ALLAH'IN
HÜKMÜNE BOYUN EĞMENİN VACİP OLDUĞU VE
BUNA
DAVET OLUNANLARIN, İYİLİKLE EMREDİLENLERİN VE
KÖTÜLÜKTEN
NEHYEDÎLENLERİN NE SÖYLEYECEKLERİ
BİD'ATIN
VE SONRADAN ORTAYA ÇIKAN ŞEVLERİN NEHYİ
HAYRA
KILAVUZLUK ETMEK, HİDÂYETE VEYA SAPIKLIĞA ÇAĞIRMAK
İYİLİKTE
VE TAKVADA YARDIMLAŞMAK
İYİLİĞİ
EMRETMEK VE KÖTÜLÜKTEN NEHYKTMEK
İYİLİĞİ
EMREDİP, KÖTÜLÜKTEN NEHYETMESİNE RAĞMEN SÖZÜ İŞİNE UYMAYAN KİMSENİN CEZASININ
ŞİDDETİ
"öyle değil, Rabbine
andolsun ki, onlar aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem yapıp da sonra
da verdiğin hükme yürekleri hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle tabi
olmadıkça iman etmiş olmazlar". (Nisa, 65)
"Aralarında
hükmetmek üzere Allah'ın Rasûîü'ne da'vet olundukları vakit mü*minisrin sözü
ancak; "Dinledik ve itaat ettik" demeleridir. İşte asıl muradlanna
erenler bunlardır". (Nur, 51)[1]
Bundan önceki
bölümde geçen Ebu Hüreyre hadisi ve diğer hadislerin bu konuyla da ilgileri
vardır.(s.a) [2]
168. Göklerde ve yerde
ne varsa (hepsi) Allah'ındır. Siz içinizdekini açıkl
âyeti inince, bu Rasûlüllah'ın ashabına
ağ,r geldi. Rasulüllah'a gelerek diz üstü çöküp "Ya RasÛlüllah! Namaz, d
had, oruç ve sadaka gibi gücümüzün yettiği ibadetlerle mükellef kılınmıştık;
şimdi sana bu ayet indi ki, onun getirdiği yükümlülüğe güç
yetiremeyeceğiz" dediler. Rasûlül-lah (s.a): "Sizden önceki iki kitab
ehlinin (Yahudiler ve Hıristiyanlar) dediği gibi "Duyduk ve isyan ettik
mi" demek istiyorsunuz? Aksine "Duyduk ve itaat ettik. Ey Rabbimiz!
Mağfiretini dileriz. Son(uhda) varışımız sanadır" (Bakara, 285)
deyiniz" buyurdu. Bunun üzerine ashab bu ayeti okuyup dillerini ona
alıştırınca, arkasından şu ayet indi. "O peygamber de kendisine Rabbinden
indirilene iman etti. Mü'minler de, (onlardan) her biri Allah'a, O'nun
meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı. "O'nun (Allah'ın)
peygamberlerinden hiçbirini diğerlerinden ayırmayız. (Hepsine inanırız), dinledik
(kabul ettik, emrine) itaat ettik. Ey Rabbimiz mağfiretini (isteriz). Son
vartş(ımız) ancak Sana'dır" dediler" (Bakara, 285). Sahabîler böyle
davra-mnea Allah Teâlâ onlara ağır gelen ayeti neshederek şu ayeti indirdi.
"Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez. (Herkesin)
kazandığı (hayır) kendi faydasına, yaptığı (şer) kendi zararınadır. Ey
Rabbimiz! Unuttuk yahutyanıldıysak bizi tutup sorguya çekme". Allah Teâlâ
bu duaya "evet" buyurdu. "Ey Rabbimiz, takat getiremeyeceğimizi
bize taşıtma. Bizden (sâdır olan günahları) sil, bağışla, bizi yargıla, bizi
esirge. Sen mevlamızsm bizim. Artık kâfirler güruhuna karşı da bize yardım
et" (Bakara, 286). Allah Teâlâ bu duaya da "evet" buyurdu".
(Müslim rivayet etmiştir).[3]
Olmayan ve İstek
dışı hatıra gelen şeyler ile sorumlu tutulacaklarını sanarak sahabîler
"Sana inen bu âyete güç yetiremiyeceğiz" demişlerdir.
"Dinledik ve
itaat ettik" emri sahabîler tarafından dillerine iyice alıştırılınca,
Cenâb-ı Allah onlan Övmüş ve zihinlerde doğan zorluklan kaldırmıştı. İşte bu,
itaatin meyvesİdir. lsrailoğulları "Dinledik ve isyan ettik" dediklerinden
dolayı zelil kılınmışlar ve meşakkatlerle mükellef olmuşlardır. Bu da isyanın
neticesidir.
Allah güç
yetirilemeyecek şeyleri hiçbir nefse yüklemez. Müslümanların bu konuda
sıkıntıları yoktur. Kimse başkasının günahını çekmeyeceği gibi, nefsine gelen
vesveseler sebebiyle de muaheze edilmez.
Israiloğulları'nm
tevbe için nefislerini helak etmeleri, mallarının dörtte birini zekât olarak
vermeleri gibi tahammülü zor şeyleri Allah bu ümmetden kaldırmıştır Bakara
suresinin son ayetinde Allah Teâlâ müslümanlara nasıl .-dua edeceklerini de
öğretmiştir.
Hadisten çıkarılan
hükümler şunlardır:
Hükümlerin neshi
caizdir. Sahabîler güçlerinin yetmediği şeylerden -akıllarına gelen ve
gönüllerinden geçen şeyler gibi ki bunlara engel olmak mümkün değildir- sorumlu
tutuiacaklanm sanarak endişe ettiler. Duyup, itaat ettiklerini söylediklerinde,
Alİah Teâlâ onlardan meşakkati kaldırmış ve nasıl duâ edeceklerini de
kendilerine öğretmiştir.[4]
"Artık haktan (ayrıldıktan)
sonra, sapıklıktan başka ne kalır". (Yunus, 32)
"Biz o kitapta
hiçbir şeyi eksik bırakmadık". (En'am, 38)
"... Eğer bir
şey hakkında çekişirseniz, onu Allah'a ve peygambere dön-.
dürün". (Nisa, 59)
"Şüphesiz ki (emrettiğim)
bu (yol) benim dosdoğru yorumdur. O halde ona uyun. (Başka aykırı) yollara tâbi
olmayın. Sonra sizi O'nun (Allah'ın) yolundan ayırır". (En'am, 158)
"De ki: Eğer
Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı örtsün.
Çünkü Allah çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir". (ÂI-i İmrân, 31)[5]
Bu konudaki
hadisler oldukça çoktur ve bilinmektedir. Biz bunlardan birkaçını zikretmekle
yetineceğiz.[6]
169. Hz. Âişe'den (r.a)
Rasûlüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir. "Kim bu (din)
iş(Ier)imizde ondan olmayan bir şey ortaya atarsa o iş reddedilmiştir".
(Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[7]
Müslim'in diğer bir
rivayeti şöyledir: "Her kim, üzerinde dinimizin bulunmadığı bir ameli
işler ise o amel reddedilmiştir".
Hadis, haram bir
anlaşmanın iptal edilmesine ve dine ters düşen bütün işlerin reddine işaret
etmektedir.
Nevevî: "Bu
hadisin ezberlenip, kötülüklerin iptali için okunup söylenmesi ve bununla
delil getirilmesi gerekir"der. Ibn Hacer el-Askalânî de "Bu hadis
dinin esaslarından biri olarak sayılmıştır" der.
Hadisten çıkarılan
s ..kümler ise şunlardır:
Dine muhalif olan
ve dinin aslına uygun olmayan bid'atlerin hepsi reddedilir.
Harp silahlarının
gelişimi, evlerin asra uygunluğu, kitapların basımı gibi teknolojinin ve
medeniyetin gereği şeyler ise bid'at değildir.[8]
170. Câbir'den (r.a)
şöyle rivayet edilmiştir: "Rasûlüllah (s.a) (bir defasında) bize hitap
ederken, gözleri kızardı, sesi yükseldi, öfkesi arttı; öyle ki, "düşman
size akşam-sabah saldırmak üzere" diyerek askeri ikaz eden komutan
gibiydi. Şehâdet parmağı ile orta parmağını birbirine yaklaştırarak, "Ben
Rasûl olarak gönderildiğimde kıyametle aramızdaki mesafe, şu iki parmak gibi
yakındı" buyurdu ve "İmdi (bilin ki) sözün en hayırlısı Allah'ın
Kitabı'dır. Yollarm en güzeli Muhammed'in yoludur. İşlerin en şerlisi sonradan
ortaya çıkarılanlardır. Her bid'at sapıklıktır" dedi. Sonra "Ben her
mü'-mıne kendi nefsinden daha evlayım: Kim mal bırakırsa o vârislerinindir. Her
kim de borç veya dul ve yetim bırakırsa, onlar bana ve benim üzerimedir"
buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir)[9]
Rasûlüllah bir
haramdan sakındırmayı veya bir cezadan korkutmayı gerektiren bir hutbe îrad
ettiğinde -Allah'ın emirlerine ve kendisine uymak hususunda ümmetin
eksikliklerini bildiği İçin- mübarek yüzü değişir, gözleri kızarır, sesi
yükselir ve Öfkesi artardı. Hz. Câbİr, Rasûlüllah'ın kıyametin gelip çatması
durumunda insanların gafletleri sebebiyle zarar göreceklerini hatırlatması
hâlini, bir düşman ordusu tarafından sarılmakta olan, gaflet içerisindeki
toplumu uyandırmaya çalışan ve "Düşman size akşam-sabah saldırmak
üzere" diyen bir komutana benzetmiştir. Kavminin" haline önem vermesi,
onların gafletlerinden dolayı helak olmasından endişe ederek sesini yükseltmesi,
gözlerinin kızarması ve öfkesinin artması; onun mîlletinin muhafazasına ne
denli ehemmiyet verdiğinin alâmetidir. Rasûlüllah'ın (s.a) ümmetini kıyametten
ve onun dehşetinden kurtarmak isteyişindeki hırsı onun ümmetine olan rahmet ve
şefkatini göstermektedir.
Peygamberimizin
kıyametle arasındaki mesafenin İki parmak kadar yakın olduğunu belirtmesi, iki
parmak arasmda başka bir parmağın olmaması
gibi
peygamberimizle kıyamet arasında da başka bir peygamberin olmadığına
işarettir. Veya iki parmak nasıl birbirine yakın ise kıyametin de o derece
yakın olması muhtemeldir. Rasûlüllah bu hadiste görüldüğü üzere hutbeye
"Emmâ ba'dü" diyerek başlamıştır. Bu sebeple Cuma ve Bayram hutbelerinde
"Emma ba'dü" denilmesi müstehab görülmüştür.
, Sözün en
hayırlısı Allah.kelâmı, yolların en güzeli Rasûlüllah'ın yoludur. Kur'an ve
Sünnet en doğru yola iletirler. Nitekim Allah Teâlâ, "Gerçekten bu Kur'an
(insanı) en doğru yola iletir..." (Isra, 9), "...Ve şüphesiz ki sen
doğru yola götürüyorsun" (Şûra, 52) buyurmuştur. Ancak hidayetin tek kaynağı
Allah'ın kendi zâtıdır. Nitekim Allah (c.c) "(Ey Muhammedi sen sevdiğini
doğru yola iletemezsin, fakat Allah dilediğini doğru yola ileür..."
(Ka-sas, 56) buyurmuştur.
Peygamberimizin
(s.a) "Ben her mü'minekendi nefsinden daha evlayım..." şeklindeki
ifadesi "Peygamber, mü'minlere canlarından ileridir..." (Ahzab, 6)
ayetine muvafıktır.
Karşılıksız geride
borç bırakarak ölen müslümanlann borçlarını, küçük çocuklarının geçimini
Rasûlülîah (s.a) üzerine aliraş ve "Her kim borç veya dul ve yetim
bırakırsa onlar bana ve benim Uzerimedir" buyurmuştur. Rasûlttlİah'tan
sonra da halifeler devrinde yoksullara maaş bağlanmış ve geride karşılıksız ve
Ödeyecek kimsesi olmayanların borçîarı Beyt'ül-Mal'-den ödenmiştir.
Hadisten çıkarılan
hükümler şunlardır.
İnsanın meşgul
olduğu şeylerin en hayırlısı Kur'an ve Sünnet'dİr.
Dine muhalif olan
ve dinin asi ma uygun olmayan bid'atlarla mücadele edilmelidir. Yetimlerin,
kimsesiz ve zayıfların Beyt'üi-Mâl'den giderlerinin karşılanıp, korunup
gözetilmeleri gerekir. Halîfe, Rasulüllah'in {s.a) yerine onları gözetir,
Irbâd b. SSriye'den
(r.a) de Sünneti Muhafaza bölümünde (16. bölüm) 157 no*Hı hadis rivayet
edilmiştir. Tercemesi ve şerhi orada geçmiştir.
[10]
"Onlar Ey
Rabbimiz' derler, bize zevcelerimizden ve nefiskrinüakn göz-Mimizin) bebeği
olacak (sâlih insanlar) ihsan et. Bizi takvft sahiplerine rehber kıl".
(Furkân, 74)
"Onlan
emrimizle doğru yolu gösterecek rehberler kıldık". (Enbiyâ, 73)[11]
171. Ebu Amr Cerîr b.
Abdullâh'dan (r.a) rivayet edilmiştir:
Sabahın erken
saatlerinde Rasûlülİah'm (s.a) huzurunda bulunuyorduk. Derken Nemire (veya Aba)
denilen kumaşı delerek başından geçirmiş, kılıç kuşanmış, çoğunluğu hatta hepsi
Mudar kabilesine mensup yarı çıplak bir cemaat Rasûlüllah'a (s.a) geldi.
Onlarda gördüğü aşırı yoksulluktan dolayı Rasûlülİah'm (s.a) yüzünün rengi
değişiverdi. Hemen evine gitti, sonra çıktı. Bilâl'e ezan okuyup kamet
getirmesini emretti, (öğle) namazt(nı) kıldırdı. Sonra cemaate hitaben:
"Ey insanlar! Sizi bir tek candan yaratana, ondan da yine onun zevcesini
vücûda getiren ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinifze
karşı gelmekjden çekinin. Kendisifnin adını Öne sürmek suretiy)le birbirinize
dileklerde bulunduğunuz Allah'dan ve akrabalık (bağlarını kırmaktan sakının.
Çünkü Allah sizin üzerinize tam bir gözeticidir" (Nisa, 1) ayetiyle, Haşr
süresinin sonralarında bulunan "Ey İman edenler! Allah'dan korkun. Herkes
yarın için önden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah'dan korkun. Çünkü Allah,
ne yaparsanız hakkıyla haberdardır" (Haşr, 18) ayetini okuduktan sonra:
"Herkes altınından, gümüşünden, elbisesinden, bir sa' (ölçek) buğdayından,
bir saı (ölçek) hurmasından sadaka versin, hatta yarım hurma bile olsa sadaka
versin" buyurdu. Bunun üzerine Ensar'dan bir adam büyük bir torba getirdi.
Eli onun (ağırlığından kaldırmak)tan neredeyse âcizdi. Hatta taşıyamadı bile.
Arkasından herkes birbirini izledi. Öyle ki yiyecek ve giyecekten iki yığın
oluştuğunu ve Rasûlülİah'm (s.a) yüzünün güldüğünü gördüm. Âdeta yüzü altın
(ile) kaplanmış gibi parlıyordu.
Bunun üzerine
Rasûlüllan (s.a) "Her kim İslâm'da iyi bir çığır açarsa, açtığı çığnn ecri
ve kendisinden sonra o çığır uyarınca amel edenlerin ecri, onların sevabından
hiçbir şey eksilmeksizİn, kendisine verilecektir. Buna karşılık her kim de
îslâm'da kötü bir çığır açarsa ona hem açtığı bu çığnn günahı, hem de kendisinden
sonra o çığırda Kötülük işleyenlerin günahının tümü kadar günahtan hiçbir şey
eksilmeksizİn onun üzerine yüklenir" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir)[12]
Ebu Amr Cerir
hicretin 10. yılında Rasûlüllah'a gelerek Ramazan ayında bey'at etmiş ve
müslüman olmuştur. Hz. Ömer onun için "Bu ümmetin Yusuf'u" derdi.
Kufe'de ikamet etti. Sonra Afrika'ya geçti. Hicretin 51. yılında orada vefat
etti. Vefat yılı ve yeri hakkında değişik görüşler vardır. Kendisi RasülüHah'dan
(s.a) 100 hadis rivayet etmiştir.
Hadis, sahabîlerin
günün ilk saatlerinden itibaren Rasölüllah'ı (s.a) görüp ondan feyizlenmek ve
îslâmî konularda bilgilenmek için huzurunda yer almaya başladıklarını îma
etmektedir.
Rasûlüllah
"yarı çıplak cemaati" görünce, müslüman zenginlerin fakirleri
giydirmediklerine üzülmüş ye yüzünün rengi değişmiştir.
Peygamberimiz öğle
namazını müteakib tüm insanlann kardeş olduğunu hatırlattıktan sonra
mü'minlerin âhiret için hazırlıklt bulunması konusunda cemaati ikaz etmiştir.
Bunun üzerine sahabîler ellerinde olan şeylerden cömertçe tasadduk
etmişlerdir. Aüah Teâlâ; "Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi (göç eden
yoksul kardeşlerini) öz canlarına tercih ederler..." (Hasr, 9) buyurarak
bu sahabîleri övmüştür.
Peygamberimiz (s.a)
"Her kim İslâm 'da iyi bir çığır açarsa, açtığı çığrm ecri ve kendisinden
sonra o çığıra uyanların ecri, onların ecrinden hiçbir şey eksiimeksizin
kendisine verilecektir" buyurmuştur. Buna göre Rasûlüllah ve ashabiyla
hayra delâlet eden ve hayırda yeni çığırlar açan sâlih kişilerin sevapları
kıyamete kadar o yolda gidenlerin sevapları nisbetince verilerek devam
edecektir, özellikle Rasûlüllah'ın sevabı sınırsız bir şekilde çoğalacaktır.
Hadisten çıkarılan
hükümler şunlardır:
Zenginler
fakirlerin ihtiyaçlarını araştırıp gidermeli ve onlara gelecek zararı da men
etmelidirler. Rasûîüllah'ın (s.a) fakirlere şefkat ve merhameti, Rasûlüllah'ın
(s.a) fakirlere yardım etmek ve onlara faydalı olmak için gayreti, onların
sevinçlerine ortak olması, RasûlUÜah'ın (s.a) müslümanlar arasında kardeşlik
bağım kuvvetlendirme, sevgi bağı kurma ve yardımlaşmanın zaruretine dikkat
çekmedeki üslûbunun güzelliği. Hayırlı işlere acele etmekte Allah'a ve Ahiret
gününe inanmanın rolü. Az da olsa sadaka ve infâka teşvik. Zira çok, azdan
oluşmaktadır. Müslümanların Rasûlüîlah'ın emrine uymakta acele davranmaları ve
hayırlı işlerde birbirleriyle yarışmaları. Müslümanların iyilik, ihsan ve
hayırda örnek olması, kötülük ve çirkinlikte örnek olmaması. Kim hayır İçin
gayret sarf ederse, onu yapan kimse kadar ecre nail olur. Her kim de kötülüğe
delâlet ederse, o günahı işleyen kimse kadar günahkâr olur.
İyi şeyler, faydalı
şeyler bid'at de olsa bid'at-ı hasene'dir. Zararlı ve kötü şeyler ise bid'at-ı
seyyie'dir.[13]
172. İbn Mes'ûd'dan
(r.a) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Haksız yere
öldürülen herkesin kanında Âdem'in (a.s) ilk ogiu (Kâ-bil)'in günah payı
vardır. Çünkü adam öldürmenin çığnnı İlk açan o (Kabil) İdi". (Buhârî ve
Müslim rivayet etmişlerdir)[14]
Hâbil ve Kabil,
Hz.Adem'in (a.s) oğullan idiler. Hz. Adem bunlardan her birine, öteki erkek kardeşiyle
ikiz doğan kız kardeşiyle evlenmesini emretmişti. O zaman insan yeni türeyip
çoğaldığı için bu evlilik insan neslinin devamı için kaçınılmazdı. Kabil kendi
ikizi daha güzel olduğundan onu Hâ-bÜ'e vermek istememişti. Hz. Adem de bunlara
birer kurban takdim etmelerini emretti. Gökten bir ateş gelip hangisinin
kurbanını yakarsa o haklı olacaktı. Ateş inerek Hâbil'in kurbanını yaktı. Bu
Hâbİl'in haklı olduğunu ortaya koydu.
AHah Teâlâ şöyle
buyurmuştur: "Onlara Adem'in iki oğlunu, gerçek bir kıssa olarak oku: Hani
her biri birer kurban sunmuşlardı. (Kurban) birinden kabul edilmiş diğerinden
edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, kabul edilene): "Seni
öldüreceğim" demişti. (Oda) "Allah sâdece (azabından) korunanlardan
kabul eder" dedi. "Andolsun eğer sen beni öldürmek için bana elini
uzatırsan ben seni öldürmek için sana elimi uzatmam. Çünkü ben âlemlerin
Rabbinden korkarım! Ben isterim ki sen, benim günahımı da, senin günahım da
yüklenip ateş halkından olasın! Zâlimlerin cezası budur". Nefsi, onu
kardeşini öldürmeye çağırdı. (O da nefsine uyarak) onu Öldürdü, Ziyana
uğrayanlardan oldu. Derken Allah bir karga gönderdi. (Karga) ona, kardeşinin
cesedini nasıl gömeceğini göstermek için yeri eşeliyordu. "Yazık bana, şu
karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim (ben?)" dedi
ve pişman olanlardan oldu". (Maide, 27-31)
Mezkur hadis bu
kıssaya işaret ederek her katilin günahından bir miktar Kabil'e gideceğini
bildirmektedir.
"Kendi (günâh)
yükünü taşıyan hiç kimse, bir başkasının (günah) yükünü taşımaz". (En'am,
164; Isra, 15; Fâtır, 18; Zümer, 7; Necm, 38) ayeti ile hadisimiz
çelişmemektedir. Zira birisi öldürmeye teşebbüsten, diğeri bu olayı ilk defa
işleyerek kötülüğe çığır açarak sebep olmaktan dolayı günah almaktadır.
Hadisten çıkarılan
hükümler şunlardır.
Fiile sebep olan,
teşvik eden, uyaran, onu yapan ile mükâfaat ve günahta eşittir. Belki
sorumluluğu daha da fazladır.[15]
"Rabbine davet
et". (Hacc, 67)
"(İnsanları)
Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle da'vet et". (Nahl, 125)
"İyilik etmek
ve fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlasın". (Maide, 2)
"Sizden öyle
bir cemaat bulunmalıdır ki (onlar herkesi) hayra çağırsınlar". (ÂI-i
İmrân, 104)[16]
173. Ebu Mes'ûd Ukbe b.
Amr el-Ensârî el-Bedrî'den (r.a) Rasûlüüah'-ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir: "Her kim hayra kılavuzluk eder ise, ona o hayrı yapanın sevabı
kadar mükâfat vardır". (Müslim rivayet etmiştir).[17]
Müslim'in Ebu
Mes'ud'dan bir başka rivayeti ise şöyledir: "Bir adam RasÛlÜİlah'a (s.a)
geldi ve "Devemi (bineğimi) kaybettim ve yolda kaldım. Bana bir binek
hayvanı ver" dedi. Peygambrimiz (s.a) "Yanımdayok" dedi. Bir
başka adam "Ya Rasûlüttah! Ona binek hayvanı verecek kimseyi ben
göstereyim"dedi. Rasûlüllah "Her kim hayra kılavuzluk
ederse..."buyurdu.
Nevevî "Hayra
delalet edenin sevabının hayrı yapan kimsenin sevabına eşit olması
gerekmez" demiştir. Bazıları da sevab olarak her İkisi de aynı miktarda
alırlar, ancak hayn yapan'a ziyade edilir, demişlerdir. Kurtubî "Sütün
ayrıntılarıyla eşit sevap alırlar" der. Amellerin sevabı ancak Allah'ın
fazlıyla olur ki onu istediğine herhangi bir şeyden dolayı verir. Özellikle bir
itaatte niyet hâlis olursa ki amellerde asıl olan budur ve o itaati bir
engelden dolayı yapamazsa böyle bir kimsenin o hayrı yapanla eşit sevaba nail
olması veya fazlaca sevaba nail olması uzak değildir.
Yine Kurtubî der
ki: Buna benzer her şeyde böyledir. Nitekim bir hadis-i şerifte "Kim bir
oruçluyu iftar ettirirse onun sevabı kadar sevaba nail olur"
buyuruhnuştur.
Tirmizî'nin rivayet
ettiği bir hadiste ise "Dünya'da bir şey sahibi olmadığı halde
"Şayet varlıklı olsam, hayır sahibinin in/ak ettiği hayırları
yaparım" diye temenni eden kimse ile o hayır sahibi sevapta
eşittirler" buyuruhnuştur.
Hadisten çıkarılan
hükümler şunlardır:
Hayırda uğraşmaya
ve hayırda önderlik etmeye teşvikte bulunmalı. Zira hayırlı bir işe delâlet
eden, onu yapan kimse kadar ecre ve mükâfaata nail olmaktadır.[18]
174. Ebu Hüreyre'den
(r.a) RasûlüUah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kim
(başkalarım) hayra da'vet ederse, o kimseye kendisine uyanlann sevapları kadar
sevap verilir. Onun sevabı, uyanların sevaplarında hiçbir eksilme yapmaz. Buna
karşılık her kim sapıklığa çağırırsa ona da kendisini izleyenlerin günahları
kadar günah vardır. Davet edene yazıîan bu günah onların günahlarından hiçbir
şey noksanlaştırmaz". (Müslim rivayet etmiştir)[19]
Kim başkasını büyük
bir hayra teşvik ederse veya insanları yoldan geçenlere zarar veren küçük bir
şeyi kaldırmak gibi küçük bir hayra ydnsUirse bunu emredenler veya yardımcı
olanlar bu hayırları yapanların sevapîfen kadar sevap alırlar. Zira hayn
işleyenler, onların delaletiyle ve onların yolunöa giderek hayrı yapmışlardır.
Kötülüğe teşvik nedeniyle günahta eşit olmak da aynıdır.
Hadisten çıkanları
hükümler şunlardır:
Bir fiile sebep
olan ile onu yapan sevapta ve günahta eşittirler. Müslüman kimse işlerin
neticesini düşünmeli ve iyi örnek olmak için hayırlı işlere gayret etmelidir.
Müslüman kötü propagandalara aldantnamaü ve kötü arkadaşlardan sakınmalıdır.
Zira onun yaptığından sorumlu olabilir. Sebep olanın sevapta da, azapta da
payı daha fazladır.[20]
175. Ebu Abbâs Sehl b.
Sa'd es-Sâidî'den (r.a) Hayber (savası) günü Ra-sûlüliah'm (s.a) şöyle
buyurduğu rivayet edilmiştir: "Sancağı yarın bir kimseye vereceğim ki
Allah onun eliyle (Hayber'İ) fethedecektir. O Allah'ı ve Ra-sûlu'nü sever,
Allah ve Rasülü de onu sevmektedir". Bunun üzerine sahabî-ler sancağın
kime verileceğini konuşarak geceledi. Sabah erkenden RasÛlül-lah'ın (s.a)
yanına vardılar. Hepsi sancağın kendisine verilmesini umuyordu Rasûlüllah
"Ali b. Ebi Tâlib nerededir?" diye sordu. "Yâ Rasûlüllah! Onun
gözü ağrıyor" denildi. Rasûlüllah "O'na birisini gönderiniz"
buyurdu. Hz. Ali (na) hemen RasulüUah'a (s.a) getirildi. Rasûlüllah onun
gözlerini tükürüğü ile sıvazladı ve duâ etti. Hemen gözleri iyileşiverdi,
sanki hiç ağn ve hastalık yokmuş gibi oldu. Rasûlüllah sancağı ona verdi. Hz.
Ali (ra) "Yâ Rasûlüllah, onlar da bizim gibi (mü'min) oluncaya kadar
onlarla harb edecek miyim?" diye sordu. Rasûlüllah "Onların yakınına
sokuluncaya kadar yavaş yavaş yürü. Sonra onları islâm'a çağır ve üzerlerine
düşen Allah'ın haklarını onlara bildir; vallahi Allah'ın senin vasıtanla bir
kişiyi hidâyete erdirmesi, senin için bir kırmızı deve sürüsünden daha
hayırlıdır" dedi. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[21]
Sehl b. Sa'd'ın
ismi "Hazn" idi. Rasûlüllah (s.a) onu "Sehl" olarak değiştirdi.
Rasûlüllah'ın (s.a) vefatında Sehl onbeş yaşında idi. Sehl Medine'de hicretin
88. yılında vefat etti. 91. yılında vefat ettiği de söylenmiştir.
Rasûlül-lah'dan (s.a) 188 hadis rivayet etmiştir.
Hz. Ali'nin ve
diğer sahabîlerin Allah'ı ve Rasûlü'nü sevmeleri, Allah ve Rasûlü'nün de onları
sevmeleri "...(O) onları sever, onlar da O'nu severler..." (Maide,
54) ayeti ile ifade edilmiştir.
Sahabîlerin bayrağı
istemeleri, bayrağı almak değil, ona sahib olacak kişinin erişeceği şerefe
nail olmaktır ki bu şeref de Allah'ı ve Rasûlü'nü sevmek ve Allah ve Rasûlü
tarafından sevilmektir.
Savaştan önce
İslâm'a çağrıda bulunmak gerektiğini bu hadis açıkça İma etmiştir. Ancak bu
çağrı, İslâm'a davetin kendisine ulaşmamış olduğu kimseler içindir. İslâm sulh
taraftandır. Kan dökülmesine karşıdır, önce İslâm'a davet edilir. Bu davet
bedeni, mâlî ve hem bedenî hem mâlî ibadetleri içerir. Küfürden, dalâletten
İslâm'a, hidâyete dönüşe vesile olmak dünyanın en kıymetli servetinden daha
hayırlıdır. Zira servet fanidir. Servetin sorumluluğu da kolay bir iş değildir.
Bir nefsin küfür karanlığından kurtulması ve buna sebep olmak ise Allah'ın
rızasına hak kazanmaktır. Zira O'nun rızası cennete iletir. Cennet ise
bakîdir.
Hadis, islâm'ı
tebliğe ve tebliğ vazifesi için gerekli ilmin faziletine işaret etmektedir.
Hadisten çıkarılan
hükümler şunlardır:
Hz. Ali'nin
fazileti ve makamı, Rasûlüllah'ın ona olan güveni. Allah'ın izniyle Hz. Ali'nin
şifa bulması Rasûlüllah'ın mucizesidir. Sahâbînin Allah'a ve Rasûlü'ne olan
sevgileri, Onlar'ın rızâsını kazanmak için çalışmaları ve hayırda yarışmaları.
Allah'a da'vete, hayra ve hakka delâlete teşvik. Zira bunlara delâlet büyük
mükâfat ve bol sevaplara vesile olmaktadır.[22]
176. Hz. Enes'den (ra)
rivayet edildiğine göre Eşlem kabilesinden bir genç "Yâ Rasûlüllah! Ben
harbe gitmek istiyorum. Fakat yanıma alacak teçhizatım yok" dedi.
Rasûlüllah "Falan kimseye git. O hazırlık yapmıştı ama hastalandı"
buyurdu. Delikanlı o adamın yanına vardı ve "RasûlüUah'ın (s.a) sana
selâmı var. Harb teçhizatını bana vermeni söyledi" dedi. Adam hanımına
hitaben "Ey Fûlan (kadın)! Hazırladığım harb teçhizatının hepsini hiçbir
şeyi alıkoymadan (bu delikanlıya) ver. Vallahi ondan bir şey bırakma ki onda
senin için bereket (ve hayır) olsun1' dedi. (Müslim rivayet etmiştir)[23]
RasültiHah'm (s.a)
"Falan kimseye git" buyurması hayra delâlettir. "O hazırlık
yapmıştı ama hastalandı" buyurması ise göstermektedir ki adak haricinde
bir hayra niyet edilmiş ve o hayrı işlemeye güç yetirilememiş ise, kişi
hazirlîğım güç yctiren başkasına devredebilir, kendisi de böylelikle güç
yeti-rebileceği başka bir hayra yönelir.
Hadisten çıkarılan
hükümler şunlardır:
Hayra delâlet etmek
ve hayrı elde etmek için çalışmak. Bir hayra niyet eden, ancak özrü sebebiyle
onu gerçekleştiremeyen kimse, gücünün yettiği başka bir hayra çalışmalıdır.
Allah yolunda gayret sarfetmekte cimrilik gösterenin maundan bereket gider,
nefsini de helake atmış olur.[24]
"İyilik etmek
ve fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlasın". (Maide, 2)
"Andolsun asra
ki muhakkak insan kat'î bir ziyandadır. Ancak İman edenlerle, güzel amel (ve
hareketlerde bulunanlar, bir de birbirine hakkı tavsiye, sabrı tavsiye edenler böyle
değil (onlar ziyandan müstesnadırlar)". (Asr, 1-3)
İmam Şafiî
"İnsanlar veya insanların çoğu bu Sûre'nin anlamını düşünmekte
gaflettedir" anlamında bir söz söylemiştir.[25]
177. Ebu Abdurrahmân
Zeyd b. Hâlid el-Cühenî'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir: "Her kim Allah yolunda savaşan bir askeri teçhiz ederse, gaza
etmiş gibi sevaba erer. Her kim de Allah yolunda savaşa katılan askerin ev
halkına yardım ederse, o da gaza etmiş gibidir". (Bu-hârî ve Müslim
rivayet etmişlerdir)[26]
Zeyd Medine'de
ikamet etti. Hudeybiye Musalahası'na katıldı. Mekke'nin fethinde Cüheyne
kabilesinin sancağını taşımıştır. Rasûlüllah'dan (s.a) 81 hadis rivayet
etmiştir. Medine'de 85 yaşında iken hicretin 58. yılında vefat etmiştir. Küfe
ve Mısır'da vefat ettiği de söylenir.
Savaşa hazırlıkta
yardıma olan, gerçekte savaş etmese de savaşa katılanın sevabı kadar sevab
alır. Savaşa katılan askerin ev halkına yardımcı olan, onları koruyup gözeten,
işlerini gören kimse de savaşan kimse kadar sevaba nail olur. İbn Hibban'm
rivayetinde "Kim Allah yolunda savaşan bir askeri teçhiz ederse veya
savaşa katılan askerin ev halkına yardım ederse A ilah ona savaşa katılan
kimsenin sevabından hiçbir şey eksilmeden onun sevabı kadar sevap yazar"
buyurulmuştur.
İbn Mâce'nin
rivayeti ise şöyledir: "Her kim tek başına tastamam savaş malzemesini
hazırlar ve bir mücahidi Allah yolunda savaşa gönderirse, savaşan kimse ölünceye
veya geri dönünceye kadar onun sevabı kadar ona da verilir". Buna göre
savaşçının ihtiyacı olan malzemeyi eksiksiz tamamlayan, savaş sona erinceye
kadar savaşçının sevabına ortak olur.
Hadis'ten çıkarılan
hükümler şunlardır.
Her kim cihad için
müslümana savaş malzemesini hazırlamakta yardım eder veya yokluğunda onun
çoluk-cocuğuna bakıp gözetirse, onun cihadı ve mükâfatı kadar sevap kazamr.
Cihada yardımcı olamn durumu bütün hayırlı şeylerde aynıdır.[27]
178. Ebu Saîd
el-Hudrî'den (r.a) Rasülüllah'ın (s.a) Hüzeyl kabilesinden Lihyânoğullanna bir
müfreze göndermek isteyince şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "(Bİr
ailede bulunan) her iki kişiden biri gitsin, savaş sevabı aralarında
ortaktır". (Müslim rivayet etmiştir).[28]
Lihyanoğullan
peygamberimizin müfreze gö-.derdiği zaman kâfir idiler. Bu nedenle onlarla
savaşmaya asker göndedir iştir.
Müslim'de rivayet
edilen bîr hadiste "Savaşa çıkan kimsenin çoluk-çocuğunu, malını hayırla
koruyup gözeten kimseye savaşçının sevabının yarısı kadar sevap vardır"
buyurulmuştur.
önceki hadisle
Müslim'in rivayet ettiği bu hadis arasında çelişki gözükmektedir. Ancak
"sevabın yansı vardır" ifadesi, savaşçı ile geride kalıp savaşçının
arkada bıraktıklarına hayırla muamele edenin sevapları eşittir. Bu iki sevap
birleşince her ikisi de bu sevabın yansına sahib olmaktadır, şeklinde
yorumlanmıştır.
Hadisten çıkarılan
hükümler şunlardır:
Toplumun tamamı
savaşa katılmıyor hatta erkeklerin de bir kısmı geride kalarak savaşa
gidenlerin ailelerine maddî-manevî yardımcı oluyorlar. Böylece savaşa
katılmayanlar da katılanlar gibi ecre nail oluyorlar.[29]
179. Ibn Abbâs'dan
(r,a) rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (s.a) Revhâ'da bir kervana rastladı
da'şöyle buyurdu: "Kimsiniz?". "Müslümanlanz" diye cevap
verdiler ve "Sen kimsin?" diye sordular. Rasûlüllah (s.a)
"Rasûlüllah" buyurdu. Kafileden bir kadın, küçük bir çocuğu
Rasûlüllah'a doğru kaldırıp "Bunun haccı sahih inidir?" diye sordu.
Rasûlüllah "Evet sahihtir ve sana da sevabı vardır" buyurdu. (Müslim
rivayet etmiştir).[30]
Rasûlüllah (s.a)
mezkur kervana Veda haccında rastlamıştır. Revhâ, Medine yakınlarında bir yer
adıdır. Ebu Davud'un rivayetinde olduğu üzere Rasûlüllah bu topluluğa önce
selâm vermiştir. .Tanmmasa da bir binitli gruba selam verilir Selâm veren
kimsenin, cemaatm büyüğü olması daha uygundur. Selâm vermeden başka bir söz
konuşmak doğru değildir. Nitekim hadiste "Selâm ketâm'dan öncedir"
buyurulmuştur.
Gelecekte de islâm
üzere devam etmenin Allah'ın İzniyle olacağına işaretle ve kötü neticeden
korkarak "inşaallah müslümanlanz" demek daha faziletli ise de
"inşaallah" demeden sadece "Müslümanlanz" demek de caizdir.
"Sen
kimsin?" diye RasûlüIIaVa sormaları; gece karşılaşmış ve kendisini
tanıyamamış olmaları sebebiyle veya gündüz karşılaşmış ancak hicretlerinden
Önce Rasûlüllah'ı (s.a) görmemiş ve memleketlerinde müslüman olup henüz hicret
etmiş olmaları sebebiyledir.
Hadisten çıkarılan
hükümler şunlardır:
Kim bir itaate
sebeb olur veya bîr itaatin yapılmasına yardımcı olursa onu yapraışcasına sevap
alır.
Çocuğun haccı
caizdir ve ondan sevap kazanır. Ancak buluğdan sonraki farziyeti üzerinden
düşmez.[31]
180. Ebu Musa
el-Eş'arî'den (r.a) Nebi'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Kendisine verilen emri hemen yerine getiren, sorumluluğuna teslim edüen
sadakayı, verilmesi istenilen kimselere gönül hoşluğu ile tastamam veren
müslüman ve güvenilir veznedar sadaka veren biri gibidir". fBuhâri ve
Müslim rivayet etmişlerdir)[32]
Diğer bir
rivayette: "Emrolunanı veren kimsedir" buyurulmuştur.
Kim, mal sahibinin
izniyie onun malını muhafaza edip mal sahibinin verilmesini istediği yerlere
verirse, sadaka veren bu mal' sahibinin sevabı kadar sevap kazanır. Daha
önceden veya bu güzel amelden sonra başka bir emanete hıyanet etse de bu
mezkur emanete riayetine zarar vertnez. Zira günah ve sevaplar ayrı ayrı
amellerin
karşılıklarıdır.
'
"Verilmesi
istenilen kimselere gönül hoşluğu ile tastamam veren" bu-yurulmasıyla,
veren kimsenin yüz ekşitmemesi ve gönül kırmamasına dikkat çekilmiştir. Zira
genellikle başkasmin malını harcamakla görevli kimselere cimrilik galebe
çalmaktadır ki bunlar cimrilerin en cimrisidir.
Her kim hayırlı
işlerden birini yapmak üzere vekil tayin edildiğinde, vekalet ettiği o hayrı
istekle ve hoşnutlukla yerine getirirse, kendisini vekil tayin edenin sevabı
gibi sevap kazanır. Bir iyiiiğin elde edilmesi veya bir kötülüğün
giderilmesine katkıda bulunup, paylaşan kimse, mâlî bir harcamada bulunmasa da
aynı sevabı alır.[33]
"Mü'minler
ancak kardeştirler...". (Hücurât, 10)
'... Ben sizin
iyiliğinizi istiyorum". (A'raf, 62)
"... Ben sizin
emin bir hayırhâhınizım". (A'râf, 68)[34]
181. Ebu Rukayye Temîm
b. Evs ed-Dârî'den (r.a) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Hz.
Peygamber: "Din nasihatır" buyurdu- Biz "Kime?" dedik.
Rasûlüllah (s.a) "Allah'a, O'nun Kitabı'na, O'nun Rasû-lü'ne, müslümanlann
önderlerine ve bütün müsiümaniara karşı" buyurdu. (Müslim rivayet
etmiştir)[35]
Temim b. Evs, kızı
Rukayye'den dolayı bu künyeyi almıştır. Rukayye'-den başka çocuğu yoktu. Temim
hicretin 9. yılında müslüman oldu. Medine, Şam ve Hz. Osman'ın şehid
edilmesinden sonra da Kudüs'te ikâmet etmiştir. Rasûlüllah'dan (s.a) 18 hadis
rivayet etmiştir.
Hadîs, İslâm'ın
esasım teşkil etmektedir. "Din nasihattir" demek; dinin direği ve
kıvamı nasihattir demektir. Hadis'te nasihatin dindeki yerinin büyüklüğüne
dikkat çekilmek istenerek sanki din sadece nasihattah ibaret-miş gibi
buyurulmuştur. Halbuki din, nasihati ve daha nice güzel hasletleri
içermektedir.
Nasİhata
"din" veya "îslâm" da denilebileceği mezkur hadisten anlaşılmaktadır.
Nasihat farz-ı kifaye'dir. Nasihat edenin sözü dinlenir, emrine itaat edilir
kimselerden olması ve kendisine zarar verilmemesi gerekir. Nasihatin ihtiyaca
göre olması da önemlidir.
Hadisten çıkarılan
hükümler şunlardır:
Müslümanlara
nasihat etmek farzdır. Zira nasihat dinin direği ve esâsıdır. Allah için
nasihat; O'na imanm sahihliği ve ibadette ihlas ile, Allah'ın Kitabı'na
nasihat; Kitabı'na iman ve onu okuyup ahkâmıyla amel etmek ve değiştirmemek
ile, Rasûlü'ne nasihat; peygamberliğini tasdik, emrine itaat, sünnetine ve
şeriatına sarılmakta, müslümanlann yöneticilerine nasihat ise; Hak üzere onlara
yardıma olmaya, günah olmayan konularda onlara İtaat, iyilikle onların
eğriliklerinin düzeltilmesi, küfürlerini izhar etmedikleri müddetçe onlara
isyan etmemekle, müsiümaniara ve cemaatine nasihat ise; dünya ve anketlerine
faydah şeyiere teşvik, iyiliği emir ve kötülükten nehiy ile olur.[36]
182. Cerir b.
Abdullah'dan (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ben, namazı dosdoğru
kılmak, zekat vermek ve her müslümana nasihatta bulunmak üzere Rasûlüllah'a
(s.a) biat ettim". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[37]
Farz ve Sünnet
namazları âdabına uygun kılmayı, zekâtı tastamam vermeyi ve müsiümaniara hayrı
tavsiye etmeyi peygamberimiz bütün sahabîlere tavsiye etmiş, hatta bu hususlara
riayet edeceklerine dair ahd almıştır.
Hadis nasihat
isteyen her müslümana samimi nasihat etmenin ve hayırhah olmanın lüzumunu
göstermektedir.
Hadisten çıkarılan
hükümler şunlardır:
Nasihatin önemi,
müslümanlar arasında nasihatlaşmak üzere Rasûlül-lah'ın (s.a) sahabîîerden
bey'at almış olmasından açıkça anlaşılmaktadır.[38]
183. Enes'den (r.a)
Rasûlüllah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Sizden biri
kendisi İçin sevip arzu ettiğim, (mü'min) kardeşi için de sevmedikçe gerçek
mü'min olamaz". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[39]
Hayırlı şeylerden
kişinin kendisi için arzu ettiği, diğer din kardeşleri için de istenmelidir.
Nitekim Neseî'nin rivayetinde '!„ Hayırlı şeyleri icardeşi için
de sevmedikçe..." ziyadesi vardır. Ibn
Salah'a göre, bunun mümkün olması çok zordur ve kastedilen bu değildir. Ancak
"Sizden biri kendisi için sevip arzu ettiğini, {mü 'min) kardeşi için de
sevmedikçe; imam kemâle ermez'' anlamındadır. Ebu Zinâd, ' 'Hadisin zahiri,
eşit olarak istemeyi ifade ediyor ancak gerçek olan kardeşi için daha fazlasını
istemektir" der. Çünkü insan, insanların en faziletlisi olmayı arzular,
din kardeşi için de bu fazileti istemesi onun imantmn kemâlindendir.
Mü'minler tek bir
nefis gibi olmalı ve mü'min kendisi için sevdiğini din kardeşi için de sevmelra'ir.
Zira hepsi bir nefis mesabesindedir. Nitekim peygamberimiz "Mü'minler tek
bir vücut gibidirler. Bir organ rahatsız olursa vücudun diğer tüm organları da
rahatsız oluıtar" buyurmuştur.
Hadisten çıkarılan
hükümler şunlardır:
İman-ı Kâmil şartı,
müslümanın kendi nefsi için hayır ve taatten neyi arzuluyor ise, diğer
müslümanlar İçin de istemesi, onların da bu güzel şeylere nail olması için
gayret sarfetmesidir. Bu sebeple mü'mir., din kardeşlerine nasihat ile onları
faydalı şeylere irşad etmelidir.[40]
"Sizden, öyle
bir cemaat bulunmalıdır ki (onlar herkesi) hayra çağırsınlar, iyiliği
emretsinler, kötülükten vazgeçirmeye çalışsınlar. İşte onlar muradına
erenlerin tâ kendileridir". (Âl-i İmrân, 104)
"Sİz insanlar
için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten
vazgeçirmeye çalışırsınız". (ÂI-i İmrân, 110)
"(Habibim) sen
(güçlüğü değil) kolaylığı (sağlayan yolu) tut. İyiliği emret. Câhillerden yüz
çevir". (A'râf, 199)
"Mü'min
erkekler de, mü'min kad'nlar da birbirinin velileri (dostları ve
yardımcılaradır. Bunlar (insanlara) iyiliği emrederler. (Onları) kötülükten
vazgeçirmeye çalışırlar". (Tevbe, 71)
"Israiloğulları'ndan
olup da küfredenlere Davud'un da, Meryem oğlu İsa'nın da diliyle Iânet
olunmuştur. Bunun sebebi, isyan etmeleri ve ifrata sapmaJan idi. Onlar
işledikleri herhangi fenalıktan birbirini vazgeçinneye çalışmazlardı. Hakikat
yapmakta devam ettikleri (o hâl) ne kötü idi". (Mâide, 78-79)
"De ki: O
(Kuran) Rabbinİzden (gelen bir) haktır. Artık dileyen iman etsin, dileyen kâfir
olsun". (Kehf, 29)
"Şimdi sen ne
ile emrolunuyorsan (kafalarını çatlatjrcasına) apaçık bildir". (Hicr, 94)
"... Biz de
kötülükten vazgeçirmekte sebat edenleri selâmete çıkardık. Zulmedenleri ise
yapmakta oldukları kötülükleri yüzünden, şiddetli bir azab ile yakaladık".
(A'raf, 165)
Bu konuda ayetler
pek çok olup, bilinmektedir. [41]
184. Ebu Saîd el-Hudrî
(r.a) der ki; Rasülüllah'i (s.a) şöyle derken işit-tim: "Sizden kim bir
kötülük görürse onu eli ile hemen değiştirsin. Eğer gücü yetmezse diliyle, bunu
da yapamazsa kalbiyle (onu reddetsin, ona karşı koysun ki) bu (sonuncu) imanın
en zayıf derecesidir". (Müslim rivayet etmiştir)[42]
Bir kötülük herkes
tarafından biliniyorsa, o kötülüğün önüne geçmek herkesin Üzerine farzdır. Bir ya
da birkaç kimsenin engel olmasıyla diğerlerinin üzerinden farziyet sakıt olur.
Kötülükten
yasaklamanın farziyeti Kitap ve Sünnet ile sabittir. Cana, mala zarar
gelmesinden sakınıldığında, dil ile nehiy yapılır. Tirmizî'de rivayet edilen
bir hadiste "Hakkı bilen kimsenin gerçeği söylemesine insanların heybeti
engel olmasın" bu yürütmüştür. Mala ve cana zarar söz konusu değilse elle
kötülüğe mâni olunmalıdır, gücü yetmezse düîe kötülükten sakmdtrmalidır.
Kötülüğü el ve dil ile yasaklamaktan aciz kalındığında kalple buğzedilmelt-dir.
Bir hadiste "îyiliği emrediniz ve kötülükten sakındırınız, itaat edilen
bir cimrilik, tâbi olunan heva ve heves, tercih edilen dünya ve herkesin kendi
görüşünü beğendiğini gördüğünde kendi nefsini muhafaza et (kendinle meşgul
ol)" buyurulmuştur.
Hadisten çıkarılan
hükümler şunlardır.
Mümkün olan her
vesileyle kötülüklerin önüne geçilmesi farzdır. Kalb ile kötülüğe karşı koymak;
münkere karşı kalpte kin ve öfksnin oluşması ve onu defetmeyi devamlı
düşünmektir. Emr-i bi'1-ma'ruf ve nehy-i anj'l-münker bütün müslümanlann ortak
görevidir. Zira farz-ı kifâye'dir. Bu hadisin iyiliği emri, kötülükten nehyi
emretmesi sebebiyle, İslâm'ın üçte birini, şer'i ameller ki ya iyiliktir onu
emretmek; ya da kötülüktür, ondan nehyetmek gerektiği sebebiyle de islâm'ın
tamamını içerdiğini söyleyenler olmuştur.
Eli ve diliyle
kötülüğe engel olmaya muktedir olan kimsenin, eliyle veya diliyle müdahalede
bulunmaması, o kötülüğe rıza göstermesi ve köîülüğtt işleyene ortak olması
demektir.
Kötülüklere engel
olunduğunda mal, can ve ırz tehlikeye giriyor ve kötülükler biraz daha
artmlıyor ise, o zaman dil ile buğz etmekten başka çare kalmamaktadır. Nitekim
Seyyid İbrahim el-Metbûlî "Kötülüğü el ile değiştirmek devlet
idarecilerinin ve üst makamların işidir. Söz ile yasaklamak ilmiyle amel eden
âlimlerin işidir. Kalb ile buğz etmek ise gönül ehlinin işidir" demiştir.
Kalple buğzun ötesinde ise, hardal tanesi kadar iman yoktur. Kalple kötülüğü
hoş karşılamamanın yokluğu ise İmansızlığın varlığıdır.
Hadisten çıkarılan
hükümler şunlardır:
İslâm'a karşı
olanlara ve günahkârlara karşı söz ve fulle mücâdele etmek. Kötülük işleyeni
kalpten hoş karşılamak imansızlığa delildir.[43]
185. İbn Mes'ûd'dan
(r.a) Rasûlül h'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştin "Allah'ın
benden önceki ümmt lere göndermiş olduğu her Nebi'nin ümmetinden, onun yolunda
giden ve emrine uyan havarileri ve ashabı olmuştur. Sonra onların arkalarından
öyle kötü nesiller gelir ki, yapmadıkların] söylerler ve emrolunduklannın
tersine hareket ederler. Kim onlarla eliyle mücadele ederse mü'mindir. Kim
onlara diliyle karşı koyarsa o da mü'mindir. Onlara kalbi ile karşı koyan da
mü'mindir. Bunun ötesinde hardal tanesi (kadar) iman(dan eser) yoktur".
(Müslim rivayet etmistir).[44]
Bütün
peygamberlerin havarileri ve ashabı olmamıştır. Peygamberlerin çoğunluğunun
ashabı olmuştur. Bununla beraber hiç ashabı olmayan peygamberler de olmuştur.
Nitekim v-.r hadiste "Bir peygamber gelir yanında hiç kimse yoktur"
buvurulmustur. Havariler peygamberlere inanmış, her türlü ayıptan arınmış
kimselerdir. Allah için çarpışırlar ve peygamberden sonra dinî vecibeleri
yerine getirirler, peygamberlerin yerine halife olurlar.
"Kalbi ile
karşı koyan da mü 'mindir. Bunun ötesinde hardal tanesi (kadar) imanfdan eser)
yoktur" buyunilma&ı günahların küfüre yol açması sebebiyle ve haramı
gönülle hoş karşılamak, onu hafife almak ve mubah görmek olacağından, imanın
yok denebilecek derecede olmasına işarettir.[45]
186. Ebu Velid Ubâde b.
es-Sâmit'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştin Biz, Rasûlüllah'a (s.a) zorluk ve
kolaylık anlarında, hoşa giden ve hoşa gitmeyen durumlarda, sözünü dinleyip
itaat etmek, (zorlu hâllerde) kendimizi (öne atılmakta) tercih etmek, Allah
Teâlâ*dan yanımızda bulunan delile göre apaçık bir küfür görmedikçe yetkililere
karşı gelmemek ve nerede olursak olalım Allah yolunda hiçbir kınayanın
kınamasından korkmamak üzere hakkı söyleyeceğimize dair biat ettik".
(Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[46]
Ubâde b. es-Samit
birinci ve İkinci Akabe bey'atında bulunmuştur. Bedir, Uhud, Hendek,
Bey'at'ür-Rıdvan ve diğer gazvelerde bulunmuştur. Rasûlüllah (s.a) Ubade'yi
zekat memuru olarak tayin elmiştir. Şam fethedilince oraya Hz. Ömer tarafından
öğretmen olarak gönderildi. Rasülüllah'dan (s.a) 181 hadis rivayet etmişti. 72
yaşında iken hicretin 34. j.imda Kudüs'te vefat etmiştir.
"Bey'at"
ahidleşme demektir. Her iki taraf da bey' (alışveriş) de olduğu gibi,
birbirlerinin eline değip tutmaları sebebiyle bu işleme "bey'at" adı
verümiştir. Bey'at da bir nevi alışveriştir. Nitekim AUah Tfeâlâ "Allah
mü'min-lerden mallarım ve canlarım cennet kendilerinin olmak Özere satın
almıştır..." flevbe, III) buyurmuştur. Çünkü cennet karşılığında, mal ve
can vardır. O ne yücedir ki önce insana mal ve can veriyor, sonra da onları
cennet karşılığında satın alıyor.
"(Zorlu
hâllerde) kendimizi (öne atılmakta) tercih etmek" ifadesi, günah olmadığı
müddetçe sıkımın ve nefsin hoşlanmadığı konularda itaatkâr oİmak demektir.
"Apaçık bir küfür görmedikçe yetkililere karşı gelmemek..."
cümlesindeki "küfür** günah anlamındadır. Zahirde adalete aykırı görülen
bazı davranışlarda çeşitli hikmetler bulunabilir. Huneyn savaşında
R&sûlüllah'ın ^ganimet taksiminde Muhacirleri Ensar'a tercih etmesi de bu
kabildendir. Nitekim Ensar Rasûlüllah'm (s.a) kendilerine bu ganimetten hiçbir
şey vermemesini rıza ile karşılamışlardır.
Hadisten çıkarılan
hükümler şunlardır:
Günah olmayan
konularda müslümanİarm yöneticilere itaat etmesi, müs-lumanlann birlik ve
beraberliğini ve aralarındaki huzursuzluğun gitmesini sağlar. Islâmî esaslara
ters düşen bir durum soz konusu olmadıkça İşleri tedbirle görevli olanlarla
çekişme olmaz. Aksi hâlde onu hoş karşılamamak, ne pahasına olursa olsun
hakkın yanında yer almak gerekir.
Fasık bile olsa
yöneticilere karşı isyan etmemeli; zira isyan fısktan daha kötü neticeler
doğurabilir.[47]
187. Numân b. Beşîr'den
(r.a) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah'ın
sınırlarında duran üe bu sınırlan aşanın durumu şuna benzer: Bir grup
aralarında kur'a çekerek gemiye bindiler. (Kur'a sonunda) bir kısmı üst
tabakaya, bir kısmı da alt kata düştü. Geminin alt katında bulunanlar su almak
istediklerinde üsttekilerin yanlanndan geçerlerdi. Dediler ki: "Biz
şansımıza düşen yerden bir delik açsak, üstümüzdekiieri rahatsız etmemiş
oluruz". Eğer üsî kattakiler bunları yapmak istedikleri ile başbaşa bıraksalar
hep birlikte mahvolurlar; eğer ellerinden (tutup, matkabı) alırlarsa hem
kendileri, hem de herkes (onlar) kurtulmuş olur". (Buhârî rivayet etmiştir).[48]
İyiliği emretmeyi
terketmek, toplumun neticede dünyevî ve uhrevî sıkıntılara, musibetlere
düşmesine sebep olur. Kâmil Miras "Diyebiliriz ki devletin kanun koyma
hikmetini, münevver tabakanın halkın câhil tabakasını ma'-ruf ile emr,
münkerden nehyederek aydınlatmaya çalışmalarının içtimâi gereğini bu hadisin
tasvir ettiği bedi* şekilden yüksek hiçbir mütefekkir edibin kalemi tasvir
edemez" demiştir.
Hadiste zikredilen
üç fırkanın beyânı şöyledir: Gemiyi delmek isteyenler, Allah'ın haram kıldığı
sınırlar îçİne düşenlerdir. Bundan sonrakiler ya kötülükleri reddedicidir veya
kötülüğü hoş karşılayanlardır. Bu sonuncular yaltakçılar ve mürâîlerdir.
Hadisten çıkarılan
hükümler şunlardır:
Zihinlerde daha iyi
yerleşmesi için, konunun canlandırılarak bir misalle anlatılması safi
zihinlerin anlamasına yardıma olur.Münkeri terketmek sadece terkeden için-
değil, bütün toplum için faydalıdır. Fesat dağıtmakta olan kötülük ehline
müdâhale etmemek, toplumun helakine sebep olur. Bir toplum içinde kötülük
işleyen kimse, her kötülükte toplumun selâmeti İçin bir tehlike açmış olur.
İnsanın hürriyeti
mutlak değildir. Çevresindeki insanların hakları ve menfaatlerinin korunması
ile kayıtlıdır.
İyi niyetli
oldukları halde bilmeyerek topluma zarar verenlerin de uyarılması gerekir.[49]
188. Mü'minlerin annesi
Ebu Ümeyye, Huzeyfe'nin kızı Ümmü Seleme'-den (r.a) Nebî'nin (s.a) şöyle
buyurduğu rivayet edilmiştir: "Sizi yönetmek için bir takım yöneticiler
atanırlar. Onların bazı icraatlarını beğenir, bazılarını da beğenmezsiniz. (JC
i onlann (İslâm'a aykırı işlerini) beğenmezse (sorumluluktan) kurtulur.
F<ikat kim (onların islâm'a zıt hareketlerinden) razı olur ve peşlerine
takıhrsa (günahkâr olurlar)".
Ashab "Yâ
Rasûlüllah! Onlarla savaşmayalım mı?" dediler. Rasûlüllah "Aranızda
namaz kıldıkları sürece hayır" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir).[50]
İslâm'a aykırı
icraatları kalbiyle nefretle karşılayan, (eliyle ve diliyle kötülüğü
değiştirmeye gücü yetmediğinden) dahilî bir müdahale ve karsı koyma durumunda
olduğu için günahlardan uzak olur. Kötülüğe razı olan İse, onlann kötülüğü
İşlemelerinden dolayı doğacak günaha ortak olur.
Hadisten çıkarılan
hükümler şunlardır:
Gelecekte olacak
şeylerden Rasûlüllah'ın (s.a) haber vermesi onun mu-cizelerindendir.
Namaz İslâm ile
küfrü birbirinden ayıran alâmet-i fârika'dır. İsyankâr yöneticileri hoş
görmemekten daha çirkin olabilir ihtimâliyle birliğin bozulmasını ve fitneyi
körükleyici şeylerden kaçınmak ve onlann ezalarına sabretmek.[51]
189. Mü'minlerin annesi
Ümmü'l-Hakem Zeyneb bintİ Cahş'dan (r.a) rivayet edilmiştir: Nebî (s.a) korkmuş
bir hâlde, Hz. Zeyneb'in (r.a) yanına girdi ve "Lâ ilahe üle'llâh!
Yaklaşan şer'den vay arabın başına geleceklere! Bugün ye'cûc ve me'cûc
şeddinden şu kadar bir delik açıldı" buyurdu, baş parmağıyla şehâdet
parmağım halka gibi yaptı. (Hz. Zeyneb (r.a) der ki): Ben "Yâ Rasûlüllah!
Aramızda iyi kimseler varken helak olur muyuz?" dedim. Rasûlüllah
"Evet, fısk-u fücur çoğaldığı takdirde (helak olursunuz)" buyurdu.
(Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir). [52]
Zeyneb binti Cahş
(r.a) Abdullah b. Cahş'ın kız kardeşidir. Annesi Omeyye binti
Abd'il-Muttalib'tir. Hz. Zeyneb (r.a) Rasûlüllah (s.a) ile hicretin 5. yılında
evlenmiştir. Hz. Zeyneb (r.a) daha önce peygamberimizin azadh kölesi Zeyd b.
Harise ile evliydi. Hz. Zeyd Hz. Zeyneb'i boşadı. Zeyneb iddet bekledikten
sonra Allah (c.c) "... Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana
nikahladık ki..." (Ahzab, 37) buyurmuş ve Hz. Zeynep peygamberimizle evlenmiştir.
Hz. Zeyneb (r.a) hicretin 20. yılında vefat etmiştir. Peygamberimizden sonra
vefat eden ilk hanımıdır. Hz. Zeynep (r.a) peygamberimizden on-bir hadis
rivayet etmiştir.
Peygamberimiz (s.a)
"Lâ ilahe İllallah" ifadesini hayret bildirmek ve daha sonra söylenen
sözlerin önemine işaret etmek için buyurmuştur. "Üzüntü sebebiyle
söylemiştir" diyenler de olmuştur.
Hadisten çıkarılan
hükümler şunlardır:
İyi insanlar çok
olsalar da günahların çoğalması ve yaygınlaşması, toplumun topluca helakine
sebeptir. Kötülüklerin uğursuzluk getireceği beyan edilmiştir. Musibetler iyi
ve kötü insanların hepsini kapsar, ancak herkes niyetine göre dirilir.
Kötülükleri hoş
karşılamamaya ve kötülüğün yapılmasını engellemeye teşvikte bulunulmuştur.[53]
190. Ebu Saîd
el-Hudrî'den (r.a) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Yollar üzerinde oturmaktan sakınınız". Ashab "Yâ Rasûlüllah!
Yolda oturmaktan vazgeçmemiz mümkün değil. Çünkü (meselelerimizi) buralarda
konuşuyoruz" dediler. Bunun üzerine Rasûlülİah (s.a) "Oturmak zorunda
iseniz yolun hakkım veriniz" buyurdu. "Yolun hakki nedir Yâ Rasü-lüilah?"
dediler. Rasûlülİah "Gözleri (haramdan) sakındırmak, (başkalarına) ezâ
vermemek, selâm almak, iyiliği emretmek, kötülükten nehyetmektir" buyurdu.
(Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[54]
Yoldan geçen
kadınlara bakmamak, fitneden sakınmak, insanları küçük görmemek, gıybet
etmemek, yoldan geçenlere engel olmamak, selâm aiıp-vermek ve iyiliği emredip,
kötülüğü yasaklamak, yol kenarında oturmak için yerine getirilmesi gereken
şartlar olarak sayılmıştır.
Hadisten çıkarılan
hükümler şunlardır:
Umumun hakkı olduğu
için yola saygılı olmak gerekir. Güzel sözler söylemek, yük taşımakta güçlük
çekene yardım etmek, a'mâ'ya kılavuzluk etmek, mazluma yardım etmek, imdat
isteyene yardım etmek, kaybolana yol göstermek ve aksırana "Yerhamukeltöh
" demek yolun haklarındandır. Müslüman hayn yaymak ve hakka davette
devamlı olmalıdır.[55]
191. İbn Abbâs'dan
(r.a) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a) bîr adamın elinde altın bir
yüzük gördü. Onu parmağından hemen çıkarıp attı ve "Sizden biri ateşten
bîr kor parçasını alıp parmağına geçirmek istiyor!" buyurdu. Rasûlülîah
(s.a) gittikten sonra o adama "Yüzüğünü al, onunla (bir başka şekilde)
faydalan" denildi. Adam "Hayır vallahi! Rasûlülİah {s.a) onu
attıktan sonra ben onu artık asla alamam" tedh (Müslim rivayet etmiştir).
[56]
Peygamberimizin
(s.a), parmağından altın yüzüğünü çıkarıp aitıgı kimsenin o yüzüğü başkasına
bağışlaması, satması, helâl olan hanımına vsya başka kadmlara vermesi caiz idi.
Ancak RasûlülJah'm (s.a) emrine uymakta o ka-. dar titizlik göstermiştir ki, o
yüzükte ruhsat bulunan bir yolla dahi tasarrufta bulunmamıştır. Madem ki onu
Rasülüliah atmıştır, o halde ihtiyaç sahibi birinin alarak ihtiyacını görmesini
sağlamıştır ki, bu da onun için sadaka olmuştur.
Eşça kabilesine
mensup birisinden rivayet edüen başka bir hadiste şöyle buyuruluyor:
"Rasûlüllah'in (s.a) huzuruna parmağımda altın yüzük olduğu halde girdim.
Rasûlülİah hurma dalını alıp elime vurdu ve "At şunu " buyurdu. Ben
de yüzüğü attım. Yüzüğü attıktan sonra huzuruna girdiğimde "Yüzük ne
oldu?" buyurdu. Bende "Attım" dedim. Rasûlüllah: "Onu atmam
emretmedim, ancak onunla (başkayolla) faydalanmam emrettim, onu atma"
buyurdu.
Hadîsten çıkarılan
hükümler şunlardır:
Eliyle kötülüğü
değiştirmeye gücü yetenin kötülüğü yok etmesi.
Haram olması
sebebiyle erkeklerin altın yüzük takmasının yasaklanması. Şiddetle
yasaklanması sebebiyle, erkeklerin altın yüzük takınması büyük
günahlardandır.
Rasûlüllah'ın (s.a)
emirlerine uymak, nehiylerinden kaçınmakta aşırı titizlik göstermek.[57]
192. Ebu Saîd el-Hasen
el Basrî'den (r.a) rivayet edildiğine göre, Âİz b. Amr (r.a) Ubeydullâh b.
Zİyâd'ın huzuruna girdi ve "Ey oğlum! Ben Rasû-lüllah'dan (s.a)
"Yöneticilerin en kötüsü {halka karşı) katı (ve sert) davranandır"
buyurduğunu duydum. Sakın hâ, sen onlardan olmayasin" dedi. Ubeydullâh
"Otur! Sen ancak Muhammed'in (s.a) ashabının (elek üstünde kalan) kepeği
(gibi döküntüleri)ndensin" dedi. Âiz b. Amr "Onlar arasında (özü
alınıp) kepek (gibi değersiz) olanları var mıydı ki? Kepek gibiler, onlardan
sonra ve onlardan başkaları arasında meydana geldi" dedi. (Müslim rivayet
etmiştir) Müslim; Kitab'ul-Libâs, 2090 ve Ahmed b. Hanbei,[58]
Hasan Basit
tabündendir. Hz. Ömer'in hilafeti esnasında doğmuştur. İlmi ve ameliyle şöhret
bulmuştur. 88 sene yaşamış ve hicri 110 yılında vefat etmiştir.
Âiz b. Amr, Râfe b.
Amr'ın kardeşidir. Şahabının sâlthlerindendi. Basra'da ikamet etmiştir ve
orada hicri 61 yılında vefat etmiştir. Rasülüllah'dan (s.a) 8 hadis rivayet
etmiştir.
Bir arap şairi der
ki: "Allah insanları hayırlı bir kimseye arkadaş kılarsa onların hepsi hayırlıdır".
Cenab-ı Allah sahabîleri peygamberimiz için arkadaşlar olarak seçmiş ve onun
nurları ile şereflenmişlerdir. Nitekim bir hadis-İ şerifte "Ashabım
yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olsanız hidayete erersiniz"
buyurulmuştur.
Hadisten çıkarılan hükümler
şunlardır:
Sahabîler iyiliği
emir ve kötülüğü nehiyden geri kalmamışlardır.
Âiz b. Amr'm devlet
yöneticilerini uyarmakta cesareti, cür'eti.
Sahabe'nİn hepsinin
değerli, faziletli kimseler oldukları, sonraki lerde basit insanların
çoğaldığı.[59]
193. Huzeyfe'den (r.a)
Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Nefsim kudret elinde
olan Allah'a andolsun ki, ya iyilikleri emreder, kötülükten nehyedersiniz ya
da Allah size yakında bir belâ gönderir.Sonra O'na dua edersiniz, ancak duanız
kabul olmaz'. (Tirmizî rivayet etmiş ve Hadis Hasen'dir demiştir).[60]
Müslümanlar ya
kendilerine emredileni yaparlar, yasaklanandan sakındırırlar ya da
korkutuldukları belâ baslarına gelir; yöneticilerin zulmü, düşmanların
istilası gibi belâlara duçar olurlar. Sonra bu musibetlerin üzerlerinden
kaldırılması İçin dua ederler. Ancak İyiliği emretmeyi, kötülüğü-de yasaklamayı
terkettikleri için duaları kabul olmaz.
Bir kötülüğe engel olunmazsa,
uğursuzluğu ve musibeti kötülüğü islemeyenlere de yayılır. Toplumdaki iyi
kimselerin ver lığı; alenen işlenen ve cngel görmeyen kötülükler sebebiyle
helâka mâni debidir. İmkân nisbetinde karşı koyma ise helaki defeder.
Hadisten çıkarılan
hükümler şunlardır:
İyiliği emretmenin
ve kötülükten sakındırmanın terkedilmesi, duanın kabul edilmemesine vesile
olur.
Kötülüğün zararı,
yapana ve başkalarına da dokunmaktadır.[61]
194. Ebu Saîd
el-Hudrî'den (r.a) rivayet edildiğine göre Nebî (s.a) buyuruyor ki:
"Cihâdın en faziletlisi zâlim hükümdar karşısında adaletli konuşmaktır".
(Ebu Dâvud ve Tirmizî rivayet etmişlerdir. Tirmizî hadis haşen'dir demiştir)[62]
Hadisten
çıkarılacak hükümler şunlardır:
İyiliği emretmek
cihâddandır. Zâlim yöneticiye nasihatte bulunmak cihadın en üstünlerindendir.
Cihâdın dereceleri vardır. Nasihat, ederken nfk ile muamele edilmelidir.
Şerhi gelecek
hadistedir.[63]
195. Ebu Abdullah Tank
b. Şihâb el-Beceli el—Ahmesl'den (r.a) rivayet edilmiştir:
Bir adam, Nebî
(s.a) ayağını devenin üzengisine koymuş bîr halde iken "Hangi cihad daha
faziletlidir?" diye sordu. Rasûlüllah (s.a) "Zâlim hükümdar
huzurunda hakkı söylemektir" buyurdu. (Neseî sahih bir İsnâdla rivayet î
etmiştir)[64]
Tarık b. Şihâb
cahiliyye döneminde de yaşamıştır. RasülüUah'ın (s.a) asil hâbındandır. Hz.
Ebu Bekir ve Hz. Ömer (r.a) dönemlerinde de savaşlara kakılmıştır. Küfe'de
İkamet etmiştir. Hicretin 82. yılında vefat etmiştir.
Zâlim yöneticiler
huzurunda iyiliği emir ve kötülüğü nehyetmek cihâdın en faziletlisi
sayılmıştır. Zira yapanın imanının kemâline delâlet eder. Zalim huzurunda hakkı
söyleyen, onun zulmünden ve eziyetinden korkmayıp, nefsini Allah için feda
edendir. Allah'ın emrini ve hakkını kendi nefsinin hakkından önce tutandır.
İnsanın kendini böyle bir tehlikeye atması, savaş meydanında dövüşmesinden
daha tehlikelidir.[65]
196. İbn Mes'ûd'dan
(ra) Rasûlüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"tsrailoğullan'na (dinî açıdan) ânz olan ilk eksiklik şudur: Bir adam
(günah işlemekte olan) bir kimse Ue karşılaşınca ona "Ey falanca Allah'tan
kork, işlemekte olduğunu bırak. Çünkü o sana helâl değildir" dedi. Sonra
ertesi gün aynı adamla karşılaştı. Adam aynı durumda idi. Ancak adamın bu
tutumu onunla yiyip içmekten, oturup kalkmaktan alıkoymadı. Onlar böyle
davranınca; Allah kalplerini birbirine benzetti. Sonra (Rasûlüllah su mealdeki)
ayetleri okudu: "İsrâiloğullan'ndan olup da, küfredenlere Davud'un da,
Meryem oğlu İsa'nın d/a diliyle la'neî olunmuştur. Bunun sebebi isyan etmeleri
ve ifrata sapmaları idi Onlar işledikleri herhangi fenalıktan birbirlerini
vazgeçirmeye çalışmazlardı. Hakikat yapmakta devam ettikleri (o hal) ne kötü
idi. İçlerinden birçoğunu görürsün ki (peygambere, mü'minlere olan buğzlarmdan
dolayı) kâfirlerle dostluk ederler. Nefislerinin kendileri için (âhiretleri
hesabına) öne sürdüğü (o kötü haberler) andolsun ne çirkin şeylerdir. (Çünkü
onların kazana) Allah'ın kendilerine gazab etmesi ve onların o azab içinde
ebedî kalıcı olmalarıdır. Eğer Allah'a, peygambere ve ona indirilene iman
etselerdi, (kafirleri) dostlar edinmezlerdi. Fakat onlardan birçoğu fâsık
kimselerdir" (Mâide, 78-81). Daha sonra Rasûlüllah "Hayır, Vallahi
ya iyiliği emreder kötülükten nehyedersiniz; zalimin elinden tutarak zulmüne
engel olursunuz ve onu hakka çevirir ve hakk üzerinde tutarsınız. Yahut Allah
bazınızın kalplerini, bazınıza benzetir ve arkasından da tsrailoğul-ları'na
lâ'net ettiği gibi size de lanet eder". (Ebu Dâvud ve Tirmizî rivayet
etmişlerdir. Tirmizî hadîs hasen'dir demiştir). [66]
Bu hadisin metni
Ebu Davud'a aittir. TirmizFnin metni şöyledir: "Isrâ-iloğullan günahlara
dalınca, âlimleri onlan nehyettilerse de onlar vazgeçmediler. Ancak âlimler
onlarla beraber oturdular, beraber yiyip-İctiier. Bunun üzerine Allah
kalplerini birbirine benzetiverdi. Dâvud ve Meryem oğlu İsa'-, nın diliyle
onlara lâ'net etti. Bunun sebebi, isyan etmeleri ve İfrata sapmaları
idi. Rasûlüllah
(s.a) yaslandığı yerden doğruldu ve şöyle buyurdu: "Hayır, nefsim kudret
etinde bulunan Allah'a andolsun ki, siz onları hakka boyun eğdirinceye kadar
(bunlar da otur)".
Kötülüğü işleyeni
ikaz edip sonra da bu ikazlara aldırış etmeyenin yanında oturup kalkan kimse,
onun "bu kötülüğüne razı olmuş olur. Onu ter-ketmesi gerekirken yakınlık
göstermesi, onun yaptığını onaylamaktır. Ancak kendisine bir zararının
dokunmasından korkarsa durumu idare eder, ne yakınlık gösterir ne de
müdahalede bulunur.
Allah (c.c)
günahkârla beraber oturup kalkan kimsenin kalbini karartır ve katılaştınr.
Birbirleriyle iç içe olmaları sebebiyle hakkı kabul etmekten, hayırdan ve
rahmetten uzaklaşırlar. Hiçbir zorlama ile karşılaşmamasına rağmen
isyankârlarla düşüp kalkan kimse açık bir günah içindedir. Zira Allah için
sevmek ve Allah için buğz etmek, âsilerin terkedilmesini gerektirir.
Hadisin ifade
ettiği hükümler şunlardır:
Yahudiler kötülüğü
işlemeyi, kötülükleri açıktan yapmayı ve kötülükten nehyetrnemeyi kendilerinde
toplamışlardır. Kötülüğe karşı susmak, onu işlemeye ve yaygınlaşmasına
teşviktir. Eliyle değiştirmeye, engel olmaya ve hakka zorlamaya gücü yetmesine
rağmen kişinin dili ile kötülükten nehiyde bulunması yeterli değildir.[67]
197. Ebu Bekr
es-Sıddîk (r.a) şöyle buyurmuştur:
Ey insanlar, siz
"Ey iman edenler siz nefislerinizi ıslah etmeyje bakın. Kendiniz doğru
yolu bulunca sapanlar size zarar vermez" (Mâide, 105) ayetini
okuyorsunuz. Oysa ki ben Rasûlüllah'ı (s.a) şöyle derken işittim: "İnsanlar
zâlimi gördüğünde, onun elini tutup (zulmüne) engel olmazlarsa, Allah'ın
katından göndereceği bir azab, onlann hepsini etkisi altına ahr". (Ebu
Dâvud, Tinnizî ve Neseî, sahih senedler ile rivayet etmişlerdir).[68]
Nevevî der ki: Bu
ayet (Maİde, 105) iyiliği emretmenin ve kötülüğü neh-yetmenin farz olmasına
muhalif değildir. Çünkü muhakkiklere göre sahih olan görüş şudur: Ayet
"Siz mükellef olduğunuz şeyleri yaparsanız başkalarının kusurları
(eksiklikleri) size zarar vermez" anlamındadır.
''.. Kendi (günah)
yükünü taşıyan hiç kimse, bir başkasının (günah yükünü taşımaz.,."
(En'am, 164; Isra, 15; Fatır, 18; Zümer, 7; Necm, 38) ayeti de bunu îe'yid
eder. İyiliği emredip, kötülüğü yasaklayan kimse artık o kötülükten sorumlu
tutulmaz. Ancak emredileni yapıp, nehyedilenden sakınan, başkalarının
kötülüklerine müdâhele etmeyen, onlara iyiliği emredip, kendilerini
kötülüklerden menetmeyen kimseye sorumluluk yoktur, anlamında değildir.
Kötülük el ile
değiştirilmelidir. Güç yetirİlemediği takdirde dil ile yapılmalıdır. Kişi,
canına, malına, çoluk çocuğuna zarar gelmesinden veya yasaklayacağı kötülükten
daha fazla bir kötülükle karşılaşmasından endişe ederse o zaman kalbiyle
buğzeder. Zira Allah Teâlâ "Allah, kimseye gücünün üstünde bir şey teklif
etmez" (Bakara, 286) buyurmuştur.
Hadisin ifade
ettiği hükümler şunlardır:
Müslümanlar
aralarında birbirlerini koruyup, gözetmeli, nasihat ve tavsiyelerde bulunmalı,
Allah'ın Kitabi'na sarılıp, Rasûlüllah'm yolundan gitmeli, çevresindeki
insanlara zarar vermemelidir.
Allah'ın azabı;
zâlimi zulmü sebebiyle, diğerlerini de bu zulme engel olmaya güçleri yetmesine
rağmen ses çıkarmamaları sebebiyle hem zalimi hem de başkalarını kuşatır.[69]
"(Ey Yahudi
bilginleri!) Siz insanlara iyiliği (gerçeği ve peygambere iman etmeyi)
emredersiniz de kendinizi unutur musunuzî Halbuki Kitâb (Tevrat) da okursunuz.
Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısıiuz?". (Bakara, 44)
"Ey iman
edenler! Yapamayacağınız şeyi niçin söylersiniz? Yapmayacağınızı söylemeniz,
en şiddetli bir buğz(u davet etmiş olmak) bakımından Allah indinde
büyüdü". (Saff, 2-3)
Size koyduğum
yasağa rağmen kendim size muhalefet etmek istemiyorum". (Hud, 88)
İlmi, Allah'tan
korkmayı ve ona muhalefet etmekten kendisini uzaklaştırmayı gerektirmesine
rağmen, isyankâr olarak sözü ameline ters düşenin cezasının şiddetli olacağım,
cehennemin ve azab görenlerin özelliklerini belirtmesi; RasûlüUah'ın (s.a)
bilinmeyen şeylerden haber vennesidir. İyiliği yapmak ve kötülüğü terketmek
cehenneme girmeye engeldir.[70]
198. Ebu Zeyd Usâme b.
Zeyd b. Harise'den (r.a) Rasülüllah'ı (s.a) şöyle buyururken işittim dediği
rivayet edilmiştir: "Kıyamet gününde adamın biri getirilip cehenneme
atılır. Karnının bağırsaktan dışan çıkar. Sonra bu durumda (değirmen) merkebin
(in) değirmen taşında döndüğü gibi dönüp durur. Cehennem halkı yanına
toplanırlar da "Ey filan, bu halın nedir? Sen iyiliği emredip, kötülükten
nehyetmez miydin?" derler. O "Evet iyiliği emrederdim fakat kendim
yapmazdım. Kötülükten nehyederdim de onu kendim işlerdim" cevabım verir.
(Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[71]
Hadiste zikredilen
kimsenin dönerken bağırsakları kendisine dolanmaktadır. Bu hem ceza hem ibret
içindir. Bağırsaklarının dışan çıkmasının verdiği acı ile dönmektedir.
Döndükçe kendisine dolanan bağırsaklar da acıyı artırmaktadır.
Kendilerini
kötülükten sakındırdığı insanlar, toplanarak kendilerini kötülükten yasaklayan
bu kişinin bu hâle neden maruz kaldığını anlamak isterler. Muhalefet ve
isyandan daha çok uzaklaşması ilminin gereği olmasına rağmen, ilmiyle amel
etmeyen, sözü fiiline uymayan kimseye cezanın daha şiddetli olacağına işaret
edilmiştir.
Hadisten
çıkarılacak hükümler şunlardır:[72]
[1] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/331
[2] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/331.
[3] Müslim;
Kitab'ul-Iman, 125.
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/332-333.
[4] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/333-334.
[5] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/335.
[6] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/335.
[7] Buhârî;
Kitab'us-Sulh, Müslim; Kitab'ul-Akdiye, 1718, 18, Ahmed b. Hanbcl; (MUsned),
6/270, Ebu Dfivud ve Ibn Mâce
İmam
Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/336.
[8] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/336.
[9] Masum;
Kittb'ul-Cum'a, 867, Nesci, Ibn Mâce ve Ahmed b. Haııbel
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/337.
[10] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/337-338.
[11] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/339.
[12] Müslim;
Kiteb'uz-Zekİt, 1017
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/341.
[13] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/341-342.
[14] Buhârî;
Kitab'ul-Cenfliz, Kilab'ul-l'tisâjn ve diğer kitaplar, Müslim; Kitab'ul-Kasâme,
1677 ve Ahmed b. Hanbel 1/383, 430, 433
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/343.
[15] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/343-344.
[16]
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/345.
[17] Müslim;
Kitab'ul-lmâre, 1893
İmam
Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/346.
[18] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/346-347.
[19] Müslim;
Kifcb'ul-tlhn, 2674, Ebu Davfld 4609, İbn Mftce; 206, Timid; 2674
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/347.
[20] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/347
[21] Buhârî; Kitabu
Fedâil'is-Sahibe, Kitab'ul-Ghâd ve diğer kitaplar, MttıKm; Kİlabu
Fedâil'is-Sahâbe, 2406 ve Ahmed b. Hanbel; Müsned , 5/333
İmam
Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/248-249.
[22] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/249.
[23] Masum;
Kiutfıd-lmtit, 1894
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/250.
[24] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/250.
[25] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/251.
[26] Buharî;
Kftab'ul-Cihfid, Mtülim; Kitab'ıU-lmBrc, 1895
İmam
Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/252.
[27] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/252.
[28] Müslim;
Kıtab'ul-Imârc, 1896
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/253.
[29] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/253.
[30] Müslim;
Kitab'ul-Hacc, 1336 ve Ebu Davud
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/254.
[31] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/254.
[32] Buhari;
Kttab'oz-Zekât, MOslim; Kitab'uz-Zekfit, 1023, Ahmcd b. Hanbcl; 4/394, 405,
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/255.
[33] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/355.
[34] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/357.
[35] Muşum;
Kitab'ul-îmfio, 55, Ebu Dâvud; 4944, Neseî; 7/156 ve Ahmed b. Hanbel
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/358.
[36] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/358.
[37] Buhârî;
Kitab'ul-îman, Müslim; Kitab'ul-Iroan, 56
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/359.
[38] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/359.
[39] Buhârî;
Kitab'uMman, Müslim; Khab'ul-Imta, 45, Tînnizî, Nesef ve îba MAce
İmam
Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/359.
[40] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/359-360.
[41] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/361-362.
[42] Ma*lim;
Kitab'ul-Imân, 49, Ebu DSvud; 1140, 4340, Tirmiri; 2173, Neseî; B/111, İbn
Mflce; 4013 ve Ahmed b. Hanbcl
İmam
Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/363.
[43] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/363-364.
[44] Müslim;
Kitab'ul-Imân, 50
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/364.
[45] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/364-365.
[46] Buhârî;
Kitab'ul-Fıten ve Kitab'ul-Ahkâm, Müslim; Kitab'ul-lmâre, 1709, 3/1470, Ne-ttt;
7/137, İbn Mfice; 2866
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/365.
[47] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/365-366.
[48] Buhârî;
Kitab'uf-Şerifce ve Kitab'uî-$ehâdât ve Tirmirf
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/367.
[49] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/367.
[50] Müslim;
Kitab'ul-lmâre, 1854-1855, Ebu DSvud ve Tinnid
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/368.
[51] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/368.
[52] Buhârî;
Kitab'ul-Enbiyfl, Kitab'ul-Fiten, Müslim; Kitab'uİ-FiUn, 2880, Ahmed; 6/428,
429, Tİnnizî ve Neseî
İmam
Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/369.
[53] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/369-370.
[54] Buhfiri;
Kiteb'ui-Mesâüm ve Kitab'ul-lsti'zân, Müslim; Kitab'ul-Ltbâs, 2121, 3/36, 47 w
Eöu
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/370.
[55] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/370-371.
[56] Müslim;
Kitab'ul-Libâs, 2090 ve Ahmed b. Hanbei,
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/371.
[57] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/371-372.
[58] Masum;
Kiub'ul-tmâre, 1830 ve Ahmcd; S/64
İmam
Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/372.
[59] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/372-373.
[60] Tırmirf;
Kiıab'ui-Fiten, 2170
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/373.
[61] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/373-374.
[62]Tirmizi;
Kttatful-Fitcn, 2175, Ebu Dfeod; Kittb'ul-MeUhim, 4344, tir Mâce; 4011. Benzeri
için bakjiuz.; 251. 256, İba Mtce; 4015
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/374.
[63] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/374.
[64] Nesd;
Kitab'ul-bey'u, 7/161
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/375.
[65] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/375.
[66] Ebu Dâvud;
Kitab'ul-Melâhim, 4336, Tirmizî; Kitab'ut-Tfefsir, 3048 ve ibn Mâcc;
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve
Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/376.
[67] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/376-377.
[68] Ebu Dâvud;
Kftab'ui-Melâhfm, 4338, Tinnizî; Kitab'ul-Fiten, 2169 ve 3059, imam Ab-med; 1/2
ve !bn Mâce; Filen 4005
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn
Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/377-378.
[69] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/378.
[70] İmam Nevevi,
Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/379.
[71] Buhfiri; Kitabu
Bed'il-Halk ve KJinb'ui-FJtcn, Müslim; Kitab'uz-Zflbd, 2989, Ahmed; S/205, 206,
207,
209