinde
gördüm durdum.
(...) Bize Harun b. Abdillah da rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Hişâm b. Zeyd'den dinledim. (Dedi ki)
: Ben Enes b. Mâlik'i rivayet ederken dinledim ki: Bir yahudi karısı etin içine
zehir koynuış. Sonra onu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)'e getirmiş...
Râvi Hâlid'in hadîsi
gibi rivayette bulunmuştur.
Bu hadîsi Buhârî
«Hibe» bahsinde; Ebû Dâvud «Diyât»'da muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Lehevât:
Lehâtın cem'idir. Lehât küçük dil, demektir. Bâzılarına göre insan gülümsediği
vakit görünen diş etleridir.
Hadîsin muhtelif
rivayetleri vardır. Bir rivayette ResûIüUah (Sallallahü A leyhi ve Sellem):
«Bana bu kol zehirli
olduğunu haber veriyor.» buyurmuştur. Eti getiren kadının ismi Zeynep bin ti
Haris 'dir. Bu kadının âkt-betini bildiren rivayetler muhteliftir. Bazıları
müslüman olduğunu söylemiş, bir takımları bu hâdiseden sonra öldürüldüğünü
iddia etmişlerdir. Buradaki rivayette Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in onu öldürmediği anlaşılıyor. Hz.Ebû Hüreyre ile Câbir (Radiyallahu
anh) dan da buna muvafık rivayetler nakledilmiştir. Fakat Câbir 'den gelen bir
rivayette: «Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) onu öldürdü.» denilmiştir.
İbni Abbâs (Radiyallahu anh) 'dan rivayet edilen bir hadîste: «Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu kadını Bişr b. Bera' b. Magrur'un velîlerine
verdi. Bişr bu koyundan yemiş de ölmüştü. Onlar da kadını öldürdüler.»
denilmektedir. İbni Suhnûn: «Hadîs ulemâsı Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)"\n bu kadını öldürdüğüne ittifak etmişlerdir.» demiştir. Kaadî
Iyâz bu rivayet ve söylentilerin arasını sövle bulmuştur: Resûlüllah (Sallallahü
Alevh' ve Sellem) kadının eti zehirlediğini öğrendiği anda onu öldürmemiş,
fakat aynı etten yiven Bişr b. Berâ' ölünce kadını onun velîlerine teslim
etmiş. Onlar da kendisini kısâsen öldürmüşlerdir. Binâenaleyh onu öldürmedi,
demek doğrudur. Yâni derhal öldürmedi, demektir, öldürdü demeleri de doğrudur.
Yâni sonradan öldürdü, demektir.
Hz. Enes'in görmekte
devam ettiği alâmet herhalde zehirin bıraktığı siyahlık veya yeşillik gibi
eser olacaktır. Zehirin tesirinden bazan hasta oluyordu, demek istemiştir.
Hadîs-i şerîf
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVm mucizelerinden biridir.
46- (2191)
Bize Züheyr fa. Harb ile İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. İshâk ahberanâ;
Züheyr ise haddesenâ tâbirlerini kullandılar. Lâfız Züheyr'indir. (Dediler ki)
: Bize Cerir, A'meş'den, o da Ebu'd-Duhâ'dan, o da Mesrûk'dan, o da Aişe'den
naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş :
Bizden bir insan
hastalandığı vakit Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona sağ eli ile
mesheder; sonra :
«Ey insanların Rabbi!
Rahatsızlığı gider, şifa ver! Şâfi sensin! Senin şifandan başka şifa yoktur. Hastalık
bırakmayan şifa (ver)!» derdi.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) hastalanıp ağırlaştığı vakit ben de onun bize yaptığı gibi
yapmak için elini tuttum. Hemen elini elimden çekti, sonra :
«Allahım beni affef!
Beni Refîk-i A'lâ iie beraber kıl!» dedi. Ben bir bakayım, dedim. Ne
göreyim! O dünyadan gitmiş!..
(...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Hüşeym haber verdi. H.
Bize Ebû Bekr b. Eti
Şeybe ile Ebû Küreyb de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Muâviye dahî
rivayet etti. H.
Bana Bişr b. Hâlid
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Muhammed b.Cafer rivayet etti. H.
Bize İbni Beşşâr da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Adiyy rivayet etti. Her iki râvi
Şu'be'den rivayet etmişlerdir. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe ile Ebû Bekr b. Hallâd dahî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Yahya
(Bu zât Kattan'dır), Süfyân'dan rivayet etti.
Bu râvilerin hepsi
A'meş'den Cerîr'in isnadıyle rivayette bulunmuşlardır.
Hüşeym ile Şu'be'nin hadîsinde :
«Onu eliyle mesh
ederdi.» cümlesi vardır. Sevrî'nin
hadîsinde ise :
«Onu sağ, eliyle mesh
ederdi.» demiştir. Yahya'nın Süfyân'dan, onun da A'meş'den rivayet ettiği
hadîsin sonunda «Ben bunu Mansûr'a
rivayet ettim de, o da bana İbrahim'den, o da MeSrûk'dan, o da Aişe'den naklen
bu hadîsin benzerini rivayet etti.»
demiştir.
47- (...)
Bize Şeyban, Ferruh'dan rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne, Mansûr'dan, o
da İbrahim'den, o da Mesrûk'dan, o da Aişe'den naklen rivayet etti ki:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selleın) bir hastayı dolaştığı zaman :
«Ey insanların Rabbi!
Rahatsızlığı gider! Buna şifâ ver. Şifâ veren yalnız sensin. Senin şifândan
başka şifâ yoktur. Hastalık bırakmayan şifâ (ver).» dermiş.
48- (...)
Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb dahî rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Cerîr, Mansûr'dan, o da Ebu'd-Duhâ'dan, o da Mesrûk'dan, o
da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Kesûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) hastaya geldiği vakit ona dua eder:
«Ey insanların Rabbi!
Rahatsızlığı gider! Şifâ ver! Şâfî sensin. Senrn şifândan başka şifâ yoktur.
Hastalık bırakmayan şifâ (ver).» derdi. Ebû Bekr'in rivayetinde: «Ona
dua eder ve:
«Safî sensin...»
derdi... cümlesi vardır.
(...) Bana
Kasım b. Zekeriyyâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubey-dullalı b. Musa,
İsrail'den, o da Mansûr'dan, o da İbrahim ile Müslim b. Subeyh'den, onlar da
Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Kesûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) idi. Kavi Ebû Avâ-ne ile Cerîr'in hadîsi gibi rivayette
bulunmuştur.
49- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb dahî rivayet ettiler. Lâfız Ebû
Küreybindir. (Dediler ki) : Bize İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Hişanı babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki: ResûlüHah (Sallallahü
Aleyhi ve Seüem) şu rukyeyi okurmuş :
«Ey insanların Rabbi!
Rchaîsızlığı gider. Şifâ senin yed-i kudretinde-dir. Onu senden başka açacak yoktur.»
(...) Bize
Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet etti. H.
Bize İshâk b. İbrahim
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsâ b. Yûnus haber verdi.
Her iki râvi Hişam'dan
bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbü'l-Merdâ ve't-Tıb»'da, Nesâî «Kitâbivl-Merdâ» ile «Elyevm veleyle»'de tahrîc
etmişlerdir.
Rukye meselesini
bundan önceki babda gördük. Bu rivayetler hastaya âyet veya ezkâr okuyacak
kimsenin ona sağ eliyle dokunmasının müstehab olduğuna delildir. Bu babda
birçok sahîh rivayetler vardır. İmam Nevevi bunları «Kitâbü'l-Ezkâr» adlı
eserinde toplamıştır. Buradaki rivayet bunların en güzellerinden biridir. Çünkü
hadîsin son cümlesi «İşfi» cümlesinin tamamıdır. Aradaki iki cümle fiille
mefulu mutlakm arasına girmiş mu'teriza cümlesidir. «Sekam» kelimesinin nekre
olarak kullanılması azaltma bildirmek içindir. «Hastalık bırakmayan tâbirinden
mu-rad : Şifây-ı mutlak dilemektir. Zira o hastalıktan düzelir de başka hastalığa
yakalanabilir. Şu halde Peygamber (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) hastaya mutlak
şifâ değil de, şifây-ı mutlak dilermış demek olur.
50- (2192)
Bana Sureye b. Yûnus ile Yahya b. Eyyûb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Abbâd b. Abbâd, Kişam b. Urve'den, o da babasından, o da Âişe:den naklen
rivayet etti. Âişe şöyle demiş : Ailesinden biri hastalandığı vakit Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) muavvizâti okuyarak onun üzerine üfürürdü. Vefat
ettiği hastalığa yakalandığı vakit hen de onun üzerine üfürmeye ve onu kendi
eliyle nıesbetmeye başladım. Çünkü onun elinin bereketi benim eliminkindep.
daha büyüktü. Yahya'nın Eyyûb'dan naklettiği rivayette (elmuavvizât) muavvizât
şeklinde (Elif lâmsız olarak) rivayet
edilmiştir.
51- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlike
İbni Şihab'dan dinlediğim, onun da Urve'den, onun da Âişe'den naklen rivayet
ettiği şu hadîsi okudum. Peygamber (SallaLlahü Aleyhi ve Sellem) hastalandığı
vakit kendine muavvizâtı okur ve üflerdi. Hastalığı şiddetlenince artık onun
üzerine ben okuyor ve bereketini umarak kendi eliyle onu meshediyordum.
(...) Bana
Ebu't-Tahir ile Harmele dahî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb
haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus haber verdi. H.
Bize Abd b. Humeyd de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzak haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber verdi. H.
Bana Muhammed b.
Abdillah b. Nümeyr dsjhî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Kavh rivayet etti. H.
Bize Ukbe b. Mükrem
ile Ahmed b. Osman En-Nevfeli de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Âsim
rivayet etti. Her iki râvi İbni Cü-reye'den rivayet etmişlerdir. (Demiş ki) :
Bana Ziyad haber verdi. Bu râvilerin hepsi İbni Şihab'dan Mâlik'in isnadı ile
onun hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır. Mâlik'in hadîsinden başka hiç
birinin hadîsinde «Bereketini umarak» kaydı yoktur. Yûnus ile Ziyâd'm hadîsinde
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hastalandığı vakit kendine muavvizâtı
okuyarak üfürür ve eliyle kendini meshederdi.» cümlesi vardır.
Bu hadîsi Buhârî «Fedâilül-Kur'an»
bahsinde; Ebû Dâvud ile İbni Mâce «Kitâbü't-Tıb»'da; Nesâî «Tıb», «Tefsir» ve
«Kitâbü'l-Yevmi ve'l-Leyle»'de muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Nefes: Tükürüksüz
hafif üfürüktür. Hadis-i şerîf hastaya okurken üfürmenin müstehab olduğuna
delildir. Ulemâ bunun caiz olduğuna ittifak etmişlerdir. Sahabe tabiîn
ve-onlar dan sonra gelen ulemâ bunu hep müstehab görmüşlerdir. Fakat Kaadî Iyâz
ulemâdan bir cemaatın bunu kabul etmediklerini hastaya okurken tükürüksüz
üfürmenin caiz olduğunu söylediklerini rivayet etmiştir. Bu mezheb ve bu lark
ancak zayıf bir kavle ibtinâ eder. Zira nefes : Tükürüklü üfürüktür, diyenler
olmuştur. Yine Kaâdî'nin beyânına göre ulemâ nefes ile tefel kelimelerinin
mânâlarında ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları : «Bunların ikisi de bir mânâya
gelir. Ve ikisi de tükürüklü üfürüktür.» demiş. Ebû Ubeyd tefel-de azıcık
tükürük şart olduğunu, nefeste ise hiç tükürük bulunmadığını söylemiştir. Bunun
aksini iddia edenler de vardır. Ebû Ubeyd: «Ben Âişe'ye, Peygamber (Sallallahü
A leyhi ve Sellem) in hasta okurken nasıl üfürdüğünü sordum da : Kuru üzüm
yiyen gibi tükürüksüz üfürürdü, cevâbım verdi.» demiştir. Kaadî Iyâz Tefel
denilen ıslak üfürüğün faydası bu rutubet ve heva ile teberrüktür, diyor.
İmam Mâlik kendine
okursa üfürürmüş. Demirle, tuzla rukye yapmayı ve keza hatem-i Süleyman
şeklinde yazmayı şiddetle kerih görürmüş. Zîra bunda sihre benzerlik vardır.
Hadîs-i şerîf Kur'ân
ve zikirlerle rukye yapmanın müstehab olduğuna delildir. Muavvizâtdan murad
ihlâs ile ondan sonra gelen Felâk ve Nâs sûreleridir. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in bunları okuması her kötülükten Allah'a sığınmayı
tazammun ettikleri içindir.
21-Göz, Sıraca, Zehir ve Nazar için Rukye Yapmanın Müstehab Oluşu Babı
52- (2193)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ali b. Müshir,
Şeybânî'den, o da Abdurrahman b. Esved'den, o da babasından naklen rivayet
etti. Şöyle demiş : Âişe'ye rukye yapmanın hükmünü sordum da :
— Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Selleın) ensardan bir ev halkına her zehirli mahlûktan dolayı rukye
yapmalarına ruhsat verdi, dedi.
53- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüşeym Muğire'den, o da
İbrahim'den, o da Esved'den, o da Âişe'den naklen haber verdi. Şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ensardan bir ev halkına zehirden
dolayı rukye yapmalarına ruhsat verdi.
54- (2194)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İbni Ebî Ömer rivayet ettiler.
Lâfız İbni Ebî Ömer'indir. (Dediler ki) : Bize Süfyân, Abdi Kabbih b. Saîd'den,
o da Amra'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki: Kesûlüilah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in âdeti şu idi: Bir insan bir yerinden şikâyet ederse yahut
kendinde yara veya yaralanma bulunursa Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
parmağı ile şöyle yapardı : Süfyân şehadet parmağını yere koymuş, sonra
kaldırmış :
«Bismillâhi! Yerimizin
toprağı, bâzımızın tükürüğü ile. Bununla hastamız Rabbimizin izni ile düzelsin
diye.» derdi.
ibni Ebî Şeybe «yüşfâ»
dedi. Züheyr ise «liyüşfâ sakîmünâ» dedi.
55- (2195)
Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe ile Ebû Küreyb ve İshâk b. İbrahim rivayet ettiler.
İshâk: Ahberanâ; Ebû Bekr ile Ebû Küreyb ise : Haddesenâ tâbirlerini
kullandılar. Lâfız bu ikisinindir. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Bişr,
Mis'ar'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bize Ma'-bed b. Hâlid, İbni Şeddad'dan, o
da Âişe'den naklen rivayet etti ki: Re-sûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)
kendisine nazar değmesinden rukye yapmasını emir buyururmuş.
(...) Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mis'ar bu isnadla bu
hadîsin mislini rivayet etti.
56- (...)
Bize İbnü Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Süfyân, Ma'bed b. Hâlid'den, o da Abdullah b. Şeddad'dan, o da
Âişe'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlallah (Sallallahii Aleyhi ve
Sellem)'.
«Nazar değmesinden
rukye yapmcmı bana emir buyururdu.»
57- (2196)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hayseme, Âsım-ı
Ahvel'den, o da Yûsuf b. Abdillah'dan, o da Enes b. Mâiik'den rukyeler hakkında
haber verdi. Enes şöyle demiş : Zehirli hayvan sokmasında, sıraca'da ve nazar
değmesinde rukyeye ruhsat verildi.
58- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti.
(Dedi ki) Bize Yahya b. Âdem, Süfyân'dan rivayet etti.
H.
Bana Züheyr b. Harb
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Humeyd b. Abdirrahman rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Hasen (bu zat îbni Sâlih'dir.) rivayet etti.
Her iki râvi Âsım'dan,
o da Yûsuf b. AfcdiIIah'dan, o da Enes'den naklen rivayet etti. Şöyîe demiş:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nazar değmesine, zehirli hayvan
sokmasına ve sıraca hastalığına karşı rukye yapmaya ruhsat verdi.
Süiyân'ın hadîsinde
«Yûsuf b. AbdiUah b. Haris» denilmiştir.
59- (2197)
Bana Ebu'r-Rahi' Süleyman b. Dâvud rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Rluhammed h,
Harb rivayet etti. Bana Muhammed b. Velid Ez-Zübeydî, Zührî'den, o da Urve b.
Zübeyr'den, o da Zeyneb binti Ümmü Seleme'den, o da Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi Ümmü Seleme'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zevcesi Ümmü Seleme'nin evinde
bîr cariyenin yüzünde sarılık
görerek :
«Bu cariyeye nazar
değmiş, ona hemen rukye yapın.:> buyurmuşlar. Yâni yüzünde sarılık varmış.
60- (2198)
Bana Ukbe b. Mükrem El-Ammî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Âsim İbni
Cüreyc'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana da Ebu'z-Zübeyr haber verdi. Kendisi
Cabir b. Abdiîlah'i şöyle derken işitmiş: Peygamber (Sullallahü Aleyhi ve Sellem)
Hazm oğullarına yılana rukye yapmaya ruhsat verdi. Esma binti Umeys'e de şöyle
buyurdu :
«Bana ne oluyor ki,
kardeşim oğullarının cisimlerini erimiş görüyorum. Aceb bir hacetleri mi
var?» Esma :
— Hayır! (Yok!) Lâkin
onlara çabuk nazar değiyor, demiş. Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) :
«Onlara rukye yap!»
buyurmuş. Esma demiş ki : Ben kendisine arzet, tim, fakat o :
«Onlara sen rukye
yap!» buyurdular.
61- (2199)
Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b. Ubâde rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebu'z-Zübeyr
haber verdi. Kendisi Câbir b. Afedillah'ı şöyle derken işitmiş: Peygamber
(Sallailahü Aleyhi ve Seliem) yılana rukye yapmak için Amr oğullarına ruhsat
verdi,
Ebü'z-Zübeyr demiş ki:
Ben Câbir b. Abdillah'i da şunu söylerken işittim: Bizden bir adamı akreb
soktu. Biz Resûlüîlah (Sallailahü Aleyhi ve Setlemj'le birlikte oturuyorduk.
Bunun üzerine bir adam:
— Yâ Resûlallah! Rukye yapayım mı? diye sordu.
«Sizden her kim din
kardeşine fayda verebilirse bunu yapsın-» buyurdular.
(...) Bana Saîd b. Yahya El-Ümevî de rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize babam rivayet etii. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc bu isnadla bu
hadîsin mislini rivayet etti. Yalnız o şöyle dedi:
«Bunun üzerine
cemaattan bir adam :
— Ona rukye yapayım yâ
Resûlallah! dedi.» (Sadece) Rukye yapayım, demedi.
62- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Saîd EI-Eşecc rivayet ettiler. (Dediler ki)
: Bize Veki' Â'meş'den, o da Ebû Süfyân'dan, o da Câhir'den naklen rivayet
etti. Câbir şöyle demiş : Benim bir dayım vardı. Akrebe karşı rtıkye yapardı.
Derken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) rukyeyi yasak etti. Müteakiben
ona gelerek :
— Yâ Resûlallah!
Gerçekten Sen rukyeyi yasak ettin, ama ben akrebe karşı rukye yapıyorum, dedi.
Bunun üzerine :
«Sizden her kim din
kardeşine fayda verebi'irse bunu yapsrn!»buyur-dular.
(...) Bize fcu hadîsi Osman b. Ebî Şeybe de rivayet
etti, (Dedi ki) : Bize Cerir, A'meş'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet
etti.
63- (...)
Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâ-viye rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize A'meş, Ebû Süfyân'dan, o da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir
şöyle demiş: Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) rukyeyi yasak etti.
Derken Anır b. Hazm oğulları Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)e gelerek
:
— Yâ Resûlallah!
Gerçekten elimizde bir rukye vardı. Akrebe karşı onu yapıyorduk. Sen de rukyeyi
yasak ettin, dediler. Ve bu rukyeyi ona gösterdiler. Bunun üzerine :
«Bir beis görmüyorum.
Sizden her kim din kardeşine fayda verebilirce hemen fayda versin!» buyurdular.
Bu rivayetleri Buhârî,
Nesâî veibni Mâce «Ki-tâbü't-Tıb»'da tahric etmişlerdi;-.
Nemle :
İnsanın yanlarında çıkan ve sıraca denilen yaralardır.
Hume :
Zehir, demektir. Burada bundan her nevi zehirli hayvan kas-dedilmiştir.
Babımızın üçüncü
rivayetini teşkil eden Hz. Âişe hadîsinin mânâsı şudur: Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şehadet parmağı ile kendi tükrüğünü alır, sonra parmağım
toprağa sürerek ona. yerden bir şeyler yapışmasını sağlar, sonra yara veya
hasta olan yeri onunla sıvazlar, bir yandan da bu duayı okurdu. Yerimizin
toprağından murad butun yeryüzü ise de bâzılarına göre bereketinden dolayı
bununla hassaten Medîne’nin toprağı kastedilmiştir.
Nazra :
Nazar değmesi, demektir. Bazıları bunun şeytan çarpması, yahut cinlerin nazar
etmesi mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Hattâ-b î : «Cinlerin nazarı oktan daha süratli geçer.»
demiştir.
Rivayetlerin
bâzılarında: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ruk-yeye ruhsat verdi.»
denilmesinden anlaşılıyor ki: Evvelce onu yasak et-migmiş. Bu babda İbni Şihâb
şunları söylemiştir : «Duydum ki, ulemâdan bazı kimseler : «Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'ye gelinceye kadar rukyeyi yasak etmişti.
O zamanlar rukyede birçok şirk sözleri bulunurdu. Medine'ye geldiği vakit
ashabından bir zâtı zehirli hayvan soktu. Ashab : Yâ Resûlallah! Haznı
oğulları zehire karşı rukye yaparlardı. Sen rukyeyi yasak edince onlar da
bıraktı, dediler. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Bana Umâro'yi
çağırın!» dedi. Ümâre, Bedir gazasına iştirak etmişti. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Bana rukyeni göster!»
dedi. O da rukyesini arzetti. Peygamber (Sallallah Aleyhi ve Sellem) onda bir
beis görmeyerek izin verdi, demişlerdir.»
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in :
«Bana ne oluyor ki,
kardeşim oğullarının cisimlerini erimiş görüyorum.» sözünden muradı: Cafer (Radiyallahu anh) 'in çocuklarıdır.
Bu rivayetler mezkûr
dertlere karşı rukye yapmanın müstehab olduğuna delildirler. Ulemânın beyânına
göre rukye manevî bir tebâbet idi. Herhangi bir hastalıktan dolayı halk ağzı
dualı salâh ve takva sahibi zevata müracaat eder, kendilerini onlara okutmakla
şifâ ararlardı. Sonraları rukye için ehil zevat azalınca maddî tababete
müracaat ettiler. Ve bu tababet günümüze kadar sürüp gçldi.
64- (2200)
Bana Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize lbni Vehb haber verdi. (Dedi
ki) : Bana Muâviye b. Salih Abdurrahman b. Cübeyr'-den, o da babasından, o da
Avı b. Mâlik El-Eşcaî'den naklen haber verdi. Şöyle demiş : Biz câhiliyyet
devrinde rukye yapardık. Bilâhare :
— Yâ Resûlallah! Bu
hususta ne buyururdun? dedik.
«Bana rulcyenİzi
gösterin! İçerisinde şirk olmadıkça rukyede bir beis yoktur.» buyurdular.
Bu hadîs dahî
yukarküer gibi rukyenin caiz olduğuna delildir. Hîüc-mü : Yukarki rivayetler
meyâmnda görülmüştür.
65- (2201)
Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyin, Ebû
Bişr'den, o da Ebü'l-Mütevekkil'den, o da Ebû Saîd-İ Hudrî'den naklen haber
verdi ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ashabından bizi kimseler
bir seferde imişler ve Arab mahallelerinden bir mahalleye uğrayarak onlardan
kendilerini misafir etmelerini istemişler. Fakat onlar misafir etmemişler. Ve
bunlara :
— İçinizde rukyeci var mı? Çünkü mahallenin
ağasını zehirli hayvan sokmuştur. Yahut isabet almıştır, demişler. İçlerinden
bir adam :
— Evet! cevâbını vermiş ve ağaya vararak ona
Fâtihâ ile rukye yapmış. Ar kaçığın dan
adam iyileşmiş. Bu
zâta bir sürü
koyun vermişler. Fakat o
koyunları kabul etmek istememiş ve:
— Bu meseleyi Peygamber (Salla'.lahü Aleyhi ve
Sellem) 'e anlatayım da, ondan sonra bakarız, demiş. Müteakiben Peygamber (SaUaiiahü Aleyhi ve
Sellemye gelerek bunu ona anlatmış ve:
— Yâ Kesû la İlahî
Vallahi Fatiha'd an başka bir şeyle rukye yapmadım, demiş. Bunun üzerine
Peygamber (Sallallahiİ Aleyhi ve Sellem) gülüm-semiş ve:
«Onun rukye olduğunu
nereden bildin?» demiş. Sonra: «Onlardan (koyunları) alın, bana da sizinle
beraber bir hisse ayırın I», buyurmuşlar.
(...) Bize
Muhammed b. Beşşâr ile Ebû Bekr b. Nâfi ikisi birden Gunder Muhammed b.
Cafer'den, o da Şu'be'den, o da Ebû Bişr'den bu isnadla rivayette
bulunmuşlardır. Bu hadîste o: «Fâtlhâ'y* okumaya başladı. Tükürüğünü topluyor
ve tükürüyordu. Derken adam iyileşti.» demiştir.
66- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Harun
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişam b. Hassan, Muhammed b. Sîrin'den, o da
kardeşi Ma'bed b. Sîrin'den, o da Ebû SaSd-İ Hudrî'den naklen haber verdi. Ebû
Saîd şöyle demiş: Bir menzile indik. Derken bize bir katim gelerek: Mahallenin
ağası zehirli hayvan taralından sokulmuştur. İçinizde rukye yapan var mı? diye
sordu. Kadınla beraber bizden bir adam ayağa kalktı. Biz onun rukyeyi
becerebileceğini sanmıyorduk. Adama Fâtİhâ ile rukye yaptı, o da iyileşti.
Kendisine (bir sürü) koyun verdiler. Bize de süt sundular. Bunun üzerine (biz
ona) :
— Sen rukyeyi becerebiliyor muydun? dedik.
— Ben ona Fâtihâ'dan başka bir şeyle rukye
yapmadım ki... dedi. Şunu da İlâve etti: Koyunları kıpırdatmayı», tâ ki
Peygamber (Şalfallahiİ Aleyhi ve Sellem)'e varalım, dedim ve Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'e
gelerek bunu ona anlattık da :
«Bunun rukye pldujjunM
nereden bilmif? (Koyunları) taksim edin! Bana da sizinle beraber bir hisse
ayırın I» buyurdular,
(...) Bana
Muhammedi b. Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vehb b. Cerîr rivayet
etti, (Dedi ki) : Bize Hisam bu isnadla bu hadîsin benzerini rivayet etti.
Yalnız o şöyle demiştir: «Bunun üzerine kadınla beraber bizden bir adam kalktı,
biz onun rukyeci olduğunu sanmıyorduk.»
Bu hadîsi Buhârî
«İcâre» ve «Tıb» bahislerinde; Ebû Dâvud ile Tirmizî «Tıb'da, Nesâî «Tıb» ile «Kitâbü'1-Yevm
ve'l-Leyle»'de; İbni Mâce «Kitâbü't-Ticârâtı»'da muhtelif râvi-lerden tahrîc
etmişlerdir.
Hadîsin muhtelif
rivayetlerinden anlaşıldığına göre Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) Hz.
Ebû Saîd-i Hudrî 'nin kumandasında otuz kişilik bir süvari seriyyesi
göndermiş. Bunlar Arab kabilelerinden birine misafir olmak istemişler. Fakat
kabul edilmemşler. Meğer o kabilenin reisini zehirli bir hayvan sokup
dururmuş. Kurtarmak için her çâreye baş vurmuşlar. Fakat muvaffak olamamışlar.
Nihayet bu se-riyyeye gelecek hallerini arzetmişler. İçlerinden biri kalkarak
reisin üzerine üç veya yedi Fâtihâ okumuş ve reis derhal iyileşmiş. A'meş'in
beyânına göre rukyeyi yapan zât râvi Ebû Said-i Hudri 'nin kendisidir. O
Fâtihâ'yı bitirince kabile reisi ipden boşanmış gibi rahatlayarak yürümüştür.
Mükâfat olarak Hz. Ebû S a î d 'e bir sürü koyun verilmişse de, o bunları
hemen kabul etmemiş, Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'e müracaat
ederek, onun iznini aldıktan sonra kabule yanaşmıştır. Resûlüllah (Sallaliahü
Aleyhi ve Sellem) bu hâdiseye gülmüş ve ashabını taltif için koyunlardan
kendisine de bir hisse ayrılmasını istemiştir.
Katı':
Koyun, keçi ve deve sürüsü, demektir. Lügat ulemâsının beyânına göre
ekseriyetle sayılan on ile kırk arasında olan sürüye denir.
Bâzıları âdetçe
onbeşle yirmibeş arasında bulunan sürüye kati' denildiğini söylemişlerdir.
Burada ondan murad otuz koyundur. Nitekim rivayetlerin birinde beyân
edilmiştir.
Kabile halkı yaralı
reisleri için selîm demişlerdir, Selim, kurtulan, demektir. Halbuki bu kelime
ile burada kurtulan .değil, zehirli bir mahlûk tarafından yeni ışınlan kimse
kasdedilmiştir.' Ulemâ bunun selâmetini dilemek için tefaulen söylendiğini
bildirmişlerdir. Bu kelimeden «Başına gelene teslim olan» mânâsı
kastedildiğini söyleyenler de vardır.
1- Âyetle
yahut menkul dualarla rukye yapmak caizdir. Maamafih mesele ihtilaflıdır. Şâbi
ile Katâdi, Saîd b. Cübeyr ve diğer bir cemaata göre rukye mekruhdur. Mü'mine
gereken Allah'a tevekkül ederek bunu yapmamaktır. Çünkü Hukyenin Allah
halketme-dikçe bir «arar veya faydası yoktur. Allah bir insanın ne kadar «aman
sağlam, ne kadar hasta yaşayacağım bilir. Bunu değiştirmeye imkân yoktur.
Hasan-ı Basrî, İbrahim
Nehaî, Zührî, Sev-rî ve dört mezhebin imamlarına göre rukyede bir beis yoktur.
Delilleri bu hadîslerdir.
2- Rukye
İçin ücret almak caizdir. Maamafih mesele ihtilaflıdır. Atâ ile Ebû Kabe'ye göre hastanın üzerine Fatiha okuduğu
için ve Fâtiha'yı Öğretmek mukabilinde ücret almak caizdir. İmam Mâlik ile,
Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve Ebu Sevr'in
mezhebleri de budur. Ku11ub! fukye hakkında İmamdı Â'zarn'ın kavli de bu olduğunu
nakîetmiştir. Zühtî 'ye göre ücret mukabilinde Kur'ân öğretmek mekruhtur.
İmâm-ı Âzam ile diğer
Hanefiyye imamlarına göre ücret mukabilinde Kur'&n Öğretmek caiz değildir.
Bu bâbda kitabımızın baş taraflarında tafsilât geçmişti.
3- Fâtihâ
sûresinde şifâ vardır. Onun için sûrenin bir adı da Şâfiye'dir. Tirmizî 'nin
rivayet ettiği bir hadîste:
«Fâtiha her derde
devadır.» buyurulmuştur. Hastaya, yaralıya, zehirli hayvan tarafından ışınlan
kimseye okunması müstehabdır.
4- Çöl ve
yayla halkına misafir olmak meşrudur.
5- Hibe
edilen bir şeyin aslı belli ise onda ortak olmak caizdir.
6- Herkesin
rızkı taksim edilmiştir. Kimse kimsenin rızkına mâni olamaz.
24- Dua İle Birlikte Elini Ağıran Yerin Üzerine
Koymanın Müstehab Oluşu Babı
67- (2202)
Bana Ebu't-Tâhir ile Harmele b. Yahya rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize îbni
Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, tbni Şihâb'dan naklen haber verdi.
(Demiş ki) : Bana Nâfi' b. Cübeyr b. Mut'ım, Osman b. Ebî'l-Âs, Es-Sekati'den
naklen haber verdi ki: Osman mÜslü-man olalıdan beri vücudunda hissettiği bir
ağrıdan Resûlüllah (SallallahÜ Aleyhi ve Sellem)'e şikâyette bulunmuş.
Resûlüllah (SallallahÜ Aleyhi ve Seîlem) kendisine :
«Elini vücudunun
ağıran yerine koy ve üç defa Bismillah del Yedi defa da hissettiğim ve
sakındığım ağrının şerrinden Allah'a ve kudretine sığınırım de!» buyurmuşlar.
Resûlüllah (SallallahÜ
Aleyhi ve Sellem) 'in :
«Elini vücudunun
ağıran yerine koy İlâh...» buyurması hastaya fayda verecek şey rukyeyi yapan
kimsenin ağıran yeri eliyle sıvazlaması olduğuna irşad içindir. Bunun
Peygamber (SallallahÜ Aleyhi ve Sellem ye mahsus olduğu da rivayet
edilmemiştir. Binâenaleyh her rukye yapanın bu surette hareket etmesi gerekir.
Hadîs-i Şerif hastaya
rukye yaparken sağ elini ağaran yerinin üzerine koymanın ve buradaki duayı
okumanın müstehab olduğuna delildir.
68- (2203)
Bize Yahya b. Halef El-Bâhilî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'1-A'lâ, Saîd
El-Cüreyrî'den, o da Ebû'l-A'lâ'dan naklen rivayet etti ki, Osman b, Ebi'l-Âs
Peygamber (Sallalahü Aleyhi ve Seliem)'e gelerek:
— Yâ Resûlallah!
Muhakkak şeytan benimle namazımın ve kıraatimin arasına girdi. Onu bana
karıştırıyor, dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) de:
«Bu Hinzeb denilen bir
şeytandır. Onu hissettiğin vakit ondan Allah'a sığın ve sol tarafına üç defa
tükür.» buyurdu. Osman: Ben bunu yaptım; Allah da onu benden giderdi, demiş.
(...) Bize
bu hadîsi Muhammed b. Müsenna rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Salim b. Nuh
rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekir b. Eb!
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet etti.
Her iki râvi
Cüreyrî'den, o da Ebu'l-A'lâ'dan, o da Osman b. Ebî'l-Âs'dan naklen rivayet
etmişlerdir ki: Osman, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelmiş...
Râvi yukarki hadîsin
mislini nakletmiştir. Salim b. Nuh'un hadîsinde «üç defa» kaydını
zikretmemiştir.
(...) Bana Muhammed b. Rafi'de rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Ab-dürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Saîd El-Cüreyrî'den
naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bize Yezid b. Abdillah b. Şihhîr, Osman b.
Ebi'l-As Es-Sakafi'den rivayet etti.
(Demiş ki): Ben:
— Yâ ResûlaUah!
dedim...
Bundan sonra râvi
yukarkilerin hadîsi gibi zikretmiştir.
Hinzib kelimesi;
Hinzeb, hanzeb ve hunzeb şekillerinde de okunmuştur. Bu şeytanın namazı
karıştırması şüpheye düşürmek suretiyle olur. Artık nazamı kılan üç rekât mı,
yoksa dört mü kıldığında tereddüt eder. Araya girmekten murad da namazın huşu
ve huzuruna, lezzetine mâni olmaktır. Hadîs-i şerîf kalbine vesvese gelen
kimsenin şeytandan Allah'a sığınmasının müstehab olduğuna delildir.
26- Her Hastalığın Bir İlacı Olduğu ve Tedavinin
Müstehab Oluşu Babı
69- (2204)
Bize Harun b. Ma'ruf ile Ebu't-Tâhir ve Ahtned b. İsa rivayet ettiler. (Dediler
ki) : Bize İbnl Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Amr (bu zat İbni
Hâris'dir.) Abdü Rabbİb b. Saîd'den, o da Ebu'«Zübeyr'den, o da Câbir'den, o da
Resülüllah (Satlaltahil Aleyhi ve Seltem)'den naklen haber verdi ki:
«Her derdin bir devası
vardır. Derdin devasına rastlanırsa Allah (Azze ve Celte)'nin izniyle düzelir.»
buyurmuşlar.
Bu hadîste hastalığa
karşı İlâç kullanmasının müstehab olduğuna işaret vardır. Cumhur ulemânın
mezhebi de budur.
Kaadî Iyâz diyor ki:
«Bu hadîslerde din ve dünya ilimlerinden cümleler ve tıb ilminin sahîh olduğu,
ilaçlanmanın cevazı ve bu hadîslerde de bildirilen şeylerle ilaçlanmanın
müstehab oluşu görülüyor, Yine bu hadîslerde tedaviyi inkâr eden Gulât-ı
sofiyye'ye fed cevabı vardır. Bunlar her şey Allah'ın kaza ve kaderiyledir,
Binâenaleyh tedaviye hacet yoktur, derler. Ulemânın hücceti bu hadîslerdir.
Onlar yaratanın Allah olduğuna itikad ederler. Ama tedavinin de Allah'ın
kaderinden sayıldığına inanırlar. Bu mesele duâ, kâfirlerle harb, korunmak ve
göre göre tehlikeye atılmaktan sakınmak hususundaki emirlere benzer. Halbuki
ecel değişmez. Mukadderat mutlaka vuku bulur.»
Mâzirî de şunları
söylemiştir: «Müslim bu çok hadîsleri tıb ve ilâç bahsinde zikretmiştir.
Kalbinde maraz olan kimseler bunların bâzısına itiraz etmiş ve şöyle
demişlerdir: Doktorlar balın müshil olduğuna ittifak ediyorlar. O halde
kendisinde ishal bulunan kimseye ne demeli! Yine doktorlar hummalı kimsenin
soğuk su kullanmasının helâka yakın tehlikeli olduğuna ittifak ediyorlar. Çünkü
soğuk su mesameleri bir araya toplar, buharı içeri tıkar ve harareti cismin
içerisine çevirir. Böylece telefe sebep olur. Bunlar Zatü'1-Cenp hastalığının
Kust denilen otla tedavi edileceğini de İnkâr eder ve tehlikeli görürler.
Halbuki, bu otta şiddetli hararet vardır...» Mâzirî bu itirazların yersiz
olduğunu beyandan sonra hadîslerin şerhine geçiyor ve sadedinde bulunduğumuz
hadîsi şöyle izah ediyor : «Bu hadîste açık izahat vardır. Zira malûmdur ki
doktorlar: Hastalık cismin tabiî mecrasından çıkmasıdır; tedavi ise cismi
tabiî mecrasına iadedir, derler. Hıfzıssıhha cismin tabiî mecrasında
kalmasıdır. O halde sıhhati korumak, yiyecekleri ve sâireyi isîâh ile cismi
tabiî mecrasına döndürmek de hastalığa zıt olan muvafık ilâçlarla olur. Bukrat
eşya zıtlarıyla tedavi edilir, demiştir. Lâkin bazan hastalığın ha-kîkatı ile
ilâcın hakîkatı ince ve karışık olur da hastalığa zıt ilâca itimad azalır.
Doktorun hatası da buradan ileri gelir. Bazan ilâcın hararetli maddeden
olduğunu sanır. Halbuki ilâç başka maddedendir. Yahut ilâcın soğuk maddeden
olacağını sanır. Halbuki değildir. Bundan dolayı şifâ hâsıl olmaz. îşte
Peygamber (Saltattahü Aleyhi ve Seltem) hadîsin sonunda : Derdin devasına
rastlanırsa düzelir... sözüyle hadîsin başındaki beyanâtına edilebilecek
itiraza tenzib buyurmuştur. Şayet: Yâ Resûlallah! Sen her derdin devası vardır,
dedin ama biz, birçok hastaların tedavi gördükleri halde düzelmediklerini
görüyoruz, denilirse, O da: Bu ancak tedavinin hakikati bilinmediği içindir.
Yoksa ilâç bulunmadığı için değil» şeklinde cevap vermiş gibidir.»
71- (2205)
Bize Harun b. Ma'rut ile Ebu't-Tâhir rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bİfe tbni
Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Amr haber verdi. Ona da Bükeyr, ona da Âsim
b. Ömer b. Katâde rivayet etmiş ki, Câbir b, Abdillah Mukannaİ dolaşmış, sonra:
— Sen kan aldırmadıkça
buradan ayrılmam. Çünkü ben EesûlüJIah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)'i :
«Bunda şifâ
vardır.» buyururken işittim, demiş.
71- (...)
Bana Nasr b. Alî El-Cehdamî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam rivayet etti.
(Dedi ki) ; Bana Abdurrahman b. Süleyman, Asım b. Ömer b. Katâde'den rivayet
etti. Şöyle demiş: Câbir b. AbdiIIah bize, ailemiz İçine geldf. Bir adam
elindeki çıbanlardan yahut yaralardan şi-;. kâyet ediyordu. Câbir:
— Şikâyetin nedir? dedi. Adam:
— Bendeki çıbanlar... Beni çok zorluyor, dedi.
Bunun üzerine Câbir:>
— Ey çocuk.' Bana bir hacca m getir, dedi. Adam
ona:
— Haccâmı ne yapacaksın? Yâ Ebâ AbdiIIah! [4] diye
sordu. Câbir:
— Oraya bir hacemat şişesi takmak istiyorum,
cevâbını verdi. Adam:
— Vallahi bana sinekler konuyor. Yahut elbise
ilişiyor da eîiyet veriyor. Ve bana güç geliyor, dedi. Câbir onun bundan tiksindiğini
görünce şunu söyledi:
— Ben ResûIüllah (Sallahü Aleyhi ve Sellem)'i :
«Eğer sizin
ilâçlarınızdan bir şeyde hayır varsa, bu ya neşter vuruşunda, ya bal
şerbetinde, yahut ateşle dağlamaktadır.» buyururken işittim. Resûlüliah (Sallalahü Aleyhi ve Sellem):
«Ama ben dağlanmayı
sevmemi» buyurdular. Bunun üzerine hizmetçi bir haccâm getirerek ona neşter
vurdu. Çektiği elem de ondan gitti.
72- (2206)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Rumh
da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Ebu's-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen
haber verdi kİ : Ümmü Seleme kan aldırmak için Resûlüllah (Satîaltahü Aleyhi
ve Selîem)''den İzin istemiş. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Ebû Taybe'ye ondan kan almasını emir buyurmuş.
Hâvi diyor ki:
«Zannederim Ebû Taybe Ümmü Seleme'nin süt kardeşi idi. Yahut bulûğa ermemiş
bir çocuktu, dedi.»
73- (2207)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. EM Şeybe ve Ebû KÜreyb rivayet ettiler.
Lâfız Yahya'nındır. Yahya : Ahberanâ; ötekiler ise haddesenâ tâbirlerini
kullandılar. (Dediler ki) : Bize Ebû Muâviye A'meş'-den, o da Ebû Süfyan'dan, o
da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbif şöyle demiş :
— ResûîUllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Übey b. Kâ'be bir tabib gönderdi. O da ondan bir
damar kesti. Sonra üzerini dağladı.
(...) Bize Osman b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Cerîr rivayet etti. H.
Bana hhâk b. Mnnsûr
dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrah-man haber verdi. (Dedi ki) ; Bize
Süfyân haber verdi. Her iki râvi A'meş'-den bu İsnadla rivayette bulunmuşlar,
fakat «Ondan bir damar kesti» cümlesini anmamışlardır.
74- (...)
Bana Bişr b. Hâlid de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-hammed (yâni Ibnî
Cafer) Şu'be'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Süleyman'dan dinledim. (Dedi
ki) : Ben Ebû Süfyân'dan dinledim. (Dedi ki) : Ben Câbir b. Abdillah'dan
dinledim. Şunu söyledi: Azhab (harbi) günü Übey kolundaki can damarından
vuruldu da, Resûlüllah (Salialiahü Aleyhi ve Sellem) onu dağladı.
75- (2208)
Bize Ahmed b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zü-heyr rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Ebu'z-Zübeyr, Câbir'den rivayet etti. Bize Yahya k Yahya da rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hayseme, Ebu'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen
haber verdi. Câbir şöyle demiş: Sa'd b. Mu âz can damarından vuruldu da,
Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) onu elindeki uzun demirle dağladı.
Sonra şişti. Ve onu ikinci defa dağladı.
76- (1202)
Bana Ahmed b. Saîd b. Sahr Ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Habbân b.
Hilâl rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Abdullah b. Tavus babasından, o da tbni Ab-bâs'dan naklen rivayet etti ki:
Peygamber (Saltollahü Aleyhi ve Seîlem) kan aldırmış ve haccâma ücretini vermiş
ve burnuna ilâç damlatmış.
77- (1577)
Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Ebû Bekr
bize Veki' rivayet etti; Ebû Küreyb ise bize Vekf haber verdi dediler.) Lâfız
Ebû Küreyb'indir. (Veki') Mis'ar'dan, o da Amr b. Amir El-Ensârî'den naklen
haber vermiş. (Demiş ki) : Ben Enes b. Malik'i şunu söylerken işittim: Resûlüllah (Sailailahü Aleyhi ve Sellem) kan aldırdı.
Ücreti hususunda kimseye zulmetmezdİ.
78- (2209)
Bize Züheyr b. Harb Ue Muhammed b. Müsennâ rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Yahya (Bu zat İbni Saîd'dir.) Ubeydullah'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana
Nâfi', İbni Ömer'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setlem)'den naklen
haber verdi ki:
«Humma cehennemin
kükremesindendir. Binâenaleyh onu su ile serin-' Jetin.» buyurmuşlar.
(...) Bize
İbnü Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babamla Muhammed b. Bişr rivayet
ettiler. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Nümeyr ile Muhammed b.
Bişr rivayet ettiler. (Dediler ki) ; Bize Ubeydullah, Nâfi'den, o da İbni
Ömer'den, o da Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Seltem/den naklen rivayet
etti:
«Şüphesiz hummanın
şiddeti cehennemin kükremesinclşndir. Binâenaleyh onu su ile serinletin.» buyurmuşlar.
79- (...)
Bana Harun b. Saîd El-Eylî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber
verdi. (Dedi ki) : Bana Mâlik rivayet
etti. H.
Bize Muhammed b. Râfi1
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Füdeyk rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Ihıhhâk (yâni İbni Osman) haber verdi.
Her iki râvi Nâfi'den,
o da İbni Ömer'den naklen rivayet etmişler ki: Resûlüllah (Sallalîahii Aleyhi ve Sellem);
«Humma cehennemin
kükremesindendir. Binâenaleyh siz onu
su ile söndürün.» buyurmuşlar.
80- (...)
Bize Ahmed b. Ahdillah b. Hakem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b.
Cafer rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Şu'be rivayet etti. H.
Bana Harun b. Abdülah
dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Bavh rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Şu'be, Ömer b. Muhammed b. Zeyd'den, o da babasından, o da İbni Ömer'den
naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (SallallahU Aleyhi ve Sellem) :
«Humma Cehennemin
kükremesindendir. Binâenaleyh sız onu su ile söndürün.» buyurmuşlar.
81- (2210)
Bize Ebû Bekr b. Efcî Şeybe İle Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize İbni Nümeyr, Hişam'dan, o da babasından, o da Aişe'den naklen rivayet etti
ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Humma Cehennemin
kükremesindendir. Binâenaleyh siz onu su ile serinletin.» buyurmuşlar,
(...) Bize tshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Hâlid b. Haris ile Abde b. Süleyman hep birden Hişâm'dan bu isnadla bu
hadîsin mislini haber verdiler.
82- (2211)
Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde b. Süleyman,
Hişâm'dan, o da Fâtıme'den, o da Esmâ'dan naklen rivayet etti ki: Esma'ya
hummadan mustarib bir kadın getirilir, o da su isteyerek, onu yakasına döker
ve: Gerçekten Resûlüllah (SallallahüAleyhi ve Sellem):
«Onu su ile
serinletin.» Bir de:
«O Cehennemin
kükremesindendir.» buyurdular, dermiş.
(...) Bize bu hadîsi Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki)
; Bize ilmi ile Ebû Üsâme, Hişâm'dan bu İsnadla rivayet ettiler. İbni Nüme
yr'in hadîsinde :
«Suyu kadınla
yakasının arasına döktü.» cümlesi vardır. Ebû Üsâme'-nin hadîsinde :
«O Cehennemin
kükremesindendir.» cümlesini
zikretmemiştir.
Ebû Ahmed dedi ki:
İbrahim şunu söyledi: Bize îlaeen b. Bişr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû
Üsâme bu İsnadla rivayet etti.
83- (2212)
Bize Hennâd b. Seriy rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'l-Ahvâs, Saîd b.
Mesruk'dan, o da Abaye b. Rifâa'dan, o da dedesi Rfift' b-Hadîc'den naklen
rivayet etti. Şöyle demiş : Ben Besûiüllah (Satiallahü Aleyhi ve Sellem)'i:
«Gerçekten humma
Cehennemin kükrem es in dendir. Binâenaleyh siz onu su ile serinletin.» buyururken
işittim.
84- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Müsennâ, Muhammed b. Hatim ve Ebû
Bekr b. Nâfl1 rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdurrahman b. Mehdî
Süfyân'dan, o da babasından, o da Abâye b. Kifâa'dan naklen rivayet etti. (Demiş
ki) : Bana Kâfi' b. Hadic rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Resûlüliah (Sallahü
Aleyhi ve Sellem) 'i:
«Humma Cehennemin
kükremesİndendir. Binâenaleyh siz onu su ile kendinizden serinletin.»
buyururken İşittim. Ebû Bekr: «Sizden..,» kaydını zikretmedi ve şöyle dedi:
«Bana Râfi1 b. Hadîc haber verdi, dedi.»
Bu hadîsin bazı
rivayetlerini-bütün sünen sahipleri «Kitâbü't-Tıb»'da tahrîc etmişlerdir. Nevevî
bazı mülhidlerin bu hadîslerde gösterilen tedâvî şekillerinin bir kısmına
itiraz ettiklerini söylemiş ve Calinos gibi bazı eski hekimlerin sözlerinden
misaller getirerek kendilerine cevap vermiştir. Biz bu itiraz ve cevapların
nakline lüzum görmedik. Müslümana gereken Peygamber (Sallailahii Aleyhi ve
Scltem)'in verdiği habere inanmaktır. Bugün hâlâ birçokları nazariye olmaktan
ileriye geçemeyen cüce bilgilerle âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize itirazda bulunmak ne iman şerefine
yakışır, ne de İslâm'ın yüksek terbiye ve nezâketine! Şu halde Resûlüliah (Satlallanü Aleyhi ve Sellem):
«Her derdin devası
vardır.» buyurduysa mutlaka vardır. Bugün henüz çaresiz dertler varsa devası
keşfedilemediğindendir. Reaûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seilem) kan aldırmanın
ve dağlamanın birer tedâvî şekli olduğunu haber verdiyse, onlar mutlaka birer
sahîh tedâvî şeklidir. Bunların bu asırda tıb âleminden kalkmış olması hadîsin
sıhhatine asla dokunamaz. Çünkü az yukarda îzah ettiğimiz vecihle. his ve
tecrübeye istinad eden bilgilerin ekseriyetle istinadgâhlan nazariyelerdir. Onlara
yüzde yüz îtimad etmeye ise imkân yoktur. Meselâ: Bugün gülmek, neşelenmek hayat
kaynağıdır diye bir nazariye ortaya çıkar, yarın bakarsınız bunun tam aksini
iddia eden bir nazariye çıkmıştır. Ağlamanın vücut için daha faydalı
olduğundan bahseder. Binâenaleyh bunlara itimad olunamaz. Ke-sûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'in haber
verdiği bir şeyin
imkânsız olduğu aklen ve şer'an sabit olursa bu takdirde o haber bizim
için müteşâbihattan olur. Ve İslâm'ın ruhuna aykırı olmamak şartiyle te'vil edilebilir.
Kaadî Iyâz diyor ki ;
«Bu hadîslerde din ve dünya ilimleri ve tababetin sahih olduğu haber veriliyor.
Tedavinin caiz olduğu ve bilhassa hacamat ve ilâç içmek, damar kesmek ve rukye
yapmak suretiyle tedâvî görmenin müstehab olduğu anlaşılıyor.
Peygamber (Sallallahii
Aleyhi ve Sellem) 'in :
(Derdi indiren Allah,
devayı da indirmiştir.) hadîs-i şerifi insanlara tedâvîyi bildirmekte ve ona
izin vermektedir...
Bazı doktorlar
Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'in neşter vurmak, bal içmek ve ateşle
yakmak tabirleriyle bütün tedâvî şekillerine işaret buyurduğunu
söylemişlerdir.»
Hummanın Cehennemin
kükremesinden sayılması meselesine gelince: Bazılarına göre bu bir teşbihtir.
Cehennem ateşi nasıl yakıcı, yıkıcı ve harâb edici ise humma da öyledir. Bedeni
eritir, harâb eder, denilmek istenmiştir. Yahut bu hadîs; humma Cehennemden bir
numunedir, manasınadır. Fakat bir takım ulemâya göre hadîs-i şerîf teşbih
değil, hakikattir. Hastanın vücudunda hâsıl olan şiddetli hararet ve yangın
Cehennemden bir cüzdür. Cenâb-i Hak bunu kullar ibret alsın diye gösterir.
Tîybî: «Feyh hararetin feveranıdır. Hadîste iki vecih vardır. Birinci veçhe
göre bu bir teşbihtir. Vücut hararetinin kaynarcasına şiddetlenip, soğukluğu
gidermesi Cehenneme benzetilmiştir. İkinciye göre : Bâzı ulemâ hummanın
hakikaten Cehennem hararetinden alındığını, inkâr edenleri korkutmak, ibret
alanlara müjde olmak üzere dünyaya gönderildiğini söylemişlerdir. Çünkü
kulların günahlarına keffâret olur.» diyor.
Kaadî Iyâz'ın beyânına
göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m hummalı kimsenin üzerine su
serperek serinletilmesin! emir buyurması hekimlerin bu babdaki iddiasına
muhaliftir. Ve onu reddeder. Kaadî Iyâz: cHz, Esma ile diğer müslümanlar bunun
faydası olduğunu tecrübe etmeseydüer onu kullanmazlardı.» diyor.
Bu rivayetler
Cehennemin hâlen yaratılmış olduğuna da delildirler. Ki: Ehl-i Sünnetin mezhebi
de budur.
85- (2213)
Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd, Süfyân'dan
rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Musa b. Ebî Âişe, Ubeydullah b. A.bdülah'dan, o
da Âişe'detı naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Hastalığında Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ağzına ilâç akıttık da :
«Bana ilâç akıtmayın» diye işaret
etti. Biz :
— Hastanın ilâçtan
hoşlanmaması, dedik. Ayıldığı vakit:
«Sizden ağzına ilâç
akıtılmayan tek bir kimse kalmasın! Yalnız Abbas müstesna! Çünkü o sizi
görmedi.» buyurdular.
Bu hadîsi Buharı
«Kitâbü'l-Meğâzi»ıde tahrîc etmiştir.
Ledûd :
Hastanın ağzının bir tarafından akıtılan yahut parmakla sürülüp oğuşturulan
ilâçtır. Buna ledîd dahî denilir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
bundan hoşlanmayarak yapmamalarını işaret etmişse de yanındakiler hasta İlâçtan
hoşlanmaz, onun için almak istemiyor zanmyle ilâcı akıtmışlardır. Kaadî Iyâz'ın
beyânına göre bu hadîsteki «Ke-râhîyyetü» kelimesi rnerfu ve mansub şekillerde
rivayet olunmuştur. Mer-fu okunduğuna göre cümle mübtedâ ile haberden
müteşekkildir. Ve: «Bu, hastanın hoşlânmamasıdır.» manasınadır. Mensub
okunduğuna göre kelime mef ulun leh'dîr. Yâni hasta hoşlanmadığı için
istemiyor, demektir.
Buhârî'nin
rivayetinden sarahaten anlaşılıyor ki : Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem)
istemediği halde ağzına ilâç akıttıkları için yanındakilere gücenmiş ve :
«Bu evde Abbas'dan
başka ağzına ilâç akıtılmadık kalmayacak! Hem de benim gözümün Önünde!»
buyurarak emrine itaat etmedikleri için oradakileri cezalandırmıştır. İlâcı
içirenlerle birlikte içirmeyenlere de aynı cezânm verilmesi Peygamfcer (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemi'm hoşlanmadığını gördükleri halde ilâç vermekten men
etmedikleri içindir.
Nevevî diyor ki: «Bu
hadîs mânâ anlatan bir işaretin bu gibi meselelerde sarih ibare gibi olduğuna
delildir. Hadîs-i şerif mütecavizin kendi fiili cinsinden bir fiiUe
cezalandırılacağına da delildir.*'
86- (287)
Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî ile Ebû Bekr b. Ebî Şey-be, Araru'n-Nâkıd, Züheyr
b. Harb İbni Ebî Ömer rivayet ettiler. Jüâfız Züheyr'indir. Yahya: Ahberanâ;
Ötekiler: Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Süfyân b.
Uyeyne Zührî'den, o da Ubeydullah b. Abdillah'dan, o da Ükâşe b. Mi lisan'm kız
kardeşi Ümmü Kays binti Mihsan'dan naklen rivayet ettû Şöyle demiş: Henüz yemek
yemeyen bir oğlumla Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle/n) yin yanma girdim.
Az sonra çocuk onun üzerine bevletti. O da su isteyerek üzerine serpti.
(2214) Ümmü
Kays şöyle demiş: Onun yanma boğaz olup, ilaçladığım bir oğlumla girdim de :
«Çocuklarınıza neden
bw ilâcı vuruyorsunuz! Şu ûd-ı hindî'yi kullanın; çünkü onda yedi şifa vardır.
Onlardan biri de Zâtü'l-Cenb'dir. Boğaz olmaya karşı burundan akıtılır
Zâtü'l-Cenb'e karşı ağzın bir yanına sürülür.» buyurdular.
37- (...)
Bana Harmele b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Yûnus b. Yezid haber verdi. Ona da İbni Şiha'b haber vermiş.
(Demiş ki) : Bana Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe b. ıMes'ud haber verdi ki:
Ümmü Kays binti M ihsan şöyle demiş : Bu kadın Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Selle/n)'e bey'at eden ilk muhacirlerdendir. Benî Esed b. Huzeyme'den bir
zât olan Ukkâşe b. Mih-san'ın kız kardeşidir. UbeyduIIah demiş ki : Bana Ümmü
Kays haber verdi ki : Kendisi henüz yemek yiyecek çağa ermemiş bir oğlu ile
Resuİüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına gelmiş. Boğaz olduğu için
ona ilâç yapmışrmş. (Yûnus demiş ki) : A'lakat sıktı demektir. Ümmü Kays çocuğun
boğaz olmasından korkmuştur. Ümmü Kays demiş ki: Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
«Çocuklarınıza bu
ilâcı niye vuruyorsunuz? Şu Ûd-ı HinaTyi (yâni Kust'u) kullanın. Çünkü onda
yedi şifâ vardır. Bunlardan biri de Zâtü'l-Cenb'dir.» buyurdular.
(287)
UbeyduIIah şöyle demiş : Ümmü Kays bana haber verdi ki, fcu oğlu Resûlüliah
(Saliailahii Aleyhi ve Setlem)'in kucağına bevletmiş de, Re-sûlüllah
(Sallallahü A leyhı ve Sellem) su isteyerek çocuğun bevlinin üzerine serpmiş
ama onu iyice yıkamamış.
Bu hadîsin birinci
rivayetini Buhâri «Kitâbü4l-Vudu»'da, diğer «Sünen» sahipleri «Kitâbü't-Tahâre»'de
tahric etmişlerdir. İkinci rivayetini Buhâri, EbûDâvud ve Nesâi
«Kitâbü't-Tıb»'da tahrîc etmişlerdir.
Üd-ı Hindi: Hindistan
'dan getirilen güzel kokulu bîr ağaçtır. Hafifçe acılığı vardır. Suyu içilirse
mide zaafına, karaciğer ve barsak ağrılarına iyi geldiği söylenir. Buna Kust
dahî denilir.
İbnü Arabi diyor ki;
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ûd-ı Hindî'de yedi şifâ olduğunu
söylemiş. Bunlardan yalnız ikisini bil-Idirerek geri kalanını ya öğrenilmeye
havale etmiş, yahut meşhur olduk-[lan için zikretmemiştir. Doktorlar bunda
birçok faydalar olduğunu söylemişlerdir.
Burada şöyle bir sual
hatıra gelebilir : Ûd -1 Hindî'nin faydalan çok olduğuna göre bu hadîste
yedidir diye tahsis buyurmanın hikmeti nedir? Cevâb : Yedi şifâyı Peygamber
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) vahy suretiyle bilmiştir. Geri kalan fâideleri
ise tecrübe ile anlaşılmıştır. Resulü Ekrem (Satlallahü Aleyhi veSeiiem) yalnız
vahiyle bildiklerini söylemiştir. Şöyle de olabilir. Resûlüllah (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem) Ûd-ı Hindi'nin lüzumlu olan faydalarını söylemiş, o anda
söylenmesine hacet olmayanlarını söylememiştir. Hadîs-i şerifin geri kalan
hükümleri «Kitâbü'l-Vudtida görülmüştü.
88- (2215)
Bize Muhammed h. Rumh b. Muhacir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys,
Ukayl'den, o da İbni Şilıâb'dan, naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Ebû
Seleme b. Abdirraliman ile Saîd b. Müseyyeb haber verdiler. Onlara da Ebû
Hüreyre haber vermiş ki: Kendisi Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve SeUem)'\
şöyle buyururken işitmiş:
«Gerçekten çörek
otunda her derde deva vardır. Yalnız sâm müstesna!» Sâm, ölüm demektir. Habbe-i
Sevda da Çörek otu'dur.
(...) Bana
bu hadîsi Ebu't-Tâhir ile Harmele dahî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şi-hâb'dan, o da Saîd b.
Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü A leyhi ve
Seüem) 'den naklen haber verdi. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe ile Amr'un-Nâkıd, Züheyr b. Harb ve İbni Ebî Ömer de rivayet ettiler. (Dediler
ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. H.
Bize Abd b. Humeyd
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize
Ma'mer haber verdi. H.
Bize Abdullah b.
Abdirrahman Ed-Dârimi de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'I-Yeman haber
verdi. (Dedi ki).: Bize Şuayb haber verdi.
Bu râvİIerin hepsi
Zührî'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'âen naklen Ukayl'in hadîsi gibi rivayette
bulunmuşlardır. Süfyân ile Yûnus'un hadîslerinde «El-habbetüssevdâ» demiş,
«Şûnîz» dememiştir.
89- (...)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe b. Saîd ve İbni Hucr'da rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize İsmail (Bu zât İbni Cafer'dir.), Alâ'dan, o da babasından,
o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Seliem) şöyle buyurmuşlar:
«Hiç bir dert yoktur
ki, çörek otunda ona şifâ bulunmasın, yalnız ölüm müstesna!»
Bu hadîsi Buhârî ile
İbni Mâce *KitâbüJt-Tıb»'da tah-rîc etmişlerdir.
Elhabbetüssevdâ;
Çörekotu demektir. Buna şûniz, şûnûz, şînîz ve şehniz de denilir. Hasan-i Basri'nin
Elhabbetüssevdâ hardaldır dediği, bâzılarının da çitlenbik olduğunu
söyledikleri rivayet olunursa da Kurtubî : «Habbe-i Sevdayı Çörekotu diye
tefsir etmek iki vecihle evlâdır. Biri ekser ulemânın kavli olması, diğeri de
faydasının çokluğudur. Hardalla çitlenbikte bu faydalar yoktur.» demiştir.
90- (2216)
Bize Abdü'l-Melik b, Şuayb b. Leys b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam
dedemden rivayet etti. (Demiş ki) : Bana ükayl b. Hâlid, İbni Şihâb'dan, o da
Urve'den, o da Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) in zevcesi Âişe'den
naklen rivayet etti ki: Yakınlarından biri Ölür de cenazesine kadınlar
toplanır, sonra dağılırlar. Ve yalnız Ölenin ailesi ile yakınları kalırsa bir
çömlek bulamaç emreder de pişirilirmiş. Sonra tirit yapılır; bulamaç onun
üzerine dökülürmüş. Bundan sonra Âişe (kadınlara) şöyle dermiş :
— Bundan yeyin! Çünkü
ben Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i:
«Bulamaç hastanın
kalbini rahatlandırır. Bâzı üzüntüleri giderir.» buyururken işittim.
Bu hadîsi Buhârî
«Et'ıme» ve «Tıb» bahislerinde; Tirmizî «Kitâbü't-Tıb»'da; Nesâî «Velîme» ve
«Tıb» bahislerinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Telbîne, undan veya
kepekten yapılan bulamaçtır. İçerisine çok defa bal da konurmuş. Rengi beyaz
olduğu için buna sütleme mânâsına gelen Telbîne adı verilmiştir.
Hadîs-i şerif üzüntülü
kimselere bulamaç yedirmenin müstehab olduğuna delildir.
91- (2217)
Bize Muhammed b. Müsennâ ile Muhammed b. Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız İbm
Müsennâ'nındır. (Dediler ki) : Bize Muham-med b. Cafer rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Şu'be, Katâde'den, o da Bbu'l-Mütevekkil'den, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den
naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Bir adam Peygamber (Sallaliahii Aleyhi ve
Sellem)'e gelerek:
— Kardeşim ishale tutuldu, dedi. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:
«Ona bal içir!» buyurdu. O da içirdi. Sonra tekrar ona
gelerek:
— Ben kardeşime bal içîrdim. Ama onun ishalini
artırmaktan başka birşey yapmadı, dedi. Ve bunu ona üç defa (gelip)
söyledi. Sonra dördüncüde tekrar geldi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) (yine) :
«Ona bal içir!»
buyurdular. Adam :
— Vallahi içirdim ama onun ishalini artırmaktan
başka birşey yapmadı, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Allah doğru söyledi.
Kardeşinin karnı İse yalan yaptı.» buyurdular. Müteakiben adam ona bal içirdi.
Kardeşi hemen iyileşti.
(...) Bana
bu hadîsi Amr b. Zürâra da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'l-Vebhâb (yâni İbni Atâ'), Saîd'den, o da Katâde'den,
o da Ebu'l- Mütevekkil Naci'den, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen haber verdi
ki: Bir adam Peygamber (Sailaliahii Aleyhi ve Setiem) 'e gelerek: Gerçekten kardeşimin
midesi bozuldu, demiş. O da :
«Kardeşine bal
içir!» buyurmuş.
Râvi Şu'be'nin hadîsi mânâsında rivayet etmiştir.
Bu hadîsi Buharı
«Kitâbü't-Tib»'da; Nesâi «Tıb» ile «Velîme» bahislerinde tahrîc etmişlerdir.
Resûlüllah (Sallatlahü
Aleyhi ve Setiem) 'in gelen zâta dördüncü defada dahî balı tavsiye buyurması
vahy suretiyle kardeşinin bal içmekle düzeleceğini bildiği içindir. Dördüncüde
:
«Allah doğru söyledi,
kardeşinin karnı İse yalan yaptı.» demiştir. Bu sözden muradı:
«Onda insanlar için
şifâ vardır.» Âyet-i kerîmesidir. Yalanı kardeşinin karnına nisbet etmesi
mecazdır. Çünkü yalan söze mahsustur. Kardeşinin midesine bal kâr etmeyince
yalan isnad etmiştir. Maamafih Araplar kezîb kelimesini hata ve fesat
mânâsında da kullanırlar. Bu takdirde mecaza gitmeye lüzum yoktur. Hadîsin
mânâsı : «Kardeşinin midesi bozulmuş.» demek olur.
Bu hadîs
«Onda insanlar içîn
şifâ vardır.» [5] Âyet-i kerîmesindeki
zamirin Kur'ân'a değil, bala râcî olduğuna açık delildir. Doğrusu da budur. Bu
kavil İbni Abbâs, İbni Mes'ûd, Hasan-ı Bas-ri, Katâde
ve diğer ulemânın kavilleridir.
Ulemâdan bâzılarına
göre Âyet-i kerimeden murâd umum değil, husustur. Yâni bâzı ilâçlar bâzı
insanlara şifâdır. Midesinden şikâyet eden zât baldan şifâ bulacaklardan olduğu
için iyileşmiştir. Yoksa Âyet-i kerimede balın mutlak surette her derde deva
olduğuna dâir bir sarahat yoktur. Lâkin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seilem) vahy yoluyla bu zâtın baldan düzeleceğini bilmiştir.
92- (2218)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e Muhammed b. Münkedir ile
Ömer b. Ubeydillah'ın azatlısı Ebu'n-Nadr'-dan dinlediğim, onların da Âmir b.
Sa*d b. Ebî Vakkâs'dan, onun da ba basından naklen rivayet ettiği şu hadîsi
okudum. Âmir, babasını Üsâme b. Zeyd'e : Sen Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve
Sellem)1tlen taun hakkındp ne işittin? diye sorarken dinlemiş. Üsâme şunu söylemiş:
Resûlüllah (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem):
«Taun bir ricz yahut
bir azabdir. Benî İsrail'e yahut sizden öncekilere gönderilmiştir. Bir yerde
onun zuhur ettiğini işittiniz mi oraya gitmeyin! Bir yerde zuhur ederse siz de
orada bulunursanız, ondan kaçmak için oradan çıkmayın!» buyurdular.
Ebu'n-Nadr: «Sizi
ancak ondan kaçmak çıkarır.» demiştir.
93- (...)
Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb ile Kuteybe b. Saîd rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Muğîre (İbni Ka'neb nesebini de belirterek tbni Ahdirraliman
El-Kureşî dedi.) Ebu'n-Nadr'dan, o da Âmir b. Sa'd b. Ebî Vakkâs'dan, o da
Üsâme b. Zeyd'den naklen haber verdi. Üsâ-me şöyle demiş : Resûlüllah
(Sallatlahü A İeyhi ve Sellem):
«Taun azab alâmetidir.
Allah (Azze ve Celle) onunla kullarından bâzı kimseleri imtihan eder. Onu
işittiniz mi, bulunduğu yere girmeyin. Bir yerde zuhur eder de, siz de orada
bulunursanız ondan kaçmayın (»buyurdular.
Bu hadîs
Ka'nebî'nindir. Kuteybe'ninki de onun gibidir.
94- (...)
Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Muhammed b. Münkedir'den, o da Âmir b.
Sa'd'dan, o da Üsâme'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah
(Salîalîahü Aleyhi ve Sellem):
«Muhakkak kİ bu taun
sizden öncekilere yahut Benî İsrail'e musallat kılınmış bir azabdır. Bir yerde
zuhur ederse, siz ondan kaçmak için oradan çıkmayın. O bir yerde bulunuyorsa,
oraya da girmeyin!» buyurdular.
95- (...)
Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bekr rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize tbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Amr b. Dinar
haber verdi. Ona da Âmir b. Sa'd haber vermiş ki: Bir adam Sa*d b. Ebî
Vakkas'a taunu sormuş da Üsâme h. Zeyd: Onu sana ben haber vereyim. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«O Allah'ın Benî
İsrail'den bir taifeye yahut sîzden önce geçen bâzı insanlara gönderdiği bir
azab yahut riczdir. Bir yerde onu işittiniz mî oraya onun üzerine girmeyin!
Bir yerde sîzin üzerinize girerse, ondan kaçarak oradan çıkmayın!» buyurdular,
demiş.
(...) Bize
Ebu'r-Rabi1 Süleyman b. Dâvud ile Kuteybe b. Saîd de rivayet ettiler. (Dediler
ki) : Bize Hammâd (Bu zât Zeyd'dir.) rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekr b. EM
Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süf-yân b. Uyeyne rivayet etti.
Her iki râvi Amr b.
Dinar'dan, İbni Cüreyc'in isnadı ile onun hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır.
96- (...)
Bana Ebut'-Tahİr Ahmed b. Amr ile Harmele b. Yahya rivayet ettiler. (Dediler
ki) : Bize îbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihab'dan
naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Âmir b. Sa'd, Üsâme b. Zeyd'den, o da
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyden naklen haber verdi ki, şöyle
buyurmuşlar:
«Şüphesiz bu ağrı veya
hastalık bir azabdır. Onunla sîzden önceki bâzı ümmetler azab olunmuşlar; ondan
sonra yeryüzünde kalmıştır. Bâzan gider, bâzan gelir. Her kim onun bir yerde
zuhur ettiğini işitirse sakın onun üzerine gitmesin. Ve her kim onun zuhur
ettiği yerde bulunursa, sakın ondan
kaçmak içirt kendisini oradan
çıkarmasın!» buyurmuşlar.
(...) Bize
bu hadîsi Ebû Kâmil El-Cahderî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze Abdü'l-Vâhid
(yâni İbni Ziyâd) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'-mer, Zührî'den Yûııus'un
isnadı ile onun hadîsi gibi rivayette bulundu.
97- (...)
Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Âdiy,
Şu'be'den, o da Habîb'den naklen rivayet etti. (Demiş kİ) : Medine'de idik,
kulağıma geldi ki, Kûfe'de taun zuhur etmiş. Bunun üzerine bana Atâ' b. Yesar
île başkaları şunu söylediler :
— Şüphesiz ki Resûlüllah (Sallallohü Aleyhi ve Sellem):
«Bİr yerde bulundun
da, orada taun zuhur etti mi, artık oradan çıkma! Onun bir yerde olduğunu
duydun mu, oraya da girme!» buyurdular.
Ben:
— (Bu hadîs)
Kimden? dedim.
— Âmir b. Sa'd'dan! Onu rivayet ediyor, dediler. Habîh demiş ki:
Bunun üzerine Âmire geldim, fakat: Evde yoktur, dediler. Derken kardeşi
İbrahim b. Sa'd'a rastlayarak ona sordum. O şunu söyledi:
— Ben Üsâme'yi Sa'd'a rivayet ederken
gördüm. Şöyle dedi: Ben Kesûlüllah (Sallatinhü Aleyhi ve Sellem)
'i:
«Şüphesiz ki bu ağrı
bîr ricz veya bir azab yahut bir azabın kaltntı-stdır. Onunla sizden önce geçen
bîr takım insanlar azâb olunmuşlardır. O bir yerde zuhur eder de, siz de orada
bulunursanız, o yerden çıkmayın! Onun bir yerde zuhur ettiğini duyarsanız oraya
6a girmeyin!» buyururken işittim.
Habib demiş ki: Bunun
üzerine İbrahim'e : Üsâme'nin Sa'd'a rivayet ettiğini, onun da inkârda bulunmadığını
sen mi işittin? dedim:
— Evet!
cevâbım verdi...
(...) Bize
bu hadîsi Ubeydullah b. Muâz dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be bu isnadla rivayet etti. Şu kadar var ki o,
hadîsin başındaki Ata' b. Yesar kıssasını anmadı.
(...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyhe de rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Veki' Süfyân'dan, o da Habîb'den, o da
İbrahim b. Sa'd'dan, o da Sa'd b. Mâlik ile Huzeyme b. Sabit ve Üsâme b.
Zeyd'den naklen rivayet etti. (Demişler ki): Resûlüllah (SaHallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu... Râvi Şu'be'nin hadîsi mânâsında rivayette bulunmuştur.
(...) Bize
Osman b. Ebî Şeybe ile tshâk b. İbrahim ikisi birden Ce-rîr'den, o da
A'meş'den, o da Habîb'den, o da İbrahim b. Sa'd b. Ebî Vak-kâs'dan naklen
rivayet ettiler. İbrahim şöyle demiş : Üsâme b. Zeyd ile Sa'd oturmuş
konuşuyorlardı. Resûlüllah (SaHallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: ...
dediler.
Râvi yukarkilerin
hadîsi gibi rivayette bulunmuştur.
(...) Bana
bu hadîsi Vehb b. Bakıyye dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid (yâni
Tahhân) Şeybânî'den, o da Habîb b. Ebî Sâbit'ten, o da ibrahim b. Sa'd b.
Mâlik/den, o da babasından, o tla Peygamber (SaltaUahü Aleyhi ve Sellem)'den
naklen yukarkilerin hadîsi gibi haber verdi.
Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü'l-Enbiya»'da tahrîc etmiştir. Taun :
Vücûdun dirsek, koltuk, el ve parmak gibi yerlerinde çıkan ve şiddetli
ağrılara, şişkinliklere sebep olan yaralardır. Yaranın etrafı siyah, yeşil veya
menekşe rengi olur. Hastada kalb çarpıntısı ve kusmak gibi araz görünür.
Veba :
Bâzılarına göre taundur. Muhakkak ulemâya göre ise yeryüzünün bir tarafında
mûtadın hilâfına zuhur eden pek çok insanların yakalandığı bir hastalıktır.
Başka zamanlarda hastalıklar muhtelif olduğu halde vebada yalnız bir nevi olur.
Bu zevata göre taunla veba arasında umum ve husus mutlak vardır. Her taun
vebadır. Fakat her veba taun değildir. Bu hadîslerde taunun Benî İsrail 'e azâb
olarak gönderildiği bildirilmektedir. Müslümanlar için ise rahmetdir. Nevevî :
<Tâun bu ümmet İçin bir rahmet ve şehâdettir. Buharı ile Müslim 'in rivayet
ettikleri bir hadîs de :
«Taundan öien
şehiddir...» denildiği gibi, başka bir hadîste de :
«Taun bir azâb idi.
Allah onu dilediğinin üzerine gönderirdi. Nihayet onu mü'minlere rahmet yaptı.
Eğer bir kul tauna tutulur da bulunduğu yer* de sabrederek bekler, Allah'ın
takdirinden başka kendisine bir şey isabet etmiyeceğini bilirse, o kimseye
şehîd ecri kadar sevab verilir.» buyurul-muştur...» diyor.
Hadîs-i şerifteki
riczden murad da azabdır. Râvi ricz mi, yoksa azab mı denildiğinde ve keza Benî
İsrail 'e mi, yoksa sizden öncekilere mi buyurulduğunda şekketmiştir.
Bu rivayetlerde taun
hastalığı zuhur eden yere girmek ve taundan kaçmak için o yerden çıkmak yasak
edilmektedir. Kaçmak için değil de arızî bir sebeple o yerden çıkmakta beis
yoktur. Cumhur ulemânın kavli budur. Hattâ Hz.
Aişe (Radiyaİlahü anhâ);
«Taundan kaçmak,
harbden kaçmak gibidir.» demiştir. Ulemâdan bâzıları taun hastalığı bulunan
yere girmeyi ve ondan kaçmak için o yerden çıkmayı caiz görmüşlerdir. Bu kavil
Hz. Ömer 'le, Ebû Mûsa'1-Eş'ârî, Mesrûk ve Esved b. Hilâl 'den rivayet
olunmuştur. Hattâ Amr b. Âs'm : «Bu azabdan geçitlere, vadilere ve dağ
tepelerine kaçın!» dediği rivayet olunur. Bunlar hadîsteki nehyi te'vil ederek:
«Resûlüllah (SaUaîiahü Aleyhi ve Sellem) tâunlu beldeye girip çıkmayı mukadder
olmayan bir şey başa gelir korkusuyla yasak etmemiştir. Lâkin fitne çıkmasın,
halk o yere gelen kimsenin helakini gelişine, kaçanın selâmetini de kaçışma
bağlamasın diye nehiy buyurmuştur...» derler.
Nevevî diyor ki:
«Sahîh olan yukarda arzetiğimiz gibi taun zuhur eden yere girmenin ve taundan
kaçmak için o yerden çıkmanın men edilmesidir. Çünkü sahîh hadîslerin zahiri
bunu gösterir.»
Taundan kaçmak için
değil de, herhangi bir iş veya meşguliyetle o yerden dışarı çıkmak bütün
ulemâya göre caizdir.
«Sizi ancak ondan
kaçmak çıkarır...» diye terceme ettiğimiz cümlesi bâzı nüshalarda merfu'
bâzılarında mensub olarak rivayet edilmiştir. Fakat gerek ibare gerekse mânâ
itibariyle ikisi de müş-kildir. Kaadî Iyâz : «Bu rivayet lisan âlimlerine göre
zayıftır, mânâyı bozmaktadır. Çünkü zahirine göre herhangi bir sebeple tâunlu
yerden çıkmak memnu, yalnız taundan kaçmak için çıkmak memnu değildir,
mânâsına gelir ki, bu da maksadın tam zıddıdır.» diyor.
Ulemâdan bir cemâat bu
cümledeki «illâ»nın râvi tarafından yanlışlıkla getirildiğini söylemişlerdir.
Hadîsin doğru şekli sair rivayetlerde olduğu gibi, onu hazfederek okumaktır.
Hadîs-i şerîf zararlı
şeylerden ve onların sebeplerinden korunmaya, âfet ve musibet zamanında
Allah'ın kazasına teslimiyet göstermeye teşvik etmektedir.
93- (2219)
Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, İhni
Şihâb'daıı dinlediğim, onun da Abdü'l-Hamîd b. Abdirrah-man b. Zeyd b.
Hattab'dan, onun da Abdullah b. Abdillah b. Haris b. Nev-fel'den, onun da
Abdullah b. Abbas'dan naklen rivayet ettiği şu hadisi okudum. Ömer b. Hattâb
Şam'a gitmek üzere yola çıkmış. Serğ denilen yere vardığında onu ecnadiılar
(yâni) Ebû Ubeyde b. Cerrah ve arkadaşları karşılayarak Şam'da veba zuhur
ettiğini kendisine haber vermişler.
İbnü Abbas demiş ki:
Bunun üzerine Ömer : Bana iîk muhacirleri çağır! dedi. Ben de oniarı çağırdım,
kendileriyle istişarede bulundu. Ve Şam'da veba zuhur ettiğini onlara haber
verdi. Derken ihtilâfa düştüler. Bâzıları: Sen bir iş için yoİa çıktın, biz
ondan dönmeni nıünâsib görmüyoruz, dediler. Bâzıları da : Senin beraberinde
olanlar insanların bakıy-yesi ve ResûlÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'in
ashabıdır. Onları bu vebanın üzerine götürmeni münasib görmüyoruz, dediler.
Ömer (onlara) : Yanımdan -Lalkın! dedi.
— Bana
ensârı çağır! dedi.
Onları da çağırdım
ve kendileriyle istişare etti. Fakat onlar da muhacirlerin yolunu tuttular ve onlar gibi ihtilâf
ettiler. Ömer (onlara da) : Yanımdan
kalkın! dedi. Sonra :
— Bana Fetih muhacirlerinden buruda Ulunan
Kureyş ihtiyarlarını çağır! dedi. Onları
da çağırdım. Ama onun
yanında iki kişi
bile ihtilafa düşmedi. Ve :
— Biz insanları
geri döndürmeni, onları
bu vebanın üzerine
götür-meraeni münasib görüyoruz,
dediler. Bunun üzerine
Ömer cemaata seslendi :
— Ben sabahleyin hayvanin sırtındaydım. Siz de binin! Ebû
Ubeyde b. Cerrah :
— Allah'ın kaderinden kaçmak için mi? dedi.
Ömer :
— Bunu senden
başkası söylemeliydi yâ Ebâ Ubeyde!
dedi. (Ömer ona karşs gelmekten
çekinirdi.) Evet, Allah'ın kaderinden, Allah'ın kaderine kaçıyoruz. Ne
buyurursun. Senin develerin olsa da iki taraflı bir vadiye inseler, tarafların biri
verimli, diğeri çorak
olsa. verimli yerde ot-latsan Allah'ın kaderiyle otlatmış,
çorak yerde otlatsan da Allah'ın kaderiyse otlatmış olmaz miydin? dedi. Az sonra Abdurrahman b.
Avf geldi. Bir hacetine gitmişti. Ve :
— Bu hususta bende
bilgi var. Ben Resûiüüah (SaUallahü Aleyhi ve SeHemyi:
«Bir yerde taun
olduğunu işitirseniz, o yere gitmeyin! Bir yerde zuhur eder, sîz de orada
buiunursamz, ondan kaçmak için o yerden çrlcmaytntz!» buyururken işittim, dedi.
İbni Aî:bâs : «Bunun
üzerine Ömer b. Hattâb Allah'a hanı d etti. Sonra oradan
gitti.» demiş.
99- (...)
Bize İshâk b. İbrahim İle Muhammed b. Râfi' ve Abd b. Humeyd de rivayet
ettiler. İbni Râfi': Haddesenâ; ötekiler Ahberanâ tâbirlerini kullandılar.
(Dediler ki) : Bize Abdürrezzak haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer bu isnadla
Mâlik'in hadisi gibi haber verdi. Ma'mcr'in hadisinde şu ziyâde vardır :
(Dedi ki) : Ona şunu
da söyledi :
— Ne buyurursun! Verimli yeri bırakıp çorak
yeri otlatsa } unu onun beceriksizliğine
verir miydin?
— Evet!
cevâbını verdi.
— O halde
yürü, dedi. Ve
yürüdü, nihayet Medine'ye
geldi de :
— Mahal
yahut menzil inşaallah
burasıdır, dedi.»
(...) Bana
bu hadîsi Ebu't-Tâhir ile Harmele b. Yahya dahî rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki). Bana Yûnus, ibni Şihâb'dan bu isnadla
haber verdi. Yalnız o: «Gerçekten onu Abdullah b. Haris rivayet etmiş.» demiş.
«Abdullah b. Abdillah» dememiştir.
100- (...)
Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : MâUke İbni Şihâb'dan
dinlediğim, onun da Abdullah b. Âmir b. Rabîa'dan naklen rivayet ettiği şu
hadîsi okudum. Ömer Şam'a gitmek üzere yola çıkmış. Serğ denilen yere geldiği
vakit Şam'da veba zuhur ettiğini duymuş. Bunun üzerine ona Abdurrahman b, Avf,
Resûlüllah (Sallaîlah'û Aleyhi ve Seİtem)'m :
«Bir yerde veba zuhur
ettiğini işittiniz mi, onun üzerine gitmeyin. Bir yerde veba zuhur eder, siz de
orada bulunursanız, ondan kaçmak için o yerden çıkmayın!» buyurduğunu haber
vermiş. Ömer b. Hattnb da Serğ'-dan geri dönmüş.
İbni Şihâb'dan, o da
Salim b. AbdiIIah'dan naklen rivayet olunduğuna göre Ömer orduyu ancak
Abdurrahman b. Avf'ıiı hadîsinden dolayı döndürmüştür.
Bu hadîsi Buhârî ile
Nesâî «Kitahu't-Ttb»'da; Ebû Dâvud
«Cenâiz» bahsinde tahric etmişlerdir.
Hz. Ömer'in Şam
seyahati bir rivayette Hicretin 011 yedinci, diğer rivayete göre on sekizinci
yılındadır. Bundan maksadı halkın umumî ahvâHni ve âmirlerle memurları teftiş
idi. Bundan önce on altı tarihinde Hz. Ebû Ubeyde Beyt-i Makdis'i muhasara
ettiği vakit de teftişe çıkmış, Kudüslüler sulhu onunla yapacaklarını
söylemişlerdi.
Serğ: Şam'm Hicaz'a
giden yolu üzerinde bir köydür. Hz. Ebû Ubeyde 'nin fethettiği bir kasaba
olduğunu söyleyenler de vardır. Medîne'ye on üç konak mesafededir. Tebûk
yakınlarında olduğu söylenir. Hadîsin Buhâri rivayetinde Ehlü'LEcnâd yerine
Ümerâü'l-Ecnâd denilmiştir. Şu halde ordu kumandanları mânâsına gelen bu
terkibden murad Ebû Ubeyde b. Cerrah ile arkadaşları Hâlid b. Velîd'e, Yezid
b. Ebi Süfyan, Şurah bil b.
Hasene ve Amr b.
Âs 'dır.
Hz. Ebû Bekr memleketi
bu zevat arasında taksim etmiş. Harb işlerini Hz. Hâ1id'e vermişti. Biâhere
Ömer (Radiyailahu anh) bu işi ondan alarak Hz. Ebû Ubeyde'ye tevdî etmiştir.
Kitabımızdaki Ecnâd tâbirinden murâd Şâm'ın beş nâhiyesidir. Bunlar Filistin,
Ürdün, H u m s , Kınnısrin ve Dimeşk 'dir.
Serğ'da Hz. Ömer'e
haber verilen veba. Amvas Taunu nâmiyle ma'rufdur. İslâm'da zuhur eden ilk taun
budur. Bu taundan Şam'da otuz bin
kişinin telef olduğu rivayet edilir.
Hadîsteki ilk
muhacirlerden murad iki kıbleye karşı namaz kılanlardır. Bunlar kıblenin
Mescid-i Aksa olduğu devre yetişmiş, sonra Kabe'ye çevrildiğini de görmüş
insanlardır. Fetih Muhacirleri ile ya Mekke fethedildiği sene Medine'ye hicret
edenler, yahut o yıl müsliman olanlar kastedilmiştir. Bundan murad; Mekke 'nin
fethinden sonra hicret edenler de olabilir. Gerçi fetihden .sonra hicretin
hükmü kalmamışsa da şeklen Mekke 'den ayrılıp, Medine ve göçmek de bir hicrettir.
Görülüyor ki Hz. Ömer
istişare için çağırdıklarım fazilet ve rütbelerine göre sıraya koymuştur.
İstişare neticesinde geri dönmeyi teklif edenler çok olduğu ve teklifleri
ihtiyata daha muvafık bulunduğu için kabul etmiştir. Zâten kendi içtihadı da bu
idi. Hz. Abdurrahman'ın hadîsini işitince Allah'a hamd-ü .senada bulunması,
içtihadı hadis-i şerife uyduğu içindir.
Nevevî diyor ki :
«Müs1im’in Hz. Ömer ancak ve ancak Abdurrahman 'in hadîsinden dolayı geri
dönmüştür. Sözüne gelince : ihtimal ki Salim, Hz. Ö m e r 'in daha önceden geri
dönmek azminde olduğunu duymamıştır. Bu sözden Hz. Ömer ancak Abdurrahman'ın
hadîsini dinledikten sonra döndü mânâsı da kastedilmiş olabilir.»
Hz. Ömer 'in Ebû
Ubeyde 'ye verdiği cevâbın iki veçhe ihtimâli vardır. Birinci veçhe göre : «Bu
sözü senden başkası söyleseydi yâ Ebâ Uheyde, onu te'dîb ederdim. Çünkü
ekseriyetin bana uyduğu ic-tihadî bir meselede bana itiraz ediyorsun.»
demektir. İkinci veçhe göre : Bu sözü senden başkası söyleseydi şaşmazdım, ama
bunca ilim ve fazilet sahibi olduğun halde senin söylemiş olmana şaşarım,
manasınadır. Hz. Ömer bundan sonra Ebû Ubeyde 'ye sahih olduğunda kimsenin
şüphe edemiyeceği kıyası-celî delili ile cevap vermiştir. Bu cevâbın mânâsı
geri dönmek mukadderi değiştirir demek değildir. Ondan maksat Allah'ın
ihtiyatla emrettiğini, helak sebeplerinden kaçınmak lâzım geldiğini göstermektedir. Yoksa her
şey Allah'ın kaza ve
kaderiyle olur.
Ömer (Radiyallahu anh)
: «Allah beni bu insanların hasına getirmiştir. Binâenaleyh onlar hakkında
ihtiyatlı hareket etmem gerekir. İhtiyatı bırakırsam acze nispet edilir. Ve
cezaya müstehak olurum.» demek istemiştir. Hâsılı Hz. Ömer her şeyin Allah'ın
takdiri ile olduğunu, bunda dönmenin ve dönmemenin de dahil bulunduğunu,
bununla beraber ihtiyata riayet gerektiğini anlatmak istemiştir.
1- Hükümdar ahâlînin
ahvâlini görmek, zulüm varsa gidermek, sıkıntıda olanların başım çözmek, fesat
çıkaranları te'dib vesaire için bizzat ülkesini gezip dolaşabilir.
2- Ahâlinin
devlet reisini ve diğer büyükleri karşılamaya çıkması ve memleketlerinde, iyi
kötü olup bitenleri onlara haber vermesi
meş. rudur.
3- Yeni yeni
meydana gelen hâdiselerde ilim ve fikir adamları ile müşaverede bulunmak müstehabdır.
4-
Herkese derece ve mertebesine
göre muamelede bulunmak gerekir.
5- Ahkam
hususunda olduğu gibi. har hakkında da ictihad caizdir.
6- Haber-i
Vâhid makbuldür.
7- Kıyas
yapmak sahih ve onunla amel caizdir.
8- Âİimin
kendisine sorulmayan bir şeyi söylemesi caizdir.
9- Helake
sebep olacak şeylerden kannmak gerekir.
10- Tâunlu
ynre girmek ve ondan kaçmak için o yerden çıkmak memnudur.
101- (2220)
Bana Ebu't-Tâhir İle Harmele b. Yahya rivayet ettiler. Lâfız Ebu't-TAhir'indir.
(Dediler ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana
Yûnus haber verdi.
İbni Şihab dedi ki :
Bana da Ebû Seleme h. Abdirrahman Ebû Hü-reyre'den naklen rivayet etti ki:
Resûiüİlab (Sallallahü Aleyhi ve Selle
m}'.
«Hastalık bulaşması,
karın kurdu ve baykuş yoktur.» buyurduğu vakit bir
bedevi:
— Yâ Resûîallah! O
haîde develere ne oluyor ki, kumda geyik gibi oluyorlar da, uyuzlu deve gelip
aralarına geliyor ve hepsine uyuz bulaştırıyor, demiş.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Seliem) ;
«Ya birinciye kim bulaştırdı?» buyurmuşlar.
102- (...)
Bana Muhammed b. Hatim ile Hasen El-Hulvânî de rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Ya'kub (bu zat İbni İbrahim b. Sa'd'dır.) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
babam Sâlih'deıı, o da îbni Şihâb'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana
Ebû Seleme b. Abdirrahman ve başkası haber -verdi ki : Ebû Hüreyre şöyle demiş
: Gerçekten Resûiüllah ' SaitaUdh'i Aleyhi ve SeUem):
«Hastalık bulaşması,
teşe'üm, karın kurdu ve baykuş yoktur.» buyurdular. Bunun
üzerine bedevinin biri :
— Yâ Resûlaîlah!.. dedi.
Kavi Yûnus'un hadisi gibi rivayette bulunmuştur.
103- (...) Bana Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'l-Yeman, Şuayb'dan, o ila Zühri'deu
nakien
haber verdi. (Demiş ki) : Bana
Sinan b. Ebî Sinan Ed-Düelî haber verdi ki: Ebû Hüreyre şöyle demiş: Peygamber
(Sallaliahü A leyhi ve Sellem)
«Hastalık bulaşması
yoktur.» buyurdu. Bunun üzerine bir AraVînin biri ayağa kalktı...
Râvi Yûnus ile Salih'in
hadîsleri gibi anlatmıştır. Bir de Şuayb'dan, o da Zührî'den naklen rivayet
olunmuştur. Zührî demiş ki ; Bana Sâî'b b. Yezîd b. Uht-i Nemir rivayet etti
ki: Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):
«Hastalık bulaşması,
karın kurdu ve baykuş yoktur.» buyurmuşlar.
104- (2221)
Bana Efcu't-Tâhir ile Harmele rivayet ettiler. Lâfızda birbirlerine
yakındırlar. (Dediler ki) : Bize Ibni Vehb haber verdi, (Dedi ki) : Bana Yûnus
İbni Şihab'dan naklen haber verdi. Ona da Ebû Seleme b. Abdirrahman b. Avf
rivayet etmiş ki: Resûlülîah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):
«Hastalık bulaşması
yoktur.» buyurmuş ve yine rivayet etmiş ki : Re-•îûlüîiah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):
«Hasta develerin
sahibi sağlam develerin sahibi üzerine deve getirmez.» buyurmuşlar.
Ebû Seleme demiş ki : Ebû Hüreyre bunların ikisini de
Resûlülîah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)’dan rivayet ediyordu.
Bir zaman sonra Ehû Hüreyre :
«Hastalık
bulaşması yoktur.» sözünden sustu da :
«Hasta develerin
sahibi, sağlam develerin sahibi üzerine deve getirmez.» sözü üzerinde durdu.
Bunun üzerine Haris h. Ehî Zübab (Bu zât Ebû Hüreyre'nin amcası oğludur. Şunu
söyledi) : Ben seni işitiyordum. Yâ Ebâ Hüreyre! Bize bu hadîsle birlikte başka
bir hadis daha rivayet ediyordun, ondan sustun, diyordun ki : ResûlüIIah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Selle m):
«Hastalık bulaşması
yoktur.» buyurdu.
Ama Ebû Hüreyre bunu
bilmekten imtina etti. Ve : «Hasta develerin sahibi, sağlam develerin sahibi
üzerine deve getirmez.» dedi. Hâris'in bu husustaki görüşünü de kabul etmedi.
Nihayet Ebû Hüreyre kızdı ve Ha-heşçe mırıldandı. Müteakiben Haris':
— Biliyor musun ne dedim? diye sordu. Haris :
— Hayır!
dedi. Ebû Hüreyre :
— İmtina
ettim, dedi.
Ebû Seleme: Ömrüme
yemin olsun Ebû Hüreyre hize Resûîüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) :
«Hasfahk bulaşmasr
yoktur.» buyurduğunu rivayet ediyordu. Bilmiyorum Ebû Hüreyre mi unuttu, yoksa
iki sözden biri diğerini nesh mi etti? demiş.
105- (...)
Bana Muhammcd b. Hatim ile Hasen El-Hulvânî ve Abd b. Humeyd rivayet ettiler.
Abd : Haddesenî; ötekiler: Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) :
Bize Ya'kub (yâni İbni İbrahim b. Sa'd) rivayet etti. (Dedi ki) : Bana baham
Salih'den, o da İbni Şihab'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ebû
Seleme b. Abdirrahman haber verdi ki : Ebû Hüreyre'yi rivayet ederken dinlemiş.
Resûîüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Selle m):
«Hastalık bulaşması
yoktur.» buyurmuş, bununla beraber Yûnus'un hadîsi gibi : «Hasta develerin
sahihi, sağlam develerin sahihi Üzerine deve getirmez." diye
rivayet ediyormuş.
(...) Bize
bu hadîsi Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Ebu'I-Yeman haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayı), Züh-ri'deıı bu isnadla
bu hadîsin benzerini rivayet etti.
106- (2220)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbni Hucr rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize İsmail (yâni İbni Cafer) Alâ'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti ki : Kesûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem);
«Hastalık bulaşması,
baykuş, yıldız batması ve kar n kurdu yoktur.» buyurmuşlar.
107- (2222)
Bize Ahmed b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zü-heyr rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Ebü'z-ZÜbeyr, CâHr'den rivayet etti. H.
Bize Yahya b. Yahya da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hayseme, Ebıı'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den
naklen haber verdi. Câhîr ştiyle demiş : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem'1:
«Hastalık bulaşması,
teşe'üm, ve gûl yoktur.» buyurdular.
108- (...)
Bana Abdullah b. Hâşim b. Hayvan da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Behz
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd (bu zat Tüsterî'dir.) rivayet etti. Şöyle
demiş: Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi ve
SeJleın):
«Hastalık bulaşması,
gûi ve karın kurdu yoktur.» buyurdular.
109- (...)
Bana Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b. Ubâde rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Elnı'z-Zübeyr
haber verdi. Kendisi Câbir b. Abdülah'ı şöyle derken işitmiş: Ben Peygamber
(Sallallahu Aleyhi ve Sellsmyi:
«Hastalık bulaşması,
karın kurdu ve gûl yoktur.» buyururken İşittim.
Râvi diyor ki:
Ebu'z-Züheyr'i dinledim. Câbir'in kendilerine «Karın kurdu yoktur.» sözünü
tefsir ettiğini anlatıyordu. Ebu'z-Zübeyr dedi ki : «Safer karın demektir.»
Bunun üzerine Câbİr'e :
— Bu nasıl şey? dediler. Câbir :
— Karın
kurtları olduğu
söyleniyordu, dedi. Ama gulu
tefsir etmedi. Ebu'z-Zübeyr :
«Şu renkten renge giren gûl»
dedi.
Bu rivayetlerin
bâzılarını Buhârî iîe Tirmizî «Kitâbü't-Tibn'da; Nesai «Cenâiz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Adva : Hastalık
bulaşması demektir. Görülüyor ki Hz. Ebû Hüreyre bir müddel «Hastalık bulaşması
yoktur.» cümlesini hadis diye rivayet etmiş, sonra bundan vaz geçmiş. Sâdece
«Hasta develerin sahibi sağlam develerin sahibi üzerine deve getirmez.»
cümlesini rivayet etmiştir. Hattâ kendisine müracaat edildiği halde bu
cümlenin hadisten olduğunu itiraf edememiştir- Onun için de hadîsin
râvilerinden Ebû Seleme : «Bilmiyorum, Ebû Hüreyre mi unuttu, yoksa iki
kavilden bİrİ diğerini nesh mİ eîti?» demiştir. Ebû Seleme 'nin : «Onun bu hadîsten
başka bir hadîs unuttuğunu görmedim.» dediği de rivayet olunur.
Ulemâ, bu iki sahih
hadîsin aralarını bulmak vâcibdir, dememişlerdir. İki hadîsin araları şöyle
bulunmuştur :
. «Hastalık buiaşrnass
yoktur.» hadîsinden murad câhiliyet devrinden kalma itikadı yıkmaktır. O
devirde Araplar hastalığın Allah'ın fiilî ile dc-ğjl de, tabiatı icabı
bulaştığına inanırlardı. İşte, hastalık bulaşması yoktur, cümlesiyle bunlara
cevap verilmiş, her şeyde oiduğu gibi. hastalığın bulaşmasında da
Allah'ın fiili nazar-ı itibara
alınacağına; o yaratmazsa mahlûkatın
kendi kendine hiç bir şey yapamayacağına tenbih olunmuştur. Ka adiIyâz'in
beyânına göre ulemâ bu cümleden murad, onun söylenmesini veya itikad edilmesini
yasaklamaktır. Bir takımları cümlenin haber mânâsında olduğunu söylemişlerdir.
Yâni hastalık tabiatı icabı kendiliğinden geçmez, demektir.
«Hasta develerin
sahibi sağlam develerin sahibi üzerine deve getiremez.» cümlesine gelince :
Bundan murad da Allah'ın fiil w- irâctesi ile hâsıl olacak zarardan sakındırmaktir.
Çünkü hasta develer sağlamların aracına katıldığı vakit, hastalığı sağlamlarda
da halk etmek Allah'ın âdetidir. Cumhur ulemâya göre bu iki hadîsin araları bu
şekilde bulunmuştur. Hz. Ebû Hüreyre 'nin:
«Hastalık bulaşması
yoktur.» hadîsini unutması hükme tesir etmez. Çünkü curnhûr ulemâya göre
râvinin kendi rivayet ettiği bir hadîsi unutması, o hadîsin sıhhatine
dokunmaz. Bilâkis o hadîsle amel vâcib olur. Bir de aynı hadîsi Ebû Hüreyre
'den başka râviler rivayet etmişlerdir.
Ulemâdan bâzıları
hasta develer hadîsi; hastalık bulaşması yoktur hadîsiyle neshedilmiştir,
demişlerse de Neve vî bunun iki vecihle hata olduğunu söylemiştir.
1- Nesh için
hadîslerin tarihleri bilinmek ve nasihin mensuhdan sonra gelmesi şarttır.
Burada böyle birşey bilinememektedir.
2- Nesh
İddiası için iki hadisin aralarını bulmaya imkân olmamalıdır. Halbuki
burada İki hadîsin arası pekâlâ bulunmuştur.
Safer İki suretle
te'vil edilmiştir. Birinci te'vîle göre bundan murad Muharrem ayının hürmetini
Safer'e te'hir etmektir. Cahiliyet devrinde Araplar bunu yaparlar ve nesî*
ismini verirlerdi. Mâlik ile Ebû Ubeyde'nin kavilleri budur. İkinci te'vîle
göre Safer karında yaşayan bir takım kurtlardır. Cahiliyet devri itikadlarından
biri de budur. Araplar karın boşluğunda bir hayvanın yaşadığına, insan
acıktığı zaman o hayvanın heyecanlanıp, çok defa sahibini Öldürdüğüne
inanırlardı. Hatta bunu uyuz hastalığından daha bulaşıcı sayarlardı. Nevevî'nin
beyânına göre bu kelimenin sahîh tefsiri budur. Mutarrîf, İbni Vehb, îbni
Habib, Ebû Ubeyd ve diğer birçok ulemânın kavilleri de budur. Maamafih Nevevî
burada her iki tarafın kastedilmiş olabileceğini söylemekte ve her iki saferin
de bâtıl ve asılsız olduğunu bildirmektedir.
Hame dahî iki suretle
te'vîl edilmiştir. Birinci teVîle göre bundan murâd gece kuşlarından baykuştur.
Puhu kuşu olduğunu söyleyenler de vardır. Eski Araplarca bir evin üzerine
baykuş konarsa bu ev sahibinin veyahut o
aileden birinin yakında öleceğini
haber vermek demekti.
İmam Mâlik 'in tefsiri
budur. İkinci te'vîle göre cahiliyel devri Arapları ölen bir kimsenin
kemiklerinin veya ruhunun uçan baykuşa in-kılâb ettiğine inanırlardı. Ekser
ulemânın tefsiri budur. Nevevî bu iki tefsiri dahî vârid görmekte ve ikisinin
de bâtıl olduğunu bilmektedir. Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) bu gibi
şeylerin bâtıl olduğunu bildirmiştir. Bedevinin suâline de :
«O halde iik deveye
hastalığı kim geçirdi ?»diyerek belâğatin en yüksek derecesinde bir cevap
vermiştir. Çünkü başka bir deveden geçmiştir dese teselsül lâzım gelir.
Teselsül bâtıldır. Başka bîr sebeple geçmiştir dese îzâhı gerekir. Birinci
devede hastalığı kim îcâd etti ise? ikincisinde de o icâd etmiştir derse matlub
sabit olur. Çünkü hastalığı bütün develerde icâd eden Allah Teâlâ'dir.
Tıyera : Teşe'üm yâni
uğursuzluk yorumu demektir. Câhiliyet devri Arapları kuşlarla ve geyiklerle
teşe'ümde bulunur, bu da onları işlerinden aîıkordu. Şeriat bunu iptal ederek
yasaklamış, fayda celbinde veya zarar definde bunun hiç bir tesiri olmadığını
haber vermiştir.
Ncv' : Yıldız
batmasıdır. Araplar yağmurun yağmasını herhangi bir yıldızın batmasına veya
doğmasına bağlarlar. «Filân yıldızın batması bize yağmur getirdi.» derlerdi. Bu
hususta namaz bahsinde izahat vermiştik.
Gûl : Eski Arapların
itikadmca çeşitli renk ve kılıklara girerek insanlara görünen ve onları
yollarından sapıtıp helak eden bir nevi şeytandır. Kırlarda yaşar. Peygamber
(Saliallahü Aleyhi ve Sellem) bunu da iptal etmiştir. Cumhur ulemanın kavli
budur. Bir takım ulemâya göre halisin mânâsı gulu inkâr demek değil, sâdece
Arapların itikadını iptaldir. Gûl
yoktur.» cümlesinden murad : Gûl hiç kimseyi yolundan sapıtamaz, lemektir.
110- (2223) Bize Abd b. Humcyd rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Abürrezzâk rivayet
etti. (Dedi ki) :Bize Ma'mer,
Zühri'den, o da Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe'den naklen haher verdi ki
: Ebû Hüreyrc şöyle demiş : Ben Peygamber (SaÜallahü Aleyhi ve Sellem) 'i :
«Teşe'üm yoktur. Onun
en hayirhsı faldır.» buyururken işittim.
— Yâ Resûlallah! Fal
nedir? denildi.
«Bir hanginizin
işirîiği güzel sözdür.» buyurdular.
(...) Bana
Abdu'l-Melik b. Şuayb b. Ley s dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'l-Yeman
haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb haber verdi. Her iki râvi Zührî'den bu
isnadla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
Ükayl'in hadîsinde
«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den» ibaresi vardır, «işittim»
dememiştir. Şuayb'ın hadîsinde İse Ma'mer'in dediği gibi «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittim»
cümlesi vardır.
111- (2224)
Bize Heddâb b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hem-mam b. Yahya rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Katâde, Enes'den naklen rivayet etti ki: Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Hastalık bulaşması ve
teşe'üm yoktur. Ama fal güze! söz, iyi söz hoşuma gider.» buyurmuşlar.
112- (...)
Bize bu hadîsi Muhammed b. Müşenna ile İbni Beşşar da rivayet ettiler. (Dediler
ki) : Bize Muhammed b. Câfer haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Katâde'yi, Enes b. Mâlik'den,
o da Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellemı 'âvn naklen rivayet ederken dinledim :
«hastalık bulaşması ve
teşe'üm yoktur. Ama fal hoşuma gider.» buyurmuşlar. Enes demiş ki :
Fal nedir? diye soruldu :
«Güzel sözdür.» buyurdular.
113- (2223)
Bana Haccâc b. Şâir rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Mu-alla b. EseNİ rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'I-Aziz b. Muhtar rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Yahya b. Atik rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Sîrin Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti. Şöyle demiş : Resûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Hastalı bulaşması ve
feşe'üm yoktur. Ama güze! falı severim.» buyurdular.
114- (.....
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b- Harun rivâyet etti.
(Dedi ki) : Bize Hişâm b. Hassan, Muhammed b. Sîrin'den, o da Ebû Hüreyre'den
naklen haber verdi. Şöyle demiş : Resûlulllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Hastalık buluşması,
baykuş ve Jeşe'üm yoktur. Ama güze! falı severim.» buyurdular.
Bu rivayetleri Buhârî
«Kitâbü't-Tıb»'da tahric etmiştir.
Az yukarda da
görüldüğü gibi tetayyur teşe'üm yani uğursuzluğa ve kötüye yormağa de lir. Esas
itibariyle teşe'üm söz, fiil veya görülen bir şeyin kötüsü, sevilmeyeni
mânâsına geiir. Arablar kuşları ve geyikleri ürkütürler, hayvan sağ tarafa
giderse onunla tefaerrük eder, işlerine güçlerine veya yolların;, devam
ederler, sol tarafa giderse yapacakları şeyden dönerler, teşe'ümde > ani
uğursuzluk yorumunda bulunurlardı. Bu suretle birçok zamanlar yapa -akları
işlerden geri kalırlardı. Şeriat bunu yıkmış, men etmiş, zarar ve/a fayda
hususunda hiçbir tesiri olmadığını haber vermiştir. İşte teşe'üm yoktur
hadîsinin mânâsı budur. Başka bir hadîste ;
«Teşe'üm şirkdir.»
Duyurulmuştur. Yâni teşe'ümün fayda veya zarar
verdiğine inanmak
şirktir, demektir. Çünkü eanitiyyet devri Arabları teşe'ümün tesirine
inanırlardı. Bu şirktir.
Fala gelince: Peyga
fiber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu iyi söz, güzel söz diye tefsir
buyurmuştur. Ulemânın beyânına göre fal hem sevindirici, hem üzücü hususata
olabilirse de ekseriyetle sevinçte kullanılır. Teşe'ümse sadece üzücü ve kötü
hususatia olur. Yalnız mecazen bazı yerlerde sevinç mânâsında kullanılır.
Resûiüllah (Saitaliahü Aleyhi ve Seltem) in falı sevmesi netice itibariyle
Allah Teâlâ'dan bir hayır ve fâide ummayı gösterdiği içindir. Çünkü insan
kuvvetli veya zayıf bir sebepten dolayı Allah'tan bir fâide beklerse ümit
cihetinde hatâ etmiş bile olsa onun bu bekleyişi hayırdır. Fakat Allah'tan
tamamiyle ümidini keserse bu kendisi için şer olur. Teşe'ümde suizan ve belâyı
beklemek vardır. Meselâ; bacasına baykuş konan adam hanesinden birinin öleceği
zannına kapılır ve artık onu için için bekler durur. Falın misâli hastası olan
bir kimsenin dışardan birinin : Ey salim sözünü işiterek hayra yorması,
inşaallah bizim hasta da selâmete erer demesi yahut ihtiyaç sahibi birinin
dışardan bulan mânâsına gelen (Yâ Vâcid) sözünü işiterek hayra yorması ve içinden,
inşaallah aradığını buluyorum, demesidir.
Tenbih : Buradaki
faldan anlaşılan yalnız budur. Yâni bir işi hayra yormaktır. Fal denilince
zamanımızda her yerde âdet olan avuca bakmak, tasa bakmak, kahve fincanına
bakmak veya bu işi sanat edinen falcılara müracaat ederek işlerinin iyi gidip
gitmeyeceğine baktırmak gibi hurafeler fal değil, doğrudan doğruya kehânete
dâhildir. BunJara inanmak da küfürdür. Bu batı] itikad bazı çevrelerde o kadar
rağbet görmüştür ki : «Fala inanma! Fakat falsız da kalma!» sözü darb-ı mesel
olmuştur. Bu hususa din kardeşlerimizin nazarı dikkatlerini celbederiz.
115- (2225) Bize Abdullah
İı. Meslcme h. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mâlik b. Enes rivayet etti.
H.
Bize Yahya b. Yahya da
rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlike, İbni
Şihâb'-dain dinlediğim, onun da Abdullah b. Ömer'in iki oğlu Hamza ile Sâlim'den,
onların da Abdullah b. Ömer'den naklen
rivayet ettikleri şu hadîsi
okudum. Resûlüİlah (Salîailahü Aleyhi ve Seliem) :
«Uğursuzluk evde,
kadında ve attadır.» buyurmuşlar.
116- (...)
Bize Ehu't-Tâhir ile Harmele b. Yahya da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus İbuİ Şihâb'dan, o da Abdullah b.
Ömer'in iki oğlu Hamza ile Sâlim'den, onlar da Abdullah b. Ömer'den naklen
haber verdi ki : Resûlüİlah (Sailallahu Aleyhi ve Seliem):
«Hastalık bulaşması ve
teşe'üm yoktur. Uğursuzluk ancak üç şeydedir. Kadın, at ve evde!» buyurmuşlar.
(...) Bize
İbni Ebî Ömer de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Zührî'den, o da
Peygamber (Salalilahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti. H.
Bize Yahya b. Yahya ile
Amru'ıı-Nâkid ve Züheyr b. Harb da Süf-yân'dan, o da Zührî'den, o da Sâlim'den,
o da babasından, o da Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellemyden naklen rivayet
etti. H.
Bize Amru'n-Nâkıd dahî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yâ'kub b. İbrâhim b. Sa'd rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize babam Sâlih'den, o da İhni Şihab'dan, o da Abdullah b. Ömer'in iki
oğlu Salim ve Hamza'dan, onlar da Abdullah b. Ömer'den, o da Peygamber
(Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti. H.
Bana Abdü'l-Melik b.
Şuayb b. Leys b. Sa'd dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam dedemden
rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ukayl b. Hâ-lid rivayet etti. H.
Bize bu hadîsi Yahya
b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bişr b. Mufaddal, Abdurrahman b.
İshâk'dan naklen haber verdi. H.
Bana Abdullah b.
Afcdirrahman Ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'l-Yeman haber
verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb haber verdi.
Bu râvilerin hepsi
Zührî'den, o da Sâlim'den, o da bahasından, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Seltem)'den uğursuzluk hakkında Mâlik'in hadîsi gibi rivayette bulunmuşlar,
Yûnus b. Zeyd'den başka hiçbiri İîrni Ömer hadîsinde hastalık bulaşmasını ve
teşe'ümü anmamıştır.
117- (...)
Bize Ahmed b. Abdillah b. Hakem de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b.
Cafer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Ömer b. Muhammed b. Zeyd'den
rivayet etti. O da babasını İbni Ömer'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den naklen rivayet ederken dinlemiş :
«Eğer uğursuzluk
nâmına doğru h\v şey varsa (bu) afda, kadın ve evdedir.» buyurmuşlar.
(...) Bana
Harun b. Abdillah da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b. Ubâde rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Şu'be bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti. Ama (Hak) kelimesini söylemedi.
118- (...)
Bana Ebû Bekr b. İshâk dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Meryem
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Bilâl haber verdi. (Dedi ki) ; Bana
Utbe b. Müslim, Hamza b. Abdillah b. Ömer'den, o da babasından, naklen rivayet
etti ki : Resûlüllah (Sallallahü
A leyhi ve Sellem):
«Eğer bîr şeyde
uğursuzluk varsa (bu) atda, mesken ve kadındadır.» buyurmuşlar.
119- (2226)
Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mâlik Ebû
Hâzim'den, o da Sehl b. Sa'd'dan naklen rivayet etti. Sehl şöyle demiş;
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uğursuzluğu kastederek :
«Eğer varsa kadında, atta ve meskendedir» buyurdular.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Fadl b. Dükeyn rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm b. Sa'd Ebû Hâzim'den, o da Sehl b. Sa'd'dan, o
da Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen bu hadîsin mislini
rivayet etti.
120- (2227)
Bize bu hadîsi İshâk b. tbrâhim El-Hanzelî dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Haris, İbni
Cüreyc'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Ebu'z-Zübeyr haber verdi.
Kendisi Câbir'i Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen haber
verirken işitmiş:
«Eğer bir şeyde
(uğursuzluk) varsa (o da) hanede, hizmetçide ve attadır.» buyurmuşlar.
Bu rivayetlerden îbni
Ömer "hadîsini Buharı «Küâbü't-Tİb»'da, Seh1 hadîsini «Cihad» ve «Siyer»
bahsinde; aynı hadîsi Nesâî
«İşrâtü'n-NisâVda tahrîc etmişlerdir.
Ulemâ bu rivayetlerde
bildirilen üç şeyde uğursuzluk olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. İmam
Mâlik ile bir cemaata göre rivayetlerden murad : Zahirî mânâlardır. Allah
Teâlâ evi zarar veya ölüme sebep halkeder. Muayyen bir kadın ve at yahut
hizmetçi de Allah'ın kaza ve kaderiyle bazan helake sebep olabilir. Hadîsin
mânâsı: Bazan bu üç şeyde uğursuzluk hâsıl olur, demektir. Hattâbî ile diğer
birçok ulemâ bu rivâyetlerdeki üç şeyin memnu olan teşe'ümden istisna
edildiğine kail olmuşlardır. Yâni teşe'üm yasaktır. Yalnız içinde oturmaktan hoşlanmadığı
ev, beraberce yaşamaktan hoşlanmadığı kadın veya hoşlanmadığı at, hizmetçi gibi
şeyler olursa, bunlardan ayrılsın, demektir. Bâzıları: «Evin uğursuzluğu;
darlığı ve komşularının kötülüğünden ibarettir. Kadının uğursuzluğu
doğurmaması, gevezeliği ve şüpheli işler yapmasıdır. Atın uğursuzluğu üzerinde
harb edilememesi yahut fiatının pahalılığı; hizmetçinin uğursuzluğu ise kötü
ahlâklı olması, kendisine ısmarlanan şeylere kulak asmaması gibi şeylerdir.»
demişlerdir.
Aynî diyor ki: «Bu
babda sahîh olan mânâ : Teşe'ümün bütün nevileriyle nefiy ve iptal edilmesidir.
Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) in: «Teşe'üm yoktur.» buyurduktan
sonra *. «Uğursuzluk üç şeydedir.» buyurması câhiliyyet devrinin itikadını
hikâyedir. Çünkü o devirde Arab-lar bu üç şeyde uğursuzluk olduğuna
inanırlardı. Yoksa bu hadîs müslü-manlarm îtikadınca da bu üç şeyde uğursuzluk
vardır mânâsını ifâde etmeze
Bu rivayetlerin
bâzısında Resûlüllah (Salîallahii Aleyhi ve Sellem) 'in :
«Eğer uğursuzluk
nâmına bir şey varsa (bu) atta, kadında ve evdedir.» buyurmuş olması bizce bu
babdaki ihtilâfa meydan vermeyecek kadar açıktır. Çünkü hadîsin mânâsı şudur :
Eğer uğursuzluk nâmına bir şey sabit olsaydı şu üç şeyde sabit olurdu. Lâkin
uğursuzluk nâmına bir şey sabit olmamıştır. Binâenaleyh bunlarda da uğursuzluk
yoktur.
Hz. Âişe'nin bu hadîsi
işittiği vakit kızdığı ve üzerinden bir elbise parçasının havaya uçtuğu, diğer
bir parçasının da yere düştüğü rivayet olunur. Aişe (Radiyallahü anha) yemin ederek şunları
söylemiştir;
«Kur'ân'i Muhammed
(SaHallahü A leyhi ve Sellem) Je indiren Allah'a yemin olsun ki, Resûlüllah
(SallaUahu Aleyhi ve Sellem) bu sözleri asla söylememiştir. O ancak câhiliyyet
devri insanlarının bunlardan teşe'üm eder-diklerini söylemiştir.»
Kaadî Iyâz'm beyânına
göre bu babda ulemâdan bâzıları şunları söylemiştir : «Hadîslerde geçen bu
kısımlar bir araya getirilirse üç 'nevi hâsıl olur. Birincisi : Zarar
kendisiyle hâsıl olmayan ve âmmenin hâssanın âdetini de teşkil etmeyen kısım
ki buna iltifat edilmez. Şeriat da buna kıymet vermeyi yasak etmiştir. Bu
tıyera yâni teşe'ümdür. İkincisi : Nadiren vuku bulan ve umumî zarara sebep
olan kısımdır. Taun gibi. Onun bvlunduğu yere gidilmez ve o yerden çıkılmaz.
Üçüncüsü hususîdir. Ev, at ve kadın gibi. Ki : Böylelerinden kaçmak mubahtır.»
121- (537)
Bana Ebu't-Tâhir ile Harmele b. Yahya rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni
Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihab'dan, o da Ebû Seleme b.
Abdirrahman b. Avf'dan, o da Muâviye b. Hakem Es-Sülemî'den naklen haber verdi.
Muâviye şöyle demiş : Ben :
— Yâ Resûlüllah! Bir takım şeyleri biz
câhiliyyet devrinde yapıyorduk, kâhinlere gidiyorduk, dedim.
«Artık kâhinlere
gitmeyin!» buyurdu. Ben:
— Teşe'ümde bulunuyorduk, dedim.
«Bu sizden birinizin
nefsinde bulduğu bir şeydir. Sakın size mâni olmasın!» buyurdular.
(...) Bana Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) :
Bana Huceyn (yâni İbni Müsennâ) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys Ukayl'den
rivayet etti. H.
Bize İshâk b. İbrahim
İle Abd b. Humeyd de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdürrezzâk haber
verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber verdi. H.
Bize Etû Bekr b. Ebî
Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şebâ-be b. Sevvâr rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize İbni Ebî Zi'b rivayet etti. H.
Bana Muhammed b. Râfi'
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İshâk b. İsa haber verdi. (Dedi ki) : Bize
Mâlik haber verdi. Bu râvilerin hepsi Zührî'den bu isnadla Yûnus'un hadîsi
mânâsında rivayette bulunmuşlardır. Yalnız Mâlik kendi hadîsinde tsşe'ümü
zikretmiştir. Ama onda kâhinler zikredilmemiştir.
(...) Bize
Muhammed b. Sabbâh ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe dahî rivayet ettiler. (Dediler
ki) : Bize İsmail (bu zât İbni Uleyye'dir) Haccâc Es-Savvâfdan rivayet etti. H.
Bize İslıâk b. İbrahim
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsâ b. Yûnus haber verdi. (Dedi ki) : Bize
Evzâî rivayet etti. Her iki râvi Yahya b. Ebî Kesîr'den, o da Hilâl b. Ebî
Meymûne'den, o da Atâ' b. Yesar'dan, o da Muâviye b. Hakem Es-Sületnî'den. o da
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemi'den naklen, Ztihrî'nin Ebû Seleme'den, onun
da. Muâviye'den rivayet ettiği hadîs mânâsında rivayette bulunmuşlardır. Yahya
b. Ebî Kesîr'in hadîsinde şu ziyâde vardır : «Dedi ki: Ben bizden de bir takım
adamlar var ki. hat çiziyorlar, dedim. Buyurdular ki : Peygamberlerden bir
Peygamber hat çizerdi. İmdi kimin hattı onunkine uyarsa onun gibi olur.» '
Kâhin, gâibden haber
verdiğini iddia eden kişidir. Bu hususta kitabımızın namaz bahsinde söz
geçmişti. Kaadî Iyâz'm beyânına göre Arablarda üç kısım kâhinlik vardı. Birinci
kısım kâhinin cinlerden bir dostu olup gökyüzünden çaldığı haberleri ona
verirdi. Bu kısım Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seiîem)'in gönderilmesiyle
bâtıl olmuştur. İkinci kısım kâhine cİnnî yeryüzünde olup bitenleri uzakta ve
yakında vuku bulan gizli şeyleri haber verirdi. Nevevî : «Bu kısmın mevcut olması
ihtimalden uzak değildir.» diyor. Mu'tez i1e taifesi ile kelâm ulemâsından
bâzıları bu iki nevî kâhinliği kabul etmemiş; muhalattan saymışlardır. Nevevî:
Bunda muhal sayacak ihtimalden uzak görecek birşey yoktur. Lâkin insanlar bu
kâhinleri tasdik ve tekzîb ederler. Yasak olan onları dinlemek ve tasdik
etmektir.» diyor. Üçüncü kısım kâhinler müneccimlerdir. Bunlar yıldızlara
bakarak bir takım hükümler çıkarmaya çalışırlar. Nevevî bu hususta şunları
söylemektedir : «Bu nevîde Allah Teâlâ bazı kimselere bir gûna kuvvet halkeder.
Lâkin burada yalan galibdir. Arraflık denilen fen de bunda dâhildir. Arraf :
Hâdisâta.bir takım mukaddime ve sebeplerle istidlal eden ve hâdisâtm meydana
geleceğini bunlarla bildiğini iddia eden kimsedir...
Bu kısımların hepsine
kehânet denilir. Ve şeriat hepsinin yalan olduğunu meydana çıkarmış, kâhinleri
dinleyip, tasdik etmeyi yasak etmiştir.» Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Settem) 'in Hz. Muâviye'ye': «Bu sizden birinizin nefsinde bulduğu bir şeydir.
Sakın sîze mâni ol-masinl» diyerek
verdiği cevâbın mânâsı: Âdete göre sizin içinize uğursuzluk diye bir şey
siner. Ama siz buna bakmayın, niyet ettiğiniz işten geri kalmayın, demektir.
Tenbih :
Astronomi ve kozmoğrafya gibi gökteki varlıklardan bahseden ilimlerin
kehânetle bir ilgisi yoktur.
Hat çizmekten murad
reml'dir. Hat çizen Peygamberlerin kim olduğu ihtilaflıdır.
Bazıları Danya1 , bir takımları
daIdris (Aleyhisselâm) olduğunu söylemişlerdir.
«Kimin hattı onunkine
uyarsa onun gibi olur.» cümlesinden
murad:
Bazen onun hatjına
isabet edileceğini haber vermektir. Yoksa onun hattına isabet ederse caiz olur
demek değildir. Nitekim remi ve nücûm gibi bâzı fenler bâzı peygamberlere
mucize olarak verilmiş, sonra bunlar şeriat tarafından men edilmişlerdir.
Hadîsin bu kısmı hakkında namaz bahsinde izahat verilmişti.
122- (2228)
Bize Ahd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrezzâk haber verdi.
(Dedi ki) : Bize Ma'mer Zührî'den, o da Yahya b. Urve b. Züheyr'den, o da
babasından, o da Âİşe'den naklen haber verdi. Âişe şöyle demiş : Ben :
— Yâ Resûlallah!
Kâhinler bize bir şey söyler de onu hakikat bulurduk, dedim.
«Bu doğru olan sözdür,
onu cinni kapar da velîsinin kulağına atar; ona yüz tane de yalan katar.» buyurdular.
123- (...)
Bana Seleme b. Şebîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ha-sen b. A'yen rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kil (bu zât İbni Ubeydil-lah'dır) Zührî'den rivayet
etti. (Demiş ki) : Bana Yahya b. Urve hafcer verdi ki: Urve'yi şöyle derken
işitmiş : Âişe şunu söyledi:
— Bir takım insanlar Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemj'e kâhinleri sordular, Resûlüllah (Sallallahil Aleyhi ve
Scllem) de onlara :
«Kâhinler bir şey
değildirler.» cevâbım verdi.
— Yâ Resûlallah! Onlar hazan birşey söylüyorlar
da hakikat çıkıyor, dediler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
«Bu söz cinlerdendir.
Cinni onu kapar da velîsinin kulağına tavuğun gıdaklaması gibi gıdaklar. 8u
suretle ona yüz yalandan daha fazlasın? karıştırırlar.» buyurdular.
(...) Bana Ebu't-Tâhir de rivayet ttfti. (Dedi ki) : Bize
Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Muhammed b. Amr, İbni
Cüreyc'-den, o da İbni Şihab'dan naklen bu isnadla Ma'kıl'ın Zührî'den rivayeti
gibi haber verdi.
124- (2229)
Bize Hasen b. Ali El-Hulvânî ile Abd b. Humeyd rivâyet ettiler. Hasen: Bize
Ya'kub rivayet etti, dedi. Ya'kub (Demiş ki) : Bize babam Sâlih'den, o da İbni
Şihab'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ali b. Hüseyn rivayet etti ki:
Abdullah b. Abbas şunları söylemiş: Bana Peygamber (Saîlaîlahü Aleyhi ve
Sellem) 'in ashabından ensar-dan bir zat haber verdi ki, kendileri bir gece
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyie birlikte otururlarken bir yıldız
göçmüş ve ortalık aydınlanmış. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Seîlem) onlara:
«Böyle bir şey göçtüğü
vakit cahiliyye devrinde ne derdiniz?» diye sormuş.
— Allah ve Resulü bilir. Biz bu gece büyük bir
adam doğdu ve bu gece büyük bir adam öldü derdik, cevâbım vermişler. Kesûlüllah
(Sailaliahü Aleyhi ve Seliem):
«Yıldız ne bir
kimsenin ölümü için göçer, ne de hayatı için. Lâkin Rab-bimiz Tebâreke ve Teâlâ
bir şey takdir buyurdu mu arşı taşıyan melekler teşbih eder. Arkasından
onlardan sonra gelen gök ehli teşbih öder. Tâ ki fcsbih şu alt semânın
sakinlerine ulaşır. Sonra arşı taşıyanların arkasından gelenler arşı
taşıyanlara :
— Rabbİniz
ne buyurdu? diye sorarlar. Onlar da
ne buyurduğunu kendilerine haber
verirler. Böylece semâvât sakinleri birbirleriyle
haber-leşir, nihayet haber şu alt semâya ulaşır. Ve cinler işitilen!
kaparak onu velîlerine aktarır ve bu yıldızla taşlanırlar. Olduğu gibi
getirdikleri (haber) haktır. Lâkın onlar ona yalan karıştırırlar ve ziyâde
ederler.»
(...) Bize
Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Velid b. Müslim rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ebû Amr'Evzâî rivayet etti. H.
Bize Ebu't-Tâhir ile
Harmele de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi
ki) : Bana Yûnus haber verdi. H.
Bana Seleme b. Şebib
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasen b. A'yen rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Ma'kıl (yâni İbni Ubeydillah) rivayet etti.
Bu râvilerin hepsi
Zührî'den bu isnadla rivayette bulunmuşlardır. Şu kadar var ki Yûnus :
«Abdullah b. Abbas'dan rivayet olunmuştur. (Demiş ki) : Bana Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Seilcm) 'in ashabından ensar-dan bir takım adamlar haber
verdi.» demiştir. Evzâî'nin hadîsinde : «Lâkin ona yalan karıştırırlar ve
ziyâde ederler.» Yûnus'un hadîsinde ise : «Lâkin onlar ona ilâve ve ziyâde
ederler.» denilmiştir. Yûnus'un hadîsinde şu ziyâde de vardır : «Allah buyurdu
ki: Nihayet kalblerinden korku giderilince :
— Rabbiniz ne buyurdu? diye sorarlar. (Onlar da) :
— Hakkı söyledi, derler.» [6]
Mâkıl'm hadîsinde ise
Evzâîrnin dediği gibi: «Lâkin onlar bu habere yalan karıştırır ve ziyâde
ederler.» cümlesi vardır.
Cinnînin semâdan
kaptığı sözü velîsi yâni dostu olan kâhine tavuğun gıdaklamasına benzer bir
şekilde aktarmasını Hattâbî ile diğer bâzı âlimler şöyle izah etmişlerdir:
«Cinnî işittiklerini kâhinin kulağına söylerken onu diğer şeytanlar da
işitirler. Nitekim tavuk arkadaşlarına bir şey bulduğunu sesiyle bildirir.
Onlar da ona cevâp verirler. Burada bir
vecih daha var ki o da
şudur: Rivayet yâni şişenin şırıltısı gibi şeklinde olabilir. Bu takdirde
cinnî kâhinin kulağına sürahideki suyun çıkardığı ses gibi şırıltılı bir sesle
söyler demek olur.»
125- (2230)
Bize Muhammed b. Müsennâ El-Anezî rivayet etti. .(Dedi ki) : Bize Yahya (yâni
İbni Saîd) Ubeydullah'dan, o da Nâfi'den, o da Saflyye'den, o da Peygamber
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in bir zevcesinden, o da Peygamber (Sallallahii
Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti:
«Her kim bir ar rafa
gelir de ona bir şey sorarsa, kırk gecelik namazı kabul olunmaz.» buyurmuşlar.
Arrâfın kâhinlerden
sayıldığını yukarda görmüştük.
Ibni Esir Arrâf gibi
bildiğini iddia eden müneccim -yahut kâhindir. Halbuki bu ilmi Allah kendine
tahsis etmiştir, demiş. Hattâ-b î ve başkaları ise şöyle tarif etmişlerdir :
Arrâf, çalınan ve kaybolan malın yerini bulacağını iddia eden kimsedir.
Arrâfa bir şey soran
kimsenin namazının kabul edilmemesinden mu-rad sevabının yokluğudur. Namazı
iade etmesi gerekmez. Nitekim gasbe-dilen bir yerde namaz kılmak mekruhtur.
Fakat kazası îcâb etmez. Bu hususta ulemâ müttefiktirler.
126- (2231)
Bize Yahya b, Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hür şeym haber verdi. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şerik b. Abdillah ile Hüşeym b. Beşir,
Ya'Ia b. Atâ'dan, o da "Amr b. Şerid'den, o da babasından naklen rivayet
etti. Şöyle demiş : Sekıf hey'etinin içinde cüzzamlı bir adam vardı. Peygamber
(Sallaîlahü Aleyhi ve Selîem) ona:
«Biz senin bey'atını
yaptık, sen don!» diye haber gönderdi.
Bu hadîs Buh âr î 'nin rivayet ettiği: .
«Cüzzamlıdan aslandan
kaçar gibi kaç!» hadîsine muvafıktır. Keza az yukarda geçen :
«Hasta develerin
sahibi, sanlnm develerin sahibi üzerine deve getiremez.» hadîsine de muhalif değildir.
K a a d 1 lyâz'ın
beyânına göre cüzzamlı kıssası hakkında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seüent) 'den muhtelif hadîsler rivayet olunmuştur. Zikrettiğimiz iki hadîsten
mâda da Câbir ve Âiçe (Radîyallahû anhüma) 'dan hadîsler rivayet olunmuştur. Hz.
Câbir hadîsinde :
«Peygamber (SallallahÜ
Aleyhi ve Sellem) cüzzomli İle birlikte yemek yedi ve ona : "Allah'a
güvenerek ve ona tevekkül ederek ye!" buyurdu.» denilmektedir. Bundan
dolayı Hz. ö m e r-'le diğer bazı Selef ricali mec-zumlu ile beraber yemek
yenilebileceğine ve ondan kaçınma hususundaki emrin neshedildiğine kail
olmuşlardır.
Nevevî diyor ki:
«Ekser ulemânın kail olduğu vecihle sahih olan ve kabulü gereken kavil sudur
ki; burada nesih yoktur. Belki iki hadîsin arasını cem etmek ve cüzzamlıdan
sakınma emrini vucûba değil de İs-tihbab ve ihtiyat mânâsına hamletmek gerekir.
ResûlüUah (Sallallahü Alevhi ve Sellem) in cüzzamlı ile beraber yemek yemesi
ise caiz olduğunu göstermek içindir.»
Bazı ulemâ bu ve
benzeri hadîslerle istidlal ederek kocası cüzzamlı olan kadına nikâhı fesh
hususunda muhayyerlik isbat etmişlerdir. Kaadî
îyâz'in beyânına göre cüzzamlı bir kimse mescide gitmekten ve kalabahk
insanlar arasına karışmaktan men edilir. Yalnız cuma namazına gidebilir.
127- (2232)
Bize Ebû Bekr b. Etî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde b. Süleyman ile İ'cni
Nümeyr, Hişam'dan rivayet ettiler. H.
Bize Ebû Küreyb de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişam
babasından, o da Âişe'den naklen rivayet eUi. Âişe şöyle demiş: Rcsûlüllah
(Saİlaîlahü Aleyhi ve Sellem) iki çizgili yılanın öldürlmesini emir buyurdu.
Çünkü o gözü kapar ve gebeliğe dokunur.
(...) Bize
bu hadîsi İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze Ebû Muâviye haber
verdi. (Dedi ki) : Bize Hişam bu isnadla haber verdi ve ebterle iki çizgili
dedi.
128- (2233)
Bana Amr b. Muhammed En-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne
Zührî'den, o da Sâlim'den, o da babasından, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen
rivayet etti:
«Yılanları ve iki
çizgili ile ebteri öldürün. Çünkü onlar cenîni düşürür; gözü kaparlar.»
buyurmuşlar.
Râvi demiş ki: İbnü
Ömer bulduğu her yılanı öldürüyordu. Derken Ebû Lübâbe b. Abdil-Münzir yahut
Zeyd b. Hattâb onu bir yılan kovalarken gördü de gerçekten evlerde yaşayan
yılanların öldürülmesi yasak edildi, dedî.
129- (...)
Bize Hâcib b. Velid de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Harb
Zübeydî'den, o da Zührî'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana SâHm b.
Abdillah, İbni Ömer'den naklen haber verdi. İbni Ömer şöyle demiş: Ben
Resûlüllah (Saİlallahü Aleyhi ve Seltem) 'i köpeklerin öldürülmesini emrederken
işittim:
«Yılanlarla köpekleri
öldürün, iki çizgili yılanla ebteri de öldürün. Çünkü onlar gözü kapar ve
gebelere çocuk düşürtürler.» buyuruyordu.
Zührî demiş ki: Biz
bunu bu iki yılanın zehirlerinden zannediyoruz. Allah daha iyi bilir.
SâHm şunu söylemiş :
Abdullah b. Ömer dedi ki : Artık ben bir yılan gördüm mü onu öldürmeden
bırakmaz oldum. Bir gün ben evlerde yaşayan yılanlardan birini kovalarken
yanımdan Zeyd b. Hattâb yahut Efcû Lübâbe geçti. Ben (hâlâ)
yılanı kovalıyordum.
— Yavaş ol yâ Abdellah! dedi. Ben :
— Resûiüllah (Saliallahii Aleyhi ve
Sellem) onların öldürülmesini
emir buyurdu, dedim.
— Resûiüllah (Saliallahii Aleyhi ve
Sellem) evlerde yaşayanları
öldürmekten nehıy buyurdu, dedi.
130- (...)
Bana bu hadîsi Harmele b. Yahya da rivayet etti, (Dedi ki) : Bize İbni Vehb
haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus haber verdi. H.
Bize Abd b. Humeyd
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize
Ma'mer haber verdi. H.
Bize Hasen EI-Hulvânî
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'kûb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam
Sâlih'den rivayet etti.
Bu râvilerin hepsi
Zührî'deıı bu isnadla rivayette bulunmuşlardır. Yalnız Sâlİh şöyle demiştir :
«Tâ ki beni Ebû Lübâbe b. Abdi'l-Münzir ile Zeyd b. Hattâb gördüler de
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı) evlerde yaşayan yılanları öldürmeyi
yasak etti, dediler.»
Yûnus'un hadîsinde:
«Yılanları
öldürün!» cümlesi vardır.
«İki çizgili ile
ebteri...» dememiştir.
131- (...)
Bana Muhammed b. Rumh da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys haber verdi. H.
Bize Kuteybe b. Saîd
dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Leys Nâfi'den rivayet etti
ki, Ebû Lübâbe mescide yaklaşmak için evinde kendisine bir kapı açması
hususunda İbni Ömer'le konuşmuş. Derken hizmetçiler bir küçük yılan derisi
görmüşler. Abdullah : Onu yakalayın ve öldürün, demiş. Ebû Lübâbe ise : Onu
öldürmeyin! Çünkü Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evlerdeki küçük
yılanları öldürmekten nehiy buyurdu, demiş.
132- (...)
Bize Şeybân b. Ferruh da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr b. Hâzim rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Nâfi' rivayet etti. (Dedi ki) : İbni Ömer bütün
yılanları Öldürüyordu. Nihayet bize Ebû Lübâbe b. Ab-di'I-Münzir El-Bedrî, Resûlüllah
(Sallallahü Alevhi ve Seliem) 'in ev yılanlarını öldürmekten nehiy buyurduğunu
söyledi. O da vaz geçti.
133- (...)
Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya (Bu zât
Kattan'dır) Ubeydullah'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Nâfi' haber verdi.
Kendisi Ebû Lübâbe'yi İbnü Ömer'den naklen haber verirken işitmiş ki,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) ufak yılanların öldürülmesini yasak
etmiş.
134- (...) Bu hadîsi bize İshâk b. Musa El-Ensârî de rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Enes b. Iyâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah,
Nâfi'den, o da Abdullah b. Ömer'den, o da Ebû Lübâbe'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'den naklen rivayet etti. H.
Bana Abdullah
b. Muhammed b.
Esma' Ed-Dubaî de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Cüveyriye, Nâfi'den, o da Abdullah'dan, naklen rivayet etti. Ona da Ebû Lübâbe
haber vermiş ki: Resûlüllab (SallallahüAleyhi ve Seliem) evlerdeki küçük
yılanların öldürülmesini yasak etmiş.
135- (...)
Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dü'1-Vehhâb (yâni Sekafî)
rivayet etti. (Dedi ki) : Yahya b. Saîd'i şunu söylerken işittim : Bana Nâfi'
haber verdi. Ki: Ebû Lübâbe b. Abdil-Münzir EI-Ensârî —Bu zâtın evi Küba'da
idi. Sonra Medine'ye taşındı.— Bir defa beraberinde Abdullah b. Ömer olduğu
halde oturmuş kendine bir dehliz açarken ansızın evlerde yaşayan bir yılan
görmüşler ve onu öldürmek istemişler. Bunun üzerine Ebû Lübâbe evlerde yasayan
yılanları kastederek : Gerçekte bunları öldürmek yasak edildi. Ebter ile iki
çizgiliyi öldürmek ise emir buyuruldu, demiş. Bu iki yılanın gözü kör
ettikleri, kadınların çocuklarını düşürttükleri söylenir.
136- (...)
Bana İshâk b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Cehdam haber
verdi. (Dedi ki) : Bize İsmail (bu zât bizce İbni Cafer'dir.) Ömer b.
Nâfi'den, o da babasından naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Bir gün Abdullah b.
Ömer kendine ait bir yıkıntının yanında bulunuyordu. Derken bir yılan
parıltısı gördü ve bu yılanı takib ederek öldürün, dedj, Ebû Lübâbete'l-Ensârî:
— Ben Resûlüllah
(Saltallahü Aleyhi ve Sellemj'i evlerde olan küçük yılanların Öldürülmesini
yasak ederken işittim. Yalnız ebterle iki çizgilisi müstesna. Çünkü onlar gözü
kör eder ve kadınların karınlarındaki ceninleri araştırırlar.
(...) Bize
Harun b. Saîd £1-Eylî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Üsâme rivayet etti. Ona da Nâfi' rivayet etmiş ki : İbni
Ömer, Ömer b. Hattâb'ın evinin yanındaki köşkte bir yılan gözetirken yanına JLübâbe uğramış...
Râvi Leys b. Sa'd'ın
badîsi gibi rivayette bulunmuştur.
137- (2234)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe Ebû Küreyb ve İshâk b. İbrahim
rivayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. Yahya ile İshâk ahberana; ötekiler
haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Ebû Muâviye A'meş'den, o
da İbrahim'den, o da Esved'den, o da Ab-dullah'dan naklen rivayet etti.
Abdullah şöyle demiş : Peygamber (Saltaiiahü Aleyhi ve Setlem) 'le birlikte
mağarada idik. Ona mürselât sûresi indirilmiş, biz de bu sûreyi onun ağzından
taze taze alıyorduk. Birden üzerimize bir yılan çıktı:
«Onu öldürün.» dedi.
Biz de öldürmek için davrandık, fakat yılan bizden önce kaçtı. Bunun üzerine
Kesûlüllah (Sailaitahü Aleyhi ve Seiİem) :
«Allah sizi onun
şerrinden koruduğu gibi, onu da sizin şerrinizden korudu.» buyurdular.
(...) Bize
Kuteybe b. Said ile Osman b. Ebî Şeybe de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Cerîr A'meş'den bu isn^dla hu hadisin mislini rivayet etti.
138- (2235)
Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs (yâni İbni Gıyas) rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize A'mes İbrahim'den, o da Esved'den, o da AbduIIah'dan
naklen rivayet etti ki : Kesûlüîîaa (SallaliahU Aleyhi ve Sellem) Mina'da
ihramh bir hacıya bir yılanı öldürmesini emir buyurmuş.
(2234) Bize
Ömer b. Hafs b. Gıyas rivayet elti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize A'meş rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbrahim, Esved'den, o da
Abdullah'daıı naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Bir defa Hz
Kesıilüüah (Salla'lahü Aleyhi ve Sellem/\e birlikte bir mağarada iken...
Kavi, Cerîr'ie
Ebû Muâviye'nİn hadîsi gibi
rivayette bulunmuştur.
139- (2236)
Bana Ebu't-Tâhir Ahmed b. Amr b. Şerh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah
b. Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Mâlik b. Enes, Sayfî'den —Bu zât bizce
İbııi Eflah'ın âzâtlısıdır.naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Hişam b.
Zührc'niıı azatlısı Ebu's-Sâib haber verdi ki : Kendisi Ebû Saîd'i Hudrî'nin
evinde yanına girmiş. (Demiş ki) : Onu namaz kılarken buldum ve oturarak
namazını bitirinceye kadar onu bekledim. Derken evin bir tarafında çatıdaki
çubuklar arasında bir kıpırtı işittim de bakındım. Ne göreyim bir yılanmış.
Hemert öldürmek için üzerine sıçradım. Fakat Ebû Said bana otur diye işaret
etti. Ben de oturdum. Namazdan ayrıldıktan
sonra hânesindeki bir eve
işaret ederek:
— Şu evi
görüyor mu?.un? dedi,
— Evet!
cevâbını verdim.
— Bunda
bizden yeni evlenmiş
bir genç vardı. Derken
Resûlüllah (Sallaliahu Aleyhi ve Sellem)e birlikte hendek gazasına
çıktık. Bu genç günün yarısında
Resûlüllah (Sallaliahu Aleyhi ve Sellem) 'den
izin alarak evine dönüyordu. Bir
gün yine ondan
izin aldı. Resûlüllah
(Sallaliahu Aleyhi ye Seilem) ona :
«Üzerine silâhım ali
Çünkü Kureyza'nın sana düşmanlık edeceğinden korkarım.» dedi. Adam da silâhını
aîdi. Sonra evine döndü. Bir de ne görsün karısı iki kapının arasında ayakta
değil mi! Hemen süngüsü ile onu vurmak
için üzerine yürüdü.
Kıskançlığı kabarmıştı. Kadın
ona :
— Yapma!
Süngünü çek! Eve
gir de beni
dışarıya ne çıkardı
bîr gör! dedi. O da girdi. Bir de
baktı ki büyük bir yılan!.. Döşeğin üzerine kıvrılmış yatıyor! Hemen süngü ile yılanın üzerine vararak onun
işini bitirdi. Sonra dışarı
çıkarak süngüyü avluya
dikti. Derken yılan
üzerine atıldı. Artık hangisi
çabuk öldü. yılan
mı, yoksa genç
mi? Bilinemedi, Biz hemen
HcsûlüUahfSalîallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek bunu kendisine anlattık ve :
— Allah'a
dua et, onu bizim için diriltsin!
dedik. «Arkadaşınız için istiğfar edin!» buyurdu. Sonra şunu ilâve
etti :
«Gerçekten Medine'de
müslümen olmuş cinler vardır. Onlardan birini görürseniz, kendisine üç gün
ihtarda bulunun. Şâyeî bundan sonra size iyine) görünürse onu Öldürün!
Çünkü o bir şeytandır.»
140- (...)
Bana Muhammed b. Kâfi' de rivayet etli. {Dedi ki) : Bize Vehb b. Cerîr b. Hâzim
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Esma' b. Ubeydi
Sâib denilen bir adamdan rivayet ederken dinledim. Bizce bu zât Ebû Sâib'dir.—
(Demiş ki) : Ebû Saidi îludri'-nin yanma girdik. Otururken bir ara yatağının
altında l.ir kıpırtı işittik de baktık.
Ne görelim!.. Bir
yıhmmış!..
Râvi hadîsi kıssasıyle
Mâlik'in Sayfî'Jen rivayet ettiği badis gibi nak-letmiştir. O bu hadîste şunu
da söylemiştir : «Bunun üzerine Resûlülfah (Sallallahü Aleyhi ve SctU'nıj:
«Gerçekten bu evlerin
yılan sakinleri vardır. Onlardan birini görürseniz üzerine üç defa zorlama
yapın; giderse ne âlâ.. Aksi ta!:dirde onu Öldürün! Çünkü
o bir kâfirdir.»
dedi. Yanındakilere de :
«Gİdin arkadasmîzı
defnedin.» buyurdu.»
141- (...)
Bize Zübeyr b. Har'» da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd, İLni
Aclan'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Sayfî, Ebu's-Sâib'dcıı, o da Ebû
Sâîdi Hudrî'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ebû Saîd'i şunu
söylerken işittim: Kcsûlüllalı
(Sallallahü Aleyhi ve Selle/n}:
«Şüphesiz ki Medine'de
cinlerden müslüman olmuş bir taife vardır, imdi her kim bu yılanlardan bîr şey
görürse ona üç defa İhtarda bulunsun, ondan sonra kendisine görünürse artık onu
öldürsün. Çünkü o bir şeytandır.»
buyurdular.
Bu rivayetlerden İbni
Ömerle Ebû Lübâbe hadîsim Buhârî «Eed'ü-1-Halk» bahsinde; İbni Mes'ûd hadîsini
«Mür-selât Sûresinin Tefsirinde tahric etmiştir.
Zü't-Tufyeteyn iki
tufyeli demektir. Tufye mukl denilen yemişin yaprağıdır. Bu yemişin yaprağı
üzerinde iki çizgi bulunurmuş. Yılanın da sırtında iki beyaz çizgi bulunduğu
için benzetme sureliyle ona tufyeli yılan denilmiştir. Biz çizgili yılan
demekle iktifa ettik.
Ebter : Kısa kuyruklu
son derece zehirli bir yılandır. Gebe bir kadın bu yılana bakar bakmaz çocuğunu
düşürürmüş. İhtimal bunun sebebi ka-dının birdenbire korkmasıdır. Maamafih Hattâbî
ile diğer bazı ulemânın beyânına göre gerek çizgili yılanın, gerekse ebterin
gözlerinde Ce-nâb-ı Hak öyle bir hassa halketmiştir ki bir bakışta insanı kör
ederlermiş.
Can : Küçük
yılan demektir. Bâzıları ince ve hafif, bir takımları da ince beyaz yılan demek
olduğunu söylemişlerdir.
Ebîerle çizgili ysUımn
kadınların kanvnd'aki ceninleri araştırmalarından murad onları
düşürtmeleridir. Yâni çocuk düşürtmeye -mecazen araştırma denilmiştir.
Maamafih Allah Teâfâ'mn kendilerinde yarattığı bir hassa sebebiyle hakikaten araştırma yapmaları da mümkündür.
Mâzirî diyor ki :
<«M e d i n e 'nin yılanları bu hadislerde beyân edildiği şekilde ihtar
verilmeden öldürülmez. Fakat ihtar verilir de yine gitmezlerse Öldürülürler.
Sair yerlerin ve evlerin yılanlarını ise ihtarsız Öldürmek menduptur. Çünkü bu
babda birçok sahih hadisler vardır. Medine yılanlarının İhtarsız
öldürülememesi hadîste beyân buyurulduğu üzere yılan şeklindeki cinlerden bir
taifenin Medine 'de müslüman-lığı kabul ettiğindendir.»
Ulemâdan bir cemâat
hadîsteki nehyin umûmî olduğuna, binâenaleyh nerede olursa olsun evlerde
yaş.v/an yılanların ihtarsız Öldürülemiyece-ğine kail olmuşlardır. Kırlarda
yaşayanlar ise onlara göre de ihtarsız Öldürülür, îmam Malik'e göre
mescidlerde bulunanlar öldürülür. İhtarın keyfiyeti hakkında İbni Habib Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ın :
«Bizden Süleyman b.
Davud'un aldığı söz hakkı için bize eziyet vermemenizi ve bize görünmemenizi
dilerim.» dediğini rivayet etmiştir.
Üç defa zorlamaktan
murad İmam Mâlik'e göre : Seni Allah ve âhiret günü aşkına bize görünmemeye ve
eziyet vermemeye zorluyorum, demektir. İhtardan sonra yılan yine görünmekte
devam ederse evlerde yaşayan yılan veya rnüslüman olan cin olmadığı anlaşılır.
Bunun şeytan olduğu bildirildiğinden öldürülmesinde beis yoktur.
Bu rivayetlerden
ihramlı bir kimsenin yılan öldürebileceği, yılanın Harem-i Şerîfde de
öldürülmesi caiz olduğu anlaşılmaktadır.
142- (2237)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkıd, İshâk b. İbrahim ve İbni Ebî Ömer
rivayet ettiler, tshâk ahberanâ; ötekiler had-desenâ tâbirlerini kullandılar.
(Dediler ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne A)>-du'î-Hamid b. Cüheyr b. Şeybe'den,
o da Saîd b. Miiseyyeb'den, o da Üm-mü Şerik'den naklen rivayet etti ki :
Peygamber (Sallallahü A leyhı ve Seliem) ona
kertenkeleleri Öldürmesini emir buyurmuş.
İbni Ebî Şeybe'nin
hadîsinde (Ona tâbiri yoktur. Sâdece) emir buyurdu, denilmiştir.
143- (...)
Bana Elu't-Tâhir de rivayet etti. (Dedi ki): Bizr İrni Vehb haber verdi. (Dedi
ki) : Bana İbni Cüreyc haber verdi. H.
Bana Muhammed b. Ahmed
b. Ebî Halef dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze Ravh rivayet etti. (Ded; ki) : Bize İbni Cüreyc rivayet etti. H.
Bize Abd b. Humeyd
dahi rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bekir haber verdi. (Dedi ki) :
Bize îbiıi Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Abdül-Hamid b. Cüreyc b. Şeybe
haber verdi. Ona da Saîd b. IVlüseyyeb haber vermiş. Ona da Ümmü Şerik haber
vermiş ki; kendişi kertenkeleleri öldürmek
hususunda Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve SeHem)'den emir
istemiş, o da
onların Öldürülmesini emir buyurmuş.
Ümnıü Şerik Benî Âmir
b. Lüey kabilesi kadınlarından biridir. İbni Ebî Halet ile Abd b. Humeyd'in
hadîsleri lâfız itibariyle birdir. İbni Vehb'in hadîsi de ona yakındır.
144- (2238)
Bize İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Abdürrezzak haber verdi, (Dedi ki) : Bize Ma'-mer, Zührî'den, o da Âmir b.
Sa'd'dan, o da babasından naklen haber verdi ki; Peygamber (Sallaltahü Aleyhi
ve Sellem) kertenkelenin Öldürülmesini emir buyurmuş ve ona fasıkcık adını vermiş.
145- (2239)
Bana Efcu't-Tâhir ile Harmele rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb
haher verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, Zührî'den, o da Urve'den, o da Aişe'den
naklen haber verdi ki : Resûlüllah (Sallalkıhü Alevhi ve Sellem) kertenkele
için fâsıkçık demiş.
Harmele şunu ziyâde
etmiştir. Âişe : Ben onun kertenkeleyi Öldürmeyi emrettiğini işitmedim demiş.
146- (2240)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. {Dedi ki) : Bize Ha-lid b. Abdülah,
Süheyl'den, o da bahasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Şöyle
demiş; Resûlüllah (Saliailahü Aleyhi ve Sellem) :
«Her kim bîr
kertenkeleyi ilk vuruşta öldürürse ona şu ve şu kadar sevâb vardır. Ve her kim
onu ikinci vuruşta Öldürürse,
birinciden aşağı olmak üzere ona
şu kadar sevab vardır. Ve her kim onu üçüncü vuruşta öldürürse ona da ikinciden
aşağı olmak üzere şu ve şu kadar sevab vardır.»
buyurdular.
147- (...)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne rivayet etti.
H.
Bana Züheyr b. Harb da
rivayet etti, (Dedi ki) . Bize Cerîr rivayet etti. H.
Bize Muhanımed b.
Sabbah dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail (yâni tbni Zekeriyya) rivayet etti. H.
Bize Ebû Küreyb de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki' Süfyan'dan rivayet etti. Bu râvileriıı
hepsi Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hiireyre'den, o d;t Peygamber
(SaHallahü Aleyhi ve Selîem) 'den naklen Hâ-lid'in Süheyl'den rivayet ettiği
hadîs manâsıyla rivayette bulunmuşlardır. Yalnız Cerîr müstesna! Çünkü
onun hadîsinde :
«Her kim bir vuruşta
bİf kertenkele öldürürse ona yüz sevab yazılır, ikincide bundan daha aşağı,
üçüncüde ondan daha aşağı yazdır.» ifâdesi vardır.
(...) Bize
Aluhammed b. Sabbah da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İs-mâil (yâni îbiii
Zekeriyya) Süheyl'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana kız kardeşim Ehû
Hüreyre'den, o da Fey^am'-er tSüllaliahü Aleyhi ve SeUeın) den naklen rivayet
etti ki :
«İlk vuruşta yetmiş
sevab vardır.» buyurmuşlar,
Hz. Â i ş e hadîsini
Buharı" «Bcd'ül-Halk» bahsinde tahrîc etmiştir.
Vezega: Kertenkele
demektir. Biraz daha
büyüğüne Arabiar Sam ebras derler. Ulemâ kertenkelenin eziyet
verici haşerattan sayıldığında ittifak etmişlerdir. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in onun öldürülmesini emir buyurması bundandır. Bir vuruşta
öldürmenin çok sevablı. ikinci vuruşta Öldürmenin ondan daha az sevablı olması
bu hususta dikkat göstermeye teşvik içindir. Çünkü bir vuruşta öldürülemezse
kaçabilir. Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) hilde ve haremde öldürülen
zararlı hayvanlar gibi buna da fâsıkcık adı vermiştir. Fâsık yoktan çıkandır.
Bu hayvanlar da fazla zarar yapmak ve eziyet vermek suretiyle âdeta diğer
haşerâtın içinden çıkmışlardır. İmam Ahmed'in Hz. Â i ş e 'den rivayet ettiği
bir hadîste şöyle denilmektedir : «Aişe'nin evinde dayalı bir süngü vardı. Bu
kendisine soruldu da şunları söyledi: Biz onunla kertenkele öldürürüz. Çünkü
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) haber verdi ki: İbrahim (Aleyhİsseîâm)
ateşe atıldığı vakit yeryüzündeki bütün hayvanlar onu söndürmeye çalışmış,
yalnız kertenkele istisna teşkil etmiştir. Çünkü o ateşi üfürmüştür. Bu sebeple
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} onun öldürülmesini emir buyurdu.» Yine
Hz. Âişe'den rivayet olunduğuna göre Beyt-i Makdis yandığı vakit kertenkeleler
ateşi üfürmüşlerdir. Bu hadîsler kertenkelenin fıtratında kötülük olduğunu
beyân için vârid olsa gerektir.
148- (2241)
Bana Ebu't-Tâhİr ile Harmele b. Yahya rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihab'dan, o da Saîd b.
Müseyyeb ile Ebû Seleme b. Abdirrahman'-datı, onlar da Ebû Hüreyre'den, o da
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen haber verdi ki :
Peygamberlerden birini bir karınca ısırmış da emir vererek karınca yuvasını
yaktırmış. Bunun üzerine Allah ona : Seni bir karınca ısırdı diye ümmetlerden
tesbihde bulunan bir ümmeti helak mı ettin? diye vahy buyurmuş.
149- (...)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-ğîre yâni İbni
Ahdirrahman El-Hızâmî Ebu'z-Zînad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti ki: Peygamber (SaHailahü Aleyhi ye Sellem) şöyle
buyurmuşlar :
«Peygamberlerden biri
bir ağacın altına indi de kendisini bîr karınca ısırdı. O da eşyasını emrederek
ağacın altından çıkarttı. Sonra emir verdi ve karınca yuvası yakıldı. Bunun
üzerine Allah ona bir tek karınca yak-saydın ya! diye vahy buyurdu.»
150- (...)
Bize Muhammed b. Kâfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzak rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmam b. Müneb-bih'den naklen haber verdi.
Hemmam: Ebû Hüreyre'nin Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)''den bize
rivayet ettikleri şunlardır diyerek bir takım hadîsler zikretmiştir. Onlardan
biri de şudur : Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuş:
«Peygamberlerden biri
bir ağacın altında indi de kendisini bir karınca ısırdı. O da eşyasını
emrederek ağacın altından çıkarttı. Ve emir vererek karınca yuvası ateşte
yakıİdı. Bunun üzerine Allah ona : Bir tek karınca yaksaydın ya! diye vahy
buyurdu.»
Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü'î-Cihad»'da;
Ebû Dâvud «Edeb» bahsinde; Nesâî ile İbni Mâce «Kitâbü's-Sayd»'da muhtelif
râvilerden tahric etmişlerdir.
Karıncalan yakan
peygamberin Musa (Aleyhisselâm) olduğu söylenir.
Ulemânın beyânına göre
bu hadîs o peygamberin şeriatında karınca öldürmenin caiz olduğuna ve yakmak
suretiyle öldürmenin de meşru' bulunduğuna hamledilmiştir. Çünkü Cenâb-ı Hak o
peygamberi öldürmek veya yakmak işini neden yaptı diye muaheze etmemiş, bir
karıncadan fazlasını yaktığı için mes'ul tutmuştur.
«Bir tek karınca
yaksaydın ya!» cümlesinden murad yalnız seni ısıran karıncayı yaksaydın ya!
Cinayeti İşleyen oydu. diğerlerinin kabahati yoktu, demektir.
Bizim şeriatımızda
diri diriye bir hayvanı yakmak caiz ceğildir. Çünkü Peygamber (Saliallahü
Aleyhi ve Sellem)
«Ateşle Allah'dan
başka kimse azâb edemez.» buyurmuştur. Bu hadis meşhurdur. Karıncayı yakmadan
öldürmek de caiz değildir.
İbni Abbâs (Radiyallahü anh) 'dan rivayet olunan
bir hadîste :
«Peygamber (Saliallahü
Aleyhi ve Sellem) dört hayvanın öldürülmesini yasak etti. Bunlar : Karınca,
arı, hüdhüd ve göçgen kuşudur.» denilmiştir. Mezkûr hadîsi Ebû Dâvud, Buhârî
'nin şartı üzere sahîh bir isnadla rivayet etmiştir.
Hadîs-i Şerif
karıncanın ve bütün hayvanların teşbih ettiğine delildir, îbni Tin: «Bu da karıncayı
yakmak caiz değildir diyenlere delildir.» diyor. İbnü Habib karınca yakmayı
caiz görmüştür. Karınca ve diğer canlıları yakmak ancak zaruret icab ettiği
takdirde caiz olabilir. Bugün birçok yerlerde tarlalardaki anızın yakılması
dinen düşünülecek bir mes'eledir. Zira yanan anızla birlikte milyonlarca
karınca ve-sâir haşerâtm da teİef olduğunda şüphe yoktur. İşittiğimze göre
bundan elde edilen raide cüz'i bir gübre yerini tutması imiş. Binâenaleyh
zaruret derecesini bulmayan bu işe dinen cevaz verilemez.
40- Kedi Öldürmenin Haram Edilmesi Babı
151- (2242)
Bana Abdullah b. Mubammed b. Esma1 Ed Dubâî rivayet etti. (Dedi ki) Bize
Cüveyriye b. Esma', Nâfi'den, o da Abduîlah'dan naklen rivayet etti
ki: Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi
ve Sellem)
«Bir kadın bir kedi
sebebiyle azâb o'unmuştur. Kediyi ölünceye kadar hapsetmiş ve onun sebebiyle
cehenneme girmiştir. Onu hapsettiği müddetçe ne doyurmuş,
sulamiş, ne de yerin haşerâtmdan
yemesine müsaade etmiştir.» buyurmuşlar.
(...) Bana
Nasr b. Alî El-Cehdamî de rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Abdü'I-A'lâ,
UbeydüIIah b. Ömer'den, o da Nâfi'dcn, o da İbni Ömer'le Saîd El-Makburî'den,
onlar da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Saîîailahii Aleyhi ve Seliem)den
naklen bu hadîsin mânâsı gibi rivayette bulundu.
Bize bu hadîsi Harun
b. Abdillah ile Abdullah b. Cafer Mân b. İsa'dan, o da Mâlik'den, o da
Nâfî'den, o da İbni Ömer'den, <j da Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Seliem)
'den naklen fcu mânâda rivayette bulundu.
152- (2243)
Bize Ebû Küreyb dahî rivâyei etti. (Dedi ki) : Bize Ab-de, Hişam'dan, o da
babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (SaUallahü
Aleyhi ve Seîlem) :
«Bir kadın doyurup,
suiamadtğt ve yerin haşerâtından yemesine müsaade etmediği bir kedi sebebiyle
azâb olunmuştur.» buyurmuşlar.
(...) Bize
yine Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
Miisennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Haris rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Hişam bu isnadla rivayette bulundu.
Her iki raviniiı
hadîsinde «Onu bağladı...» cümlesi vardır. Ebû Muâ-viye'nin hadîsinde
(Haşâşilerd yerine) Haşarati'1-Erd denilmiştir.
(...) Bana Muhammed b. Râfi' ile Abd b. Humeyd de rivayet
ettiler. (Abd ahberana; İbni Kâfi' ise baddesena tâbirlerini kullandılar.
Dediler ki) : Bize Abdürrezzak rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber
verdi. (Dedi ki) : Zührî şunu söyledi: Bana da Humeyd b. Abdir-rahman Ebû
Hüreyre'den o da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen Hişam b.
Urve'nin hadîsi mânâsında rivayette bulundu.
(...) Bize Muhammed b. Kâfi' de rivayet etti. (Dedi kî) :
Bize Abdür-rezzak rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmâm b.
Münebbih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallaliahu Aleyhi ve
Sellem) 'den naklen yukarkilerin hadîsi gibi haber verdi.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbü'J-Enbiyâ»!da tnhric etmiştir. Hadîs-i Şerif kedi öldürmenin ve aç susuz
kediyi hapsetmenin haram olduğuna delildir. Kedi sebebiyle azâb olunan kadının
müslüman olup olmadığı ihtilaflıdır. Nevevî: «Hadîsin zahirine göre bu kadın
müslümandır. Cehenneme girmesi kedi sebebiyledir.» diyor. KaadiIyâz : «Caiz ki
bu kadın kâfirmiş ve küfründen dolayı azâb edilmiştir. Kedi sebebiyle ise bu
azabın üzerine azâb ziyâde edilmiştir. Çünkü bunu kadın hak etmiştir...»
demektedir. Kadının işlediği mâsiyet esas itibariyle küçük günahlardan İse de
ısrarla devam ettiği için büyük günah olmuştur. Kadının ebedî cehennemde
kalacağını gösteren bir delil yoktur. Hadîs-i şerif hayvanın nafakası sahibine
vâcib olduğuna delildir.
153- (2244)
Bize Kuteybe b. Saîd Mâlik b. Eııes'den kendisine Ehû Bekr'in azatlısı Sümeyy
tarafından, Ehû Salih Es-Semnıan'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen okunanlar
meyânmda rivayet etti ki : Resûlüllah (Sallalkıhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar :
«Bir defa bir adam
yolda giderken şiddetle susamış ve bir kuyu bularak içerisine inmiş, su içmiş.
Sonra çıkmış. Bir de baksa bir köpek dilini çıkarmış soluyor. Susuzluktan
çiğili toprağı yiyor. Bu adam kendi kendine bu köpeğin susuzluğu benim
susuzluğum derecesini bulmuş, demiş. Ve kuyuya inerek mestini su İfe
doldurmuş, sonra onu ağzıyle tutarak yukarıya çıkmış ve köpeği sulamış.
Allah da
ona şükretmiş ve
onu affetmiş.»
Ashâb:
— Yâ Resûlallah!
Gerçekten bu hayvanlarda bizim için bir ecir var mı? diye sormuşlar.
«Her bir yaş karaciğer hakkında ecir vardır.»
buyurmuşlar.
154- (2245)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hâlid EI-Ahmer.
Hişâm'dau, o da Muhammed'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber ISalîalîahü
Aleyhi ve Sellem)''den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar :
«Fahişe bir kadın
sıcak bir günde bir köpeğin su kuyusu etrafında dolaştığını görmüş. Hayvan susuzluktan
dilini sarkıîmtşmış. Ve ona mesti ile su
çıkarmış da; kadına
mağfiret buyurulmuş.»
155- (...)
Bana Ebu't-Tâhir de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Andtıİ-!ah b. Vehb ha her
verdi, i Der! i \ı) . Bana Orîr b. Hnzim Eyyiîbu Snhti-yaniden, o da Miil;;toımrîî.
h. SirînMe». o da Ehû Hür ey re A en naklen haber verdi.
Şöyle demiş: :Resulüllah
(Salallâhü Aleviıi ve Sellem):
«Bir defo bir köpek
bir su efrafında dolaşıyordu Az daha susuzluk onu öldürüyordu.
Anîden onu Benî
îsrâii fâbişeierinden bir fahişe
gördü. Hemen mestini çıkararak onunla köpeğe su çekîı ve hayvanı suladı Bu
sebeple de kendisine mağfiret olundu.» buyurdular.
Bu hadisi E1lhâri «Müsâkat»,
«Mezâlim», «Edeh» ve «Enbiyuı
bahislerinde; Ebû Dâvud «Kitâ"î)ü'l-Cihâd>.'da
tahric etmişlerdi*
«Her bir yaş karaciğer
hakkında ectr vardir.» cümlesinden murad Her canlıyı doyurup sulamakta ve
yardımda bulunmakta sevab vardn demektir. Çatılıya yaş kaıaciğer denilmesi
Ölünün cismi ve ciğerleri ku ruduğu içindir. N e v e v î diyor ki : "Bu
hadiste muhterem olan hay vana iyilikte bulunmaya teşvik vardır. Muhterem
hayvan öldürülme; emredilmeyendir. Öldürülmesi emroîunan hayvan hakkında ise
şeriatı: emrine imtisal olunur. Öldürülmesi emredilen harbi kâfir, mürted, kudu
köpek hadîste sayılan beş fasik hayvan ve bu mânâda olanlardır. Muh terem
hayvanı sulamak ve doyurmak gibi iyiliklerde bulunmakh: seva hasıl olur. Bu
hususta hayvanın sâhibli olup olmaması, kendinin vey başkasının olması
müsavidir.»
Davudi: «Bu hadis
bütün hayvanlar hakkında âmmdır.» demi Ebû Abdü'1-Me1ik ise onun Beni îsrâi1'e
ait olduğı nu söylemiş, müslümanlıkta köpeklerin öldürülmesi emrolunduğunu h;
tuiattıktan sonra hadîsin bazı zararsız hayvanlar hakkında vârid olduğı nu
iddia etmiş : *Çünkü domuz gibi öldürülmesi emroîunan hayvan zara artsın diye
su vererek kuvvetlendiriiemez.» demiştir. Allâme aynî Ebû Abdü'1-Me1ik'e cevab
vermiş hadisin Benî İsrail âit olduğu iddiasını delilsiz bir iddia olarak
vasıflandırmış.'köpeklerin ö dürülmesi emrinin de neshedildiğini hatırlatmış,
bu h'uüsm b;îzı zarara hayvanlara mahsus oluşu iddiasını da tehakküm saymıştır.
Bu.ıcian som sözü Nevevi'ye nakleden Aynı şunları söylemiştir : Neveviye de
şaşarım, hadîsin muhterem hayvanlar hakkında umumi nlduCn nu iddia edi^ or. Bu
dahi delilsiz bil1 davadır. Hadisin aslı Allah mahlûklanna şefkat göstermeye
mehnidir. Şefkat göstermezse zarni hayvanı öldürmeye münâfİ değildir. Böyle bir
hayvanı evvelâ sular c sonra öldürür. Çünkü biz Öldürrnevi bile qüzel yapmakla
me'muruz,-
Allah'u.
şükretmesinden murad. onun amelim kabul buyu iması,sevab yazması ve
affetmesidir.
1- Hadîs-i
şerif insanlarn iyilik etmeye teşvik .savılır. Zira bir pek sebebiyle mağfirete
nail olan kimse elbette insana daîr fazla ecir kazanacaktır.
2- Su
dağıtmak en büyük hasenattandır.
3- Kıyamet
gününde haytr ve şerrin karşılığı ameller emsinden çaktır.