1) Hadis'ln Logat ve Istılah
Manasısı
3) islâm Dini'nde Hadis'İn
Yeri
1) Hz. Peygamber'in Hadis
Rivayetini Emretmesi
2) Sahabe'nin Hadis
Rivayetine Düşkünlüğü
3) Sabsbe'nİn Farkta Sayıda
Hadis Rivayet Etmeleri
4) Sahabe'Din Hadis Öğrenme
Yollan
III. ASRI SAADETTE ASHAB'LA
BİRLİKTE
IV. HADÎS UYDURMA
HAREKETLERİ VE NEDENLERİ
1) Uydurma Hareketinin
Başlangıcı
VI. HADİSLERİ TEDVİN VE
TASNİF HAREKETİ VE MEŞHUR ÖRNEKLERİ
VII. HABİS USÛLÜ'NE DAİR
ESERLER
VIII. ANA HATLAR! İLE
HADİSLERİN TAKSİMÎ
A. TEVATÜR DERECESİ AÇISIDAN
HADİSLER
B. KABUL VEYA RED AÇISINDAN
HADİSLER
a. Senedindeki Kopukluk
Sebebiyle Zayıf Sayılan Hedisfer
b. Havide Cerfaİ Gerektiren
Hfillere Göre Zayıf Sayılın Hadisler
Râvinin adaleti ile ilgili
tenkid noktalan
Ravinin zabtı ile ilgili
tenkid noktaları
Uydurma Hadisleri Tanıma
Yollan
D. MAKBUL İLE MERDUD
ARASINDAKİ MÜŞTEREK OLAN ISTILAHLAR
E. KENDİSİNE İSNAD EDİLENE
GÖRE HADİSÎN BÖUÜMLERİ
XI. HADİS KAVİLERİNİN CERH
VE TA'DİLİ
İHLÂS VE AÇIK-GİZU BÜTÜN İŞ,
SÖZ VE DAVRANIŞLARDA
VARLIKLARIN BÜYÜKLÜĞÜNÜ,
DÜNYANIN FANİLİĞİNİ,
KIYAMETİN KORKUNÇ HÂLLERİNİ,
DÜNYA VE ÂHİRET
İŞLERİNİN TAMAMINI DÜŞÜNMEK,
NEFSİN İSTEKLERİNE
MÂNİ OLMAK, ONU ISLÂH EDEREK
DOĞRULUĞA YÖNELTMEK
HAYIRLI ŞEYLERE KOŞMAK VE
HAYRA YÖNELENİ CİDDİYET
VE TEREDDÜTSÜZCE YÖNELDİĞİ
BU HAYIRDA SEBAT ETMESİ
ÖMRÜN SONLARINDA HAYRI
ARTIRMAYA TEŞVİK
SÜNNET VE ÂDABINA RİAYETİ
EMRETME
Yılların getirdiği bir sessizlikten sonra müslümanlar arasında öze dönüş hareketi başlamıştır. Üzeri kasıttı bir şekilde küllenen islâmi kültür, uyanan müslümanlarla birlikte gerek hayatta gerekse yayın dünyasında kendini göstermeye başlamıştır.
Temel dini bilgilen dahi öğrenme şansını bulamayan bir nesilden sonra, onların da gayretleriyle, dinini öğrenmek şansını eide eden yeni bir nesil yetişmiştir. Bu nesil İslâm'ı temel kaynaklardan öğrenmeyi kendilerine şiar edinmiştir.
Bu yönde ülkemizde çok ciddi adımlar atılmış, Kur'an'ın anlaşılması yolunda birçok meal ve tefsir kitapları yayınlanmıştır. Yine ikinci temel kaynak olan Hadis Özerinde de çok ciddi çatışmalar yayınlanmıştır.
Bu yayınlar içerisinde önemli bir yeri olan, imam Nevevî tarafından hazırlanmış Riyftzü's-Sâlihîn adı altında bir hadis kitabı vardır. Bu eser yayınlandığından bu yana çok büyük bir ilgi görmüş, kıtaplıklarınızda hak ettiği yere kavuşmuştur.
Yayınevimiz birçok Arapça şerhlerinin olmasına rağmen Türkçe şerhinin olmayışını dikkate alarak bu eseri Türkçe tercüme ve şerhiyle siz muhterem okuyucularımıza kazandırmayı hedef edinmiştir.
Yoğun ilgi ve geniş bir kadro çalışmasıyla hazırlanan bu eser inşaattan 6 cilt olarak okuyucularımızın istifadesine sunulacaktır.
Yüce Allah'a bize böyle bir çalışmayı nasib ettiği için hamdeder, hatalarımızdan dolayı affını dileriz.
Eserde emeği geçenlere teşekkür eder, eserin Islâmî kültür oluşumuna katkıda bulunmasını Yüce Allah'tan temenni ederiz.[1]
(İstanbul Merkez Vaizi)
1957'de Çorum'da doğdu. Ankara Îmam-Hatip Lisesi'nden mezun oldu. Bir müddet Çorum-Alaca ilçe merkezinde tmam-Hatip olarak görev yaptı.
İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü (gece böl.) tefsir-hadis bölümünden 1981'de birincilikle mezun oldu. Yüksek tahsil esnasında Beyoğlu Emin Camii Kur'an Kursu öğreticiliği yaptı.
Sinop-Gerze müftüsü iken yedek subay olarak askerlik görevini yapmak üzere bu görevinden ayrıldı.
Yozgat-Sorgun müftüsü olarak birkaç yıl hizmet veren yazarımız iki yıl müddetle Mısır'da el-Ezher Üniversitesi 'nde hadis dalında çalışmalar yaptı. Mısır dönüşü Bolu-Akçakoca müftüsü olarak atandı.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde hadis ana bilim dalında mastır yaptı. Bu süre içinde Haseki Eğitim Merkezi ihtisas kursuna katıldı.
Halen İstanbul merkez vaizi olarak görev yapmaktadır.
Evli ve beş çocuk babası olan İhsan ÖZKES hocanın "Hadislerle Çocuk Eğitimi" isimli bir tercüme eseri bulunmaktadır. [2]
Allah'a hamd, Rasülü'ne salfit ve selâm olsun!
Riyâz'üs-Sâîihîn, VIII. asırdan itibaren İslâm ülkelerinde hadis ile içice olanların daha yakından tanıdığı; sünnet tebliğcilerinin ellerinden ve dillerinden düşürmediği tanınmış bir eserdir.
Rasûlullah'ı (s.a) dolayısıyla İslâm'ı anlamak; şüphesiz Kur'an ve Sün-net'i en iyi şekilde bilmekle mümkündür. Arapçayı -ana dilleri olması sebebiyle-halkımızdan daha iyi bilen Arap âleminde bile Kur'an-ı Kerim tefsirlerinden ve hadis şerhlerinden müstağni olunmamıştır. Nitekim hicri 1. asırda tefsirler, IH. asırda Gariö'ul-Hadisler, IV. asırda da hadis şerhleri yazılmaya başlanmıştır. Riyâz'üs-Sâlihîn'in değişik asırlarda arapça şerhlerinin yapılmış olması da bu değerlendirme çerçevesindedir.
Yüce milletimize bu muhteşem eserin tercümesini ve ilk tttrkçe şerhini yazmaktan bahtiyarım.
Bu şerhi yaparken, Riyâz'üs-Sâlihîn'in, Delil'ül-Fâühîn, Nüzhet'ul-Muttakîn, Menhel'ül-Vâridüı
adlı şerhlerinden büyük ölçüde istifâde ettim. Ayrıca; Sahih-i Buhârî şerhlerinden; Fcth'ul-Bâri, Umdet'ul-Kârî, İrşâd'us-Sârî,
Sahih-i Müslim şerhi Minhfic, Sünen-i Ebu Dfivud şerhi Avh'ul-Ma'bud, Sünen-i Tirmizî şerhi Tühfeî'ul-Ahvezî, Sünen-i Neşe! şerhi Zehr'ur-Ruba ve Sünen-i îbo Mâce?erhi Misbâh'uz-Zücâcr ite diğer kaynaklardan faydalandım.
"Hadis timi ve Tarihi Gelişimi"ile "Hadis Usûlü"ölümlerinde, ilgili ilk donemler ve sonraki dönemlerde yazılan, özellikle de lahhân'ın Teystm Mustatah'ıl'Hadis'inden yararlandım.
Bu eseri aziz milletimize sunan fslâmoğlu Yaymcthk'ı kutlar, daha nice hayırlı hizmetlere öncülük etmesini dilerim.
Belirli bir zaman ve ölçüde yaptığım bu çalışmanın, İslâm'ın ikinci kaynağı Sünnet'in anlaşılmasına ve yaşanmasına vesile olmasını Rabbİm'den niyaz ederim. [3]
İhsan ÖZKES
Ocak/1991- İstanbul
Hadis lugavî olarak "yeni" demek olduğu gibi "haber vermek" anlamına da gelir. Bu anlamda "haber" ve "eser" kelimeleri de kullanılmaktadır. Hadis, "... Onun (Kur'an) gibi bir söz getirsinler..." (TÛr/34) ayetinde söz ve ayet anlamında, "Musa'nın haberi sana ulaştı mı?" (Tâhâ/9) ayetinde de haber anlamında kullanılmıştır.
Hadis ıstılahı mânâ olarak şöyle tarif edilmektedir: "Hadis; söz, fiil, tsk-rir, ahlâk ve fıtratıyla ilgili bir vasıf olarak Hz. Peygamber'e izafe edilen her
şeydir".
Hadîs'le eş anlamlı bir kelime olarak "sünnet" terimi de kullanılmaktadır. Sünnet, lügatte mutlak olarak yol ve gidişat anlamlarına gelmektedir. Hadisçiler, hadiste olduğu gibi Hz. Peygamber'in ahlâk ve İtliatıyîa ilgili vasıflarını da "sünnet" kavramına dahil etmektedirler. Bu yüzde» Sünnetle Hadis'i birbirinin yerine kullanılan iki terim olarak kabul etmek mümkün olmaktadır.
Yukarıdaki tarife tekrar bakıldığında 'hadis' veya 'sünnet' denildiği zaman, kavlî, fiilî, takrir! ve ahlâk! özelliklerin tümünün birden kastedildiği anlaşılır. [4]
"Kudsî", "ilâhî" veya "rabbanî" diye nitelenen bir başka hadis çeşidi daha vardır ki, bunu da kısaca açıklamak faydalı olacaktır.
"Kuâsî Hadis", Kur'an olmamak kay&y!a, Hz. Peygamberin (sa) "Allah Hâlâ şöyie buyurmuştur" diyerek, Allah'a nisbet etmek suretiyle bildirdiği sözlere denilmektedir. Bu, Kur'an ile hadis arasında bir mertebede olduğundan Kur'an hükmünde sayılmaz; zira sözler peygambere aittir. Ancak Hz. Peygamber "Allah leata buyurdu" diye bunun kendi beyanı olmadığını açıklamış ve "hadis-i nebevf'dea farklı olduğuna işaret etmiştir.
Kudsî hadisler genellikle Allah'ın büyüklüğünü, rahmetinin beyanını, hükümranlığının kudretini, ihsan ve İkramımn bolluğunu konu edinirler. Hz. Peygamber'm hadislerinden bu yönden de ayrılırlar. Namazda okunmazlar, abdestsiz kendilerine dokunulabilir. Lafızları muciz değildir, mânâ olarak rivayet edilmeleri de caizdir. [5]
Mütahassıs âlimlerimiz, sahih hadisin bütün müslümanlara delil olduğu sonucuna vararak, mü'minlerin, Rasûl-i Ekrem'e (s.a) bağlamp onun hükmüne boyun eğmelerini farz kılan ayetlerle bu görüşlerini desteklemişlerdir. Bu görüşün aksini kabul eden kimseye de âlim sıfatım vermemişlerdir.
Derin ilmî araştırmaların bu doğru sonuca varması gayet tabiidir. Zira müminlerin Rasûlullah'a (s.a) itaat etmesini emreden ayet-i kerimelerin başka türlü yorumlanması mümkün değildir. Hz. Peygamber'e itaat da ancak onun sünnetine yapışmak, hadisleriyle amel etmek, din? problemlerde ona başvurmak ve onu, dinin Kur'an-ı Kerim'den sonra gelen ikinci kaynağı olarak kabul etmekle mümkündür.
"Hz. Peygamberin hadislerinin teşrî' bakımından müstakil olduğunu Kur'an kabul ediyor mu?", "Eğer hadis Allah Kitabı'mn bir açıklaması veya kapalılığının anlatımı ise, bu durumda Kur'an 'la beraber hukukî kaynaklardan biri olarak kabul edilebilir mi?" gibi sorulara cevap verebilmek için sünnet-i seniyye ile amel etmenin vâcib olduğunu belirten belli-başh ayetlere göz atmamız gerekecektir.
Abdurrahman b. Yezid, hac mevsiminde dikişli bir elbise ile ihrama girmiş bir kişiyi görür ve ona, elbiselerini çıkararak Rasûl-u Ekrem'in (s.a) giydiği şekilde ihrama bürünmesini tavsiye eder. O kişinin "Bana elbisemi çıkarmamı emreden bir ayet oku bakalım!" demesi üzerine Abdurrahman ona verilecek en güzel cevabın;' 'Peygamber size neyi getirdi ise onu alın, size neyi yasak etti ise ondan da uzak durun" (Haşr/7) ayetini okumak olduğunu görür.
Dikişli elbisenin çıkarılması Kur'an-ı Kerim'de açıkça belirtilmemiştir.
Fakat bu meseleye dair hadis-i şerif vardır. Demek oluyor ki, bu hukukî hükmü sadece sünnet ortaya koymuş ve teşri kaynaklardan müstakil bir kaynak durumuna gelmiştir. Çünkü Hz. Peygamberin yasak ettiği şeyden sakınmalarını mü'minlere emreden Allah lefllfi'dır.
Hz. Peygamber'in hadisi bulunan bir konuda mü'minm yapacağı şey her ihtilafda ve davada şu ayet gereğince tam bir teslimiyetle sünnetin vereceği hükme boyun eğmekten ibarettir.
"Rabbin hakkı için, onlar, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden nefisleri hiçbir darlık duymadan tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar". (Nİsa/65)
Allah Teâlâ peygamberine "İnsanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasm diye, sana da Kur'an-ı Kerim'i inzal ettik" (NahI/44) buyurmak suretiyle, mü'minlere sünnetin teşrî'deki yerini göstermek istemiştir. Zira peygamberin sözleri ve davranışları ayeti açıklayarak onun mücmelini tafsil, mut-lakını takyîd, genel lafızlarını tahsis eder ve Kur*an-ı Kerim'in belirtmediği ölçüleri, cezalan ve cüziyyâtı da belirler. Kur'an'ın açıkça bir hüküm getirmediği yerlerde sünnet, müstakil olarak teşri* yetkisine sahiptir. Kur'an'ın anlamını ve anlatımım kendine bıraktığı hususları da açıklar.
tik dönem alimlerinin (selefin), sünnetin Kur'an ayetlerini açıklamaktaki büyük önemini anlamış olmaları, bazılarını sünnetin Kitap üzerinde söz sahibi olduğunu söylemeye bile sevketmiş ve nitekim Evzaî "Sünnet'in Kitab'a olduğundan çok, Kitab'ın Sünnet'e ihtiyacı vardır" demiştir.[6]
Verdiğimiz örnekler, sünnetin iki fonksiyonu bulunduğunu gösteımek-tedir. Buna göre sünnet, hem Kur'an-ı Kerim'de bulunmayan problemlere hüküm koymada müstakildir, hem de Kur'an-ı Kerim'dekî mücmel ayetlerin açık-layıeısıdır. Bu durum karşısında -Şatıbî'nin de dediği gibi- şunu kabul etmekten başka yapacak bir şey yoktur. "Kur'an-ı Kerim ayetleri de göstermektedir ki Rasûlullah'm getirdiği, emredip yasakladığı her şey, Kur'an-ı Kerim'in hükümlerine katılmaktadır. Kur'an-t Kerim'in bir ilavesidir"[7] Hz. Pevgamber'-in Kur'an'a ek olarak getirdiği bu hükümler, hadisi Kur'an-ı Kerim'den sonra gelen ikinci kaynak derecesine çıkarmaktadır. Bu da Hz, Peygamber'in "Size, sıkıca sarıldığınız takdirde sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum. Alllah Kitabı ve benim sünnetim" haâsâ gereğince İslam hukukunun "Kur'an' ve 'Hadis" olmak üzere iki esastan meydana geldiğini gösterir. [8]
Hz. Peygamber, hadislerinin sahabîler tarafından ezberlenip, zihinlerde korunmasına emir ve işaret buyurmuş ve "Ben size bir hadis söylediğim zaman onu ezberleyip, muhafaza ediniz[9] demiştir.
Abdullah b. Mesud'un rivayet ettiğine göre Rasülullah, Allah leâlâ'dan hadislerini işitip de olduğu gibi başkalarına ulaştıran kimsenin yüzünü ağartmasını dilemiştir.
Hz. Peygamber (s.a) bizzat kendi hadislerinin ve fikirlerinin yayılması hususunda emirler vermiştir. Bir defasında Rabİa kabilesinden bir heyet, uzak ve yorucu bir yoldan geldiklerini, düşman korkusu ile her zaman gelemediklerini, ancak haram aylarda gelebildiklerini anlatarak Hz. Peygambcr'e "Bize, geride bıraktıklarımıza ulaştıracağımız ve kendisi ile cennete gireceğimiz bir işi emret" demişler, RasÛluüah da onlara dört şeyi emretmiş, dört şeyi de yasaklamış ve "Bunları ezberleyiniz, geride bıraktıklarınıza tebliğ ediniz, söyleyiniz" buyurmuştur.[10]
Hz. Peygamber'in etrafında bulunan sahabîler, onun ağzından çıkan her hadisi öğrenebilmek, yaptığı hareketleri gözlemleyebilmek için büyük çaba sarfetmiş, pürdikkat kesilmişlerdir, öyle ki onlar öğrendiklerini derhal arkadaşlarına ulastınyor, Rasûlullah'ın (s.a) hareketlerinden gördüklerini onlara anlatıyorlardı. Böylece onlar, kendilerine yegâne önder ve rehber bildikleri peygamberlerinin yukandaki emir ve isteklerini verine getiriyor, en zor şart' lat altında bile hadis rivayeti işini yürüteceklerini ifade ediyorlardı.
öyle ki Ebu Zerr, "Ktltcı enseme koysanız ve ben bilsem ki kılıç beni kesmeden Önce Rasûlüllah 'dan duyduğum bir kelimeyi tebliğ ve rivayet edebileceğim, muhakkak bunu yapardım[11] diyordu.
Sahabe'nin hadis rivayetine olan düşkünlüğü hakkındaki örnekler çoğaltılabilir. Sahabe içinde, hadisleri öğrenip tebliğ etmek için küçükten büyüğe yoğun bir faaliyet vardı. Bugün hadis kitaplarımızı dolduran bunca hadis onların rivayetlerinin eseridir.
"Sahabe'den hadis rivayet edenlerin sayısı ne kadardı?" diye sorulabi-lecek bir soruya kesin cevap verilememektedir. Hâkim'in, ravî sahabîlerin sayısının 4000 olduğunu söylemesine rağmen farklı görüşler de ileri sürülmüştür.
Hadis rivayet eden sahabîlcrden yedi tanesi, binden fazla hadis rivayet etmiştir ki bunlara "çok hadis rivayet edenler" anlamında "el-Müksirûn" denir. Diğer sahabîlere ise binin altında hadis rivayet ettiklerinden, "az hadis rivayet edenler" anlamında "el-Mukillûn" denilmiştir.
el-Muksirûn -parantez ^indeki rakamlar, rivayet ettikleri hadis sayışım göstermektedir- şunlardır Ebu Hureyre (S374), Abdullah b. Ömer (2630), Enes b. Malik (2286), Hz. Aise (2210), Abdullah b. Abbas (1660), Cabir b. Abdullah (1540) ve Ebu Saİd el-Hudri (1170). [12]
Sahabîlerin farklı sayıda hadis rivayet etmelerinin nedenlerini ise kısaca şu şekilde açıklayabiliriz:
a) Sahabe'den bazdan hilafet ve cihadla meşgul olduklarından, bu durum onların hadisleri hıfz ve rivayetlerine engel olmuştur. Bu ve benzeri meşguliyetlerden uzak sahabîler ise daha fazla hadis rivayet etmişlerdir.
b) Bazıları Rasûlüllah ile uzun müddet sohbet etmiş, normal durumda ve yolculukta onun yarımdan ayrılmamış ve Hz. Peygamber'in (s j) vefatından sonra da uzun bir ömre sahip olmuşlardır. Buna karşılık Hz. Peygamber'in zamanında veya hemen sonra ölenlerin rivayeti ya çok az veya hiç yoktur.
c) Şia ve Havaric gibi bazı fırkalar çıkmış ve bunlar hadis uydurmaya başlamışlardır. Diğer taraftan birtakım fitneler başgöstermiştir. Bu durum ise hadis rivayet edenler hakkında daha titiz davranılmasına sebep olmuştur. Bu nedenle Hz. Ali'den rivayet edilen hadisler azdır.
d) Sahabe'nin birçoğu, hadisleri Rasûlüllah'dan (s.a) işitilen lafızlarla rivayet edememe korku ve endişesi içindeydiler. Bu durum da onları fazla hadis rivayetinden alıkoymuştur. [13]
Şimdi de sahabenin hadisleri nasıl elde ettiklerine bakalım. Sahabe'nin hadis öğrenme yollan şunlardır.
a) Sorarak öğrenme: Sahabe herhangi bir sorunla karşı karşıya kaldığı zaman, onu derhal Hz. Peygamber'e arz ediyor, sorup öğreniyordu. Nitekim Hz. Peygamber onlardan, soracakları bir mesele olduğunda kendisine sor-malannı bilhassa istemiş ve bir defasında da "Sormak ilmin yarısıdır" buyurmuştu.
örneğin Hz. Aişe bilmediği bir şeyi duyduğu zaman, onu iyice öğreninceye kadar Hz. Peygamber'e tekrar tekrar sorardı.
b) Öğrenimde nöbetleşme: Sahabe'den her biri Rasûlüllah'ın (sa) yarımda, ilim toplantılarında devamlı ve eşit olarak bulunamıyordu. Hz. Ebu Bekir ve Ebu Hureyre gibi devamlı olarak onun yanından ayrılmayanlar vardı. Bir kısmı İse zirâat, ticaret gibi günlük ihtiyaçlarla uğraşma veya bir seriyyeye çıkmış olmaları sebebi ile Rasûlüllah'ın (s.a) huzurunda her zaman buluna-mıyorlardi. Bununla beraber bulunamadıkları zamana ait Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrirlerini öğrenmeye çok istekliydiler. Bazıları komşusu ile Ra-sülüllab'ın (s.a) yanında sıra ile nöbetleşe bulunuyor, böylece ona ait her şeyi muhafaza ediyordu.
Ukbe b. Amir, nöbetleşe deve götürdüklerini anlatı. [14]Sahabe'nin bir-kısmı da aralarında, muayyen vakit namazlarında Rasûlüllah'ın yanına nöbetleşe gittiklerini anlatarak "Bir gün o gider bir gün ben giderdim. Ben gittiğimde o gün vahiy ve saireye dair ne işitsem haberlerini komşuma getirirdim. O da gittiği zaman böyle yapardı" der.
c) Hadis müzakeresi- Sahabe, hadisleri iyice hafızalarında yerleşmesi, kısa zamanda unutmamaları için kendi aralarında müzakere ederdi. Enes b, Mâlik bu kcnuda şöyle demektedir. *'Biz Rasûlûllah'ın yanında bulunur, O'ndan söylediği hadisleri dinlerdik. Oradan kalkıp ayrtldıktan sonra duyduğumuz hadisleri ezberteyinceye kadar aramızda müzakere ederdik",
Ali b. Ebî lalib, "Birbirinizi ziyarette bulununuz, aranızda hadisleri müzakere ediniz. Eğer böyle yapmazsanız hadisler yok olup gider" demidir.
Sahabe arasında hadis müzakeresini Kur'an okumaktan daha üstün ve faziletli tutanlar bile vardı. Çünkü Kur'an yazı ile tesbit edilmişti ve kaybolma ihtimali yoktu.
d) Hadis öğrenmek için yapılan seyahatler; îîim için gerçsk mânâda seyahati sahabîlerde görüyoruz. Abdullah b. Ömer'in rivayetine göre, bir gün Rasülüllah'a bir genç sahabî gelmiş, islâm ve imanın ne dernek o<duğunu sorup öğrendikten sonra dönüp gitmiştir. Bazen Hz. Peygftmbsr'den sızakta bulunan sahabHer aralarında ayrılığa düştükleri bir konuyu öğrenebilmek için binitlerine biniyor, Medine'ye doğru yoia çıkıyor ve günie?c? geceli gündüzlü yolculuk ediyorlardı,
Şâbiİ'nin "Bir adam eğer bir hadis okuyup öğrenmek için Şam'ın bîr ucundan, Yemen'in en uzak yerine yolculuk etse bence omm bu seyahati boşa gitmez" sözü bu seyahatlerin ne denli önemli olduğunun en güzel göstergesidir.
ibn Abbas'dan öğrendiğimize göre, RasûlüHab'ın ashabından bîr hadîs kendilerine ulaştığında istedikleri fakdircte hadisi rivayet eden sahabîye haber göndererek gelmesini ve hadisi kendilerine söylemesini temin etmeleri mümkün iken, onlar, ravî sahabîye gider, çıkıp hadisi söyleyinceye kadar kapism-da bekierlermiş[15]
Sahabe bu seyahatler sonucu, ravileri dünyadan göçmeden hem bilmedikleri hadisleri öğreniyor ve daha önce duyduktan hadîslerin İsnadlannı kuvvetlendiriyor, hem de gittikleri yerler hakkında bilgi edinme imkânı buluyorlardı. [16]
İlk devirde, Hz. Peygamber'den (sjr) dinlenip ezberlenen hadislerin tedvin edilmediği, yani bir kitap halinde toplanıp yamadığı bir gerçektir. Bu* nunla beraber, daha Hz. Peygamber hayatta iken, hadis yazmaya teşebbüs eden ve güçleri yettiğince sahifeîer vücuda getiren sahabîler de yok değildi. ÎŞJb o devirde hayli güçlükle yürütülmesine rağmen bu sahifelerin meydana çıkarılması bile, ilk devirde hadisin kazandığı değeri göstermeye yeter bir delildir.
Kaynaklar, Hz. Peygamber hayatta iken başteyan hadis yazımını iki devre çerçevesinde ele alırlar. Birincisi, hadis yazmak için kendisine başvurulan sahabîîere Hz. Peygamber'in (sa) izin vermediği devredir.
İkinci devrede ise yazmaya izin vsrilmiş ve feadis yazmak isteyen sahabîler yazmsya başlamışlardı. Ancak Abdullah b. Amr'in her iki devrede de Ra-sûfüllah'm izniyle hadis yazdığı bir gerçektir. O halde 'Yasak ve Ruhsat dönemi şeklinde izaha geçmeden, Hatib el-Bağdadî'nin "tik dönemde hadislerin yazıyla kaydedilmesinin hoş karşılanmaması, Allah ıın kitabına bir başka Şeyi eş tutmamak ya da bir başka şey nedeniyle Kur'an ile meşguliyetten uzak kalmamak içindir'[17] dediği şekilde yorumlamak er, uygunudur. Bu konuda neshi düşünmeden aynı anda hem yasağın, hem de J&nin gerekçe51 olacak sebep oîarak Bağdadî'nin görüşünü kabul etmek gerekil Hadislerin yazılması ile İlgili olarak yasak ve ruhsata işaret eden hadisler ve bunlar arasında görülen ihtilafların çözümü, giriş mahiyetinde umduğumuz bu bölftmü uzatacağından uygun düşmez. Biz konu ile ilgili ihtilafları hatırlatıp r^dceyi vgr-mekie yetiniyor ve ilk yazılı hadisler ile hadis sahife'.erine geçmek istîyemz.
a) îlk yazılı hadisler Hangi ameçîa olursa olsun Hz. Peygamber tarafından yazdırılan bir vesikayı, "hadis" kapsamı içerisinde düşünmek kadar tabii bir şey olmaması gerekir.
Hz. Peygamber'in Bizans împaratoru'na, İran Kisra'sma, Habeş Neca-şisi'ne yazdığı mektuplar İslâm tarihinde pek meşhurdur. Fakat bunların di-şinda yazılmış daha yüzlerce belge vardır. Bu belgelerin yazılış nedenleri ve konulan birbirinden farklıdır. İlk yazsh belgelerin konularım şöyle sıralamak mUmkündür.
1) Yeni anlaşmalar, 2) İslam'a çağrı, 3) Memur atamaları, 4) Arazi ve bu arazilerin gelirleri, S) Banş ve tavsiye mektupları, 6) Bazı kimseler hakkında İstisna oluşturan hükümlerin belirtilmesi.
islâm devletinin kurulusundan sonra yoğunlaşan diplomatik münasebetler, tabii olarak geriye birçok yazılı rom! belge bırakmıştır. Her ne kadar bu belgelerin hepsinin asılları zamanımıza kadar ulasmamişsa da, konulan, hadis ve tarih kitaplarında anlatıldığı gibi, Prof. M. Hamiduliah'ın gayretiyle "Mecmûât'ul-Vesâik'ıs-Siyâsiyye" adlı kitapta bir araya getirilmiştir.
b) Hadis sahifeleri: Hz. Ebu Bekir (r.a) ve Hz. Ömer'in (r.a) denemeleri. Uz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'in Sünen'e ait hadisleri yazmaya teşebbüs ettiklerini, hatta Hz. Ebû Bekir'in 500 kadar hadisi bir kitapta topladığım, fakat sonradan bazı sebepler dolayısıyla bu kitabı yok ettiğini belirten haberler
vardır.[18]
Aynı şekilde Hz. Ömer de bir Sünen yazmak için istişare etmiş, çoğu onun bu düşüncesini iyi karşılamış olmakla beraber, bir ay geçtikten ve istiharede bulunduktan sonra bu düşüncesinden vazgeçmiştir. [19]
1) Abdullah b. Amr b. el-ÂVın sahifesi
2) Cabir b. Abdillah'ın sahifesi
3) Ali b. Ebî laüb'in sahifesi
4) Semure b. Cündüb'ün sahifesi
5) Ebu Hüreyre'nİn sahifesi
6) Abdullah b. Abbas'ın sahifesi
7) Abdullah b. Ömer İbn'il-Hattab'ın sahifesi.
Belki bu zikredilenler dışında, hadislerim sahifelerde toplayan daha başka sahabîler de mevcuttur. [20]
Hz. Peygamber (s.a) vefat ettiği zaman Arap yarımadası İslâm Devleti şuurları içine tamamen girmiş bulunuyordu. Fakat gaye Arap yarımadası dâvası değil, İslâm'ı yaymak ve hangi milletten olursa olsun bütün insanları tek bir kelime, tevhid kelimesi etrafında toplamak idi. Çünkü islâm'a davet peygamberliğin (nübüvvetin) başlıca görevi idi.
Hicre'tin birinci asn boyunca, Avrupa'nın batıdaki en uzak noktasından doğudaki Çin sınırına kadar bir şerit halinde uzanan topraklar, İslâm Devleti sınırlan içerisine girmiştir. Dikkati çeken en önemli nokta, bu fetih hareketlerinden büyük bir bölümünün özellikle genç sahabîlerin çoğunlukla hayatta bulunduktan bir devirde gerçekleşmiş olmasıdır. Bu, tabii olarak fetih için merkezden doğuya, batıya ve kuzeye çıkartılan sefer heyetlerinin başında veya içinde, gerek kumandan ve gerekse er olarak büyük sayıda sahabî gruplarının da yer almış olduklan sonucunu doğuruyor.
Fetihlerle birlikte çeşitli ülkelere dağılan sahabîlerin sayısı hakkında elimizde kesin bir bilgi yoktur. Fakat gerçek olarak bilinen husus şudur ki, az olmayan bir sahabe topluluğu fetihlerle birlikte çeşitli ülkelere dağılmış ve İslâm'ın gayesini gerçekleştirme yolunda çaba harcamışlardır. Bu gayenin gerçekleşmesinde izlenilen yol ise, fethedilen ülkelerde ilk İş olarak hem ibadet hem de İlim merkezi olabilecek mescidler inşa etmek olmuştur.
örneğin, hicretin 16. ve İ7. senelerinde müslümanlar tarafından kurulan Basra ve Küfe şehirleri, tanınmış birer ilim merkezi olduklan gibi, Kûfe'-nin Ali b. Ebî Tfelib tarafından hilafet merkezi olarak seçildiği de bilinmektedir.
Yine hicretin 21. senesinde İskenderiye'nin fethinden sonra Amr b, eî-M tarafından inşa edilen el-Cami'ul-Atik (veya Amr Camii) Mısır'da bulunuyordu. Bu cami daha sonra genişletilmiştir.
Fetihler ve bu fetihlere paralel olarak çoğalan ve birer medrese hüviyeti taşıyan bu mescidler, âüm sahabîlerin önderliğinde bazı ilim merkezlerinin oluşmasına neden olmuş ve bunlar Kur'an ve Hadis ilimlerinin gelişip yayılmasında en Önemli rolü oynamışlardır. .
Alim sahabîlerin çabalarıyla oluşan ilim merkezlerinden bazılan şunlardir a) Medine, b) Mekke, c) Küfe, d) Basra, e) Şam, f) Mısır
Yukarıda kısaca belirtildiği gibi, İslâm'ın başlangıcından itibaren fetih-lenn çoğalması ve birçok ülkenin İslâm devleti sınırlan içine girmesi, sahabenin İslâm'ın beşiği olan Mekke ve Medine'den ayrılmalarına ve çeşitli ülkelere dağılarak oralarda yerleşmelerine yol açmıştır.
Daha sonraki muhaddisterin, bir hadisi asıl kaynağından, yani ilk ravî sahabîden almak için zorluklan gögüsleyip, uzak mesafelerden o sahabînin yanına gelerek hadisleri aldıklannı görüyoruz. Bu yorucu ama bereketli yol-culuk "er-Rıhlefi Taleb'il-Haâis" (Hadis öğrenme maksadıyla yolculuk) terimi ile anılmaktadır.
Hadis larihi'ni özet olarak verdiğimiz bu bölümde, hadis tarihinde önemli bir yeri olan 'hadis uydurma hareketi' ve nedenlerinden de kısaca söz etmemiz yerinde olacaktır. [21]
Hadis uydurma hareketinin başlangıcı hakkında hadisle uğraşan âlim-ter ihtilaf etmişlerdir. Rasültiilah'ın "Kim bilerek benim ağismdan bir yalan uyâurursa, cehennemdeki yerini hazırlasın"hadisine bakarak, 'demek ki bir yalan girişimi başlamış ki bu hadisi söyleme ihtiyacı doğmuştur' diyerek, hadis uydurma hareketinin Hz. Peygamber devrinde başladığını ileri sürenler olmuştur. Hakîkaten bu hadisin sebeb-i vürüduna bakıldığında da, olayda Rasûlüllah adına bir yalan söyleme söz konusudur. Fakat o devirde benzer olayların olmamasını ve bir olayın tek bir hâdise olarak kalmasını, uydurma hareketinin başlangıcı olarak görmeyenler de mevcuttur.
Gene' olarak uydurma hareketi, ciddî ihtilafların zuhuru sonrasında gö-hadis vaz'ımn başlangıcı olarak bu olaylar gösterilmektedir
İslâm tarihinde ciddi ihtilafların tohumu, Abdullah b. Sebe'nin (40/660) hilafeti haksız yere aldığı iddiasıyla ortaya çıkarak halkı Hz. Osman aleyhinde ayaklandırmak için, Hicaz'dan başlayıp, Basra, Şam ve diğer şehirleri do-îaşmasjyla atılmış oldu. "fitnenin kopması" diye anılan Hz. Osman'ın şe-hid edilmesi hadisesiyle de çeşitli fırkalar zuhur etti. Bu hâdisenin sebebiyet verdiği anlaşmazlıklar nedicesindedir ki, Hz. Ali ve Muaviye Sıffîn'de karşı karşıya gelmişler ve burada meydana gelen "hakem hâdisesi "nin sonunda da iki büyük fırka ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri Hz. Ali'yi kâfirlikle suçlayan Havâric, diğeri de onun ilah ve Hz. Peygamber'in emriyle seçilmiş bir halife olduğunu iddia eden, Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer'e söven gulat-ı şiadıf.
Yine sahabe devrinin sonlanna doğru Kaderiye ve MOrcie mezhepleri o Sahabe asrının sonu diye ifade edilen büyük tabiiler devri çeşitli fırka ve mezheplerin ortaya çıktığı, dikkatsiz Ve samimiyetsiz hadis talebelerinin çoğalmaya başladığı bir asırdır. Hadis uydurma hareketi işte böyle buhranlı bir çağda çeşitli etkenlerle başlamış ve gelişmiştir. Sahabîlerin büyük bir kısmı bu yaygın uydurma hareketini görmemiş ve fakat bununla beraber Hz. Peygamber'in (s.a) bu konudaki emri gereğince, hadisler üzerindeki muhtemel tahrif faaliyetlerine karşı son derece titiz davranmışlardır. [22]
a- Fırka, mezheb ve kabile taassubu
b- îslâm dinini bozma arzusu
c- Devlet adamlarına yaranma ve hoşgörülüne hevesi
d- Maddi kazanç sağlama isteği
e- Kendi zannına göre Allah katında sevap kazanma düşüncesi
f- Duyulmadık hadisleri rivayet etmekle kendi cağında meşhur olma arzusu[23]
Hz. Peygamber devrinde ve onun vefatından sonra sahabîler hadis rivayetinde birbirlerinden şüphe etmiyorlar, ufak tefek bazı itirazlar müstesna, birbirlerinin rivayet ettikleri hadisleri yalanlamıyorlardı. Yine aynı şekilde ta-biûndan olan hadisçiler de sahabeden işittikleri hadislerin kabulünde tereddüt göstermiyorlar; daha doğrusu, Hz. Peygamber'e ve Sünneti'ne olan inançları dolayısıyla, hadisin her türlü yalandan, tahriften ve tasniften uzak bir şekilde nakledildiğine içtenlikle inanıyorlardı. Fakat bu inanç uzun müddet devam etmedi. Yukarıda da belirttiğimiz gibi fslâm aleminde ciddi anlaşmazlıkların başlaması ve çeşitli fırkaların doğması üzerine, Müslüman ların arasına, hiç kimsenin bilmediği birtakım sözler sızmış, 'hadis' adı altında bu sözler halk arasında dolaşmaya başlamıştı.
Hadislerin ve dolayısıyla İslâm'ın büyük bir tehlike ile karşı karşıya geldiğini anlamakta gecikmeyen sahabe ve tabiûnun ileri gelenleri, hadis naklinde ve kabulünde tedbiri elden bırakmayarak ve çok titiz davranarak râvi-leri ve isnadlan bilinen hadisleri almak gerektiğine inanmışlardır. Bu inancın gereği olarak da hadis rivayet eden kimseleri büyük bir titizlikle araştırmaya başlamışlardır.
Bir taraftan hadis vaz-'ınin, diğer taraftan insanoğlunun yaratılışı dolayısıyla daima maruz kaldığı çeşitli zaafiyetlerinin ortaya çıkardığı cerh ve ta'dil, aslında tek bir gayenin gerçekleştirilmesine yöneltilmiş sistemli bir faaliyetten ibarettir. Bu tek gaye, Hz. Peygamber'in (s.a) ağzından çıkmış olan gerçek sözleri (hadisleri) tesbit etmek ve bunları zayıf ve sahte olanlarından ayırmaktır. Ancak böyle bir tesbit ve ayırım işine girişirken, önceden belirlenmiş bazı ölçülere veya prensiplere şiddetle ihtiyaç bulunduğunu düşünmemek mümkün değildir. Gerçekten bu ihtiyaç, ilk anda sahih hadisin vasfı Üzerinde kendisini hissettirmiş ve nakledilen hadislerin hangilerine sahih vasfının verileceği, tesbiti gerekli en mühim hususlardan birisi olmuştur.
Hadisler senedleri ve metinleri açısından ayn ayn tenkide tfibi tutularak sahih-zayıf hadisler ve çeşitleri ortaya konmuştur. Bu konuda kitaplar yazılmıştır. Hadislerin kimler tarafından nakledildiğinin iyice bilinerek, onların hallerinin araştırılması için de hadis vaz'ına karsı cerh ve ta'dil hareketleriyle birlikte "isned" sistemi kullanılmaya başlanmıştır, tsnad, İslâm'a has olan ve râvi isimlerini zikretmek suretiyle haberin ilk kaynağına kadar ulaşma imkânı veren bir rivayet sistemidir.
Tarihin ilerleyen bu günlerinde, ashabdan gelen rivayetlerin onların öf-meleriyle unutulmaması, kitaba geçmemiş olan ve halk arasında dolaşan rivayetlerin toplanıp yazılması ve toplanan bu hadis malzemesinin sahihinin sakimiîîden ayrılması gibi titiz girişimlere şahid oluyoruz. Muhtevasını anlatmaya çalıştığımız bu girişimler hadis tedvini ve tasnifi diye bilinmektedir.
Bu son bölümde de tedvin ve tasnif faaliyetlerinden söz ederek bu faaliyetlerin mahsulü olan meşhur örneklerini vereceğiz. [24]
"Tedvin" çeşitli sahabîler tarafından yazılmış olan sahifeleri biraraya toplayarak bir kitap meydana getirmek anlamma gelebileceği gibi, yine muhtelif sahabîlerin rivayet etmiş oldukları hadisleri yazıp bir kitapta toplama mânâsına da gelir.
"Tasnif" kelimesi ise, diğerlerinden farklı bir anlama sahiptir. Eğer hadisleri toplayan kimse, kitabım meydana getirirken onları konularına göre sı-mflandınrsa "musannef" denilen bir eser nev'ini meydana getirmiş olur ki, onun yaptığı iş, hadisleri konularına göre tasnif etmekten ibarettir. Hadis tarihinde tasnif, tedvinden sonra gelmektedir.
Her ne kadar Hz. Peygamber zamanında çeşitli sahabîter not dsfterleri yerindeki malzemelere hadisleri yazmışlar ise de bunlar hem şahsi idi hem de çok az hadis ihtiva ediyorlardı. Geniş anlamlı bir faaliyet olarak; yan! tüm hadisleri bir kitapta toplama girişimi hakkında kaynaklar Ömer b. Abdıûa-ziz zamanını ve o zamanda oluşturulan komisyonun başındaki kişi olarak da Zühri'yi kaydederler.
Fitnenin yaygınlaştığı,-hadis uydurma hareketinin önü alınmaz bir durum arzettiği bu günlerde hadisçikr, cerh ve ta'dil faaliyetini başlatarak, hadis rivayet edenleri gözaltında tutmaya ve sıkı bir tenkid süzgecinden geçirdikten sonra güvenilir olanları olmayanlardan ayırmaya, her birinin rivayet ettiği hadisleri sıhhat ve zaafiyet yönünden derecelendirmeye yönelmişlerdir. Hadisçiler bu faaliyeti sürdürürken, fıkhı, ilmi ve takvası yanında çok hadis rivayetiyle de tanınan Halife Ömer b. Abdülaziz de sshih hadislerin, ancak bir kitapta toplanması halinde korunabileceği inana içinde, idaresi altında bulunan valilere ve hadisle meşgul olan bazı ulemâya "Hz. Peygamber 'in hadislerini ve A mm binti Abdirrûhman 'm rivayet ettiği hadisleri araştırıp yazınız ; sira ben ilmin kaybolmasından ve ulemânın gitmelerinden korkuyorum" Şeklinde emir vermiştir.
Ömer b. Abdulaziz'in tedvinle ilgili emrini ilk gerçekleştiren ve topladığı hadisleri Halİfe'ye gönderen kimse Ztthrî olmuştur. Zira aynı emri alan Ebû Bekr b. Hazm, işi tamamlayıp yazdığı kitaplan göndermeden Halife ve* fal etmiş, topladığı hadisler de kendi elinde kalmıştır.
Birinci hicri asnn sonu ile ikinci hicri asrın bası, hadis tedvininin başlangıcı olarak kabul edilmekle beraber, asıl hadis eserlerinin ortaya çıkısı, ikinci asnn ilk yansından sonraki devreye rastlar. Zuhri'nin tedvin faaliyeti ile ilgili olarak Salih b. Keysan'dan nakledilen habere göre, Zuhri'nin Hz. Feygam-ber'den gelen sünen yanında, sünnet olduğu görüşü üe sahabeden gelen haberleri de toplayıp yazdığı anlaşılmaktadır. Diğer yandan yine bu devrede hadisler belli bir sisteme tâbi olmadan toplanmış ve kaydedilmiştir.
Mümkün olduğu kadar Hz. Peygamber'in hadislerini toplayan kitaplar meydana getirmek ve bu kitapların daha kolay bir şekilde kullanılmalarını sağlamak için, hadislerin gelişigüzel sıralanması yerine, konularına göre ter-tib ve tasnif olunması cihetine gidilmiştir. Bu suretle meydana getirilmiş hadis kitaplarında hadisler konusu ile ilgili bölümlerde yer alıyor; böylece arayıp bulmak kolaylaştırılmış oluyordu.
Yine bu dönemde tasnif sistemlerinin çeşidine göre musannef, müsned, sünen, cami, mu'cem gibi değişik adlarda eserler meydana gelmiştir.
Hadislerin, konularına bakılmaksızın sahabî ravîlerine göre ardarda sıralandığı eserlere "müsned" denmektedir. Bu tür eserlerin ilki olarak Ebû Davud et-Tayalâsi'nin (204/219) Müsned'i bilinmekte olup, eser matbu olarak elde bulunmaktadır. Bunların en meşhur örneğim de Ahmed b. Hanbe!'-in (241/856) Müsned'i teşkil etmektedir.
Hadislerin sahabîlere, şeyhlere veya beldelere göre, çoğu kere alfabetik olarak sıralandığı eserlere "mu'cem"denir.
Mucem türünün en meşhuru Taberânî'nin (360/971) üç mu'cemidir. Mu'cem'ül-Kebir, Mu'cem'ül-Evsat, Mu'ccm'üs-Sağir. Bu üç mu'cem de günümüze intikal etmiştir.
Hadisleri konularına göre ihtiva eden eserlere de genel olarak "mustmnef" denmektedir. Kütüb-i Sitte ile en mükemmel örneklerini veren 'musannif türü eserler sistematik hadis koleksiyonlarını meydana getirirler.
Camiler, bütün dinî konularla ilgili hadisleri toplayan en geniş kapsamlı eserlerdir: Ma'mer b. Raşid'in (152/769) camii, Buhari'nin (256/870) camii, Müslim'in (261/872) camii bu türdendir.
Taharetten vasiyyete kadar bütün fıkhı konulara ait merfü hadisleri ihtiva eden fıkıh kitaplan tertibindeki hadis kitaplarına da "Sünen" denmektedir. Ebû Davud'un (275/888) Sünen'i, Nesâj'nin (303/915) Sünen'i, İbn Mâ-ce, Dârimî ve Dafekutnî'nin Sünenleri, sünenlerin en meşhur örnekleridir.
Hicri üçüncü asnn sonuna kadar hadisler hıfz, kitabet, tedvin ve tasnif, devirlerinden geçerek kitaplara geçmiş ve hadis ilmi üçüncü asırda altın çağına ulaşmıştır. Zira bu cağda 'Kütüb-i Sitte' diye tanınan altı hadis kitabı telif edilmiş ve günümüze dek en güvenilir kaynak olarak görülmüşlerdir. Daha sonraki eserlerin pek azı müstesna hep bu önceki devirlerde yazılanlara dayanmışlardır.
İlk üç asırda yazılanların sistemlerinde değişiklik yapmak, ravîleri hakkında yeni kitaplar yazmak, hadislerini değişik boyutlarda incelemek, şerhlerini yazmak, ihtisar etmek, şartlanna uyan benzer hadisleri toplamak, aynı hadisleri başka tariklerden toplamak gibi değişik amaçlı olarak yeni isimle birçok eser meydana getirilmiştir. Hadis külliyatının ilk üç asırda oluşturulan eserlere dayandığını ve hadis dalındaki değişik ilimlerin kaynağı olan eserlerin yine o devirde telif edilenler olduğunu söylemek mübalağa olmasa gerektir. [25]
1- sl-Muhaddis'ul-FâMİ Beync!r-Râvî ve'İ-VS'î,
Ebu Muhammed el-Hasen b. Abdurrahmân er-&tmehurmûz£ (360/971)
2- Ma'rifetu Ulûm'iî-Hadis,
d-Hâkira Ebu Abdullah en-Neysâbûrî (405/ 1014)
3- e!-Müstahrec alâ Ma'rifcti USûm'il-Hadis, Ebu Nuaym el-îsfebân? (430/1038)
4- el-ÎCtfâye fi Îim'ir-Rivaye,
eİ-Hatib Ebu Bekr d-Bagdâdî (463/1071)
5- el-Cânıi' li Ahlâk'ır-râvl ve Âdâb'ss-Sâmi', el-Hatib Ebu Bekr eS-Bagdâdî (463/1071)
6- el-lbnft* iia Ma'rifcîi Usürir-Rivaye ve lUryîd'is-Sema', d-K&dî lyaz (544/1149)
7- Mâ iâ Yese'ul-Mühaddise Cehîuh,
Ebu Hah Ömer b. Abdulmecid el-Meyânc? (SS0/11S4)
8- Ulum'-Jl-Hadis (Muksddimet-i Ibn Salah),
îbn. Salah Eba Amr Osman,b, Abdurrahman aş-Şehrizûrî (643/1245)
9- et-lakrîb veft-Te>-sir li Nfc'rifeîi Sünen'ü-Seşîri'n-Neair, Muhyiddin Yahya b. Şeref cn-Nevevî (676/127?)
10- thtisflru Ulûm'ü-Hadis, eî-Hâfiz Ibn Kesîr (774/1373)
11- Nuhbct'ul Fiker fî Mustalahı Ehl'ü-Eser, tbn Kacer ei-Askalânî (852/1448)
12- Tedrîb'ur-Râvî fi Şerhi Hücritfin-Nevevt
Cdfileddin es-Suyûfî (911/1505)
13- el-Manzûîaeî'Ül-Beykûnî,
Önier b. Muharamed el-Beykûnî (Î080/1669)
14- Kavâid'at-Tihdis, Cemâleddin d-KScunl (1332/1914)
15- Tfevcfh'un-Nazar ilâ UriU'U-Eser Tkbir cİ-CtzAin (1338/1920) [26]
Hadisler, metin ve sened bakımından ya makbul veya merdûd kabul edilir. Kabul vasfını haiz alan bir hadis, ya bu vasfın en üst derecesiadc bulunur, ya da bu derecenin altındadır, Red vasfını haiz alan hadislerde de buna benzer dereceler görülür.
Hadislerin genel görünüşü hakkındaki hu kjs& açık!amadan{ makbul oîan hadisin "sahih", merdûd oîan hadisin ise "myıf1* olduğu anîsşümakta&ır. Bununla beraber, sahihle zayıf arasında, zayıfın üstünde ola», fakat sahihin üst derecesine ytikseleracyen bazı hadisler daha vardır ki, bunlara, da "hasen" ismi verilmiştir. Suyuîî'ye göre 'hasen' tabiii, Şafiî ve Buhârî gibi hhM hadis-çiîer taraftndaîî kullanılmış, aacak hEdîsİerin taksimi içerisine ilk dçvifierds ^rmeaiîştir. Onu, sahihle zayıf arasmda iîçünca bir dertee olarak ilk defa zikreden Hattâbî olmuştur. Şu halde hadisler, üç kısma ayrılmıştır. Sahih,
kısma 'mâtavâtir', İkindi kısma da 'âbSd' demişlerdir, levaıür dermesine haberle aziz' vEr-i âhâdı taksim etmişler, mütevâtiri m bu taksimleri İçe isine almamışlardır. Çünkü Hz. Peygambsr'den tevatür derecesinde nakkdllraiş oJsjî bir hadisin, gerek metni, gerekse isnadı veya nevileri hakkında münazara ve mü-n&kaşa açmaya lüzum hissetmemişlerdir. [27]
Yalan üzerine birleşmelerin mimkin olmayan raviler topluluğunun her nesilde, kendileri gibi bir topluluktan alıp naklettiği, işitme veya görmeye dayanan hadisler mtttevatirdir. Kesin bilgi ifade ederler, ledkik ve tenkid dışı bırakılmışlardır.
Botun rivayetlerinde lafızları aynı olan mütevatir hadislere, "lafzen mütevatir" denir. Bu tur hadisler yok denecek kadar az kabul edilmektedir.
Aralarında ortak bîr nokta bulunan değişik hükümleri, yalan söylemek üzere anlaşmalarını aklın kabul edemeyeceği kadar çok sayıda bir topluluğun nakletmesiyle ortaya çıkan müşterek mânâya "manen mütevatir" denir. Bu tür mütevatir haberlerin sayısı ise lafzen mütevatir'e oranla daha çoktur.
Mütevatir hadis, zaruri olarak kesin bilgi ifade eder. Bu sebeple de Ra-sülüllah'm mütevatir hadislerini inkar eden kâfir olur. Çünkü böyle bir İnkâr, Rasûlüllah'ı inkâr anlamına gelir. [28]
Ravi sayısı ve nitelikleri açısından tevatür şartlarına ulaşamamış hadîslere 'âhâd hadis* denir. Hadis kitaplarım dolduran hadislerin hemen hemen hepsi, bu anlamda âhâd hadislerdir. Kendi içinde çeşitlere ayrılmıştır.
a) Meşhur hadis: Her nesilde en az üç ravisi bulunan, fakat mütevatir derecesine ulaşamayan hadislere 'meşhur' denilmiştir. Bununla birlikte, halk arasında şöhrete ulaşmış haberlere de bu isim verilmiştir. Bu takdirde hadisin ravi sayısı bahis konusu değildir. Bu şekilde 'meşhur' terimi bir veya daha fazla ravisi olan hadisleri içine aldığı gibi, hiçbir isnadı olmayan fakat halk arasında meşhur olmuş haberleri de içine alır.
Meşhur hadisin mutlaka sahih olduğu İlk anda alda gelebilirse de, aslında böyle değildir. Tevatür derecesini bulmadığı için, ravileri tenkide tabiidir, ledkik sonuçlarına göre meşhur hadis, sahih, hasen veya zayıf kısımlarından birisine girer. Konu genellemeden kaçınmayı gerektiren özelliğe sahiptir. Meşhur hadise 'Müstefiz' de denilmiştir. Ayrıca, müstefiz'i ibtida ve intihasında müsavi olmakla kayitlayanlar da olmuştur.
b) Aziz hadis: Herhangi bir tabakada en az iki veya üç ravinin rivayet ettiği hadislerdir.
c) Garib hadis: Hangi tabakadan olursa olsun bir ravinin rivayet ettiği hadise 'Garib hadis' denir. [29]
a) MötevaÜK Yukarıda zikredildiği üzere, tevatür şartlarını taşıyan bîr hadis, makbuldür ve kesin bilgi İfade eder.
b- Sahih: Adalet ve zabt sahibi ravilerin muttasıl senedle rivayet ettikleri illetli olmayan hadistir.
Bu tarife göre bir hadîse sahih diyebilmek için şu şartlar gerekmektedir:
a) Senedinin kesintisiz olması
b) Ravilerin âdil ve Öğrendiğini eksiksiz belleyen ve nakleden kimseler olması
c) Sika bir ravinin, kendisi gibi sika ravilere muhalif olarak naklettiği (şâzz) bir hadîs olmaması
d) Hadisin illetten uzak olması (yani, dış görünüşü itibarıyla sahih görünmekle birlikte, konunun uzmanlarınca farkedüebilecek gizli bir kusur taşımaması)
Sahih Hadisin Kısımları
i) Sahih Uzatihv Yukarıda zikretmiş olduğumuz vasıflan kendilerinde en mükemmel bir şekilde toplayan hadisler bu gruba dahildirler. "Sahih hadis" denince ilk akla gelen bu çeşit hadislerdir.
ii) Sahih İigayrihi- Sıhhat şartlarını en üst seviyede taşımamasına rağmen, kendisini 'sahih' derecesine çıkaracak bir başka rivayet bulunan hadislere denir. Bu da hasen hadisin sahih derecesine çıkarılması anlammadır.
Hadisçiler, sahih hadisin hüccet olduğu ve onunla amel etmenin vacib olduğu görüşündedirler. Sahih hadisin ravisinin tek bir kişi olması, ya da tevatür derecesine ulaşamayan iki-uc kişi olması arasında bir fark yoktur.
c- Hasen: Şâz ve illetten salim olarak, zabtı mükemmel olmayan râviler tarafından muttasıl bir senedle rivayet edilen hadistir. Sahih ile hasen hadis arasında bir karışıklığa meydan vermemek için bu tarifte dikkate alınacak husus sudun Sahih hadis ravinin zabt bakımından mükemmel olduğu, hasen hadis ise ravinin bu bakandan noksan olduğu hadistir. Her İki hadis de şâz ve illetten salim olup ihticac ve istişhâda elverişlidir.
Hasen hadis de 'lizatihi' ve 'Hgayrihi' olmak üzere iki kısma ayrılır.
Hasen Uzatikv Mutlak olarak söylendiğinde hasen hadis, 'lizaiihi hasen' demektir. Yani, şâz ve İlletten salim olarak zabtı mükemmel olmayan raviier tarafından muttasıl bir senedte rivayet edilen hadistir.
Hasen Hgayrihi: Senedindeki ravilerden birinin çok hata yapacak kadar dalgın ve yalancılıkla itham edilmemiş olmakla beraber, bu sahada ehliyetli veya ehliyetsiz olduğu anlaşılamayacak kadar kapalı bulunmasıdır. Aynca hadisin metni mutâbi veya şahidle takviye edilmiş olmalıdır.
"Hasen hadis" bütün fakîhlere göre ihticac ve kendisi ile amel edilmek bakımından makbuldür. Hadisçilerin ve usûlcüterin büyük bir çoğunluğu da aynı görüştedirler.
"Hasen Hgayrihi" olanlar da aynı makbuliyet içindedirler. Zira onlar her ne kadar aslında zayıf ise de, başka tariklerle takviye edilmiş olmaları ve kendileriyle çelişen başka hadislerin de bulunmaması sonucu zayıflıkları ortadan kalkmıştır. [30]
Makbul hadis (sahih-hasen) şartlarından herhangi biri noksan olan hadislere "zayıf hadis" denir. Bu şartlardaki noksanlık birden fazla olursa, zayıflık daha şiddetli olur. Bu sebepten zayıf hadisin dereceleri de farklılık arzeder. 49'dan 510'a kadar değişik rakamlarla ifade edilen zayıf hadis çeşitlerinden biz, meşhur olanlarını zikretmekle yetineceğiz.
Hadiste zayıflık genelde iki sebepten kaynaklanmaktadır.
Bunlar: a) Senedde inkıta (kopukluk) bulunması, b) Râvide cerhi gerektiren bir halin mevcut olmasıdır. [31]
Mörsel hadis: Tabiînin sahabeyi athyarak Hz. Peygamber'e izafe ettiği hadistir. Zayıflık sebebi ise senedindeki kopukluktur.
Sahabî'nin, Rasûlüllah'tan duymadığı halde diğer bir sahabîyi atlaya rak Rasûtüllah'tan rivayet etmesine "sahabî mürseii" denir.
Mürsel hadisin hükmü hakkındaki görüşler Üç noktada toplanabilir.
Muliaddislerin, fokihlerin ve usûletilerin çoğıraluğuna göre mürset hadis delil olmaz. Onunla ihticac edilmem. Zayıftır.
Ebu Hanife, İmam Malik ve iarafiannca, sikanın mürseii sahih ve hüccettir.
İmam Şafii'ye göre ise, büyük tabiîlerin mürseii ile itibar araştırmasına dayalı olar&k amel edilir. Yoksa 'mûrsel hadis' hüccet olmaz.
Sahabe mürseii ise sahihtir, hükmü île bilittifak amel edilir.
Muakati' hadîs: Senedinden bir kişinin düştüğü ve mübhem birinin zik-redildiği hadistir. Zayıflık sebebi seneddeki kopukluktur. Munkatı' hadis mür-selden daha zayıftır. hadîs: Senedinde birbiri peşine iki veya daha fazla ravinin düştüğü hadistir. Munkatı' hadisten daha kapalı ve mübhemdir.
Mu'dal hadis munkatı'dan, munkatı' da mürselden daha zayıftır.
Muallak hadis: Senedinin baş tarafından bir veya birkaç ravinin ya da sonuna kadar senedin tümüyle hazfolunduğu hadistir. Ta'Iik kısaltma maksadı ile yapılır. Günümüzde bilhassa halk için yazılan hadis kitaplarında sadece sahabî ravisi zikredilerek yapılan rivayetler hep muallaktırlar. Ancak bun-lann asıl kaynaklarda senedleri 'muttasıl* olarak yer almış olduğundan, sıhhatlerimden bir şey kaybetmezler.
Bir ravinin, görüştüğü şeyhten işitmeden, yahut da muasırı olmakla beraber görüşmediği şeyhten işitmiş gibi rivayet ettiği hadislere denir. Hadisçiler arasında, bu çeşit rivayetleriyle şöhret kazananlara "mü-deilis", rivayet tarzına da "tedlis" denilmektedir.
Ttedlis çeşllterl şunlardır
i) îsnadda tedlis: Ravinin görüşmediği veya görüştüğü halde hadis almadığı çağdaşı bir kişiden işitmiş gibi "kale fuîan"veya "an/ulan" diyerek hadisi rivayet etmesidir. Ravinin görüşmediği çağdaşından yaptığı bu rivayetine "Mürsel-i hafi" de denir.
i) ŞÛyuhta (Şeyhlerde) tedlis: Ravinin, durumunu gizlemek istediği şeyhini, haiz olmadığı vasıflarla anması veya bilinen isim ve künyesinden başka bîr isim ve künye İle zikretmesidir.
ii) Tksviye tedüst Ravinin, hadisini makbul ve sahih göstermek için senedde bulunan, fakat kendi şeyhi olmayan birini zayıf ve kendinden daha küçük olduğu için atlayarak, hadisi sâdece sika ravilcr rivayet etmiş gibi göstermesine denir. Tedlisin en kötü çeşidi, büyük ölçüde bir aldatma mevcut olduğu için tesviye tedlisidir. [32]
"Cerh" sözlükte, silahla yaralamak, dürtmek, bir yarayı deşmek, tesir etmek gibi mânâlara gelir. "Tb'dil" ise, doğrultmak, adaletini açığa çıkarmak demektir. Her iki kelime, hadis ravilerinin eleştirilerek hem özel hayatlarında, hem de hadis rivayetinde kusur ve ayıp sayılan hâlleri olup olmadığının açığa çıkarılmasında kullanılan birer terimdir. Bunlardan 'cerh' hadis ilminde ilerlemiş bir âlimin, bir hadis ravisini bazı kusurları dikkate alarak tenkid etmesi sonucu rivayetini çürüğe çıkanp reddetmesidir. 'Tb'-dÛ' ise böyle bir tenkid sonucu ravinin kusursuz bir kimse olduğunun tes-bit edilmesidir.
Hadis ravilerinin tenkidi 'on esas' göz önünde bulundurularak yapılır. Bunlardan beşi râvinin adaleti, beşi de zabt özelliği ile ilgilidir. [33]
1. Kizb'ür-Ravi: Ravinin yalan söylemesi, hadisle ilgili olsun veya olmasın, yalan söylediğinin açığa çıkması.
2. htihâm'ur-Ravî bi't-Kİzb: Râvinin yalan söylemekle İtham edilmesi. Töhmet-i Kizb de denir.
3. Fısk'ur-RâvL- Râvinin dini emirleri yerine getirmekte kusurlu davrandığının tesbh edilmesi.
4. Bid'at'ur-Râvi: Islâmî prensiplere aykırı görüşler ileri sürmesi.
5. Cehalet 'ur-RâvL- Râvinin bilinmeyen, meçhul bir kimse olması. [34]
1. Gaflet; Râvinin dikkatsizliğinin sabit olması.
2. Kesret'ul-Galat: Çok hata yapması, Fuhş-u Galat da denir.
3. Sû'ul-Htff \anhş ve kötü ezberlediğinin belirlenmesi.
4. Vehnv Ezberlediği hadisleri birbirine karıştırıp, ne rivayet ettiğini bilmemesi.
Myfa'Ot-SâHhîn TercOme ve Şerhi
5. Muhalefet'us-Sikâf Sıka denilen, her bakımdan güvenilir rftvikrin rivayetine aykın rivayetlerde bulunduğunun anlaşılması,
CerhedÜen bir rfiviye 'mecruh' veya 'mat'ûn' denir. Mecruh bir râvinin hadisi ise zayıf sayılır.
Aksine bu hallerden uzak olduğu tesbît edilmiş olursa, adaleti (güvenilir olduğu) açığa çıkarılmış demektir. İşte râvilerin hadislerinin değerini tes-bit edebilmek için bu şekilde tenkid edilmesine "cerh ve ta'dil" adı verilir. [35]
Bu bölümde, 'metain-i aşere'&e ilgili olarak on zayıf hadis sıralanacaktır.
1- Mevzu hadis: Hz. Peygamber (s.a) adına yalan uydurmak (kizb) ile cerhedilmiş râvinin rivayetine 'mevzu hadis' denilir. Birtakım iftiracılar, hadis uydurmak için geniş hayaller kuramadıklarında, Rasûtüllah'a kadar uzanan uydurma senedlerle, onun ağzından parlak hikmetler, özlü sözler, yahut veciz misaller elde etme yoluna başvurmuşlardır.
Hadis uydurma sebeplerini şöylece sıralayabiliriz
a) İslâm düşmanlığı- 'Zındık' ismi ile tanınan bu kimseler, Kur'an üzerinde herhangi bir tebdil ve tağyir yapamadıkları için, Hz. Peygamber'in (s.a) hadislerinden istifade yolunu seçmişlerdir. Uydurduktan binlerce hadisle İslâm akaidini bozmaya ve muslumanlann kalplerine şüphe düşürmeye çalışmışlardır.
b) Milliyet, kabile ve mezhep kavgaları- Değişik ırklara, kabilelere ve mezheplere mensup kimseler arasındaki münakaşalar ve mücadeleler de hadis uydurulmasına sebep olmuştur. Bu mücadelelerde her birinin, kendi mensup olduğu topluluğu veya bu topluluğun reisini, yahut imamını övmesi, buna karşılık muhalif olduğu diğer toplulukların reis veya imamlarını yermesi, çok defa bu konularda uydurduğu ve Hz. Peygamber'e İsnad ettiği hadislerle takviye edilmek istenmiştir.
c) Vaaz ve hikayeler Âbid, zâhid ve sâlih görünüşlü birçok kimsenin cami ve mescidlerde yaptıkları vaaz ve nasihatlerini süslemek ve daha tesirli bir sekle sokmak maksadı ile başvurdukları usûllerden biri de, konuşmalarında mevzu hadislere fazlaca yer vermek ve çok defa bu hadisleri bizzat uydurmaktır.
d) Halife veya emirlere yaklaşmak arzusu: Dünya nimetlerini fihiret
nimetlerine tercih ederek halife veya emirlerin heva ve heveslerine göre fetvalar veren kimseler ihtiyaç anında hadis uydurmaktan da çekinmemişlerdir, e) Halta hayırlı işlereyöneltmek arzusu: Müslümanları hayra ve İyi ameller yapmaya teşvik etmek ve dinin çirkin gördüğü kötü hareketlerden sakındır-mak'maksadıyla 'hadis' diye uydurulmuş sözler, mevzu haberler arasında hayli kabarık bir yer tutmaktadır. Allah katında makbul olan bir iş yaptıklarını zannederek hiçbir kayda tâbi olmaksızın hadis îmal edenlerin, zahidler, mutasavvıflar ve daha çok bu kılığa bürünen kimseler olduğu görülmektedir. [36]
a) Hadis uyduran kimsenin, yaptığı işi bizzat itiraf etmesi.
b) Rivayet edilen hadiste bir gramer hatası veya mânâ bozukluğu bulunması. Böyle bir kusurun, Arapların sn fasihi olan Hz. Peygamber'den sâdır olması imkansızdır. Hadis /imiyle meşgul olanlar için bu kaidenin tatbiki gayet kolaydır. Hadis münekkidleri, lafız hatasından önce mânâ bozukluğuna dikkat ederler. Zira mânâ bozukluğu, hadisin uydurma olduğunu gösteren en açık bir delildir.
c) Rivayet edilen hadisin, tevili mümkün olmaksızın akla veya his ve müşahedeye aykırı düşmesidir.
d) 'Hadis' diye rivayet edilen sözün, basit bir iş yüzünden şiddetli cezalar veya büyük mükâfatlar görüleceğini ifade etmesidir. Mesela, mendub bir işin yapılmasıyla veya bir mekruhun terkediîmesiyle binlerce huri ile beraber altından ırmaklar akan cennetlerde ebediyyen yaşanacağını veya yine bir mendubu îerk etmekle yahut bir mekruhu İşlemekle Allah'ın gazabını kazanmış olarak ebediyen cehennemde kalınacağını anlatan uydurma sözler bu kabildendir.
e) Hadis uyduran kimsenin, yalancılıkla meşhur olan, dindar olmayan ve şahsi arzularım tahakkuk ettirmek hevesiyle hadisler ve senedler uydur-makdan korkmayan biri olmasıdır.
2. Metruk Hadis: Yalancılıkla İtham edilmiş bir ravinin rivayetinde yalnız kaldığı hadise 'metruk hadis' denir. Daha kapsamlı olarak şöyle de tarif edilmiştin Hadiste yalan söylemekle itham edilen, davranışı veya sözü bakımından fiskı açık olan ya da çok vehimli olan bir ravinin rivayet ettiği hadîstir.
3. Müsker Hadis: Zayıf bir ravinin sika raviye muhalif olarak rivayet
ettiği hadistir. Sikanın zayıf râviye muhalif olarak rivayet ettiği hadise de "ma'~ ruf hadis" denir.
4- Şaz Hadis; Sika bir ravinin kendisinden daha sika bir raviye veya ravi-ler topîtiiu£.?.na muhalif olarak rivayet ettiği hadistir. Buna göre. ş&t hs^?t* nutlaka teferrüd ve muhalefet puım ,&^i mılunması lâzımdır. Bu İki özelliği taşıyan bir hadis, sahih olmaktan çıkarak 'zayıf hadisler' grubuna girer, bu durumda onu, zayıf hadislere mahsus olan neviler arasında zikredebiliriz. Anlatılan ravilerin rivayetlerinden daha makbul ravi veya raviler topluluğunun hadisine 'mahfuz hadis' ismi verilmektedir. Yani 'şâz'ile "mahfuz" birbirinin zıddı olmaktadırlar.
5. Muallel Hadis: Dış görünüşü itibarıyla sahih olmakla beraber, bu sıhhati yok edebilecek gizli bir illete sahip olan hadislere "muallel hadis" denir. Mürsel veya munkatı* hadisi mevsul olarak, yahut bir hadisi bir başka hadis içine katmak, mevsul olanı mürsel, merfû, mevkut olarak rivayet etmek gibi cerhe sebep olan hatalara 'vehim' denilmektedir. Bu tür hataları bulunan hadise de 'muallet' denir.
6. Mudsrib Hadis: Birçok rivayetleri bulunmakla beraber, bu rivayetler birbirine eşit düzeyde olduğu için aralarında tercih yapma imkanı olmayan bir ravinin veya İki ya da daha çok ravinin rivayet ettiği hadistir.
Kısaca iki farklı surette rivayet edilen, 'hadis' diye de tarif edilmesi mümkün olan muzdarib hadis, temelde muhalefet unsuruna dayanmaktadır, h-dırab, ravinin zabtının noksanlığına da delâlet eden bir rivayet kusurudur. 'İzdırab' çoğunlukla hadisin isnadında, bazan de metninde olur.
7. Makinb Hadîs: İsnadında, bir veya birkaç ravinin isim veya nesebleri-nin ve metninde bazı kelimelerin -bilerek veya bilmeyerek- değiştirilmiş olduğu hadislere 'maklub hadis' denir. Değişme (kalb) hadisin ya isnadında ya da metninde olur. Bu ise ya kasden yapılır ya da yanlışlıkla ortaya çıkar.
Hadiste yanlışlık şeklindeki değişme, bir hadisçînin hafıza gücünü, hadise karşı rağbeti artırmak ve ölçmek gibi değişik maksatlarla vâki olur.
8. Müdrec Hadîs: Hadisten olmsyan bir kelâmın, hadise bitişik olarak zikredilmesine 'idrac', böyle bir uvgularasya uğramış hadise de 'müdrec' denk Bu, RasûlüBah'ın sözüne herhangi bir lavmin sözünün karışması demektir. Sahabî y% da ondan sonraki ravi, rivayet ettiği hadisin sonuna bir söz ekler veya bir açıklamada bulunur, daha sonraki ravi de bunu hadistenmis gibi rivayet eder, durumu bilmeyen de bütün metnin Rasûlüllah'a ait olduğunu sanır.
'tdrac', sened ve metinde yapılır. Metindeki idrac, başta, ortada ve sonda olmak üzere üç çeşittir.
"Müdrec"in birçok nedenleri vardır. Bazıları şunlardır:
a. Hz. Feygamber'İn hadisindeki bazı garip lafızları açıklama arzusu.
b. Ravinin, Rasûlüllab'ın sözünü söylemeye bir hazırlık olmak üzere zikrettiği şer'î hükümdür ki, metnin başındaki idraciarda olur.
c Hadisten bir hüküm istinbat etmek (çıkarmak) ki, bu da metnin ortasındaki veya sonundaki idraclarda olur. Bütün bunları râvi kasden bite yapmış olsa, onun bu hareketini normal karşılayabiliriz. Bu sebepledir ki, Zührî ve diğer bazı imamlar zikrettiğimiz maksatlardan biri için müdrec yapmakta bir beis görmemişlerdir. Bu saydığımız sebepler dışında kasten yapılan idrac ise, hadis ve fıkıh imamlarının icmaı ile haramdır.
'Müdrec' olan kısım birkaç şekilde bilinir.
a. O kısmın Hz. Peygamber'e İzafe edilmesi muhal olur.
b. Sahabî'rün müdrec cümleyi Hz. Peygamber'den duymadığını açıkça söylemesidir.
c. Bazı raviler müdrec olan sözü merfû metninden ayırarak kimin söylediğini belirtir ve ilave edilen kısımla, edilmeyeni gösterir.
9-10. Musahhaf ve Muharref Hadis: Kelimesi nokta değişikliğine uğramış hadise 'musahhaj hadis' denir. Bu tür değişiklik çoğunlukla metinde ba-zan da seneddeki isimlerde görülür. Yine bu tür hatalar bilhassa yaz] İr vesikalar İstinsah edilirken daha çok görülür. Bu sebeple de mukabele edilmemiş nüshaların kıymeti olmaz.
Kelimesi hareke değişikliğine uğramış hadise de 'muharref denir. [37]
1. Müsned Hadisten Senedi başından sonuna kadar muttasıl olarak Ra-sÛIüllah'a isnad edilen hadistir. Mutlaka RasÜlttllah'a ref şartı aransa bile 'müsned', makbul olan görüşe göre, merfûnun murâdifı değildir. Merfûnun isnadında inkıta' (kesinti) olabileceği halde, 'müsned hadis' ittisal ve ref şartlarını cem etmektedir. Yani her merfû hadis müsned değildir, fakat her müsned hadis merfûdur.
2. Muttasıl (mevsûl) Hadisler: İster RasûlüHah'a ref edilmiş olsun, ister sahabî veya daha aşağıdaki bir şahısta kalsın, senedinde kesiklik olmayan hadise bu ad verilir. Muttasıl hadis bazen merfû olur, bazen olmaz.
3. Mn'an'an Hadisten Lafzından da anlaşılacağı gibi, tahdis ve sema' sözleri açıkça belirtilmeden senedinde "fûian an /ulan" denen hadistir. Mu'-an'an hadiste itimad edilen görüşe göre üç şart bulunursa 'muttasıl sened' gibi kabul edilir. Bu üç şart şunlardır.
a. Râvinin adaleti.
b. Râvinin rivayeti aldığı zâtla görüştüğünün sübûtu.
c Râvinin tedlisten salim olması.
Bazı münekkidler, Mu'an'an hadisi, "Mürset" gibi telakki ederek îhti-cac edilemeyeceğini söylemişlerdir. Buna rağmen iIeihticac edilebileceğim söyleyen münekkidler de vardır.
4. Müea'en Hadisten Senedinde "haddesena fûlan ennefûlanen kale" denilerek rivayet edilen hadislerdir. Malik b. Enes'e göre "an fûlan" ile "en-ne fûlan" arasında hiçbir fark mevcut değildir. Ahmed b. Hanbel ise "an" ile "enne"rân musâvi olmadığım söylemiştir.
Gerçek şudur ki, ravinin kullandığı muhtelif lafızlar, lisan ulemasınca 'tahdis' olarak kabul edilmektedir. Bu meseledeki ihtilaf örf ve âdet bakımından olup sâdece hadis münekkidini arasında bahis mevzudur.
5. Müselsel Hadisten Senedindeki ravilerin, bazan ravinin bazan da rivayetin sıfat ve hallerini aynen devam ettirerek naklettikleri hadise 'müselsel hadis' denir.
Müselsel hadisin müsned ve muttasıl olup, tedlisten salim oluşu o hadisin sahih olduğunu zannettirebüir. fbn Kesir, "Müselsel hadisin faydası, ted-lis ve inkıta'dan uzak olusudur. Bununla beraber müselsel tarikle gelen bir hadis nadiren sahih olur" demektedir.
6. Âli Hadisten Senedlerindekİ ricalin azlığı dolayısı ile Hz. Peygamber'e yakın olarak rivayet edilen hadislere bu isim verilmiştir, tsnaddaki bu yakınlık, aynı hadisin daha fazla sayıdaki râvilerden müteşekkil diğer bir senedine nisbetle ölçülür.
Senedindeki ricalin azlığı dolayısıyla Hz. Pcygamber'e (s^> olan yakınlığa, 'Uhtvv-i Hskikî'\ el-Ameş, İbn Cüreyc ve Mâlik gibi meşhur hedis imamlarına olan yakınlığa da 'Üiuvv-i Nİsbî' denmektedir. UIuvv-i Nisbî'nin, muvafakat, bedel, musâvât ve musafaha olmak üzere dört çeşidi vardır.
7. Nî-ü'i Hsdisten Âlî hadislerin karşılığı olarak rivayst edilen hadislerdir. Eğer sika (güvenilir) râvilerin ziyadesiyle nazil hadislerin isnadı, âlî bir isnada nisbetle üstün duruma geçerse, nazil hadis elbette diğerine tercih edilir, tbn Mübarek'in dediği gibi, "Hadisin sıhhati, isnadın âlî olmasına değil, ricalin güvenilir olmasına bağlıdır".
8. Mütâbi' Hadisten Ferd olarak bilmen bir hadîsin ravîsine, güvenilir olan ve rivayeti kabul olunan bir başka raviisîn mütâbeat ederek ilk râvinin şeyhirsden aynen ve lafzen rivayet ettiği hadislerdir.
Ferd olan hadisin 'cami', 'sünen', 'cüzler' gibi hadis külliyatından mu-tâbii veya şahidi olup olmadığının araştırılmasına "itibâr' denir.
Mütâbi'i bulunan hadis, önceki rivayeti teferrüdden kurtarırsa da, ravi-lerinin kabul ve red sıfatlarına göre hadis, sahih, basen veya zayıf olabilir.
9. Şshid Hftdislen Ferd zannolunan bir hadîsin ravîsine, bir başka ravi-nîn aynı hadisi diğer bir safcabîden lâfzen ve manen veya sadece mâsâ itiba-nyla benzeyen bir metinle rivayst ederek muvafakat ettiği hadistir. [38]
Hadis metninin kendisine isnad edildiği zât faıkh olabilir. Bu farklılığa göre de hadisler değişik isimlerle adlandırılırlar* Hadis, Allah Teâlâ'ya isnad edilmişse "kudsî", Kz. Peygamber'e isnsd edilmişse "merfû", bir saiıabîye isnad edilmişse "mevkuf*\ bir tabiî veya daha sonraki nesilden birine isnad edilmişse "maktu" adını ahr.
1. Kudsi Hadis: Ayet olmamak kaydıyla, Hz. Peygamber'in (s-a.) "Allah İkâlâ şöyle buyurmuştur" şeklinde Allah'a nîsbet ettiği hadistir. Bunlara "İlahî" veya "Rabbânî" hadisler de denir.
Kudsî hadislerde Hz. Pcygamber'in Allah lcâlâ*dan rivayette buluodu-ğıanun ifede edilmesi, "kudsî hadislerin !qfv Allah'a aittir" diyen âlimlere delil t^V.ü etmektedir. An^sk âlimknü çoğu kudsî hadislerin kfznun Hz. Pry-gsiîiNı 'e, mâoâsınm ise Allah THlâ'ya t\ olduğu ioruşüadcdh; Bbu'l-Bekft da bu göiUşü benims^e^ kanasıini ş&yle belirtmiştir: "Kur'an Kerim 'in hem lafzı, hem de mânâsı vahy-i celî ile Allah Tkâlâ tarafından in-zsl olunmuştur Kudsî hadise gelince, onun İafzı Rasûl-i Ekrem'e mânâsı ise ilham ile yahud uykuda bildirmek suretiyle Allah Teâlâ'ya aittir".
Bu tür hadislerin iki özettiği vardır: 1- Hz. Peygamber tarafından Allah IHlâ'ya izafe edilmesi 1- Konularının genellikle Allah leâlâ'nın sıiailanyla ilgili olmasıdır.
2. Merfu Hadis; Sdz, fiil, takrir, fıtrî veya ahlâkî vasıf olarak açıkça veya doiaylî bir şekilde Hz. Peygamber'e izafe edile» hadistir. İzafe edenin sa-
sında fark yoktur. Bu tariften de anlaşılacağı gibi merfû, her zaman muttasıl olmaz. Bazen bir sahabînin düşmesiyle mürsel, bazan senedinden bir kişinin düşmesiyle munkatt', bazan da iki veya daha fazla râvinin düşmesiyle mü'-dal olur. Hadisin sırf merfû olması, mutlaka "sahih" denmesi için kâfi bir sebep değildir.
Merfû'da sened bir tarafa bırakılarak sadece metnin durumuna bakılır. Bu hSle göre Hz. Peygamber'e izafe edilen her şey merfûdur. [39]
a) Samhaten merfû: Açık bir şekilde Hz. Peygamber'e izafe edilen ha-dîsdir. Yzsâ hadis içince, RasûlUUah'a ait bir söz, bîr fiil, bir takrir veya bir vasıftan söz ediliyorsa bu açıkça merfû bir hadistir. Ayrıca, sahabîlerin "şunu yapmakla emrolunduk, şunları yapmaktan nehyolunduk" şeklinde verdikleri bilgiler de "açık merfû" olarak değerlendirilmiştir.
b) Hükmen merfû: Sahabe'nic şahsi görüş ve kanaatma dayanarak söylemesi mümkün olmayan konulardaki sözlerine de "hükmen merfû" denir. Verdiği bilgileri Rasûlülîah'daB duyduğunu sçıklamasa dahi, konuların özelliği açısından onlan, Rasûlüilah'dan duymuş olduğu, ya ds en azından Hz. Feygamber'den öğrenmiş olan başka bir sahabîden işitmiş olduğu düşünülür. Böylesi haberleri veren şarabînin, îsFSÎUyât'lan nakillerde bulunanlardan olmaması önem kazanır. Aksi halde verdiği bilginin Israüîyât'tan olması mümkündür.**)
3. Mevkuf Hadis: Sahabe'ye ait söz, fiil ve takrirlere mevkuf denilmiştir. Mesela, tabiinden olan birinin: "ömerb. Hattab şöyle dedi, şöyleyaptı" veya "yanında şöyle hareket edildi de ses çıkarmadı" demesidir. Ancak sahabeden rivayet edilen bu gibi haberler, Hz. Peygamber zamanına isnad edilirse (dayandınhrsa) ya da Hz. Peygamber'den öğrenilen herhangi bir meseleye İstinad edilirse bunlara merfû denilir.
Mevkuf hadisler, umumiyetle Hz. Peygamber'in hadislerinden ayırtedil-diği için 'dinde hüccet' olarak kullanılmamıştır. Bazıları bu tür hadisleri zayıf hadisler içerisinde zikretmişlerdir. Halbuki hadisin mevkuf olması onun zayıf olmasını gerektirmez. Mevkuf bir hadise, şartlarını haiz olduğu takdirde 'sahihtir' demekle, onun Hz. Peygamber'e aidiyeti söylenmiş olmamaktadır. Hatta onunla amel etmenin vacib olduğu da belirtilmiş olmamaktadır.
Hz. Peygamber'in hadislerinde olduğu gibi, sahabeden rivayet edilen bu çeşit haberler de sened itibariyle ya muttasıl ya da munkatı' olurlar. Sıhhatleri açısından da sahih, hasen, zayıf olabilirler.
4. Maktu' Hadis: Herhangi bir tabiiye izafe olunan söz, fiil veya takrirlere "maktu' hadis" denilmiştir. Bu konuda Etbâ'ut-Tâbiin de tabiiler gibi kabul edilmektedir. İmam Ebû Hanife'nin bu-konuda meşhur bir sözü vardır: "Rasûlüllah'dan gelen hadislerin başımız, gözümüz üzerinde yeri var. Sahabeden gelenlerde muhayyeriz. Tabiinden gelenlere gelince, onlar da rical biz de ricaliz"- Ebû Hanife bu sözü ile Maktu'u, ihticac edilmeyen zayıf hadis olarak kabul ettiğini belirtmektedir.
İşte bu sebeple re'y mektebi kıyas-ı celî ile amel etmeyi, tabiinden maktu olarak gelen rivayetlerle amel etmeye tercih etmiştir. Ancak makbul olan görüş şudur: Maktu hadis, isnadının ve metninin durumuna göre, sahih, hasen ve zayıf vasıflarından birini alabilir. Maktû'un sahih ve hasen oluşu, değil Rasûl-i Ekrem'den, sahabeden alındığı mânâsına dahi gelmez. Aksine bizzat tabiinden rivayet edildiği anlamına gelir. Bunlardan sadece büyük sahabîlerle aynı çağda yasamak bahtiyarlığına eren Saİd b. el-Müseyyeb, Şâbi, Nehâî ve Mesruk gibi büyük tabiilerin maktülan ile ihticac etmemiz caiz olur.
Baştan buraya kadar anlattıklarımızı bir sekil halinde şöyle gösterebiliriz. [40]
İki hadîsin zahirî olarak birbirine zıd mânâlarda rivayet edilmesidir. Hz. Peygamberin hadislerinde varolduğu zannedilen tenakuzun (zıtlığın) İzalesini (ortadan kalkmasını) mUmkün kılan bir ilimdir. Hadis âlimleri "müşkil'ul-hadis" veya "ihıilaf'ul-hadis" denilen bu konu İle meşgul ol-' muşlar ve birbirine zıd görülen hadisler arasın? birleştirerek müşkilin izalesinde basan sağlamışlardır.
Birbirine zıd görülen iki hadis karşısında şu yollara başvurulur.
1. Aralarında cem' mümkün ise, bu durumda ne tearuz ne de nesh ihtimali söz konusudur. Her iki hadisle de amel etmek gerekir.
2. İki hadisin arasında cem* mümkün değilse nesh olup olmadığı araştırılır. Eğer hadislerden biri mensuh diğeri de nasih ise, nasihi alınarak onunla amel edilir.
3. Aralarında nesh de mevcut değilse, (iki hadisten bîri, diğerine nisbet-le râvilerin vasıfları veya rivayetleri yönünden aşağı derece olabilir) bu takdirde aralarında tercih yapılır. Sahih hadis tercih, diğeri ise terk edüir.
Suyutî tercih sebeplerini yedi noktada özetlemiştir. Şöyle ki:
1. Kavilerin hallerine bakılarak tercih edilir.
a) lercih edilen hadisin ravileri, diğerine nisbetle daha çok o visi olanda yalan ve hata nisbeti daha az olur.
b) Tercih edilen hadisin isnadı filî olur.
c) lercih edilen hadisin ravileri daha fakih olur.
2, Hadisin tahammül yollarına bakılarak tercih edilir.
a) Buluğ çağından önce veya bu çağa yakın bir zamanda işitilen hadişe nisbetle olgunluk çağında işitilen hadis daha itimada şayandır (tercih edilir).
b) Hadislerden birinin arz, diğerinim kitabet veya birinin münavele, diğerinin vicade yolu ile alınması,
3. Hadisin rivayet keyfiyetine bakılarak tercih edilir.
a) Hadislerden birisinin lafzen, diğerinin manen rivayet edilmesi.
b) Hadîslerden birisinde sebeb-i vürudun zikredilmesi, diğerinde zikre-dilmemesi.
4. Zaman-ı Vürûduna (ne zaman söylendiğine) bakılarak tercih edilir.
a) Hadislerden birinin Medenî, diğerinin Mekkî olması, (Medenî hadisler, Mekkî hadislere tercih edilir).
b) Birisinin hafifletici, diğerinin şiddetli unsurları ihtiva etmesi. Sonraki devirlerde söylendiğine delâlet ettiği için tahfif, hadisin tercih sebeplerinden biri sayılır.
5. Haberin lafzına bakılarak tercih edilir. Hâssın umumi bir lafza tercihi gibi.
6. Hükme bakılarak tercih edilir. gibi.
Tahrime delâlet eden hadisin ibahât veya vücüba delalet eden hadise tercihi
7. Harici durumuna göre tercih edilir.
Kur'an'ın zahirine, başka bir sünnete, kıyasa, cemaatın veya halifelerin amellerine muvafakat eden hadisin diğerine tercihi gibi.
Aralarında bu yönlerden birisiyle bile olsa terdhde bulunmak mümkün değilse, dördüncü yol olarak o hadislerde tevakkuf edilir. Yani bir tarafa mey-ledici bir kanaat hasıl oluncaya kadar hadisler amelden alıkonur. [41]
Kanun koyucunun, önce vaz' edilen bir hükmü, sonraki bir hükümle kaldırmasına "nesh" denmektedir. Bu konuda önceki (kaldırılan) hükme 'men-suh', sonraki (kaldıran) de 'nâsih' denmektedir. Hadis ve Fıkıh uleması, umumiyetle İslâm v,riatmda neshin vukuunu kabul etmişlerdir.
İki hadis arasında neshin varlığı birkaç yolla bilinir:
1. Hz. Peygamber'in tasrihi (açıklaması) ile bilinir. Bu hususta misal olarak zikredilen en meşhur hadis, kabirlerin ziyareti ile ilgilidir. Hz. Peygamber önceleri kabir ziyaretini nehyetmişken, sonradan bu konuda şöyle buyurmuştur: "Sizi kabirlerin ziyaretinden menetmiştim, ziyaret ediniz".
2. Sahabîlerin hadisİCT arasında neshin varlığını açıklamaları ile bilinir.
3. İki nd hadisten birinin tarih itibarıyla önce, diğerinin ise sonra söylenmiş olduğunun bilinmesiyle.
4. Nesh, bazan da icma tankıyla sabit olur. Her ne kadar icma neshet-mez ve nesh de olunmazsa da nâsihe delalet eder. Bu konuda zikredilen misal; Hz. Peygamber'in, üç defa içki içen ve üçünde de üzerinde had tatbik edilen bir kimsenin dördüncü defa içmesi halinde öldürülmesini emretmesi-dir. Bu hüküm icma ile tatbik edilmemiştir. Zira Hz. Peygamber'in de aynı hükmü tatbik etmediğine dair gelen haberkr Ok hükmün, yine sünnetle mensuh olduğuna delâlet ederler. [42]
Hadis ravilerinin cerh ve ta'dili, bu ilmin en mühim kısımlarından birisidir. Çünkü hadislerin sahih ve sakîmi, makbul vt merdûdu, onları rivayet edenlerin hâl ve meşreblerinin tesbit edilmesiyle bilinir. Bu bakımdan ilim ehli, râvilerin cerh ve ta'düinin müslUmanlar üzerine farz olunduğunu açık bir şekilde beyan etmişlerdir. Kavileri cerhetmenin, müslümanlara haram kılınan gıybetlerden olmayıp, bilakis vacib olduğuna hükmetmişlerdir.
Yukarıda {'Ravilerinin Cerhi Sebebiyle Zayıf Sayılan Hadisler' bölümünde) de kısaca değindiğimiz gibi 'cerh', bir yaranın deşilip içindekilerin açığa çıkarılmasıdır. Istılah mânâsı ise bir ravinin, hadis rivayetini tehlikeye düşürecek her türlü ayıplarının tesbit edilip ortaya konulmasıdır. Bu bakımdan ta'dile nîsbetle daha güçtür ve dinî yönden ağır bir mesuliyeti gerektirir.
İbn Ebi Hâtûn ve İbn Salah'a göre ta'dile delâlet etmek üzere kullanılan tabirler en üst mertebeden başlamak üzere şunlardır:
a) Bir ravi hakkında "sika" veya "mutkın" denildiği zaman, onun tarafından rivayet edilen hadislerin hüccet olarak kullanılacağı anlaşılmaktadır. 'Sebt\ 'hüccet''tabirleri de aynı mânâda kullanılmıştır.
b) "Ennehûsadûkun", "manalluhûsıdk"veya "lâbe'sebihi"gibi vasıflarla anılan ravinin hadislerinin tetkik edilmek üzere yazılabileceğine delalet eder. Çünkü bu ibareler, râvide zabt şartının mevcut olup-olmadığını kat'i bir surette tayin etmez. Bunu tesbit etmek maksadıyla ravinin hadisi itibar maksadıyla yazılır ve başka ravfler tarafından da rivayet edilip edilmediği araş-tınkr. Başka tarikten de rivayet edilmişse ravinin doğruluğuna, eğer başka bir tariki yoksa da onun zayıflığına hükmedilir.
c) Biri hakkında "şeyh" denilirse onun da hadisi itibar maksadıyle yazılır. Bu mertebe de öncekilerden aşağı derecededir.
d) "Sâlih'ut-Hadis" denilen ravinin de hadisi itibar İçin alınır, bu ise daha aşağı mertebededir.
Cerhte kullanılan tabirler ise hafifinden şiddetlisine doğru şöyledir:
a) "Leyyin'ul-Hadis", hadislerinin itibar için yazılabileceği ravinin vasfıdır.
b) "Leyse bi kaviyyin" denilen ravi, birinci derecede olduğu gibi, hadislerin itibar için yazılabileceğine delalet eder. Fakat birincinin aşağısında olan bir derecedir.
c) Bir ravi hakkında "Daîfu'l-Hadis" denilirse, bundan evvdküerin aşağısında olmakla beraber, yine de hadisleri itibar için yazıfcr.
d)"Metrûk'ûl-hadis", "Zâhib'ul-Hadis", "Kezzâbun", "Vaddâun" şeklinde vasıflandırılan ravinin hadislerine itibar edilmez. Bu derece, cerhin en aşağı derecesidir.
Cerh ve ta'dile delâlet olmak üzere, bazı hadisçiier yukanda zikredilen ibarelerden başka tabirler de kullanmışlardır. Keza cerh ve ta'dil tabirlerinin derecelendirilmesinde de usûl kitaplarımızda farklılıklar görülmektedir. [43]
iki ravi isminin yazı (hat) yönünden aynı, okunuş veya söyleniş bakımından farklı olmasıdır. Ulema arasında büyük değeri olan bir konudur. Bilhassa hadisçiier arasında bu çeşit İsimlerde hata yapanlar şidtetle ayıplanır. Bu konuda en meşhur örnek, "seltam" ismidir. Bunlardan bej isim müstesna diğerleri 'lam' harfinin şeddesi iîe okunur. [44]
Yazı ve okunuşu aynı olan, fakat ayn ayrı kimselere delalet eden isimlerdir. Mesela 'Halil b. Ahmed'bv çeşit isimdendir. Bu isimde altı fabıs vardır. [45]
Baba isimleriyle kendi isimleri arasında benzerlik olan kimselerdir. Ha-disçiler bu konuda da kitaplar tertip ederek bu çeşit isimleri belirtmişlerdir. Müteşabih'e misâl olarak, Veh'd b. Müslim, Müslim b. Wd, *ezid tbn'ül-Esved ve d-Esved b. Yerid ilimleri verilebilir.
Sahabe ve aşağı tabakalardan bir ravinin hadis öğrenimi açısından akranı olan diğer bir ravi ile rivayet alışverişinde bulunmasıdır. Hadisin bu ismi alabilmesi için iki raviden her birinin diğerinden rivayette bulunmuş olması gerekmektedir. Bu çeşit rivayet "Rivayet'ul-Akron" ismi ile de anılmaktadır.
Büyük bir ravinin yaşça küçük bir raviden rivayetinden sonra, bu küçükten rivayette bulunan sonraki ravi ile, aralarında uzun bir zaman aralığı meydana gelen ilk büyük ravinin küçük raviden bir rivayette birleşmeleri haline "Rivayet*us-Sâbik ve'l-Lâhık" denir. [46]
Muhyiddin Ebu Zekeriyyâ Yahyâ b Şeref en-Nevevî (631-676/1233-1277)
Nevevî 631/1233 yılı Muharrem ayında Şam'ın bir nahiyesi olan Neva*-da doğmuştur. Buraya nisbetle kendisine Nevevî denilmiştir.
Güçlü bir hafızaya sahip olan Nevevî, daha küçük yaşlarda iken dört buçuk ay gibi kısa bir sürede Kur'an-ı Kerim'i, sekiz buçuk ayda da 'et-Tenbih' adlı eseri ezberlemiştir. 'Mühezzeb' İsimli kitap da ezberlediği eserler arasında yer almaktadır.
Çocukluk yıllarından itibaren kendisini büyük bir istek ve gayretle ilim tahsiline veren Nevevî'nin bir günde değişik hocalardan on iki ders aldığı olmuştur. Henüz on yaşlarında iken arkadaşlanmn kendileriyle oynaması için onu zorlamaları sonucunda ağlaması ve Kur'an okuyarak oradan uzaklaşması ve yine babası kendisini dükkana bıraktığı halde onun Kur'an okumaktan alışverişle ilgilenmemesi gibi olaylar, onun ilim tahsilindeki düşkünlüğünü ortaya koymaktadır.
Fıkıh ve Usûl-ti Fikıh'ta imam idi. Fukaha arasında üstün bir mevkiye sahip olup, ikrah ehlindendi. Şafii mezhebinin gelişip yayılmasında büyük rol oynamıştır. Zamanında Şafii mezhebinin otoritesi idi. Hadis ilmine ve hadis ricaline vâkıf idi. Öyle ki; Hâlid b. Yusuf tankıyla Enes b. Mâlik'den "Bir kimse içtenlikleşehid olmakisterse, fiilen şehid olmasa da şehidsevabım alır" anlamındaki hadisi tahric ederek teferrüd etmiştir. Aynca er-Revahiye medresesinde tıp öğrenimi de görmüştür.
Zühd ve takva sahibiydi. Gecelerini ibadetle geçirir; Kur'an okur, eserler yazardı. lyÜİği emredip kötülükten sakındırıldı. Makam ve mevkii ne olursa olsun herkese tebliğde bulunur, hatta hükümdarlara bile mektuplar yazardı. Onlara hatalı davramşlanm hatırlatır, ilâhî azabtan sakınmalarını İsterdi. Kimseden bir şey kabul etmezdi. Pamuklu elbise giyer, kahverengi sank sarardı.
Hayatında hiç evlenmemişti. Hamama gitmezdi. Şüpheli şeylerden kaçınırdı. Hatta şüpheli gördüğünden dolayı Şam arazisinde yetişen meyveleri de yemezdi, ömrünün sonlarında bile sakalındaki beyaz kıllar birkaç taneyi geçmedi. Hiçbir makamdan maaş almamıştır. Vazife yapmasına rağmen ücret kabul etmemiştir. Bütün bu zühdünü ve iffetini yoksulluk içinde geçen hayatına rağmen devam ettirmiştir. Günde sadece bir defa yemek yerdi. İki yıl yatarak uyumadı. Nevcvî 649'da Şam'a gelmiş ve 665'te Eşrefıyye Medresesi müderrisliğine başlamıştır. Bu medresede reislik de yapmış ve bu görevine vefatına kadar devam etmiştir.
Haksızlığa boyun eğmeyen Nevcvî, Sultan Baybars'm huzuruna çıkarak, Şamlıların el konulan bahçelerinin geri verilmesini, müderrislerin maaşlarının azaltılmamasını, savaş vergilerinin kaldırılmasını istemiş, Baybars bu vergilerin hukukî olduğuna dair fetva vermesi İçin Nevevî'ye ısrar etmişse de Nevcvî kabul etmemiştir.
Nevevî'nin iyiliği emredip kötülükten sakındırma konusunda verdiği mücadeleleri "Tfczkiret'ül-Huffâz" adlı eserinde Zehebî, "Hüsn'ül-Muhâdara fi Âhbâr'iz-Zâhire*' adlı eserinde de SuyÛtî anlatır, hükümdarlara, valilere yazdığı mektuplara değinirler. Hatta SuyÛtî bu mektuplardan bir kısmını olduğu gibi eserine almıştır.
İki kere hacca gitmiştir, ömrünün sonlarına doğru yaptığı ikinci hac-cmdan sonra Neva'ya dönmüştür. Babasının yanında hastalanan Ncvevî, 676 yılında Recep ayırım 24. gecesi vefat etmiştir. Doğum yeri olan Neva'da med-fun olup günümüzde halen kabri ziyaret edilmektedir. [47]
Bir müslürnan ilim adamına yakışır olgunluğu kendisinde toplayan Ne-vevîs 42'ye yakın değerli eser yazmıştır. Bunlardan banları şunlardır.
1- RiySz'üs-S&lihîn min Kelâmı Seyyîd'il-Marselîn
2- Erbain'ün-Nevevî
3- el-Minhac
4- et Takrib ve't-Teysir li Ma'rifeti Sünen'il-Beşir'in-Nezîr
5- Tfehzîb'ül-Esmâ veM-Luğa
6- el-İrşâd
7- Hılyet'Ol-Ebrâr ve Şîar'ül-Ahyftr fi 1elhîs*İd-Deavâti veM-Ezkâr
8- et-Tîbyân fî Âdabı Hamelet'il-Kur'ftn
9- Mekâsîd'ün-Nevevî
10- Minhâc'üt-Tâlibîn
11- Ravzat'üt-Tâİibîn ve Umdet'ül-Muttakîn
12- Tashîh'üî-'ftnbîh
13- el-tzâhu fi'1-Menltik
14- eİ-MecmÛ*
15- Tabakâful-Fukahft
16- Dckâik'ul-Minhâc
17- el-I%tftvâ
18-Tainîf fi'1-İsüskâ ve fi isühbab'İl-Kıyam
19- Kısroet'ul-Ganfiim
20- Serh'ul-Mahezzeb
21- et-Tahkît:
22- el-İş&rft ilâ mfi Vakaİ fi'r-Ravda
23- d-Mübhemât
24- Serhu Müslim
25- Mccâr'üi-HüdA fı'I-V»kfı vc'1-îbtidl
26- Ri&e fi Ehftdis'U-Hayâ
27- Amei'ül-'Vevm ve'î-Leyfc[48]
Nevevî, Riyâz'üs-Sâlihîn'i, insanlan âhiret hayatım mutlu kılacak sâlih amellere yöneltmek ve haramlardan sakındırmak için telif etmiştir. Bu eseri 670 yılında Ramazan ayının ondördüncü günü tamamlamıştır.
Riyâz'us-Sâlihîn'de bulunan hadislerin çoğu, başta Sahih-i Buhârî ve Sah ih-i Müslim olmak üzere, Tirmizî, Süncn-i Ebî Dâvud, Sünen-i Nesâî ve Sünen-i İbn Mâce'den, diğer bir ifadeyle Kütüb-i Sitte'den seçilmiştir. Bazı yerlerde de Muvattâ'dan ve Hâkim'İn Müstedrek'inden hadîsler almıştır. Eser 656 bâb üzere tertip olunmuştur. 1894 hadis bulunmakta olup her konuyla ilgili ayetleri de ihtiva etmektedir. Bilhassa vaaz ve irşâd hizmetlerinde kullanışlı bir Özelliğe sahiptir. Eser Mekke, Mısır ve Türkiye gibi çeşitli îslâm ülkelerinde tab' olunmuştur. Rİyâz'üs-Sâlihîn'in dört ayrı türkçe tercemesi bulunmaktadır. [49]
Bizzat müellifi ve birçok âlim tarafından esere şerhler yazılmıştır.
1) "DeüTüI-Falihîn li Türûkı Riyaz'üs-Sâlihîn" hadis ve tefsir âlimlerinden Muhammed Allan es-Sıddîkî (1057) tarafından yazılmış ve bu şerh Mısır'da bir kaç defa dürt cilt alinde basılmıştır. Detaylı bir şekilde yazılmış olan bu şerhte nahiv ve belagata dair bilgilere de yer verilmiştir.
2)"Menherül-Vâridîn Şerhu Rİyâz'üs-Sâlihîn" adlı şerh ise Subbi Sâlih tarafından yazılmıştır. Bu şerh, hadislerin rakamlanması yönlerden güzel bir fihriste sahip olması açısından oldukça kullanışuuk: arzetmek-tedir. Şârih Subhi Salih'in uzunca yazdığı sunuş da ayrıca önemlidir. Çok kısa olarak yazılmış olan bu şerb Türkiye'de de bir cilt halinde basılmıştır.
3) "Nüzhet'ül-Müttakîn Şerhu Riyâz'Os-S&lihtn" adlı şerh ise, Mustafa
Saîd ve Muhammed Emin'in de katılımıyla beş kişilik bir komisyon tarafından yapılmıştır. Hadislerin tahriri, mübhem ve garib kelimelerin açıklanması, hadislerin numaralanması, hadis ricalinin tanıtımı ve fihristinin yapılmış olması gibi Özellikleri şerhin değerini artırmıştır. Şerh ne kısa ne de uzundur.
4) "Tehzîb'ün-Nüftts fi Tertib'id-DürÛs" adlı şerh ise Yusuf b. ismail en-Nehbftnî tarafından yazılmıştır. [50]
Hamd; tek (biricik), üstün gelip yenen (istediğini zorla yapan), kuvvetli (üstün ve yüce olan), kusurları çokça örten (yargılayıcı), gönül ve basiret ehli için bir hatırlatma, akıl ve ibret sahipleri için de ibret olsun diye geceyi gündüze çeviren Allah'a aittir. O Allah ki; yarattıklarından bir kısmım seçerek bu dünyada onlan zühd ve takva ehlinden kılmıştır. Onları, nefislerini kontrol etme, devamlı düşünme, Öğüt alma ve zikre sarılmakla meşgul etmiştir. Böylece onlan, kendisine tâbi olmada ve Ahiret'e hazırlanmada başarılı kılmıştır. Öfkesine uğramaktan ve cehenneme girmeyi gerektirecek davranışlardan sakındırmış, onların durum ve ortamların değişmesine rağmen bu hususlarda (var güçleriyle çabsarak) ba$anlı olmalarını sağlamıştır.
O'na hamdın en beliği, en temizi, en kapsamlısı ve en yaygın ve mükemmel sekliyle hamd ederim. Kullarına karsı çok iyilik eden Kerîm, Hah-mân ve Rabim olan Allah'tan başka İlah olmadığına sehadet ederini. Yine sehadet ederim ki: Muhsmmed (sjl) Allah'ın kulu, rasûlü, habibi, velisi en doğru yola rehberlik eden, en doğru dine çağırandır. Allah'ın salât ve selâmı ona, diğer peygamberlere, hepsinin inanmış yakınlarına ve iyi k&oselsr üzerine olsun!
AUsh Teâlâ "Ben tinleri de insanları da (başka bir nedenle değil) ancak btrna kutluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan bir rmk istemiyorum. Bana (yemek) yedirmelerini de İstemiyorum." (Zâriyât/56-57) buyurmuştur. Bu ayet insanların ve cinlerin yalnız ibadet İçin yaratıldıklarını açıkça ifade etmektedir. O halde insanların yaratıldıkları gayeye özen göstererek, zühd ve takva 3e dünya zevklerine yüz çevirmeleri gerekir. Çünkü dünya nimetleri tü-kemneye mahkûmdur ve dünya ebedî bîr yer değildir. Bu dünya ahirete götüren bir binektir. Sevinç ve neşe yeri değildir. Ayrılık yeridir. Devamlı kalma yeri değildir. Bunun içkidir ki dünyanın en uyanıktan, Allah'a ibadet ve kul-Juk yapanlardır. En »kileri de zühd ve takva yolunu Desimseyenkrdir.
Allah Teâiâ şöyle buyurmuştur: "Dünya hayatının misâli şu misâl gibidir ki, gökten bir su indiririz ve onunla yeryüzünün -gerek insanların gerek hayvanların yiyeceği- nebat(lar)ı (ağ gibi birbirine örülüp) karışmıştır. Tam yert zinet ve ihtişamım takınıp süslendiği, sahipleri de ona (biçmeye, yemişlerini, mahsullerini toplamaya) herhalde kadir olduklarım sandıklan bir sırada geceleyin veya gündüzün ona emrimiz (don, kasırga ve sel gibi bir âfetimiz) gelivermiştir ki; sanki dün yerinde yokmuş gibi onu tâ kökünden koparılıp biçilmiş bir hâle getirmişizdir. İşte biz iyi düşünecek bir kavim için ayetleri böyle açıklarız." (Yûnus/24). Nitekim bu anlamda ayetler çoktur.
Bu konuda şöyle diyen ne güzel söylemiş?
Allah 'in zeki kullan vardır. Dünyayı boşadılar, fitneden sakındılar. Ona dikkatle bakıp, canlılar İçin vatan olmadığını anladıklarında onu deniz gibi kabul ettiler, tyi amelleri de o denizde gemiler edindiler.
Dünyanın durumu, bizim durumumuz ve yaratılış gayemiz anlattığım gibidir. O halde, sorumlu olan her kimsenin; iyi kişilerin yolundan gitmesi, akıllı ve ileri görüşlülerin yolundan yürümesi, uyardığım hususlara dikkat etmesi gerekir. Bunun için de en doğru yol; öncekilerin ve sonrakilerin efendisi ve en şereflisi Hz. Muhammed'den (sa) sahîh olarak gelen hadislerle edeplen-mektir. Allah'ın salât ve selâmı ona ve diğer peygamberlerin üzerine olsun!
Allah Teâlâ "İyilik ve takva üzerinde yardımlasınız" (Mâide/2) buyuruyor.
RasÛlüllah'dan (s.a) sahîh olarak gelen hadislerde de şöyle buyurulmustur:
"Kim kardeşine yardım ederse, Allah da ona yardım eder", "Biriyiiiğe delâlet eden kimse, o İyiliği yapan gibi sevap elde eder", "Bir kimse hidayete davet ederse o davete icabet eden kimsenin sevabının aynısı ona da verilir." Yine Hz. Ali'ye (r.a) hitaben Rasûlüllah efendimiz "Allah'ın senin sayende bir kimseyi hidayete mazhar buyurması, senin için dünya malının en değerlisine sahip olmaktan daha hayırlıdır" diye buyurmuştur.
Bu nedenle, kişiyi ahime yönelten, içe ve dışa (sîret ve surete) ait ahlâkı kazandıran, teşvik ve tehdîd konularını, sâlih kimselerin diğer edeplerim de İçeren, zühd ve takva, nefis terbiyesi, ahlâkın güzelleştirilmesi, gönül temizliği ve tedavisi, uzuvların korunması ve eğriliklerinin düzeltilmesi ve ariflerin amaçlarından daha başka hususlarla ilgili sahîh hadislerden şu muhtasarı kaleme almayı düşündüm. Bu muhtasardaki her bölümün basına, o konu île İlgili ayetleri yazmayı ve anlamlarında kapalılık bulunan kelimeleri açıklamayı gerekli gördüm. Bir hadisin sonunda "müttefekun aleyh " dediğimde bunun anlamı, bu hadisi Buhârî ve Müslim'in rivayet etmiş olduğudur. Eğer bu kitap tamam olursa, hareketini buna uyduranlan iyiliğe yöneltip, kötülük ve yıkıma götüren her şeyden sakındıracağını umarım.
Bu kitaptan yararlanacak kardeşlerimden bana, ana-babaraa, hocalarıma, diğer dostlarıma ve bütün müslümanlara dua etmesini İstiyorum. İtimâdım ancak Allah'adır. İşlerimi ancak O'na ısmarlar ve yalnız O'na güvenirim. Allah bana yeter ve o ne güzel vekildir! Kötülükten uzaklaşmaya kudret, iyilik yapmaya kuvvet, ancak Aziz olan (üstün gelen), hikmet ve hüküm sahibi Hakim Allah'ın izni iledir! [51]
Muhyîddin Ebu Zekeriyya en-Nevevî
"Halbuki onlar Allah'a, O'mın dininde ihlâs (ve samimiyet) erbabı ve muvahhid&r olarak, ibadet etmelerinden, namazı dosdoğru kılmalarından, zekâtı vermelerinden başkasıyla emrolunmamışlardı. En doğru din de budur". (Beyyine,5)
"Onlann (kurbanların) ne etleri, ne de kanlan hiçbir zaman Allah'a erişmez. Fakat sizden ona (yalnız) takva ulaşır". (Hacc, 37)
"De ki: Göğüslerinizin içinde olanı gizleseniz de, açıklasaaız da Allah onu bilir". (Âi-i linrân, 29) [52]
I. Emîr'ul-Mü'minîn Ebu Hafs Ömer b. el-Hattâb b. Nufeyl b. Abdi'l-Uzzâ b. Riyâh b. Abdillâh Kurt b. Rezâh b. Adiyy b. Ka'b b. Lüeyy b. Gaüb el-Kureyşî el-Adevî*den (ra) rivayet edilmiştir:
C Ben Rasûlullah'ı (s.a) şöyle derken işittim: "Ameller niyetlere göredir. Herkese yalnız niyet ettiğinin karşılığı varaır. Her kimin hicreti Allah ve Ra-sûlü'ne (rızası için) ise, hicreti de Allah ve Rasûlü'nedir. Her kimin hicreti de kavuşacağı bir dünyahk veya evleneceği bir kadın için ise; hicreti de o göç ettiği şeyedir". Hadisi, muhaddislerin imamı Ebu Abdillâh Muhammed b. İsmail b. İbrahim b. Muğire b. Berdizbe el-Cu'fı cl-Buhârî ile Ebu'l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc b. Müslim_el-Kuşeyrî en-Neysâbûrî (ra) tasnif edilmiş kitaplann en güvenilirleri olan, "Sahih berinde rivayet etmişlerdir.[53]
"Emfr'ut-Afü'minîn" lakabı ile anılan ilk halife Ömer b. el-Hattâb'tır. Mutlak anlamda bu lakab ile anılan -bir seriyye'de komutanlığı nedeniyle-AbduUah b. Cahş'tır.
"Ebû künyesini Hz. Ömer'eRasûlullah vermiştir. "Hafs"aslan anlamındadır. Bu künye cesurluğu ve yiğitliği nedeniyle verilmiştir.
Hz. Ömer Rasûlüllah'dan (s.a) 537 hadis rivayet etmiştir.
Hadiste geçen "ameller" Mn ile kastedilen bedenin tüm hareketleri, davranışları, söz ve fiilleridir. "Niyet" ise kasdetmek, yönelmek ve azmetmek anlamlarına gelir. Niyet, bir şeye fiili ile beraber kasdetmek olarak tanımlanır.
Hadisi, "Amellerin sıhhati (tam olması) ancak niyet iledir" şeklinde anlamak da mümkündür.
Ameller, kendisini doğuran niyetler ile değer kazanır. Yani amel sahibinin niyeti ne ise, o amelin karşılığı da o niyete göredir. Niyeti hayır ise, hayır kazanır. Yok eğer niyeti şer ise, şer ile karşılık görür. Allah nzasılçin yapılan amelin karşılığı sevaptır. Kullara karşı gösteriş için yapılan amelin karşılığı ise hüsrandır. Bu hadise göre; niyet İle amelin belirlenmesi de önem kazanır. Farz ve vacib ibadetlerde de niyetin yeri tartışılmaz. Nafile ibadetlerde de niyet Önemlidir.
Sem'ânî; "Mubah bir yapan kişi, bununla Allah'a yakınlığa niyet etmişse; örneğin yemek yemekle kullukta ve O 'na uymada kuvvetli olmayı istemişse sevap alır" demiştir.
Her kimin hicreti Allah ve Rasûlü'nün rızasına uygun olursa, onun bu hicretinin karşılığı, Allah'ın hayırla karşılığını vermesi, Rasûlü'nün de şefaatçi olmasıdır.
Aynca Rasûlullah (s.a) "Muhacir, Allah'ın yasakladığı şeyleri terkeden kimsedir" buyurmuştur. "Hicret" terketmek demektir. Bu nedenle fitne korkusuyla Dâr'ul-Küfür'den Dâr'ul-lslâm'a göç etmek hicrettir.
Hicret'in aslı ise Allah'ın hoşlanmadığı her şeyi terkederek, O'nun hoşnut kaldığı şeylere yönelmektir.
İslâm'ın ilk yıllarında müslümanlar, müşriklerin işkence ve eziyetlerinden dolayı Mekke'den Habeşistan'a, daha sonra da Medine'ye göç etmişlerdir. Bu göç Mekke'nin müslümanlar tarafından fethine kadar devam etmiştir.
Allah'a ve Rasûlü'ne hicretin karşılığının da yine Allah ve Rasûlü olması; yapılan bu hicretin kabul olduğuna işarettir. "
Hadisin sebeb-i vürudunu (söyleniş nedenim)
daha iyi anlaşılacaktır:
Taberânî, sahih bir isnad ile tbn M* f™ yon "Aramızda, "Ümmü Kays" denilen bir kadınla vardı. Kadın, o adam hicre adam hicret etti ve evlendi, işte bundan dolayı Muhaciri" dîye anlandtrdık'.
Rasülüllah'ın (s*) emrine uyarak, o taa gitmek maksadıyla hicret eden, elbette onun manın karsını alacaktır.
Mal, mülk, makam ve tadın gibi şeyler » kişinin sadece dünyada elde ettıgı şeylerdir. dan yoksundur.
Niyetin yeri kalptir. Amelde ihlâs, o amehn Zira Allah kendi rızasına uygun olmayan hiçbir Banlan hicreti beş kısma ayırmıştır.
1- Habeşistan'a hicret
2- Mekke'den Medine'ye hicret
3- Kabilelerin Rasûlüllah'a (s.a) hicreti
4- Mekkelilerden müslüman olanların hicr
5- Allah'ın nehyettiği şeylerden hicret
Bir kısmı da buna üç kısım daha eklerler, i- II. Habeşistan hicreti 2-Dinî vecîbeler yerine getmlemedıgınd İftm diyarına hicret
3- Fitnelerin zuhurunda (âhir zamanda) l edilmesi için şarttır. Diyarından. [54]
2. Mü'minlerin annesi Abdullah'ın (b. Zübeyr) teyzesi Aişe'den (r.a): Rasûlüîlah (sa) şöyle buyurdu: "(Âhir zamanda birtakım) askerler savaşmak için Kabe'ye yürürler. "Beydâ" mevkiine geldiklerinde öndekiler ve sonda-kiler (hepsi) yerin dibine geçirilir." Aişe (r.a) der ki ben: "Ey Allah'ın peygamberi nasıl (olur da) hepsi birden yerin djbine geçirilir? Halbuki onların içinde çarşı halkı ve onlardan olmayan (ancak, aralarına kansan) lar vardır" dedim. Rasûlüllah, "Evet hepsi birden yerin dibine geçirilirler, sonra da niyetlerine göre diriltilirler" buyurdu, (Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir. Metin Buhârî'ye aittir).[55]
Peygamberimizin hanımlarına "Ümm'ül-Mü'mintn" (mü'minlerin annesi) denilmesi; saygı, hürmet ve onlarla evliliğin haram olması bakımındandır. Yüzlerine bakmak ve yalnız olarak bir arada kalmak açısından ise 'anne' makamında değillerdir. Rasûlüllah da (s.a) şefkat ve merhamet bakımından mü'minlerin babası makamındadır. Neseb ve evlatlık açısından başkasını baba kabul etmek ise İslâm'da yasaklanmıştır.
"Ümmü Abdillah" künyesini Hz. Aise'ye Rasûlüllah (s.a) vermiştir. 'Abdullah' Hz, Aişe'nİn kız kardeşi Esmâ'nın oğiu Abdullah b~ Zübeyr'dir.
Hz. Aişe, Ebu Bekr es-Sıddık'ın (r.a) kızıdır. Hicretin 2. yılında 9 yasında iken peygamberimizle evlenmiştir. Rasûlüllah'dan (s.a.v) sonra 40 yıl daha yaşamış, hicretin 58. yılında vefat etmiştir. Hz. Aişe'den 2210 hadis rivayet edilmiştir.
Hadiste geçen "herkesin helak olması" ecellerinin gelmesi nedeniyledir, , Ancak hesap anında herkes niyetine göre karşılık görür.
Tirmizî'nin bir ziyadesinde ise ifade "öndekiler ve arkadakilerle orta-daküerden de kurtulan olmayacağı" şeklindedir.
Zalimlerle, günahkârlarla beraber olmamak ve fakat iyi kimselerle birlikte olmak, bu hadisin verdiği mesajlardandır. [56]
3. Hz. Aişe*den (na): Rasûlüllah (s.a) "Fetih'ten (Mekke fethi) sonra hicret etmek yoktur. Fakat cihad (ve cihada) niyet vardır. Cihada çağırıldığınız vakit hemen koşunuz". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[57]
Mekke'nin fethi, hicretin VIII. yılında ramazan ayında olmuştur. Hicret, Dar'ul-Küftir'den Dâr'uMslâm'a göç etmektir. Mekke'nin küfür diyarı olması nedeniyle, orada müslüman olan herkesin Medine'ye göç etmesi gerekiyordu. Mekke'nin fethinden sonra oranın islâm diyân olmasıyla bu göç vecibesi de kaldırılmıştır. Bununla beraber dinî görevlerin yerine getirilemediği kâfir ülkesinden göç etme gerekliliği hâlen kabul görmektedir. Kâfirlerle savaş devam ettikçe, hicret de devam edecektir.
Hattâbî hicreti iki anlamda ele almaktadır.
1- Müslüman olup, kavmi arasında yaşamaya devam eden, ancak kavmi tarafından işkence görenlere emredilen hicrettir. Böylece hem dinî görevlerini yerine getirecekler, hem de kendilerine yapılan işkence ve eziyetten kurtulacaklardır.
2- Mekke'den Medine'ye hicret
Bu hadiste Mekke'nin İslâm yurdu olarak kıyamete kadar devam edece-ğire işaret edilmektedir.
Mekke'den Medine'ye hicret her ne kadar kesilmiş ise de; savaş, itim, vb. durumlar için hicret devam edecektir.
Mekke'nin fethiyle, hicret nedeniyle elde edilecek sevab sona ermiştir. Ancak cihad ve niyet ile bu sevaba ulaşmak mümkündür. Hattâbî, "Mekke'nin fethiyle, Medine'ye hicret edilmesi emri sona erdirilmiştir. Çünkü o zaman Müslümanlar Medine'de az idiler. Müslümanlar RasûtüHah 'a (sn) yardım etmek için onaya göç etmekle emrolunâular. Ancak Mekke'nin fethinden sonra bu durum ortadan kalkmıştır. Zira müslümanlann korkulannm çoğu Mekkelilerdendi" demektedir.[58]
4. Ebu Abdullah, Câbir b. Abdullah el-Ensâri'den (r.a): Bir gazvede Ra-sfllüllah ile beraber idik. (Bir ara) şöyle buyurdu: "Medine'de (gazveden geride kalan) Öyle adamlar vardır ki; yürüdüğünüz her yerde, geçtiğiniz her vâdi'de sizinle beraberdirler. Onlan hastalık alıkoydu". Diğer bir rivayette: "Onlar sevapta size ortak oldular" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir).[59]
Buhârî'nin Enes'den (r.a) rivayetinde ise: "Rasûlüllah ile birlikte Tebûk gazvesinden dönüyorduk, şöyle buyurdu: Arkamızda Medine'de kalan bazı msanlar var ki; geçtiğimiz her dağ yolunda ve vâdi'de bizimle beraberdirler. Onları (burada bulunmaktan) Özür (îen) alıkoydu".
Câbir (r.a) 19 gazvede Rasûlüllah (s.a) İle beraber bulunmuş, Bedir ve Uhud savaşlarına ise katılmamıştır. Zira babası engel olmuştur. Ancak babası şehid edilince RasûlüUah'in (s.a) katıldığı hiçbir savaştan geri kalmamıştır.
Câbir'in kendisinden gelen bir rivayette "Ben, babam ve dayım Akabe'de Pa-sûtüUah'a (sm) biat edenlerden idik" denilmektedir.
Cabir b. Abdullah'dan (r.a) 1540 hadis rivayet edilmiştir. Câbir, Hicri 73 yılında 94 yaşında iken vefat etmiştir. Medine'de vefat eden son sahabîdir.
Cihada niyeti tam olup, katılmak istemesine rağmen geçerli bir mazeretinden dolayı katılmayan kimselere de cihada katıianlannki kadar sevap vardır. Kur'an'da "İnananlardan özürsüz olarak yerinde oturanlar ile mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz" (Nisa/95) ayettnde-ki karşılaştırma ise özürsüz olarak savaşa katılmayanlarla ilgilidir. Hadis ile ayet arasında çelişki sözkonusu değildir. abuk, Şam tarafmdadır. Rasûlüllah'ın £s.a.) gazvelerinin sonuncusudur, Hicret'in dokuzuncu yılında yapılmıştır. Rasüiüllah bu gazve sırasında Tebûk'ta 10 günden fazla kalmıştır.
Ebu Davud'un Enes'den (r.a) rivayetinde, sahabîler; "Ya Resûlüllah! Onlar şu anda Medine'de bulunmalarına rağmen bizimle beraber nasıl oluyorlar?" diye sormuşlar, Rasüiüllah da (s.a) "(Onları bizimle beraber olmaktan) özür(leri) alıkoydu" buyurmuştur.
Özür (mazeret), bir işi yapmakla yükümlü bulunan kimseye ânz olan bir vasıftır ki, o kimse için o hususta kolaylık sağlanmasına neden olur.[60]
5. Ebu Yezid Ma'n b. Yezid b. el-Ahnes'den kendisi, babası ve dedesi sahabîdir: Babam Yezid sadaka olarak birkaç dinar çıkarıp onları kendi namına sadaka vermesi için mescidde bir adamın yanına koydu. Sonra ben de geSp onlan alarak babama götürdüm. Bunun üzerine babam: "Vallahi sana verilmesi için bırakmamıştım " dedi. Sonunda Rasûlüliah'm (s^) huzuruna çıktık. Râsâîüllah, "Ey Yezid, niyet ettiğin (sadakanın sevabı) sanadır. E& Ma'n, aldığın (dinarlar) da senindir" buyurdu. (Buharı rivayet etmiştir).[61]
"Sahabî": Rasûlüllah'a (sa) mü'min olarak mülâki olan ve mü'min olarak ölen
"Ma'n" adlı sahabî hicri 64 yılında vefat etti. Rasûlüllah'dan (s.a) beş (bir rivayete göre 'iki') hadis rivayet etmiştir.
Hadisten, Yezid'in mescidde bıraktığı dinarların nafile" verilen sadaka olduğu, farz olan zekâtın kastedilmediği anlaşılmaktadır.
Sadaka muhtaç birine verilmek üzere bırakılmıştır. Yezid muhtaç olduğu için oğluna (Ma'n'a) verilmesine niyet etmemişse de maksat hâsıl olmuştur. Zira sadaka fürû İçin caizdir. Zekât ise ne fürû ne de usûl için caizdir. Hadis, sadakanın dağıtılması için vekil tayin edilebileceğine delildir.[62]
6. Cennetle müjdelenen on kişiden biri olan EbÛ İshâk Sa'd b. Ebî Vak-kâs Mâlik b. Üheyb b. Abdi Mcnâf b. Zühre b. Kilâb b. Mürre b. Kâ'b b. Lüeyy el-Kureşî ez-Zûhrî'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştir:
Veda haccı senesi Rasülüllah (s.a.), tutulduğum şiddetli bir hastalığımda beni ziyarete geldi. Ben:
Ya Resûlüllah! Gördüğünüz gibi hastahğım arttı. Servet sahibi bir kimseyim. Kızımdan başka da mirasçım yok. Malımın üçte ikisini sadaka olarak verebilir iniyim?" dedim. Rasülüllah:
Hayır (bu kadarı fazladır), buyurdu.
Ya Rasülüllah! Yarı(sına ne buyurursunuz?) dedim.
Hayır (olmaz), buyurdu. Ben
Ya Rasülüllah! Üçte birini sadaka olarak versem, dedim. O da;
Üçte bir (yeterlidir. Gerçi) üçte biri de çoktur. (Veya büyüktür). Mirasçılarını zegin bırakman, onlan fakir, halktan dilenir bir durumda bırakmandan daha hayırhdır/Allah'in rızasını gözeterek infak ettiğin her şeyde, hatta eşinin ağzına koyduğun lokmaya varıncaya kadar bile sevap kazanırsın" buyurdu.
Ya Rasülüllah (siz Medine'ye döneceksiniz de) ben arkadaşlarımdan geride (Mekke'de) mi kalacağım? dedim. Rasülüllah:
Sen geri kalmayacaksın! Allah'ın rızasını isteyerek (güzel) ameller işleyeceksin de (böylece) derecen artacak, yükseleceksin. Hatta birçok kimseler senden faydalanacak, bazıları (kafirler) da zarar görecekler. Allahım! Ashabımın hicretini tamamla, onlan topukları üzerine gerisin geriye döndürme, ancak zavallı (acınacak) Sa'd b. Havle'dir buyurdu.
Sa'd b. Ebî Vakas der ki: "Rasülüllah (s.a) ona acıdı. Çünkü o Mekke'de Ölmüştü" (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[63]
İlk muhacirlerdendir. Bedir savaşı ve diğer savaşlara katılmıştır. Kendisine "Fâris'ul-lslâm" (İslâm'ın süvarisi) denilmiştir. Cennetle müjdelenen 10 sahabîden birisidir. Şûra ehlindendi. Bütün gazvelerinde RasÛlüüah'ı (s.a) korurdu. Rasülüllah (s.a) "Anam-babam sana feda olsun" diyerek hem annesini hem de babasını Sa'd için bir araya getirmiştir. Aynca, okunun hedefine ulaşması ve duasının kabul olması için Sa'd'a dua etmiştir. Yine Sa'd yaralandığında Peygamberimiz (s.a) ona dua etmiş, Sa'd da sağlığına kavuşmuştur. Sa'd, Rasûlüllah'dan (s.a) 270 hadis rivayet etmiştir. Medine'ye 7 mil uzaklıkta 'Akik' denilen yerde, hicretin 55. veya 58. yılında vefat etmiştir.
Rasûlüllah'ın (s.a) Sa'd'ın hastalığında kendisini ziyaret etmesi, yöneticilerin tevazuu ve yönetilenleri ziyareti için Örnek teşkil etmektedir.
O yüxn,"Vedâ haca yılı" olarak adlandırılması Rasûlüllah'ın (sa) o hacc-da veda etmesi nedeniyledir. "Haccet'ul-Belâğ" (tebliğ HâoCı) da denilmiştir. Zira Hz. Peygamber (s.a) hutbenin sonunda "Tebliğ ettim mi?" buyurmuştur. "Haccet'ul-tslâm"&yt de adlandırılmıştır. Çünkü bu hac esnasında, orada sadece müslümanlar vardı.
Sa'd b. Ebi Vakkâs'ın "Malsahibiyim" sözünden çok zengin olduğu anlaşılmaktadır. Zira o dönemde bu ifade ancak büyük servetler için kullanılırdı. Yine bu söz ile, bir kazançla elde edilen ve zekâtı, sadakası verilen bîr malın biriktirilmesinin cevazına işaret olunmuştur.
Sa'd'ın bu hastalığı anında Aişe adındaki kızından başka çocuğu yoktu.
Âlimler miras malının üçte birini vasiyet etmeyi caiz görmüşlerdir. Zira sözkonusu hadis bu hususa en güzel delildir. Bununla beraber bu miktardan aşağıda (yani dörtte bir, beşte bir miktarını) vasiyet etmeyi tavsiye edenler de olmuştur. Çünkü Rasülüllah (son) üçte bir için "Üçte bir (yeterlidir. Gerçi) üçte bir de çoktur -veya büyüktür-" buyurmuştur.
Hadiste; akraba ziyaretine teşvik, akrabaya iyilik ve mirasçılara şefkat edilmesi istenmektedir.
Ev halkına yapılan harcamalarda Allah'ın nzası gözetildiğinde, sevab kazanılacağına işaret edilmektedir.
Sa'd (u) arkadaşlarından geride (Mekke'de) kalmaktan endişe etmiştir. Zira Sa'd, Mekke'den Medine'ye Allah rızası için göç etmiştir. Mekke'de ka-
îmam Nevevî
ursa hicretinin veya hicret sevabının zedelenmesinden korkmuştur. Allah için terkeîtiğ; bîr yere tekrar dönmeyi çirkin görmüştür.
Bu hadiste; Rasülüllah'm (s.a) birkaç mucizesi görülmektedir.
1- Sa'd ölüm döşeğinden kalkmış ve kırk seneden fazla yaşamıştır,
2- Sa'd komutasında Irak ve birçok ülke İslâm diyarına katilmiş tır. Bu fetihlerde müslümanlar çeşitli ganimetler elde etmiştir. Düşmanlar ise ya canından ya da malından olmuştur.
3- Sa'd'm bu hastalıktan sonra birçok erkek ve kız çocuğu dünyaya gelmiş ve mirasçıları çoğalmıştır.
Hadis, kişinin mirasçıknm zengin bırakmasının, onları insanlara avuç açar halde bırakmasından daha hayırlı olduğunu, hastanın gerekli bir konuda konuşmasının ve ona salih bir kimsenin dua etmesinin caiz olduğunu ifade etmektedir.[64]
7. Ebu Hüreyre Abdurrahman b. Sahr'dan (r.a) Rasülüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah sizin bedenlerinize (kalıplarınıza) ve dış görünüşlerinize bakmaz. Fakat kalplerinize bakar". (Müslim rivayet etmiştir)[65]
Abdurrahman, "Ebu Hüreyre" künyesini alışı hakkında şöyle der: Bir-gün elbisemin yeninde bir kedi taşıyordum. Rasülüllah (s.a) beni gördü ve
"Bu nedir?" buyurdu.
"Kedi" dedim. Bunun üzerine Rasülüllah:
"Ey Ebû Hüreyre (kedicik babası)" buyurdu.
Ebu Hüreyre (r.a) Hayber'in fethi yılında İslâm ile şereflendi ve RasÛ-lüllah'ia (s.a) beraber Hayber'in fethinde bulundu. Kann tokluğuna Hz. Pey-gamber'e (s.a) bağîands ve ondaa aynîmadı. Rasülüllah nerede ise o da omda olurdu, tüm öğrenmekte çok istekliydi. Sahsbe'nin ezberleme ve unutmama kabiliyetine en çok sahip olanıydı. 5000'dsn fazla hadis rivayet etmişti. Hicretin 58. yıhnda vefat etmiştir.
Mezkur hadisi şu Âyet-i Kerime te'yid etmektedir: "Ne mallarına ne de evlatlarınız size huzurumuzda bir yakınlık sağlamaz. Ancak inanıp faydalı iş yapanlar başka". (Sebe, 37)
Yerde ve gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. Sevab ve Allah'a yakınlık, amellerin görünüşü itibariyle değildir. İtibar ancak kalpte olanadır. Niyyetin sadakatli ve îhlash oluşuna göre, kaibin karar kaldığı amellerde sevab vardır.
Kalbin hâiini düzeltmeye, onun isteklerini istikâmette kılmaya önem vermek bu hadisin hedeflerindendir. Ayrıca Allah'ın azabını gerektiren kötü sı-fatİardan kalb temizlenmelidir.
Kalbin düzeltilmesi, uzuvların amelinden öncedir. Zira kalbin ameli diğer dinî ibadetleri de düzenlemektedir.[66]
8. Ebu Musa Abdullah b. Kays el-Eş'arî'den (r.a): Rasûlüllah'dan (s.a) kahramanlık için, kavmini korumak için ve gösteriş için savaşanlardan hangisinin Allah yolunda olduğu soruldu. Cevaben: buyurdu (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir).[67]
Ebu Msa, Ca'fer ile Hayber'in fethinden sonra Medine'ye dönmüştür; Ebu MÛsa önce Mekke'ye, sonra Habeşistan'a, daha sonra da Medine'ye hicret etmiştir. Rasûlüllah ona ikram ve iltifatta bulunurdu. Bazı vilâyetlerde vali olarak hizmet vermiştir. Ebu Musa el-Eş'arî RasÛlüllah'dan (sa) 360 hadis rivayet etmiştir. Hicretin 42. veya 44. yılında, 60 yaşlarında iken vefat etmiştir. Hadisde soruyu soran, Lâhık b. Damia el-Bâtudir.
Başka bîr rivayette "Cesurluğu, kahramanlığı söylensin diye savaşan" ilavesi vardır.
"Kelimetullâh" İslâm dinidir. Zira İslâm, Allah'ın kelâmı'dır. Hadîsin ifâde ettikleri şunlardır: Ameller, Allah katında iyi niyetlerle değer kazanır.
Mücahidler konusunda rivayet edilen faziletler, ancak Allah'ın kelâmını yüceltmek için çarpışanlar içindir. Bununlar beraber savaşta ölen kişiye şe-hid muamelesi yapılır. Yıkanmaz, kefenlenmez, namaz kılınmaz, sadece defnedilir. Kalbinin durumu, iyi niyeti ve kasdı Allah'a havale edilir.[68]
9. Ebu Bekre Nüfey' b. el-Hâris es-Sakafî'den (r.a) Rasûlüllah'ın (s.a) Şöyle buyurduğu, rivayet edilmiştir:
"îki mûslüman (birbirlerini öldürmek kasdıyla) kılıçlarıyla karşılaştıklarında öldüren de, ölen de cehennemdedir" diyordu. Ben: "Ya Rasûtallah! Şu katilin durumu belli (açık), ölenin suçu ne (ki cehennemdedir)?" dedim.
"O da arkadaşım öldürmeye aşın istekli idi" buyurdu. (Buhar! ve Müslim rivayet etmişlerdir).[69]
Ebû Bekre, Rasûlüllah'ın (s.a.) ashabındandır. Basra'da İkâmet etmiştir. Cemel Vak'âsmda bulunmuş, ancak sahabîler ile savaşmaktan kaçınmıştır.
Ebû Bekre, Rasülüllah'dan (s.a) 132 hadis rivayet etmiştir. Hicretin Sİ. (veya 52.) yılında Basra'da vefat etmiştir. İki kişiden herbirinin, diğerini yok etmek niyetiyle çarpışması halinde öldüren bizatihi öldürmesiyle, öldürülen ise diğerini (katili) öldürmekte aşın istekli olması nedeniyle cehennemdedir.
Ebü Bekre rivayet ettiği bu hadis nedeniyle, fitne olur diye çarpışmalardan uzak kalmış, hatta "Bir (mü'min) kimse beni öldürmek için gelse, ona engel olmam" demiştir.
Calbiyle bir kötülüğe azmeden, onu işlemeyi nefsinde kararlaştıran ve o vasıtalara başvuran kimseye, ister o kötülüğü yapsın, isterse yapmasın azab vardır.
Kalbe d.oğan kötülüklerden insanın affedildiğine dair varid olan hadise gelince, o kötülüğün kalpte yerleşmemesi ve ona istekli olmaması şeklinde yorumlanır7~j
Hadis, müslümanlan birbirleriyle çarpışmaktan sakındırmaktadır. Çünkü bu durum onların zayıflamasına ve Allah'ın azabına sebep olur.[70]
10. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûllah'in (sja) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştin
"Bir adamın (camide) cemaatle kıldığı namazı, çarşıda fiş yerinde) ve evinde kıldığı namazından yjrmi bu kadar derece fazladır. Bu(nun sebebi) o cemaatten biri güzelce abdest alır, sadece cemaatie namaz kılmak için camiye girinceye kadar attığı her adımdan dolayı bir derecesi yükselir, bîr günahı bağışlanır. Mescide girdiğinde de, namaz onu (diğer işlerden) alıkoyduğu müddetçe namaz (kılıyormuşçasma mükâfaat) da olur. Sizden biri namaz kıîdığı yerde kaldıkça kimseye enyet etmediği ve abdesî bozmadığı sürece melekler ona şöyle dua ederler: Ey Allahım buna rahmet eyle. AHahım buna mağfiret et, AHahım bunun tevbesini kabul et!" (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir. Metin Müslim'iodir)[71]
Hadiste geçen "Sûk" (çarşı), insanların ticaret mallarını oraya sevk etmelerinden veya insanların orada dizleri, ayaklan üzerine durmalarından dolayı bu ismi almıştır.
Çarşıda veya evde tek başına kılınan namazdan, camide cemaatle kılınan namaz daha faziletlidir. Bazı âlimler de "camide de cemaatle kılınan namaz, evde veya başka yerlerde cemaatle veya tek başına kılman namazdan daha faziletlidir" demişlerdir.
Evde kılınan namaz da çarşıda kılınan namazdan faziletlidir. Zira çarşı-pazar, şeytanın daha etkili olduğu yerlerdir. Evde ve çarşıda cemaatle kılınan namaz da, tek başına kılınan namazdan daha faziletlidir.
Hadis, namazın diğer amellerden daha f&züstli olduğuna delâlet etmektedir. Nitekim meleklerin namaz kılanlara dua etmesi bu dununu ifade etmektedir. Aynca salih kişilerin meleklerden üstünlüğüne işaret vardır Zira sâlih insanlar îbadetieriyk meşgul olup derecelerini yükseltirler. Melekler ise onlara istiğfar ve dua ederler. Huşü'yu gidermesi ve kalbi alıkoyması gibi nedenlerle sokakta, çarşıda namaz kılmak, hoş olmamakla beraber caizdir.
Bazı rivayetlerde olduğu üzere cemaatle aamaz kılmak, tek başına namaz kılmaktan 25, 26 veya 27 derece daha faziletlidir. Tabiî bu sevabia gerçekleşmesi ihlâsa bağlıdır.
Bir kimse abdest aîıp, namazını dosdoğru kılar ve mescidde bir kimseye eza vennezse meleklerin duasına mazhar olur. Çitnkü meleklerin bir görevi de mü'minlere dua etmektir. Nitekim Cenâb-ı Allah: "Arşı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar, Rablerini överek teşbih ederler. O'na inanırlar ve mü '-minler için (şöyle mağfiret dilerler),.." (Gâfir, 7) buyurmaktadır.[72]
11. Ebu'l-Abbâs Abdullah b. Abbâs b. Abdi'l-Muttalib'den (na) rivayet edudlğine göre Rasûlüllah (s.a) Rabbinden yaptığı rivayette buyurdu ki: "Allah, iyiliklerin ve kötülüklerin yaz(ümasmı meleklere emret)di. Sonra bunları açıkladı: Kim iyilik yapmayı gönlünden geçirir de yapmazsa, Allah onu kendi katında tam bir iyilik (vapümışçasına) yazar. Eğer onu yapmayı diler ve yaparsa, Allah onu on sevaptan yediyüze ve daha fazlasına ksdar katlayarak yazar. Eğer bir kötülüğü gönlünden geçirir de onu yapmazsa, Allah onu tam bir iyilik olarak yazar. Kötülüğü gönlünden hem geçirir hem de yaparsa, Allah onu bir tek günah olarak yazar". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[73]
Abdullah b. Abbâs, hicretten üç yıl önce Benî Hâşim'in (kuşatılıp) boykot edilmesi esnasmda doğmuştur. RasûlüUah (s.a) vefat ettiğinde Abdullah 13 yaşındaydı. Hz. Peygamber (s.a) onun için "Atlahım, onu dinde anlayışlı kıl, ona hikmet ve te'vili öğret. Allahım ona Kur'ân 'ı te'vil etmeyi (iyi kavrayıp, değerlendirmeyi) öğret»" diye dua etmiştir.
İbn Abbâs Rasûlüllah'tan (s.a) 1660 hadis rivayet etmiştir.
Hicri 58. yılda TâiPte vefat etti ve oraya defnedildi. Muhammed b. el-Hanefiyye cenaze namazını kıldırdı ve "Bu Ümmetin Rabbanisi vefat etti" dedi.
Bu hadis, rivayet r ünden anlaşılacağı gibi Kudsî hadisdir. Kuran ile Kudsî hadis arasında fa» k vardır. Kur'an'ın lafızları Cebrail vasıtasıyla indirilmiştir ve mu'ciz'dir. Kur'an mânâ ve lafız yönünden Allah'tandır. Kudsî hadis ise mâna cihetinden Allah'tan, lafız yönünden Rasülüllah'tandır. Kur'an değiştirilmeden korunmuştur. Abdestsiz ona dokunulmaz. Kur'an mânâ ife rivayet edilemez. Cünüb olarak okunamaz, namazda okunur. Her bir harfine on sevab vardır. Kudsî hadiste ise bu özellikler yoktur. Kur'an tevatür yoluyla gelmiştir. Kudsî hadis ise tevâtüren gelmemiştir.
Her kim bir iyilik yapmak isterse; o iyiliği İşlemese bile ona bir sevab yazılır. Çünkü iyiliğe istek, onu yapmaya sebeptir. Hayra sebep ise sevaptır. Her kim de bir kötülüğe niyet eder ve ondan sadece Allah için vazgeçerse, yine ona bir sevab yazılır. Çünkü onu yapma niyetinden dönmek hayırdır. Bunun karşılığı da sevabtır. "Kişinin kötülüğe niyetinden dolayı neden bir günah yazılmıyor?" denilirse bunun cevabı şudur: Kötülüğü terketmeye niyet daha sonradır ve öncekini (kötülüğe niyyeti) iptal etmektedir. Nitekim Allah Teâlâ, "Muhakkak ki, iyilikler, kötülükleri giderirJ'(Hud, 114) buyurmuştur.
Günahın yapılması için İnsanda oluşan istek beş derecedir.
1- Hâcis; Nefse gelen ilk istek
2- Hatır; Nefiste devam eden istek
3- Hadis'ün-Nefs; Nefiste yapıp yapmama konusunda doğan tereddüt
4- Hemm; "yapmayı veya yapmamayı tercih etmek
5- Azm; Tercih doğrultusundaki niyyetin kuvvet kazanması[74]
12. Ebu Abdurrahmân Abdullah b. Ömer b. el-Hattâb'dan (r.a) şöyle rivayet "edilmiştir: Rasülüllah'ı (s.a) şöyle buyururken işittim:
"Sizden evvel (yaşayan milletlerden) üç kişilik bir cemaat yola çıkmışlardı. Gecelemek için bir mağaraya girdiler. (Az sonra) dağdan bir kaya parçası düşerek, onların üzerine mağaranın (ağzını) kapattı. (Bunun üzerine birbirlerine): Sizi bu kayadan ancak sâlih amellerinizi anarak Allah'a dua (ve iltsca)nız kurtarabilir" dediler.
içlerinden birisi:
"AHahım, benim ihtiyar anne-babam vardı. (Akşam olunca) onlardan evvel ne çocuklar(ım)a ne (de) hizrnetçiler(im)e bir şey yediremezdim. Bir gün (hayvanlarımı otlatacak) bir ağaçlık aramak arzusu, beni uzaklaştırmıştı da onlar uyuyuncaya kadar denememiştim. Akşam sütlerini sağıp geldiğimde; ikisini de uyuyor buldum. Kendiİerini uyandırmayı ve onlardan evvel eoluk-çocuk ve hizmetçiler{im)e İçirmeyi uygun bulmadım. Çocuklar(ım) ayaklarımın ucunda ağîaşırken ben süt bardağı «limde, onların uyanmasını gözeterek şafak sökünceye kadar bekledim. Sonunda uyandılar, akçam sütlerini içtiler. Allahım! Eğer şu yaptığımı senin nzanı kazanmak için yapmışsam, şu (İçinde bulunduğumuz) kaya sıkıntısından bize rahatlık ver'* dedi. Kaya biraz aralandı ise de açılan yerden çıkamadılar.
Diğeri şöyle dedi:
"Allahım, amcamın bir kızı vardı. O bana insanların en hayırlısı.
en sevimiisiydİ (diğer bir rivayette: "Onu; bir erkeğin kadım sevdiği aşırılıkta seviyordum). Ona yaklaşmak istedim. Fakat o benden kaçındı. Nihayet bir kıthğa maruz kalınca bana geldi. Kendisini bana teslim etmesi şartıyla ona. yüz yirmi dinar verdim. Kabul etti. Ona yaklaşmaya imkânım olunca, (diğer bir rivayette: "îki ayağı arasına oturduğumda"), Allah'tan kork! Haksız ye- re (bekâret) mührümü bozma" dedi. Ben de hemen -o bana insanların en se- vimlisi iken- ondan uzaklaştım, verdiğim dinarları da ona bıraktım. Allahım! Eğer ben şu yaptığımı senin rızan için y&ptunsa, İçinde bulunduğumuz belâ- tordan bizi kurtar!". Kaya biraz daha açıldı. Ama yine çıkamıyorlardı.
Üçüncüsü (de) şöyle duâ etti:
"Allahım! işçiler tutmuştum. Ücretlerini verdim. Fakat birisi ücre- tini almadan çekip gitti. Onun parasını (çalıstmp) çoğalttım. Sonunda onun bv ücretinden bir hayli mal çoğaldı Bir taman sonra bı> îsri bana geldi ver "Ey Allah'ın kulu! Ücretimi ver" dedi. Ben de: "Şu gördüğün deve, öküz. koyun ve (bunları otlatan) köle hep senin ücretinden çoğalmıştır (hepsi se- nindir)" dedim. O: "Ey Allah'ın kulu! benimle alay etme" dedi. Ben; "Se- ninle alay etmiyorum" karşılığını verdim. Bunun üzerine adam hepsini al- di, sürüp götürdü, hiçbir şey bırakmadı. Allahım, eğer ben şu yaptığımı senin rızan için yapmış isem, içinde bulunduğumuz bu sıkıntıdan bial kartar". Kaya tamamen açıldı. Onlar da yürüyerek çıktılar. (Buhar! ve Müs- lim rivayet etmişlerdir).[75]
Hadisin ravisi Abdullah b. Ömer bi'seî'ten bir yıl önce doğdu. Babası Ömer b. el-Hattâb ile Mekke'de müslüman oJdu ve babasıyla hicret etti. Be~ dir savasına katılmadı. Uhud savaşında 14 yaşında idi. RasûlüÜah (s.a) onu küçük bulduğu için savaşa kabul etmedi. Hendek savaşında 15 yaşına geldi, RasûlüÜah da (s.a) savaşa katılmasına izin verdi. Bundan sonra Abdullah hiçbir seriyyeden geri kalmadı. RasûlüÜah (s.a) zevcesi Hafsa'ya (Abdullah b. Ömer'in kız kardeşi) şöyle demiştir: "Kardeşin sâlih bir insan, keşke gece ibadeti de yapmış olsa". Abdullah bunun üzerine gece ibâdetini hiç terketmedi.
Sahabe'nin fakîhi, müftüsü ve en zâhidlerindendi. Hz. Ali dönemindeki fitneden çok sakındı. Ne Hz. Ali, ne de Hz. Muaviye tarafını tuttu. Hac menasıkmı en iyi bilenlerdendi. 60 defa hacc, 1000 defa da Umre yaptığı rivayet edilir. 60 yıl kadar fetva verdi. Abdullah, Rasûlüllah'dan (s.a) 1630 hadis rivayet etmiştir. Mekke'de hicretin 73. yılında 86 yaşında iken vefat etti. V İnsanın sıkıntılı anında, önceden yaptığı sâlih amelini dile getirerek dua etmesi ve bu amelinden dolayı Allah'tan yardım dilemesi müstehabtır. ÇünkU hadiste geçen üç kişi. bu metodu uygulamışlar ve duaları kabul olmuştur. Üç kişiden ilk önce ana-babasına iyilik edenin duaya başlaması, anaya ve babaya yapılan iyiliğin diğer iki kimsenin yaptığı iyiliklerden üstün olduğuna işaret içindir.
Hadisimizde geçen "mühür"den maksat kadının ferci (ve kızlık zandır). Bunun hak ile açılması ise, ancak meşru bir evlilikle olur. Hadisteki ikinci kişiye Allah korkusu, amcasının kızına olan sevgisinden üstün gelmiş ve zina etmekten kaçırtmıştır. Bununla da kalmamış ona vermiş olduğu dinarları da almayarak tamamen heva ve hevesten uzaklaşmıştır. Hadisten ana-babaya iyiliğin ve onlara hizmetin çocuklara, ve eşlere hizmetten üstün olduğu anlaşılmaktadır. Hadis, gücün yetmesine rağmen sırf Allah korkusundan dolayı haramlardan uzaklaşmaya teşvik etmektir. Ayrıca, karşılıklı muamelelerde ahde vefa, emaneti edâ etmenin fazileti, sıkıntı anında sıdk ve ihlasla Allah'a yönelen kimsenin duasına icabet olunacağı, özellikle dadana önceden iyi ameli bulunanların bu konuda daha şanslı bulunduğu, güzel amel İşleyenin amelini zayi etmeyeceği gibi hususları da îma etmektedir.[76]
Âlimler "Günahın her çeşidinden tevbe etmek vaciptir" demişlerdir. Eğer günah, kul ile Allah arasından olup insan haklarıyla ilgili bulunmazsa, böyle bir günahtan tevbe etmenin üç şartı vardır:
1) Günahtan tamamen uzaklaşmak
2) Günahı işlediğine pişmanlık duymak
3) Bir daha günaha dönmemeye kesin karar vermek. Bu üç şarttan biri bulunmazsa tevbesi sahih olmaz. .
Eğer günah kul hakkıyla da ilgili olursa, o günahtan tevbe etmenin dört şartı vardır. Üçü (yukarıda ) sayılan şartlar(ın) dördüncüsü de, hak sahibinin hakkından arınmaktır. Eğer bu hak, mal ve benzeri ise, sahibine geri verir. Eğer bu (iftira) atmaktan dolayı lâzım gelen bir hakk ise; hak sahibinin o hakkı icra etmesine imkân verir veya ondan bağışlanmasını diler. Eğer o hak gıybet ise, ondan sahibi ile helalleşir. Bu suretle günahların tümünden tevbe etmek vaciptir.
Eğer (kişi) günahların bir kısmından tevbe ederse, Sünnet ehline göre o günah hakkındaki tevbesi doğru olur, diğerleri üzerinde kalır.
Tevbe'nin vacib olduğuna dâir Kur'an-ı Kerim, Hadis-i Şerif ve İcmâ-ı Ümmet delilleri birbirini desteklemektedir.[77]
"(Ey iman edenleri) Hepiniz Allah'a tevbe edin kî korktuğunuzdan emin, umduğunuza nflil olasınız". (NÛr, 31)
"Rabbinizden mağfiret isteyin, sonra (ihlâs ile) O'na tevbe cdin-dönün". (Hûd. 3)
"Ey iman edenler! lam bir içtenlikle samimi bir tevbe ile Allah'a tevbe edin-dönün". C&hrim, 8) [78]
13. Ebu Hüreyre'den (r.a): Rasûlüllah'ı (s.a) şöyle derken işittim; buyurdu ki: "Allah'a yemin ederim ki; ben günde yetmiş defadan daha çok Allah'tan bağışlanma diliyor ve tevbe ediyorum". (Buhârî rivayet etmiştir). [79]
Hadisten, bir hususu te'kîd için yemin etmenin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Zira Rasûlüllah söze yeminle başlamıştır. Böylece ümmeti tevbe ve af dilemeye teşvik etmiştir. Hz. Peygamber (s.a) yaratıkların en hayırlısı oîmass-/ na ve Allah'ın geçmiş-gelecek günahianm bağışlamasına rağmen günde 70 defa tevbe etmektedir.
"Gün" Fecrin doğuşundan güneşin batısına kadar olan zaman dilimidir. Rasûlüllah'ın (sja) tevbesi günahtan dolayı değil, Allah'a hakkıyla ibadet etmede eksiklik olduğu düşüncesiyle veya her işte olduğu gibi tevbe konusunda da örnek olmak içindir.[80]
14. Eğarr b. Yesâr el-Müzenİ'den (r.a): Rasûlüllah (s.a) şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Allah'a tevbe ediniz ve O'ndan bağışlanma dileyiniz. Doğrusu, ben de günde yüz defa tevbe ediyorum". (Müslim rivayet etmiştir).[81]
"Eğarr" isminde üç şahıs bulunduğu ve birisi hadisimizin ravisi el-Müzeni, ikincisi el-Gıfarî, sonuncusu da el-Cühenî olduğu rivayet olunur. Üçünün aynî şahıs olduğu da söylenir.
Hadiste, Allah'ın emrine tam bir bağlılıkla, yasaklarından kaçınmak, günahlardan tevbe etmek, tevbede acele etmek ve istiğfarı çokça yapmak mesajları yer almaktadır.[82]
15. RasÛlUllah'ın (s.a) hizmetinde bulunan Ebû Hamza Enes b. MâuV-tcn (ra), Rasûlüllah'ın (&a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kulunun tcvbe etmesiyle Allah'ın hoşnutluğu, içinizden birinin ıssız bir çölde devesini kaybettikten sonra onu bulduğunda duyduğu sevinçten daha fazladır". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir.)[83]
Müsüm*in diğer bir rivayetinde: "Kulunun tevbesi ile Allah'ın hoşnutluğu; birinin yiyecek ve içeceği devesi üzerinde olduğu halde ıssız bir çölde giderken onu elinden kaçırması ve bulmaktan umudunu kesip üzüntülü bir şekilde bir ağacın altına gelerek yan üstü yatarken; işte tam bu esnada devesini yanı başında görüvermesi üzerine hayvanın yularından yapışarak ve aşırı sevincinden şaşırarak "Yâ Allah sen benim kulumsun, ben de senin Rab-binim, dediği andaki sevincinden daha fazladır".
Enes (r.a), Rasûlüllah'a (s.a) savaşta ve barışta hizmet etmiştir. Bu hizmet Rasûiüllah'ın (s.a) Medine'ye hicretinden vefatına kadar devam etmiştir.
Hz. Enes (r.a) demiştir ki: "RasûlüUah (sm) Medine'ye geldiğinde, ben on yaşındaydım. O vefat ettiğinde ise yirmi yaşındaydım."
RasûlüUah (s.a) ile sekiz gazvede beraber bulunan Hz. Enes (r.a) peygamber efendimizden 2286 hadis rivayet etmiştir.
Hz. Enes, peygamberimizin bir gün evlerine teşrif ederek annesi Ümmü Süleym'in ikramım oruçlu bulunmasından dolayı kabul etmediğini, evin bîr tarafına çekilerek nafile namaz kıldığım, annesinin, kendisi için Rasûiüllah'ın da (Enes için) dünya ve âhirette her türlü hayır dilediğini ve: "Allah'ım! Ona mal ve evlât ver ve bunları mübarek kıl" buyurduğunu nakleder. Rasû-lüllah'ın duasının gerçekleştiğini ima ederek Enes, "Ben ensânn zenginlerindenim " demiştir. Yine Enes'in evlâdının çok olduğu ve arazisinin yılda iki defa mahsul verdiği rivayet edilir. Enes, yüz yaşından fazla bir ömür sürdürdükten sonra hicri 93 yılında BasraVakınlanndaki ikâmetgâhında vefat etmiştir. Enes, en son vefat eden sahabîlerdendir.
Hadisde, Rasûiüllah'ın (s.a) eğitim ve öğretimde bir konunun daha iyi anlaşılması ve açıklanması için örnekler verdiği görülmektedir.
Aynca Allah'ın, kullarının tevbelerini kabul ederek onları sevdiği anlaşılmaktadır. Nitekim Allah Teâlâ "Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever." (Bakara, 222) buyurmuştur.
Hadis, Allah'ın kulunun tevbesine olan hoşnutluğunu, o zamanın insanlarının anlayacağı şekilde izah etmiştir. Zira peygamberimiz: "insanlara anlayacaktan şekilde hitab etmekle emroiundum" buyurmuştur. Hadiste rahatlığın sıkıntı ile, kolaylığın da zorluk ile bir arada bulunduğuna işaret edilmiştir. Allah leâlâ, ' 'Muhakak her güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Evet her güçlükle beraber bir kolaylık vardır" (İnşirah, 5-6) buyurmuştur.
Çok kıymetli bir şeyini kaybedip, onsuz yapamayacak hatta ölecek duruma gelen bir kimsenin, tam ümidini kestiği anda birden o kaybettiğine kavuşması, tevbentn ve kabulünün önemini ortaya koymaktadır.[84]
16. Ebu Musa Abdullah b. Kays el-Eş'arî'den (r.a), Rasûiüllah'ın (s.a) ~Şöyie buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah, gündüz günah işleyenlerin tevbe etmeleri için geceleyin elini açar (onların gece tevbe etmelerini ister). Gece günah işleyenlerin tevbe etmeleri için de gündüz elini açar (onların kendisine gündüz tevbe etmelerini ister). Bu durum güneşin battığı yerden doğmasına (Kıyamet'e) kadar devam eder". (Müslim rivayet etmiştir).[85]
"El açmak " ya istemekten ibarettir ki insanlar genel olarak birinden bir şey isterlerse elini açarlar ya da cömertlik (ve men etmekten sakınmaktan) ibarettir. Hadisten tevbenin kabul edileceği ile lütuf ve rahmetin devamlılığı anlaşılmaktadır.
Cenab-ı Allah cömertliğini ve rahmetini isyankârlara saçmaktadır. Gece günah işleyen gündüz, gündüz günah İşleyen de gece Rabbini hatırlayarak, O'na tevbe ettiğinde tevbesi kabul olacaktır.
Allah'ın elini açması mecazî anlamdadır. O yarattıklarına benzemekten münezzehtir. Hadîste Allah'ın tevbeleri kabul etmesi vb. hususlar insanlann anlayacağı şekilde izah edilmektedir. Elin açılması tevbenin kabulünden kinayedir. Bu rahmet kapısının açıkbğt da kıyamete kadar devam edecektir. Can boğazdan çıkmadan, boğaz can çekişmeden dolayı gargara yapar gibi hareket etmeden ve ölüm Meleği de dokunmadan önce yapılan tevbeîer makbuldür. Aksi faalde ölüm Meleğini gördükten ve can çıkmaya başladıktan sonra yapılan tevbe geçersizdir.
Hadisten her ne kadar birinin diğerinden farklılığı olsa da Allah'ın bütün zamanlarda kullarını affedeceği ve rahmetinin kullan için olacağı anlaşılmaktadır. Ayrıca, gece yahut gündüz işlenen günaha tevbe için, acele davranmaya teşvik edilmektedir.[86]
17. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasû1üÜah'ın»şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kim güneş battığı yerden doğmadan önce tevbe ederse, Ailah onun tev-besini kabul eder'*. (Müslim rivayet etmiştir)[87]
Her kim, tevbenin bütün şartlarını yerine getirir, bu tevbesi de kıyametten ve kendi kıyametinden (yani ölüm sarhoşluğundan) önce olursa, Allah onun" tevbesini kabul eder.
Bununla beraber tüm şartlan yerine gelmiş bir tevbeyi, Allah (c.c) kabul etmek mecburiyetinde değildir. Ancak, Allah fazlı ve keremiyîe ihlas ile yapılan tevbeleri kabul etmektedir.
"Ama Rabbinin bazı (kıyamet) işaretleri geldiği gün, daha önce inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye, artık inanması bir fayda sağlamaz..." (En'am, 158).[88]
18. Ebu Abdürrahmân Abdullah b. Ömer b. el-Hattâb'dan (r.a) Rasü-luilah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Azze ve Celle, can boğaza gelmedikçe kulunun tevbesini kabul eder". (Tirmizî rivayet etmiş ve "Hadis hasendîr" demiştir).[89]
Allah, erkek olsun kadın olsun, genç olsun ihtiyar olsun, kulunun tevbesini kabul eder, onu bağışlar. Yeter ki can boğaza gelmeden önce tevbe etmiş olsun. Nitekim Allah Teâlâ, "Kötülükler yapıp da nihayet ölüm gelip çatınca "Ben şimdi tevbe ettim" diyenlere ve kafir olarak ölenlere tevbe yoktur (Öylelerinin tevbesi makbul değildir)" (Nisa, 18) buyurmugtur. tbn Abbâs "Ölüm meleği gelmeden önce yapılan tevbe kabul edilir" diyerek bu ayeti tefsir etmiştir. Bazıları da: "De ki: Üzerinize vekil edilen ölüm meleği canınızı (Secde, 11) âyetine göre; her ölenin, ölüm meleğini gördüğünü söylemişlerdir. Ancak bu konu tartışmalıdır.[90]
19. Zirr b. Hubeyş şöyle demiştir; Mest üzerine meshetmeyi sormak için Safvân b. Assâl'a (r.a) gittim. Safvân "Yâ Zirr, seni buraya getiren şey nedir?" diye sordu. Ben, "İlim öğrenmek" dedim. Safvân "Melekler, ilim isteyenin talebinden hoşnut kaldıkları için, kanatlarım onun üzerine gererler" dedi. Ben, "Büyük ve küçük abdest bozduktan sonra mestler üzerine mesh verme (keyfiyeti) kalbimi kurcaladı. Sen Nebi'nin (sm) ashabından bir kimsesin. Bu konuda Rasûlullah'ı bir şey söylerken duydun mu diye sana sormaya geldim" dedim. Safvân, "Evet, biz seferde veya misafir olduğumuz vakit, cünüplük hali hariç üç gün-üç gece mestlerimizi çıkarmamamızı bize emir buyurdu. Büyük ve küçük def-i hacetten ve uykudan (uyandıktan) sonra mestleri çıkarmazdık" dedi. Ben, "Onu, sev-" giye dair bir şey bahsederken işittin mi?" dedim. Safvân "Evet" dedi: "Bir seferde RasûlUllah üe beraber bulunuyorduk. Onun yanında bulunduğumuz sırada bir bedevi O'na yüksek sesle "Yâ Muhammedi" diye seslendi. Rasûlullah (s.a) onun sesine yakın bir sesle "geliniz" diye karşılık verdi. Ben, "Yazık sana! sesini kıs, Nebi'nin (sja) yanmdasın. O'na karşı sesini yükseltmekten nehyedUdin" dedim. Bedevi "Vallahi yavaş konuşamayacağım" cevabını verdi. Sonra Bedevi (RasÛlullah'a hitaben): "Kendilerine ulaşamadığı topluluğu seven kimse hakkında ne dersin?" diye sordu. Rasû-İüllah: "Kişi kıyamet günü sevdiği ile beraberdir" buyurdu. Safvân b. Assai sözlerine devamla (Rasûlullah) bize güneşin battığı istikâmette bir kapıdan bahsetti ki eni kırk veya yetmiş yıldır, yahut bir süvari onun bir tarafından diğer tarafına kırk veya yetmiş yılda varabilir, dedi.
Bu hadisin Şam bölgesindeki ravilerinden olan Süfyan şöyle der: "Allah Teâla gökleri ve yeri yarattığı gün onu (kapıyı) tevbe için açık olarak yaratmıştır. Güneş batıdan doğuncaya kadar o kapı kapanmayacaktır". (Tirmîzî ve diğerleri rivayet etmiştir. Tirmizî, Hadis, hasen-sahihdir demiştir).[91]
Zirr, tâbiîndendir. Câhiliyye dönemini de yaşadığı söylenir. Hz. Ömer ve Hz. Ali'den hadis rivayet etmştir. 120 yıl ömür sürmüştür. Hicretin 82. yılında vefat etmiştir.
Safvân ise sahâbîdir. Rasûlullah (s.a) ile 12 gazvede beraber bulunmuştur. Safvân Peygamberimizden 21 hadis rivayet etmiştir.
Melekler ilim ehlini hem korumak hem de onları dinlemek için adetâ kuşlar gibi kanatlarım açarak inerler. Bu meleklerin, "rahmet melekleri" olması muhtemeldir.
Hadiste zikredilen bedevinin "Ey Muhammed" diye hitap etmesi ya peygamberimize ismiyle hitap etmenin yasaklanmasından önce olmuştur ya da yasaklamadan bedevinin haberi yoktur. Zira uzak bir çölde yaşadığından yasağın kendisine ulaşmama ihtimali vardır.
Enes (r.a) demiştir ki: "İslâm'dan sonra, Rasûlülİah'm (s.a) "Kişisevdi-ğiyle beraberdir" sözüne sevindiğimiz kadar hiçbir sevinçli ânımız olmamıştır."
Yine Enes (r.a) "Ben Allah'ı, Ö'nun Rasûlünti (sm), Ebû Bekir ve Ömer'i seviyorum. Her ne kadar onların yaptığı amellertyapamıyorsam da, onlarla beraber olmayı arzu ediyorum" demiştir.
Hadiste, tevbe kapısının, güneşin batıdan doğuşuna kadar açık olduğu belirtilmiştir. Güneşin batıdan doğuşu, kıyametin büyük alâmetlerindendir. Bu alâmetlerin ortaya çıkmasıyla tevbe etme sorumluluğu kalkmaktadır. Zira büyük alâmetleri gören kimse İster istemez doğruya yönelecektir.
Hadisin ifade ettiği hususlardan bazdan şunlardır:
İlim öğrenmeyi teşvik ve mükellefin din! konularda bilemediğin! ilim ehline sorması, mest üzerine mesh etmenin caiz olduğu, misafir için mest müddetinin geceleriyk birlikte üç gün, mukîm İçin bîr gün ve gece olması.
Meshin müddeti, mest giyilip, hades vâki olduktan sonra baslar. Mes-hin caiz olması için abdestten sonra giyilmesi, topukları örtmesi, yürüyen kimsenin gidip gelmesi için yürümeğe müsait olması gerekir. Küçük hadesier için mest geçerlidir.
Büyük hadesier için mest geçersizdir. Cünüplük, hayız ve nifas gibi durumlarda mutlaka mestin çıkarılması gerekir.
Yine hadiste, âlim ve sâüh kişilere karşı edebi muhafaza etmek, ilim meclisinde sesi yükseltmemek", câhil kimseye edebi, terbiye kaidelerini öğretmek sözkonusu edilirken, İyi insanlarla oturup kalkmaya, onları sevmeye ve onlara yakm olmaya çalışmak, kötü insanlara gönül vermekten sakınmak teşvik edilmektedir. Zira sevgi, sevdiğine İtaate ve onun yoluna çeker. Yine öğüt verirken kurtuluşu ve lütfü müjdelemek de hadiste verilen dersler arasındadır.
Allah'ın rahmetinin genişliği, hidayet yollarını kolaylaştırması ve tevbe kapısını açması gibi hususlar İse mezkur hadisin İrşadı dahilindedir.[92]
20. Ebu Sa'd b. Malik b. Sinan ei-Hudii'den (r.a.) rivayet olunduğuna öre Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Sizden Önceki (ümmetlerden) bir adam vardı. Doksan dokuz kişiyi öldürmüştü. O zamanın en büyük aliminin (kim olduğunu) araştırdı. Kendisine bir rahip gösterildi. Rahibin yanma vardı ve doksan dokuz cana kıydığını, kendisi için tevbe etme imkânının olup olmadığını sordu.
Rahip "îb*/«r"dedi. Adam rahibi de öldürdü. Bununla yüzü tamamladı. Sonra (yine) dünyanın en büyük aliminin kim olduğunu soruşturmaya başladı. Alim bir kimseyi tavsiye ettiler. Ona yüz kişiyi öldürdüğünü ve kendisi için tevbe (imkânı olup-olmadîğm)ı sordu.
Alim "Evet vardır. Tevbekâr ile tevbesi arasına kim girebilir? Falan yere git, orada Allah'a ibadet eden insanlar vardır. Onlarla beraber sen de ibadet et, kendi memleketine dönme. Çünkü orası fena bir yerdir" dedi. O adam hemen yola çıktı, yolu yarıladığı vakit, ölüm geldi. Onun hakkında rahmet melekleriyle azab melekleri tartıştılar. Rahmet melekleri: "Bu adam tevbe ederek, tüm kalbiyle Allah'a yönelerek geldi" dediler. Azap melekleri: "O hiçbir hayır işlemedi" dedüer. Onlara insan kılığında bîr melek geldi. Onu aralarında hakem yaptılar. O melek: "Geldiği yerle gideceği yer arasındaki mesafeyi karşılaştırınız. Öldüğü yer iki taraftan hangisine daha yakm ise oraya aittir" dedi. Mesafeleri ölçtüler. Gitmek istediği yere daha yakın buldular da onu(n ruhunu) rahmet melekleri aldılar. (Buhar! ve Müslim rivayet etmiştir)[93]
Sahih-i Müslim'deki diğer bir rivayette: "O kimse, halkı iyi olan köye bir karış daha yakın olduğundan o köy halkından sayıldı" buyunılmuştur.
Sahih-i Müslim'deki diğer bir rivayette ise: "Allah Teâlâ (adamın kendi köyüne) "Biraz uzaklaş" gideceği köye "Birazyaklaş", diye vahyetti ve (meleklere) "Her ikisinin arasım ölçünüz" buyurdu. Onu gideceği köye bir karış daha yakın buldular da bağışlandı" denilmiştir.
Başka bir rivayette de: nilmiştir.
'Göğsü ile istediği köye doğru uzaklaştı" de-
Ebu Said el-Hudrî ve babası sahabîdirler. Babası Mâlik, Uhud savaşında şehid olmuştur. Ebu Said Rasûlüllah'dan (s.a> 1170 hadis rivayet etmiştir. Sahabîlerin âlimlerindendi. Hicretin 64. yılında Medine'de vefat etmiştir.
Allah'ın affının büyüklüğüne rağmen küçük bir günahtan bile sakınmak İslâm'ın gereğidir. Ancak bu hadis ile peygamberimiz günahkârları tevbeye teşvik etmektedir.
îlk fetva veren, ilminin azlığı ve ferasetsizliği ile ne fetvasında isabet etti, ne de âdeti adam öldürmek olan bîr kişiden sakındı. Böylece hem fetvasında hata etti hem de canından oldu. Katili başka bir cinayete sürükledi. Yani kendisi helak olduğu gibi, soru soranı da helake götürdü.
Bilerek adam öldürenin de tevbesinin kabul olabileceği hadisten anlaşılmaktadır. Bu konuda âlimler ittifak etmişlerdir, tbn Abbas ise, böyle bir kimsenin tevbesinin kabul olmayacağı görüşündedir.
Hadiste alîm bir kimsenin, ilmi az olup, çok ibadet eden kimseden üstünlüğüne işaret edilmektedir. Zira birincisi rahipti, devamlı ibadet ve taatle meşgul olurdu, insanlar da onu biliyor sanıyorlardı. Halbuki o ilim sahibi değildi. Diğeri ise ilimle meşguldü. İlmin ışığıyla doğru karar verdi. Böylece de hem kendisi yaşadı, hem de soru soranı doğruluğa yöneltti.
Hadisten anlaşılan diğer hususlar şunlardır:
Peygamberimizin metodunun güzelliği!
Mürşidin yönlendirirken ve öğüt verirken gerçek örnekler vermesi gerekir.
İslâm'a aykırı olmadıkça geçmiş milletlerden bahsetmek caizdir.
Hevâ ve heves bir müddet saptırsa da, fıtratı İslâm'a uygun, hayra ve hakka hazır durumdaki insan, istikameti er-geç bulacaktır.
Tevbe kapısı açıktır. Günahlar ne kadar çoğalsa, hatalar ne kadar artsa da tevbekârın tevbesi makbuldür. Hayra çağıran ve nefisleri tedaviye yeltenen kişinin nefisler için uygun olanı bilmesi ve etkili bir hikmet sahibi olması gerekir.
Bilerek adam öldürenin tevbesinin kabul olması, bizden önceki dinlerin kanunlarında olduğu gibi, İslâm'da da geçerlidir.
Günahkârın tevbesinden sonra, günah arkadaşlarım ve günah mahallini terketmesi gerekir.
Tevbekârın iyi insanlarla arkadaşlık kurması ve onlarla beraber olması gerekir.
Allah tevbe edenleri sever. Tevbe edenleri sevdiğini ve tevbe edenlerin tev-besini öğünerek meleklere haber verir.
Salih kimselere ulaşmak için gayret etmeli, güçlüklere katlanmalı. İyilerin amelini işlemek, tevbekârın tevbesinde samimi olduğuna delildir.
Utanılacak veya anlatması uygun olmayan bir konuyu anlatan kişinin, "Ben şöyle şöyle yaptım" diye anlatması yerine, "şöyle yapan kimse" şeklinde anlatması daha uygundur.
Melekler İnsan kılığına girebilirler. Meleklerin insan kılığına girmesi, özellikle hadiste olduğu şekilde insan kılığına girip diğer melekler arasında hakem olması, İnsanın şanını ve şerefini o/taya koymaktadır.[94]
21. Abdullah b. Ka'b b. Mâlik'den -ki babası gözlerini kaybettiğinde oğul-İan arasında Ka'b'm elinden tutup ona yolda kılavuzluk eden oğludur- rivayete göre şöyle demiştir:
Ka'b b. Mâlik'i Tebûk gazvesinde RasûlüUah'dan (s.a) ayrılıp (harpten) geri kaldığını anlatırken işittim, şöyle dedi:
Tebûk pazvesînden başka Rasûlüllah'ın savaşlarının hiç birisinden geri kalmadım. Sadece Bedir gazvesinden geri kalmıştım. Bu gazveden geri kalanlardan hiç kimse azarlanmamişti. Çünkü Rasûlülîah ve müslümanlar (Bedir gazvesine) Kureyş'İn ticaret kervanını takip içiş çıkmışlarken, .Allah Teâlâ onları haberleri olmaksızın, düşmanlarıyla (yolda) birleştirdi. Ben Akabe gecesinde İslâm'a (yardım) üzerine anlaşma yaptığımızda RasûSüllah'm yanında hazır bulundum. Bedir gazvesi halk arasında Akabe bîatından daha çok amlsa da bana göre Bedir'de bulunmak, Akabe'de bulunmak kadar sevimli değildir. Benim Tebûk harbinde Rasûlüllah'dan (s,a) ayrıhp geri kalışımın hikayesi şöyledir.
Ben hiçbir zaman, RasûlUllah'dan ayrılıp o harpten geri* kaldığım zamanki kadar kuvvetli ve varlıklı olmamıştım. Vallahi daha önce hiçbir zaman bir-araya getirememiş olduğum iki binek hayvanını o gazve sırasında bir araya getirmiştim. Bir de o gazveye gelinceye dek, Rasûlüllah herhangi bir yere gazveye karar verdiği zaman onu gizli tutup, başka bir seferi öne sürerdi. Bu gazveye şiddetli bir sıcak altında girişileceği için, uzak ve tehlikeli bir yolculuk ve kalabalık (bir dü$man)la karşılaşacaktı. Bu sebeple savaş hazırlıklarını yapsınlar diye muslümanlara durumu açık-seçik anlatarak, gitmek istediği yönü habeı verdi.
Rasûlüllah'm yanındaki muslümanlar pek çoktu. Onların isimlerinin yazıldığı bir defter de yoktu. (Ka'b sözlerine devamla,)
Firar etmek isteyenler çok azdı. Onlar da haklarında Allah'tan vahiy gelmedikçe yaptıklarının gizli kalacağını sanabilirlerdi. Rasûlüllah bu gazaya meyvelerin olgunlaştığı ve gölgelerin arandığı bir mevsimde gitmişti. Ben de bunlara çok düşkündüm. Rasûlüllah ve beraberindeki muslümanlar hazırlığa başladılar. Ben de onunla beraber hazırlanmak için çıkıyor, bir şey yapmadan geri dönüyor ve kendi kendime "İstediğim zaman hazırlanabilirim" diyordum. Benden başkaları sürekli gayret sarfederken, bende bu gevşeklik hâli devam etti.
Rasûlüllah müslümanlaria birlikle (birgün, erkenden yola koyuldu. Bense hazırlık olarak hiçbir şey yapmamıştım. Sonra sabah evden çıkıyor, fakat akşam hiçbir şey yapmadan eve dönüyordum. Ben bu hâlimde devam ederken onlar sefere çıktılar. Yola çıkıp arkalarından yetişmeyi düşündüm -keşke böyle yapabîlseydim- fakat bu bana nasip olmadı. Rasûlüllah gazveye gittikten sonra halk arasına çıkıp, ortalıkta benim gibisini görememek gücüme gitmişti. Gördüklerim ya münafık olarak bilinen veya Allah'ın özürlü saydığı (mümin) kişilerdi.
Rasûlüllah Tebûk'a varıncaya kadar benden hiç bahsetmedi. Tebûk'ta sahabîler arasında otururken beni hatırlayarak "Ka'b b. Malik ne yaptı?" diye sordu. Benî Selîme'den bir adam (Abdullah b. Üneys): "Ya Rasûlaltah! Onu çifte cübbesi ile kibir içinde sağa sola bakmak, aramıza katılmaktan alıkoydu" dedi. Bunun üzerine Muaz b. Cebel adama: "Ne fena söyledin!" diye cevap verdi ve Rasûlüllah'a hitaben de: "Vallahiya Rasûlallah! Biz onun hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyoruz" dedi.
Bunun üzerine Rasûlüllah sustu. O arada beyaza bürünmüş, serap içinde belirip kaybolan bir adam gördü. Rasûlüllah "Ebu Hayseme ol (aydın)" buyurdu. Bir de ne görsünler; adam gerçekten Ensar'dan Ebu Hayseme idi. Bu adam sadaka olarak bir Ölçek hurma verince münafıklar tarafından alay edilen kimseydi. (Ka'b sözlerine devamla der ki)
Ne zaman ki Rasûlüllah'in Tebûk'den ayrılıp (Medine'ye) döndüğünü duydum, beni şiddetli bir merak sardı, yalanlar uydurmaya başladım. "O'~ nun öfkesinden nasıl kurtulacağım" diyordum. Rasûlüllah'm gelmek üzere olduğu söylenince yanlış düşünceler kafamdan uzaklaştı. Bu yoldan bir şey elde edemeyeceğimi kesin olarak anlamıştım. Bu yüzden gerçeği söylemeye karar verdim. Rasûlüllah bir sabah Medine'ye geldi. O bir seferden döndüğünde ilk defa mescide girer, orada iki rek'at namaz kılar, sonra halkın işlerine bakardı. Rasûlüllah insanların meseleleriyle ilgilenince, savaşa katılmayanlar huzuruna çıktı. O'na karşı mazeretlerini açıklıyorlar, önünde yemin ediyorlardı. Bunlar seksen küsur kadardılar. Rasûlüllah bunların ileri sürdükleri mazeretleri kabul edip, biatlerini tazeledi ve bağışlanmalarım dileyerek, iç yüzlerini Allah'a havale etti. Ben de varıp selam verdiğim zaman öfkeli bir şekilde gülümseyerek "Gel bakalım" dedi. Bunun üzerine, yürüyerek, karşısına oturdum. "Neden harbe katılmadın, kendine binek hayvanı satın almamış miydin?" buyurdu. Şöyle cevapladım:
- Yâ Rasûlallah, eğer senin değil de, dünya halkından bir başkasının karşısında olsaydım; bir mazeret uydurup, onun öfkesinden kurtulacağımdan emin olurdum. Çünkü ben konuşmasına fesahat verilmiş kimseyim. Vallahi kesinlikle biliyorum ki; bugün size karşı öfkenizi üzerimden savacak yalan bir söz söylesem, çok geçmeden Allah, öfkenizi üzerime çekecektir. Eğer size doğruyu söyler ve bu yüzden bana kızacaksanız, doğru konuşmakta Allah'tan hayırlı sonuç bekliyorum. Vallahi hiçbir mazeretim yoktu. Vallahi hiç bir zaman senden geri kaldığım zamanki kadar, güçlü ve geniş imkânh değildim. (Bunun üzerine) Rasûlüllah: "Bu adam doğru söylüyor. Şimdi kalk git. Hakkında Allah hükmünü verinceye kadar bekle" buyurdu.
Beni Seleme'den bazı kimseler ayağa kalkıp peşimden yürüdüler ve bana şöyle dediler: "Vallahi biz senin bundan önce bir suç işlediğini bilmiyoruz. Sen gazadan geri kalan diğer kimselerin ileri sürdükleri gibi mazeret beyan edememen sebebiyle acze düştün. Halbuki Rasûlüllah'm hakkında af dilemesi yeterliydi". (Ka'b diyor ki)
Vallahi beni o kadar kınadılar ki, hatta Rasûlüllah'ın huzuruna dönüp kendi kendimi yalanlamak İstedim. Onlara "Şimdiye kadar aynı muameleye muhatap olan benden başka kimse var mı?" dedim.
Bana "Evet, senden başka iki kişi daha aynı muameleye maruz kaldı. Onlar da senin gibi konuştular ve sana söylendiği gibi onlara da söylendi" dediler. "Onlar kimlerdir?" dedim. "Mürâre b. Rabia'tul-Âmirî ile Hüâl b. Ümeyyet'ül-Vâkifî" dediler. Durumları bana örnek olan Bedir harbine katılmış iki sâlih adamın adını verdiler. Bu iki kişiyi bana söylediklerinde, te-reddütien vazgeçtim, görüşümde sebat ettim. Rasûlüllah harpten geri kalanlar arasında, bizim üçümüzle konuşmaktan herkesi (müslümanlan) me-nettt- İnsanlar da bizden çekindiler veya bize karşı tavırlarını değiştirdiler. O kadar ki, kendi yurdum bana yabancılaşti. Orası arük eski memleketim değildi. Bu halde elli gün kaldık. Diğer iki arkadaşıma gelince, halktan uzaklaşıp boynu bükük iki zavallı haline geldiler. Evlerine kapanıp devamlı ağlıyorlardı. Ben daha genç ve güçlü idim. Bu nedenle evden çıkıp müslüman-larla beraber namazda bulunuyor ve sokaklarda geziyordum. Ancak benimle hiçbir kimse konuşmuyordu. Namazdan sonra Rasûlüliah'm meclisine varır, kendisine selâm verirdim. Kendi kendime "selâmımı almak için, dudaklarını kıpırdattı mı, kıpırdatmadı mı?" diye sorardım. Sonra O'na yakın bir yerde namaza durarak kendisini gizlice gözetlerdim. Namaza durduğumda bana doğru bakıyor, fakat kendisine doğru baktığımda yüzünü başka tarafa çeviriyordu. Müslümanların bana karşı yüz çevirmeleri uzun sürünce gidip Ebû Katâde'nin duvarına tırmanarak aşağıya atladım. O amcamın oğlu ve çok sevdiğim biriydi. Kendisine selâm verdim. Vallahi selâmımı bile almadı. Ona: e'Ey Ebû Katâde, Allah aşkına sana soruyorum. Benîm Allah veRasû-lünti sevdiğimi biliyor musun?" dedim. Cevap vermedi. Sözümü tekrar et-tim. Yine sustu. (Üçüncü defa) AKah aşkına sordum. Bu defa bana "Allah ve Rasûlü bilir" diye karşılık verdi. Bunun üzerine gözlerim yaşardı. Bahçe duvarından atlayarak oradan uzaklaştım.
(Bir gün) Medine çarşısında yürüyordum. Medine'ye zahire satmaya gelmiş Şamlı bir çiftçi, "Ka'bb, Mâlik 'i bana kim gösterir." diyordu. Halk beni göstermeye başladı. Yanıma geldi ve bana Gassan Meliki tarafından gönderilen bir mektup verdi- Okur-yazar olduğum için mektubu okudum. Şöyie
"(Selâmdan) sonra derim ki efendinizin sizi üzdüğünü duyduk. Allah sizi horlanacağınız ve mahrumiyette olacağınız bir yeme bırakmasın. Aramıza katıi, seni bağrımıza basarız".
Mektubu okuduğumda "Bu da bir başka imtihan" dedim ve onu tandıra atıp yaktım. Elli günün kırk günü geçince bir gün baktım ki Rasûlüüah'ın bir elçisi; "Rasûlüllah sana zevcenden ayrı durmanı emrediyor" dedi. Ben: "Onu boşayacak mıyım, yoksa ne'yapacağım?" dedim. "Hayır boşama, ondan uzak dur, kendisine yaklaşma" dedi. Rasûlüllah ayuı emri diğer İki arkadaşıma da iletmişti. Bunun üzerine eşime "Ailenin yanına git ve Allah bu konuda hüküm verinceye kadar onlarda kal" dedim.
Hilâl b. Ümeyye'nin hanımı Rasûiüllah'a giderek: "Ya Rasûlüllah! Hilâl b. Ümeyye gücü kuvveti kalmamış bir ihtiyardır, hizmetçisi de yoktur, O'na hizmet etmemi çirkin görür müsünüz? diye sordu. Rasûlttllah ona "Hayır, ancak saktn sana yanaşmasın"buyurdu. Kadın Rasûlüllah'a hitaben: "Vallahi, onda hiçbir şeye karşı hareket yok, Vallahi bu iş başına geldiğinden be* ri, şu ana kadar devamlı olarak ağlıyor" dedi.
Ka'b diyor ki: Yakınlarımdan biri bana, "Kadının hakkında sen deMa-sûlüllah'ian izin istesen, (bak) Hilâl b. Ümeyye'nin hammıne, kocasına baksın diye izin verdi" dedi. Ben de: "Bu konuda Masûlûllah'tan izin istemem, çünkü ben genç bir adamım" dedim. Bu minval üzere ön gün kaîdsm, böyle-ce bizimle konuşmanın yasaklandığı andan itibaren elli geceyi doldurmuş olduk. Ellinci gecenin sabahı, evlerimfzin birinin damında sabah namazını kıldım. Allah Teâîâ'nın bizden bahsederken belirttiği gibi, hayatım bana güç-Icşmiş ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen başıma dar gelmiş bir halde otururken, Sel tepesine çıkmış bir teîiâhn, gür sesini duydum. "Ey Ka'b b. Mâ~ tik, müjdeler olsun" diye sesleniyordu. Derhal secdeye kapandım. Kurtuluş müjdesinin geldiğini anladım. RasûKUlah sabah namazım kılınca ievbeîEİzin Aîlah tarafından kabul edildiğini halka ilan etti. Halk da bizi müjdelemeye koştu. Arkadaşlarıma da müjdeciler gitti. Adamın biri bana doğru hızla at koşturdu. Es!em kabilesinden biri de yine bana doğru koştu ve tepeye çıktı. Ses s itan daha hızlı idi. Bana müjde veren, sesini İşittiğim kimse bana gelince üzerimdeki iki elbisemi hemen çıkardım. Müjdelik olarak kendisine giydirdim. Vâiiahî o gün bundan başka elbisem yoktu. Bu yüzden ödünç bir takım elbise edinerek giydim ve RasâlüUah'ın huzuruna koştum. İnsanlar grupîar halinde yanıma gelerek^ "Allah 'm tevbeni kabul buyurması, sana kutlu olsun " diyorlardı, levbemin ksbulünden dolayı benî tebrik edfyorladi. Nihayet mescide girdim. Rasûlüllah sahabîSsrm ortasında oturuyordu.
Ka'b sözlerine şöyle devam ediyor: Rasûlülİah'a selam verdiğimde, sevincinden yüzü panîdadı. "Ananın seni doğurduğu günden beri, üzerinden geçen günlerin en hayırlısı ile müjdelendin " dedi. Ben: "Yâ Rasûlallah! Kendi tarafınızdan mı, yoksa Allah tarafından mı?" dedim. "Hayır, Allah tarafından" buyurdu. Rasûlüllah'ın sevindiği vakit yüzü son derece nurla-nırdı. Sanki yüzü ay parçası gibiydi.
Ka'b der ki: Biz bunu biliyorduk. Huzuruna oturduğumda "Yâ Rasü-tüllah, tevbenin kabulü sebebiyle teşekkür için malımın tamamım Allah veRasûlününyolunda tasaddukedeceğim"dedim. Rasûlüllah: "Malının bir kısmını elinde tut, busenin için hayırlıdır"buyurdu. Ben, "Hayber'dekihissemi bırakıyorum " dedim. "Yâ Rasûlallah! Allah beni ancak doğru söylediğim için kurtardı. Hayatta kaldıkça doğru söylemek de tevbemin tamamıdır" dedim. Allah'a andolsun ki, Rasûlüllah'a bu sözleri söylediğim günden beri Allah'ın doğru sözlülükle beni imtihan ettiğinden daha güzel, müslümanlar-dan hiçbirini imtihan ettiğim bilmiyorum. Vallahi Rasûlülİah'a bu sözleri zikrettiğim günden bugüne kadar bilerek hiç yalan konuşmadım. Geri kalan ömrümde Allah'ın beni koruyacağını umarım.
Ka'b devamla; "Allah Teâlâ şu âyetini inzal etti" dedi:
"Andolsun ki Allah, peygamberini içlerinden bir takımının gönülleri hemen hemen eğilmek üzere iken güçlük zamanında, ona (Peygamber'e) tâbi olan muhacirlerle, ensarı tevbeye muvaffak buyurdu ve sonra onlann bu tev-belerini kabul eyledi. Çünkü O çok esirgeyici, çok bağışlayıcıdır. Geri bırakılan (ve haklarında hüküm geciken) üç (kişi)nin (tevbelerini de kabul etti Çünkü) yeryüzü bunca genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet A/lahfın hışmından) yine Allah 'dan başka sığınacak hiçbir yer olmadığını anladılar (da bundan) sonra ( Allah) onları da eski hallerine dönsünler diye tevbeye muvaffak buyurdu. Şüphesiz ki Allah (ancak) tevbeyi en çok kabul eden, hakkıyla esirgeyendir. Ey iman edenler, Allah'tan korkun, sâdık olanlarla beraber olun", (Tevbe, 117-119)
Ka'b şöyle devam etti: "Vallahi Allah'ın bana lütfettiği nimetler İçinde beni İslâm'a hidayet ettikten sonra Rasûlülİah'a doğru söylemekle, yalan söyleyip de helak olanlar durumuna düşmekten daha büyük bir nimeti bana vermedi. Zira Allah yalan söyleyenler hakkında vahiy indirdiği vakit, herhangi bîr kimse için söylediğinin en fenasını söyleyerek şöyle buyurdu:
- "Onlar(ın yantn)a döndüğünüz zaman kendilerin^ muâheze)den vazgeçirmeniz için Allah 'a and edecekler. O halde onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardırlar. Yaptıklarının cezası olarak varacakları yer de cehennemdir onların! Kendilerinden hoşnud olmanız için size yemin edecekler, (fakat) eğer siz onlardan razı olursanız, şüphesiz Allah o fasıklar güruhundan razı olmaz". (Tevbe, 95-96)
Kâ'b şöyle dedi: Biz üçümüz o kimselerden deri bırakılmıştık ki, onlar yemin ettikleri vakit Rasülüllah onlann yeminlerini kabûl etti, onlardan biat aldı ve onlar için mağfiret dileğinde bulundu. Rasûlüllah bizim işi, Allah bu hususta hükmünü verinceye kadar erteledi. Neticede Allah hükmünü verdi. "Geriye bırakılan o üç kişi..." diye buyurarak bizim gazveden geri kal-makhğımızı kasdetmiş değildi. Bununla Rasûltillah'm kendisine yemin edip mazeret beyan ettikleri zaman mazeretleri kabul edilenlerden ayrı tutulup hakkımızdaki hükmün geri bırakılması kastedilmektedir. (Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir).[95]
Diğer bir rivayette: "Rasülüllah Tebûk gazvesine perşembe günü çıktı, (Sefere) perşembe günü çıkmayı severdi" denilmiştir.
Başka bir rivayette İse: "O seferden yalnız gündüz ve kuşluk vakti dönerdi. Döner dönmez de mescide girerek iki rek 'at namaz kılar, sonra da orada otururdu" buyumlmuştur.
Ka'b'm Abdullah, Abdurrahmân ve Ubeydullah isminde oğullan vardı. Abdullah bu hadisin râvisidir.
Ka'b b. Malik, Akabe biatına katılanlardandır. Bedir ve Tebûk gazvesi hariç diğer gazvelere katılmıştır. Uhud savaşında Allah yolunda çarpışırken 11 yerinden yaralanmıştır. Rasûlüllah'ın şairlerindendir. Ka'b, Rasûlüllah'-dan (s.a) 80 hadis rivayet etmiştir. Medine'de hicretin 50. yılında vefat etmiştir. Ka'b'm katılmadığı Tebük savaşı, hicretin dokuzuncu yılında olmuştur.
Akabe biati bir yılda iki defa olmuştur. I. Akabe biatında ?2 kişi, H. Akabe'de ise 70 kişi vardı. Bunların hapsi de Medineli (ensar) idi.
Ka'b Akabe'de bulunduğunu söylemektedir. I veva II. Akabe diye kayıt lamam aktadır. Mutlak olarak Akabe zikredilirse, bu II. Akabe biatidir.
Akabe biatında Medineliler İslâm üzere yaşayacaklarına, her halükârda peygamberimizi konıyup-gözeteceklerine and içtiler. İslâm tarihinde Akabe biati, İslâm'ın ük ydlannde MedineÜ müsiümanl&rca desteklenmesi ve geliş-mesi açssından önemüdir. Bu sebeple Ka'b kendisinin böyle bir biat ta da bulunduğunu hatırlatıyor ve her ne kadar Bedir savaşı mttslümalar katında büyük görülüyor ve şöhret buluyorsa da, Akabe biatinin daha önemli olduğunu zikrediyor.
Ka'b, Bedir savaşma katılmadığından dolayı sorumlu tutulmadsğmı söylemektedir. Zira Bedir'in, RasûlüUah'ın yanindakilerîe, Kureyş kervanını tâ-kib ederken aniden savaşa dönüştüğünü, savaş çıkacağı önceden bilinmediğinden herkesin katılmasının istenmediğini ileri sürmektedir.
Gerçekten de bazı islâm tarihçileri, sahabîleri tabaka tabaka zikreder-
ken,
Hadiste peygamberimizin askerî dehasına ve orduyu yönetimindeki me-todlanna işaret edilmektedir. Ka'b, RasOlüUah'ın savaşa hazırlık esnasında hedefi gizli tuttuğunu, hatta başka bir yere gidilecek intibaı uyandırdığım belirtmektedir. Ebu Davud'un rivayetindeki "Harp hiledir" ziyadesi bu hususa açıkkk getirmektedir.
Yine askerin mağlûbiyetini ve helakim önlemek için; sıcak bir mevsimde uzağa yapılacak sefer, önceden haber verilmiştir. Böylece askerin teçhizat yönünden tam hazırlığı, psikolojik olarak ds intibakı sağlanmış olmaktadır.
Ka'b'ın savaşa katılmayışindaki pişmanlığını artıran faktörlerden en önemlisi, kendisinin de itiraf ettiği gibi her zamankinden daha iyi durumda, maddî-manevî yönden savaşa katılmaya uygun iken, hiç bir mazereti olmadığı halde savaşa gitmeyisidir. Tebük savaşma katılanların sayısı hakkında 30, 40 ve 70 bin gibi rakamlar verilmektedir.
Savaşın nedeni; Rumların Şam yakınlarında Hirakl komutasında müs-lümalarla savaşmak için hazırlık yaptıklarının duyulmasıdır.
Ka'b savaşa katılmamanın üzüntüsünü daha ilk andan itibsren yaşamaya başlamıştır. Özellikle de geride kalanların çoğunluğunu özürlülerin (sa-kathnn) ve münafıklıkla itham edilenlerin oluşturduğunu görünce bu pişmanlığı daha da artmış, onlarla bir arada bulunmaktan rahatsa olmuştur.
Rasülüllah (s.a) lebûk'a varınca ashabı arasında otururken, Ka'b b. Malik'i hatırlayarak onun durumunu araştırmıştır. Benî Seleme'dcn Abdullah b. Üneys, Ka'b'uı kibirliliğinin savaşa katılmasına engel olduğunu haber vermiştir. Bazıları Abdullah b. Üneys'in Ka'b'e karşı kin ve hased duygulan taşıdığım, bir kısmı da Abdullah'ın nifak ehlinden olduğunu söylemişlerdir. Ancak bu ithamlar doğru değildir. Belki düşünmeden Ka'b'e "kibirli" ithamında bulunmuştur. Nitekim Muaz b. Cebel, Rasûlüllah'ın huzurunda onun bu sözlerine karşı çıkmış ve sözünün çirkinliğinden bahsetmiştir.
Ka'b, RasûIüUah'in kendisine savaşa katılmaması sebebiyle öfkelenip kızdığından bahsetmekîcdir. RasÛKillah gerçekte af ve müsamaha örneğidir. Onun yüzü ay gibi parlar, yanındaki herkese sevinç ve sürür verirdi. Nitekim Enes (na) "Rasûlüîlah'a (sm) IÛ yi! hizmet ettim. Yaptığım bir iş için "niçin yap-tın", yapmadığım bir şey için de "niçin yapmadın?" demedi" demiştir. Ancak, söz konusu iş dinin emirlerine uymamak, Allah ve Rasûlü'nün hilafına davranmak olursa; peygamberimiz bu işin karşısında olacak ve İsyankârlara karşı tavır koyacaktır.
Ka'b; yalan söyleyerek belki beşer oSan Rasûlüllah'ı o gün için memnun kılacağım, ancak AHah'ın-bu durumu Rasûlüîlah'a bildireceğini açıklıkla peygamberimize ifade etmiştir. Sahâbe'nin imanı bizlere en güzel örnektir. Rasûlüllah'ın aldatılamayacağı; zira Allah'ın buna müsade etmeyeceği ortadadır. Kişinin aleyhine de olsa doğru söylemek gerekir. Zira Ai-lah doğrularla beraberdir.
Hadisten anlaşılan diğer hükümler de şunlardır
Müslüman ihlaslı ve sadakatli olmalıdır. Mü'mİn eksikliğini ve kusurlarını kabul etmelidir. Hatalarından dolayı özür aramaya çalışmamalıdır. Zorluklara, güçlüklere rağmen, müslümanlar Allah yolunda savaştan geri kalmamalıdırlar. Allah'ın emirlerine boyun eğmekte tereddüt göstermemelidirler. Hemen savaş için gerekli tüm hazırlıkları yapmalıdırlar. Müslüman üzerine farz olan şeyleri yerine getirmemenin ezikliğini hissetmelidir. Hastalıktan geride kaİan mü'mİnler ile, münafık oldukları için savaşa katılmayanların durumunda olmaktan mü'min sakınmalıdır.
Sahabîler kendilerinin aleyhine de olsa Rasûlüllah'dan (s.a) bir şey gizlememişler, O'na her şeyi açık-seçik itiraf etmişlerdir.
İslâm'da zahire göre hükmedilir. Kişinin İç durumu Allah'a havale edilir.
İyilik ve takva sahiplerinin yolundan gitmek, onların ahlakıyla ahlâkla-nıp, onların yolunu izlemek gerekir.
Günahkâra ve münafıklara kulak asmamak ve onları rezil-rüsvay olacakları güne terketmek gerekir.
Günahkârlarla ve isyankârlarla beraber olmamak, hatta onların selâmlanna dahi karşılık vermeyerek, onlara boykot edildiklerini hissettirerek, gü=-nahlardan sıyrılarak tevbe etmeye onları zorlamak gerekir.
Mü'min, kötülük işlediğinden dolayı pişmanlık duyarak Üzülmeli ve ağlamalıdır.,
İslâm; isyankârları toplumdan soyutlamakla da olsa onları terbiye etmektedir.
Rasûlüllah (s.a) ashabına rahmetle ve şefkatle davranıyor, onların sevinç ve mutluluklarına ortak oluyordu.
Mü'min dinî ve dünyevî konularda imtihan olunmaktadır. İyi insanlar Aliah'a ve Rasülü'ne verdikleri sözde dururlar.
Mü'min Allah'a ve Rasûlü'ne itaati diğer tüm yaratıklardan üstün tutar.
Münafıklık ve küfür hâlleri görünen bir kimsenin hanımı, kendisini kocasına takdim etmez.
Ka'b b. Mâlik'in Rasûlüllah'a karşı aşırı sevgisi, Rasûlülîah'm kendisine verdiği cezalar ile sarsılmamıştır.
Namazda İken Ka'b'-n Rasülüllah'ı (s.a) gözleriyle takib etmesi ve ona doğru meyletmesi, bu g oi hâllerde namazın bozulmayacağına delildir.
Fasıklann selâmı alınmaz. Bir kimse konuşmayacağına yemin ettiği kişinin selâmını almakla onunla konuşmuş ve yeminini bozmuş olur.
Mü'min sevinçli bir haber aldığında şükür secdesi yapabilir.
Devlet reisi ve idareci, topluma bir kimse ile İlişkilerini kesmeleri, onunla konuşmamaları için emir verebilir. Bu da bir çeşit cezalandırmadır. Uzak bir yerden gelen kimsenin nafile namaz kılması müstehaptır.
Talaka niyet etmemişse, kinaye yolu ile-söylenen talak yerine geçmez.
Kadının kocasına hizmet etmesi İstenir. Üzerinde Allah'ın ismi yazılı bir kağıdın hakaret kasdı olmaksızın yakılması caizdir.
Hayırlı bir şeyin müjdelenmesi ve müjdeleyen kişiye hediye verilmesi müs-tehaptır.
Bİr kişi sevinçli bir durumundan dolayı tebrik edilir.
Bir kimsenin bütün malını sadaka olarak dağıtması caiz değildir. Zira geçim sıkıntısı çekebilir ve insanlara el açabilir.
Doğru söleyen hem dünyada hem de âhirette saadete erer.
Günahlarından tevbe edenleri Cenab-ı Allah affeder, onların tevbesini fazl-ı keremiyle kabul eder. İnsan hata etmekten uzak olamaz. Ancak ona yakışan, kötülüğün hemen arkasından iyilik yapmasıdır.
Mümin tevbesinin kabul edilmesinden, doğruluğundan dolayı başarıya ulaşmasından zevk duyar, sevinir.
Ka'b'ın tevbesinin kabul olmasını "anasından, doğduğu günlerin en hayırlısı" şeklinde ifadesi; onun müslüman olduğu günü kapsamaz. İslâm'a girdiği günün önemi herkesçe malum olduğu için aynca zikredilmemiştir. öte yandan tevbesinin kabul edilmesi, Ka'b'm müslümanhğmın, amelinin, imanının, kemâle erdiğine işarettir. Bu bakımdan tevbesinin kabul olduğu günün İslâm'a girdiği günden daha önemli olduğu şeklinde de yorum yapılmıştır.
Rasûlüllah'ın (s.a) yüzünün Ka'b'ın tevbesinin kabulünü duyması sebebiyle nurlanmasından kasıt; nuruna nur katılmasıdır. Zira Rasülüliah'ın se-. vinçli anında yüzü öyle parlak görünürdü ki; âdeta ayna gibi olurdu ve yüzüne bakan kimse kendisini görürdü.[96]
22. Ebu Nüceyd İmran b. el-Husayn el-Huzaî'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştir: "Zinadan gebe kalan Cüheyne kabilesinden bir kadın Rasûlüllah'a geldi ve "Yâ RasûlüUâh! Hadd cezası gerektiren bir suç işledim, bu cessyı bana uygula" dedi. Bunun üzeine Peygamberimiz kadının velisini çağırarak; "Bu kadına İyi bak, doğum yapınca da onu bana getir" buyurdu. Kadının velisi de emredileni yaptı. Nihayet kadm doğurup da huzura getirilince, Rasûlül-lah kadının üzerine elbiselerinin sıkıca sarılmasını, arkasından da gömülüp taşlamasını emretti ve kadm gömülüp taşlandı. Sonra da cenaze namazını kıldı. Ömer (r.a) "Ya RasÛlüUah, zina ettiği halde nasıl olup da onun cenaze namazım kılıyorsun?'' diye sordu. RasûlüUâh: "O öyle bir tevbe etmiştir ki, tevbesi Medine'den yetmiş kişi arasında taksim edilseydi hepsine köfı gelirdi Onun canını Allah'ın emri uğrunda feda etmesinden daha faziletli bir davranış bulabilir misin?" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir.[97]
Ebû Nüceyd Hayber'in fethedildiği yılda müsîüman oldu. Rasûltilİafe (sa) ile gazvelere katıldı. Ömer b. el-Haîtâb onu kendi halifeliği esnasmda, Basra halkına Islâmî ilimleri öğretici olarak gönderdi. Muammed b. Şîrîn: "Basra'da halkın rağbet ettiği sahabîlerin en evveli tmrân b. Husayn İdi" demiştir. Ebû Nüceyd, Rasûlüllah'dan (s.a) 180 hadis rivayet etmiştir. Basra'da hicretin 52. yılında vefat etti.
Cüheyne kabilesinden olup, zinadan gebe kalarak RasülüHah'dsn (s.a) kendisine hadd'in uygulanmasını isteyen kadm Havle binti Huveylîd'dîr. Havle binti Sa'lebe olduğu da söylenir.
Müslim'in başka bir rivayetinde ise; kadın Rasûlüllah'a (s.a) gelerek "Beni fem/zfe"dediği ziyadesi vardır. Buna göre zina'dan dolayı kendisine hadd tatbik edilen kimse zina günahından kurtulmaktadır. Nitekim Peygamberimiz (s'.a) "Her kim böyle bir şey yapar ve dünyada kendisine hadd vurulursa; bu onun için keffâret o/«r"buyurmuştur. Kadın tevbe ile yetinmemiş, kendisine hadd-cezası verilmesini istemiştir, özellikle Rasülüllah'm (s.a) emriyle uygulanan bir cezanın karşılığının kurtuluş olduğunu bilmektedir. Nasûh üzere olmaması ve diğer şartların yerine getirilmemiş olması tevbe için söz konusu olabilir. Kadın ihtimâl olanı değil, mutlak kurtuluşu tercih etmiştir.
RasûlüUâh (s.a) önce kadının velisini çağırmış ve kadına iyi davranmasını emretmiştir. Zira peygamberimiz, akrabalarının utanma ve kıskançlık duygusuyla kadına baskı yapabilecekleri endişesini taşımıştır. Kadının tevbe ederek haddi istemesinden dolayı ona rahmet ve şefkatle muamele edilmesine işaret etmiştir. Ayrıca kadmm karnındaki çocuğun muhafazasının göz önünde bulundurulmasım ima etmiştir. Hadis, hamile oian bir kadının hadd veya celd cezasının doğuma kadar ertelenmesine delildir. İmam ve salih kişiler recme-dilen kimsenin cenaze namazına katılabilirler.
Hz. Ömer zina eden kimsenin cenaze namazının kılınmasmdaki hikmeti araştırarak, Rasûlüllah'ın (s.a) bu kadının namazına katılmasının sebebini sormuştur.
Peygamberimiz (s,a) Hz. Ömer'e kadının gerçek bir tevbe ettiğini, eğer Medine'de bulunan münafıklar da bu kadmm tevbesi gibi tevbe etmiş olsalar, onlann da günahlarının kalkması için bunun yeterli olacağını bildirmiştir.
Hadis bize şu mesajları vermektedir:
Mü'nün işlediği bir günahtan dolayı pişmanlık duymalı ve zahiren kendisinin aleyhine de olsa günah kirlerinden temizlenmeye çalışmalıdır.[98]
23. İbn Abbâs ve Enes b. Mâlik'den (r.a) Rasûlüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ademoğlu'nun bir vadi dolu altını İki vadi daha olmasını sever. Onun midesini (ağzını) topraktan başka bir şey doldurmaz. Allah tevbe edenlerin tevbesini kabul eder". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir}[99]
însan bir vadi dolusu altını olsa, ikinci bir vadi dolusu altınının olmasını da ister, sonra üçüncü bir vadi, derken insan doyumsuz bir hâl alır. Nitekim Ahmed b. HanbePin Câbir'den (r.a) rivayetinde; RasûlüUâh (s.a) "İnsanoğlunun bir vadi dolu hurması olsa, onun bir benzerini ister. Sonra bir benzerini ister, derken artık vadiler temenni eder. Ademoğlunun ağzım topraktan başkası doldurmaz" buyurmuştur.
İnsanoğlunun çoğunluğunun dünya malına karşı ihtirası bu hadis ile dile getirilmiştir. Baştan itibaren dünya malına kendini kaptırmayan veya çok hırslı davranışlardan sonra tevbe edenlerin Allah katında tevbeleri kabul olunur.
Hadis, kişinin Allah'a itaati ve ibadeti engelleyecek şekilde dünya malına sarılmasını, kalbin ahiretten çok dünya ile meşguliyetini çirkin görmektedir.[100]
24. Ebu Hüreyre'den (r.a) rivayet edildiğine göre Rasülüllah (s.a) buyuruyor ki: "Noksan sıfatlardan münezzeh ve sânı yüce Allah, biri diğerim öldürüp her ikisi de cennete giren şu iki kimseye hoşnutlukla güler. Bunlardan biri Allah yolunda savaşırken diğeri tarafından öldürülür. Bilâhare Allah o katile tevbe nasib eder, o da müslüman olur (ve bir savaşta) şehid edilir". (Bu-hârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[101]
Allah, insanın gülmesi gibi gülmekten münezzehtir. Hadisimizde geçen "Allah'ın gülmesi" her ikisinin de Allah yolunda canlarını feda etmelerinden "Allah'ın razı olması" anlamındadır. Bunu meleklerin gülmesi şeklinde anlamak da mümkündür ki bu melekler, her ikisinin de ruhunu kabzetmişler ve cennete girdirmişlerdir. Tlpkı "Falan kimseyi kral öldürdü" dediğimiz gibi. Halbuki onu bizzat kral öldürmemiş, sadece öldürülmesi için emir vermiştir.
Hadisten çıkarılan hükümler:
MüsHimanı şehid eden kâfir, bilâhare müslüman olduğunda, cehennem azabını gerektiren bir günah işlemeden Allah yolunda şehid edilirse, her ikisi de cennete girmiş olurlar. Katilin ve maktulün cennette aynı yerde olmalan ve aynı makamda bulunmaları gerekmez. Zira amellere göre cennetteki dereceler de değişir.[102]
"Ey iman edenler sabr (ve sebat) edin, (düşmanlarınızla) sabır yansı edin". (Âl-i îmran, 200)
"Andolsun sizi biraz korku, (biraz) açlık, (biraz da) mallardan, canlar-dan ve mahsûllerden yana eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenlere (lutf-ü keremimi) müjdele". (Bakara, 155)
"Ancak sabredenlere ecirleri hesapsız ödenecektir". (Zümer, 10)
'Bununla beraber kim sabreder, (suçları) örter (bağışlar)sa işte bu şüphesiz ve elbet azm olacak umurdandır". (Şûra, 43)
"(Ey iman edenler, tâate ve belaya) sabr ile ve bir de namazla (Hak*-dan) yardım isteyin. Şüphesiz ki AUah(ın yardımı) sabr edenlerle beraberdir". (Bakara. 153)
"Andolsun ki, sizi imtihan edeceğiz ki İçinizden mücâhidleri ve sabr ve sebat edenleri belirtelim", (Muhammed, 31)
Sabn emreden ve faziletini açıklayan ayetler çoktur ve bilinmektedir.[103]
25. Ebu Mâlik ei-Hâris b. Âsim el-Eş'arî'den (r.a); Rasülüllah'ın (s.a) Şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Temizlik İmanın yarısıdır. "el-Hamdü HHah" sözünün sevabı mizanı doldurur. "Sübhânetfâhi ve'l-Hamdülillâhi" cümlesi de yerle gök arasını doldurur. Namaz nurdur. Sadaka, verenin imanlı olduğuna delildir. Sabır, aydınlıktır. Kur*an, senin lehinde veya aleyhinde açık bir delildir. Herkes sabahleyin işine çıkar, kendisini satar. Ya kurtanr ya da helak eder". (Müslim rivayet etmiştir)[104]
Ebu Mâlik, Uhud savaşında yaralanmıştır. RasûlûUah'dan (s.a) 27 hadis rivayet etmiştir. Hz. Ömer'in hilâfet yıllarında taundan vefat etmiştir.
Hadiste geçen "temizlik" lafzının abdest anlamında olduğunu söyleyenler olmuştur. Bazılan da "Namaz abdestten Üstündür. Buna rağmen namazın imanın yarısı olduğuna dair bir nass mevcut değildir" demişlerdir. Bir kısmı da imandan kastolunamn namaz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Nitekim Allah Teâiâ ".. Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir..," (Bakara, 143) buyurmuştur. Âyette geçen "İman"dan kasıt namazdır.
Namaz, abdestsiz kılınmaz. O halde namazla abdest bir bütündür. Namaz bu bütünün yarısı, abdest de diğer yarısıdır. Hamd, Allah içindir. Bu övgü en güzel bir istekle ve tam teslimiyetle yapıldığında değer kazanır. "Elhamdülillah" cümlesi mizanı doldurur.
Mizan; amellerin tartildığı şeydir. "Sübhanellah velhamdülillak"dan biri veya ikisi birlikte göklerle yer arasını doldurur.
Teşbih; Allah'ı kötülüklerden eksikliklerden tenzih etmek ve uzak kılmaktır.
Namazın bizzat kendisi, kabirde ve kıyametteki karanlıklarda sahibi için bir nurdur. Bu aydınlatma namazın özelliğidir, ibadet cinsinden hiçbir fiilde bu durum yoktur, sadece namaz için söz konusudur. Nitekim Rasûiüllah (s.a) "Kim namaza devamda özen gösterirse, kıyamet gününde sahibi için nur, delil ve kurtuluş olur. Her kim de namaz kılmaz ve ona önem vermezse kıyamet gününde onun için ne nur, ne delil, ne de kurtuluş vardır. O kişi Kârûn, Firavun, Hâmân ve Übeyy b. Halefle beraber olur".
"Namaz, kıyamet gününde mü 'minin yüzünde apaçık bir nur olur'' denilmiştir. Yİne "Namaz, manevî bir nurdur. Çünkü kötülük ve çirkinliklerden uzaklaştırın doğru olana iletir, tehlikelerden korur. Kurtuluş yoluna ulaştırır" da denilmiştir.
Sadaka burhandır. Yani sadaka, sahibinin imanına delildir. Kıyâmet'te, kişiye malım nereye harcadığı sorulduğunda "Onu sadaka olarak verdim" demesiyle delil olur. Veya sadaka veren kimse kıyamet gününde tanınacak bir nişan ile nişanlanır. Böylece sadaka sahibi için bir delil olur. Nitekim Ebu Davud'un Ukbe b. Âmir'den RasûîüUah'a isnadla rivayet ettiği bir hadis-i şerifte "Kıyamet gününde herkes insanlar arasında hüküm verilinceye kadar sadakasının gölgesinde gölgeknecekür" buyurulmuştur. îşte'bu gölge o kîsinin imanının doğruluğuna ve İtilâsına bir delil teşkil edecektir. Sabır ışıktır. Buradaki sabır Allah'a itaatte ve yasaklarından kaçınmakta göteriten sabırdan daha genel anlamdadır. Buradaki sabırdan namaz ve sadaka'nın peşinden orucun anlaşılmasının daha uygun olacağı da söylenmiştir. Namaz için "nur", sabır için "ışık" denilmiştir.
Kur'an'ın emirlerine uyan ve nehiylerinden kaçınan için bu Kur'an kabirde, mizanda ve sıratta sorulan sorulara karşı bir delil olur. Eğer emirlerine uymaz, nehiylerinden kaçınmazsa aleyhine delildir.
Kur'an, kişinin dünyada meşru haklan için lehine, haklı olan hasmı için de aleyhine delildir. Ayrıca anlaşmazlık halinde başvurulan bir kaynaktır. Bir hadisi şerifte: "Her kim Kur'an'ı önder kılarsa, Kur'an onu c»' • nete iletir. Her kim de Kur'an'ı arkaya bırakırsa, Kur'an onu cehenneme iter" buyrulmuştur.
Herkes menfaati için koşar. Bir kısmı nefsini Allah'a satar ye az: ptan kurtarır. Bir kısmı da nefsini Allah'tan başkasına, nefsine veya şeytana satar ve Allah'ın rızasından uzaklaşarak onu tehlikeye atar.
Burada "ne/sinisatan" yerine "nefsinisatın alan" şeklinde yorum yapmak mümkündür. Yani hepsi çalışıp didinir. Kimisi salih ameller işleyerek nefsini satın alır ve onu azaptan kurtarır. Kimisi de günah işleyerek onu azaba sürükler.[105]
26. Ebu Saîd Sa'd b. Sinan el-Hudrî'den (r.a) rivayet edilmiştir.
Ensar'dan bir grup Rasûlüllah'ti'an sadaka istediler. O da verdi. Sonra yine istediler, yine verdi. Nihayet yanındakiler tükendi. Rasûlüllah elindeki her şeyi verdikten sonra onlara şöyle buyurdu: "Yanımda hayra sarfedilecek bir şey artakalsaydı, onu sizden esirgemezdim. Her kim dilenmekten sakınıp iffetli yaşamak isterse, Allah onu iffetli kılar. Başkalarına muhtaç olmamak isteyenleri Allah hiç kimseye muhtaç etmez. Sabretmek için çaba harcayanlara da* Allah sabır verir. Hiçbir kimseye sabır kadar yararb ve geniş kapsamlı bir ni'met bağışlanmış değildir". (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir)[106]
"Nas" kelimesinin aslı "Ünâs"ta. "Enise"den türemiştir. Zira insanlar birbirleriyle dostluk ederler. Veya "Ânese"den türemiştir. Çünkü İnsan görür. Nitekim ayette ".; Tür'un (sağ) yanında bir ateş gördü" (Kasas, 29) diye geçmektedir. "Nesiye"den (unutmak) geldiği de söylenmiştir.
Rasülüllah'dan (s.a) sadaka isteyenlerin kim olduğu belli değildir. Ancak hadisimizin ravisi Ebu Saİd'in bunlardan biri olduğunu, Neseî'nİn yine Ebu Said'den rivayet ettiği bir başka hadisten anlıyoruz. Bu hadiste Ebu Sa-id der ki: Annem beni şiddetle ihtiyaç duyduğumuz bir şeyi istemem için Hz. Peygamber'e gönderdi. Rasûlüllah'a (s.a) gittim, oturdum. Beni karşıladı ve "Kim (başkasından) istemezse, Allah (onun ihtiyacını gidererek) o şeyde onu zengin kılar" buyurdu.
Evs ve Hazrec kabilelerine, Mekke'den Medine'ye hicret edenlere yardım etmelerinden dolayı "Ensâr" ismi verilmiştir.
Rasûlüllah (sva) ensann her isteyişinden sonra istediklerini vermiştir. Zira peygamberimiz cömertlikte eşsizdi. Yanında bulunan bir şeye yok demez, mutlaka verirdi. Hatta başkasından borç alıp isteyene verdiği de olmuştur.
Peygamberimiz, ensan çokça istemekten sakındırmış, onlan kanaat etmeye ve İffetli olmaya teşvik etmiştir.
İnsanlardan istemekten uzak kalıp, onların elindekilere karşı onurunu koruyan kimseyi Allah iffetli ve kanaatkar kılar.
Geçim sıkıntılarım göğüsleyerek Allah'tan başkasına halini arzetmeyen kimseye, Allah öyle bir sabır verir ki, kendisine ânz olan her türlü güçlük bu sabır karşısında çok hafif ve değersiz kalır.
Hadis, gerçek zenginliğin servet zenginliği değil, gönül zenginliği olduğuna işaret etmekte, aynca kanaatkar ve onurlu olmayı teşvik etmektedir. Yine güzel ahlâkın ve yüce sıfatların ancak sabırla elde edilebileceğini bildirmektedir.[107]
27. Ebu T&hya Suheyb b, Sinân'm (r.a) rivayet ettiğine göre RasÛlüllaîı (s.a) buyuruyor ki: "Mü'minin haline şaşarım. Çünkü onun her durumu kendisine yarar sağlar. Bu hâl ancak mü'mine mahsusdur. Eğer sevindirici bir durumla karşılaşırsa şükreder. Bu onun hesabına hayır olur. Eğer üzücü bir durumla karşılaşırsa sabreder. Bu da onun hesabına hayır olur". (Müslim rivayet etmiştir).[108]
Suheyb b. Sinan'a "EbÛ Yahya" künyesini Rasûlüllah (sa) vermiştir. Su-heyb'e "Rûmî" nisbesinin verilmesi ise şöyle olmuştur. Suheyb henüz küçük yaşlarda iken, Rumlar onu bir savaşta esir alıp götürmüşler, sonra Kelbî kabilesinden birisi onu köle olarak satın almış ve Mekke'ye getirmiştir, Mekke'de Suheyb'i Abdullah b. Ced'ân satın aîıp âzâd etmiştir. Ancak Sufaeyb, Abdullah ölünceye kadar yanında kalmıştır. İslâm'ın i!k günlerinde müslü-.man olmuştur. Ammar ile aynı günde müslüman olduğu söylenir. (îslâm i!e şereflenen ilk 30 kişiden sonra müslüman olmuştur). Suheyb fakir ve kimsesizdi. Müşriklerin işkence ettiği sahabelerdendir. RasûlüÜah'in katıldığı bütün gazvelerde bulunmuştur.
Enes(na) "îlk müstûmanlardan ben Arabın ilkterinâenim, Suheyb Rum'un ilkidir, Seîmân Forsların ilkidir, Bilâl de Habeşlilerifc ilkidir" demiştir!
Hz. Ömer Suheyb'i çok sever ve İltifat ederdi. Suheyb, Rasûlaliah'dan (5.a) 30 hadis rivayet etmiştir. 73 yaşında İken hicretin 38. yılında Medine'de vefât etmiştir. Hadisten anlaşıldığı üzere Allah'ı bilen, onun hükümlerine rıza gösteren ve ilmîyle amei eden kâmil bir snü'minin heî işi hayırdır. Her ânı ve işi hayır olan sadece mü'mindir. Çünkü o sevinç veren bir şeyle karşılaştığında bunun Rabbinden geldiğini biîir ve şükreder. Kendisine, çoluk çocuğuna ya da mshna bir zarar gelirse bunun da Allah'tan geldiğini ve bu mu-sîbstte iıBÜfean olduğunu, sabrederse sevap kazanacağın) bilir ve sabreder.
Kâmil bir imana sahip olmayan ise; bir belâ ve musibetle karşı karşıya olduğunda, sıkıntıya düşer, öfke ve kin kendisini sarar, günaha girer. Ni'met ve bolluk ihsan edildiğinde de, bunun kıymetini bilmez, gereği üzere sarfet-mez ve şükrünü eda etmez. Nİ'met bu şahısta artık külfet haline gelir. Bu durumda da günaha girer.[109]
28. Encs'den (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Nebi'nin (s.a) hastalığı ağırlaşip da acısı artmaya başlayınca, Fatma; (r.a) "Vâh! Babacığım ne kadar ızdırap çekiyor" dedi. Rasûlüllah ona; "Bu günden sonra babanın üzerinde ızdırap yoktur" diye buyurdu. Rasûlüllah vefât edince Fatma: "Ey Rabbin davetine icabet eden babam, ey makamı Cennet 'ül-Firdevs olan babam, ey Cibril'e vefatını bildirdiğimiz babacığım!" diye ağladı.
Rasûlüllah defnedildikten sonra da Fatma (bana hitaben) "Rasûlüllah'-ın (sm) üzerine toprak atmağa gönlünüz nasıl razı oldu" dedi. (Buhârî riva-, yet etmiştir).[110]
Rasûlüllah, (s.a) "Belâ ve musibete maruz kalma yönünden insanların en şiddetlisi peygamberlerdir. Sonra onlara yakın olanlar, sonra onlara yakın olanlardır" buyurmuştur. Bu durum Rasülüllah'da da fs.a) görülmüştür. O'nun ölüm acısı, elbette derecesi ve şerefi nİsbetinde şiddetli olmuştur,
Hz. Fâîıma'nın sabrıma kemâlinden ve Allah'ın takdirine masından şüphe edilemez. Babasının öltîm hâlini seyrederken dayanamayıp, üzüntüsünü, babacağtm ne kadar ızdtrap çekiyor" diyerek dile getirmiştir. Bunu söylerken sesini yükseltmemiştir. Zira sesim yükseltmiş olsaydı bundan neh-yedüirdi.
Rasûlüllah (s.a) "Bu günden sonra baban ızdırap çekmeyecek" buyurmuştur. Zira Peygamberimiz o gün keder ve ızdırap âleminden ahiret âlemine (daimî bir selamete) kavuşmuştur. Mü'min Rabbine kavuşmadıkça rahata eremez.
"Firdevscenneti"için Rasûlüllah (s.a) "Allah'tan istediğinizdeFirdevs'i isteyiniz. Çünkü Firdevs Cennet'in ortasıdır" buyurmuştur.
Yine Firdevs'le ilgili olarak Rasûlüllah, "Firdevs Cennetin ortasıdır. O Cennetin en üst yeridir. Firdevs'in üstü Rahmân'm arşıdır" buyurmuştur.
"Cibril" tbrânice bir isimdir ve "Abdurrahman" veya "Abdullah" anlamlarında olduğu söylenir.
Hadisten, ölüm halindeki kişinin yanında üzüntü ifade eden kelimelerin kullanılabileceği anlaşılmaktadır. Eğer söylenilen vasıflara uygun ve lâyık ise, ölünün arkasından güzel vasıflan zikredilebilir.
Hz. Fatma, Enes'e "Rasulüllah'ın (sm) üzerine toprak atmaya gönlünüz nasıl razı oldu" demiştir. Bu sözle; "Sizin kalbiniz yufka idi. Rasûlüllah't da çok seviyordunuz, buna rağmen toprağı O 'nun üzerine nasıl attınız?"^ şeklinde hem hayret hem de hafifçe sitem ifâde etmiştir. Enes ise, Hz. Fatma'nın sorusuna cevap vermemiştir. Ancak Enes, kalbinden "Biz toprağı atarken elbette sevinçte atmadık. Fakat atmak zorunda idik. O da böyle emretmişti" demiştir.
Hadiste Rasulüllah'ın (s.a) ölüm ızdırabına karşı sabn ve buna rızası hatta yanındakileri teskin ettiği görülmektedir. Bununla beraber bir başka hadiste "Göz yaş akıtır, kalb hüzünlenir. Biz ancak Allah'ın rızasına uygun olanı söylüyoruz" buyurulmuştur.[111]
29. Rasulüllah'ın (s.a) azadlısı, dostu ve dostunun oğlu Ebû Zeyd Usâ-me b. Zeyd b. Hârise'den (r.a) şöyle rivayet etmiştir. Hz. Peygamberdin kızı (Zeyneb): "Oğlum ölmek üzeredir, bize geliniz" diye haber gönderdi. Rasûlüllah da kızma selâmları İle birlikte şu cevabı gönderdi; "Almak da vermek de Allah'a aittir. O'nun katında her şeyin belirli bir süresi vardır. Sabretsin ve karşılığım beklesin". Bunun üzerine tekrar haber gönderdi. Rasûlüllah kalktı. Yanında Sa'd b. Ubade, Muaz b. Ka'b, Zeyd b. Sabit ve bazı sahabîler (r.a) olduğu halde kızının evine gitti. Çocuğu Rasûlüllah'a verdiler. Onu kucağına oturttu. Titrek titrek soluyordu. Rasulüllah'ın gözlerinden yaş aktı. Bunun Üzerine Sa'd b. Ubâde: "Ya Rasûlallah bu hal ne?" dedi. Rasûlüllah "Bu gözyaşı Allah'ın kullarının kalblerine koyduğu bir rahmettir" buyurdu.
Diğer bir rivayete göre: "Bu, kullarından dilediğinin kalblerine koyduğu bir rahmet eseridir. Allah ancak kullarından merhametlilere rahmet eder" buyurmuştur. (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir).[112]
Üsâme b. Zeyd İçin, Ebu Zeyd'den başka Ebu Muhammed, Ebu Yezid ve Ebu Hârice gibi künyeler de söylenmektedir.
Peygamberimizi "Üsame bana insanların en sevimlisidir" veya "Bana insanların en sevimlilerindendir" buyurmuştur. Üsâme'nin babası ve dedesi de sahâbî idiler. Üsâme demiştir ki: "Rasûlüllah (sm) Hârîse'yi (dedemi) İslâm'a davet etti. O da Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve peygamberi olduğuna şehadet etti". Üsâme'nin annesi Ümmü Eymen'dir. Ümmü Eymsn Rasülütlah'ın hizmetinde bulunmuştur. Bymen ise Üsâme'nin kardeşidir, Üsâme'nin babası Zeyd, Rasûlüllah'ın azadh kölesi idi. RasûlüUah onu serbest burkmasına rağmen babasının yanına dönmemiş, peygamberimize hizmet etmeyi tercih etmiştir.
Rasûlüüah (s.a), içinde Ömer b. el-Hattâb'm da (r.a) bulunduğu bir orduya Üsâme'yi komutan tayin etmişti.
Üsâme RasÛlüliah'tan (=,.&) 128 hadis rivayet etmiş, hicretin 54. senesinde vefat etmiştin Hadiste Rasûlüüah'a (s.a) haber gönderen, peygamberimizin km Zeyneb'dir. Hasta olan çocuğun erkek olduğu hadisten anlaşılmaktadır ve ismi Ali'dir.
Hak sahibinin hakkını alması nasıl normal bir şey ise, Allah'ın da verdiği bir cam geri alması o kadar doğaldır. Her şeyi veren Allah'tır. Diğer nimetlerin canlar gibi geri alınması, Allah katında pek âdet değildir. Canlar ise âdeta düzenli bir şekilde geri alınmaktadır.
Allah katında her verilişin ve alınışın bir zamanı vardır. Canlar da öyledir, belli bir zaman için verüir ve alınırlar. Diğer nimetler İçin de şüphesiz yok olma sözkonusudur. Zira dünya ve dünyada bulunan her şey fena bulacak, yok olacaktır. Baki (kalıcı) olan sadece O'dur. Bir rivayete göre Zeyneb (r.a) üç defa ısrarla babasını çağırmıştır. Zeyneb (r,a) babasının hasta çocuğunun yanına gelmesinden bereket ve rahmet üraid etmektedir. RasûlüUah (s.a) ise, Allah'a tam teslimiyet gösterilmesine işaret etmektedir. Bu çeşit davetlere, Velime (düğün) yemeğinin aksine katılmamaya cevaz vardır.
Rasûlüüah (s.a) daha sonra Sa'd b. Ubâde, Muaz b. Cebel, Übeyy b. Ka'b, Zeyd b. Sabit, Abdurrahman b. Afv, Ubâde b. Sâmit ve Üsâme ile beraber çocuğun yanına yürüyerek gitmişler, içeri girmek için izin istemişler ve izinden sonra eve girmişlerdir.
Rasûiüliah (s.a) çocuğu kucağına alıp, çocuğun rahatsızlığını görünce; gözlerinden yaş boşanmıştır. Rasûlüllah'ın (s.a) sabırlı olduğunu bilen Sa'd b. Ubâda dayanamayarak "Ya Rasülallah ağlıyor musun, bu ne haldir?" demiştir. Bir rivayete göre de "Bizf ağlamaktan nehyettiğin halde"'ziyadesi vardır.
Rasûlültah da (s.a) "Bu göz yaşları, Allah'ın kullarının kalblerinde kıldığı rahmetin bir eseridir" buyurmuştur. Başka bir rivayette İse "Allah'ın istediği kullarının kalblerinde" buyurulmuştur.
Zorlanmaksızın kalbin hüzün duymasından kaynaklanan göz yaşlan için sorumluluk yoktur. Sabırsızlık ve kadere rizasızlıktan dolayı bağırıp çağırarak ağlamak ise yasaklanmıştır.
Hadisten anlaşılan hükümler: ölüm halinde olan bîr kimsenin yanına satin kişilerin gelmesi, onlar sebebiyle rahmet ummak, onlardan dua istemek ve üzerlerine yemin vermek caizdir. Kalbin katılığı ve gözün donukluğu iyi değildir. Belâ ve musibete uğrayanı teselli etmek gerekir.[113]
30. Suheyb'den (r.a) Rasûlüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Sizden önceki milletlerden birinde bir hükümdar ve onun bir sihirbazı vardı. Sihirbaz ihtiyarlayınca hükümdara: "Ben yaşlandım, bana bir genç gönder de ona sihir öğreteyim" dedi. Hükümdar ona sihir öğreteceği delikanlıyı gönderdi. Gencin yolu üzerinde bir rahİb vardı. Yola çıktığında onun yanında oturup sözlerini dinlerdi. Rahibin sözleri hoşuna gitti.
Sihirbaza giderken rahibe uğrar, onunla bir süre otururdu. Sonra sihirbaza vannca da, adam delikanlıyı döverdi. Bu durumdan rahibe şikâyet edince; rah'p "Sihirbazdan korktuğunda, beni ailem alıkoydu; ailenden korktuğun zaman da beni sihirbaz bırakmadı dersin" dedi. O hal üzere gidip gelirken bir gün geçenlerin yolunu kesen büyük bir vahşi hayvanla karşılaştı. Kendi kendine "Büyücü mü yoksa rahib mi daha faziletli bu gün öğreneceğim" dedi. Bir taş aldı ve "AHahım! Eğer rahibin işi sana sihirbazın işinden daha sevimli ise şu hayvanı öldürüver ki halk yoluna devam etsin " diyerek elindeki kaya parçasını attı ve canavarı öldürdü. Halk da geçip gitti.
Bunun üzerine delikanlı rahibe gelerek olup bitenleri haber verdi. Rahib de ona; "Oğlum bugün sen benden daha üstünsün. Senin durumun (derecen) kemâle ulaştı. Fakat yakında imtihandan geçeceksin. Bir belâya uğrar-san benim adımı verme" dedi.
Bu çocuk anadan doğma körleri, Alaca (Bars) denilen cilt hastalıkların! iyileştiriyor ve daha birçok hastalıklara yakalananları tedavi ediyordu. Bu durumu kralın yakın dostlarından olan kör biri duydu. Çeşitli hediyelerle delikanlının yanına gelerek; "Eğer beni iyileştirirsen bunların hepsi senin" dedi. Delikanlı adama; "Ben hiçbir kimseyi iyileştircmem. Şifâyı ancak Allah verir. Eğersen Allah'a îman edersen O'na dua ederim- O da sana şifa verir" dedi. Adam hemfn Allah'a 'man etti. Allah da ona şifâ verdi.
Sonra bu adam hükümdarın yanına gitti. Önceden olduğu gibi onun ya-nıbaşına oturdu. Hükümdar ona; "Sana gözlerini kim iade etti" dedi. Adam
"Rabbim" dedi. Kral "Senin benden başka bir Rabbin mi var?" dedi. Adam "Benim Rabbim de, senin Rabbin de Allah'tır" dedi. Bunun üzerine hükümdar o adamı tutuklattı. Çocuğun yerini söyleyinceye kadar kendisine işkence yaptırdı. Bunun üzerine delikanlı hükümdarın huzuruna getirildi. Kral delikanlıya; "Oğlum! Senin sihrin, anadan doğma körleri, abraşları (bars hastalığına tutulanları) iyi edecek dereceye ulaşmış, şöyle şöyle yapıyormuşsun öyle mt7"dedi. Delikanlı: "Ben hiçbir kimseye şifâ vermiyorum. Şifayı ancak Allah veriyor" dedi. Bunun üzerine Kraî onu da tutuklattı ve devamlı işkence ettirdi. Sonunda rahibin adını söyledi. Hemen rahib geürüdi. Kendisine "Dininden dön" denildi. O reddetti. Bunun üzerine hükümdar testere istedi. Testereyi başının ortasına gelecek şekilde rahibin tepesine koydular. Tfcstere başını ikiye ayırdı. Arkasından hükümdarm yakın dostunu getirdiler. Ona da "Dininden dön " dediler. Reddedince onun da tepesine testereyi yerleştirip, başını ortasından ikiye ayırdılar. Sonra da delikanlıyı getirdiler. Kendisine "Dininden dön" dediler. Reddedince, kral onu adamlarından bir gruba teslim etti. Onlara; "Bunu filan dağın tepesine çıkarın, dağın teesine varınca dininden dönmezse onu aşağıya atın" diye emir verdi. Onlar da onu götürdüler, dağa çıkardılar. Çocuk: "Allahım, dilediğin şekilde beni onlara karşı koru" dedi. Bunun üzerine dağ sarsıldı. Onlar da dağdan aşağı yuvarlandılar. Çocuk yürüyerek hükümdara geldi. Hükümdar ona: "Yanındakilere ne oldu?" diye sordu. Delikanlı hükümdara "Allah beni onlara karşı korudu" diye cevap verdi.
Hükümdar yine onu kendi adamlarından bir gruba teslim etti. "Bunu büyük bir gemiye bindirin, denizin ortasına götürün. Dininden dönmezse onu denize atın" dedi. Onu götürdüler. Delikanlı dua ederek: "Al-Ichım nasıl dilersen beni onlara karşı koru" dedi. Bunun üzerine gemi onlarla beraber alt-üst (alabora) oldu, hepsi boğuldular. O yürüyerek hükümdara geldi. Hükümdar: "Yanındakilere ne oldu" diye sordu. Delikanlı: "Allah onlara karsı beni korudu" dedi ve krala: "Sana emredeceğimi yerine getirmedikçe beni Öldürmeyeceksin" dedi. Kral: "Nedir o?" dedi. Delikanlı şu cevabı verdi: "Halkı bir alana toplar, beni de bir hurma dalına asarsın, sonra ok torbamdan bir ok alarak, yayın tam ortasına yerleştir. Daha sonra; "Delikanlı'nın Rabbi olan Allah'ın adıyla" de. Sonra da al, böyle yaparsan beni Öldürürsün".
Bunun üzerine hükümdar halkı bir meydanda topladı. Onu hurma dalına astı. Sonra (onun) ok torbasından bir ok aldı. Oku yayın ortasına koydu. Sonra "Çocuğun Rabbi olan Allah'ın adıyla" diyerek oku üzerine attı. Ok delikanlının şakağına saplandı. Çocuk elini sakağına koyup öldü. (Bu durumu gören) halk "Delikanlının Rabbi'ne iman ettik" dedi.
Kralın adamlar, yanına vararak ona: "Gördün mü korktuğun şeyi? Val-lahîkorktuğun şey başına geldi, halk iman etti" dediler. Bunun üzerine kral derhal soV.sk başlarında hendekler kazılmasını emretti. Hendekler açıldı. İçlerinde ateşîer yakıldı. Hükümdar: "Her kim dininden dönmezse onu zorla hendeğe atın. Ya da kendilerine haydi hendeklere atlayın denilsin" diye emir verdi. Adamları da dediği gibi yaptılar. Nihayet kucağında bebeği ile bir kadın ateşin önüne geldi. Kadın duraklayıp ateşe düşmekten çekindi. Kucağındaki bebek: "Ey anneciğim sabret. Çünkü hak din üzeresin" dedi. (Müslim rivayet etmiştir).[114]
Tİrmizî'nin rivayetinde, "Meliklerden birinin inandığı bir kâhin vardı" buyurulmaktadır. Yine aynı rivayette kahin bir gence kehânet ilmini öğretmek için şu gerekçeyi ileri sürmüştür: "O ilmimi öğreteyim. Zira benden sonra bu ilmin yok olmasından ve sizden bu ilmi alacak kimsenin olmamasından endişe etmekteyim".
"Rahib" hristiyanlardan dünya ve dünya lezzetlerinden uzaklaşan, meşakkatlerine sabreden, ehlinden ayrılan ve devamlı ibadet eden kimseye verilen bir isimdir.
Tirmizî'dekİ rivayette; çocuğun rahibin yanına her gittiğinde ona neye inandığını sorduğunu, sonunda rahibin Allah'a ibadet ettiğini açıkladığı belirtilmektedir.
Çocuk, rahibin yanında kalarak ondan istifâde etmekle, kâhinin (ya da sihirbazın) yanına gitmeyi terketmektedir. Bunun üzerine kâhin, çocuğun ailesine haber göndererek, çocuğun kendisine gelmediğini bildirmiştir. Rahib de çocuğa şu tavsiyede bulunmuştur: "Sihirbaz yanma gitmediğin için sen: döğe-cek olursa, ona evde meşgul olduğunu, ailenin göndermediğini söylersin"
Çocuğun, kâhinin yanında kalarak İnancının ve ahlâkının bozulmasından, yalan söylemesi daha ehvendir. Bu iki kişi arasını düzeltmek için söylenen yalan gibidir.
İnsanların yoldan geçmesine engel olan hayvanın aslan olduğu rivayet edilmektedir. Çocuk eline taş) alarak aslana atmış ve Allah o taşla aslanın canım almıştır. "Allahım, eğer rahibin işi sana sihirbazın isinden daha sevimli ise şu hayvanı ölduriiver..." diyerek taşı attığı için, burada hem rahib hem de çocuk için keramet söz konusudur. Çocuğun insanların yolunu açması ve inancı halk arasında yayılmaya başlamıştır. Çocuk da olup bitenleri rahibe anlatmıştır. Böylece kibire yönelmeyen kişilere karşı övgüde bulunmanın caiz olduğunu anlıyoruz.
Rahib çocuğun imtihandan geçeceğini önceden haber vermiştir. Bu, ya keşf yoluyla keramettir veya ferasettir. Ya da genellikle böyle olduğu İçin tecrübe ile bilmektedir. Zira insanların örf ve âdetine, inanana aykırı davrananlar, onların eziyetine maruz kalırlar.
Çocuk kralın yakın dostlarından biri olan kör adamın, (Allah'ın izniyle) hem gözünün hem de kalp gözünün açılmasına vesile olmuştur.
Kral tarafından çocuğun öldürülmesi birkaç defa denenmiş, ancak hiç birinde muvaffak olamamıştır. Allah'a tevekkül eden, ondan yardım isteyen ve kendi neva ve hevesinden sıyrılan kimseye Allah yardım ederek onu galip kılmaktadır. Çocuk, kralın ölüm planlarının sonuçsuz kaldığı her defasında; Allah'ın kendi dinine uyanlara yardım ettiğini krala göstermek ve imana gelmesini sağlamak için yanına gitmiştir. Ne yazık ki kral ve benzerlerinin kalpleri hidayetten nasipsiz katmıştır.
Sonunda çocuk "Sana söylediğimi yapmadıkça beni öldüremeyeceksin'' der ve kraldan halkı toplamasını, kendisinin hurma dalma asılmasını, ok torbasından bir ok alarak yayın tan! ortasına yerleştirmesini, sonra da "Gencin Rabbi olan Allah'ın adıyla" diyerek atmasını istemiştir. Çocuğun böyle davranmaktaki gayesi; Allah'ın birliğini ve varlığını insanlar arasında yaymak, Allah'tan başkasının dediğinin olmadığını göstermektir. Ancak hükümdar bu hususu farkedemedi. Neticede İnsanlar Allah'a iman ettiler. Böylece çocuk da muradına erdi.
Annesinin kucağında konuşarak, annesine ölümden çekinmemesini isteyen çocuğun yedi aylık olduğu rivayet edilir. Beşikte üç çocuktan başka konuşan olmadığına dair bir hadisi şerifte; Hz. İsa, Cüreyc'in şahidi ve zina suçuyla itham edilen kadın götürülürken konuşan çocuk zikredilmektedir. Bununla beraber beşikte konuşanların sayısı ona çıkarılmaktadır. Suyûtî bunları sayarken, hadiste geçen çocuğu da saymış ve diğerlerinin Hz. Muhammed, Hz. Yahya, Hz. Halil İbrahim, Hz. Meryem, Hz. Yusuf'un şahidi ve İbn Mâ-şita olduğunu belirtmiştir.
Hadisten sabnn üstünlüğü, çok zor da olsa dinde sebat etmenin fazileti anlaşılmaktadır. Mü'min ölüme götürücü durumla karşılaştığında kalbte imanı sabit tutmakla beraber, küfre ait sözler söyleyebilir. Ancak söylemeyip şehîd olmayı tercih etmesi daha faziletlidir. Nitekim Ammar b. Yasir, elfâz-ı küfrü söyleme ruhsatını kullanmıştır. Bilâl-ı Habeşî ise "Ahad, ahad (Allah bir)" diyerek, müşriklerin işkencesine katlanmıştır.
Bir hadis-İ şerif bu hususa örnek teşkil eder. Şöyle ki, Müseylemet'üN Kezzâb, sahabîlerden iki kişiyi esir ettiğinde, bunlardan birine "Muhammed hakkında ne dersin?" dedi. O da: "Allah'ın elçisidir" dedi. Müseyleme; "Peki benim hakkında ne dersin?" dedi. O "Sen de (öylesin)" dedi. Müseyleme de onu serbest bıraktı. Diğer mü'mine "Muhammed hakkında ne dersin?" dedi. Sahâbî "Allah'ın elçisidir"dedi. Müseyleme: "Benim için nedersin?" dedi. Sahâbî "Bilmiyorum" diye cevap verdi. Müseyleme ne kadar sorduysa hep aynı cevabı aldı. Sonunda Müseyleme sahabîyi parça parça etti. Bu durum peygamberimize ulaşınca Rasûlüllah (s.a) "Onlardan biri Allah'ın verdiği ruhsatı kullanmış (ve kurulmuştur), ikincisi ise, Hakk'ı ilan etmiştir. Onun için mübarek olsun" bı.....-muştur.
Hadis evliyanın kerametini ısuaı etmekte, savaş ve benzeri durumlarda yalanı caiz görmektedir. Mü'min imanın sadakatinde ve Hakk'ta sebatında -kendisini tehlikeye atmak pahasına da olsa- imtihana tâbi olur.
Hakkı ortaya koymak ve Allah'a davet için Allah yolunda kurban olmak gerekir.
Eğitimci, yönlendirmede hikâyeye başvurulabilir. Zira bu uslûb kişilere etkili olmaktadır.[115]
31-Enes'den (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber, kabir başında ağlamakta olan bir kadının yanından geçmekteydi. Ona "Allah'tan kork ve sabırlı ol" buyurdu. Kadın "Haydi çekil yanımdan. Benim başıma gelen senin barına gelmedi. Onu bilemezsin" diye cevap verdi. Kadın Rasü-lüllah'ı tanınıyordu. Kendisine "O zât Rasûlüllah'di" denilince, kadın Ra-sûlüllah'ın kapısına geldi. Onun yanında kapıcılar yoktu. Rasûlüllah'a "Ben seni tanıyamadım" dedi. Rasûlüilah da ona: "Gerçek sabır mûsîbetin ilk ânında söz konusudur" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[116]
Müslim'in rivayetine göre: "Bebeği için ağlıyordu..." denilmiştir.
Kabir başında ağlamakta olan kadının İsmi açıklanmamıştır. Müslim'in rivayetinde belirtildiği üzere bu kadın çocuğu için ağlıyordu. Rasûlüllah'ın (s.a) nehyettiğine göre, kadının sesini yükselterek ağladığı anlaşılmaktadır. Bu sebeple Rasûlüllah (s.a) kadına Allah'tan korkmasını ve kadere razı olmasını imâ etmiştir. Nitekim bir rivayete göre; kadının yüksek sesle ağladığını Rasûlüllah duymuş, bunun üzerine kadının yanında durarak onu ağlamaktan nehyetmiştir. Rasûlüllah, kadına; sabretmez, bağırıp çağırırsa; kendisine Allah'ın gazabının gelebileceğini, sabrederse, ssvab olarak karşılık göreceğini hatırlatmak istemiştir.
Kadın, Rasûlüllah'ı (s.a) tanımamıştır. Kadına kendisini ikaz edenin Rasûlüllah (s.a) olduğunu Fadl b, Abbâs haber vermiştir. Bunun üzerine kadın, Rasûlüllah'a (s.a) iyi davranmaması sebebiyle başına bir musibet gelmesinden korkarak âdeta ölü halini atmış, benzi kül gibi olmuştur. Kadın kendi kendine bir korkuya kapılmıştır. Sanmıştır ki; Rasûlüllah'ın da (s.a) krallarda olduğu gibi kapıcıları falan var ve kendisinin onunla görüşmesine izin vermeyeceklerdir. Ama kadın doğrudan Rasûlüllah'm (s,a) huzuruna girerek "Ben seni tanıyamadım" diye üzüntüsünü ifade etmiştir.
Rasûlüllah (s.a) ise kadına cevap olarak: Kişiye hayır getiren gerçek sabrın; musibetin geldiği ilk andaki sabır olduğunu belirterek, adetâ: "özür beyan etmeyi bırak, ben Allah hakkı haricindekilere kızmam. Sen kendine bak. Musibetin ilk geldiği anda sabırsızlık göstererek büyük bir sevabı kaçırdığına üzül" buyurmuştur.
Kadın mezar başında iken Rasûlüllah'ın takva emrine karşı, kırıcı davranışından dolayı özür dilemiş, onun enirine şartsız uyacağını ifade etmek istemiştir. Rasûlüllah da (s.a) hakka boyun eğen bu kadına hakîkî sabnn; musîbetin İlk anında teslim olarak, O'ndan gelene 112a göstermek suretiyle yapılan sabır olduğunu, kadın bu duruma hazır halde iken tebliğ etmiştir.
Hadisten sabırsızlığın, takva ile çeliştiği, sahibine hayır getiren sabnn; musıfatJa î'k anında gösterilecek sabır olduğu, (zira günler geçince etkisini kaybettiği), asûlülhh'ın vcvâzuu, câhillere karşı yumuşak davranışı, aynca; iyiliği emredip kötülükten sakındırma ve kadınları kabirleri ziyaret etmesinin cevazı gibi hususlar anlaşılmaktadır.[117]
32. Ebu Hüreyre'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (s.a) buyurdu ki: "Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: Mü'min kulum dünya ehlinden sevdiğinin canım aldığım zaman sabrederek mttkâfaatını beklerse, karşılığı ancak cennettir". (Buharî rivayet etmiştü).[118]
Bu bir kudsî hadistir, Kudsî hadis, mânâsı Allah tarafından vahyedil-miş, fekat lafzı Rasûlüllah'a aid olan hadistir, ilâhi veya Rabbani Hadis de denilen Kudsî Hadis, Nebevi Hadis'ten, söz içerisinde ilâhi kelâm ihtiva etmesiyle ayrılır. Kudsî hadisin belirgin özelliği, Allah'ın daima doğrudan doğruya birinci şahıs olarak hitab etmesidir. Üslûb olarak da genellikle kendisiyle kulu veya kullan arasında cereyan eden karşılıklı konuşma tarzı hakimdir. Kudsî hadiste muhataplar, Hz. Peygamber, insanlar ve meleklerdir.
Bu kudsî hadisten anlaşılan hükümler: İnsanın başına gelen musibetlerin en şiddetlilerinden birisi; kişinin çocuğunu, hanımını ve Allah için sevdiği dostunu kaybetmesidir, T&ni onların ölümüdür.
Mü'min, imânı sayesinde amelinden ve duygularından dolayı mükâfatlandırılır.[119]
33. Hz. Âişe'den (r.a) gelen rivayete göre kendisi Rasûlüllah'a (s.a) "Taun" hakkında soru sormuş, Rasûlüİlah ise şu cevabı vermiştir. "Taun, Allah Teâ-lâ'nın dilediği kimselere gönderdiği azaptı da, Allah onu mü'minlere rahmet kıldı. Tâun'a uğrayan herhangi bir kul sabrederek ve ecrini umarak bulunduğu yerde oturur, kendisine Allah'ın takdir ettiğinden başka bir şey isabet etmeyeceğini bilirse, muhakkak ona şehid ecri gibi bir sevap takdir buyuru-lur". (Buhârî rivayet etmiştir).[120]
"Taun" veba hastalığı ya da onun bir benzeridir. Genellikle koltuk altlarında meydana gelen ateşli, çevresini siyahlaştıran, kalp çarpıntısı yapan ve kusturucu olan bir hastalıktır. Vebâ'nın tâun'dan daha yaygın olan bir hastalık olduğu da söylenir. Taun, önceki ümmetler için azap olarak gönderilirken mü'minlere rahmet sebebi kılınmıştır.
Allah kafirlere, büyük günah işleyenlere ve küçük günahlarda ısrar edenlere taunu bir azab olarak gönderirdi. Bu hastalık mü'minlerden büyük günah İşleyenler haricindekiler için rahmet kılınmıştır. Bir mü'min tâun'a yakalandığında kendisine gelene veya bulunduğu şehre İnene sabreder ve ikâmet ettiği yerden dışarı çıkmaz; sabrının sevabını da Allah'tan bekler ve bilirse ki; Allah'ın kendisi için yazdığından başkasıyla imtihan olmayacaktır. işte bu kişiye sabrının karşılığı olarak bir şehidin alacağı sevab kadar bir se-vab vardır. Böyle bir mü'min taun dışında bir nedenle de ölse, yine bu sevaba hak kazanır. Zira o sağlığında olduğu gibi hastalığında da Allah'a dayanmakta, O'ndan başkasına sığınmamaktadır. Allah'tan geleni isyan ve sıkıntıyla karşılamamaktadır. Nitekim peygamberimiz "Kim tâunfa yakalanır ve sabreder ve bun)da(n dolabı) Ölürse, o şehîddir"buyurmuştur, taun sebebiyle de ölse Taun hastalığına tutulup iyileştikten sonra da ölse, yine şehîd sevabı alır.
Tâun'a yakalanan kimse, bulunduğu yerden çıkmamalıdır. Zira çıktığı takdirde (yine Allah'ın izniyle) bu hastalığı başkalarına bulaştırması sözkonusudur.
Günümüzde tıptaki karantina metodunu, o zamanda peygamberimizin uygulattığını görüyoruz.
Şehîd sevabı sadece Allah yolunda çarpışarak ölen kimse için tahsis edilmemiştir. Bilakis, suda boğulma ve doğum sebebiyle ölenlere de bu sevap verilmiştir.[121]
34. Enes (r.a) der ki: Rasûlüllah'm (s.a) şöyle buyurduğunu duydum: "Allah azze ve celie buyurdu ki: İki gözünü alarak kulumu denediğim zaman sabrederse, o iki gözüne karşılık kendisine cenneti veririm". (Buhâri rivayet etmiştir)[122]
Bu bir Kudsî Hadıs'tir. Zira Rasûlüİlah (s.a) bu hadisi Cenâb-ı Allah'tan rivayet etmektedir. Allah bir kulunun iki gözünü aldığında, kul sabreder ve sabrının karşılığını Allah'tan beklerse; iki gözünün karşılığı olarak cennet, Allah katında bu kula tahsis edilmiş olarak bekler.
Tirmizî'nin Ebu Hüreyre'den rivayetinde Rasûlüİlah (s.a) şöyle buyurmuştur: Allah (c.c) buyuruyor: "Kim iki gözünü (geri) aldığımda sabreder ve sevabını da (Ben'den) umarsa, ona karşılık olarak, cennetten başkasına razı olmam".
Gözlerini kaybeden kimse hapse atılan kimse gibidir. Mü'min için dünya bir zindandır. O ancak ahirete kavuşmakla mutluluğu tadar. Nitekim peygamberimiz (s.a) "Dünya mü'minin zindanı, kâfirin cennetidir"^buyurmuştur, îmanın gözleri en önemli uzuvlarıdır. Bu uzuvlara, daha önemli bir karşılık verilmiştir ki, o da cennettir. Zira gözden dünyada faydalanmak kişinin Ölümüyle son bulur. Cennetten faydalanmak ise sonsuz bir şekilde devam eder.[123]
35. Atâ b. Ebî Rabâh'dan (ta) şöyle dediği rivayet edilmiştir: $bn Abbâs (r,a) bana "İster misin sana cennetlik bsr kadın göstereyim?" dedi. Ben de "Evet" dedim. Bunun üzerine "İşte şu siyah kadın, Nefoi'ye (s.a) geldi ve "Ben sar'âya tutuluyorum, bu arada farkında olmaksızın vücudumun bazı yerleri açılıveriyor. Benim için Allah'a dua eî" dedi. Rasûlullah ona "İstersen sabredersin C zaman sam cennet vur. Dilersen iyileşmen için Allah'a dua ederim" dedi. Kadm "Sabrederim, fakat o sımda vücudumun bazı yerleri açılıyor, açılmaması için Allah'a dua et" dedi. Rasüîüuah da'kadının bu isteğinin yerine gelmesi için Allah'a dua etti". (Buhârî \ Müslim rivayet eimiştir).[124]
Aîâ b. Ebî Rabâh; Hz. Aişe ve Ebu Hüreyre'den hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de Jbn Cüreyc ve Ebû Hanife gibi âlimler rivayette bulunmuşlardır. Aîâ 80 sene yaşamış ve hicri 114 yılında vefat etmiştir. Ibn Abbas'ın Atâ b. Ebî Rabâh'a, "Cennet ehlinâendir" diye gösterdiği kadın Suayre el-Bssdiyye, künyesi de Ümmü Züfer'dir.
Hadiste zikredilen kadın, ssr'âya tutulmasından şikayetçi ve isyankâr de~ .ğüdir. Başıne gelene razıdır. Ancak sar'â «nlsmda farkında olmadan elbisesinin yırtılması veya vücudunun hareketinden dolayı açılmasından rahatsız olmaktadır. Allah'ın kadınlarda örtünmesini istediği yerlerin açılmasından üzüntö duymaktadır. Sâîiha bir kadm eîarak bu hâlinin giderilmesini istemekte, bu sebeple Masûlüllah'ın duasına başvurmaktadır.
Easûlüîlah {&&} kadım, sabrederek, sabrının karşılığı olarak cennet ile fceadî daasma mazhar olarak iyileşmesi arasında muhayyer kılmıştır.
O Rasûlülîah'ı görme şerefine nail olan mutlu sahâbî kadın, sabn dolayısıyla Rasûlüllah'ın va'd ettiği cenneti tercih etmiştir. O bilmektedir ki Ra-sûlüUah'ın va'di haktır. Ancak örtünmekle emrohinduğu için, hastalığı amnda açılması, (farkında olmayarak da olsa) onun hayası ve iffeti ile bağdaşmamaktadır. Kadm Rssûlülîah'a hastalığına sabredeceğini, fakat açılmaması için duâ etmesini söylemiştir. Allah'ın hükümlerinin tebliğcisi ve rehberi, onun bu İsteğini hemen dua ederek yerine getirmiştir.
Dünya musibetlerine karşı sabrın neticesi cennettir. Hastalığa karşı tedavi olmakla beraber duâ ve sidk ile Allah'a yakanş da şifâ bulmaya sebeptir.
İnsan, îâkatî nisbetinde azimeti tercih etmelidir. Zira azimetin mükâfatı ruhsattan daha üstündür.[125]
36. Ebu Abdurrahmân Abdullah b. Mes'ûd'dî-n (ra), şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Rasûlüllah'ın (s.a), peygamberlerden bir peygamber'in durumunu anlatması, sanki hâlâ gözümün önündedir. Kavmi kendisini dövüp kanlar içinde bırakmıştı. O (nebi) yüzünden kara silerken: "Allahım kavmimi bağışla, onlar (gerçeği) bilmiyorlar" diyordu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir) [126]
Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mes'ud îslâm'm ilk günlerinde İslâm ile şereflenmiş olan altına müslümandm Habeşistan'a hicret etmiştir. Hz. Fey-gamber'den sonra Kabe'de açıktan Kur'an okuyan ilk sahâbîdir. Bedir savaşında Ebû CehiPi öldürmüştür. Abdullah, Uhud savaşında bîr ara ortaya çıkan panik sırasında peygamberin yanından ayrılmayan birkaç kişiden biridir, Rjgsûlülîah'daii (s.a) 848 hadis rivayet etmiştir. 60 yaşını geçmiş oiarak Medine'de hicretin 32. yılında vefat etmiştir.
Mücahid, mezkur hadiste Rasülüllah'ın (s.a) anlattığı bu peygamberin Hz. Nuh (a.s) olduğunu söylemiştir. İbn Hacer ise, "îsrailoğulları'na gelen peygamberlerden biridir" demiştir. Peygamberlerin hemen hepsi kavmi tarafından çeşitli işkencelere maruz kalmıştır. Nitekim Rasûlüllah'ın (s.a) Uhud savaşında mübarek dişi kırılmıştır. O zaman Rasûlüllah da (s.a) "Allah'ım kavmimi bağışla, onlar gerçeği bilmiyorlar" buyurmuştur.
Hadiste anlatılan peygamber, akan kanını silmiştir ki, o kan yere düşmesin. Zira düşerse kavmin başına musibet iner. Câhil kavmin faziletle karşılanması, dua ile onların bağışlanmasının istenmesi mutlak anlamda olmamıştır. Aksi halde onların hepsinin iman etmesi gerekmektedir. Zira peygamberlerin duası Allah katında makbuldür.
Eğer Rasûlüllah'ın anlattığı Nuh peygamber ise, "(Sun) dedi ki: "Rab-bım yeryüzünde kâfirlerden tek kişi bırakma" (Nuh, 26) ayetiyle, hadisteki sözü çelişki halinde gözükmektedir. Ancak, hadiste geçen câhil kavmin bağışlanması istikametindeki dua; Hz. Nuh'un, kavminin imanlarından ümid kesmemesinden önce olmuştur. Ayette belirtilen beddua ise onların imana gelmelerinden ümid kesmesinden sonra yapılmıştır.[127]
37. Ebu Saîd ile Ebu Hüreyre'den (r.a) rivayet edildiğine göre Nebi (s.a) şöyle buyurmuştur: "Bir müslümana yorgunluk, ağrı, tasa, keder, ezâ, gam, hatta vücuduna batan bir dikene varıncaya kadar herhangi bir şey isabet etse, Allah buna karşılık, onun hatalarından bazılarını affeder". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[128]
Kişi gerçek bir iman sahibi değilse; karşılaştığı acılar onu sıkıntıya ve öfkeye iter, kadere rızasızlık göstertir. Bu davranış sevabı yok ettiği gibi, (Allah korusun) isyan ile İslâm'dan dahi çıkarır. Acılara sabır ise, kişinin inancım tehlikeden kurtarır ve ezaya sabır nisbetinde derecesini yükseltir. Hadiste geçen "Nasab" yorgunluk, "Vasab" ise devamlı acı anlamındadır.
"Hemm" gelecek ile "hüzn" ise geçmiş ile ilgilidir denilmiştir. "Hemm" tasa, kaygı; "hüzn" ise kederlenmek, üzülmek anlamındadır.
"Ezâ" nefse hoş ve uygun olmayan her şeye denir. "Gamm" hüzünden daha şiddetlidir. Nitekim kişinin üzüntüden bayılmasına bu isim verilmiştir.
Rasûlüllah (s.a) müslümana ânz olan her sıkıntının günahlarının bağışlanmasına vesile olacağını buyurduktan sonra bunu bir diken misaliyle daha anlaşılır hâle getirmiştir. Zira o zaman ye zeminde hemen herkes dikeni tanır ve onun insan için çok küçük ve geçici bir acı olduğunu biîir. Böyle bir acı sebebiyle bile müslümamn hatâlarından bir kısmını Allah affediyor. Ne var ki affedilen bu hatalar kul hakkı ile ilgili değildir.
Hastalıklar ve acılar, mü'min için bağışlanmaya sebeptir. İnsan iki kötü neticeye muhatap olmamalıdır. Yâni hem acı çekip hem de acıya sabır karşılığı olan sevabı elinden kaçırmamalıdır. Mü'min uyanıktır. Başına gelene sabrederek, sabrettiği acıyı unutturacak kat kat mükâfatlar elde eder. [129]
38. İbn Mes'ud (r.a) der ki: Nebi'nin (s.a) yanına girdiğimde sıtmaya tutulmuştu. "Yâ Rasûlüllah! Siz şiddetli bir sıtmaya tutulmuşsunuz" dedim. Bana "Evet, ben sizden iki adamın tutulacağı sıtmaya denk sıtmaya tutulurum" buyurdu. Ben de "Bu sana iki kat ecir olduğu için mi?" dedim. Buyurdular ki: "Evet öyledir. Herhangi bir mü'mine küçük bir diken veya ondan daha büyüğü batarsa, Allah bu sebeple onun hatâlarım örter. Ağaç yapraklarım döktüğü gibi küçük günahları da ondan dökülür". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[130]
Rasülüllah'ın (sa) sıtma hastalığının diğer insanların tutulduğu sıtmadan daha şiddetli olması tabiidir. Nitekim bir badis-i şerifte: "Sizin bela ve musibete duçar olarak en çok sıkıntı çekeniniz peygamberlerdir" buyurul-muştur. Hadisin ravisi Abdullah b. Mes'ud hemen bir kıyas yaparak, "Madem ki acı iki kattır, sevabın da iki kat olması gerekir" diye düşünmüş ve bu konuda Rasûlttllah'ın (s.a) fikrini almak istemiştir. Rasûİülİah da (s.a) onun sözlerini tasdik etmiştir. Daha sonra peygamberimiz (s.a) çeşitli belâ ve musibetlere sabretmek suretiyle sevab hasıl olacağını, çekmekte olduğu aa esnasında somut bir örnekle ifade etmiştir. Bir dikenin acısının bile mü'minin günahlarına bağış yolunu açtığını, âdeta ağaç yapraklarının sonbaharda teker teker düştüğü gibi; mü'minin de çektiği sıkıntılara, sabırla katlanması oranında günahlarından arınacağı müjdelenmiştir. Başka bir rivayette Ebu Saîd der ki: "Rasûlüîlah (s,a) sıtmaya tutulmuş bir halde iken, yanına vardım. Örtüsünün üzerine elimi koyduğumda kadifenin üzerinde sıtmanın sıcaklığını hissettim ve "Yâ Rasûlütlah sıtmanız ne kadar da şiddetli" dedim. Rasûlüîlah (sa) "Bizpeygamberlere acı kat kat olur. (Bu nisbette de) ecir katlanır" buyurdu.
Peygamberler daha şiddetli acılara muhatap olurlar ve o oranda da sevap alırlar. Bu Özellik, onlann sabrının kemâlinden ve karşılığını Allah'tan beklemenin de eksiksizliğindendir. Zira Allah onları insanlara örnek kılmıştır.[131]
39. Ebu Hüreyre (ra) Rasülüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor "Allah her kime hayır dilerse, onu musîbete uğratır). (Buhâri rivayet etmiştir).[132]
Cenab-ı Allah bir kimseye dünyada ve ankette hayır dilerse, ona belft ve musibet yöneltir. Bu bela ve musibet, ya onun bedeninde, ya maunda, ya da çoluk çocuğunda olur. Nitekim bir hadiste: "Mü'min ya hastalıktan, ya fakirlikten, yahut da zilletten birine maruz kalır" denilmiştir. Mü'min musîbete sabrederek Hakka sığınmakla dünyada hayra mazhar olur. Ahirette de günahları affolunur. Böylece hem şimdiki, hem de gelecekteki hayırları kendinde toplamış olur.[133]
40. Enes'den (r.a) rivayet edildiğine göre Rasûlüîlah (s.a) söyle buyurmuştur: "Sizden biriniz başına gelen bir musibetten dolayı satan ölümü temenni etmesin. Eğer böyle bir istekte bulunması kaçınılmaz duruma gelirse söyie desin: "AUahım, yaşamak benim için hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat, ölüm benim için hayırlı ise benim canımı al". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[134]
Hadiste, bir musibet sebebiyle ölümün temenni edilmemesi emredilmek-tedir. Temenni lafzının kullanılması herhalde ölüm vaktinin istenildiği an gelmemesi ve gerçekleşmemesi sebebiyledir. İstekler kadere yön veremez. İntihar ve intihara teşebbüs kesinlikle haram kılınmıştır Değil ölümün istenmesi, temenni edilmesi bile bu hadisle yasaklanmıştır.
Kişinin kendine, malına veya kendisiyle İlgili bir şeye musîbet gelebilir. Bundan dolayı ölümü arzulamak, kadere rıza göstermemektir. Ancak, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mülâki olmayı şevkle arzulamak, Allah yolunda se-hîd olmak, mukaddes beldede defnedilmeyi arzu etmek, dinî yükümlülüklerin yerine getirîlemediği fitne zamanlarında ölmeyi arzulamakta sakınca yoktur. Mü'min, dünyevî güçlüklere karşı göğüs gererek yorulur ve ölümü arzu etmekten başka çare bulamazsa; "AUahım rızânı kazanmak, ibadetlerini yerine getirmek, kötülük, gaflet ve isyandan uzak kalmak gibi hallerle hayatım daha hayırlı olacaksa beni yaşat" diye dua etmelidir. En azından İçinde bulunduğu sıkıntılara katlanıp sabretmekle yine hayır kazanacağı malumdur.
Eğer musîbete sabretmeyerek isyankâr olacak ve her geçen an günah deposu haline gelecekse, ölümünün bir an önce gerçekleşmesi onun menfaatine olacaktır. Bir hadis-i şerifte "Ömrü uzun olup, emeli güzel olana ne mutlu" buyurulmuştur. Tfcvbenin kabulünü ümitle ve iyi amel işlemekle geçen günler elbette güzeldir. Bu hadisle, "Kim Allah'a kavuşmayı severse, Allah da ona kavuşmayı sever" hadisi arasında çelişki söz konasu değildir. Zira iyi hâllerinin ve sâlih amellerinin kötüye dönüşmesinden, güçlüklere maruz kalarak sabırla karşılık verememe endişesinden, fitne ve fesadın zuhurundan korkan kimsenin ölümü arzulaması, kişinin imanını korumaya verdiği önemi gösterir. Bu gayret ve istek Allah'ın rızasına uygun davranışlardandır.[135]
41. Ebu Abdullah Habbâb b. Eret (r.a) demiştir ki: "(İslâm'ın ilk günlerinde} Rasûlüllah (s.a) bürdesini başının altına koyup Kabe'nin gölgesinde yattığı bir sırada, biz kendisine (Kureyş'in baskılarından) şikâyet ettik ve "Bizim için yardım dilesene, bizim için dua etsene" dedik. O da şöyle cevap verdi: ' 'Sizden önceki ümmetlerden mü 'min bir adam yakalanarak, kendisi İçin açılan bir çukura atılırdı. Sonra bir testere getirilir, başına dayanır, iki parça edilirdi. Demir taraklarla eti ve kemiği taranırdı da bu (işkenceler) onu dininden döndiiremezdi. Vallahi A İlah bu hareketi (İslâm dinini) öylesine hedefine var-dıracakır ki, San 'â 'dan yola çıkan bir binekti, Allah 'tan ve koyunlarına karşı kurdun saldırmasından gayri hiçbir şeyden korkmaksızm Hadramevt'e kadar gidecektir. Lâkin siz acele ediyorsunuz". (Buhârî rivayet etmiştir).[136]
Diğer bir rivayette; "Rasûlüllah (sjlv) paltosunu (başına) yastık yapmıştı. Biz müşriklerden çok zorluklarla karşılaşıyor idik" denilmiştir.
Ebu Abdullah, Habbâb'm künyesİdir. Habbâb islâm ile ilk şereflenen-lerdendir. Altıncı sırada müslüman olduğu söylenir. Allah yolunda işkence çekenlerdendir.
Mücahid der ki; "İslama girdiklerini ilan eden ilk müslümanlar; başta Rasûlüllah (sm) olmak üzere Ebû Bekr, Habbâb, Suhayb, Bilâl, Ammar ve Ammar'ın annesidir. Allah Teâlâ, Rasûlüllah'ı (sm) amcası Ebû Talib sebebiyle müşriklerin kötülüklerinden korumuştur. Ebû Bekr'i de kavmi muhafaza etmiştir. Diğerlerine gelince, onlara demirden elbiseler giydirip güneşin altında işkenceye tâbi tuttular. Güneşin ve demirin kızgınlığında büyük izdi-rap çektiler".
Habbâb, Bedir savaşına ve diğer savaşlara katılmıştır. Habbâb, hastalanmış ve çok acı çekmiştir. Bu acılardantlolayı: "Eğer Rasûlüllah (sm) ölümü istemeyi yasaklamasaydı, ölmek için dua ederdim" demiştir. Hicretin 37. senesinde 73 yaşında iken vefat etmiştir. Küfe'de ilk defa defnedilen sahabîdir.
Ölüm haberi Hz. Ali'ye gelince: "Allah Habbâb'a rahmet etsin. Şevkle müslüman oldu. İstekle hicret etti. Mücahid olarak yaşadı. Bedenîyle imtihan oldu. Allah güzel amel işleyenlerin ecrini yok etmez" dedi. Habbâb Ra-sûlüllah'dan (s.a) 32 hadis rivayet etmiştir. Hadisin ravisi Habbâb, Rasülül-lah'a (s.a) kafirlerin eziyetlerinden şikayet ettiklerini söylüyor. Zira diğer bir rivayette müşriklerden çok azap gördükleri açık bir şekilde İfade edilmektedir. Rasûlüllah'a (s.a) yapılan şikâyet ile Rasûlüllah'ın müşrikleri cezalandırması istenmemektedir. Zaten peygamberimizin buna maddî gücü de yoktu. İstenen şey, Rasûlüllah'ın (s.a) duasıdır. Zira onun duası Allah katında makbuldür. Ancak Rasûlüllah (s.a) ashabını, müşriklerin ezalarına sabra teşvik ederek, Önceki ümmetlerden iman edenlere de imanlarından dönmeleri için azap edildiğini, ama onların inançlanndan taviz vermediklerini, ayrıca öncekilerin bu konuda çektiği ızdıraplann daha çok olduğunu anlatmak için; "Sizden önceki ümmetlerden mü'min bir kimse, yakalanarak kendisi için açılan bir çukura atılırdı. Sonra bir testere getirilir başına dayanır, iki parça edilirdi. Demir taraklarla etleri ve altındaki kemikleri taranırdı da bu (eziyetler) onu imanından döndüremezdi" buyurmuştur. Hadiste, dini için eziyet görenlerin sabırları övülmüştür. Baskı karşısında kalpte imam sabit tutarak dil ile küfür ifade eden kelimelerin söylemesine ruhsat olmakla beraber, azimete sarılarak küfre boyun eğmemek daha faziletlidir.
Peygamberimiz, "Vallahi" diyerek sözüne devam etmiştir. Busunla, mir. istemeden-yemin sözün söylenebileceği anlaşılmaktadır.
"San'â" Yemen'de bir şehirdir. Şam'da da bu isimde bir şehir söylenir. "Hadramevt" ıraya "Hadramut" Tfcmen yakaûannda birşeh&dk Bu iki şehrin özellikle söylenmesi, haik arasında maruf ve meşhur olmasındandır. \ani İslâm o kadar yaygınlaşacak ki; sefere çıkan bir kimse, imanından dolayı kötülük görme ve fitne fesat gibi şeylerden hiçbir endiss duymayacak ve Allah'tan başkasından korku hissetmeyecektir. Fakat acek etmemek, Allah'ın ilminde olup vuku bulacak şeylerin zamanım bekiemsk ge?gkk.
Rasûlüİlah'ın (s.a) gelecekte olacak şeyleri önceden haber vermesi; osun peygamberlik alâmetlerindendir. Nitekim kısa bir zaman sonra htkn âmi yaygınlaşmış ve islâm diyân genişlemiş, San'â ve Hadramevt de İslâm topiafcla-nna dahi! olmuştur.
Bu hadis, Üsd'ül-Ğâbe'de nakledilen "Habbâb k*hç yapan demirci bir köle idi. Rasûlüllah (s.a) yanma uğrardı ve ona iltifatta bulunurda. SShibesi olan kadın, kızdırılmış demiri Habbâb'm başına koyarak işkence ederdi. Hab-bâb da Rasûlülîah'a (s.a) bu durumu bildirdi. Peygamber de (s.a) "Aliahım Habbâb'a yardım et" buyurdu. Sahibesi olan Ümmü EnmSr ismindeki bu kadın başından rahatsızlandı. Kadın köpekler gibi uturdu. Kendisine denildi ki: "Ateşle dağla(mrsan iyi olursun)". Habbâb da kızdırılmış demiri alır, onun başım dağlardı" şeklindeki rivayetle çelişki halinde değildir. Zira Rasülüllsh ümmetinin eziyet çekmesini hiçbir ?aman arzu etmezdi. Hemen her vesile ile onlara dua ederdi. Bununla beraber ümmetinin karşılaştığı eziyetlere katlanmalarını da, sabırlı olmalarını da istemiştir.
Başka bir rivayette Habbâb, kendisi gibi kimsesiz ve fakir müslümanla-nn müşriklerden büyük işkencelere maruz kaldığını belirtmektedir. Nitekim Bilâl'ı güneşin tam şiddetli olduğu öğle vaktinde sırt üstü yatırıp, büyük bir kayayı göğsünün üzerine korlardı. Ammar'ın annesi Sümeyye de, iki deveye bağlanıp, kalbine de mızmk sapIaüiMan için ölmüştü.[137]
42. Ibn Mes'ud (ra) der ki: "Huneyn günü (harb) olup bitince Rasûlüllah (s-a) ganimet taksiminde ban kimselere fa^la (vermek suretiyle) ihsanda bulundu. Akra* b. Hâbis'e yüz deve, Uyeyne b. Hisn'a da o kadar deve verdi. Arapîann ileri gelenlerine de çeşitli şeyler vererek anları bölüşmede üstün tuîtu. Bunun üzerine adamın biri: "Vallahi, bu paylaştırmada ne adalet, ns ds Allah nzası gö&tilmiştir" dedi. Adama "Vallahi, senin bu sözlerini Rvsüîûl-lah'a bildireceğim" dedim. Sonra da Rasûlüllah'a gelerek adamın söylediklerini ona anlattım. Yüzünün rengi birden değişerek pancar gibi kizard*. Soma da şöyle buyurdu: "Allak ve Rasûlü adalet göstermezse Mm gösterir? Allah Musa'ya rahmet etsin. O bundan daha çok ağır sözlerle ezaya uğratıldı da sabretti" buyurdu. Ben de (kendi kendime): "Bundan sonra hiçbir haberi om iletmeyeceğim" dedim. (Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir).[138]
"Huneyn" Mekke ve Taif arasında, Arafat'ın gerisinde bir vadidir. Huneyn savaşı hicretin 8. yılında Mekke fethinden sonra şevval ayında olmuştur.
"Akra" başında kellik bulunması sebebiyle bu ismi almıştır. Temim kabilesi ileri gelenlerindendt Câhiliyye ve İslâm dönemlerinde kavmi içinde yöneticilik yapmıştır.
Rasûlüllah'in (s.a) ganimeti dağıtım şekline itiraz eden şahsın Ensar'-dan Muatteb b. Kuşeyr veya Zü'I-Huveysıra olduğu söylenir. "Vallahi, bu paylaştırmada ne adalet, ne de Allah'ın nzast gözetilmiştir" sözü, Rasûlülîah'a isyan ve onun peygamberliğine dil uzatmaktır. Bu söz sahibi kâfir olur. Ra-sülüliah (s.a) kendisine, itiraz edip dinden çıkan bu kimseyi cezalandırma yoluna gitmemiştir. Zira İnsanlar arasında "Muhammed ashabım öldürüyor" gibi bir şayianın yayılmasına ve insanların İslâm'dan uzaklaşmasına neden olur düşüncesiyle münafıklara nasıl muamele ediliyorsa, İtiraz sahibine de aynı muamele yapılmıştır.
Abdullah, bu şahsın sözlerini RasûlUllah'a nakledeceğini yeminle söylemiştir. Bu, bir mecliste söylenilenleri emanete riâyet etmeyerek başkasına aktarmak gibi değildi. Çünkü, "Rasûttüllah kendisi hakkında bu şekilde konuşanı tanımalıdır" düşüncesiyle Abdullah olup biteni Peygamberimize anlatmıştır. Nefsi rahatsız eden "bir şey duyulduğunda nasıl yüzün rengi değişiyorsa, Rasûlüllah da (s.a) bu sözleri duyar duymaz rahatsız olmuş ve yüzünün rengi değişmiştir.
Rasûlüllah (s.a), hidâyetten nasibi olmayanların sözlerine tahammül etmenin, önceki peygamberlerden beri devamlı bir âdet (sünnet) olduğunu beyan ederek "Allah Musa'ya rahmet etsin, O bundan daha çok ağır sözlerle ezaya uğratıldı da, sabretti" buyurmuştur. Hz. Musa'ya çeşitli iftiralar atılmıştır. Bunlardan biri de "Husyeleri büyük " olduğu şeklinde idi. Abdullah b. Mes'ud bir daha Rasûlüllah'a bir söz taşımayacağım ifade etmiştir. Zira Rasûlüllah'ı üzmekten öteye gitmeyen bu gibi haberlerin, ona nakledilmesinin faydalı olmayacağı kanaatine varmıştır.[139]
43. Enes'den (na) Rasûlüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah bir kula iyilik dilerse, cezasını öne alarak dünyada verir. Buna karşılık Allah bir kula kötülük dilerse, günahları sebebiyle ona dünyada ceza vermez. Bütün cezasını kıyamet gününe bırakır. Mükâfaatm büyüklüğü belânın büyüklüğü oranındadır. Allah Teâîâ, bir toplumu severse onlara bela verir. Kim (kaderine) razı olursa o'nun için Allah'ın hoşnutluğu, öfke ile karşılayana da Allah'ın gazabı vardır'*. (Tirmizî rivayet etmiş ve hadîs hasendİr demiştir).[140]
Allah'ın bir kula iyilik dilemesi sebebiyle öne aldığı ceza, o kulun işlediği kötülüğün karşılığıdır. Bu ceza ya kendisine ya çoluk çocuğuna ya da mauna ânz olan bir belâ ve musîbet şeklinde olur. Günahlarının karşılığı cezalar ile dünyada karşılaşmayanlar ve günahlarını ahirete taşıyarak cehennemde azab görecek olanlar, Allah'ın kendilerine hayır dilemediği insanlardır. Zira cehennem azabı, dünyada karşılanan sıkıntılarla mukayese edilemeyecek derecede fazladır.
Kişi dünyada hangi derecede bela ve musibetlerle karşılaşır ve sabrederse, o derecede ahirette sevab ve mükâfata kavuşur.
insanlar dünyanın yeşilliği ve bol nimetleriyle başbaşa kalınca, kalpleri dünyaya meylederek gaflete dalabilmektedirler. Allah sevdiği kullarına çeşitli belâlar vererek; onların daima yaratıcılarını hatırlamalarını sağlamakta ve kadere rızalarına, kendi rızasıyla karşılık vermektedir. Nitekim Allah "İyiliğin karşılığı, yalnız iyilik değil midir?" (Rahman, 60) buyurmuştur.
Her kim de kadere razı olmaz ve isyan içinde bulunursa; onun için Allah'ın azabı vardır. Böyle kimseler büyük bir pişmanlık hissedeceklerdir. Bir hadis-i şerifte: "Kıyamet gününde belâ ve musibete uğrayanlara sabırlarının karşılığı verildiğinde; dünyâda sıkıntı çekmeyen, sağlık ve afiyet içinde bulunanlar (sabır ehlinin kazandığı sevabtan mahrum kaldıkları için, kendi yaşantılarından pişmanlık duyarlar da) 'keşke dünyada iken ciltlerimiz makaslarla kesilseydi' derler" buyurulmuştur.
Ancak, "belânın sevabı çoktur" diye belâ da aranmamalıdır. Afiyette olmak belâya tercih olunur. Fakat basa gelen belâya sabredilir.[141]
44. Enes'dcn (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Bbu lalha'nra (r.a) hasta bir çocuğu vardı. Ebu Talna evinden aynldı-ğı esnada çocuk Ölmüştü. Kendisi eve dönünce; "Oğlum nasıl?" dedi. Çocuğun annesi Ümmü Süleym: "O eskisinden daha rahat" dedi ve kendisine ak-
nasebette bulundu, iş bitince kadın kocasma: "Çocuğu defnediniz" dedi. Sabahleyin Ebu Talna RasûiüÜah'a giderek olup bitenleri anlattı. RasÛIüUah: "Bu gece cinsi münasebetiniz oldu mu?" buyurdu. "Evet" dedi. Bunun üzerine Rasûlüll&n "Allah'ım! Bunların gecelerini mübarek eyle" diye dua buyurdu. O geceki münâsebetten Ümmü Süleym bîr oğlan doğurdu. Ebû 7&lha bana "Çocuğu al, Rasûlütkth'a götür" dedi ve birkaç tane de hurma verdi. RasûlüUah'm (sa) huzuruna varınca "Çocuğun yanında bir şey var mı?" buyurdu. "Evet birkaç tane hurma var" dedim. Rasûlüllah hurmaları aldı, ağzında çiğnedi. Sonra da ağzından çıkarıp bebeğin ağzına koydu, damağını oğdu ve ona Abdullah adını verdi. (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir).[142]
Buhârî'nin diğer bir rivayetinde îbn Uyeyne'nin şöyle dediği nakledilmiştir: Ensardan biri: "Dokuz oğlan çocuğu gördüm. Hepside Kur'an ehli idi" (diyerek Rasûîüllah'ın dua ettiği ve damağım oğduğu Ebu Talha'nın somadan olan oğlu) Abdullah'tan olan çocukları kastediyordu.
Müslim'in bir rivayeti de şöyledir: "Ebu Talha'nın Ümmü Süleym'den olsa bir oğlu ölmüştü. Ümmü Süleym yakınlarına; "Ebu Talha'ya oğlunun vefat ettiğim ben söylemedikçe siz haber vermeyiniz'' dedi. Ebu Talha geldi. Ümmü Süleym ona akşam yemeği hazırladı. O da yemeğini yedi, (suyunu) içti. Kadın kocası için eskisinden daha güzel süslendi. Böylece Ebu Talha onunla cinsî münasebette bulundu. Ümmü Süleym kocasının doyduğunu ve kendisiyle ilişkide bulunup işini tamamladığım görünce ona şöyle sordu: "Ey Ebu Talka bir kavim, bir ev halkına emanet olarak bir şeyler verseler, sonra da bu emanetlerini geri isteseler, ev halkının onları reddetmeye hakları var mı?" Ebu Thlha "Hayır yoktur" dedi. Bunun üzerine kadın kocasına "O halde sen de oğlunun serini (sabrederek) Allah'dan bekle" dedi.
Enes (r.a) der kî: Ebu lalha kızdı ve "Madem öyleydi de beni kirlenin-ceye kadar neden bıraktın da, oğlumun ölümünü sonradan bildirâin" dedi. Hemen kalkıp Rasûlüİlah'jn huzuruna geldi ve olup bitenleri anlattı. Rasû (s.a): "Geceniz hakkınızda hayırlı olsun" dedi. Enes (r.a) der ki: Ümmü Sülcym gebe kaldı. Rasûlüllah seferde idi. Ummü Süleym de kocasıyla beraber RasûlüUah'ın maiyetinde idi. Rasûlüllah bir seferden dönerse Medine'ye geceleyin girmezdi. Ordu Medine'ye yaklaştığında Ümmü Süleym'in doğum sancısı tuttu. Ebu Talha hanımıyla meşgul olmaya başladı. Rasûlüllah yoluna devam etti.
Enes (r.a) diyor ki: Ebu Talha, "Rabbim! Biliyorsun ki, RasûlüUah'la beraber Medine'den çıkıp yine onunla beraber gitmek isterim. Fakat bu defa gördüğüm şu durum nedeniyle geri kaldım" dedi. Bu esnada kadın kocasına: "Eskisi kadar sancım yok, yürüyelim" dedi. Enes der ki: "Biz de yürüdük. Medine'ye vardıklarında kadmm yeniden sancısı geldi ve bir oğlan çocuğu doğurdu. Annem bana "Ey Enes çocuğu sabahleyin Rasûlüllah'a götü-rünceye kadar onu hiçbir kimse emzirmesin" dedi. Sabah olunca çocuğu alıp Rasûlüllah'a götürdüm" dedi ve hadisin tamamını zikretti.
Ebu Talha'nın ölen oğlunun adı Ebu Umeyr'dir. "Ebu Umeyr " künyesi Rasûlüllah tarafından verilmiştir, ömrünün kısa olması sebebiyle Umeyr denilmiştir. Ebû Umeyr'in oynadığı bir serçesi vardı. Bu serçe daha sonra öldü. Rasûlüllah (s.a) bırgün Ümmü Süleym'in yanına vardı ve Ebu Umeyr'i sordu. Serçesi öidüğü için üzgün olduğunu duyduğunda onur.-yanına giderek "Ey Ebu Umeyr! Ne oldu Nuğayr (serçeakt?" di ve onunla şakalaştı. Ebu Umeyr, hadisin ravisi Enes'in kardeşidir. Ebu Talha. Ummü Süleym ile evlenmek istediğinde henüz muslüman olmamıştı ümmü Süleym Ebu Talha'ya muslüman olursa o zaman evlenebileceğim bildirmişti. Ebu Talha da İslâm ile şereflenerek Ummu Süleym ile evlenmişti.
Ebu Talha'nın adı Zeyd b. Sehl olup Ensar'dandır. Ebu Talha'nın Ebu Umeyr isimli oğlu hastalanmamıştı Ebu Talha Rasûlüllah (s.a) yanına gittiğinde çocuk ölmüştü Hanımı Ümmü S1, '.-ym oğlu Enes'ı çağırmış ve kardeşinin ölümünü Ebu Talha'ya haber vermemesini istemiştir. Ebu Talha'nın o gün oruçlu olduğu rivayet edilir. Ebu Talha çocuğun durumunu sorduğunda, kadın çocuğun eskisinden daha sakin olduğunu haber vermiştir. Gerçekten çocuk sıkıntıdan, hastalıktan kurtulmuş, ahirete intikal etmekle rahaı bulmuştu. Ebu Talha ise, çocufun hastalığının şifâ bulduğunu sanmıştı.
Kadın Ebu Talha'ya aksam iftar yemeğini hazırlamış, Ebu Talha da yemeğini huzur içinde yemişli. L'mrau SüJe.'ir. c akşam her zamankinden daha süslü giyinmiş kendine güzelce çeki düzer, vermiş.).
Çocuğun iyi olduğunu öğrenen Ebu Talha karnını da doyurduktan sonra kendisi için süslenmiş karısıyla şakalaşmaya başlar ve cinsi münasebette bulunur. Ümmü Süleym bilâhere çocuğun ölümünü haber verir. Sabahleyin Ebu Talha doğru Rasûlüllah'ın (s.a.v) huzuruna vararak olup bitenleri anlatır. Rasûlüllah'ın (s.a) Ebu Talha'ya, "Bu gece hanımınla cinsi münasebet yaptınız mı?" şeklinde soruşundan Ebu Talha'nın Rasûlüllah'a bıj hususta bilgi vermediği anlaşılmaktadır. Ebu Talha; "Evet cinsi münasebette bulunduk" diye cevap verince, peygamberimiz (s.a) "Allahım bunlar İçin bereketli kıl" buyurmuştur. Bu geceden Ümmü Süleym hamile kalmış ve Abdullah isminde bir erkek çocuğu olmuştur. Rasûlüllah'ın duasına mazhar olan bu çocuğun (Abdullah'ın) nesli bereketli olmuştur. İshâk, Ismâîl, Abdullah, Ya'kûb, Ömer, Kasım, Umara, İbrahim, Umeyr, Zeyd ve Muhammed isminde erkek çocukları, 4 tane de kız çocuğu olmuştur.
Nitekim Ensar'dan Ubâye b. Rûfâa, Abdullah'ın dokuz oğlunu gördüğünü, hepsinin de Kur'an okuduklarını belirtmiştir.
Diğer bir rivayette; Ümmü Süleym, kocasına emanet olarak verilen bir şeyin geri istendiğinde emaneti elinde bulunduranların geri vermemek istemelerinin doğru olmayacağını tasdik ettirdikten sonra; "O halde yanında emanet olarak bulunan oğlunu da, sahibi olan Allah aldı, sabırsızlık gösterip sevaptan mahrum olma. sabret ve karşılığını Allah'tan bekle" demiştir.
Rasûlüllah (s.a) hacca veya savaşa gittiğinde, gece Medine'ye dönmezdi. /ıra sabah veya öğle vakitlerinde dönülürse, kadın kocası için hazırlık yapar, süslenir yemeğini hazırlar, kocasını güzel bir şekilde karşılayarak onun gönlünü hoş eder.
Bir kişi geceleyin evine döndüğünde hanımını pejmürde dağınık bir halde görerek ondan tiksinebilir. Bu konular kadın İçin söz konusudur. Ancak gece döneceği Önceden haberli ise dönmesinde sakınca yoktur.
Hadiste, muslüman kadının keskin zekası ve akıllılığı bakımından güzel bir örnek sergilenmiştir. Kadının, çocuğunun ve benzerlerinin ölümüne sabırlı olması için de güzel bir misal verilmiştir. Hadiste aynca, ölüm haberinin uygun bir şekilde duyurulması, kocasının Üzüntüsünü gidermek için kadının gayret sarfetmesi ve fedakârlıkta bulunması, sahabenin Rasûlüllah*a (s.a) bağlılığı ve hemen her konuda ona başvurması ve istişare etmesi, kan-kocanın birbirlerinin üzüntüsünü gidermeye çalışması, birbirlerine karşı sevgilerinin ve yakınlıklarının devam etmesi için süslenmeleri, çocuklara Abdullah gibi güzel isimlerin konulması ve Allah için bir şey kaybeden kimseye Allah'ın ondan daha hayırlısını vermesi gibi hususlara işaret edilmektedir.[143]
45. Ebu Hüreyre'dcn (ra), Rasûluİlafc'm (sa) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Güçlü kimse, (güreşerek) rakibini yenen değildir. Asü güçlü önlendiğinde kendine hâkim olandır". (Buhâri ve Müslim rivayet etmiştir)[144]
Hadiste geçen "gaâab" kelimesini öfke olarak terceme ettik. Gadab, rızanın karşıtıdır. Kişinin isteğinin aksine, kendisinde veya kendisinin tasarrufunda olan ya da kendisiyle ilgili şeyler de vuku bulan bir olaya karşı takındığı tavrı ifade eder.
Kim nefsinin hoşlanmadığı şeylere karşı öfkesine hakim olur ve karşı tarafa hcş görülü davranır; affederse, yüksek dereceler elde eder ve övgüye lâyık olur. Babanın çocuğuna, edeb ve terbiye için- (şer'an caiz görülen miktarda) ceza vermesinde sakınca yoktur.
Nefisle mücâdele, düşmanla mücâdeleden daha şiddetlidir. Nitekim bir hadis-i şerifte; (Bir savaştan dönüldüğünde) "Küçük savaştan büyük savaşa döndünüz" buyuruimuştur.[145]
46. Süleyman b. Sured'den (r.a), söyle dediği rivayet edilmiştir: "Nebi (s.a) ile oturuyordum. O sırada İki kişi birbirine sövüyorlardı. Bunlardan birinin yüzü kıpkırmızı olmuş, boynunun damarları şişmişti. Rasülüllah (s.a); "Ben bir kelime biliyorum ki, şu adam onu söylese duyduğu öfke kaybolur. Eğer o "Eûzü billahi min'eş-Şeytân'ir-Racîm'1 dese öfkesi geçer" buyurdu. -Bunun üzerine adama "Nebi (s.a) lanetlenmiş şeytandan Allah'a sığınmanı istiyor" diye söylediler". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[146]
Süleyman b. Sured sahâbîdir. Cahiliyye devrinde ismi "Yesâr" idi. Ra-sûiüllah (s.a) ona Süleyman ismini verdi. Huzâa kabilesindendir. Süleyman, kavmi arasında ibadet ve faziletiyle tanınmıştır.
Bir savaşta öldürülerek başı Mervan b. Hakem'e götürülmüştür. 93 yıl yaşamıştır. RasûlüHah'dan (s.a) 15 hadis rivayet etmiştir.
Bu hadis-i şerif "Ne mman şeytandan bir kötü düşünce seni dürtükler-se, Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir" (A'raf, 200) ayetine dayanmaktadır ve "Şeytan" büyükienen, haddi aşan, azan ve isyan eden anlamına gelir. "Racîm" Allah'ın rahmetinden kovulmuş demektir.
öfkelenen kimseye "Rasülüllah (sm) lanetlenmiş şeytandan Allah'a sığınmam İstiyor" denildiğinde, o kimsenin "Ben delirdim mi?" dsdiği rivayet edilir,
öfke, insanın akbnı gidermekte, şeytanın kişinin dinini v£ dünya&nı yıkmasına yardımcı olmaktadır. İnsanın öfkesini yenmesi için istiâzesi (şeytanın şerrinden Allah'a sığınması) gerekir. Hadiste Rasûlüllah'ın (s.a) her vesiîeyte insanî&n irşad ettiği anlaşılmaktadır.[147]
47. Muâz b. Enes'den (r.a) rivayet edildiğine göre Nebi (s.a) buyuruyor kî: "Her kim yerine getirmeye gücü yetmesine rağmen öfkesini -yenerse* Allah onu kıyamet günü bütün insanların huzurunda çağırır ve hurilerden dilediğini almakta onu sebest bırakır". (Ebû Dâvud ve Tirmizî rivayet etmiş, "Bu hasen hadistir" demiştir).[148]
Muâz b. Enes Mısır'da ikâmet etmiştir. Oğlu Sehl kendisinden hadis rivayet etmiştir. Ahmed b. Hanbel, Muâz'dan oğluna intikal eden hadislerin bulunduğu sahifeyi Müsned'inde rivayet etmiştir.
Hadiste geçen bazı kelimelerin izahı:
"Gayz"; kızgınlık anında kişinin değişmesi olup, "öfke" olarak tercüme edilmiştir.
"Huri"; gözün siyahlığının simsiyah, beyazlığının da bembeyaz olmasıdır. "lyn"; gözlerin iriliği ve büyüklüğü anlamında kullanılır.
Bir hadis-i şerifte "Her kim yerine getirmeye gücü yetmesine rağmen öfkesiniyenerse, Allah onun kalbini huzur ve imanla doldurur" buyurulur-ken, bir başka hadiste İse; "Her kim öfkesini yenerse, Allah onun açığını kapatır" bu vurulmuştur.
Hz. Hüseyin'in bir kölesi vardı. Bir gün Hz. Hüseyin abdest alırken o da elindeki ibrikle su döküyordu. Köle ibriği kaldırınca, ibrik Hz. Hüseyin'in ön dişlerine değerek kırılmasına sebep oldu. Hz. Hüseyin köleye baktı. Köle: "öfkesini yenerler" dedi. Hz. Hüseyin "öfkemi yutkundum" dedi. Köle "İnsanları affederler" dedi. Hz. Hüseyin, "Seni affettim" dedi. Köle "Allah da güzei'davrananları sever" dedi. Hz. Hüseyin, "Git, Allah için hürsün" dedi. Köle, "Kölelikten kurtuluşumun hediyesi nedir?" dedi. Hz. Hüseyin "Birkılıçla, birsukabıal, evde başka şeyvar mı bilmiyorum?"dedi. Böylece Hz. Hüseyin "O (takva sahibi ola)nlar bollukta ve darlıkta A lah için harcarlar, öfke(lerin)i yutar, insanları affederler. Allah da güzel davrananları sever" (Âl-i îmran, 134) âyetini bizzat tatbik etmiştir.
Hadis öfkeyi yutmaya teşvik etmektedir. Affetmenin değeri, yerine getirilebilecek bir öfkeyi yenme nisbetinde. artar.[149]
48. Ebu Hureyre (r.a) der ki: Bir adam Nebi'ye (s.a) "Bana bir tavsiyede bulun"dedi. RasûlüUah da: "Kızma" buyurdu. Adam aynı isteği birkaç defa. tekrarladı. RasûlüUah yine "Kızma" buyurdu. (Buhâri rivayet etmiştir)[150]
Hadiste Rasûlüllah'a (s.a) "Bana bir tavsiyede bulun" diyen kimsenin Câriye b. Kudâme olduğu söylenir. Ancak Câriye'nin sahabe ya da tabii olduğu konusunda ihtilâf edilmiştir. Süfyân b. Abdullah es-Sekafi'nin de bu şekilde bir istekte bulunduğu ve Rasûlüllah'ın "Kızma" buyurduğu rivayet edilir. Yine Ibn Ömer, Abdullah b. Amr ve Ebu'd-Derdâ'mn da ayrı ayrı aynı istekte bulundukları ve Rasûlüllah'ın da aynı cevabı verdiğine dair hadisler mevcuttur. Rasûlüüah'dan (s.a) istenen tavsiye dünya ve âhiret hayrım kapsayan niteliklerdir. Nitekim bir hadiste: "Bana bir amel söyle ki (yaptığımda) beni cennete girdirsin" şeklinde müracaat olunduğunda, cennete girdiren amelin öfkelenmemek olduğu RasûlüUah tarafından bildirilmiştir. Öfke, kişinin hem dünyası hem de ahireti için zararlıdır ve tüm kötülüklerin kaynağıdır. Nitekim bir rivayette soran kişi şöyle demiştir. "RasûlüUah (öyle buyurduğunda kendi kendime düşündüm (ki): öfke serlerin hepsini (kendisinde) topluyor"[151]
49. Ebu Hüreyre'den (r.a) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a) buyuruyor ki:' 'Mü'min erkek ve kadının; kendisine, çocuğuna ve malına devamlı olarak belâ (ve musibet) iner de, (böylece) günahsız olarak Allah'a kavuşur". (Tirmizî rivayet etmiş ve "hadis; hosen-sahih'dir" demiştir)[152]
Kendisine hastalık, fakirlik ve yalnızlık, ya da yabancı bir memlekette (gurbette) bulunması vb. şekilde oltaya çıkar. Çocuğu içia; ölümü, hastalığı, güzel ahlâk sahibi olmaması gibi durumlar söz konusu olabilir, Bütün bu musibetler veya bir kısmı, o mu'miain günahlaıuun tamasra silininceye kadar inmeye devam eder. Mü'mîn bağışlandıktan sonra vefat eder ve böylece ya-ratıcısının huzuruna günahsız olarak gider. Mezkur hadis, mü'minin çok çeşitli musibetlerle denendiğine ve sabredenlerin kurtulduğuna işaret stmekte-dir. Nitekim AHah Teâlâ, "Andolmn, sizi korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmek gibi şeylerle deneriz; sabredenleri müjdele" (Bakara, 155) buyurur.[153]
50. îfen Abbâs'dan (r.a) şöyîe dediği rivayet edilmiştir. Uyeyne b. Hısn Medine'ye geldi ve amc&smın oğlu Hurr b. Kays'a misafir oldu, Hurr b. Kays Hz. Ömer'in (ra) yakınlık duyduğu kimselerdendi. Kurrâ'dan (Kur'an okuyucularından) olsalar gerek yaşlı gerek genç olsun, Hz. Ömer'in sohbet ve istişarede bufcrâduğıı arkadaşları idiler. Uyeyne amcasının oğluna: "Bu emir'in yanında seıûn itibarın var, huzuruna varmam için izin İste" dedi. Hurr, (amcasının oğlu için) izifi istedi. Hz. Ömer de (na) izin verdi. Uyeyne huzura var-dîğrada: "Ey Hattâb'ın oğlu! Vallahi sen bize bol (çok) vermiyor, aramızda adaletle hükmetmiyorsun" dedi. Hz. Ömer bu sözlere çok kadı, hatta onu cezalandırmak istedi. Bunun Üzerine Hurr b. Kays "YâEmir'd-MÜ'minîn' \ittah Teâlâ nebisine (sjx) "Sen afv yolunu tut, iyiliği emret, câhillerden yüz çevir"W diye buyurdu; bu adam da câhillerdendir" dedi.
fbn Abbâs der ki: "Vallahi Hurr bu âyeti okurken, Hz. ömeronaaykı-n davranmaâı. O her zaman Allah'ın Kitah'm at ederdi". (Buhârî rivayet etmiştir).[154]
Uyeyne b. Hısn Mekke'nin fethi sırasında müslüman oldu. Kuîûb'taR (Kalpleri İslâm'a ısmdınlanlardan) idi. Arapların katı davranan-lanndandı. Dinden dönmüştü. Hz. Ebubekir devrinde esir alındı. İslâm'a tekrar dönünce, Ebû Bekir de onu serbest bıraktı. Hurr b. Kays şahabıdır.
Hadiste geçen ve "kimseler" olarak tercüme ettiğimiz "Nefer" kelimesi, insanların hepsi veya erkeklerden on kişiden aşağı topluluk anlamındadır. Hurr b. Kays fakîh ve kâri idi. Hz. Ömer'in hilâfeti döneminde bir danışma meclisi vardı ki, Hurr da bu meclisin üyesi idi. Meclistekiler halifeyi hata yapması halinde uyarıyorlar, unuttuğunu da hatırlatıyorlardı,
KÜhûl (olgunluk) devresi, 33 yaşından 50 yaşına kadar olan devredir. 33 yaş öncesi ise, Şebâb (gençlik) çağıdır. 50 yaş sonrası da ihtiyarlık dönemidir.
Hz. Ömer, Uyeyne'nin hak sahiplerine haklarını vermemek ve hükümlerinde adaletsizlik gibi ithamları karşısında öfkelenmiştir. Bu durum karşısında Hurr, Hz. Ömer'in öfkesini yatıştırmak ve Hz. Ömer'i müsamahaya teşvik için ona Rasfiiüllah'ı örnek almasını hatırlatmış ve: "Yâ Enıfre'l-Mü 'minin! Allah Teâlâ nebisine "Sen afv yolunu tut, iyiliği emret, câhillerden yüz çevir {A'raf, 199) buyurdu, bu adam câhillerdendiri'Ğ£m$k. Hz. Ömer bu âyetin hatıdatılmasıyla öfkesini yuttu, zira o, Kur'an'a tam bir teslimiyet içindeydi.
Rivayet edildiğine göre, hgdiste sözü edilen ayet-i kerîme inriiginse, Ra-sûlâllah (s.a) Cebrail'e, bu ayetten neyin kastedildiğini sordu. Cebrai! de bü-
şöyle dedi: "Rabbin sana, seninle akrabalık İlişkisini kesene, senin akrabalığım devam ettirmeni, sana vermeyene vermeni, sana zulmedeni affetmem emrediyor"
Hadis, ilim adamının kıymetini ortaya koymakta ve ayrıca yöneticinin kendisini hayra iletecek arkadaşlar edinmesine işaret etmektedir.[155]
51. İbn Mes'ûd'dan (r.a) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a) buyuruyor ki: "Hiç şüphesiz ki, benden sonra adam kayırmalar ve çirkin göreceğiniz işler olacaktır". Sahabîler: "Yâ Rasûlüllah! O durumlarda ne yapmamızı emredersiniz?" diye sordular. Rasûlüllah da: "Üzerinizdeki hakkı yerine getirir, kendi alacağınızı da Allah'tan istersiniz" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir).[156]
Hadis, herhangi bir iş için ehliyetli ve lâyık olmalarına rağmen seçilemeyen insanlarla, aynı vasıfta veya daha aşağıda bulunmakla beraber tercih edilen kimselerin çoğalacağına işaret etmektedir.
Adaleti gözetmeden adam kayırma yoluna giren yetkililerden, namazı geç kılmak ve benzeri hoş karşılanmayan eksikliklerin görülmesi tabiidir. Hadiste Hakk'ın nzâsı dışında hareket eden bu yöneticilere karşı sabırla muamele etmek, kaderin hayrına da, şerrine de rıza göstermek ve hikmet sahibi Allah'ın muradına teslim olmak, elde edilemeyen hakları ise Allah'tan istemek tavsiye edilmiştir.[157]
52. Ebu Tfahya Useyd b. Hudayr'dan (na) şöyle rivayet edilmiştir: "En-sâr'dan biri, "Yâ Rasûlüllah! Falan kimseyi âmil tayin ettiğiniz gibi beni de âmil olarak tayin ediniz" dedi. RasÛlıılah ona "Şüphesiz benden sonra adam kayırmalarla karşılaşacaksınız, fakat bunlara karşı sabrediniz ki, (kevser) havuzunun başında benimle buluşastnız" buyurdu". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[158]
Useyd, oğlunun adı Yahya olması sebebiyle "Ebu Yahya" künyesini almıştır. Rasûlttİlah'ın (s.a) kendisine "Ebu îsâ" künyesini verdiği de rivayet olunur. Useyd »j. Hudayr, Mus'ab b. Umeyr'in Medine'de İslâm'ı tebliği esnasında müslüman olmuştur. Ebu Bekir Useyde İkram ve iltifatlarda bulunurdu. Useyd II. Akabe biatında bulunmuştur. Uhud ve sonraki savaşlara katılmıştır. Kur'ân-ı Kerim'i güzel okuyanlardandı. Peygamberimiz (sa) "Useyd b. Hudayr, ne iyi adamdır" büyümüştür. Useyd, Rasûlüllah'dan (s.a) 18 hadis rivayet etmiş ve hicretin 20. yılında vefat etmiştir.
Ensar'dan "Ya Rasûlüllah! Falan kimseyi âmil tayin ettiğiniz gibi beni de âmil olarak tayin ediniz" diyen kişi Useyd b. Hudayr'dır. Suyûtî Useyd'in kendim gizlediğini belirtmektedir. RasÛlttlIah'dan tayin isteğinde bulunurken '/û/on "dan kastedilen kimsenin isminin açıkça belirtilmiş olması muhtemeldir.
Hakkı olan bir şeyin başkasına verilmesi karşısında sabretmenin mükâfatı Rasûlüllah ile kevser havuzunda buluşmaktır.
Rasûlüllah'ın (sa) mucizesidir ki; gerçekten de sonraları devlet adamları, tayinlerde ve atıyyelerde hakkı ve. adaleti gözetmemişlerdir. Bir göreve tayin olmaya talip olunmamahdjr. Talep eden o göreve liyakatli olduğunda ve bir başkası da bu işe ehil bulunmadığında bunun bir sakıncası yoktur.[159]
53. Ebu İbrahim Abdullah b. Ebî Evfâ'dan (r.a) şöyle rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (s.a) düşmanla karşılaştığında, savaş günlerinden birinde güneş zevale dönünceye kadar beklemişti. Sonra askerlerin arasında ayağa kalkarak: "Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Allah 'dan afiyet dileyiniz. Düşmanla karşılaşınca da sabrediniz ve biliniz ki cennet kılıçların gölgesi altındadır" buyurdu. Sonra Rasûlüllah (s.a) şöyle buyurdu: "Ey Kitab'ı (Kur'an'ı) indiren, bulutları yürüten ve (düşman) ordularını dağıtan Allahıml Şu düşmanları perişan eyle ve onlara karşı bizi muzaffer kıl". (Bu-hârî ve Müslim rivayet etmiştir).[160]
Hadisin râvisi Abdullah, Rıdvan biatmda bulunmuş, Hayber ve sonraki savaşlara katılmıştır. RasûlüIIah'ın (s.a) vefatından sonra Kûfe'ye giderek orada ikâmet etmiştir. Kûfe'de en son vefat eden sahabîdir.
Abdullah'a çekirge hakkında sorulduğunda, şöyle demiştir: "Rasûlüllah ile altı savaşa katıldım. (Bu savaşlarda) çekirge yerdik". Abdullah Rasû-lüllah'dan (s.a) 95 hadis rivayet etmiş ve hicretin 86. yılında vefat etmiştir.
Rasûlüllah <s.a) bizzat 27 savaşa katılmış ve bunlardan 9'unda da bizzat savaşmıştır. O askerî sahada da erişilmez bir dehâ İdî.
Rasûlüllah (s.a) savaşı öğle sıcağında yapmazdı. Hava serinleyinceye kadar beklerdi. Böylece savaş malzemesini taşıyan ve kullanan asker güçlük çekmezdi. RasûlüIIah'ın savaşlarında nusret rüzgârı eser ve peygamberimiz de muzaffer olurdu. "RasûlüIIah'ın savaşı geciktirmesinin hikmeti bu rüzgârı beklemesîdir" şeklinde de bir yorum yapılmıştır. Nitekim bir hadis-i şerifte: "Rasûlüllah (sm) güneş kaybolup, nusret (yardım) rüzgârı esinceye kadar beklerdi" buyurulmuştur.
Rasûîüllab (s.a) "Ey.insanlar! Düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyiniz" buyurmuşlardır. Bir başka rivayette "Siz onların boyunlarım vuracaksınız, onlar da sizin boyunlarınızı vuracaklar" ziyadesi vardır. Zira İnsan işin sonunun nereye varacağını bilemez. Nitekim "Bana göre sıhhat üzere olup şükretmem, musîbete uğrayıp sabretmemden daha sevimlidir" buyurulmuştur.
Düşmanla ka ulaşmayı arzulamak kibirlenme çeşitlerinden bir çeşittir. Kişinin kendisini kuvvetli sanarak gevşek davranmasına sebep olur. Ayrıca bu düşmanın gücünü kuvvetini önemsememektir. Bu sebeplerle düşmanla karşılaşmayı istemek uygun görülmemiştir. Ancak daima hazırlıklı olmak ve savaşın kaçınılmaz olduğunda azimli bulunmak gerekir.
Düşmanın müslümanlara üstün gelmesinden korkulduğundan RasûlüIIah'ın (s.a) böyle buyurduğu da söylenir. Zira bir hadiste "Sizler nasıl yardım görüyorsanız, onlar (düşmanlar) dayardım olunurlar" buyurulmuşturv Bu bakımdan Cihad'da sabretmek çok önemlidir.
Düşmanla karşılaşıldığında sabırla karşı koymak, onlarla savaşmaktan korkmamak gerekir. Çünkü Allah, sabredenlerle beraberdir. Allah, ordusuna mutlak zaferi va'd etmiştir: "Ve üstün gelecek olanlar mutlaka bizim ordumuzdur" (Saffat, 173)
"Biliniz ki, cennet kılıçların gölgesi altındadır"duyurulmuştur. Çünkü kılıç yakın çarpışma âletidir. Böylece lüzumu halinde düşmana yakın olmanın, savaşta sabırlı ve gayretli bulunmanın gereği vurgulanmıştır.
Mezkur hadisin bir benzeri de şu hadis-i şeriftir: "Cennet annelerin ayaklan altındadır"; yani kim annesine iyilik eder ve haklarına riayet ederse cennete girer.
Hadisin devamında peygamberimiz (s.a) yardım dileyerek, "Ey Kitâb'ı indiren, bulutları yürüten ve düşman ordularım dağıtan Al/ahım! Şu düşmanları perişan el ve onlara karşı bizi muzaffer kıl" buyurmuştur. Rasûlüllah dua da edebi göstermek için, söze Allah'a övgüyle başlamıştır,
"Kitab" İle Kur'an-ı Kerîm veya diğer ilâhî kitaplar (Tevrat, İncil, Zebur) kastedilmiştir.
Hendek savaşında bütün İslâm düşmanları bir araya gelmiş ve Rasû-lüllah'a karşı savaşmışlardır. Bu sebeple bu savaşa "Ahzâb" da denilmiştir. "Ahzâb"; partiler, gruplar, taraftarlar demektir. Hendek savaşında düşmanların sayısı oldukça fazlaydı. İlâhî kudret üe müslümanlar galip gelmişti. Peygamberimiz bu duasında Hendek savaşındaki düşmanların bozgununa işaret etmektedir.
Mezkur hadis aynca zorlu anlarda duaya teşvik etmektedir. Zira bir hadiste "LÛ havle veta kuvvete İlla bittah 99 hastalığa şifâdır. Bu hastalıklardan en hafifi ise kaderdir" buyurulmaktadır.[161]
"Ey İman edenler! Allah'tan korkun, bir de sâdık olanlarla beraber ohın". (Tevbe, 119)
"...sâdık erkekler ve sâdık kadınlar..." (Ahzab, 35)
"... Bunun için onlar, iş ciddüeşince derhâl Allah'a (yedikleri sözde) sadâkat gösterselerdi, kendileri için elbet hayırlı olurdu". (Muhamtned, 21)[162]
54. İbn Mes'ûd'dan (na) Nebi'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir.
"Doğruluk fsıdfc) iyiliğe götürür, iyilik de cennete iletir. İnsan doğru söyleye söyleye sofunda Allah katında doğru olarak yazılır. Yalancılık fenalığa, fenalık da cehenneme götürür. însan yalan söyleye söyleye sonunda Allah katında yalana olarak yazılır". (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir).[163]
"iyilik" diye terceme ettiğimiz "birr", bütün hayırlı amellere verilen bir İsimdir. "Cennet" anlamına geldiğini de söyleyenler olmuştur. Salih amelleri ve cenneti kapsaması da uygundur. "İnsan" diye tercümesini verdiğimiz "racul" kelimesi erkek anlamındadır. Ancak burada kadın cinsini de içermektedir. Zira doğru söylemekle onlar da yükümlüdür.
însan doğru söylemeyi tekrar ede ede, artık doğruluk onun bir vasfı ve ahlâkı olur.
Kötülüklerin her biri bir diğerine bağlantılıdır. Bir kötülüğe bulaşan kimse, diğerine de ister İstemez sürüklenir. Bütün bunlar cehennem için sebep teşkil ederler.
Allah katında doğru ve yalancı olarak yazılmaya gelince, bu; "doğruluktan ayrılmayan kimsenin doğruluğuna Allah katında da Hükmedilir, Sıd-dîk, doğru (emin, güvenilir) sıfatına lâyık görülür ve böylece doğruların sevabını da elde eder" anlamındadır. Aynı şekilde yalancılar da yalancılık vasfına ve cezasına çarptırılırlar.
Melekler tarafından yazılan iyilikler ve kötülükler ne kadar tekrar edilirse, iyiliğin ya da kötülüğün sahibi de, o derecede melekler arasında şöhret bulur. Allah katında yazılma bu şekilde de yorumlanabilir. Veya Alhh doğrular İçin insanların kalplerine muhabbet, yalancılar için de buğz ve kin ilkâ eder. insanlar doğrulan kalpleriyle sever, dilleriyle överler, yalancılara ise kalpleriyle buğzedsrler, onları dilleriyle kınarlar.
Ezelde her şey yazılıp tesbit edilmiştir. Allah için sonradan bir şey yazması düşünülemez. Nitekim Cenab-ı Allah doğruluğa teşvik ederek "Ey inananlar! Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun" (Tevbe, 119) buyurmuştur.[164]
55. Ebu Muhammed el-Hasen b. Ali b, Ebî Tâlib (r.a) demiştir ki, Rasû-lüUah'dan (s.a) şu sözleri ezberledim: "Sana şüphe vereni bırak, şüpheli oİ-mayana bağlan. Hiç şüphesiz cioğru söz; güven ve sükûnet, yalan İse şüphedir". (Tinnizî rivayet etmiş ve "Hadis, sahih'dir" demiştir).[165]
"Ebu Muhammed" künyesini ve "Hasan" ismini RasûlüUah (s.a) vermiştir. Babası Ali b. Ebî Talib (r.a), annesi Fâtımat'uz-Zehrâ'dır. Câhiliyye döneminde "Hasan" ve "Hüseyin" adlan bilinmiyordu. RasûlüUah (&&.) bu isimleri ilk defa torunlarına vermiştir.
Hz. Hasan hicretin 3. yılında ramazan ayının ortasında doğmuştur. Ye-zid b. Muaviye'nin teşvikiyle hanırru tarafından zehirlenerek öldürülmüştür. Medine'de Bakî mezarlığında medfundur, Hz. Hasan daha fazla müsluman kanı dökülmemesi için hilâfeti terkederek Muaviye'nin tahta geçmesine müsaade etmiştir.
Hz. Hasan, dedesi Rasûlülîah'dan (s.a) 13 hadis rivayet etmiştir.
Mezkur hadis şüpheli şeyleri terketmeyi emretmektedir. Şüpheli şeylerden sakınmak menduptur. Bu nedenle nefsin haram veya helâl olduğuna şüphe ettiği şey îerkedilmelidir. Zira mü'mimn nefsi helâle meyleder, onda huzur bulur, haramdan nefret eder.
Bir hadis-i şerifte RasûlüUah (s.a) bir adama: "Sana şüphe vereni bırak, şüpheli olmayana bak" buyurdu. Adam: "Bunu (şüpheliyi şüpheli olmayandan ayırt etmeyi) nasıl bileceğim?" dedi. RasûlüUah (sa): "Bir şey yapmak İstediğinde, elini göğsüne koy. Zira kalp haramdan titrer, rahatsız olur, helâlden huzur bulur. Vera' sahibi müsluman, küçük günahları büyür korkusuyla terkeder" buyurdu. Diğer bir rivayette ise: "Vera' sahibi kimdir" denildi. RasûlüUah (sa): "Şüpheli şeyde dur(up yapmay)andır"buyurdu. Nitekim bir hadiste de: "Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzım temize çıkarır" buyurulmustur.[166]
56. Ebu Süfyân Sahr b. Harb'den (r.a) Hîrakl kıssasıyla ilgili uzun bir hadisin bir bölümünde şöyle rivayet edilmiştir: Hirakl RasÛlüllah'ı (s.a) kastederek "O size neyi emrediyor?" dedi. Ebu Süfyân der ki; "Ben de: "Sadece Allah'a kulluk ediniz, O'na hiçbir şeyi ortak etmeyiniz. Atalarınızın söylediklerini terkediniz" buyuruyor ve "Bize namaz kılmayı, doğruluğu, haramdan kaçınmayı ve yakınlara sılayı emrediyor" dedim". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[167]
Ebu Süfyân, Ebrehe'nin filleri ve ordusuyla Beytullah'a (Kâ'be'ye) saldırmasından 10 yıl önce doğmuştur, önceleri, kalpleri islâm'a ısındmlanlar-dandi, daha sonra tslâm'a bağlılığı arttı.
Ebu Süfyân Huneyn savaşına katıldı. Rasûlüllah ganimet taksiminde ona 100 deve ile başka hediyeler verdi. O zaman Ebu Süfyân: "Vallahi (Yâ Rasûlüllah!) Sen cömertsin. Anam babam sana feda olsun. Sana karşı savaştım. O zaman sen ne güzel savaşçı idin. Seninle sulh yaptım. Sen ne güzel barışçısın. Allah sana hayırlarla muamele etsin" dedi.
Ebu Süfyân Tâİf savaşında bir gözünü, Yermûk savaşında da diğer gözünü kaybetti.
Mezkur hadiste sözü geçen Hirakl, Rasûlüllah'ı (s.a) tanımak için "O size neyi emrediyor" diye sormuştur. Bu sorudan, Hz. Peygamber'in kavmine İlâhî emirleri tebliğ ederek dinî yükümlülükler getirdiğinin, o zamanın insanı ve özellikle de hristiyanlar tarafından bilindiği anlaşılmaktadır.
Ebu Süfyân, RasÛlüllah'ın "Sadece Allah'a kulluk ediniz" emrini belirtmekle kalmamış, "Ona hiçbir şeyi ortak koşmayınız" emrini de Have etmiştir.
Bu, İslâm'da tevhid inanana verilen önemi ortaya koymaktadır. Ebu Süf-yan'ın inanışına ters düşen tevhid inancı onda öyle yer etmiş ki; bu hususu pekiştirerek söylemiştir. Aynca, hristiyan olan Hirakl'in teslis itikadından dolayı şirk ite içice olduğunu bildiğinden; İslâm'ın tevhid inancı üzerinde durarak onun İslâm'ın karşısında yer almasına gayret etmiştir.
Hadiste geçen "namaz kılmayı ve doğruluğu " diye terceme ettiğimiz "sa-tât ve sıdk"w yerine ''namaz kılmayı ve zekat vermeyi" ifadesininin yani; "salât ve zekât (sadaka)" olmasının daha uygun olduğu görüşünde olanlar vardır. Bazı rivayetler de böyle bir değerlendirmeye yol açmaktadır.
Ebu Süfyân İle Hirakl arasındaki bu konuşma Ebu Süfyân müslüman olmadan önce olmuş ve Ebu Süfyân, bu hadiseyi müslüman olduktan sonra anlatmıştır. Aksi halde müşrikin rivayeti kabul edilmez.
Hadis, RasÛlüllah'ın (s.a) doğruluğa (sıdk'a) verdiği ehemmiyeti ve onun doğruluğu ile şöhret bulduğunu; düşmanlarının bile bu hususu itiraf ettiğinin en güzel delilidir.
Hadiste, İslâm'ın esasının Allah'ın birliği İle O'na şirk koşmamak olduğuna, özellikle de dinî konularda körü körüne taklitçilikten uzak durulması gerektiğine temas edilmiştir.[168]
57. Bedir harbine katılan, Ebu Sabit, Ebu Said ve Ebu'l-Velid ktinyele riyle anılan Sehi b. Huneyfden (r.a) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Her kim samimiyetle Allah'tan şehîd olmayı dilerse, -yatağında ölse bile- Allah onu şehîdler derecesine çıkarır". (Müslim rivayet etmiştir).[169]
Ebu Said, Ebu Sa'd, Ebu'1-Veüd ve Ebu Abdullah künyeleriyle de anılan Ebu Sabit Seht b. Huncyf, Bedir ve diğer savaşlara da katılmıştır. Hz.
Ali döneminde valilik yapmıştır. Kûfe'de hicretin 38. yılında vefat etmiştir. Sehl, 40 hadis rivayet etmişir.
Allah Teâlâ, samimi olarak şehîd olmak arzusunu taşıyanı, bu niyyeti-nin sadâkatinden dolayı yatağında bile ölse şehîdler mertebesine yükseltir. Nitekim Rasûlüllah (s.a) bir savaş yolculuğunda: "Medine'de kalıp, özürlerinden dolayı savaşa katılamayan öyle insanlar vardır ki; gittiğiniz her yerde ve aştığınız her derede sizinle beraberdirler (sizin sevaplarınız gibi sevap alırlar)" buyurmuşlardır.
Kalbin samimiyeti, ihtiyaç duyulan şeylerin eîde edilmesine sebep olur. Bir iyilik yapmak arzusunda olan, arzusunu gerçekleştinnese de o iyiliğin karşılığı sevab elde eder. Hadis, şehîd olmayı arzulamanın müstehab olduğuna ve şehîdlik arzusunda ihlash olmaya işaret etmektedir.[170]
58. Ebu Hüreyre'den (r.e), RasulüUah'ın (sa) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Peygamberlerden bîri bir gazveye çıku vs kavmine şöyle dedi: "İçinizden yeni evli olup da henüz gerdeğe girmeyenler, ev yapıp da çatısını yapmamış olanlar, gebe koyun ve develer satın alıp da yavrulamalarını bekleysn kimseler, benim arkamdan gelmesinler".
Sefere çıktı. İkindi vakti ya da bu vakte yakın bir zamanda (savaş edeceği) şehre yaklaştı. Güneşe: "Sen de me'mûrsun, ben de me'mûrum*' dedi. Arkasından "Allahım, güneşin batmasını ertele" dedi. Allah onlara zafer nasib edinceye kadar, güneşin batması ertelendi. Sonra ele geçen ganimeti topladı. O ganimeti yakmak için gökten ateş indi. Ancak ganimeti yakmadı. Bunun üzerine o peygamber: "İçinizde ganimete karşı hıyanet edenler var; her kabileden bir adam bana biat etsin" dedi. Biat esnasında bir adamın eli peygamberin eline yapıştı. Nebî: "Hıyanetiyapan sizin (kabileniz) içindedir. Bu sebeple kabilede bulunan herkes bana biat etsin" dedi. Kabile mensuplarından iki veya üç kişinin elleri onun eline yapıştı. Onlara: "Hıyanet sizdedir" dedi. Bunun üzerine inek başı gibi alımdan bir baş getirdiler. Peygamber, bu başı ganimet mallan arasına koydu. Ateş de derhal geldi ve onları yaktı. Bizden evvel hiç kimseye ganimetler helâl değildi. Sonra Allah bizim zayıflık ve acizliğimizi görünce bize ganimetleri heîâl kıldı". {Buhârî ve Müsîİm rivayet etmişlerdir).[171]
Hadiste geçen peygamberin, Yûşâ b. Nûn olduğu söylenir.
"... Allah onlara zafer nasib edinceye kadar güneşin batması ertelendi" buyurularak, o peygamberin mucizesine işaret edilmiştir. Rasulüîlah (s.a) için de; İsrâ ve Hendek vak'alannda güneş hapsedilmiştir. Güneş hapsedildiğinde yoluna geri dönüp-dönmediği veya olduğu yerde kahp-kalmadsği ya da hareket halinde iken hızının kesiüp-kesİlmediğj gibi konularda ihtilaf edilmiştir.
Yeni evlenip henüz gerdeğe girmemiş, ev yapıp henüz çatısını çatmamış ve gebe koyun ve deve satın ahp henü? yavrulamalarını bekleyen kimselerin akıllan hep bunlara takılı olacağından cihâda ve şehîd olmaya arzulu olmayabilirler.
Hz. Peygamber, cihâda tam olarak sarılmaya enge! olacak şeylere dikkat çekerek askeri dehasını ortaya koymuştur. öy!e ki bu engeller, bu durumdaki kişilere cihâdı kötü bile gösterebilir.
Geçmiş milletlerde; ateşin gelerek tanimeti yakması, o ganimetin kabulüne ve ganimete hıyanet edilmediğine delil sayılırdı. İslâm dininde ise ganimetler mubah kılınmıştır. Ganimetin helâl kılınması, Rasûlüllah'ı (s.a) diğer peygamberlerden ayıran özelliklerdendir.Bu hadiste "Ganimetler bana helal kılındı. Benden önce kimseye helal kılınmamıştı" buyurulmuştur. Hadiste zikredilen peygamber, her kabîleden bir adamın kendisine biat etmesini istemiştir. Ordusunun sayısının 70 bin olduğu rivayet edilir. Herbİ-rinin ayn ayn biat etmesi zaman alacağı ve zor olabileceği için bu yolu tercih etmiştir. O zaman ganimet malına hıyanet etmenin alâmeti, hıyanet edenin elinin yapışmasıydı.[172]
59. Ebu Hâlid Hakîmb. Hizâm'dan rivayet edildiğine göre RasûlüUâh'-ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Alıcı ve satıcı birbirlerinden ayrılmadıkları müddetçe, ahş-veriş sözleşmesini bozabilirler. Eğer doğru konuşup (varsa ayıplan söyleyerek ve her şeyi) açıklarlarsa, alış verişlerinde bereket olur. Eğer gizlerler ve yalan söylerlerse alışverişlerinin bereketi gidebilir". (Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir)[173]
Ebu Hâlid Hakîm, Mekke'nin fethinde müslüman olmuştur. Cahiliy-ye ve İslâm dönemlerinde de kavminin ileri gelenlerindendi. önceleri mü-ellefe-i.Kulûb (kalpleri İslâm'a ısındınlanlar)dandı. RasÛlüllah (s.a) Hu-neyn muharebesinde ona yüz deve verdi. Sonra İslâm'a bağlılığı ve İslâmî yaşantısı arttı. Dar'un-Nedve onun idi, Muaviye'ye ytizbin dirheme sattı ve parasını tasadduk etti. Son zamanlarında gözleri görmez oldu. 120 sene yaşadı, ömrünün ilk yarısı câhiliyye döneminde, ikinci yansı da İslâm döneminde geçti. Hicrî 54. veya 58. yılda vefat etti. Rasûlüllah'dan (s.a) 40 hadis rivayet etmiştir. Satıcı malının ayıbını gizlemeyip, doğruyu söylerse, bu davranışından dolayı malında ve kazancında bereket hâsıl olur. Aynı şekilde kul, Rabbine karşı mu&melesinde doğru olup, gösterişten uzak olarak din! vecibelerini yerine getirirse, berekete nail olur, mükâfat ve sevap kazanır.Kişi yalan söylemekle belki zahiren bir şeyler kazanabilir. Ancak o kazandığının bereketi olmaz. Üstelik yalan ve aldatmanın cezasını da çekmekten kurtulamaz. Bir hadis-i şerifte: "Eğer alıcı ve satıcı doğru söylerler ve ayıplan açıklarlarsa altş-verişlerinde bereket otur. Eğer yalan konuşurlar ve ayıplan gizlerlerse belki bir miktar kazanç elde ederler ama o alış verişlerinin bereketini giderirler. Yalan yere yemi matı artırır, (fakat) ka-zprt in bereketini giderir" buyurulmuştur.[174]
"... Ki O, (namazda) kıyam ettiğin vakit seni ve secde edenler içinde dolaşmanı (dâima) görendir". (Şuarâ, 218^219)
"... Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir". (Hadid, 4)
"Şüphe yok ki ne yerde, ne gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz". (Âl-Î lmrân, 5)
"Çünkü Rabbin şüphesiz ki rasâd yerindedir (her an nigâhbandır, gö-zetleyicidir)". (Fecr, 14)
"(Allah) gözlerin hâin bakışını, göğüslerin gizleyeceği her şeyi bilir" (Mü'min, 19)[175]
60. Ömer b. el-Hattâb'm (na) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Birgün, Rasûlüllah'ın (s.a) yanında otururken bir ara yanımıza elbisesi bembeyaz, saçtan simsiyah bir adam geldi. Üzerinde yolculuk izleri görülmüyordu. (Bununla beiaber) onu aramızdan tanıyanımız da yoktu. Sonra KasûluUah'ın yanına (varıp) oturdu. İki dizini Rasûlüllah'ın iki dizine dayadı. Ellerini uyluklarına koydu ve "Yâ Muhammedi Bana İslâm'ın ne olduğunu anlat" dedi. Rasûlüllah da onu şu cevabı verdi: "İslâm; Allah'-dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın rasûlü olduğuna şehadet etmen, namaz kılman, zekât vermen, ramazan ayında oruç tutman ve imkân bulduğunda (Kabe'yi) haccetmendir". Bunun üzerine adam RasûlüUah'a, "Doğru söyledin" dedi. Ömer der ki: "RasûlüUah'a önce soru sorun sonra da onu tasdik etmesine hayret ettik". Sonra "Bana iman'dan haber ver" dedi. Rasûlüllah (s.a) "Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahi-ret gününe inanman ve bir de kaderin hayır ve senine inanmandır" buyurdu. O yine: "Bana ihsân'dan haber ver' dedi. Rasûlüllah (s.a) "İhsan, Allah'a, onu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Sen O'nu görmemekte isen de, O seni görür" diye cevap verdi. Bu defa: "Bana kıyametin vaktinden haber ver" dedi. Rasûlüllah (s.a) "Bu konuda sorulan, sorandan daha fazla bilgili değildir" dedi. O: "öyle ise kıyametin alâmetlerinden haber ver" dedi. Rasûlüllah (s.a) "Câriye'nin kendi hanımefendisini doğurması ile yalın ayak, çini çıplak koyun gjiden yoksulların yüksek binalar yapmakta birbir~ leri ile yarıştıklarım görmendir" buyurdu. Burada adam çekip gitti. Bir müddet (hayrette) kaldım, Sonra Rasûlüllah (sa) "Ey Ömer! Soranın kim olduğunu biliyor musun?" buyurdu. Ben "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir" dedim. Rasûlüllah (s.a) "O Cebrail idi Size dininizi öğretmeye gelmişti" buyurdu (Müslim rivayet etmiştir).[176]
Hadiste "... elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam geldi Üzerinde yolculuk izleri görülmüyordu. Onu aramızda tanıyanımız da yoktu" bu-yurularak, onun melek olduğu vurgulanıyor. Zira yolcu olsa elbisesinde toz toprak gibi izler bulunur. Şehirli olsa kendisini tanıyan olur. Bununla güzel giyime önem verilmesine işaret edilmiştir. Zahirî edebin güzelliği, dahilî edebin güzelliğini yansıtır. Bu sebeple cuma ve bayram günlerinde güzel elbiselerin giyilmesi sünnettir.
Bazıları, "Meleğin İzin istemesine gerek yoktur" demişlerse de bir rivayette Cebrail "Allah'ın selamı üzerine olsun, ey Muhammedi" demi;, Rasûlüllah da selâmı almış ve Cebrail yakın olmak için izin İstemiştir. Bu izin istemenin kendisini halktan gizlemesi için yaptığı da söylenir.
Mezkur hadiste Cebrail ile RasûlüUah*ın (s.a) soru-cevap tarzındaki muhaveresi, Rasûlüllah'ın eğitim ve öğretimİndeki metodlanndan birisidir. Cebrail'in Rasûlüllah'ın huzuruna oturuşu, ilim meclisindeki saygı ve edebi vurgulamaktadır.
Cenab-ı Allah'ın "Peygamberin çağırmasını, aranızda herhangi birinizin diğerini çağırması gibi tutmayın. [177]
61, Ebu Zerr Cündüb b. Cünâde ve Ebu Abdurrahmân Muâz b. Ce-bel'den (r,a) rivayet edildiğine göre Rasûlüîlah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Nerede olursan ol, Allah'tan kork. İstediğin bir günahın peşinden, onu silecek bir iyilik yap ve İnsanlara karşı güzel ahlaklı ol". (Tirmizî rivayet etmiş ve Hadis; basendir demiştir)[178]
Ebu Zerr el-Gıfârî. ilk müslümanlar arasında dördüncü veya beşinci sırada yer almaktadır. İnsanların en doğru konuşsnlanndandı. Rasûlüllah (s.a) bazı hadîslerinde Ebu Zerr'i övmüştür. Ebu Zerr 281 hadis rivayet etmiştir. Hicri 31 yılında vefat etmiştir.
Muaz b. Cebel, 18 yaşında müslüman olmuş, Akabe biatında bulunmuş. Bedir ve diğer savaşlarda Rasûlüllah'in (s.a) yanından ayrılmamıştır. Muaz'dan 157 hadis rivayet edilmiştir. Rasûlüllah (s.a) "Ümmearr-in helâli ve haramı en iyi bileni Muaz b. Cebel'dir" buyurmuştur. Hicri lî. yılmda vefat etmiştir.
Hadis Allah'tan sakınmayı, O'nun öfkesinden korkmayı; yani takva sahibi olmayı emretmektedir. "Takva" Allah'ın emirlerini yapmak, yalaklarından kaçınmaktır. Bİr hadiste Rasûlüllah (s.a) Ebu Zerr'e "Gizli ve açık tüm işlerinde Allah'tan sakınmanı sana tavsiye ederim" buyurmuştur.
İyilikler kötülükleri giderir. Kötülüklerin giderilmesi konusunda şu görüşler vardır:
a) Kötülükler yazıcı meleklerin kitablanndan silinir.
b) Kişi o kötülüklerden hesaba çekilmez.
c) İyiliklerin giderdiği kötülükler, küçük günahları içermektedir. Büyük günahların giderilmesi ise, ancak bütün şartlan haiz bir tevbe ile olur. Kul hakkı ile ilgili günahlar ise o hakkın iadesi, helalleşmek, (bunlar mümkün olmadığında) hak sahibi adına istiğfar etmekle giderilir.
Hadiste güzel ahlâklı olmak emredilmiştir. Tatlı dil, güler yüz, kötülükten uzaklaşmak, iyilik yapmak ve kendi nefsinin hoşuna gidecek şekillerde diğer insanlara muamelede bulunmak, güzel ahlâkın görûntülerindendir
buyurmasına rağmen, Ceb-nü Peygamberimize "Yâ Muhammed" diye hitâb etmiştir. Melekler bu âyetin emrine dahil olmayabilirler.
Hadiste kıyamet alâmetlerinden bahsedilmiştir. Bazı alâmetler de şunlardır. Hz. İsa'nın nüzulü (yere inmesi), Deccâl'in ortaya çıkması, güneşin batıdan doğması, işin ehHne verilmemesi ve ana-babaya saygısız olunması.
"İslâm, iman ve ihsan nedir?" sorularını Rasûlüllah (s.a) tarif «imce, Cebrail'in "Doğru söyledin" demesine sahabîler hayret etmiştir. Zira soru, soranın bilmediğine, onu doğrulamak ise onun bildiğine delâlet eder. İîahî Kitaplar yüz dört tanedir. Bunların 100'ü (50'si Şît'e, 30'u İdris'e, iö'ü Adem'e, 10'u İbrahim'e) sahife olarak verilmiştir. Diğer dört tanesi de Ifev^at, îs-dl, Zebur ve Kur'an'dır.
Peygamberlerin sayısı, Ahmed b. HanbeFin Müsned'inde Ebû Zer» dsn nakiediien bir rivayette 1.24 bin olarak belirtilmiştir.
"Yevm'ui-Ahir"; son gün, kıyamet günüdür. "Ahir"; yani "son" denilmesi, o günün gecesinin olmayışındandır. Zira o. dünya haysünm kon günüdür.
Cebrail kıyametin vaktini sorduğunda Rasûlüllah, "Bu konuda sorulan sorandan daha fazla bilgili değildir" buyurmuştur. Müftü sorulanı bilmediğinde "bilmiyorum" demesi, araştınp-öğrenerek, daha sonra cevap vermesi gerekir. Hadis, insanm daima kendisini Allah'ın gözettiğini ve her hâline muttali olduğunu bilerek hareket etmesi ile Allah'ın huzuiunda mes'ul olacağım hissederek amelini güzelleştirmesi gerektiği mesajını vermektedir.
Kıyamet alâmetlerinden olarak zikredilen "Cânye'nin kendi hanımefendisini doğurması" ifadesi başka rivayetlerde "kendi kendisini doğurması" şeklindedir. Bunun; savaşların çoğalacağı, cariyenin efendisine kız ve oğlan çocuğu doğuracağı, bu çocuğun babam gibi annesine efendi olacağı veya kadının bilmeyerek köle elan annelini satm alarak ona köle muamelesi yapacağı şeklinde yorumlan yapılmıştır.
Cebrail istediği suretle gözükebilir. Çoğunlukla; sahabîlerden Dıhye şeklinde görünürdü. Rasûlüliah onu iki defa sûret-t asliyyesi İle görmüştür.
Rasûlüllah (s,a) "O Cebrail idi. Size dininizi öğretmeye gelmişti" buyurmakla dinin, islâm, iman ve ihsan'dan oluştuğunun belirtilmesi, "Allah katında din, islâm'dır." (Âl-i İmran, 19) ayeiiyle İslâm'ın "din" olarak isimlendirilmesi çelişki ifade etmez.[179]
62. İbn Abbâs'dan (r.a) rivayet edilmiştir: Bir gün RasûluUah'm bindiği hayvanın terkisinde (arkasında) idim. Bana şöyle dedi: "Ey delikanh! Sana birkaç cümle öğreteceğim; Allah'ın emirlerini gözet ki Allah da seni korusun. Allah'ı hatırından çıkarma ki O'nu önünde bulasın, istediğinde Allah'tan iste (yardım isteyecek olursan Allah'dan iste). Bilesin ki bütün insanlar sana faydaü olmak için bir araya gelseler, Allah'ın sana takdir etti» şeyden başka bir hususta sana faydalı olamazlar.Eger sana karsı bir zarar ıcın hepsi toplamalar, Allah'ın sana yazdığından başka hiçbir zarar veremezler. Kalemler kaldırılmış, sahifelerin mürekkebi kurumuştur". (Tirmizı rivayet etmiş ve Hadis; hasendir demiştir).[180]
Tirmizî'den başkasının rivayetinde ise şöyle buyurulmuştur: "Delikanlı, Allah'ın hukukunu gözet ki O'nu karşısında bulasın. Geniş zamanlar. da Allah 'i bil ki O da sıkıntılı anlarında seni tanısın. Bilesin ki, senden uzaklaşan, sana isabet edecek değildir. Bilmelisin ki, yardım, sabırla beraberdir. Tasanın peşinde ferahlık, güçlüğün ardında da kolaylık vardır".
Binilen hayvanm gücü yetiyorsa ikinci bir kimsenin de geriye binmesi caizdir. Nitekim İbn Abbas, Rasûlüllah'ın (s.a) bindiği hayvanm terkisine bindiğini rivayet etmektedir. Peygamberimizin bindiği hayvanm terkisine ayn ayn zamanlarda aldığı insanların sayısı 40'ın üzerindedir.
RasûlüUah tbn Abbas'a, "Ey ğulöm" diye hitab etmiştir. "Delikanlı" olarak terecine ettiğimiz "ğulâm" çocuğun sütten kesilip, buluğ çağına kadar geçirdiği döneme verilen isimdir. Nitekim îbn Abbas da o zaman on yaşındaydı.
Rasfllüllah (s.a) muhatabın öğrenmeye şevkini artırmak, onu algılamaya hazır hâle getirmek ve dikkatini toplamak için "Ey delikanlı! Sana birkaç cümle öğreteceğim" diye söze başlamıştır.
Allah'ın hukuku, ondan sakınmak, nehiylerinden ve razı olmadığı şeylerden kaçınmak İle gözetilmiş olur. Allah, kendi hukukunu gözeten kimseyi, çoluk çocuğunu, dünyasını ve anketini korur, özellikle ölüm anında imanını muhafaza eder. Zira karşılık, amelin cinsine göredir.
Ebu'l-Hasen eş-Şâzeli; "Nefsimin bana fayda vermesinden ümit kestim. Başkasının bana fayda vermesinden nasıl ümitli olurum?" demiştir, tnsan, başkasından bir şey beklememelidir. Her şeyi Allah'tan istemelidir.
Hasan Basrî de, Ömer b. Abdi'l-Aziz'e yazdığı bir mektupta, "Başkasından yardım dilersen, Allah seni ona havale eder" demiştir.
Allah'a İtaatte ve onun yasaklarından sakınmakta sabırla devam edilmelidir.
Rızık, şifa ve mağfiret gibi ancak Allah'ın gücünün yettiği ve verdiği şeyleri Allah'tan başkasından istemek haramdır, tflre ve borç gibi şeylerin ise insanlardan istenmesinde bir sakınca yoktur.
Allah'ın ilminde bulunan ve Kur'ân-ı Kerim'de olan hiçbir şeyde en kü-j çük bir değişiklik olmamıştır ve olmayacaktır.
Bir sıkıntı Üe karşılanan kişi, bu sıkıntısının çoğalması ve devam etmesi haline, çevresinde bulunanların çaresiz kaldıklarını ve dterindea bir şey gelmediğini görünce, sonunda Allah'a yönelir, O'ndan başkasına umid bağla maz; işte bu tevekküldür.
Mezkur hadîs murakabeyi, Allah'ın emirlerini titizlikle yerine getirip, nehiylerinden kaçınmayı, işleri Allah'a havale etmeyi, O'na tevekkülü teşvik etmektedir.
Sıkıntı ile beraber rahatlık vardır. Allah Teâlâ "Muhakkak her güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Evet her güçlükle beraber bir kolaylık vardır" (İnşirah, 5-6) buyurmuştur.[181]
63. Enes'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştir: "Siz gözünüzde kıldan daha küçük (önemsiz) görerek bazı işler yapıyorsunuz ki; biz bu işleri, RasülüÜah (s.a.) zamanında helake yo! açan günahlardan sayardık". (Buhârî rivayet etmiştir).[182]
"Hatanın küçüklüğüne bakma, âsi olduğun kimsenin büyüklüğüne bak" denilmiştir. Hataların önemsenmemesi, onların çoğalmasına ve büyümesine sebep olur.
Bîr hadiste, "Mü'min günahım üzerine düşecek bir kaya gibi (büyük) görür. Münafık İse, günahını burnuna konup gidecek bir sinek gibi (küçük) görür" buyurulmuştur.
Bir günâhı küçümsemek, Allah'tan korkunun azlığına; küçük bir günahı büyük görmek ise Allah'tan sakınmaya ve imânın kemâline deüldir.
Allah'ı hakkıyla bilen ve O*ndan en çok sakınanlar peygamberlerden sonra sahabîlerdir. Niîekim onlar, başkalarının küçümsediği İşleri, helake götüren şeyler olarak telakki etmişlerdir.[183]
64. Hbu Hüreyre'den (r.a) Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Şüphesiz, Allah Teâlâ kıskanır. Allah Teâiâ'nm kıskanması, Allah'ın haram kıldığı şeyi, kulun işlemesidir". (Buharı ve Müslim rivayet etmiştir).[184]
Kişi hanımını kıskanır, başkasının zarar vermesine müsaade etmez, kötü gözle bakılmasını istemez. Allah da haram kıldığı şeylere kulların yaklaşmasını hoş karşılamaz. İnsan kıskançlık anında bazı değişiklikler gösterir, rahatsızlığı belli olur. Cenâb-ı Allah için bu çeşit değişiklikler söz konusu değildir.
Hadis, haram işlemekten kaçınmayı emretmektedir. Zira haram işlenmesi Allah'ın öfkesine sebep olmaktadır.[185]
65. Ebu Hüreyre (r.a) der ki, Hz. Peygamber'i (s.a) söyle söylerken işittim:
-Isrâiloğullan'ndan, abraş (alaca derili), kel ve kör üç kişi vardı. Allah bu üç kişiyi imtihan etmek istedi, kendilerine bir melek gönderdi. Melek ab-raşa geldi ve "Hangi şey sana daha sevimlidir?" dedi. Abraş, "Güzelrenk, güzel deri ve halkın benden iğrendiği abraştığın benden giderilmesi" dedi. Melek onun vücudunu sıvazladı, hemen üzerindeki iğrenç görüntü kaybolarak, kendisine güzel bir renk verildi. Melek, "Hangi mal sana daha sevimlidir?" diye sordu. O "Deve" dedi Kendisine on aylık gebe bir dişi deve
verildi. Melek ona, "Allah bunu sana mübarek eylesin" dedi. Sonra melek kel kişinin yanına gitti. "Ençok hangişeyi istersin?" diye sordu. Kel "Güzel saç ve halkın benden tiksindiği şu kelliğin benden gitmesini" dedi. Melek onu sıvazladı. İğrenç görünüşü kaybolarak kendisine güzel saç verildi. Melek ona, "En sevdiğin mal nedir?" diye sordu. Adam "meJfcMdedi. Kendisine gebe bir inek verildi. Melek ona "Allah bu ineği sana mübarek eylesin" dedi. Daha sonra melek kör adamın yanına geldi ve "Hangi şey daha çok hoşuna gidiyor?" dedi. Kör, "Allah'ın gözümü bana iade etmesi ve insanla-n görebilmem"dedi. Melek onu da sıvazladı. Allah da ona gözünü iade etti. Melek "Hangi mal daha çok hoşuna gider?" dedi. Kör "Koyun" dedi.
Ona da kuzulu bir koyun verildi. Onların deve ve ineği yavruladı. Bunun da koyunu kuzuladı. Birinin bir vadi dolusu devesi, öbürünün bir vadi dolusu ineği, ötekinin de bir vadi dolusu koyunu oldu. Bir müddet sonra melek adamın iyileşmeden önceki eski kılığına girerek abraş kişiye geldi ve ona "Ben fakir biriyim, yolda kaldım. Bugün gitmek istediğim yere varmak, ancak önce Allah'ın sonra senin sayende olacak. Sana güzel renk, güzel ten ve çokça mal veren Allah hakkı için, ben senden bir deve istiyorum ki, onun safında gideceğim yere varayım" dedi. O eski abraş: "Malımın hak sahipleri çok" diyerek meleği reddetti. Bunun üzerine melek ona "Seni tanıyor gibiyim, sen halkın kendisinden iğrendiği yoksul bir abraş değil miydin?" diye sordu. Adam "Hayır bu mal bana ancak (ecdadımdan) büyüklerden miras kaldı" dedi. Melek, "Eğer söylediğin yatan İse Allah seni eski durumuna çevirsin" detü. Sonra melek ilk görüşmelerindeki suret ve hey'etinde kel adamın yanma vardı. Ona da abraşa dediği gibi dedi. Kel de abraş gibi reddetti. Melek "Eğer yalancı isen, Allah seni daha önceki hâline döndürsün" dedi. Nihayet eski kıbk-kıyafetinde köre geldi. "Ben yoksul bir adamım. Yolcuyum, yolda kaldım. Bugün ben ancak Allah 'in, sonra senin yardımın ile gideceğim yere varabilirim. Sana gözlerini iade eden hakkı için, senden yolculuğumu sağlayacak bir koyun istiyorum" dedi. O kimse, "Ben bir kör idim. Allah bana gözlerimi geri verdi. Bu koyunlardan istediğin kadarını al, istediğini de bırak. Vallahi, Allah için aldığın hiçbir şeyde sana zorluk çıkarmayacağım" dedi. Melek adama "Afalın sende kalsın. Sizler bir imtihana tabi oldunuz. Allah senden razı ol' du. İki arkadaşına da kızdı" dedi. (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir).[186]
"İsrail" üz. Ya'kûb'un lakabıdır. "Beniîsrâü"Uz. Ya'kûb'un soyundan gelenlerdir. Hadiste zikredilen Abraş, ke! ve körün denenmesi, onların diğer insanlar için ibret olması ve amellerine göre dünyada ve abirette karşılık görmeleri içindir. Elbette AJlah, onların niyetlerinin ve davranışlarını nasıl olacağını ezelî ilmiyle bilmektedir.
Melek zikredilen bu üç kişiye insan suretinde gelmiştir. Abraş (cilt hastası) diğerlerine nisbetle hastalığı daha belirgin ve daha çirkin gözükmesi sebebiyle, kel ve körden önce zikredilmiştir. Zira ni'metlere nankörlüğü halinde intikamının acele olmasına daha lâyıktır.
İnsanın daha sonra elde ettiği nimetlere şükretmeyerek bunların kendisine babadan-dededen geldiğim iddia etmesi, hem nimeti, hem de nimeti veren Allah'ı inkar etmesidir. Bu kişiyi bu hataya cimriliği iter. Çocukluğunu ve nimetlerden yoksun olduğu anları unutanlar şükretmekten nasipsiz olanlardır.
Melek bu üç kişiye hastalıkları giderilip, istedikleri nimetler kendilerine verildikten sonra denemek için, bu defa onların eski hâlleri Üzere, kendi kıyafetlerine girerek yanlarına varmıştır. Meleklerde erkeklik ve dişilik yoktur. Ancak onlar erkek suretinde olduklarında, Öyle gözükürler. Meleğin abraş ve kele kendi kıyafetlerinde gitmesine ve onlara eski hâllerini hatırlatmasına rağmen onlar cimrilik göstermekte direnmişlerdir.
En kötü ve en çirkin sıfatlardan biri de cimriliktir. Zira cimrilik, hadiste zikredilen iki şahsı, Allah'ın nimetlerini unutmaya ve nankörlüğe itmiştir.
Cimrilik ve yalancılık Allah'ın kızmasım-ve öfkesini gerektiren şeylerdendir. Nitekim abraş ve kel, cimrilik edip, yalan söyledikleri İçin eski hâllerine döndürülmüşlerdir.
Doğruluk ve cömertlik, övülen sıfatlardandır. Kör kişi, bu iki sıfatı kendisinde taşıdığından Allah'a şükretti ve cömert davrandı. Böylece Allah'ın rızasına kavuştu.
Hadis, ibret ve mev'ıza için Beni İsrail'den kıssa anlatmanın caiz olduğuna delildir. Zira kıssa, irşad ve tebliğde etkili bir yöntemdir.[187]
66. Ebu Ya'la Şeddâd b. Evs'den (r.a) Nebi'nİn (s.a) şöyle buyurduğu rivaye. edilmiştir: "Akıllı (kişi) nefsini hesaba çeken ve ölümünden sonrası için ameî işleyendir. (Âciz) insan da nefsini kendi nevasına tâbi küan, (sonrada) Allah'tan kurtuluş bekleyendir". (Tirmizî rivayet etmiş ve Hadis hasen-dir demiştir).[188]
Ebu Ya'la, Hassan b. Sâbit'in kardeşinin oğludur. 75 yadında İken hicri 58. yılda Filistin'de vefat etmiştir. Rasülüllah'dan (s.a) 50 hadis rivayet etmiştir.
Kişinin, nefsini hesaba çekerek, onu dininf helak edecek lezzet ve şehvetlerinden alıkoyması, kabir ve ötesinde yalnızlığında kendisine arkadaş olacak iyi ameller işlemesi akılîılığındandir.
Allah aşkına ey nefis dinle ve anla bak ne diyor nâsih!
"İnsana, kabrinde ancak fayda veren; takva ile amel-i sâlİhtir" denilmiştir.
"Gelecekte yaparım " diyerek üzerine düşen vecibeleri terkeden ve nefsini iyi amellere ters düşen şeylere teşvik ve tahrik eden, hevasına tabî iken, ahirette kurtulacağını ümid eden âciz olandır.
Nefis muhasebesi yaparak, nefsi hep kontrol altında bulundurmak suretiyle kulluk görevlerini yerine getirmek akıllılıktır. Yalan duygulara ve aldatıcı vehimlere kapılmamak gerekir. Zira Allah insanlara amelleri ölçüsünde sevap vermektedir. Amel olmaksızın arzu edilen sevaplara ulaşılamaz, özellikle bu İstekte samimiyet ve sadakat yoksa!...[189]
67.Ebu Hureyre'dtfîi (r.a) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terketmeşi, kişinin iyi bir müslüman olduğunun işaretidir". (Hadis hasendir. Tirmizî ve başkaları rivayet etmişlerdir)[190]
Nefsini Allah'ın emirlerine ve hükümlerine boyun eğdiren ve bu istikamette kılan, hiç kuşkusuz iyi bir ahîâka sahib olan kimsedir.
Allah Teâlâ, kendisini ilgilendirmeyen şeylerle meşgul olana gazap etmektedir. Zira kendisini ilgilendirmeyen şeylerle meşgul olmak, kişinin kendisini İgüendiren şeylerle meşgul olmasına engel olur. Zamanı daha iyi de-ğerlenu^lmesi ve insanın fıtratına uygun ve saadetini hazırlayacak şeylerin tercih euJmcsi gerekir.
İnsan dünyada ve ahirette kendine yararlı şeylerle meşgul olmalı, ihtiyacı ohnayan ve faydalanamayacağı şeylerle ilgilenmemelidir. Zira gereksiz işlerle uğraşmak, kişiye zarar ve İşkence olur. Başkasının işlerine karışmaması da, kişinin İstikâmetinin kemfilindendir.[191]
68. Ömer'den (r.a) Nebi'nİn (s.a) söyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Erkeğe kansını niçin dövdüğü sorulmaz". (Ebu Dâvud ve başkaları rivayet etmiştir).[192]
Kan koca arasındaki sırların muhafazası gerekir. Erkeğe hanımına niçin vurduğu sorulamaz. Zira söylenmesinden utanılan bir şey sebebiyle veya gizlenmesi gereken bir hususla ilgili olabilir. Erkek hanımının edebinden sorumludur. Bununla beraber haksız yere hanımına eziyet edemez. Allah zulmedenleri sevmez ve onlan cezalandırır. Hakime başvurulması halinde aile sırlan hakkında suâle ihtiyaç duyulursa cevap verilmesi gerekir. Zira aralarında doğru karar verilmesi ve aralarının düzeltilmesi için bu zaruridir. Hakime müracaat olunmadıkça başkalarının bu işi araştırması doğru değildir. Haksız yere dövülme ihtimali suâl sormayı haklı kılmaz.[193]
"Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak lazımsa öyle korkun!" (ÂI-i tmrfin, 102)
"O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun!". (Teğabûh, 16)
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sözü doğru söylevin". (Ahzab,
"Kim Allah'tan korkarsa (Allah) ona bir (kurtuluş) çıkış yeri ihsan eder. Onu hatır ve hayâline gelmeyecek bir cihetten de nzıklandınr". (Talak, 2-3)
"... Eğer Allah'tan korkarsanız, O size iyi ile kötüyü ayırdedecek (bir ma'rifet ve nur) verir, suçlanma örter, sizi yargılar, Allah büyük lutf-u inayet sahibidir". (Enfâl, 29)[194]
69. Ebu Hüreyre (r.a) şöyle demiştir: "Ey Allah'ın R&sûlü! İnsanların en şereflisi kimdir?"denildi. Rasûlüllah, "Allah'tan en çok korkan kimsedir" buyurdu. "Sana bunu sormuyoruz" dediler. RasûlüSIah "Halittüllah (ibrahim) oğlu, Nebiyulhh (fshâk) oğlu, Nebiyullâh Yûsuf'tur" buyurdu. "Sana sorduğumuz bu değil" dediler. Bunun üzerine Rasfılüllah "Her halde bana Arapların meziyetlerini soruyorsunuz? Bu kimselerin caihiliyye döneminde en iyileri, şeriat hükümlerini öğrendikleri takdirde İslâm döneminde de en seçkinleridir" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[195]
Hz. Yusuf Allah'ın peygamberidir. Rüya ta'biri ilmine sahiptir. Zamanın devlet idareciliğinde üst seviyede görev yapm;ştır. Güzellikte eşsizdi. Kavmine faydah olmuştur. Bu sebeplerle insanların en faziletlilerindendir.
Câhilİyye döneminde kavmi içinde şeref sahibi oîaa'ar, islâm'a girdikten sonra îsîâmî hükümleri öğrenir ve tatbik ederjerse, îsîâm dönemlerinde de şerefli durumları daha anar. Zira tsîâm ahlâkı ile kişinin örfen devam e4en güze! hasletleri birleştiğinde üstün bir şahsiyet ortaya çıkar, İnsan Allah'a karşı takva sahibi olmakla şerefe nail olur, kerim sıfatım haiz olur. Muttaki olanın dünyada hayrı çok, âhiretîs de derecesi yüksek oiur.
Ecdadı muttaki olup. kendisi de bu minval üzere bulunan kimse soyunun sopunun şerefi iie şereflenir.
Takva sahibi olanlar, peygamberler, şeref sahibi olaiüardan müslüman oiup isiâmî hükümleri öğrenip yaşayanlar, Allah katında büyük dereceleri haiz kimselerdir.[196]
70. Ebu Saîd el-Hudri'den (r.a) Nebi'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Dünya tatlı ve renklidir. Aİlah sizi dünyada hüküiîiran biaeak da nasıl hareket edeceğinize bakacaktır. Bu sebeple dünyadan sakmııuz. Kadından sakınınız. îsrailoğullan ilk önce kadınlar konusunda denenmiş ve sapıklığa yönelmişlerdir". (Müsiim rivayet etmiştir).[197]
Taüıhk onu latmak için, yeşillik de ona bakmak için rağbet edilen şeylerdir, Her ikisi bîr arada bulunduğunda ise rağbet fazlalaşır. Âdeta dünya tatlı ve yeşil bir meyve ve sebzeye benzetilmiştir ki o nasıl zamanla yok oluyorsa dünya da yok olmaya mahkumdur.
İnsanlar dünyada halîfeler, vekilier kılınmışlardır. Veya her devirdeki 'insanlar, bir öncekilerinin halifeleri ve vekilleridirler. İnsanlar yaptıklarına göre karşılık bulacaklardır. Kendilerinden öncekilerden ibret almak, onların düştükleri hatalara yaklaşmamak, güzel hasletlerini devam ettirmek, sonradan gelenlerin yapması gereken şeylerdir.
îsrailoğıtflan'nin ilk fitnesinin kadınlardan olduğunun belirtilraesİyle Hâ-\ rût ve Mârût kıssasına veya BeVam b. Bâûrâ kıssasına İşaret edilmiş olabilir.
Yabancı kadınlarla bir arada kalmaktan ve fnne doğuracak yerlere bakmaktan sakınmak gibi şehveti tahrik edecek şeylerden uzak durmak gerekir. Böylece kadınların fitnesinden kaçınılmış olur. Kişinin helâl olan kadınıyla fazla meşgul olup, dinî vecibelerini terketmesi de doğru değildir.
Geçmiş milletlerden ibret alınmalıdır. Zira Benî îsrâil için söz konusu : olan şeyler, aynı sebeplere tevessül edildiğinde başkaları için de geçerlidir.[198]
71. İbn Mes'ûd'dan (r.a) Nebi'nin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allahım! Senden hidâyet, takva, iffet ve gönül zenginliği dilerim". (Müslim rivayet etmiştir).[199]
RasÛlÜüah hidayet, takva, iffet ve zenginlik istemişti. "Hidayet" doğruya (İslâm'a) delâlet ve yönelmektir. "Takva" emirlere sarılmak yasaklardan kaçınmaktır. "İffet" mubah olmayan şeylerden sakınmak ve uzak durmaktır.
"Zenginlik" gönül zenginliği, insanların elterindekinde gözü olmamak, onlara el açmamaktır. Rasûlülîah (s.a) zaten bu hasletlere sahiptir. Kendisindeki bu hasletlerin artarak devam etmesini talep etmektedir.
Bütün İşlerde Allah'a sığınmak ve ona boyun eğmek, Rasûlüllah'm (s.a) insanlar içinde Allah'ı en iyi bilen ve O'ndan en çok korkan olduğu mezkur hadisten anlaşılan hususlardır.[200]
72.Ebu Tarîf Adîyy b. Hatim et-Tâî (r.a) der ki; RasÛlüUah'ın (s.a) şöyle buyurduğunu işittim: "Kim bîr işi yapıp yapmamak için yemin eder, sonra da yeminde belirttiği istikametin dışmda davranmayı takvaya daha uygun görürse, takvaya uygun olanı yapsın". (Müslim rivayet etmiştir).[201]
Adiyy'in babası Hatim et-Tâî, cömertlikte darb-ı mesel olan kimsedir.
Adiyy, hicretin 9. yılında, Rasûlüllah'm yanına bir hey'ette gelmiştir. Müslümanların Adiyy'in kız kardeşi Sefâne binti Hatim'i esir aldıkları, Se-fâne'nin müslüman olarak kardeşine gittiği, onu Rasûlüllah'm yanına getirdiği ve Adiyy'in de müslüman olduğu söylenir. Adiyy Rasûlüllah'tan 66 hadis rivayet etmiştir, Rasûlülîah ona ikram ve iltifatta bulunurdu. Adiyy karıncalara ekmeği ufalayarak verir ve "Onlar komşulardır ve onların da (üzerimizde) hakları vardır" derdi. Hicretin 67, yılında 120 yaşında iken vefat etmiştir.
Namazı terketmeye veya içki içmeye yemin etmiş kimsenin o yeminini bozması farzdır.
Yemin ettiği şeyden daha hayırlı bir iş gördüğünde ise yeminini bozar, daha hayırlı olanı yapar ve yemininin keffaretini verir.
Mezkur hadis takvaya bağlılığı teşvik etmektedir. Bir günaha azmeden kimse, onu işlemekten vazgeçmelidir. O günahı işlemeye yemin etmiş bile olsa, ona terketmeiidir. Günah bir şey için yapılan yeminin bozulmasında ve yerine getirilmemesinde sakınca yoktur.[202]
73. Ebu Umâme Sudayy b. Aclân el-Bâhili'nin (r.a) "Rasûlülîah'ı (s.a) Veda Haccında, hutbede şöyle söylerken işittim" dediği rivayet edilmiş tir: "Allah'tan korkunuz. Beş vakit namazınızı kılınız. Ramazan ayınızda oruç tutunuz. Mallarınızın zekâtını veriniz. Âmirleriniz (in meşru olan isteklerin) e İtaat ediniz". (Tirmizî, "Kitâb'us-Salât"in sonunda rivayet etmiş ve Hadis, hasen-sahihdir, demiştir).[203]
£bu ümâme, sahabHerin meşhurlanndandır. RasüJüllah'dan (s.a) 250 hadis rivayet etmiştir. Mısır'da ve Humus'ta ikamet etmiştir. Hicretin 31. yılında Şam'da vefat etmiştir. Şam'da en son vefar eden şahabıdır.
Ramazan ayı müslümanlann ayıdır. Nkelcim peygamberimiz "Receb AI-fah'mayı, Şa'bân benim ayım, Ramazan ümmetimin ayıdır"buyurmuştur.
Hadiste zikredilen amellere bağlılık, Allah için takvalı bulunmakla orantılıdır. Allah'tan sakınmak (takva sahibi olmak) cennete giden yoldur ve cennete girmenin şartıdır. Dünya'da istikamet üzere olmak ise ahirette kunuiu-şa sebeptir.
Âmirlere Allah'ın haram kıldığı şeyleri emretmedikleri müddetçe itaat edilir. Allah'a isyan söz konusu olan şeylerde ise hiçbir kimseye itaat edilemez.[204]
"Mli'minJer (düjnıan) ordularını) görünce; "İste bu, Allah'ın ve Ra-sûlti'nüa bize va'd ettiği şeydir, Allah ve peygamberi doğru söylemiştir" de-dijer. (Bu), oiüann imanlannı, teslimiyetlerini artırmaktan başka bir şey yapmadı". (Ahzab, 22)
"OnJar öyle kimselerdir ki halk kendilerine,- (düşmanlarınız olan) insanlar size karşı ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun" dedi de, bu (söz) onJann imanını artırdı ve "Allah bize. yeter, O ne güzei vtk/ldir" dediler. Bunun üzerine kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan Allah'tan ni'mef (afiyet ve selamet) ve fazl-u ticaret ile geri geldiler. (Bu suretle) Allah'ın rızasına da uymuş bulundular. Allah çok büyük lütf-u inayet sahibidir" (ÂI-i İmrâE, I73-/174)
"Ölmek sânından olmayan O Baki (Tcâlâ)va
"Mü'minler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdır". (İbrahim, 11)
"Bir kere de azmettin mi artık Allah'a güvenip dayan". (Âl-i İmran, 159) Tevekkülü emreden ayetler pek çoktur.
"Kim Allah'a güvenip dayanırsa, O kendisine yetişir". (Talak, 3)
"Mü'minler ancak onlardır ki Allah anıldığı zaman yürekleri titrer, kar şılannda âyetleri okununca, (bu) onların imanını artırır. Önîar ancak Rab lerine dayanıp-güvenirler". (Enfal, 2)
Tevekkülün fazileti hakkındaki ayetler de pek çoktur.[205]
74. İbn AbbâVdan (r.a) Rasûlüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Geçmiş ümmetler bana gösterildi. Bir nebi gördüm. Yanında gayet küçük bir cemâat vardı. Bir başka nebi'yi de bir-iki kişiyle birlikte,.diğer bir nebi!-yi ise yanında tek bir kişi dahi yok iken gördüm. Bu sırada gözümün önünde büyük bir kalabalık belirdi. Onlan kendi ümmetim zannettim. Bana "Bu Musa ile kavmidir. Fakat sen ufka bir bak" denildi. Ufka bakınca büyük bir kalabalık gördüm. Bana "Şimdi de diğer ufka bak" denildi. Baktım bir de ne göreyim, çok büyük bir kalabalık (var). "Bu kalabalık senin ümmetindir. Onların arasında yetmiş bin kişi var ki hesapsız ve azapsız cennete gireceklerdir" denildi.
Sonra Rasûlüllah ayağa kalkıp evine gitti. Orada bulunanlar, sorgusuz ve azapsız olarak cennete girecek yetmiş bin kişi hakkında konuşmaya başladılar. İçlerinden biri; "Onlar Rasûlüllah'ın sahabtkri olmalıdırlar" dedi. Bir diğeri "Onlar İslâm olarak doğup Allah 'a şirk koşmayanlar oba gerek" dedi. Bu şekilde çeşitli görüşler ileri sürdüler. Bu esnada Rasûlüllah onların yanına geldi ve "Kimler hakkında konuşmaya daldınız?" buyurdu. Onlar da durumu kendisine anlattılar. Rasûlüllah "Bunlar efsun yapmayanlar ve yaptırmayanlar, teşe'um etmeyenler ve yalnız Rûbblerine tevekkül edenlerdir" dedi. Bunun üzerine Ukkâşe b. Mıhsan ayağa kalkarak "Allah 'a duâ et de, beni onlardan kılsın" dedi. Rasûlüllah: "Sen onlardansın"buyurdu. Arkasından bir başkası da ayağa kalkarak, "Beni de onlardan kılması için Allah'a duâ ediniz" dedi. Rasûlüllah "Bu hususta Ukkâşe senden önegeçti" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[206]
"... Yetmiş bin kişi var ki, hesapsız ve azapsız cennete gireceklerdir" buyurulanlann, oruda görülen kalabalıktan başkaları olmadı veya kalabalığa dahil olmala-s da muhtemeldir.
Sahabîlerin kendi araiarmda bu yetmiş bin kişinin kimler olduğu konusunda çeşitli görüştar ileri sürmeleri, şer'î nasslarda araştırma ile ilimde münazaranın esiz olduğunu ifade eder.
Sahabîîerin ileri sünlükleri görüşlerde, İslâm'ın Uk zamanlarından beri RasûlüUah'a arkadaş olup, ona yardım eden, evlerini-barklanm terkederek hicret edenler İle, müslüman olarak doğup, hif şirke girmeden İslâm üzere devam edenlerin faziletleri ortaya konmuştur
Peygamberler ve ümmetlerinin RasûlüUah'a (s,a) gösterilmesi, peygam-berimizin makamının yüksekliğine işarettir. Bu arz olunuş (gösterilme) ya uyku hâlinde olmuştur; zira peygamberlerin rüyâian haktır veya uyanık halde iken, îsrâ gecesinde olmuştur ya da başka bir şekilde olmuştur. Allah (c.c) nebisine İstediği özelliği vermektedir. Rasûlüllah'ın ümmeti, diğer peygamberlerin ümmetlerinden çoktur. Bu da başka bir özelliktir.
Bir zararın dcV edihtıssi, bir menfaatin de elde edilmesi için Allah'a dayanmak ve ona tevekkül etmek gerekir. "Efsun" olarak terceme ettiğimiz "Rukye"\ okuyup üflemek, okuyarak tedavi etmektir. Rukye'nin caiz olduğu ve olmadığı yerler vardır. Kur'an-ı Kerim âyetleri ve Rasüiüliah'in {s.a) yapüğı sabit olan dualarla dua etmek ve okumak caizdir. Câbüiyye âdetlerinde yapıldığı gibi, imana ve tevekküîün kemâline ters düşen sihir ve büyü gibi şeyler yapmak ise haram kalınmıştır. Yine teşe'üm ve kuş uçmasını uğursuz saymak da haramdır.
Ukkâşe b. Mıhsan, sahabîlerin faziletlilerinden ve cssurlanndandır.
Bedir savaşında kılıcı kınlmcaya kadar çarpışmıştır. Rasüîülîah (s.a) ona bir odun parçası vermiş, Ukkâşe onu afep eiinds sallaymca kılıca dönüşmüştür. Ukkaşe onunla, Aİlsh müslümanlara fethi müyesser küıncaya kadar çarpışmıştır. Bu kılıç, "avn" diye İsimlendirilmiştir. Ukkâşe bu kılıcı ölünceye kadar yanından ayırmamıştir.
Ukkaşe, imarımın kuvveti ve hayra aşsn İstekli ve Allah katmdakiiere arzulu olması dolayısıyla "Beni de onlardan kılması için Allah 'a duû et" dediğinde, Rasûlüüah (s.a) "Sen onlardansın" buyurdu.
Rasûlüilah'ın (s.a) duassyla Ukkâşe'hm onlardan olması; zikredilen vasiflan Ukkaşs'nin taşıması sebebiyle onlardan olması veya RasûKillah'a (s.a) onun da oniardsn olduğunun vahiyle bildirilmiş olması sebebiyle olabilir.
Bir başkasının da kalkarak, "Benide onlardan kılmesî için Allah'a dva et" demesi üzerine de Rasüîülîah (s,a) "Bu konuda Ukkâşe seni geçti" bu-yurtuü£î"T. Ukkâşî'de bulunan faziletler bu şahısta olmadığı için RasûlOÎ-lah'ın bö\le buyurmuştur söylemr."V&rflart belirtilen (bu 70 bin) kişinin makamına duanın jaziletiyle erişmekte seni geçti" buyurulmuştur.
RasûîüUah, faziletinin kemâliyle kimseye hoşlanmayacağı şekilde cevap vermezdi. Bu sebeple "Sen bu tabaka ehlinden değilsin" demeyi uygun
Ukkâşe'nin de onlardan olması için yspılan duanın kabul olduğuna dair vahyin gelmesiyle, "Ukkaşe seni geçti': demiştir. Bu durum başkası için olmamıştır şeklinde de bu hadis yorumlanmıştır, Kurtubt ise; "Ukkâşe'nin istediğini, herkesin ayrı ayrı istememeleri için, güzel bir cevapla bu kapıyı kapamıştır" der. Bu görüş çok daha güzeldir.
Bazıları da, ikinci kiginîn münafık olduğunu söylemişlerdir. Ancak bu itham doğru değildir. Zira sahabîierde asıl olan, iman ve adî sahibi obualarıdır. Münafık olduklanna dair sahih bir nakil otmadıkça nifakla itham edilemezler. Ayrıca münafıkların böyle bir istekte bulunmaları nadirdir. Zira onlar Aüah katındaki derecelere rağbet eimezler. Nitekim Hatib el-Bağdâdî, bu şahsın "Sa'd b. Ubâde" olduğunu zikretmiştir.[207]
75. İbn Abbas'dan (r.a) Rasûlülîah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allahım! Ancak sana teslim oldum. Yalnız sana inandım. Yalnız sapa dayanıp güvendim. Sana yöneldim ve senin yardımınla düşmanla mücadele ettim. Allahım! Beni doğru yoldan ayırmandan yine sana sıgnuyo-rum. Senden başka ilâh yoktur. Sen daima dirisin. Cinler ve nisanlar ise clürler''. (Buhfirî ve Müslim rivayet etmiştir. Metin Müslim'indir. Buhâri muh-tasaran rivayet etmiştir).[208]
"Allahtm! Ancak sana teslim oldum" sözünü, tbn Abdİlberr söyle açıklar: Senin hikmetine ve emrine teslim oldum, salim oldum, memnun kaldım. İman ettim, tasdik ettim ve yakînen inandım. "Sana yöneldim" sözü içinde; "Senin ibâdetlerine döndüm. Sana yaklaştıracak şeylere yöneldim" der.
Buhârf nin muhtasar rivayetinde, "Senin izzetine sığınırım. Senden başka ilâh yoktur. Sen daima dirisin, cinler ve insanlar İse ölürler" buyurulmuştur.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Yalnız Allah'a tevekkül etmek gerekir. Zira kemâl sıfatlarım taşıyan sadece O'dur. Yalnız O'na İtİmad edilir. Bütün mahlukât acizdir, ölüm ile son bulurlar, dolayısıyla mahluka değil, Hakk'a ve Hâlık'a güvenmek lazımdır.
Tam bir sadâkat ve hulüs-i kalble, Rasûlüllah'ın (s.a) buyurduğu bu duâ ile Allah'a dua etmek, peygamberimizin sünnetlerinden biridir.
Kim Allah'tan başkası yanında aziz olursa, Allah onu zelil kılar. Kim Allah'ın yolundan başkasına giderse, şaşırır dalâlette olur. Her kim de Allah'a dayanır, O'nun emirlerine sarılır, yasaklarından da kaçınırsa, aziz olur.[209]
76. Ibn Abbas (r.a) der ki: "Hasbinallâhu ve ni'me't-Vekîl" (Allah bize yeter! O ne güzel vekildir) cümlesini Hz. İbrahim (a.s) ateşe atıldığı zaman söyledi. Aynı sözü Hz. Muhammed de (s.a) söyledi. Şöyle ki; kendisine "İnsanlar, size karsı ordu hazırladılar. O halde onlardan korkunuz"'** dedikleri zaman, bu (söz) onların imanını artırdı ve "Allah bize yeter! O ne güzel vekildir" dediler. (Buhâri ve Müslim rivayet etmiştir).[210]
Ibn Abbas'dan (r.a) gelen diğer bir rivayet şöyledir: "Hz. İbrahim (a.s) ateşe atıldığı zaman son sözü "Hasbinallâhu ve ni'me'l-vekîl" (Allah bana yeter! O ne güzel vekildir)" olmuştur.
Kurtubî, tefsirinde Ibn Îshâk'dan şöyle nakletmiştir: Hz. İbrahim'i yakmak İçin odunlar toplanıp, mancınık hazırlandıktan sonra yer ve gök içinde bulunan melekler, tüm canlılar ve cinler hepsi birden feryad ettiler: "Rabbi-mizt Yeryüzünde ibrahim'den başka sana ibadet eden yok. Bize ona yardımcı olmamız için izin ver" Allah Teâlâ (c.e): "Sizden yardım dilerse ve yardıma çağırırsa, çağırılan ona yardım etsin. Bu konuda ona izin verdim. Benden başkasından yardım istemezse ben ona yardım ederim" buyurdu. Hz. İbrahim'i ateşe atmak istediklerinde su meleği gelerek, "Ey İbrahim! İstersen ateşi söndüreyim" dedi. Hz. İbrahim "Sana ihtiyacım yok" dedi. Rüzgâr meleği geldi, "Eğer istersen ateşi uçururum" dedi. Hz. İbrahim "Hayır" dedi. Sonra başını semâya kaldırarak "AUahım! Sen semâda teksin, ben de yeryüzünde tekim. Benden başka sana kulluk eden yok! Allah bana kâfi (yeterli) dır. O ne güzel vekildir" dedi.
Nuaym b. Mes'ud el-Eşcaî, Rasülüllah İle sahabîlerîne gelerek; "Ebu Süfyân ve taraftarları sizi yok etmek için büyük bir ordu topladılar. Onlardan korkun ve üzerlerine gitmeyin " dedi. Bu söz onların imaniannı artırdı ve tam bir teslimiyetle "Allah bize yeterlidir! O ne güzel vekildir" dediler.
Mezkur hadiste Allah'a tevekkülün ve peygamberlerinin yolundan gidilmesine işaret edilmiştir.[211]
77. Ebu Hüreyre'den (r.a) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Bir takım kavimler cennete girer ki, bunların kalpleri (naldan konusunda Allah'a dayanıp güvenen) kuşların kalpkri gibidir" (Müslim rivayet etmiştir)[212]
Bütün müminler Allah'ın va'di üzere cennete gireceklerdir. "Kavim" îügaîîe "erkek topluluğu" demektir. Bu topluluğa kadınkr dahil değildir. Nitekim "Ey inananlar! Bir topluluk, (diğer) bir toplulukla alay etmesin. Belki (alay ettikleri kimseler) kendilerinden iyidirler. Kadmlar da (diğer) kadınlarla alay etmesinler. Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar" (Hü-curet, 11) buyurulmuşte. Âyette "topluluk" afasak terceme edilen "kavm"t kadınlar dahil edilmeyerek, aynca zikredilmişlerdir. Kur'an'm umumunda ise "kavm"e kadm-erkek dahil edilmiştir. Mezkur hadiste de "k&vimler" sözcüğü kadın ve erkeği kapsar.
Kuşların nsik için çeşitli p!aa ve projeleri yoktur. Onlann vücutları çok hafiftir, dolayısıyla güçlük ve zorluğa dayanamazlar. Allah Teâiâ, bunların zayıflığma rağmen rızık yoİIannı kolaylaştırır onlar da sayısız nimetler ile mmetlenİrler.
Fakir ve zayıf ama imanlı, ve Allah'a tam tevekkül etmiş nice kuüar vardır ki, âdeta kuş gibi anlayışta seridir, hayırları kabui ederler ve zararsızdırlar. Işîe bunlar cennet adaylarıdır.
Hadis, tevekküle ve kalp inceliğine teşvik etmektedir. Zira tevekkül ve gftnül hoşnutluğu, cennete girme ve ni'metlerden istifade etme sebeplerindendir.[213]
78. Câbir'den (r.a) rivayet-edilmiştir:
Câbir, Rasûluiîah (s.a) yanında Nedd taratma hsrbe gitmiş, RasÛlttl-lah (s.a) dönerken, o da onunla geri donmuşta. Kafile ağaçlı bir vadiye gelince, öğle uykusu için moia zamanı geldi. RasûIOllah bir konaklama yeri beğendi. Halk da gölgelenmek için ağaçların altına dağıtdı. Rasûlüüah (s.a) "Sainura" ağacının altsnda İdi. Kılıcım ağaca astı. Biraz uyumuştuk ki, RasûîüUîm bizi çağınverdİ. Yanında (müşriklerden) bir bedevi duruyordu. Rasûlüüah dedi ki; "Bu bedevi ben uyurken kılıcımı aS;p, bana çekmişti. O elinde çekilmiş halde iken uyandım. Bedevi bana: "teni benim elimde,1! kim kurtaracak?" dedi. Ben de üç defa "Allah koruyacak" dedim". (Câbir der ki:) "Rasöiüliah bedeviyi cezalandırmadı. Yerinde oturdu". (Buhâri ve Müslim rivâyeî etmiştir).[214]
Diğer bir rivayet ise şöyledir:
Câbir (f.s) dedi ki: KasÛlüllah (s.a) ile birlikte Zftt'Ur-Rikfi'da idik. Gölgeli bir ağacın yanma varınca, orayı Rasûlüüah'a bırakıp, oradan ayrıldık. E« esnada müşriklerden biri gelmiş, Rasûlüllah'in (s.a) kılıcı ağaçta asılı bulunürken, kılıcı kınından çıkarıp Rasûlüllah'a (s.a) çekmiş ve "Benden korkuyor musun?" demiş. RasÛlüllah (s.a)"Hayır" diye karşılık vermiş. Bunun üzerine o müşrik "O halde seni benim elimden kim kurtaracak?" diye sorunca, RasûlüUah (s.a) "Allah" diye buyurmuş.
EbÛ Bekr el-lsmâİH'nin Sahih'indeki rivayet ise şöyledir.
Bedevi dedi ki: "Senibenden kim kurtaracak?" RasÛlüllah da "Allah" diye buyurdu. O sırada kılıç adamın elinden düştü. RasÛlüllah hemen kılıcı eline alarak "Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?" diye buyurdu. Adam "İntikam alıcılarının en hayırlısı ol"dedi. RasÛlüllah "Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah 'in Rasûlü olduğuma şehâdet eder misin?" buyurdu. Bedevi "Hayır! Fakat sana karşı savaşmayacağıma ve seninle savaşanlarla beraber olmamak için sana söz veriyorum" dedi. RasÛlüllah da adamı serbest bıraktı. Adam arkadaşlarının yanma vardığında "İnsanların en hayırlısının yanından geliyorum" dedi.
Zât'ür-Rik'a seferi hicretin 6. yılında olmuştur. Seferin yorgunluğu ve güneşin hararetinden öğle uykusuna yatarak dinlenme gereği duyulmuştur. RasÛlüllah (s.a) uyurken gelip kılıcını alan bedevi, Muhariboğullan kabilesinden Ğavres b. el-Haris'dir. RasÛlüllah bu sefere bu kabile ile harb etmek için çıkmıştı. Allah'ın koruması olmasa İdi, o Rasûlüllah'a (s.a) zarar verebilirdi. Ğavres'in müslüman olduğu rivayet olunur.
Bir rivayette; RasÛlüllah (s.a) kılıç kucağında otururken "Ey Kîuham-med! şu kılıcına bakabilir miyim?" dedi. RasÛlüllah "£Vef"dedi. Adam kılıcı aldı..." denilmektedir.
Zû Kıred gazvesinde de böyle bir olayın olduğunu bildiren rivayeti göz-önünde bulundursak, hadisenin benzerinin birkaç defa olması ihtimal dahilindedir.
RasÛlüllah (s.a) tic defa "Allah"diye cevap vermiştir. Bu ya Rasûlül-lah'm (s.a) Allah lafzından zevkle, daima söylediğindendir ya da bedevi üç defa "Seni benim elimden kim kurtaracak" diye sormuş ve RasÛlüllah da buna karşılık olarak üç defa "Allah" diye buyurmuştur. Nitekim bedevi, Buhârî'nin rivayetinde iki defa sorusunu tekrarlamıştır.
Mezkur hadis Rasûiüllah'ın (s.a) cesaretine, tehlikeli anlarda kalbinin sebatına, Allah'a güvenine, O'na tevekkülündeki sadakatine ve O'na sığınışının güzelliğine işaret etmektedir.
Allah'a tevekkül etmenin neticesi hadiste açık bir şekilde izah edilmiştir. Hadis, Rasûlüllah'm (s.a) affına, ahlâkının üstünlüğüne, kendi nefsi için intikam almadığına, işlerindeki ileri görüşlülüğüne, Hakka davet için insanları eğitmesinin güzelliğine dikkat çekmektedir.
Bir rivayete göre Cebrail bedevinin göğsüne vurmuş, kılıç bedevinin elinden düşmüştür. Bedevi müslüman olarak kavmine dönmüş ve onları İslâm'a davet etmiştir.
Rasûiüllah'ın (s.a) onu serbest bırakmasından sonra bakışlarının tesiriyle, Allah Teâlâ'nm bedevinin kalbini İslâm'a açması ve onun böylece İslâm'a girmiş olması da muhtemeldir.
Bedevî, kendisini Rasûlülİah'ı (s.a) öldürmek üzere gönderen arkadaşlarının yanına döndüğünde de "İnsanların en hayırlısının yanından geliyorum" demiştir.[215]
79. Hz. Ömer'den (r.a) "RasûlüUah'ı (s.a) şöyle derken duydum" dediği rivayet edilmiştir: "Şayet siz Allah'a hakkıyla tevekkül etseydiniz, sabahları açlıktan karınlan çekilmiş olduğu halde çıkarak, akşamlan karınlan dolu olarak dönen kuşlara nzık verdiği gibi Allah size de rızkınızı verirdi". (Tirmizâ rivayet etmiş ve bu hadis hasendir, demiştir).[216]
Bütün hâllerde Allah'a güvenerek hayrın O'nun katında olduğuna tam tevekkül edeni Allah Teâlâ, sabahleyin aç kamına gidip, akşam tok karnına dönen kuşlan doyurduğu gibi doyurur. Hadis, çalışmadan oturup, başkalarına yük olmayı çirkin görmekte ve aynca her işte sıdk ile Allah'a tevekkül etmeyi, çalışmayı ve sebeplere başvurmayı belirtmektedir.
Kuşların sabah erkenden çıkıp uğraşıp didinmeleri gibi hiç durmadan sebeplere tevessül etmek ve çalışmak da Allah'a tevekküldeki sadâkattendir.[217]
80. Ebu Umâre el-Berâe b. Âzib'den (r.a) RasülüIIah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ey falanca! Yatağına girdiğin zaman şöyle de: "Allahümme eslemîü nefsi Ueyke ve veccehtü vechi ileyks ve/evvadtü emrf ileyke ve elce 'tü zahri i/ey ki rağbeten ve rahbeten Ueyke lâ melce 'e velâ men-câ tnirtke İllâ Ueyke. Ârnenîû bi kitabike 'İlezi enzelte ve mbiyyike 'llezi erselle". (Aliahim! Kendimi Sana teslim ettim. Yüzümü sana döndüm. Korkum da, ümidim de Sen'den olduğu için, her işimi Sana havale ettim. ArkamıSa-na dayadım: Sen'den sığınacak ve "korunacak yer yine Sana'dır. indirdiğin kitabma da, gönderdiğin peygamberine de iman ettim). (Bu duayı ettikten sonra) eğer sen o gece ölürsen, doğduğun zamanki gibi günahsız oiarak ölürsün. Eğer sabaha çıkarsan, hayra nail olursun". (Buhârî ve Millim rivayet etmiştir). [218]
Buhârî ve Müslim'in sâhihJerindeki diğer bir hadiste Berâe'den şöyle rivayet edilmiştir: Rasûlüilah (s.a) bana: "Yatağına gireceğin zaman namaz abdesti gibi abdest al. Sonra da sağ yanın üzerine yat ve şöyle şöyle de buyurdu. Duanın aynısını zikretti. Sonra RasÛIüllah, "Son sözlerin, yatarken söyleyeceğin bu sözler olsun" buyurdu.
Ebu Umâre'ye "Ebu Amr" ve "Ebu Tufeyl" de denilmiştir. Berâe b. Â2İb Bedir savaşında küçük görülerek savaşa alınmamıştır. Uhud savaşına katılmıştır. Rssûlüllah'dan (s.a) 305 hadis rivayet etmiştir. Kûfe'de ikamet etmiş ve orada vefat etmiştir.
PeygamberinuVin (s.a) "Yâfüfân " diye hitab ettiği kişi Useyd b. Hu-dayr*dir.
Mü'mİn yatağına girdiğinde Allah'a hitaben, "Rabbim! Ne/simi Sana teslim ettim. Hikmetlerine itaatle Sana amadeyim. Hükümlerine raziyım. Kaderine gönülden bağlıyım. Tam bir teslimiyette ve rızâm ile bütün benliğimi Sana yönelttim. Bütün dünya ve âhiret işlerimi Sana havale ettim. Sana tevekkül ediyorum. Sen'in koruman için Sana dayandım. Biliyorum ki Sen'den daha kuvvetlisi yoktur, Sen'in sevabını arzuluyor, azabından korkuyorum. Her iki halde de ancak Sana dönüyorum. Sen 'den başka kendine sığınılacak yoktur. Sen 'den başkasında kurtuluş da yoktur. Gönderdiğin Kur'-an 'o ve diğer ilâhi kitaplara inandım. Gönderdiğin peygamberlerin tamamına da inandım "der ve o gece Ölürse imanlı oiarak ölür. Zira bir hadiste "Son sözü "Lâ ilahe illallah " olan kimse cennete girer" buyurulmuştur. Mü'min Allah'tan hem korkmalı, hem de sevabını beklemelidir. Peygamberimiz (s.a) "Mü'minin korkusu ve ümidi tartıisa (birbirine) denk olur" buyurmuştur. Yatağa yatmadan önce abdest almak ve sağ yana yatmak sünnettir. Bu sağ tarafın şerefi ve kalbin uyku halinde sıkışmaması içindir. Sağ tarafa yatıldı-ğında az uyku uyunur ve gece namaza kalkmaya sebep olur.
Hadis, bütün hâllerde Allah'a sığınmayı vurguluyor. Her gece Allah ile ahdi yenileme ve İslâm ile imanı güçlendirmeye teşvik ediyor. Hadiste zikredilen cümlelerin uykudan Önce söylenmesi müstehaptır. Günün en son sözü olarak bu duanın söylenmesi, İçerdiği anlam ile kişiyi iman nurlanyla baş-başa bırakmakta, Allah katında da bunu söyleyeni yükseltmektedir.
Uykudan önce abdest almak, tam bir temizlik içinde uyumaya vesiledir. Hadiste buna da teşvik vardır.[219]
81. Ebu Bekr es-Sıddîk b. Osman b. Âmir b. Amr b. Ka'b b. Sa'd b. leyin b. Mürre b. Kâ'b b. Lüeyy b. Galib el-Kureşî et-Teymî (r.a) kendisi, anası ve babası da sahabîdir (r.a) der ki:
Biz mağarada Rasûlüllah ile beraber iken ve müşrikler başımızın üstünde dolaşırken oniann ayaklanna baktım da "Ya Rasûlellah! Eğer onlardan birisi ayaklarına bakacak olsa mutlaka bizi görür" dedim. Rasûlüllah: "Ey Ebu
Bekr! Üçüncüleri Allah olan iki kimseyi sen ne sanıyorsun?" buyurdu. (Buhâri ve Müslim rivayet etmiştir).[220]
İslâm'da ilk defa "S ilik" lakabıyla anılan Hz. Ebu Bekr'dir. "Ebu Bekr" künyesi ise, isminden daha çok anılmıştır. Hz. Ebu Bekr'in ismi Abdullah'tır. Hz. Ebu Bekr'e "Sıddîk" lakabı, Peygamberimiz (s.a) Mirac'a çıktığında O'nu hemen tasdik etmesi sebebiyle verilmiştir. "Attk" lakabıyla da anılmıştır. Hz. Ebu Bekr'in babası Osman'ın künyesi "Ebu Kuhâfe"dir. Annesi, Ümmü'1-Hayr Selma binti Sahr'dır. Rasûlüllah'm (s.a) İslâm'a davetinde Hz. Ebu Bekr, hiç tereddüt etmeden daveti hemen kabul etmiştir. Hürler içinde erkeklerden ilk müslüman olandır. Babası Ebu Kuhâfe ise, Mekke'nin fethinde müslüman olmuştur. "Rabbimden başka bir dost edinsey-dim, Ebu Bekr'i dost edinirdim" hadis-İ şerifi Hz. Ebu Bekr'in faziletini
açıklamaktadır. Rasûlüllah'dan (s.a) 142 hadis rivayet etmiştir. 63 yaşında iken hicri 13. yılda vefat etmiştir. Rasûlüllah'm (s.a) kabrinin yanına defnedilmİşitr.
Rasûlüllah (s.a) ile Hz. Ebu Bekr Mekke'den Medine'ye hicret ederlerken, Mekkeli müşrikler peşlerine düşmüşler, peygamberimizle Hz. Ebu Bekr de Sevr mağarasına saklanmışlardır. Kur'an-i Kerim'de: "İnkar edenler kendisini (Mekke 'den) çıkardıkları sırada, ikisi mağarada iken arkadaşına ' 'üzülme, Allah bizimle beraberdir!" diyordu..." (Tevbe, 40) buyurulmuştur. Sevr Mağarası'nın mı, Hire Mağarası'mn mı üstün olduğu konusunda İse İhtilaf edilmiştir.
Feyrüzâbâdî: "Sevr mağarası daha faziletlidir. Zira Allah Teâlâ onu Kur'-an 'da zikretmiş (Tevbe, 40) ve bu mağarada Adnanoğullarmın efendisi (peygamberimiz) korunmuştur" demiştir. Bazıları da "Hira Mağarasrdaha üstündür. Zira Rasûlüllah, ibadet için orayı seçmiş ve vahiy orada gelmeye başlamıştır" demişlerdir.
Mağaranın ağzmdan Rasûlüllah ve Hz. Ebu Bekr girmişler, müşrikler ise ağaç dallarını ve örümcek ağını görünce mağarada olmalarına ihtimal vermemişlerdir. İçeride Hz. Ebu Bekr (r.a), Rasûlüllah'a (s.a) bir zarar gelmesinden endişe ederek "Mağaraya girerlerse ne yaparız yâ Rasûlallah!" dediğinde Peygamberimiz (s.a) mağaranın diğer tarafına işaret ederek; "İşte şuradan çıkarız" buyurmuşlardır. Tamamen kaya kütleleriyle kapalı olan yer Rasûlüllah'm işaretiyle beraber Allah'ın kudretiyle açılı vermiştir.
Hadis, Allah'a güvenmenin, O'nun gözetiminde huzur içinde bulunmanın ve tehlike ânında tüm tedbirlere başvurduktan sonra O'na sığınmanın gereğini ifade etmektedir.
Hz. Ebu Bekr'in telâşı kendisi için değil, Rasûlüllah'a bir zarar gelmesi halinde İslâm'ın zarar göreceği düşüncesinden dolayı idi. Hz. Ebu Bekr'in Rasûlüllah'a (s.a) olan sevgisi, ona acıyıp yardım etmek istemesi ve düşmanların ona bir zarar vermesinden korkması onun peygamberimize olan bağlılığını ve imanının mertebesini ortaya koymaktadır.
Hadis, Allah'ın peygamberlerini ve velilerini koruduğuna, onları muzaffer kıldığına delildir. Nitekim Allah Teâlâ "Elbette biz elçilerimize ve inananlara hem dünya hayâtında, hem de şâhidlerin (şahitliğe) duracakları günde yardım ederiz" (Mü'min, 51) buyurmuştur.[221]
82. Mü'minltrin annesi Ümmu Seleme Hind binti Ebu Ümeyyc Huze-yOfe el-Mahzûmiyye'den (r.a) şöyle rivayet olunmuştur:
Hz. Peygamber (s.a) evinden çıktığında şöyle buyururdu: "Allah'ın adiyia sığınıyorum. Allah'a dayanıp güveniyorum. Allahım sapmaktan veya sapti-nlmaktan, zulüm yapmaktan, zulme uğramaktan, saygısızlık etmekten, bana karşı saygısızlık yapılmasından Sana sığınırım". (Hadis sahihtir; Ebu Dâ-. vud, Tirmizî ve diğerleri sahih senedlerle rivayet etmiştir. Tirmizî. hadis sahihtir, demiştir. Buradaki metin Ebu Davud'undur).[222]
Peygamberimiz (s.a) hicretin 4. yıhnda ümmü Seleme ik kocası Ebu Seleme'nin ölümünden sonra evlenmiştir. Ümmü Seleme kocasıyla beraber Habeşistan'a ilk hicret edenler arasında yer almıştır.
Medine'ye hicret eden ilk kadın şahabı olduğu söylenir. Ümmü Seleme 378 hadis rivayet etmiştir. Rasûlüîîah'm (s.a) hanımlar) (mü'minlerin anneleri) arasında en son vefat edendir.
Ebu Davud'un rivayeti; RasûlüUah (s.a) evinden çıktığında bakışlarını semaya kaldırır ve "Allah'ım sena sığınıyorum..." derdi" şeklindedir.
Hadiste zikredilen duayı evden çıkarken okumak müstehaptir. Bu duâ-mn okunması Rasûlüllah'a ittibâ, duanın karşılığı ise bayrı elde etmek ,ve nefsi uyanık bulundurmaktır, öte ysndan bu cümleleri söyleyen; dalâlet, zillet, zulüm ve cehaletten uzak olur.
Hadis Allah'a sığınmayı ve Aüah'ın emirlerine sarılmayı teşvik etmektedir. Böylece kişi sapmaktan ve Hakk yolundan çıkmaktan kurtulur. Ebu DSvud; Kit&b'ul-Edeb, 5094. Ahraed b. Hanbel; ve İbn Mfice; 3884[223]
83. EnesMen (s.a) Rasülüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kim evinden çıkarken, "Bismillahi tevekkeltü atellahi velâ havle vetâ kuvvete illâ billahi" (Allah'ın adı ile Allah'a dayandım. Allah'ın izni olmaksızın hiçbir hareket ve kuvvet yoktur) derse, kendisine Allah tarafından "Sen hidayete erdir ildin. Her ihtiyacın yerine getirildi ve korunduff* denilir. Şeytan da ondan uzak durur". (Ebu Dâvud, Tirmizf, Neseî ve diğerleri rivayet etmiştir. Tirmizî hadis hasendir, demiştir).[224]
Bir kimse evinden çıkarken bütün işlerini Allah'a havale «Ser ve günahlardan ancak O'nun korumasıyla kurtulacağını, İtaat ve ibadeti de yine O'nun yardımıyla yapabileceğini dile getirir. Kendisine Allah veya melek tarafından, Allah'ın ismiyle yardım dilediği ve O'nunla korunmayı arzu ettiği için, hidayette olduğu, dünyevî ve uhrevî işlerinde muvaffak olacağı, her türlü düşmanın şerrinden korunacağı bildirilir. Mümin bütün işlerinde sadakatle Allah'a tevekkül eder, gücü, kuvveti ve her çeşit hareketi, yalnız Allah'a, O'nun iznine izafe ederse, Allah onun koruyucusu olur. Mü'minin Allah'ın koruması altında olduğunu duyan şeytân, bunu diğer şeytanlara naklederek böyle bir kimsenin yolundan saptırılamayacağmı acziyet içerisinde itiraf eder.
Hadis, Allah'a tevekkülün ve Allah'a sığınmanın faziletini beyan etmektedir. Zira bu dua, nnYmini bütün serlerden koruyan bir kaledir. Hadiste zikredilen duanın evden çıkarken okunması, dua sebebiyle hayır elde etmek için müstehaptır.[225]
84. Enes'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştir:
Hz. Peygamber (s.a) zamanında iki kardeş vardı. Biri peygamber'e (s.a) geür-gider, diğeri ise işe (çalışmaya) giderdi. İşe giden, kardeşini (çalışmadığı için) Rasûlüllah'a şikayet etti. Rasûlüllah da ona, "Belki de onun yüzünden rızkım elde ediyorsun" buyurdu. (Tirmizî, Müslim'in şartına göre sahih olan bir senedle rivayet etmiştir)[226]
RasûIüUah'ın (s.a) sözlerini, fiillerini öğrenmek ve yaşamak için onun yanından ayrılmayan kimse, ihtiyaçlarım gideren ve sanat sahibi olan kardeşi tarafından Peygamberimize şikâyet edilmiştir. Bunun üzerine Rasûlüllah {s.a) rızkın Allah'ın elinde olduğunu, kime hangi miktarda dilerse verdiğini hatırlatarak "Belki de kardeşinin işlerini görüp ihtiyaçlarım gidermen rızkınızın artmasına ve kolaylaşmasına sebeptir" buyurmuştur. Zira Allah, din kardeşinin yardımında olan kimseye yardımcıdır. Rızık ve yardım, korunup gözetilmeye muhtaçlar sebebiyledir, îlim tahsilinde olanların rızkını Allah? tekeffül etmiştir.
Kim ilim tahsili ve dinî hükümleri öğrenmek, Allah'ın şeriatini korumak için çalışırsa, Cenab-ı Allah onun işlerini görecek ve ihtiyaçlarını giderecek kimseyi hazır kılar. Hadiste, ilim ehline yardım etmek teşvik edilmiş tir. İnsan, nafakasını temin ettiği şahıslar sebebiyle bereket bulur, bol nzka nail olur.[227]
"O halde sen (habibim) emrolundugun vech ile dosdoğru hareket et" (Hud, 112)
"Hakikat Rabbimiz Allah'tır" deyip de sonra doğruluğu iltizam edenler (yok mu?) onların üzerlerine "Korkmayın, tasalanmayın, va'd olunduğunuz cennetle sevinin" diye melekler inecektir. Biz dünya hayatında da, âhi-rette de sizin dostlarınız. Çok yargılayıcı, çok esirgeyici (AUah)dan bir fazlu kerem olmak üzere burada canlannız neden hoşlanırsa (hepsi) sizindir. Burada ne isterseniz (hepsi) sizin". (Fussilet, 30-32)
"Rabbimiz Allah'tır, deyip de soara (bütün hareketlerinde) doğruluğu iltizam edenlere, (evet) onlara hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır Onlar (iyi amel ve hareketlerime mükafat olmak üzere orada ebedî olarak kabadırlar". (Ahkâf, 13-14)
"Hakikat Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra doğruluğu iltizam edenler (yok mu?...)" (Fussilet, 30; Ahkâf, 14) ayetiyle hadisimiz mutabakat halindedir. Doğruluk, Allah'ın emirlerim yerine getirmek, nehiylerinden kaçınmaktır. Allah'a kulluk esnasında istikametten ayrılmamaktır. İman, amel olmadıkça yeterli değildir. Zira amel imânın tercümanı ve simgesidir.[228]
85. Ebu Amr'dan -Ebu Amre Süfyân b. Abdullah da denilir- (r.a) rivayet edilmiştir: "Yâ Rasûlüllah! Bana fslâm hakkında öyle bir söz söyle ki, bu hususta senden başkasına bir şey sormafya gerek duyma)yayım" dedi. Rasûlüllah (s.a) "Allah 'a iman ettim, de. Sonra dosdoğru ol" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir).[229]
Süfyan b. Abdullah Hz. Ömer döneminde Taifte vali idi. Süfyan Ra-sûlüüah'dan (s.a) İslâm'ı yaşayabilmesi için öyle bir söz söylemesini istemiştir ki, bu söz ile başkasının açıklamasına ihtiyaç katmasın ve bu sözle amel edildiğinde, o sahibi İçin yeterli olsun.
Rasûlüllah da (s.a) ondan Allah'a iman ve imanın bütün ayrıntılarını dili ile ikrar edip kalbiyle tasdik etmesini, imanın gereği olan tüm amellerde de hiçbir eğrilik yapmadan, dosdoğru hareket etmesini istemiştir.
Hadis, "Cevâmi'ül'Kelim"dendir ki, bu Rasûiüllah'a (s.a) verilen hu-susuyetlerden birisidir.[230]
86. Ebu Hüreyre'den (s.a) Rasûlüllah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İşlerinizde mutedil olunuz, dosdoğru olunuz. Biliniz ki içinizden hiçbiri ameli sebebiyle kurtuluşa erecek değildir". Sahabîler, "Ya Rasûlüllah! Sen de mi?" dediler. Rasûlüllah "Evet ben de kurtulamam. Meğer ki Allah katından bir rahmet ve faziletle beni koruya" buyurmuşlardır. (Müslim rivayet etmiştir)[231]
Ne sevap, ne ceza, ne de şer'î bir hüküm, akıl ile sabit olmaz. Bütün bular ancak şeriat ile sabittir. Allah hiçbir şey ile mükellef tutulamaz. Dünya ve âhiret O'nun mülküdür. İstediğini yapar. Bütün itaatkârlara azab etse, onları cehenneme soksa bile bu O'nun adaletindendir. Hatta kâfirleri nimetle cennete soksa dahi! Ancak Allah haber vermiştir ve O'nun haberi doğrudur ki O böyle yapmaz. Bilakis O, mü'minleri bağışlar ve rahmetiyle onları cennete sokar. Kâfirlere azap eder ve onları cehenneme sokar. Bu ise O'nun adaletidir. Hiçbir kimse itaatiyle sevaba ve cennete hak kazanamaz.
"... Yaptıklarınıza karşılık cennete girin" (Nahl, 32) ayetinin, ameller ile cennete girmeye delil olması, hadisimiz ile çelişki teşkil etmez. Bilakis âyet ve benzerleri cennete girmenin ameller sebebiyle olduğuna delildir. Amelleri yapabilmek, bunlarda ihlaslı olmak ve amellerin kabulü Allah'ın rahmet ve keremiyledir. Yani hiç kimse cennete sadece amelle giremez. Hadisten kastedilen de buduî.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Allah'ın kullarına fazlı ve keremi, onların amellerinden daha çok ve daha geniştir. Allah üzerine hiçbir şey vacip değildir. Allah'ın rahmetine nail ol- madıkça kimse amelleri sebebiyle cennete hak kazanamaz.
"... Yaptıklarınıza karşılık cennete girin" (Nahl, 32) ayeti, sırf amel ile cennete hak kazanmaya değil, Allah'ın bunu va'di sebebiyledir. Hiçbir beşer, Rabbinin hakkını tastamam yerine getiremez. Zira Allah'ın nimetleri çoktur. İnsan onlara karşı şükretmekten âcizdir. Nitekim Allah "...Eğer Allah'ın nimetlerini saymak isterseniz sayamazsınız..." (İbrahim, 34) buyurmuştur.
İyi ameller cennete girmek için sebeptir. Cenneti kazanmak ise ancak Allah'ın rahmeti, fazlı ve keremiyle olur.
Mü'min iyi amel işlerken duayı da yanından eksiltmemelidir ki böylece Allah'ın rahmetine nail olsun ve cennete girebilsin.[232]
"(Habibim) de ki: Ben size sırf Allah için İkişer İkişer, teker teker (karşımda) durmanız, sonra arkadaşınızda hiçbir mecnunluk olmadığını iyi düşürtüp bil)menizi va'z ederim". (Sebe, 46)
"Hakikat göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde (ve uzayıp kısalmasında) akl-ı selim sahipleri için elbet ibret verici deliller vardır. Onlar (o salim akıl sahipleri, öyle insanlardır ki) ayakta iken, otururken, yanlan üstünde (yatar) iken, (hep) Allah'ı hatırlayıp anarlar ve göklerin, yerin yaratılışı hakkında inceden inceye düşünürler. (î'mâli fikir ederler ve şöyle derler): Ey Rabbimiz Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen (bundan) pâk ve münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru". (Al-i İm-ran, 190-191)
"Onlar hâlâ (İbretle) bakmazlar mı o deveye, nasıl yaratılmıştır o? O göğe, nice yükseltilmiştir? O dağlara nasıl dikilmiştir? O yere, nasıl yayılıp döşenmiştir? (Habibim) sen hemen (onlara Allah'ın nimetlerini, tevhid delillerini) hatırlat, sen ancak bir batirlatıcısm", (Gasiye, 17-21)
' "Onlar kendilerinden evvelkilerin sonuçlarının nice olduğuna bakmaları için yer(yüzün) de gezip dolaşmadılar mı? Allah onlann kökünü kırmıştır. O kâfirlerin hakkı da bunun benzeridir". (Muhammed, 10)
Bu konuda ayetler pek çoktur.[233]
Daha önce zikri geçen (5. Bölüm, 66 nolu hadis)
"Akıllı ne/sini muhasebeye tâbi tutan kimsedir" anlamındaki hadis bu konu ile ilgili hadislerdendir.[234]
"Öyle ise siz de (ey mü'minler) hayır işlerine koşun, birbîrinizle yarış edin". (Bakara, 148)
"Rabbinizin mağfiretine ve takva sahipleri için hazırlanmış olan cennete -ki eni göklerle yer (kadardır)- koşuşun". (Âl-i fmrân, 133)[235]
87. Ebu Hüreyre'den (r.a) rivayet edildiğine göre, RasûlüİIah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Hayırlı işler yapmakta acele ediniz! Yakında karanlık gece parçaları gibi fitneler olacaktır. Kişi mü'min olarak sabahlar, kâfir olarak geceler, yine mümin olarak geceler, kâfir olarak sabahlar. Çünkü dünya malı karşılığında dinini satar". (Müslim rivayet etmiştir).[236]
"Beş şeyden önce, beş şeyi ganimet bil! ihtiyarlığından önce gençliğinin, hastalığından Önce sağlığının, fakirliğinden önce zenginliğinin, meşguliyetinden önce boş vaktinin, ölümünden önce hayatının" hadisinde de olduğu gibi engeller çıkmadan önce amel-i salİh işienmelidİr.
Fitneler üst üste gelirse, kalbi ifsad eder ve onda katılık ve gaflet oluşturur ki bu da kişinin nifaka ve küfre girmesine sebep olabilir.
Müslüman kardeşinin malını gasbetmesi veya helâl sayması, faizi, aldatmayı ve buna benzer haramları helal sayması veya küçümsemesi, kişinin küfre girmesi için yeterlidir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Dine bağlılık farzdır. Herhangi bir engel çıkmadan önce salih amelleri işlemekte acele edilmelidir. Çünkü Ahir zamanda peşipeşine dalâlete iten fitneler zuhur edecektir.[237]
88. Ebu Sirvea Ukbe b. el-Hâris (r.a) şöyle anlatır:
Medine'de Hz. Peygamber'in (s.a) arkasında ikindi namazını kılmıştım. Selam verdikten sonra hemen ayağa kalkarak, cemaatin omuzları üzerinden atlayıp, zevcelerinden birinin evine gitti. Halk, onun acele kalkıp gitmesinden endişe etti. Bir müddet sonra çıkıp geldi. Onun çabuk hareketi karşısında halkın şaşırdığını görünce şöyle buyurdu: "Evimizde bir miktar altın ve gümüş olduğunu hatırladım. Bunun beni Allah'a yönelmekten alıkoymasından hoşlanmadım da onun hemen dağıtılmasını emrettim". (Buhâri rivayet etmiştir).[238]
Buhâri'nİn diğer bir rivayeti ise şöyledir: "Evde sadaka olarak verilecek altın veya gümüş bırakmıştım. Onun gece yanımda kalmasını hoş görmedim".
Ebu Sirvea ve kardeşi Ukbe, Mekke'nin fethinde müslüman olmuşlardır. Buhârî Ebu Sirvea'dan üç hadis rivayet etmiştir. Rasûlüllah'ın (s.a) acele etmeden yürümesi âdeti iken, hızlı hızlı yürüdüğünü sahabîler görünce kendilerine bir musibetin gelmesinden endişe etmişlerdir. Rasûlüllah'ın (s.a) evde olan bir miktar altını "Namazda iken hatırladım" buyurduğu da rivayet edilmiştir. Peygamberimiz onları düşünerek Allah'a yönelmekten geri kalmayı hoş karşılamamıştır. Bazıları da; "Dağıtılacak zekâtın geciktirilmesi, kişiyi kıyamet günü hesap için geride bırakmaya sebep olur" demişlerdir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır: Kalbi, Allah'tan alıkoyan şeylerden ayıklayıp temizlemek, hayırlı işlerde acele etmek müstehaptır. Doğrudan zekâtım verebilecek kudrete sahip olan kimse, vekil tayin edebilir.[239]
89. Câbir'in (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bir adam Uhud harbinin olduğu gün Nebi'ye (r-a) "Eğer Allah yolunda öldürütürsem, nerede olurum"dedi. Rasûlülİah: "Cennet'te (olursun)'*buyurdu. Adam elindeki hurma tanelerini attı. Sonra şehid oluncaya kadar savaştı". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[240]
Hadiste geçen şahsın Amr b. Humâm el-Ensârî olduğu söylenir. Kıssasının Bedir savaşında vuku bulduğunu, anlatılan bu kişinin başkası olduğu da rivayet edilir. Yemekte olduğu hurmalan cihadda aceîe ettiği için normal bir şekilde yiyememiş, hatta Allah'ın rızasına bir an önce kavuşmak İçin onları yiyeceği vakit için dahi sebredememiştir. Nitekim bu şahsın "Bu hurmaları yiyinceye kadar yaşayacak olsam, bu vakit çok uzundur" diyerek hurmaları attığı rivayet edilmiştir. Uhud savaşında ilk şehid olan kimse olduğu da söylenir. Hâkim de Enes'ten şöyle rivayet etmiştir: Siyah renkli bir kimse RasÛIüllah'a (s.a) gelerek: "Yâ Rasûlüllah! Ben siyah renkli, kötü kokan ve malı olmayan bir kimseyim. Ben su kimselere karşı öîdürülünceye kadar çarpışsam nerede olurum?" dedi. Peygamberimiz: "Cennetle Nursun" buyurdular. Bunun üzerine adam şehid oluncaya kadar savaştı. Rasûlüllah (s.a) onun yanına gelerek "Allah yüzünü beyaz, kokunu güzel ve malını çok etsin " buyurdu.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Hayırlı işlerde acele eden kurtuluşa erer. Ihlâs İle Allah yolunda nefsini feda eden için cennet vardır.
Bilmediği şeyi sorup Öğrenmesi kişi için müstehaptır.[241]
90. Ebu Hüreyre (r.a) şöyle anlatır:
Bir adam Rasûlüîlah'a (s.a) gelerek "Ya RasÛlellah! Hangi sadaka sevap yönünden daha büyüktür?" diye sordu. Rasûlüüah "Senin sağlıklı, aşırı cimri, fakirlik korkusu ve zenginlik arzusu içinde bulunduğun halde iken verdiğin sadakadır. Can boğaza gelip, "bu falancanın, şu da falancanın" diyeceğin zamana kadar bırakmatnandır. O vakit, saten vermek istediğin falancaların olmuştur" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir).[242]
"Hangi sadaka, sevap yönünden daha büyüktür?" diye peygamberimize soran sahabînin Ebu Zerr olması muhtemeldir. Zira Ahmed b. HanbeFin ve Abd b. Humeyd'in müsnedlerinde, Ebu Zerr'den bu şekilde bir som rİ-vâyet edilmektedir. Nitekim "Şeytan sizi fakirlikle korkutur (fakir düşeceğinizi söyleyerek sadaka vermekten geri kalmanızı ister)" (Bakara, 268) bu-yurulmuştur.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Sağlıkta verilen sadaka, hastalıkta verilen sadakadan daha faziletlidir. Zİra sıhhatli ânında kişinin cimriliği artar. Hastalığında sadaka vermek isteyen, bilâhere bu hastalığından şifa bularak sağlığına kavuşan kimse m'yyet ettiği sadakayı verirse; bu onun ihlâsına, Allah'a olan sevgisine işarettir. Ancak iyileşmekten ümidini kesen ve malının başkalarına kalacağı düşüncesiyle sadaka veren böyle değildir.
Birtakım engeller çıkmadan önce hayırlı işler yapmakta ve sadaka vermekte acele etmek gerekir. Can boğaza geldiğinde ne vasiyet, ne sadaka, ne de herhangi bir tasarruf makbul değildir. Ebu Davud'un Ebu Said el-Hudrî'den rivayetinde, Rasûlüllah (s.a) "Kişinin sağlığında bir dirhem sadaka vermesi, ölümü ânında yüz dirhem sadaka vermesinden daha hayırlıdır" buyurmuştur.[243]
91. Enes'den (r.a) Rasûlüllah'm (s.a) Uhud harbinin olduğu gün eline bir kılıç alarak şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir "Bunu benden kim alacak?". Herkes "Ben, ben" dedi. Rasûlüllah: "Onun hakkını vermek şartıyla kim alacak?"buyurdu. Hak durakladı. Ebû Dücâne (r.a) "Onun hakkını vermek üzere ben alacağım" dedi. Hemen kılıcı aldı ve onunla müşriklerin başlarını ikiye ayırdı. (Müslim rivayet etmiştir).[244]
Hadiste zikredilen Ebu DÜcâne'nin adı; Simâk b. Harşete'dir. Bedir ve Uhud savaşına katılmıştır. Uhud savaşında Mus'ab b. Umeyr ile beraber Ra-sülüllah'ın yanında bulunmuşlar, çeşitli yaralar almalarına rağmen peygamberimizi korumuşlardır. Mus'ab bu savaşta, Ebu Dücâne ise Yemâme savaşında şehid olmuştur.
Ebu Dücâne "Yâ Rasûlüllah! Onun hakkı nedir?" diye sormuş, Rasûlüllah (s.a) "Onunla eğilinceye kadar düşman yüzüne vurmandır" buyurmuştur. Bunun üzerine "O kılıcı alıyorum" demiştir.
Zübeyr'den ise şöyle rivayet edilir: "O kılıcı Rcsülüttah'dan (s.a) istediğimde, onu bana vermemişti. Ebu Dücâne'ye verdiğinde, "Vallahi onun ne yaptığına bakacağım " dedim ve onu takip ettim. San bir sargı alarak başına bağladı. Ensar dedi ki "Ebu Dücâne ölüm sargısını çıkardı". Daha sonra önüne çıkan müşriği öldürdü".
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Ebu Ducâne'nİn cesareti, Allah yolunda nefsini feda etmesi ve dhad-daki sadâkati, sahabîlerin faziletini beyan etmektedir. Kılıcı almakta tereddüt edenler, onun hakkını tam olarak vermeye güç yetiremeyeceklerini düşündükleri için tereddüt geçilmişlerdir. Nitekim Rasûlüllah (s.a) "O'nun hakkını vermek şartıyla kim buyurmadan önce hepsi ellerini uzatmıştır.
Rasûlüllah, ashabını kendilerini daha fazla feda ederek düşmanı hezimete uğratmaya teşvik etmiştir.[245]
92. Zübeyr b. Adiyy'den (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Enes b. Mâlik'in (r.a) yanına vardık. Haccâc'tan karşılaştığımız şey-Jerden şikayet ettik. Enes "Rabbinize kavuşuncaya kadar sabrediniz. Çünkü her gelen zaman, geçenden daha kötüdür. Bunu peygamberimizden (s.a) duydum, dedi". (Buhârî rivayet etmiştir).[246]
Zübeyr b. Adiy el-Hemedânî el-Yâmî, Rey'de kadılık yapmıştır. Güvenilir bir râvidir. Fakîh'tir. Hicri 131 yılında vefat etmiştir. Haccâc b. Yûsuf es-Sakafî, Abdu'l-Melik b. Mervan zamanında önce Hicaz, sonra da İrak'ta valilik yapmıştır. Enes b. Malik'e bu şikayet Basra'da yapılmıştır.
Buhâri'nin rivayet ettiği başka bir hadiste ise şöyle buyurulmuştur: "Her gün, bir önceki günden daha şerlidir. (Bu durum) Rabbinize kavuşuncaya kadar (devam eder)".
Hasan Basrî "Her yıl, biraz daha zelil olursunuz" demiştir.
Abdu'l-Vehhâb eş-Şa'rânî de, "Allah 'in bir musibetle imtihan edip, sonra ondan daha şiddetlisi ile denemesi âdetidir. Bu, kulun hafiften şiddetliye doğru alışUnlmasıdır. Başlangıçta şiddetli olanla imtihan edilse, belki ona tahammül edemez. Halbuki hafiften şiddetliye doğru böyle değildir" demiştir.
Hasan Basri'ye Haccâc'tan sonra Ömer b. Abdülaziz'in dönemi sorulmuş, O da "insanların teneffüs edecekleri bir zaman gereklidir" demiştir. Bazıları da ' 'Bir asır, genel olarak bir sonraki asırdan deha iyidir" demişlerdir. Aynca Haccâc döneminde sahabîlcrin sayısj çoktu. Bunların hemen hepsi, Ömer b. Abdülaziz döneminde vefat ettiler. Elbette sahabîlerin yaşadığı zaman, sonraki zamandan daha hayırlıdır.
Vakit kılıçtır, eğer onu iyi amellerle kesmez, diğer sıkıntılardan kurtulma zamanım beklersen, o kılıç seni keser. Faydasız bir şekilde en güzel şeyler elinden kaçar.
Hadiste: "Rabbinİze kavuşuncaya kadar sabrediniz" buyurulmuştur. Mü'min Rabbİne kavuşmadıkça huzura eremez. Diğer bir deyişle, dünyada rahatlık yoktur. Hadis Neseî'de rivayet edilen "ümmetim yağmur gibidir. Önü mü, sonu mu hayırlıdır bilinmez" hadisi ile tenakuz halinde değildir. Zira konu ile ilgili hadis, zaman itibariyledir. Neseî'deki hadis ise zaman İçinde yaşayanlarla ilgilidir.
Bir hadiste "Kıyamet, ancak insanların en şerlileri üzerine kopar" buyurulmuştur.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Sıkıntılara sabretmek ve sâlih amellerde acele etmek müstehaptır.
Her günün bir Öncekinden daha meşakkatli ve zor olacağı haber verilmiş ve aynca âhir zamanda fitne ve fesadın daha da yoğunlaşacağına ve yaygın olacağına işaret edilmiştir.[247]
93. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet ' edilmiştir: "Yedi şey gelmeden önce iyi amellere koşun: Unutkanlık getiren ;; fakirlik, azdıran zenginlik, (sağlığı) bozan hastalık, bunaklaştıran yaşlılık, ansızın gelen ölüm, beklenen (ve) bilinmeyen serlerin en kötüsü Deccâl veya v daha korkunç ve daha acı olan kıyametden başka bir şeyi mi bekliyorsunuz?'.' : (Tirmizî rivayet etmiş ve "hadis hasendir" demiştir).(93) [248]
Yedi meşgul edici hâl gelmeden önce, iyi amellerle meşguliyette yarışmak emredilmektedir. İnsan fakirlik sebebiyle çeşitli üzüntülerle karşılaşır. Bu üzüntüler kişide unutkanlık doğurur. Zenginlik, sahibini kulluk görevlerini yerine getirmekten alıkoyar. Akla veya bedene zarar veren hastalık ise ibadetlerin kemâliyle yerine getirilmesine engel olur. Nitekim bir hadis-i ?e rifte: "/*/ nimet vardır ki, insanların çoğu bunlarda atdanmıştır. Bunlar soğuk ve boş Duyurulmuştu.. Aşın yaşlılık da bunaklık denilen, dengesiz konuşma ve hareketlere sebep olur. Ani ölüm veya gençlikte ölüm de, insanın gaflette iken yakalanmasına yol açabilir. Deccâl ise, sayılanların en şiddetlisi ve korkuncudur.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Deccâl'in ortaya çıkması kıyamet alâmetlerindendir. Dünya azabı, âhi-ret azabına nisbetle daha hafiftir.
İnsan engeller çıkmadan önce salih ameller işlemeye gayret etmelidir.
Kişiyi hayırdan uzak kılan; şiddetli fakirlik, zenginlik, hastalık ve yaşlılıktır.[249]
94. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlüllah'ın (s.a) Hayber savaşı günü şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bu bayrağı, Allah'ı ve Rasûlü'nü seven, Allah'ın onun elinde zafer kazandıracağı bir adama vereceğim". (Ebu Htirey-re bu rivayeti sırasında Hz. Ömer'in (r.a) sözlerine yer verir).
Ömer (r.a) demiştir kî: "Sadece o gün emirliği istemekten hoşlandım da, bu işe çağırılırım ümidiyle kendimi göstermeye çalıştım". (Ebu Hüreyre devamla): Rasülüllah Ali b. Ebî Tâlib'i çağırdı. Bayrağı ona vererek "Yürü! Allah sana zaferi müyesser kılana kadar sağına-soluna bakma" buyurdu. Ali (r.a) biraz yürüdü. Sonra bakışlarını ileriye doğru tutarak durdu ve "Ya Rasûlüllah! İnsanlarla hangi şey için savaşacağım?" diye sordu. Rasülüllah: "Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet edinceye kadar onlarla savaş, şehadet getirdikleri takdirde; şüphesiz, senden canlarını ve mallarını korumuş olurlar. Meğer ki bu cezayı hak etmiş olalar. Onların iç hallerinin hesaplan da Allah'a aittir" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir).[250]
Hayber'in fethi hicretin 7. yılında olmuştur. Allah'ı ve Rasûlü'nü sevenleri Allah ve Rasûlü de sever. Nitekim: "... Allah yakında öyle bir toplum getirecek ki (O) onları sever, onlarda O'nuseverler... "(Maide, 54) buyur ulm ustur.
Hadis Hz. Ali'nin faziletini ifade etmektedir. Hz, Ömer'in bayrağın kendisine verilmesi için olan isteği de bunu te'kid etmektedir. Hz. Ali, zafere erişinceye kadar sağına soluna bakmamakla emrolunmuştur. Hz. Ali bu emre: "Yâ Rasûlüllah! İnsanlarla hangi şey için savaşacağım?" diye sorarken bile bakışlarını ileriye doğru tutmak suretiyle uymuştur. Bu emir, Hayber fethe-dîlinceye kadar düşmana aman vermemekti. Hz. Ali ise, emrin hem zahirine hem de bâtınına uymuştur.
Allah'ı ve Rasûlü'nü sevmek, onlara iman etmekle ve emirlerine tâbi olmakla mümkündür. Rasûlüllah'ın gelecekteki bilinmeyen bir şeyi haber vermesi mucizedir. Hayber'in fethedileceğini önceden bildirmiştir.
Kelime-i Şehâdet'i söyleyen kimsenin (kasden adam öldürmediği veya dinden çıkacak bir şey söyleyip-yapmadığı sürece) öldürülmesi caiz değildir.
İnsanlann zahirî durumuna göre hüküm verilir, iç âlemleri Allah'a havale edilir. Hadis, zekâtı gönüllü olarak vermeyp"t"e karşı yönetimin zor kullanma yetkisine sahip olduğunu ifade et.[251]
"Bizim uğrumuzda mücâhede edenler(e gelince): Bİz onlara elbette yollarımızı gösteririz. Şüphesiz ki Allah muhsinlerle beraberdir". (Ankebût, 69)
"Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et". (Hicr, 99)
"Rabbinin adını an. (İbâdetinde O'ndan başka her şeyden kesilerek) yalnızca O'na yöne!". (Müzemmil, 8)
"işte kim zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa onu(n sevabını) görecek". (Zilzâl, 7)
"önden nefisleriniz için ne hayır gönderirseniz, onu Allah'ın nczdinde bulursunuz. (Hem) bu daha hayırlıdır hem de sevap bakımından büyüktür". (Müzemmil, 20)
"Her ne hayır işlerseniz şüphesiz Allah onu çok iyi bilen (mükâfatını veren)dir". (Bakara, 273)
Konu ile ilgili ayetler malum olup pek çoktur.[252]
95. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasülüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teâlâ buyuruyor ki: kim Benim dostlarımdan birine düşmanlık ederse, ona mutlaka savaş açarım. Kulumu Bana yaklaştıran şeylerin Benim katımda en sevimli olanı, farz kıldığım ibadetlerdir. Kulum nafile ibadetlerle devamlı Bana yaklaşır da, nihayet Ben onu severim. Onu sevdiğim vakit de işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Bana sığınırsa muhakkak onu korurum". (Buhârî rivayet etmiştir)[253]
"Velî" Allah'a itaat ve takva İle dost olan, Allah'ın da kendisini koruduğu ve yardımcı olduğu kişidir. Bir başka şekilde; emirlerine uyup, yasaklarından kaçınarak Allah'a yakın olan, O'nu zikirden ihmal etmeyen, nafile ibadetleri çokça yapan, kalbini O'mın nuru kapladığı için başkasına yer vermeyen, O'nun kudretinin delillerinden başkasını görmeyen, O'nun ayetlerinden başkasını işitmeyen, kısacası ibadet ve itaat dışı hiçbir harekette bulunmayan bir kimse olarak da tarif edilebilir. Böyle bir kimse, muttaki (Allah'tan çok sakınan) dır. Nitekim: "- Onun velileri sadece muttakîlerdir..." (En-fâl, 34) buyuru! muştur.
Allah Teâlâ'nın kulunu desteklemesi, ona yardımcı olması, uzuvlarını koruması, razı olmayacağı şeylerden onu uzak tutması; "işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum" şeklindeki tabirlerden kinayedir. Âdeta Allah, zâtını kulunun yerine koyuyor ve âlet menzilesine iniyor. Kul da bu aletlerden faldalanıyor. Şu anlamda da düşünülebilir. "Kulum benim zikrimden başkasını duymaz; melekûtumdaki şeylerden başkasına bakmaz; razı olduğum şeyler haricine elini uzatmaz; razı olmadığım yerlere gitmez".
Bu hadis-i kudsî'den anlaşıldığı üzere, en önemli ibadetler farz olan ibadetlerdir, öncelikle yapılması gereken ibadetler farzlardır. Ondan sonra nafile İbadetler gelir.
Allah dostlarına, onların hoşuna gitmeyen işler yapmak veya onlara eziyet etmek suretiyle düşmanlık yapmak haramdır. Allah'ın gazabına vesiledir. Ancak bir hak-hukuk sebebiyle mahkemeye müracaat caizdir. Nitekim Allah'ın en iyi dostları olan sahabîler arasında da mahkemeye müracaat edildiği görülmüştür.[254]
96. Enes'den (r.a) rivayet edildiğine göre, Rasûlüllah'ın (s.a) Rabbi'nden rivayet ettiği bir hadis-İ kudsî'de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kulum Bana bir karış yaklaşırsa, Ben ona bir arşın yaklaşırım. Bana bir arşın yaklaştığında, Ben ona bir kulaç yaklaşırım. O Bana yürüyerek geline, Ben ona koşarak giderim". (Buhârî rivayet etmiştir).[255]
Hadis kudsi hadislerdendir. Hadisin evveli: "Ben kulumun Beni zanm-mn yanındayım. Beni hatırladığında onunla beraberim. Beni kendi nefsinde zikrederse. Ben de onu kendi nefsimde zikrederim. Beni bir toplum İçinde zikrederse, o toplumdan daha hayırlı bir toplumda onu anarım" şeklindedir.
Kirmânî, bu tabirlerin Allah için kullanılmasının mecazî olduğunu belirtir. \fcni; "Az da olsa itaatle Bana yaklaşana, Ben de kat kat sevap ve ikramla yaklaşırım, ttaati ne miktarda artmrsa. Ben de o derecede sevabı artırırım, O Bana ağır ağır hareketle itaat ederse, Ben ona sevabı hızlı bir şekilde ulaştırırım".
Hadis, Aİİah'm cömertliğine, rahmet ve affının çokluğuna işaret etmektedir; zira az karşılığında, çok vermektedir.[256]
97. İbn Abbas'dan (r.a) rivayet edildiğine göre, Rasüiüllah (s.a) şöyle buyurmuştur: "İki (önemli) ni'met vardır ki; insanların çoğu onlar hakkında aldamp kıymetini bilmemiştir: Onlar, sıhhat ve boş vakittir". (Buhârî rivayet etmiştir)[257]
Hadiste mükellef bir mü'min ticaret yapan birine, boş vakitler de onun sermâyesine benzetilmiştir. Kim sermayesini en güzel şekilde kullanırsa kazanır. Kim de sermayesini kaybederse zarar eder ve pişmanhk duyar. Hadis saglığm ve boş vakitlerin değerlendirilerek Allah'a yakın olmaya ve zaman geçmeden hayırlı işler yapmaya teşvik etmektedir.
İnsanların çoğu bu nimetlerin kıymetini takdir edemiyorlar, zamanlarını faydasız şeylerle geçirip, sağlıklarını bozan şeylerle meşgul oluyorlar, islâm ise, vaktin değerlendirilmesine, sağlığın korunmasına önem vermektedir.[258]
98. Üz. Âişe'den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
Nebi ayaklan yarılacak hale gelinceye kadar gece namazı kılarken* uzun süre ayakta kalırdı. Ben kendisine: "Ta Rasûlaiîah! Allah 7eâ-İâ, sizin geçmiş ve gelecek günahınızı af/etmiştir. Neden böyle yapıyorsunuz?" dedim. O "Allah'a şükreden bir kul olmayı sevip-istemeyeyim mi?" diye cevap verdi. {Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir. Metin Buhârî'nin-dir. Benzer bir hadis Muğire b. Şu'be tarikıyla yine Buhârî ve Müslim'de rivayet olunmuştur).[259]
Bazı rivayetlerde; "Ayaklarından su çıkıncaya kadar", "ayaklan şişin-ceye kadar" şeklindedir.
"Şükür" ni'meti itiraf etmek ve onu hizmette kullanmaktır.
Kim bu konuda özen gösterir, titiz davranırsa, "şekûr" olarak adlandırılır. Kur'an-i Kerîm'de "... Kullarımdan şükreden azdır" (Sebe, 13) buyurul-muştur. Teheccüd, şükür yollarından en önemlisidir. Rasüiüllah (s.a): "Gücünüz nisbetinde amel işleyiniz. Zira siz usanmadıkça Allah (ibadetlerinizin karşılığını vermekten) usanmaz" buyurmuştur. Nitekim Peygamberimiz (s.a) ibadetlerde usanmazdı. Nitekim "Göz aydınlığım (nurum) namazda kılınmıştır" buyurmuştur.
Peygamberler büyük günahlardan korunmuşlardır. Bu konuda İcma vardır. Zemmedilen küçük günahlardan da korunmuşlardır. Alimlerin çoğu, onların zelle'den de korunmuş oldukları görüşündedir.
Peygamberlerin zellelerinin "Hasenat'ül-Ebrâr, Seyyiât'Ül-Mukarrabin" cinsinden olduğu söylenir. Yani iyilik sahiplerinin amelleri Îİe Allah'ın velilerinin (dostlarının) amelleri eşit olmaz. Peygamberlerin amelleri ise kıyas dahi edilemez. İşte peygamberler, içinde bulunduktan manevî havada kendi mertebelerinde bazı eksiklerini görebilirler. Hiç de sorumlu olmadıkları bir konuda Allah'a daha yakın olabilmek İçin bulundukları hallerden istiğfar ederler. Zira nimetler şükrün arttırılmasına sebeptir.[260]
99. Hz. Âişe'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştir: "Ramazan'ın son on günü girince Rasûlüllah (s.a) geceyi ibadet ederek geçirir, ev halkım uykudan kaldırır, kendisini ibadete verir, hanımlarına da yaklaşmazdı". (Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir). [261]
Ramazan'ın son on günü, ramazanın 21. gününden son gününe kadar olan zamandır. Peygamberimiz, hu on günün gecelerini devamlı ibadetle geçirirdi. Senenin bütün gecelerini ibadetle geçirmek ise yasaklanmıştır. Bu gecelerde ev halkını uykudan kaldırması, bu vakitlerin faziletine dikkatlerini çekmek ve bu vakitlerde sâlih ameller işlemeye teşvik içindir. TirmizTnin Zeynep bintİ Ümmü Seleme'den bir rivayetinde "Rasûlüllah (sm) ehl-i beytinden ramazanın son on gününde geceyi ihya etmeye güç yetirecek herkesi kaldırırdı" buyurulmuştur. Zira bu gecelerden birisi "Kadir gecesi"dir ki, İçinde kadir gecesi bulunan ay bin aydan daha hayırlıdır.
Ramazan gecelerinin, özellikle son on gecenin ihya edilmesi müstehaptır.[262]
100. Ebu Hüreyre'den (r.a), Rasülüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Güçlü mü'min, Allah katında zayıf mü'minden daha hayırlı ve daha sevimlidir. Fakat her ikisinde de ayrı ayrı hayır vardır. Sana fayda verecek şeye sanl! AUah'dan yardım iste! Acze düşme! Eğer başına bir şey gelirse; "Şayet şöyle yapsaydım, böyle olurdu" deme! Ancak, "Bu Allah'ın takdiridir. O dilediği gibi yaptı" de! Zira "Şayet (şöyle yapsaydım böyle olurdu) denilmesi, şeytanın işine kapı açar*\(Müslim rivayet etmiştir).[263]
"Kuvvetli mümin" imanının kuvvetiyle sebeplere iltifat etmeyen, aksine sebepleri halkeden Allah'a güvenen ve fakat aynı zamanda ahiret işlerine sadakatle rağbet edip, ibadetlere çokça yönelen kimsedir.
Yapılan işler ve alınan tedbirler kadere engel olamaz ve kaderin önüne geçemez. Zira bu tedbirler ve kader karşısında acizlik de kaderde vardır. "Şöyle yapsaydım, böyle olurdu" düşüncesiyle kaderi değiştireceği vehmine kapılan, dalâlete düşmekte şeytana kolaylık sağlamış olur.
Kuvvet ve zayıflık; nefisle mücâhede, ibadetleri yerine getirme, insanlara yararlı işler yapma, onlardan zararlı şeyleri uzaklaştırma açısındandır.
lnsanm, kendisine fayda verecek, dinini, güzel ahlâkını koruyacak her İşe istekli olması, bu konuda Allah'tan yardım dilemesi gerekir. Çünkü Allah'tan yardım isteyen, yardım görür.
Allah'tan gelene tam bir teslimiyette bulunmalı, kadere nza ile gerekli olan çarelere müracaat edilmelidir. Bununla beraber geçmiş bir konuda; "Şöyle olsaydı, böyle olurdu" gibi düşüncelere dalmak doğru değildir. Ancak, Allah'ın takdir ettiğinden fazlasına nail olamayacağım bilerek, kaçırdığı hayra üzelerek "Keşke şöyle olsaydı" demek mekruh değildir.[264]
101. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasülüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Cehennem şehvetler İle, cennet de nefsin hoşlanmadığı şeylerle örtülmüştür". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[265]
Cennete girmek, ancak haram ve mekruhlarla irtibatı kesmek ve bunlara düşmemek için büyük gayret ve sabır göstermekle olur. Cehennemden de kurtuluş, ancak şehvetleri terketmek ve nefsi onlardan arındırmakla olur. "Yâni cennet nefsin hoşlanmadığı şeyleri işlemekle nefse zor gelen ibadet, taat ve hayırda çalışmakla elde edilir. Ancak kalbin katılaşmasına ve itaatte tembelliğe itecek derecede ibadette aşırılık yasaklanmıştır. Cehenneme de, haram olan şevetlere tâbi olmakla girilir.[266]
102. Ebu Abdullah Huzeyfe b. el-Yemân'm (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bir gece, Nebi'nin ,'s.a) arkasında namaz kıldım. Bakara suresini okudu. "Yüzüncü ayette rukû'a varır" dedim. Yüzüncü ayeti geçti, içimden "Surenin tamamını bir rekat'ta okuyacak" dedim. Bunu de geçti. "Rukûa varır" dedim. Sonra da Nisa suresine geçti. Onu da bitirdi. Sonra Âl-i İmrân suresine başladı. Ağır ağır okuyordu. İçinde Allah'ı teşbih etmeyi içeren bir ayet geçince teşbih ediyor. Dua ayetleri geçince, duâ ediyor, sığınmayı ifade eden ayetler geçince de Aliah'a sığmıyordu. Sonra rûku'a vardı. "Sübhane Rabbiyef-Azim" dedi. Rukû'u da kıyam hâli gibi uzun sürdü. Sonra "Semiaîiâhü li-men hamideh, Rabbena lekel hamd" diyerek doğruldu. Neredeyse Rukû'da durduğu kadar bir süre de ayakta durdu. Sonra da secdeye vardı. Secdede "Sübhâne Rabbiye'I Â'Iâ' dedi. Secdesi de, kıyamda duruşuna yakın bir süre tuttu". (Müslim rivayet etmiştir).[267]
Huzeyfe'nin babası da müslüman olmuştur. Uhud savaşında yanlışlıkla müslümanlar tarafından şehid edilmiştir. Huzeyfe o zaman "Ey Allah'ın kullan! O babamdın babam! babam!" diye bağırmış, fakat el-\eman, çoktan
Öldürülmüştü. Huzeyfe "Allah sizi bağışlasın"demiş ve diyetini müsiüman-lara hibe etmiştir.
Huzeyfe, sahabîierin ileri gelenlerindendir. Peygamberimizin (s.a) sır arkadaşıydı. Peygamberimiz ilerde ortaya çıkacak fitneleri ona söylerdi. Birkaç fetihde komutanlık yapmıştır. Hz. Ömer devrinde Medâin'de vali idi. Resû-lüllah'dan (s.a) 100'ün üzerinde hadis rivayet etmiştir. Medine'de hicretin 36. yıhnda vefat etmiştir.
RasÛIüllah'ın (s.a) Bakara'dan Nisa suresine, sonra da Âl-Î îmrân suresine geçerek mushaftaki sıraya riayet etmemesi üzerinde çeşitli görüşler ilsri sürülmüştür. Müteahhir âlimler; "Rasûlüllah (sm) bunun caiz olduğunu beyan için yapmıştır" demişlerdir.
Hadisin ifâde ettiği hükümler şunlardır: Nafile namazda imama uyutabilir. Gece namazını uzun tutmak müstehaptır. Rükû'da ve secdede en az bir defa teşbih yapılmalıdır. Azın en güzeli üç defa yapılması, en çok da on bir defa yapılmasıdır. Daha fazlası Rasûlulah'dan (s.a) çok az vuku bulmuştur.[268]
103. İbn Mes'ûd'un (r.a) şöyîe dediği rivayet edilmiştir: "Bir gece Rasü-lülîah (s.a) ile birlikte namaz kıldım. Kıyamı o kadar uzattı ki, bir ara uygun olmayan bir iş yapmayı düşündüm", kendisine: "Ne yapmayı düşündün?" denilince: "Oturup (kalarak), Rasûlulah'ı ayakta bırakayım diye düşünmüştüm" dedi. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[269]
İmama tâbi olarak namaz kılan kimse, farz veya nafile namazda ayakta durmakta zorlanır ve güç yetsremezse, oturarak namaza devam etmesi caizdir, tbn Mes'ûd, edebe aykırı olmasın diye oturmamış ve Rasûlüllah (s.a) ile beraber ayakta devam etmiştir. Rasûlulîah (s.a) gece namazlarını uzatmayı tercih ederdi, tbn Mes'ûd Rasûlüllah'a (s.a) tâbi olmakta çok ihtimam gösterirdi. Ancak Rasûlullah'm namazı alışılandan daha fazla uzun tutması üzerine oturmayı düşünmüş ve fakat bunu da uygun görmemiştir.
Hadis davranışlarda imama muhalefet etmenin uygun olmadığına delildir.
Hadisin ifade ettiği hükümler ise şunlardır: Kapalı kalan bir hususta soru sormak caizdir. Bu nedenle îbn Mes'ûd kendisine "neyapmayı düşündün" diye soranları hoş karşılamış ve düşündüğü şeyi söylemiştir.[270]
104. Enes'den (r.a) Rasûlüllah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Üç şey öiüye (kabre kadar) eşlik eder. Ev halkı, malı ve ameli. İkisi geri döner, biri (kendisiyle) kalır. Ev halkı ve malı döner. Ameli yanında kalır". (Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir)[271]
Rasûlüllah (s.a) ön ölüye üç şeyin eşlik edeceğini belirtmiş, daha sonra da bu üç şeyin ne olduğunu açıklamıştır. Bunlardan birinin ölüyle beraber kalacağını, diğer ikisinin geri döneceğim beyan ettikten sonra da; dönen iki şeyin ve kabirde kalanın ne olduğunu açıklamıştır. Peygamberimiz bu öğretim metodu ile konuya dikkatleri çekmeyi ve konunun zihinlerde yerleşmesini sağlamıştır. Zira sayıların söylendiği her defada insan onların ne olduğunu öğrenmeyi İsteyecektir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Kişi, kendisiyle kalacak olan amel-i salihi işlemeye Önem vermelidir. Zira in, anîar onu kabre koyup döndüklerinde, güzel amel kendisiyle beraber kalır.[272]
105. îbn Mes'Ûd'dan (r.a) Nebî'nin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Cennet, sizin her birinize takunyanızın kayışından daha yakındır. Cehennem de böyledir" (Buhâri rivayet etmiştir). [273]
Mü'min, hiçbir hayn küçük görerek işlemekten, hiçbir şerri de küçük görerek kaçınmaktan geri kalmamalıdır. Zira kişi Allah'ın hangi iyiliği kabul edip onun sebebiyle bağışlayacağım, hangi kötülüğe kızıp cezalandıracağım bilemez.
Cennet, niyyetin ve itaatin Allah için yapılmasını sağlamakla kazandır.
Kâfirin müslüman olup cennete yaklaşması ne kadar kolay ise, mü'mi-nin dinden çıkarak veya büyük günah işleyerek cehenneme yaklaşması da o kadar kolaydır.
Hadisin ifade ettiği hükümler şunlardır İtaat cennete, günah cehenneme götürür. Nefsin nevasına muhalefet cennete giden yoldur. Nefsin nevasına uymak ise, cehenneme götürür. İnsanla cennet ve cehennem arasında sadece ikisinden birine itecek bir ameli işlemek' vardır.[274]
106. Rasûlüllah'm (s.a) hizmetinde bulunan ve Suffe ehlinden olan Ebu Firâs Rabia b. Ka'b el-Eslemî'nin (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Rasûlülİah (s.a) ile birlikte geceler, ona abdest suyunu verir ve gerekli diğer eşyasını getirirdim. Bir gün: "Benden bir şey dile" buyurdu. "Seninle cennette beraber olmak isterim" dedim. Rasûlülİah: "Bundan başka ne istersin?" buyurdu. Ben: "İstediğim budur" dedim, "öyle ise çok secde ederek, nefsine karşı bana yardıma ol" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir) [275]
Ebu Firâs, Peygamberimize barışta ve savaşsa hizmet ederdi. Ehli Saffettendir. Rasûîüllah'dan (s.a) 12 hadis rivayet etmiştir. Hicretin 63. vefat etmiştir.
Rasûlüllah'dan (s.a) daha cömert insan yoktur. O kendisine hizmet edeni mükâfatlandırmak istemiştir. Rasûlüllah (s.a) Allah'ın izniyle istediği, kişiye bazı hususiyetler verirdi. Hz. Huzeyme'yi (r.a) iki şahidin sâhidüSine denk sayması gibi. Ebu Firâs, Rasûîüllah (s.a) ile cennette beraber o!ma!c istemiştir. Rasûlüllah (s.a) ise bu isteğinin çok büyük ve onu kazanmanın güç olduğunu ima ederek başka bir şey istemesini dilemiştir. Ebu Firas aynı isteğini tekrar edince Peygamberimiz (s.a) onun bu konudaki samimiyetini ve ısrarını görmüş ve "öyleyse çok secde ederek, nefsine karşı bana yardıma ol" buyurmuştur. Nasıl ki doktorun tedavi edebilmesi için, hastama doktorun tavsiyesine uyması gerekiyorsa, Rasûlüllah da (s.a) bu isteğine nail olabilmesi için Ebu Firas'a çokça secde etmesini tavsiye etmiştir. Kim bol bol secde ederse, Rasûlüllah'a ve Allah'a yakınlaşır. Nitekim "(Allah'a} secde e! ve yaklaş!" (Alak, 19) buyurulmuştur. Her bir secde O'iıa yaklaşmak için vesiledir.
Hadisin ifâde ettiği hükümler şunlardır:
itaat ederek nefsini yenen ve onu hevâ-hevesten uzaklaştırmak için uğraşan cennete girecektir. Cennete girenler Rasûlüüah'ı görmek ve ona yakın olmak şerefine nail olacaklardır. Ashâb-ı kiram âhirette Rasûlüllah'a (s.a) yakın obuayı şiddetle arzulamalardır. Abdest suyunun hazırlanmasında yardım kabul etmek ise caizdir.[276]
107. Rasülüllah'in (s.a) azadhsı Ebu Abdullah'ın (r.a) -ki kendisine Ebu Abdurrahmân Sevbân da denilir- RasülttUah'ı (s.a) şöyle buyururken işittim dediği rivayet edilmiştir: "Çok secde et! Zira Allah için her secde edişinde, Allah seni bir derece daha yüceltir ve bir günahım affeder". (Müslim rivayet etmiştir).[277]
Ebu Abdullah Yemenlidir. Bir savaşta esir alınmıştı. RasülüUah onu azad etmiştir. Satın alarak azad ettiği de rivayet edilir. Peygamberimiz'in (s.a) vefatından sonra HırmVa yerleşmiştir. Muâvİye döneminde hicretin 54. yılında vefat etmiştir. Rasûlüllah'dan (s.a) 20 hadis rivayet etmiştir.
Her secde edişte kul bir derece yükseltilir ve bir günahı bağışlanır. Namazda tek secde caiz değildir. Her rek'at için iki secde gerekir. Her bir secde İçin yücelme ve bağışlanma söz konusudur.
Tilavet ve şükür secdesi gibi secdelerde İse tek secde yapılır. Bunlar da hadisin kapsamı içerisindedir.
Ma'dân b. lalha'dan şöyle rivayet edilmiştir. Sevban'a geldim ve "Bana Öyle bir amel söyle ki, onu işleyeyim, bu sebeple de Allah beni cennete soksun" veya "Allah katında en sevimli ameli söyle" dedim. Sevban sustu. Tekrar sordum. Yine sustu. Üçüncü defa sorduğumda "Bu konuda RasûlüUah'a (sm) sordum. Rasûlüllah (sm) ise şöyle buyurdu..." diyerek hadisi rivayet etti. Sonra lbn Talha der ki, Ebu Derdâ ile karşılaştım. Ondan bu konuyu sordum. Bana, Sevban'ın dediği şeylerin benzerini söyledi. Nitekim lbn Mâce hedisi Ebu Derdâ'dan rivayet etmiştir.
Hadisin ifade ettiği hükümler şunlardır:
ibadetler kötülükleri gideren şeylerdendir. Müslüman farz ve nafile namazlara önem vererek namazlarını hakkıyla kılmaya çalışmalıdır.[278]
108. Ebu Safvfin Abdullah b. BUsr cl-Eslctnî'dcn (r.a) RasûlüUah'ın (s*) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştin "İnsanların en hayırlısı, uzun ömürlü olup, ameli güzel olandır". (TiimizS rivayet etmiş ve bu hadis hasendir demiştir).[279]
Rasûlüllah (sa) elini Ebu Safvân'ın başına koymuş ve "Bu çocuk bir asır yaşayacaktır" buyurmuştur. Ebu Safvân 100 sene yaşamıştır. Ebu Saf-vân'ın babası ve annesi de sahabî idiler. Ebu Safvân hicrî 88. (veya 96.) yılda vefat etmiştir. Rasûlüllah'dan (sa) 50 hadis rivayet etmiştir.
Hadisin ifade ettiği hükümler şunlardır:
Güzel amelle süslenen uzun ömür, faziletlidir. Zira iyi amellerin birikimi Allah'a yakınlığı sağlamaktadır. Kötü amellerle doldurulan uzun ömür İse, o derece Allah'tan uzaklaştırır.[280]
109. Enes*den (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Amcam Enes b. Nadr Bedir savaşına katılmamıştı. Bundan dolayı: "Yâ Rasûtûtlah! Müşriklerle savaştığın ilk harpte yoktum. Allah bana şayet müşriklerle savaşa katılmayı nasib ederse, neler yapacağımı Allah gösterecektir" dedi. Uhud harbi gününde müslümanlai dağıldığında amcam Enes, arkadaşlarını kastederek "Allahım! Şu müslümanlann yaptıkları yüzünden Sana özür beyan ediyorum" dedi. Müşrikleri kastederek de "Şunların tutumundan da Sana sığınırım" diye dua etti. Sonra savaş için öne atıldı. Sa'd b. Muâz ona karşı geldi. Sa'd'e şöyle dedi: "Ey Sa'd! Arzum cennettir. Ka'be'nin Rabbi olan Allah'a yemin ederim ki, Uhud'un ötesinden cennetin kokusunu alıyorum". Sa'd "Yâ Rasûlüllah.' Onun yaptığım ben yapamadım" dedi. Enes der ki: Onu kimi kılıç yarası, kimisi mızrak yarası, kimi de ok yarası olmak üzere seksen küsur yerinden yaralanmış olarak bulduk. O şehid olmuştu. Müşrikler ona müsle (işkence) yapmışlardı. Onu kimse tanıyamadı. Sadece kız kardeşi onu parmak uçlarından tanıyabildi. Enes devam ederek şöyle dedi: Şu ayetin amcam ve onun gibiler hakkında nazil olduğunu sanıyoruz: "Mü'~ minîer içinde Allah 'a verdikleri sözele sadâkat gösteren nice erler var. îşte onlardan kimi adadığını ödedi. Kimi de bekliyor. Onlar hiçbir suretle akidlerint değiştirmediler" (Ahzab, 23). (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[281]
Enes b. en-Nadi Bedir savaşına katılmadığı için o savaşa katılanların kazandığı sevapları elde edememiş olmanın üzüntüsünü tatmış, bir sonraki savaş için ruhen öyle bir hazırlanmaya başlamıştı ki, kendisini tutamayarak "Yâ Rasûlüllah! Müşriklerle savaştığın ilk harpte yoktum. Allah bana şayet müşriklerle savaşa katılmayı nasip ederse, neler yapacağımı Allah gösterecektir" demiştir. Neler yapacağını açıklamamıştır. Zira belki yerine getirememe veya eksik yapma endişesini taşımıştır. Nitekim bir rivayette "Başka şeyler söylemekten korkmuştur" denilmektedir.
Uhud savaşında Rasûlüllah'ın (s.a) savaş nizamı aldırdığı ve yerleştirdiği sahabtlerin savaşın sonucunu beklemeden yerlerini değiştirerek Rasûlüllah'ın (sa) emrine uymamaları ve böylece savaşın müslümanlar aleyhine dönmesine sebep olmalarına üzülerek "Allahım şu müslümanlann yaptıkları yüzünden Sana özür beyan ediyorum" demiştir. Rasûlüllah ve mü'mmlerle çarpışan hidayetten nasibi olmayan müşrikler için de "Şunların tutumundan da sana sığınırım" demiştir.
Enes b. Nadr ya gerçekten cennetin kokusunu atmış, ya da "Biliyorum cennet, işte bu meydanda kazanılır ve ben de bunun için hazırım" dercesine "Uhud'un yakınından cennetin kokusunu alıyorum" demiştir.
Hz. Enes'in tek basma düşman topluluğunun üzerine gitmesi, savaş hâlinde bu davranışın caiz hatta mendub olduğuna delildir. Sonuçta da Hz. Enes o kadar yara almıştır ki, ev halkı bile kendisini tanıyamamamış-tır. Kız kardeşi onu parmak uçlarından tanımıştır. Burada, parmak izindeki ve parmak ucundaki ilâhi sırra işaret vardır. Nitekim Allah Teâlâ "Evet toplarız, onun parmak uçlarını bile (yapıp) düzeltmeye gücümüz yeter" (Kıyâme, 4) buyurmuştur.
Hadisin ifade ettiği hükümler şunlardır:
Güzel vaadde bulunmak ve nefsi hayırlı bîr İş için adamak caizdir. Rasû-lüUah'ın (s.a) ashabı şehid olma arzusunda sadakatli ve cennete girmekte istekli idiler.[282]
110. Ebu Mes'ûd Ukbe b. Amr el-Ensâri el-Bedrî (r.a) der ki: "Sadaka ayeti inince, biz sırtımızda hammalbk yapmaya başladık. Adamın biri gelerek büyük bir sadaka verdi. Bazıları "Riyakar" dediler. Başka bir adam da gelip bir sâ' (hurma) verdi. Bu defa bazı adamlar "Allah şu adamın bir sâ' (hunnas)ından müstağnidir" dediler. Bunun üzerine "Sadakalarda (farz olan zekâttan fazla olarak ve gönüllerinden koparak) bağışlarda bulunan mü'min-lerle, (bir türlü) güçlerinin yetebildİğinden başkasını bulamayan (fakir)lerle, (diğer türlü laf atarak ve kaş, göz oynatarak) eğlenenler, (yok mu?) Allah, onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için pek acıklı bir azap vardır" (Tevbe, 79) ayeti nâzi! oldu". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[283]
Ukbe b. Amr II. Akabe bîatında bulunmuştur. Rasûîüilah'dan (s.a) 102 hadis rivayet etmiştir.
Hadiste zikredilen "sadaka âyeti", "Onların mallarından bir miktar sadaka al ki, onunla onlan temizleyesin, yüceltesin. Onlara dua et..." (Tevbe, 103) ayet-i celîlesidir. Bunun üzerine sahabîler, sadakadan hâsıl olan sevaba nail olmak ve Allah'ın rızasını kazanmak İçin hamallık dahi yapmak suretiyle kazandıklarından sadaka vermişlerdir. Büyük bir sadaka veren Abdurrah-man b. Avftır. 8 bin dirhem verdiği söylenir. Bir sâ' veren sahabînin, Ebu Ukayl (veya Ebu Akîl) olduğu söylenir. Başkasıdır da denilmiştir. Bir sâ" rförî müdd'-dür. Bu kişi, iki sâ' hurma karşılığında kuyudan iple su çıkarıyordu. Bir sâ' hurmayı böyle kazanmıştı.
Sahabîlerden çok vereni "riyakar", az vereni de "Allah şu adamın bir sâ'mdan müstağnidir" diye kınayanlar için "Sadakalar hususunda gönülden veren mü'minleri çekiştirenler..." (Tevbe, 79) ayeti inzal olmuştur.
Hadisin ifade ettiği hükümler şunlardır:
İnsan, Rabbine gücü nisbetinde ibadet etmeli, münafıkların ve kötü niyetli kişilerin sözlerine kulak vermemeli, az da olsa gücü oranında sadaka vermelidir. Ne kadar küçük (az) olursa olsun, İyilik küçük görülmemelidir.[284]
111. Saîd b. Abd'ul-Aziz, Rabîa b. Yezîd'den, o da Ebu İdris el-Kavlâni'den, o da Ebu Zerr Cündüb b. Cünâde'den (r.a), o da Nebi'nin (s.a) .Allah Teâlâ'dan yaptığı rivayette şöyle buyurduğunu bildirmiştir: "Ey kullarım! Şüphesiz Ben zulmü kendime haram kıldığım gibi, onu aranızda da haram kıldım. O halde birbirinize zulmetmeyiniz.
Ey kullarım! Benim hidâyet ettiğim kimseler hariç, hepiniz yolunuzu sa-pitmışsıruz. O halde Ben'den hidâyet isteyin ki, sizi doğru yola ileteyim.
Ey kullarım! Benim doyurduklarından başka hepiniz açsınız. Ben'den nzık İsteyin ki sizi yedireyim.
Ey kullarım! Giydirdiklerim dışındı hepiniz çıplaksınız. O halde Ben'den giyecek isteyin ki, sizi giydireyim.
Ey kullarım! Sizler gece-gündüz günah işlersiniz. Ben de günahların tamamını affederim. Bu sebeple, Ben'den bağışlanmanızı isteyin ki, size mağfiret edeyim.
Ey kullarım! Hiçbir zaman, Bana zarar vermeye gücünüz yetmez ki, veresiniz. Bana fayda verecek hale ulaşamazsınız ki, Bana faydanız dokunabilsin.
Ey kullarım! Sizden öncekiler ve sonrakiler, ins ve cirminiz içinizden muttaki bir adamın kalbinin en iyi hâli üzere onun kalbi gibi olsa, bu durum Benim mülkümde en küçük bir şey artırmaz.
Ey kullarım! Sîzden öncekiler ve sonrakiler, ins ve çiniliniz, içinizden en kötfi bir adamın kalbinin bulunduğu en kötü niyyeti üzere toplaasa, bu durum benim mülkümden bir ;ey eksiltmez.
Ey kullarım! Sizden öncekiler ve sonrakiler, ins ve cinniniz bir alanda toplamalar, sonra Ben'den dileklerini isteseler, mahlukatın tamamına İstediklerini versem, iğnenin denize sokulup çıkartıldığında denizden eksilttiği kadar Benim katımdaki hazineyi ancak eksiltebilir.
Ey kullarım! Sizin amellerinizi adınıza zabteder, onların karşılığını eksiksiz size veririm. O halde kim hayır bulursa hemen Allah'a hamdetsin. Kim de kötülükle karşılaşırsa kendi nefsini kınasın".
Saîd der ki: "Ebu İdris bu hadisi rivayet ederken diz üstü çökerdi". (Müslim rivayet etmiştir).[285]
İmam Nevevî diyor ki: Ahmed b. Hanbel'İn "Şamlıların rivayet ettiği, en şerefli hadis budur" dediğini rivayet ettik.
Saîd b. Abdu'1-Aziz Dımeşk'te müftülük yapmıştır. 80 yaşında iken 167 yılında vefat etmiştir. Rabîa b. Yezid'in künyesi "Ebu Şuayb"iıx. Dımeşk fakihlerindendir. 112 yılında Afrika'da şehid olmuştur. Ebu İdris Şam'da yaşamıştır. Huneyn savaşının yapıldığı gün doğmuştur. 80 yılında vefat etmiştir.
Mezkur hadis kudsî bir hadistir. Allah Teâlâ "Ey kullarım!" buyurmuştur. Hür, köle, erkek, kadın herkes bu hitaba muhatabtır. "Şüphesiz Ben zulmü kendi nefsime haram kıldım" buyurmuştur. Allah'ın bir fiili nefsine haram kılması, o fiilin kesinlikle olmamasıdır. İnsanın da kendi nefsine emretmesi ve yasaklaması vâkidir. Nitekim ''.. Çünkü nefis, daima kötülüğü emredicidir..." (Yusuf, 53) ".. ve kim nefsi kötü heveslerden menederse" (Nâziât, 40) buyurulmuştur. Halbuki insan Allah'ın emrindedir. Buna rağmen kendi kendine emir ve yasak verebilmektedir. Allah'ın üzerinde ne emredici, ne de yasaklayıcı vardır. O'nun kendi nefsine haram kılması müstahü değildir. Allah'ın zulüm etmesi düşünülemez. O'nun adli buna mânidir. Zira zulüm bir şeyi konulması gereken yere değil, konulmaması gereken yere koymaktır. Başkasının hakkını haksızlıkla tasarruf etmek, haddi aşmaktır. Allah Teâlâ bunlardan münezzehtir. Allah'ın itaat ettiği kimse yoktur ki, Allah'ın tasarrufuna sınır koysun da, 'haddi aştı' diyebüsİn. Bilakis her şey O'nundur. Kendisi adaleti sebebiyle helâller ve haramlar koymuştur. O'nu sorgulayacak hâkim yoktur. Kendisi Hâkim'dir, hikmet sahibidir. O'nun üzerinde hiçbir hak te-reddüb etmez. O'nun hakkında böyle bir şey muhaldir. "Şüphesiz Ben zulmü kendi nefsime haram kıldım"buyurması sebebiyle "Allahiçin 'nefis'lafzı ıtlak olunur" diyenler olmuştur. Bazıları da "İnsan nefsine mukabele olarak buyurulmuştur" demirlerdir. Nitekim, "O halde birbirlerinize zulmetmeyiniz"buyurmuştur. Allah için 'nefis' îafzı ıtlak olunsa bile onun nefsi "Her nefis (can) ölümü tadacaktır..." (Âl-i îmran, 185} ayetinde belirtilen "nefis" mukabili delildir.
Allah Tfcâîâ zulmü İnsanlar arasında da haram kılmıştır. Nefsi, nesli, ırzı, malı ve aklı korumak için önceki milletlerde de zulüm haram idi. Zulüm bazan bunların hepsinde, bazan bazısında, bazan da birinde vuku bulmaktadır. Zulmün en büyüğü ise şirktir. Nitekim ".. Çünkü ortak koşmak, büyük bir zulümdür" (Lokman, 13) buyurulmuştur. Şirkten sonra ise büyük günahlar sıralamaya girmektedir. Allah Teâlâ "Ey kullarım!" diye bu lafzı tekrar etmekle insanların şanım yükseltmektedir. Ayrıca gelecek sözlerin önemini belirtmektedir.
"Benim hidayet ettiğim kimseler hariç, hepiniz yolunu sapılmışsınız" buyurmakla, peygamberler vasıtasıyla Allah'ın dininden haberdar olunduğuna veya kişi kendi haline terkedilse haktan sapacağına işaret edilmektedir. Allah Teâlâ peygamberlerinin getirdikleri sayesinde, insanları imanlı olmaya muvaffak kılmıştır veya Allah'ın emirlerine uyup, yasaklarından sakınmakla hidayete erilmiştir. Bu kudsî hadis "Her doğan çocuk îslâm fıtratı üzerine doğar" hadisine ters düşmemektedir. Zira haktan sapmak, insana sonradan arız olmaktadır. Nitekim peygamberimiz "Allah, insanları ve cinleri kendisini tanıyacakları fıtrat üzere yarattı. Şeytan onları sapıttı" buyurmuştur. Her doğan, İslâm'ı öğrenip, yasamaya uygun olarak yaratılmıştır. Ana-babasımn müslüman olması veya birisinin müsiüman olması halinde, çocuk İslâm üzere devam eder. Ana baba kâfir iseier, çocuk onlara tâbi olur. Peygamberimiz "Her doğan îslâm fıtratı üzere doğar. Ancak ana-ba-bası onu yahudileştirir, hırıstiyanlaştırır, ya da mecûsileştİrir" buyurmuştur. Çocukluk çağında Ölenler hakkında ihtilaf edilmiştir. Cennette oldukları görüşü en doğrusudur. Netice olarak denilebilir ki, insan İslâm'ı kabul etmeye ve onu hakkıyla yaşamaya uygun olarak yaratılmıştır. Şu kadar ki, İnsanın yaşayabilmesi için de İslâm'ı Öğrenmesi gerekir. Zira öğrenmeden önce İslâm'ın câhilidir. Bu sebeple "Allah sizi annelerinizin karnından çıkardığı zaman Hiçbir şey bilmiyordunuz..." (NahI, 78) buyurulmuştur. Allah'ın hidayetlerini istediği kimseler, hidayete erenlerdir. Diğerlerinin ise hidayetlerini murad etmemiştir. Nitekim "Rabbin isteseydi, yeryüzünde-kilerin hepsi mutlaka inanırdı..." (Yunus, 99) diye buyunıimuştur. Cenab-ı Allah, tıakk yoluna delâlet etmek ve ona kavuşturmak için "O halde Ben'-den hidâyet isteyin ki, sizi doğru yola ileteyim" buyurmuştur. Zira O*nun fazlı ve keremi olmadan hidayete enlemez. Bizim hidayeti istememizi buyurmakla, bizim hidayete muhtaç olduğumuza ve Allah'a boyun eğmek zorunda kaldığımıza işaret etmektedir. Aynca istenmeden hidayet verilecek olsa, belki bazıları "Bana hidayet, bende olan meziyetler sebebiyle verildi" vehmine kapılabilirler. Rabbinden hidayet isleyen ise, nefsinin kulluğunu, Allah'ın da Rab'liğini itiraf eder. Hidayet konusu, dinî menfaatin kazanılması ve zararın defi için lüzumlu olduğundan ilk önce ele alınmıştır.
İnsanların hepsi kuldur. Onların gerçek anlamda mülkleri yoktur, Rızık hazineleri O'nun elindedir. Alîah Teâlâ fazlıyla bir kimseyi doyurmasa, O'-nun adaletiyle aç olarak kalır. Zira O, hiçbir kimseyi doyurmak zorunda değildir. "Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur kî, rızkı Allah'a aid olmasm..." (Hûd, 6) buyurulmuştur. Bu Allah'ın fazhndandır. Asıl olarak görevi olduğundan değildir. Zahirî kazanç sebepleri ve yollan, doyurmanın Allah'a ait olmasına engel değildir. Zira zahirî sebepler de O'nun kudreti ve bâtını hikmetleriyle olmaktadır.
Nimetler Allah'tan istenmelidir. Zira başkasından istenmesi dunımun-ûa da istenilen nzık Allah'tandır.
"Günahların tamamını affederim" buyurulması, şirki İçine almamaktadır. Zira "Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz../"iNisa, 48; 116) buyurulmuştur.
''.. Bir adamın kalbinin en iyi hâli üzere, onun kalbi gibi olsanız, ."şeklinde terceme ettiğimiz "en muttaki" kalptir. Başka bir nüshada da "en temiz" anlamındadır. Burada Rasülüllah'ın murad edildiği söylenir.
".. En kötü bir adamın kalbinin bulunduğu en kötü niyyeti üzere..." den ise şeytanın kasdedildiği söylenir.
Tüm insanlar en kâmil şekilde Allah'a iman etseler ve güzel ameller işle-seler, bu O'nun mülkünde bir şey ziyadeleştirmez. Tüm insanlık isyan halinde olsa, bu da O'nun mülkünden bir şey eksiltmez.
Allah Teâlâ, hafaza melekleri ile kulları arasında şâhid olacaktır. Ayrıca insanların organları da şahid olacaktır.
Allah bu amellerin karşılığını verecektir. Zira "... Kıyamet günü ecirleriniz, size eksiksiz verilecektir..." (Âl-i İmran, 185) buyurulmuştur. Peygamber efendimizden, mü'mİnlerin günahlarının karşılığı olan ezâ ve cefayı görecekleri, sevabîarıyla da cennete girecekleri müjdesi vardır.
Cennete girenler Allah'a hamd ederler. Cehenneme girenler de kendi nefislerini kınarlar.
Hadisin ifâde ettiği hükümler şunlardır:
Hidayet Allah'ın elindedir. Bu nedenle hİyadet O'ndan İstenmelidir. Rı-zık da Allah'tan istenmelidir. Herkes Allah'ın kuludur. Kimse kendine fayda veremez. Rızıklar Allah'ın elindedir. İstediğine istediği kadar verir. Bu durum zahiri sebeplere tevessüle ters düşmez; zira sebeplere tevessül de Allah'm izniyledir. Sebepler bizzat rızık için tesirli değillerdir. İstiğfarı çoğaltmak, tev-beyi içtenlikle yapmak gerekir. Niyyet ve istikâmet gerçek olursa, Allah günahları bağalar. Allah'a hiçbir günah zarar vermediği gibi, hiçbir itaat de fayda vermez.[286]
"Size iyice düşünecek kimsenin düşünebileceği, öğüt kabul edebileceği bir ömür vermedik mi? Size (azab ile) korkutan (uyaran) da gelmişti". (Fâtır, 37).
İbn Abbas ve diğer muhakkikler, ayetin anlamının "Size altmış yıl ömür vermedik mî?" şeklinde olduğunu söylemişlerdir. İleride zikredeceğimiz hadis de bu manayı te'yid eder. Diğer bir görüşe göre de söz konusu müddet on sekiz senedir. Hasan Basri, Kelbî ve Mesruk, bu ömrün kırk sene olduğunu bildirmişlerdir. İbn Abbas'ın da aynı görüşte olduğu rivayet edilmiştir.
Medine halkının, kırk yaşlarına vardıklarında kendilerini sadece ibadete verdikleri de nakledilmişim
Bir görüşe göre de bu yaş "buluğ çağı"dır. Allah Teâlâ'nın "Size (azab ile) uyaran (korkutan) da gelmişti" sözündeki "nezîr" (uyaran) lafzına gelince, İbn Abbas ve müfessirlerin çoğunluğuna göre bu ayette sözü edilen "nezîr" Hz. Muhammed'dir. İkrime, tbn Uyeyne ve diğer bazı müfessirlere göre ise ihtiyarlıktır.[287]
112. Ebu Hüreyre'den (r.a) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: ' 'Allah, yaşı altmış yüa ulaşıncaya kadar ecelini ertelediği kimseye hiçbir mazeret bırakmamıştır". (Buhârî rivayet etmiştir).[288]
Allah Teâlâ altmış ve daha fazla sene ömür verdiği kimsenin özürlerini giderir. "Şayet benim ecelim uzatılsaydı, bana emredileni yapardım" demesine imkan bırakmamıştır. Kendisine verilen ömürle, ibadeti terkine özür hakkı kalmayınca, artık onun için istiğfara, âhirete ve ibadetlere yöneliş vardır. Yani Allah Teâlâ, uzun Ömür verdiği kimseye, ibadeti terkinden dolay: tutuna-bileceği bir özür sebebi bırakmaz.
Hadisin ifade ettiği hükümler şunlardır:
Allah Teâlâ bir hususta delil getirmedikçe cezalandırmaz. Altmış yıl, ecelin yaklaştığını haber vermektedir.[289]
113. tbn Abbas'ın (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Ömer (r.a), Bedir harbine katılanların yaşlıları ile yaptığı toplantılara beni (de) alırdı. Onlardan birinin (bu duruma) canı sıkıldı ve "Bu (delikanlı) niçin bizimle birlikte toplantıya giriyor? Bizim (de) onun yaşında oğullarımız var" dedi. Ömer (r.a) "Sizin de bildiğiniz bir sebepten" diye cevap verdi. Ömer, bir gün beni çağırdı ve (yine) onlarla beraber meclisine aidi. Bu defa beni onlara göstermek için çağırdığını anlamıştım. Ömer (ra) " 'Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman...' mealindeki ayet-i kerime hakkında ne dersiniz?" dedi. Meclisle bulunanlardan biri "Yardım gördüğümüzde ve bize fetih nasib olduğunda Allah'a hamd etmek ve ondan mağfiret dilemekle emrolunduk" dedi. Birktsmı da sustu, hiçbir cevap vermedi. Bunun üzerine Ömer (r.a) bana "Yâ İbn Abbas! Sen de böyle mi diyorsun?'6 dedi. Ben "Hayır" dedim. Ömer "Pekisen ne diyorsun?" dedi. Ben "O sûre, Rasû-lüllaft 'in (sm) ölümü(nün yakınlığım bildirmektedir. A Hah, bunu Rasûlü 'ne: "Allah'ın nusretinin geldiği vefeth müyesser olduğu zaman, ecelinin yaklaştığına alâmettir, Rabbine hamd İle teşbih et ve O 'ndan mağfiret dile; şüphesiz O, tevbeleri kabul eder" buyurarak haber vermiştir" dedim. Ömer de "Ben de senin dediğin şekilde anlıyorum" dedi. (Buhârî rivayet etmiştir).[290]
Hz, Ömer, Bedir savaşına katılmış sahâbHerin ileri gelenlerinden bir grupla Önemli konulan görüşür ve onlarla daima istişare ederdi. İbn Abbas'ı da yaşının küçük olmasına rağmen ilminin genişliği ve derinliği sebebiyle istişare heyetine dahil ederdi. Ancak bu ayrıcalık bazı sahabîler tarafından iyi karşılanmamıştır. Bunlardan biri olan Abdurrahmân b. Avf m canı sıkılmış ve "Bu niçin bizimle beraber toplantıya giriyor? Bizim onun yaşında oğullarımız var" demiştir.
Hz. Ömer de, onun Rasûlülîah'ın (s.a) amcaoğlu oluşuna, doğru görüşlerin kaynağından, ilim menbamdan oluşuna, ayrıca ilminin çokluğu sebebiyle yaşıtlarından üstünlüğüne işaret ederek, "Sizin de bildiğiniz bir sebepten" dîye cevap vermiştir. Nitekim Hz. Ömer, ibn Abbas'ın ümî durumunu daha açık bir şekilde isbat etmek için, onu bir başka gün yine meclise davet etmiştir, îbn Sa'd'ın rivayetinde Hz. Ömer: "Bu gün size onun Üstünlüğünü bileceğiniz şeyi göstereceğim" demiştir. Hz. Ömer: "Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman..." (Nasr, 1-3) suresinin tefsirini cemaate sormuş ve yeterli bir cevap akmayınca, İbn Abbas'ın görüşünü belirtmesini istemiştir, tbn Abbas
"Bu sûre RasûlüUah'm ecelinin yaklaştığım haber vermektedir" dediğinde, Hz. Ömer de "Ben de senin dediğin şekilde anlıyorum" demiştir. Gerçekten de Nasr suresinden bir süre sonra Rasûlüllah (s.a) vefat etmiştir. Bu sûrenin Mekke'nin fethinden önce nazil olduğu ve peygamberimizin ecelinin yaklaştığının haber verildiği, alimlerin çoğunun görüşüdür. Bazıları da sûrenin Peygamberimizin vefatından 80 gün önce nazil olduğunu söylemişlerdir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Ecelin yaklaşmasıyla, istiğfar emredilmiştir; zira son olarak yapılan amelin istiğfar olması teşvik edilmiştir. Kişi güzel anlayışı ve ilminin genişIİğiyle yaşıtlarından öne geçebilir.[291]
114. Hz. Aise'nin (r-a) söyle söylediği rivayet edilmiştir: "Allah'ın nusreti ve fetih gelince" mealindeki «Ore nftzû olduktan sonra Rasûlüllah (s.a) her namazm rükûunda ve secdesinde "Rabbimtz! Sana hamdederek, seni tentik ederim. Allahtm! Beni affeyk" derdi". (Buhlrî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[292]
Buhâri ve Müslim'in sahihlerinde Hz. Aişe'den (na) yapılan diğer bir rivayette: "Rasûlüllah (s a) rükû ve secdesinde: "ASahım! Rabbimiz' Sana hamd ile Seni teşbih ederiz. Allahım! Beni affeyle". diyerek çok söyler ve böylece Kur'an'ı(n "Rabbine hamdederek, O'nu noksan sıfatlardan tenzih et ve O'-ndan mağfiret dik" ayetlerini yasayısıyla) tefsir ederdi" denilmiştir.
Müslim'in Hz. Aişe'den yaptığı bir başka rivayet ise şöyledir:
"Rasûlüllah, vefatından Önce çokça "Sübhâneke ve bi hamdike estağfı-ruke ve etûbi ileyke" (ilâhi! Seni bamd ile teşbih ederim. Senden mağfiret dilerim. Sana yönelirim) derdi. Hz. Âİşe der ki: Ben "Yâ Rasûlallah! Sizi ilk defa söylerken gördüğüm bu cümleler ne oluyor?" diye sordum. Bana "Allah'ın nusreti ve fetih geldiğinde.»" mealindeki sûre ümmetim içinde bana bir alâmet kılındı. Onu gördüğümde bunları söylerim" buyurdu.
Müslim'in Hz. Aişe'den olan başka bir rivayetinde şöyle denilmiştir:
"Rasûlüliah (s.a) "Sübhanellahi ve bi-hamdihi estağfîrulâh ve etûbu ileyh" cümlelerini çokça tekrarlıyordu. Ben "Yâ Rasûlüllah! Sizi "Sübhanellahi ve bi hamdihi estağfırullah ve etûbu ileyh" (Allah'ı hamd ile teşbih ederim. Allah'tan mağfiret dilerim ve O'na yönelirim) cümlelerini sık sık söylerken görüyorum" dedim. Buyurdular ki; "Rabbim bana ümmetim içinde iken bir alâmet göreceğimi haber verdi. Ben o alâmeti görünce sık sık "Sübhanellahi ve bi hamdihi estağfırullâhe ve etûbu ileyhi" diyorum. Ben bu alâmeti "Allah'ın nusreti ve fetih -bu Mekke'nin fethidir- gelip de, insanların grup grup Allah'ın dinine girdiğini görünce, hemen Rabbini hamd ile teşbih et, O'ndan af dile. Hiç şüphesiz O, tevbelerin kabul edicisidir" ayetlerinde gördüm" buyurdu.
Rasûlüllah (s.a) Nasr sûresi nazil olduktan sonra; "Ey Rabbimiz! Seni teşbih eder, sana hamdederim. Allah'ım! Beni bağışla" duasını çokça söylemiştir. %ni "Seni, Sana lâyık olmayan noksanlıklardan tenzih ederim. Beni
hidayete ulaştırdığın için Sana hama ederim". Veya "Sana hama ederek. Seni tenzih ederim", "Attanım! Her ne kadar günahım olmasa da benim makamıma, mertebeme göre eksiklik olan şeylerden beni bağışla" diye dua etmeyi sıklaştırmıştır.
"teşbih", "tahmid"den öne alınmıştır. Zira eksik ve kusurlardan arındırma, övgüden öncedir. Peygamberler, mutlak olarak günahlardan korunmuşlardır.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Rasûlüllah'ın (s.a) istiğfarının, yakarışının ve Allah'a yönelişinin çokluğu, nimetlerin elde edilmesiyle Allah'a şükür etmenin gerekliliğini gösterir. Rasûlüllah'! (s.a) taklid ederek yapılan dua ve istiğfar müstehaptir.[293]
115. Enes'in (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah Teâlâ Rasûlüllah'ın (s.a) vefatından evvel vahyi peşpeşe (yoğun bir şekilde) gönderdi, öyle ki, Rasûlüllah vahyin en sık indirildiği bir sırada vefat etti". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[294]
Cenab-ı Allah: "... Bu gün size, dininizi olgunlaşırdım. Size nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı beğendim..." (Mâide, 3) buyurmuştur. Bu âyetin inzalinde birkaç ay sonra Rasûlüllah (s.a) vefat etmiştir.
Kur'an ve Sünnet İle hem dünya, hem ahiret işleri kemâle erdikten sonra, Peygamberimiz vefat etmiştir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Rasûlüllah'ın (s.a) hayatının sonlarında vahyin inmesi artmıştır. Bunlar da ecelinin yaklaştığına ve Allah'a kavuşmasına alâmet olmuştur.[295]
116. Câbir'den (r.a) rivayet edildiğine göre Nebî (s.a) şöyle buyurmuştur: "Herkes, ölmeden önceki hâli üzere diriltilir". (Müslim rivayet etmiştir).[296]
Erkek-kadın, hür-köle herkes ölümünden önceki hâli üzere haşrolacak-tır. Çalgıcı elinde çalgı aletleriyle, sarhoş elinde içkiyle dirilecektir. Kim ne ile meşgul İse, o meşguliyetle dirilecektir.
Hadis, haşr gününde kişiye faydası olması için, onu güzel amel işlemeye, Rasuhillah'a (s.a) ibadetlerinde, ahlâkında ve diğer hâllerinde uymaya, hastalık ve yaşlılık anında ölümün yaklaşması ihtimaliyle diğer vakitlerden daha fazla İbadette bulunmaya teşvik etmektedir.[297]
"Her ne hayır işlerseniz, şüphesiz Allah onu çok iyi bilen (mükâfatını veren)dir". (Bakara, 215)
"Siz ne hayır yaparsanız, Allah onu bilir". (Bakara, 197)
"İşte kim zerre ağırlığınca bir hayır yapıyor (idiy)se, onu(n sevabını) görecek". (Ziizâl, 7)
"Kim iyi amel (ve hareket) ederse bu kendi lehinedir". (Câsiye, 15) Bu konuda ayetler çoktur. [298]
Konu ile ilgili hadislere gelince, gerçek şu ki pek çok hadis vardır, sayılamayacak kadardır. Bunlardan bazılarını zikredelim:[299]
117. Ebu Zerr Cündüb b. Cünâde'den (r.a) şöyle rivayet erimiştir: "Yâ Rasûlüitâh! Amellerin hangisi daha faziletlidir?" dedim. "Allah'a îman ve O'nun yolunda cihad etmektir" buyurdu. "Hangi köleyi âzâd etmek daha faziletlidir?" dedim. "Sahibi yanında en değerli ve en pahalı olanı azad etmektir" buyurdu. "Bunları yapamazsam" dedim. "İşi becerene yardım eder, beceriksizin de işini yaparsın" buyurdu- "Yâ Rasûlüllah! Bu işlerden birini görmekten âciz olursam ne buyurursunuz?" dedim. "Halka zararlı olmaktan kendini alıkoyarsın. Busenin nefsine karşı bir sadakadır" buyurdu. (Bu-hârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[300]
Sevabı en çok olan amel, Allah'a inanmaktır. Zira imanın karşılığı Cennette ebedî kalmaktır. Allah'ın rızasına sebeptir. Allah yolunda öyledir. Zira Allah Teâlâ, "Allah, mü'minlerin mallarını ve canlarını cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır..." fîevbe, 111) buyurmuştur,
Azad eden için sevabı en çok olan, kölenin en iyisi, en değerlisi olanın azadıdır. Zira bu, kendilerine en sevimli olanıdır. "Sevdiğiniz şeylerden (Allah için) harcamadıkça asla iyiliğe eremezsiniz.." (Âl-i lmran, 92) bu-yurulmuştur.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Allah yolunda ve İnfakta bulunmanın karşılığı (mükâfat) harcama nis-betmdedir. Sevap, zorluklara göre olur. Bir işi yapmaktan âciz kalan ihtiyaç sahibine yardımcı olmak gerekir. Başkalarına eziyet vermekten sakınmanın sevabı, sadaka vermek ve iyilikte bulunmanın sevabından aşağı değildir. Allah'a iman, amallerin Allah katında kabulünün esâsıdır. Ameller, Snra*K* îney-5£leridir. İslâm köleliğin kaldırılması için çalışmış olduğundan köle azad etmeye müslümanlan çokça teşvik etmiştir.[301]
118. Ebu Zerr'den (r.a) rivayet edildiğine göre, Rasûlüllah (s.a) şöyle bu-, vurmuştur: "Vücudumuzun her eklemi için ayrı ayrı sadaka gerekir. Her teşbih sadakadır. Her hamd cümlesi sadakadır. Her tehlîl, sadakadır. Her tekbir sadakadır. İyiliği emretmek sadakadır. Kötülükten sakındırmak sadakadır. Kişinin duhâ (kuşluk) vaktinde kılacağı iki rek'at namaz buniann yerini îutar". (Müslim rivayet etmiştir).[302]
Vücudunun tüm organları sağlam ve sağlıklı olan kimse, Allah'ın kendisine verdiği bu nimetten dolayı sadaka vermelidir. Çünkü kişinin İşlerini tam olarak yürütebilmesi sağlıklı olmasına bağlıdır. Sadaka belâyı def eder. Vücudun sıhhati İçin verilen sadaka, ona musibetin geimesine engel olur. Sadaka bu anlamıyla vâcib değildir. Çünkü sadaka ve onun yerine geçerli olanlardan duhâ namazı kılmak vacip değildir. Yani teıki halinde günahkâr olunmaz.
Abmed b. Hanbel ve Ebu Davud'un rivayet ettiği bir hadiste, Rasûlüllah "lnsanda üçyüz altmış mafsal vatdtr. İnsanın her bir ma/sah için sadoka vermesi gerekir" buyvmnıştur. "Buna kimin g&cü yeter yâ Rasûlüiiah!" denildiğinde; "Mesddtte bulunan balgamı yok etmen sadakadır. Yoldan geçenlere eza veren şeyi kaldırman sadakadır. Bunları da yapamazsan iki rekât duhâ namazı kılman, sana yeter" buyurmuştur. Nitekim hadisten anlaşıldığı Üzere tahmid; Allah'a övgü, (mesela el-hamduliUah demek) sadakadır. Her lehli! sadakadır. Her tekbîr (Allahu Ekber demek) sadakadır. Şeriatın emrettiğini emretmek, şeriatın yasakladığını .yasaklamak sadakadır. Her ne kadar namaz amellerin en faziletlilerinden de olsa, duhâ vaktinde kılman namaz 360 sadaka vermekten faziletli olamaz. Aynca farz ve varib olan bir ibadetin yerine ise duhâ namazı kaim olamaz. Bununla beraber bütün bu işlerin karşılığı olan sevabın elde edileceğinin belirtilmesi, duhâ namazının faziletine işarettir, öte yandan, namaz tüm kötülüklerden alıkoyan Duhâ namazının da kişiye serden uzaklaştırıp, sayılan diğer faziletlere yöneltmesi ümit edilir. Hadisten çıkarılan hükümler ise şunlardır:
Allah'a, afiyet ve belâlardan korumasından dolayı şükür olarak sadakayı çoğaltmak gerekir. Fullerle şükürden âciz olan, diliyle hamd, teşbih, tekbir ve iyiliği emretmekle şükretmiş olur. Rasûlüllah'ın (s.a) yaptığı zikirlerle Allah'ı zikretmeye ve duhâ namazına devam etmek gerekir. Duhâ namazının en azı iki rek'at, en çoğu da sekiz rek'attır. Sadaka vermeye gücü yeten kimsenin sadaka vermesi, hadiste belirtilen diğer iyiliklerden daha faziletlidir. Hem sadaka vermesi, hem de diğer iyilikleri yapması halinde ise, daha çok sevap elde eder.
Tükürük ve balgam gibi şeylerle mescidi kirletenlerin günahı sadece kendisinde kalmayıp, bunları görüp de gidemeyenlere de şamil olmaktadır. Yoldan getip-geçene rahatsızlık veren şeyleri kaldıran kimsenin bu esnada "Lâi-lahe ilallâh" demesi halinde, "İmanın en aşağıstyla en üstününü olanı cem etmif olur" denilmektedir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Hayır çeşitleri çoktur. O kadar ki, insanların önemsemediği şeyler dahi hayır olabilir. Mesela insanlara rahatsızlık veren bir şeyi yoldan alıp atmak, mesciddeki tükürüğü temizlemek gibi insanlara fayda verecek şeyleri yapmak, zararlı şeylerden de kaçınmak gerekir. Mescidlere saygılı olmak ve orada edebi muhafaza etmek, uygunsuz davranışlardan sakınmak ve mescidleri her türlü kirlerden temizlemek müstehaptır.[303]
119. Ebu ZerrV-n (ra) rivayet edildiğine göre Nebi (s.a) şöyle buyurmuştur: "Ümmetimin iyi ve kötü amelleri bana arzedüdi. İyi amellerinin arasında (yoldan geçenlere) eziyet veren şeyin yoldan kaldırılmasını, kötü ameller arasında mescidde (bulunup da) üstü örtülmeyen tükürüğü gördüm". (Müslim rivayet etmiştir).[304]
120. Ebu Zerr'den (r.a) rivayet edildiğine göre bazı kimseler Rasûlüllah'a (s.a) "Yâ Rasûlüiiah! Bütün sevapları zenginler aldılar. Zira onlar da bizim gibi namaz kılıyor, bizim gibi oruç tutuyorlar. Ayrıca mallarının fazlasından sadaka da veriyorlar" dediler. Rasûlüiiah: "Allah size sadaka vereceğiniz imkânı bahşetmedi mi? Her teşbih sadakadır. Her tekbir sadakadır. Her hamd sadakadır. Her tevhîd sadakadır. İyiliği emretmek sadakadır. Kötülükten ne-hiy sadakadır. Sizden birinin eşiyle birleşmesinde bile sadaka sevabı vardır"
Isnam Nerevf
buyurdu. "Yâ Rasûlüliah! Şehvetini yerine getirirse ona sevab mı var?" dediler. "Şayet şehvetini haram yolla (zinada) giderse idi, onun üzerine günah olmayacak mıydı? İşte bunun gibi şehvetini hela! yolda tatmin edene de sevap vardır" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir).[305]
Fakir olan sahabîlerin, zenginlerin mallarının çok olmasıyla zekât ve sadaka vererek kendilerinden daha fazla sevap kazandıklarını Rasûlüllah'a (s.a) arz etmeleri, onların sevaplarına gıpta ettiklerindendir. Hayırda yarışmaları ve iyi amellerde çok arzulu olmalarındandır.
Allah (c.c) her bir "Sübhanellak" sözü sebebiyle bir sadaka sevabı vermektedir. Her bir "Allahu Ekber", "Elhamdü lillâh" ve "La ilahe illallah" için de ayrı ayrı sadaka sevabı vermektedir.
İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak için de aynı şey sö'2 konusudur. Bütün bunlar Allah'ın rızasına vesile olan şeylerdir. Her şeyin karşılığını da O vermektedir. İyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak vacip olduğu için diğerlerinden sonraya bırakılmıştır. Farz ibadetler bu hasletlerin faziletinden daha üstündür. Zira bir Hadis-i Kudsî'de "Kulum üzerine farz kıldıklarımı yerine getirmekten daha faziletli bir şeyle bana yaklaşamaz" bu-yurulmaktadır.
Sadaka vermeye gücü yeten kimsenin verdiği sadaka, başkasına da faydalı olmasından dolayı sadaka sayılan şeylerden daha faziletlidir" denilmiştir. Faydası.başkasına da geçen bir amel, genellikle faydası sadece kendinde kalandan daha üstündür. Eğer niyyet çok halis olursa- amel, bazen mal ile sadaka sevabına eşit%olabilmektedir. Bu durum sadaka vermekten aciz olan kimse içindir.
Bir hadiste buyurulduğu üzere "Her iyilik sadakadır". îbn Mâce'nin rivayet ettiği bir hadiste ise "Hiçbir gün, gece ve saat yoktur ki; o vakitlerde Allah, kullarından istediğine sadaka (sevabı) bağışlamasın..." buyurulmuş-tur. Müsîümanm her ânı hayar olduğuna göre, o daima sadaka (sevabı) almaktadır.
Peygamberimiz (s.a) "Sizden birinin eşiyle birleşmesinde bile sadaka sevabı vardır" buyurunca, genellikle nefse muhalefet etmek ve nefse zor gelen $eykrden sevap olduğunu düşünerek lezzet alman bir fiille sevap kazanılmasına hayrat eden sahabîter: "Ya Rasûlültah! Şehvetini yerine getirirse, ona sevab m» var?" dediler. Rasûİüllah ise şehvetin haram yolla giderilmesi halinde günah olduğu gibi, helâl yolla giderilmesi durumunda da sevap kazanı-lacağmıbelirtmiştir. Rasûİüllah (s.a) bununla haram ile helal arasında kıyas yapmıştır. Buna "Kıyas'ut-Aks" denilir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Allah'ın rızasını kazanmak ve sevap elde etmek için hayırlı işlerde müs-lümanlarm birbirleriyle yarış etmeleri ve bu husustaki eksiklikleri için üzülmeleri gerekir.
İslam'da "ibadet" mefhumu oldukça geniştir. Salih niyet ve güzel bir duygu ile yapılan meşru her şeyde sevap vardır. Bunlar çok basit olsalar da sahibi için hayırdır. İbâdet karşılığında sevap alındığı gibi, Allah korkusundan dolayı terkedilen kötülükler sebebiyle de sevaba nail olunur.[306]
121. Ebu Zerr'den (r.a) Nebi'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmişe tir; "Mü'min kardeşini güler yüzle karşılamak da olsa, hiçbir iyiliği küçümseme". (Müslim rivayet etmiştir).[307]
Hiçbir iyilik küçümsenerek veya az görülerek terkedilmemelidir. Zira bu iyilik Aİlah'm rızasına vesile olabilir.
Bir Hadis-i Şerifte "Bir kul, Allah'ın hoşnut olduğu kelimelerden bir keiimeyi, ehemmiyet vererek söyler de, Allah o kimseyi bu kelime sebebiyle birçok derecelere yükseltir" buyurulmuştur.
Hayır murad edilerek yapılan hiçbir amel, küçük görülüp horlanmama-lıdır. Başkalarına muhabbet duymak ve gönüllerine sevinç vermek, müslfi-manlar arasında sevgi ve saygı bağlarının yerleşmesi için gereklidir.[308]
122. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasülüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Üzerine güneşin doğduğu her gün, her insanın bedenindeki bütün eklemlerine karşılık bir sadaka borcu vardır, iki kişi arasında adaletle hüküm vermen sadakadır. Hayvana binmek isteyen kimseye yardım edip onu hayvan üzerine kaldınvermen de sadakadır. Tatlı bir söz sadakadır. Namaza gitmek için attığın her bir adım sadakadır. Yola düşen bir engeli kaldırıp atman sadakadır". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[309]
Müslim'in Hz. Âişe'den (r.a) rivayet ettiğine göre, Rasûlüllah (s&) şöyle buyurmuştur: "Her insanın vücûdunda üç yüz altmış eklem ve oynar kemik vardır. Kim Allah'ı tekbir, Allah'a hamd, Allah'ı tehül, Allah'ı teşbih eder, Allah'a istiğfar eder, halkın gelip geçtiği yoldan bir taş veya diken, yahud da kemik parçası kaldırıp atarsa, iyiliği emreder kötülükten sakındınrsa, bu Üç yüz altmış sayısı kadar iyilik yaparsa, o gün kendini cehennemden uzaklaş-tinnış olarak gezer".
İnsan sağlıklı olmasından ve mafsallarının sıhhatinden dolayı, Allah'a şükretmelidir. Dargınlar, hasımlar ve bir konuda doğru karar vermesi için hakem tayin edenler arasında adalet ve insafla hareket etmelidir. Ne haramı helal, ne de helali haram kılmalıdır. Müslümanlar arasında sevgi ve birlik bağının kurulması, aralarındaki anlaşmazlıkların giderilmesi o kadar önemlidir ki, bu nedenle yalan söylenmesine bile izin verilmiştir. İslâm'da, toplumun birliği ve dirliği için gerçekte hoş karşılanmayan bazı şeylere müsamaha edilmiştir. Yeter ki İnsan, Allah'ın rızasına ve hayra halis bir niyetle yönelmiş olsun. Allah (cx): "Onların aralarındaki gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur. Yalnız sadaka, yahut iyilik, ya da insanların arasını düzeltmeyi emre-den(in konuşması) müstesna, kim Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla bunu yaparsa, yakında ona büyük bir mükâfat vereceğiz" (Nisa, 114) buyurmuştur.
Rasûlüllah da (s.a) "Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, kul Allah katında yükselmek için bir iyilik yaparsa; o amel, kıyamet günü sahibinin elinden tutar, tâ ki cennete girinceye kadar" buyurmuştur.
Hadis insanın 360 mafsal üzere yaratıldığını bildirmektedir. Diğer bîr hadiste ise "İnsanın 360 kemiği vardır" buyurulmuştur. Bir kimse "Allahu ekber", "eî-Hamdü lillâh" "Lâ ilahe illallah", "Sübhânellah'\ "Estağfirullah" veya "Atlahümmeğfîrlî" demekle, yoldan geçenlere zarar veren diken, kemik ve taş gibi şeyleri kaldırmakla, iyiliği emir, kötülüğü de yasaklamakla ve daha başka iyilikler yapmakla, bir günde iyiliklerin sayısını üç yüz altmışa çıkarırsa, o gün her bir mafsalı içüı şükretmiş ve Allah'ın rızasına nail olmuş olur.
İki rekat duhâ namazının bütün bu iyiliklerin sevabına denk olduğu, 118 no'lu hadiste belirtilmişti.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
İnsanların arasını adaletle düzeltmeli ve onlara güzel muamele etmeli, mescidde cemaatle namaz kılmaya önem verilmelidir. Hadiste zikredilen ameller sadakanın sevabına eşittir. Kimin sadaka vermeye gücü yetmez, bu iyilikleri yaparsa; sadaka vennişçesine sevaba nail olur. Her kim de hem sadaka verir, hem de diğer iyilikleri yaparsa, her bir amelinin karşılığını alır.
Allah'ın nimetlerine şükrederek, O'na ibadetlerle ve iyiliklerle yaklaşılmaya çalışılmalıdır.[310]
123. Ebu Hüreyre'den (r.a) Nebf nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kim sabah ve akşam mescide giderse, her gidişinde Allah ona cennette ziyafet hazırlar". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[311]
Her kim Allah rızası için namaz kılmak, itikafa girmek, Kur'an oku-mak, va'z dinlemek ve İslâmî konularda ders mütâîa etmek gibi şeyler sebebiyle camiye giderse, Allah onun amelinin karşılığı olarak cennette ziyafet hazırlar.
Hadîs, camiye gitmenin faziletini beyan etmekte, özellikle de sabah ve akşam namazlarını orada kılmaya teşvik etmektedir.[312]
124. Ebu Hüreyre'den (r.a) RasûlüIIah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ey müslüman kadınlar! Hiçbir komşu kadın, komşusunun (verdiği) koyun paçası bile olsa (iyiliğini) küçümsemesin". (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir)[313]
Müslüman, yapacağı bir İyiliği az görerek yapmaktan kaçınmamalıdır. Zira Allah leâlâ: "Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür" (Zİîzâl, 7) buyurmuştur. Rasûlüllah da (s.a) "Yarım hurma ile de olsa ateşten korununuz" 'uyunnuştur.
Hadis; ne kadar küçük (az) de olsa, imkânlar nisbetinde hediye ve şadaka vermeye teşvik etmektedir. Zira hangi değer ve miktarda olsa da; hediye ve sadaka hayırlı bîr ameldir.
Ayrıca ne kadar olursa olsun, iyilik yapana da teşekkür edilmelidir. Zira bir hadiste "İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah'a şiikredemez"bnymtoaaştw.[314]
125. Ebu Hüreyre'den (r.a) Nebi'nİn (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "îman, yetmiş bu kadar veya -akmış küsur- şubedir. En yüksek (derecesi) "Lâ ilahe illa'İlâh" sözü, en aşağı (derece)si de, yoldaki bir engeli kaldırıp atmaktır. Haya (utanma hissi), îmandan bir parçadır". (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir).[315]
Hadiste sayılan amellere, iman ismi verilmiştir. Yani ameller imanın şubeleridir. Önce imanın şubelerinin yetmiş, sonra altmış küsur olarak belirtilmesi, hadisin ravisinin şekkidir. Az olarak zikretmek, çok zikredilmeye ters düşmez. "Rasûlüllah (sm) önce 60 olarak belirtmiş, sonra fazla olduğunu anlayarak bu defa yetmiş küsur olduğunu söylemiştir" diyenler de olmuştur.
"Bana bir söz söyle ki, senden başkasına sormaya gerek kalmasın" diyen sahâbîye Rasûlüllah (s.a) "Allah'a inandım de, sonra da dosdoğru ol" buyurmuştur. Bütün ameller asla rücû eder ki, o da imandır. İmanın gereği olan hasletler ise çoktur. Bazıları da "İmanın şubesi 60 küsur idî; sonra W eklendi ve 70 küsur olarak karar kılındı" demişlerdir. İbn Hib-ban: "Allah'ın kitabında Rasûlüllah'ın (sa) sünnetinde saydığı itaatlerin hepsini saydım, onları 79 olarak gördüm. Ne fazla ne de eksiktir. Anladım ki, kastedilen budur" demiştir, tbn Hacer de bunların, kalbin amelleri, dilin amelleri ve bedenin amelleri olarak üçe ayrıldığını söyler.
İman farklı hasletlere ayrıldığına göre, en faziletlisi "Lâ ilahe illaltâh"dır. Zira Allah'a îman her şeyin esâsıdır. Bu olmadan hiçbir amel değer kazanamaz. Allah'a yaklaştıran amellerin en küçüğü de yoldan geçenlere zarar veren şeyleri kaldırmaktır.
Hadisteki "şu'be" ile raurâd haslettir. Yani iman birçok hasletlere sahiptir. Haya da bu hasletlerden biridir. Haya utanmak ma'nasınadır. Ayıplama ve kötüleme durumlarından sakınmak sebebiyle insana arız olan değişme ve kırılmadan ibarettir. Haya fıtrî olur; insanların yanında avret mahallini açmaktan haya gibi. îmanî olur; mü'min olan kimsenin Allah'tan korktuğu için günahlardan sakınması gibi. Rasûlüllah (s.a) imanın en yüksek mertebesini "lâ ilahe illallah", en aşağı mertebesini de yoldan eziyet veren şeyi kaldırmak olarak tayin ettikten sonra, imanın orta mertebesini ise haya olarak tesbit etmiştir. Diğerlerini ise bu üç şeye kıyaslanması için zikrctmemiş-tir. Küsur olarak terceme ettiğimiz "ei-Bid'u" bir Hadis-i Şerifte "el-Bid'u üç ile dokuz arasıdır" diye açıklanmıştır.
Hadisten çıkarılan htiv -Jmler şunlardır:
Amelle îman birbirinden ayrı düşünülemez. Amelin ehemmiyetine göre İman mertebeleri vardır. Haya'mn fazileti, haya ile süslenmek insanı günahlardan uzaklaştırır, ibâdet ve itaate yaklaştırır.[316]
126. Ebu Hüreyre'den (ra) Rasûlüllah'ın (s.a; şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Adamın biri yolda yürürken susuzluğu arttı. Bir kuyuya rastladı. Kuyuya inerek (sudan) içti, sonra yukan çıktı. O şuada susuzluktan dilini çıkarıp soluyan bir köpek gördü, öyle susamıştı ki (yaş) toprağı yalıyordu. Adam kendi kendine "Bu köpek de biraz Önceki benim susuzluğum gibi susuz kalmış" diyerek kuyuya indi. Mestine su doldurdu, ağzıyla tutarak yukan çıkardı. Köpeği suladı. Allah da onun bu amelinden razı oldu ve onu bağışladı. "Yâ Rasûlüllahl Hayvanlarda bizim için sevab var mıdır?" dediler. Rasûlüllah "Evet, her yaşayan ciğer sahibinde sevap vardır" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir).[317]
Buhârî'nin bir başka rivayetinde: "Allah, onun bu hareketinden memnun kalarak cennetine koydu" buyunılmuştur.
Buhârî ve Müslim'in bir diğer rivayeti ise şöyledir: "Susuzluktan öleya-zan bir köpek, kuyu etrafında dolaşıp duruyordu. Bu esnada Benî İsrail fahişelerinden biri onu gördü. Hemen çizmesini çıkardı. Onunla su çıkarıp köpeği suladı. Bundan dolayı Allah, o kadını affetti".
Hadiste aşırı susuzluktan dilini çıkaran ve bunu gidermek için yaş toprağı yalayan bir köpeği sulaması sebebiyle günahları bağışlanan bir kişi zikredilmiştir. Hayırlı bir amel, başkalarına ne nisbette faydalı oluyorsa, o oranda sahibi sevabla karşılık görür. Zararlı olduğunda öldürülmesi caiz olan bir hayvana yapılan bir iyilik, Allah katında bu kadar değer görürse, eşref-i mahluk olan insana ve özellikle de sâlih bir kişiye yapılan iyilikler, çok yüksek bir sevap kazandırır. Allah'ın rızasının hangi amelde olduğu bilinemeyeceği İçin, küçük de olsa hiçbir iyilik terkedilmemelidir. Olur ki, küçük bir iyilikle O'-nun nzası kazamlabilir. Ihlâs ile yapılan bir amelin sevabı çok fazla olur.
Hadiste zikredilen kimse, insanların bulunmadığı bir yerde, riyadan, gös-. terişten uzak bir şekilde ihlas İle bu ameli işlemiştir. Mükâfatın tastamam olması, yapılan amelin kemâliyle olmaktadır. Diğer bir rivayette "Köpeği (iyice) kamncaya kadar suladı" buyurulmuştur. Allah da ona nimetini tam olarak vermiştir. Uhrevî bir sevap için bazı eşyaların zarar görmesi normaldir. Mestle suyun çıkarılması elbette mestin zarar görmesine, bozulmasına sebep olur. Daha faziletli olanın az faziletli olana hizmet etmesi de caizdir. Zira insan hayvandan daha faziletlidir. Buna rağmen adam köpek için zahmet çekmis ve yorulmuştur. Hayvanları korumak ve gö2eımek mezkur hadisin ibaretlerin dendir.
Israiloğullan'ndan fahişe bir kadının da susuzluktan öleyazan bir fcîpe-ği sulamastyla İlgili rivayet daha önceki rivayetle çelişkili değildir. Zira benzer olayların çokluğu söz konusudur.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Bütün canlılara iyilik etmek gerekir. Zira Allah böyle hayırlı ameitere büyük sevaplar vermekte, sahibini de bağışlamaktadır.
Kendisinin, çoluk-cocuğunun ve hayvanlarının İhtiyacından fazla suyun ihtiyaç sahiplerine verilmesi, kişiyi Allah'a yaklaştıran amellerdendir.
Allah'ın rahmeti umumidir. Yarattığı tüm canlıları kapssr.
Allah'ın fazlı geniştir. O isterse küçük bir iyilik sebebiyle büyük günahları bağışlayabilir.[318]
127. Ebu Hüreyre'den (r.a) Nebi'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Yoldan geüp-geçen roüslümanlan rahatsız eden yol üzerindeki bir ağacı kesmesi sebebiyle bir adanır cennette dolaşırken gördüm". (Müslim rivayet etmiştir).[319]
Müslim'in diğer bir rivayetinde: "Bir adam, yol üssünde bir ağaç dalına rastladı, 'Vallahi bunu bumdan kaldıracağım kL Müslümanlara engel olmasın' dedi ve cennete konuldu" denilmiştir.
Buhârî ve Müslim'in bir başka rivayetinde ise: "Adamın biri yürürken yol üzerinde bir diken buldu ve onu kaldırıp anı. Allah, onun bu hareketini beğendi. Kendisini affetti" buyurulmustur.
Hadis, güzel bir fiili sırf ihlasla yapmanın cennete girmeye sebep olduğuna işaret etmektedir. Aynca bu hadis, insanlara yolda geçerken zarar veren şeyleri kaldırmanın faziletine ve mü si umanlara fayda verecek şeyleri yapmaya teşvik etmektedir.[320]
128. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kim güzelce abdest alır, sonra cuma namazına gelir, hutbeyi dinler ve susarsa iki cuma arası ve üç gün de fazlasıyla, (bu arada) geçen günahları affedilir. Her kim, hutbe okunurken çakıl taşlan ile oynarsa cuması bâtıl olur". (Müslim rivayet etmiştir).[321]
Abdestin âdabına ve sünnetlerine riayet ederek abdest abp, cuma namazı için camiye giden kimse hutbeyi dinler ve konuşulması mubah olan şeyleri o esnada terkederse; cuma namazı ve dinlenilen hutbeden gelecek ikinci cuma namazı ve hutbesine kadar olan zamanki yedi gün içinde geçen günahları, buna üç günün günahJan da eklenerek on günlük günahı bağışlanır. Böylece yapmış olduğu bu güzel amel karşılığında, bire on sevab kazanmış olur. Çakıl taşının zikredilmesi, o asırda mescîdlerin durumuna işaret etmektedir. Günümüzde hutbe okunurken halı ile meşgul olmak da aynı şeydir. Peygamberimiz cemaati, hutbeye kalbleri ve tüm organları ile yönelerek huşu içinde dinlemeye teşvik etmektedir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardjr:
Abdesti güzel bir şekilde almak gerekir. Hür, âkİJ, bâh'Ç, erkek ve mukîm üzerine farz olan cuma nan*«"mn faziletli olduğu belirtilmiştir. Cuma namazı, mescidde ve ancak cemaat ile kıhnabilir.
Cuma namazı, on günlük küçük günahların bağışlanmasına sebep olur. Zira bir iyiliğe on misli sevap verilir.
Cuma günü hutbe okunurken, hutbeyi dinlemek ve başka bir şeyle meşgul olmamak vaciptir.[322]
129. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlüllah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Müslüman -veya mü'min- bir kul, abdest aldığında yüzünü yıkayınca, gözleri ile bakarak işlediği bütün günahları, su ile birlikte veya suyun damlalarının sonuncusu ile beraber çıkar gider. Ellerini yıkadığında, elleriyle tutup işlediği bütün günahları su ile yahut suyun son damlasıyia ellerinden dökülür. Ayaklarım yıkayınca, ayaklarına bulaşan tüm günahlar, su ile birlikte veya suyun son damlasıyla beraber akıp gider. Böylece (küçük) günahlarından İyice temizlenmiş olur". (Müslim rivayet etmiştir)[323]
Mü'min abdest alırken yüzünü yıkayınca gözleri ile bakarak islediği Allah hakkıyla ilgili küçük günahlardan kutulur. Günahlar bir cisim gibi çıkıp gitmezler. Burada onlann bağışlanması kastedilmektedir. Yüzde bulunan ağız ve kulak, abdest alırken aynca yıkandığı veya meshedildiği için, bu ikisine temas edilmemiştir. Göz aynca yıkanmayıp yüz ile beraber yıkandığından, gözler ve bunlarla ilgili günahlar zikredilmiştir. Diğer organların yıkanmasıyla da bu organlardan neş'et eden, Allah hakkıyla ilgili küçük günahlar bağışlanır.
Hadis, abdestin faziletini, devamlı abdestli bulunmanın günahlardan arınmaya vesile olacağım, bütün bunların Allah'ın mü'mİnlere verdiği lütuflar-dan olduğunu beyan etmektedir.[324]
130. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlüllah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Büyük günahlardan sakımldığı takdirde, beş vakit namaz, gelecek cumaya kadar cuma namazı, gelecek sene ramazan ayına kadar ramazan orucu, aralarında olan küçük günahlara keffâret olur". (Müslim rivayet etmiştir).[325]
Güzel amellerle ancak küçük günahların bağışlanacağı, alimlerin ittifak ettiği bir husustur. Kul haktan ise kesinlikle sâîih ameller İle giderilemez. Büyük günahlar tevbe ve Allah'ın fazlıyla bağışlanabilir. Beş vakit namaz, cuma namazı ve ramazan orucu günahların bağışlanmasına vesile olur. Sayılan bu ameller ile küçük günahlar varsa bağışlanır. Ne büyük, ne de küçük yoksa, sevaplar yazılır ve Allah katında dereceler yükselir. Eğer büyük günahlar var, küçük günahlar yoksa; o zaman büyük günahlar, güzel amel nisbetinde hafifletilir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Hadiste zikredilen ibadetleri en güzel şekilde eda etmek, Allah'ın fazlı ve keremiyle bu ibadetler arası vuku bulan küçük günahların bağışlanmasına sebeptir. Bu arada büyük günah işlenmiş ise, Allah'ın onun cezasını hafifletmesi umulur. Büyük günahlar için tam bir tevbe gereklidir.[326]
131. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah'ın hataları sildiği ve dereceleri yücelttiği şeyleri bildireyim mi?". "Evet yâ Rasûlüllah bildir" dediler. "Güçlüklere rağmen, eksiksiz ab-dest almak, camilere adımlan çoğaltmak, namazdan sonra gelecek namazı beklemek; bunlar hudutta düşmana karşı nöbet tutmak(la aynı)dır". (Müslim rivayet etmiştir). [327]
Evlerin camiye uzak olması, yakın olmasından hayırlıdır. Zira namaz için camiye giderken atılan adım ne kadar çok olursa, o kadar sevaba nail olunur. Ancak evin camiye uzaklığı, kişiye tembellik ve cemaatle namazı ihmal ettiriyorsa, elbette bu durum faziletli değildir.
Namazdan sonra gelecek vaktin namazının beklenmesi için cami'de kalmak şart değildir. Mescidde beklenebileceği gibi, evde, çarşıda, iş yerinde de beklenebilir. Fikrinin ve kalbinin namazda olması kişi için yeterlidir. Zor şartlara rağmen abdesti güzelce almak, camiye giderken adımlan çoğaltmak ve namaz vaktini beklemek, düşmana karşı nöbet tutmanın sevabına denktir.
"Düşmana kargı nöbet tutmak" diye tercüme ettiğimiz "er-Ribât", müs-lümanlan muhafaza etmek için hudut boylarında düşmanın içeri sızabileceği yerleri beklemek, oraları muhafaza altına almaktır. Devamlı kötülüğe meyleden nefs-i emmareye karşı uyanık olmak, şehvetlerini yok etmek, şeytanın hilelerini boşa çıkarmak, düşmana karşı koymaktır. "Küçük cihaddan, büyük cihada döndük" hadis-i şerifi de bu hususu te'yid etmektedir.
Hadisin ifade ettiği hükümler şunlardır:
Kİyat'tts-S&lihîn Tfercüme ve Şerhi
Kişinin kendisinin içme v.b. ihtiyacı olduğu su ile veya çok şiddetli sıca*, ve soğukta da olsa abdesti güzel ve tastamam almasına teşvik vardır.
Cemaatte mescidde namaz kılmaya, namazlarda başka bir şeyle meşgul olmamaya önem vermek gerekir, ibadetlerin zorluğuna tahammül etmek, ci-had ve cihada hazırlık gibidir. Hadiste zikredilenler, bağışlanmaya ve Allah'a yakın olmaya vesiledir.[328]
132. Ebu Musa el-Eş'ârî'den (r.a) Rasûlüllah'ın (s;a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kim iki soğuk vaktin (sabah ve İkindi) namazlarını kılarsa cennete girer". (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir).[329]
îki serin vakitten murâd, sabah ve ikindi namazıdır. Nitekim Müslim'in rivayetinde "Yani ikindi ve sabah namazları" ziyadesi vardır.
Sabah ve ikindi, gündüzün başlangıcı ile sonuna doğru olan zamanlardır ki, sıcağın şiddeti kaybolmuş ve hava güzelleşmiştir. Beş vakit namaz kılınmadan önce iki rek'at sabah vaktinde, iki rekat da akşam vaktinde kılınır. "İki soğuk vakitten kastedilen, bu dönemde kılman namazlardır" denilmiştir. Ancak bu hususi anlamda olduğu için, hadisin de umuma şamil olması nedeniyle yeterli görülmemiştir. Sabah vakti, uykunun en lezzetli olduğu andır. İkindi vakti, gündüzün işlerinin tamamlanması için uğraşılan ve akşam yemeği için hazırlık yapılan zamandır. Bu iki vakitte namazların kılınması, nefsin tembellikten uzak olduğuna ve ibadete olan muhabbetine delildir.
Bu iki vakitte namazları vaktinde kılan kimse, diğer vakitleri daha da titizlikle yerine getirir. İki serin vakitten maksadın sabah ve yatsı vakitleri olduğu da söylenmiştir. Yatsı vaktinin söylenmesi, o vakitte uyku belirtileri başlar, beden ağırlaşır, namaza karşı tembellik gösterilir. Hareketler yavaşlar ve namaz kılmak zor gelir. Zahirî meşakkat, illet olarak alındığında yatsı namazının meşakkati özellikle günlerin uzadığı mevsimlerde gözardı edilemez. Bu sebeple diyebiliriz ki, sabah ve ikindi vaktinin fazileti yanında yatsı vaktinin de yer alması muhtemeldir.
Hadisten çıkanlan hükümler şunlardır:
Sabah ve ikindi namazlarının vaktinde ve gereğince eda edilmesi faziletlidir. Zira, zabah namazı uykunun en lezzetli ânında, ikindi namazı da gündüzün işlerinin tamamlanmasına çalışılan bir anda olmaktadır. Diğer vakit namazlarına gereken titizliği göstermek ise ayrıca fazilettir.[330]
133. Ebu Musa ei-Eş'âri'den (r.a) Rasûlüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kul hastalandığında veya yolculuğa çıktığında, evinde oturduğu ve sıhhatli zamanlannda yapmakta olduğu (nafile) ibadetler(in sevabı) gibi kendisine sevab yazılır". (Buhârî rivayet etmiştir)[331]
Hadisten çıkanlan hükümler şunlardır:
Hayırlı işlerden birini yaparken yolculuk ve hastalık gibi bir sebeple o işi yanda bırakan kimse, onu yapmışçasına sevab alır. Farz bir ibadet ise tamamlanmadıkça muaf tutulamaz. Farz ibadetlerin mutlaka yerine getirilmesi gerekir. Aksi halde günahkâr olunur. Hadis, çalışan bir kimsenin veya meşru özürlerle cemaatle namaza katılamayanın bu durumunun, onun cemaatle namaz faziletinden mahrum olmayacağı ümidini te'yit etmektedir.[332]
134. Câbir'den (na) RasÛlüUah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: 'Her iyilik (güzel iş) sadakadır". (Buhârî rivayet etmiştir. Müslim de Ebu Huzeyfe tankıyla rivayet etmiştir).[333]
İyilik ve hayır cinsinden yapılan bütün amellerin sevabı sadaka sevabı gibidir.
Hadisten çıkanlan hükümler şunlardır:
Mü "minin yaptığı her hayırlı iş için sadaka sevabı gibi sevap vardır.[334]
135. Câbir'den (r.a) Rasûlüîlah'ın (s;a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bir müslüman bir ağaç dikerse, o ağaçtan yenilen onun için sadaka olur. Herhangi bir kimse o ağaca zarar verirse, o da o kimse için sadaka olur". (Müslim rivayet etmiştir).[335]
Müslim'in diğer bir rivayetinde: "Bir müslüman diktiği ağacın meyvesinden herhangi bir insan, hayvan ve kuş yerse, kıyamet gününe kadar diken nâmına sadaka olur" denilmiştir.
Müslim'in bir başka rivayeti ise şöyledir: "Bir müslümanın diktiği ağaçtan, ektiği ekinden herhangi bir insan, hayvan ve kuş yerse, (onların yedikleri meyve veya mahsul) onun için sadaka olur". (Buhârî ve Müslim Enes'den (r.a) rivayet etmişlerdir).
Mahsulü yenilen ağaç veya yiyen kimse tarafından tazmin edilmezse yenilen şeyler, sahibi için sadaka sevabı getirir.
Çalınması hâlinde de çalman miktann sadaka olarak verildiğinde getireceği sevaba denk sevab ahr. Elbette çalman sebze ve meyveler, çalan kimse için hela! olmaz. Sahibine iade etmesi, parasını ödemesi veya helâlleşmesi gerekir. Her çeşit hayvanm yediği veya telef ettiği de sahibi için sadatca gibidir. Her ne kadar sahipleri değişse de, ilk defa diken veya eken kimseye kıyamete kadar sevap yazılmaktadır. Sadaka-İ Câriye, kendisinden faydalanılan bir İlim, babasına hayır duada bulunan çocuk, dikilen ağaç, ekilen mahsul, düşmana karşı savaş hazırlığı vb', kişiye Öldükten sonra da sevap getiren şeylerdir.
En faziletli kazanç konusunda âlimler ihtilaf etmişlerdir. Ticaret, el sanatı ve ziraat en faziletlileri olarak ileri sürülmüştür. Ziraatİn diğerlerinden de üstünlüğü çoğunluğun görüşü olmuştur.
Hadisin ifade ettiği hükümler şunlardır:
Ağaç ve mahsul, dikip ekmenin fazileti ve bunları diken ve ekenin sevabı ölümü halinde de devam eder. Allah'ın yaratıklarına faydalı olmak, onların işlerini kolaylaştırıp ihtiyaçlarını gidermek sevaptır.
Müslüman, malının çalınması, gasb edilmesi, yok edilmesi halinde sabreder ve karşılığını Allah'tan beklerse sevap kazanır. [336]
136. Câbİr'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştir: "Benî Seleme kabilesi Mescid-i Nebevî'ye yakın bir yere göç etmek istedi. Rasülüllah (s.a) bu durumu haber alınca onlara: "Haber aldığıma göre Mescid'in yakınına taşınmak istiyormuşsunuz?" buyurdu. "Evet, yâ Rasûlellah! Bunu arzu ediyoruz" dediler. Rasülüllah: "Ey Benî Seleme! Yurtlarınızdan ayrılmayınız. (Camiye giderken atacağınız) adımlarınız ın sayısınca sevap yazılır buyurdu’’. (Müslim rivayet etmiştir)[337]
Bir başka rivayette: "Her bir adıma karşılık bir derece vardır" buyurmuştur.
Buhârî de bu anlamda bir hadisi, Enes'den (r.a) rivayet etmiştir.
Benî Seleme Ensar'dan meşhur bir kabiledir. Evleri Mescid-i Nebevî*-den uzaktı. Bu sebeple taşınmak istediler. Rasülüllah (s.a) onların bu arzularına karşı, "Evlerinizde kalınız, mescidin yakınma taşınmayınız. Cuma namazı ve cemaatle namaz kılmak için atılan her bir adıma sevap vardır" buyurmuştur.
Hadisin ifade ettiği hükümler şunlardır:
Bîr amelin gerektirdiği gayret ve güç nisbetinde sevap vardır. Gereğinden fazlası ve azı için sevap yoktur. Mescidden uzakta da İkamet edilse, mes-cidde cemaatle namaza teşvik edilmektedir.[338]
137. Ebu Münzir Übey b. Ka'b'dan (r.a) şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Bir adam vardı. Ben, evi mescide onun evinden daha uzak bir kimseyi bilmiyorum. Buna rağmen o, cemaatle namazı kaçırmazdı. Ona soruldu -veya ben söyledim-; "Karanlık gecelerde ve sıcak günlerde binecek bir merkep saderken atacağınız) adımlarınızın sayısınca sevab) yazılır" buyurdu". (Müslim rivayet etmiştir).[339]
Bir başka rivayette "Senin için umduğun mükâ/aat vardır" buyurdu.
"Ebu Münzir" künyesini kendisine peygamberimiz vermiştir. Übey H. Akabe biatında Ensar'dan 70 kişi arasında idi. Bedir ve diğer savaşlara katılmıştır. Rasûlüllah'dan (s.a) 164 hadis rivayet etmiştir.
Sahihayn'da Enes'ten rivayet edilen şu hadis, Ebu Münzir'in faziletini ortaya koymaktadır. "Rasulüilah (sm) Übey'e "Kitap ehlinden ve puta tapanlardan (Hakk'ı) tanımayanlar..." (Beyyine) sûresini okudu ve "Allah azze ve celle sana okumamı emretti" buyurdu". Übey Medine'de Hz. Osman devrinde vefat etti. Hz, Ömer devrinde vefat ettiği de söylenir.
Ev mescide ne kadar uzaksa, o ölçüde atılan adımlar da kişiyi Allah'a yaklaştırır. Camiye giderken atılan adımlardan başka camiden dönerken atılan adımlar da sevaba dahiîdir. Zira "Oradan da aileme dönerken attığım adımlar..." denilmiştir. Peygamberimiz de (s.a) bu sahabîye, arzuladığına kavuşacağı müjdesini vermiştir.
İnsanın niyeti ve kasdı ne ise ona göre karşılık göreceği belirtilmiştir.[340]
138. Ebu Muhammed Abdullah b. Amr el-Âs'dan (r.a) RasÛlÜllah'ın (s.a) söyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kırk hasletin en üstünü, sütünü sağıp kullanmak Üzere, başkasına emaneten keçi vermektir. Çünkü sevabım nmarak ve va'd olunan sevabına inanarak bu hasletlerden birini işieyen kimseyi, Allah (işlediği) bu iyilik sayesinde cennete koyar". (Buhârî rivayet etmiştir).[341]
Ebu Muhammed'e "Ebu Abdurnhman" ve "Ebu Nusayr" da denilmiştir. Abdullah ile babası arasında on iki yaş vardır. Abdullah, babasından önce müslüman olmuştur. İlimle meşguliyeti oldukça fazladır. Ebu Hüreyre "Abdullah'tan başka benden daha fazla Rasûlüllah'tan hadis alan yoktur. O yazardı. Ben ise yazmazdım" demiştir. Abdullah, daha çok hadis öğrenmesine rağmen, Mısır'da ikamet etmesi sebebiyle Ebu Hüreyre'den daha fazla hadis rivayet edememiştir. Zira hadis tahsili için Mısır'a gidenlerin sayısı azdır. Bununla beraber Abdullah'tan 700 hadis rivayet edilmiştir. Hicretin 63. yılında 72 yasında Mısır'da vefat etmiştir.
Selam almak, aksırana "yerhamukellâh" demek, yoldan geçenlere zarar veren şeyleri kaldırmak, sanatkâra yardım, işi beceremeyene destek olmak, na'hn tasması vermek, müslümanın maddî manevî ayıbını örtmek, sevindirmek, mecliste yer açmak, hayra delâlet etmek, tatlı dilli olmak, ağaç dikmek, mahsul ekmek, müslümana bir işinde aracılık yapmak, hasta ziyaret etmek, musafaha yapmak, Allah için sevmek, Allah için bugz etmek, müslümanlar-la bir arada sohbet etmek, ziyaretleşmek, hayrı tavsiyede bulunmak, şefkat ve merhamet etmek, sahih hadislerle gelen güzel hasletlerdir.
Rasulüilah (s.a) 40 hasleti saymamıştır, Kendince bu hasletler malum idi. Bunların en faydalısını zikretmiştir. Sütünü sağıp kullanmak üzere başkalarına emanet olarak verilen keçi, koyun ve benzeri hayvanların, 40 haslet arasında en üstün olduğunu belirterek belki de diğerlerinin sayılması halinde, bu hasletin daha net olarak anlaşılmaması endişesiyle, diğerlerini terke-dip sadece bu hasleti zikretmişlerdir.
Hadisin İfade ettiği hükümler şunlardır:
Allah'ın (cx) hayırlı amelleri çoğaltması ve çeşitlerini artırması O'nun fazl ve keremindendir.
Allah haynn azını da, çoğunu da kabul eder. Niyetin hâlis, azmin sâdık olması halinde her türlü bağış Allah katında değer bulur.[342]
139. Adiyy b. Hâtim'den (r.a) Nebi'yi (s.a) şöyie derken işittim, dediği rivayet edilmiştir: Buyurdular ki: "Yarım hurma ile de olsa, cehennemden sakınınız". (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir).[343]
Buhârî ve Müslim'in yine Adİyy b. Hâtiın'den yaptıkları bir başka rivayette Rasûîüİlah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Arada tercüman olmaksızın Rab-biniz sizin herbirinizte konuşacaktır. O esnada kişi sağına bakar, ancak önceden gönderdiği iyiliklerini görür. Soluna bakar, ancak daha evvel işlediği kötülükleri görür, önüne bakıp tam karşısında sadece cehennemi görür. O halde yarım hurma ile de olsa cehennemden sakınınız. Bunu da bulamayan güzel bir sözle (cehennemden) korunsun".
Cehennem azabından koruyacak sâlih ameller yapmak ve sadaka vermek sureliyle kişinin ateşten korunması gerekir. Bir hurmanın yarısı veya bir parçası bile oisa, vermek suretiyle kişinin ateşten korunabileceği buyurula-rak, iyiliği küçümsemeden her çeşidine teşvik edilmiştir. "Ahirette kul ile Allah arasında bir elçi olmadan vahiy yoluyla konuşacaktır" şeklinde mezkur hadisi yorumlayanlar da olmuştur.
Hadisin ifade ettiği hükümler şunlardır:
tmkân nisbetinde sadaka vermek, güzel ahlâk ile ahlâklanmak, iyi dav tanışlarda bulunmak ve yumuşak konuşmak gereklidir.
Allah'ın huzurunda mahcup olmamak için ibâdetlerle süslenip, kötülüklerden annılmalıdır. Kıyamet gününde Allah ile kulu arasında ne perde, ne bir elçi, ne de tercüman bulunacaktır. Mü'min, Rabbinin emrine muhalefet etmekten sakınmalıdır. Zira Allah her şeyi gören ve hesabını sorandır.
İnsan yaptıklarından sorumludur. O halde iyi amele yönelmelidir. Zira kıyamette kişinin kendisine iyi amelinden başka fayda veren bir şey yoktur.[344]
140. Enes'den (r.a) Rasûlüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah kulunun yemek yemesinden, sonra da ona karşı kendisine ham-detmesinden elbette razı olur". (Müslim rivayet etmiştir ).[345]
Yemekten sonra hamdın zlkredilmesİyle az da olsa nimete hamd etmenin gereğine işaret edilmiştir. Rasûlüliah'm sünnetinde olduğu üzere yemekten sonra: "Elhamdülillah" denilmelidir. İbn Melek der ki; "Cemaat halinde yemek yeniliyor ise, ''elhamdülillah"yüksek sesle söylenmemelidir. Zira yemeğe devam edenlere duyurarak, onların yemeğe devam etmelerine engel olunmamalıdır".
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Allah'a (c.c) fazlından ve nimetlerinin çokluğundan dolayı şükretmeye teşvik edilmiştir. Zira şükür, kurtuluş ve kabule giden yoldur. Nimetler sebebiyle hamde layık olan sadece Allah'dır.[346]
141. Ebu Musa'dan (r.a) Nebİ'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her müslümanın sadaka vermesi gereklidir" buyurdu. Sahabîlerden biri: tr¥a imkân bulamazsa ne tavsiye edersiniz?" dedi. "Elleriyle iş görür, kazanır, hem kendisine faydalı olur, hem de sadaka verir" buyurdu. O sahabî: "Eğer elinden gelmezse ne dersiniz?" dedi. "Güç durumdaki bir zavallıya yardım eder" buyurdu. Sahabî: "Buna da muktedir olmazsa neyi münasib görürsünüz?" dedi. "İyiliği -veya hayrı- emreder" buyurdu. Sahabî: "Şayet bu kadarını da yapamasa ne buyurursunuz?" dedi. RasûlüUah (s.a) ona: "Nefsini kötülükten alıkoyar, bu da bir sadakadır" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir).[347]
Hadiste "Her müslümanın üzerine sadaka vermesi gereklidir" ifadesinden kastedilen, Allah'ın sayılamayan nimetleri karşısında kulun şükret-mesidir. "İnsanın her bir mafsalı için sadaka borcu vardır" hadisinde olduğu gibi, sadaka umumi anlamdadır. Nitekim Ebu Davûd ve Ahmed b. Hanbel'in rivayetlerinde peygamberimiz "İnsanda 360 mafsal vardır, în-sanın her bir mafsalı için sadaka vermesi gerekir" buyurmuşlardır. Saha-bîler "Ya RasûlüUah! Buna kim güç yetirebilir?" dediklerinde peygamberimiz "Mescidde bulunan tükürüğü temizler, yolda eza vereni kaldırır, bunları da yapamazsa iki rek'at duha namazı kılar. Sadaka sevabı olarak bunlar ona yeterlidir" buyurmuşlardır.
Hadis, insanlığı çalışmaya teşvik ederek kazandığı para, ücret veya mahsul ile hem kendisine faydalı olmaya hem de başkalarına sadaka vererek onlara da yararlı olmaya davet etmektedir. Çalışan kimse hem ihtiyaçlarını giderecek; hem de hayırda bulunarak sevap kazanacaktır. Yani madde ile mânâyı bir arada bulunduracaktır. Başkalanna sadaka veremeyecek durumda olanlar ise, gücü kuvveti kalmamış kimselere bedenle yardımcı olarak onların yüklerini bineklerine kadar taşımak, yüklemek, ihtiyacını yetkililere iletmek vb. şeylerle yardım eder. Bir hadis-i şerifte: "Kul mü'min kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da onun yardımında olur" buyurulmuştur.
Bedenle yardımcı olamayan kimse iyiliği emreder. İyiliği emredecek bilgisi yok İse veya kendisine yaşadığı ortamda bu iş bırakılmıyorsa ya da herhangi bir şekilde bu işten mazur ise, o zaman da bütün vecibelerini yerine getirir. Zira farzları eda etmemek de kötülüktür. Bunlar nefsinin dünyada ve 'ahirette selâmette kalmasına, azab görerek helak olmamasına vesile olur ki, bu nefsi için sadaka otur. Bu her insanın yerine getirmekle mükellef olduğu vacib olan şükürdür. Müstehap olan ise, mü'minin nafile ibadetleri ve zikirleri ile başkalarına faydalı olmak için sadaka ve bedenen yardımında bulunmaktır.
Hadisin ifade ettiği hükümler şunlardır:
Müslüman ihtiyacını gidermek, sadaka vermek, başkasına muhtaç olmamak, işiyle ve sadakasıyla başkasına faydalı olmak için çalışıp kazanmalıdır.
Sadaka, iyi ve hayırlı işlerden çoğunu, hatta kötülükten sakınmayı bile kapsamaktadır.[348]
"Tâhâ, Biz Kur'an'ı sana zahmet çekesin diye indirmedik". (Tâhâ, 1-2)
"Allah size kolaylık diler, size güçlük istemez". (Bakara, 185)[349]
142. Hz. Âişe'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştir: "Nebi (r.a) bir gün, Hz. Aİşe'nin (na) yanında bir kadın varken, onun odasına girdi. Rasûlüllah (s.a) Hz. Âişe'ye: "Bu kadın kimdir?" buyurdu. Hz. Aişe <r.a): "Falan kadındır, o kadın namazlarından bahsediyor" dedi. Rasûlülîah: "Yeter, güçyetirebi-ieceğiniz şeyleri yapınız. Vallahi siz (amellerden) usanmadıkça, Allah (sevap vermekten) usanmaz" buyurdu. Hz. Âişe (r.a) devamla: "Onun (Rasûlütlah'm) nazarında en sevimli ibadet, sahibi tarafından devamlı yapılanı idi" dedi. (Bu-hârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[350]
Hz. Aİşe'nin yanındaki kadın, Havla binti Süveyb'tir. Bir rivayetle Hz. Aişe kadım "Medine halkının en çok ibadet edeni"t bir başkasında "(Geceleri) Uyumadan devamlı namaz kılar" şeklinde tavsif etmiştir. Rasûlülîah (s.a) bu şekilde ibadet edeni, usamp-bıkmasmdan ve üzerine farz olan ibadetlerden bile uzaklaşma durumuyla karşılaşmasından endişe ederek: "Yeter..." buyurmuştur. Suyûti; "Peygamberimizin Hz. Aişe'yi bir kadını bu şekilde övmesini doğru bulmaması da muhtemeldir" demiştir.
İbadetleri devamlı yapabilmek önemlidir. "Allah'ın nazarında en sevimli ibadet, sahibi tarafından devamlı yapılanıdır"" şeklinde bir rivayet de mevcuttur. Ancak âlimlerin çoğunluğu: "Rasûlülîah nazarında..." şeklinde yorumlamışlardır. Her iki durum arasında çelişki yoktur. Zira Allah katında sevimli olan, Rasûlü'nün yanında da sevimlidir, ibadetlerin sevap yönünden en sevimlisi, devamlı olanıdır. Elbette iyilikte, hayırda, nafile ibadetlerde devamlı olan, bir gün bu hasletlerle beraber olup, bir ay uzaklaşan gibi olmaz.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Usanmaya ve gevşekliğe sebep olduğundan, ibadeti çoğaltmak hoş değildir. İbadetin yerine getirilmesinde orta yolu, itidali tercin etmek gerekir. Az da olsa devamlı olan ibadetler, amellerin sevap yönünden en çok olanlarıdır.[351]
143. Enes'in (r.a) şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Üç kişilik bir grup, Nebi'nin (s.a) ibadetinden sormak için, Nebi'nin (s.a) hanımlarının odalarına geldiler. Kendilerine gereken bilgi verilince. Rasûlüllah'm ibadetini azım-sar gibi oldular da "Biz nerede Rasûlülîah nerede! O'nun geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmıştır" dediler. İçlerinden biri "Ben bundan böyle ömrüm boyunca geceleri namaz kılarak geçireceğim" dedi. Diğeri "Ben de seneyi oruçla geçireceğim" dedi. Üçüncüsü de "Kadınlardan uzak kalacağım, asla evlenmeyeceğim" dedi. Bu esnada Rasûlülîah geldi ve şöyle buyurdu: "Şöyle şöyle diyen sizler misiniz? Biliniz ki vallahi ben, sizin Allah'tan en çok korkanınız ve O'ndan en sakmanınızım. Bununla beraber hem oruç tutarım, hem de iftar ederim. Gecenin bir kısmında namaz kılar, diğer kısmında da uyurum. Kadınlarla da evlenirim; kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir).[352]
Uç kişilik grup; Ali b. Ebî Talib, Abdullah b. Amr b. el-Âs ve Osman b. Ma'zûn'dur. RasûlüUah*m ibadetini azımsamaları konusunda bazıları: "Kendi anlayışları nisbetince az gördüler. Nice şeyler vardır ki bazı şahıslar yanında az görülür. Ama gerçekte çokturlar" denmiştir. Bazı âlimler: "Rasûlüllah'm amellerini çok görerek kendi amellerini aztmsadtlar" demişlerdir. Ancak üç kişinin ''Biz nerede, Rasûlülîah nerede! Onun geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmıştır" demeleri bu görüşü reddetmektedir. Zira onlar; Rasûlülîah (s.a) ile bizim aramızda çok farklılık var. Uzun mesafeler var. Biz hatalara düşmeye çok yakınız: Günahlara girebiliriz, ama o korunmuştur. Allah Teâlâ "Tâ ki Allah, senin günahından, geçmiş ve gelecek olanı bağışlasın..."
(Fetih, 2) buyurmuştur diyerek; Rasûfüllah'ın ibadetlerinin kendileri için yeterli olmayacağı; zira kendilerinin günahkâr oldukları düşüncesine kapılmışlardır.
Birisi, geceleri namaz kılmayı, hiç uyumamayı; öteki bayram ve (Teşrik) günleri hariç ora; tutmayı söylerken; üçüncüsü de, nefsini lezzetterden uzak tutması ve evliliğinin ibadetini tam olarak yerine getirmesine engel olmaması için, kadınlardan uzak kalmayı, hiç evlenmeyeceğini söylemiştir. Cüneyd der ki: "Evlenip de eski hâli üzere kalan kimseyi görmedik". Ama İslâm, bu üçünü de emretmediği gibi, özellikle son görüş; yani evlenmemek yasakladığı şeydir. Şayet bunlar Allah katında makbul şeyler olsaydı, mutlaka Rasûîüllah onu yapardı. Ama islâm dinde bile olsa aşırılığın karşısındadır. O i'tidalî emreder. Nitekim kendisi bazen oruç tutmuş, bazen de yemiştir. Gecenin bir kısmında namaz kılarak, kulluk hakkını eda etmiş, bir kısmında da istirahat ederek nefsinin hakkım vermiştir. "Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir" hadis-İ şerifi "Benim sünnetimi kamilen yerine getirmemiştir" anlamındadır. "Sünnet" bütün sünnetlere şâmil değildir. Bununla beraber evlilikle İlgili hadisin müteakiben gelmesi de dikkatten uzak tutulmamalıdır.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:'
İbadette orta yolu takip etmek gereklidir. Rasûlüllah'm (s.a) ashabının fazileti ve ibadete aşırı istekli oluşları belirtilmiş ve evlilik teşvik edilmiştir.[353]
144. İbn Mes'ûd'dan (na) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet ediî-miştir: "Şiddete gerek olmayan yerlerde aşırılık gösterenler helak oJdu". İbn Mes'ûd, Rasûlüllah'm (s.a) bu sözü üç defa tekrarladığım söyler. (Müslim rivayet etmiştir).[354]
Şiddete gerek olmadığı halde aşırılık gösterenler ve özellikle ağzını dol-dura doldura konuşanlar, nefsine, neva ve hevesine tâbi olarak bu şekilde dav-randıldan için helak olurlar. Peygamber efendimiz (s.a) bunlann tehlikeli bir gidişat üzere olduklarını üç defa tekrarlamakla belirtmiştir.
Rasülüllah (s.a) konuştuğunda sade bir dille, yumuşak bir tavırla ve herkesin anlaması için de üç defa tekrarlayarak anlatırdı.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır;
Sözlerinde ve işlerinde aşırılık gösterenlerin helake gideceğini Rasûlüliah (s.a) ifade etmiştir.
koiiu;,\ırken zorlanmak ve ağızı doldurarak (avurdu doldurarak) konuş-Tiak hoş karşı!anüiü:".ıştır.
Şiddet, hayır getirmez![355]
145. Ebü Hüreyre'den (r.a) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Din (İslâm) kolaylıktır. Kendini (amellerim eksiksiz olsun diye) zera koşup zorlayan herkese bu din üstün gelir. O halde ortalama gidiniz. (Amelin en iyisini yapamasanız da ona) yaklaşanı yapınız. (Eğer böy'e yaparsanız) size müjdeler oîsun! Sabah, akşam ve gecenin bir bölümünde (ibadete muvaffak kılması için Allah'tan) yardım isteyin", (Buhârî rivayet etmiştir).[356]
Buhârî'nin diğer rivayetinde: "Ortalama gidiniz. (Amelin en iyisini yap-masanız da, ona yaklaşanı yapınız. Gündüzün ilk vakitlehyle, akşam vaktinden biraz da geceden faydalanınız- Ona yoldan ayrılmayınız ki maksada erişesiniz" buyurulmuştur.
Dinî ibadetlerde derinleşip, davranışı kendini zora koşan; neticede âciz kalıp amellerin tamamından veya bir kısmından ayrılır. Kişi en iyisini yapamazsa, azim ve fiilleriyle,.kulluğunu az da olsa ibadetleriyle yerine getirirse;
Allah'ın rızasına nail olmakla çok nimetlere hak kazanır. Hadis, amelde itidal ile muameleye teşvik etmektedir. "En iyisini yapacağım" diye uğraşmak, her şey için geçerli değildir. Allah Teâlâ yapabileceğimiz amellerle bizi mükellef kılmıştır. Nitekim Allah Teâlâ: "., Din (işlerin)de üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi..." (Hacc, 78) buyurmuştur. Allah yolunun yolcusu olan ibadet ve taat ehli, gece yolcusu gibidir. Zira sıcak Ülkelerde gündüz yolculuğu çok meşakkatli ve sıkıntılıdır. Sabahın, akşamın ve gecenin serinliği, yolculuk için en uygun vakitlerdir. Bu vakitleri kollayan yolcu, varacağı menzile ulaşır.
Maksûda erişmek; acele etmek ve nefsi perişan etmekle değil, azim ve gayretle beraber, nefsin dinç ve dinamik olmasını sağlamakla olur.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır: ibadet için yorucu olmayan vakitler tercih edilmelidir.
İbadette i'tidal, Rabbin rızasına ve kulluk görevlerinin yerine getirilmesine vesiledir.
bildirilirken, diğer rivayetlerde ise Hamne binti Cahş'a ait olduğu zikredilmektedir, ipin sahibi Hamne iken, o ipi iki direğe asıp tutunan Zeyneb olabilir. Cahş'ın kızlarının her ikisine de Zeynep dendiği söylenir. Buna göre ipin Hamne'ye ait olduğu ve söylenen diğer adına göre de "Zeynep" denmesi muhtemeldir.
tbn Huzeyme'nin Sahİh'inde "Meymune bint'il-Hâris'in dediler"denilmiştir. Bu rivayet şâzz'dir. Bununla beraber, buna benzer olayın birkaç defa tekrarlanmasının muhtemel olduğu da söylenmiştir.
Hadisin ifade ettiği hükümler şunlardır: ,
İslâm kolaylık dinîdir. Mescidde erkek ve kadınların nafile namaz kılmaları caizdir. Gücü yeten kimse, münkeri eliyle yok etmelidir. Namaz kılan kimsenin bir şeye yaslanması, dayanması mekruhtur.[357]
146. Enes'den (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Nebî mescide girdi. İki direk arasında çekilip gerilmiş bir ip gördü ve "Bu ip nedir?" diye sordu. "O ip Zeyneb binti Cahş'mdır, namazda yorulduğunda ona tutunur" dediler. Nebî (s.a): "Onu çözünüz. Sizden biri dinç, istekli olduğunda namaz kılsın. Yorulunca da yatıp istirahat etsin" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir).[358]
Rasûlüllah'a cevap verenlerce bu iki direğe ip çekildiğinin Önceden bilinmesi muhtemeldir. Bazı rivayetlerde ipin Zeynep binti Cahş'a ait olduğu[359]
147. Hz. Âişe'den (r.a) Rasûlüllah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Sizden birisi, namaz kılarken uykusu gelirse, kendisinden uyku geçinceye kadar yatsın, uyusun. Çünkü uykulu İken namaz kıldığında farkında olmadan istiğfar edeyim derken, kendine sövercesine (kendisine) beddua edebilir". (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir).[360]
"Uykusu gelmek" olarak terceme ettiğimiz "Ne'ase" uyku öncesi, uykuya hazırlıktır. Konuşanlann sözlerini işitip, anlamım farkedememek misal olarak verilebilir.
Namaz kılarken uyku geldiğinde, farz olsun, nafile olsun, namaz tamamlanarak selam verilmek suretiyle namazdan aynlımr. Her uyku geldiğinde de namaz terkedilmez. Ancak uyku ağırlaşinça namaz bırakılabilir.
Uykulu halde namaz kılan kimse, harflerin telaffuzunda güçlük çeker. Harflerin değişmesiyle anlam da değişeceğinden, namazı ifsad olduğu gibi, günahkâr da olabilir. Halbuki insan, özellikle nafile namazı Allah katında yükselmek, O'nun rızasını kazanmak ve bağışlanmak için kılmaktadır. Farz namazda İse, harflerin değiştirilmesiyle farz üzerinden sakıt olmamaktadır.
Nefsi, ibadette aşın zorlamak mekruhtur.[361]
148. Ebu Abdullah Câbir b. Semure'den (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Namazlarımı Nebî (s.a) ile beraber kılardım. O'nun namazı ve hutbesi, ne uzun ne de kısa idi". (Müslim rivayet etmiştir).[362]
Câbir ve babası Semure sahâbîdirler. Câbir bin Semure Rasûlüllah'dan (s.a) yüzkırkaltı (146) hadis rivayet etmiştir. Hicretin 66. yılında vefat etmiştir. Diğer bir rivayette ise Câbir, "Vallahi Rasûlütlah (sm) ile beraber İki binden fazla namaz kıldım" demiştir.
Rasûltillan, sadece cuma ve bayram namazlarında hutbe irad etmezdi. Ümmete tebliğ etmek istediği ve gerek duyulan her vesile ile yaptığı konuşmaya da hutbe denilir.
Hadisin ifade ettiği hükümler şunlardır:
Rasûlüîlah (s.a) hastalara ve ihîiyaç sahiplerine acıyıp, müslümanlara merhamet ettiği için namazj ve hutbeyi kısa tutardı. Rasûlulah'a (s.a) "Cevâmi'ul-Kelim " sıfatı verilmiştir. Yani birçok anlamı, çok kısa kelimelerle ifade ederdi.[363]
149. Ebu Cuhayfe Vehb b. Abdullah'dan (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştin ''Nebî (s.a) Sefcnân ile Ebu Derdâ'yı birbiri ile kardeş ilân etmişti. Bir gün Selmân, Ebu Dsrdâ'yı ziyaret etti. (Ebu Derdâ'nın eşi) Ümmü Derdâ'yı eski elbiseler içinde görünce: "Nedir senin ded!. Kadın Selmân'a: "Kardeşin Ebu Derdâ'nın dünyada bir ihtiyacı yok" dedi. Bu sırada Ebu 0er-dâ geldi. Selmân'a yemek hazırlattı ve Selmân'a: "Sen ye, ben oruçluyum" dedi- Selmân da ona: "Sen yemezsen, ben de yemem" dedi. Bunun üzerine Ebu Derdâ da yedi. Gece olunca Ebu Derdâ, (nafile) namaz kılmak istedi. Selmân ona "uyu" dedi. Biraz sonra yine namaza kalkmak istedi. Selmân ona yine "uyu" dedi. Gecenin son vakti gelince Selmân "şimdi kalk" dedi. Birükte namaz kıldılar. Selmân Ebu Derdâ'ya "Rabinin senin üzerinde hakkı vardın Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır. Ailenin senin üzerinde, hakki vardır. Her hak sahibine hakkını ver" dedi. Ebu Derdâ Nebî'ye (s.a) gelerek olup bitenleri anlattı, Nebî (s.a) "Selmân doğru söylemiş" buyurdu (Buhâîî rivayet etmiştir).[364]
Ebu Cuhayfe, peygamberimizden 45 hadis rivayet etmiştir. Peygamberimiz vefat ettiğinde, Ebu Cuhayfe henüz bulûğ çağına girmemişti. Ali b. Ebî Talib ona ikram eder, onu sever ve ona güvenirdi. Kûfe'de Beyt'ül-Mâl'ı (Hazine) ona emanet ederdi. Ebu Cuhayfe, hicretin 72. senesinde Kûfe'de vefat etmiştir.
Peygamber efendimiz Medine'ye hicretinden sonra, sahabîierin birbirleri ile dayanışması ve dinî görevlerin yerine getirilmesi için Ensar İle Muhacirler arasında kardeşlik te'sis etmişti. Uveymir Ensar'dandı. Ümmü Derdâ'nın ismi Hayre idi. Ebu Derdâ'dan önce vefat etmiştir.
Selmân-ı Fârisî'nin Derdâ'ya "Sen yemedikçe yemem" demesi Ebu Derdâ'nın ibadetlerde ve başka şeylerde nefsine güçlük verdiğini, Ümmü Derdâ'nın şikayet üslubuyla haber vermesiyle bildiği içindir.
Gece namazı konusunda da bu gayeye matuf olarak sahur vaktine kadar müsaade etmemiştir. Çünkü kulda, Rabbin hakkı vardır, nefsin hakkı vardır, eşin hakkı vardır. Nefsin hakkı, ihtiyaç duyduğu yemek ve uyku gibi şeyleri nefse tattırmakla giderilir. Eşin de hakkı, onun maddî-manevî isteklerini yerine getirmektir.
İbn Huzeyme'nin rivayetinde "Misafirin üzerinde hakkı vardır" ziyadesi vardır. Dârekutnî'nİn rivayeti ise şöyledir: "Ebu Derda, Selman'm de-, diklerini haber vermek için Rasûlüllah'a yaklaştığında, Rasûlüllah (sa) "Ey Ebu Derdâ şüphesiz bedeninin senin üzerinde hakkı vardır" buyurdu". Bu rivayete göre peygamberimiz vahiy yoluyla Selmân İle Ebu Derdâ arasında geçenleri öğrenmiştir.Hadiste rivayet edilen şekle göre ise, Rasülüİlah'ın vahiy yoluyla konuya muttali olmasından sonra Ebu Derdâ'nın olup bitenleri detaylı şekilde .anlatması muhtemeldir.
Hadisin ifade ettiği hükümler ise şunlardır.
Din kardeşliği, bir din kardeşinin diğer din kardeşini ziyareti ve evinde gecelemesi caizdir. Müslümanlara nasihatte bulunmak ve ihmal ettiği konu-. larda hatırlatma yapmak gerekir. Gecenin sonlarında kılınan namaz faziletlidir. Güzel muamele kadının kocası üzerindeki haklarındandır. Nafile orucun bozulması caizdir.[365]
150. Ebü Muhammed Abdullah b. Arar b- el-Âs'ın (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Vallahi ömrüm boyunca gündüz oruç tutacağım, gece namaz kılacağım1" diye yemin ettiğimi Nebi (s.a) bildirmişlerdi. Rasûlüllah: "Böylesöy-leyen sen misin?" diye sordu. Ben de "Evet ben söyledim. Anam babam sana/eda olsun yâ Rasûlüllah" d&tim. Bana "Senin buna gücün yetmez. Bazen oruç tut, bazen ye, bazen uyu, bazen (teheccüd) için kalk, her aydan üç gün oruç tut. Bir iyiliğin karşılığı on mislidir. Bu, bütün seneyi oruçlu geçirmek gibidir" buyurdu. Ben "Bundan daha fazlasına muktedirim"dedim. "Ohalde bir gün oruç tut, iki gün İftar et" buyurdu. "Bundan daha fazlasını yapabilirim" dedim. "Öyleyse bir gün oruç tul bir gün tutma; bu Davud'un orucudur ve oruçların en mu'tedilidir -Bir rivayete göre.oruçlarm en üstünüdür-" bnyurda. Ben "Bundan fazlasına da güç yetirebilirim" dedim. "Bundan daha fazlası olmaz" buyurdu. "RasÛlüilah'm (sjo) tavsiye etîiği, ayda üç günlük orucu kabul etseydim, bu bana ehlim ve malımdan daha sevimli olurdu ".
Diğer bir rivayette: Rasülüllah (s.a) bana "Gündüzleri oruç tuttuğun ve geceleri ibadetle geçirdiğin bana haber verilmedi mi sanıyorsun?" buyurdu. Ben "Evet ya Rasûlüllah dyledir" dedim. "Böyle yapma, bazen oruç tut, bazen da ye. Geceleri hem uyu, hem de (teheccttde) kalk. Çünkü vücudunun senin üzerinde hakkı vardır. Gözlerinin senin üzerinde hakkı vardır. Eşinin senin Üzerinde hakkı vardır. Misafirin senin üzerinde hakkı vardır. Her ayda üç gün oruç tutman sana yeter. Yaptığın her iyiliğe karşılık on kat mükâfatın var. Bu bütün seneyi oruçlu geçirmen demektir" buyurdu. Ben bu konuda aşın davrandıkça, bana da şiddetli davranıldı. Ben "Yâ Rasûlüllah! (Bundan daha fazlası için) kendimi güçlü hissediyorum" dedim. "Allah'ın Nebisi Davud'un orucu gibi oruç tut. Daha fazla tutma" buyurdu. Ben "Davud'un orucu ne (kadar)dır?" dedim. "Yılın yansı (kadar)dir" buyurdu.
Abdullah yaşlandıktan sonra: "Keşke Rasûlüllah'ın (sji) verdiği ruhsatı kabul etmiş olsaydım" derdi.
Diğer bir rivayette: Abdullah der ki; Rasûlüllah (s.a) bana "Senin, seneyi oruçlu geçirdiğin ve her gece Kur'an okuduğun şeklinde duyduğum haber doğru mu?' buyurdu. "Evet Yâ Rasûlüllah öyle. Böyle yapmakla ancak hayır murad ettim" dedim. "Öyleyse Allah'ın Nebüsi Davud'un orucunu tut. O İnsanların en çok İbadet edeni idi. Ayda bir defa da Kur'an'i hatmet" buyurdu. Ben "Yâ Nebiyyallah! Benirribundan fazlasına gücüm yeter" dedim. "O halde yirmi günde oku (hatmet)" buyurdu. Ben "Yâ Nebiyyallah! Ben bundan daha fazlasına da güç yetirebilirim" dedim, "öyleyse on günde oku (hatmet)" buyurdu. Ben "Yâ Nebiyyaliah! Ben bundan daha fazlasına da güç yetirebilirim" dedim. "Kur'an'ı yedi günde bir hatmet. Artık bundan fazlasına kalkışma" buyurdu.
Ben isteğimi artırıp, nefsime karşı güçlük çıkardıkça; bana da güçlük çıkarıldı. Halbuki Nebi (s.a) bana: "Sen bilemezsin, belki de ömrün uzun olur" buyurmuştu. Abdullah der ki: "Nebî'nin (s.a) bana söylediği çağa geldim. Yaşlandığımda Allah'ın Nebisi'nin (s.a) ruhsatını kabul etmiş olmayı çok istedim".
Diğer bir rivayette: "Çocuğunun üzerinde hakkı vardır" buyurdu.
Diğer bir rivayette ise: "Senenin tamamını oruç tutanın omcufnda hayır) yoktur" buyurdu ve bu sözü üç defa tekrarladı.
Bir diğer rivayette de "Allah katında en değerli oruç, Davud'un (a.s) orucudur. Allah katında en değerli namaz da Davud'un (a.s) namazıdır. O gecenin yansına kadar uyurdu. Üçte birinde ise kalkıp namaz kılardı. Altıda birinde yine uyurdu. O bir gün oruç tutar bir gün yerdi. Düşman ile karşılaştığında kaçmazdı".
Bir başka rivayette Abdullah der ki: "Babam beni soylu bir kadınla evlendirdi. Zaman zaman gelinine kocasından (şikayetçi olup-olmadığım) sorardı. O da "Ne iyi erkektir! Onunla evlendiğimden beri ne yatağıma (ayak) bastı, ne de eteğimizi kaldırıp baktı" diye söyledi. Bu durum uzayuıca, babam konuyu Nebi'ye (s.a) arzetti. Rasûlüilah da "Onu benimle karşılaştır" buyurdu. Bir müddet sonra Rasûlüilah ile karşılaştım. Bana "Nasıl oruç tutuyorsun?" buyurdu. Ben "Her gün" dedim. Bana "Kur'anı nasıl hatmediyorsun?" buyudu. "Her gece" dedim.
Hz. Abdullah (yukarıda) geçen rivayetlerin benzerini anlattı. Hz. Abdullah gece kolay okuyabilmesi için Kur'an'ın yedide birini gündüz ev halkından birine okurdu. Kuvvetlenmek istediğinde bazı günler oruç tutmazdı. (Ancak tutmadığı bu) günleri sayar, Hz. Nebi (s.a) ile anlaştıkları sayıda bir eksiklik yapmamak için, ;nra bu günler kadar oruç tutardı.
(Bu rivayetlerin hepsi sahihtir. Büyük bir bölümü Buhârî ve Müslim'in sahihlerinde, bir kısmı da bunlardan birinde yer almaktadır).[366]
Rasûlüllah'ın (s.a) "Senin buna gücün yetmez" buyurması konusunda tbn Hacer el-Askaianî şöyle der: "Hâli hazırda gücün yetmez" anlamında olması muhtemeldir. Zira Peygamberimiz (s.a) Hz. Abdullah'ın nefsini zora koştuğunu ve böylece yapması gereken diğer görevlerini ihmal edeceğini bilerek böyle buyurmuştur. Veya "Gelecekte gücün yetmez" anlamındadır. Nitekim yaşlanıp, aciz kalınca "Keşke Rasûlüllah'ın ruhsatını kabul etseydim" demiştir. Zira Hz. Abdullah Rasûiüllah ile anlaştıkları ibadeti terketmeyi uygun görmemiş, çok zor da olsa; hayatının sonlarında bile, üzerinde anlaştıkları ibadeti yerine getirmiştir.
Peygamberimiz (s.a) Hz. Abdullah'a ayda üç gün oruç tutmasını tavsiye etmiştir. Bu ümmete verilen bir haslet de, bir iyiliğe on kat sevap verilmesidir. Nitekim peygamberimiz de bu konuya işaret ederek, iyiliklerin on misli sevapla karşılık göreceğini ifade etmiştir. Her ay üç gün oruç tutmakla senenin tamamı oruç tutmuş gibi olunuyor. Hz. Abdullah'ın daha fazlasına güç yetirebileceğini ileri sürmesi üzerine, peygamberimiz, bir gün oruç tutup, iki gün yemesini tavsiye etmiştir. Hz. Abdullah'ın buna da razı olmaması üzerine bir gün oruç tutup, bir gün yemesini ve daha da ısrar etmemesini istemiştir. Bir rivayete göre de peygamberimiz: "Sana her ay üç gün oruç tutmak yeterli değil mi?" buyurdu. Ben "Ya Rasûiüllah" dedim. Rasûiüllah "Beş" buyurdu. Ben "Yâ Rasûiüllah" dedim. Rasûiüllah 'Terfi"buyurdu. Ben "Yâ Rasûiüllah" dedim. Peygamberimiz "Dokuz" buyurdu. Ben "Yâ Rasûiüllah" dedim. Peygamberimiz "onbîr" buyurdu. Ben "Yâ Rasûlellah" dedim. Rasûiüllah (s.a) "Davud'un orucundan üstün oruç yoktur. Zamanın yansı bir gün oruç, bir gün yemek" buyurdu. Bu hadisten de anlaşılacağı üzere fazlalık, tedricen olmuştur.
Bir gün oruç tutmak ve bir gün yemek Hz. Davud'un âdeti ve sünnetidir. Peygamberimiz bu oruç için "Oruçların en faziletlisi"buyurmuştur. Zira nefis bir gün yemekle kuvvet bulmakta ve ertesi günün orucuna tahammül sağlamaktadır. Bütün senenin oruçla geçirilmesi halinde ise belki farz kılınan diğer ameller yerine getirilemeyecek ve bu oruç sahibi günaha girecektir. "Hz. Davud'un orucunun Abdullah için en faziletli oruç olduğu, onun gelecekte takat gösteremeyeceği bilindiği için, ona aittir" diyenler de olmuştur. Delil olarak da peygamberimizin devamlı oruçtan Hamza b. Amr'ı bundan yasaklamadığını, bu hususun şahıslara göre değiştiğini söylerler. Ancak Buhârî'nin "Allah katında oruçların en sevimlisi Davud'un orucudur" rivayeti ile Tirmizî'nin "Oruçların en faziletlisi Davud'un orucudur" rivayeti âlimlerin çoğunluğuna göre mutlak olarak fazileti ifade eder. "Din kolaylıktır. Kendisini (amellerim eksiksiz olsun diye) zora koşup zorlayan herkese, bu din üstün gelir" hadis-i şerifi de ibadetlerde i'tidali teşvfk etmektedir. Mezkur hadisin de ana fikri budur.
Hz. Abdullah, ibadette ziyadeliği istemesinin ancak Allah'ın rızasına nail olmak, kulluğunu eda etmek, Rabb'ine gereği üzere taatte bulunmak olduğunu söylemiştir.
Rasûlüliah'm (s.a) "Davud'un orucunu tut. Çünkü o, insanların en çok ibadet edeni İdi" buyurması, Rasûiüllah haricindekiler içindir. Zira konuşan kimse, genelde sözüne kendisini dahil etmez. Öte yandan fazilet, mertebelere ve derecelere göredir. Üstelik Allah'tan bir mevhibedir. Nitekim Allah Teâlâ "Rahmetini dilediğine has kılar" (Âl-i İmran) buyurmuştur.
Peygamberimizin Hz. Abdullah'a: "Belki ömrün uzun olur" buyurması, onun muçizelerindendir. Zira Abdullah'ın ömrü uzun olmuş ve çok yaşlanmışür. "Devamlı oruç tutanın orucu yoktur" hadisini beddua olarak değerlendirenler de olmuştur. "Bayram ve Teşrik günlerinde de onjç tufsnier içindir" şeklinde yorumlayanlar da vard;r. Anc&k devamlı oruç tutmaya bedenin müsait olmadığı şeklinde anlaşılması daha uygundur. Zira büt^n seneyi oruçla geçirmesi Hanua b. Amf e!-£sIemFye gücünün yetEr-eî-i «nebiyle yasaklanmamıştır.
Hz. Davud (a.s), gecenin yansını uyku ile geçirdikten sor^s üçie birinde namaz kılardı ki, bu vakit Rabbin tecelli ettiği ve "İsteye?! var mı, istiğfar eden var m;?"buyurduğu vakittir. Altıda birini yine uykuyla geçirirdi. O bir gün oruç tutar ve bir gün yerdi ki, bedeni hem ibadete karşı, hsm de düşmanlara karşı mukavemet edebilsin. Nitekim hadİs-i şerifte dt "O düşmanla karşılaşınca da kaçmazdı" buyuruimuştur. Nesefde de "Vc'd edince, ona muhalefet etmezdi" ziyadesi vardır. İbn Haeer: "Bu ziyade ile bir ibadete müdavim olup onu terkedenin, va'd edip muhalefet edene benzzdiğine işaret vardır" yorumunda bulunmuştur.
Hz. Abdullah "Babam beni soylu bir kadınla evlendUdi" diyerek, soylu, şerefli kadınlarla evlenmeye işaret etmiştir. Hz. Abdullah'ın hanımı, kocasının kendisini ibadete vererek, kendisiyle ilgilenmediğini, evliliğin gereği ilişkide bulunmadığını, kayınpederine kinayeli bir şekiide anlatmıştır H2. Ab-duIEah'm babası, önce gelininin bu işe razı olduğunu sanmış, fakat tekrar araştırıp gelininden aynı şeyleri duyunca, bu tutumun uzun sürnsesiyîe gelininin eğlu üzerindeki hakkını düsünsrek Rasûlüîlah'a şikayet etmiştir.
Hadisin İfade ettiği hükümler şunlardır:
Bıkıp usanacağından endişe edilen nefse uysal davranmak.
İbadette itidalli öîmak. Abdullah b. Amr b. et-Âs'ın Rasûlüllah'la (s.a) anlaştığı şeye bağlilığı i!e, teheccüd ve gece narnazî teşvik edilmiştir. İslâm'da ruhbanlık yoktur, iyiliklerin kar kat değer görmesi bu ümmetin özeliiklerir-dendir. İslâm'da ibadetler, imam cihüddan ve nzık talebinden uzak îsiâm hem dünya, hem ahlret için çahşmaya davet eder.[367]
151. Rasûlüllah'ın (s,a) vahiy îcatiblerinden biri olan Ebu Rİb'î Hanzaia b. er-Rabî el-Üseydî'den (r.a) şövte dediği rivayet edilmiştir:
Ebu Bekr (r.a) ile karşılaştım. Bana "Ey Hanzaia nasılsın?" dedi. Ben "Haiizala münafık oldu" dedim. "Sübhanellah! Sen ne diyorsun" dedi. Ben: "Çünkü biz Rasûlüllah'ın (s.a) huzurunda bulunuyorken, bize cennetten ve cehennemden bahsediyor. Sanki o anda gözümüzle görür gibi oluyoruz. Ra-sûlüllah'ın huzurundan çıkıp, eşlerimizle çocuklarımızla kanşip oyalanınca duyduklarımızın çoğunu unutuyoruz" dedim. Ebu Bekr (na): "Vallahi biz de aynı şeylerle karşılaşıyoruz" dedi. Bunun üzerine ben ve Ebu Bekr beraber yürüdük, Rasülüllah'ın (s.a) huzuruna vardık. Ben 'Yâ Rasülullah! Han-zaîa münafık oidu" dedim. Rasûlüllah (s.a): "Ne oldu sana?" buyurdu. Ben de "Yâ Rasûlüllah! Huzurunda bulunuyorken, bize cennet ve cehennem-, den bahsediyorsun. O anda sanki cennet ve cehennemi gözlerimizle görüyoruz. Fakat senin yanından çıkınca eşlerimiz ve çocuklarımızla oyalanmaya, işlerimizle meşguliyete başlayınca, sözlerinin çoğunu unutuyoruz" dedim. Ra-sûlüHah (s.a) şöyle buyurdu: "Nefsim kudret eîinds olan Allah'a yemin ederim iti, huzurumdaki haliniz üzere kalsaiuz ve zikrs devam etseniz, yataklarınızda ve yollarınızda melekler sizinfc musâfaha ederdi. Ancak ey Hanzaia! Bir sa&t (ibadetle) bir saat (geçiminizle uğraşımz)" dedi ve bu sözü üç defa tekrarladı'*. (Müslim rivayet etmiştir).[368]
Ebu Rib'î, Kureyş'ten ilk defa yazdan kimsedir. Sonra irtidat etmiştir.
"Allah'a yalan uyduran, ya da O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir»" (En'am, 21,93) ayeti bu konuda nazil olmuştur. Daha sonra roUslüman olmuş, kendisinde yadırganacak bir hâl zuhur etmemiştir. Secde halinde iken vefat etmiştir. Rasûlüllah'ın vahiy katibi iken hıristiyan olarak irtidat ettiği de rivayet edilmiştir. Ebu Rib'î irtidatından sonra tekrar İslâm'a döndüğü için, son hâline göre hüküm verildiğinden, sahâbî olarak vefat etmiştir. Rasülüllah'dan (s.a) üç hadis rivayet etmiştir.
Ebu Rib'î Hanzala, Rasûlüllah'ın (s.a) meclisinde iken korku, murakabe ve ahirete yönetiş içinde bulunmasına rağmen; oradan ayrılıp, işine gücüne dalınca kendisinden bu hâllerin gitmesiyle, münafık halinin anz olmasından korkmuştur. Nifakın aslı, şerri gizleyip, hayrı açığa vurmaktır. Halbuki kalbi şerr ve inkâr ile kaplıdır.
Ebu Bekr'in (r.a) "Vallahi biz de aynı şeylerle karşılaşıyoruz" buyurmasından dolayı Kurtubî "Bu hâl üzere devam ettiğini ve çoluk çocuğuna, malına dönmediklerini iddia edenlerin sözü geçersizdir" demiştir. Zira o, Ra-sûlülîah'dan (s.a) sonra, kıyamete kadar insanların en üstünüdür. Bununla beraber beşer fıtratından çıkamamıştır, insan, şeytan ile melek arasında bir mertebede bulunmaktadır. Melekler emrolunduklan şeyi yaparlar. Onlar "Gece gündüz teşbih ederler, hiç ara vermezler" (Enbiya, 20). Şeytanlar ise emrolu-nanı yapmazlar. Onlar hep şer İle meşguldürler. İnsan ise hem dünya, hem de âhiret işleriyle sorumludur. Her ikisini de ihmal etmek doğru değildir. Biraz dünya, biraz âhiret saadeti ile meşgul olmak gerekir. Nitekim Rasûlüllah "Ey Hanzala! Bir saat (ibadetle), bir saat (geçiminizle uğraşınız) " buyurmuştur. Bir başka hadiste peygamberimiz "Akıllı kimsenin zamanım saatlere bölmesi gerekir. Bir müddet Rabbine itaat eder. Bir bölümünde nefsini muhasebe eder. Bir bölümünde Allah'ın mahlûkatını tefekkür eder. Bir bölümünü de yiyecek ve içecek gibi İhtiyaçları için ayırır" buyurmuştur. Rasûlüllah (s.a) Hanzala'nın korku, murakabe, tefekkür ve ahirete yönelişini devam ettirmekle mükellef olmadığını bildirmiştir. "Ey Hamala bir saat..." diye üç defa tekrar ederek, Hanzala'mn endişesini gidermiştir.
Hanzala, Rasûlüllah'ın (s.a) meclisinde; o maneviyat menbaının yanında iken bulunduğu ulvî duygular ve hâlleri devam ettirecek olsa, meleklerle yollarda ve evinde musafaha ederdi. Ama insan; bedeni, kalbi ve tüm özellikleriyle meleklerden ayrılmaktadır.
Cenneti yalın bir gözle görme hâli geçici bir hâldir. Rasûlüllah'ın yüce makamı, onları kendi atmosferlerinden alıyor. Rasûlüllah'ın müşahedelerinden ve sırımdan lezzet almaya başlıyorlardı. Ama ondan ayrıldıklarında bu hâl kayboluyordu.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
İnsan; melekler ve şeytanlar âleminin arasındadır. Zikir ve murakabeye devam etmek, gevşeklik göstermemek gerekir.
Akıllı insan, Rabbine itaat edecek, nefsini hesaba çekecek, Allah'ın mahlûkatını tefekkür edecek ve yiyip içecek vakitleri ayarlayarak tertib üzere uygulayan İnsandır.
islâm; fıtrat, ortayol ve i'tidal dinidir. Dünya ve âhiret menfaatlerini, bedenin ve ruhun ihtiyaçlarım birarada bulundurur.[369]
152. İbn Abbâs'dan (r.a) şöyle rivayet edilmiştir: "Nebi (s.a) hutbe irad ederken ayakta duran bir adam gördü. Kim olduğunu sordu. "O Ebu İsrail'dir. Güneşte ayakta durmaya, oiurmamaya, gölgelen memeye, konuşmamaya ve oruç tutmaya kendi kendine söz verdi" dediler. Nebi (s.a) "Ona söyleyin konuşsun, gölgelensin ve otursun. Orucunu (da) tamamlasın" buyurdu". (Buhârî rivayet etmiştir).[370]
Ebu İsrâîl'in ismi, Yüseyr el-Ensari'dir. Konuşmamayı adamak, konuşmamak ibadet olmadığından dinimizde yoktur. Nafile namazda ayakta durmayı uzatmayı adamak haricinde de ayakîa durmayı adamak da caiz değildir. Oruç tutmayı adamak caiz olduğundan, peygamberimiz (s.a) "Orucunu (da) tamamlasın" buyurmuştur. Peygamberimiz'in (s.a) minberde hutbe okurken, Ebu İsrail'i ayakta beklediğini gördüğü rivayet edilir.
Namaz, ezan, Arafat'da dua gibi ibadetlerde ayakta durulduğu gibi, ihramının) da (erkek) güneşten sakınarak örtünmemesi gerekir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Konuşmamayı adamak, İslâm'da Allah'a yaklaştırın bir amel değildir. Allah leâlâ meşru kılmadığı, izin vermediği, kendine yaklaştıran bir amel kılmadığı şeyleri kabul etmez.[371]
"İman edenlerin, Allah'ı ve Hak'tan ineni zikr için, kaîblennin saygı İle yumuşaması zamanı hâlâ gelmedi mi? Onlar daha evvel kendilerine kitap verilip de üzerlerinden uzun zaman geçmiş, artık kalbleri kararmış bulunanlar gibi olmasınlar". (Hadİd, 16)
".., Arkalarından da Meryem Oğlu İsa'yı gönderdik. Ona İncil'i verdik. Kendisine tâbi olanların yüreklerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Onların (yeni bir âdet olmak üzere) ihdas ettikleri ruhbanlığa (gelince), onu üzerlerine biz farzetmedik. Ancak (onlar bunu sırf) Allah'ın rızasını aramak için yaptılar. Fakat buna hakkıyla riâyet de etmediler". (Hadid, 27)
"İpliğini sağlamca büktükten sonra söküp bozan (kadın) gibi olmayın". (Nahl, 92)
'Sana ölüm gelinceye kadar da Rabbine ibadet et". (Hicr, 99).[372]
Onlardan biri Hz. Âişe'nin (r.a) "Rasûlüllah'ın katında en sevimli ibadet, sahibinin üzerinde devam ettiğidir" hadisidir ki; önceki bölümlerde zikredilmiştir.
142 no'lu hadiste tercemesi ve şerhi geçmiştir.[373]
153. Ömer b. el-Hattâb'dan (r.a) Rasûlüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kim, (her) gece (okumayı alışkanlık haline getirdiği) hizbini okumadan veya tamamlamadan uyur da, sonra onu sabah namazı ile öğle namazı arasında okursa, onu geceden okumuş gibi hesabına sevap yazılır". (Müslim rivayet etmiştir).[374]
Mü'minin gece devam ettiği nafile namaz kılmak, Kur'ân okumak ve zikretmek gibi güzel amelleri, kul ile Rabb arasında manevî bir irtibatı sağlamaktadır. Herhangi bir özürle ihmali İmlinde, sabah namazı ile öğle namaza arasında okuyarak telafi etmelidir. Bu iki namaz arasında insanlar uyku ve günün başlangıcı olarak günlük işlerine daldıkları için, böyle bir anda Allah'a yönelmeye dikkat çekilmiştir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Vİrdlere önem vermek ve devamlı okumak gerekir. Virdini bir özür sebebiyle okuyamayan, onu kaza etmekte acele ederse, vaktinde edâ etmiş gibi tastamam sevabını alır.[375]
154. Abdullah b. Amr b. el-Âs'dan (r.a) rivayet edilmiştir: "Rasûlüliah (s.a) bana şöyle buyurdu: "Ey Abdullah! Falanca gibi olma. O önceleri, geceleyin ibâdet ederken; sonra gece ibadetini terketti". (Buhâri ve Müslim rivayet etmiştir).[376]
Rasûlüllah'ın (s.a) "falanca gibi" buyurarak o şahsın ismini açıklamaması, hatasını açıkladığı kişiyi gizlemeye yönelik olabilir. Ayıplanacak bir iş yapanın adının öğrenilmesine çabalamanın doğru olmadığı ima edilmiştir.
Rasûlüllah'ın (s.a) muayyen bir şahsı kastetmediği, ancak gece ibadetini terketmekten Hz. Abdullah'ı sakındırmak için böyle söylemiş olması da muhtemeldir.
Farz ve vacip olmasa da, mûtad hale getirilen güzel amelleri terketmek hoş görülmemiştir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Yerilecek (zemmedilecek) kimsenin adının amlmaması gerekir.
Hayırlı işlere ahşan kimsenin, işlerine devam etmesi müstehaptır. [377]
155. Hz. Âişe'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştir: "Rasûlüliah (s.a) ağrı ve->ya başka sebepten dolayı gece namazını (teheccüdü) kılamadığında, gündüz ona karşılık on iki rek'at namaz kılardı". (Müslim rivayet etmiştir).[378]
Uykunun bastırması veya önemli bir özür sebebiyle teheccüd namazını küamayan kimse, gündüz on iki rek'at kılar. îbn Hacer der ki; "Tekeccüd kaza edilmez. Ancak faziletinden dolayı terki halinde ielâ/İ etmeye teşvik edilmiştir". Zira Rasülüllah'm (s.a) gece namazının rek'at adedi bu değildir. Ka-za'nın adedi, edanın adedinden fazla değildir. Ancak nafile namazın da kaza edilebileceğine dair Ebu Dâvud'da rivayet edilen ve Tirmizf nin zayıf demesine karşılık "Hasen" olan "Kim vitr ve sünnetlerini kılmadan uyursa, hatırladığında kılsın" hadisi buna delildir.
Hadisin ifade ettiği hükümler şunlardır:
Bir özür sebebiyle bir İbadetten geri kalan kimse, özürünün gittiği zaman o ibadeti telâfi eder.
Mezkur hadis nafilelerin de kaza edilmesine işaret etmektedir.[379]
"Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasak ettiyse ondan da sakının'*. (Haşr, 7)
"Kendi (re'y-Ü) nevasından söylemez o. O kendisine (Allah'tan) ilkâ edile-gelen bir vahiyden başkası değildir". (Necm, 3-4)
"(Habibim) de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki; Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı örtsün. Çünkü Allah çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir". (Âl-i îmrân, 31)
"Andolsun ki Rasûlüllah'da sizin içid, Allah'ı ve âhiret gününü umar olanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir (imtisal) numûne(si) vardır".
(Ahzâb, 21)
"öyle değil, Rabbine andolsun ki onlar aralarında kimi oraya, kimi buraya çektikleri (kavga ettikleri) şeylerde, seni hâkem yapıp, sonra da verdiğin hükümden yürekleri hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar". (Nisa, 65)
"... Eğer bir şey hakkında çekişirseniz onu, Allah'a ve peygambere döndürün, eğer Allah ve ahiret gününe inanıyorsanız". (Nisa, 59)
"Kim o peygambere itaat ederse muhakkak Allah'a itaat etmiştir". (Nisa, 80)
"Şüphesiz ki sen herhalde doğru bir yolun rehberliğim yapıyorsun, (öyle doğru bir yol ki o ) Allah'ın yoludur". (Şûra, 52-53).
"Artık onun emrinden uzaklaşıp gidenler kendilerini (dünyada) bir fitne (ve belâ) çarpmasından, yâhud (âhirette) onlara pek acıklı bir azab (gelip) çatmasından çekinsin (ler)". (Sür, 63)
"Allah'ın evlerinizde okunup duran âyetlerini ve hikmeti hatırlayın". (Ahzâb, 34)[380]
156. Ebu Hüreyre'deh (r.a) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ben sizi (kendi hâlinize) terkettiğim sürece, beni kendi hâlime bırakınız. Sizden öncekileri Nebilerine karşı çok soru sormaları ve onlarla münakaşa etmeleri helake sürükledi. Sizi bir şeyden sakındırdığımda, ondan sakınınız. Size bir şey emredersem, elinizden geldiği kadar onu yerine getiriniz". (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir).[381]
RasûlüUah (s.a) "Ey insanlar! Allah üzerinize haca farz kıldı Haccediniz" buyurdu. Bir adam "Her yıl mı? Yâ Rasülüllah" dedi, Rasülüllah sustu. Adam birkaç defa tekrarladı. Bunun üzerine peygamberimiz (s.a) "Şayet evet desem (her yıl) farz olur ve güç yetiremezsiniz" buyurdu ve sonra "Ben sizi (kendi halinize) terkettiğim sürece, beni kendi hâlime bırakınız..-" buyurdu.
Zaruret yokken çokça soru sorulması ve ümmetin parçalara ayrılması haramdır. Zira bu durum helake götürür. İhtilaflarla kalpler dağılır ve din zayıflar. Bu haramdır. Buna sebep olan şeyler de haramdır. Çok soru sormak ile üzmeye, incitmeye, yanıltmaya ve çıkmaza sokmaya sebep olunur. Bu tutum da haramdır. Rasülüllah (s.a) "Size bir şey emredersem, elinizden geldiği kadar onu yerine getiriniz" buyurmuştur. Cenab-ı Allah da "O halde gücünüz yettiği kadar Allah 'tan korkun..." (Teğâbün, 16) buyurmuştur. Bu, islâm'ın çok önemli bir kaidesidİr. Rasülüllah (s.a) bu hadisi de "Cevami'ül-A'e/Zm"dendir. Zira o sayılamayacak kadar hükümleri, birkaç kelime ile ifade etmektedir. Bu hadis-i şerif ve âyet-i kerime "Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının..." (Haşr, 7) âyetini tahsis etmektedir.
Hadisten çıkarılan hükümler ise şunlardır:
Meseleleri çıkmaza götüren sorular sormak haramdır. Çok soru şüphelere ve ihtilaflara sebep olur. Muhalefet yapma hastalığı, kişiyi heîâka götürür. Isrâîîogullan'nin sorulan hep bu türden idi. Kat'î olarak nehyedilen şeyleri terketmek farzdır. Emredilen şey bazan meşakkatli olabilir. Ancak herkes, gücü nisbetinde yerine getirmeye çalışır.[382]
157. Ebu Necîh eî-trhâd b. Sâriye'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştir:
"RasnUlüah (s,a) bize etkiîeyici bir vaaz verdi. Ondan kalpler ürperdi, gözler yaşardı. Biz "Yâ RasûSüllah! Bu vaaz, veda eden kimsenin vaazına benziyor. Bize ne tavsiye edersiniz?" dedik. RasûlüUah "Siîe Allah'tan korkmayı, başınıza bir köle de getirilse emrini dinleyip üaat etmenizi tavsiye ederim. Sizdfcîi kiEn (uzun süre) ya§srsa, birçok ihtilaf görecektir. Siz benim sünnetime ve hidâyete ermiş Hulefâ-i RâşidİR'm sünnetine yapışı(p takip edinip. Azı dişlerinizle ena sariliniz. Dinde yeni ortaya çıkan (bid'at)lardan kaçınınız. Çünkü her bid'at sapıklıktır".. (Ebu Dâvııd ve Tirmizî rivayet etmiştir. TİrmM "Hadis hasen ve sahihdir" demiştir)[383]
Ebu Nerîh d-İrbâd, Suffe,ehiin<tendir. İslâm'a ilk dördüncü oiarak girdiği söylenir. Muhammed b. Avf "Irbâd b. Sariye de, Amr b. Anbese de "Ben İslâm'a giren ilk dördüncüyüm" diyor. Hangisinin diğerinden önce müslü-man olduğu bilinmez" demiştir. Hicretin 75. yıhnda vefat etmiştir. Ebu Necîh, RasûlttiSah'dan ($&) 31 hadis rivayet etmiştir.
Rasûlüllah (sj) sabah namazından sonra etkili bir vaaz vermiştir. Bu vaazda, alıştıklarının ötesinde peygamberimiz ashabını sakındırmış ve korkutmuştur. Sahabîler, Rasûüflİahm ölümünün yaklaştığını farketmişlerdir. Ka-rîneierie bir hükme varmanın caiz olduğuna, sahabîleriu bu tutumları delildir. Onlar, peygamberin aşırı bir şekilde öğütte bulunmasından, bunun veda konuşması olduğu kanaatine varmışlardır. Nitekim "Ya RasûlüUah! Bu vaaz, veda eden kimsenin vaazına benziyor. Bize ne tavsiye edersiniz?" dediklerinde; RasûlüUah, ashabın sözlerini doğrular mahiyette tavsiyede bulunmuştur: "Size Allah'tan korkmayı..." buyurarak, ahiret islerini kazanmak için emirlerin yerine getirilmesini ve yasaklardan kaçınılmasını daha da kısa bir Şekilde aniaımıştır. Zira "takva" emre uymayı da; yasaktan kaçmayı da içermektedir. Peygamberimiz, daha sonra da dünya işlerine îemas ederek "Başınıza bir köle de getirilse emrini dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim" buyurmuştur. Bu darb-ı mesel olarak söylenmiştir. Vâkıa'ya aykırıdır. Zira kölenin devlet başkanlığı sahih değildir: Veya Rasûlüllah'ın gelecekte devlet nizamının bozulacağını, hatta yönetimi ehliyetsiz kişilerin ele geçireceğine işaret etmesi muhtemeldir. Zira İtaati tercih etmek iki zararın en hafifidir. Zira böyle kişilerin yetkisine sabretmek, fitne çıkmasından daha ehvendir. "Sizden kim (uzun süre) yasarsa birçok ihtilaf görecektir" buyurarak kendisinden sonra meydana gelecek olaylara işaret etmesi, O'nun mucizelsrindendİr. Nitekim Huıeyfe'ye ve Eftu Hüreyre'ye gelecekle ilgili bazı bilgiler vermesi, peygamberimizin kendisinden sonra olacaklardan haberdar olduğunu te'yid ettnekîedir. Kurtuluş reçetesi olarak peygamberimiz (s.a) kendi sünnetine ve Hulefâ-i Râşidîn'in sünnetine uyulmasını emretmiştir.
"Azı dişinizle ona sanlınız" emTi ise, hiç bırakmamak üzere sünnete sarılmayı kastetmektedir. "Dini ve dolayısıyla sünneti korumanın çok zor olacağı, bu sebeple bütün acılara ve sıkıntılara katlanarak sabırlı ve dayanıklı olmaya teşvik etmektedir" de denilmiştir.
Sünnetin muhafazası için, bidatlerden sakınma emredilmiştir, Allah ve Rasülü'nün emirleri ile, Hulefai Raşidîn'in uygulamalarına ters düsen her şty bid!attır. İslâm'ın haricindeki her şey, dalâlet ve sapıklıktır. Bid/at ise İslâm'da olmayan şeylerdir.
Hadisin ifâde ettiği hükümler şunlardır;
Allah'tan korkmak, Ö'aun emirlerini yerine getirmek, nehiylerinden kaçınmak. Öze! durumlarına önam vermeksizin Allah'a itaati emrettikleri sürece yöneticilere itsat etmek gerekir. Müslümanlar sonralar* birçok fırkalara aynlnuslardır. Rasû&Hah'm (s.a) önceden haber vermesi, O'nun mudzeîerindendir. Hulefâî Râşidîn, Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'den (r.a) müteşekkildir. Bidatin zemmİ, dine muhalif olması ve dinin esaslarına ters düşmesinden dolayıdır.[384]
158. EbuJJüreyre'den (r.a) Rasûlüllah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ümmetimin hepsi cennete girecektir. Ancak imtina edenler giremeyeceklerdir". "Ya Rasûîüllah imtina edenler kimlerdir?" diye soruldu. Ra-sûlülîah "Her kim, bana itaat ederse cennete girer. Her kim de bana karşı çıkarsa imtina etmiş olur (cennete giremez)" buyurdu. (Buhârî rivayet et-miştir).[385]
Hadis, ümmetin hepsinin cennete gireceğini müjdelemektedir. Rasûlüllah'a itaat etmeyerek ona isyankâr olan günahkâr mü'minler ise, günahları nisbetince cehennemde kaldıktan sonra cennete gireceklerdir. Doğrudan cennete girenlerle beraber olamayacaklardır. Rasülüllah'ı ve getirdiklerini kabul etmeyerek ona karşı olan kâfirler İse, zaten cennet'in kokusunu bile alamayacaklardır.
Rasûîüllah'tan imtina etmek, cennetten imtina etmektir. Zira, ona tâbi olmak cennete girmeye sebeptir.[386]
159. Ebu Müslim -kendisine Ebu Iyâs da denildi- Seleme b. Amr b. el-Ekva'dan (r.a) şöyle rivayet edilmiştir: "Bir adam Rasûlüllah'm (s.a) yaranda sol eliyle yedi. Rasûîüllah da ona "Sağ elinle ye!" buyurdu. O da "(sağ elimle) yapamıyorum" dedi. Rasûltillah "Tıapamayasın (inşaallah)" diye beddua etti. Adamı Rasûiüllah'm emrine uymaktan kibri alıkoymuştu. (Bu hadiseden sonra) o adam, sağ elini ağzına götüremez oldu". (Müslim rivayet etmiştir)[387]
Ebu Müslim, Rıdvan biatmda da hazır bulunmuştu.'O gün Hudeybiye'-de herkesten önce, üç defa peygamberimize biat etmiştir. Rasûîüllah ile beraber yedi gazveye katılmıştır. Yetmiş yedi hadis rivayet etmiştir. 80 yaşında iken, hicretin 74, yılında Medine'de vefat etmiştir.
Rasûiüllahm (s.a) yanında sol eliyle yemek yiyen "Büsr"dm. Bu sahâbî kibrinden dolayı, peygamberimizin emrini uygulamamıştır. Bazı âlimler, bu tutumundan dolayı nifak İthamında bulunmuşlardır. Ancak mücerred bir kibir sebebiyle itaatsizlik gösterdiği, Rasûlüllah'a ve getirdiklerine ise inandığı için nifak ithamı reddedilmiştir.
Hadisin ifade ettiği hükümler şunlardır:
Sağ elle yemek sünnettir. Sağ elle yemenin Özürlü olmadığı hallerde, sol elle yemek mekruhtur. Ancak sağ elin hastalıklı ve yaralı olması halinde sol el ile yenilebilir. Bütün işlerde sağdan başlanmalıdır. Ancak tuvalette temizlik, sümkürmek gibi işlerde sol eF kullanılır.
Sünnetin terki günahı gerektirmez. Bu sebepledir ki, Rasûîüllah büyük-lenerek sağ eliyle yemek yemeyene beddua etmiştir.[388]
160. Ebu Abdullah Nu'mârı b. Beşir'den (r.a) Rasûlüİlah'ı (s.a) söyîe derken İşittim dediği rivayet edilmiştir. "Ya saflarınızı düzeltirsiniz veya Aîiah yüzlerinizi ayn ayrı yönlere çevirir". (Buhâri ve Müsiim rivayeî etmistir).[389]
Müslim'in rivayetine göre: "Rasûluüah (s.a) okları düzeltir gibi safları-mm düzeltirdi. Bizim anladığımızı görünceye kadar (böyle yapardı.) Bir gün oamaza çıkmıştı. Tam tekbir almak üzsreyken, göğsü saftan dışarıya çıkmış bir adam gördü ve "Allah'ın kullan! Ya soflarınızı düzgün tutarsınız, ya da Allah yüzlerinizi ayrı ayrı yönlerde çevirir" buyurdu".
Nu'man b. Beşir'in babası, II. Akabe biatmda, Bedir'de, Ühud'da ve diğer savaşlarda Rasûlüllah'la beraber bulunmuştur. Ensar'dan ilk defa Ebu Bekr'e biat edendir. Hicretin 12. yılında bir savaşta şehîd olmuştur.
Nu'man, hicret yılında doğmuştur. Hicret'ten sonra Ensar'dan doğan İlk çocuktur. Rasülüllah'dan (s.a) 114 hadis rivayet etmiştir. Hicretin 64. yılında Şam'da şehîd edilmiştir. Rasûlüllah (s.a) safta duranların aynı hizada olmalarını, aksi halde yüzlerin ayrıayn yönlere çevirileceğini söyleyerek tehdit etmiştir. Âlimlerden bazıİan, gerçekten yüzlerin çevrileceğini, bazıları da âhirette çevrileceğini söylemişlerdir. Ebu Umame'den rivayette ise: "Ya saflar düzeltilir,- ya da yüzler silinir" buyuru!muştur. Nitekim Allah Teâlâ da ".. Biz bazı yüzleri silip, arkalarına döndürmeden..." (Nisa, 47) buyurmuştur.
"Tehdit" mecazî olarak, "Aralarınıza düşmanlık ve kin girerek kalpleriniz dağılır" anlamındadır. "Safları düzeltenler hayra, düzeltmeyenler de şerre yöneltilerek; yüzler ayrı ayrı yönlere teveccüh eder" de denilmiştir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Safların düzgün tutulmasına önem vermek gerekir. Namazla ikâmet arasında, safları düzeltmek gibi şeyler haricinde konuşulmaz.[390]
161. Ebu Musa'dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir: Medine'de bir ev, geceleyin ev halkı ile beraber yanmıştı. Ev halkıma durumları Rasûiüllah'a (sa) anlatıldığında, "Bu ateş sizin düşmamim4ir. Uyuyacağınız zaman onu söndürünüz" buyurdu. (BuhM ve Müslim rivayeî etraiştir).[391]
İslâm, nefsin korunmasına ve malın İsraf edilmemesine önem vermektedir. "Yangm ile hem nefislere, hem de mala zarar söz konusu olduğundan; yangına karşı dikkatli olmak gerekir, *îek başına evde yaşayan kimse, yatmadan önce ya ateşi söndürmeli veya yangm çıkmayacak şekilde önlem almalıdır. Bir evde birden fazla kimse bulunuyorsa, en son yatan kimse yangına karşı tedbir almahdır.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Uykudan önce ateşin söndürülmesi gerekir, Rasfltüllah'ın (s-a) ateşin söndürülmesi emri, "irşad içindir" denildiği gibi, "müstehapür" da denilmiştir. Zararından emin olunan aydınlatıcı ve ısıtıcıların söndürülmemesinde bir sakınca yoktur.[392]
162. Ebu Musa'dan (r.a) rivayet edildiğine göre, Rasûlüllah (s.a) şöyle buyurmuştun "Allah'ın benimle gönderdiği hidâyet ve Üim, yere yağan bol yağmura benzer. O toprağın bir bölümü çok İyidir. Suyu çeker ve bol ot bitirir. O toprağın bir bölümü de çoraktır, suyu dışında tutar. Allah onunla halkı faydalandırır. İnsanlar ondan içer, hayvanlarını sular ve ziraat yaparlar, ^ğmurun yağdığı o toprağın diğer bîr bölümü ise düz ve kaypaktır. Ne su tutar, ne de yeşillik olur. İşte bu misal, Allah'ın dinini anlayıp da Ailah'm benimle gönderdiği şeyler kendisine fayda veren, onu bilip başkalarına öğreten kimsenin benzeri ile, ona doğru başım bile çevirmeyip, kendisiyle gönderildiğim Allah'ın hidayetini kabul etmeyenin benzeridir". (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir)[393]
Hadisimizde ilmin bol yağmura benzetilmesinde latif İşaretler bulunmaktadır. Şöyle ki; bol yağmura, suların ve az yağmurların yeterli olmadığı zamanda ihtiyaç duyulur. Rasûlüllah'dan (s,a) önce insanlar ilimsizlikten cahi-liyyenin zirvesinde şaşkın halde idiler. Allah, onlann imdatlarına karşılık vererek, bol ilimle peygamberimizi göndermiştir. Zira gökten inen vahiy, insanların gönüllerini yeşertmiştir.
Hadisin ifade ettiği hükümler şunlardır:
Rasûlüllah (s.a), hidâyet ve ilmi faydalı bir yağmura benzetmiştir. Zira yağmur nasıl toprağı canlandınyorsa, ilim de kalpleri ihya etmektedir.
İlimden faydalanan kimseyi de, güzel toprağa benzetmiştir, timi taşıyıp, onu başkalarına öğreten, fakat kendisi faydalanmayan kimseyi; suyu dışında tutup, insanlara ve hayvanlara faydalı olmayan çorak toprağa benzetmiştir. İlmi ne öğrenen, ne de amel eden kimseyi de suyu tutmayan ve bitki de yetiştirmeyen düz ve kaypak toprağa benzetmiştir. Bu kimse, insanların en şerlisi-dir. İlmi öğrenmeye ve öğretmeye ve onunla amel etmeye, ilimden yüz çevirmekten sakınmaya teşvik eden mezkur hadis, faydalı olmanın ve faydalanmanın faziletini beyan etmektedir.[394]
163. Hz. Câbir'den (r.a) Rasûltillah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Benimle sizin misâliniz, ateş yakıp da çekirge ve pervaneler ateşe düşmeye başlayınca; onları oradan uzaklaştırmaya çalışan adamın hâli gibidir. Ben de sizi ateşe düşmekten korumak için, eteklerinizden tutuyorum. Siz ise elimden kurtulmaya çalışıyorsunuz". (Müslim rivayet etmiştir).[395]
Çekirgeler kendilerine zarar veren şeylerden habersiz olduklarından, onlara zarar göreceğini bilerek, şefkatle engel olan kimsenin, İslâm'dan habersiz olarak, neva ve isteklerine uyarak işledikleri günahlarla cehenneme girmeye hırslı olanlara RasülüHah'm merhametle engel olmasına benzetilmesi vakıayı çok güzel tasvir etmektedir.
Hadisin ifade ettiği hükümler şunlardır:
Rasûlüllah (s.a) hiçbir hayır bırakmamıştır ki, ümmetine öğretmesin. Yine hiçbir şer bırakmamıştır ki, ondan da sakındırmasın.
İnsanların çoğunun dine muhalefeti cehaletinden dolayıdır. Bu muhalefet onları cehennem azabına itmektedir.[396]
164. Câbir'den (r.a) rivayet edilmiştir: "Rasûlüllah (s.a) parmaklan ve yemek tabağım yalamayı emretti ve "Siz bereketin nerede olduğunu bilemezsiniz" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir)[397]
Müslim'in diğer rivayetinde: "Birinizin lokması yere düşerse onu alsın, ûzerindekileri temizlesin ve onu yesin. Şeytan'a terk etmesin. Parmaklarım yalamadıkça elini mendiline silmesin. Zira bereket, yiyeceğin neresindedir bilemez" buyurulmuştur.
Müslim'in bir diğer rivayetinde: "Şeytan birinizin her İşinde hazır olur. Hatta yemeğinde bile hazır olur. Birinizin elinden lokması düştüğünde, onu alıp üzerindeki şeyi temizleyip yesin, şeytana bırakmasın " buyurulmuştur.
Yenilen yemeğin bereketi, yenilen kısımda mı, geride kaian kısımda mı, parmakla alınmışsa, parmağa bulaşanda mı, tabağın dibinde- olanda mı ve yere düşen lokmada mı bilinmez. Bütün bunları tatmak gerekir ki, bereket hâsıl olsun. Burada "Bereket" ile kastedilen, insanın gıdasını alması, maddî ve manevî yönden gelecekte zarar görmemesi ve Allah'a itaat İçin kuvvet bulması gibi şeylerdir. Parmaklan ve yemek tabağını yalamak nimete verilen önemin ve mütevazi olmanın göstergesidir. Yemek artıklarının bırakılmasında ise nimeti küçümsemek ve ona karsı büyüklenmek söz konusudur.
Düşen lokmayı almamak, çoğunlukla maddî bir bolluk içinde olup, kibirli olanların tavırlar; olarak görülmektedir.
Lokma yere düşmüş ve toz toprak içinde kalmışsa, bununla beraber neci» bir şeye bulaşmamışsa mümkünse yıkanmalıdır ve temizlendiğine kanaat getirilince yenilmelidir. Temizlenmesi mümkün değilse, hayvanlara yedirilmeli, yine şeytâna terk edilmemelidir.
Taberânî'nin Kâ'b b. Ucre'den rivayetinde: "Rasûlüllah 'ı (sjı) üç parmağıyla (yani baş parmağı, şehadet parmağı ve orta parmağıyla) yerken gördüm. Sonra onları silmeden önce, orta parmağım, sonra şehadet parmağım, sonra baş parmağını yaladığım gördüm" buyurulmaktadır.[398]
165. îbn Abbâs'dan (r.a) şöyle rivayet edilmiştir: Rasûlüllah bir gün aramızda iken vaaz etmek için ayağa kalkarak: "Ey insanlar! Siz yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Allah'ın huzurunda toplanacaksınız. Nitekim Allah "ilk yaratışa nasıl başladtksa; üzerimizde (hak) bir va'd olarak yine onu iade edeceğiz- Hakikatde failler biziz) buyurdu. Bilin ki kıyamet günü insanlardan ilk defa İbrahim (a.s) giydirilir. Haberiniz olsun! O gün ümmetimden bir çok kimseler sol taraflarından tutulup getirilirler. Ben "Ey Rabbim! Bunlar benim ashabım" derim. Bunun üzerine: "Onların senden sonra, neler ihdas ettiklerini sen bilmiyorsun" denilir. O zaman ben de salih kulun (İsa a.s) dediği gibi derim. "Onların arasında bulunduğum müddetçe üzerlerinde bir kontroicü idim. Fakat vaktâ ki, Sen beni (içlerinden) aldın, üzerlerinde gözetleyici Sen oldun. (Zâten) Sen (her zaman) her şeye hakkıyla sahipsin. Eğer kendilerine azap edersen; şüphe yok ki onlar Sen'in kutlarındır. Eğer entari yargılarsan, mutlak gâlib ve yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan de Sen'sin Senıl{2). Bana denilir ki: "Onlar sen aralarından ayrıldığından beri, gerisin geri dönmüş, mürted olarak kaldılar". (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir).[399]
ResûlüUah'tan (s.a.) sonra bid'atlere dalanlar sahabenin hepsi değildir. Sayıca çok az olan bedevilerden bir kısımdır. Meşhur sahabîlerden bid'ate meyleden olmamıştır. Ayrıca peygamberimizin, "benim ashabım" buyurmasının, "Benim dinime tabi olan ümmetim" anlamında olması da muhtemeldir. Hadisin başında "Ogün ümmetimden birçok kimseler" buyurulması da bu görüşü teyid etmektedir.
Rasûlüllah'a (s.a) onların İslâm dışı davranışlarda bulunduğu haber verilince, peygamberimiz (s.a) adaletin yerine gelmesine ve Hakk'ın emrine teslim olarak sağlığında iken onların bu tutumlarına engel olduğunu, vefatından sonra neler yapüklannı O'nun bildiğini buyurur. Hz. İsa da kendisinden sonra sapıtanlar için böyle demiştir. Eğer Allah onlan cezalandınrsa, bu on-lann işlediklerinin cezası olur. Adaletle hükmetmiş olur. Zira onlar O'nun kullandır. İstediği gibi tasarruf edebilir. Onlardan tevbekâr olanlan bağışlarsa hüküm yine O'na aittir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Rasülüllah'dan (s.a) sonra ilk defa giydirilecek olan Hz. İbrahim'dir. Allah'ın dininde değişiklik yapan isyankârların cezası ise iki çeşittir.
1. Dinden dönenler ki, bunlar cehennemde ebediyyen kalacaklardır.
2. İsyankâr olanlar. Bunlar azab gördükten sonra, Rasülüllah'ın (s.a) şefaatiyle cehennemden çıkanlardır. Rasûlüllah'a (s.a) izafe edilen, ancak Ra-sûlüllah'm söz, fiil ve takririne uygun olmayan amellerin faydası yoktur.[400]
166. Ebu Said Abdullah b. Muğaffel (r.a) der ki: "Rasülüüah (s.a) sapanla taş atmaktan nehyetti ve "O avı öldürmez. Düşmanı da öldürmez, O sadece göz çıkarır ve diş kırar" buyurdu", (öuhârî ve Müslim rivayet etmiştir)[401]
Bir diğer rivayet ise şöyledir: "İbn Muğaffel'in bir yakını sapanla taş attı. İbn Muğaffel yakınına bunu yapmamasını söyleyerek "Rasülüllah (can-h hedef gözeterek) sapanla taş atmaktan nehyetti ve "Çünkü bununla avlanılmaz" buyurdu, dedi. Sonra o adam yine sapanla taş atınca, İbn Muğaffel "Ben sana Rasülüllah'ın (s.a) bundan nehyettiğini söylediğim halde yine taş atıyorsun. Artık seninle asla konuşmayacağım" dedi.
Abdullah b. Muğaffel, Rıdvan biatında bulunmuştur. Medine'de ikamet etmiş, bilâhare Basra'ya taşınmıştır, Allah için göz yaşı dökenlerdendir. "Kendilerini (binek sağlayıp) bindirmem için sana geldikleri zaman sen "Sizi bin-direcek bir şey bulamıyorum" deyince harcayacak bir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözlerinden yaş akarak dönen.." (Tevbe, 91) ayeti, Abdullah ve diğer bazı sahabîier hakkında nazil olmuştur.
Rasûlüliah'dan (s.a) 43 hadis rivayet etmiştir. Hicretin 60. yılında Basra'da vefat etmiştir.
Üç günden fazla küs durmanın haramhğı, kişinin şahsi meselelerinden dolayı olan dargınlığı içindir. Bid'at ve dalâlette olanlarla dargınlık daimi olabilir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Sapanla taş atmak caiz değildir. Zira hiçbir faydası yoktur.
Tevbe edinceye kadar isyankarlara dargın olup, konuşmamak caizdir.[402]
167. Abis b. Rabia'dan (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ömer b. el-Hattâb'ı (na) Hacer'ül-Esved'i öperken gördüm. Diyordu ki: "Ben senin fayda ve zarar vermeyen bir taş olduğunu biliyorum, Rasülüllah'ın se^ ni öptüğünü görmemiş olsaydım, seni öpmezdİm". (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir)[403]
Âbis b. Rabia en-Nehâî "Muhadramûn"dandiT. Tabiin'in büyüklerin-dendir.
Allah'ın izni olmadan Hacer'üİ-Esved ne fayda, ne de zarar verebilir.
Hâkim'in Ebu Said'den rivayeti şöyledir: "Ömer (m) böyle dediğinde, Ali b. Ebf Talib (ra), ona şöyle söyledi: "O zarar da verir fayda da verir, Allah, Ademoğlundan ahd aldığında, bunu bir deriye yazdı, taş da onu alıp yuttu. Rasûlüllah şöyle derken işittim: ' 'Kıyamet gününde Hacer 'ül-Esved getirilir. O çok tatlı ve düzgün bir dille, kendisini kelime-i tevhidie istilam edenlere şahidlik yapacaktır". Bu hadisin senedi oldukça zayıftır. Bir rivayette ise, İbn Abbas şöyle anlatır; "Ömer'i Hacer'ül-Esved'i üç defa Öpüp, sen ne zarar verirsin, ne de fayda. Şayet RasûlüUah 'ı seni Öperken görmeseydim, seni öp-mezdim" dedikten sonra "Rasûlüllah'ı bu şekilde yaparken gördüm" dedi.
Hadisten çıkarılan hükümler:
Rasûlüliah'a (s.a) yaptığı işlerde hikmetini açıklamamış da olsa tâbi olunmalıdır. İbadetler tevkifidir. Mutlaka uyulması ve yapılması gerekir.
Hadisler "Hz. Ömer, puta tapmaktan yeni kurtulan insanlar, Hacer'ül-Esved 7 istilâm etmeyi puta tapmakla karıştırmamaları için böyle söylemiştir'' şeklinde de yorumlanmıştır.[404]
[1] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/6.
[2] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/8.
[3] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/9-10.
[4] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/11.
[5] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/11-12.
[6] İbn Abdilberr, Cuoi'u Beyan'B-ttm, 11/191
[7] ŞâtıM, Mnvtfakat, İV/26
[8] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/12-14.
[9] Zehebi, Siyeru A'tam'in-Nübela, sh. 96
[10] Buhsrî, th. 32-33
[12] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/15-16.
[13] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/16-17.
[14] Ebu Nuıym, Hüyet'ırt-Evhy», sh. 9
[15] İbn Abdulberr, Cami Bayan'ü-ftm, sh. 94
[16] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/17-18.
[17] Hatib Bağdadi, lakyEd'el-tlm, ıh. 93
[18] ZebeM, UzkiKt'al-Hııffez, 1/3
[19] İbn St'd, ifcbUcât, m/206
[20] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/18-20.
[21] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/21-22.
[22] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/23-24.
[23] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/24.
[24] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/25-26.
[25] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/27-29.
[26] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/30.
[27] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/31.
[28] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/31-32.
[29] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/32.
[30] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/33-34.
[31] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/34.
[32] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/34-36.
[33] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/36.
[34] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/36.
[35] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/36-37.
[36] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/37-38.
[37] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/38-40.
[38] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/40-42.
[39] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/42-43.
[40] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/43-44.
[41] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/46-47.
[42] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/48.
[43] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/49-50.
[44] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/50.
[45] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/50.
[46] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/51.
[47] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/53-54.
[48] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/55.
[49] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/57.
[50] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/57-58.
[51] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/59-61.
[52] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/63.
[53] Buhlrî; Kitftbu Bed'ü-Vıh^TKİlIb'uî-Imân ve Kitâb'ul-ltk. 1/7.1/26,5/117.7/177.9/100. H/496, 12/290; Müslim; Kitlb'ul-lmİrc, 1907; Ebu D*vud; 2201, Timin; 1647; Neseî; 1/59, 60.
[54] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/64-66.
[55] Buhârî; Kitfib'ul-Bûyû 4/284, Müslim; Kitâb'ui-Fiten, 2884
Abdullah b. Zübeyr Hz. Aişe'nİn kızkardcşi Esma'nm oğludur. Hadisin senedinde "Omm"
(anne) olarak geçmektedir. Ancak Araplarda teyzeye 'anne' demek âdet olduğundan bu
kelimeyi 'teyzesi' diye tercüme ettik.
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/67.
[56] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/67-68.
[57] Buhftrî; Kitâb'ul-Cihâd, 4/40,6/3,28,132,202, 7/178, Müsüm; Kitab'ul İmâre, 1353/864, Ebu Dâvud, Ahmed b. Hanbel ve Tirmirf
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/68.
[58] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/68-69.
[59] Câbir hadisi, Müslim; Kitfib'ul-tmâre, 1911, Enes hadisi, Buhârî; Kitâb'ul-Cihâd ve Kitâb'ul-Megazi, 8/96
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/69.
[60] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/69-70.
[61] Buhârî; Kitâb'uz-Zekât, 3/231, 232, 6/34. 35, 8/96
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/70-71.
[62] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/71.
[63] Buhftri; 3/132, Kitab'ul-Cenaız, Kitftb'ul-\fesftyâ, Kitfib'ul-lmân, Kitâb'uUMcğazî, Muşum; Kitftb'ul-Vasıyye, 1628, İmam Malik, Ebu Dâvud, Tinnizî ve Neseî.
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/72.
[64] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/73-74.
[65] Müslim; 33, 34 vtt 2364, Kitİb'ul-Birr, İbn Mâce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/74.
[66] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/74-75.
[67] Buhârî, 1/197, 6/21, 22, Kitâb'uHlim, Müslim; İSO, 1904, Kitâb'ul-tmfite, Ebu Dâvud, Neseî ve Tinnüd
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/75-76.
[68] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/76.
[69] Buhârî; 1/81, 12/173,13/26, 27, Kitâb'ul- Fiten, Kitâb'ul-lmfin ve Kitâb'ud-Diyât, Müslim: 2888. KMb'ul-Fiten, tbn Mâce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/76-77.
[70] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/77.
[71] Bub&$ 4/285, KİlSb'uâ-Salâî, Kitâb'ui-Ezân ve Kitâb'ul Bûyû, Müslim; 249,272, Kitâb'us-Ssttt, !mam MfiJik, Ahmed b. Hanbd, Ebu Dflvud, Tinniz?, Neseî ve İbn Mace
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/78.
[72] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/78-79.
[73] Buhârî; (U/277, 279 nolu hadisde), Kilâb*ur-Rfltâk ve Kitab'ut-Tfevhîd, Müslim; 131 Kiub'ul-lmftn
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/79-80.
[74] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/80-81.
[75] Bühârî; 4/340,369,5/12,6/367,10/338 notu hadislerde, Kİt&b'ıtl-Enbiyâ, KH&b'td-lcfce, Müslim; 2743; Kititb'ur-Rifcflk, Nesei
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/82-83.
[76] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/83-84.
[77] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/85.
[78] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/86.
[79] Buhârî; KHİb'ud-Deavâ!, İS/85, Neseî ve Timizi, 3255
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/86.
[80] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/86-87.
[81] Mûsüin; Kitâb'uz-Zikr, 2702, Ebu Dâvud; 1515
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/87.
[82] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/87.
[83] Buhârî; Kiıab'ud-Deavât, U/91, 92, Müslim; Kitab'ut-Tbvbe, 2747
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/88.
[84] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/88-89.
[85] Müslim; 2759, Kitâb'ut-Tfevbe, Ahmcd b. Hanbel
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/89.
[86] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/89-90.
[87] Mflsüra; Kiteb'iK-Zikr ve'd-Du», 2703
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/90.
[88] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/90.
[89] Tînni2£; Kiîâb'ud-Deavai, 3531, Ahmcd b. Hanbel; 6160, 6400 ve !ba Mâce, 4253
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/91.
[90] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/91.
[91] Tîimİzi; Kitâb'ud-Deavât, 3529 ve 3530 ve Kitab'ut--ahare, 96, MüsJim, Nesei ve İbn Mâce
(•) Bu şüphe ravîdcödir.
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/92-93.
[92] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/93-94.
[93] Buhâri; Kitâb'ui-Enbiyâ, 6/373, 374, Müslim; Kİıâb'ut-Tfcvbe. 27«, İbn Mace
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/95.
[94] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/96-97.
[95] Buhâri; 3/86, 93, Kİtâb'uI-Meğâ» ve Kitâb'ut-Tfefsir, Müslim; 2796, Kitâb'ut-Ttvbe, Ebu Divud, Tirmirf ve Neseî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/103-109.
[96] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/109-113.
[97] Müslim, KiıSb'ul-Hudüd, 1696. Ebû Davud, 4440, Timizi, 14*5 ve Ncsci, 4/51
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/113-114.
[98] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/114-115.
[99] Buhârî; Kitâb'ur-Rikfik, 11/216-217, Müslim; Kittb'uz-Zekât, 1049, Ahmed b. Hanbel, Tirmİzî ve İbn Mftce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/115.
[100] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/115-116.
[101] Buhâiî; Kitfib'ul-Cihâd, 6/29, 30. Müslim; Kitâbu'l-lmâre, 1890
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/116.
[102] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/116.
[103] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/117-118.
[104] MüsHm; Kitâb'ut-T&hâre, 223, Ahmed b, Hanbcl, Tirmteî; 3512 ve İbn Mâce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/118.
[105] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/119-120.
[106] Buhârî; Kit£bWZek&t, 3/265, il/260, Müslim; Kitâb'uz-Zettt, 1053.
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/120-121.
[107] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/121.
[108] Mostra; KfcaVu-ZO&d, 2999, Ahuod b. Hut»)
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/122.
[109] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/122-123.
[110] Buhâri; Kitâbu'l-Megazi, 8/213, Nescî ve îbn Mâc*.
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/123.
[111] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/123-124.
[112] Buhârî; Kitâb'ul-Cenâiz, Kitâb'ul-Merdâ, Kitâb'ul-Eymân, 3/124,125, Müslim; Kiîâb'u!-Onâiz, 926, Ebû Dâvud, 3125 ve Neseî 4/21, 22
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/125.
[113] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/125-127.
[114] Müslim; Kitftb'uz-Zûhd vt'r-ReMJk, 3003, Tirmizî.
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/129-131.
[115] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/131-133.
[116] fiuhflrî; 3/138, Kitâtful-Cenftİz ve Kitflb'ul-Ahkâm, Müslim; KitSb'ul-Cenaiz, 926, EbÛ Dfivud 3124, Nesd ve Tirmîri 987
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/133-134.
[117] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/134-135.
[118] Buhâri; Kittb'ur-ReMİk, 11/207
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/135.
[119] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/135.
[120] Buhâri; Kitâbut-Tib, 10/163, 164, Ahmed b. Hanbel ve Ncseî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/136.
[121] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/136-137.
[122] Buhârî; Kilfib'ul-Mcrdâ, 10/100, Tirmizi; 2402.
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/137.
[123] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/137.
[124] BssMri; KMfesuî-Mwdi, 10/99, Mürism; Süsâö'ıü-Biir, 2576
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/138.
[125] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/138-139.
[126] Müslim; Kitâb'uİ-Cthld, 2576
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/139.
[127] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/139-140.
[128] Buhiri; Kitâb'ui-Merdâ, 10/91, Müslim; Kitâb'ul-Birr, 2573, Tirmizî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/140.
[129] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/140-141.
[130] Buhârî; Kitâb'ul-Merdâ 10/96,103,106, Müslim; Kitâb'ul-Birr, 2571, Ahmed b. Hanbel, Neseî ve İbn Mâce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/141.
[131] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/142.
[132] Buhârt; Kilâb'ul-Mcrdâ, 10/94, Abmcd b. Hanbe!
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/142.
[133] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/142-143.
[134] Buhftri; KilAbu Alâmİfin-NübÜvve, 6/456
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/143.
[135] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/143-144.
[136] Ebu Dftvud; 2649 ve Nesri; 8/204
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/144.
[137] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/145-146.
[138] Bahiri; Kitöb'ol-Enbiya, Kitlb'ud-Deavü vt Kft&b'ui-Edeb, S/44, 45, Müslim; Kilfib'-U-ZeHt, 1062
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/147.
[139] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/147-148.
[140] Tiraüzî; Kittb'uz-Zahd, 2398
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/148-149.
[141] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/149.
[142] Buhâri; Kitfib'ui-Cenâiz ve KitSb'uI Akika, 3/135, 137, Mfislim; Kilâb'ui-Edei) w Kiih İju Eüdfiii'is-Sahâ»*, 2144, 23
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/151.
[143] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/151-153.
[144] Buhâri; Kitfib'ui-Cenâiz ve KitSb'uI Akika, 3/135, 137, Mfislim; Kilâb'ui-Edei) w Kiih İju Eüdfiii'is-Sahâ»*, 2144, 23
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/154.
[145] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/154.
[146] Btıhfiit ,Hrt. m Sütgb'aî-Edefct 6/242, Mtlstbu: Kiıib'uJ-Birr, 2610
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/155.
[147] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/155.
[148] Ebû Dftvud, Kitlb'ul-Edeb, 4777, Tînnizî; KftUm SıfâTîl-Kiyâme, 2495, İbn M4cc; 4186
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/156.
[149] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/156.
[150] Buhâiî; Kitâb'ul-Edeb, 10/431, Tiraüzi
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/157.
[151] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/157.
[152] Tirmiiî; Kttâb'uz-ZUhd, 2401
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/157.
[153] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/158.
[154] Buhari, Kitâb'm-Tcfsir ve KÜl&'oî-İ'tisflm, 8/229, 13/2Î7, 219
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/158-159.
[155] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/159-160.
[156] Buhârî; Kitâb'ul-Enbiya, Kitâb'ul-Fiten, 13/4, Müslim; Kitâb'ul-lmâre, 1843, Tirmizî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/160.
[157] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/160.
[158] Buhârfî Kh&b'ul-Fıten, Ccnâiz, Menâkıb, Me£flzi ve Rikfik, 7/89,13/6, Müslim; KitSb'ul-tmârt 1845
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/161.
[159] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/161.
[160] Buharî; Kitİb'ul-Cüıİd, 6/109,110, Müslim; Kitâb'uİ-CJhâd, 1742, Ahmed b. Hanbel w EbtıDftvud
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/162.
[161] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/162-164.
[162] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/165.
[163] Buhârî; Kitâb'ul-Ed«b 10/423, Muşum; Kitâb'ul-Birr, 2607, Airaıed b. Hanbd w Tîr-mirf. 1972
[164] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/166.
[165] Tirmizî; Sifat'ul-Kıyâme, 2520
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/167.
[166] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/167-.
[167] Buhârî; Kitâbu Bed'i'l-Vahy w Kitâtfui-Saiat 1/30, 41, Müslim; Kitâb'ul-Cihâd, 1773
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/168.
[168] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/168-169.
[169] Müslim; Khâb'ul-lmftre, 1909, EbÛ Dflvud, Ncset ve İba Mftce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/169.
[170] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/169-170.
[171] Buhârî; Kkâb'ut-Cihâd ve Kiıâb'un-Nikâh, 6/154, 156, Müslim; Kitâb'ul-Cihâd, 1747
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/171.
[172] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/171-172.
[173] Buhftrî; Kit4b'uVBuyû\ 4/275, 276 Müslim; KitftVul-BüyÛ, 1532, Ebu Dâvud, Timiz! veNesd
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/172.
[174] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/172-173.
[175] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/175.
[176] Müılim; KiUb'ul-tmân, 8, Ebû Dfivud; 4693 Nesd; 8/97 ve Ibn M9ce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/176-177.
[177] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/177-178.
[178] Tirmizi; Kitâb'ul-BirT ve's-Sıla, 1988
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/179.
[179] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/179-180.
[180] Tirmkk KHâbu Sıfat'ü-Kıyatt*. 2518. tlrmbTnin rivayetini takib eden hadis İse Ahmet b. Hanbel'in MOsned'indedir; 2669, 2804.
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/180.
[181] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/180-182.
[182] Buharî; Kitib'ur-Rikflk, İİ/283.
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/182.
[183] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/182.
[184] BuhÜrî; Kitib'ur-Rikflk, İİ/283.
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/183.
[185] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/183.
[186] Buhârî; Kitfib'ul-Enbiyfl, 6/364, 365, MfisHtn; Kttflb'ofrZfibd, 2964
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/184-185.
[187] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/185-186.
[188] Tirmizî; Kilâb'ul-Kıyâme, 2461, Afanud b. Hanbd; 4/124 ve îbn Mâce; 4260
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/186-187.
[189] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/187.
[190] Timdi!; Kiîâb'uz-Znbd, 2318 ve fba Mftce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/187.
[191] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/187-188.
[192] Ebu Dâvod; Kitlb'ım-Nifcth, 2147, Ahmed b. Hanbd, 127
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/188.
[193] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/188.
[194] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/189.
[195] Buhân; Ki^'tıi-Enbiya, 6/298, 383, 3/273, Mttslim; Küâbu'l-Fsdâil
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/190.
[196] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/190.
[197] Müslim; KitAb'ur-Rik&k, 2742
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/191.
[198] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/191.
[199] Müslim; Kitftb'uz-Zikr, 2721, Tinnüİ ve tbn Mfce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/192.
[200] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/192.
[201] Masum; Kitİb'ul-Eymİn, 1651
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/192.
[202] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/192-193.
[203] Tinnizî; Kitâbu Sattt'ıl-Cutn'a, 616
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/193.
[204] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/194.
[205] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/195-196.
[206] Buhârî; Kitâb'ut-Tıb; 10/130-131, Müslim; Kitto'ul-îinâıı, 220, Ahmed b. Hıabd
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/197.
[207] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/198-199.
[208] Buhfirî; Kitâb'ut-Tevhid, 11/101, Müslim; Kit&b'uz-Zikr ve'd-Duâ, 2717, Neseî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/199-200.
[209] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/200.
[210] Buhârf; Kitab'ut-Tefsir, Tefsinı Sureti ÂN tmran, Neseî
(•) Âl-ilmran, 173.
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/200-201.
[211] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/201.
[212] M&stim; Küiftııi-Cesae, 2840, Afaraed b. Hanbel
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/201-202.
[213] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/202.
[214] Buhârî; Kiîâb'ul-Cihâd ve Kitâb'uî-Megazi, Möslîm; Kitâb'ul-FecESil, S43
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/203.
[215] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/203-205.
[216] Tirmiz; Kitflb'tız-Zahd, 234S, İmam Afamed 1/30, İbn Mflce; 4164
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/205.
[217] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/205.
[218] Buhârî; Kitâb'ud-Deavâl ve Kitâb'ut-Tevhid, Müslim; Kit&b'uz-Zikr ve'd-Duâ, 2710, • Ebu Dâvud, Tirmirf, Neseî ve îba Mâce.
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/206.
[219] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/206-207.
[220] Buhfirî; KitSb'ut-Tefsir ve Kitâbu FedâıTis-Sahâbe, Müslim; Kitâbu FedâiPis-Sahfibe 2381, Tirmizî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/208.
[221] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/208-209.
[222] Tirmirf; Kitâb'ud-i 6/306, 318, NckÎ;
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/210.
[223] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/210.
[224] Tirmizi Kitâb'ııd-Dcavât, 342, Ebu Dftvsd; Kitftb'ul-B&b, 5095
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/211.
[225] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/211.
[226] Tinnid; Kitlb'oz-Zühd, 2346
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/212.
[227] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/212.
[228] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/213-214.
[229] Müılîm; Kit&b'ul-tmın, 38, Ahmcd b. Haobel
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/214.
[230] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/214-215.
[231] Müslim; KitâVul-Münâfîkin, 2615.
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/215.
[232] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/215-216.
[233] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/217-218.
[234] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/218.
[235] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/219.
[236] Müslim; KitAb'ul-Iman, 118, Ahmed b. Hanbcl; 2/304, 5/523 ve Tırmizi; 2195
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/220.
[237] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/220.
[238] BuhSiî; Kitâb'ul-Ezân, Ahmed b. Hanbel; 4/8, 384
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/221.
[239] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/221.
[240] Buharî; Kîtul-Megâzi. Müslim; Kıtâb'ut-tmflre, 1899, Ahmed b. Hınbel; 3/308
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/222.
[241] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/222.
[242] Buhârî; KH&b'uz-Zekftt ve KMb'ul-Vestyl, MâsSro; Kitib'tz-ZeUı, 1032, Ebu DSvud, Tinnizl, Nete! ve Ahiwd b. Hanisi; 2/231, 230
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/223.
[243] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/223-224.
[244] Masum; Kitabı: Fed&l'is-Sahabe, 2470
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/224.
[245] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/224-225.
[246] Masum; Kitabı: Fed&l'is-Sahabe, 2470
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/225.
[247] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/225-226.
[248] Tirmizi; Kitab’uz-Zühd, 2307
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/227.
[249] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/227.
[250] Müslim; Kitâbu Fedâil'is-Sahâbe, 2405
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/228.
[251] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/228-229.
[252] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/231-232.
[253] Buhfirî; Kitâb'ur-Rikâk
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/232.
[254] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/232-233.
[255] Buhârf; KiÜtb'ut'lfevhid, Mailim, Tirmizî, Nesri ve İbn Mâce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/233.
[256] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/233-234.
[257] Buhârî: Kitflb'ur-RikSk, Tirmizî ve İbn Mlce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/234.
[258] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/234.
[259] Buhftrf; Kitâb'ut-'KheccOd, Mutum; KitâVul-Mürafılcfo, 2819-2520, Tamu, N«a vs İbn Mace
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/235.
[260] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/235.
[261] Buhârt; Kitâbu Salâfit-Terâvih, Müslim; Kitâb'ul-t'tikâf, H74,EbûDâvud,Neseîvetbn Mâce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/236.
[262] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/236.
[263] Müslim; KitAb'ul-Kader, 2664, Ahmed b. Hanbeİ ve İbn Mâce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/236.
[264] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/237.
[265] Buhârî; Kitâb'ur-Rikâk, Müslim; Kitâb'ul-Cenne, 2822
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/237.
[266] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/237.
[267] Müslim; KtEâb'ul-Müsâfirin, 772, Ahmed b. Hanbe!; 5/384, 3S7
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/238.
[268] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/238-239.
[269] Müslim; Kitab'ul-Müsâfirin, 773, Buhârî; Kitâb'ut-Tfehecctid ve Ahmed b. Hanbcl; 1/385, 396
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/239.
[270] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/239-240.
[271] Buhâri; Kitâb'ur-Rikâk, Müslim; Kitâb'uz-ZOhd ve'r Rikâk. 2960, Ahrned b. Hanbel, 3/110
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/240.
[272] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/240.
[273] Buhâri; Kit&b'ur-Rikfik
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/241.
[274] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/241.
[275] Müslim; Kitlb'us-Sattt, 489 ve Ahmed b. Hanbd
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/241-242.
[276] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/242.
[277] Müslim; Kab'ıu-Sattl, 488, Ahmed b. HubH, Tinnül « Neaet
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/243.
[278] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/243.
[279] Tlrmirf, Kitlb'uz-Zühd, 2330, Dirimi; 2/306, Ahmed b. Hanbel; 4/188, 190. Benzer hadisler için bite Ahmed b. Hanbel; 5/40, 43, 47, 48, 49 ve 50 ve Tirnıiü; 2331.
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/244.
[280] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/244.
[281] Bohârt; KıUb-ul-Cüıİd, MüiUid; Kiub'ul-lmlre, TâmM.
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/244-245.
[282] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/245-246.
[283] Buhâri; KMb'uz-Zekât, Müslim; Kitâb'uz-Zekât, 1018 ve Neseî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/246.
[284] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/247.
[285] Müslim; Kitâbul-Birr, 2577, Ahmed b. Hanbel ve Tintüzî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/248-249.
[286] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/249-252.
[287] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/253.
[288] Buhârt, Kiiâb'ur-Rikâk
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/254.
[289] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/254.
[290] Buhâit; Kitab'ut-lfcfrir ve Kitab'ul-Es&ya ve Tirmırf; Kitab'ut-TMsır, 3359
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/255.
[291] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/255-256.
[292] Buhlrî; Kttlb\ıt->ftir, Kitaba Sıfu'is-Sr,^ ve Kitfitrtü-Me|ui, MtaHm; Khlb'us-Salftt, 21S, 219, 220. 484
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/257.
[293] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/257-258.
[294] Buhârî; Kitâbu ftdâiI'it-Kur'&ı, MüiHm; Kİtâb'ul-Tîtfsir, 3016, Abmsd b. Hanbd; 3/236
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/258.
[295] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/258.
[296] Müslim; Kitab'uJ-CtaiDet, 2S76, Ibn Mflce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/259.
[297] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/259.
[298] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/261.
[299] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/261.
[300] Buhİri; Kİtâb'uMlk, Müslim; KMb'ul-îmân, 84
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/262.
[301] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/262-263.
[302] Müslim; Kitâb'uz-Zekâ!, 820, Ebu Dâvud ve Neseî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/263.
[303] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/263-264.
[304] Mtafon; Kittb'ııl-fctetdd, 533
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/265.
[305] Mîisüra; Kitâb'uı-Zekât, 1006, Ebu Dâvud, Neseî w Ahroed b. Hanbel
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/265-266.
[306] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/266-267.
[307] Müslim; Kitib'ul-Bİm 2626
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/267.
[308] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/267.
[309] Buhâiî; KJtftb'ıu-SuUı ve KİUb'ui-Cihid, MOiliro; Kitâbu'z-ZeUt, 1007, 1009
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/268.
[310] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/268-269.
[311] Buhari; Kitabu Sal&t'ü-Cum'a, Muslini; KitaVul-Mesâdd, 669
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/270.
[312] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/270.
[313] Buhârî; Kitab'ul- Hibe ve Kiteb'ul-Edeb, Müslim; Kitabu'z-Zekât, 1030
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/270.
[314] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/270-271.
[315] RuMifc Kitab'ul-Imâa, Müslim; Kiıâb'd-îmân, 35
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/271.
[316] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/271-272.
[317] Buhftrf; KHab'uş-Şûib ve Kitab'ul-MezâHm, Müslim; Kitab'ıu-SeJânı, 2244, 2245
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/273.
[318] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/273-274.
[319] Müalim; Kitib'ul-Kn; »M, 2021, 129), Buhâri; Kiubu Salâl'ü-Cum'a w Kitâb'ul-Merfüm
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/274.
[320] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/274-275.
[321] Mflslia; Hufc'ul-Cum's, 857, 27
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/275.
[322] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/275-276.
[323] Mftdim; Kitab'ın-laharc, 244, İmam Malik, Muvatta
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/276.
[324] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/276-277.
[325] Müslim; (Ülab'ut-Thhârc, 233, 16, Tinniz! ve İmam Ahmed
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/277.
[326] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/277
[327] Müıîim, Kiub'ut-lfefcâre, 251, İmam Malik ve Tinnizî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/278.
[328] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/278-279.
[329] Buhârî; Kitâbu Mevâkît'is-Salât, Mailim; Kitab'ul-Mesâcid, 635
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/279.
[330] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/279-280.
[331] Buhârf; Kiub'ul-abftd ve Ahnwd b. Hanbel
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/280.
[332] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/280.
[333] Buhârî; Kiıab'ul-Edd), Müslim; Kitab'uz-Zekât, 1005, Ebu DavÛd ve İmam Ahmed
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/280.
[334] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/281.
[335] Buhârî; Kitab'ul-Hars ve'1-MUzâraa, Müslim; Kitab'ul-Müslkât, 1552, 10, 8, 1553
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/281.
[336] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/281-282.
[337] Buhârî; Kitab'ul- Cemaat, Müslim; Kitab'ul-Mesâdd, 664, 665
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/282-283.
[338] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/283.
[339] Müslim ; Kitab'uI-Möâcid, £63
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/283-284.
[340] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/284.
[341] Buhİrî; Kiub'uJ-Hibc ve Ebu Dâvud
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/284-285.
[342] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/285.
[343] Buhar"; Khsb'cl-Edeb, Kitab'uzZekât ve Kitab'ut-lb'hiâ, Müslim; KiUb'uz-Zefc&t, 1016, 67, 68
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/286.
[344] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/286-287.
[345] Müsiiin; Kitab*uz-ZİkrF 2714. Tinnizî, Neseî ve İmam Ahmed
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/287.
[346] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/287.
[347] Buharı; Kittb'uz-Zekfl! ve Kitab'ul-Edeb, Müslim; Kiub'uz-Zckflt. 1008
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/288.
[348] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/288-289.
[349] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/291.
[350] Buhârî; Kitab'ul-TiheccOd, Müslim; Kiub'ul-Mttsftfifin, 785
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/292.
[351] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/292.
[352] Buhâri; Kitab'un-Nilcâh, Müslim; 1401, Nesd; 6/60
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/293.
[353] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/293-294.
[354] Mittim; KiMb'ul-tlioı, 2670
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/294.
[355] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/294-295.
[356] Buhârî; Kitab'ul-tman, Kiıab'al-Merdâ ve Kitab'ur-Rîkfik, Nesd; S/121, 122
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/295.
[357] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/295-296.
[358] Buhârî; Kitab'ut-Teheccüd, Müslim; Kitab'ul-Müsâfîrin, 784, Ebu Dâvud, 1312 ve Ne-seî; 3/218
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/296.
[359] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/296
[360] Buhârî; Kitab'ul-Vüdü, Müslim; Kitab'ul-Müsâfirin, 786, İmam Ahmed; 6/56,205, Ebu Dâvud, Tinnirf, tbn Mâce ve imam Mâlik
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/297.
[361] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/297-298.
[362] MüiHm; Kitab-uI-Cum'a, 866
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/298.
[363] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/298.
[364] Buhârî; Kitab'us-Ssvm Ve Khab'ul-Edeb, Tirmiz!. 2*15
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/299.
[365] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/300.
[366] Buhar!; Kitab'us-Savm ve Kitab'ul-Enbiya, Müslim; Kitab'ıu-Savm, 1159, Nesri; 4/209, 215
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/302-304.
[367] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/304-306.
[368] Müslim; Kftab'ut-Tfcvbc, 2750, Tirmiri; 2516
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/307-308.
[369] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/308-309.
[370] Buhârî; Kiub'ul-Eymân ve'n-Nüzûr
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/309.
[371] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/310.
[372] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/311.
[373] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/311-312.
[374] MUslim; Kitab'ul-Müsâfuin, 747, Ebu Davud, Tirmizî, Neşe! ve tbn Mace
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/312.
[375] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/312.
[376] Buhârî; Kiiab'ut-Tcheccüd, Müslim; Kitab'us-Styflm, 1159, 185
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/313.
[377] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/313.
[378] Masum; Kiub'ul-MOsâfirbı, 746, 140
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/313.
[379] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/314.
[380] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/315-316.
[381] Buhârî; Kitab'ul-l'tİsâm, Müslim; Kiub'ul-Fedâil, 1337, Tinnİzî ve Ahmed b. Hanbel
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/317.
[382] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/317-318.
[383] Ebu Dgvyd; Kztab'as-Sünns, 4607, Mite*. 42 ve Dârinıî; 1/44, 45
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/318.
[384] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/318-320.
[385] Buhâri; Kitab'ul-t'tisflm
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/320.
[386] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/320.
[387] Müslim; Kitab'ul-Eşiibe, 2021, Ahmed b. Hanbel
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/321.
[388] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/321.
[389] Buhirt; Kitab'ul-Ccmâat. Müsüm; Kitab'us-SaJât, 436, 128
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/322.
[390] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/322.
[391] Buhâri; Kıttb'ul-liti'iâu, Müslim; Kitsb'ul-Efribe, 2016 ve İbn Mfloe
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/323.
[392] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/323.
[393] Buhflrî; Kitab'ul-Uim, Müslim; Kittb'ul-Rsdftil, 2282
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/323-324.
[394] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/324.
[395] Müslim; Kitab'ul-Fedâil, 2285 ve Atımed b. Hanbel, (MOsned)
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/325.
[396] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/325.
[397] Müslim; Kitab'ul-Eşribe, 2033, 134, 135
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/325.
[398] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/326.
[399] Buhâiî; Kitab'ul-Enbiya ve Kitab'ut-Tcfsir, Müslim; Kitab'ul-Ccnnet, 2859, 58 (!) Enbiya, 104 (2) Maide, 117-118
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/327.
[400] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/327-328.
[401] Buhârî; Kitab'ui-Edeb ve Kitab'ut-Tefsir, Müslim; Kitab'us-Sayd, 1954328.
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/328-329.
[402] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/329.
[403] Buhârî; Kitab'ul-Hacc Müslim; Kitab'ul-Hacc 1270, 250 ve Ahmcd; 1/35, 39, 46