ONYEDİNCİ BÖLÜM  1

ALLAH'IN HÜKMÜNE BOYUN EĞMENİN VACİP OLDUĞU VE. 1

BUNA DAVET OLUNANLARIN, İYİLİKLE EMREDİLENLERİN VE. 1

KÖTÜLÜKTEN NEHYEDÎLENLERİN NE SÖYLEYECEKLERİ 1

ONSEKİZİNCİ BÖLÜM. 1

BİD'ATIN VE SONRADAN ORTAYA ÇIKAN ŞEVLERİN NEHYİ 1

ONDUKUZUNCU BÖLÜM. 1

İYİ VEYA KÖTÜ ÇIĞIR AÇANLAR. 1

YİRMİNCİ BÖLÜM. 2

HAYRA KILAVUZLUK ETMEK, HİDÂYETE VEYA SAPIKLIĞA ÇAĞIRMAK. 2

YÎRMİBÎRİNCt BÖLÜM. 3

İYİLİKTE VE TAKVADA YARDIMLAŞMAK. 3

YİRMİİKİNCİ BÖLÜM. 3

NASİHAT. 3

YİRMİÜÇÜNCÜ BÖLÜM. 4

İYİLİĞİ EMRETMEK VE KÖTÜLÜKTEN NEHYKTMEK. 4

YİRMİDÖRDÜNCÜ BÖLÜM. 6

İYİLİĞİ EMREDİP, KÖTÜLÜKTEN NEHYETMESİNE RAĞMEN SÖZÜ İŞİNE UYMAYAN KİMSENİN CEZASININ ŞİDDETİ 6

 

 

 

 

 

ONYEDİNCİ BÖLÜM

 

ALLAH'IN HÜKMÜNE BOYUN EĞMENİN VACİP OLDUĞU VE

BUNA DAVET OLUNANLARIN, İYİLİKLE EMREDİLENLERİN VE

KÖTÜLÜKTEN NEHYEDÎLENLERİN NE SÖYLEYECEKLERİ

 

Konu ile ilgili ayetler

 

"öyle değil, Rabbine andolsun ki, onlar aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem yapıp da sonra da verdiğin hükme yürekleri hiçbir sıkıntı duy­madan tam bir teslimiyetle tabi olmadıkça iman etmiş olmazlar". (Nisa, 65)

"Aralarında hükmetmek üzere Allah'ın Rasûîü'ne da'vet olundukları va­kit mü*minisrin sözü ancak; "Dinledik ve itaat ettik" demeleridir. İşte asıl muradlanna erenler bunlardır". (Nur, 51)[1]

 

Konu ile ilgili hadisler

 

Bundan önceki bölümde geçen Ebu Hüreyre hadisi ve diğer hadislerin bu konuyla da ilgileri vardır.(s.a)   [2]

 

168. Göklerde ve yerde ne varsa (hepsi) Allah'ındır. Siz içinizdekini açıkl âyeti inince, bu Rasûlüllah'ın ashabına ağ,r geldi. Rasulüllah'a gelerek diz üstü çöküp "Ya RasÛlüllah! Namaz, d had, oruç ve sadaka gibi gücümüzün yettiği ibadetlerle mükellef kılınmıştık; şimdi sana bu ayet indi ki, onun getirdiği yükümlülüğe güç yetiremeyeceğiz" dediler. Rasûlül-lah (s.a): "Sizden önceki iki kitab ehlinin (Yahudiler ve Hıristiyanlar) dediği gibi "Duyduk ve isyan ettik mi" demek istiyorsunuz? Aksine "Duyduk ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Mağfiretini dileriz. Son(uhda) varışımız sanadır" (Bakara, 285) deyiniz" buyurdu. Bunun üzerine ashab bu ayeti okuyup dil­lerini ona alıştırınca, arkasından şu ayet indi. "O peygamber de kendisine Rabbinden indirilene iman etti. Mü'minler de, (onlardan) her biri Allah'a, O'nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı. "O'nun (Allah'ın) peygamberlerinden hiçbirini diğerlerinden ayırmayız. (Hepsine inanırız), din­ledik (kabul ettik, emrine) itaat ettik. Ey Rabbimiz mağfiretini (isteriz). Son vartş(ımız) ancak Sana'dır" dediler" (Bakara, 285). Sahabîler böyle davra-mnea Allah Teâlâ onlara ağır gelen ayeti neshederek şu ayeti indirdi. "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez. (Herkesin) kazandığı (hayır) kendi faydasına, yaptığı (şer) kendi zararınadır. Ey Rabbimiz! Unut­tuk yahutyanıldıysak bizi tutup sorguya çekme". Allah Teâlâ bu duaya "evet" buyurdu. "Ey Rabbimiz, takat getiremeyeceğimizi bize taşıtma. Bizden (sâ­dır olan günahları) sil, bağışla, bizi yargıla, bizi esirge. Sen mevlamızsm bi­zim. Artık kâfirler güruhuna karşı da bize yardım et" (Bakara, 286). Allah Teâlâ bu duaya da "evet" buyurdu". (Müslim rivayet etmiştir).[3]

 

Olmayan ve İstek dışı hatıra gelen şeyler ile sorumlu tutulacaklarını sa­narak sahabîler "Sana inen bu âyete güç yetiremiyeceğiz" demişlerdir.

"Dinledik ve itaat ettik" emri sahabîler tarafından dillerine iyice alıştı­rılınca, Cenâb-ı Allah onlan Övmüş ve zihinlerde doğan zorluklan kaldırmıştı. İşte bu, itaatin meyvesİdir. lsrailoğulları "Dinledik ve isyan ettik" dedikle­rinden dolayı zelil kılınmışlar ve meşakkatlerle mükellef olmuşlardır. Bu da isyanın neticesidir.

Allah güç yetirilemeyecek şeyleri hiçbir nefse yüklemez. Müslümanların bu konuda sıkıntıları yoktur. Kimse başkasının günahını çekmeyeceği gibi, nefsine gelen vesveseler sebebiyle de muaheze edilmez.

Israiloğulları'nm tevbe için nefislerini helak etmeleri, mallarının dörtte birini zekât olarak vermeleri gibi tahammülü zor şeyleri Allah bu ümmetden kaldırmıştır Bakara suresinin son ayetinde Allah Teâlâ müslümanlara nasıl .-dua edeceklerini de öğretmiştir.

Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:

Hükümlerin neshi caizdir. Sahabîler güçlerinin yetmediği şeylerden -akıllarına gelen ve gönüllerinden geçen şeyler gibi ki bunlara engel olmak mümkün değildir- sorumlu tutuiacaklanm sanarak endişe ettiler. Duyup, itaat ettiklerini söylediklerinde, Alİah Teâlâ onlardan meşakkati kaldırmış ve na­sıl duâ edeceklerini de kendilerine öğretmiştir.[4]

 

ONSEKİZİNCİ BÖLÜM

 

BİD'ATIN VE SONRADAN ORTAYA ÇIKAN ŞEVLERİN NEHYİ

 

Konu île ilgili ayetler

 

"Artık haktan (ayrıldıktan) sonra, sapıklıktan başka ne kalır". (Yunus, 32)

"Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık". (En'am, 38)

"... Eğer bir şey hakkında çekişirseniz, onu Allah'a ve peygambere dön-.   dürün". (Nisa, 59)

"Şüphesiz ki (emrettiğim) bu (yol) benim dosdoğru yorumdur. O halde ona uyun. (Başka aykırı) yollara tâbi olmayın. Sonra sizi O'nun (Allah'ın) yolundan ayırır". (En'am, 158)

"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sev­sin ve suçlarınızı örtsün. Çünkü Allah çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir". (ÂI-i İmrân, 31)[5]

 

Konu ile ilgili hadisler

 

Bu konudaki hadisler oldukça çoktur ve bilinmektedir. Biz bunlardan birkaçını zikretmekle yetineceğiz.[6]

 

169. Hz. Âişe'den (r.a) Rasûlüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edil­miştir. "Kim bu (din) iş(Ier)imizde ondan olmayan bir şey ortaya atarsa o iş reddedilmiştir". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[7]

 

Müslim'in diğer bir rivayeti şöyledir: "Her kim, üzerinde dinimizin bu­lunmadığı bir ameli işler ise o amel reddedilmiştir".

Hadis, haram bir anlaşmanın iptal edilmesine ve dine ters düşen bütün işlerin reddine işaret etmektedir.

Nevevî: "Bu hadisin ezberlenip, kötülüklerin iptali için okunup söylen­mesi ve bununla delil getirilmesi gerekir"der. Ibn Hacer el-Askalânî de "Bu hadis dinin esaslarından biri olarak sayılmıştır" der.

Hadisten çıkarılan s ..kümler ise şunlardır:

Dine muhalif olan ve dinin aslına uygun olmayan bid'atlerin hepsi red­dedilir.

Harp silahlarının gelişimi, evlerin asra uygunluğu, kitapların basımı gi­bi teknolojinin ve medeniyetin gereği şeyler ise bid'at değildir.[8]

 

170. Câbir'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştir: "Rasûlüllah (s.a) (bir defa­sında) bize hitap ederken, gözleri kızardı, sesi yükseldi, öfkesi arttı; öyle ki, "düşman size akşam-sabah saldırmak üzere" diyerek askeri ikaz eden ko­mutan gibiydi. Şehâdet parmağı ile orta parmağını birbirine yaklaştırarak, "Ben Rasûl olarak gönderildiğimde kıyametle aramızdaki mesafe, şu iki par­mak gibi yakındı" buyurdu ve "İmdi (bilin ki) sözün en hayırlısı Allah'ın Kitabı'dır. Yollarm en güzeli Muhammed'in yoludur. İşlerin en şerlisi sonra­dan ortaya çıkarılanlardır. Her bid'at sapıklıktır" dedi. Sonra "Ben her mü'-mıne kendi nefsinden daha evlayım: Kim mal bırakırsa o vârislerinindir. Her kim de borç veya dul ve yetim bırakırsa, onlar bana ve benim üzerimedir" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir)[9]

 

Rasûlüllah bir haramdan sakındırmayı veya bir cezadan korkutmayı ge­rektiren bir hutbe îrad ettiğinde -Allah'ın emirlerine ve kendisine uymak hu­susunda ümmetin eksikliklerini bildiği İçin- mübarek yüzü değişir, gözleri kı­zarır, sesi yükselir ve Öfkesi artardı. Hz. Câbİr, Rasûlüllah'ın kıyametin gelip çatması durumunda insanların gafletleri sebebiyle zarar göreceklerini hatır­latması hâlini, bir düşman ordusu tarafından sarılmakta olan, gaflet içeri­sindeki toplumu uyandırmaya çalışan ve "Düşman size akşam-sabah saldır­mak üzere" diyen bir komutana benzetmiştir. Kavminin" haline önem verme­si, onların gafletlerinden dolayı helak olmasından endişe ederek sesini yük­seltmesi, gözlerinin kızarması ve öfkesinin artması; onun mîlletinin muhafa­zasına ne denli ehemmiyet verdiğinin alâmetidir. Rasûlüllah'ın (s.a) ümmeti­ni kıyametten ve onun dehşetinden kurtarmak isteyişindeki hırsı onun üm­metine olan rahmet ve şefkatini göstermektedir.

Peygamberimizin kıyametle arasındaki mesafenin İki parmak kadar ya­kın olduğunu belirtmesi, iki parmak arasmda başka bir parmağın olmaması gibi peygamberimizle kıyamet arasında da başka bir peygamberin olmadığı­na işarettir. Veya iki parmak nasıl birbirine yakın ise kıyametin de o derece yakın olması muhtemeldir. Rasûlüllah bu hadiste görüldüğü üzere hutbeye "Emmâ ba'dü" diyerek başlamıştır. Bu sebeple Cuma ve Bayram hutbele­rinde "Emma ba'dü" denilmesi müstehab görülmüştür.

, Sözün en hayırlısı Allah.kelâmı, yolların en güzeli Rasûlüllah'ın yolu­dur. Kur'an ve Sünnet en doğru yola iletirler. Nitekim Allah Teâlâ, "Gerçek­ten bu Kur'an (insanı) en doğru yola iletir..." (Isra, 9), "...Ve şüphesiz ki sen doğru yola götürüyorsun" (Şûra, 52) buyurmuştur. Ancak hidayetin tek kay­nağı Allah'ın kendi zâtıdır. Nitekim Allah (c.c) "(Ey Muhammedi sen sevdi­ğini doğru yola iletemezsin, fakat Allah dilediğini doğru yola ileür..." (Ka-sas, 56) buyurmuştur.

Peygamberimizin (s.a) "Ben her mü'minekendi nefsinden daha evlayım..." şeklindeki ifadesi "Peygamber, mü'minlere canlarından ileridir..." (Ahzab, 6) ayetine muvafıktır.

Karşılıksız geride borç bırakarak ölen müslümanlann borçlarını, kü­çük çocuklarının geçimini Rasûlülîah (s.a) üzerine aliraş ve "Her kim borç veya dul ve yetim bırakırsa onlar bana ve benim Uzerimedir" buyurmuştur. Rasûlttlİah'tan sonra da halifeler devrinde yoksullara maaş bağlanmış ve geride karşılıksız ve Ödeyecek kimsesi olmayanların borçîarı Beyt'ül-Mal'-den ödenmiştir.

Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.

İnsanın meşgul olduğu şeylerin en hayırlısı Kur'an ve Sünnet'dİr.

Dine muhalif olan ve dinin asi ma uygun olmayan bid'atlarla mücadele edilmelidir. Yetimlerin, kimsesiz ve zayıfların Beyt'üi-Mâl'den giderlerinin karşılanıp, korunup gözetilmeleri gerekir. Halîfe, Rasulüllah'in {s.a) yerine onları gözetir,

Irbâd b. SSriye'den (r.a) de Sünneti Muhafaza bölümünde (16. bölüm) 157 no*Hı hadis rivayet edilmiştir. Tercemesi ve şerhi orada geçmiştir.      [10]

 

ONDUKUZUNCU BÖLÜM

 

İYİ VEYA KÖTÜ ÇIĞIR AÇANLAR

 

Konu ile ilgili ayetler

 

"Onlar Ey Rabbimiz' derler, bize zevcelerimizden ve nefiskrinüakn göz-Mimizin) bebeği olacak (sâlih insanlar) ihsan et. Bizi takvft sahiplerine reh­ber kıl". (Furkân, 74)

"Onlan emrimizle doğru yolu gösterecek rehberler kıldık". (Enbiyâ, 73)[11]

 

Konu ile ilgili hadisler

 

171. Ebu Amr Cerîr b. Abdullâh'dan (r.a) rivayet edilmiştir:

Sabahın erken saatlerinde Rasûlülİah'm (s.a) huzurunda bulunuyorduk. Derken Nemire (veya Aba) denilen kumaşı delerek başından geçirmiş, kılıç kuşanmış, çoğunluğu hatta hepsi Mudar kabilesine mensup yarı çıplak bir cemaat Rasûlüllah'a (s.a) geldi. Onlarda gördüğü aşırı yoksulluktan dolayı Rasûlülİah'm (s.a) yüzünün rengi değişiverdi. Hemen evine gitti, sonra çıktı. Bilâl'e ezan okuyup kamet getirmesini emretti, (öğle) namazt(nı) kıldırdı. Son­ra cemaate hitaben: "Ey insanlar! Sizi bir tek candan yaratana, ondan da yine onun zevcesini vücûda getiren ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinifze karşı gelmekjden çekinin. Kendisifnin adını Öne sürmek suretiy)le birbirinize dileklerde bulunduğunuz Allah'dan ve akrabalık (bağ­larını kırmaktan sakının. Çünkü Allah sizin üzerinize tam bir gözeticidir" (Nisa, 1) ayetiyle, Haşr süresinin sonralarında bulunan "Ey İman edenler! Allah'dan korkun. Herkes yarın için önden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah'dan korkun. Çünkü Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır" (Haşr, 18) ayetini okuduktan sonra: "Herkes altınından, gümüşünden, elbisesinden, bir sa' (ölçek) buğdayından, bir saı (ölçek) hurmasından sadaka versin, hat­ta yarım hurma bile olsa sadaka versin" buyurdu. Bunun üzerine Ensar'dan bir adam büyük bir torba getirdi. Eli onun (ağırlığından kaldırmak)tan nere­deyse âcizdi. Hatta taşıyamadı bile. Arkasından herkes birbirini izledi. Öyle ki yiyecek ve giyecekten iki yığın oluştuğunu ve Rasûlülİah'm (s.a) yüzünün güldüğünü gördüm. Âdeta yüzü altın (ile) kaplanmış gibi parlıyordu.

Bunun üzerine Rasûlüllan (s.a) "Her kim İslâm'da iyi bir çığır açarsa, açtığı çığnn ecri ve kendisinden sonra o çığır uyarınca amel edenlerin ecri, onların sevabından hiçbir şey eksilmeksizİn, kendisine verilecektir. Buna kar­şılık her kim de îslâm'da kötü bir çığır açarsa ona hem açtığı bu çığnn güna­hı, hem de kendisinden sonra o çığırda Kötülük işleyenlerin günahının tü­mü kadar günahtan hiçbir şey eksilmeksizİn onun üzerine yüklenir" buyur­du. (Müslim rivayet etmiştir)[12]

 

Ebu Amr Cerir hicretin 10. yılında Rasûlüllah'a gelerek Ramazan ayın­da bey'at etmiş ve müslüman olmuştur. Hz. Ömer onun için "Bu ümmetin Yusuf'u" derdi. Kufe'de ikamet etti. Sonra Afrika'ya geçti. Hicretin 51. yı­lında orada vefat etti. Vefat yılı ve yeri hakkında değişik görüşler vardır. Kendisi RasülüHah'dan (s.a) 100 hadis rivayet etmiştir.

Hadis, sahabîlerin günün ilk saatlerinden itibaren Rasölüllah'ı (s.a) gö­rüp ondan feyizlenmek ve îslâmî konularda bilgilenmek için huzurunda yer almaya başladıklarını îma etmektedir.

Rasûlüllah "yarı çıplak cemaati" görünce, müslüman zenginlerin fakirleri giydirmediklerine üzülmüş ye yüzünün rengi değişmiştir.

Peygamberimiz öğle namazını müteakib tüm insanlann kardeş olduğu­nu hatırlattıktan sonra mü'minlerin âhiret için hazırlıklt bulunması konusunda cemaati ikaz etmiştir. Bunun üzerine sahabîler ellerinde olan şeylerden cö­mertçe tasadduk etmişlerdir. Aüah Teâlâ; "Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi (göç eden yoksul kardeşlerini) öz canlarına tercih ederler..." (Hasr, 9) buyu­rarak bu sahabîleri övmüştür.

Peygamberimiz (s.a) "Her kim İslâm 'da iyi bir çığır açarsa, açtığı çığrm ecri ve kendisinden sonra o çığıra uyanların ecri, onların ecrinden hiçbir şey eksiimeksizin kendisine verilecektir" buyurmuştur. Buna göre Rasûlüllah ve ashabiyla hayra delâlet eden ve hayırda yeni çığırlar açan sâlih kişilerin se­vapları kıyamete kadar o yolda gidenlerin sevapları nisbetince verilerek de­vam edecektir, özellikle Rasûlüllah'ın sevabı sınırsız bir şekilde çoğalacaktır.

Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:

Zenginler fakirlerin ihtiyaçlarını araştırıp gidermeli ve onlara gelecek za­rarı da men etmelidirler. Rasûîüllah'ın (s.a) fakirlere şefkat ve merhameti, Rasûlüllah'ın (s.a) fakirlere yardım etmek ve onlara faydalı olmak için gayre­ti, onların sevinçlerine ortak olması, RasûlUÜah'ın (s.a) müslümanlar arasın­da kardeşlik bağım kuvvetlendirme, sevgi bağı kurma ve yardımlaşmanın za­ruretine dikkat çekmedeki üslûbunun güzelliği. Hayırlı işlere acele etmekte Allah'a ve Ahiret gününe inanmanın rolü. Az da olsa sadaka ve infâka teşvik. Zira çok, azdan oluşmaktadır. Müslümanların Rasûlüîlah'ın emrine uymakta acele davranmaları ve hayırlı işlerde birbirleriyle yarışmaları. Müs­lümanların iyilik, ihsan ve hayırda örnek olması, kötülük ve çirkinlikte ör­nek olmaması. Kim hayır İçin gayret sarf ederse, onu yapan kimse kadar ecre nail olur. Her kim de kötülüğe delâlet ederse, o günahı işleyen kimse kadar günahkâr olur.

İyi şeyler, faydalı şeyler bid'at de olsa bid'at-ı hasene'dir. Zararlı ve kötü şeyler ise bid'at-ı seyyie'dir.[13]

 

172. İbn Mes'ûd'dan (r.a) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edil­miştir: "Haksız yere öldürülen herkesin kanında Âdem'in (a.s) ilk ogiu (Kâ-bil)'in günah payı vardır. Çünkü adam öldürmenin çığnnı İlk açan o (Kabil) İdi". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[14]

 

Hâbil ve Kabil, Hz.Adem'in (a.s) oğullan idiler. Hz. Adem bunlardan her birine, öteki erkek kardeşiyle ikiz doğan kız kardeşiyle evlenmesini em­retmişti. O zaman insan yeni türeyip çoğaldığı için bu evlilik insan neslinin devamı için kaçınılmazdı. Kabil kendi ikizi daha güzel olduğundan onu Hâ-bÜ'e vermek istememişti. Hz. Adem de bunlara birer kurban takdim etmele­rini emretti. Gökten bir ateş gelip hangisinin kurbanını yakarsa o haklı ola­caktı. Ateş inerek Hâbil'in kurbanını yaktı. Bu Hâbİl'in haklı olduğunu or­taya koydu.

AHah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Onlara Adem'in iki oğlunu, gerçek bir kıssa olarak oku: Hani her biri birer kurban sunmuşlardı. (Kurban) birinden kabul edilmiş diğerinden edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, kabul edi­lene): "Seni öldüreceğim" demişti. (Oda) "Allah sâdece (azabından) koru­nanlardan kabul eder" dedi. "Andolsun eğer sen beni öldürmek için bana elini uzatırsan ben seni öldürmek için sana elimi uzatmam. Çünkü ben âlem­lerin Rabbinden korkarım! Ben isterim ki sen, benim günahımı da, senin gü­nahım da yüklenip ateş halkından olasın! Zâlimlerin cezası budur". Nefsi, onu kardeşini öldürmeye çağırdı. (O da nefsine uyarak) onu Öldürdü, Ziyana uğrayanlardan oldu. Derken Allah bir karga gönderdi. (Karga) ona, kardeşi­nin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için yeri eşeliyordu. "Yazık bana, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim (ben?)" dedi ve pişman olanlardan oldu". (Maide, 27-31)

Mezkur hadis bu kıssaya işaret ederek her katilin günahından bir mik­tar Kabil'e gideceğini bildirmektedir.

"Kendi (günâh) yükünü taşıyan hiç kimse, bir başkasının (günah) yü­künü taşımaz". (En'am, 164; Isra, 15; Fâtır, 18; Zümer, 7; Necm, 38) ayeti ile hadisimiz çelişmemektedir. Zira birisi öldürmeye teşebbüsten, diğeri bu olayı ilk defa işleyerek kötülüğe çığır açarak sebep olmaktan dolayı günah almaktadır.

Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.

Fiile sebep olan, teşvik eden, uyaran, onu yapan ile mükâfaat ve günah­ta eşittir. Belki sorumluluğu daha da fazladır.[15]

 

YİRMİNCİ BÖLÜM

 

HAYRA KILAVUZLUK ETMEK, HİDÂYETE VEYA SAPIKLIĞA ÇAĞIRMAK

 

Konu ile ilgili ayetler

 

"Rabbine davet et". (Hacc, 67)

"(İnsanları) Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle da'vet et". (Nahl, 125)

"İyilik etmek ve fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımla­sın". (Maide, 2)

"Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki (onlar herkesi) hayra çağırsın­lar". (ÂI-i İmrân, 104)[16]

 

Konu ile ilgili hadisler.

 

173. Ebu Mes'ûd Ukbe b. Amr el-Ensârî el-Bedrî'den (r.a) Rasûlüüah'-ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kim hayra kılavuzluk eder ise, ona o hayrı yapanın sevabı kadar mükâfat vardır". (Müslim rivayet etmiştir).[17]

 

Müslim'in Ebu Mes'ud'dan bir başka rivayeti ise şöyledir: "Bir adam RasÛlÜİlah'a (s.a) geldi ve "Devemi (bineğimi) kaybettim ve yolda kaldım. Bana bir binek hayvanı ver" dedi. Peygambrimiz (s.a) "Yanımdayok" dedi. Bir başka adam "Ya Rasûlüttah! Ona binek hayvanı verecek kimseyi ben göstereyim"dedi. Rasûlüllah "Her kim hayra kılavuzluk ederse..."buyurdu.

Nevevî "Hayra delalet edenin sevabının hayrı yapan kimsenin sevabına eşit olması gerekmez" demiştir. Bazıları da sevab olarak her İkisi de aynı mik­tarda alırlar, ancak hayn yapan'a ziyade edilir, demişlerdir. Kurtubî "Sütün ayrıntılarıyla eşit sevap alırlar" der. Amellerin sevabı ancak Allah'ın fazlıyla olur ki onu istediğine herhangi bir şeyden dolayı verir. Özellikle bir itaatte niyet hâlis olursa ki amellerde asıl olan budur ve o itaati bir engelden dolayı yapamazsa böyle bir kimsenin o hayrı yapanla eşit sevaba nail olması veya fazlaca sevaba nail olması uzak değildir.

Yine Kurtubî der ki: Buna benzer her şeyde böyledir. Nitekim bir hadis-i şerifte "Kim bir oruçluyu iftar ettirirse onun sevabı kadar sevaba nail olur" buyuruhnuştur.

Tirmizî'nin rivayet ettiği bir hadiste ise "Dünya'da bir şey sahibi olma­dığı halde "Şayet varlıklı olsam, hayır sahibinin in/ak ettiği hayırları yaparım" diye temenni eden kimse ile o hayır sahibi sevapta eşittirler" buyuruhnuştur.

Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:

Hayırda uğraşmaya ve hayırda önderlik etmeye teşvikte bulunmalı. Zira hayırlı bir işe delâlet eden, onu yapan kimse kadar ecre ve mükâfaata nail olmaktadır.[18]

 

174. Ebu Hüreyre'den (r.a) RasûlüUah'm (s.a) şöyle buyurduğu riva­yet edilmiştir: "Kim (başkalarım) hayra da'vet ederse, o kimseye kendi­sine uyanlann sevapları kadar sevap verilir. Onun sevabı, uyanların sevap­larında hiçbir eksilme yapmaz. Buna karşılık her kim sapıklığa çağırırsa ona da kendisini izleyenlerin günahları kadar günah vardır. Davet edene yazıîan bu günah onların günahlarından hiçbir şey noksanlaştırmaz". (Müs­lim rivayet etmiştir)[19]

 

Kim başkasını büyük bir hayra teşvik ederse veya insanları yoldan ge­çenlere zarar veren küçük bir şeyi kaldırmak gibi küçük bir hayra ydnsUirse bunu emredenler veya yardımcı olanlar bu hayırları yapanların sevapîfen ka­dar sevap alırlar. Zira hayn işleyenler, onların delaletiyle ve onların yolunöa gi­derek hayrı yapmışlardır. Kötülüğe teşvik nedeniyle günahta eşit olmak da aynıdır.

Hadisten çıkanları hükümler şunlardır:

Bir fiile sebep olan ile onu yapan sevapta ve günahta eşittirler. Müslü­man kimse işlerin neticesini düşünmeli ve iyi örnek olmak için hayırlı işlere gayret etmelidir. Müslüman kötü propagandalara aldantnamaü ve kötü ar­kadaşlardan sakınmalıdır. Zira onun yaptığından sorumlu olabilir. Sebep ola­nın sevapta da, azapta da payı daha fazladır.[20]

 

175. Ebu Abbâs Sehl b. Sa'd es-Sâidî'den (r.a) Hayber (savası) günü Ra-sûlüliah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Sancağı yarın bir kim­seye vereceğim ki Allah onun eliyle (Hayber'İ) fethedecektir. O Allah'ı ve Ra-sûlu'nü sever, Allah ve Rasülü de onu sevmektedir". Bunun üzerine sahabî-ler sancağın kime verileceğini konuşarak geceledi. Sabah erkenden RasÛlül-lah'ın (s.a) yanına vardılar. Hepsi sancağın kendisine verilmesini umuyordu Rasûlüllah "Ali b. Ebi Tâlib nerededir?" diye sordu. "Yâ Rasûlüllah! Onun gözü ağrıyor" denildi. Rasûlüllah "O'na birisini gönderiniz" buyurdu. Hz. Ali (na) hemen RasulüUah'a (s.a) getirildi. Rasûlüllah onun gözlerini tükü­rüğü ile sıvazladı ve duâ etti. Hemen gözleri iyileşiverdi, sanki hiç ağn ve has­talık yokmuş gibi oldu. Rasûlüllah sancağı ona verdi. Hz. Ali (ra) "Yâ Rasûlüllah, onlar da bizim gibi (mü'min) oluncaya kadar onlarla harb edecek miyim?" diye sordu. Rasûlüllah "Onların yakınına sokuluncaya kadar yavaş yavaş yürü. Sonra onları islâm'a çağır ve üzerlerine düşen Allah'ın hak­larını onlara bildir; vallahi Allah'ın senin vasıtanla bir kişiyi hidâyete erdir­mesi, senin için bir kırmızı deve sürüsünden daha hayırlıdır" dedi. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[21]

 

Sehl b. Sa'd'ın ismi "Hazn" idi. Rasûlüllah (s.a) onu "Sehl" olarak de­ğiştirdi. Rasûlüllah'ın (s.a) vefatında Sehl onbeş yaşında idi. Sehl Medine'de hicretin 88. yılında vefat etti. 91. yılında vefat ettiği de söylenmiştir. Rasûlül-lah'dan (s.a) 188 hadis rivayet etmiştir.

Hz. Ali'nin ve diğer sahabîlerin Allah'ı ve Rasûlü'nü sevmeleri, Allah ve Rasûlü'nün de onları sevmeleri "...(O) onları sever, onlar da O'nu sever­ler..." (Maide, 54) ayeti ile ifade edilmiştir.

Sahabîlerin bayrağı istemeleri, bayrağı almak değil, ona sahib olacak ki­şinin erişeceği şerefe nail olmaktır ki bu şeref de Allah'ı ve Rasûlü'nü sev­mek ve Allah ve Rasûlü tarafından sevilmektir.

Savaştan önce İslâm'a çağrıda bulunmak gerektiğini bu hadis açıkça İma etmiştir. Ancak bu çağrı, İslâm'a davetin kendisine ulaşmamış olduğu kim­seler içindir. İslâm sulh taraftandır. Kan dökülmesine karşıdır, önce İslâm'a davet edilir. Bu davet bedeni, mâlî ve hem bedenî hem mâlî ibadetleri içerir. Küfürden, dalâletten İslâm'a, hidâyete dönüşe vesile olmak dünyanın en kıy­metli servetinden daha hayırlıdır. Zira servet fanidir. Servetin sorumluluğu da kolay bir iş değildir. Bir nefsin küfür karanlığından kurtulması ve buna sebep olmak ise Allah'ın rızasına hak kazanmaktır. Zira O'nun rızası cenne­te iletir. Cennet ise bakîdir.

Hadis, islâm'ı tebliğe ve tebliğ vazifesi için gerekli ilmin faziletine işaret etmektedir.

Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:

Hz. Ali'nin fazileti ve makamı, Rasûlüllah'ın ona olan güveni. Allah'ın izniyle Hz. Ali'nin şifa bulması Rasûlüllah'ın mucizesidir. Sahâbînin Allah'a ve Rasûlü'ne olan sevgileri, Onlar'ın rızâsını kazanmak için çalışmaları ve hayırda yarışmaları. Allah'a da'vete, hayra ve hakka delâlete teşvik. Zira bun­lara delâlet büyük mükâfat ve bol sevaplara vesile olmaktadır.[22]

 

176. Hz. Enes'den (ra) rivayet edildiğine göre Eşlem kabilesinden bir genç "Yâ Rasûlüllah! Ben harbe gitmek istiyorum. Fakat yanıma alacak teçhiza­tım yok" dedi. Rasûlüllah "Falan kimseye git. O hazırlık yapmıştı ama hastalandı" buyurdu. Delikanlı o adamın yanına vardı ve "RasûlüUah'ın (s.a) sana selâmı var. Harb teçhizatını bana vermeni söyledi" dedi. Adam hanı­mına hitaben "Ey Fûlan (kadın)! Hazırladığım harb teçhizatının hepsini hiç­bir şeyi alıkoymadan (bu delikanlıya) ver. Vallahi ondan bir şey bırakma ki onda senin için bereket (ve hayır) olsun1' dedi. (Müslim rivayet etmiştir)[23]

 

RasültiHah'm (s.a) "Falan kimseye git" buyurması hayra delâlettir. "O hazırlık yapmıştı ama hastalandı" buyurması ise göstermektedir ki adak ha­ricinde bir hayra niyet edilmiş ve o hayrı işlemeye güç yetirilememiş ise, kişi hazirlîğım güç yctiren başkasına devredebilir, kendisi de böylelikle güç yeti-rebileceği başka bir hayra yönelir.

Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:

Hayra delâlet etmek ve hayrı elde etmek için çalışmak. Bir hayra niyet eden, ancak özrü sebebiyle onu gerçekleştiremeyen kimse, gücünün yettiği başka bir hayra çalışmalıdır. Allah yolunda gayret sarfetmekte cimrilik gös­terenin maundan bereket gider, nefsini de helake atmış olur.[24]

 

YÎRMİBÎRİNCt BÖLÜM

 

İYİLİKTE VE TAKVADA YARDIMLAŞMAK

 

Konu ile ilgili ayetler

 

"İyilik etmek ve fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımla­sın". (Maide, 2)

"Andolsun asra ki muhakkak insan kat'î bir ziyandadır. Ancak İman edenlerle, güzel amel (ve hareketlerde bulunanlar, bir de birbirine hakkı tavsiye, sabrı tavsiye edenler böyle değil (onlar ziyandan müstesnadırlar)". (Asr, 1-3)

İmam Şafiî "İnsanlar veya insanların çoğu bu Sûre'nin anlamını düşün­mekte gaflettedir" anlamında bir söz söylemiştir.[25]

 

Konu ile ilgili hadisler

 

177. Ebu Abdurrahmân Zeyd b. Hâlid el-Cühenî'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kim Allah yolunda savaşan bir askeri teçhiz ederse, gaza etmiş gibi sevaba erer. Her kim de Allah yolunda savaşa katılan askerin ev halkına yardım ederse, o da gaza etmiş gibidir". (Bu-hârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[26]

 

Zeyd Medine'de ikamet etti. Hudeybiye Musalahası'na katıldı. Mekke'­nin fethinde Cüheyne kabilesinin sancağını taşımıştır. Rasûlüllah'dan (s.a) 81 hadis rivayet etmiştir. Medine'de 85 yaşında iken hicretin 58. yılında vefat etmiştir. Küfe ve Mısır'da vefat ettiği de söylenir.

Savaşa hazırlıkta yardıma olan, gerçekte savaş etmese de savaşa katıla­nın sevabı kadar sevab alır. Savaşa katılan askerin ev halkına yardımcı olan, onları koruyup gözeten, işlerini gören kimse de savaşan kimse kadar sevaba nail olur. İbn Hibban'm rivayetinde "Kim Allah yolunda savaşan bir askeri teçhiz ederse veya savaşa katılan askerin ev halkına yardım ederse A ilah ona savaşa katılan kimsenin sevabından hiçbir şey eksilmeden onun sevabı ka­dar sevap yazar" buyurulmuştur.

İbn Mâce'nin rivayeti ise şöyledir: "Her kim tek başına tastamam savaş malzemesini hazırlar ve bir mücahidi Allah yolunda savaşa gönderirse, sa­vaşan kimse ölünceye veya geri dönünceye kadar onun sevabı kadar ona da verilir". Buna göre savaşçının ihtiyacı olan malzemeyi eksiksiz tamamlayan, savaş sona erinceye kadar savaşçının sevabına ortak olur.

Hadis'ten çıkarılan hükümler şunlardır. Her kim cihad için müslümana savaş malzemesini hazırlamakta yardım eder veya yokluğunda onun çoluk-cocuğuna bakıp gözetirse, onun cihadı ve mükâfatı kadar sevap kazamr. Cihada yardımcı olamn durumu bütün hayırlı şeylerde aynıdır.[27]

 

178. Ebu Saîd el-Hudrî'den (r.a) Rasülüllah'ın (s.a) Hüzeyl kabilesinden Lihyânoğullanna bir müfreze göndermek isteyince şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "(Bİr ailede bulunan) her iki kişiden biri gitsin, savaş sevabı ara­larında ortaktır". (Müslim rivayet etmiştir).[28]

 

Lihyanoğullan peygamberimizin müfreze gö-.derdiği zaman kâfir idiler. Bu nedenle onlarla savaşmaya asker göndedir iştir.

Müslim'de rivayet edilen bîr hadiste "Savaşa çıkan kimsenin çoluk-çocuğunu, malını hayırla koruyup gözeten kimseye savaşçının sevabının ya­rısı kadar sevap vardır" buyurulmuştur.

önceki hadisle Müslim'in rivayet ettiği bu hadis arasında çelişki gözük­mektedir. Ancak "sevabın yansı vardır" ifadesi, savaşçı ile geride kalıp sa­vaşçının arkada bıraktıklarına hayırla muamele edenin sevapları eşittir. Bu iki sevap birleşince her ikisi de bu sevabın yansına sahib olmaktadır, şeklin­de yorumlanmıştır.

Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:

Toplumun tamamı savaşa katılmıyor hatta erkeklerin de bir kısmı geri­de kalarak savaşa gidenlerin ailelerine maddî-manevî yardımcı oluyorlar. Böy­lece savaşa katılmayanlar da katılanlar gibi ecre nail oluyorlar.[29]

 

179. Ibn Abbâs'dan (r,a) rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (s.a) Revhâ'da bir kervana rastladı da'şöyle buyurdu: "Kimsiniz?". "Müslümanlanz" diye ce­vap verdiler ve "Sen kimsin?" diye sordular. Rasûlüllah (s.a) "Rasûlüllah" buyurdu. Kafileden bir kadın, küçük bir çocuğu Rasûlüllah'a doğru kaldırıp "Bunun haccı sahih inidir?" diye sordu. Rasûlüllah "Evet sahihtir ve sana da sevabı vardır" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir).[30]

 

Rasûlüllah (s.a) mezkur kervana Veda haccında rastlamıştır. Revhâ, Me­dine yakınlarında bir yer adıdır. Ebu Davud'un rivayetinde olduğu üzere Ra­sûlüllah bu topluluğa önce selâm vermiştir. .Tanmmasa da bir binitli gruba selam verilir Selâm veren kimsenin, cemaatm büyüğü olması daha uygun­dur. Selâm vermeden başka bir söz konuşmak doğru değildir. Nitekim hadis­te "Selâm ketâm'dan öncedir" buyurulmuştur.

Gelecekte de islâm üzere devam etmenin Allah'ın İzniyle olacağına işa­retle ve kötü neticeden korkarak "inşaallah müslümanlanz" demek daha fa­ziletli ise de "inşaallah" demeden sadece "Müslümanlanz" demek de caizdir.

"Sen kimsin?" diye RasûlüIIaVa sormaları; gece karşılaşmış ve kendisi­ni tanıyamamış olmaları sebebiyle veya gündüz karşılaşmış ancak hicretle­rinden Önce Rasûlüllah'ı (s.a) görmemiş ve memleketlerinde müslüman olup henüz hicret etmiş olmaları sebebiyledir.

Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:

Kim bir itaate sebeb olur veya bîr itaatin yapılmasına yardımcı olursa onu yapraışcasına sevap alır.

Çocuğun haccı caizdir ve ondan sevap kazanır. Ancak buluğdan sonra­ki farziyeti üzerinden düşmez.[31]

 

180. Ebu Musa el-Eş'arî'den (r.a) Nebi'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kendisine verilen emri hemen yerine getiren, sorumluluğuna teslim edüen sadakayı, verilmesi istenilen kimselere gönül hoşluğu ile tastamam ve­ren müslüman ve güvenilir veznedar sadaka veren biri gibidir". fBuhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir)[32]

 

Diğer bir rivayette: "Emrolunanı veren kimsedir" buyurulmuştur.

Kim, mal sahibinin izniyie onun malını muhafaza edip mal sahibinin verilmesini istediği yerlere verirse, sadaka veren bu mal' sahibinin sevabı ka­dar sevap kazanır. Daha önceden veya bu güzel amelden sonra başka bir ema­nete hıyanet etse de bu mezkur emanete riayetine zarar vertnez. Zira günah ve sevaplar ayrı ayrı amellerin karşılıklarıdır.                                 '

"Verilmesi istenilen kimselere gönül hoşluğu ile tastamam veren" bu-yurulmasıyla, veren kimsenin yüz ekşitmemesi ve gönül kırmamasına dikkat çekilmiştir. Zira genellikle başkasmin malını harcamakla görevli kimselere cim­rilik galebe çalmaktadır ki bunlar cimrilerin en cimrisidir.

Her kim hayırlı işlerden birini yapmak üzere vekil tayin edildiğinde, ve­kalet ettiği o hayrı istekle ve hoşnutlukla yerine getirirse, kendisini vekil ta­yin edenin sevabı gibi sevap kazanır. Bir iyiiiğin elde edilmesi veya bir kötü­lüğün giderilmesine katkıda bulunup, paylaşan kimse, mâlî bir harcamada bulunmasa da aynı sevabı alır.[33]

 

YİRMİİKİNCİ BÖLÜM

 

NASİHAT

 

Konu île ilgili ayetler

 

"Mü'minler ancak kardeştirler...". (Hücurât, 10)

'... Ben sizin iyiliğinizi istiyorum". (A'raf, 62)

"... Ben sizin emin bir hayırhâhınizım". (A'râf, 68)[34]

 

Konu ile ilgili hadisler

 

181. Ebu Rukayye Temîm b. Evs ed-Dârî'den (r.a) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Hz. Peygamber: "Din nasihatır" buyurdu- Biz "Kime?" dedik. Rasûlüllah (s.a) "Allah'a, O'nun Kitabı'na, O'nun Rasû-lü'ne, müslümanlann önderlerine ve bütün müsiümaniara karşı" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir)[35]

 

Temim b. Evs, kızı Rukayye'den dolayı bu künyeyi almıştır. Rukayye'-den başka çocuğu yoktu. Temim hicretin 9. yılında müslüman oldu. Medine, Şam ve Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra da Kudüs'te ikâmet etmiştir. Rasûlüllah'dan (s.a) 18 hadis rivayet etmiştir.

Hadîs, İslâm'ın esasım teşkil etmektedir. "Din nasihattir" demek; di­nin direği ve kıvamı nasihattir demektir. Hadis'te nasihatin dindeki yerinin büyüklüğüne dikkat çekilmek istenerek sanki din sadece nasihattah ibaret-miş gibi buyurulmuştur. Halbuki din, nasihati ve daha nice güzel hasletleri içermektedir.

Nasİhata "din" veya "îslâm" da denilebileceği mezkur hadisten anla­şılmaktadır. Nasihat farz-ı kifaye'dir. Nasihat edenin sözü dinlenir, emrine itaat edilir kimselerden olması ve kendisine zarar verilmemesi gerekir. Nasi­hatin ihtiyaca göre olması da önemlidir.

Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:

Müslümanlara nasihat etmek farzdır. Zira nasihat dinin direği ve esâsı­dır. Allah için nasihat; O'na imanm sahihliği ve ibadette ihlas ile, Allah'ın Kitabı'na nasihat; Kitabı'na iman ve onu okuyup ahkâmıyla amel etmek ve değiştirmemek ile, Rasûlü'ne nasihat; peygamberliğini tasdik, emrine itaat, sünnetine ve şeriatına sarılmakta, müslümanlann yöneticilerine nasihat ise; Hak üzere onlara yardıma olmaya, günah olmayan konularda onlara İtaat, iyilikle onların eğriliklerinin düzeltilmesi, küfürlerini izhar etmedikleri müd­detçe onlara isyan etmemekle, müsiümaniara ve cemaatine nasihat ise; dün­ya ve anketlerine faydah şeyiere teşvik, iyiliği emir ve kötülükten nehiy ile olur.[36]

 

182. Cerir b. Abdullah'dan (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ben, namazı dosdoğru kılmak, zekat vermek ve her müslümana nasihatta bu­lunmak üzere Rasûlüllah'a (s.a) biat ettim". (Buhârî ve Müslim rivayet et­mişlerdir).[37]

 

Farz ve Sünnet namazları âdabına uygun kılmayı, zekâtı tastamam ver­meyi ve müsiümaniara hayrı tavsiye etmeyi peygamberimiz bütün sahabîlere tavsiye etmiş, hatta bu hususlara riayet edeceklerine dair ahd almıştır.

Hadis nasihat isteyen her müslümana samimi nasihat etmenin ve hayır­hah olmanın lüzumunu göstermektedir.

Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:

Nasihatin önemi, müslümanlar arasında nasihatlaşmak üzere Rasûlül-lah'ın (s.a) sahabîîerden bey'at almış olmasından açıkça anlaşılmaktadır.[38]

 

183. Enes'den (r.a) Rasûlüllah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edil­miştir: "Sizden biri kendisi İçin sevip arzu ettiğim, (mü'min) kardeşi için de sevmedikçe gerçek mü'min olamaz". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[39]

 

Hayırlı şeylerden kişinin kendisi için arzu ettiği, diğer din kardeşleri için de istenmelidir. Nitekim Neseî'nin rivayetinde '!„ Hayırlı şeyleri icardeşi için de sevmedikçe..." ziyadesi vardır. Ibn Salah'a göre, bunun mümkün olması çok zordur ve kastedilen bu değildir. Ancak "Sizden biri kendisi için sevip arzu ettiğini, {mü 'min) kardeşi için de sevmedikçe; imam kemâle ermez'' an­lamındadır. Ebu Zinâd, ' 'Hadisin zahiri, eşit olarak istemeyi ifade ediyor ancak gerçek olan kardeşi için daha fazlasını istemektir" der. Çünkü insan, insan­ların en faziletlisi olmayı arzular, din kardeşi için de bu fazileti istemesi onun imantmn kemâlindendir.

Mü'minler tek bir nefis gibi olmalı ve mü'min kendisi için sevdiğini din kardeşi için de sevmelra'ir. Zira hepsi bir nefis mesabesindedir. Nitekim pey­gamberimiz "Mü'minler tek bir vücut gibidirler. Bir organ rahatsız olursa vücudun diğer tüm organları da rahatsız oluıtar" buyurmuştur.

Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:

İman-ı Kâmil şartı, müslümanın kendi nefsi için hayır ve taatten neyi arzuluyor ise, diğer müslümanlar İçin de istemesi, onların da bu güzel şeylere nail olması için gayret sarfetmesidir. Bu sebeple mü'mir., din kardeşlerine na­sihat ile onları faydalı şeylere irşad etmelidir.[40]

 

YİRMİÜÇÜNCÜ BÖLÜM

 

İYİLİĞİ EMRETMEK VE KÖTÜLÜKTEN NEHYKTMEK

 

Konu ile ilgili ayetler

 

"Sizden, öyle bir cemaat bulunmalıdır ki (onlar herkesi) hayra çağırsın­lar, iyiliği emretsinler, kötülükten vazgeçirmeye çalışsınlar. İşte onlar mura­dına erenlerin tâ kendileridir". (Âl-i İmrân, 104)

"Sİz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız". (ÂI-i İmrân, 110)

"(Habibim) sen (güçlüğü değil) kolaylığı (sağlayan yolu) tut. İyiliği em­ret. Câhillerden yüz çevir". (A'râf, 199)

"Mü'min erkekler de, mü'min kad'nlar da birbirinin velileri (dostları ve yardımcılaradır. Bunlar (insanlara) iyiliği emrederler. (Onları) kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar". (Tevbe, 71)

"Israiloğulları'ndan olup da küfredenlere Davud'un da, Meryem oğlu İsa'nın da diliyle Iânet olunmuştur. Bunun sebebi, isyan etmeleri ve ifrata sapmaJan idi. Onlar işledikleri herhangi fenalıktan birbirini vazgeçinneye ça­lışmazlardı. Hakikat yapmakta devam ettikleri (o hâl) ne kötü idi". (Mâide, 78-79)

"De ki: O (Kuran) Rabbinİzden (gelen bir) haktır. Artık dileyen iman etsin, dileyen kâfir olsun". (Kehf, 29)

"Şimdi sen ne ile emrolunuyorsan (kafalarını çatlatjrcasına) apaçık bildir". (Hicr, 94)

"... Biz de kötülükten vazgeçirmekte sebat edenleri selâmete çıkardık. Zulmedenleri ise yapmakta oldukları kötülükleri yüzünden, şiddetli bir azab ile yakaladık". (A'raf, 165)

Bu konuda ayetler pek çok olup, bilinmektedir. [41]

 

Konu ile ilgili hadisler

 

184. Ebu Saîd el-Hudrî (r.a) der ki; Rasülüllah'i (s.a) şöyle derken işit-tim: "Sizden kim bir kötülük görürse onu eli ile hemen değiştirsin. Eğer gücü yetmezse diliyle, bunu da yapamazsa kalbiyle (onu reddetsin, ona kar­şı koysun ki) bu (sonuncu) imanın en zayıf derecesidir". (Müslim rivayet etmiştir)[42]

 

Bir kötülük herkes tarafından biliniyorsa, o kötülüğün önüne geçmek herkesin Üzerine farzdır. Bir ya da birkaç kimsenin engel olmasıyla diğerleri­nin üzerinden farziyet sakıt olur.

Kötülükten yasaklamanın farziyeti Kitap ve Sünnet ile sabittir. Cana, mala zarar gelmesinden sakınıldığında, dil ile nehiy yapılır. Tirmizî'de rivayet edi­len bir hadiste "Hakkı bilen kimsenin gerçeği söylemesine insanların heybeti engel olmasın" bu yürütmüştür. Mala ve cana zarar söz konusu değilse elle kötülüğe mâni olunmalıdır, gücü yetmezse düîe kötülükten sakmdtrmalidır. Kötülüğü el ve dil ile yasaklamaktan aciz kalındığında kalple buğzedilmelt-dir. Bir hadiste "îyiliği emrediniz ve kötülükten sakındırınız, itaat edilen bir cimrilik, tâbi olunan heva ve heves, tercih edilen dünya ve herkesin kendi gö­rüşünü beğendiğini gördüğünde kendi nefsini muhafaza et (kendinle meşgul ol)" buyurulmuştur.

Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.

Mümkün olan her vesileyle kötülüklerin önüne geçilmesi farzdır. Kalb ile kötülüğe karşı koymak; münkere karşı kalpte kin ve öfksnin oluşması ve onu defetmeyi devamlı düşünmektir. Emr-i bi'1-ma'ruf ve nehy-i anj'l-münker bütün müslümanlann ortak görevidir. Zira farz-ı kifâye'dir. Bu hadisin iyili­ği emri, kötülükten nehyi emretmesi sebebiyle, İslâm'ın üçte birini, şer'i ameller ki ya iyiliktir onu emretmek; ya da kötülüktür, ondan nehyetmek gerektiği sebebiyle de islâm'ın tamamını içerdiğini söyleyenler olmuştur.

Eli ve diliyle kötülüğe engel olmaya muktedir olan kimsenin, eliyle veya diliyle müdahalede bulunmaması, o kötülüğe rıza göstermesi ve köîülüğtt iş­leyene ortak olması demektir.

Kötülüklere engel olunduğunda mal, can ve ırz tehlikeye giriyor ve kö­tülükler biraz daha artmlıyor ise, o zaman dil ile buğz etmekten başka çare kalmamaktadır. Nitekim Seyyid İbrahim el-Metbûlî "Kötülüğü el ile değiştirmek devlet idarecilerinin ve üst makamların işidir. Söz ile yasaklamak il­miyle amel eden âlimlerin işidir. Kalb ile buğz etmek ise gönül ehlinin işidir" demiştir. Kalple buğzun ötesinde ise, hardal tanesi kadar iman yoktur. Kalp­le kötülüğü hoş karşılamamanın yokluğu ise İmansızlığın varlığıdır.

Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:

İslâm'a karşı olanlara ve günahkârlara karşı söz ve fulle mücâdele et­mek. Kötülük işleyeni kalpten hoş karşılamak imansızlığa delildir.[43]

 

185. İbn Mes'ûd'dan (r.a) Rasûlül h'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edil­miştin "Allah'ın benden önceki ümmt lere göndermiş olduğu her Nebi'nin ümmetinden, onun yolunda giden ve emrine uyan havarileri ve ashabı olmuş­tur. Sonra onların arkalarından öyle kötü nesiller gelir ki, yapmadıkların] söy­lerler ve emrolunduklannın tersine hareket ederler. Kim onlarla eliyle müca­dele ederse mü'mindir. Kim onlara diliyle karşı koyarsa o da mü'mindir. On­lara kalbi ile karşı koyan da mü'mindir. Bunun ötesinde hardal tanesi (ka­dar) iman(dan eser) yoktur". (Müslim rivayet etmistir).[44]

 

Bütün peygamberlerin havarileri ve ashabı olmamıştır. Peygamberlerin çoğunluğunun ashabı olmuştur. Bununla beraber hiç ashabı olmayan pey­gamberler de olmuştur. Nitekim v-.r hadiste "Bir peygamber gelir yanında hiç kimse yoktur" buvurulmustur. Havariler peygamberlere inanmış, her türlü ayıptan arınmış kimselerdir. Allah için çarpışırlar ve peygamberden sonra di­nî vecibeleri yerine getirirler, peygamberlerin yerine halife olurlar.

"Kalbi ile karşı koyan da mü 'mindir. Bunun ötesinde hardal tanesi (ka­dar) imanfdan eser) yoktur" buyunilma&ı günahların küfüre yol açması se­bebiyle ve haramı gönülle hoş karşılamak, onu hafife almak ve mubah gör­mek olacağından, imanın yok denebilecek derecede olmasına işarettir.[45]

 

186. Ebu Velid Ubâde b. es-Sâmit'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştin Biz, Rasûlüllah'a (s.a) zorluk ve kolaylık anlarında, hoşa giden ve hoşa gitmeyen durumlarda, sözünü dinleyip itaat etmek, (zorlu hâllerde) kendimizi (öne atıl­makta) tercih etmek, Allah Teâlâ*dan yanımızda bulunan delile göre apaçık bir küfür görmedikçe yetkililere karşı gelmemek ve nerede olursak olalım Allah yolunda hiçbir kınayanın kınamasından korkmamak üzere hakkı söyleyece­ğimize dair biat ettik". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[46]

 

Ubâde b. es-Samit birinci ve İkinci Akabe bey'atında bulunmuştur. Be­dir, Uhud, Hendek, Bey'at'ür-Rıdvan ve diğer gazvelerde bulunmuştur. Ra­sûlüllah (s.a) Ubade'yi zekat memuru olarak tayin elmiştir. Şam fethedilince oraya Hz. Ömer tarafından öğretmen olarak gönderildi. Rasülüllah'dan (s.a) 181 hadis rivayet etmişti. 72 yaşında iken hicretin 34. j.imda Kudüs'te vefat etmiştir.

"Bey'at" ahidleşme demektir. Her iki taraf da bey' (alışveriş) de olduğu gibi, birbirlerinin eline değip tutmaları sebebiyle bu işleme "bey'at" adı verümiştir. Bey'at da bir nevi alışveriştir. Nitekim AUah Tfeâlâ "Allah mü'min-lerden mallarım ve canlarım cennet kendilerinin olmak Özere satın almıştır..." flevbe, III) buyurmuştur. Çünkü cennet karşılığında, mal ve can vardır. O ne yücedir ki önce insana mal ve can veriyor, sonra da onları cennet karşılı­ğında satın alıyor.

"(Zorlu hâllerde) kendimizi (öne atılmakta) tercih etmek" ifadesi, gü­nah olmadığı müddetçe sıkımın ve nefsin hoşlanmadığı konularda itaat­kâr oİmak demektir. "Apaçık bir küfür görmedikçe yetkililere karşı gelme­mek..." cümlesindeki "küfür** günah anlamındadır. Zahirde adalete aykırı görülen bazı davranışlarda çeşitli hikmetler bulunabilir. Huneyn savaşında R&sûlüllah'ın ^ganimet taksiminde Muhacirleri Ensar'a tercih etmesi de bu kabildendir. Nitekim Ensar Rasûlüllah'm (s.a) kendilerine bu ganimetten hiç­bir şey vermemesini rıza ile karşılamışlardır.

Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:

Günah olmayan konularda müslümanİarm yöneticilere itaat etmesi, müs-lumanlann birlik ve beraberliğini ve aralarındaki huzursuzluğun gitmesini sağ­lar. Islâmî esaslara ters düşen bir durum soz konusu olmadıkça İşleri tedbirle görevli olanlarla çekişme olmaz. Aksi hâlde onu hoş karşılamamak, ne pa­hasına olursa olsun hakkın yanında yer almak gerekir.

Fasık bile olsa yöneticilere karşı isyan etmemeli; zira isyan fısktan daha kötü neticeler doğurabilir.[47]

 

187. Numân b. Beşîr'den (r.a) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah'ın sınırlarında duran üe bu sınırlan aşanın durumu şuna benzer: Bir grup aralarında kur'a çekerek gemiye bindiler. (Kur'a sonunda) bir kısmı üst tabakaya, bir kısmı da alt kata düştü. Geminin alt katında bu­lunanlar su almak istediklerinde üsttekilerin yanlanndan geçerlerdi. Dediler ki: "Biz şansımıza düşen yerden bir delik açsak, üstümüzdekiieri rahatsız et­memiş oluruz". Eğer üsî kattakiler bunları yapmak istedikleri ile başbaşa bı­raksalar hep birlikte mahvolurlar; eğer ellerinden (tutup, matkabı) alırlarsa hem kendileri, hem de herkes (onlar) kurtulmuş olur". (Buhârî rivayet et­miştir).[48]

 

İyiliği emretmeyi terketmek, toplumun neticede dünyevî ve uhrevî sıkın­tılara, musibetlere düşmesine sebep olur. Kâmil Miras "Diyebiliriz ki devle­tin kanun koyma hikmetini, münevver tabakanın halkın câhil tabakasını ma'-ruf ile emr, münkerden nehyederek aydınlatmaya çalışmalarının içtimâi ge­reğini bu hadisin tasvir ettiği bedi* şekilden yüksek hiçbir mütefekkir edibin kalemi tasvir edemez" demiştir.

Hadiste zikredilen üç fırkanın beyânı şöyledir: Gemiyi delmek isteyen­ler, Allah'ın haram kıldığı sınırlar îçİne düşenlerdir. Bundan sonrakiler ya kötülükleri reddedicidir veya kötülüğü hoş karşılayanlardır. Bu sonuncular yaltakçılar ve mürâîlerdir.

Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:

Zihinlerde daha iyi yerleşmesi için, konunun canlandırılarak bir misalle anlatılması safi zihinlerin anlamasına yardıma olur.Münkeri terketmek sa­dece terkeden için- değil, bütün toplum için faydalıdır. Fesat dağıtmakta olan kötülük ehline müdâhale etmemek, toplumun helakine sebep olur. Bir top­lum içinde kötülük işleyen kimse, her kötülükte toplumun selâmeti İçin bir tehlike açmış olur.

İnsanın hürriyeti mutlak değildir. Çevresindeki insanların hakları ve men­faatlerinin korunması ile kayıtlıdır.

İyi niyetli oldukları halde bilmeyerek topluma zarar verenlerin de uya­rılması gerekir.[49]

 

188. Mü'minlerin annesi Ebu Ümeyye, Huzeyfe'nin kızı Ümmü Seleme'-den (r.a) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Sizi yönetmek için bir takım yöneticiler atanırlar. Onların bazı icraatlarını beğenir, bazıla­rını da beğenmezsiniz. (JC i onlann (İslâm'a aykırı işlerini) beğenmezse (so­rumluluktan) kurtulur. F<ikat kim (onların islâm'a zıt hareketlerinden) razı olur ve peşlerine takıhrsa (günahkâr olurlar)".

Ashab "Yâ Rasûlüllah! Onlarla savaşmayalım mı?" dediler. Rasûlüllah "Aranızda namaz kıldıkları sürece hayır" buyurdu. (Müslim rivayet et­miştir).[50]

 

İslâm'a aykırı icraatları kalbiyle nefretle karşılayan, (eliyle ve diliyle kö­tülüğü değiştirmeye gücü yetmediğinden) dahilî bir müdahale ve karsı koy­ma durumunda olduğu için günahlardan uzak olur. Kötülüğe razı olan İse, onlann kötülüğü İşlemelerinden dolayı doğacak günaha ortak olur.

Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:

Gelecekte olacak şeylerden Rasûlüllah'ın (s.a) haber vermesi onun mu-cizelerindendir.

Namaz İslâm ile küfrü birbirinden ayıran alâmet-i fârika'dır. İsyankâr yöneticileri hoş görmemekten daha çirkin olabilir ihtimâliyle birliğin bozul­masını ve fitneyi körükleyici şeylerden kaçınmak ve onlann ezalarına sabretmek.[51]

 

189. Mü'minlerin annesi Ümmü'l-Hakem Zeyneb bintİ Cahş'dan (r.a) rivayet edilmiştir: Nebî (s.a) korkmuş bir hâlde, Hz. Zeyneb'in (r.a) yanına girdi ve "Lâ ilahe üle'llâh! Yaklaşan şer'den vay arabın başına geleceklere! Bugün ye'cûc ve me'cûc şeddinden şu kadar bir delik açıldı" buyurdu, baş parmağıyla şehâdet parmağım halka gibi yaptı. (Hz. Zeyneb (r.a) der ki): Ben "Yâ Rasûlüllah! Aramızda iyi kimseler varken helak olur muyuz?" dedim. Rasûlüllah "Evet, fısk-u fücur çoğaldığı takdirde (helak olursunuz)" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir). [52]

 

Zeyneb binti Cahş (r.a) Abdullah b. Cahş'ın kız kardeşidir. Annesi Omeyye binti Abd'il-Muttalib'tir. Hz. Zeyneb (r.a) Rasûlüllah (s.a) ile hicretin 5. yı­lında evlenmiştir. Hz. Zeyneb (r.a) daha önce peygamberimizin azadh kölesi Zeyd b. Harise ile evliydi. Hz. Zeyd Hz. Zeyneb'i boşadı. Zeyneb iddet bekle­dikten sonra Allah (c.c) "... Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki..." (Ahzab, 37) buyurmuş ve Hz. Zeynep peygamberimizle ev­lenmiştir. Hz. Zeyneb (r.a) hicretin 20. yılında vefat etmiştir. Peygamberimiz­den sonra vefat eden ilk hanımıdır. Hz. Zeynep (r.a) peygamberimizden on-bir hadis rivayet etmiştir.

Peygamberimiz (s.a) "Lâ ilahe İllallah" ifadesini hayret bildirmek ve daha sonra söylenen sözlerin önemine işaret etmek için buyurmuştur. "Üzüntü se­bebiyle söylemiştir" diyenler de olmuştur.

Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır: İyi insanlar çok olsalar da günahların çoğalması ve yaygınlaşması, top­lumun topluca helakine sebeptir. Kötülüklerin uğursuzluk getireceği beyan edilmiştir. Musibetler iyi ve kötü insanların hepsini kapsar, ancak herkes ni­yetine göre dirilir.

Kötülükleri hoş karşılamamaya ve kötülüğün yapılmasını engellemeye teşvikte bulunulmuştur.[53]

 

190. Ebu Saîd el-Hudrî'den (r.a) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Yollar üzerinde oturmaktan sakınınız". Ashab "Yâ Rasûlüllah! Yolda oturmaktan vazgeçmemiz mümkün değil. Çünkü (meselelerimizi) bu­ralarda konuşuyoruz" dediler. Bunun üzerine Rasûlülİah (s.a) "Oturmak zo­runda iseniz yolun hakkım veriniz" buyurdu. "Yolun hakki nedir Yâ Rasü-lüilah?" dediler. Rasûlülİah "Gözleri (haramdan) sakındırmak, (başkaları­na) ezâ vermemek, selâm almak, iyiliği emretmek, kötülükten nehyetmektir" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[54]

 

Yoldan geçen kadınlara bakmamak, fitneden sakınmak, insanları küçük görmemek, gıybet etmemek, yoldan geçenlere engel olmamak, selâm aiıp-vermek ve iyiliği emredip, kötülüğü yasaklamak, yol kenarında oturmak için yerine getirilmesi gereken şartlar olarak sayılmıştır.

Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:

Umumun hakkı olduğu için yola saygılı olmak gerekir. Güzel sözler söy­lemek, yük taşımakta güçlük çekene yardım etmek, a'mâ'ya kılavuzluk etmek, mazluma yardım etmek, imdat isteyene yardım etmek, kaybolana yol göstermek ve aksırana "Yerhamukeltöh " demek yolun haklarındandır. Müs­lüman hayn yaymak ve hakka davette devamlı olmalıdır.[55]

 

191. İbn Abbâs'dan (r.a) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a) bîr adamın elinde altın bir yüzük gördü. Onu parmağından hemen çıkarıp at­tı ve "Sizden biri ateşten bîr kor parçasını alıp parmağına geçirmek is­tiyor!" buyurdu. Rasûlülîah (s.a) gittikten sonra o adama "Yüzüğünü al, onunla (bir başka şekilde) faydalan" denildi. Adam "Hayır vallahi! Ra­sûlülİah {s.a) onu attıktan sonra ben onu artık asla alamam" tedh (Müs­lim rivayet etmiştir). [56]

 

Peygamberimizin (s.a), parmağından altın yüzüğünü çıkarıp aitıgı kim­senin o yüzüğü başkasına bağışlaması, satması, helâl olan hanımına vsya başka kadmlara vermesi caiz idi. Ancak RasûlülJah'm (s.a) emrine uymakta o ka-. dar titizlik göstermiştir ki, o yüzükte ruhsat bulunan bir yolla dahi tasarruf­ta bulunmamıştır. Madem ki onu Rasülüliah atmıştır, o halde ihtiyaç sahibi birinin alarak ihtiyacını görmesini sağlamıştır ki, bu da onun için sadaka ol­muştur.

Eşça kabilesine mensup birisinden rivayet edüen başka bir hadiste şöyle buyuruluyor: "Rasûlüllah'in (s.a) huzuruna parmağımda altın yüzük oldu­ğu halde girdim. Rasûlülİah hurma dalını alıp elime vurdu ve "At şunu " bu­yurdu. Ben de yüzüğü attım. Yüzüğü attıktan sonra huzuruna girdiğimde "Yü­zük ne oldu?" buyurdu. Bende "Attım" dedim. Rasûlüllah: "Onu atmam emretmedim, ancak onunla (başkayolla) faydalanmam emrettim, onu atma" buyurdu.

Hadîsten çıkarılan hükümler şunlardır:

Eliyle kötülüğü değiştirmeye gücü yetenin kötülüğü yok etmesi.

Haram olması sebebiyle erkeklerin altın yüzük takmasının yasaklanma­sı. Şiddetle yasaklanması sebebiyle, erkeklerin altın yüzük takınması büyük

günahlardandır.

Rasûlüllah'ın (s.a) emirlerine uymak, nehiylerinden kaçınmakta aşırı ti­tizlik göstermek.[57]

 

192. Ebu Saîd el-Hasen el Basrî'den (r.a) rivayet edildiğine göre, Âİz b. Amr (r.a) Ubeydullâh b. Zİyâd'ın huzuruna girdi ve "Ey oğlum! Ben Rasû-lüllah'dan (s.a) "Yöneticilerin en kötüsü {halka karşı) katı (ve sert) davranandır" buyurduğunu duydum. Sakın hâ, sen onlardan olmayasin" dedi. Ubeydullâh "Otur! Sen ancak Muhammed'in (s.a) ashabının (elek üstünde kalan) kepeği (gibi döküntüleri)ndensin" dedi. Âiz b. Amr "Onlar arasında (özü alınıp) kepek (gibi değersiz) olanları var mıydı ki? Kepek gibiler, onlar­dan sonra ve onlardan başkaları arasında meydana geldi" dedi. (Müslim ri­vayet etmiştir) Müslim; Kitab'ul-Libâs, 2090 ve Ahmed b. Hanbei,[58]

 

Hasan Basit tabündendir. Hz. Ömer'in hilafeti esnasında doğmuştur. İlmi ve ameliyle şöhret bulmuştur. 88 sene yaşamış ve hicri 110 yılında vefat etmiştir.

Âiz b. Amr, Râfe b. Amr'ın kardeşidir. Şahabının sâlthlerindendi. Bas­ra'da ikamet etmiştir ve orada hicri 61 yılında vefat etmiştir. Rasülüllah'dan (s.a) 8 hadis rivayet etmiştir.

Bir arap şairi der ki: "Allah insanları hayırlı bir kimseye arkadaş kılarsa onların hepsi hayırlıdır". Cenab-ı Allah sahabîleri peygamberimiz için arka­daşlar olarak seçmiş ve onun nurları ile şereflenmişlerdir. Nitekim bir hadis-İ şerifte "Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olsanız hidayete erersiniz" buyurulmuştur.

Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:

Sahabîler iyiliği emir ve kötülüğü nehiyden geri kalmamışlardır.

Âiz b. Amr'm devlet yöneticilerini uyarmakta cesareti, cür'eti.

Sahabe'nİn hepsinin değerli, faziletli kimseler oldukları, sonraki lerde basit insanların çoğaldığı.[59]

 

193. Huzeyfe'den (r.a) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Nefsim kudret elinde olan Allah'a andolsun ki, ya iyilikleri emreder, kötü­lükten nehyedersiniz ya da Allah size yakında bir belâ gönderir.Sonra O'na dua edersiniz, ancak duanız kabul olmaz'. (Tirmizî rivayet etmiş ve Hadis Hasen'dir demiştir).[60]

 

Müslümanlar ya kendilerine emredileni yaparlar, yasaklanandan sakın­dırırlar ya da korkutuldukları belâ baslarına gelir; yöneticilerin zulmü, düş­manların istilası gibi belâlara duçar olurlar. Sonra bu musibetlerin üzerlerin­den kaldırılması İçin dua ederler. Ancak İyiliği emretmeyi, kötülüğü-de ya­saklamayı terkettikleri için duaları kabul olmaz.

Bir kötülüğe engel olunmazsa, uğursuzluğu ve musibeti kötülüğü isle­meyenlere de yayılır. Toplumdaki iyi kimselerin ver lığı; alenen işlenen ve cngel görmeyen kötülükler sebebiyle helâka mâni debidir. İmkân nisbetinde karşı koyma ise helaki defeder.

Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:

İyiliği emretmenin ve kötülükten sakındırmanın terkedilmesi, duanın ka­bul edilmemesine vesile olur.

Kötülüğün zararı, yapana ve başkalarına da dokunmaktadır.[61]

 

194. Ebu Saîd el-Hudrî'den (r.a) rivayet edildiğine göre Nebî (s.a) buyu­ruyor ki: "Cihâdın en faziletlisi zâlim hükümdar karşısında adaletli konuş­maktır". (Ebu Dâvud ve Tirmizî rivayet etmişlerdir. Tirmizî hadis haşen'dir demiştir)[62]

 

Hadisten çıkarılacak hükümler şunlardır:

İyiliği emretmek cihâddandır. Zâlim yöneticiye nasihatte bulunmak ci­hadın en üstünlerindendir. Cihâdın dereceleri vardır. Nasihat, ederken nfk ile muamele edilmelidir.

Şerhi gelecek hadistedir.[63]

 

195. Ebu Abdullah Tank b. Şihâb el-Beceli el—Ahmesl'den (r.a) rivayet edilmiştir:

Bir adam, Nebî (s.a) ayağını devenin üzengisine koymuş bîr halde iken "Hangi cihad daha faziletlidir?" diye sordu. Rasûlüllah (s.a) "Zâlim hüküm­dar huzurunda hakkı söylemektir" buyurdu. (Neseî sahih bir İsnâdla rivayet î etmiştir)[64]

 

Tarık b. Şihâb cahiliyye döneminde de yaşamıştır. RasülüUah'ın (s.a) as­il hâbındandır. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (r.a) dönemlerinde de savaşlara ka­kılmıştır. Küfe'de İkamet etmiştir. Hicretin 82. yılında vefat etmiştir.

Zâlim yöneticiler huzurunda iyiliği emir ve kötülüğü nehyetmek cihâdın en faziletlisi sayılmıştır. Zira yapanın imanının kemâline delâlet eder. Zalim huzurunda hakkı söyleyen, onun zulmünden ve eziyetinden korkmayıp, nef­sini Allah için feda edendir. Allah'ın emrini ve hakkını kendi nefsinin hak­kından önce tutandır. İnsanın kendini böyle bir tehlikeye atması, savaş mey­danında dövüşmesinden daha tehlikelidir.[65]

 

196. İbn Mes'ûd'dan (ra) Rasûlüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edil­miştir: "tsrailoğullan'na (dinî açıdan) ânz olan ilk eksiklik şudur: Bir adam (günah işlemekte olan) bir kimse Ue karşılaşınca ona "Ey falanca Allah'tan kork, işlemekte olduğunu bırak. Çünkü o sana helâl değildir" dedi. Sonra ertesi gün aynı adamla karşılaştı. Adam aynı durumda idi. Ancak adamın bu tutumu onunla yiyip içmekten, oturup kalkmaktan alıkoymadı. Onlar böyle davranınca; Allah kalplerini birbirine benzetti. Sonra (Rasûlüllah su meal­deki) ayetleri okudu: "İsrâiloğullan'ndan olup da, küfredenlere Davud'un da, Meryem oğlu İsa'nın d/a diliyle la'neî olunmuştur. Bunun sebebi isyan etmeleri ve ifrata sapmaları idi Onlar işledikleri herhangi fenalıktan birbir­lerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Hakikat yapmakta devam ettikleri (o hal) ne kötü idi. İçlerinden birçoğunu görürsün ki (peygambere, mü'minlere olan buğzlarmdan dolayı) kâfirlerle dostluk ederler. Nefislerinin kendileri için (âhiretleri hesabına) öne sürdüğü (o kötü haberler) andolsun ne çirkin şey­lerdir. (Çünkü onların kazana) Allah'ın kendilerine gazab etmesi ve onların o azab içinde ebedî kalıcı olmalarıdır. Eğer Allah'a, peygambere ve ona indi­rilene iman etselerdi, (kafirleri) dostlar edinmezlerdi. Fakat onlardan birço­ğu fâsık kimselerdir" (Mâide, 78-81). Daha sonra Rasûlüllah "Hayır, Valla­hi ya iyiliği emreder kötülükten nehyedersiniz; zalimin elinden tutarak zul­müne engel olursunuz ve onu hakka çevirir ve hakk üzerinde tutarsınız. Ya­hut Allah bazınızın kalplerini, bazınıza benzetir ve arkasından da tsrailoğul-ları'na lâ'net ettiği gibi size de lanet eder". (Ebu Dâvud ve Tirmizî rivayet etmişlerdir. Tirmizî hadîs hasen'dir demiştir). [66]

 

Bu hadisin metni Ebu Davud'a aittir. TirmizFnin metni şöyledir: "Isrâ-iloğullan günahlara dalınca, âlimleri onlan nehyettilerse de onlar vazgeçme­diler. Ancak âlimler onlarla beraber oturdular, beraber yiyip-İctiier. Bunun üzerine Allah kalplerini birbirine benzetiverdi. Dâvud ve Meryem oğlu İsa'-, nın diliyle onlara lâ'net etti. Bunun sebebi, isyan etmeleri ve İfrata sapmaları

idi. Rasûlüllah (s.a) yaslandığı yerden doğruldu ve şöyle buyurdu: "Hayır, nefsim kudret etinde bulunan Allah'a andolsun ki, siz onları hakka boyun eğdirinceye kadar (bunlar da otur)".

Kötülüğü işleyeni ikaz edip sonra da bu ikazlara aldırış etmeyenin ya­nında oturup kalkan kimse, onun "bu kötülüğüne razı olmuş olur. Onu ter-ketmesi gerekirken yakınlık göstermesi, onun yaptığını onaylamaktır. Ancak kendisine bir zararının dokunmasından korkarsa durumu idare eder, ne ya­kınlık gösterir ne de müdahalede bulunur.

Allah (c.c) günahkârla beraber oturup kalkan kimsenin kalbini karartır ve katılaştınr. Birbirleriyle iç içe olmaları sebebiyle hakkı kabul etmekten, hayırdan ve rahmetten uzaklaşırlar. Hiçbir zorlama ile karşılaşmamasına rağ­men isyankârlarla düşüp kalkan kimse açık bir günah içindedir. Zira Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek, âsilerin terkedilmesini gerektirir.

Hadisin ifade ettiği hükümler şunlardır:

Yahudiler kötülüğü işlemeyi, kötülükleri açıktan yapmayı ve kötülükten nehyetrnemeyi kendilerinde toplamışlardır. Kötülüğe karşı susmak, onu işle­meye ve yaygınlaşmasına teşviktir. Eliyle değiştirmeye, engel olmaya ve hak­ka zorlamaya gücü yetmesine rağmen kişinin dili ile kötülükten nehiyde bu­lunması yeterli değildir.[67]

 

197. Ebu Bekr es-Sıddîk (r.a) şöyle buyurmuştur:

Ey insanlar, siz "Ey iman edenler siz nefislerinizi ıslah etmeyje bakın. Kendiniz doğru yolu bulunca sapanlar size zarar vermez" (Mâide, 105) aye­tini okuyorsunuz. Oysa ki ben Rasûlüllah'ı (s.a) şöyle derken işittim: "İn­sanlar zâlimi gördüğünde, onun elini tutup (zulmüne) engel olmazlarsa, Allah'ın katından göndereceği bir azab, onlann hepsini etkisi altına ahr". (Ebu Dâvud, Tinnizî ve Neseî, sahih senedler ile rivayet etmişlerdir).[68]

 

Nevevî der ki: Bu ayet (Maİde, 105) iyiliği emretmenin ve kötülüğü neh-yetmenin farz olmasına muhalif değildir. Çünkü muhakkiklere göre sahih olan görüş şudur: Ayet "Siz mükellef olduğunuz şeyleri yaparsanız başkalarının kusurları (eksiklikleri) size zarar vermez" anlamındadır.

''.. Kendi (günah) yükünü taşıyan hiç kimse, bir başkasının (günah yü­künü taşımaz.,." (En'am, 164; Isra, 15; Fatır, 18; Zümer, 7; Necm, 38) ayeti de bunu îe'yid eder. İyiliği emredip, kötülüğü yasaklayan kimse artık o kötü­lükten sorumlu tutulmaz. Ancak emredileni yapıp, nehyedilenden sakınan, başkalarının kötülüklerine müdâhele etmeyen, onlara iyiliği emredip, kendi­lerini kötülüklerden menetmeyen kimseye sorumluluk yoktur, anlamında de­ğildir.

Kötülük el ile değiştirilmelidir. Güç yetirİlemediği takdirde dil ile yapıl­malıdır. Kişi, canına, malına, çoluk çocuğuna zarar gelmesinden veya ya­saklayacağı kötülükten daha fazla bir kötülükle karşılaşmasından endişe ederse o zaman kalbiyle buğzeder. Zira Allah Teâlâ "Allah, kimseye gücünün üs­tünde bir şey teklif etmez" (Bakara, 286) buyurmuştur.

Hadisin ifade ettiği hükümler şunlardır:

Müslümanlar aralarında birbirlerini koruyup, gözetmeli, nasihat ve tav­siyelerde bulunmalı, Allah'ın Kitabi'na sarılıp, Rasûlüllah'm yolundan git­meli, çevresindeki insanlara zarar vermemelidir.

Allah'ın azabı; zâlimi zulmü sebebiyle, diğerlerini de bu zulme engel ol­maya güçleri yetmesine rağmen ses çıkarmamaları sebebiyle hem zalimi hem de başkalarını kuşatır.[69]

 

YİRMİDÖRDÜNCÜ BÖLÜM

 

İYİLİĞİ EMREDİP, KÖTÜLÜKTEN NEHYETMESİNE RAĞMEN SÖZÜ İŞİNE UYMAYAN KİMSENİN CEZASININ ŞİDDETİ

 

Konu ile ilgili ayetler

 

"(Ey Yahudi bilginleri!) Siz insanlara iyiliği (gerçeği ve peygambere iman etmeyi) emredersiniz de kendinizi unutur musunuzî Halbuki Kitâb (Tevrat) da okursunuz. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısıiuz?". (Bakara, 44)

"Ey iman edenler! Yapamayacağınız şeyi niçin söylersiniz? Yapmayaca­ğınızı söylemeniz, en şiddetli bir buğz(u davet etmiş olmak) bakımından Al­lah indinde büyüdü". (Saff, 2-3)

Size koyduğum yasağa rağmen kendim size muhalefet etmek istemi­yorum". (Hud, 88)

İlmi, Allah'tan korkmayı ve ona muhalefet etmekten kendisini uzaklaş­tırmayı gerektirmesine rağmen, isyankâr olarak sözü ameline ters düşenin ce­zasının şiddetli olacağım, cehennemin ve azab görenlerin özelliklerini belirt­mesi; RasûlüUah'ın (s.a) bilinmeyen şeylerden haber vennesidir. İyiliği yap­mak ve kötülüğü terketmek cehenneme girmeye engeldir.[70]

 

Konu ile ilgili hadisler

 

198. Ebu Zeyd Usâme b. Zeyd b. Harise'den (r.a) Rasülüllah'ı (s.a) şöyle buyururken işittim dediği rivayet edilmiştir: "Kıyamet gününde adamın biri getirilip cehenneme atılır. Karnının bağırsaktan dışan çıkar. Sonra bu du­rumda (değirmen) merkebin (in) değirmen taşında döndüğü gibi dönüp du­rur. Cehennem halkı yanına toplanırlar da "Ey filan, bu halın nedir? Sen iyiliği emredip, kötülükten nehyetmez miydin?" derler. O "Evet iyiliği emre­derdim fakat kendim yapmazdım. Kötülükten nehyederdim de onu kendim işlerdim" cevabım verir. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[71]

 

Hadiste zikredilen kimsenin dönerken bağırsakları kendisine dolanmak­tadır. Bu hem ceza hem ibret içindir. Bağırsaklarının dışan çıkmasının verdi­ği acı ile dönmektedir. Döndükçe kendisine dolanan bağırsaklar da acıyı ar­tırmaktadır.

Kendilerini kötülükten sakındırdığı insanlar, toplanarak kendilerini kö­tülükten yasaklayan bu kişinin bu hâle neden maruz kaldığını anlamak ister­ler. Muhalefet ve isyandan daha çok uzaklaşması ilminin gereği olmasına rağ­men, ilmiyle amel etmeyen, sözü fiiline uymayan kimseye cezanın daha şid­detli olacağına işaret edilmiştir.

Hadisten çıkarılacak hükümler şunlardır:[72]



[1] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/331

[2] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/331.

[3] Müslim; Kitab'ul-Iman, 125.

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/332-333.

[4] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/333-334.

[5] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/335.

[6] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/335.

[7] Buhârî; Kitab'us-Sulh, Müslim; Kitab'ul-Akdiye, 1718, 18, Ahmed b. Hanbcl; (MUsned), 6/270, Ebu Dfivud ve Ibn Mâce

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/336.

[8] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/336.

[9] Masum; Kittb'ul-Cum'a, 867, Nesci, Ibn Mâce ve Ahmed b. Haııbel

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/337.

[10] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/337-338.

[11] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/339.

[12] Müslim; Kiteb'uz-Zekİt, 1017

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/341.

[13] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/341-342.

[14] Buhârî; Kitab'ul-Cenfliz, Kilab'ul-l'tisâjn ve diğer kitaplar, Müslim; Kitab'ul-Kasâme, 1677 ve Ahmed b. Hanbel 1/383, 430, 433

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/343.

[15] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/343-344.

[16] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/345.

[17] Müslim; Kitab'ul-lmâre, 1893

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/346.

[18] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/346-347.

[19] Müslim; Kifcb'ul-tlhn, 2674, Ebu Davfld 4609, İbn Mftce; 206, Timid; 2674

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/347.

[20] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/347

[21] Buhârî; Kitabu Fedâil'is-Sahibe, Kitab'ul-Ghâd ve diğer kitaplar, MttıKm; Kİlabu Fedâil'is-Sahâbe, 2406 ve Ahmed b. Hanbel; Müsned , 5/333

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/248-249.

[22] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/249.

[23] Masum; Kiutfıd-lmtit, 1894

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/250.

[24] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/250.

[25] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/251.

[26] Buharî; Kftab'ul-Cihfid, Mtülim; Kitab'ıU-lmBrc, 1895

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/252.

[27] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/252.

[28] Müslim; Kıtab'ul-Imârc, 1896

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/253.

[29] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/253.

[30] Müslim; Kitab'ul-Hacc, 1336 ve Ebu Davud

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/254.

[31] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/254.

[32] Buhari; Kttab'oz-Zekât, MOslim; Kitab'uz-Zekfit, 1023, Ahmcd b. Hanbcl; 4/394, 405,

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/255.

[33] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/355.

[34] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/357.

[35] Muşum; Kitab'ul-îmfio, 55, Ebu Dâvud; 4944, Neseî; 7/156 ve Ahmed b. Hanbel

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/358.

[36] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/358.

[37] Buhârî; Kitab'ul-îman, Müslim; Kitab'ul-Iroan, 56

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/359.

[38] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/359.

[39] Buhârî; Kitab'uMman, Müslim; Khab'ul-Imta, 45, Tînnizî, Nesef ve îba MAce

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/359.

[40] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/359-360.

[41] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/361-362.

[42] Ma*lim; Kitab'ul-Imân, 49, Ebu DSvud; 1140, 4340, Tirmiri; 2173, Neseî; B/111, İbn Mflce; 4013 ve Ahmed b. Hanbcl

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/363.

[43] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/363-364.

[44] Müslim; Kitab'ul-Imân, 50

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/364.

[45] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/364-365.

[46] Buhârî; Kitab'ul-Fıten ve Kitab'ul-Ahkâm, Müslim; Kitab'ul-lmâre, 1709, 3/1470, Ne-ttt; 7/137, İbn Mfice; 2866

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/365.

[47] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/365-366.

[48] Buhârî; Kitab'uf-Şerifce ve Kitab'uî-$ehâdât ve Tirmirf

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/367.

[49] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/367.

[50] Müslim; Kitab'ul-lmâre, 1854-1855, Ebu DSvud ve Tinnid

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/368.

[51] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/368.

[52] Buhârî; Kitab'ul-Enbiyfl, Kitab'ul-Fiten, Müslim; Kitab'uİ-FiUn, 2880, Ahmed; 6/428, 429, Tİnnizî ve Neseî

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/369.

[53] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/369-370.

[54] Buhfiri; Kiteb'ui-Mesâüm ve Kitab'ul-lsti'zân, Müslim; Kitab'ul-Ltbâs, 2121, 3/36, 47 w Eöu

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/370.

[55] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/370-371.

[56] Müslim; Kitab'ul-Libâs, 2090 ve Ahmed b. Hanbei,

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/371.

[57] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/371-372.

[58] Masum; Kiub'ul-tmâre, 1830 ve Ahmcd; S/64

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/372.

[59] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/372-373.

[60] Tırmirf; Kiıab'ui-Fiten, 2170

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/373.

[61] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/373-374.

[62]Tirmizi; Kttatful-Fitcn, 2175, Ebu Dfeod; Kittb'ul-MeUhim, 4344, tir Mâce; 4011. Ben­zeri için bakjiuz.; 251. 256, İba Mtce; 4015

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/374.

[63] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/374.

[64] Nesd; Kitab'ul-bey'u, 7/161

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/375.

[65] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/375.

[66] Ebu Dâvud; Kitab'ul-Melâhim, 4336, Tirmizî; Kitab'ut-Tfefsir, 3048 ve ibn Mâcc; 4006'

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/376.

[67] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/376-377.

[68] Ebu Dâvud; Kftab'ui-Melâhfm, 4338, Tinnizî; Kitab'ul-Fiten, 2169 ve 3059, imam Ab-med; 1/2 ve !bn Mâce; Filen 4005

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/377-378.

[69] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/378.

[70] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/379.

[71] Buhfiri; Kitabu Bed'il-Halk ve KJinb'ui-FJtcn, Müslim; Kitab'uz-Zflbd, 2989, Ahmed; S/205, 206, 207, 209                                                                      

İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/380.

[72] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 1/381.