2. Düşman
Ülkesine Kur'an-I Kerimle Yolculuk Yapmanın Yasak Olması
3. Savaşta
Kadın Ve Çocukları Öldürmenin Yaşarlığı
5. Allah
Yolunda Bir Şey Verenin Yapacağı İş
6. Savaş
Ganimetleriyle İlgili Çeşitli Rivayetler
7. Elde
Edilen Ganimetten Beşte Bir Alınması
8. Elde
Edilen Ganimetin Beşte Birlere Taksim Edilmeden Önce Yenebilmesi
9. Düşmanın
Eline Geçen Bir Malı Müslümanlar Tekrar Ganimet Olarak Elde Edince Sahibine
İadesi
10. Savaş
Sırasında Öldürülen Düşmanın Üzerinden Çıkanların Ganimet Pt 4rak Alınabilmesi
(Seleb)
12. Savaşta
Atlara. Da Ganimetten Pay Dağıtılması
14. Allah
Yolunda Şehid Olmanın.Fazileti
17. Allah
Yolunda Yapıldığı Halde Hoş Karşılanmayan Davranış
19. At
Yarışları Ve Savaş Harcamalarına Katkı:
20. Müslüman
Olan Zimmilerin Topraklarının Durumu
1. Ebû
Hüreyre, Resûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: «Allah yolunda
cihada çıkan kimse, geri dö-nünceye kadar, hiç usanmadan, yılmadan nafile oruç
tutan ve nafile namaz kılan kimse gibidir.»[1]
2. Ebû Hüreyre'den:
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Allah Teâlâ sadece ve sadece kendi
yolunda cihad ve kendi emirlerinin tasdiki için evinden çıkardığı kimseyi
(şehit olursa) cennete sokmayı yahut sevap veya ganimetlerle tekrar evine
döndürmeyi üzerine almıştır.»[2]
3. Ebû
Hüreyre, Resûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: «At bazı kimseler
için sevap, bazıları için siper, bazıları için de vebaldir.
Atın, sevaba vesile
olduğu kimseyi şöyle anlatabiliriz: Adam atını Allah yolunda hazırlamıştır. Onu
bir boş sahaya veya bir otlağa bağladığı zaman bu saha veya otlağa atın ipi
süründükçe her şey adam için sevap olur. Şayet at ipini koparır da bir iki tur
koşarsa, bastığı ve gübrelediği yerleı* dolayısiyle yine adam için sevap yazılır.
Eğer bîr nehirden geçerken, adamın atını sulamak maksadı olmadığı halde at
buradan su içerse yine adam adına sevap yazılır.
Yine bir adam vardır
ki atını başkalarına yük olmamak, onlara muhtaç olmamak için hazırlar. Onu ye
derken olsun, binince olsun Allah'ın hakkını da unutmaz. İşte böyle kimse
için de at siperdir.
Başka bir adam da
vardır ki, başkalarına karşı övünmek, gösteriş yapmak ve müslümanlara karşı
düşmanlık için atını hazırlamıştır. İşte böyle kimse için de atı vebaldir,
yüktür.»
Resûlullah (s.a.v.)'a
eşeklerle ilgili bir soru soruldu. Şöyle cevap verdi: «Günah ve sevabın her
çeşidini açıkça belirten şu ayet-i kerimeden başka bu konuda bana bir şey
nazil olmadı: «Her kim ki zerre miktarı hayır işlerse karşılığını görür, yine
her kim ki zerre kadar fenalık yapar-sa o da karşılığını #örür.»(Zılzâl, 99/2)[3]
4. Ata b.
Yesar, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu naklediyor: «Size insanların
mertebece en hayırlı olanını söyleyeyim mi? Atının yularından tutup Allah
yolunda cihat edendir. Bundan sonra,.insanların mertebece en hayırlı olanını
haber vereyim mi? Birkaç koyun alarak bir kenara çeltilen, namaz kılıp, oruç
tutan ve Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmadan ona ibadet eden kimsedir.»[4]
5. Ubade b.
Velid, dedesi Ubâde b. Samit'ten naklediyor: Resûlullah (s.a.v.)'a Akabe gecesi
biz kendisinden duyduklarımızı kabul edeceğimize, söylediklerini yapacağımıza,
bollukta ve darlıkta, beğenilen ve beğenilmeyen durumlarda kendisine yardımcı
olacağımıza, bir işi ehlinin elinden almak için çaba sarfetmeyeceğimize, nerede
olursak olalım daima hakkı söyleyip, hak yolda olacağımıza ve Allah'ın dinine
yardım hususunda hiç kimsenin kınamasından korkmayacağımıza dair biat ettik.[5]
6. Zeyd b.
Eslem'den: Ebû Ubeyde b. El-Cerrah, Ömer b. Hattab'a bir mektup yazarak Rumlann
yığınak yaptıklarını ve onlardan korktuklarını bildirdi. Ömer b. Hattab ona
cevaben şöyle yazdı:
«-... Maksada gelince,
ne zaman ki rnü'min bir kul sıkıntıya duçar olur, Allah ona bir kurtuluş yolu
gösterir. Bir zorluk iki kolaylığa asla galip gelemez. Çünkü Allah teâlâ
Kitabında şöyle buyuruyor: «Ey intan edenler! Sabrediniz, birbirinize sabrı
tavsiye ediniz, cihada* devam ediniz. Allah'tan (azabından) sakınınız ki felah
bulaşınız,»[6]
7. Abdullah
b. Ömer'den: Resûlullah (s.a.v.) Kur'an-ı Kerimle düşman topraklarında sefere
çıkmayı yasaklamıştır.
Bu konuda imam Malik
der ki: «Bu yasak, düşmanın Kur'an-ı Kerim'i eline geçirmesi (ve Kur'an'a bir
zarar vermesi) korkusundandır.» [7]
8. Kâ*b b.
Malik'in oğlundan (Abdurrahman'dan zannediyorum): Resûlullah (s.a.v.), İbn Ebi
Hukayk'ın oğlunu öldürenlerin kadın ve çocuklarını öldürmelerini yasak etti.
Onlardan biri şöyle diyor: Ebû Hukayk'ın oğlunun karısı bağırarak karşımıza
çıktı. Hemen kılıcımı kaldırdım, tam bu sırada Resûlullah (s.a.v.)'ın yasağı
aklıma geldi. Derhal kendimi tuttum. Eğer kadınların öldürülmesine dair Hz.
Peygamberin koyduğu bu yasak olmasaydı o kadını öldürüp kurtulurduk.[8]
9. Ibn
Ömer'den: Resûlullah (s.a.v.), Gazvelerden birinde kadın cesetleri gördü.
Bundan hoşlanmadı. Bunun üzerine kadın ve çocukların öldürülmelerini
yasakladı.[9]
10. Yahya b.
Said'den: Ebû Bekr es-Sıddık Şam taraflarına bir ordu gönderdi. Kendisi de
Yezid b. Ebî Süfyan'la beraber yürüyerek uğurlamaya çıktı. Yezid bu ordunun
dörtte birine kumandanlık yapıyordu. Denildiğine göre Yezid, Hz. Ebû Bekr'e
*— Ya sen de binersin,
ya da ben inerim!» dedi. Ebu Bekr:
«— Sen inme, ben de
binmeyeceğim. Çünkü Allah yolunda her adımım karşılığında ben sevap alıyorum»
dedi. Daha sonra ona şunları söyledi: Sen kendilerini Allah'a adadıklarını
iddia eden zahitler göreceksin, onları ibadetleriyle başbaşa bırak. Başlarının
ortalarını tıraş etmiş başka bir grup daha göreceksin, onları kılıçtan geçir.
Sana on şey tavsiye ediyorum: Kadınları, çocukları ve yaşlı ihtiyarları
öldürme. Meyve veren ağaçları kesme, mamur yerleri tahrip etme. Koyun ve
develeri sadece yemek için kes. Arılan yakma, onları parçalama, ganimete ihanet
etme. Korkaklık gösterme.
11. İmam
Malik'ten: Ömer b. Abdülaziz valilerinden birine şöyle yazdı: Bize ulaştığına
göre Resul ullah (s.a.v.) bir seriye gönderdiği zaman onlara; «Allah yolunda
Allah'ın adıyla sava-
şın. Sizler Allah'ı
inkâr edenlerle savaşıyorsunuz. Ganimetlere ihanet etmeyiniz, zulmetmeyiniz,
insanların organlarını kesmeyiniz, çocukları öldürmeyiniz» derdi. Sen de
orduna ve kıtalarına bunların aynım söyle. Selâmlar..[10]
12. İmam
Malik, Kûfeli bir adamdan naklediyor: Ömer b. el-Hattab kendisinin gönderdiği
bir ordu kumandanına şunları yazdı: Duyduğuma göre, sizden bazıları acem ileri
gelenlerini takip ediyor. Dağa dayanınca geri çekiliyorlar. Bu sırada onlardan
biri (düşmanına) farsça matras yani korkma, der. Fakat onu yakaladığı zaman
öldürürmüş. Bunu hiç kimsenin yapacağını sanmıyorum. Yaparsa Allah'a yemin
ederim ki onun boynunu vururum.
îmam Malik der ki: Bu
hadis üzerinde ittifak olmadığı için onunla amel edilmez.
îmam Malik'e işaretle
aman dilemek sözle aman dilemek yerine geçer mi? diye soruldu. Şu cevabı verdi:
«Evet, benim görüşüme
göre önceden işaretle aman dileyenlerin isteklerinin kabul edilerek
öldürülmemelerini ordu mensuplarına bildirmek lâzımdır. Çünkü benim nazarımda
işaret, söz mevkiindedir. Abdullah b. Abbas'ın şöyle dediği bana nakledildi:
Verdikleri sözde durmayan (ahdi bozan) hiç bir topluluk yoktur ki, Allah
onlara düşmanlarını musallat etmesin.
13.
Nafî"den: Abdullah b. Ömer, Allah yolunda bir şey verdiği zaman verdiği
arkadaşına şöyle derdi:
«-Vadiyül Kuraya[11]
varınca istediğin gibi tasarruf et.»
14. Yahya b.
Said'den: Said b. Müseyyeb şöyle derdi: Savaşta bir kişiye bir şey verilirse,
savaş yerine varınca o şey onun olur.
imam Malik'e: «Savaşa
gitmeye iyice karar vererek hazırlığını yapan kimseye son anda ana-babası veya
sadece birisi engel olursa bu kimse ne yapar?» diye soruldu. O şu cevabı
verdi:
«Onlara karşı
gelmemeli, seferini sonraki yıla ertelemelidir. Savaş için aldığı teçhizata
gelince, bana kalırsa savaşa çıkıncaya kadar bunları muhafaza etmelidir. Eğer
bozulmalarından korkarsa bunları satıp parasını da harpte işine yarayacak başka
malzeme almak için saklamalıdır. Şayet, savaşa gitmek istediği zaman aynı
malzemeyi her an alabilecek durumda ise elindeki bu malzemeleri istediği gibi
kullansın.»
15. Abdullah
b. Ömer'den: Resûlullah (s.a.v.) aralarında benim de bulunduğum {pir seriyyeyi
Necid taraflarına göndermişti. Ganimet olarak çok sayıda deve elde ettik.
Seriyye'de bulunanların her birine on ikişer veya on birer tane deve düştü. Kalanlar
da birer birer tekrar taksim edildi.[12]
16. Yahya b.
Said, Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğini naklediyor: Müslümanlar ganimetleri
taksim ettikleri zaman bir deveyi on koyuna eşit sayıyorlardı.[13]
îmam Malik savaş için
ücretle tutulan kişiyle ilgili olarak şunları söyler:
Savaşa katılıp savaş
anında diğerleriyle beraber savaş yerinde hür (köle değil özgür) olarak
bulunan kimseye elde edilen ganimetten hissesi verilir. Aksi takdirde bir şey
verilmez. Bana göre, savaşta hür olarak bulunanların dışında hiç kimseye
ganimetten verilmez.
İmam Malik'terr
Müslüman sahillerinde bulunan düşmanlar kendilerinin tüccar olduklarını,
denizin onları sahile attığını iddia etseler, müslümanlar da bunların
sözlerinin doğruluğuna ancak bindikleri vasıtanın bozulması veya susuzluktan
izinsiz sahile inmeleri gibi sebeplerle kanaat getirmeleri halin-det benim
görüşüme göre bu konuda takdir kumandana aittir, o karar verir. Yalnız, bana
kalırsa sahilde onları yakalayanlara beşte bir verilmez.
İmam Malik'ten: Benim
görüşüme göre, müslümanlar düşman topraklarına girdikleri zaman elde ettikleri
yiyeceklerden aralarında taksim edilmeden önce yiyebilirler.
imam Malikten: Bana
göre, elde edilen develer, sığır ve koyunlar da yiyecek gibidir. Müslümanlar
düşman topraklarına girdikleri zaman bunlardan yiyebilirler. Şayet müslümanlar
toplanıp taksim edinceye kadar, elde edilenler yenmeyecek olursa bozulurlar.
Bu durum ise orduya zarar verir. Onun için elde edilenin tamamının yenmesinde
bir mahzur yoktur. Ayrıca, ordu mensuplarından birinin elde edilen ganimetten
bir miktar biriktirerek evine getirmesini de doğru bulmam.
imam Malik'e: «Düşman
topraklarında elde edilen yiyeceklerden yiyen, azık alan adamın artan
yiyecekleri saklayarak evine getirip yemesi mi, yoksa memleketine gelmeden
onları satarak parasından yararlanması mı onun için daha iyidir?» diye
soruldu. Şu cevabı verdi: Eğer savaşta iken satarsa, bedelini ortak ganimete
ilave eder, şayet yanına almış olduğu azıkla memleketine kadar gelmişse ve bu
da azsa onu yemesinde ve ondan yararlanmasında bir mahzur yoktur.
17. İmam
Malik'ten: Duyduğuma göre Abdullah b. Ömer'in bir kölesi ile bir atı kaçmış.
Müşrikler bu köle ile atı yakalamışlar. Daha sonra da milslümanlar bunları
ganimet olarak ele geçirmişler. Bu köle ile at, elde edilen ganimetlerin
bölüşülme-sinden Önce sahibinin belli olması sebebiyle sahibi olan Abdullah b.
Ömer'je teslim edilmiştir.[14]
îmam Malik'ten:
Müslümanların mallarından düşman eline geçenler şayet tekrar müslümanların
eline geçer ve taksim edilmeden önce sahibi belli olursa sahibine iade edilir.
Şayet ganimetlerin*bölüşülmesinden sonra bu mallardan daha önce müslümanlara
ait olanlar belli olursa sahibine iade edilmez.
«Bir müslümanın kölesi
müşriklerin eline düşse ve bilahare müslümanlar bu köleyi ganimet olarak
müşriklerden geri alsalar ne olur?» sorusuna tmam Malik şu cevabı verdi:
Ganimetler bölüşülmeden önce kölenin durumu belli olursa ilk sahibi hiç bir şey
ödemeden, köleye tekrar sahip olmak için hiçbir şekilde borca girmeden almaya
(jiaha çok layıktır. Eğer ganimetler bölüşüldükten sonra kölenin ilk sahibi
belli olursa, isterse para karşılığında köleyi ilk sahibi alabilir.
îmam Malik'ten:
Müslümanlardan bir adamın çocuk sahibi bir cariyesi (ümmü veledi) düşmanların
eline düşse, sonradan tekrar bu kadını müslümanlar ganimet olarak düşmandan
alsalar; ganimetler taksim edilirken kadın bir başka müslümanın hissesine
düşse, bu sırada kadının sahibi kadını tanışa, bu durumda o kadını cariye
yapmak imkânsızdır. Bu benim görüşüme göre, kumandan bu kadını hissesine düşen
kimseye verecekse, ilk sahibine fidyesini ödemesi lâzımdır. Eğer ödemezse, ilk
sahibinin kadının fidyesini ödeyerek onu başkasında bırakmaması gerekir. Yine
benim kanaatime göre, kadının sahibinin ona köle yapması ve onunla cinsi
münasebette bulunması doğru değildir. Çünkü kadın hür kadın durumundadır,
efendisi fidyesini ödemekle mükelleftir.
îmam Malik'e, düşman
ülkesine elçi olarak veya ticaret maksadiyle giden bir adamın, oradan hür veya
köle satın alması veyahut da kendisine bunlardan birinin hediye edilmesi halinde
durumunun ne olacağı soruldu. O şu cevabı verdi: Eğer satın aldığı kimse hür
biri ise, satın alan onu köle yapamaz. Ancak kendisini satın alan adama borcunu
ödemek zorundadır. Şayet kendisine bu para hibe edilmişse o hürdür ve borcu
yoktur. Ancak adam satın aldığı hür kişiye mükâfat olarak bir şeyler vermişse
o -hür kişi tıpkı karşılığı olan para gibi borçlu olur.
Satın alınan köle ise
ilk sahibi kölesinin bedelini satın alana ödeyip ödememekte serbesttir.
İsterse köleyi alır, satın alana parasını öder. Köle kendisinin olur. Ona
vermek isterse verir.
Şayet köle kendisine
hibe edilmişse ilk sahibi köleyi almaya j\daha çok lâyıktır. Ayrıca bir şey
ödemesi de gerekmez. Yalnız T kendisine köle hihe edilen köleye mükafat olarak
bir şey ödemişse ve ilk sahibi de köleyi geri almak isterse hibe edilen adama
ödemiş olduğunu borçlanır.
18. Ebû
Katade b. Rib'i anlatıyor: Huneyn savaşının yapıldığı sene Resûlullah
(s.a.v.)'la beraber sefere çıkmıştık. Düşmanla karşılaşınca müslümanlarda bir
canlılık, bir hareket vardı. Bir ara müşriklerden birinin müslümanlardan birini
öldürmek üzere olduğunu gördüm. Derhal geri dönüp arkasından yanına kadar
vardım ve kılıçla ensesine vurdum, bana şöyle bir baktı, öyle bir bakıştı ki
öleceğini anladım. Biraz sonra öldü, böylece ben de kurtuldum. Bu arada Ömer b.
Hattab'la karşılaştım. Ona:
<«— Müslümanlar
neredeler, ne yapıyorlar?» dedim.
«— Bilemiyorum» dedi.
Daha sonra da müslümanlar toplanıp geri döndüler. Resûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu: «Kim
(düşmanla) dövüşerek onu Öldürür ye öldürdüğü
açık delille bilinirse, ölenin üzerinden çıkanlar ona aittir.»
Ben bu sözleri duyunca
hemen ayağa kalkarak:
«—Bana kim şahitlik
yapacak?» dedim ve oturdum. Daha sonra, üçüncü defa ayağa kalkarak aynı şeyi
söyledim. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
«— Sana ne oluyor Ebû
Katade?» diye sordu. Ben de olayı anlattım. Topluluktan bir adam:
«—Doğru ya Resûlullah!
O adamın üzerinden çıkanlar benim yanımda. Ona söyleyin hakkını helâl etsin.»
dedi. Hz. Ebû Bekir hemen müdahale ederek:
«— Hayır, vallahi
olmaz. Allah ve Resulü uğruna savaşan Allanın arslanlarından birinin hakkının
sana verilmesi doğru değildir» dedi.
Hz. Peygamber de:
«— Doğru, onlan ona
ver!» buyurdu. Öldürdüğüm müşrikin üzerinden çıkanları bana verdi. Ben de
bunlardan arta kalanı satarak Beni Seleme'den bir bahçe satın aldım. Müslüman olduktan
sonra edindiğim ilk mal varlığım bu oldu.[15]
19. Kasım b.
Muhammed'den: Adamın birinin Abdullah b. Abbas'a ganimetle ilgili soru
sorduğunu duydum. îbn Abbas ona şu cevabı verdi: «At ganimettir. Öldürdüğün
düşmanın
üzerinden çıkanlar da
ganimet sayılır,» Daha sonra adam soru-Jarını tekrarladı. îbn Abbas da aynı
şeyleri söyledi. Adam:
«— Allah Teâlâ'nın
kitabında «ganimetler» (enfal) dediği şey nedir?» diye sordu, o kadar uzattı ki
neredeyse zor kullanacaktı. Bunun üzerine:
*—' Şu olayı biliyor
musun? Ömer b. Hattab'ın Sabiğ'i dövmesi olayını...» dedi.[16]
İmam Malik'e:
«Düşmanla dövüşerek onu Öldüren bir kimse, kumandanın izni olmaksızın düşmanın
üzerinde bulunanları alabilir mi? diye sordular. Şu cevabı verdi:
*— Kumandanın izni
olmadan kimse hiç bir şey alamaz. Kumandan da bu fionuda kendi içtihadına göre
karar verir. Resûlullah (s.a.vj'ın «Bir düşmanla dövüşüp onu öldüren
üzerindekileri de alır» hadisi şerifi bana ulaşmadı. Bu konuda sadece Huneyn
savaşı örneği bence malûmdur.»
11. Askerlere Dağıtılan Ganimetin Elde Edilen Toplam
Ganimetin Beşte Birinden Verilmesi
20. Said b.
Müseyyeb'den: Askerlere ganimetin beşte biri dağıtılıyordu.
İmam Malik der ki: Bu
konuda duyup beğendiğim en güzel rivayet budur.
İmam Malik'e «îlk elde
edilen ganimet, ganimet olur mu?» diye soruldu. Şu cevabı verdi: Bu kumandanın
içtihadına bağlıdır. Bu konuda kumandanın içtihadından başka bilinen ve
uygulanmış bir örnek yoktur. Resûlullah (s.a.vj savaşta elde edilen ganimetin
tamamını taksim ettiğine dair bir rivayet de bana ulaşmadı. Ancak Huneyn
savaşında elde edilen ganimetin bir kısmını taksim ettiğini biliyorum. Demek
ki elde edilen ilk ve son ganimetin taksimi konusunda kumandanın içtihadı
(kararı ve izni) şarttır.
21. İmam
Malik'ten: Duyduğuma göre Ömer b. Abdülaziz şöyle derdi: Ata iki, şahsa bir
hisse verilir.[17]
İmam Malik: «Bunu
(çeşitli kimselerden) hâlâ duyuyorum!» dedi.
İmam Malik'e «Çok
sayıda atla savaşa katılan bir adama her at için ganimetten ayrı ayrı pay
verilir mi?» diye soruldu. Şu cevabı verdi:
«— Hiç duymadım. Hem
bana kalırsa sadece üzerinde savaştığı ata ganimetten hisse verilir.»İmam Malik
der ki: Türk atı (kadana) ve devesi de at cin-sindendir. Çünkü Kur'an-ı
Kerim'de: «At, katır ve eşek binmek ve zinet içindir.»[18]
denilmektedir. Yine başka bir ayeti kerimede de: «Düşmanlarınız için gücünüz
yettiği kadar kuvvet ve at hazırlayın ki Allah in ve sizin düşmanlarınızı
kovalayasmız»[19] buyurulmaktadır. Ben Türk
atını ve hecin devesini at cinsinden kabul ediyorum.[20] Said
b. Müseyyeb de böyle demiştir. Türk atına zekât düşer mi diye sorulduğunda
o:
*—Ata düşüyor mu da,
Türk atına düşsün» cevabını vermiştin
22. Amr b.
Şuayb anlatıyor: Resûlullah (s.a.v.), Huneyn'den çıktığı zaman Ci'irrâne'ye
gitmek istiyordu. Orada bulunanlar da ganimetlerin taksimini istiyorlardı. Tam
bu sırada Resûlullah (s.a.v.)'ın devesi bir ağaca yaklaştı, ridası ağaca
takılınca sırtından çıktı. Hz. Peygamber:
*— Ridamı getirin!»
buyurdu. Daha sonra ise şunları söyledi: «Allah'ın size ganimet olarak
verdiklerini taksim etmeyeceğimden mi korkuyorsunuz? Kuvvet ve iradesi sayesinde
yaşadığım Allah'a yemin ederim ki, eğer Allah size Tihame'deki ağaçlar kadar
nimet verse, yine aranızda bölüştürürdüm. Siz beni ne cimri, ne korkak, ne de
yalancı olarak göremezsiniz» buyurdu. Bir yerde konakladığı zaman ordunun
arasında ayağa kalkarak:
«— İğneden ipliğe ne
varsa getirin. Çünkü ganimete hıyanet, kıyamet gününde bunu yapanlar için bir
ayıp, ateş ve büyük kusurdur» buyurdu. Daha sonra da yerden bir deve tüyü
alarak (veya başka bir şey):
«— Beni kuvvet ve
iradesi ile yaşatan Allah'a yemin
ederim ki, Allah'ın
size ganimet olarak verdiğinin beşte birinden şu kadar fazlası bile bana ait
değildir. Bu beşte bir de yine size harcanır» buyurdu.[21]
23. Zeyd b.
Halid el-Cüheni'den: Biri Huneyn savaşında vefat etmişti. (Namazım kıldırması
için) durumu Hz. Peygam-ber'e bildirdiler. Hz. Peygamber: «Arkadaşınızın
namazını kılınız» buyurdu (ve fakat kendisi kıldırmak istemedi). Bunun üzerine
oradakilerin yüz ifadeleri değişti. Resûlullah (s.a.v.): «Arkadaşınız ganimete
hıyanet etmiştir.» buyurdu. Derhal eşyalarım açıp baktık, eşyaları arasında iki
dirhem kıymetinde yahudi kolyeleri vardı.[22]
24. Abdullah
b. Mugire b. Ebi Bürde el-Kinani'den: Resûlullah (s.a.v.) bir kabileye
uğrayarak onlara dua etti. Bu esnada kabilelerden birine de dua etmedi. Yapılan
araştırmada. Hz. Peygamberin dua etmediği kabile mensuplarından bir adamın
eğeri altında çalınmış bir ganimet eşyası olan kolye bulundu. Onlar bunu
Resûlullah (s.a.v.)'a getirdiklerinde, Hz. Peygamber ölüye tekbir getirir gibi
tekbir getirdi.[23]
25. Ebû
Hüreyre/anlatiyor: Resûlullah (s.a.v.)'la beraber Huneyn savaşının yapıldığı
sene yola çıktık. Bu savaşta ganimet olarak mal, elbise ve eşyadan başka ne
altın ne de gümüş elde edilmişti.
Rifaa b. Zeyd, Hz.
Peygamber'e siyah bir köle hediye etti. Bu köleye Mid'am derlerdi. Hz.
Peygamber Vadiül Kura'ya doğru yöneldi, oraya varınca Mid'am, Resûlullah
(s.a.v.)'ın bineğinden takımlarını indiriyordu. Birden nerden geldiği belli
olmayan bir ok ona isabet etti ve hemen öldürdü. Halk «Cennet ona mübarek
olsun» deyince Hz. Peygamber:
«— Asla, kuvvet ve
iradesi ile yaşadığım Allah'a yemin ederim ki Hayber savaşında ganimetler
taksim edilmeden bir elbise almıştı, bu onu cehenneme atacaktır»
buyurdu. Oradakiler bu
sözleri duyunca, adamın biri Hz. Peygamber'e bir veya iki terlik kayışı
getirdi. J3unun üzerine Hz. Peygamber:
«- Çalınan mal bir
veya iki terlik kayışı da olsa, cehennemden bir parçadır» buyurdu.[24]
26. Abdullah
b. Abbas'tan: Ganimete hıyanet edip de kalplerine korku düşmeyen bir toplum
yoktur. Zina yaygınlaştığı halde ölümlerin artmadığı, ölçü ve tartıyı eksik
yaptıkları halde rızkları kesilmeyen, haksız kararlar verildiği halde kan davaları
artmayan ve sözlerinde durmadıkları halde Allanın kendilerine düşmanlarını
musallat etmediği bir topluluk yoktur.[25]
27. Ebû
Hüreyre'den: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Kuvvet ve ira'desi
sayesinde yaşadığım Allah'a yemin ederim ki, O'nun yolunda savaşıp
öldürülmeyi, sonra diriltilip tekrar öldürülmeyi, sonra tekrar diriltilip öldürülmeyi
ne kadar isterdim.» Ebû Hüreyre üç defa:
«— Allah şahidim olsun
ki böyle söyledi» demiştir.[26]
28. Ebû
Hüreyre'den: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Allah (şu durumdaki) iki
kişiye güler: Biri diğerini öldürür, her ikisi de cennete girer. Bu şöyle olur:
Bunlardan biri Allah yolunda savaşır ve bu esnada öldürülür, şehid olur.
Öbürü yaptığına pişman olur ve müslü-man olur sonra o da Allah yolunda savaşır
şehid olur. Böylece o da cennete girer.»
(27) Buharı, Cihad, 56/28; Müslim, İmaret,
33/128.
29. Ebû
Hüreyre, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu naklediyor: «Beni kuvvet ve iradesi
ile yaşatan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda yaralanan hiç kimse yoktur
ki »Gerçi kimin Allah yolunda yaralandığını Allah bilir ya- kıyamet günü
yarasından kanlar fışkırarak, rengi kan'renginde ve kokusu misk gibi kokarak
gelir.»[27]
30. Ömer b.
Hattab'tan: Allah'ım, ölümüm, hayatında bir kere bile secde etmiş birinin
elinden olmasın. Çünkü kıyamet günü bu secdeyle Jtendini haklı çıkarmaya
çalışır.
31. Abdullah
b. Ebi Katade babasından naklediyor: Bir adam Hz. Peygambere gelerek:
< «— Ya Resûlullah! Allah yolunda sabırla,
karşılığını sadece sondan bekleyerek, asla geri dönmeden savaşsam, Allah benim
hatalarımı örter mi?» diye sordu. Hz. Peygamber:
«— Evet,» buyurdu.
Adam dönüp gidince Hz. Peygamber onu çağırdı (veya adamı çağırttı) Ona:
«— Ne demiştin?» diye
sordu. Adam biraz önce söylediklerini tekrarladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
«— Evet, bütün
hatalarını affeder, ancak borcu affetmez. Cebrail bana böyle söyledi» buyurdu.[28]
32. Ömen b.
Ubeydullah'ın azatlısı Ebû Nadr'dan: Resûlul-lah (s.a.v.) Uhud şehitleri için:
*— Bunların in* an la
amel ettiklerine ben şahidim»
buyurunca Hz. Ebû
Bfckr:
«— Biz onların
arkadaşları değil miyiz ya Resûlallah? Onlar gibi biz de müslüman olduk,
onların cihat ettiği gibi biz de ettik» dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
«— Evet yaptınız ama,
benden sonra ne yapacağınızı
bilmiyorum» buyurdu.
Bu söz üzerine Hz. Ebû Bekr ağladı, sonra da:
«— Senden sonra biz
öyle mi olacağız?» dedi.[29]
33. Yahya b.
Said'den: Resûlullah (s.a.v.), Medine'de otururken yanında da bir mezar
kazılıyordu. Adamın biri bu kabre bakarak:
*— Bir mü'min için ne
kadar fena bir yer!» dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
«— İyi demedin!»
buyurdu. Adam:
«— Mezarı kasdetmedim
ya Resûlallah! Allah yolunda şehit olmanın burada yatmaktan daha iyi olacağını
kasdetmiştim.» diye sözü-nü tavzih etti. Hz. Peygamber de üç defa:
«— Allah yolunda
şehitliğin benzeri yoktur. Yeryüzünde kabrimin olmasını en çok istediğim başka
bir yer yoktur.» diyerek Medine'yi övdü.[30]
34. Zeyd b.
Eşlem, Ömer b. Hattab'ın şöyle dua ettiğini nakleder: Allahım! Dileğim senin
yolunda şehit olmak ve Resulünün memleketinde ölmektir,[31]
35. Yahya b.
Said'den: Ömer b. Hattab şöyle demiştir: Mü'minin şerefi takvasıdır, dini
soyudur, iyiliği ahlakıdır. Cesaret ve korkaklık Allah'ın dilediğine verdiği
sıfatlardır. Korkak, babasından ve annesinden kaçar, cesur kimse de hayatını
hiçe sayarak, korkmadan savaşır. Öldürülme de bir nevi ölümdür, şehit
kendisini Allah'a adayan kimsedir.
36. Abdullah b. Ömer'den: Ömer b. Hattab yıkandı, kefenlendi
ve namazı kılındı. O şehitti, Allah ona rahmet eylesin.
37. îmam
Malik'e âlimlerden bazılarının şöyle dedikleri ulaşmıştır: Allah yolunda şehit
olanlar ne yıkanırlar, ne de tek tek namazları kılınır. Onlar şehit oldukları
elbiseleriyle defnedilirler.
îmam Malik der ki:
Yukarıda nakledilenler savaş meydanında öldürülenler için geçerlidir.
Şayet harp meydanında
yaralandıktan sonra cephe gerisine taşınan kimse orada bir süre yaşar da ondan
sonra ölürse, o zaman hem yıkanır, hem de namazı kılınır. Nitekim Ömer b.
Hattab'a Öyle yapılmıştır.
38. Yahya b
Said'den: Ömer b. Hattab bir senede kırkbin deve gönderirdi. Bir kişiyi bir
deve ile Şam'a, iki kişiyi bir deve ile de Irak'a gönderirdi. Bir defasında
kendisine Iraklı bir adam gelerek:
«— Bana ve Sühaym'e
deve ver!» dedi. Ömer b, Hattab: «— Allah aşkına! Sühaym Zıkk mı?» dedi. Adam:
«— Evet!» cevabım verdi.[32]
39. Enes b.
Malik anlatıyor: Resûlullah (s.a.v.) Küba'ya gittiği zaman Mühan'ın kızı Ümmü
Haram'a uğrar, o da Peygamberimizi yedirip içirirdi. Ümmü Haram, Ubade b.
Samit'in nikâhı altında idi. Yine bir gün Hz. Peygamber, Ümmü Haram'a uğradı.
Ümmü Haram kendisine yemek ikram etti. Daha sonra oturarak saçlarım
karıştırmaya başladı. Resûlullah (s.a.v.) uyuyakaldı. Bilahare gülerek uyandı.
Ümmü Haram:
«— Niçin gülüyorsun ya
Resûlallah?» diye sordu. Hz. Peygamber şu cevabı verdi:
«— Ümmetimden bir grup
insan Allah yolunda savaşan gaziler olarak bana gösterildi. Şu denizin
ortasında taht üzerinde kral gibi (veya taht üstündeki krallar gibi)
duruyorlardı?» Ümmü Haram:
«—Ya Resûlallah! Dua
edin de ben de onlardan olayım!» diye rica
etti. Hz. Peygamber ona dua etti. Sonra başını koydu uyudu. Tekrak
gülerek uyandı. Ümmü Haram:
*—- Ya Resûlallah!
Niçin gülüyorsun?» diye sordu. Peygamberimiz ilk defasında olduğu gibi cevap
verdi:
*— Ümmetimden bir grup
insan Allah yolunda savaşan gaziler'olarak bana gösterildi. Taht üzerindeki
kral gibi (veya tahtlar üzerinde kurulmuş krallar gibi)lerdi.»
Bunun üzerine Ümmü
Haram tekrar:
«— Ya Resûlallah!
Allah'a beni de onlardan kılması için dua et» dedi. Hz. Peygamber:
«— Sen
ilklerindensinî» buyurdu.
Ümmü Haram, Muaviye
zamanında bir gemiye bindi. Gemiden karaya çıkınca bir hayvanla yoluna devam
ediyordu. Ancak bineğinden düşüp vefat etti.[33]
40. Ebû
Hüreyre'den: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Eğer ümmetime meşakkat
yüklemiş olmasaydım Allah yolunda hiç bir seriyyeden geri kalmazdım. Fakat
onları bindirecek bineJk bulamadım, onlar da bundan sonra binecek vasıta
bulamaz. Benden sonra benim gibi her sefere çıkamamak onlara ağır gelir.
Halbuki Allah yolunda savaşıp öldürülmeyi, sonra diriltilip tekrar öldürülmeyi,
sonra diriltilip tekrar öldürülmeyi ne kadar çok isterdim.»[34]
41. Yahya b.
Said'den, Uhud harbinde Hz. Peygamber: «— Sa'd b. er-Rebi' el-Ensari'den kim
haber getirecek?» diye sordu. Adamın biri:
«— Ben ya Resûlallah!»
dedi ve sonra savaş meydanında dolaşmaya başladı. Adamı gören Sa'd b. er-Rebi':
«■— Ne var?»
diye sordu. Adam ona:
«- Senden bir haber
getirmem için beni Hz. Peygamber gönderdi.» dedi. Bunun üzerine Sa'd:
*—Git, Peygamberimize
benden selam söyle, on iki tane yara aldığımı kendisine bildir. Yaraların hepsi
de tam can alıcı yerlerimde. Kavmine söyle, Resûlullah (s.a.v.)'a bir şey
olursa onlardan bir kişi bile kalsa Allah'ın dininde mazeretleri geçersiz
sayılır.» dedi.[35]
42. Yahya b.
Saidden: Resûlullah (s.a.vO cihada teşvik ederek cennetten bahsetti. Ensardan
bir zat da bu sırada elindeki hurmalardan yiyordu. Bunun üzerine:
«— Eğer bunlar
bitinceye kadar oturursam, ben yaşama hırsıyla dolu bir insanım demektir.» dedi
ve elindeki hurmaları atarak kılıcım kuşanıp şehit oluncaya kadar savaştı.[36]
43. Muaz b.
Çekelden: Savaş iki türlüdür. Birinde en kıymetli mallar feda edilir,
arkadaşlar birbirine yardım ederler, kumandanlara itaat edilir ve
bozgunculuktan kaçılır. îşte bu türlü bir savaş baştan sona hayırlıdır. İkinci
tür savaşta ise en kıymetli mallar harcanmaz. Arkadaşlar birbirlerine yardımcı
olmazlar, kumandanlara itaat edilmez ve bozgunculuk yapmaktan kaçınılmaz. İşte
bu çeşit savaşa katılanlar tatminkâr bir şekilde geri dönemezler.[37]
44. Abdullah
b. Ömer'den: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Hayır (iyilik), kıyamete
kadar atın alnındadır.» [38]
45. Abdullah
b. Ömer'den: Resûlullah (s.a.v.) Hafya ile Se-nîyyetülvedâ arasında besili
atlara koşu yaptırdı. Besili olmayan atlar arasında ise Seniyye ile Beni
Züreyk Mescidi arasında koşu yaptırdı. Abdullah b. Ömer de bu koşuya
katılanlardandı.
46. Said b.
Müseyyeb'den: At yarışlarına ödül koymanın bir mahzuru yoktur. Yarışa katılan
müsabıklardan yarışı kazanan bu ödülü alır, kazanamayan ise hiç birşey almaz.[39]
47. Yahya b.
Saîd'den: Resûlullah (s.a.v.)T, ridâsı ile atının-yüzünü silerken gördüler.
Niçin böyle yaptığı sorulduğunda:
«— Bu .gece at
konusunda dikkatim çekildi» buyurdu.[40]
48. Enes b.
Malik'ten: Resûlullah (s.a.v.) Haybere gitmek için yola çıktı. Gece oraya
vardı. Bir kabileye saldıracağı zaman sabaha kadar hiç ftücuma geçmezdi. Burada
da sabah olunca yahudiler çapa ve sepetlerini alarak evlerinden çıktılar. Hz.
Peygamber'i görünce:
«— Muhamnıed! Vallahi
o! Muhammed ve ordusu» diye telaşlandılar. Bunun üzerine Hz.Peygamber:
«— Allahü ekber,
Hayber haraboldu. Biz bir kabilenin Önüne konakladığımız zaman, azabla
korkutulanların sabahı ne kötü oluyor» buyurdu.[41]
49. Ebû
Hüreyre'den: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Kim Allah yolunda iki şey
verirse, ona cennetten:
«— Ey Allah'ın kulu
burası senin için daha hayırlıdır.» diye nida edilir. Namaza düşkün olanlar
namaz kapısından, cihada düşkün olanlar cihat kapısından, sadakaya düşkün
olanlar sadaka kapasından, oruca düşkün olanlar Reyyan kapısından
çağırılırlar.»
Bunu duyan Hz. Ebû
Bekr:
*— Ya Resûlallah! Bir
kimsenin bu kapılardan sadece birinden çağrılması zaruri midir? Bu kapıların
hepsinden birden çağrılacak kimse var mı?» diye sordu.
Resûlullah (s.a.v.):
«__ Evet olacak,*
umarım ki, sen de onlardan birisin-dir» diye mukabelede bulundu karşılık verdi.[42]
îmam Malike soruldu:
Bir devlet başkanı, himayesindeki zimmîlerden cizye almakta iken bunlardan
müslüman olanlarının toprakları kendilerine mi bırakılır, yoksa müslümanlara
mı verilir? Bunların diğer malları ne yapılır?
imam Malik şu cevabı
verdi: Bu çok çeşitli şekillerde değerlendirilir. Eğer bunlarla savaşsız
anlaşma yapılmış da aralarında tslâmı kabul edenler olmuşsa, topraklarını ve
mallarını almaya daha çok lâyıktırlar. Şayet savaş zoruyla zimmî olmuşlar ve
bunlardan İslamı kabul edenler olmuşsa, bunların toprağı ve mallan müslümanlara
aittir. Çünkü onlar ülkelerinde mağlup olmuşlardır. Bütün varlıkları
müslümanlara ganimet olmuştur.
Sulh yoluyla anlaşmaya
varılan zimmilere gelince, onlar mallarını ve canlarını anlaşarak garantiye
bağlamışlardır. Onlara sadece üzerinde anlaşma yaptıkları malları verilir.
49.
Abdurı-ahman b. Ebî Sa'sa'dan: Ensar'dan olup sonradan Selemiyyeyn kabilesine
mensup olan Amr b. Cemuh ve Abdullah b. Amr'ın mezarlarını sel götürmüştü.
Çünkü onların kabirleri sel ağzına geliyordu, ikisi de aynı mezarda gömülü bulunuyorlar
ve ikisi de Uhut şehitlerindendi. Derhal onlar için başka mezar kazıldı.
Bulundukları mezar açılınca görüldü ki sanki henüz daha akşamleyin vefat
etmişler gibi cesetleri hiç bozulmamış! Biri yaralanmış ve elini yarasının
üzerine koymuştu. Böylece defnedilmiş. Mezar açılınca elini yaranın üzerinden
aldılar, sonra el tekrar yaranın üzerine geldi, aynı eskisi gibi kondu. Mezarın
açılışı ile Uhut harbi arasında tam kırk altı sene geçmişti.
imam Malik'ten:
Zaruret halinde iki-üç kişinin aynı kabre defnedilmesinde bir mahzur yoktur.
Ancak en yaşlısı kıble tarafına konulmalıdır.
50. Rebia b.
Ebî Abdurrahman'dan: Hz. Ebû Bekr'e Bahreyn'den biraz mal gelmişti. Bunun
üzerine Hz. Ebû Bekr:
«— Resûlullah
(s.a.v.)'in kime bir sözü, bir va'di varsa gelsin!.» dedi. Cabir b. Abdullah
geldi, Hz. Ebû Bekr ona üç tutam yiyecek verdi.[43]
[1] Buharı, el-Cihad ve's-Siyer, 560/1; Müslim, İmaret,
336U0.
[2] Buharı, el-Cihad ve's-Siyer, 560/2; Müslim, İmaret,
33^104.
[3] Buharî, el-Cihad ve's-Siyer, 56/48; Müslim, Zekât,
12/24.
[4] Mevsûl olarak da rivayet edilmiştir: Tirmizî,
Fedâilu'l-Cihad, 20/18 (ha-sen görmüştür); Nesaî, Zekât, 23/74.
[5] Buharı, Ahkâm, 93/43; Müslim, imaret, 33/41.
[6] Âl-i îmran, 200.
[7] Buharî, e»-Ci>ıad ve's-Siyer, 56/129; Müslim,
İmaret, 33/93.
[8] tbn Abdilber der ki: "Muvatta ravileri, hadisin
mürsel olduğunda ittifak etmiştir."
Bu hadise, ashabın
Resûlullah (s.a.v.)'ın sünnetine son derece bağlı olduklarını açık bir şekilde
gösteriyor.
[9] Buharı, el-Cihad ve's-siyer, 56/148; Müslim, el-Cihad
ve's-Siyer, 32/24, 25. Ayrıca bkz. Şeybanî, 868.
[10] Mevsul olarak da rivayet edilmiştir: Müslim, el-Cihad
ve's-Siyer, 32/2.
[11] Mekke'de bir yer.
[12] Buharı, Fardu'1-Hums, 57/15; Müslim, el-Cihad
ve's-siyer, 32/35. Ayrıca bkz. Şeybanî, 863.
[13] Rafı' b. Hadîc'ten mevsul olarak manaca rivayet
edilmiştir. Buharı, Şerike, 47/3; Müslim, Edâhî, 35/21.
[14] Buharı (el-Cihad ve's-Siyer, 56/187), mevsûl
olarakrivayet eder
[15] Buharı, Fardu'l.Hums, 57/18; Müslim, el-Cihad
ve's-Sıyer, 32/41.
[16] Bu olay Darimi'nin Süleyman b. Yesar ve Nafi'den
rivayet ettiğine göre şöyle cereyan etmiştir. Adamın biri Medine'ye gederek
Kur'an-ı Re-rim'deki müteşabih âyetlerle İlgili sorular sormaya başlamış. Uz.
Ömer hemen bu adama haber gönderip çağırmış. Onun için hurma sapından sopalar
da hazırlamış. Adam gelince: «—Sen kimsin?» diye sormuş.
«— Ben Abdullah b.
Ömer'im!» diyerek adamın kafasını bir vuruşta yarmış. Adam:
«— Yeter ya
Emirelmü'minin! Kafamdaki istifhamlar dağıldı...» diyerek yalvarmaya başlamış.
Daha sonra Hz. Ömer adamı Basra'ya sürmüş.
[17] Buhar!, el-Cihad ve's-Siyer, 56/51; Müslim, el-Cihad
ve's-Siyer, 32/57. Bu hadise göre, süvariye, bir hisse kendisi için, iki hisse
de atı için olmak üzere üç hisse verilir. Piyadeye ise bir hisse verilir.
Mnlikî Şafiî ve Hanbeli mezheplerinde hüküm böyledir. Hanefi mezhebinde de Ebû
Yu-sufla tmam Muhammed'in içtihadı böyledir. Ebû Hanife'ye göre ise süvariye
iki, piyadeye de bir hisse verilir.
[18] en-Nahl, 8.
[19] el-Enfal, 60.
[20] Ata ganimetten pay verildiği gibi bunlara da verilir.
[21] tbn Abdilber der ki: "Mürsel oluşunda Malik'ten
ihtilaf yoktur.
[22] Nesaî (Kasmi'1-Fey;
38/7), mevsul olarak rivayet eder. Ebu Davud, Cihad, 15/133; Nesaî,
Cengiz, 21/66; İbn Mace, Cihad, 24/34.
[23] îbn Abdilber derki: "Bu hadisin herhangi bir
yolda müsned olarak rivayet edildiğini bilmiyorum."
[24] Buharı, el-Eymân ve'n-Nuzür, 83/33; Müslim, iman,
1/183.
[25] ibn Abdilber der ki: "Bunu, muttasıl olarak
rivayet ettik. Böylesi re'yle (akılla) söylenmez."
[26] Buharı, Temenni, 94/1; Müslim, İmaret, 33/106.
[27] Buharî, Cihad, 56/109; Müslim, İmaret, 33/105.
[28] Müslim, İmaret, 33/117.
[29] îbn Abdilber derki: "Bütün ravilere göre
mürseldir. Ancak, manaca pek çok yoldan müsneddir."
[30] îbn Abdilber der ki: "Bu hadisi, müsned olarak
bilmiyorum. Ancak, Malik ve başkalarından, manaca rivayet edilmiştir.
[31] Buharı (Fedâilu'l-Medîne, 29/12), mevsul olarak
rivayet etmiştir.
[32] Buradan anlaşıldığına göre, gelen Iraklının Sühaym
diye bir arkadaşı yoktur ve Hz. Ömer de bunu fark etmiştir. Adamın söylediği
zatı tanıyor gibi davranan Hz. Ömer, adamın yalan söylediğini bu şekilde ortaya
çıkarmış, fakat kendisine bir şey söylememiş, istediği develeri vermiştir.
[33] Buharı, Cihad, 56/3; Müslim, İmaret, 33/160.
Ümmü Haram, Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in süt annelerinden idi. Nitekim Ümmü Haram'ın kız kardeşi
Ümmü Süleym de Hz. Peygamber (s.a.v.)'i emzirmişti. Ümmü Haram, Hz. Muaviye
zamanında Kıbrıs fethine iştirak etmiştir. Kıbrıs adası fethedildikten sonra
geri Şam'a dönüleceği sırada Ümmü Haram'ın binmesi için bir katır
getirilmişti. Çok yaşlı olan bu muhterem kadını bindiği hırçın katır sırtından
atarak başı üzerine düşürmüş ve böylece Resûlullah (s.a.v.)'in haber verdiği
gibi deniz gazvesinde şehit düşmüştür. Türbesi Kıbrıs'tadır. Buhari
sarihi Aynî der ki:
«Ümmü Haram'ın kabri Kıbrıs'tadır. Halk tarafından tazim edilir ve kurak
zamanlarda onun hatırına yağmur talep edilir ve halk arasında salih bir kadın
kabri diye anılır.»
Milhan'ın kızı ümmü
Haram katırdan düştüğü yere defnedilmiştir. Türbesi Larnaka civarında Tuz gölü
kıyısındadır. Bugün Kıbrıs'ta Hala Sultan adıyla maruf kadın bu hanımdır.
Türkler mezarının bulunduğu yere bir türbe, bir cami yapmışlardır. Hala Sultan
Türbesi bugün bile bir zi-yaretgâh halindedir.
[34] Buharı, Cihad, 56/119; Müslim, İmaret, 33/103^ 106.
[35] Ibn Abdilber der ki; "Bu hadis yalnızca siyer
ehli tarafından rivayet edilir. Onlara göre meşhur ve maruftur.
[36] Mürseldir. Buharı ve Müslim, mevsul olarak rivayet
etmişlerdir. Buharı, Megâzî, 64/17; Müslim, imaret, 33/143.
[37] Bu hadis, mevkuftur. Muaz'dan merfu olarak da rivayet
edilmiştir. Ebu Davud, Cihad, 15/24; Nesaî, Cihad
[38] Buharı, el-Cihad ve's-Siyer, 56/43; Müslim, İmaret,
33/96.
Bu hadisi şerifte
savaşın sürekliliği ve dolayısiyle atın önemi belirtiliyor. Başka bir hadis
şerifle ise, «Cihad, kıyamete kadar devam edecektir.» denilmektedir.
[39] Buharı, Salât, 8/41; Müslim, İmaret, 33/95.
[40] Mürseldir.
îbn abdilber,
Ubeydullah b. Amr el-Fihrî-Malik-Yahya-Enes yoluyla, mevsul olarak rivayet
etmiştir.
[41] Buharı, Cihad, 56/'] 02; Müslim, el-Cihad ve's-Siyer,
32/120,121.
[42] Buharı, Savm, 30/4; Müslim, Zekât, 12/85, 86.
[43] Ebu Ömer der ki: "Muvatta ravilerinin ittifakıyla
m un katı dır. Ca-bir'den, sahih yollarla muttasıldır." Buharı, Kefalet,
39/3; Müslim,Fedâil, 43/6961.