39- SELÂM BAHSİ. 3

1-  «Binek Giden Yürüyene, Az Olan Çok Olanlara Selam Verir- Hadisi Babı. 3

2- Yol Üstüne Oturmanın Haklarından Biri Selam Almak Olması Babı. 3

3- Müslümanın Müslümandaki Haklarından Biri Selam Almak Olduğu Babı. 4

4- Kitap Ehli Olanlara Evvela Müslümanın Selam Vermesinin Yasaklanması ve Onların Selamının Nasıl Alınacağı Babı. 4

Bu Rivayetlerden Şu Hükümler de Çıkarılmıştır:. 7

5- Çocuklara Selam Vermenin Müstehab Oluşu Babı. 7

6- Perde Kaldırmak ve' Benzeri Alametleri Îzin Saymanın Cevazı Babı. 7

7- İnsanın Hacetini Görmek İçin Kadınların Dışarıya Çıkmalarının Mubah Kılınması Babı  8

Hadis-i Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:. 8

8- Yabancı Bir Kadınla Başbaşa Kalmanın ve Onun Yanına Girmanin Haram Kılınması Babı  9

9- Bir Kimse Bir Kadınla Başbaşa Görülür de O Kadın Zevcesi Yahut Mahrem Akrabası Olursa, Sü-i Zannı Gidermek İçin: Bu Kadın Filancadır, Demesinin Müstehab Olduğunu Beyan Babı  10

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 11

10- Bir Meclise Gelip de Bir Aralık Bulan Kimsenin Oraya Oturacağını, Aksi Takdirde Cemaatin Arkalarına Oturması Lazım Geldiğini Beyan Babı. 11

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:. 11

11- Bir İnsanı Önceden Oturduğu Mubah Yerinden Kaldırmanın Haram Kılınması Babı  12

12- Oturduğu Yerden Kalkıp de Sonra Oraya Dönen Kimsenin, O Yerde Hak Sahibi Olması Babı  13

13- Kadın Tabiatlı Kimsenin Yabancı Kadınların Yanına Girmesinin Men Edilmesi Babı  13

14- Ecnebi Bir Kadın Yolda Kötürümlediği Vakit Onu Hayvanın Terkisine Almanın Cevazı Babı  14

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler :. 15

15- Üçünün Rızası Olmaksızın Üç Kişinim Gizli Konuşmalarının Haram Kılınması Babı  15

16- Tıb Hastaalık ve Hasta Okuma Babı. 16

19- Hastaya Okumanın Müstehab Oluşu Babı. 20

20- Hastaya Muavvizzatı Okumak ve Üfürmek Suretiyle Rukye Yapmak Babı. 21

22- İçerisinde Şirk Olmamak Şartıyla Rukye Yapmakta Beis Görülmemesi Babı  24

23- Kur’an ve Ezkarla Yapılan Rukyeye Karşılık Ücret Almanın Cevazı Babı. 24

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 25

25- Namazda Vesvese Şeytanından Allah’a Sığınma Babı. 25

27- Ledüdle Tedavinin Keraheti Babı. 29

28- Ud-i Hindi –ki Kustdur- İle Tedavi Babı. 29

29- Çörek Otu İle Tedavi Babı. 30

30- Bulamacın Hastanın Kalbini Rahatlandırması Babı. 31

31- Bal Şerbeti İle Tedavi Babı. 31

32- Taun, Teşe'üm, Kehanet ve Benzerleri Babı. 32

Hadis- i Şerif’ten Çıkarılan Hükümler. 35

33 – Hastalık Bulaşması, Teşe’üm, Hame, Safer, Yıldız Batması ve Gul Olmadığı Hasta Develerin Sahibi Sağlam Develerin Sahibi Üzerine Deve Getirmeyeceği Babı. 35

34 – Teşe’üm, Fal ve Kendisinde Uğursusuzluk Olan Şey Babı. 38

35- Kehanetin ve Kahinlere Gitmenin Haram Kılınması Babı. 40

36- Cüzzamlı İle Benzerinden Sakınma Babı. 42

37- Yılanların ve Onlardan Başkalarının Öldürülmesi Babı. 43

38- Kertenkele Öldürmenin Müstehab Oluşu Babı. 46

39- Karınca Öldürmenin Yasak Edilmesi Babı. 47

41-  Dokunulmaz Hayvanları Doyurup Sulamanın Fazileti Babı. 48

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:. 49


39- SELÂM BAHSİ

 

1-  «Binek Giden Yürüyene, Az Olan Çok Olanlara Selam Verir- Hadisi Babı

 

1- (2160) Bana Ukbe b. Mükrem rivayet etli. (Dedi ki) : Bize Ebû Âsim, .İbnü Cüreyc'den rivayet etti. H.

Bana Muhammed b. Merzuk da rivayet etti. (Dedi ki) : Bire Ravh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ziyad haber verdi. Ona da Abdurrahman b. Zeyd'in azatlısı Sabit haber vermiş ki, kendisi Ebû Hüreyre'yi şunu söylerken işitmiş: Resûlüllalı (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem):

«Binek giden yürüyene, yürüyen oturana ve az oian çok olana selâm verir.» buyurdular.

Bu hadîsi Buhârî «İstizan» bahsinde tahrîc etmiştir. Tirmizî  onu:

«Atlı giden yayaya, yaya giden oturana, az olan çok olana selâm verir...» şeklinde rivayet etmiş ve: «Bu hadîs sahihtir.» demiştir. Hadis-i şerîf selâmın adabını beyan etmektedir. Selâm vermek sünnet, alması ise farzdır. Selâm verenler kalabalık ise bunlar hakkında selâm sünnet-i kifayecür. Yâni içlerinden bazısının selâm vermesiyle bu vazife hepsin­den sakıt olur. Selâm verilen kimse bir kişi ise, selâmı alması farz-ı ayn bir cemâat iseler selâmı almak farz-ı kifâye olur. Efdal olan iki cemâat karşılaştığı zaman bütün cemâatin selâm vermesi ve bütün cemâatin se­lâm almasıdır. İmam-ı Ebû Yûsuf 'dan bir rivayete göre bü­tün cemâatin selâm alması farzdır.

Nevevî diyor ki: «İbni Abdilberr ve başkaları selâm vermenin sünnet, almamnsa farz olduğuna müslümanların icmaını nak-letmişlerdir.»

Selâmın en azı «Esselâmüaleyküm» demektir. Selâm verilen kimse bir kişi ise ona en azından «Esselâmüaleyke» denilir. Fakat efdal olan yanın­daki meleklere de şamil olması İçin «Esselâmüaleyküm» demektir. Bundan daha    mükemmeli : «Esselâmüaleyküm  verahmeîü!!ah;>   daha mükemmeli :

«Esselâmüaieyküm ve rahmetullahİ ve berakâlüh» dür. Maamafih «Selâmünaleyküm»   demek de kâfidir.

Selâm veren kimsenin «Aleykümselam» demesi mekruhtur. Maamafih sahîh ve meşhur olan kavle göre bununla yine de selâm almayı haketmiş olur. Bâzılarına göre selâm almayı hak eimez. ResûlüIIah (Sallalİahü Aleyhi veSeilem) Efendimizin:

«Aleykesselâm deme, çünkü aleykesselâm ölülerin selâmıdır.» buyur­duğu sahih rivayetle sabit olmuştur. Efdal olan selâm alma şekli :

«Ve aleykümüsselâmü ve rahmetullahİ ve berakâKİhü» diyerek (vav) ile başlamaktır. (Vav)'m hazfı da caiz ise de efdal terkedilmiş olur. Se­lâmı alan kimse sadece «Ve aleykümüssefâm» yahut «Aleykümüsseİâm» dese kâfidir. Fakat sadece «Aleyküm» demesi bilittifak caiz değildir. Se­lâmın verirken olsun, alırken olsun en aşağı derecesi onu karşısındakine işittirmektir. Bundan aşağısı kâfi değildir. Verilen selâmı hemen almak şarttır. Uzaktan biri vasitaayle yahut mektupla gönderilen selâmı dahî derhal kabul gerekir. Hadîs-i şerifte buyurulan; binek gidenin yürüyene, ayakta olanın oturana ve azın çoğa selâm vermesi müstehab manasınadır. Binâenaleyh aksine hareket edilse caiz, fakat efdalin hilâfına olur.

Mânâsına gelince ukmadan bâzılarına göre selâm Allah'ın ismidir. Esselâmu aleyküm dernek Allah'ın ismi sizin üzerinize olsun manasınadır. Bundan da : «Allah'ın muhafazası altında olasınız» mânâsı kasdedilir. Ni­tekim yine bu mânâda Arablar «Allahumeak- ve «Allahuyeshabük» der­ler. Diğer bazı ulemaya göre selâm selâmet manasınadır ve cümle, selâ­met sizin üzerinize olsun, sizden ayrılmasın manasınadır.

 

2- Yol Üstüne Oturmanın Haklarından Biri Selam Almak Olması Babı

 

2- (2161) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdül-Vahid b. Ziyad rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Osman b. Hakim, İshâk b. Abdillah b. Ebî Talha'dan, o da babasından naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ebû Talha şunları söy­ledi : Bİz avlu içlerinde oturup konuşuyorduk, derken Resûlüllah (Saliaİlahü Aleyhi ve Seliem) gelerek başımızda durdu ve:

«Size ne oluyor ki, yollarda oturuyorsunuz. Yollarda oturmaktan ka­çının!»   buyurdular.

— Biz ancak zararsız şeyler için oturduk müzakere ediyor ve konu­şuyoruz, dedik.

«Eğer bırakrmyacaksamz hakkını bârı verin! (Onun hakkı) Gözü yum­mak, selâmı  almak ve güzel sözdür.;) buyurdular.

 

3- (2121) Bize Süveyd b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs b. Meysera, Zeyd b. Eslem'den, o da Atâ' b. Yesâr'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'den naklen rivayet etti :

«Yollarda oturmaktan sakının!» buyurmuşlar. Ashâb:

__ Yâ Resûlüllah!  Oturmaktan başka çaremiz yoktur.    Biz oralarda

konuşuyoruz, demişler. Resûlüllah   (Sallalahü Aleyhi ve Seltem):

«Oturmaktan başka bir şey yapmıyacaksamz, yolun hakkını bari verin!» buyurmuşlar. Ashab :

— Onun hakkı nedir? diye sormuşlar:

«Gözü yummak, ezayı def etmek, selâmı almak, iyiliği emir ve kötü­lüğü yasak etmektir.» buyurmuşlar.

 

(...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'1-Aziz b. Muhammed El-Medenî rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îbni Ebî Füdeyk, Hişam'dan (yâni îbni Sa'd'dan) rivayet etti. Her iki râvi Zeyd b. Eslem'den bu İsnadla rivayette bulunmuşlardır.

Bu hadîsin şerhi evvelce 2121 numaralı hadîste görülmüştü. Maksat yol üstlerine oturarak muhabbet etmekten vaz geçirmektir. Resûlüllah (Sallaîîahü Aleyhi ve Sellem) bunun sebebine de işaret buyurmuştur. Yol üs­tünde oturup muhabbet etmek çok defa fitneye ve günaha girmeye sebep olur. Oturanlar yoldan geçen kadınlara bakabilir ve onlar hakkında kö­tülükler düşünebilirler. Sair yoldan geçenleri tahkir veya gıybet edebi­lirler. Bazen selâm almayı ve emri bil ma'rufa ihmal edebilirler: İşte ora­larda oturmak bu gibi şeylerden dolayı yasak edilmiştir. Mutlaka oturma­dan olmayacaksa yolun hakkını vermek gerekecektir. Ö da gözü yummak, selâmı almak ve güzel sözdür. Gözü yummaktan maksat harama bakma­maktır. Bugün maalesef ekseriyetle cadde üzerlerinde bulunan kahvelere oturup güzel kadın gözetmek moda haline gelmiştir. Bu maksatla cadde­lerde, sokaklarda, pazar yerlerinde dolaşanlar sayısızdır. Gerçi kadınla­rın da beğenilmek maksadiyle süslenip püslenip sokaklara çıkmaları moda olmuşsa da, her iki cinsin müslüman olanları unutmamalıdırlar ki, bu yaptıkları haramdır. Günah, hem de büyük günahtır. Çünkü devamlıdır. Güzel sözden maksat din ve dünyaya ait faydalı şeyler konuşmaktır. Bu gibi yerlerde zem, gıybet, koğuculuk ve yalan pek geçer akçe olduğu için bunlardan sakınmalıdır. Yollarda oturanların geçenlere yol göstermesi, onların selâmını alarak kendileriyle terbiye ve nezâket dairesinde konuş­maları dahî güzel sözde dahildir.

 

3- Müslümanın Müslümandaki Haklarından Biri Selam Almak Olduğu Babı

 

4- (2162) Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihab'dan, o da İbni MU-seyyeb'den naklen haber verdi ki, Ebû HÜreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Saüaüahu Aleyhi ve Seltem):

«Müslömanın müsluman üzerindeki hakkı beş haslettir.» buyurdular. H.

Bize Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zührî'den, o da İbnî Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû HÜreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem):

«Bir müsluman için din kardeşine vâcib olan beş haslet vardır. Se­lâmı almak, ekstrana teşmît, davete İcabet, hastayı dolaşmak ve cenaze­lerin arkasından gitmek...» buyurdular.

Abdûrrezzâk demiş ki: Ma'mer bu hadîsi Zührî'den mürsel olarak rivayet ederdi. Onu bir defa İbni Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre'den nakletmiş olmak üzere müsned rivayet etti.

 

5- (...) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbni Hucr rivayet et­tiler. (Dediler ki) : Bize İsmail (bu zat îbni Ca'fer'dir), Alâ'dan, o da ba­basından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Saiiallahü Aleyhi ve Setlem):

«Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı altıdır.» buyurmuş. (Ken­disine) :

— Nedir onlar ya Resûlallah? denilmiş :

«Ona rastladığın zaman selâm ver, seni çağırırsa icabet et, senden nasihat dilerse ona nasihat et, aksınr da Allah'a hamdederse ona teşmit et, hastalanırsa onu dolaş, öldüğü vakit de arkasından git.» buyurmuş­lardır.

Bu hadîsin şerhi «Libâs» bahsinde ve bu bahsin başlarında görülmüş­tür. Teşmit yahut tesmit, aksırıp da elhamdülillah diyen kimseye yerha-mükellah demektir. Davete icabetten murad ekseriyetle düğün davetidir. Mâni bulunmamak şartıyle bu davete icabet vâcib derecesinde lüzumludur. Çalgı, oyun ve içki gibi şeyler davete icabete mânidirler. Düğünden baş­ka davetlere icabet müstehabdır. Hasta dolaşmak da aynı hükümdedir. Yalnız hastanın yanında fazla oturmamalıdır. Cenazenin arkasından git­mek vazifesi onun namazını kılmakla sona ererse de, kabrine indirilince-ye kadar yanında bulunmak daha faziletlidir.

Nasîhatm birçok mânâlar ifade eden cemiyetli bir kelime olduğunu evvelce görmüştük. Burada ondan murad öğüttür. Yâni din kardeşin sen­den herhangi bir hususa dair öğüt isterse, kendisine müdahenesiz, yalan­sız olarak doğru dürüst nasihatta bulun, demektir.

 

4- Kitap Ehli Olanlara Evvela Müslümanın Selam Vermesinin Yasaklanması ve Onların Selamının Nasıl Alınacağı Babı

 

6- (2163) Bize Yahya b. Yahya rivayet «tti;  (Dedi ki) : Bize Hüşeym, Ubeydullah b. Ebî Bekir'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Enes'i Resûlüllah (SallaÜahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, derken işittim. H.

Bana İsmail b. Salim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüşeym riva­yet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah b. Ebî Bekr, dedesi Enes b. Mâlik'-den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (Sallalhhü Aleyhi ve Setlem);

«Size ehl-İ kitap olanlar selâm verirlerse ve aleyküm deyiverin!» buyurmuşlar.

 

7- (...) Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bana ba­bam rivayet etti. H.

Bana Yahya b. Habib de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid (yâni İbni Haris) rivayet etti.

Her iki râvi, bize Şu'be rivayet etti, demişlerdir. H.

Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr dahî rivayet ettiler. Lâfz her ikisinindir. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (De­di ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Katâde'yî, Enes'den naklen ri­vayet ederken dinledim. Peygamber (SatlaUahü Aleyhi ve Sellem)'İn ashabı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e :

— Ehl-i Kitap hize selâm veriyorlar. Onların selâmını nasıl alalım? diye sormuşlar.   (O da) :

«Ve aleyküm deyin!» buyurmuşlar.

 

8- (2164) Bize Yahya b. Yahya İle Yahya b. Eyyûb, Kuteybe ve İbni Hucr rivayet ettiler. Lâfız Yahya b. Yahya'nındır. (Yahya b. Yah­ya : Ahberanâ, ötekiler:  Haddesenâ tâbirlerini kullandılar, dediler ki) :

Bize İsmail (bu zât İbni Ca'fer'dir), Abdullah b. Dinar'dan naklen riva­yet etti. O da İbni Ömer'i şunu söylerken işitmiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Şüphesiz ki, yahudiler size selâm verdikleri vakit, her biri  Essâmu aleykum der. Sen de aleyke deyiver!» buyurdular.

 

9- (...) Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-durrahmaıı, Süfyân'dan, o da Abdullah b. Dinar'dan, o da İbni Ömer'den, 6 da Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve SeIİem)*den naklen bu hadîsin mislini rivayet etti. Yalnız o :

«Siz de ve aleyke deyiverin!»  demiştir.

 

10- (2165) Bana Araru'n-Nâkıd ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Lâfız Züheyr'indir. (Dediler ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne Zührî'den, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Yahudi­lerden bir cemâat Resûlüllah (SaHaüahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanına girmek için izin istediler ve : Essâmualeyküm, dediler. Âişe de: Bilâkis sam ve lanet sizin üzerinize olsun, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ya Âişe! Şüphesiz ki, Allah her işte yumuşaklığı sever!» buyurdu­lar. Âişe ;

— Ne söylediklerini işitmedin mi? dedi. «Ben "ve aleyküm" dedim.» buyurdular.

 

(...) Bize bu hadîsi Hasen b. Ali El-Hulvânî ile Ahd b. Humeyd hep birden Ya'kûb b. İbrahim b. Sa'd'dan rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bize babam Sâlih'den rivayet etti. H.

Bize Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber verdi. Her iki râvî Zührî'den bu isnadla rivayet etmişlerdir.    Her İkisinin hadîsinde de :    «Resûlüllab.

(Saüaüahü Aleyhi ve SeltemJ:

«Ben "aleyküm" dedim.» buyurdular» ibaresi vardır. (Vav)'i anma­mışlardır.

 

11- (...) Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâ-viye, Âmeş'den, o da Müslim'den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Peygamber (Sallaİlahü Aleyhi ve Seliem) 'e ya-hudilerden bir takım insanlar geldi. Ve : Essâmu aleyke yâ Ebâ'l-Kâasım! dediler. (O da) :

«Veateyküm...»  buyurdu. Âişe demiş kî: Ben:

  Bilâkis sâm ve zâm sizin üzerinize olsun!  dedim. Bunun üzerine Resûlüllah  (Sallaüahü Aleyhi ve Seliem):

«Ya Âişe! Kötü, konuşur olma!»  buyurdu. Âişe:

  Ne söylediklerini işitmedin mi? dedi. O da :

«Ben onların söylediklerine karşılık vermedim mi (sanıyorsun)? "V« aleyküm" dedim.»   buyurdular.

 

(...)   Bize bu hadîsi İshâk b. İbrahim rivayet etti.   (Dedi ki) : Bize Ya'la b. Ubeyd haber verdi. (Dedi ki) : Bize A'meş bu isnadla rivayet etti. Yalnız o şöyle demiştir:

«Âişe hemen maksatlarını anladı ve onlara sövdü. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Sus ya Âişe! Çünkü Allah çirkin sözü ve çirkin söz söylemeyi sevmez.» buyurdular.»-

Şunu  da   ziyade  etmiştir :

«Bunun üzerine Allah (Azze veCelle) sana gelirlerse, sana Allah'ın vermediği selâmı verirler.  İlâh...  âyeti kerîmesini indirdi.» [1]

 

12- (2166) Bana Harun b. Abdİllah ile Haccâc b. Şâir rivayet et­tiler. (Dediler ki) : Bize Haccâc b. Muhammed rivayet etti. (Dedi ki) : İbni Cüreyc şunu söyledi : Bana Ebû'z-Zübeyr haber verdi ki, kendisi Câbir b. Abdillah'i şöyle derken işitmiş. Yahudilerden bâzı kimseler Re­sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e. selâm verdiler. Ve: Essâmü aleyke yâ Ebâ'I-Kâasım, dediler. O da :

«Ve aleyküm...»   buyurdu.  Bunun üzerine Âişe hiddetlenmiş olarak:

— Onların   ne   söylediklerini   işitmedin   mi?   dedi.

«Hayır, İşittim. Onlara cevap da verdim. Onların aleyhine bizim dua­mız kabul edilir. Fakat bizim aleyhimize onların duası kabul edilmez.» buyurdular.

 

13- (2167) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dülaziz (yâni Derâverdi), Süheyl'den, o da babasından, ö da Ebû Hürey-re'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Seüen; :

«Yahudilerle Hıristiyanlara evvelâ siz selâm vermeyİnS Onlardan birine bir yolda rastlarsanız, onu yolun dar yerine sıkıştırın.»  buyurmuşlar.

 

(...) Bize Muhammed b. Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. H.

Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb dahî rivayet ettiler. (De­diler ki) : Bize Veki', Süfyân'dan rivayet etti. H.

Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerİr rivayet etti. Bu râvilerin hepsi Süheyl'den bu isnadla rivayette bulunmuşlardır. Veki'in hadîsinde :

«Yahudilere rastladığınız vakit.» İbni Ca'ler'in, Şu'be'den rivayet et­tiği hadîste :

«Ehl-i kitap hakkında ded'ı kİ...» Cerir'in hadîsinde ise:

«Onlara rastladığınız vakit...» ibareleri vardır. Ama müşriklerden hiç birinin adını söylememişlerdir.

Bu babın Enes, Abdullah b. Ömer ve Hz. Âişe hadîslerini Buharı «İstizan» bahsinde tahrîc etmiştir. Bu rivayetler ehl-i kitap denilen hıristiyanlarla yahudilere rastlandığı zaman selâm hu­susunda nasıl hareket edileceğini onların selâmının nasıl alınacağını yol­da onlarla karşılaşıldığı vakit kendilerine nasıl muamele yapılacağını bil­dirmektedirler. Ehl-i kitap selâm verdikleri vakit selâmlarının alınaca­ğında ulema ittifak etmişlerdir. Yalnız onlara: «Ve aleykÜmüsselâm...» denilmez, sadece «aleyküm» sözüyle iktifa edilir. Görülüyor ki : Babımız rivayetlerinin bazısında (vav)'la «ve aleyküm», bazısında da (vav)'sız ola^ rak -aleyküm» denileceği bildirilmiştir. (Vav)'la rivayeti daha çoktur. Bu takdirde cümleye iki türlü mânâ verilir :

1- Yahudiler «essâmüaleyküm» sözleriyle  «Ölüm sizin üzerinize ol­sun» derler. Buna karşılık müslümamn «ve aleyküm» diye cevap vermesi «Sizin üzerinize de» demek olur ki; verilenle alınan selâmın mecmuu şöy­le olmuş olur : Ölüm hususunda siz ve biz müsaviyiz, siz bize Ölüm isti­yorsanız, siz de öleceksiniz, biz de, bu hususta hepimiz müsaviyiz.

2- Bu cümledeki  (vav)  edatı atıf ve teşrik için değil, istinaf içindir. Ve cümle şöyle takdir olunur : Sizin üzerinize de hak ettiğiniz zem ve hakaret gelsin. (Vav)'ı hazfedenlerce cümlenin takdiri: «Bilâkis ölüm sizin üzerinize olsun şeklindedir. Kaadî Iyâz'ın beyânına göre ba­zı ulema cümleden (vav)'in hazfını tercih etmişlerdir. Maksatları hüküm­de müslümanlan ehl-i kitapla ortak olmaktan kurtarmaktır. Mâliki1er'den İbni Habib'in kavli budur. Diğer ulema (vav)'ı hazfet­meden bırakmışlardır. Nitekim hadîsin ekser rivayetlerinde bu cümle (vav) ile gelmiştir.

Bir takımları yahudilere «aleykümüssel&m» diye karşılık verileceğini söylemişlerdir. Selâm taşlar, demektir. Cümlenin mânâsı: «Sizin üzerini­ze taşîar yağsın.» demek olur. Nevevî bunun zayıf olduğunu söyle­miştir.

Hattâbi umumiyetle hadis ulemâsının bu cümleyi (vav)'la riva­yet ettiklerini, İbni Uyeyne"nin ise (vav)'sız rivayet ederdiğini söylemiş. «Doğrusu da budur,* demişse de Nevevî bu görüşe katıl­mamıştır. O şöyle diyor : «Doğrusu (vav)'m isbatı da, hazfı de caiz olmak­tır. Nitekim rivayetler böyle gelmiştir. Hatta ekser rivayetlerde olduğu gibi (vav)'la rivayet daha güzeldir. Bunda hiç bir zarar yoktur. Çünkü sâm ölüm demektir. Ölüm bize de vardır, onlara da. Şu halde (vav)'la atfederek yapılan rivayette bir zarar yoktur.»

Ekser ulemâya göre- yahudilerle hiristiyanlara evvelâ müslüman se­lâm veremez. Fakat onlar selâm verirse «vealeyküm» yahut «aleyküm» diyerek selâmlarını almak gerekir. Delilleri Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Setlem)'in :

«Yahudilerle Hırİstİyanlara evvelâ siz selâm vermeyin...» hadîsiyîe «Ehl-i kitap size selâm verirlerse "ve aleyküm" deyiverin...» hadîs­leridir. Ulemadan bir taifenin yahudi ve hıristiyanlara evvelâ müslüma-nın selâm vermesini caiz görmüşlerdir. Bu kavil İbni Abbâs, Ebû Ümâme ve İbni Ebî Muhayrîz hazeratmdan ri­vayet olunmuştur. Bu zevatın delilleri hadîslerin umumuyla selâmı ifşa hadîsidir. Fakat Nevevî : «Bu hüccet bâtıldır. Çünkü âmmdır; ya­hudilerle hıristiyanlara evvelâ siz selâm vermeyin hadîsîyle tahsis olun­muştur,» diyor. Bazıları Ehl-i kitaba onlardan önce davranarak selâm vermek mekruhtur. Fakat haram değildir, demişlerse de Nevevî bu­nun da zayıf olduğunu söylemiştir. Çünkü bu husustaki nehiy tahrim ifa­de eder. Kaadî Iyâz'm beyanına göre ulemâdan bir cemâat ih­tiyaç ve zaruret için ,hıristiyanlarla yahudilere selâm verilebilir, demiş­lerdir. Alkame ile İbrahim Nehaî 'nin mezhepleri budur. Evzâî'nin : «Ehl-i kitaba sen selâm verirsen bilmiş ol ki, sulehâ da selâm vermişlerdir; sen selâm vermezsen, suleha da selâm vermemiştir.» deaiği rivayet olunur. Bu sözün manası; versen de caiz, vermesen ae, de­mektir.

Ulemadan bir taife ehl-i kitaba selâm verilemeyeceğine kaildir.

lviusiumanla kâfirden mürekkeb bir cemaata veıev Ki, içlerinde bir tek musiuman buıunsun seıam vermek caizdir. tmraoaKi selamdan müs-lüman kasdedilir.

Zara: Ayıp ve kusur manasınadır. Resûlüllah (SatlailaJıü Aleyhi ve Seilem)in Hz. Âişe'ye:

«Yâ Âişe! Kötü konuşur olma!» buyurmasından murad cna rıfki mülâyemetıe muamelede buıunmasını öğretmek, aceıe etmeyip bir şeyin na-kikatmı araştırması gereKtiğmüe tenpınte bulunmak içindir. Tünakika Kesülüilaiı [Sailallahu Aleyhi ve Sellem) kufıâra birçok maııar vererek kaiblenni İslama yatıştırmaya çalışmıştır. Konugunten terbiye ve ııezaKeıe dikkat buyurması buna nısbeue evıevıyette kalır.

 

Bu Rivayetlerden Şu Hükümler de Çıkarılmıştır:

 

1- Fazilet sahiplerinin zarar gelmemek şartıyle şaşkınların sefaha­tine göz yummaları müstehabdır. İmam    Şafiî:  «Tedbirli âkil ken­dini gafil gösteren zekidir.» demiştir.

2- Gayri rmislimler yolun dar tarafından yürümeye mecbur edilir­ler. Yoldan geçen müslüman yoksa istedikleri yerden geçebilirler. Ancak bu  sıkıştırma uçuruma  düşürecek veya  duvar gibi  bir şe>e çarptıracak mahiyette olmamalıdır.

3- Sertlik göstermeye hacet olmadıkça rıfk-ı mülâyemet, sabır vç nezaketle muamelede  bulunmak müstehabdır.

 

5- Çocuklara Selam Vermenin Müstehab Oluşu Babı

 

14- (2168) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hü şeym, Seyyâr'dan, o da Sabit El-Bûnânî;den, o da Encs b. Mâlik'den naklen haber verdi ki: Resulü ilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   bazı çocukların yanından geçmiş de onlara selâm vermiş.

 

(...) Bu Hadîsi bana İsmail b. Salim de rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Hüşeym haber verdi.   (Dedi ki) : Bize  Seyyar bu isnadla haber verdi.

 

15- (...) Bana Amr b. Alî ile Muhammed b. Velîd dahî rivayet et­tiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Seyyâr'dan rivayet etti. <Dedi ki) : Sabit El-Bünânî Ue bir­likte yürüyordum. Az sonra bir takım çocukların yanma uğrayarak on­lara selâm verdi. Sabit şunu anlattı ki : Kendisi Enes'le beraber yürüyor-muş. O da bîr takım çocukların yanma uğrayarak onlara selâm vermiş, Enes de anlatmış ki, kendisi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'le bir­likte yürüyormuş. O da bir, takım çocukların yanına uğrayarak onlara selâm vermiş.

Bu hadîsi Buharî ile Tirmizî «Kitâbu'l-İstizan»'da; Nesâî «Elyevm velleyle» bahsinde tahrîc etmişlerdir. Hadîs-i şerif çocuk­lara selâm vermenin ve tevazu göstererek selâmı herkese ifşa etmenin müstehab olduğuna delildir. Bu hususta bütün ulema müttefiktir. İçlerin­de çocuklar bulunan cemaattan bir çocuk selâm alsa, diğerlerinden borç sakıt olur mu, olmaz mı? meselesinde Şâfii1er'den iki kavi rivayet olunmuştur. Esah kavle göre sakıt olur. Cumhura göre bir çocuk, bir ada­ma selâm verse alması lâzım gelir.

Kadınlara gelince aralarında mahrem bulunmadıkça erkekler kadın­lara selâm veremez. Rabîa: «Erkekler kadınlara, kadınlar erkeklere selâm veremez» demiştir. Nevevî bu sözün hata olduğunu söyler. Onun beyânına göre Şâfiiler'Ie cumhurun mezhebi şudur : Kadın­lar cemâat halinde iseler, erkek onlar selâm, verir. Bir kadınsa, ona başka kadınlar, kendi kocası ve mahremi, câriye ise sahibi selâm verebilirler. Bu hususta kadının güzel veya çirkin olmasının, hükmü yoktur. Kadın yabancı ise kendisinden şehvetlenilmeyecek kadar ihtiyar olduğu takdirde ona selâm vermek, keza onun da erkeğe selâm vermesi 'müstehab olur. Birbirlerinin selâmım almak lâzımdır. Kadın genç yahut şehvetlenilecek yaşlılardan ise ecnebi bir erkek ona selâm veremediği gibi, o da erkeğe selâm veremez. Birbirlerine selâm verirlerse cevap beklemeye hakları yoktur.

 

6- Perde Kaldırmak ve' Benzeri Alametleri Îzin Saymanın Cevazı Babı

 

16- (2169) Bize Ebû Kâmil El-Câhderî ile Kuteybe b. Saîd her ikisi Abdül-Vâhid'den rivayet ettiler. Lâfız Kuteybe'nindir. (Dediler ki) : Bize Abdül-Vâhid b. Ziyad rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasen b. Ubeydillah rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbrahim b. Süveyd rivayet etti. (Dedi ki) : Abdurrahman b. Yezid'i dinledim. (Dedi ki) : Ben İbni Mes'ud'u şunu söylerken işittim. Bana Resûlüllah (Saiiallahü Aleyhi ve Seliem) :

«Senin yanıma girmek için iznin, perdenin kaldırılması ve benim fısıl­tımı işitmendir. (Bu) Tâ seni nehyedinceye kadar (böyle) gidecektir.» bu­yurdular.

 

(...) Bize feu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Abdil-lah b. Nümeyr ve İshâk b. İbrahim dahî rivayet ettiler. İshâk: Ahberanâ; ötekiler; Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Abdullah b. İdris, Hasen b. Ubeydillah'dan bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti.

Bu hadîs-i şerif bir kimsenin yanına girmek için izin sayılmak üzere konulan alâmete itimad caiz olduğuna delildir. Vali, Kaymakam veya Hâkim gibi bir kimse kapısındaki perdenin kaldırılmasını, umumun girmesi için izin saysa yahut bunu bir taifeye veya sahsa tahsis etse, perdenin kalktığı görüldüğü zaman içeri girmek caizdir. Bir kimse böyle bir alâ­meti çocuklarıyle hizmetçilerinin yanına girmeyi için de kullanabilir. Ar­tık perdeyi indirdi mi yanma izinsiz girilemez demektir. Kaldırdığı vakit İzinsiz girilir.

 

7- İnsanın Hacetini Görmek İçin Kadınların Dışarıya Çıkmalarının Mubah Kılınması Babı

 

17- (2170) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyle ile Ebû Küreyb rivayet et tiler. (Dediler ki) : Bize Ubejdullah Nâfi'den, o da İbni Ömer'den, o da Aişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş : Üzerine perde çekildikten sonra Şevde hacetini görmek İçin dışarı çıktı. Kendisi cismen bütün ka­dınlardan uzun, vücutlu bir kadındı. Kendisini tanıyanlara gizli kalmaz­dı. Onu Ömer b. Hattâb gördü ve :

  Yâ Şevde!  Vallahi  bizden gizlenemiyorsun!  Nasıl dışarı çıkacağı­na bir bak! dedi. Bunun üzerine Şevde hemen bozularak geri döndü. Re-sûlüllah (Sattaltahü Aleyhi ve Setlem)   benim evimde idi. Kendisi akşam ye­meği yiyordu. Elinde bir kemik vardı. Şevde içeri girerek:

  Yâ Resûlallah! Ben dışarı çıktım da, Ömer bana şöyle şöyle  (lâf-laf)   söyledi, dedi. Az sonra Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Seüemf'e vahiy geldi. Sonra kendisinden (o ağırlık) kaldırıldı. Kemik hâlâ elinde idi. Onu bırakmamıştı.

«Gerçekten hal şu ki, size hacetiniz için dışarı çıkmanıza izin verildi.» buyurdular.

Ebû Bekr'in rivayetinde: «Cismi bütün kadınlardan uzundu» cümlesi vardır. Ebû Bekr kendi hadîsinde : «Hişâm, yâni helaya, dedi.» cümlesini ziyade etti.

 

(...) Bu hadîsi bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişam bu İsnadla rivayette bulundu. Ve:

«Şevde vücudu bütün insanlardan uzun bir kadındı.» dedi. Peygam­ber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında da: «O akşam yemeği yiyordu.» dedi.

 

(...) Bu hadîsi bana Süveyd b. Saîd dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ali b. Müshir, Hişam'dan, fcu isnadla rivayet etti.

 

18- (...) Bize Abdül-Melik b. Şuayb b. JLeys rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam dedemden rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ukayl b. Hâ-lid, İbni Şihab'dan, o da Urve b. Zübeyr'den, o da Âişe'den naklen riva­yet etti ki: Resûlüllah (Sallalİahü Aleyhi veSellem)yin zevceleri helaya git mek istedikleri zaman geceleyin menâsıa çıkarlardı, orası geniş bir yerdi

Ömer b. Hattab da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ye: Kadınlarını ört! diyordu. Ama Resûlüllah f Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu yapmıyor­du. Derken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Şevde binti Zem'a gecelerden bir gece yatsı zamanı dışarı çıktı. Kendisi uzun bir kadındı. Ömer ona seslendi:

— Dikkat!.. Seni tamdık yâ Şevde! (Ömer bunu) tesettür emri in­dirilsin diye (yaptı).

Âişe : «Bunun üzerine Allah (Azze ve Ceile)   tesettürü İndirdi.» demiş.

 

(...) Bize Amru'n-Nakıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yâkub b. İb­rahim b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize baîbam, Sâlih'den, o da İbni Şihab'dan bu isnadla bu hadîsin benzerini rivayet etti.

Bu hadîsi Buhârî «Taharet» ve «Tefsir» bahislerinde tahrîc et­miştir.

Menâsi: Yerler mânâsına gelir. Bu yerlerin şimdiki helaların yerini tuttuğu anlaşılıyor. Hişam : «Kadınların hacetleri için dışarı çık­masından murad helaya gitmek için çıkmalarıdır. Maişet derdine ait her hacet için çıkmaları değildîr.> demiştir. Bu hadise hicab âyeti inmezden önce vuku bulmuştur. Kirmânî'ye göre iki defa vâki olması muh­temel. Bâzıları birinci hicabda ikinci hicabın başka başka şeyler oldu­ğunu söylemişlerdir. Bu meselenin hülâsası şudur ki : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcelerini ecnebi erkeklerin görmesi Hz. Ömer'in kalbinde nefret uyandırmış. Ona kadınlarını örtmesini söylemiş. Hicab âyeti ininceye kadar bunu birkaç defa tekrar ve te'kid etmiştir. Sonra ezvacı tâbiratın örtünmüş dahî olsalar meydana çıkmamalarını, şahısla­rının kafiyen görünmemesini istemiştir.

Bu babda zikredilen hadîslerin hepsi tesettüre delâlet etmektedir. Bu­radaki Hz. Âişe hadîsinde sarahaten zikredilmemişse de zımnen yine anlaşılmaktadır. Kaadî Iyâz: «Örtünmenin farz olması Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'ın zevcelerine mahsûs hükümlerdendir. On­ların yüz ve ellerini örtmeleri bilittifak farzdır. Bu yerleri şahitlik esna­sında veya başka hususta açmaları caiz değildir. Helaya gitmek gibi bir zaruret olmadıkça örtünmüş bile obalar şahıslarını göstermeleri caiz de­ğildir. Nitekim Hz. Hafsa hadîsinde vârid olduğu üzere Ömer (Radiyallahu anh) vefat edince Hafsa'yi şahsı görünmesin diye kadın­lar örtmüş; Zeyneb (Radiyallahu anha) vefat edince şahsı görülmesin diye naşının üzerine çadır kurulmuştur.» demiştir. Aynî bu sözleri naklettikten sonra şunları söylemiştir : «Başka kadınların kılık kıyafet­leri pejmürde olmak sert ve kaba giyinmek, koku sürünmemek, azaları örtülmek ve zinetlenip kırıtmamak, seslerini de kaldırmamak şartiyle muhtaç oldukları işleri için dışarı çıkmalarının caiz olduğunda hilaf yoktur.

 

Hadis-i Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- Büyüklere ve fazilet sahiplerine menfaatları icâbı nasıl hareket etmeleri gerektiğini tenbihte bulunmak ve bunda ısrarla tekrar etmsk caizdir.

2- Kadın bir hacetten dolayı mu'tadı olan bir yeie gitmek için ko­casının izni olmaksızın evinden çıkabilir. Çünkü buna şeriat izin vermiştir.

3- Hadîs-i şerif Hz. Ömer'in menkabesine delildir.

 

8- Yabancı Bir Kadınla Başbaşa Kalmanın ve Onun Yanına Girmanin Haram Kılınması Babı

 

19- (2171) Bize Yahya b. Yahya ile Alî b. Hucur rivayet ettiler. Yahya: Ahberana, tbni Hucr ise: Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (De­diler ki) : Bize Hüşeym Ebû'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Sabbâh ile Züheyr b. Harb da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Hüşeym rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'z-Zübeyr, Câbir'den naklen haber verdi. Câbir (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Dikkat!.. Sakın bir adam dul bir İcadının yanında gecelemesin, ancak nikâhlısı veya mahremi olursa o başka.» buyurdular.

Ulemânın beyanına göre bu hadîste dul kadının zikredilmesi ekseri­yetle onun yanına girildiği içindir. Kızlar adeten erkeklerden daha fazla korunur ve kaçarlar. Hadîste kızın zikre dilmeme si bundandır. Bir de ha-dîs-i şerîî tenbih kabilindendir. Âdeten yanına girip çıkmakta pek beis görülmeyen kadın hakkında hüküm bu olunca, kız hakkında da aynı hük­mün sabit olacağı evleviyette kalır. Hadîs-i şerîf ecnebi yâni nikâhı caiz olan bir kadınla başbaşa kalmanın haram olduğuna mahremleri ile bir arada kalmanın ise mubah olduğuna delildir. Bu hususta ulema mütte­fiktirler. Mahremden murad : O kadınla evlenmesi ebediyen haram olan erkeklerdir.

 

20- (2172) Bize Kuteybe b, Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Rumh da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Yezîd b. Ebî Habib'den, o da Ebû'l-Hayr'dan, o da Ukbe b. Amir'den naklen haber verdi ki: Resûiüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

«Kadınların yanına girmekten sakının!» buyurmuş. Bunun üzerine en-sardan  bir zât:

— Yâ Kesûlallah! Kayına ne buyurursun? demiş.

«Kavın ölümdür!»   cevâbını vermiş.

 

(...) Bana Ebû't-Tâhir de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb, Amr b. Haris ile Leys b. Sa'd, Hayve b. Şüreyh ve başkalarından naklen haber verdi ki, bu zevata Yezid b. Ebî Habib bu isnadla bu ha­dîsin mislini rivayet etmiş.

 

21- (...) Bana yine Ebû'i-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Ben Leys b. Sa'd'ı da şöyle derken işittim.

Kayın, kocanın kardeşi ve kocanın  yakınlarından  amca  oğlu ve  emsali gibi benzerleridir.

Bu hadîsi Buhârî ile Tirmizî «Nikâh» bahsinde; Nesâi   «Kitâhu Işrati'n-Nisa*>'da tahrîc etmişlerdir.

Hamv: Damadın babalan ile oğullarından geri kalan akrabasıdır. Tirmizî: «Hamv kocanın babası demek olduğu söylenir. Galiba ge­lini ile başbaşa kalması mekruh görülmüştür» demiştir. Bu hususta Leys b. Sa'd da şunları söylemiştir : «Lügat ulemâsı ittifak etmiştir ki, hamv: Kadının kocasının babası, amcası, kardeşi, kardeşi oğlu, amcası oğlu ve bunlara benzer akrabasıdır. Hatenler ise : Zevcenin yakınlarıdır. Her ikisinin yakınlarına sıhr denilir.»

«Kayın Ölümdür» cümlesinden murad, ondan fitne ve kötülük gel­mesi başkalarından daha fazla mümkündür. Çünkü kimse yadırgamadan kolaylıkla kadının yanına girer çıkar ve onunla başbaşa kalabilir. Binâen­aleyh başkalarından daha ziyâde ondan korkulur demektir.

Nevevî diyor ki: «Burada hamvden murad, kocanın babaları ile oğullarından geri kalan akrabasıdır. Babalarla oğullara gelince, onlar ka­rısına mahremdirler. Onlarla bir arada kalması caizdir. Ölümle de vasıf-lanamazlar. Burada murad kardeş, kardeş oğlu, amca, amca oğlu ve bun­lara benzer mahrem olmayan kimselerdir. Halkın âdeti bu hususta kayıt­sız davranarak tesâhul göstermektir. Bir kimse âdete nazaran kardeşinin kansıyle başbaşa kalır. İşte Ölüm de budur. Böylesi men edilmeye ecne­biden daha lâyıktır. Hadîsin doğru mânâsı da budur...»

Kaadî Iyâz: «Bu hadîsin mânâsı, bir kadının kayınları ile başbaşa kalması, dinde fitne ve helake sebep olur, demektir. Bunu Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) Ölüm helakine benzetmiştir. Ve bu söz şiddet makamında söylenmiştir.» diyor.

 

22- (2173) Bize Harun b. Ma'rut rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab­dullah b. Vehb rivayet etti, (Dedi ki) : Bana Amr haber verdi. H.

Bana Ebû't-Tâhir de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb Amr b. Hâris'den naklen haber verdi. Ona da Bekr b. Sevâ de rivayet etmiş, ona da Abdurrahman b. Cübeyr rivayet etmiş, ona da Abdullah b. Amr b. Âs rivayet etmiş ki: Benî Hâşim'den birkaç kişi Esma binti Umeys'İn  yanına girmişler. Derken Ebû Bekr'i Sıddik, da girmiş. Esma o gün onun nikâhı altında imiş. Ebû Bekr bu zevatı görmüş ve bundan hoşlanmamış. Bunu Resûlüllah (Sallallahi Aleyhi ve Sellem} fe anlatmış ve:

«Ama hayırdan başka bir şey görmedim» demiş. Bunun üzerine Re­sûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem):

«Şüphesiz ki, Allah Esma'yi bundan beri kılmıştır.» buyurmuş. Sonra Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)   minber üzerinde ayağa kalkarak:

«Bu günümden sonra sakın bir adam beraberinde bir veya iki kişi ol­madan, kocası evde bulunmayan bir kadtnin yanına girmesin!» buyur­muşlar.

Muğîbe : Kocası evde olmayan kadın, demektir. Kocasının şehir hâ­ricinde uzak bir yere gitmesiyle evinden çıkıp şehir içinde bulunması ara­sında hükmen bir fark yoktur. Nitekim bu kıssada Hz. Ebû Bekr evinde bulunmamış, fakat şehirden de dışarı çıkmamıştır. Nevevî diyor ki : «Hadîsin zahirine bakılırsa beraberinde iki üç kimse bulunan bir adam kendisine ecnebi sayılan bir kadınla bir yerde bulunabilecektir. Ulemamıza göre meşhur olan kavi ise bunun haram olmasıdır. Şu halde hadîs salâh ve doğruluklarından dolayı kendilerinden kötülük beklenme­yen bir cemâat, bir kadının yanma girebilir diye te'vîl olunur.  Kaadi 1yâz da bu te'vile benzer bir işarette bulunmuştur.»

 

9- Bir Kimse Bir Kadınla Başbaşa Görülür de O Kadın Zevcesi Yahut Mahrem Akrabası Olursa, Sü-i Zannı Gidermek İçin: Bu Kadın Filancadır, Demesinin Müstehab Olduğunu Beyan Babı

 

23- (2174) Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad b. Seleme, Sabit El-Bûnânî'den, o da Enes'den naklen rivayet etti ki: Peygamber (Satlatlahü Aleyhi ve Sellem) kadınlarından biri­nin yanında İmiş. Derken yanından bir adam geçmiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu çağırmış, adam da gelmiş ve:

«Ey filân! Bu benini zevcem filancadır.» buyurmuş. Bunun üzerine o zât:

— Yâ Resûlallah! Her kim hakkında zanna kapılırım da, senin hak­kında zanna kapılmam! demiş. Resûlüllah (Satlailahü Aleyhi ve Setlem):

«Şüphesiz ki, şeytan insanın kanının akfeğı yerden akar!» buyurmuş­lar.

 

24- (2175) Bize Ishâk b. ibrahim ile Abd b. Humeyd rivayet etti­ler. Lâfızları birbirine yakındır. (Dediler ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zührî'den, o da AH b. Hüseyin'den, o da Safiyye binti Huyeyy'den naklen haber verdi. Safiyye şöyle demiş: Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) itikâfa girmişti. Ben de geceleyin onu ziyarete geldim. Ve kendisiyle konuştum. Sonra evime dönmek üzere kalktım. Beni evime götürmek için o da kalktı.

Safiyye'nin evi Üsame b. Zeyd'in hanesinde idi. Derken oradan en-sârdan iki zat geçti. Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'i görünce hız­landılar. Bunun üzerine Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'.

«Ağır olun! Bu kadın Safiyye bînti Huyeyy'dir.» buyurdu. Adamlar:

— Sübhanallah yâ Resûlallah! dediler. - Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Şüphesiz şeytan insanın kanının aktığı yerden akar. Ben de sîzin kalblerinize şerr atar diye korktum.» buyurdular. Yahut (şerr yerine) şey dedi.

 

25- (...) Bana bu hadisi Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'l-Yeman haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb, ZÜhrî'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bize AH b. Hüseyn haber verdi. Ona da Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Sa-fiyye haber vermiş ki: Kendisi ramazanın son on gecesinde mescidde İti-kâfı esnasında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i ziyarete gelmiş ve onun yanında bir müddet konuşmuş. Sonra evine gitmek üzere kalkmış. Onu götürmek için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de kalkmış... Sonra râvi, Ma'mer'in hadîsi mânâsında rivayette bulunmuştur. Yalnız o: «Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Şüphesiz ki, şeytan insanın kanının ulaştığı yere ulaştr.» buyurdu.» demiş;  «Akar» dememiştir.

Hz. Safiyye rivayetim Buhârî «İtikat», «Edeb», «Ahkâm-ve «Hums» bahislerinde; Ebû Dâvud «Kitâbu's-Savm» ve «Ki-tâbu'I-Edeb»'de; Nesâî «İ'tikâf»'da; İbni Mâce «Savm» bah­sinde muhtelif râvilerden tahrîr etmişlerdir.

Bu rivâyetlerdeki kıssanın ayrı ayrı İki defa vuku bulmuş olması muhtemel olduğu gibi, her iki rivayetin aynı kıssaya ait olmaları da mümkündür. Bu takdirde birinci rivayet te'vîl olunur ve geçenler iki idi. Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) biriyle konuştuğu için burada bir adam gösterilmiştir, denilir. Hz. Safiyve (Radivaltahü anha) Haybe r reisi Huyeyy b. Ahtab'm kızıdır. Ümmü Yahya künyesini taşırdı.

Kaadî Iyâz ve başkalarının beyânına göre ulemadan bazıları şeytanın, insanın kanına girip dolaşmasını hakikat mânâya hamletmiş. Ve : Allah ona insanın İçinde ve kanında dolaşacak kuvvet ve kudreti halketmiştir.» demişlerdir. Diğer bazı ulemaya göre bu söz şeytanın çok vesvese verdiği ve insanı çok yoldan saptırdığı için istiare edilmiştir. San­ki şeytan insandan ayrılmamak hususunda onun kanı mesabesindedir. Bir takımları : «Şeytan vesvesesini bedenin ince mesamatına bırakır, oradan vesvese kalbe ulaşır» demişlerdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemye tesadüf eden iki zâtın ensardan Üseyd b. Hudayr ile Abbâd    b. Bişr  oldukları rivayet edilir.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seİlem)''in yarıındakine işaretle: «Bu Safiyye bİnti Huyeyy'dir.» Diğer rivayete göre : «Bu benim zevcenidir.» diye beyânda bulunması üzerine bu zevatın; «Sübhanallah yâ Resûlallah!» mukabelesinde bulunmaları hakikat mânâ­ya da hamledilebilir, kinayeye de, Hakikata hamledilirse bu sözden mu-rad: Biz Resulünün müttehem olmasından Allah'ı tenzih ederiz. O ya­kışmaz bir fiil ve harekette bulunmaz, demektir. Kinayeye hamledilirse maksad Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin bu sözüne şaştıklarını bil­dirmektir.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- İtikâfa giren kimse ziyaretçisini geçirmek ve onunla konuşmak gibi mubah işleri yapabilir.

2- Kadın itikâfda olan yakınını ziyaret edebilir.

3- Sû-i zanna sebep olacak şeylerden korunmak ve bu hususta baş­kalarını Öğretmek müstehabdır.

4- Kadın geceleyin dışarı çıkabilir.

5- Bir şeye şaşıldığı zaman Sübhanallah denilebilir.

6- Yanında kadın bulunan erkeğe selâm vermek caizdir.

7- Hadîs-i  şerif Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seİlem)'in ümmetine karşı gösterdiği sonsuz şefkat merhamete delildir. Burada şeytanın oradan geçen iki zatın kalblerine sû-i zan vesvesesi vereceğinden korkmuş ve. yanmdakinin  kim olduğunu beyan etmiştir.    Zira Peygamberlere karşı sû-i zanda bulunmak bil'icma küfürdür.

8- Şeytanın mekrinden korunmak için hazırlıklı bulunmak gerekir.

9- Bir şeyi ta'zim ve ondan şaşıldığmı ifâde için tesbihde bulunmak caizdir.

 

10- Bir Meclise Gelip de Bir Aralık Bulan Kimsenin Oraya Oturacağını, Aksi Takdirde Cemaatin Arkalarına Oturması Lazım Geldiğini Beyan Babı

 

26- (2176) Bize Kuteybe b. Saîd, Mâlik b. Enes'den, ona okunan­lar meyanında İshâk b. Ahdillah b. Ebî TaIha dan naklen rivayet etti. Ona da Akîl b. Ebî Talibin azatlısı Ebû Mürre, Ebû Vâkıd EI-Leysî'den nak­len haber vermiş ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beraberinde cemâat olduğu halde mescidde otururken üç nefer gelivermiş. Onların ikisi Resûlüllah (SallallahüIAleyhi ve Seliem) 'in yanına gelmişler, biri gitmiş. Bu iki kişi Resûlüllah (Salîailahü Aleyhi ye Seliem) 'in başında dikilmişler. Biri halkada bir aralık görerek oraya oturmuş. Diğeri cemâatin arkala­rına oturmuş. Üçüncüsü ise dönüp gitmiş. Resûlüllah (Salîailahü Aleyhi ve Sellem) oradan ayrılınca :

«Size bu üç kişiyi haber vereyim mi? Bunlardan biri Allah'a sığındı, Allah da onu sığındırdı. Diğeri utandı, Allah da ondan istihya etti. Sonun­cuya gelince, o yüz çevirdi. Allah da ondan yüz çevirdi.» buyurmuşlar.

Ahmed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Harb (bu zât İbni Şeddat'tır) rivayet etti. H.

Bana İshâk b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Habban ha­ber verdi. (Dedi ki) : Bize Ebân rivayet etti. Her iki râvi demişler ki: Bize Yahya b. Ebî Kesir rivayet etti ki: İshâk b. Abdillah b. Ebî Talha kendisine bu isnadda bu mânâda bu hadîsin mislini rivayet etmiş.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'1-İlim» ile «Kitâbu's-SalâU'da; Tirmizî «İstizan» bahsinde; Nesâî «Kitâbu'l-İlim»'de muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîste hazf vardır. Takdiri şöyledir : Ashâb-ı kiram: Bu üç kişinin kimler olduğunu haber ver yâ Resûlallah! demişler, o da:

«Onlardan biri Allah'a sığındı. Allah da onu sığındırdı. Diğeri utandı, Allah da ondan istihya etti. Sonuncuya gelince; o yüz çevirdi. Allah da ondan yüz çevirdi.» diye cevap vermiştir. Görülüyor ki, bu cevaplarda edebiyatçıların mügâkele dedikleri sanat vardır. Verilen cevaplar şekil itibariyle suâle uygun düşüyorsa da mânâ başkadır. Çünkü îva sığındır­mak yâni evine kabul etmektir. Bu Allah Teâlâ hakkında mütesavver değildir. Binâenaleyh mecazdır. Ve kelimenin lâzimî mânâsı kastedilmiş­tir ki, o da hayra ulaştırmak istemektir. Yâni melzum zikredilmiş, lâzım kasdedilmiştir. Bâzıları bunun mânâsı Allah'ın o kimseyi cennetine sı­ğın dır ma sı dır, demişlerdir. Allah'ın istihyası da böyledir. Yâni o da Mecâz-ı mürselin melzûmu zikr lâzımı irade nev'indendir. Çünkü utanmak mânâsına gelen haya insana ayıplanacağından korktuğu bir şeyden do­layı âriz olan değişme ve kırgınlıktır. Allah Teâlâ hakkında bu imkân­sızdır. Binâenaleyh bununla lâzimî mânâsı olan azabı terk etmek kasde­dilmiştir. Allah'ın yüz çevirmesi dahî aynı şekilde mecaz olup bununla Allah'ın gazabı kasdedilmiştir. Böyle zahirî mânâsına hamli mümkün ol­mayan yerlerde kaide bu gibi lâfızların lâzimî mânâları murad olunmak­tır. Hakikî mânâ ile mecazi mânâ arasındaki alâka lüzumdur. Hakikî mâ­nâyı kasdetmekten men eden karine ise akıldır. Çünkü akıl bu gibi şey­lerin Allah'dan sâdır olabileceğini tasavvur edemez. Kirmânî bu­radaki mecazların teşbih olması ihtimâlinden de bahsetmiştir. O halde mânâ şöyle olur : Evine sığındıran, utanan ve yüz çeviren ne yaparsa Allah da onun gibi yapar, demek olur. Yâni fiil fiile benzetilmiş olur.

Buradaki yüz çevirmeden murad hiç bir özrü yokken dönüp gitme­ye hamledilmiştir.

Kaadî Iyâz şöyle diyor: «Bir kimse Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''den yüz çevirir de uzaklaşırsa mü'min değildir. Eğer bu zât mü'min olup dünyevî bir hacetini veya zaruri bir işini görmek için gitti ise Allah'ın onu îrazı af ve rahmetini terk etmesiyle olur. Onun bir hasenesini kabul etmez, kötülüğünü affetmez.»

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- İlim halkasına oturan kimse Allah'ın himayesindedir. Onun üze­rine melekler kanatlarını yayarlar. İbni    Battal:    «Âliminde ta­lebeyi böylece sığındırması icab eder.» demiştir.

2- Bir kimse âlim bir zatın meclisinde bulunmayı arzu etse de utan­dığı için gidemese, Allah da ona istîhya muamelesi yapar. Yâni onu azab etmez.

3- İlim meclislerinden yüz çeviren kimse Allah'ın gazabına  maruz kalır.

4- İlim ve zikir için mescidde halka olup oturmak müstehabdır.

5- İyi bir iş yapan kimseyi senada bulunmak müstehabdır.

6- Cami, mescit gibi yerlerde nerede yer bulunursa oturmak, kim­seyi yerinden kaldırmamak islâmî edeb ve terbiye iktizasıdır. Bu hususta hadîs dahî vardır.

7- Mescitte bir yere önce gelip oturan, o yere başkalarından daha ziyade hak sahibidir.

8- Saf ve meclis halkalarında aralık yer bırakmamak gerektir.

9- Kimseye eziyet vermemek şartıyle sallardaki boş yerlere yürü­mek caizdir.

 

11- Bir İnsanı Önceden Oturduğu Mubah Yerinden Kaldırmanın Haram Kılınması Babı

 

27- (2177) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.

Bana Muhammed b. Hunıh b. Muhacir dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys Nâfi'den, o da İbni Ömer'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen haber verdi.

«Salcın biriniz bir kimseyi yerinden kaldır.p, sonra oraya oturmasın!) buyurmuşlar.

 

28- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullar b. Nümeyr haber verdi. H.

Bize İbni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivâyel etti. H.

Bize Züheyr b. Harb dahî rivayet etti. (Dedi ki) Bize Yahya (bı zat Kattan'dır) rivayet etti. H.

Bize İbni Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdül-Vahhat (yâni Essekafî) rivayet etti. Bu râvilerin hepsi Ubeydullah'dan rivâyel etmişlerdir. H.

Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. Lâfız onundur. (Ded ki) : Bize Muhammed b. Bişr ile Ebû Üsame ve İbni Nümeyr rivayet et tiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Üsâme, Hişâm'dun, o da babasından, o di Peygamber iSallaUahü A teyht ve Sellem i'ien naklen rivayet etti:

«Bir adam bîr adamı yerinden kald:np, sonra oraya oturmasın! Lâlcir aralanın,  genişleyin!» buyurmuşlar.

 

(...) Bize Ebû'r-Rabî' İle Ebû Kâmil de rivayet ettiler. (Dediler ki) Bize Hammad rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb rivayet etti. H.

Bana Yahya b. Habîb de rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Ravh' rivayet etti. H.

Bana Muhammed b. Râfi' dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdür-rezzâk rivayet etti. H.

Her iki râvi İbni Cüreyc'den rivayet etmişlerdir. H.

Bana Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Füdeyk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dahhâk (yâni İbni Osman) haber verdi.

Bu râvilerin hepsi Nâfi'den, o da İbni Ömer'den, o da Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Seitcm)'den naklen Leys'in hadîsi gibi rivayette bulun­muşlardır. Fakat hadîste :

«Lâkin; aralanın, genişleyin...» cümlesini anmamışlardır. İbni Cüreyc hadîsinde : «Ben Cuma gününde mi? dedim. Cuma gününde ve başka günlerde cevabını verdi.» cümlesini ziyade etmiştir.

 

29- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'1-A'lâ, Ma'mer'den, o da Zührî'den, o da Salimden, o da İbni Ömer'­den naklen rivayet etti ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Sakın biriniz din kardeşini yerinden kaldırıp, sonra onun yerine otur­masın!» buyurmuşlar. İbni Ömer kendisi için biri yerinden kalkarsa oraya oturmazmış.

 

(...) Bize bu hadîsi Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzak haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer bu isnadla bu hadîsin mislini haber verdi.

 

30- (2178) Bize Seleme b. Şebîb rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Ha-sen b. A'yen rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mâkıl (bu zat İbni Ubeydillah'dır), Ebû'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den, o da Peygamber (Saliatlahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet etti:

«Sakın biriniz Cuma günü din kardeşini yerinden kaldırmasın. Sonra gidip onun yerine oturmasın. Lâkin; aralanın, desin!»  buyurmuşlar.

İbni Ömer rivayetini Buhâri «İstizan» bansınde tahric etmiştir.

Nevevi diyor ki : «Bu nehiy tahrim içindir. Bir kimse cuma gü­nü olsun, başka bir günde olsun, namaz veya başka bir şey için mescid-de veya başka bir yerde mubah bir yere oturursa, o yerin hak sahibi odur. Başkasının onu yerinden kaldırması haram olur. Delili bu hadîstir. Yalnız ulemamız fetva vermek yahut Kur'ân veya ulum-u şer'iyye okumak için bir kimsenin alışmış olduğu yeri bundan istisna etmişlerdir. Böylesi o yerde hak sahibidir. O geldiği zaman o yere başkası oturamaz.»

Hz. Abdullah b. Ömer 'in kendisine ayağa kalkan kimse­nin yerine oturmaması, kendi vera ve takvasıadandır. Yoksa oturması ha­ram değildir. Hz. İbni Ömer burada iki şeyi nazar-ı itibara almış olabilir :

1- Çok defa yerinden kalkan  kimse ondan utanır da içinden razı olmadığı halde kalkarak yerini ona verir. İbni   Ömer   (Radiyaİlahu anh)  bu kapıyı kapayarak böyleleri  kurtarmıştır.

2- İbâdet hususunda tercih mekruh yahut evlâsını  hilâlidir.   İbni Ömer   başkasının böyle mekruh veya evlânın hilaf;  bir dey yapmasına sebep olmamak için   oturmaktan kaç;jınııştır

 

12- Oturduğu Yerden Kalkıp de Sonra Oraya Dönen Kimsenin, O Yerde Hak Sahibi Olması Babı

 

31- (2179) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti, (Dedi ki» Bize Ebû Avâne haber verdi. Kuteybe şunu Atf söyledi. Bize Abdül'Aziz (yâni İbni Muhammed) rivayet etti. Her iki râvi Süheyl'den, o da haftasından, o da Ebû Hiiireyre'den naklen rivayet etmişler ki: Resûlüllah (ScuhV.hhü Aleyhi ve Sellem):

«Bİriniz ayağa  kalktığı vakit. .» Ebû Avane'nin hadîsinde: «Bİr kimse oturduğu yerden kalkar da, sonra oraya dönerse, o kimse, o yerde hak sahibidir.»   buyurmuşlardır.

Nevevî'nin beyanına göre bir kimse mescidde namaz veya baş­ka bir ibadet için bir yere oturur da sonra abdest almak veya ufak bir iş görmek maksadıyle oradan kalkar ve tekrar dönmeyi niyet ederse, o yer­deki hakkı bâtıl olmaz. Oraya başkası oturmuş olsa bile kaldırmaya hak­kı vardır. Oturan kimsenin de kalkması icab eder. Delili bu hadîstir.

Ulemâdan bazıları yerine oturan kimsenin kalkması vâcib değil, müs-tehabdır, demişlerdir ki, İmam-ı Mâ1ik'in mezhebi budur.

 

13- Kadın Tabiatlı Kimsenin Yabancı Kadınların Yanına Girmesinin Men Edilmesi Babı

 

32- (2180) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet et­tiler.  (Dediler ki) : Bize Vekİ' rivayet etti. H.

Bize İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerir haber verdi. H.

Bize Ebû Küreyb dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye ri­vayet etti. Bu râvilerin hepsi Hişam'dan rivayet etmişlerdir. H.

Bize yine Ebû Küreyb rivayet etti. Lâfızı şudur: Bize İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm babasından, o da Zeyneb binti Ümmü Seleme'den, o da Ümmü Seleme'den naklen rivayet »etti ki : Kadın tabi­atlı bir adam evde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanında bulu­nuyormuş. Ümmü Seleme'nin kardeşine:

— Yâ Abdellah b. Ebî Ümeyye!  Yaruı  Allah size Tâif'i fethederse sana filancanın kızını göstereceğim. Çünkü o kıi dörtle gelir, sekizle gi­der, demiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  bunu İşitmiş de: «Bunlar sizin yanınıza girmesin!» buyurmuşlar.

 

33- (2181) Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab dürrezzâk Ma'mer'den, o da Zührî'den, o da Urve'den, o da Âişe'den nak len haber verdi. Âişe şöyle demiş : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SelUm in zevcelerinin yanına kadın tabiatlı bir adam giriyordu. Onu ihtiyaç sa hibi olmayanlardan sayıyorlardı. Derken bir gün Peygamber (Sallaliahı Aleyhi ve Sellem) o adam kadınlar in ilan bâzısının yanında iken içeri gird Adam bir kadın tavsif ediyor :

— Geldiği zaman dörtle gelir, gittiği zaman sekizle gider, diyordı Bunun üzerine Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellemı:

«Dikkat! Görüyorum ki; bu adcım orada ne vardığını biliyor, sak: sizin yanınıza girmesin!» buyurdular,\ Artık onu (girmekten) men ettiler.

Ümmü Seleme rivayetini Buhârî ve «Nikâh», «Libâs ve «Meğazi» bahislerinde; Nesâî «.şratü'n-Nisâ'»'da; İbni Mâce «Nikâh» ve «Hudud» bahislerinde muhtelif râvilerden tahric etmi: lerdir.

Muhannes yahut muhannis ahlâk, hareket ve sözünde kadınlara beı zeyen kimsedir. Bâzan yaratılıştan kadına benzer ve tıpkı kadınlar gil konuşur, onun kadına benzemesi kendi arzusuyla değildir. Bu bir ne1 hünsa sayılabilir. (Hünsa; hem erkeklik, hem kadınlık uzvu olan kin sedir.) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ilk gördüğü zaman b şey dememesi bundandır. Zâten herkes onun cimâa ihtiyacı olmadığı: zannederdi.

Bazan da doğuştan benzemediği halde kendi arzusuyla kadınlara be: zemeye çalışanlar vardır. Bunlara da muhanne» denir. İşte bahis mevzi olan ve sahih hadîslerde lanet edildiği bildirilen muhannesler bunlard Bir hadîs-i şerifte:

«Kadınların kendini erkeklere benzetenlerine, erkeklerin de kendi kadınlara benzetenlerine Allah lanet etsin!» Duyurulmuştur.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) 'in evine gelen bu muhannesin ismi meşhur kavle göre Hîfdir. Bâzıları Hinb, diğer bâzıları da Mâti' olduğunu söylemişlerair. Hu bâbda daha başka isimler de zikredilmiştir ki, gelen rivayetlerden Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Settem)'in bunları çeşitli yerlere surgun ettiği anlaşılıyor.

İbni Keibi'nın beyânına göre Hit vasfettiği kız hakkında ile­riye giderek : Ağzı papatya çiçeği gibi, oturduğu zaman iki olur. Konu­şursa renk saçar, bacaklarının arasındaki, başaşağı çevrilmiş kab gibidir, demiş. Kesûiüllah {Satlailahu Aleyhi ve Seltem)   bunu işitiyormuş :

«Sen ona inceden inceye bakmışsın ey Allah'ın düşmanı!» buyurmuş. Sonra kendisini Medine 'den Hama'ya sürgün etmiştir. Tâif fethedilince o kız müslüman olmuş ve Abdurrahman b. Avf'la evlenmiştir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) dünyâdan gittikten son­ra Ebû Bekr {Radcyallahu anh) Hît'i Medine 'ye kabul et­memiş, Hz. Ömer halife olunca bâzı kimseler araya girerek şefaatçi olmuş : Hit arlık zayıf, yaşlı ve muhtaç bir kimsedir, diyerek, Me­dine'ye gelmesine izin verilmesini rica etmişler. Hz. Ömer de her Cuma Medîne'ye gelerek dilenmesine, sonra yine yerine gönderilme­sine izin vermiştir.

Ulemâ Hit'in sürülmesinde üç sebep zikretmişlerdir. Bunlardan biri hadiste beyân edildiği vecihle onun kadına ihtiyâcı olmadığı zanne­dilmesi, hakikatte ise kadınlara ihtiyâcı olduğu halde gizi eme sidir. İkin­cisi : Kadınların güzelliklerini ve avret yerlorini erkeklerin huzurunda an-latmasıdır. Halbuki bir kadının ba^ka bir kadına kendi kocasının husu­siyetlerinden bahsetmesi bile men edilmiştir. Bir erkeğin bir kadını teş­hir etmesi ise evleviyetle memnudur. Üçüncüsü Hit'in kadınların mah­rem yerlerine varıncaya kadar öğrendiği meydana çıkmıştır. Öyle ki, bu yerleri başka kadınlar bile görüp öğrenemez. İşle bu üç sebeplen dolayı Hit sürgün edilmiştir. Resûiüllıh (Sallallahü Aleyhi ve Seıien)in :

«Bunlar sizin yanınıza girmesin!» emriyle bütün muhannesleri kas-detmiştir. Binâenaleyh muhannes olanlar kadınların yanına giremediği gibi, kadınlar da açık saçık onların yanma çıkamaz. Muhannesler şâir ka­dınlara ihtiyacı olan erkekler hüUmündednicr. Enenmiş [2] ve âleti ke­silmiş erkekler de aynı hükümdedirler. Hît'in, Gay1â'm kızını vasfederken dörtle gelir, sekizle gider demesi; gelirken vücudunun ka­barık ve pişkin yerleri dört, giderken sekiz görünür manasınadır. Gay1ân Tâif'in fethinden soma mu^'.ımaıı olmuş, fakat hicret edememistir. Beyaz tenli, uzun boylu, kumral saçlı, iri ve yakışıklı bir zat ol­duğu söylenir. Vaktiyle Peygamber (Sallaîlahü A leyhi ve Seilem) hakkında Kur'ân buna indirileceğine, iki şehirden birinde büyük bir adama indirüseydi ya! diyenlerden biridir. Kisrâ'ya heyet halinde gönde­rildiği vakit onunla görüşmüş, Kisrâ onun aklını beğenerek: Senin gıdan nedir? diye sormuş. O da : Buğdaydır! deyince,   Kisrâ:

— Bu akıl buğdaydandır. Sütle kuru hurmadan değildir, demiştir.

 

14- Ecnebi Bir Kadın Yolda Kötürümlediği Vakit Onu Hayvanın Terkisine Almanın Cevazı Babı

 

34- (2182) Bize Muhammed b. Âlâ' ile Ebû Küreyb El-Hemdân rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Üsâme, Hişâm'dan rivayet etti (Demiş ki) ; Bana babam, Esma binti EM Bekr'den naklen haber verdi Esma şöyle demiş: Zübeyr benimle evlendi. Ama kendisinin yeryÜzfind mal ve köle nâmına atından başka hiçbir şeyi yoktu. Ben onun atına aU veriyor; nafakasına bakıyor, işlerini görüyor, su devesi için çekirdek k nyor, onun alahnı ve suyunu veriyor, kovasını tamir ediyor, hamur yağuruyordum. Ekmek yapmayı beceremiyordum. Benim için ensardan bı zı komşu kadınlar ekmek yapıyorlardı. Doğru kadınlardı. Zübeyr*e, it sûlüllah  (Sallaîlahü Aleyhi ve Seilem) in parsellediği yerden çekirdeği başmın üstünde taşıyordum. Kİ fcu yer bir fersahın üçte ikisi uzaklıktadır. Bir gün çekirdek başımın üzerinde olduğu halde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'e rastladım. Beni çağırdı. Sonra beni arkasına bindirmek için  (devesine) :

«Ih! Ih!» dedi. Esma, Zübeyr'e : Utandım ama senin kıskançlığını da bilirim,  demiş. O  da :

— Vallahi başının üzerinde hurma çekirdeğini taşıman, onunla be­raber binmenden daha güçtür, demiş. Esma : Hattâ bundan sonra Ebû Bekr bana bir hizmetçi gönderdi de, o beni at bakıcılığından kurtardı ve sanki beni âzâd etti, demiş.

 

35- (...) Bize Muhammed b. Ubeyd El-Ğuberî rivayet etti. (Dedi ki) : Bizt Hammâd b. Zeyd, Eyyûb'dan, o da İbni Ebî Müleyke'den nak­len rivayet etti ki, Esma şöyle demiş: Zübeyr'in ev hizmetini görüyor­dum. Bir atı vardı. Ona bakıyordum. Ama bana at bakıcılığından daha güç bir hizmet yoktu. Ona ot veriyor, tımarını yapıyor ve bakıyordum. Râvi diyor ki: Sonra Esmâ'ya bir hizmetçi isabet etti. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemye esirler geldi de, ona da bir hizmetçi verdi. Esma demiş ki: Artık bu hizmetçi beni at bakıcılığından kurtardı. Zü­beyr'in nafaka işini de üzerimden attı.

Derken bir adam geldi. Ve :

— Ey Ümme [3] Abdillah! Ben fakir bir adamım, senin evinin göl­gesinde mal satmak istiyorum, dedi. Esma   (ona) :

  Ben sana müsaade edersem Zübeyr buna razı olmaz. İmdi sen gel de bunu  benden Zübeyr'in  gözünün  Önünde  iste!  demiş.  Arkaciğından adam gelerek:

  Ey Ümmü Abdillah!  Ben  fakir bîr adamım, senin  evinin  gölge­sinde mal satmak istiyorum, demiş. Esma :

  Medine'de  benim  evimden  haşka   bir  yer  bulamadın   mı?  demiş. Bunun üzerine Zübeyr ona :

  Sana ne oluyor ki, fakir bir adr:na   (malını)  satmağa mâni olu­yorsun, demiş. Artık  (adamcağız) kazan.naya başlayıncaya kadar  (orada mal)  satmış.  (Esma diyor ki) : Ben bu cariyeyi ona sattım, parası kuca­ğımda iken Zübeyr yanıma girdi. Ve :

  Onu bana hibe et, dedi.

  Ben onu tasadduk ettim, dedim.

Bu hadîsi Buhârî «Humus» ve «Nikâh» bahislerinde; Nesâî «lşrâtü'n-Nisâ»'da tahrîc etmişlerdir.

Mal: Aslında altın ve gümüş gibi milk edinilen şeylerdir. Sonra mitk edinilen her şeye ıtlak edilmiştir. Arablarca ekseriyetle maldan deve kas-dedilir. Çünkü onların en kıymetli malı devedir.

Hz. Esma 'nın saydığı hizmetler hakkında Nevevî şunları söylemiştir : «Bütün bunlar iyilikten ve insanların alışageldiği mürüvvet­lerden sayılırlar. Kadın bu sayılan hususâtta kocasına hizmet eder. Ekmek yapar; yiyecek pişirir, çamaşır yıkar ve Hiğer işleri görür. Bunların hepsi kadın tarafından bir teberru' ve kocasın* bir iyiliktir. Ama bunlardan hiç biri kadına vâcib değildir. Hattâ hiç birin yapmasa günahkâr olmaz. Bu işlerin hepsini kocasının görmesi iâzım gelir. Hiç biri hakkında kadını ilzam ve mecbur etmesi helâl olamaz. Kndın bunları ancak ve ancak bir teberru olarak yapar ki : Güzel bir âdettir. îslâmın ilk zamanlarından bugüne kadar kadınlar bu âdet üzere devam edegelmişierdir. Kadına an­cak iki şey vâcib olur. Kendini kocasına temkin ve teslimi, bir de onun evinden  ayrılmaması.»

Ih ıh : Deveyi çöktürmek için söylenen bir söz olup ism-i fiildir.

Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem)'in Hz. Zübeyr'e parsel­leyip verdiği yer Benî Nâdir kabilesinden kalan ganimetlerden olup Medîne'ye üçte iki fersah yâni aşağı yukarı yedi sekiz kilomet­re mesafede idi. Bu yeri ona Medîne'ye gelişinin ilk günlerinde ver­mişti.

Hadîsin bir rivayetinde Hz. Esma'ya babası Ebû Bekr ta­rafından hizmetçi bir câriye gönderildiği, diğer rivayetinde ise cariyeyi ona Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in verdiği bildiriliyor.    Bu iki rivayetin arası şöyle bulunmuştur. Câriye esirler arasında Peygamber (Scdlallahii Aleyhi ve Sellemfç getirilmiş. O da onu Hz. Esma 'ya verilmek üzere babası Ebû Bekr'e teslim etmiştir. Böylece cariyeyi ona Pey­gamber (SallaUahii Aleyhi ve Sellem) verdi demek mümkün olmuştur. Hz. Zübeyr'in :

— Vallahi başının üzerinde hurma çekirdeğini taşıman, onunla bera­ber binmenden daha güçtür, sözünün mânâsı: Seni hurma çekirdeği ta-Sirken görenler cimri ve bayağı sanırlar. Bu ise Peygamber (SallaUahii Aleyhi ve SellenO'in terkisine binmekten daha güç ve ağır bir şeydir. Çün­kü sen Peygamber (SallaUahii A leyhi ve Sellem) 'in mahremlerinden onun zevcesi Âişe'nin kız kardeşisin, demektir. Bir de bu hâdisenin kadın­lara tesettür farz kılınmazdan önce geçmiş olması muhtemeldir.

Hz. Esma 'nın bunca hizmetlere sabru tahammül göstermesi, ko­cası Zübeyr ile babası Ebû Bekr'in bu bâbda bir şey deme­yip sükût etmeleri cihâd vesâir işlerle meşgul oldukları içindir. Bu gibi mühim işlerden vakit bulup da evlerine bakamıyorlardı.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler :

 

1- Hükümet reisi ahâliye yer dağıtabilir. Yer Beytü'l-Mâl'e aitse onu hükümet reisinden başkası kimseye temlik edemez. Hükümet reisi ise bazan bu yeri bir kimseye milk olarak verir. Bazan da menfaatini taksim eder. Bu takdirde o yeri alan kimse bir müddet o yerden istifâde eder, zamanı gelince yeri yine hükümete verir.

2- İnsanlardan, attığı meyva çekirdeği, bayat meyva vesâir kıymet­siz şeyleri almak caizdir. Bunu vera ve takva sahibi birçok insanlar yap­mış ve helâl saymışlardır. Ekinliklerdeki mahsuller kaldırıldıktan sonra yerinden başak toplamak, bağlar bozulduktan sonra üzüm taraşlamak, bahçelerin meyvesi kaldırıldıktan sonra yerlerde  kalanlarını   toplamak dahî aynı hükümde dâhildir.

3- Hayvan kuvvetli ve mütehammil olursa üzerinde bulunan kimse arkasına başkasını bindirebilir.

4- Başkalarına karşı terbiye ve nezâketle hareket etmek ve muame­lâtta insanlarla hoş geçinmek gerekir.

5- Hadîs-i şerif Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in ümmetine karşı gösterdiği şefkat ve merhametin delillerindendir.

 

15- Üçünün Rızası Olmaksızın Üç Kişinim Gizli Konuşmalarının Haram Kılınması Babı

 

36- (2183) Bjze Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Nâfî'den dinlediğim, onun da tbni Ömer'den rivayet ettiği şu hadîsi oku­dum : Resûlüllah  (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

«Bir yerde üç İçişi bulunursa, bîrini bırakıp İkisi gizli konuşmasınlar!» buyurmuşlar.

 

(...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-hanımed b. Bişr ile tbni Nümeyr rivayet ettiler. H.

Bize İbni Nümeyr dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Müsennâ ile TJbeydullah b. Saîd de rivayet etti­ler. (Dediler ki) : Bize Yahya (bu zât İbni Saîd'dir) rivayet etti.

Bu râvilerîn hepsi Ubeydullah'dan rivayet etmişlerdir. H.

Bize Kuteybe ile İbni Rumh dahî Leys b. Sa'd'dan rivayet ettiler. H.

Bize Ebu'r-Rabi* ile Ebû Kâmil de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Hammad, Eyyûb'dea naklen rivayet etti. H.

Bize tbni Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed h. Cafer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Şu'-be'den dinledim.

Bu râvilerin hepsi Nâfi'den, o da tbni Ömer'den, o da Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den naklen Mâlik'in hadîsi mânâsında rivayet­te bulunmuşlardır.

 

37- (2184) Bize Ebû lîekr b. Ebî Şeybe ile Hennâd b. Seriyy riva­yet ettiler. (Dediler ki): Bize Ebu'l-Ahvas, Mansur'dan rivayet etti. H.

Bize Züheyr b. Harb ile Osman b. Ebî Şeybe ve İshâk b. İbrahim de rivayet ettiler. Lâfız Züheyr'indir. (İshâk : Ahberenâ; diğerleri Haddese-nâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Cerir, Mansur'dan, o da Ebû Vâil'den, o da Abdullah'dan naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj :

«Uç kişi iseniz ötekini bırakıp da ikiniz gizli konuşmasın! Tâ ki, insan­lara karışıncaya kadar. Çünkü bu onu gücendirir.» buyurdular.

 

38- (...) Bize Yalıya b. Vahya ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe, İbni Nü-meyr ve Ebû Küreyi) fle rivayet ettiler. Lafız Yahya'nındır. (Yahya Ah-beranû; ötekiler Haıidcseiıâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Ebû Muâviye, A'moş'dı-u. o da Şakik'den, ,o da Abdullah'dan naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş : Resûlüllah (Suilallahü Aleyhi ve Seltem):

«Üç kişi iseniz, ikiniz arkadaşlarını bırakıp da gizli konuşmasınlar. Çünkü bu onu üzer.»

 

(...)   Bize  bu   hadisi İshâk b. ibrahim dahî rivayet etti. (Dedi'ki) Bize îsâ b. Yûnus haber verdi. H.

Bize tbni Ömer dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Siifyân rivayet etti Her iki râvi A'meş'den bu isnadla rivayette bulunmuşlardır.

Bu rivayetleri Buhârî  «Kitâbü'l-İstîzan»'da tahrîc etmiştir.

Bir kişiyi yalnız bırakıp, ikisinin gizli konuşmalarının yasak edilme sindeki hikmet ya kendisini o konuşmaya katmamakla tahkir ettiklerin sandığından yahut aleyhinde konuşuyorlar vehmine kapıldığı içindir. Kalabalık insanlar içinde böyle bir şey hatıra gelmeyeceği için ikisinin gizi konuşmasında beis yoktur. Bir kişiyi yalnız bırakıp üç veya daha fazlj kişinin gizli konuşmaları da aynı hükümdedir. Nevevî buradaki neh yin tahrim için olduğunu söylüyor ve : «Aralarından birini bırakıp gizlici konuşmak bir cemaata da haramdır. Meğer ki, o bir kişi buna izin vermi: ola. îbnü Ömer (Radiyallahu anh) ile îmam-ı Mâ1ik'in bizim ulemâmızın ve cumhurun mezhebine göre buradaki nehiy her za mana hazar ve sefere âmm ve şâmildir. Ulemâdan bazıları yasak ediler gizli konuşmanın sefere mahsûs olduğunu söylemişlerdir. Çünkü sefeı korku yeridir. Bâzıları da bu hadîsin mensuh olduğunu söylemişlerdir Bu hüküm İslâm'ın ilk zamanlarında vardı. İslâmiyet yayılıp insanlar em niyete kavuşunca nehiy sakıt olmuştur. Bunu ilk zamanlarda mü'minler mahzun etmek için onların karşısında münafıklar yaparlardı.

Bir yerde dört kişi bulunup da ikisi gizli konuşursa bilittifak bei; yoktur.>  diyor.

 

16- Tıb Hastaalık ve Hasta Okuma Babı

 

39- (2185) Bize Muhammed b. Ebî Ömer El-Mekkî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'1-Aziz Ed-Derâverdi, Yezid'den (Bu zât İbni Abdil-lah b. Üsâme b. Had'dır.) ö da Muhammed b. İbrahim'den, o da Ebû Se­leme b. Abdirrahman'dan, o da Peygamber (SallallahU Aleyhi ve Sellenıjln zevcesi Âişe'den naklen rivayet etti ki, şöyle demiş: Kesûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) hastalandığı vakit onu Cibril okur: Seni berî kılan, her hastalıktan sana şifâ veren, hasedliği kabardığı vakit her hasetçinin şer­rinden ve her nazarı değenin şerrinden emin eyleyen Allah'ın ismiyle, derdi.

 

40- (2186) Bize Bişr b. Hilâl Es-Savvaf rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'l-Vâris rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'1-Aziz b. Suhayb Ebû Nadrâ'dan, o da Ebû Saîd'den naklen rivayet etti ki: Cibril, Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem)'e gelerek :

  Yâ Muhammedi Hastalandın mı? diye sormuş. O da : «Evet!..»  cevâbını vermiş. Cibril:

  Allah'ın ismiyle sana eziyet veren herşeyden sana okuyorum, her nefsin şerrinden yahut her hasetçinin nazarından Allah sana şifâ versin! Allah'ın ismiyle sana okuyorum, dedi.

 

41- (2187) Bize Muhammed b. Râfî' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'r-rezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmâm b. Müneb-bih'den rivayet etti. Hemmâm: Ebû Hüreyre'nin: Bize Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettikleri şunlardır diyerek bir ta­kım hadîsler zikretmiştir. Ki onlardan biri de şudur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Nazar haktır.»  buyurdular.

 

42- (2188) Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî ile Haccâc b. Şâir ve Ahmed b. Hıraş rivayet ettiler. (Abdullah : AJıberanâ; öteki­ler : Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Müslim b. İb­rahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vüheyb, İbni Tâvus'dan, o da baba­sından, o da İbni Abbas'dan, o da Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet etti.

«Nazar haktır. Eğer kaderden önce bir şey bulunsa idi, ondan önce nazar bulunurdu. Sizden gusül istenirse yıkayıverin!» buyurmuşlar.

Bu hadîsin Ebû Hüreyre rivayetini Buhârî «Kitâbü't-Tıb» ile «Kitâbü'l-Libâs»'da; Ebû Dâvud «Kitâbü't-Tıb»'da tahrîc etmişlerdir. Bu babda hastaya okumanın caiz olduğu hatta bizzat Cibrî1 (Aleyhissetâm)'m Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'e okuduğu rivayet olunuyor. Başka bir hadîste ise Cennet'e hesapsız sualsiz girecek­lerin rukye yapmadıkları ve yaptırmak da istemedikleri bildiriliyor. Ruk-ye; hastaya âyet, hadîs ve ezkardan birşeyler okumaktır. Şu halde bu ha­dîsler arasında birbirlerine muhalefet var gibi görünürse de hakikatta böyle birşey yoktur. Çünkü rukye yapmayanların, yaptırmayanların met-hedilmesi küffârın yaptıkları rukye hakkındadır. Evet, küffârın Arapça-dan başka bir dille, mânâsı meçhul birşeyler okuyarak yaptıkları rukye ve efsun çirkin bir şeydir. Bunun küfre yaklaştırmak, hattâ küfre vardır­mak tehlikesi melhuzdur. En azından mekruh bir şeydir. Fakat Kur'ân âyetleriyle malûm bir takım ezkârı okumak yasak edilmesi şöyle dursun, sünnettir.

Ulemâdan bazıları iki hadisin arasım bulmak için aınu söylemişler­dir: Rukye yaptırmak istemeyenlerin methedilmesi, oru;:ı efdal olduğunu göstermek ve tevekkülü bildirmek içindir. Rukyeyi yapan ve yapılması­na izin veren Peygamber Sallallahii Aleyhi ve Sellem) bunun caiz olduğunu bildirmek için yapmıştır. Fakat yapılmaması efdaldir. İbni Abdi1-Berr buna kaildir. Aynı kavli başkalarından da rivayet etmiştir. Fakat Mevev i yukardaki birinci kavlin muhtar olduğunu söylemiş ve: «Ulemâ âyetlerle, zikirlerle rukye yapmanın caiz olduğuna icma bulun­duğunu nakletmişlerdir.»  demiştir.

Mâzirî diyor ki: Allah'ın kitabıyla yahut Allah'ın zikri ile ya­pıldığı vakit bütün rukyeler caizdir. Ecııebî bir dille yahut mânâsı bilin­meyen bir şeyle yapılırsa yasak edilmiştir. Çünkü bunda küfür olabilir. Ehl~i kitabın yaptığı rukyeler hakkında ihtilâf olunmuştur. Ebû Bekr Sıddik (Radiyalluhu anh) bunu caiz görmüş. İmam-ı Mâlik ise değiştirmişlerdir  korkusuyla  mekruh  olduğunu söylemiştir.»

Gerçi bir rivayette ashâb-ı kiramın : Yâ Resûlallah Sen rükye yapmaktan nehiy buyurdun, dedikleri  bildirilmektedir. Fakat ulemâ buna muhtelif cevaplar vermişlerdir. Şöyle ki :

1- İslâmın ilk zamanlarında rukye yapmak yasak edilmişti. Sonra o hüküm neshedilerek yapılmasına  izin  verildi. Onu  bizzat Peygamber f Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yaptı ve şeriat böylece karar kıldı.

2- Yukarda işaret olunduğu vecihle men edilen rukye mâhiyeti meç­hul olandır.

3- Rukyenin nehyedilmesi onun bizzat te'sirini itikad edenler hak­kındadır. Nitekim câhiliyyet devrinde Arapların itikadı bu idi.

Bir hadîste de nazar ile hummadan gayri hastalıklarda rukye yoktur, buyurulmuşsa da, ulemânın beyânına göre bu hadîsten murâd, başka şey­lerde rukye yapılmaz, demek değildir. Hadîsin mânâsı: Rukye yapmaya en lâyık dert nazar değmesiyle hummadır, demektir. Çünkü bunlarda za­rar başka hastalıklardan daha şiddetlidir.

Sağlam bir kimsenin etrafını saran kötülüklerden korkarak kendine rukye yaptırması (yâni okutması) ekser ulemâya göre caizdir. Delilleri bunun caiz olduğunu bildiren hadîslerle Buhârî 'deki Hz. Âişe hadîsidir. Mezkûr hadîste  i ş e fRadiyallahü anha) «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yatağına uzandığı vakit avucuna tükürür, İhlâs ile Mu. avvizeteyn sûrelerini okur, sonra onu yüzüne ve elinin erebildiği yerlere kadar vücuduna sürerdi.» demektedir.

Hz. Cibrî1'in bizzat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in üze­rine okuması Allah'ın isimleri ile rukye yapmanın caiz olduğuna saraha­ten delildir.

«Nazar haktır. Eğer kaderden önce bir şey bulunsa idi, ondan önce nazar bulunurdu...» cümlesi hakkında İmam Ebû Abdillah Ma­zi r î şunları söylemiştir : «Cumhur ulemâ bu hadîsin zahiri ile amel ederek nazar değmesinin hak olduğunu söylemişlerdir. Onu bid'at taife­lerinden bâzıları inkâr etmiştir. Bunların kavillerinin fasit olduğuna de­lil şudur: Haddi zâtında bir hakikata muhalif olmayan ve bir hakikati değiştirmeye, delili ifsada vardırmayan her mânâyı akıl tecviz eder. Böy­le bir şeyin vukuunu şeriat haber verdiği vakit itikad edilmesi vâcib olur. Yalanlaması caiz değildir. Bid'at taifelerinin bunu yalanlaması ile haber verilen âhiret umurunu yalanlamaları arasında bir fark var mıdır?»

Mâzirî bundan sonra nazara inanan bazı tabiatçıların itikadlarına temas etmiş; onlara göre nazar değen kimsenin gözünden zehirli bir kuv­vet çıkrak, isabet ettiği şahsı helak yahut ifsâd ettiğini, bundan korun­manın mümkün olmadığını, nitekim yılanla akrebin zehirlerine de karşı durulamıyarak soktukları  kimseyi  öldürdüklerini  söylemiş, sonra cevabını vermiştir. Mâzirî'nin cevabı şudur : Biz bunu teslim edemeyiz. Çünkü kelâm kitaplarımız da beyân etti ki, Allah'dan başka faili muhtar yoktur. Hiç bir şeyin tabiatı kendiliğinden başka bir şeye tesir etmez. Tesir mutlaka Allah'ın yaratması ile olur. Zehir içince insan ölürse Allah o anda ölümünü halkettiği için ölür. Ehl-i Sünnet'in mezhebine göre na­zar değmesi de öyledir. Yâni nazarı değen şahıs, bir şeye baktığı anda Allah Teâlâ o şeyde zarar halkeder.

Meselenin fıkhî cihetine gelince şeriat, nazarı değen kimsenin abdest almasını emretmiştir. Bu abdestin sıfatı, ulemâya göre şöyledir : Bir ka­bın içine su doldurulur, kab yere konmaz, ondan bir avuç alarak maz-maza yapar ve suyu yine kabın içine püskürür. Sonra aynı sudan alarak yüzünü yıkar. Sonra sol eliyle su alarak sağ elini yıkar. Sonra sağ eliyle alarak sol dirseğini yıkar. Dirseklerle, topuklarının arasını yıkamaz. Son­ra yine bu şekilde sağ ayağını, sonra sol ayağını yıkar, bunlar hep kabın içinde yıkanır. Sonra gömleğinin iç tarafını sağ böğrüne doğru yıkar. Böylece abdesti bitirir ve suyu arkasından başına döker.

Nevevî diyor ki: «Bu mânâyı tahlil etmek ve hakikatini anla­mak mümkün değildir. Bizce bilinen şeylerin hepsinin sırlarına ermek aklın kuvveti dâhilinde değildir. Binâenaleyh akıl mânâsım kavramıyor diye bu reddedilemez.»

Ulemâ, nazarı değen kimsenin abdest almaya mecbur edilip edilmi-yeceği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Maziri 'nin mezhebi budur.

Nazar abdestinin sıfatı hakkında başka rivayetler de vardır.

Bazı ulemâya göre bir kimsenin nazarı değdiği anlaşılırsa ondan ko­runmak icab eder. O yerin âmiri böyle bir şahsı halk arasına karışmaktan men ederek, evine kapanmasını temin tetmeli, fakirse yetecek kadar rız­kını vermeli, halkı onun zararından korumalıdır. Çünkü bunun zararı müslümanlara eziyet veriyor diye Peygamher (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) in mescide girmesini yasak ettiği sarmısiak, soğan yiyenin zararından da­ha çoktur.

Hadîs-i şerîf, kaderi de ispat etmektedir. Kaza ve kader naklî delil­lerle ve Ehl-i Sünnetin icmâı ile sabit v;e haktır. Mesele îman bahsinde geçmişti. Kısaca tekrarı şudur. Bütün var olan şeyler Allah'ın takdirine göre meydana gelir. Nazar dokunması vejsâir hayır, şer neler varsa hepsi Allah'ın ilmi ve kaderiyle meydana gelir. Bu rivayetler nazar meselesi­nin aslı olduğuna da delildirler.

 

17- Sihir Babı

 

43- (2189) Bize Ebû Küreyib rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Nü-meyr, Hişâm'dan, o da babasında»!, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş; Kesûlüllah (Satlalljahu Aleyhive Sellem) 'e yapmadığı bir şey yapıyorum » gibi geliyordu. Nihjâyet bir gün yahut bir gece Resûlüllah (Sallallakü Alev'ni ve Sellemı dua etti. Sonra tekrar, sonra tekrar duâ etti. Sonra :

«Yâ Âişe! Anladın mı Allah bana ondan fetvasını sorduğum şey hak­kında fetva verdi. Bana iki addım geldi, biri başımın ucuna, diğeri ayak ucuma oturdu. Ve başucumda ol'an ayak ucumda olana yahut ayak ucum­da olan, baş ucumda olana : Bu zâtın rahatsızlığı nedir? diye sordu. O da : Büyülüdür. »  dedi.

  Onu  kim  büyüledi? dedi.   (Öteki) :

  Lebid b,  A'zaml cevâbınıi verdi.

  Büyüyü neye yaptı? dedi.

  Bir tarakla saç döküntüsüne ve bir de erkek hurma tomurcuğu­nun içine, dedi.

  Nerede o? diye sordu.

  Zûervan kuyusunda, cevâbını verdi.

Âişe demiş ki : Müteakiben Resûlüllah(Sallallahü Aleyhi ve Sâtlem) asha­bından bazı kimselerle birlikte oraya gitti. Sonra  (bana) :

«Yâ Âişe! Vallahi kuyunun suyu kına ıslatılmış gibi, hurması da şey­tanların başları gibi idi.» dedi. Ben:

  Yâ Resûlallah! Onu yaksaydın a! dedim.

«Hayır! Bana gelince Allah afiyet verdi, insanlara kötülük getirmekten çekindim. Ve emir vererek onu gömdürdüm.» buyurdu.

 

44 — (...) Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm, babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Seilem) büyü­lendi...

Ve Ebû Küreyb hadisi kıssasıyla İbnü Nümeyr'in hadîsi gibi naklet-miştir. O bu hadîste şunu da peylemiş ki: «Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) kuyuya gitti ve ona baktı, kuyunun üzerinde hurma ağacı vardı. Âişe demiş ki: Ben:

— Yâ Resûlallah! Onu çıkarıver, dedim.» «Onu yaksaydın a!» deme­miş; «Ve emir vererek onu gömdürdüm.» cümlesini de anmamıştır.

Bu hadîsi B u h â r î «Kitâbü't-Tıb»'da tahrîc etmiştir. Hâdise hic­retin yedinci senesinde M e d î n e 'de geçmiştir. Lebid münafık­lardandı. Bir rivayette sihri meydana çıktıktan sonra onu itiraf etmiş. Fakat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) iş büyümesin diye kendisine birşey dememiştir. Yine bir rivayette kuyudan çıkarilan hurma tomur­cuğunda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Ssllem) 'in balmumundan yapılmış bir timsâli bulunmuş, timsâlin üzerinde saplanmış iğnelerle, üzerinde on bir düğüm bulunan bir iplik çıkmış. Derken Cebrail (Aleyhisselâm) Muavvizeteyn sûrelerini indirerek okumasını söylemiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de bu sûrelerin onbir âyetini onbir düğümün üzerine okumuş. Her âyeti okudukça bir düğüm çözülmüş ve timsâlden her bir iğne çıkarıldıkça rahatlık hissetmiş.

Sihir kötü nefislerden sâdır olan hârikadır. Buna karşı gelmek im­kânsızdır. Sihrin hakikati olmadığını, sihir nâmına görülen şeylerin bâtıl bir takım hayaller olduğunu söylemişlerdir. Şâfiî1er 'den Ebü Cafer Esterâbâzî ile Hanefîler 'den Ebû Bekri Râzî 'nin ve Zahirîler'den İbni Hazım bu kavli tercih etmişlerdir. Fakat gerek «Müslim» şârihi N e v e v î 'nin, gerekse Ha­nefîler 'den «Buhârî» şârihi A y n î 'nin beyanlarına göre sahîh olan kavil cumhur ulemânm kavlidir. Onlara göre sihrin hakikati vardır. Bu­na kitap ve sünnetten birçok deliller şahittir.

İmam-ı Mâzirî bu babda şunları söylemiştir : «Ehl-i Sünne­tin ve cumhur ulemânın mezhebine göre sihir sabittir. Onun da şâir sabit eşya gibi hakikati vardır.» Mâzirî tu babda sözü bir hayli uzun tut­muş, bid'atçılarm bu hadîsi muhtelif sebeplerle inkâr ettiklerini söylemiş­tir. O sebeplerden biri de sihrin nübüvvet makamını küçültmesi hattâ şüpheye düşürmesi ve Şerîafa itimatsızlık doğurmasıdır. Lâkin bu iddia bâtıldır. Sihrin hakikat olduğunu gösteren kat'î deliller vardır. Bu de­lillerden anlaşıldığına göre sihir vâkîdir. Ancak Peygamberlerin ümmet­lerine tebliğ ettikleri ilâhî hükümlere müteallik husûsata.bir tersîri yok­tur. Mucize buna şahittir. Bu kat'î delilin şehâdet ettiği hususun hilafını iddia bâtıldır. Dünya umurundan bâzı husûsatta sihrin Peygamberlere tesir etmesi ihtimalden uzak değildir. Çünkü Peygamber ne dünya işle­rini tanzim için gönderilmiştir, ne de bundan dolayı şâir insanlardan fazi­letli kılınmıştır. Bir insan olması cihetiyle hakikati olmayan bazı dünya işlerinin ona hakikati varmış da oluyormuş gibi görünmesi mümkündür. Nitekim Resûlüllah (SallaUahii Aleyhi ve Sellem) Efendimize cima'da bulu­nuyormuş gibi hayal geçirdiği, hakikatte ise böyle birşey olmadığı riva­yet olunmuştur.

Peygamber (SallaUahii Aleyhi ve Sellem) kendisine bir hayâl geldiğini, fakat hakîkatta ortada bir şey olmadığını beyân buyurmuştur. Şu halde itikadı sağlam olup, sihr ona tesir edememiş demektir. Kaadî Iyâz bu hadîsin bütün rivayetlerinin beyânına göre sihirin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sâdece cesedine ve dış uzuvlarına musallat olduğunu, aklına, kalbine ve itikadına hiç bir tesir icra etmediğini söy­lemiştir.

Sihrin insana ne derece tesir ettiği meselesi de ulemâ arasında ihti­laflıdır. Bâzıları en ziyâde karı-kocayı birbirinden ayıracak kadar tesir ettiğini söylemişlerdir. Eş'arîler'e göre bundan daha büyük tesiri de olabilir. Mâz irî : «Aklen sahîh olan da budur.» demiştir. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir :

— Eş'arîler sihirbazın elinde hârikalar zuhur edeceğine cevaz verdiğine göre sihirbazla Peygamberin farkı ne olacaktır?

Cevâb: Hârika yalnız Peygamberin değil, evliyanın ve sihirbazların elinde de zuhur edebilir. Ancak Peygamber göstereceği hârikayı va'd et­tiği zaman da gösterir. Eğer davasında yalancı olsaydı Cenâb-ı Hak o hâ­rikayı onun elinde yaratmazdı. Nitekim Peygamber'in muarızları kin ve garazlarından çatladıkları halde onların mucizelerine karşı hiç bir hârika gösterememişlerdir. Allah yalancının elinde hârika yaratmış olsa, onlara da böyle bir şey nasîb olurdu. Evliya ile sihirbazlara gelince : Onlar in­sanlara meydan okuyamazlar; size şu hârikayı veya bu hârikayı göste­receğiz, diye iddia bile etmiş olsalar hüsranla karşılaşırlar. Çünkü iste­nildiği vakit hârika göstermek ellerinde de değildir. O ancak Peygamberler'e mahsûstur. Evliya ile sihirbazlar arasında ise iki cihetten fark vardır. Şöyle ki :

1- Meşhur olan kavle göre sihir ancak fâsık bir kimsenin elinde zu­hur eder. Keramet fâsık elinde değil, veliyyullâhın elinde zuhur eder.

2- Sihir bir takım ilaçlan birbirine karıştırmakla ve birşeyler yap­makla olur. Kerâmetse böyle bir şeye muhtaç değildir. O ekseriyetle ve­liyyullâhın elinde tesadüfen zuhur eder.

Meselenin fıkhı cihetine gelince; sihir yapmak bilicmâ büyük günah­lardandır. Hattâ bazen küfre de varır. Binâenaleyh onu öğrenmek ve öğ­retmek de haramdır. Eğer yapılan sihir küfrü iktizâ ediyorsa yapan kâ­fir olur. Küfrü îcâb etmiyorsa Şâfîler 'e göre ta'zîr olunur ve tevbe etmesi istenilir. Tevbe ederse kabul olunur. İmam Mâlik: «Si­hir yapan kâfirdir. Sihrinden dolayı öldürülür. Tevbe etmesi istenilmez, etse bile kabul olunmaz. Mutlaka öldürülür.» demiştir.

Kaadî Iyâz'ın beyânına göre Imam-ı Ahmed b. Hanbe1'in de mezhebi budur. Bu kavil birçok ashab ve tabiinden ri­vayet olunmuştur.

Hanefî1er 'in «Fetevây-ı Suğra» adlı eserinde : «İmam-ı Azam'la Muhammed'in kavline göre sihri yapan kimsenin tev­be etmesi istenilmez. İmam Ebu Yûsuf 'a göre tevbe etmesi istenir.» denilmektedir.

Zındığın tevbesi dahî ihtilaflıdır.

İbni Sad'in bir rivayetine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellcın)'e gelen iki zât Cebrail ile Mikâi1      (Aleyhisselâm)dır. Baş ucunda duran Cebrail, ayak ucunda duran Mikâi1'dir. Bu geliş bazılarına göre uykuda olmuştur. Uyur uyanık bir halde iken geldiğini söyleyenler de vardır.

Zûervan Medine'de Benî Züreyk kabilesinin bah­çesinde bulunan bir kuyudur. Hadîs-i şerif büyük zararın karşısında kü­çük yararın terk edileceğine delildir. Ki bu mesele İslâm'ın en mühim kaidelerinden biridir.

 

18- Zehir Babı

 

45- (2190) Bize Yahya b. Habibel-Hârisi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Haris rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Hişâm b. Zeydden, o da Enes'den naklen rivayet etti ki: Bir Yahudi kadını Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e zehirli bir koyun getirmiş, o da ondan yemiş. Müteakiben kadını Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem) getirdiler. O da kadına bunun sebebini sormuş. Kadın :

  Seni öldürmek istedim, cevâbını vermiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Allah seni bunun üzerine musallat kılacak değildir.» buyurmuş. Râ-vi demiş ki: Yahut:

«Benim üzerime musallat kılacak değildir.» dedi. Ashâb:

  Bu kadını öldürmeyelim mi? demişler: «Hayır» buyurmuş.

Enes demiş ki: Artık ben bu alâmeti Rejrûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in diş etlerinde gördüm durdum.

 

 (...) Bize Harun b. Abdillah da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Hişâm b. Zeyd'den dinledim. (Dedi ki) : Ben Enes b. Mâlik'i rivayet ederken dinledim ki: Bir yahudi karısı etin içine zehir koynuış. Sonra onu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)'e getirmiş...

Râvi Hâlid'in hadîsi gibi rivayette bulunmuştur.

Bu hadîsi Buhârî «Hibe» bahsinde; Ebû Dâvud «Diyât»'da muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.

Lehevât: Lehâtın cem'idir. Lehât küçük dil, demektir. Bâzılarına göre insan gülümsediği vakit görünen diş etleridir.

Hadîsin muhtelif rivayetleri vardır. Bir rivayette ResûIüUah (Sallallahü A leyhi ve Sellem):

«Bana bu kol zehirli olduğunu haber veriyor.» buyurmuştur. Eti ge­tiren kadının ismi Zeynep bin ti Haris 'dir. Bu kadının âkt-betini bildiren rivayetler muhteliftir. Bazıları müslüman olduğunu söy­lemiş, bir takımları bu hâdiseden sonra öldürüldüğünü iddia etmişlerdir. Buradaki rivayette Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in onu öldürme­diği anlaşılıyor. Hz.Ebû Hüreyre ile Câbir (Radiyallahu anh) dan da buna muvafık rivayetler nakledilmiştir. Fakat Câbir 'den ge­len bir rivayette: «Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) onu öldürdü.» denilmiştir. İbni Abbâs (Radiyallahu anh) 'dan rivayet edilen bir hadîste: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu kadını Bişr b. Bera' b. Magrur'un velîlerine verdi. Bişr bu koyundan yemiş de ölmüştü. Onlar da kadını öldürdüler.» denilmektedir. İbni Suhnûn: «Hadîs ule­mâsı Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"\n bu kadını öldürdüğüne itti­fak etmişlerdir.» demiştir. Kaadî Iyâz bu rivayet ve söylentilerin arasını sövle bulmuştur: Resûlüllah (Sallallahü Alevh' ve Sellem) kadının eti zehirlediğini öğrendiği anda onu öldürmemiş, fakat aynı etten yiven Bişr b. Berâ' ölünce kadını onun velîlerine teslim etmiş. Onlar da kendisini kısâsen öldürmüşlerdir. Binâenaleyh onu öldürmedi, demek doğrudur. Yâni derhal öldürmedi, demektir, öldürdü demeleri de doğru­dur. Yâni sonradan öldürdü, demektir.

Hz. Enes'in görmekte devam ettiği alâmet herhalde zehirin bırak­tığı siyahlık veya yeşillik gibi eser olacaktır. Zehirin tesirinden bazan hasta oluyordu, demek istemiştir.

Hadîs-i şerîf Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVm mucizelerinden biridir.

 

19- Hastaya Okumanın Müstehab Oluşu Babı

 

46- (2191) Bize Züheyr fa. Harb ile İshâk b. İbrahim rivayet etti­ler. İshâk ahberanâ; Züheyr ise haddesenâ tâbirlerini kullandılar. Lâfız Züheyr'indir. (Dediler ki) : Bize Cerir, A'meş'den, o da Ebu'd-Duhâ'dan, o da Mesrûk'dan, o da Aişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş :

Bizden bir insan hastalandığı vakit Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona sağ eli ile mesheder; sonra :

«Ey insanların Rabbi! Rahatsızlığı gider, şifa ver! Şâfi sensin! Senin şifandan başka şifa yoktur. Hastalık bırakmayan şifa (ver)!» derdi.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hastalanıp ağırlaştığı vakit ben de onun bize yaptığı gibi yapmak için elini tuttum. Hemen elini elimden çekti, sonra :

«Allahım beni affef! Beni Refîk-i A'lâ iie beraber kıl!» dedi. Ben bir bakayım, dedim. Ne göreyim!  O dünyadan gitmiş!..

 

 (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüşeym ha­ber verdi. H.

Bize Ebû Bekr b. Eti Şeybe ile Ebû Küreyb de rivayet ettiler. (De­diler ki) : Bize Ebû Muâviye dahî rivayet etti. H.

Bana Bişr b. Hâlid dahî rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Muhammed b.Cafer rivayet etti. H.

Bize İbni Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Adiyy ri­vayet etti. Her iki râvi Şu'be'den rivayet etmişlerdir. H.

Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Bekr b. Hallâd dahî rivayet et­tiler. (Dediler ki) : Bize Yahya (Bu zât Kattan'dır), Süfyân'dan rivayet etti.

Bu râvilerin hepsi A'meş'den Cerîr'in isnadıyle rivayette bulunmuş­lardır.

Hüşeym ile  Şu'be'nin hadîsinde :

«Onu eliyle mesh ederdi.» cümlesi  vardır.  Sevrî'nin  hadîsinde ise :

«Onu sağ, eliyle mesh ederdi.» demiştir. Yahya'nın Süfyân'dan, onun da A'meş'den rivayet ettiği hadîsin sonunda  «Ben bunu Mansûr'a rivayet ettim de, o da bana İbrahim'den, o da MeSrûk'dan, o da Aişe'den naklen bu hadîsin benzerini rivayet etti.»  demiştir.

 

47- (...) Bize Şeyban, Ferruh'dan rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne, Mansûr'dan, o da İbrahim'den, o da Mesrûk'dan, o da Aişe'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selleın) bir hastayı dolaştığı zaman :

«Ey insanların Rabbi! Rahatsızlığı gider! Buna şifâ ver. Şifâ veren yal­nız sensin. Senin şifândan başka şifâ yoktur. Hastalık bırakmayan şifâ (ver).»   dermiş.

 

48- (...) Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb dahî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Cerîr, Mansûr'dan, o da Ebu'd-Duhâ'dan, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hastaya geldiği vakit ona dua eder:

«Ey insanların Rabbi! Rahatsızlığı gider! Şifâ ver! Şâfî sensin. Senrn şifândan başka şifâ yoktur. Hastalık bırakmayan şifâ (ver).» derdi. Ebû Bekr'in   rivayetinde:   «Ona   dua   eder  ve:

«Safî sensin...» derdi... cümlesi vardır.

 

(...) Bana Kasım b. Zekeriyyâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubey-dullalı b. Musa, İsrail'den, o da Mansûr'dan, o da İbrahim ile Müslim b. Subeyh'den, onlar da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) idi. Kavi Ebû Avâ-ne ile Cerîr'in hadîsi gibi rivayette bulunmuştur.

 

49- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb dahî rivayet ettiler. Lâfız Ebû Küreybindir. (Dediler ki) : Bize İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişanı babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki: ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Seüem)  şu rukyeyi okurmuş :

«Ey insanların Rabbi! Rchaîsızlığı gider. Şifâ senin yed-i kudretinde-dir. Onu senden başka açacak yoktur.»

 

(...) Bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet etti. H.

Bize İshâk b. İbrahim dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsâ b. Yûnus haber verdi.

Her iki râvi Hişam'dan bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etmiş­lerdir.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü'l-Merdâ ve't-Tıb»'da, Nesâî «Kitâbivl-Merdâ» ile «Elyevm veleyle»'de tahrîc etmişlerdir.

Rukye meselesini bundan önceki babda gördük. Bu rivayetler hastaya âyet veya ezkâr okuyacak kimsenin ona sağ eliyle dokunmasının müstehab olduğuna delildir. Bu babda birçok sahîh rivayetler vardır. İmam Nevevi bunları «Kitâbü'l-Ezkâr» adlı eserinde toplamıştır. Buradaki rivayet bunların en güzellerinden biridir. Çünkü hadîsin son cümlesi «İşfi» cümlesinin tamamıdır. Aradaki iki cümle fiille mefulu mutlakm arasına girmiş mu'teriza cümlesidir. «Sekam» kelimesinin nekre olarak kullanıl­ması azaltma bildirmek içindir. «Hastalık bırakmayan tâbirinden mu-rad : Şifây-ı mutlak dilemektir. Zira o hastalıktan düzelir de başka has­talığa yakalanabilir. Şu halde Peygamber (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) has­taya mutlak şifâ değil de, şifây-ı mutlak dilermış demek olur.

 

20- Hastaya Muavvizzatı Okumak ve Üfürmek Suretiyle Rukye Yapmak Babı

 

50- (2192) Bana Sureye b. Yûnus ile Yahya b. Eyyûb rivayet etti­ler. (Dediler ki) : Bize Abbâd b. Abbâd, Kişam b. Urve'den, o da baba­sından, o da Âişe:den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş : Ailesinden biri hastalandığı vakit Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) muavvizâti okuyarak onun üzerine üfürürdü. Vefat ettiği hastalığa yakalandığı vakit hen de onun üzerine üfürmeye ve onu kendi eliyle nıesbetmeye başladım. Çünkü onun elinin bereketi benim eliminkindep. daha büyüktü. Yahya'nın Eyyûb'dan naklettiği rivayette (elmuavvizât) muavvizât şeklinde (Elif lâmsız olarak)  rivayet edilmiştir.

 

51-  (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlike İbni Şihab'dan dinlediğim, onun da Urve'den, onun da Âişe'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum. Peygamber (SallaLlahü Aleyhi ve Sellem) hastalan­dığı vakit kendine muavvizâtı okur ve üflerdi. Hastalığı şiddetlenince ar­tık onun üzerine ben okuyor ve bereketini umarak kendi eliyle onu meshediyordum.

 

(...) Bana Ebu't-Tahir ile Harmele dahî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus haber verdi. H.

Bize Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzak haber verdi.  (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber verdi. H.

Bana Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr dsjhî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Kavh rivayet etti. H.

Bize Ukbe b. Mükrem ile Ahmed b. Osman En-Nevfeli de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Âsim rivayet etti. Her iki râvi İbni Cü-reye'den rivayet etmişlerdir. (Demiş ki) : Bana Ziyad haber verdi. Bu râvilerin hepsi İbni Şihab'dan Mâlik'in isnadı ile onun hadîsi gibi riva­yette bulunmuşlardır. Mâlik'in hadîsinden başka hiç birinin hadîsinde «Bereketini umarak» kaydı yoktur. Yûnus ile Ziyâd'm hadîsinde «Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hastalandığı vakit kendine muavvizâtı okuyarak üfürür ve eliyle kendini meshederdi.» cümlesi vardır.

Bu hadîsi Buhârî «Fedâilül-Kur'an» bahsinde; Ebû Dâvud ile İbni Mâce «Kitâbü't-Tıb»'da; Nesâî «Tıb», «Tef­sir» ve «Kitâbü'l-Yevmi ve'l-Leyle»'de muhtelif râvilerden tahrîc etmiş­lerdir.

Nefes: Tükürüksüz hafif üfürüktür. Hadis-i şerîf hastaya okurken üfürmenin müstehab olduğuna delildir. Ulemâ bunun caiz olduğuna itti­fak etmişlerdir. Sahabe tabiîn ve-onlar dan sonra gelen ulemâ bunu hep müstehab görmüşlerdir. Fakat Kaadî Iyâz ulemâdan bir cemaa­tın bunu kabul etmediklerini hastaya okurken tükürüksüz üfürmenin caiz olduğunu söylediklerini rivayet etmiştir. Bu mezheb ve bu lark ancak zayıf bir kavle ibtinâ eder. Zira nefes : Tükürüklü üfürüktür, diyenler ol­muştur. Yine Kaâdî'nin beyânına göre ulemâ nefes ile tefel kelimelerinin mânâlarında ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları : «Bunların ikisi de bir mânâya gelir. Ve ikisi de tükürüklü üfürüktür.» demiş. Ebû Ubeyd tefel-de azıcık tükürük şart olduğunu, nefeste ise hiç tükürük bulunmadığını söylemiştir. Bunun aksini iddia edenler de vardır. Ebû Ubeyd: «Ben Âişe'ye, Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) in hasta okurken na­sıl üfürdüğünü sordum da : Kuru üzüm yiyen gibi tükürüksüz üfürürdü, cevâbım verdi.» demiştir. Kaadî Iyâz Tefel denilen ıslak üfürü­ğün faydası bu rutubet ve heva ile teberrüktür, diyor.

İmam Mâlik kendine okursa üfürürmüş. Demirle, tuzla rukye yapmayı ve keza hatem-i Süleyman şeklinde yazmayı şiddetle kerih gö­rürmüş. Zîra bunda sihre benzerlik vardır.

Hadîs-i şerîf Kur'ân ve zikirlerle rukye yapmanın müstehab olduğuna delildir. Muavvizâtdan murad ihlâs ile ondan sonra gelen Felâk ve Nâs sûreleridir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bunları oku­ması her kötülükten Allah'a sığınmayı tazammun ettikleri içindir.

 

21-Göz, Sıraca, Zehir ve Nazar için Rukye  Yapmanın Müstehab Oluşu Babı

 

52- (2193) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ali b. Müshir, Şeybânî'den, o da Abdurrahman b. Esved'den, o da babasından naklen rivayet etti. Şöyle demiş : Âişe'ye rukye yapmanın hükmü­nü sordum da :

— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selleın) ensardan bir ev halkına her zehirli mahlûktan dolayı rukye yapmalarına ruhsat verdi, dedi.

 

53- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüşeym Muğire'den, o da İbrahim'den, o da Esved'den, o da Âişe'den naklen ha­ber verdi. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ensardan bir ev halkına zehirden dolayı rukye yapmalarına ruhsat verdi.

 

54- (2194) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İbni Ebî Ömer rivayet ettiler. Lâfız İbni Ebî Ömer'indir. (Dediler ki) : Bize Süfyân, Abdi Kabbih b. Saîd'den, o da Amra'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki: Kesûlüilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in âdeti şu idi: Bir insan bir yerinden şikâyet ederse yahut kendinde yara veya yaralanma bulunursa Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) parmağı ile şöyle yapar­dı : Süfyân şehadet parmağını yere koymuş, sonra kaldırmış :

«Bismillâhi! Yerimizin toprağı, bâzımızın tükürüğü ile. Bununla hasta­mız Rabbimizin izni ile düzelsin diye.» derdi.

ibni Ebî Şeybe «yüşfâ» dedi. Züheyr ise «liyüşfâ sakîmünâ» dedi.

 

55- (2195) Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe ile Ebû Küreyb ve İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. İshâk: Ahberanâ; Ebû Bekr ile Ebû Küreyb ise : Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. Lâfız bu ikisinindir. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Bişr, Mis'ar'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bize Ma'-bed b. Hâlid, İbni Şeddad'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki: Re-sûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) kendisine nazar değmesinden rukye yapmasını emir buyururmuş.

 

 (...) Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mis'ar bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti.

 

56- (...) Bize İbnü Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Ma'bed b. Hâlid'den, o da Abdullah b. Şeddad'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlallah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'.

«Nazar değmesinden rukye yapmcmı bana emir buyururdu.»

 

57- (2196) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hayseme, Âsım-ı Ahvel'den, o da Yûsuf b. Abdillah'dan, o da Enes b. Mâiik'den rukyeler hakkında haber verdi. Enes şöyle demiş : Zehirli hay­van sokmasında, sıraca'da ve nazar değmesinde rukyeye ruhsat verildi.

 

58- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti.  (Dedi ki) Bize Yahya b. Âdem, Süfyân'dan rivayet  etti.  H.

Bana Züheyr b. Harb dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Humeyd b. Abdirrahman rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasen (bu zat îbni Sâlih'dir.) rivayet etti.

Her iki râvi Âsım'dan, o da Yûsuf b. AfcdiIIah'dan, o da Enes'den nak­len rivayet etti. Şöyîe demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nazar değmesine, zehirli hayvan sokmasına ve sıraca hastalığına karşı rukye yapmaya ruhsat verdi.

Süiyân'ın hadîsinde «Yûsuf b. AbdiUah b. Haris» denilmiştir.

 

59- (2197) Bana Ebu'r-Rahi' Süleyman b. Dâvud rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Rluhammed h, Harb rivayet etti. Bana Muhammed b. Velid Ez-Zübeydî, Zührî'den, o da Urve b. Zübeyr'den, o da Zeyneb binti Ümmü Seleme'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi Ümmü Seleme'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zevcesi Ümmü Seleme'nin  evinde  bîr cariyenin  yüzünde sarılık görerek :

«Bu cariyeye nazar değmiş, ona hemen rukye yapın.:> buyurmuşlar. Yâni yüzünde sarılık varmış.

 

60- (2198) Bana Ukbe b. Mükrem El-Ammî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Âsim İbni Cüreyc'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana da Ebu'z-Zübeyr haber verdi. Kendisi Cabir b. Abdiîlah'i şöyle derken işitmiş: Peygamber (Sullallahü Aleyhi ve Sellem) Hazm oğullarına yılana rukye yap­maya ruhsat verdi. Esma binti Umeys'e de şöyle buyurdu :

«Bana ne oluyor ki, kardeşim oğullarının cisimlerini erimiş görüyorum. Aceb bir hacetleri mi var?»  Esma :

— Hayır! (Yok!) Lâkin onlara çabuk nazar değiyor, demiş. Pey­gamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) :

«Onlara rukye yap!» buyurmuş. Esma demiş ki : Ben kendisine arzet, tim, fakat o :

«Onlara sen rukye yap!»   buyurdular.

 

61- (2199) Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b. Ubâde rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebu'z-Zübeyr haber verdi. Kendisi Câbir b. Afedillah'ı şöyle derken işitmiş: Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Seliem) yılana rukye yapmak için Amr oğullarına ruhsat verdi,

Ebü'z-Zübeyr demiş ki: Ben Câbir b. Abdillah'i da şunu söylerken işittim: Bizden bir adamı akreb soktu. Biz Resûlüîlah (Sallailahü Aleyhi ve Setlemj'le birlikte oturuyorduk. Bunun üzerine bir adam:

— Yâ Resûlallah!  Rukye yapayım mı? diye sordu.

«Sizden her kim din kardeşine fayda verebilirse bunu yapsın-» buyurdular.

 

 (...) Bana Saîd b. Yahya El-Ümevî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etii. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti. Yalnız o şöyle dedi:

«Bunun üzerine cemaattan bir adam :

— Ona rukye yapayım yâ Resûlallah! dedi.» (Sadece) Rukye yapa­yım, demedi.

 

62- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Saîd EI-Eşecc rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Veki' Â'meş'den, o da Ebû Süfyân'dan, o da Câhir'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş : Benim bir dayım var­dı. Akrebe karşı rtıkye yapardı. Derken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) rukyeyi yasak etti. Müteakiben ona gelerek :

— Yâ Resûlallah! Gerçekten Sen rukyeyi yasak ettin, ama ben ak­rebe karşı rukye yapıyorum, dedi. Bunun üzerine :

«Sizden her kim din kardeşine fayda verebi'irse bunu yapsrn!»buyur-dular.

 

(...)  Bize fcu hadîsi Osman b. Ebî Şeybe de rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Cerir, A'meş'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti.

 

63- (...) Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâ-viye rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş, Ebû Süfyân'dan, o da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş: Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) rukyeyi yasak etti. Derken Anır b. Hazm oğulları Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)e gelerek :

— Yâ Resûlallah! Gerçekten elimizde bir rukye vardı. Akrebe karşı onu yapıyorduk. Sen de rukyeyi yasak ettin, dediler. Ve bu rukyeyi ona gösterdiler. Bunun üzerine :

«Bir beis görmüyorum. Sizden her kim din kardeşine fayda verebilirce hemen fayda versin!» buyurdular.

Bu rivayetleri Buhârî, Nesâî veibni Mâce «Ki-tâbü't-Tıb»'da tahric etmişlerdi;-.

Nemle : İnsanın yanlarında çıkan ve sıraca denilen yaralardır.

Hume : Zehir, demektir. Burada bundan her nevi zehirli hayvan kas-dedilmiştir.

Babımızın üçüncü rivayetini teşkil eden Hz. Âişe hadîsinin mâ­nâsı şudur: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şehadet parmağı ile kendi tükrüğünü alır, sonra parmağım toprağa sürerek ona. yerden bir şeyler yapışmasını sağlar, sonra yara veya hasta olan yeri onunla sıvaz­lar, bir yandan da bu duayı okurdu. Yerimizin toprağından murad butun yeryüzü ise de bâzılarına göre bereketinden dolayı bununla hassaten Medîne’nin toprağı kastedilmiştir.

Nazra : Nazar değmesi, demektir. Bazıları bunun şeytan çarpması, ya­hut cinlerin nazar etmesi mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Hattâ-b î :  «Cinlerin nazarı oktan daha süratli geçer.» demiştir.

Rivayetlerin bâzılarında: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ruk-yeye ruhsat verdi.» denilmesinden anlaşılıyor ki: Evvelce onu yasak et-migmiş. Bu babda İbni Şihâb şunları söylemiştir : «Duydum ki, ulemâdan bazı kimseler : «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'­ye gelinceye kadar rukyeyi yasak etmişti. O zamanlar rukyede birçok şirk sözleri bulunurdu. Medine'ye geldiği vakit ashabından bir zâtı ze­hirli hayvan soktu. Ashab : Yâ Resûlallah! Haznı oğulları zehire karşı rukye yaparlardı. Sen rukyeyi yasak edince onlar da bıraktı, dediler. Bu­nun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Bana Umâro'yi çağırın!» dedi. Ümâre, Bedir gazasına iştirak etmişti. Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Bana rukyeni göster!» dedi. O da rukyesini arzetti. Peygamber (Sallallah Aleyhi ve Sellem) onda bir beis görmeyerek izin verdi, demiş­lerdir.»

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :

«Bana ne oluyor ki, kardeşim oğullarının cisimlerini erimiş görüyorum.» sözünden muradı:   Cafer (Radiyallahu anh) 'in çocuklarıdır.

Bu rivayetler mezkûr dertlere karşı rukye yapmanın müstehab ol­duğuna delildirler. Ulemânın beyânına göre rukye manevî bir tebâbet idi. Herhangi bir hastalıktan dolayı halk ağzı dualı salâh ve takva sahibi ze­vata müracaat eder, kendilerini onlara okutmakla şifâ ararlardı. Sonra­ları rukye için ehil zevat azalınca maddî tababete müracaat ettiler. Ve bu tababet günümüze kadar sürüp gçldi.

 

22- İçerisinde Şirk Olmamak Şartıyla Rukye Yapmakta Beis Görülmemesi Babı

 

64- (2200) Bana Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize lbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Muâviye b. Salih Abdurrahman b. Cübeyr'-den, o da babasından, o da Avı b. Mâlik El-Eşcaî'den naklen haber ver­di. Şöyle demiş : Biz câhiliyyet devrinde rukye yapardık. Bilâhare :

— Yâ Resûlallah! Bu hususta ne buyururdun? dedik.

«Bana rulcyenİzi gösterin! İçerisinde şirk olmadıkça rukyede bir beis yoktur.» buyurdular.

Bu hadîs dahî yukarküer gibi rukyenin caiz olduğuna delildir. Hîüc-mü : Yukarki rivayetler meyâmnda görülmüştür.

 

23- Kur’an ve Ezkarla Yapılan Rukyeye Karşılık Ücret Almanın Cevazı Babı

 

65- (2201) Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyin, Ebû Bişr'den, o da Ebü'l-Mütevekkil'den, o da Ebû Saîd-İ Hudrî'den naklen haber verdi ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ashabından bizi kimseler bir seferde imişler ve Arab mahallelerinden bir mahalleye uğrayarak onlardan kendilerini misafir etmelerini istemiş­ler. Fakat onlar misafir etmemişler. Ve bunlara :

  İçinizde rukyeci var mı? Çünkü mahallenin ağasını zehirli hay­van sokmuştur. Yahut isabet almıştır, demişler. İçlerinden bir adam :

  Evet! cevâbını vermiş ve ağaya vararak ona Fâtihâ ile rukye yap­mış. Ar kaçığın dan  adam  iyileşmiş.  Bu  zâta  bir  sürü  koyun  vermişler. Fakat o koyunları kabul etmek istememiş ve:

  Bu meseleyi Peygamber (Salla'.lahü Aleyhi ve Sellem) 'e anlatayım da, ondan sonra bakarız, demiş.    Müteakiben Peygamber (SaUaiiahü Aleyhi ve Sellemye gelerek bunu ona anlatmış ve:

— Yâ Kesû la İlahî Vallahi Fatiha'd an başka bir şeyle rukye yapma­dım, demiş. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahiİ Aleyhi ve Sellem) gülüm-semiş ve:

«Onun rukye olduğunu nereden bildin?» demiş. Sonra: «Onlardan (koyunları) alın, bana da sizinle beraber bir hisse ayırın I», buyurmuşlar.

 

(...) Bize Muhammed b. Beşşâr ile Ebû Bekr b. Nâfi ikisi birden Gunder Muhammed b. Cafer'den, o da Şu'be'den, o da Ebû Bişr'den bu isnadla rivayette bulunmuşlardır. Bu hadîste o: «Fâtlhâ'y* okumaya baş­ladı. Tükürüğünü topluyor ve tükürüyordu. Derken adam iyileşti.» de­miştir.

 

66- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Harun rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişam b. Hassan, Mu­hammed b. Sîrin'den, o da kardeşi Ma'bed b. Sîrin'den, o da Ebû SaSd-İ Hudrî'den naklen haber verdi. Ebû Saîd şöyle demiş: Bir menzile indik. Derken bize bir katim gelerek: Mahallenin ağası zehirli hayvan taralın­dan sokulmuştur. İçinizde rukye yapan var mı? diye sordu. Kadınla be­raber bizden bir adam ayağa kalktı. Biz onun rukyeyi becerebileceğini sanmıyorduk. Adama Fâtİhâ ile rukye yaptı, o da iyileşti. Kendisine (bir sürü) koyun verdiler. Bize de süt sundular. Bunun üzerine (biz ona) :

  Sen rukyeyi becerebiliyor muydun? dedik.

  Ben ona Fâtihâ'dan başka bir şeyle rukye yapmadım ki... dedi. Şunu da İlâve etti: Koyunları kıpırdatmayı», tâ ki Peygamber (Şalfallahiİ Aleyhi ve Sellem)'e varalım,  dedim ve Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek bunu ona anlattık da :

«Bunun rukye pldujjunM nereden bilmif? (Koyunları) taksim edin! Bana da sizinle beraber bir hisse ayırın I» buyurdular,

 

(...) Bana Muhammedi b. Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vehb b. Cerîr rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Hisam bu isnadla bu hadîsin benzerini rivayet etti. Yalnız o şöyle demiştir: «Bunun üzerine kadınla beraber bizden bir adam kalktı, biz onun rukyeci olduğunu sanmıyorduk.»

Bu hadîsi Buhârî «İcâre» ve «Tıb» bahislerinde; Ebû Dâvud ile Tirmizî «Tıb'da, Nesâî «Tıb» ile «Kitâbü'1-Yevm ve'l-Leyle»'de; İbni Mâce «Kitâbü't-Ticârâtı»'da muhtelif râvi-lerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîsin muhtelif rivayetlerinden anlaşıldığına göre Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Ebû Saîd-i Hudrî 'nin kuman­dasında otuz kişilik bir süvari seriyyesi göndermiş. Bunlar Arab kabile­lerinden birine misafir olmak istemişler. Fakat kabul edilmemşler. Me­ğer o kabilenin reisini zehirli bir hayvan sokup dururmuş. Kurtarmak için her çâreye baş vurmuşlar. Fakat muvaffak olamamışlar. Nihayet bu se-riyyeye gelecek hallerini arzetmişler. İçlerinden biri kalkarak reisin üze­rine üç veya yedi Fâtihâ okumuş ve reis derhal iyileşmiş. A'meş'in beyânına göre rukyeyi yapan zât râvi Ebû Said-i Hudri 'nin kendisidir. O Fâtihâ'yı bitirince kabile reisi ipden boşanmış gibi rahat­layarak yürümüştür. Mükâfat olarak Hz. Ebû S a î d 'e bir sürü ko­yun verilmişse de, o bunları hemen kabul etmemiş, Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'e müracaat ederek, onun iznini aldıktan sonra kabule yanaşmıştır. Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) bu hâdiseye gülmüş ve ashabını taltif için koyunlardan kendisine de bir hisse ayrılmasını iste­miştir.

Katı': Koyun, keçi ve deve sürüsü, demektir. Lügat ulemâsının be­yânına göre ekseriyetle sayılan on ile kırk arasında olan sürüye denir.

Bâzıları âdetçe onbeşle yirmibeş arasında bulunan sürüye kati' denildi­ğini söylemişlerdir. Burada ondan murad otuz koyundur. Nitekim riva­yetlerin birinde beyân edilmiştir.

Kabile halkı yaralı reisleri için selîm demişlerdir, Selim, kurtulan, demektir. Halbuki bu kelime ile burada kurtulan .değil, zehirli bir mah­lûk tarafından yeni ışınlan kimse kasdedilmiştir.' Ulemâ bunun selâmeti­ni dilemek için tefaulen söylendiğini bildirmişlerdir. Bu kelimeden «Ba­şına gelene teslim olan» mânâsı kastedildiğini söyleyenler de vardır.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Âyetle yahut menkul dualarla rukye yapmak caizdir. Maamafih mesele ihtilaflıdır. Şâbi ile Katâdi, Saîd b. Cübeyr ve diğer bir cemaata göre rukye mekruhdur. Mü'mine gereken Allah'a tevekkül ederek bunu yapmamaktır. Çünkü Hukyenin Allah halketme-dikçe bir «arar veya faydası yoktur. Allah bir insanın ne kadar «aman sağlam, ne kadar hasta yaşayacağım bilir. Bunu değiştirmeye imkân yoktur.

Hasan-ı Basrî, İbrahim Nehaî, Zührî, Sev-rî ve dört mezhebin imamlarına göre rukyede bir beis yoktur. Delilleri bu hadîslerdir.

2- Rukye İçin ücret almak caizdir. Maamafih mesele ihtilaflıdır. Atâ ile Ebû  Kabe'ye göre hastanın üzerine Fatiha okuduğu için ve Fâtiha'yı Öğretmek mukabilinde ücret almak caizdir. İmam Mâ­lik ile, Şafiî, Ahmed b.   Hanbel ve Ebu Sevr'in mezhebleri de budur. Ku11ub! fukye hakkında İmamdı Â'zarn'ın kavli de bu olduğunu nakîetmiştir. Zühtî 'ye göre ücret mukabilinde Kur'ân öğretmek mekruhtur.

İmâm-ı Âzam ile diğer Hanefiyye imamlarına göre ücret mu­kabilinde Kur'&n Öğretmek caiz değildir. Bu bâbda kitabımızın baş taraflarında tafsilât geçmişti.

3- Fâtihâ sûresinde şifâ vardır. Onun için sûrenin bir adı da Şâfiye'dir. Tirmizî 'nin rivayet ettiği bir hadîste:

«Fâtiha her derde devadır.» buyurulmuştur. Hastaya, yaralıya, zehirli hayvan tarafından ışınlan kimseye okunması müstehabdır.

4- Çöl ve yayla halkına misafir olmak meşrudur.

5- Hibe edilen bir şeyin aslı belli ise onda ortak olmak caizdir.

6- Herkesin rızkı taksim edilmiştir. Kimse kimsenin rızkına mâni olamaz.

 

24- Dua İle Birlikte Elini Ağıran Yerin Üzerine Koymanın Müstehab Oluşu Babı

 

67- (2202) Bana Ebu't-Tâhir ile Harmele b. Yahya rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize îbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, tbni Şihâb'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Nâfi' b. Cübeyr b. Mut'ım, Osman b. Ebî'l-Âs, Es-Sekati'den naklen haber verdi ki: Osman mÜslü-man olalıdan beri vücudunda hissettiği bir ağrıdan Resûlüllah (SallallahÜ Aleyhi ve Sellem)'e şikâyette bulunmuş. Resûlüllah (SallallahÜ Aleyhi ve Seîlem) kendisine :

«Elini vücudunun ağıran yerine koy ve üç defa Bismillah del Yedi defa da hissettiğim ve sakındığım ağrının şerrinden Allah'a ve kudretine sığı­nırım  de!» buyurmuşlar.

Resûlüllah (SallallahÜ Aleyhi ve Sellem) 'in :

«Elini vücudunun ağıran yerine koy İlâh...» buyurması hastaya fayda verecek şey rukyeyi yapan kimsenin ağıran yeri eliyle sıvazlaması oldu­ğuna irşad içindir. Bunun Peygamber (SallallahÜ Aleyhi ve Sellem ye mahsus olduğu da rivayet edilmemiştir. Binâenaleyh her rukye yapanın bu suret­te hareket etmesi gerekir.

Hadîs-i Şerif hastaya rukye yaparken sağ elini ağaran yerinin üze­rine koymanın ve buradaki duayı okumanın müstehab olduğuna delildir.

 

25- Namazda Vesvese Şeytanından Allah’a Sığınma Babı

 

68- (2203) Bize Yahya b. Halef El-Bâhilî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'1-A'lâ, Saîd El-Cüreyrî'den, o da Ebû'l-A'lâ'dan naklen rivayet etti ki, Osman b, Ebi'l-Âs Peygamber (Sallalahü Aleyhi ve Seliem)'e gelerek:

— Yâ Resûlallah! Muhakkak şeytan benimle namazımın ve kıraati­min arasına girdi. Onu bana karıştırıyor, dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) de:

«Bu Hinzeb denilen bir şeytandır. Onu hissettiğin vakit ondan Allah'a sığın ve sol tarafına üç defa tükür.» buyurdu. Osman: Ben bunu yap­tım; Allah da onu benden giderdi, demiş.

 

(...) Bize bu hadîsi Muhammed b. Müsenna rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Salim b. Nuh rivayet etti. H.

Bize Ebû Bekir b. Eb! Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet etti.

Her iki râvi Cüreyrî'den, o da Ebu'l-A'lâ'dan, o da Osman b. Ebî'l-Âs'dan naklen rivayet etmişlerdir ki: Osman, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelmiş...

Râvi yukarki hadîsin mislini nakletmiştir. Salim b. Nuh'un hadîsinde «üç defa» kaydını zikretmemiştir.

 

 (...) Bana Muhammed b. Rafi'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Saîd El-Cüreyrî'den nak­len haber verdi. (Demiş ki) : Bize Yezid b. Abdillah b. Şihhîr, Osman b. Ebi'l-As Es-Sakafi'den rivayet etti.  (Demiş ki): Ben:                     

— Yâ ResûlaUah! dedim...

Bundan sonra râvi yukarkilerin hadîsi gibi zikretmiştir.                 

Hinzib kelimesi; Hinzeb, hanzeb ve hunzeb şekillerinde de okunmuş­tur. Bu şeytanın namazı karıştırması şüpheye düşürmek suretiyle olur. Artık nazamı kılan üç rekât mı, yoksa dört mü kıldığında tereddüt eder. Araya girmekten murad da namazın huşu ve huzuruna, lezzetine mâni olmaktır. Hadîs-i şerîf kalbine vesvese gelen kimsenin şeytandan Allah'a sığınmasının müstehab olduğuna delildir.

 

26- Her Hastalığın Bir İlacı Olduğu ve Tedavinin Müstehab Oluşu Babı

 

69- (2204) Bize Harun b. Ma'ruf ile Ebu't-Tâhir ve Ahtned b. İsa rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbnl Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Ba­na Amr (bu zat İbni Hâris'dir.) Abdü Rabbİb b. Saîd'den, o da Ebu'«Zübeyr'den, o da Câbir'den, o da Resülüllah (Satlaltahil Aleyhi ve Seltem)'den naklen haber verdi ki:

«Her derdin bir devası vardır. Derdin devasına rastlanırsa Allah (Azze ve Celte)'nin izniyle düzelir.» buyurmuşlar.

Bu hadîste hastalığa karşı İlâç kullanmasının müstehab olduğuna işa­ret vardır. Cumhur ulemânın mezhebi de budur.

Kaadî Iyâz diyor ki: «Bu hadîslerde din ve dünya ilimlerin­den cümleler ve tıb ilminin sahîh olduğu, ilaçlanmanın cevazı ve bu ha­dîslerde de bildirilen şeylerle ilaçlanmanın müstehab oluşu görülüyor, Yi­ne bu hadîslerde tedaviyi inkâr eden Gulât-ı sofiyye'ye fed cevabı var­dır. Bunlar her şey Allah'ın kaza ve kaderiyledir, Binâenaleyh tedaviye hacet yoktur, derler. Ulemânın hücceti bu hadîslerdir. Onlar yaratanın Allah olduğuna itikad ederler. Ama tedavinin de Allah'ın kaderinden sa­yıldığına inanırlar. Bu mesele duâ, kâfirlerle harb, korunmak ve göre gö­re tehlikeye atılmaktan sakınmak hususundaki emirlere benzer. Halbuki ecel değişmez. Mukadderat mutlaka vuku bulur.»

Mâzirî de şunları söylemiştir: «Müslim bu çok hadîsleri tıb ve ilâç bahsinde zikretmiştir. Kalbinde maraz olan kimseler bunların bâzısına itiraz etmiş ve şöyle demişlerdir: Doktorlar balın müshil olduğuna ittifak ediyorlar. O halde kendisinde ishal bulunan kimseye ne de­meli! Yine doktorlar hummalı kimsenin soğuk su kullanmasının helâka yakın tehlikeli olduğuna ittifak ediyorlar. Çünkü soğuk su mesameleri bir araya toplar, buharı içeri tıkar ve harareti cismin içerisine çevirir. Böy­lece telefe sebep olur. Bunlar Zatü'1-Cenp hastalığının Kust denilen otla tedavi edileceğini de İnkâr eder ve tehlikeli görürler. Halbuki, bu otta şiddetli hararet vardır...» Mâzirî bu itirazların yersiz olduğunu be­yandan sonra hadîslerin şerhine geçiyor ve sadedinde bulunduğumuz ha­dîsi şöyle izah ediyor : «Bu hadîste açık izahat vardır. Zira malûmdur ki doktorlar: Hastalık cismin tabiî mecrasından çıkmasıdır; tedavi ise cis­mi tabiî mecrasına iadedir, derler. Hıfzıssıhha cismin tabiî mecrasında kalmasıdır. O halde sıhhati korumak, yiyecekleri ve sâireyi isîâh ile cismi tabiî mecrasına döndürmek de hastalığa zıt olan muvafık ilâçlarla olur. Bukrat eşya zıtlarıyla tedavi edilir, demiştir. Lâkin bazan hastalığın ha-kîkatı ile ilâcın hakîkatı ince ve karışık olur da hastalığa zıt ilâca itimad azalır. Doktorun hatası da buradan ileri gelir. Bazan ilâcın hararetli mad­deden olduğunu sanır. Halbuki ilâç başka maddedendir. Yahut ilâcın so­ğuk maddeden olacağını sanır. Halbuki değildir. Bundan dolayı şifâ hâ­sıl olmaz. îşte Peygamber (Saltattahü Aleyhi ve Seltem) hadîsin sonunda : Derdin devasına rastlanırsa düzelir... sözüyle hadîsin başındaki beyanâ­tına edilebilecek itiraza tenzib buyurmuştur. Şayet: Yâ Resûlallah! Sen her derdin devası vardır, dedin ama biz, birçok hastaların tedavi gördük­leri halde düzelmediklerini görüyoruz, denilirse, O da: Bu ancak tedavi­nin hakikati bilinmediği içindir. Yoksa ilâç bulunmadığı için değil» şek­linde cevap vermiş gibidir.»

 

71- (2205) Bize Harun b. Ma'rut ile Ebu't-Tâhir rivayet ettiler. (De­diler ki) : Bİfe tbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Amr haber verdi. Ona da Bükeyr, ona da Âsim b. Ömer b. Katâde rivayet etmiş ki, Câbir b, Abdillah Mukannaİ dolaşmış, sonra:

— Sen kan aldırmadıkça buradan ayrılmam. Çünkü ben EesûlüJIah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)'i :

«Bunda şifâ vardır.»   buyururken işittim, demiş.

 

71- (...) Bana Nasr b. Alî El-Cehdamî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam rivayet etti. (Dedi ki) ; Bana Abdurrahman b. Süleyman, Asım b. Ömer b. Katâde'den rivayet etti. Şöyle demiş: Câbir b. AbdiIIah bize, ailemiz İçine geldf. Bir adam elindeki çıbanlardan yahut yaralardan şi-;. kâyet ediyordu. Câbir:                                                                               

  Şikâyetin nedir? dedi. Adam:                                                       

  Bendeki çıbanlar... Beni çok zorluyor, dedi. Bunun üzerine Câbir:>

  Ey çocuk.' Bana bir hacca m getir, dedi. Adam ona:

 Haccâmı ne yapacaksın? Yâ Ebâ AbdiIIah! [4] diye sordu. Câbir:

  Oraya bir hacemat şişesi takmak istiyorum, cevâbını verdi. Adam:

  Vallahi bana sinekler konuyor. Yahut elbise ilişiyor da eîiyet ve­riyor. Ve bana güç geliyor, dedi. Câbir onun bundan tiksindiğini görünce şunu söyledi:

  Ben ResûIüllah (Sallahü Aleyhi ve Sellem)'i :

«Eğer sizin ilâçlarınızdan bir şeyde hayır varsa, bu ya neşter vuruşun­da, ya bal şerbetinde, yahut ateşle dağlamaktadır.» buyururken işittim. Resûlüliah  (Sallalahü Aleyhi ve Sellem):

«Ama ben dağlanmayı sevmemi» buyurdular. Bunun üzerine hizmet­çi bir haccâm getirerek ona neşter vurdu. Çektiği elem de ondan gitti.

 

72- (2206) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Rumh da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Ebu's-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen haber verdi kİ : Ümmü Seleme kan al­dırmak için Resûlüllah (Satîaltahü Aleyhi ve Selîem)''den İzin istemiş. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Taybe'ye ondan kan almasını emir buyurmuş.

Hâvi diyor ki: «Zannederim Ebû Taybe Ümmü Seleme'nin süt kar­deşi idi. Yahut bulûğa ermemiş bir çocuktu, dedi.»

 

73- (2207) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. EM Şeybe ve Ebû KÜreyb rivayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. Yahya : Ahberanâ; ötekiler ise haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Ebû Muâviye A'meş'-den, o da Ebû Süfyan'dan, o da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbif şöyle demiş :

— ResûîUllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Übey b. Kâ'be bir tabib gön­derdi. O da ondan bir damar kesti. Sonra üzerini dağladı.

 

 (...) Bize Osman b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr rivayet etti. H.

Bana hhâk b. Mnnsûr dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrah-man haber verdi. (Dedi ki) ; Bize Süfyân haber verdi. Her iki râvi A'meş'-den bu İsnadla rivayette bulunmuşlar, fakat «Ondan bir damar kesti» cüm­lesini anmamışlardır.

 

74- (...) Bana Bişr b. Hâlid de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-hammed (yâni Ibnî Cafer) Şu'be'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Sü­leyman'dan dinledim. (Dedi ki) : Ben Ebû Süfyân'dan dinledim. (Dedi ki) : Ben Câbir b. Abdillah'dan dinledim. Şunu söyledi: Azhab (harbi) günü Übey kolundaki can damarından vuruldu da, Resûlüllah (Salialiahü Aleyhi ve Sellem) onu dağladı.                   

 

75- (2208) Bize Ahmed b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zü-heyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'z-Zübeyr, Câbir'den rivayet etti. Bize Yahya k Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hayseme, Ebu'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen haber verdi. Câbir şöyle demiş: Sa'd b. Mu âz can damarından vuruldu da, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) onu elindeki uzun demirle dağladı. Sonra şişti. Ve onu ikinci defa dağladı.

76- (1202) Bana Ahmed b. Saîd b. Sahr Ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Habbân b. Hilâl rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Tavus babasından, o da tbni Ab-bâs'dan naklen rivayet etti ki: Peygamber (Saltollahü Aleyhi ve Seîlem) kan aldırmış ve haccâma ücretini vermiş ve burnuna ilâç damlatmış.

 

77- (1577) Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Ebû Bekr bize Veki' rivayet etti; Ebû Küreyb ise bize Vekf haber verdi dediler.) Lâfız Ebû Küreyb'indir. (Veki') Mis'ar'dan, o da Amr b. Amir El-Ensârî'den naklen haber vermiş. (Demiş ki) : Ben Enes b. Malik'i şunu söylerken işittim: Resûlüllah  (Sailailahü Aleyhi ve Sellem) kan aldırdı. Ücreti hususunda kimseye zulmetmezdİ.

 

78- (2209) Bize Züheyr b. Harb Ue Muhammed b. Müsennâ rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Yahya (Bu zat İbni Saîd'dir.) Ubeydullah'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Nâfi', İbni Ömer'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setlem)'den naklen haber verdi ki:

«Humma cehennemin kükremesindendir. Binâenaleyh onu su ile serin-' Jetin.» buyurmuşlar.

 

(...) Bize İbnü Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babamla Mu­hammed b. Bişr rivayet ettiler. H.

Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdul­lah b. Nümeyr ile Muhammed b. Bişr rivayet ettiler. (Dediler ki) ; Bize Ubeydullah, Nâfi'den, o da İbni Ömer'den, o da Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Seltem/den naklen rivayet etti:                 

«Şüphesiz hummanın şiddeti cehennemin kükremesinclşndir. Binâena­leyh onu su ile serinletin.»   buyurmuşlar.               

 

79- (...) Bana Harun b. Saîd El-Eylî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi.  (Dedi ki) : Bana Mâlik rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Râfi1 dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Füdeyk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ihıhhâk (yâni İbni Osman) haber verdi.

Her iki râvi Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etmişler ki: Resûlüllah  (Sallalîahii Aleyhi ve Sellem);

«Humma cehennemin kükremesindendir.    Binâenaleyh siz onu su ile söndürün.» buyurmuşlar.

 

80- (...) Bize Ahmed b. Ahdillah b. Hakem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Cafer rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Şu'be rivayet etti. H.

Bana Harun b. Abdülah dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Bavh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Ömer b. Muhammed b. Zeyd'den, o da babasından, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (SallallahU Aleyhi ve Sellem) :

«Humma Cehennemin kükremesindendir. Binâenaleyh sız onu su ile söndürün.»  buyurmuşlar.

 

81- (2210) Bize Ebû Bekr b. Efcî Şeybe İle Ebû Küreyb rivayet et­tiler. (Dediler ki) : Bize İbni Nümeyr, Hişam'dan, o da babasından, o da Aişe'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Humma Cehennemin kükremesindendir. Binâenaleyh siz onu su ile serinletin.» buyurmuşlar,

 

 (...) Bize tshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Haris ile Abde b. Süleyman hep birden Hişâm'dan bu isnadla bu hadîsin mislini haber verdiler.

 

82- (2211) Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde b. Süleyman, Hişâm'dan, o da Fâtıme'den, o da Esmâ'dan naklen rivayet etti ki: Esma'ya hummadan mustarib bir kadın getirilir, o da su isteyerek, onu yakasına döker ve: Gerçekten Resûlüllah (SallallahüAleyhi ve Sellem):

«Onu su ile serinletin.» Bir de:

«O Cehennemin kükremesindendir.» buyurdular, dermiş.

 

 (...) Bize bu hadîsi Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize ilmi ile Ebû Üsâme, Hişâm'dan bu İsnadla rivayet ettiler. İbni Nü­me yr'in hadîsinde :

«Suyu kadınla yakasının arasına döktü.» cümlesi vardır. Ebû Üsâme'-nin hadîsinde :

«O Cehennemin kükremesindendir.»  cümlesini zikretmemiştir.

Ebû Ahmed dedi ki: İbrahim şunu söyledi: Bize îlaeen b. Bişr riva­yet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme bu İsnadla rivayet etti.

 

83- (2212) Bize Hennâd b. Seriy rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'l-Ahvâs, Saîd b. Mesruk'dan, o da Abaye b. Rifâa'dan, o da dedesi Rfift' b-Hadîc'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş : Ben Besûiüllah (Satiallahü Aleyhi ve Sellem)'i:

«Gerçekten humma Cehennemin kükrem es in dendir. Binâenaleyh siz onu su ile serinletin.» buyururken işittim.

 

84- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Müsennâ, Muhammed b. Hatim ve Ebû Bekr b. Nâfl1 rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdurrahman b. Mehdî Süfyân'dan, o da babasından, o da Abâye b. Kifâa'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Kâfi' b. Hadic riva­yet etti. (Dedi ki) : Ben Resûlüliah (Sallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:

«Humma Cehennemin kükremesİndendir. Binâenaleyh siz onu su ile kendinizden serinletin.» buyururken İşittim. Ebû Bekr: «Sizden..,» kaydını zikretmedi ve şöyle dedi: «Bana Râfi1 b. Hadîc haber verdi, dedi.»

Bu hadîsin bazı rivayetlerini-bütün sünen sahipleri «Kitâbü't-Tıb»'da tahrîc etmişlerdir. Nevevî bazı mülhidlerin bu hadîslerde gösteri­len tedâvî şekillerinin bir kısmına itiraz ettiklerini söylemiş ve Calinos gibi bazı eski hekimlerin sözlerinden misaller getirerek kendilerine cevap vermiştir. Biz bu itiraz ve cevapların nakline lüzum görmedik. Müslümana gereken Peygamber (Sallailahii Aleyhi ve Scltem)'in verdiği ha­bere inanmaktır. Bugün hâlâ birçokları nazariye olmaktan ileriye geçe­meyen cüce bilgilerle âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize itirazda bulunmak ne iman şerefi­ne yakışır, ne de İslâm'ın yüksek terbiye ve nezâketine! Şu halde Re­sûlüliah   (Satlallanü Aleyhi ve Sellem):

«Her derdin devası vardır.» buyurduysa mutlaka vardır. Bugün henüz çaresiz dertler varsa devası keşfedilemediğindendir. Reaûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seilem) kan aldırmanın ve dağlamanın birer tedâvî şekli oldu­ğunu haber verdiyse, onlar mutlaka birer sahîh tedâvî şeklidir. Bunla­rın bu asırda tıb âleminden kalkmış olması hadîsin sıhhatine asla doku­namaz. Çünkü az yukarda îzah ettiğimiz vecihle. his ve tecrübeye istinad eden bilgilerin ekseriyetle istinadgâhlan nazariyelerdir. Onlara yüzde yüz îtimad etmeye ise imkân yoktur. Meselâ: Bugün gülmek, neşelenmek ha­yat kaynağıdır diye bir nazariye ortaya çıkar, yarın bakarsınız bunun tam aksini iddia eden bir nazariye çıkmıştır. Ağlamanın vücut için daha fay­dalı olduğundan bahseder. Binâenaleyh bunlara itimad olunamaz. Ke-sûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'in  haber verdiği  bir  şeyin  imkânsız olduğu aklen ve şer'an sabit olursa bu takdirde o haber bizim için müteşâbihattan olur. Ve İslâm'ın ruhuna aykırı olmamak şartiyle te'vil edi­lebilir.

Kaadî Iyâz diyor ki ; «Bu hadîslerde din ve dünya ilimleri ve tababetin sahih olduğu haber veriliyor. Tedavinin caiz olduğu ve bilhassa hacamat ve ilâç içmek, damar kesmek ve rukye yapmak suretiyle tedâvî görmenin müstehab olduğu anlaşılıyor.

Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'in :

(Derdi indiren Allah, devayı da indirmiştir.) hadîs-i şerifi insanlara tedâvîyi bildirmekte ve ona izin vermektedir...

Bazı doktorlar Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'in neşter vurmak, bal içmek ve ateşle yakmak tabirleriyle bütün tedâvî şekillerine işaret buyurduğunu söylemişlerdir.»

Hummanın Cehennemin kükremesinden sayılması meselesine gelin­ce: Bazılarına göre bu bir teşbihtir. Cehennem ateşi nasıl yakıcı, yıkıcı ve harâb edici ise humma da öyledir. Bedeni eritir, harâb eder, denilmek istenmiştir. Yahut bu hadîs; humma Cehennemden bir numunedir, mana­sınadır. Fakat bir takım ulemâya göre hadîs-i şerîf teşbih değil, hakikat­tir. Hastanın vücudunda hâsıl olan şiddetli hararet ve yangın Cehennem­den bir cüzdür. Cenâb-i Hak bunu kullar ibret alsın diye gösterir. Tîybî: «Feyh hararetin feveranıdır. Hadîste iki vecih vardır. Birinci veçhe göre bu bir teşbihtir. Vücut hararetinin kaynarcasına şiddetlenip, soğukluğu gidermesi Cehenneme benzetilmiştir. İkinciye göre : Bâzı ulemâ humma­nın hakikaten Cehennem hararetinden alındığını, inkâr edenleri korkut­mak, ibret alanlara müjde olmak üzere dünyaya gönderildiğini söylemiş­lerdir. Çünkü kulların günahlarına keffâret olur.» diyor.

Kaadî Iyâz'ın beyânına göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m hummalı kimsenin üzerine su serperek serinletilmesin! emir bu­yurması hekimlerin bu babdaki iddiasına muhaliftir. Ve onu reddeder. Kaadî Iyâz: cHz, Esma ile diğer müslümanlar bunun faydası olduğunu tecrübe etmeseydüer onu kullanmazlardı.» diyor.

Bu rivayetler Cehennemin hâlen yaratılmış olduğuna da delildirler. Ki: Ehl-i Sünnetin mezhebi de budur.

 

27- Ledüdle Tedavinin Keraheti Babı

 

85- (2213) Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd, Süfyân'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Musa b. Ebî Âişe, Ubeydullah b. A.bdülah'dan, o da Âişe'detı naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Hastalığında Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ağzına ilâç akıttık  da :  «Bana ilâç akıtmayın»  diye işaret etti. Biz :

— Hastanın ilâçtan hoşlanmaması, dedik. Ayıldığı vakit:

«Sizden ağzına ilâç akıtılmayan tek bir kimse kalmasın! Yalnız Abbas müstesna! Çünkü o sizi görmedi.»  buyurdular.

Bu hadîsi    Buharı    «Kitâbü'l-Meğâzi»ıde tahrîc etmiştir.

Ledûd : Hastanın ağzının bir tarafından akıtılan yahut parmakla sü­rülüp oğuşturulan ilâçtır. Buna ledîd dahî denilir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bundan hoşlanmayarak yapmamalarını işaret etmişse de yanındakiler hasta İlâçtan hoşlanmaz, onun için almak istemiyor zanmyle ilâcı akıtmışlardır. Kaadî Iyâz'ın beyânına göre bu hadîsteki «Ke-râhîyyetü» kelimesi rnerfu ve mansub şekillerde rivayet olunmuştur. Mer-fu okunduğuna göre cümle mübtedâ ile haberden müteşekkildir. Ve: «Bu, hastanın hoşlânmamasıdır.» manasınadır. Mensub okunduğuna göre keli­me mef ulun leh'dîr. Yâni hasta hoşlanmadığı için istemiyor, demektir.

Buhârî'nin rivayetinden sarahaten anlaşılıyor ki : Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) istemediği halde ağzına ilâç akıttıkları için ya­nındakilere gücenmiş ve :

«Bu evde Abbas'dan başka ağzına ilâç akıtılmadık kalmayacak! Hem de benim gözümün Önünde!» buyurarak emrine itaat etmedikleri için ora­dakileri cezalandırmıştır. İlâcı içirenlerle birlikte içirmeyenlere de aynı cezânm verilmesi Peygamfcer (Sallallahü Aleyhi ve Sellemi'm hoşlanmadığını gördükleri halde ilâç vermekten men etmedikleri içindir.

Nevevî diyor ki: «Bu hadîs mânâ anlatan bir işaretin bu gibi meselelerde sarih ibare gibi olduğuna delildir. Hadîs-i şerif mütecavizin kendi fiili cinsinden bir fiiUe cezalandırılacağına da delildir.*'

 

28- Ud-i Hindi –ki Kustdur- İle Tedavi Babı

 

86- (287) Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî ile Ebû Bekr b. Ebî Şey-be, Araru'n-Nâkıd, Züheyr b. Harb İbni Ebî Ömer rivayet ettiler. Jüâfız Züheyr'indir. Yahya: Ahberanâ; Ötekiler: Haddesenâ tâbirlerini kullan­dılar. (Dediler ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne Zührî'den, o da Ubeydullah b. Abdillah'dan, o da Ükâşe b. Mi lisan'm kız kardeşi Ümmü Kays binti Mihsan'dan naklen rivayet ettû Şöyle demiş: Henüz yemek yemeyen bir oğlumla Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle/n) yin yanma girdim. Az sonra çocuk onun üzerine bevletti. O da su isteyerek üzerine serpti.

 

(2214) Ümmü Kays şöyle demiş: Onun yanma boğaz olup, ilaçladı­ğım bir oğlumla girdim de :

«Çocuklarınıza neden bw ilâcı vuruyorsunuz! Şu ûd-ı hindî'yi kullanın; çünkü onda yedi şifa vardır. Onlardan biri de Zâtü'l-Cenb'dir. Boğaz ol­maya karşı burundan akıtılır Zâtü'l-Cenb'e karşı ağzın bir yanına sürülür.» buyurdular.

 

37- (...) Bana Harmele b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus b. Yezid haber verdi. Ona da İbni Şiha'b haber vermiş. (Demiş ki) : Bana Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe b. ıMes'ud haber verdi ki: Ümmü Kays binti M ihsan şöyle de­miş : Bu kadın Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle/n)'e bey'at eden ilk mu­hacirlerdendir. Benî Esed b. Huzeyme'den bir zât olan Ukkâşe b. Mih-san'ın kız kardeşidir. UbeyduIIah demiş ki : Bana Ümmü Kays haber ver­di ki : Kendisi henüz yemek yiyecek çağa ermemiş bir oğlu ile Resuİüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına gelmiş. Boğaz olduğu için ona ilâç yapmışrmş. (Yûnus demiş ki) : A'lakat sıktı demektir. Ümmü Kays ço­cuğun boğaz olmasından korkmuştur. Ümmü Kays demiş ki: Bunun üze­rine Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

«Çocuklarınıza bu ilâcı niye vuruyorsunuz? Şu Ûd-ı HinaTyi (yâni Kust'u) kullanın. Çünkü onda yedi şifâ vardır. Bunlardan biri de Zâtü'l-Cenb'dir.»   buyurdular.

 

(287) UbeyduIIah şöyle demiş : Ümmü Kays bana haber verdi ki, fcu oğlu Resûlüliah (Saliailahii Aleyhi ve Setlem)'in kucağına bevletmiş de, Re-sûlüllah (Sallallahü A leyhı ve Sellem) su isteyerek çocuğun bevlinin üzerine serpmiş ama onu iyice yıkamamış.

Bu hadîsin birinci rivayetini Buhâri «Kitâbü4l-Vudu»'da, diğer «Sünen» sahipleri «Kitâbü't-Tahâre»'de tahric etmişlerdir. İkinci rivaye­tini Buhâri, EbûDâvud ve Nesâi «Kitâbü't-Tıb»'da tahrîc etmişlerdir.

Üd-ı Hindi: Hindistan 'dan getirilen güzel kokulu bîr ağaçtır. Hafifçe acılığı vardır. Suyu içilirse mide zaafına, karaciğer ve barsak ağ­rılarına iyi geldiği söylenir. Buna Kust dahî denilir.

İbnü Arabi diyor ki; «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ûd-ı Hindî'de yedi şifâ olduğunu söylemiş. Bunlardan yalnız ikisini bil-Idirerek geri kalanını ya öğrenilmeye havale etmiş, yahut meşhur olduk-[lan için zikretmemiştir. Doktorlar bunda birçok faydalar olduğunu söy­lemişlerdir.

Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir : Ûd -1 Hindî'nin faydalan çok olduğuna göre bu hadîste yedidir diye tahsis buyurmanın hikmeti ne­dir? Cevâb : Yedi şifâyı Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) vahy sure­tiyle bilmiştir. Geri kalan fâideleri ise tecrübe ile anlaşılmıştır. Resulü Ekrem (Satlallahü Aleyhi veSeiiem) yalnız vahiyle bildiklerini söylemiştir. Şöyle de olabilir. Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) Ûd-ı Hindi'nin lü­zumlu olan faydalarını söylemiş, o anda söylenmesine hacet olmayanlarını söylememiştir. Hadîs-i şerifin geri  kalan  hükümleri  «Kitâbü'l-Vudtida görülmüştü.

 

29- Çörek Otu İle Tedavi Babı

 

88- (2215) Bize Muhammed h. Rumh b. Muhacir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Ukayl'den, o da İbni Şilıâb'dan, naklen haber verdi. (De­miş ki) : Bana Ebû Seleme b. Abdirraliman ile Saîd b. Müseyyeb haber verdiler. Onlara da Ebû Hüreyre haber vermiş ki: Kendisi Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve SeUem)'\ şöyle buyururken işitmiş:

«Gerçekten çörek otunda her derde deva vardır. Yalnız sâm müstesna!» Sâm, ölüm demektir. Habbe-i Sevda da Çörek otu'dur.

 

(...) Bana bu hadîsi Ebu't-Tâhir ile Harmele dahî rivayet ettiler. (De­diler ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şi-hâb'dan, o da Saîd b. Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Pey­gamber (Sallallahü A leyhi ve Seüem) 'den naklen haber verdi. H.

Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Amr'un-Nâkıd, Züheyr b. Harb ve İbni Ebî Ömer de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. H.

Bize Abd b. Humeyd dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber verdi. H.

Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimi de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'I-Yeman haber verdi. (Dedi ki).: Bize Şuayb haber verdi.

Bu râvİIerin hepsi Zührî'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hürey­re'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'âen naklen Ukayl'in ha­dîsi gibi rivayette bulunmuşlardır. Süfyân ile Yûnus'un hadîslerinde «El-habbetüssevdâ» demiş, «Şûnîz» dememiştir.

 

89- (...) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe b. Saîd ve İbni Hucr'da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İsmail (Bu zât İbni Cafer'dir.), Alâ'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) şöyle buyurmuşlar:

«Hiç bir dert yoktur ki, çörek otunda ona şifâ bulunmasın, yalnız ölüm müstesna!»

Bu hadîsi Buhârî ile İbni Mâce *KitâbüJt-Tıb»'da tah-rîc etmişlerdir.

Elhabbetüssevdâ; Çörekotu demektir. Buna şûniz, şûnûz, şînîz ve şehniz de denilir. Hasan-i Basri'nin Elhabbetüssevdâ hardaldır de­diği, bâzılarının da çitlenbik olduğunu söyledikleri rivayet olunursa da Kurtubî : «Habbe-i Sevdayı Çörekotu diye tefsir etmek iki vecihle evlâdır. Biri ekser ulemânın kavli olması, diğeri de faydasının çokluğu­dur. Hardalla çitlenbikte bu faydalar yoktur.» demiştir.

 

30- Bulamacın Hastanın Kalbini Rahatlandırması Babı

 

90- (2216) Bize Abdü'l-Melik b, Şuayb b. Leys b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam dedemden rivayet etti. (Demiş ki) : Bana ükayl b. Hâlid, İbni Şihâb'dan, o da Urve'den, o da Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) in zevcesi Âişe'den naklen rivayet etti ki: Yakınlarından biri Ölür de cenazesine kadınlar toplanır, sonra dağılırlar. Ve yalnız Ölenin ailesi ile yakınları kalırsa bir çömlek bulamaç emreder de pişirilirmiş. Sonra tirit yapılır; bulamaç onun üzerine dökülürmüş. Bundan sonra Âişe (kadınlara) şöyle dermiş :

— Bundan yeyin! Çünkü ben Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i:

«Bulamaç hastanın kalbini rahatlandırır. Bâzı üzüntüleri giderir.» buyururken  işittim.

Bu hadîsi Buhârî «Et'ıme» ve «Tıb» bahislerinde; Tirmizî «Kitâbü't-Tıb»'da; Nesâî «Velîme» ve «Tıb» bahislerinde muh­telif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Telbîne, undan veya kepekten yapılan bulamaçtır. İçerisine çok defa bal da konurmuş. Rengi beyaz olduğu için buna sütleme mânâsına gelen Telbîne adı verilmiştir.

Hadîs-i şerif üzüntülü kimselere bulamaç yedirmenin müstehab oldu­ğuna delildir.

 

31- Bal Şerbeti İle Tedavi Babı

 

91- (2217) Bize Muhammed b. Müsennâ ile Muhammed b. Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız İbm Müsennâ'nındır. (Dediler ki) : Bize Muham-med b. Cafer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Katâde'den, o da Bbu'l-Mütevekkil'den, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti. Şöyle de­miş: Bir adam Peygamber (Sallaliahii Aleyhi ve Sellem)'e gelerek:

  Kardeşim ishale tutuldu, dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   de:

«Ona bal içir!»  buyurdu. O da içirdi. Sonra tekrar ona gelerek:

  Ben kardeşime bal içîrdim. Ama onun ishalini artırmaktan başka birşey yapmadı, dedi. Ve bunu ona üç defa   (gelip)  söyledi. Sonra dör­düncüde tekrar geldi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  (yine) :

«Ona bal içir!» buyurdular. Adam :

  Vallahi içirdim ama onun ishalini artırmaktan başka birşey yap­madı, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Allah doğru söyledi. Kardeşinin karnı İse yalan yaptı.» buyurdular. Müteakiben adam ona bal içirdi. Kardeşi hemen iyileşti.

 

(...) Bana bu hadîsi Amr b. Zürâra da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'l-Vebhâb  (yâni İbni Atâ'), Saîd'den, o da Katâde'den, o da Ebu'l- Mütevekkil Naci'den, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen haber verdi ki: Bir adam Peygamber (Sailaliahii Aleyhi ve Setiem) 'e gelerek: Gerçekten kar­deşimin midesi bozuldu, demiş. O da :

«Kardeşine bal içir!»  buyurmuş.

Râvi Şu'be'nin  hadîsi mânâsında rivayet etmiştir.

Bu hadîsi Buharı «Kitâbü't-Tib»'da; Nesâi «Tıb» ile «Ve­lîme» bahislerinde tahrîc etmişlerdir.

Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Setiem) 'in gelen zâta dördüncü defada dahî balı tavsiye buyurması vahy suretiyle kardeşinin bal içmekle düze­leceğini bildiği içindir. Dördüncüde :

«Allah doğru söyledi, kardeşinin karnı İse yalan yaptı.» demiştir. Bu sözden muradı:

«Onda insanlar için şifâ vardır.» Âyet-i kerîmesidir. Yalanı kardeşi­nin karnına nisbet etmesi mecazdır. Çünkü yalan söze mahsustur. Kar­deşinin midesine bal kâr etmeyince yalan isnad etmiştir. Maamafih Arap­lar kezîb kelimesini hata ve fesat mânâsında da kullanırlar. Bu takdirde mecaza gitmeye lüzum yoktur. Hadîsin mânâsı : «Kardeşinin midesi bo­zulmuş.» demek olur.

Bu hadîs

«Onda insanlar içîn şifâ vardır.» [5] Âyet-i kerîmesindeki zamirin Kur'ân'a değil, bala râcî olduğuna açık delildir. Doğrusu da budur. Bu kavil İbni Abbâs, İbni Mes'ûd, Hasan-ı Bas-ri,    Katâde    ve diğer ulemânın kavilleridir.

Ulemâdan bâzılarına göre Âyet-i kerimeden murâd umum değil, hu­sustur. Yâni bâzı ilâçlar bâzı insanlara şifâdır. Midesinden şikâyet eden zât baldan şifâ bulacaklardan olduğu için iyileşmiştir. Yoksa Âyet-i keri­mede balın mutlak surette her derde deva olduğuna dâir bir sarahat yok­tur. Lâkin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) vahy yoluyla bu zâtın baldan düzeleceğini bilmiştir.

 

32- Taun, Teşe'üm, Kehanet ve Benzerleri Babı

 

92- (2218) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e Muhammed b. Münkedir ile Ömer b. Ubeydillah'ın azatlısı Ebu'n-Nadr'-dan dinlediğim, onların da Âmir b. Sa*d b. Ebî Vakkâs'dan, onun da ba basından naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum. Âmir, babasını Üsâme b. Zeyd'e : Sen Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)1tlen taun hakkındp ne işittin? diye sorarken dinlemiş. Üsâme şunu söylemiş: Resûlüllah (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem):

«Taun bir ricz yahut bir azabdir. Benî İsrail'e yahut sizden öncekilere gönderilmiştir. Bir yerde onun zuhur ettiğini işittiniz mi oraya gitmeyin! Bir yerde zuhur ederse siz de orada bulunursanız, ondan kaçmak için ora­dan çıkmayın!» buyurdular.

Ebu'n-Nadr: «Sizi ancak ondan kaçmak çıkarır.» demiştir.

 

93- (...) Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb ile Kuteybe b. Saîd rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muğîre (İbni Ka'neb nesebini de belirterek tbni Ahdirraliman El-Kureşî dedi.) Ebu'n-Nadr'dan, o da Âmir b. Sa'd b. Ebî Vakkâs'dan, o da Üsâme b. Zeyd'den naklen haber verdi. Üsâ-me şöyle demiş : Resûlüllah (Sallatlahü A İeyhi ve Sellem):

«Taun azab alâmetidir. Allah (Azze ve Celle) onunla kullarından bâzı kimseleri imtihan eder. Onu işittiniz mi, bulunduğu yere girmeyin. Bir yer­de zuhur eder de, siz de orada bulunursanız ondan kaçmayın (»buyurdular.

Bu hadîs Ka'nebî'nindir. Kuteybe'ninki de onun gibidir.

 

94- (...) Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Muhammed b. Münkedir'den, o da Âmir b. Sa'd'dan, o da Üsâme'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem):

«Muhakkak kİ bu taun sizden öncekilere yahut Benî İsrail'e musallat kılınmış bir azabdır. Bir yerde zuhur ederse, siz ondan kaçmak için oradan çıkmayın. O bir yerde bulunuyorsa, oraya da girmeyin!» buyurdular.

 

95- (...) Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bekr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize tbni Cüreyc haber ver­di. (Dedi ki) : Bana Amr b. Dinar haber verdi. Ona da Âmir b. Sa'd ha­ber vermiş ki: Bir adam Sa*d b. Ebî Vakkas'a taunu sormuş da Üsâme h. Zeyd: Onu sana ben haber vereyim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«O Allah'ın Benî İsrail'den bir taifeye yahut sîzden önce geçen bâzı insanlara gönderdiği bir azab yahut riczdir. Bir yerde onu işittiniz mî ora­ya onun üzerine girmeyin! Bir yerde sîzin üzerinize girerse, ondan kaça­rak oradan çıkmayın!» buyurdular, demiş.

 

(...) Bize Ebu'r-Rabi1 Süleyman b. Dâvud ile Kuteybe b. Saîd de ri­vayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Hammâd (Bu zât Zeyd'dir.) rivayet etti. H.

Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süf-yân b. Uyeyne rivayet etti.

Her iki râvi Amr b. Dinar'dan, İbni Cüreyc'in isnadı ile onun hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır.

 

96- (...) Bana Ebut'-Tahİr Ahmed b. Amr ile Harmele b. Yahya rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize îbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Ba­na Yûnus, İbni Şihab'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Âmir b. Sa'd, Üsâme b. Zeyd'den, o da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyden naklen haber verdi ki, şöyle buyurmuşlar:

«Şüphesiz bu ağrı veya hastalık bir azabdır. Onunla sîzden önceki bâzı ümmetler azab olunmuşlar; ondan sonra yeryüzünde kalmıştır. Bâzan gider, bâzan gelir. Her kim onun bir yerde zuhur ettiğini işitirse sakın onun üzerine gitmesin. Ve her kim onun zuhur ettiği yerde bulunursa, sakın on­dan  kaçmak içirt  kendisini oradan çıkarmasın!» buyurmuşlar.

 

(...) Bize bu hadîsi Ebû Kâmil El-Cahderî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze Abdü'l-Vâhid (yâni İbni Ziyâd) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'-mer, Zührî'den Yûııus'un isnadı ile onun hadîsi gibi rivayette bulundu.

 

97- (...) Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Âdiy, Şu'be'den, o da Habîb'den naklen rivayet etti. (Demiş kİ) : Medine'de idik, kulağıma geldi ki, Kûfe'de taun zuhur etmiş. Bu­nun üzerine bana Atâ' b. Yesar île başkaları şunu söylediler :

  Şüphesiz ki Resûlüllah   (Sallallohü Aleyhi ve Sellem):

«Bİr yerde bulundun da, orada taun zuhur etti mi, artık oradan çıkma! Onun bir yerde olduğunu duydun mu, oraya da girme!»   buyurdular. Ben:

  (Bu hadîs)  Kimden? dedim.

  Âmir b. Sa'd'dan!  Onu rivayet ediyor, dediler. Habîh demiş ki: Bunun üzerine Âmire geldim, fakat: Evde yoktur, dediler. Derken kar­deşi İbrahim b. Sa'd'a rastlayarak ona sordum. O şunu söyledi:

  Ben Üsâme'yi Sa'd'a rivayet ederken gördüm.    Şöyle dedi:  Ben Kesûlüllah (Sallatinhü Aleyhi ve Sellem) 'i:

«Şüphesiz ki bu ağrı bîr ricz veya bir azab yahut bir azabın kaltntı-stdır. Onunla sizden önce geçen bîr takım insanlar azâb olunmuşlardır. O bir yerde zuhur eder de, siz de orada bulunursanız, o yerden çıkmayın! Onun bir yerde zuhur ettiğini duyarsanız oraya 6a girmeyin!» buyurur­ken işittim.

Habib demiş ki: Bunun üzerine İbrahim'e : Üsâme'nin Sa'd'a rivayet ettiğini, onun da inkârda bulunmadığını sen mi işittin? dedim:

  Evet!  cevâbım  verdi...

 

(...) Bize bu hadîsi Ubeydullah b. Muâz dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be bu isnadla rivayet etti. Şu kadar var ki o, hadîsin başındaki Ata' b. Yesar kıssasını anmadı.

 

(...)  Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyhe de rivayet etti.  (Dedi ki):  Bize Veki' Süfyân'dan, o da Habîb'den, o da İbrahim b. Sa'd'dan, o da Sa'd b. Mâlik ile Huzeyme b. Sabit ve Üsâme b. Zeyd'den naklen rivayet etti. (Demişler ki): Resûlüllah (SaHallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu... Râvi Şu'be'nin hadîsi mânâsında rivayette bulunmuştur.

 

(...) Bize Osman b. Ebî Şeybe ile tshâk b. İbrahim ikisi birden Ce-rîr'den, o da A'meş'den, o da Habîb'den, o da İbrahim b. Sa'd b. Ebî Vak-kâs'dan naklen rivayet ettiler. İbrahim şöyle demiş : Üsâme b. Zeyd ile Sa'd oturmuş konuşuyorlardı. Resûlüllah (SaHallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: ... dediler.

Râvi yukarkilerin hadîsi gibi rivayette bulunmuştur.

 

(...) Bana bu hadîsi Vehb b. Bakıyye dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid (yâni Tahhân) Şeybânî'den, o da Habîb b. Ebî Sâbit'ten, o da ibrahim b. Sa'd b. Mâlik/den, o da babasından, o tla Peygamber (SaltaUahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen yukarkilerin hadîsi gibi haber verdi.

Bu hadîsi   Buhârî    «Kitâbü'l-Enbiya»'da tahrîc etmiştir. Taun : Vücûdun dirsek, koltuk, el ve parmak gibi yerlerinde çıkan ve şiddetli ağrılara, şişkinliklere sebep olan yaralardır. Yaranın etrafı siyah, yeşil veya menekşe rengi olur. Hastada kalb çarpıntısı ve kusmak gibi araz görünür.

Veba : Bâzılarına göre taundur. Muhakkak ulemâya göre ise yeryü­zünün bir tarafında mûtadın hilâfına zuhur eden pek çok insanların ya­kalandığı bir hastalıktır. Başka zamanlarda hastalıklar muhtelif olduğu halde vebada yalnız bir nevi olur. Bu zevata göre taunla veba arasında umum ve husus mutlak vardır. Her taun vebadır. Fakat her veba taun değildir. Bu hadîslerde taunun Benî İsrail 'e azâb olarak gönde­rildiği bildirilmektedir. Müslümanlar için ise rahmetdir. Nevevî : <Tâun bu ümmet İçin bir rahmet ve şehâdettir. Buharı ile Müs­lim 'in rivayet ettikleri bir hadîs de :

«Taundan öien şehiddir...» denildiği gibi, başka bir hadîste de :

«Taun bir azâb idi. Allah onu dilediğinin üzerine gönderirdi. Nihayet onu mü'minlere rahmet yaptı. Eğer bir kul tauna tutulur da bulunduğu yer* de sabrederek bekler, Allah'ın takdirinden başka kendisine bir şey isabet etmiyeceğini bilirse, o kimseye şehîd ecri kadar sevab verilir.» buyurul-muştur...» diyor.

Hadîs-i şerifteki riczden murad da azabdır. Râvi ricz mi, yoksa azab mı denildiğinde ve keza Benî İsrail 'e mi, yoksa sizden önceki­lere mi buyurulduğunda şekketmiştir.

Bu rivayetlerde taun hastalığı zuhur eden yere girmek ve taundan kaçmak için o yerden çıkmak yasak edilmektedir. Kaçmak için değil de arızî bir sebeple o yerden çıkmakta beis yoktur. Cumhur ulemânın kavli budur. Hattâ Hz.  Aişe (Radiyaİlahü anhâ);

«Taundan kaçmak, harbden kaçmak gibidir.» demiştir. Ulemâdan bâ­zıları taun hastalığı bulunan yere girmeyi ve ondan kaçmak için o yer­den çıkmayı caiz görmüşlerdir. Bu kavil Hz. Ömer 'le, Ebû Mûsa'1-Eş'ârî, Mesrûk ve Esved b. Hilâl 'den rivayet olunmuştur. Hattâ Amr b. Âs'm : «Bu azabdan geçitlere, vadilere ve dağ tepelerine kaçın!» dediği rivayet olunur. Bunlar hadîsteki nehyi te'vil ederek: «Resûlüllah (SaUaîiahü Aleyhi ve Sellem) tâunlu beldeye girip çıkmayı mukadder olmayan bir şey başa gelir korkusuyla yasak etme­miştir. Lâkin fitne çıkmasın, halk o yere gelen kimsenin helakini gelişine, kaçanın selâmetini de kaçışma bağlamasın diye nehiy buyurmuştur...» derler.

Nevevî diyor ki: «Sahîh olan yukarda arzetiğimiz gibi taun zu­hur eden yere girmenin ve taundan kaçmak için o yerden çıkmanın men edilmesidir. Çünkü sahîh hadîslerin zahiri bunu gösterir.»

Taundan kaçmak için değil de, herhangi bir iş veya meşguliyetle o yerden dışarı çıkmak bütün ulemâya göre caizdir.

«Sizi ancak ondan kaçmak çıkarır...» diye terceme ettiğimiz cümlesi bâzı nüshalarda merfu' bâzılarında mensub olarak rivayet edilmiştir. Fakat gerek ibare gerekse mânâ itibariyle ikisi de müş-kildir. Kaadî Iyâz : «Bu rivayet lisan âlimlerine göre zayıftır, mânâyı bozmaktadır. Çünkü zahirine göre herhangi bir sebeple tâunlu yerden çıkmak memnu, yalnız taundan kaçmak için çıkmak memnu de­ğildir, mânâsına gelir ki, bu da maksadın tam zıddıdır.» diyor.

Ulemâdan bir cemâat bu cümledeki «illâ»nın râvi tarafından yanlış­lıkla getirildiğini söylemişlerdir. Hadîsin doğru şekli sair rivayetlerde ol­duğu gibi, onu hazfederek okumaktır.

Hadîs-i şerîf zararlı şeylerden ve onların sebeplerinden korunmaya, âfet ve musibet zamanında Allah'ın kazasına teslimiyet göstermeye teş­vik etmektedir.

 

93- (2219) Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, İhni Şihâb'daıı dinlediğim, onun da Abdü'l-Hamîd b. Abdirrah-man b. Zeyd b. Hattab'dan, onun da Abdullah b. Abdillah b. Haris b. Nev-fel'den, onun da Abdullah b. Abbas'dan naklen rivayet ettiği şu hadisi okudum. Ömer b. Hattâb Şam'a gitmek üzere yola çıkmış. Serğ denilen yere vardığında onu ecnadiılar (yâni) Ebû Ubeyde b. Cerrah ve arkadaş­ları karşılayarak Şam'da veba zuhur ettiğini kendisine haber vermişler.

İbnü Abbas demiş ki: Bunun üzerine Ömer : Bana iîk muhacirleri çağır! dedi. Ben de oniarı çağırdım, kendileriyle istişarede bulundu. Ve Şam'da veba zuhur ettiğini onlara haber verdi. Derken ihtilâfa düştüler. Bâzıları: Sen bir iş için yoİa çıktın, biz ondan dönmeni nıünâsib görmü­yoruz, dediler. Bâzıları da : Senin beraberinde olanlar insanların bakıy-yesi ve ResûlÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'in ashabıdır. Onları bu ve­banın üzerine götürmeni münasib görmüyoruz, dediler. Ömer (onlara) : Yanımdan -Lalkın! dedi.

  Bana  ensârı  çağır!   dedi.  Onları  da  çağırdım  ve  kendileriyle  isti­şare etti. Fakat  onlar da muhacirlerin  yolunu tuttular ve onlar gibi ihti­lâf ettiler. Ömer  (onlara da) : Yanımdan kalkın!  dedi.  Sonra :

  Bana Fetih muhacirlerinden buruda  Ulunan  Kureyş ihtiyarlarını çağır!  dedi.  Onları  da  çağırdım. Ama  onun   yanında  iki  kişi  bile ihtilafa düşmedi. Ve :

  Biz insanları  geri  döndürmeni,  onları  bu   vebanın   üzerine  götür-meraeni  münasib  görüyoruz,  dediler.  Bunun  üzerine   Ömer  cemaata   ses­lendi :

  Ben sabahleyin  hayvanin sırtındaydım. Siz de binin! Ebû Ubeyde b. Cerrah :

  Allah'ın kaderinden kaçmak için mi? dedi. Ömer :

  Bunu senden  başkası söylemeliydi    Ebâ Ubeyde!  dedi.   (Ömer ona karşs gelmekten çekinirdi.) Evet, Allah'ın kaderinden, Allah'ın kade­rine kaçıyoruz. Ne buyurursun. Senin develerin olsa da iki taraflı bir va­diye  inseler, tarafların   biri  verimli,  diğeri   çorak  olsa.  verimli  yerde ot-latsan Allah'ın kaderiyle otlatmış, çorak yerde otlatsan da Allah'ın kaderiyse otlatmış olmaz miydin? dedi.  Az sonra Abdurrahman   b.  Avf geldi. Bir hacetine gitmişti. Ve :

— Bu hususta bende bilgi var. Ben Resûiüüah (SaUallahü Aleyhi ve SeHemyi:

«Bir yerde taun olduğunu işitirseniz, o yere gitmeyin! Bir yerde zuhur eder, sîz de orada buiunursamz, ondan kaçmak için o yerden çrlcmaytntz!» buyururken işittim, dedi.

İbni Aî:bâs : «Bunun üzerine Ömer b. Hattâb Allah'a hanı d etti. Son­ra  oradan  gitti.»  demiş.

 

99- (...) Bize İshâk b. İbrahim İle Muhammed b. Râfi' ve Abd b. Humeyd de rivayet ettiler. İbni Râfi': Haddesenâ; ötekiler Ahberanâ tâ­birlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Abdürrezzak haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer bu isnadla Mâlik'in hadisi gibi haber verdi. Ma'mcr'in hadisinde şu ziyâde  vardır :   (Dedi  ki) : Ona  şunu  da  söyledi :

  Ne buyurursun! Verimli yeri bırakıp çorak yeri otlatsa } unu onun beceriksizliğine  verir  miydin?

  Evet!  cevâbını verdi.

  O halde  yürü,  dedi.  Ve  yürüdü,  nihayet  Medine'ye  geldi  de :

  Mahal  yahut  menzil  inşaallah  burasıdır, dedi.»

 

(...) Bana bu hadîsi Ebu't-Tâhir ile Harmele b. Yahya dahî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki). Bana Yû­nus, ibni Şihâb'dan bu isnadla haber verdi. Yalnız o: «Gerçekten onu Abdullah b. Haris rivayet etmiş.» demiş. «Abdullah b. Abdillah» deme­miştir.

 

100- (...) Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : MâUke İbni Şihâb'dan dinlediğim, onun da Abdullah b. Âmir b. Rabîa'dan nak­len rivayet ettiği şu hadîsi okudum. Ömer Şam'a gitmek üzere yola çık­mış. Serğ denilen yere geldiği vakit Şam'da veba zuhur ettiğini duymuş. Bunun üzerine ona Abdurrahman b, Avf, Resûlüllah (Sallaîlah'û Aleyhi ve Seİtem)'m :

«Bir yerde veba zuhur ettiğini işittiniz mi, onun üzerine gitmeyin. Bir yerde veba zuhur eder, siz de orada bulunursanız, ondan kaçmak için o yerden çıkmayın!» buyurduğunu haber vermiş. Ömer b. Hattnb da Serğ'-dan geri dönmüş.

İbni Şihâb'dan, o da Salim b. AbdiIIah'dan naklen rivayet olunduğu­na göre Ömer orduyu ancak Abdurrahman b. Avf'ıiı hadîsinden dolayı döndürmüştür.

Bu hadîsi Buhârî ile Nesâî «Kitahu't-Ttb»'da; Ebû Dâvud    «Cenâiz» bahsinde tahric etmişlerdir.

Hz. Ömer'in Şam seyahati bir rivayette Hicretin 011 yedinci, diğer rivayete göre on sekizinci yılındadır. Bundan maksadı halkın umu­mî ahvâHni ve âmirlerle memurları teftiş idi. Bundan önce on altı tari­hinde Hz. Ebû Ubeyde Beyt-i Makdis'i muhasara ettiği vakit de teftişe çıkmış, Kudüslüler sulhu onunla yapacaklarını söylemişlerdi.

Serğ: Şam'm Hicaz'a giden yolu üzerinde bir köydür. Hz. Ebû Ubeyde 'nin fethettiği bir kasaba olduğunu söyleyenler de var­dır. Medîne'ye on üç konak mesafededir. Tebûk yakınlarında olduğu söylenir. Hadîsin Buhâri rivayetinde Ehlü'LEcnâd yerine Ümerâü'l-Ecnâd denilmiştir. Şu halde ordu kumandan­ları mânâsına gelen bu terkibden murad Ebû Ubeyde b. Cer­rah ile arkadaşları Hâlid b. Velîd'e, Yezid b. Ebi Süfyan, Şurah bil b.    Hasene  ve  Amr  b.  Âs 'dır.

Hz. Ebû Bekr memleketi bu zevat arasında taksim etmiş. Harb iş­lerini Hz. Hâ1id'e vermişti. Biâhere Ömer (Radiyailahu anh) bu işi ondan alarak Hz. Ebû Ubeyde'ye tevdî etmiştir. Kitabımızdaki Ecnâd tâbirinden murâd Şâm'ın beş nâhiyesidir. Bunlar Filis­tin, Ürdün, H u m s , Kınnısrin ve Dimeşk 'dir.

Serğ'da Hz. Ömer'e haber verilen veba. Amvas Taunu nâmiyle ma'rufdur. İslâm'da zuhur eden ilk taun budur. Bu taundan  Şam'da otuz bin kişinin  telef olduğu rivayet edilir.

Hadîsteki ilk muhacirlerden murad iki kıbleye karşı namaz kılanlar­dır. Bunlar kıblenin Mescid-i Aksa olduğu devre yetişmiş, sonra Kabe'ye çevrildiğini de görmüş insanlardır. Fetih Muhacirleri ile ya Mek­ke fethedildiği sene Medine'ye hicret edenler, yahut o yıl müsliman olanlar kastedilmiştir. Bundan murad; Mekke 'nin fethinden sonra hicret edenler de olabilir. Gerçi fetihden .sonra hicretin hükmü kalmamış­sa da şeklen Mekke 'den ayrılıp, Medine ve göçmek de bir hic­rettir.

Görülüyor ki Hz. Ömer istişare için çağırdıklarım fazilet ve rüt­belerine göre sıraya koymuştur. İstişare neticesinde geri dönmeyi teklif edenler çok olduğu ve teklifleri ihtiyata daha muvafık bulunduğu için kabul etmiştir. Zâten kendi içtihadı da bu idi. Hz. Abdurrahman'ın hadîsini işitince Allah'a hamd-ü .senada bulunması, içtihadı hadis-i şerife uyduğu içindir.

Nevevî diyor ki : «Müs1im’in Hz. Ömer ancak ve ancak Abdurrahman 'in hadîsinden dolayı geri dönmüştür. Sözüne gelince : ihtimal ki Salim, Hz. Ö m e r 'in daha önceden geri dönmek azmin­de olduğunu duymamıştır. Bu sözden Hz. Ömer ancak Abdurrahman'ın hadîsini dinledikten sonra döndü mânâsı da kastedilmiş olabilir.»

Hz. Ömer 'in Ebû Ubeyde 'ye verdiği cevâbın iki veçhe ihtimâli vardır. Birinci veçhe göre : «Bu sözü senden başkası söyleseydi yâ Ebâ Uheyde, onu te'dîb ederdim. Çünkü ekseriyetin bana uyduğu ic-tihadî bir meselede bana itiraz ediyorsun.» demektir. İkinci veçhe göre : Bu sözü senden başkası söyleseydi şaşmazdım, ama bunca ilim ve fazilet sahibi olduğun halde senin söylemiş olmana şaşarım, manasınadır. Hz. Ömer bundan sonra Ebû Ubeyde 'ye sahih olduğunda kim­senin şüphe edemiyeceği kıyası-celî delili ile cevap vermiştir. Bu cevâbın mânâsı geri dönmek mukadderi değiştirir demek değildir. Ondan maksat Allah'ın ihtiyatla emrettiğini, helak sebeplerinden kaçınmak lâzım geldi­ğini   göstermektedir. Yoksa   her  şey Allah'ın  kaza ve kaderiyle   olur.

Ömer (Radiyallahu anh) : «Allah beni bu insanların hasına getirmiştir. Binâenaleyh onlar hakkında ihtiyatlı hareket etmem gerekir. İhtiyatı bı­rakırsam acze nispet edilir. Ve cezaya müstehak olurum.» demek istemiştir. Hâsılı Hz. Ömer her şeyin Allah'ın takdiri ile olduğunu, bunda dönmenin ve dönmemenin de dahil bulunduğunu, bununla beraber ihti­yata riayet gerektiğini anlatmak istemiştir.

 

Hadis- i Şerif’ten Çıkarılan Hükümler

 

1- Hükümdar ahâlînin ahvâlini görmek, zulüm varsa gidermek, sı­kıntıda olanların başım çözmek, fesat çıkaranları te'dib vesaire için biz­zat ülkesini gezip dolaşabilir.

2- Ahâlinin devlet reisini ve diğer  büyükleri  karşılamaya çıkması ve  memleketlerinde,  iyi  kötü olup bitenleri  onlara  haber vermesi  meş. rudur.

3- Yeni yeni meydana gelen hâdiselerde ilim ve fikir adamları ile müşaverede  bulunmak müstehabdır.

4- Herkese  derece ve  mertebesine  göre  muamelede   bulunmak gerekir.

5- Ahkam hususunda olduğu gibi. har hakkında da ictihad caizdir.

6- Haber-i Vâhid makbuldür.

7- Kıyas yapmak sahih ve onunla amel caizdir.

8- Âİimin kendisine sorulmayan bir şeyi söylemesi caizdir.

9- Helake sebep olacak şeylerden  kannmak gerekir.

10- Tâunlu ynre girmek ve ondan kaçmak için o yerden çıkmak mem­nudur.

 

33 – Hastalık Bulaşması, Teşe’üm, Hame, Safer, Yıldız Batması ve Gul Olmadığı Hasta Develerin Sahibi Sağlam Develerin Sahibi Üzerine Deve Getirmeyeceği Babı

 

101- (2220) Bana Ebu't-Tâhir İle Harmele b. Yahya rivayet ettiler. Lâfız Ebu't-TAhir'indir. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) :  Bana  Yûnus haber verdi.

İbni Şihab dedi ki : Bana da Ebû Seleme h. Abdirrahman Ebû Hü-reyre'den naklen rivayet etti ki: Resûiüİlab   (Sallallahü Aleyhi ve Selle m}'.

«Hastalık bulaşması, karın kurdu ve baykuş yoktur.» buyurduğu va­kit   bir  bedevi:

— Yâ Resûîallah! O haîde develere ne oluyor ki, kumda geyik gibi oluyorlar da, uyuzlu deve gelip aralarına geliyor ve hepsine uyuz bulaş­tırıyor,  demiş.  Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) ;

«Ya birinciye kim  bulaştırdı?» buyurmuşlar.

 

102- (...) Bana Muhammed b. Hatim ile Hasen El-Hulvânî de ri­vayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ya'kub (bu zat İbni İbrahim b. Sa'd'dır.) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam Sâlih'deıı, o da îbni Şihâb'dan nak­len rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ebû Seleme b. Abdirrahman ve baş­kası haber -verdi ki : Ebû Hüreyre şöyle demiş : Gerçekten Resûiüllah ' SaitaUdh'i Aleyhi ve SeUem):

«Hastalık bulaşması, teşe'üm, karın kurdu ve baykuş yoktur.» buyur­dular.  Bunun  üzerine   bedevinin   biri :

— Yâ  Resûlaîlah!.. dedi.

Kavi  Yûnus'un hadisi gibi rivayette bulunmuştur.

 

103- (...)  Bana Abdullah b. Abdirrahman  Ed-Dârimî de  rivayet et­ti. (Dedi  ki) :  Bize Ebu'l-Yeman, Şuayb'dan,  o ila  Zühri'deu   nakien  haber verdi.  (Demiş ki) : Bana Sinan b. Ebî Sinan Ed-Düelî haber verdi ki: Ebû Hüreyre şöyle demiş: Peygamber (Sallaliahü A leyhi ve Sellem)

«Hastalık bulaşması yoktur.» buyurdu. Bunun üzerine bir AraVînin biri ayağa kalktı...

Râvi Yûnus ile Salih'in hadîsleri gibi anlatmıştır. Bir de Şuayb'dan, o da Zührî'den naklen rivayet olunmuştur. Zührî demiş ki ; Bana Sâî'b b. Yezîd b. Uht-i Nemir rivayet etti ki: Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):

«Hastalık bulaşması, karın kurdu ve baykuş yoktur.»  buyurmuşlar.

 

104- (2221) Bana Efcu't-Tâhir ile Harmele rivayet ettiler. Lâfızda birbirlerine yakındırlar. (Dediler ki) : Bize Ibni Vehb haber verdi, (Dedi ki) : Bana Yûnus İbni Şihab'dan naklen haber verdi. Ona da Ebû Se­leme b. Abdirrahman b. Avf rivayet etmiş ki: Resûlülîah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):

«Hastalık bulaşması yoktur.» buyurmuş ve yine rivayet etmiş ki : Re-•îûlüîiah   (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):

«Hasta develerin sahibi sağlam develerin sahibi üzerine deve getir­mez.»   buyurmuşlar.

Ebû  Seleme demiş ki : Ebû Hüreyre bunların  ikisini de  Resûlülîah

 (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)’dan rivayet ediyordu. Bir zaman sonra Ehû Hüreyre :

«Hastalık bulaşması  yoktur.» sözünden sustu da :

«Hasta develerin sahibi, sağlam develerin sahibi üzerine deve getir­mez.» sözü üzerinde durdu. Bunun üzerine Haris h. Ehî Zübab (Bu zât Ebû Hüreyre'nin amcası oğludur. Şunu söyledi) : Ben seni işitiyordum. Yâ Ebâ Hüreyre! Bize bu hadîsle birlikte başka bir hadis daha rivayet ediyordun, ondan sustun, diyordun ki : ResûlüIIah (Sallaîlahü Aleyhi ve Selle m):

«Hastalık  bulaşması  yoktur.»  buyurdu.

Ama Ebû Hüreyre bunu bilmekten imtina etti. Ve : «Hasta develerin sahibi, sağlam develerin sahibi üzerine deve getirmez.» dedi. Hâris'in bu husustaki görüşünü de kabul etmedi. Nihayet Ebû Hüreyre kızdı ve Ha-heşçe mırıldandı. Müteakiben Haris':

  Biliyor musun ne dedim? diye sordu. Haris :

  Hayır!  dedi.  Ebû  Hüreyre :

  İmtina  ettim,  dedi.

Ebû Seleme: Ömrüme yemin olsun Ebû Hüreyre hize Resûîüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) :

«Hasfahk bulaşmasr yoktur.» buyurduğunu rivayet ediyordu. Bilmi­yorum Ebû Hüreyre mi unuttu, yoksa iki sözden biri diğerini nesh mi etti? demiş.

 

105- (...) Bana Muhammcd b. Hatim ile Hasen El-Hulvânî ve Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Abd : Haddesenî; ötekiler: Haddesenâ tâbirle­rini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Ya'kub (yâni İbni İbrahim b. Sa'd) rivayet etti. (Dedi ki) : Bana baham Salih'den, o da İbni Şihab'dan nak­len rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ebû Seleme b. Abdirrahman haber verdi ki : Ebû Hüreyre'yi rivayet ederken dinlemiş. Resûîüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Selle m):

«Hastalık bulaşması yoktur.» buyurmuş, bununla beraber Yûnus'un hadîsi gibi : «Hasta develerin sahihi, sağlam develerin sahihi Üzerine de­ve getirmez."   diye  rivayet  ediyormuş.

 

(...) Bize bu hadîsi Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'I-Yeman haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayı), Züh-ri'deıı  bu isnadla  bu  hadîsin  benzerini rivayet  etti.

 

106- (2220) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbni Hucr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İsmail (yâni İbni Cafer) Alâ'dan, o da baba­sından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki : Kesûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem);

«Hastalık bulaşması, baykuş, yıldız batması ve kar n kurdu yoktur.» buyurmuşlar.

 

107- (2222) Bize Ahmed b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zü-heyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebü'z-ZÜbeyr, CâHr'den rivayet etti. H.

Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hayseme, Ebıı'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen haber verdi. Câhîr ştiyle demiş : Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem'1:

«Hastalık bulaşması, teşe'üm, ve gûl yoktur.»  buyurdular.

 

108- (...) Bana Abdullah b. Hâşim b. Hayvan da rivayet etti. (De­di ki) : Bize Behz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd (bu zat Tüsterî'dir.) rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah  (Satlallahü Aleyhi ve SeJleın):

«Hastalık bulaşması, gûi ve karın kurdu yoktur.»   buyurdular.

 

109- (...) Bana Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b. Ubâde rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Elnı'z-Zübeyr haber verdi. Kendisi Câbir b. Abdülah'ı şöyle derken işitmiş: Ben Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellsmyi:

«Hastalık bulaşması, karın kurdu ve gûl yoktur.» buyururken   İşittim.

Râvi diyor ki: Ebu'z-Züheyr'i dinledim. Câbir'in kendilerine «Karın kurdu yoktur.» sözünü tefsir ettiğini anlatıyordu. Ebu'z-Zübeyr dedi ki : «Safer karın demektir.» Bunun üzerine Câbİr'e :

  Bu nasıl şey? dediler. Câbir :

  Karın  kurtları  olduğu söyleniyordu,  dedi. Ama  gulu  tefsir etme­di. Ebu'z-Zübeyr :  «Şu renkten renge giren gûl»  dedi.

Bu rivayetlerin bâzılarını Buhârî iîe Tirmizî «Kitâbü't-Tibn'da; Nesai  «Cenâiz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.

Adva : Hastalık bulaşması demektir. Görülüyor ki Hz. Ebû Hüreyre bir müddel «Hastalık bulaşması yoktur.» cümlesini hadis diye rivayet etmiş, sonra bundan vaz geçmiş. Sâdece «Hasta develerin sahibi sağlam develerin sahibi üzerine deve getirmez.» cümlesini rivayet etmiş­tir. Hattâ kendisine müracaat edildiği halde bu cümlenin hadisten oldu­ğunu itiraf edememiştir- Onun için de hadîsin râvilerinden Ebû Seleme : «Bilmiyorum, Ebû Hüreyre mi unuttu, yoksa iki kavilden bİrİ di­ğerini nesh mİ eîti?» demiştir. Ebû Seleme 'nin : «Onun bu ha­dîsten başka bir hadîs unuttuğunu görmedim.» dediği de rivayet olunur.

Ulemâ, bu iki sahih hadîsin aralarını bulmak vâcibdir, dememişlerdir. İki hadîsin araları şöyle bulunmuştur :

. «Hastalık buiaşrnass yoktur.» hadîsinden murad câhiliyet devrinden kalma itikadı yıkmaktır. O devirde Araplar hastalığın Allah'ın fiilî ile dc-ğjl de, tabiatı icabı bulaştığına inanırlardı. İşte, hastalık bulaşması yok­tur, cümlesiyle bunlara cevap verilmiş, her şeyde oiduğu gibi. hastalığın bulaşmasında  da  Allah'ın   fiili nazar-ı  itibara  alınacağına;  o yaratmazsa mahlûkatın kendi kendine hiç bir şey yapamayacağına tenbih olunmuş­tur. Ka adiIyâz'in beyânına göre ulemâ bu cümleden murad, onun söylenmesini veya itikad edilmesini yasaklamaktır. Bir takımları cümle­nin haber mânâsında olduğunu söylemişlerdir. Yâni hastalık tabiatı icabı kendiliğinden geçmez, demektir.

«Hasta develerin sahibi sağlam develerin sahibi üzerine deve getire­mez.» cümlesine gelince : Bundan murad da Allah'ın fiil w- irâctesi ile hâ­sıl olacak zarardan sakındırmaktir. Çünkü hasta develer sağlamların ara­cına katıldığı vakit, hastalığı sağlamlarda da halk etmek Allah'ın âdeti­dir. Cumhur ulemâya göre bu iki hadîsin araları bu şekilde bulunmuştur. Hz. Ebû Hüreyre 'nin:

«Hastalık bulaşması yoktur.» hadîsini unutması hükme tesir etmez. Çünkü curnhûr ulemâya göre râvinin kendi rivayet ettiği bir hadîsi unut­ması, o hadîsin sıhhatine dokunmaz. Bilâkis o hadîsle amel vâcib olur. Bir de aynı hadîsi Ebû Hüreyre 'den başka râviler rivayet etmiş­lerdir.

Ulemâdan bâzıları hasta develer hadîsi; hastalık bulaşması yoktur hadîsiyle neshedilmiştir, demişlerse de Neve vî bunun iki vecihle hata olduğunu söylemiştir.

1- Nesh için hadîslerin tarihleri bilinmek ve nasihin mensuhdan son­ra gelmesi şarttır. Burada böyle birşey bilinememektedir.

2- Nesh İddiası  için iki hadisin  aralarını bulmaya imkân olmama­lıdır. Halbuki burada İki hadîsin arası pekâlâ bulunmuştur.

Safer İki suretle te'vil edilmiştir. Birinci te'vîle göre bundan murad Muharrem ayının hürmetini Safer'e te'hir etmektir. Cahiliyet devrinde Araplar bunu yaparlar ve nesî* ismini verirlerdi. Mâlik ile Ebû Ubeyde'nin kavilleri budur. İkinci te'vîle göre Safer karında yaşayan bir takım kurtlardır. Cahiliyet devri itikadlarından biri de budur. Arap­lar karın boşluğunda bir hayvanın yaşadığına, insan acıktığı zaman o hayvanın heyecanlanıp, çok defa sahibini Öldürdüğüne inanırlardı. Hatta bunu uyuz hastalığından daha bulaşıcı sayarlardı. Nevevî'nin be­yânına göre bu kelimenin sahîh tefsiri budur. Mutarrîf, İbni Vehb, îbni Habib, Ebû Ubeyd ve diğer birçok ulemânın kavil­leri de budur. Maamafih Nevevî burada her iki tarafın kastedilmiş olabileceğini söylemekte ve her iki saferin de bâtıl ve asılsız olduğunu bildirmektedir.

Hame dahî iki suretle te'vîl edilmiştir. Birinci teVîle göre bundan murâd gece kuşlarından baykuştur. Puhu kuşu olduğunu söyleyenler de vardır. Eski Araplarca bir evin üzerine baykuş konarsa bu ev sahibinin veyahut o  aileden birinin yakında öleceğini   haber   vermek   demekti.

İmam Mâlik 'in tefsiri budur. İkinci te'vîle göre cahiliyel devri Arapları ölen bir kimsenin kemiklerinin veya ruhunun uçan baykuşa in-kılâb ettiğine inanırlardı. Ekser ulemânın tefsiri budur. Nevevî bu iki tefsiri dahî vârid görmekte ve ikisinin de bâtıl olduğunu bilmektedir. Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) bu gibi şeylerin bâtıl olduğunu bil­dirmiştir. Bedevinin suâline de :

«O halde iik deveye hastalığı kim geçirdi ?»diyerek belâğatin en yük­sek derecesinde bir cevap vermiştir. Çünkü başka bir deveden geçmiştir dese teselsül lâzım gelir. Teselsül bâtıldır. Başka bîr sebeple geçmiştir dese îzâhı gerekir. Birinci devede hastalığı kim îcâd etti ise? ikincisinde de o icâd etmiştir derse matlub sabit olur. Çünkü hastalığı bütün deve­lerde icâd eden Allah Teâlâ'dir.

Tıyera : Teşe'üm yâni uğursuzluk yorumu demektir. Câhiliyet devri Arapları kuşlarla ve geyiklerle teşe'ümde bulunur, bu da onları işlerin­den aîıkordu. Şeriat bunu iptal ederek yasaklamış, fayda celbinde veya zarar definde bunun hiç bir tesiri olmadığını haber vermiştir.

Ncv' : Yıldız batmasıdır. Araplar yağmurun yağmasını herhangi bir yıldızın batmasına veya doğmasına bağlarlar. «Filân yıldızın batması bize yağmur getirdi.» derlerdi. Bu hususta namaz bahsinde izahat vermiştik.

Gûl : Eski Arapların itikadmca çeşitli renk ve kılıklara girerek in­sanlara görünen ve onları yollarından sapıtıp helak eden bir nevi şey­tandır. Kırlarda yaşar. Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) bunu da ip­tal etmiştir. Cumhur ulemanın kavli budur. Bir takım ulemâya göre ha­lisin mânâsı gulu inkâr demek değil, sâdece Arapların itikadını iptaldir.  Gûl yoktur.» cümlesinden murad : Gûl hiç kimseyi yolundan sapıtamaz, lemektir.

 

34 – Teşe’üm, Fal ve Kendisinde Uğursusuzluk Olan Şey Babı

 

110- (2223)  Bize Abd b. Humcyd rivayet etti.  (Dedi  ki) :  Bize Abürrezzâk  rivayet  etti. (Dedi ki) :Bize   Ma'mer,  Zühri'den, o da Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe'den naklen haher verdi ki : Ebû Hüreyrc şöyle demiş :  Ben  Peygamber (SaÜallahü Aleyhi ve Sellem) 'i :

«Teşe'üm yoktur. Onun en hayirhsı faldır.»   buyururken  işittim.

— Yâ Resûlallah! Fal nedir? denildi.

«Bir hanginizin işirîiği güzel sözdür.»   buyurdular.

 

(...) Bana Abdu'l-Melik b. Şuayb b. Ley s dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'l-Yeman haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb haber verdi. Her iki râvi Zührî'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.

Ükayl'in hadîsinde «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den» ibare­si vardır, «işittim» dememiştir. Şuayb'ın hadîsinde İse Ma'mer'in dediği gibi   «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den  işittim»  cümlesi   vardır.

 

111- (2224) Bize Heddâb b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hem-mam b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Katâde, Enes'den naklen ri­vayet etti  ki: Nebiyyullah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Hastalık bulaşması ve teşe'üm yoktur. Ama fal güze! söz, iyi söz ho­şuma gider.»   buyurmuşlar.

 

112- (...) Bize bu hadîsi Muhammed b. Müşenna ile İbni Beşşar da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Câfer haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti.  (Dedi ki) : Ben Katâde'yi, Enes b. Mâlik'den, o da Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellemı 'âvn naklen rivayet ederken  dinledim :

«hastalık bulaşması ve teşe'üm yoktur. Ama fal hoşuma gider.» buyur­muşlar. Enes demiş  ki :  Fal nedir? diye   soruldu :

«Güzel sözdür.»   buyurdular.

 

113- (2223) Bana Haccâc b. Şâir rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Mu-alla b. EseNİ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'I-Aziz b. Muhtar rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Atik rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Sîrin Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş : Resûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Hastalı bulaşması ve feşe'üm yoktur. Ama güze! falı severim.» buyurdular.

114- (..... Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b- Harun rivâyet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm b. Hassan, Muhammed b. Sîrin'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Şöyle demiş : Resûlulllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Hastalık buluşması, baykuş ve Jeşe'üm yoktur. Ama güze! falı severim.» buyurdular.

Bu rivayetleri    Buhârî    «Kitâbü't-Tıb»'da tahric etmiştir.

Az yukarda da görüldüğü gibi tetayyur teşe'üm yani uğursuzluğa ve kötüye yormağa de lir. Esas itibariyle teşe'üm söz, fiil veya görülen bir şeyin kötüsü, sevilmeyeni mânâsına geiir. Arablar kuşları ve geyikleri ür­kütürler, hayvan sağ tarafa giderse onunla tefaerrük eder, işlerine güç­lerine veya yolların;, devam ederler, sol tarafa giderse yapacakları şeyden dönerler, teşe'ümde > ani uğursuzluk yorumunda bulunurlardı. Bu suretle birçok zamanlar yapa -akları işlerden geri kalırlardı. Şeriat bunu yıkmış, men etmiş, zarar ve/a fayda hususunda hiçbir tesiri olmadığını haber vermiştir. İşte teşe'üm yoktur hadîsinin mânâsı budur. Başka bir hadîste ;

«Teşe'üm şirkdir.» Duyurulmuştur. Yâni teşe'ümün fayda veya zarar

verdiğine inanmak şirktir, demektir. Çünkü eanitiyyet devri Arabları te­şe'ümün tesirine inanırlardı. Bu şirktir.

Fala gelince: Peyga fiber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu iyi söz, gü­zel söz diye tefsir buyurmuştur. Ulemânın beyânına göre fal hem sevin­dirici, hem üzücü hususata olabilirse de ekseriyetle sevinçte kullanılır. Teşe'ümse sadece üzücü ve kötü hususatia olur. Yalnız mecazen bazı yer­lerde sevinç mânâsında kullanılır. Resûiüllah (Saitaliahü Aleyhi ve Seltem) in falı sevmesi netice itibariyle Allah Teâlâ'dan bir hayır ve fâide umma­yı gösterdiği içindir. Çünkü insan kuvvetli veya zayıf bir sebepten do­layı Allah'tan bir fâide beklerse ümit cihetinde hatâ etmiş bile olsa onun bu bekleyişi hayırdır. Fakat Allah'tan tamamiyle ümidini keserse bu ken­disi için şer olur. Teşe'ümde suizan ve belâyı beklemek vardır. Meselâ; bacasına baykuş konan adam hanesinden birinin öleceği zannına kapılır ve artık onu için için bekler durur. Falın misâli hastası olan bir kimse­nin dışardan birinin : Ey salim sözünü işiterek hayra yorması, inşaallah bizim hasta da selâmete erer demesi yahut ihtiyaç sahibi birinin dışardan bulan mânâsına gelen (Yâ Vâcid) sözünü işiterek hayra yorması ve için­den, inşaallah aradığını buluyorum, demesidir.

Tenbih : Buradaki faldan anlaşılan yalnız budur. Yâni bir işi hayra yormaktır. Fal denilince zamanımızda her yerde âdet olan avuca bakmak, tasa bakmak, kahve fincanına bakmak veya bu işi sanat edinen falcılara müracaat ederek işlerinin iyi gidip gitmeyeceğine baktırmak gibi hurafe­ler fal değil, doğrudan doğruya kehânete dâhildir. BunJara inanmak da küfürdür. Bu batı] itikad bazı çevrelerde o kadar rağbet görmüştür ki : «Fala inanma! Fakat falsız da kalma!» sözü darb-ı mesel olmuştur. Bu hususa din kardeşlerimizin nazarı dikkatlerini celbederiz.

 

115-  (2225)  Bize Abdullah İı. Meslcme  h. Ka'neb rivayet etti.  (De­di ki) : Bize Mâlik b. Enes rivayet etti. H.

Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti.  (Dedi ki) : Mâlike, İbni Şihâb'-dain dinlediğim, onun da Abdullah b. Ömer'in iki oğlu Hamza ile Sâlim'den, onların  da Abdullah b. Ömer'den  naklen  rivayet ettikleri  şu hadîsi okudum.   Resûlüİlah  (Salîailahü Aleyhi ve Seliem) :

«Uğursuzluk evde, kadında  ve attadır.»   buyurmuşlar.

 

116- (...) Bize Ehu't-Tâhir ile Harmele b. Yahya da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus İbuİ Şihâb'dan, o da Abdullah b. Ömer'in iki oğlu Hamza ile Sâlim'den, onlar da Abdullah b. Ömer'den naklen haber verdi ki : Resûlüİlah (Sailallahu Aleyhi ve Seliem):

«Hastalık bulaşması ve teşe'üm yoktur. Uğursuzluk ancak üç şeydedir. Kadın, at ve evde!»   buyurmuşlar.

 

(...) Bize İbni Ebî Ömer de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Zührî'den, o da Peygamber (Salalilahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet et­ti. H.

Bize Yahya b. Yahya ile Amru'ıı-Nâkid ve Züheyr b. Harb da Süf-yân'dan, o da Zührî'den, o da Sâlim'den, o da babasından, o da Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellemyden naklen rivayet etti. H.

Bize Amru'n-Nâkıd dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yâ'kub b. İbrâhim b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam Sâlih'den, o da İhni Şihab'dan, o da Abdullah b. Ömer'in iki oğlu Salim ve Hamza'dan, onlar da Abdullah b. Ömer'den, o da Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti. H.

Bana Abdü'l-Melik b. Şuayb b. Leys b. Sa'd dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam dedemden rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ukayl b. Hâ-lid rivayet etti. H.

Bize bu hadîsi Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bişr b. Mufaddal, Abdurrahman b. İshâk'dan naklen haber verdi. H.

Bana Abdullah b. Afcdirrahman Ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'l-Yeman haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb haber verdi.

Bu râvilerin hepsi Zührî'den, o da Sâlim'den, o da bahasından, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'den uğursuzluk hakkında Mâlik'in hadîsi gibi rivayette bulunmuşlar, Yûnus b. Zeyd'den başka hiçbiri İîrni Ömer hadîsinde hastalık bulaşmasını ve teşe'ümü anmamıştır.

 

117- (...) Bize Ahmed b. Abdillah b. Hakem de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Cafer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Ömer b. Muhammed b. Zeyd'den rivayet etti. O da babasını İbni Ömer'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet ederken din­lemiş :

«Eğer uğursuzluk nâmına doğru h\v şey varsa (bu) afda, kadın ve ev­dedir.»   buyurmuşlar.

 

(...) Bana Harun b. Abdillah da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b. Ubâde rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be bu isnadla bu hadîsin mis­lini rivayet etti. Ama   (Hak) kelimesini söylemedi.

 

118- (...) Bana Ebû Bekr b. İshâk dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Meryem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Bilâl haber verdi. (Dedi ki) ; Bana Utbe b. Müslim, Hamza b. Abdillah b. Ömer'den, o da babasından, naklen rivayet etti ki : Resûlüllah  (Sallallahü

A leyhi ve Sellem):

«Eğer bîr şeyde uğursuzluk varsa (bu) atda, mesken ve kadındadır.» buyurmuşlar.

 

119- (2226) Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mâlik Ebû Hâzim'den, o da Sehl b. Sa'd'dan naklen rivayet etti. Sehl şöyle demiş; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uğursuzluğu kas­tederek :

«Eğer varsa  kadında, atta ve meskendedir»  buyurdular.

 

(...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Fadl b. Dükeyn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm b. Sa'd Ebû Hâzim'­den, o da Sehl b. Sa'd'dan, o da Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen bu hadîsin mislini rivayet etti.

 

120- (2227) Bize bu hadîsi İshâk b. tbrâhim El-Hanzelî dahî riva­yet etti.  (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Haris, İbni Cüreyc'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Ebu'z-Zübeyr haber verdi. Kendisi Câbir'i Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen haber verirken işitmiş:

«Eğer bir şeyde (uğursuzluk) varsa (o da) hanede, hizmetçide ve at­tadır.» buyurmuşlar.

Bu rivayetlerden îbni Ömer "hadîsini Buharı «Küâbü't-Tİb»'da, Seh1 hadîsini «Cihad» ve «Siyer» bahsinde; aynı hadîsi Nesâî   «İşrâtü'n-NisâVda tahrîc etmişlerdir.

Ulemâ bu rivayetlerde bildirilen üç şeyde uğursuzluk olup olmadığın­da ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik ile bir cemaata göre rivayet­lerden murad : Zahirî mânâlardır. Allah Teâlâ evi zarar veya ölüme se­bep halkeder. Muayyen bir kadın ve at yahut hizmetçi de Allah'ın kaza ve kaderiyle bazan helake sebep olabilir. Hadîsin mânâsı: Bazan bu üç şeyde uğursuzluk hâsıl olur, demektir. Hattâbî ile diğer birçok ule­mâ bu rivâyetlerdeki üç şeyin memnu olan teşe'ümden istisna edildiğine kail olmuşlardır. Yâni teşe'üm yasaktır. Yalnız içinde oturmaktan hoşlan­madığı ev, beraberce yaşamaktan hoşlanmadığı kadın veya hoşlanmadığı at, hizmetçi gibi şeyler olursa, bunlardan ayrılsın, demektir. Bâzıları: «Evin uğursuzluğu; darlığı ve komşularının kötülüğünden ibarettir. Ka­dının uğursuzluğu doğurmaması, gevezeliği ve şüpheli işler yapmasıdır. Atın uğursuzluğu üzerinde harb edilememesi yahut fiatının pahalılığı; hizmetçinin uğursuzluğu ise kötü ahlâklı olması, kendisine ısmarlanan şeylere kulak asmaması gibi şeylerdir.» demişlerdir.

Aynî diyor ki: «Bu babda sahîh olan mânâ : Teşe'ümün bütün nevileriyle nefiy ve iptal edilmesidir. Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) in: «Teşe'üm yoktur.» buyurduktan sonra *. «Uğursuzluk üç şeydedir.» buyurması câhiliyyet devrinin itikadını hikâyedir. Çünkü o devirde Arab-lar bu üç şeyde uğursuzluk olduğuna inanırlardı. Yoksa bu hadîs müslü-manlarm îtikadınca da bu üç şeyde uğursuzluk vardır mânâsını ifâde et­meze

Bu rivayetlerin bâzısında Resûlüllah (Salîallahii Aleyhi ve Sellem) 'in :

«Eğer uğursuzluk nâmına bir şey varsa (bu) atta, kadında ve evdedir.» buyurmuş olması bizce bu babdaki ihtilâfa meydan vermeyecek kadar açıktır. Çünkü hadîsin mânâsı şudur : Eğer uğursuzluk nâmına bir şey sabit olsaydı şu üç şeyde sabit olurdu. Lâkin uğursuzluk nâmına bir şey sabit olmamıştır. Binâenaleyh bunlarda da uğursuzluk yoktur.

Hz. Âişe'nin bu hadîsi işittiği vakit kızdığı ve üzerinden bir el­bise parçasının havaya uçtuğu, diğer bir parçasının da yere düştüğü ri­vayet olunur.   Aişe (Radiyallahü anha) yemin ederek şunları söylemiştir;

«Kur'ân'i Muhammed (SaHallahü A leyhi ve Sellem) Je indiren Allah'a ye­min olsun ki, Resûlüllah (SallaUahu Aleyhi ve Sellem) bu sözleri asla söyle­memiştir. O ancak câhiliyyet devri insanlarının bunlardan teşe'üm eder-diklerini söylemiştir.»

Kaadî Iyâz'm beyânına göre bu babda ulemâdan bâzıları şun­ları söylemiştir : «Hadîslerde geçen bu kısımlar bir araya getirilirse üç 'nevi hâsıl olur. Birincisi : Zarar kendisiyle hâsıl olmayan ve âmmenin hâs­sanın âdetini de teşkil etmeyen kısım ki buna iltifat edilmez. Şeriat da buna kıymet vermeyi yasak etmiştir. Bu tıyera yâni teşe'ümdür. İkinci­si : Nadiren vuku bulan ve umumî zarara sebep olan kısımdır. Taun gibi. Onun bvlunduğu yere gidilmez ve o yerden çıkılmaz. Üçüncüsü hususî­dir. Ev, at ve kadın gibi. Ki : Böylelerinden kaçmak mubahtır.»

 

35- Kehanetin ve Kahinlere Gitmenin Haram Kılınması Babı

 

121- (537) Bana Ebu't-Tâhir ile Harmele b. Yahya rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihab'dan, o da Ebû Seleme b. Abdirrahman b. Avf'dan, o da Muâviye b. Hakem Es-Sülemî'den naklen haber verdi. Muâviye şöyle demiş : Ben :

  Yâ Resûlüllah! Bir takım şeyleri biz câhiliyyet devrinde yapıyor­duk, kâhinlere gidiyorduk,  dedim.

«Artık kâhinlere gitmeyin!»  buyurdu. Ben:

  Teşe'ümde bulunuyorduk, dedim.

«Bu sizden birinizin nefsinde bulduğu bir şeydir. Sakın size mâni ol­masın!»   buyurdular.

 

 (...) Bana Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Huceyn (yâni İbni Müsennâ) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys Ukayl'den rivayet etti. H.

Bize İshâk b. İbrahim İle Abd b. Humeyd de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber ver­di. H.

Bize Etû Bekr b. Ebî Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şebâ-be b. Sevvâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Zi'b rivayet etti. H.

Bana Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İshâk b. İsa haber verdi. (Dedi ki) : Bize Mâlik haber verdi. Bu râvilerin hepsi Zührî'den bu isnadla Yûnus'un hadîsi mânâsında rivayette bulunmuşlar­dır. Yalnız Mâlik kendi hadîsinde tsşe'ümü zikretmiştir. Ama onda kâhin­ler zikredilmemiştir.

 

(...) Bize Muhammed b. Sabbâh ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe dahî ri­vayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İsmail (bu zât İbni Uleyye'dir) Haccâc Es-Savvâfdan rivayet etti. H.

Bize İslıâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsâ b. Yûnus haber verdi. (Dedi ki) : Bize Evzâî rivayet etti. Her iki râvi Yahya b. Ebî Kesîr'den, o da Hilâl b. Ebî Meymûne'den, o da Atâ' b. Yesar'dan, o da Muâviye b. Hakem Es-Sületnî'den. o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemi'den naklen, Ztihrî'nin Ebû Seleme'den, onun da. Muâviye'den rivayet ettiği hadîs mânâsında rivayette bulunmuşlardır. Yahya b. Ebî Kesîr'in hadîsinde şu ziyâde vardır : «Dedi ki: Ben bizden de bir takım adamlar var ki. hat çiziyorlar, dedim. Buyurdular ki : Peygamberlerden bir Peygamber hat çizerdi. İmdi kimin hattı onunkine uyarsa onun gibi olur.» '

Kâhin, gâibden haber verdiğini iddia eden kişidir. Bu hususta kita­bımızın namaz bahsinde söz geçmişti. Kaadî Iyâz'm beyânına göre Arablarda üç kısım kâhinlik vardı. Birinci kısım kâhinin cinlerden bir dostu olup gökyüzünden çaldığı haberleri ona verirdi. Bu kısım Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Seiîem)'in gönderilmesiyle bâtıl olmuştur. İkin­ci kısım kâhine cİnnî yeryüzünde olup bitenleri uzakta ve yakında vuku bulan gizli şeyleri haber verirdi. Nevevî : «Bu kısmın mevcut ol­ması ihtimalden uzak değildir.» diyor. Mu'tez i1e taifesi ile kelâm ulemâsından bâzıları bu iki nevî kâhinliği kabul etmemiş; muhalattan saymışlardır. Nevevî: Bunda muhal sayacak ihtimalden uzak göre­cek birşey yoktur. Lâkin insanlar bu kâhinleri tasdik ve tekzîb ederler. Yasak olan onları dinlemek ve tasdik etmektir.» diyor. Üçüncü kısım kâ­hinler müneccimlerdir. Bunlar yıldızlara bakarak bir takım hükümler çı­karmaya çalışırlar. Nevevî bu hususta şunları söylemektedir : «Bu nevîde Allah Teâlâ bazı kimselere bir gûna kuvvet halkeder. Lâkin bu­rada yalan galibdir. Arraflık denilen fen de bunda dâhildir. Arraf : Hâdisâta.bir takım mukaddime ve sebeplerle istidlal eden ve hâdisâtm mey­dana geleceğini bunlarla bildiğini iddia eden kimsedir...

Bu kısımların hepsine kehânet denilir. Ve şeriat hepsinin yalan oldu­ğunu meydana çıkarmış, kâhinleri dinleyip, tasdik etmeyi yasak etmiştir.» Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Settem) 'in Hz. Muâviye'ye': «Bu sizden birinizin nefsinde bulduğu bir şeydir. Sakın sîze mâni ol-masinl»  diyerek verdiği cevâbın mânâsı: Âdete göre sizin içinize uğur­suzluk diye bir şey siner. Ama siz buna bakmayın, niyet ettiğiniz işten geri kalmayın, demektir.

Tenbih : Astronomi ve kozmoğrafya gibi gökteki varlıklardan bahse­den ilimlerin kehânetle bir ilgisi yoktur.

Hat çizmekten murad reml'dir. Hat çizen Peygamberlerin kim oldu­ğu ihtilaflıdır.

Bazıları Danya1 , bir takımları daIdris (Aleyhisselâm) olduğunu söylemişlerdir.

«Kimin hattı onunkine uyarsa onun gibi olur.» cümlesinden   murad:

Bazen onun hatjına isabet edileceğini haber vermektir. Yoksa onun hat­tına isabet ederse caiz olur demek değildir. Nitekim remi ve nücûm gibi bâzı fenler bâzı peygamberlere mucize olarak verilmiş, sonra bunlar şe­riat tarafından men edilmişlerdir. Hadîsin bu kısmı hakkında namaz bah­sinde izahat verilmişti.

 

122- (2228) Bize Ahd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer Zührî'den, o da Yahya b. Urve b. Züheyr'den, o da babasından, o da Âİşe'den naklen haber ver­di. Âişe şöyle demiş : Ben :

— Yâ Resûlallah! Kâhinler bize bir şey söyler de onu hakikat bu­lurduk, dedim.

«Bu doğru olan sözdür, onu cinni kapar da velîsinin kulağına atar; ona yüz tane de yalan katar.»   buyurdular.

 

123- (...) Bana Seleme b. Şebîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ha-sen b. A'yen rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kil (bu zât İbni Ubeydil-lah'dır) Zührî'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Yahya b. Urve hafcer verdi ki: Urve'yi şöyle derken işitmiş : Âişe şunu söyledi:

  Bir takım insanlar Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'e kâhin­leri sordular, Resûlüllah (Sallallahil Aleyhi ve Scllem) de onlara :

«Kâhinler bir şey değildirler.»   cevâbım verdi.

  Yâ Resûlallah! Onlar hazan birşey söylüyorlar da hakikat çıkıyor, dediler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

«Bu söz cinlerdendir. Cinni onu kapar da velîsinin kulağına tavuğun gıdaklaması gibi gıdaklar. 8u suretle ona yüz yalandan daha fazlasın? karıştırırlar.»   buyurdular.

 

 (...) Bana Ebu't-Tâhir de rivayet ttfti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Muhammed b. Amr, İbni Cüreyc'-den, o da İbni Şihab'dan naklen bu isnadla Ma'kıl'ın Zührî'den rivayeti gibi haber verdi.

 

124- (2229) Bize Hasen b. Ali El-Hulvânî ile Abd b. Humeyd rivâyet ettiler. Hasen: Bize Ya'kub rivayet etti, dedi. Ya'kub (Demiş ki) : Bize babam Sâlih'den, o da İbni Şihab'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ali b. Hüseyn rivayet etti ki: Abdullah b. Abbas şunları söy­lemiş: Bana Peygamber (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından ensar-dan bir zat haber verdi ki, kendileri bir gece Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyie birlikte otururlarken bir yıldız göçmüş ve ortalık aydınlan­mış. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) onlara:

«Böyle bir şey göçtüğü vakit cahiliyye devrinde ne derdiniz?» diye sormuş.

  Allah ve Resulü bilir. Biz bu gece büyük bir adam doğdu ve bu gece büyük bir adam öldü derdik, cevâbım vermişler. Kesûlüllah (Sailaliahü Aleyhi ve Seliem):

«Yıldız ne bir kimsenin ölümü için göçer, ne de hayatı için. Lâkin Rab-bimiz Tebâreke ve Teâlâ bir şey takdir buyurdu mu arşı taşıyan melekler teşbih eder. Arkasından onlardan sonra gelen gök ehli teşbih öder. Tâ ki fcsbih şu alt semânın sakinlerine ulaşır. Sonra arşı taşıyanların arkasından gelenler arşı taşıyanlara :

  Rabbİniz  ne  buyurdu? diye sorarlar.  Onlar da   ne  buyurduğunu kendilerine haber verirler.  Böylece semâvât sakinleri  birbirleriyle  haber-leşir, nihayet haber şu alt semâya ulaşır. Ve cinler işitilen! kaparak onu velîlerine aktarır ve bu yıldızla taşlanırlar. Olduğu gibi getirdikleri (haber) haktır. Lâkın onlar ona yalan karıştırırlar ve ziyâde ederler.»

 

(...) Bize Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Velid b. Müslim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Amr'Evzâî rivayet etti. H.

Bize Ebu't-Tâhir ile Harmele de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus haber verdi. H.

Bana Seleme b. Şebib dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasen b. A'yen rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kıl (yâni İbni Ubeydillah) rivayet etti.

Bu râvilerin hepsi Zührî'den bu isnadla rivayette bulunmuşlardır. Şu kadar var ki Yûnus : «Abdullah b. Abbas'dan rivayet olunmuştur. (De­miş ki) : Bana Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seilcm) 'in ashabından ensar-dan bir takım adamlar haber verdi.» demiştir. Evzâî'nin hadîsinde : «Lâkin ona yalan karıştırırlar ve ziyâde ederler.» Yûnus'un hadîsinde ise : «Lâ­kin onlar ona ilâve ve ziyâde ederler.» denilmiştir. Yûnus'un hadîsinde şu ziyâde de vardır : «Allah buyurdu ki: Nihayet kalblerinden korku gide­rilince :

  Rabbiniz ne buyurdu? diye sorarlar.  (Onlar da) :

  Hakkı söyledi, derler.» [6]

Mâkıl'm hadîsinde ise Evzâîrnin dediği gibi: «Lâkin onlar bu habere yalan karıştırır ve ziyâde ederler.» cümlesi vardır.

Cinnînin semâdan kaptığı sözü velîsi yâni dostu olan kâhine tavuğun gıdaklamasına benzer bir şekilde aktarmasını Hattâbî ile diğer bâ­zı âlimler şöyle izah etmişlerdir: «Cinnî işittiklerini kâhinin kulağına söy­lerken onu diğer şeytanlar da işitirler. Nitekim tavuk arkadaşlarına bir şey bulduğunu sesiyle bildirir. Onlar da ona cevâp verirler. Burada bir

vecih daha var ki o da şudur: Rivayet yâni şişenin şırıl­tısı gibi şeklinde olabilir. Bu takdirde cinnî kâhinin kulağına sürahideki suyun çıkardığı ses gibi şırıltılı bir sesle söyler demek olur.»

 

125- (2230) Bize Muhammed b. Müsennâ El-Anezî rivayet etti. .(De­di ki) : Bize Yahya (yâni İbni Saîd) Ubeydullah'dan, o da Nâfi'den, o da Saflyye'den, o da Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in bir zevcesinden, o da Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti:

«Her kim bir ar rafa gelir de ona bir şey sorarsa, kırk gecelik namazı kabul olunmaz.» buyurmuşlar.

Arrâfın kâhinlerden sayıldığını yukarda görmüştük.

Ibni Esir Arrâf gibi bildiğini iddia eden müneccim -yahut kâ­hindir. Halbuki bu ilmi Allah kendine tahsis etmiştir, demiş. Hattâ-b î ve başkaları ise şöyle tarif etmişlerdir : Arrâf, çalınan ve kaybolan malın yerini bulacağını iddia eden kimsedir.

Arrâfa bir şey soran kimsenin namazının kabul edilmemesinden mu-rad sevabının yokluğudur. Namazı iade etmesi gerekmez. Nitekim gasbe-dilen bir yerde namaz kılmak mekruhtur. Fakat kazası îcâb etmez. Bu hususta ulemâ müttefiktirler.

 

36- Cüzzamlı İle Benzerinden Sakınma Babı

 

126- (2231) Bize Yahya b, Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hür şeym haber verdi. H.

Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şerik b. Abdillah ile Hüşeym b. Beşir, Ya'Ia b. Atâ'dan, o da "Amr b. Şerid'den, o da babasından naklen rivayet etti. Şöyle demiş : Sekıf hey'etinin içinde cüzzamlı bir adam vardı. Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Selîem)  ona:

«Biz senin bey'atını yaptık, sen don!»  diye haber gönderdi.

Bu hadîs    Buh âr î 'nin rivayet ettiği: .

«Cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaç!» hadîsine muvafıktır. Keza az yukarda geçen :

«Hasta develerin sahibi, sanlnm develerin sahibi üzerine deve geti­remez.»  hadîsine de muhalif değildir.

K a a d 1 lyâz'ın beyânına göre cüzzamlı kıssası hakkında Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Seüent) 'den muhtelif hadîsler rivayet olunmuş­tur. Zikrettiğimiz iki hadîsten mâda da Câbir ve Âiçe (Radîyallahû anhüma) 'dan hadîsler rivayet olunmuştur. Hz. Câbir    hadîsinde :

«Peygamber (SallallahÜ Aleyhi ve Sellem) cüzzomli İle birlikte yemek ye­di ve ona : "Allah'a güvenerek ve ona tevekkül ederek ye!" buyurdu.» denilmektedir. Bundan dolayı Hz. ö m e r-'le diğer bazı Selef ricali mec-zumlu ile beraber yemek yenilebileceğine ve ondan kaçınma hususunda­ki emrin neshedildiğine kail olmuşlardır.

Nevevî diyor ki: «Ekser ulemânın kail olduğu vecihle sahih olan ve kabulü gereken kavil sudur ki; burada nesih yoktur. Belki iki hadîsin arasını cem etmek ve cüzzamlıdan sakınma emrini vucûba değil de İs-tihbab ve ihtiyat mânâsına hamletmek gerekir. ResûlüUah (Sallallahü Alevhi ve Sellem) in cüzzamlı ile beraber yemek yemesi ise caiz olduğunu göster­mek içindir.»

Bazı ulemâ bu ve benzeri hadîslerle istidlal ederek kocası cüzzamlı olan kadına nikâhı fesh hususunda muhayyerlik isbat etmişlerdir. Kaadî  îyâz'in beyânına göre cüzzamlı bir kimse mescide gitmekten ve kalabahk insanlar arasına karışmaktan men edilir. Yalnız cuma namazına gidebilir.

 

37- Yılanların ve Onlardan Başkalarının Öldürülmesi Babı

 

127- (2232) Bize Ebû Bekr b. Etî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde b. Süleyman ile İ'cni Nümeyr, Hişam'dan rivayet ettiler. H.

Bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişam babasından, o da Âişe'den naklen rivayet eUi. Âişe şöyle demiş: Rcsûlüllah (Saİlaîlahü Aleyhi ve Sellem) iki çizgili yılanın öldürlmesini emir buyurdu. Çünkü o gözü kapar ve gebeliğe dokunur.

 

(...) Bize bu hadîsi İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze Ebû Muâviye haber verdi. (Dedi ki) : Bize Hişam bu isnadla haber verdi ve ebterle iki çizgili dedi.

 

128- (2233) Bana Amr b. Muhammed En-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne Zührî'den, o da Sâlim'den, o da babasından, o da Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti:

«Yılanları ve iki çizgili ile ebteri öldürün. Çünkü onlar cenîni düşürür; gözü  kaparlar.»   buyurmuşlar.

Râvi demiş ki: İbnü Ömer bulduğu her yılanı öldürüyordu. Derken Ebû Lübâbe b. Abdil-Münzir yahut Zeyd b. Hattâb onu bir yılan kova­larken gördü de gerçekten evlerde yaşayan yılanların öldürülmesi yasak edildi, dedî.

 

129- (...) Bize Hâcib b. Velid de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Harb Zübeydî'den, o da Zührî'den naklen rivayet etti. (De­miş ki) : Bana SâHm b. Abdillah, İbni Ömer'den naklen haber verdi. İbni Ömer şöyle demiş: Ben Resûlüllah (Saİlallahü Aleyhi ve Seltem) 'i köpeklerin öldürülmesini emrederken işittim:

«Yılanlarla köpekleri öldürün, iki çizgili yılanla ebteri de öldürün. Çünkü onlar gözü kapar ve gebelere çocuk düşürtürler.» buyuruyordu.

Zührî demiş ki: Biz bunu bu iki yılanın zehirlerinden zannediyoruz. Allah daha iyi bilir.

SâHm şunu söylemiş : Abdullah b. Ömer dedi ki : Artık ben bir yılan gördüm mü onu öldürmeden bırakmaz oldum. Bir gün ben evlerde yaşa­yan yılanlardan birini kovalarken yanımdan Zeyd b. Hattâb yahut Efcû Lübâbe geçti. Ben  (hâlâ)  yılanı kovalıyordum.

  Yavaş ol yâ Abdellah!  dedi. Ben :

  Resûiüllah (Saliallahii Aleyhi ve Sellem)   onların  öldürülmesini  emir buyurdu, dedim.

  Resûiüllah (Saliallahii Aleyhi ve Sellem)   evlerde   yaşayanları   öldür­mekten nehıy buyurdu, dedi.

 

130- (...) Bana bu hadîsi Harmele b. Yahya da rivayet etti, (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus haber verdi. H.

Bize Abd b. Humeyd dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber verdi. H.

Bize Hasen EI-Hulvânî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'kûb ri­vayet etti. (Dedi ki) : Bize babam Sâlih'den rivayet etti.

Bu râvilerin hepsi Zührî'deıı bu isnadla rivayette bulunmuşlardır. Yal­nız Sâlİh şöyle demiştir : «Tâ ki beni Ebû Lübâbe b. Abdi'l-Münzir ile Zeyd b. Hattâb gördüler de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı) evlerde yaşayan yılanları öldürmeyi yasak etti, dediler.»

Yûnus'un hadîsinde:

«Yılanları öldürün!»  cümlesi vardır.

«İki çizgili ile ebteri...»  dememiştir.

 

131- (...) Bana Muhammed b. Rumh da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys haber verdi. H.

Bize Kuteybe b. Saîd dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Leys Nâfi'den rivayet etti ki, Ebû Lübâbe mescide yaklaşmak için evinde kendisine bir kapı açması hususunda İbni Ömer'le konuşmuş. Der­ken hizmetçiler bir küçük yılan derisi görmüşler. Abdullah : Onu yaka­layın ve öldürün, demiş. Ebû Lübâbe ise : Onu öldürmeyin! Çünkü Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evlerdeki küçük yılanları öldürmekten nehiy buyurdu, demiş.

 

132- (...) Bize Şeybân b. Ferruh da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr b. Hâzim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Nâfi' rivayet etti. (Dedi ki) : İbni Ömer bütün yılanları Öldürüyordu. Nihayet bize Ebû Lübâbe b. Ab-di'I-Münzir El-Bedrî, Resûlüllah (Sallallahü Alevhi ve Seliem) 'in ev yılanla­rını öldürmekten nehiy buyurduğunu söyledi. O da vaz geçti.

 

133- (...) Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze Yahya (Bu zât Kattan'dır) Ubeydullah'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Nâfi' haber verdi. Kendisi Ebû Lübâbe'yi İbnü Ömer'den naklen haber verirken işitmiş ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) ufak yı­lanların öldürülmesini yasak etmiş.

 

134-  (...) Bu hadîsi bize İshâk b. Musa El-Ensârî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Enes b. Iyâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah, Nâfi'den, o da Abdullah b. Ömer'den, o da Ebû Lübâbe'den, o da Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'den naklen rivayet etti. H.

Bana  Abdullah  b.  Muhammed  b.  Esma'  Ed-Dubaî  de  rivayet  etti. (Dedi ki) : Bize Cüveyriye, Nâfi'den, o da Abdullah'dan, naklen rivayet etti. Ona da Ebû Lübâbe haber vermiş ki: Resûlüllab (SallallahüAleyhi ve Seliem) evlerdeki küçük yılanların öldürülmesini yasak etmiş.

 

135- (...) Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dü'1-Vehhâb (yâni Sekafî) rivayet etti. (Dedi ki) : Yahya b. Saîd'i şunu söylerken işittim : Bana Nâfi' haber verdi. Ki: Ebû Lübâbe b. Abdil-Münzir EI-Ensârî —Bu zâtın evi Küba'da idi. Sonra Medine'ye taşındı.— Bir defa beraberinde Abdullah b. Ömer olduğu halde oturmuş kendine bir dehliz açarken ansızın evlerde yaşayan bir yılan görmüşler ve onu öldür­mek istemişler. Bunun üzerine Ebû Lübâbe evlerde yasayan yılanları kas­tederek : Gerçekte bunları öldürmek yasak edildi. Ebter ile iki çizgiliyi öldürmek ise emir buyuruldu, demiş. Bu iki yılanın gözü kör ettikleri, kadınların çocuklarını düşürttükleri söylenir.

 

136- (...) Bana İshâk b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Cehdam haber verdi. (Dedi ki) : Bize İsmail (bu zât biz­ce İbni Cafer'dir.) Ömer b. Nâfi'den, o da babasından naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Bir gün Abdullah b. Ömer kendine ait bir yıkıntının ya­nında bulunuyordu. Derken bir yılan parıltısı gördü ve bu yılanı takib ederek öldürün, dedj, Ebû Lübâbete'l-Ensârî:

— Ben Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellemj'i evlerde olan küçük yılanların Öldürülmesini yasak ederken işittim. Yalnız ebterle iki çizgi­lisi müstesna. Çünkü onlar gözü kör eder ve kadınların karınlarındaki ce­ninleri araştırırlar.

 

(...) Bize Harun b. Saîd £1-Eylî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Üsâme rivayet etti. Ona da Nâfi' ri­vayet etmiş ki : İbni Ömer, Ömer b. Hattâb'ın evinin yanındaki köşkte bir  yılan gözetirken  yanına JLübâbe  uğramış...

Râvi Leys b. Sa'd'ın badîsi gibi rivayette bulunmuştur.

 

137- (2234) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe Ebû Küreyb ve İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. Yahya ile İshâk ahberana; ötekiler haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Ebû Muâviye A'meş'den, o da İbrahim'den, o da Esved'den, o da Ab-dullah'dan naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş : Peygamber (Saltaiiahü Aleyhi ve Setlem) 'le birlikte mağarada idik. Ona mürselât sûresi indirilmiş, biz de bu sûreyi onun ağzından taze taze alıyorduk. Birden üzerimize bir yılan   çıktı:

«Onu öldürün.» dedi. Biz de öldürmek için davrandık, fakat yılan bizden önce kaçtı. Bunun üzerine Kesûlüllah (Sailaitahü Aleyhi ve Seiİem) :

«Allah sizi onun şerrinden koruduğu gibi, onu da sizin şerrinizden korudu.»   buyurdular.

 

 (...) Bize Kuteybe b. Said ile Osman b. Ebî Şeybe de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Cerîr A'meş'den bu isn^dla hu hadisin mislini rivayet etti.

 

138- (2235) Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs (yâni İbni Gıyas) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'mes İbrahim'den, o da Esved'den, o da AbduIIah'dan naklen rivayet etti ki : Kesûlüîîaa (SallaliahU Aleyhi ve Sellem) Mina'da ihramh bir hacıya bir yılanı öldürmesini emir buyurmuş.

 

(2234) Bize Ömer b. Hafs b. Gıyas rivayet elti. (Dedi ki) : Bize ba­bam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbrahim, Esved'den, o da Abdullah'daıı naklen rivayet etti. Abdullah şöy­le demiş: Bir defa Hz Kesıilüüah (Salla'lahü Aleyhi ve Sellem/\e birlikte bir mağarada iken...

Kavi, Cerîr'ie Ebû  Muâviye'nİn  hadîsi gibi  rivayette  bulunmuştur.

 

139- (2236) Bana Ebu't-Tâhir Ahmed b. Amr b. Şerh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Mâlik b. Enes, Sayfî'den —Bu zât bizce İbııi Eflah'ın âzâtlısıdır.naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Hişam b. Zührc'niıı azatlısı Ebu's-Sâib haber verdi ki : Kendisi Ebû Saîd'i Hudrî'nin evinde yanına girmiş. (Demiş ki) : Onu namaz kılarken buldum ve oturarak namazını bitirinceye kadar onu bekledim. Derken evin bir tarafında çatıdaki çubuklar arasında bir kı­pırtı işittim de bakındım. Ne göreyim bir yılanmış. Hemert öldürmek için üzerine sıçradım. Fakat Ebû Said bana otur diye işaret etti. Ben de otur­dum.  Namazdan  ayrıldıktan   sonra   hânesindeki   bir eve  işaret  ederek:

  Şu  evi görüyor mu?.un? dedi,

  Evet!  cevâbını  verdim.

  Bunda   bizden  yeni  evlenmiş  bir  genç  vardı. Derken  Resûlüllah (Sallaliahu Aleyhi ve Sellem)e birlikte hendek gazasına çıktık. Bu genç gü­nün  yarısında Resûlüllah (Sallaliahu Aleyhi ve Sellem) 'den  izin  alarak evine dönüyordu.  Bir  gün  yine  ondan  izin  aldı.  Resûlüllah   (Sallaliahu Aleyhi ye Seilem) ona :

«Üzerine silâhım ali Çünkü Kureyza'nın sana düşmanlık edeceğinden korkarım.» dedi. Adam da silâhını aîdi. Sonra evine döndü. Bir de ne gör­sün karısı iki kapının arasında ayakta değil mi! Hemen süngüsü ile onu vurmak  için   üzerine  yürüdü.  Kıskançlığı  kabarmıştı.  Kadın  ona :

  Yapma!   Süngünü   çek!   Eve   gir   de   beni   dışarıya   ne   çıkardı   bîr gör!  dedi. O da girdi. Bir de baktı ki  büyük bir yılan!.. Döşeğin  üzerine kıvrılmış yatıyor!  Hemen süngü ile yılanın üzerine vararak onun işini bi­tirdi.   Sonra   dışarı   çıkarak  süngüyü  avluya   dikti.  Derken   yılan   üzerine atıldı.   Artık   hangisi   çabuk   öldü.   yılan   mı,   yoksa   genç  mi?   Bilinemedi, Biz hemen HcsûlüUahfSalîallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek bunu kendisine anlattık ve :

  Allah'a  dua et,  onu bizim için  diriltsin!  dedik. «Arkadaşınız  için  istiğfar edin!» buyurdu. Sonra şunu ilâve etti :

«Gerçekten Medine'de müslümen olmuş cinler vardır. Onlardan birini görürseniz, kendisine üç gün ihtarda bulunun. Şâyeî bundan sonra size iyine) görünürse onu Öldürün! Çünkü  o bir şeytandır.»

 

140- (...) Bana Muhammed b. Kâfi' de rivayet etli. {Dedi ki) : Bize Vehb b. Cerîr b. Hâzim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Esma' b. Ubeydi Sâib denilen bir adamdan rivayet ederken dinledim. Bizce bu zât Ebû Sâib'dir.— (Demiş ki) : Ebû Saidi îludri'-nin yanma girdik. Otururken bir ara yatağının altında l.ir kıpırtı işittik de  baktık. Ne  görelim!..  Bir  yıhmmış!..

Râvi hadîsi kıssasıyle Mâlik'in Sayfî'Jen rivayet ettiği badis gibi nak-letmiştir. O bu hadîste şunu da söylemiştir : «Bunun üzerine Resûlülfah (Sallallahü Aleyhi ve SctU'nıj:

«Gerçekten bu evlerin yılan sakinleri vardır. Onlardan birini görür­seniz üzerine üç defa zorlama yapın; giderse ne âlâ.. Aksi ta!:dirde onu Öldürün!  Çünkü  o  bir  kâfirdir.»   dedi. Yanındakilere  de :

«Gİdin  arkadasmîzı  defnedin.»   buyurdu.»

 

141- (...) Bize Zübeyr b. Har'» da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yah­ya b. Saîd, İLni Aclan'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Sayfî, Ebu's-Sâib'dcıı, o da Ebû Sâîdi Hudrî'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ebû Saîd'i  şunu  söylerken   işittim:   Kcsûlüllalı   (Sallallahü Aleyhi ve Selle/n}:

«Şüphesiz ki Medine'de cinlerden müslüman olmuş bir taife vardır, imdi her kim bu yılanlardan bîr şey görürse ona üç defa İhtarda bulunsun, ondan sonra kendisine görünürse artık onu öldürsün. Çünkü o bir şey­tandır.»   buyurdular.

Bu rivayetlerden İbni Ömerle Ebû Lübâbe hadîsim Buhârî «Eed'ü-1-Halk» bahsinde; İbni Mes'ûd hadîsini «Mür-selât Sûresinin Tefsirinde tahric etmiştir.

Zü't-Tufyeteyn iki tufyeli demektir. Tufye mukl denilen yemişin yaprağıdır. Bu yemişin yaprağı üzerinde iki çizgi bulunurmuş. Yılanın da sırtında iki beyaz çizgi bulunduğu için benzetme sureliyle ona tufyeli yılan denilmiştir. Biz çizgili yılan demekle iktifa ettik.

Ebter : Kısa kuyruklu son derece zehirli bir yılandır. Gebe bir kadın bu yılana bakar bakmaz çocuğunu düşürürmüş. İhtimal bunun sebebi ka-dının birdenbire korkmasıdır. Maamafih Hattâbî ile diğer bazı ule­mânın beyânına göre gerek çizgili yılanın, gerekse ebterin gözlerinde Ce-nâb-ı Hak öyle bir hassa halketmiştir ki bir bakışta insanı kör ederlermiş.

Can : Küçük yılan demektir. Bâzıları ince ve hafif, bir takımları da ince beyaz yılan demek olduğunu söylemişlerdir.

Ebîerle çizgili ysUımn kadınların kanvnd'aki ceninleri araştırmaların­dan murad onları düşürtmeleridir. Yâni çocuk düşürtmeye -mecazen araş­tırma denilmiştir. Maamafih Allah Teâfâ'mn kendilerinde yarattığı bir hassa  sebebiyle hakikaten  araştırma yapmaları  da mümkündür.

Mâzirî diyor ki : <«M e d i n e 'nin yılanları bu hadislerde beyân edildiği şekilde ihtar verilmeden öldürülmez. Fakat ihtar verilir de yine gitmezlerse Öldürülürler. Sair yerlerin ve evlerin yılanlarını ise ihtarsız Öldürmek menduptur. Çünkü bu babda birçok sahih hadisler vardır. Me­dine yılanlarının İhtarsız öldürülememesi hadîste beyân buyurulduğu üzere yılan şeklindeki cinlerden bir taifenin Medine 'de müslüman-lığı kabul ettiğindendir.»

Ulemâdan bir cemâat hadîsteki nehyin umûmî olduğuna, binâenaleyh nerede olursa olsun evlerde yaş.v/an yılanların ihtarsız Öldürülemiyece-ğine kail olmuşlardır. Kırlarda yaşayanlar ise onlara göre de ihtarsız Öl­dürülür, îmam Malik'e göre mescidlerde bulunanlar öldürülür. İhtarın keyfiyeti hakkında İbni Habib Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ın :

«Bizden Süleyman b. Davud'un aldığı söz hakkı için bize eziyet ver­memenizi ve bize görünmemenizi dilerim.»   dediğini rivayet etmiştir.

Üç defa zorlamaktan murad İmam Mâlik'e göre : Seni Allah ve âhiret günü aşkına bize görünmemeye ve eziyet vermemeye zorluyo­rum, demektir. İhtardan sonra yılan yine görünmekte devam ederse ev­lerde yaşayan yılan veya rnüslüman olan cin olmadığı anlaşılır. Bunun şeytan olduğu bildirildiğinden öldürülmesinde beis yoktur.

Bu rivayetlerden ihramlı bir kimsenin yılan öldürebileceği, yılanın Harem-i Şerîfde de öldürülmesi caiz olduğu anlaşılmaktadır.

 

38- Kertenkele Öldürmenin Müstehab Oluşu Babı

 

142- (2237) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkıd, İshâk b. İbrahim ve İbni Ebî Ömer rivayet ettiler, tshâk ahberanâ; ötekiler had-desenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne A)>-du'î-Hamid b. Cüheyr b. Şeybe'den, o da Saîd b. Miiseyyeb'den, o da Üm-mü Şerik'den naklen rivayet etti ki : Peygamber (Sallallahü A leyhı ve Seliem) ona  kertenkeleleri  Öldürmesini  emir  buyurmuş.

İbni Ebî Şeybe'nin hadîsinde (Ona tâbiri yoktur. Sâdece) emir buyur­du, denilmiştir.

 

143- (...) Bana Elu't-Tâhir de rivayet etti. (Dedi ki): Bizr İrni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana İbni Cüreyc haber verdi. H.

Bana Muhammed b. Ahmed b. Ebî Halef dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze Ravh rivayet etti.  (Ded; ki) : Bize İbni Cüreyc rivayet etti. H.

Bize Abd b. Humeyd dahi rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bekir haber verdi. (Dedi ki) : Bize îbiıi Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Abdül-Hamid b. Cüreyc b. Şeybe haber verdi. Ona da Saîd b. IVlüseyyeb haber vermiş. Ona da Ümmü Şerik haber vermiş ki; kendişi   kertenkeleleri   öldürmek   hususunda   Peygamber  (SaUallahü Aleyhi ve SeHem)'den  emir  istemiş,  o  da  onların  Öldürülmesini emir  buyurmuş.

Ümnıü Şerik Benî Âmir b. Lüey kabilesi kadınlarından biridir. İbni Ebî Halet ile Abd b. Humeyd'in hadîsleri lâfız itibariyle birdir. İbni Vehb'in hadîsi de ona  yakındır.

 

144- (2238) Bize İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd rivayet et­tiler. (Dediler ki) : Bize Abdürrezzak haber verdi, (Dedi ki) : Bize Ma'-mer, Zührî'den, o da Âmir b. Sa'd'dan, o da babasından naklen haber ver­di ki; Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) kertenkelenin Öldürülmesini emir buyurmuş ve ona fasıkcık adını vermiş.

 

145- (2239) Bana Efcu't-Tâhir ile Harmele rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb haher verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, Zührî'den, o da Urve'den, o da Aişe'den naklen haber verdi ki : Resûlüllah (Sallalkıhü Alevhi ve Sellem)  kertenkele  için   fâsıkçık  demiş.

Harmele şunu ziyâde etmiştir. Âişe : Ben onun kertenkeleyi Öldürme­yi emrettiğini işitmedim demiş.

 

146- (2240) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. {Dedi ki) : Bize Ha-lid b. Abdülah, Süheyl'den, o da bahasından, o da Ebû Hüreyre'den nak­len haber verdi. Şöyle demiş; Resûlüllah (Saliailahü Aleyhi ve Sellem) :

«Her kim bîr kertenkeleyi ilk vuruşta öldürürse ona şu ve şu kadar sevâb vardır. Ve  her kim  onu  ikinci vuruşta  Öldürürse,  birinciden  aşağı olmak üzere ona şu kadar sevab vardır. Ve her kim onu üçüncü vuruşta öldürürse ona da ikinciden aşağı olmak üzere şu ve şu kadar sevab vardır.»  buyurdular.

 

147- (...) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne  rivayet etti.  H.

Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti, (Dedi ki) . Bize Cerîr rivayet etti. H.

Bize Muhanımed b. Sabbah dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail (yâni tbni Zekeriyya)  rivayet etti. H.

Bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki' Süfyan'dan rivayet etti. Bu râvileriıı hepsi Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hiireyre'den, o d;t Peygamber (SaHallahü Aleyhi ve Selîem) 'den naklen Hâ-lid'in Süheyl'den rivayet ettiği hadîs manâsıyla rivayette bulunmuşlardır. Yalnız Cerîr müstesna!  Çünkü  onun  hadîsinde :

«Her kim bir vuruşta bİf kertenkele öldürürse ona yüz sevab yazılır, ikincide bundan daha aşağı, üçüncüde ondan daha aşağı yazdır.» ifâdesi vardır.

 

(...) Bize Aluhammed b. Sabbah da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İs-mâil (yâni îbiii Zekeriyya) Süheyl'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana kız kardeşim Ehû Hüreyre'den, o da Fey^am'-er tSüllaliahü Aleyhi ve SeUeın) den naklen rivayet etti ki :

«İlk vuruşta yetmiş sevab vardır.»   buyurmuşlar,

Hz. Â i ş e hadîsini Buharı" «Bcd'ül-Halk» bahsinde tahrîc etmiştir.

Vezega:  Kertenkele   demektir.   Biraz  daha  büyüğüne  Arabiar  Sam ebras derler. Ulemâ kertenkelenin eziyet verici haşerattan sayıldığında ittifak etmişlerdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in onun öldürül­mesini emir buyurması bundandır. Bir vuruşta öldürmenin çok sevablı. ikinci vuruşta Öldürmenin ondan daha az sevablı olması bu hususta dik­kat göstermeye teşvik içindir. Çünkü bir vuruşta öldürülemezse kaçabi­lir. Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) hilde ve haremde öldürülen za­rarlı hayvanlar gibi buna da fâsıkcık adı vermiştir. Fâsık yoktan çıkan­dır. Bu hayvanlar da fazla zarar yapmak ve eziyet vermek suretiyle âde­ta diğer haşerâtın içinden çıkmışlardır. İmam Ahmed'in Hz. Â i ş e 'den rivayet ettiği bir hadîste şöyle denilmektedir : «Aişe'nin evin­de dayalı bir süngü vardı. Bu kendisine soruldu da şunları söyledi: Biz onunla kertenkele öldürürüz. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) haber verdi ki: İbrahim (Aleyhİsseîâm) ateşe atıldığı vakit yer­yüzündeki bütün hayvanlar onu söndürmeye çalışmış, yalnız kertenkele istisna teşkil etmiştir. Çünkü o ateşi üfürmüştür. Bu sebeple Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} onun öldürülmesini emir buyurdu.» Yine Hz. Âişe'den rivayet olunduğuna göre Beyt-i Makdis yandığı vakit kerten­keleler ateşi üfürmüşlerdir. Bu hadîsler kertenkelenin fıtratında kötülük olduğunu beyân için vârid olsa gerektir.

 

39- Karınca Öldürmenin Yasak Edilmesi Babı

 

148- (2241) Bana Ebu't-Tâhİr ile Harmele b. Yahya rivayet etti­ler. (Dediler ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihab'dan, o da Saîd b. Müseyyeb ile Ebû Seleme b. Abdirrahman'-datı, onlar da Ebû Hüreyre'den, o da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen haber verdi ki : Peygamberlerden birini bir karınca ısırmış da emir vererek karınca yuvasını yaktırmış. Bunun üzerine Allah ona : Seni bir karınca ısırdı diye ümmetlerden tesbihde bulunan bir ümmeti helak mı ettin? diye vahy buyurmuş.

 

149- (...) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-ğîre yâni İbni Ahdirrahman El-Hızâmî Ebu'z-Zînad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Peygamber (SaHailahü Aleyhi ye Sellem) şöyle buyurmuşlar :

«Peygamberlerden biri bir ağacın altına indi de kendisini bîr karınca ısırdı. O da eşyasını emrederek ağacın altından çıkarttı. Sonra emir verdi ve karınca yuvası yakıldı. Bunun üzerine Allah ona bir tek karınca yak-saydın ya! diye vahy buyurdu.»

150- (...) Bize Muhammed b. Kâfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzak rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmam b. Müneb-bih'den naklen haber verdi. Hemmam: Ebû Hüreyre'nin Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)''den bize rivayet ettikleri şunlardır diyerek bir takım hadîsler zikretmiştir. Onlardan biri de şudur : Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuş:

«Peygamberlerden biri bir ağacın altında indi de kendisini bir karınca ısırdı. O da eşyasını emrederek ağacın altından çıkarttı. Ve emir vererek karınca yuvası ateşte yakıİdı. Bunun üzerine Allah ona : Bir tek karınca yaksaydın ya! diye vahy buyurdu.»

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü'î-Cihad»'da; Ebû Dâvud «Edeb» bahsinde; Nesâî ile İbni Mâce «Kitâbü's-Sayd»'da muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.

Karıncalan yakan peygamberin Musa (Aleyhisselâm) olduğu söy­lenir.

Ulemânın beyânına göre bu hadîs o peygamberin şeriatında karınca öldürmenin caiz olduğuna ve yakmak suretiyle öldürmenin de meşru' bu­lunduğuna hamledilmiştir. Çünkü Cenâb-ı Hak o peygamberi öldürmek veya yakmak işini neden yaptı diye muaheze etmemiş, bir karıncadan faz­lasını yaktığı için mes'ul tutmuştur.

«Bir tek karınca yaksaydın ya!» cümlesinden murad yalnız seni ısı­ran karıncayı yaksaydın ya! Cinayeti İşleyen oydu. diğerlerinin kabahati yoktu, demektir.

Bizim şeriatımızda diri diriye bir hayvanı yakmak caiz ceğildir. Çünkü Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)

«Ateşle Allah'dan başka kimse azâb edemez.» buyurmuştur. Bu ha­dis meşhurdur. Karıncayı yakmadan öldürmek de caiz değildir.

İbni   Abbâs (Radiyallahü anh) 'dan rivayet olunan bir hadîste :

«Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) dört hayvanın öldürülmesini yasak etti. Bunlar : Karınca, arı, hüdhüd ve göçgen kuşudur.» denilmiştir. Mezkûr hadîsi Ebû Dâvud, Buhârî 'nin şartı üzere sahîh bir isnadla rivayet etmiştir.

Hadîs-i Şerif karıncanın ve bütün hayvanların teşbih ettiğine delil­dir, îbni Tin: «Bu da karıncayı yakmak caiz değildir diyenlere delildir.» diyor. İbnü Habib karınca yakmayı caiz görmüştür. Karınca ve diğer canlıları yakmak ancak zaruret icab ettiği takdirde caiz olabilir. Bugün birçok yerlerde tarlalardaki anızın yakılması dinen düşü­nülecek bir mes'eledir. Zira yanan anızla birlikte milyonlarca karınca ve-sâir haşerâtm da teİef olduğunda şüphe yoktur. İşittiğimze göre bundan elde edilen raide cüz'i bir gübre yerini tutması imiş. Binâenaleyh zaruret derecesini  bulmayan  bu işe dinen cevaz verilemez.

 

40- Kedi Öldürmenin Haram Edilmesi Babı

 

151- (2242) Bana Abdullah b. Mubammed b. Esma1 Ed Dubâî riva­yet etti. (Dedi ki) Bize Cüveyriye b. Esma', Nâfi'den, o da Abduîlah'dan naklen  rivayet etti  ki:  Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)

«Bir kadın bir kedi sebebiyle azâb o'unmuştur. Kediyi ölünceye kadar hapsetmiş ve onun sebebiyle cehenneme girmiştir. Onu hapsettiği müddetçe  ne doyurmuş,   sulamiş,   ne de yerin  haşerâtmdan  yemesine müsaade et­miştir.» buyurmuşlar.                        

 

(...) Bana Nasr b. Alî El-Cehdamî de rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Abdü'I-A'lâ, UbeydüIIah b. Ömer'den, o da Nâfi'dcn, o da İbni Ömer'le Saîd El-Makburî'den, onlar da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Saîîailahii Aleyhi ve Seliem)den naklen bu hadîsin mânâsı gibi rivayette bulundu.

Bize bu hadîsi Harun b. Abdillah ile Abdullah b. Cafer Mân b. İsa'­dan, o da Mâlik'den, o da Nâfî'den, o da İbni Ömer'den, <j da Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Seliem) 'den naklen  fcu  mânâda rivayette  bulundu.

 

152- (2243) Bize Ebû Küreyb dahî rivâyei etti. (Dedi ki) : Bize Ab-de, Hişam'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Seîlem) :

«Bir kadın doyurup, suiamadtğt ve yerin haşerâtından yemesine mü­saade etmediği bir kedi sebebiyle azâb olunmuştur.» buyurmuşlar.

 

(...) Bize yine Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Miisennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Haris rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişam bu isnadla rivayette bulundu.

Her iki raviniiı hadîsinde «Onu bağladı...» cümlesi vardır. Ebû Muâ-viye'nin  hadîsinde   (Haşâşilerd  yerine)   Haşarati'1-Erd  denilmiştir.

 

 (...) Bana Muhammed b. Râfi' ile Abd b. Humeyd de rivayet etti­ler. (Abd ahberana; İbni Kâfi' ise baddesena tâbirlerini kullandılar. Dediler ki) : Bize Abdürrezzak rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer ha­ber verdi. (Dedi ki) : Zührî şunu söyledi: Bana da Humeyd b. Abdir-rahman Ebû Hüreyre'den o da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen  Hişam b.  Urve'nin  hadîsi mânâsında  rivayette bulundu.

 

 (...) Bize Muhammed b. Kâfi' de rivayet etti. (Dedi kî) : Bize Abdür-rezzak rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallaliahu Aleyhi ve Sellem) 'den nak­len yukarkilerin hadîsi gibi haber verdi.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü'J-Enbiyâ»!da tnhric etmiştir. Hadîs-i Şerif kedi öldürmenin ve aç susuz kediyi hapsetmenin haram olduğuna delildir. Kedi sebebiyle azâb olunan kadının müslüman olup olmadığı ih­tilaflıdır. Nevevî: «Hadîsin zahirine göre bu kadın müslümandır. Cehenneme girmesi kedi sebebiyledir.» diyor. KaadiIyâz : «Caiz ki bu kadın kâfirmiş ve küfründen dolayı azâb edilmiştir. Kedi sebebiyle ise bu azabın üzerine azâb ziyâde edilmiştir. Çünkü bunu kadın hak et­miştir...» demektedir. Kadının işlediği mâsiyet esas itibariyle küçük gü­nahlardan İse de ısrarla devam ettiği için büyük günah olmuştur. Kadı­nın ebedî cehennemde kalacağını gösteren bir delil yoktur. Hadîs-i şerif hayvanın nafakası sahibine vâcib olduğuna delildir.

 

41-  Dokunulmaz Hayvanları Doyurup Sulamanın Fazileti Babı

 

153- (2244) Bize Kuteybe b. Saîd Mâlik b. Eııes'den kendisine Ehû Bekr'in azatlısı Sümeyy tarafından, Ehû Salih Es-Semnıan'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen okunanlar meyânmda rivayet etti ki : Resûlüllah (Sallalkıhü Aleyhi ve Sellem) şöyle   buyurmuşlar :

«Bir defa bir adam yolda giderken şiddetle susamış ve bir kuyu bula­rak içerisine inmiş, su içmiş. Sonra çıkmış. Bir de baksa bir köpek dilini çıkarmış soluyor. Susuzluktan çiğili toprağı yiyor. Bu adam kendi kendine bu köpeğin susuzluğu benim susuzluğum derecesini bulmuş, demiş. Ve ku­yuya inerek mestini su İfe doldurmuş, sonra onu ağzıyle tutarak yukarıya çıkmış ve köpeği sulamış. Allah  da  ona  şükretmiş   ve   onu    affetmiş.»

Ashâb:

— Yâ Resûlallah! Gerçekten bu hayvanlarda bizim için bir ecir var mı? diye sormuşlar.

«Her bir yaş  karaciğer hakkında  ecir vardır.»  buyurmuşlar.

 

154- (2245) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hâlid EI-Ahmer. Hişâm'dau, o da Muhammed'den, o da Ebû Hü­reyre'den, o da Peygamber ISalîalîahü Aleyhi ve Sellem)''den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar :

«Fahişe bir kadın sıcak bir günde bir köpeğin su kuyusu etrafında do­laştığını görmüş. Hayvan susuzluktan dilini sarkıîmtşmış. Ve ona mesti ile su  çıkarmış  da;  kadına  mağfiret buyurulmuş.»

 

155- (...) Bana Ebu't-Tâhir de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Andtıİ-!ah b. Vehb ha her verdi, i Der! i \ı) . Bana Orîr b. Hnzim Eyyiîbu Snhti-yaniden, o da Miil;;toımrîî. h. SirînMe». o da Ehû Hür ey re A en naklen ha­ber  verdi.  Şöyle  demiş:  :Resulüllah   (Salallâhü Aleviıi ve Sellem):

«Bir defo bir köpek bir su efrafında dolaşıyordu Az daha su­suzluk onu  öldürüyordu.  Anîden   onu  Benî  îsrâii fâbişeierinden   bir fahişe gördü. Hemen mestini çıkararak onunla köpeğe su çekîı ve hayvanı suladı Bu sebeple de  kendisine  mağfiret olundu.»   buyurdular.

Bu hadisi E1lhâri «Müsâkat», «Mezâlim»,  «Edeh» ve «Enbiyuı bahislerinde; Ebû Dâvud  «Kitâ"î)ü'l-Cihâd>.'da tahric etmişlerdi*

«Her bir yaş karaciğer hakkında ectr vardir.» cümlesinden murad Her canlıyı doyurup sulamakta ve yardımda bulunmakta sevab vardn demektir. Çatılıya yaş kaıaciğer denilmesi Ölünün cismi ve ciğerleri ku ruduğu içindir. N e v e v î diyor ki : "Bu hadiste muhterem olan hay vana iyilikte bulunmaya teşvik vardır. Muhterem hayvan öldürülme; emredilmeyendir. Öldürülmesi emroîunan hayvan hakkında ise şeriatı: emrine imtisal olunur. Öldürülmesi emredilen harbi kâfir, mürted, kudu köpek hadîste sayılan beş fasik hayvan ve bu mânâda olanlardır. Muh terem hayvanı sulamak ve doyurmak gibi iyiliklerde bulunmakh: seva hasıl olur. Bu hususta hayvanın sâhibli olup olmaması, kendinin vey başkasının olması müsavidir.»

Davudi: «Bu hadis bütün hayvanlar hakkında âmmdır.» demi Ebû Abdü'1-Me1ik ise onun Beni îsrâi1'e ait olduğı nu söylemiş, müslümanlıkta köpeklerin öldürülmesi emrolunduğunu h; tuiattıktan sonra hadîsin bazı zararsız hayvanlar hakkında vârid olduğı nu iddia etmiş : *Çünkü domuz gibi öldürülmesi emroîunan hayvan zara artsın diye su vererek kuvvetlendiriiemez.» demiştir. Allâme aynî Ebû Abdü'1-Me1ik'e cevab vermiş hadisin Benî İsrail âit olduğu iddiasını delilsiz bir iddia olarak vasıflandırmış.'köpeklerin ö dürülmesi emrinin de neshedildiğini hatırlatmış, bu h'uüsm b;îzı zarara hayvanlara mahsus oluşu iddiasını da tehakküm saymıştır. Bu.ıcian som sözü Nevevi'ye nakleden Aynı şunları söylemiştir : Neveviye de şaşarım, hadîsin muhterem hayvanlar hakkında umumi nlduCn nu iddia edi^ or. Bu dahi delilsiz bil1 davadır. Hadisin aslı Allah mahlûklanna şefkat göstermeye mehnidir. Şefkat göstermezse zarni hayvanı öldürmeye münâfİ değildir. Böyle bir hayvanı evvelâ sular c sonra öldürür. Çünkü biz Öldürrnevi bile qüzel yapmakla me'muruz,-

Allah'u. şükretmesinden murad. onun amelim kabul buyu iması,sevab yazması ve affetmesidir.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hadîs-i şerif insanlarn iyilik etmeye teşvik .savılır. Zira bir pek sebebiyle mağfirete nail olan kimse elbette insana daîr fazla ecir kazanacaktır.

2- Su dağıtmak en büyük hasenattandır.

3- Kıyamet gününde haytr ve şerrin karşılığı ameller emsinden  çaktır.

 



[1] Sûre-i Mücadele, Âyet: 8.

[2] Hayaları  çıkarılmış demettir.

[3] Cmraü Abcüllah Hz. Esma'rim künyesidir.

[4] Ebû Abdullah : Câbir'In künyesidir

[5] Sûre

[6]    Sebe' Sûresi, Âyet : 23