ZULMÜN HARAM OLUŞU VE KUL HAKLARININ SAHİPLERİNE İADE EDİLMESİ
MÜSLÜMANLARIN DOKUNULMAZ HAKLARINA SAYGI,
HAKLARINI AÇIKLAMA, ONLARA ŞEFKATLİ
MÜSLÜMANLARIN AYIPLARINI ÖRTMEK VE ZARURET OLMADIKÇA ONLARI YAYMAKTAN KAÇINMAK
MÜSLÜMANLARIN İHTİLAÇLARINI KARŞILAMAK
ZAYIF MÜSLÜMANLARIN, FAKİRLERİN VE NÂMI-ŞÂNI OLMAYANLARIN FAZİLETLERİ
KADINLARA tYl DAVRANMAYI TAVSİYE
KOCANIN HANIMI ÜZERİNDEKİ HAKLARI
İYİ VE SEVİLEN ŞEYLERDEN İNFAK ETMEK
KİŞİNİN AİLESİNE, ÇOCUKLARINA VE EMRİ ALTINDAKİ DİĞER
KİMSELERE, ALLAH'A İTAATİ EMRETMESİ, ONLARI
EMRE MUHALEFETTEN ALIKOYMASI, ONLARI İYİ EĞİTMESİ,
YASAKLANAN ŞEYLERİN İŞLENMESİNİ YASAKLAMASI
KOMŞU HAKKI VE BUNUNLA İLGİLİ TAVSİYELER
ANNE-BABAYA İYİLİK, DOST ve AKRABAYI GÖZETİP ZİYARET ETME
ANA-BABAYA KARŞI GELMENİN VE AKRABALARLA İLİŞKİYİ KESMENİN HARAM OLMASI
ANA-BABA DOSTLARINA, AKRABAYA, HANIMA VE DİĞER İKRAMA LAYIK KİMSELERE İYİLİK ETMEK
PEYGAMBERİMİZİNİN EHÜ BEYTİNE İKRAM VE ONLARIN FAZİLETİNİ AÇIKLAMA
ÂLİMLERİ, BÜYÜKLERİ VE BİLGE KİŞİLERİ TA'ZİM ETMEK
ONLARI BAŞKALARINDAN ÖNDE GÖRMEK, TOPLANTİLARDA ONLARI YÜCELTMEK VE DERECELERİ
İYİ'KİŞİLERİ ZİYARET ETMEK, SOHBETLERİNDE BULUNMAK,
ONLARI SEVMEK, ZİYARETLERİNE KOŞMAK, DUALARINI İSTEMEK VE MÜBAREK YERLERİ ZİYARET ETMEK
ALLAH İÇİN SEVMEK VE BUNU TEŞVİK ETMEK
KİŞİNİN SEVDİĞİNE SEVGİSİNİ BİLDİRMESİ VE
SEVİLDİĞİNİ ÖĞRENEN KİŞİNİN SÖYLEYECEĞİ SÖZLER
ALLAH'IN KULUNU SEVMESİNİN ALÂMETLERİ VE BU ALÂMETLERİ HUY EDİNMEYE ÇALIŞMAK
İYİ KİŞİLERE, DÜŞKÜNLERE VE YOKSULLARA EZİYET ETMEKTEN SAKINDIRMAK
İNSANLAR HAKKINDA GÖRÜLEN ŞEYLE HÜKÜM VERİP, GİZLİ HALLERİNİ ALLAH'A BIRAKMAK
"Şüphesiz ki, Allah size emânetleri ehil (ve erbâb)ına vermenizi emreder". (Nisa, 58)
"Biz emâneti göklere, yere ve dağlara arz (ve teklif) ettik de oniar bunu yüklenmekten çekindiler, bunlar endişeye düştüler. İnsan(a gelince, o tuttu) bunu sırtına yükledi. Çünkü o çok zulümkâr, çok câhildir (Ahzâb, 72)[1]
199. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûiüllah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Münafığın alameti üçtür; konuştuğunda yaian söyler, söz verdiğinde yerine getirmez. Kendine (bir şey) emanet verildiğinde hıyanet eder". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[2]
Bir diğer rivayette "(Böyle kimse) oruç tutsa da, namaz kılsa da ve kendini müslüman zannetse de" denilmiştir.
Bir hadiste "Dört şey vardır ki, her kimde bulunursa, tam bir münafık olur..." buyurulmaktadır. Kunubî "Rasûlüllah 'in (s.a) daha sonra, münafıkların bir başka hasletine muttali olması muhtemeldir" demiştir.
"Yalan" gerçeğin hilafına haber vermektir. Emanetin hakkı, ehline verilmesidir. Hıyanet bunun zıddıdır.
Oruç ve namaz gibi mü'minierin yaptığı amelleri yapsa da nifak alâmeti bir kimsede bulunabilir. Başka bir rivayette "Namaz kıtsa da, oruç tutsa da, hacc ve umre yapsa da ve "Ben müslümamm" dese de" buyurulmuştur.
İmam Malik şöyle der: "Rasûlüllah zamanındaki nifak günümüzdeki zındıkların durumudur". Günah, insanı imandan çıkarmaz. Bu sebeple hadisimizin zahirine göre hükmedilmemelidir. Her kimde bu nifak alâmetleri bulunur. Ancak bunları gizler ve zıdlarmı izhar ederse "Münafık" İsminin verilmesi doğru olur, denilmiştir. Her kimde sayılan bu sıfatlar galebe çalar ve bunları alışkanlık haline getirerek, bunların hanımlığına aldırış etmez ve küçümserse itikadı fasid olyr ve "münafık olur" diye de söylenmiştir. Bu hasletlerin RasûlUllah zamanındaki münafıkların alametleri olduğu da söylenir. tbn Abbas ve tbn Amr da bu görüştedir. Nitekim tbn Abbas ve İbn Amr, RasÛlüllah'a (s.a) bu hadisi sormak üzere gitmişler. Rasûlüllah (s.a) gülümseverek "Bunlar sizin için değil, bu hasletler münafıklara aittir. Siz bunlardan uzaksınız" buyurmuştur.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Hadis'te zikredilen sıfatların hepsini kendinde bulunduran kimsenin nifakının kflfür olduğu ve Islâm'm kemâlinden mahrum olduğu görüşü daha kuvvetli görülmüştür. Zira bu günahları işleyip, helal saymayan kimse âsî olur, kâfir olmaz. Münafıkların sıfatlarını taşıması ve onlara benzemesi sebebiyle "münafık" diye isimlendirilmiştir.[3]
200. Huzeyfe b. el-Yemân (r.a) der ki: Rasûlüîlah bize iki olaydan bahsetmişti. Ben bunlardan birini gördüm, diğerini de bekliyorum. Rasûlüllah bize buyurdu ki: "Emânet, insanların kalplerinin derinliklerine inip yerleşti. Sonra Kur'an iodi ve insanlar ondan bilgi edindiler, Sünnet'den de öğrendi. (Huzeyfe der ki) Sonra bize Rasûlüllah emânetin kalkmasından haber verdi de: "Adam gece uyur, uyurken de kalbinden emânet (hissi) alınır da, izi silik bir karaltı gibi kalır. Sonra bir uyku daha uyur. O uyurken kalbinden emânet alınır. Bunun izi de kabarcık gibi kalır. Ayağının üzerinde yuvarladığın kordan derin kabarır, onu büyükçe görürsün ama içi boştur" buyurdu. Rasûlüllah eline bir çakı! tanesi alarak ayağı üzerinde yuvarladı (ve şöyle devam etti): "İnsanlar o zaman öyle bir duruma gelirler ki, alışveriş yaparlar da, nerede ise hiç kimse emaneti edâ etme duygusunu taşımaz. O kadar ki "falan oğullan arasında güvenilir biri var" diye konuşulur, öyle ki bir adam için "ne cesur adam, ne efendi kimse, ne akıllı insan"denilecek, ama onun kalbinde imandan hardal tanesi kadar iman bulunmayacak".
Huzeyfe diyor ki: "öyle bir zamanda yaşadım ki, sizden kiminle alışveriş ettiğime aldırış etmezdim. Zira alışveriş ettiğim kimse müslüman ise onun dinî inançları bana hakkımı ödemeye sevkederdi. Eğer hıristiyan veya yahûdi ise (yaşadığı yerin) valisi, hakimi alıp bana iade ederdi. Ama bugün ise ancak falan veya filan kimselerden başkasıyla alışveriş edemez oldum". (Buhâ-rî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[4]
"Emanet" Allah'ın kullarına yüklediği sorumluluk ve onlardan aldığı ahidlerdir. Emanet imanın kendisidir. Bir kulun kalbinde yerleşirse görevlerini yerine getirir. Emanet insanların fıtratında olan şeydir. Kitap ve Sünnet'i öğrenip yaşamakla bu duygu daha da artar.
İnsanların kötülüğe dalmaları üzerine kendilerine verilen emanet alınmaya başlanır. Bir millet kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durumlarım değiştirmez...". (Ra'd, 11)
Emanet kalplerden az az gitmektedir. Hz. Huzeyfe'nin "Sizden kiminle alışveriş ettiğime aldırış etmezdim" şeklinde sözünü "... kiminle beyat ettiğime..." şeklinde hilafet bey'ati gibi dinî anlaşmaların kastedildiğini söyleyenler de olmuştur. Ancak yahudiler ve hıristîyanlarla dinî konularda anlaşma yapılamayacağından bu görüş reddedilmiştir. Bu sözden murad "Alışverişyaptığım kimsede emanet olduğunu bilerek insanların ahde vefalı olacaklarım düşünürdüm. Böylece durumunu, insanların güvenini ve emanete riayet edip etmeyeceğini arattırmadan önüme gelenle alışveriş yapabilirdim. Çünkü bu alışveriş yaptığım kimse müslüman ise, o emaneti ehline verir hıyanet etmezdi. Hıristiyan veya yahudi ise, onlarda emanet yoktur ama vali onlardan benim hakkımın alınmasını sağlardı" demektedir.
Huzeyfe'nin (r.a) son zamanlarında "Bugün İse ancak falan veya filan kimselerden başkasıyla alışveriş edemez oldum" demesi emanete riayet edenlerin azaldığına işarettir.
Huzeyfe'nin (r.a) "Rasûlüllah bize iki olaydan bahsetmişti. Ben bunlardan birini gördüm diğerini de bekliyorum" sözünden biri anlatılmıştır. İkincisine ise temas edilmemiştir. İkincisi hakkında Kinnânî "Beklenen emanet' ten eserin de kalkmasıdır. İnsanlar arasında istisna edilecek falan ve filanın da kalm&nasıdır" der.
Hadisten çıkarılacak hükümler şunlardır:
Emanet korunması gerekli olup, Allah'ın emrettiği şeylerdendir. Muamelede doğruluk ve haklan sahiplerine vermek emânettir. Bu duyguların insanlar arasından, kötü davranışlarıyla az az ortadan kalkmasıyla, o oranda da onların nuru da kaybolur. O kadar ki emanetle muamele edecek kimse kalmaz. Bu Rasûlüllah'ın (s.a) peygamberlik alâmetlerindendir ki gelecekten verdiği haberler doğru çıkmıştır. Çünkü günümüzde çok az kimsenin kalbinde emânet duygusu kalmıştır.[5]
201. Huzeyfe ile Ebu Hüreyre'den (r.a) rivayet edildiğine göre Rasülül-lah (sa) şöyle buyurmuştun "Allah tüm insanları bîraraya toplar. Mü'min-ler kalkarlar, cennet kendilerine yaklaştırılır. Adem'in (a.s) yanına vararak "Ey babamız! Bize cennetin açılması için şefaat et" derler. Adem (a.s) "Sizi cenneten çıkaran (şey) ancak babanızın hatasıdır. (Dolayısıyle) bu şefaat için (yetki) sahibi ben değilim. Allah'ın dostu, oğlum İbrahim'e (a.s) gidiniz" der. Rasûlüllah buyurur ki "Derhal ibrahim'e (a.s) giderler ve ondan bu konuda şefaat dilerler". İbrahim (a.s) "Ben bu şefaatin sahibi değiüm. BenO'-nunla uzaktan uzağa dostum. Siz Allah'ın kendisiyle konuştuğu Musa'ya (a.s) gidin" der. Hemen Musa'ya (a.s) gelirler. Musa (a.s) da "Ben bu (şefaatin) sahibi değilim. Siz Allah'ın kelimesi ve ruhu olan îsa'ya (a.s) gidin" der. Isa (a.s) da kendilerine "Ben bu şefaatin sahibi değilim" der. Nihayet Muham-med'e (s.a) geürler. O kalkar, kendisine İzin verilir. Emânet ve rahim (akrabalık) gönderilir ve sıratın sağ ve solunda dururlar. İlk kafileniz (sırat üzerinden) şimşek gibi geçer. Ben "Anam babam sana feda olsun; şimşek gibi geçmek nasıl oluyor?" dîye sordum. Rasûlüllah "Göz açıp kapayıncaya kadar şimşeğin nasü geçtiğini görmez misin?" buyurdu. Rasûlüllah devam ederek: "(Sonraki kafileler ise) ruzgânn geçişi gibi, kuşların geçişi gibi ve hızlıca geçen adamlar gibi geçerler. Onları (bu şekilde güzel) amelleri geçirir. Nebî'nİz de sırat üzerinde durup "Rabbim seiâmet ver! Selâmet ver!" diye duâ eder. Sonunda kulların amelleri kendilerini taşıyamaz oîur. Öyle ki bir adam yürüyemez de emekleyerek gelir. Sıratın iki tarafına asılmış, yakalanması emredilmiş kişileri tutmakla vazifeli çengeller vardır. (Bunlara) takılanlar (dan) yaralı olarak kurtulanlar olur. Üst üste yığılanlar da ateştedir.
(Ebu Hüreyre der ki): "Ebu Hüreyre'nin nefsi kudret elinde olan Ailah'a yemin ederim ki, cehennemin derinliği yetmiş yıllık mesafedir". (Müslim rivayet etmiştir).[6]
Rasûlüllah (s.a) "Allah bütün insanları biraraya toplar. Mü'm'mler kalkarlar..." buyurmuştur. Kafirler hariçtinr Münafıklann da mü'mİnlerle beraber kalkmaları, bilahare Suat'tan geçerken ayırt edilmeleri muhtemeldir. Cennet'in yaklaştınJması "Cennet korunanlara yaklaştırıldı" (Şuara, 90) ayetiy-le te'yid edilmektedir.
Fıkıh âlimleri peygambere günah İsnadında ihtilaf etmişlerdir. Kadı tyâz şöyle der: "Peygamberlik geldikten sonra küfür isnadı caiz değildir. Çünkü onlar masumdurlar. Küfürden korunmuşlardır. Bu konuda ihtilaf yoktur. Peygamberlikten önce ise bu hususta ihtilaf edilmiştir. Sahih olan görüşe göre peygamberlikten önce de küfürden korunmuşlardır. Günahlara gelince büyük günahlardan da korunduklarında ihtilaf yoktur... Küçük düşürücü, mevki ve makamına zarar verici küçük günahlardan da korunduğunda ihtilaf yoktur. Küçük günahlar dışındakilerde ihtilaf edilmiştir...".
Hz. Adem'in ve diğer peygamberlerin "Bu şefaat için (yetki) sahibi ben değilim" buyurmaları konusunda Kadı tyâz der ki "Bunu tevazu ve İstenilen şeyi büyütmek için söylüyorlar ve bu makamın kendilerine değil başkasına ait olduğuna işaret ediyorlar. Herkes diğerine havale ederek sahibini buluncaya kadar devam ediyor. Hepsinin şefaatin sahibinin Hz. Muhammed (sa) olduğunu bilmeleri ancak tedricen Rasûlüllah'a havalesi muhtemeldir". Hadis yaşlıların ve babaların oğullara takdim edilmesine işaret etmektedir. Hz. Adem'den başlanarak diğer peygamberlerden sonra Rasülüüah'a gelinmesi ve Hz. Muhammed'den başka peygamberlerin şefaata yetkili olmadıklarının açıklanması, sonunda Rasûlüllah'a gelindiğinde peygamberimizin şefaat isteğine icabet etmesi Rasûlüllah'ın (s.a) faziletinin kemâlini ifade eder. Doğrudan Rasûlüllah'a (s.a) gelinip şefaat dileğine İcabet olsa idi, bu farklılık pek gözükmezdi. Şefaatin diğer peygamberler için olması da muhtemel olurdu.
Hz. ibrahim'e "Halil" denilmesi onun ihtiyacını sadece Allah'a havalesi veya tam bir muhabbet sebebiyledir, denilmiştir.
Herkes Sirat'ta amellerinin derecesine uygun bir süratle gidecektir. Peygamberimiz (s.a) ümmetini korkudan ve tehlikeden korumak için Sırat üzerinde duracaktır. Duruma ve yerin Özelliğine göre Rasûlüllah, yerine göre
"Rabbim" yerine göre de "Allahım" diye dua edecektir. Çünkü Müslim'in rivayet ettiği bir başka hadiste "O gün peygamberlerin duası 'Allahım' şeklindedir" buyurulmuştur.
Amellerin derecesine göre hızh bir geçiş olacaktır Sırat'tan. O kadar ki bazı ameller sahiplerini götürmekten âciz kalacaklardır. Müslim'in rivayetinde sonuncunun sürünerek ancak geçebileceği belirtilmektedir. "Öyle ki adam yürüyemez de emekleyerek gelir" hadisinde "emekleyerek" diye terceme ettiğimiz "Zahf'ı Suyutî "mak'adı üzerinde sürünmesidir" şeklinde açıklamaktadır.
Başı eğitilmiş çengellere idrak verilmiş olması ve alınması emredilenleri alması muhtemeldir. Veya alınacak kimseleri yakalama emrine uyumlu halde olması da muhtemeldir.
Hadisten çı&anian hükümler şunlardır.
Rasûlulluh'ın (s.a) diğer peygamberlerden faziletli olduğu ve Allah katındaki yerinin üstünlüğü.
Rasûlüllah'm (s.a) mahşer'de şefaatinin olacağı.
Emâneti ve sıla-i rahimi gözetmenin önemi; zira her ikisi de Sırat'in iki yanında bulunuyordu.
Peygamberlerin hepsi bi'setten Önce ve sonra günahtan korunmuşlardır.[7]
202. Ebu Hubeyb Abdullah b. ez-Zübeyr'den (r.a) şöyle rivayet edilmis-tir: "Ceme! vak'ası günü savaş durduğu bir sırada Zübeyr beni çağırdı. Ben de yanma gidip durdum, bana dedi ki; "Oğlum bugün öldürülecek olan ya zâlimdir ya da mazlumdur. Ben kendimin bugün mazlum olarak öldürüleceğini sanıyorum. En büyük derdim, borcumdur. Borcumuz malımızdan geriye bir şey bırakacak mı?" dedi. Sonra devamla: "Oğlum malımızı sat ve borcumuzu öde" dedi ve malının üçte birini vasiyet etti. üçte birini de torunlarına; yani Abdullah b. ez-Zübeyr'in oğullarına vasiyet etti ve "Borçlar ödendikten sonra malımızdan artarsa bunun üçte birinin üçte biri senin oğullarının olsun" dedi.
Hişâm der ki: "Abdullah'ın bazı çocukları, Zübeyr'in oğullarından Hubeyb ve Abbâd ile akran idi O sırada Zübeyr'in dokuz oğlu, dokuz kızı vardı".
Abdullah der ki: "Bana devamlı borçlarım vasiyyet ediyor ve ey oğlum, borcumdan bir şeyi ödemekte güçlüğe uğrarsan, o konuda Mevlam (dos-tum)'dan yardım İste" diyordu. Abdullah diyor ki: Vallahi onun "dostum" dan ne kasteddiğini anuyamadım da "Babacığım senin mevlân (dostun) kimdir?" dedim. O da "Allah" dedi. Vallahi onun borçlarıyla ilgili sıkıntıya düştüğümde "Ey Zübeyr'in Mevlâsı! Onun borcunu öde(mede kolaylık insan et)" diye dua ederdim. O da ödetmede kolaylık veri)rdi. Zübcyr Öldürüldüğünde geride ne altın, ne de gümüş bıraktı. Yalnız aıâzi bırakmıştı. Araziden bir kısmı "Gâbe" denilen yerdeydi. Medine'de onbir ev, Basra'da iki ev ve Küfe ile Mısır'da birer ev bıraktı.
Abdullah demiştir ki: Babam Zübeyr'in üzerindeki borç şöyle olmuştu: Bir kanse ona bir miktar emânet bırakmak istediğinde Zübeyr ona "Hayır, emânet olarak borç olarak brrak. KorKanm'* derdi. Zübeyr valilik yapmamış, vergi, haraç tahsildarlığı ve başka bir memuriyet üstlenmemişti. O sadece Rasûlüllah, Ebu Bekr, Ömer ve Osman'ın yanında savaşlara katılmıştı.
Abdullah der ki: Zübeyr'in üzerindeki borcu hesapladım, iki milyon İki yüz bin (dinar) olarak buldum. Hâkim b. Hizam ile karşılaştım: "Ey yeğenim, kardeşimin üzerinde ne kadar borç var?" dedi. Ben tamamını söylemedim. Yalnız "Yüz bin" deyiverdim. Hâkim: "Vallâhî, malınızın buna yeteceğini sanmıyorum" dedi. "Eğer iki milyon iki yüz bin ise ne dersin?" dedim. "Buna gücünüzün yeteceğini sanmıyorum, eğer sıkıntıya düşürseniz benden yardım isteyin" dedi.
Abdullah şöyle der; Zübeyr Gâbe arazisini yüz yetmiş bine almıştı. Abdullah ersu bir milyon altı yüz bine sattı ve "Kimin Zübeyr'den alacağı varsa onu Gâbe'deki araziden ödeyelim" dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Cafer ona başvurdu. Zübeyr'den dörtyüzbin alacağı vardı. Abdullah'a "isterseniz bu borcu size bağışlayayım" dedi, Abdullah "hayır, oîmaz" dedi. "Geriye bırakacağınız borç varsa benimkini bırakabilirsiniz" dedi. Abdullah "Hayır yoktur" dedi. Bunun üzerine: Abdullah b. Cafer "O halde bana bir parça arazi ayırın" dedi. Abdullah b. Ztibeyr "Şuradan buraya kadar senin olsun" dedi. Abdullah bu araziden bir bölümünü sattı ve borçlarını fazlası İle ödedi. Gâbe'den dört buçuk sehim arttı. Bilâhere Abdullah, Muâ-viye'nin huzuruna vardı. Muaviye'nİn yanında Amr b. Osman, Münzir b. Zübeyr ve Ibn Zem'a vardı. Muâviye, Abdullah'a "Gâbe'ye ne kadar kıyamet biçildi?" diye sordu. Abdullah "Her hisse için yüz bin" dedi. Muâviye "Ne kadar sehim kaldı?" dedi. Abdullah "Dört buçuk sehim" dedi. Bunun Üzerine Münzir b. Zübeyr "Bunlardan bir hissesini ben yüz bine satın aldım" dedi. Amr b. Osman da "Bİr hissesini de ben yüz bin karşılığında alıyorum" dedi. Ibn Zem'a da "Ben de yüz bin karşılığında bir hissesini satın aldım" dedi. Muâviye "Geriye ne kadar kaidı?" dedi. Abdullah "Bir buçuk sehim" dedi. Muâviye "Onu da ben yüz elli bine satın aldım" dedi. Abdullah b. Zübeyr dedi ki: "Abdullah b. Ca'fer, Muâviye'ye Gâbe'deki hissesini altı yüz bine sattı".
Abdullah b. Zübeyr babasının borçlarım ödediğinde Zübeyr'in vârisleri "Mirasımızı aramızda taksim et" dediler. Abdullah "Vallahi, dört sene müddetle hacc mevsimlerinde "Haberdar olunuz. Her kimin Zübeyr'den alacağı
varsa bize gelip müracaat etsin borcunu ödeyelim" diye ilan etmedikçe aranızda mirası paylaştırmam" dedi. Dört sene tamam olunca aralarında mirası taksim etti. üçte birini.vasiyyete çıkardı. Zübeyr'in bütün serveti elli milyon İki yüz bindi. (Buhârî rivayet etmiştir).[8]
Ebu Hubeyb, Ebu Bekr ve Ebu Bukeyr, Abdullah b. Zübeyr'in künyeleridir. Annesi Esma binti Ebî Bekr'dİr. Babası Zübeyr b. Avvam'dir. Zübeyr cennetle müjdelenenlerdendir. Abdullah hicretten sonra muhacirlerin Medine'de doğan ilk çocuğudur. Müslümanlar Abdullah'ın doğumuna sevinmişlerdir. Zira Yahudiler muhacirler için "Onlara sihir yaptık onların artık çocukları olmaz"demişlerdi. Allah Yahudileri yalancı çıkarmıştır. Peygamberimiz çiğnediği hurma ile Abdullah'ın damağını ovarak tahnik yapmıştır ve ona "Abdullah" ismini vermiştir. Yezid. Muâviye'nin ölümü üzerine, Yemen, Hicaz, Irak ve Horasan halkı Abdullah'a hilafet için bey'at etmişlerdi Kabe'yi tamir ettirmiştir. Haccâc b. Yusuf es-Sakafı hicretin 72. senesinde Zilhicce'nin ilk gecesinde Abdullah'ı muhasara akına almıştır. Hicretin 73. senesi Cumadi'l-EvveFin I7'si salı günü Abdullah şehid ediimiştir. Abdullah Rasûltillah'dan (s.a) 33 hadis rivayet etmiştir.
Cemel Vak'ası, Hz. Ali ve Hz. Aişe arasında cereyan eden kanlı fitnelerden biridir. Hz. Osman'ın katillerinin kısasını istemek üzere oluşan bir ayaklanmanın İçinde Hz. Aişe bir deve üzerinde hareket ettiği için bu harb "Ce-mel Vak'ası" dîye anılmıştır. Zübeyr bu savasın durduğu bir sırada yanına yaklaşan Amr b. Curmûz tarafından öldürülmüştür.
Harb esnasında vasiyyet caizdir. Zira harb ölüm sebeplerinden biridir.
Rivayete göre Abdullah'a Hâkim b. Hızâm borçlarını ödemesi için yüz-bin yardım olarak vermiş Abdullah kabul etmemiştir. Ikiyüz bin vermiş yine kabul etmemiştir. Dörtyüz bine kadar Hâkim b. Hızâm artırınca, Abdullah "Senden bunu istemiyorum, benimle Abdullah b. Cafer'in yanına gel" dedi. Hâkim b. Hizam ve Abdullah b. Ömer'le Abdullah b. Cafer'in yanına vardı. Abdullah b. Cafer, Abdullah b. Zübeyr'e "Bunları bana ricacı olarak mı getirdin? Alacağım senin olsun"dedi. Abdullah "istemem" dedi. İbn Cafer "O halde şu iki ayakkabını karşılık olarak ver" dedi. Abdullah "Hayır istemem" dedi. Ibn Cafer "Peki o zaman kıyamete kadar mühlet var, ne zaman istersen o zaman öde" dedi. Abdullah "Hayır" dedi. îbn Cafer dedi ki "Sen ne istiyorsun?" Abdullah "Alacağına karşılık arazi vereyim" dedi. tbn Cafer de "Olur" dedi. Abdullah da ona arazi verdi.
Yine bir rivayete göre, Abdullah b. Zübevr, Abdullah b. Cafer'e ha-rab bir arazi vermiştir. Abdullah b. Cafer oğluna "Arazinin şurasında namaz kılacağım bir yer hazırla" der. Abdullah b. Cafer arazinin en sen ve kayalık yerinde iki rekat namaz kılar ve uzun bir süre secdede durup, dua eder. Daha sonra oğluna "Şu secde ettiğim yeri kaz" der. Oğlu orayı kazınca oradan büyük bir su kaynağı fışkırır. Abdullah b. Zübeyr bu araziyi aynı fiyatla geri almak ister. Abdullah b. Cafer "Allah'ın kabul ettiği duam ne olacak, hayır kabul etmem" der. Burası Zübeyr'in ailesinin elinde olanlardan en verimlisi olur.
Abdullah dört yıl hacc mevsiminde babası Hz. Zübeyr'den alacaklı olanların gelip alacaklarını almalarını ilan etmiştir. Zira Yemen, Irak, Şam ve Mısır'dan gelenlerle Hz. Zübeyr'in o zamanda muamelelerinin olması kuvvetle muhtemeldi. Bu yörelerden gelecekler için dört yıl gibi bir müddet tayin etmiştir. Uzak yörelerde ikamet etmeyen ve sınırlı bir bölgede kalan İçin uzun süre beklemeye gerek yoktur.
Hz. Zübeyr öldüğünde geride dört hanım bırakmıştır. Bunlar, Ummü Hâlid, Rebâb, Zeyneb ve Âtike binti Zeyd'dir. Esma ve Ümmü Külsüm ise önceden boşadığı kadınlardır. Esma ile tekrar evlendiği ve Âtike'yi boşadığı da söylenir. -1'
Abdullah'ın "Zübeyr asla bir kumandanlık, harâc toplayıcılığı ve mal toplamaya sebep olacak herhangi bir görevi üzerine almamıştır" sözüyle; Zübeyr'in malının çokluğu sayılan bu görevler dolayısıyla değildir. Zira bu görevlerde bulunan kimselerin malları hakkında sahibi töhmet altında tutulur. Zübeyr'in kazancı ise ancak cihâd ganimetlerinden olmuştur, demek İstemiştir. Hz. Zübeyr'in maundaki bu muazzam bereket Rasûlüllah'ın beraberinde gazi olmasından doğmaktadır. el-Hâfız Şerefüddin Dimyâtî şöyle der: "Hz. Zübeyr'in malının hepsi elli milyon ikiyüz bindir" sözü doğrudur. Bundan kastedilen öldüğü zaman Zübeyr'in arkasında bıraktığı malın değeridir. Buna ilave ise dokuz milyon altı yüz bindir.Hepsi 59.800.000 dir. Bu fazlalık Abdullah b. Zübeyr'in, Hz. Zübeyr'i borçtan kurtarmak için terekenin taksimini geri bıraktığı zaman süresinde akarın nemasından ileri gelmiştir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Harb esnasında vasiyyet caizdir. Zira harbte ölmek ihtimâli vardır. "Mevlâ" ile Allah'a bağlılığın kemâli ifade edilmektedir. Allah'tan yardım dileyene Allah yardım eder. Borç almak caizdir. Vasiyyetin uygulanmasından ve Tereke'nin dağıtılmasından önce olunun varislerinin borçlarını Ödenmeteri gerekir. Meşm olmak şartıyla ev ve arsa ne kadar çok da olsa mülk edinilebilir. Emânetler muhafaza edilmeli. Sahabîler arasında geçen konularda sükût etmek gerekir. Hepsi faziletlidir.[9]
Zalimlerin ne müşfik bir yakın(i), ne de (şefaati) dinlenebilecek bir aracısı vardır". (Ğâfir, 18)
'O zâlimlerin hiçbir yardımcısı yoktur". (Hâc, 71)[10]
203. Câbir'den (r.a) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Zulümden sakınınız. Zira zulüm kıyamet gününde karanlıklar halinde karşınıza çıkar. Aşın cimrilikten sakınınız. Çünkü o sizden evvelkileri helak etti. Onlan birbirlerinin kanını dökmeye ve haramları helâl saymaya yol açtı". (Müslim rivayet etmiştir).[11]
Hadisin zahirî mânâsının; yani yapılan zulümlerin kıyamet gününde sahibine karanlıklar şeklinde tecelli edeceği, zulüm sahibinin yolunu bulamayacağı görüşünde olan âlimler olduğu gibi, karanlıklardan kastedilen kıyametin şiddet ve dehşetleridir, diyenler de olmuştur. İbn'ul-Cevzî de zulmün İki suçu içerdiğini; birisinin, haksız yere başkasının malını almak, diğerinin ise adaleti emredene karşı gelmek olduğunu söyler ve ikincisinin daha kötü olduğunu belirterek "Zira zulüm çoğunlukla Allah'tan gayrı yardımcısı olmayan zayıflara yapılır" der.
Zulüm, kulların nefislerine, haklarına engel olmakla, Allah'a itaatsizliklerine yardımcı olmakla, zulme ve itaatsizliğe nza göstermekle işlenir.
îsrailoğullan'mn kan dökmeleri ve haramları helâl saymaları cimrilik sebebiyle olmuştur. Bakara sûresinde zikredildiği gibi İsrailli mirasçı olacak yakını tarafından bir gün önce mirasa konmak için öldürülmüştür. Mal hırsından dolayı birbirlerini öldürmüşlerdir. Yenmesi haram kılman şeyleri (iç yağı gibi) satmışlar, cumartesi günü avlanmışlardır. Bütün bunlar kendilerine haram kılınmışken, hiçe saymışlar ve haddi aşmışlardır.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır: Zulüm ve cimrilikten sakınmak. Adalet ve cömertlik yolunu tutmak.
Zulüm, sahibini kıyamet gününde şiddetli sıkıntılara ve büyük azaba duçar kılar.
Dünyaya meyletmek, ona hırsla sarılmak ve cimrilik çoğu kere insanları günahlara ve çirkinliklere itmektedir. Cimrilik kişiyi dünyada helake götürebileceği gibi, daha çok cimrinin helaki âhirettedir.[12]
204. Ebu Hüreyre'den (r.a) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü haklar mutlaka sahiplerine verilecektir, öyle ki boynuzsuz koyun için boynuzlu koyun kısas edilecektir". (Müslim rivayet etmiştir) [13]
Hadis kıyamette insanların, çorakların, delilerin, kendilerine İslâmiyet'e davet ulaşmayanların ve hayvanların da dirileceğine delildir. Mahşer yerinde toplanmak için sevap veya ceza vermek şartı yoktur.
Nitekim Allah Teâlâ "Vahşi hayvanlar biraraya toplandığı zaman" (Tekvir, 5) diye buyurmuştur.
Boynuzlu koyunla boynuzsuz koyun arasındaki kısas mükellef olanların kısası değil mukabele kısasıdır.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Allah, kıyamet gününde insanlar arasında kısas edecektir. Zalimin iyilikleri alınır. Mazlumun günahları verilir. Allah tam bir adaleti sağlamak için hayvanları hasreder ve onlar arasında da kısas yapar. Hayvanlar bu kısastan sonra toprak olur. Hakların sahiplerine verilmesinde acele edilmelidir.[14]
205. îbn Ömer'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştir:
Nebî'nin (s.a) yanında Veda Hacc'mdan bahsediyorduk. Veda Hacdı-nın mâhiyeti (nedir onu) da bilmiyorduk. Nihayet Rasûlüllah (s.a) Alîah'a, hamd ve senâ'dan sonra Mesİh-Deccâl'ı anlattı. Bu konuda sözü uzatarak şöyle buyurdu: "Allah'ın gönderdiği her Nebî Mesih-DeccâFin şerrinden ümmetini sakındırdı. Nûh (a,s) ve daha sonraki Nebiler de (s.a) onun şerrinden (ümmetlerini) korkuttu. Şayet o sizin İçinizden çıkarsa, onun durumu size gİzü kalmaz. Zira Rabbinizİn kör olmadığı size meçhul değildir. Halbuki Dec-câl'in sağ gözü kördür. Onun gözü sanki salkımdan dışarıya çıkmış yaş üzüm tanesi gibidir.
Dikkat ediniz! Allah sizin üzerinize, kanlarınızı ve mallarınızı şu beldenizde, şu ayınızın şu günü gibi haram kılmışta Dikkat ediniz tebliğ ettim mi?"
Ashab "Evet" dedi. Rasûlüllah üç defa "Ya Allah şahid ol" buyurdu ve "Yazık olur size, dikkat ediniz. Sakın benden sonra birbirinizin boynunu vuran kafirler olmayınız" (buyurdu). (Buhârî tamamını, Müslim de bir kısmını rivayet etmiştir).[15]
Rasûlüllah'ın (s.a) bu haccına, bu hacda ümmetine veda ettiği için "Veda Haca" denilmiştir. Yine bu Hacc'da "tebliğ ettim mi?" buyurmasından dolayı "Haccet'ül-Bslâğ" da denilmiştir. "Haccet'ül-İs!âm" ismi ise bu hacda
hiçbir müdrikin bulunmaması sebebiyle söylenmiştir.
Rasûlüllah'ın Veda haccından kısa bir süre sonra vefat etmesiyle Veda haccından kastedilenin peygamberimizin vefatı; yani dünyaya vedası iyice anlaşılmıştır.
Deccâl, yalan söylemekte aşın giden, hatta ölüyü dirilttiği, diriyi öldürdüğü gibi iddialarda bulunandır. Gözlerinden biri kördür.
Deccal'in bir gözünün ve kaşının olmadığı söylenirken bunun mecazî olduğu bütün hayırlardan kör olduğu da İleri sürülmüştür.
Kıyamet gününde kimsenin inkar etmemesi için Rasûlüllah (s.a) "Şahid olunuz tebliğ ettim mi?" buyurmuştur. Önemli konularda ve ihtiyaç duyulan hallerde Rasullah (s.a) sözlerini üç defa tekrarlardı. Nitekim bir hadiste "Rasûlülİah konuştuğunda anlaşılması için sözü üç defa tekrarlardı" denilmiştir.
Rasûlüllah "Benden sonra birbirinin boynunu vuran kafirler gibi olmayınız" demekle irtidat etmekten, kafirlere benzemekten, haksızlıkla öldürmeyi helal saymaktan ve şerri ve fitneyi tahrik etmekten sakmdırmıştir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Fitneden sakınmak. Fitne ehline durumlarını ve takib ettikleri yollarını bildirerek uyarmak. Deccal bu ümmet içinde çıkacaktır. Allah Deccal'in şerrinden mü'minleri onun sıfatlarını tanıyarak sakınmaları suretiyle korumaktadır. Deccal'in zuhuru kıyamet alâmetlerindendir. Müslümanların mallan ve kanlan birbirlerine haram kılınmıştır. Onlann korunması ve haksıziıkla muamele edilmemesi gerekir. Peygamberimiz (s.a) ümmetine şefkat ve merhametle onian İslâm'dan küfre döndürecek zulüm ve fitne gibi şeylerden sakınmaları için uyarmaktadır.[16]
206. Hz. Âişe'den Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kim bir kanş toprağı zulmederek zabtederse, o yerin yedi katı boynuna halka olarak takılır". (Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir).[17]
İbn Mâce, "Bir karış" buyurulmuş olmakla çoğun ve azın azap konusunda eşit olduğu belirtilmiştir, der.
Hattâbî zulmedilen yer hakkında iki görüş olduğunu söyler. Birincisi, Kıyamet günü zulmedilen şeyi zalimin mahşere kadar taşımasıdır. Bu boynuna takılan halka gibidir. İkincisi yedi kat yerin dibine geçirilir her bir kat halka gibi boynuna geçirilir. Bu, boynunun geçirilen halka nisbetince uzatılacağı veya halka gibi boynuna geçirileceği ve güç yetiremeyen zulüm sahibinin bu şekilde azab göreceği gibi mânâlara gelebilir. Nitekim bir hadiste "Kişi rüyasını yalan karıştırarak anlatırsa iki kılı düğümlemekle mükellef olur" buyurulmuştur. Veya halkadan kastedilen günahtır ve bu günah boyuna asılıdır. Nitekim Allah (cc) "Her insanın (amel) kuşunu boynuna doladık,." (îsra, 13) buyurmuştur, şeklinde yorumlar yapılmıştır.
Hadisten çı kanlan hükümler şunlardır:
İnsanların haklarını zulmederek çiğneyenlere şiddetli tehdit. Ne kadar az olursa olsun haklan sahiplerine vermekte acele etmek. Bir yere sahip olan o yerin altına da sahiptir. Başkalarının o yerin altına kuyu ve kanal gibi şeyler kazmasına mâni olabilir. Yerin üstü de o yere tâbidir.[18]
207. Ebu Musa'dan (r.a) RasûlüIIah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah zalime bir müddet mühlet verir. Ancak onu yakaladığı vakit de bir daha salıvermez". Sonra RasûlüUah "Rabbinin yakalayışı ahâlisi) zulmeder halde hulunan; memleketleriyakaladığı zaman işte böyle (olur). Şüphesiz ki Onun çarpması (cezası) pek acıklıdır, pek çetindir" (Hûd, 102) ayetini okudu".
Zalim, kâfir ise Allah'ın azabına duçar olduğunda bir daha kurtulamaz. Zâlim, mü'min ise azaba girdiğinde zulmü nisbetinde azabtan kurtulamaz.
Memleketlerin zulmünden kastedilen, halkının zâlim oluşudur. Zemah-çerî "Bu, Mekke kafirleri olsun, başkaları olsun ehli zalim olan her memleket hatta başkasına veya günah işlemekte kendine zulmeden herkes hakkında zulmün akıbetinin şedid olacağından sakındırmaktır" der.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Allah (cc) zâlime mühlet verir ancak ihmal etmez. O azab vermekte acele etmez. Ancak azab verdiğinde, azabı şiddetli olur. Akıllı kimse başkasının hakkı kendine geçerse onun hesabının sorulacağını bitir, hemen o hakkı sabibine iade eder.[19]
208. Muâz'dan (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştin Rasülüllah (sa) beni Yemen'e (vali olarak) gönderirken şöyte dedi: "Sen kitab ehlinden kimselere gidiyorsun. Onları Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın Rasfl-
lü olduğuma şehâdet getirmeye davet et. Şayet onlar buna itaat ederlerse onlara Allah'ın her gün ve gecede kendilerine beş vakit namazı farz kıldığını haber ver. Onlar buna da itaat ederlerse, onlara Allah'ın kendilerine, onlann zenginlerinden alınıp, fakirlerine verilmesi için zekâtı farz kıldığını haber ver. Şayet onlar buna da itaat ederlerse, mallarının en iyisini almaktan sakın. Mazlumun duasından sakın. Çünkü onun duasıyla Allah arasında perde yoktur". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir). [20]
Tirmizî'nin rivayetine göre peygamberimiz Hz. Muaz'ı emen'e vali olarak gönderirken "Ya Muaz Yemen'de ne ile hükmedeceksin?" buyurdu. Muaz "Allah'ın Kitabı ile" dedi. Rasûlüllah "Kiîab'ta bulamazsan ne yaparsın?" buyurdu. Muaz "Rasûlüllah'm Sünneti ile hükmederim" dedi. Rasûlüllah "Ya Siinnet'te de bulamazsan?" buyurdu. Muaz "Kendi reyimle ictihad ederim" dedi. Peygamberimiz de "Rasülü'nün elçisini Rasûtü'nün hoşnud olduğu şeye muvaffak eyleyen Allah'a hamd olsun" buyurdu.
Muaz'ın Yemen'e gönderilişi hicretin 9. yılındadır. Kadı lyaz "Rasûlül-lah'ın Muaz'a önce Yemenlileri Allah'ın birliğini ve Hz. Muhammed'in peygamberliğini tasdike daveti emretmesi, onların Allah'ı bilmediklerine delildir" der. Mazlumun bedduasının reddedilmeyerek derhal kabul olacağına işaretle Rasûlüllah (s.a). "Çünkü onun duasıyla Allah arasında perde yoktur" buyurmuştur. Nitekim Darekutnî'nin rivayetinde beddua eden kâfir de olsa duasının kabul edileceği belirtilmiştir.
Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği bir hadiste ise "Mazlumun duası kabul olunur. Mazlum fâcir de olsa onun fücuru kendi aleyhinedir" buyurula-rak mazlum isyankâr da olsa bedduasının makbul olduğuna işaret edilmiştir. Mazlumun, misafirin, ana-babanın, adaletli yöneticinin, gıyabında dua eden müslüman kardeşin, oruçlunun iftar anında, hacının hacdan, mücahidin savaştan, hastanın hastalığından dönünceye kadar olan dualarının kabul olacağına dair peygamberimizden gelen rivayetler vardır.
Ibn Arabî hadisin mutlak olduğunu ve "Dua edenler üç kısımdır. Ya istekleri hemen karşılanır, ya isteğinden daha efdali sonraya bırakılır, ya da isteğinin karşılığında bir kötülük kendisinden uzaklaştırılır" hadisi ile mukayyed olduğunu söyler.
Hadiste oruçla haccın zikredilmeyişlerini tbn Salah hadisin ravilerinin hatası olarak değerlendirmiştir. Kurtıtbî'ye göre de Rasûlüllah o zaman Yemenlilere nisbetle daha önemli olanları bildirmek istemiştir.
"... Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar, zekatı verirlerse..." (Tevbe, 5-11) ayetlerinde de hacc ve oruç zikredilmemiştir. Rasûlüllah'm (s.a) "îmanlarla, Allah'dan başka ilah olmadığına şehadet edinceye, namazı kılmcaya ve zekâtı verinceye kadar savaş etmekle emrolundum" hadisinde de oruç ve hac terkedilmiştir.
Kâfire şehadet getirmek çok zor bir olaydır. Namazda devamlı tekrar edildiğinden yine zordur. Mai sevgisi insanın yaratılışında vardır. Zekât vermek de bu sebeple meşakkattir. İnsan bu zorlara boyun eğerse, onlan yerine getirirse diğerleri daha kolay olduğundan onlan haydi haydi yapar, denilmiştir.
Rasûlüllah (s.a) Muaz'ı Yemen'e gönderirken orada Yahudilerin, Hristî-yanlann ve Arap müşriklerinin bulunduğuna dikkat çekerek onlarla münazaraya hazırlıklı bulunmasını ima etmiştir.
İmam Malik, Ebu Hanife ve Selef âlimlerine göre her mükellef ilk önce imandan sorumludur. Zekât'a "sadaka" denilmesi, zekât veren kimsenin imanının sadakatma delil olduğundandır.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Çarpışmadan önce kâfirlerin İslâm'a davet edilmeleri. Zekât bir şehrin zenginlerinden alınır, fakirlerine verilir. Başka bir şehre veya ülkeye ancak oradakilerin daha fazla ihtiyaçlarının bulunması halinde, zekâtın İntikâli caizdir. Zekât memurunun, zenginlerin mallarının en iyilerini alması doğru değildir. Aksi halde zulüm etmiş olur. Zulümden sakınmak gerekir. Zira mazlumun bedduası geri çevrilmez. Vitir namazının vacip olmadığım söyleyenler bu hadisi delil getirirler. Kâfire ve zenginlere zekât verilmez.[21]
209. Ebu Humeyd Abdurrahmân b. Sa'd es-Sâidî'den (r.a) rivayet edil* mistir: Rasûlüllah (s.a) Ezd kabilesinden "tbn'Ül-Lütbiyye" denilen birini zekât toplamak üzere tahsildar ta'yin eti. Adam vazifeden geri dönünce "Şu sizin (zekât malmız)dır, bu da bana hediye edildi" dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a) minber üzerinde durdu. Allah'a hamd ve sena etti. Sonra şöyle buyurdu: "İmdi. Ben sizden birisini Allah'ın beni görevlendirdiği bir işe ta'yin ediyorum. O kimse geliyor "şu sizindir, bu da bana verilmiş bir hediyedir" diyor. SOzünde doğru ise, babasının ve anasının evinde otursaydı, kendisine hediyesi getirilir miydi? Vallahi sizden biri hakkı olmadan bir şey alırsa, kıyamet günü Allah'ın huzuruna onu yüklenerek vanr. İçinizden kimsenin bağıran bir deve, böğüren bir sığır, meleyen bir koyun taşıyarak Allah'ın huzuruna çıkacağını bilmiyorum". Sonra Rasûlüllah koltuklarının altı görülün-ceye kadar ellerini kaldırdı ve "Yâ Allah! Tebliğ ettim mi?" buyurdu. (Bu-hârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[22]
Ebu Humeyd, Muaviye'nin hilafet döneminin sonlarında vefat etmiştir. Ebu Humeyd Abdurrahmân b. Sa'd Rasûiüllah'dan (s.a) 120 hadii rivayet etmiştir.
Hadis'te zikredilen Ezd kabilesinden adı "Dâvud"-tur. Rasülüliah Ezd'lileri övmüş ve "Ezd Arabların özü ve aslıdır" buyurmuştur.
Zekât toplayan veya herhangi bir işte devlet memuru olan kimse "hediye" adı altında rüşvet almakla, hem kul hakkı yemiş olmakta, hem de Allah'ın koyduğu kanunları çiğnemektedir.
Deve, sığır ve koyun gibi hayvanların seslerinin zikredilmesi kıyamette rüşvet olarak alınan bu çeşit malların ses çıkararak yiyenleri ortaya çıkaracağına İşarettir.
Rasûlüllah'ın koltuk altında kıllarının bitmediği söylenilmekte olduğu, ancak bu hususun sabit olmadığı Zeynuddin Irâkî tarafından belirtilmektedir.
Ancak peygamberimizin (s.a) koltuk altlarının kokmadığı kesindi ve bu onun Özelüklerindendir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Zekât memuru, zekâtı toplayıp, adaletle zekât almayı hak edenler arasında paylaştırmalıdır. Yetkililere ve yöneticilere görevleri ve makamları dikkate alınarak hediye verilmesi haram kılınmıştır. Onların hediyeyi kabul etmeleri milletin malını haram yolla almaktır. Hediye istemeleri ise zulümdür ve haddi aşmaktır. Hediye edenin, hediyeyi verdiği kimseden bir beklentisi olmaksızın, dost ve arkadaşlar arasında hediyeleşmesi caizdir, özel menfaatler için görevi kötüye kullanmak caiz değildir. Kim insanların mallarını haksızlıkla yer, dünyada bu işi saklı kalırsa, Allah kıyamet günü tüm mahlûka-tm önünde onu rezil rüsvay eder ve cezalandırır.[23]
210. Ebu Hüreyre'den (ra) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kimin yanında kardeşinin nefsine veya başka bir (değeri bulunan) şeye zulüm varsa, dinar ve dirhemin bulunamayacağı gün gelmeden evvel, bugün ondan helâllik alsın. (Aksi halde) eğer İyi ameli varsa, zulmü oranında on(un sevabm)dan ahna(rak mazluma verile)cek. Eğer iyi ameli yoksa mazlumun kötü amelinden alınıp kendi hesabına yüklenir". (Buhârî rivayet etmiştir).[24]
Hadis, Müslim'den rivayet edilen 218 no'lu "Ümmetimden müflis o kimsedir ki kıyamet günü namaz, oruç ve zekât ile gelir..." hadisi ile te'yid edilmektedir.
Hadis "Kendi {günah) yükünü taşıyan hiç kimse, bir başkasının (günah) yükünü taşımaz" (En'am, İ64; tsra, 15; Fatır, 18; Zümer, 7; Necm, 38) aye-tiyle çelişkili değildir. Zira zulüm sahibi fiili ve zulmü sebebiyle cezalandırılmaktadır. Başkasının kötülüğünü değil, kendi kötülüğünün cezasını çekmektedir. Allah'ın kullan üzerindeki adaletinin gereği olarak, iyiliklerle kötülük-, ler karşılaşîınlmıştır.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Zulümden ve haddi aşmaktan sakmılmahdır. Hakkın geçmesi halinde, ondan temizlenmekte acele edilmelidir. İnsanlara zulmetmek ve onlara eziyet vermek İyi amelleri ifsad eder.[25]
211. Abdullah b. Amr b. el-As'dan (r.a) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Müslüman, dilinden ve elinden müslümanlann selâmette olduğu kimsedir. Muhacir, Allah'ın yasakladığı şeyleri terk edendir". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[26]
Hadisteki "el" den kastedilen manevî el de olabilir. Haksızlıkla birinin malını istila etmek gibi. Çoğunlukla işler el ile görüldüğünden "el" zikredilmiştir.
"Müslüman"dan kasıd, kâmil müslümandır. Bu sıfatlan taşımayan kimse müslümanhktan çıkar anlamında değildir.
Müslüman, hem müstümanlara hem de müslüman olmayanlara zarar vermemelidir, özellikle müslüman kardeşlerine karşı görevlerini yerine getirmeli, eline ve diline sahip olmalıdır. "Kâfirler" ise her an kendileriyle savaşılması sözkonusu olan kimselerdir. El ve dilin zaran geniş bir sahayı kapsamaktadır. El ile yazarak zarar vermek, hakaret maksadıyla dil çıkartmak gibi çeşitli mânâlar ihtiva eder.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
İslâm'ın ve îmanın kemâli ancak başkalarına maddî ve manevî zarar vermemekle olur. Günahlan terketmek ve Allah'ın emirlerine sarılmak da buna dahildir.
Mekke'nin fethinden önce müslümanlan çoğaltmak, kuvvetli olmalarını sağlamak ve birlik beraberlikleri için Medine'ye hicret etmek farz idî. Mekke'nin fethinden sonra bu farzİyet kaldmldı. Zira islâm ve ehli kuvvetlendi.[27]
212. Abdullah b. Amr b. el-As'dan (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Nebî'nin (s.a) yük tasıma işlerine bakan bir adam vardı. Kendisine "Kirkire" denilirdi. Bu adam ölünce Rasûlüllah (s.a) "O cehennemdedir" buyurdu. Bunun üzerine ona ait eşyalara bakmaya başladılar. Onlann arasından ganimet mallarından çaldığı bir aba buldular". (Buhârî rivayet etmiştir)[28]
"Kirkire" siyah bir tene sahipti. Savaşlarda Rasûlüllah'm (s.a) bineğini tutardı. Rasûlüllah'a hediye edilen bir köle idi. Ancak peygamberimiz (s.a) onu azad etmiştir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Toplumun mallarına hıyanet büyük günahlardan olup, böyle bir hain cehennem ateşinde azab görür.[29]
213. Ebu Bekrc Nüfey b. el-Hâris'den (r.a) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Zaman Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günde olduğu
gibi dönüyor. Yıl on iki aydır. Bu aylardan dört (ay) haram aylardır. Üçü pe-şpeşe gelir, zilkade, zilhicce ve muharrem'dir. (Dördüncüsü ise) Cemâziyelâ-hir İle Şaban arasındaki Mudar kabilesinin Recebidir. Bu ay hangi aydır?" "Allah ve Rasüîtt daha iyi bilir" dedik. RasûİüUah bir müddet sustu. Öyle ki ay'a adında» başka bir ad vereceğini sandık. Rasûlüllah (s&) "Zilhicce değil mi?" buyurdu. "Evet" dedik, "Bu belde hangi beldedir?" buyurdu. "Allah ve Rasülü daha iyi bilir" dedik. Yine bir müddet sustu. Bizler ona adından başka bir ad verecek sandık. "Belde-i Haram değil mi?" buyurdu. "Evet" dedik. "Bu gün hangi gündür?" buyurdu. "Allah ve Rasûîü daha İyi bilir" dedik. Yine bir süre sustu. O kadar ki ona eski admdan başka bir ad vereceğini sandık. "Kurban bayramı günü değil mi?" buyurdu. "Evet" dedik. Ra-sûlullah (s.a): "Kanlarınız, matlarınız ve ırzlarınız birbirinize karşı şu gününüz, şu beldeniz ve şu ayınız gibi haramdır. Yakında Rabbinizin karşısına çıkacaksınız. Sizi amellerinizden sorguya çekecek. Dikkat ediniz! Benden sonra tekrar birbirlerinin boynunu vuran küffar gibi olmayınız. Dikkat ediniz! Burada bulunanlar (sözlerimi) burada bulanmayanlara tebliğ etsin. Olur ki, sözlerimin tebliğ edildiği bazı kimseler, bizzat duyanların bir kısmından daha iyi kavrarlar. Dikkat ediniz! Tebliğ ettim mi? Dikkat ediniz tebliğ ettim mi?" buyurdu. Biz de "Evet" dedik. Rasûiüllah "Ey Aliahım şahid ol" buyurdu. (Buharı ve Müslim rivayet etmişlerdir).[30]
Dönen zamandan kastedilen senedir. Hz. Peygamber'in (s.a) haccı cahi-liyye dönemindeki arapiarm ayları karıştırmalarından dolayı Zilhicceyi haram kıldıkları seneye tesadüf ettiğinden gerekli açıklamada bulunmuştur.
Recep ayı için "Mudar kabilesinin Recebi" buyurulması; Mudar kabilesinin Recep ayına diğer kabilelerden daha fazla tazim etmesinden ve Mu-darhlann o zamanda Recep ayını karıştırmadıklarından, sabit tuttuklarından dolayıdır.
Rasûlüllah'm önce sorması, sonra da açıklaması bu ay, bu gün ve bu beldenin mertebelerinin büyüklüğüne dikkat çekmek içindir. Sahabîlerin "Allah ve Rasûlü bilir" demeleri ise onların terbiye ve nezaketlerini belirtir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Câhilîyye döneminde müşrikler meselâ Recep ayında harb ihtiyacı duyarlarsa o ayda savaşmayı helâl sayıyorlar, müteakip ay olan Şa'ban ayım Recep ayı kılıyorlardı. Böylece Hacc mevsimini de değiştiriyorlardı. Müşriklerin yaptığı gibi haram ayların rastgele tayini haram kılınmıştır. Can, mal ve ırzlar haram kılınmış, meşru haller dışında onlara tecavüz edilmemesi ve korunmaları emredilmiştir. Müslüman, gerek büyük gerekse küçük günahlarından dolayı Allah'ın huzurunda hesab verecektir. Eğitim ve öğretimde iyice anlaşılması için te'kid üslûbunu kullanmak, ilmin tebliği ve onu stdk ve emânetle nakletmek, İlmin olduğu gibi başkalarına aktarılması bakımından dana tesirlidir ve işitenlerce daha iyi anlaşılmasına vesile olur.[31]
214. Ebu Umâme tyâs b. Sa'lebe el-Hârisi'den (r.a.) Rasûlüllah'tn (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kim müslüman birinin hakkını yemin ederek alırsa, Allah ona cehennemi vacip, cenneti de haram kılar''. Adamın biri şöyle dedi: "Yâ Rasûlüllah! Aldığı çok az bir şey olsa da mı?" Ra-sûlüllah: "Misvak ağacından bir çubuk da olsa (yine böyledir)" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir).[32]
Ebu Umame Rasûlüllah'dan (s.a) üç hadis rivayet etmiştir. Rasûlüllah'-ın (s.a) Uhud savaşından döndüğünde vefat ettiği söylenilmekte ise de vefat tarihi hakkında ihtilaf edilmiştir.
"Yemin-i Gamûs" en büyük günahlardandır. Zira yalan yere yemin etmek demek olan "Yemİn-i Gamûs"te. haramı helâl ve bâtılı hak göstermekle şeriatın hükmünü değiştirmek vardır.
Kadı İyaz'a göre peygamberimizin "Bir müslümanm hakkım elinden alırsa-." buyurması, şeriatle muhatap olup onunla muamele gördüğü içindir. Gayr-İ müslimin hükmü başka olduğundan değildir. Zira onun hükmü de müslüman gibidir.
"... Allah ona cehennemi vacip ktlar.J' buyurulması haramı helâl kılmakla olur. Zira o kimse kâfir olup, bu şekilde öldüğünde cehennemde ebedî olarak kalır. Ancak mü'mİn bir kimse helâl saymaksızın yemin ederek müslüman kardeşinin malını alırsa cehenneme müstehak olur. Af dahilinde olmakla beraber doğrudan cennete girenlerle beraber cennete giremez. Nevevî der ki: "Bu tehdit tevbe etmeden Ölen kimse içindir. Ancak hakkı sahibine iade eden ve gerçek bir tevbede bulunan kimseden bu tehdit düşer". _
"Misvak ağacı" dallarıyla dişlerin fırçalandığı bir ağaç ismidir. Misvak kullanmak ise Rasûlüllah'ın (s.a) sünneti olup, ümmete de tavsiye etmiştir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Başkalarının haklarım gasbetmekten sakınmak. Küçük (az) da olsa gasb edilen hakların sahiplerine verilmesinde gayretli olmak. Başkalarının haklarını gasbeden kimse, bunu helâl sayar, ve tevbe etmeden ölürse cehennemde ebedî olarak kalır.[33]
215. Adiyy b. Amir'den (r.a) "Rasullah'ı (s.a) şöyle derken duydum" dediği rivayet edilmiştir: "İçinizden birini herhangi bir işe memur tayin ettiğimizde, bizden bir iğne veya daha üstünde bir şey gizlerse, onu kıyamet gününde bir hırsızlık malı olarak getirir". Ensar'dan siyah bir adam ayağa kalkarak (sanki şu anda, adam gözümün önündedir): "Yâ Rasûlüllah! Bana verdiğiniz görevi geri alın" dedi. Rasûlüllah: "Sana ne oldu?" buyurdu. Adam: "Sizi şöyle derken duydum" dedi. Rasûlüllah: "Onu şu anda da söylüyorum, içinizden birini herhangi bir işe memur (tahsildar) tayin edersek, azını da çoğunu da getirsin, kendisine verileni alır, yasaklananı almaktan kaçınır'' buyurdu. (Müslim "ivayet etmiştir.)[34]
Elleri demirden kelepçe İle boynuna asılı vaziyette bir esir veya mahkumun hâli üzere; Beyt'ül-Mâl'e ait bir mal: çalan kimse de kıyamette aldığı şey elinde getirilecektir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Az veya çok işinde, görevinde hıyanet eden kimseye şiddetli tehdit ve sakındırma.
Ümmetin malları ve geleceği kendisine emanet edilen kimsenin emaneti koruması, hak sahiplerine vermesi, kendi malı gibi kullanmaması gerekir. Eğer hiyanet etmişse, hemen onu geri vennesi farzdır. Aksi halde kıyamet gününde bütün yaratıklar Önünde rezil-rüsvay olur. Emanet ve ihlâs ile görevi eda etmekten emin olamayan kimselerin idarecilikten ve vazife almaktan sakınmaları lazımdır.
Görevli kimse hangi malı niçin aldığını ve nereye sarfedeceğini bilmeli, kendisine caiz olanı alıp, kendisine caiz olmayanı hak sahiplerine vermelidir.[35]
216. Ömer b. el-Haîtâb (m) der ki:
Hayber savaşı gününde Nebî'nin (s.a) sahabîlerinden bazıları O'nun huzuruna gelerek: "Falanca şehiddir, falanca da şehiddir" dediler. Nihayet bir adama rastladılar da şöyle dediler: "Falaaca da şehid olmuş". Bunun üzeri ne Rasûlüüah: "Asla ben onu, çaldığı hırka veya yağmurluğa bürünmüş olduğu halde cehennemde gördüm" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir,)[36]
"Bürde" çizgili kumaştan mamul hırka veya kaftandır. "Afete" yağmurluk demektir.
Savaşta asınlaaı azı ve çoğu ceza için eşittir. Ganimete hıyanet eden harpte öldürülse bile şehid olmaz. Ganimetten çalınan eşyanın, tekrar ganimete iadesi halinde bu eşya kabul edilir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Topluma ait mallara hıyanetin büyük günah olduğu ve azabının şiddeti. Allah yolunda şehid olmak kul haklarının bağışlanmasını sağlamaz.[37]
217. Ebu Katâde el-Hâris b. RibTden (r.a) şöyle rivayet edilmiştir: Ra-sûlüilah (s.a) ashab arasında kalkıp, onlara Allah yolunda cihad'm ve Allah'a iman'ın, amellerin en faziletlisi olduğunu anlattı. Bir adam kalktı ve "Yâ Rasûlüllah! Şayet Allah yolunda öldürülürsem benden günahlarım bağışlanır mı ne buyurursunuz?" dedi. Rasûlüllah (s.a) ona "Evet eğer sabrederek ve
sevabını Allah'tan bekleyerek, harbe yönelip, arkanı dönmeden (kaçmadan) öldürülürsen, (kul) borçlarından başka günahların bağışlanır. Bunu bana Cebrail söyledi" buyurdu. (Müslim rivayet etti).[38]
Ebu Katâde'nin Bedir savaşına katılıp-katılmadığı konusunda ihtilaf edilmiştir. Uhud ve diğer savaşlara katılmıştır. Zû Kared savaşında yüzüne ok saplanmıştır. Rasûlülİah'm (s.a) tükürüğü ile şifa bulmuştur. Peygamberimiz "Ya Rabbİ onun kılım ve tenini mübarek kıl" buyurmuştur. Bİr başka seferde de "Sen O'nun peygamberini koruduğun gibi, Allah da seni korusun" buyurmuştur. Medine'de veya Küfe'de hicretin 54. yılında vefat etmiştin Ra-sûlüllah'ran 170 hadis rivayet etmiştir.
Hadiste "Cihad"ve "îman"in birlikte zikredilmesi fazilet yönündendİr.
Cihad kul hakkından başka bütün günahlara keffarettir. Allah rızası için azim ve sebat etmek, ilerlemek ve geri dönmemek şartıyla ancak insan şehid olabilir. Cihad ve diğer hayırlı ameller ancak Allah'ın haklan için keffaret olurlar. Kul haklarının müstesna olması vahiy yoluyla bildirilmiştir. Nitekim Rasûlüllah (s.a) "Bunu bana Cebrail söyledi" buyurmuştur.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
İslâm'ın yayılması için cihadın fazileti, Allah'ın düşmanı ile çarpışmanın ve bu yolda şehid olmanın büyük sevabı.
Gerçek bir şehidlik, kul haklarından Ödenmesi mümkün iken ödenmeyenler dışındakiler için bağışlanma sebebidir. Ancak ödenmesi mümkün olmayan bir hak ise ve ölümden önce tevbe edilmiş ve pişman olunmuş ise, Allah kıyamet gününde karşı taraftaki hasmı razı edecektir.[39]
218. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlülİah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Müflis kimdir bilir misiniz?" Sahâbiler "Bize göre müflis, parası ve malı olmayandır" dediler. Rasûlüllah şöyle buyurdu: "Ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyamet günü namaz, oruç ve zekâtı ile ve fakat (bununla beraber) falana hakaret etmiş, falana iftira etmiş, falancanın malını yemiş, falancanın kanını dökmüş, falancayı dövmüş olarak gelir. Dolayısıyla falana onun sevaplarından, falancaya yine onun sevaplarından alınıp verilir. Eğer üzerindeki borç ödenmeden önce sevapları tükenirse zulmettiği o kimselerin günahlarından alınarak ona yüklenir. Sonra da cehenneme atılır". (Müslim rivayet etmiştir.)[40]
Süfyan b. Uyeyne'nin naklettiği "Oruç benim içindir" şeklindeki hadis-i kudsîde geçen orucun Allah için olması sebebiyle, hak sahipleri gelirler zalimden iyiliklerini alırlar. Sıra oruca gelince Allah (c.c) "Oruç Benim içindir ve onun karşılığını Ben veririm der ve hak sahiplerini razı eder" sözü yuka-' - rıdaki hadis ile reddedilmiştir.
İnsanlar arasında malı mülkü olmayana veya çok az olana müflis denilse de gerçek müflis bu değildir. Zira bu durum ölümle veya sonradan zenginleşmekle değişebilir. Gerçek mü'min mezkur hadiste bildirilendir. Yaptığı bütün hayırlar ile iyiliklerin sevapları alacaklılarına verilecektir. Bunlar bitince de alacaklıların günahları onun üzerine yüklenecektir. Daha sonra da cehenneme atılacaktır.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Haramlardan, özellikle de maddî ve manevî bakımdan kul haklarından sakınmak. Haramların işlenmesi, özellikle insanlara zulmetmek ve haddi aşmak, kıyamet gününde insana fayda verecek iyi amellerin zayi olmasına sebep olmaktadır.
Eğitim ve öğretimde diyalog ve soru-cevap usûlü dinleyenler üzerinde daha tesirli olmaktadır.[41]
219. Ümmü Seleme'den (r.a) RasÛIüllah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ben ancak bir insanım, sîzler benim yanıma gelip bir-biriniz hakkında dava açıyorsunuz. Bazınız (haksız olduğu halde) hüccet getirmekte, diğerinden daha inandırıcı olabilir. Ben de dinlediğime göre onun lehine hükmedebilirim. Ben kimin lehine kardeşinin hakkıyla hükmedersem, ona ancak cehennemden bir parça ayırmış olurum". {Buharı ve Müslim rivayet etmişlerdir).[42]
Buyurmakla, dalgınlığa, unutmaya dikkat çekmiştir. İnsanlık hâli, işlerin ancak zahirim İdraki gerektirir. Cenabı Allah vahiyle bildirmedikçe Rasûluİîah (s.a) ietihad ile isabet eder. Hz. Peygamber de (s,a) diğer insanlar gibi zahire göre şahid ve yemin gibi delillerle hüküm verir. Bu hüküm de ilâhî sırra muhalif olabilir. Ancak Ra-sulüliah (s.a) zahire göre hükmetmekle mükelleftir. Böylece ümmetin de bu hususta O'na tâbi olması sağlanmıştır.
"Ben kimin lehine kardeşinin hakkıyla hükmedersem..." tabiri genel durum itibariyle söylenmiştir. Elbette zimmî, muâhed ve nıürtedin mallan da müsîümantenn malı gibidir. "Ona ancak cehennemden bir parça ayırmış olurum" hadisinde kastedilen; şayet zahire göre verdiğim hüküm gerçeğe uymazsa, tayin ettiğim şey ona haramdır ve kendisini cehennem ateşine götürür anlamındadır.
Diğer bir rivayette ise hadisin sonunda "Onu isterse üzerine alsın veya dilerse terketsin" buyunümuştur. Bu muhayyerlik ifade etmez. "İsteyen iman etsin, isteyen de küfür" (Kehf, 29) ayetinde olduğu Üzere tehdid'dir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Rasûlüüah'ın (s.a) bir beşer olduğu anlatılmaktadır. Rasülüllah (s.a) risâleti tebliğde hatadan ve haramlardan korunmuştur. Bunun dışındaki şeylerde insanlar için caiz ve normal olanlar Kasûlülîah {s.a) için de caizdir. Hâkim (Kadı) iki hasım arasında önündeki deHlkrle şshid, yemin ve diğer şeylere göre hükmeder. Kendi ilmi ve zannı üe hükm^iefnez. Hâkimin zahire göre hükmetmesi ne haramı helâl ne ie heiâîi >^ram kılar. Lehine bîr hüküm verilen bilir ki kendisine verilen başkasmm hakkıdır. Bu durumda onun bu hakkı alması caiz değildir. Aksi halde kıyamet gününde azabîa muamele görür.[43]
220. Ibn Ömer (ta) (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet etti: Mü'min hassm km dökmedikçe dirüfiden (mülhem olduğu) bir genişlik alanı İ rivayet etmiştir)[44]
Muslümmnn dloinden mülhem olduğu hakikat, Allah'ın tgvbekâr kullanma tevbekini kabul etmesi, köçük-büyük günahların bagsşîaamasıdir. Şirkken sonra en büyük günah oîan insan öldünsek ise müstesnadır. Kanı haram cîan bir mü'minia kanı diğer mü'aün kardeşine buiaştîğmda, dinen
yaşar. Hadis kan dökmekden sakindırmaktadır. Nitekim bir başka hadiste ' 'Kim bir mü 'minin öldürülmesine yanm kelime ile de ota yardımcı oha iki gözü arasına'Allah'ın rahmetinden ûmtd kesilmiştir*yazılı olarak Allah'ın huzuruna vanr" buyanümuştur.
Büyük günahların zirvesinde haksız yere kan dökmek yer almaktadır.diai kapatır ve onu bedbahtlardan kûar.[45]
221. Hz. Hamza'nın (ra) eşi Havle binti Sâmir el-Ensâriyye'den (r.a) "Ra-sûlüllah'ı (s.a) şöyle derken işittim" dediği rivayet edilmiştir. "Bazı kimseler Allah'ın malını haksız yere kullanıyorlar. Kıyamet günü onlar için (cehennem) ateş(i) vardır". (Buhâri rivayet etmiştir.)[46]
Havle binti Sâmir'in künyesi Ümmü Muhammed'dir. Sâmir'in lakabı Kays'dır. Havle binti Kays ile Havle binti Sâmir aynı kadındır ve Havle peygamberimizin amcası Hamza'nın (r.a) karışıdır. RasûlüUah'dan (s.a) 8 hadis rivayet etmiştir.
Allah Teâlâ'nın müslümanlann İyiliğine tahsis buyurduğu malı hak taksimi olmaksızın veya keyfi bir tasarruf ile kullanan kimseler cehennem ateşini hak etmişlerdir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Topluma ait malların arzulu bir şekilde ve bâtıl yollarla kişilerin kendi özel işlerinde kullanılması büyük günahlardan olup, kıyamet gününde ateşle azab görmeye vesiledir.[47]
"Kim Allah'ın hürmet (-dilmesini emreylediği şey)lere ta'amde bulunursa bu, Rabbi indinde kendisi için (mahz-ı) hayırdır". (Hacc, 30)
"Kim Allah'ın şeâirini büyük tanırsa şüphesiz ki bu, kalplerin takvâsın-dandır". (Hacc, 32)
"Mu'minler için (şefkat) kanadım indir". (Hicr, 88)
"... Kim bir canı, bir can mukabilinde veya yeryüzünde bir fesad çıkarmaktan dolayı olmayarak öldürürse bütün insanlan öldürmüş gibi olur. Kim de onu kurtarırsa bütün insanlan diriltmiş gibi olur". (Mâide, 32)[48]
222. Ebu Musa'dan (r.a) Rasûlüllah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Mü'min, mü'min için parçalan birbirini destekleyen bir bina gibidir. (Rasüîüllah (s.a) parmaklarım birbirine geçirerek kenetledi)". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[49]
"Parmaklarım birbirine geçirdL."ve "Birbirini destekleyen, perçinleyen" ifadeleri, mü'minierin birbirlerini tutmakta, desteklemekte ve yardımlaşmakta duvar parçalarının birbirine kaynaşmasına benzetilmesini anlatır.
Hadis, muhataba daha tesirli olması için hem sözle temsilin hem de hareketle tasvirin caiz olduğuna işaret etmektedir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Bir bina ancak bütün parçalarının birbirine tutturulup bağlanmasıyla meydana gelebiliyorsa, İslâm toplumu da fertlerin birbirlerine yardımcı olmasıyla birlik ve beraberliğini sağlayabilir. Mü'min din ve dünya işlerinde kendi başına değildir. Mü'min kardeşlerine yardım etmek, destek vermek zorundadır. Aksi halde mesuliyetini taşımamış, din ve dünya işîerini bozmuş ve helake uğramış olur.[50]
223. Ebu Musa'dan Rasülüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kim yanında ok var iken mescidlerimizden veya pazar yerlerimizden bir yere uğrarsa, müslümanlara herhangi bir şekilde zarar vermemesi için, okunun demirlerini eliyle tutsun". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[51]
Hadis, cami, pazar ve çarşı gibi yerlerden geçerken edebli ve terbiyeli olmayı öğretmektedir. Müslümanlara zarar vermekten kaçınmaya dikkat çekmektedir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Rasûlüilah'ın (s.a) müslümanlara şefkat ve merhameti, onların selâmeti için aşırı istekli oluşu. Silah taşımanın âdabı. Zorbalık yahut korku salmak veya keyfi silah taşımak caiz değildir, özellikle zamanımızda silah taşımanın mahzurları artmıştır.[52]
224. Nu'man b. Beşir'den Rasûlüllah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştin "Birbirlerini sevmekte, karşılıklı acımalarında, esirgemelerinde mtt*-minler, uzuvlarından biri hastalanınca diğer azalarının da birbirlerini uykusuz ve ateş içinde bırakarak onun acısına ortak olan bir vücut gibidir". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[53]
"Humma" bir çeşit hastalıktır; kalpte başlayan ateşi ve vücudun her tarafına yayılır. Buna "sıtma " adı da verilmektedir. Uykusuzlukla daha da artış gösteren bir hastalıktır. Müslim'in diğer bir rivayetinde "Müslümanlar bir adam gibidir. Güzü acısa bütün vücudu da acı çeker. Başı ağırsa bütün vücudu da acı çeker" buyurulmuştur.
Müslümanlar iman kardeşliği sebebiyle birbirlerine merhametli olmalı, aralannda sevgi bağının kurulması için ziyaretleşmeli ve hediyeleşmeliler. Acı ve sancıda ortak olan vücud organlan elemin uykuya engel olmasından dolayı uykusuz kalır. İman bedene, muslümanlar ise vücudun organlanna benzetilmiştir. Bu beden bir ağaca, bedenin organlan da bu ağacın dallarına benzetilmiştir. Vücuttan bir parça zarar görürse diğer organlar da sarsılır ve zarar görürler.
Hadisten çıkanlan hükümler şunlardır:
Bir toplumda acıma, sevgi ve yardımlaşma artarsa, bu o toplumun savaşta ve barışta, tasada ve sevinçte birlik ve beraberliklerini sağlar.[54]
225. Ebu Hüreyre (r.a) der ki: "Nebi (s.a), Ali'nin (r.a) oğlu Hasan (to-runu)'ı, el-Akra b. Hâbis'in yanında öpmüştü. el-Akra: "Benim on tane çocuğum var, hiçbirini Öpmedim" dedi. Rasûlüllah (s.a) el-Akra'ya baktı ve "Kim merhamet etmezse merhametle muamele) olunmaz" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[55]
el-Akra, başında kellik bulunması sebebiyle bu ismi almıştır. Temim'li-dir. Câhİliyye ve İslâm dönemlerinde kavminin İleri geleni idi. Çocuklara ve zayıflara merhamet umûmîdir. Bütün insan ve hayvanlan kapsamaktadır. Mümin olsun kâfir olsun bütün insanlara merhametli olunmalıdır. Hayvanlarını doyurup sulamayan, ağır yük yükleyen ve acımasızca döven kimseler Allah'ın rahmetinden mahrum olurlar.
el-Akra Rasûlüllah (s.a) ile Mekke'nin fethine ve Huneyn savaşına ve Taif kuşatmasına katılmıştır. Müellefe-i Kulûb'tan idi. Daha sonraları takva sahibi olmuştur. ei-Akra, bedevi olması sebebiyle katı ve sert tabiatlı idi. Bu sebeple çocuklara şefkat ve merhametten uzaktı.
Nitekim Allah (c.c) "iyiliğin karşılığı yalnız iyilik değil midir?" (Rahman, 60) buyurmuştur. İyilikle mukabele ancak iyilik yapanlaradır. Kendi çocuklarını veya başkalannın çocuklanni öpmek, kucaklamak, koklamak şefkat ve merhamet sebebiyledir. Şehvet ve izzet sebebiyle değildir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
İyilik çeşitlerinden herhangi birisiyle başkalanna muamele etmeyene, o iyiliklerin karşılığı olan sevaplar verilmez. Zira iyiliğin karşılığı İyiliktir. Babanın çocuklarını şefkat ve merhametle öpmesi caizdir.[56]
226. Hz. Âişe'den (r.a) rivayet edilmiştir: Çölde yaşayan bedevilerden bir grup insan Rasûlüllah'a (s.a) geldiler ve "Siz çocuklarınızı öper misiniz?" diye sordular. Rasûlüllah (s.a) "Evet" buyurdu. Onlar "Fakat biz, vallahi öpmüyoruz" dediler. Rasûlüllah (s.a) "Allah, kalplerinizden merhameti çekip almış ise ben ne yapayım?" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[57]
Bedevilerden bir gnib&n Benî Thnfm'lİ olmslsn ve başlarında da önceki hadiste zikredilen el-Akm'mn bulunması ve her iki hadisenin birieştirii-
şeklindedir. Bu kişinin el-Akra olduğu söyleşirken Uyeyne b. Hısn olduğu da söylenir. Eğer Uyeyne'nin olduğu sahih ise bu konu hem el-Akra hem de Uyeyne ile İki defa olmuş demektir. rahmetiîîi bir kuldan çekmesi halinde Rasûlüllah (s.a) dahil hiçbir şahsın elinden bir şey gelmez. Allah'tan başkasj bîr kimsesin merhametli olmasını sağlayamaz.
Hadisten çıkanfan hükümler şunlardır:
Rahmet Allah'ın merhametli kullarının kalplerine koyduğu, insan nefsinde bir nevi tabiattır, huydur.[58]
227. Cerir b. Abdullah'dan (r.a) Rasûlüliah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kim insanlara merhamet etmezse, Allah da ona merhamet etmez". (Buhârî ve Müsüm rivayet etmişlerdir)[59]
Bütün canhîara merhametli olmak îslâm'ın şiandır. Can sahibi her varlığa yapılan iyilik Aiîah katında sevap ile karşılık görür. "İnsanlara" buyuru Smasi onlara verilen değeri göstermektedir.
Hadisten çıkarılan hükümier şunlardır:
Merhamet bütün canlılar, hatta havyanlar için de lüzumludur.
"Rahmet" insanlar yanında şefkat, acımak vb. anlamında, Aîîah ka-tmda ise O'nun nzası ve yaratıklarına ni'meîler vermesi mânâsmdadır.[60]
228. Ebu Hürs^re'den (r.a) Rasûlüîlah'm (s a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Sizden biri, halka namaz kıldmrsa hafif tutsun. Zira içlerindeyken dilediği kadar uzatsın". (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir)[61]
Başka bir rivayette: "ihtiyaç sahihi olan vardır" ziyadesi vardîr.
Rükû ve secdelerde üç defa teşbih ederek, orta ve kısa sureîeF okuyarak namaz hafif tutaJabilir. Hükümîer, genellikle çoğunluğa göre verilir. Nadiren vuku buiunlara göre değildir. Hususi sartiar buna dahil değildir. Tgk basma kıbnan namaz istenildiği kadar uzatılabilir. Nitekim bir hadis-İ şerifte "Rasûİüllah (sm) insanlara namaz kıldırırken, insanların en hafif kıldıranı, tek başına kıldığında ise insanların en uzun tutanı idi" denilmiştir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Herkese acık olan bir camiide imamın kısa ve orta sureler okuyarak ve rükû ve secdede üç defa teşbih ederek namazı hafif tutması gerekir. Ancak beîii insanların devam ettiği ve herkesin namazın uzun tutulmasını arzu ettiği bir mescidde namazın uzatılmasında sakınca yoktur. îslâm kolaylık, şefkat ve merhamet dînidir. Namaz kılanlara güçlük vermek caiz değildir.[62]
229. Hz. Âişe'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştir: "Rasuiüllah (s.a) bir ameli sevdiği halde onu terkettiyse, bu onun, halk onunla amel eder de üzerlerine farz olur diye korkmasındandır". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[63]
Rasuiüllah (s.a) bazı nafile ibadetleri faziletlerinden dolayı yapar, bazan da ümmetine farz olur endişesiyle tefkederdi. Bu "amel"'m kuşluk namazı ile ilgili olarak zikredildiğini diğer rivayetlerde görüyoruz. Buna göre İbn'ül-Cevzî der ki, "Rasuiüllah ya kuşluk namazını Allah'ın farz kılacağından endişe etmiştir ya da sahâbîlerin bu namazın farz olduğuna inanarak kılmalarından endişe etmiştir".
Ibn BattaPa göreyse, Rasuiüllah gece namazlarını "ümmetime farz olur" endişesiyle mescidde kılmayı terketmiştir. Zaten kendisine farz idi. "Sevdiği halde terkederdi" Duyurulması, "kendisine farz olduğu halde bırakırdı" anlamında değildir. Veya Ümmetin gece namazına devam ederek zayıflamalarından ve bilahare terkederek Rasûlüllah'a tâbi olmamalarından endişe edilmiştir.
Nitekim Rasuiüllah (s.a) teravih namazını birkaç gün mescidde kıldıktan sonra terketmiş ve "Üzerinize farz olur ve kılmaktan aciz kalırsınız korkusuyla mescide gelmedim" buyurmuştur.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Mağlup ve aciz olmalarından endişe ederek Rasûlütlah (s.a) ümmetine kolaylığı ve hafifliği murad etmiştir. Zira o "Kim dinde aşırılık gösterirse din ona galip gelir" buyurmuştur.[64]
230. Hz. Âişe'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştir: Nebî (s.a) ashabına acıdığından; iftar etmeden peşpeşe oruç tutmayı yasakladı. Ashab "Siz iftar etmeden oruç tutuyorsunuz" dediler. Rasuiüllah "Ben sizin durumunuz* da değilim, Rabbim beniyedirir-içirir" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[65]
İbn'ul-Arabî "Rasuiüllah'm (s.a) sahâbîlerin devamlı oruç tutmalarına müsaade etmesi, onlar için bir cezadır. Ceza yoluyla verilen ruhsat şeriatten değildir" der. "Rabbim beni yedirir-içirir" den kastedilen "Ben Rabbimİn beni doyurduğu, suladığı halde olurum" demektir denilmiştir. Sahabîler Ra-sûlüllah'ın (s.a) günahtan korunmuş olmasına rağmen bazan neredeyse hiç bırakmayacak şekilde nafile oruca devam etmesini düşünerek, günah işlemekten uzak düşünülemeyen kendileri için daha fazla oruç tutmak gerektiği kanaatine varmışlardır. Rasuiüllah kendi makamının onlara benzemediğine işaret etmiş, Buhâri'nin rivayetine göre "Hanginiz benim gibidir" buyurmuştur. Allah (c.c) Rasûlü'ne yeme ve içmenin vereceği güç ve kuvveti vermiştir. Böylece bütün ibadetleri yerine getirebilecek takat verilmiştir. Ancak oruçta asıl olan açltğı hissetmektir. Nitekim Kurtubî Rasûlüllah'm (s.a) tokluktan ziyade hayatı boyunca açlığı yaşadığını ve bu sebepten karnına taş bağladığı zamanlar olduğuna dikkat çekmiştir. Ibn Kayyim ise, "Allah'ın azametini tefekkür, ona olan muhabbetle gözünün aydınlanması, onu yakarışa dalmak vb. şeylerle meşguliyet, yeme ve içmeyi unutturmakta ve açlığı hissettirme-mektedir. Bu meşguliyetle bedenin gıdası maddî gıdadan daha iyi sağlanmaktadır" demiştir. Uykudaki bir insanın açlık ve susuzluktan uzak olması gibi Rasuiüllah beşeri hallerden etkilenmeyecek şekilde ulvî hallere gark olmakla açlık hissetmemektedir de denilmiştir.
Had'stm çıkarılan hflkûmkr şualardın
Bütün seneyi onıçla geçirmek haramdır. 2ira devamlı oruç tutulması halinde bünyenin zayıflaması ve usanma sözkomısudur. Diğer ibadetlere devam etmekten âciz kalınabilir. Bilinmelidir ki peşpeşe oruç tutmak bizzat Rasü-lülîah'm (s.a) özeUiklerindendir.[66]
231. Ebu Katâde e!-Hâris b. RibTden (r.a) Rasûlüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "(Çoğu kere) ben namaza dururum ve kıraati uzatmak İstediğimde bir çocuğun ağlamasını duyunca anasına zahmet olur endişesiyle namaz(da okumay)ı kısa tutarım". (Euhârî rivayet etmiştir).[67]
RasûlüHah (s.a) "Gözümün aydınlığı namaz" buyurmuştur. Bu sebeple RasülüHah (s.a) namazı uzun tutmak istemektedir. Buluğ çağından öncekiler için "Tîfl" ve "Ğulâm" denüir kî, türkçemizde çocuk manasına gelir.
Bir hadiste "Rasûllah (sm) birinci rekraiîa uzun bir sûre okudu" bu-yurulmuştur. Anne namaz kılarken çocuğunun ağlamasını işitince namazın uzaması kendisine zor gelir. Hadİs'te özellikle anne şefkati babaya nisbetİe daha belirgin olmasından dolayı anne zikredilmiştir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Ra&ûlüllah (sa) ashabına şefkatle muamele etmiştir. Onlar üzerinde vuku bulacak büyük, küçük her şeyi gözetmiştir.[68]
232. Cündeb b. Abdullah'dan (r.a) Rasülüllah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kim sabah namazım kılarsa, o Allah'ın himayesin-dedir. Allah (himayesine girerken yapılan) ahidieşrne gereğince; sizden bir şeyi taleb etmesin. Çünkü Allah ahdinden bîr şeyi, kimden isterse onu yakalar, sonra da yüz üstü cehennem ateşine atar". (Müslim rivayet etmiştir).[69]
Cündeb b. Abdullah b. Süfyân el-Beceli (r.a) sahabîdir. Önce Kûfe'de, senra da Basra'da ikamet etmiştir. Rasûlüliah'dan (s.a) 43 hadis rivayet etmiştir.
Hadis "Bİr kişi sabah namazını cemaatle kılarsa, o kişi Allah'ın (c.c) kefalet ve teminatı altına girer Bu sebeple; siz Allah'a isyankar olmayın. Eğer O'nun rızasına uymayan bir ameide bulunursanız Allah size yetişir ve cezanızı verir. Bu ceza ise tepe-taklak cehenneme atılmaktır" anlamındadır.
Mezkur hadisin "Her kim sabah namazını kılarsa Allah'ın himayesin-dedir. Ona az bir şeyle de olsa köîülük yapmayın. Eğer ona zararınız dokunursa Allah sizi kuşatır ve onun kuşatmasından kurtulamazsınız ve sizi cehenneme yüz-üstU bırakır" anlamına geldiği de söylenilmektedir. İbn Hacer d-Heytemı "Bu hadis, devamlı beş vakitle beraber, sabah namazını kılan kimseyi, kötülük yapmaktan şiddetle sakındırmaktadır" demiştir. sş-Şârâni de, "el-Haccâc, fücurunun şiddetine rağmen kendisine, yakalanıp getirilen kimseye sabah namazım kılıp kılmadığını sorardı. Eğer adam "kıldım" derse bu sebeple ona kötü davranmaktan sakınırdı" diye nakleder.
Hadisten çıkanlan hükümler şunlardır:
InsanSann ihtiyaçları için dağılmaları âm olan günün evvelinde kılman sabah namazı çok faziletlidir. Sabah namazının terkiyle mü'min ile Rabbt arasındaki ahid bozulmuş dur.[70]
233. İbn Ömer'den (r.a) Rasûlüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Müslüman müslümamn (din) kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmanına teslim etmez. Kim kardeşinin ihtiyacını karşılarsa, Allah da onun ihtiyacım karşılar. Her kim bir müslümandan sıkıntısını gîderirse, Allah da buna karşılık ondan kıyamet gününün sıkıntılarından birini giderir. Her kim bir müslümamn ayıbını örterse Allah da kıyamet günü onun ayıbını örter". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[71]
Müslümanların kardeşliği İslâmiyet itibariyledir. Nitekim Allah (cc) "Muhakkak mü'minler kardeştirler..." (Hücurat, 10) buyurmuştur. "Ona zulmetmez..." ifadesi emir anlamındadır. Zira müslümamn diğer müslüman kardeşine zulmetmesi haramdır. Mazluma yardımcı olmak farz-ı kifayedir. Devlet yetkililerinin mazluma yardım etmesi İse farz-ı ayındır. Müslümani tehlikeye atmamak sünnettir. Bu, duruma göre ehemmiyet kazanır, Müslümana gizlice tenbih ve nasihatta bulunmakla beraber, suçu örtbas edilmelidir. Eziyet ve fesat İle tanınmayan İyi hâl sahiplerinin suçu gizlenebilir. Bir hadiste "Güzel hâl sahiplerinin küçük hatalarını affediniz" buyurulmuştur. Her suçu alenen gözönünde yapanların suçlarını örtmenin bir anlamı yoktur.
Daha fazla fesada yol açmamak için kötü hâl sahiplerinin suçu, kendilerinden bir zarar gelmesi söz konusu değilse; devlet yetkililerine şikâyet edİ-lir. Henüz yapılmakta olan bir suça ise el veya dil ile engel olunmalıdır.
Müslümanların İhtiyaçlarını giderme konusunda peygamberimiz (s.a) "Amellerin en faziletlisi, mü'minin sevinmesini sağlamaktır. Bu, çıplak ise, giydirmen, aç ise doyurman veya bir ihtiyacını gidermen ile olur" buyurmuştur. Diğer bir hadiste de "Her kim müslüman kardeşinin ihtiyacını gidermeye çalışırsa ister ihtiyacını gidersin, isterse tamı tamına gideremesin, geçmiş ve gelecek günahları bağışlanır. Onun için iki kurtuluş yazılır Cehen-nem'den kurtuluş ve Nifak'tan kurtuluş" buyurulmuştur.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Canlıların rızkım Allah Üstlenmiştir. Onlann sıkıntılarım ve ihtiyaçlarını gidermek, onlara iyilik yapmaktır, Allah muhtaç kullarına yardımcı olanı sever. Müslümana zulmetmek ve onu zâlimlerin etine terketmek haramdır. Müslümamn ihtiyacım karşılamak ve sıkıntısını gidermek için çalışmak müslümanlarm görevidir.[72]
234. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Müslüman, müslümamn (din) kardeşidir. Ona hıyanet etmez, ona yalan söylemez, ona yardımım terketmez. Her müslümamn namusu, matı ve kanı'fdiğer) müslümana haramdır. (Rasûtüllah kalbini göstererek) takva buradadır. Bir kimseye şer olarak müslüman kardeşini hakir görmesi yeter". (Tir-mizî rivayet etmiş ve Hadis Hasen'dir demiştir).[73]
Kardeşlik, iyiliği ve faydalandırmayı gerektirir. Kardeş kardeşe hıyanet etmez, üzerindeki haklarını eksiltmez. Yardımlaşma ve dayanışma kardeşliğin özelliğidir. Kardeşin kardeşi tasdik etmesi ve onu yalanlamaması gerekir. Kardeş kardeşe yanlış haber ve gerçeğin hilafına biîgi vermez, üjei-İikle ihtiyaç halinde kardeş meşru yardımdan mahrum bırakılamaz. Nitekim Cenab-i Allah "İyilik ve takva üzerinde yardımlasın..." (Maide, 2) ve "Fakat onlar dinde yardım isterlerse onlara yardım etmeniz gerekir" (En-fâl, 72) buyurmuştur.
Müslüman mazlum din kardeşine yardım eder. Onu zâlimin zulmüne ter-keîmez. MusMman, din kardeşine nasihat ederek onu gıybet etmekten uzaklaştırır. Hem dünyevî hem de uhrevî yardımlaşmayı ihma! eımez. Peygamberimiz (s.a) "Bir müslüman bir müslüman kardeşinin ırz, mal ve canına zarar gelmesine &öz yumarsa, AİlaH da onu yardıma muhtaç olduğu yerde yardım-sızbırakır" buyurmuştur. Diğer bir hadiste de "Her kim müslüman kardeşine gıyabında yardımcı olursa A Hah da ona hem dünyada hem de âhirette yardımcı olur" buyurulmuştîîr. Müsifimaiun soyuna ve nesebine iftira etmek, gıybet etmek, sövmek ve SaBîÜ sözlsr kullanmak caiz değildir. MüsİÜmanın malım gasbetmek ve zarar vermek haramdır. Müsiümamn mahnm, canının ve ırzının korunması Kiiab, Sünnet ve kraa-ı Ümmet iîs sabittir. Müslüman küçük düşüriilemez, hakir görülemez. Rasülüüah (s.a) "Kalbinde zerre kadar kibir bulunan {doğrudan doğruya) cennete giremez'' buyurmuştur. Müs-lümam küçük görerek ona selâm vermekten kaçmmak da kibirin esendir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Muslümamn kanı, malı ve ırzı haramdır. Kibir Hakka karşı şımarıklık, halkı da küçümsemektir. Müslümanİaraı küçümsenmesi büyük günahlardandır. Zira müslüman Allah katında değerüdir.[74]
235. Efeu Hüreyre'den (r.a) Rasûlüllah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Birbirinize hased etmeyiniz, almak İstemediğiniz bir malın fiyatım artırmaymız. Birbirinize kin beslemeyiniz. Birbirinize (darıiıp) sırt çevirmeyiniz. Sizden biri, bir başkasının satışım bozup kendi malını salmasın. Ey Allah'ın kullan! Kardeş olunuzt Müslüman müsiümamn kardeşidir. Ona zulmetmez, ona yardımını terk etmez, onu küçük görmez. (Rasûlüllah üç defa kalbine işaret ederek) Takva şuradadır. Bir kimseye şer olarak müslüman kardeşini hakir görmesi yeter. Her müsîümanm kanı, mah ve namusu (diğer) müs-iümana haramdır". (Müsiİm rivayet etmiştir).[75]
"Hased"; hased edilen kimsedeki ni'metin yok olmasını istemektir.
"Gıpta" bunun karşıtıdır. Çünkü gıpta nimetin sahibinde kalmasını istemekle beraber bir bsnzerinin de kendisine verilmesini arzulamaktır. Hased, Allsh'm kuluna verdiği nimete karşı koymakla Allah'a isyanda-. Kainin eliyle ve diliyle uğraşarak; nimetin hased edilenden kendisine veya başkasına geçmesini istemesi ise hasedin en çirkinidir. Nimet sahibinin elinden ninıciiîi gitmesini düşünmek de günahtır. Dinî konularda nimet sahibinde bulunanın
bk mislinin de kişinin kendisinde olmasını arzulaması güzeldir. Şehid olmayı istemek gibi. Hile Ue başkasını aldatmak haramdır. Aİlah Teâiâ "... Kötü tuzak, ancak sahibine dolanır..." (Fâtsr, 43) buyurmuştur. Satıcının malın ayıbını gizlemesi, iyiyle kötünün karıştırılması gibi şeyler haramdır. Hüe savaşta caizdir. Nitekim Rasûlüllah (s.a) "Harb hiledir" buyurmuştur.
Bugz ve nefret ancak Allah içindir. Rasûlüllah (s.a) "Kim Allah için sever, Allah için buğz eder ve AUah İçin harcarsa, O imanım kemale erdirmiştir" buyurmuştur.
"Haz yardımsız bırakmak, rezil etmek anlamındadır. Yani "Bir müs-lüman din kardeşini zâlime karşı müdafaadan ve din kardeşine yardım etmekten geri kalmaz" demektir. Zahirî ameller ile takvanın hasıl olmayacağı, takvanın ancak Allah'ın azameti ve O'ndan korkmak ve O'nu murakabe ile ancak kalbte olacağı sebebiyle Rasûlüllah kalbe işaretle "Takva şuradadır..." buyurmuştur. Yine peygamberimiz (s.a) "Allah fcc) sizin bedenlerinize ve suretlerinize bakmaz. Sadece kalblerinize bakar" buyurmuştur. Zira zahirî amellerle takva gerçekleşmez.Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Allah'a karşı isyan ifâde eden hased haram kılınmıştır. Almayacağı halde fiyat yükselterek başkasının aldanmasına yol açmak haramdır. Şer'î bir özür olmadıkça üç günden fazla dargın kalmak haramdır. Alışveriş esnasında başkasının araya girerek aynı şeye müşteri olması yasaklanmıştır. Zira bu durum insanlar arasında kin ve huzursuzluğa sebep olur.[76]
236. Enes'den (r.a) Rasülüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Sîzden biri kendisi için sevdiğini din kardeşi için de sevmedikçe (hak-kıyle) îman etmiş olamaz". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir). [77]
Mezkur hadis Neseî'nin rivayetinde şek ile tesbit edilerek "Din kardeşi için ya da komşusu için de sevmedikçe..." denilmiştir.
Mü'minin, kendisi için istediği şeyin bir benzerini din kardeşi için de İstemesi, kendine verilen nimetten hiçbir şey noksan kalmamak ve kendine verilene dokunmamak şartıyla din kardeşine de böyle bir nimetin verilmesini istemesi kalbi selim olanlar için kolaydır. Kendisi için dilediği şeyleri din kardeşi için de isteyen kimse dinin diğer erkânını yapmasa iman-ı kâmil sahibi olamaz.Zira kendisi için sevdiğini din kardeşi için de sevmek imanın en büyük rüknü gibi gösterilerek mübalağa edilmiştir. Veya imanın diğer rükünlerinin yerine getirilmesiyle ancak böyle bir istek seviyesine ulaşılır.
Bir rivayette ise "Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, kul kendi nefsi için sevdiği hayırları mü'min kardeşi için de sevmedikçe kâmil bir iman sahibi olamaz" buyurulmuştur.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Mü'minler tek bir nefis gibidir. Kendi nefsi için sevdiğini mü'min kimse kardeşi için de sevmelidir. Zira bir vücut gibidirler. Kişinin kendisi için çirkin bulduğunu din kardeşi için de çirkin görmesi imanının kemâlindendir. Mü'min, tevazu ve güzel ahlâk sahibi olmalıdır. Müslümanları yardımlaşmaya ve dayanışmaya sevkeden, birbirlerine karşı sevgi ve saygı içinde bulunmalarıdır.[78]
237. Enes'den (r.a) Rasülüllah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Zâlim olsun mazlum olsun kardeşine yardım et". Bir kimse "Yâ Rasû-lüllahi Mazlum ise (din kardeşime) yardım ederim. Zâlim ise ona nasıl yardım ederim ne büyürsünüz?" dedi. Rasûlüllah (s.a) "Onu zulmetmekten alı-korsun, bu da ona yardımdır" buyurdu. (Buhârî rivayet etmiştir).[79]
Müslim'in Câbir'den (r.a) rivayetinde "Yardım edilen kişi zâlim ise, müs-lüman kardeş, o zâlimi zulmetmekten alıkoysun. Bu da zâlim için bir yardımdır" buyurulmuştur. Zâlimin iki elinin üstünden yapışarak zulmüne engel olmak, onun Allah'ın azabma hak kazanmasına engeldir ki; bu onun için büyük bir yardımdır. Zira zâlim ayiu zamanda kendi nefsine de zulum etmektedir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Zâlime zulmünde yardıma olmak, onun telindendir. İslâm, zâlimin zulmüne engel olmayı, zâlime yardım olarak telakki etmiştir.[80]
238. Ebu Hürr/rc'den (r.a) Rasûîüüah'm (s.a) şöyle buyurduğu edilmiştir: "Müslümanin müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selâm atmak hastayı ziyaret stmek, cenazelere gitmek, daveti icabet etmek, aksirana ha^rf-dilemek". (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir) [81]
239. Ebu Umâre el-Berâ b. Âzib'den (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir.
RasûlUllah (s.a) bize yedi şeyi emretti, yedi şeyi de yasakladı. Bize hasta ziyaretini, cenazeleri izlemeyi, aksırana "yerhamukellah" demeyi, yemin edeni tasdik etmeyi, mazluma yardım etmeyi, davet edene icabet etmeyi, selâmı yaymayı emretti. Bizi, altın yüzük takmaktan, gümüş kablardan su içmekten, kırmızı ipekli eğer minderlerinden, ipek keten karışımlı kumaştan, ipek atlas ve dibâc'tan ma'mul kumaşlardan nehyetti. (Buharı ve Müslim rivayet etmişlerdir).[82]
Başka bir rivayette:
"Bulunan yitiği tarif etmeyi" ifâdesi de emredilen İlk yedi,şeyden biri olarak zikredilmiştir.
Hasta ziyareti, cenaze arkasından yürümek, aksırana "yerhamukettah" demek ve yeminini bozmayıp yemin üzere devam etmek sünnettir. Mazluma yardım etmek ise farz-ı kifayedir. Selâm almak bîr kişi için farz-ı ayın, cemaat halinde ise farz-ı kifayedir. Selâmın yayılması konusunda Rasûlüllah (s.a) "Tanıyıp tanımadığın herkese selam verirsin" buyurmuştur.
Kayıbm ilam ve tarifi, insanların kalabalık ve sahibinin bulunması ihtimalinin çok olduğu yerlerde yapılır.
"tstebrak" kalın ipeklidir. "Dibak" ibrişim ve ince ipeklidir. Altın yüzük erkekler için haramdır. Erkeklerin ipekli giymeleri de haramdır.
Beden hafifliğine ve seddlerin açılmasına vesile olan aksınp hapşırma; itaat ve hayır İşlemeye çeviklik getirir. Aksıran kimsenin sağlığı ve hafiflemesine karşı Allah'a hamd etmesi müstehaptır. Rasûlüllah (s.a) "Bir kimse aksınp, hamdettiği zaman onun hamdettiğini işiten her müslüman üzerine "Yer-hamukellahu (Allah sana merhamet etsin)" diye mukabele etmesi aksıran mü'-min için hak olur" buyurmuştur.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Müslüman olsun, zunmî olsun mazluma yardım etmek; gücü yeten kimse üzerine farzdır. Mazluma yardım; hakkını vermek veya zâlimden hakkını almakla olur.
Mubah, güzel amellerde yemin yerine getirilmelidir. Ancak haram bir iş yapmaya yemin eden, onu yapmamalıdır. Altın ve gümüş kaplar kullanmak yasaklanmıştır. Erkeklerin altın yüzük takınmaları ve her çeşit ipek elbise giymeleri haramdır.[83]
"Kötü sözlerin, iman edenlerin içinde yayılıp duyulmasını arzu edenler (yok mu?), dünyada da, âhireîte de onlar için pek acıklı bir azab vardır". (Nûr, 19)[84]
240. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlüllah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bir kul, dünyada bir kulun aybını örterse, Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter". (Müslim rivayet etmiştir).[85]
Kötülüğüne rastlanılmamış iyi ahlâk sahibi birinin ayıbına muttali olan kimse, onu ifşa etmemelidir. Kıyamet gününde ayıpların örtülmesi dünyaya nisbetle daha tesirli ve faydalıdır.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Dünyada bir kimsenin ayıbını gizleyen kimsenin âhirette günahları açığa vurulmaz. Yapılan işe uygun olarak karşılık verilir. Allah'ın kulunun günahım gizlemesi, ya o günahı bağışlayıp ondan mesul tutmaması ya da başkası haberdar olmadan sorumlu tutup, sonra bağışlamasıdır.[86]
241. Ebu Hüreyre'den (r.a) "Rasûlülİah'ı (s.a) şöyle derken işittim" dediği rivayet edilmiştir: "Suçunu açığa vuranlar hariç ümmetimin hepsi bağışlanmıştır. Adamın geceleyin bir günah işleyip, sonra Allah onun bu ayıbını gizlemişken sabahleyin; "!Sy falan! Dün gece şöyle şöyle yaptım" demesi günahım açığa vurmasıdır. Halbuki geceleyin Rabbi onun günahının üzerini örtmüşken, o ayıbının üzerine Allah'ın çektiği örtüyü kaldınveriyor". (Bu-hârî ve Müslim rivayet etmiştir)[87]
İşlediği kötülüğü marifetmiş gibi başkalarına anlatanlar, zamanımızda çoğalmıştır. Çeşitli kötülüklerin hemen her yerde utanılmadan anlatıldığı bir gerçektir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Günahtan açıkça işleyip, başkalarının da görmesini isteyenler için büyük azap vardır. Günahı açıkça işlemek Allah'ın öfkesine sebep olur. Tevbe edilen kapalı günaha ise Allah'ın bağışı vardır. Zira açıktan günah İşlemekte, Allah'ı, Rasûlü'nü ve sâlih mü'mînleri hafife almak, toplumun değer yargılarını çiğnemek ve dinî yasaklan küçümsemek söz konusudur.[88]
242. Ebu Hüreyre'den (na) Nebi'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bir câriye zina eder, zinası da açığa çıkarsa ona hadd vurulsun ve suçu başına kakılmasın. Şayet ikinci defa zina ederse hadd vurulsun ve suçu basına kakılmasın. Sonra üçüncü defa zina ederse efendisi onu -kıldan bir ip karşılığında bile olsa satsın". (Buhar! ve Müslim rivayet etmişlerdir).[89]
Cariyenin ayıbını yüzüne vurmak, onun kusurlarım saymak, başa kakmaktır. Bu davranış ona sözle eziyettir. "Kıldan bir ip kargılığında bile olsa satılması; zraâkar cariyenin elden çıkarılmasına teşvik içindir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
İsyankârlardan uzaklaşmak ve onlarla beraber olmamak gerekir. Mal -ayıplı olursa, sana bu ayıbı açıklamak durumundadır. Satıcmm kendisi için uygun bulmadığını, başkası için caiz görmesi caizdir. Zira câriye başkasının yanında iffetli davranabilir veya diğerinin heybetinden korkup günaha meyletmeyebilir, ya da alıcı onunla evlenip, onun zinaya gitmesine engel olabilir. Günahkârlara rahmet ve şefkatle muamele edilmelidir ki onlar doğruya ve güzele yöneltilmiş olsun.[90]
243. Ebu Hüreyre (m) der ki:
Nebi'ye (s.a) içki içmiş bir adam getirildi. Rasûlullah (s.a) "O'na vurunuz" buyurdu. (Ebu Hüreyre diyor ki): Kimimiz eliyle, kimimiz ayak-kabısıyla, kimimiz de elbisesiyle ona vurdu. Adam oradan ayrılınca, onlar-dan biri "Allah sent rezil kılsın" dedi. Rasûlullah "Böyle söylemeyin, ona karsı şeytana yardım etmeyin" buyurdu. (Buhârî rivayet etmiştir).[91]
Mezkur hadiste sarhoşun dövülmesi emredildigi halde dayak miktarı zik-redilmemistir. İçkinin haramlığı Kur'ân ile sabittir, içkinin azı da cezayı gerektirir. Şeytan horlamaya sevindiği için: Rasûlullah (s.a) şeytanı memnun edecek hareketlerden kaçınmayı emretmiştir. Hadis "Günahkârın horlama isleri yapmaktan kurtulması ve hidayet bulması için dua ediniz. Ona beddua ederek, şeytana yardımcılar olmayınız" anlamındadır.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
İçkinin haddi; el ile, elbiseyle ve terlik ile vurmakla hâsıl olmaktadır.
Âsiye hadd uygulandıktan sonra hidayete ermesi için dua etmek gerekir. Şeytan'a yardıma olmamak için ona beddua etmemelidir. Rasûlullah âsilere bnlarıîi hŞtülükleri terketmesi için daha güzel üslûb kullanmaktadır.[92]
"Her ne hayır işlerseniz şüphesiz Allah onu çok iyi bilen (mükâfatını veren) dir". (Bakara, 215)[93]
244. İbn Ömer'den (ra) RasÛlüllah'm (sa) söyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Müslüman müstümamn (din) kardeşidir. Ona zulmetmez. Onu düşmana terketmez. Kim (din) kardeşinin bir ihtiyacım karşılarsa Allah da onun bir ihtiyacım karşılar. Kim bir müslümandan dünya sıkıntısını giderin* Allah da buna karşılık ondan kıyamet gününün sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderir. Kim bir müslümamn ayıbım gizlerse Allah da kıyamet gününde onun ayıbım örter". (Buhârî ve MüşÜm rivayet etmişlerdir).[94]
Bu hadisin şerhi 233 no'lu hadiste geçmiştir.[95]
245. Ebu Hüreyre'den (r.a) Nebi'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştin "Kim bir mü'minden dünya sıkıntılarından birini giderir, ona rahat nefes aldırma; Allah da ondan kıyamet günü sıkıntılarından birini gidererek rahat nefes aldırır. Her kim darda kalana kolaylık sağlarsa Allah da ona hem dünyada hem de âbirette kolaylık gösterir. Kim bir müslümamn ayıbım gizlerse Allah da dünya ve ahirete onun ayıbının üzerine perde çeker. Kul, müs-lüman kardeşinin yardımında oldukça, Allah da onun yardımında olur. Kim ilim öğrenmek amacıyla bir yolculuğa çıkarsa Allah da onun önüne, cennete ulaştıran bir yol açar. Bir cemaat Allah'ın kitabını okumak ve aralarında onu müzâkere etmek üzere Allah'ın evlerinden bir evde toplanırlarsa Allah onların üzerine güven indirir, onlan rahmet kaplar, melekler çevrelerini kuşatır ve Allah onlan katındaki (melek)lere anar. Kimin ameli kendisini geri bira-kırsa, onu soyu sopu çabuklaştırmaz". (Müslim rivayet etmiştir).[96]
Âdeta içinde bulunduğu maddî-manevî problemler sebebiyle nefes almakta güçlük çeken bir hasta veya boğulmakta olan bir kişi gibi olan mü'-mine, rahat bir nefes almasını sağlayan, yâni onun nefsini hüzne boğan, kalbini huzursuz kılan şeyi gideren kimsenin, Cenab-ı Allah kıyamet gününde rahat nefes almasını sağlar. Dünyada mü'miniere yaptığı maddî ve manevî yardımlar sayesinde kişi âhirette Allah'ın yardımına mazhar olur. Dünya sıkıntıları ile âhiret sıkıntıları kıyaslanamayacak derecededir. Müslümanlara, ilim, mal, mevki, nasihat, hayra delâlet, bizzat yardımcı olarak, giderek, vasıta olarak, aracı olarak ve dua ederek destek vermek; Allah katında değer bulan şeylerdir.
Dünyada borç ve malî sıkıntılar içinde bulunan kimseye bir mü'minin kolaylık sağlaması, borcunu ödeyebileceği zamana kadar mühlet vermesi veya sadaka ve hibe yoluyla onu mâli krizden kurtarması, âhirette kendi kurtuluşunu hazırlar.
Nitekim bir hadiste "Her kimin kıyamet gününde Allah'ın kendisini kurtarması hoşuna gidiyorsa, darda kalana rahatlık sağlasın ve tamamen bağışlasın" buyurulmuştur. Diğer bir hadiste de "Her kim, darda kalmış alacaklı olduğu bir kimseye ödemede kolaylık sağlar, mühlet verirse veya tamamen alacağım ona terkederse, hiçbir gölgenin olmayıp, sadece Allah'ın arşının gölgesinin olduğu gün, Allah onu gölgelendirir" buyurulmuştur. Ahmed b. HanbePin rivayet ettiği bir hadiste ise: "Kim duasının kabul olmasını ve sıkıntılarının giderilmesini isterse darda kalana kolaylık sağlasın" buyurulmuştur.
Mü'min bir başka mü'mine kalbiyle, bedeniyle, malıyla ve başka yollarla yardımda bulunduğu müddetçe Allah da onun yardımındadır. "Sekine" vakar ve itmi'nân anlamlarına gelir. Nitekim Allah Teâlâ "O, imanlarına iman katsınlar diye mü'minlerin kalplerine sekine (ve sebat) indirdi..." (Fetih, 4)' buyurmuştur.
Zikreden müminleri araştıran melekler veya rahmet ve bereket melekleri tarafından ilimle meşgul olanlar kuşatılırlar. Bir rivayete göre; melekler arşa kadar dizilerek zikir ve ilim ehlini kuşatırlar, öyle ki şeytanın girebileceği bir boşluk bırakmazlar.
"Bir kimseyi ameli yavaşlatırsa, nesebi hızlandırmaz-." ifadesi "Sülalesinin, soyunun şerefine güvenerek güzel amellerde kusurlu olanlar, amel edenlerin mertebesine ulaşamaz" anlamındadır.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Sıkıntıda olana kolaylık sağlamak fazilettir. İlim talebinde koşmanın fazileti büyüktür. Kur'ân-ı KerimM okumak ve üzerinde tetkik etmek için toplamak Allah'ın hoşnut olduğu bir ameldir. Saadete soy ve şeref ile erişilemez ancak çalışmakla erişilir. Müslümanların hayırlı işlerde birbirleriyle yardim-laşıp, dayanışmaları gerekir.[97]
"Kim güzel bir şefaatle şefaatte bulunursa ondan kendisine bir hisse (se-vab) vardır". (Nisa, 85)[98]
246. Ebu Musa el-Eş'ârî'den (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Nebi (s.a) kendisine bir İhtiyaç sahibi geldiğinde, yanında oturanlara dönerek "(Bu işe) şefaat (delâlet) edin, mükâfatlandırılırsınız. Allah, nebisinin diliyle sevdiğini yapar" buyururdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[99]
Diğer bir rivayette "sevdiğini" yerine "dilediğini" şeklinde bir ifade kullanılmıştır.
Bu hadiste "Birbirinize aracı olun. Benden bir şey isteyene şefaatçi olursanız Allah (cjc) ona ihtiyacını benim vasıtamla verir. Böylece hem isteyen ihtiyacına kavuşur hem de aracı olan sevab kazanır" denilmek istenmiştir.
Aracılık meşru konularda caizdir. Devlet yetkililerinin yanında insanların birbirlerine şefaatçi olmaları uygundur. Haram olan konularda ve şer'î hadlerin uygulanmaması için aracılık caiz değildir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
ihtiyaç sahibine yardım için aracı olmakta sevap vardır. Hâkime konu iletildikten sonra, şer'î hükümlerde affetme yetkisi yoktur ve aracılık da yapılamaz.[100]
247. tbn Abbâs (r.a) Berîre ve kocasının kıssası hakkında şöyle demiştin
Nebi (s.a) Berîre*ye "Kocana dönsen (olmaz mı)?" buyurdu. Berîre "Yâ Rasûlüllah! (Dönmem için) bana emrediyor musunuz?"Rasûlüllah "Ben ancakşefaat (amalık) ediyorum"'buyurdu. Berîre "Onda benim için ihtiyaç (fayda) yok" dedi. (Buhârî rivayet etmiştir)[101]
Berîre, Hz. Aişe'nin cariyesi îdi. Berîre'nin kocası Muğis siyah bir köle idi. Berîre âzâd olunca, Rasûlüllah (s.a) Berîre'yi muhayyer kıldı. Peygamberimiz (s.a) "Kocana dönsen" buyurmakla, Berîre'nin kocasına dönmesinin daha iyi olacağını imâ etmiştir. Bununla beraber bu istek bir aracılıktan öteye geçmemiş; yani emir şeklinde olmamıştır. Nitekim Allah (c.c) ".. Kocaları da bu arada barışmak isterlerse, onları geri almaya daha çok hak sahibidirler..." buyurmuştur. (Bakara, 228)
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Köle olan kan kocadan kadın âzâd olursa, kadın muhayyerdir, ister nefsini tercih eder, nikâhını fesheder, isterse kocasını tercih eder. Onunla evliliğim devam ettirir. Berîre nikâhın feshini tercih etmiştir.[102]
"Onların fısıldaşmalarrnın birçoğunda hayır yoktur. Meğer ki bir sadaka vermeyi, ya bir iyilik yapmayı ya da insanların arasını düzeltmeyi emreden ler(inki) ola". (Nİsâ, 114)
"Sulh daha hayırlıdır". (Nisa, 128)
"Allah'tan sakının ve aranızı düzeltin". (Enfâl, 1)
"... Mü'minler ancak kardeştirler. O halde iki kardeşinizin arasını (bulup) barıştırın", (Hucurat, 10)[103]
248. Ebu Hüreyre (r.a) Rasülullah'ın (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "İnsanların vücudundan her bir eklem üzerine güneşin doğduğu her günde sadaka borcu vardır. İki kişi arasında adaleti gözetmen sadakadır. Hayvanına binmek isteyen adama yardım edip bindirmen veya eşyasını yüklemen sadakadır. Güzel söz sadakadır. Namaz kılmak için attığın her adım sadakadır. Yoldan geçenlere eza veren şeyi kaldırıp atman sadakadır". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[104]
"Sülâmâ" parmak kemikleri, kemik veya mafsal anlamına gelir.
Kemikler insan bedeninin esasıdır. Çünkü insanın hareketi ve sükûnu kemiklerle sağlanır. Bu sebeple kemikler Allah'ın insanoğluna bağışladığı en büyük nimetlerdendir. Her bir kemik nimetine karşılık bîr sadakanın va-cib kılmmasıyia, onlara şükretmek; Allah'ın hakkıdır. Ancak Allah (c.c) lütf-u keremiyle bazı güzel amelleri sadaka kabul etmek suretiyle insanların şükür borçlarını hafifletmiştir.
İnsanların arasını iyileştirmek, onları barıştırmak adaletin bir çeşididir. Bu sebeple Buhârî bu hadisi "Su/h Kitâbı"ndz rivayet etmiştir.
Müslümanlar arasında ülfet ve muhabbeti artırmak için verilen ehemmiyet; bu konuda yalana bile ruhsat verilmesi ile belirtilmiştir. Ahmed ve Mehmcd'in dargınlığı varsa Ahmed'e giderek "Mehmed'i gördüm seni seviyor ve seni övgüyle anlatıyor" gibi şeyler söylenebilir. "Müslüman kardeşe güler yüzle bakman da sadaka sevabı getirir" hadis-i şerifi ile insanlarla beşeri münâsebetlerin güzelleştirilmesine dikkat çekilmiştir, tüm tahsil etmek, komşu, akraba ve din kardeşlerini ziyaret etmek, namaza gidip gelirken atılan adımlar gibi şeyler sevap getirirler. Yoldan geçenlere cziyci veren şeyi kaldırmak iman ehlinin şiarıdır. Nitekim Rasûlullah (s.a) "İman yetmiş küsur şubedir. En üstünü "Lâ ilahe illallah" demek, en aşağısı da yoldan geçenlere zarar veren şeyleri kaldırmaktır" buyurmuştur. Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Her gün sadaka vermek suretiyle Allah'a şükretmek gerekir, Kişinin kendisini serden alıkoyması da sadakadır. Allah'ın emirlerini yerine getirip, nc-hiyierinden kaçınmak zaruri bir şükürdür. Nafile ibadetler, zikirler ve başkasına yardımcı olmak gibi davranışlarla şükür ziyâdeleştirilmiş olur.[105]
249. Ümmü Külsüm bintİ Ukbcb. Ebî Muayt'dan (r.a) Rastılulİah'i (s.a) şöyle derken işittiği rivayet edilmiştir: "İnsanların arasını düzeltmek için iyi haber götüren veya hayır söz söyleyen kişi yalancı değildir". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[106]
Müslim'in diğer rivayetinde şu ziyadelik vardır: "Ümmü Küisüm der ki: Uç sey hâricinde Rasiilullah'ın insanların (uydurma) sözlerine müsâmaha ettiğini duymadım. (Ümniü Külsüm); savaşı, insanların arasını düzeltmeyi, erkeğin hanımına, kadının kocasına karşı söylediğini kasdctmişlir".
Bir maslahattan dolayı, hadiste zikredilen üç yerde yalan söylemek Caizdir. Yasaklanan yalan, zararlı olanıdır. Mesela zâlime, yanında gizlediği kimseyi teslim etmemeluçin yerini söylememek ve nerede olduğunu bilmediğini belirtmek caizdir.
Yalan söylemenin hiçbir zaman caiz olmadığını ancak bu üç yerde tevriye ile caiz olduğunu söyleyenler vardır. .Mesela hanımına vaadde bulunan kimsenin kalbinden "İnşaallah " demesi gibi, vaadin yerine gelmesi gelecekle İlgili olduğundan yalan sayılmaz.
Zira hadis, yalanın asimi yok etmemekledir. Ancak yalan ü/erinc rüt-belcndirilmiş olan günahı yok çimekledir. Gerek ıslâh, gerekse başka bir maksatla söylenen gerçeğe aykırı söz şüphesiz yalandır. Yalnız ba/ı konularda fesadı düzeltmek için ruhsat verilmiştir.
Yalanı hiçbir şekilde caiz görmeyenler, Rasûlullah'm (s.a) yalanı mutlak suretle yasakladığını ve "yalanın imandan uzak olduğunu" belirttiğini ileri sürerek, bu sözü ile Rasûlullah'ın insanların arasını düzeltmeye çalışanların hayır olan şeylerden bahsetmelerini, aralarında şerr olanlarını duyduklarında sükût ederek söylememelerini ima etmiştir, derler. Zira böyle bir davranışın güçlüğü kolaylaştıracağını ve uzağı yakınlaştıracağını söylerler. Yine yalanı asla caiz görmeyenler, "savaşta cevaz verilen hile, iki anlamlı olan lafızlarla kuşku uyandırmaktır. Zira vak'anın zıddtnt haber vermek doğru değildir" derler.
Ümmü Külsüm Mekke'de müslüman olmuştur. Kadınlardan İlk hicret eden olduğu söylenir. Ümmü Külsüm hicreti esnasında Mekke'den Medine'ye kadar yürümüştü. Medine'de Zeyd b. Harise ile evlenmiştir. Mûte harbinde Zeyd'în sehid olmasından sonra Zübeyr b. el-Avvâm ile evlenmiştir. Zübeyr'-den Zeyneb isminde bir kızı olmuştur. Zubcyr'dcn boyanarak Abdurrahman b. Avf île evlenmiştir, ibrahim Humeyd, Muhammed ve İsmail isimlerinde çocukları olmuştur. Abdurrahman'in ölümünden sonra Amr b. el-Âs ile evlenmiş ve bir ay sonra ölmüştür. Ümmü Kulsüm Osman b. Affan'ın anneden kız kardeşidir. Ümmü Gülsüm Rasûlullah'tan (s.a) on hadis rivayet etmiştir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Yalan söylemek hakikatte haramdır. Ancak bu üç konuda yalan söy-
lenmesi halinde büyük menfaatler sözkonusu olduğu için ruhsat verilmiştir. İnsanı tehlikeden, yok olmaktan korumak için bazan yalan söylemenin kaçınılmaz olduğu yerler de olmaktadır. Nitekim savaşta hile için "komutanınız öldü" diyen kimsenin "daha önceki komutanlardan birine niyyet etmesi" böyledir.[107]
250. Hz. Âişe'den (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Rasûlullah (s.a) (bir gün) kapı önünde yüksek sesle konuşan (iki) hasımın seslerini işitti. Bunlardan biri diğerinden (alacağının) bir kısmını (bağışlayıp) indirim yapmasını ve bu hususta kendisine nfk ile muamele etmesini istiyordu. Diğeri ise "Vallahiyapmam"diyordu. Rasûlullah (s.a) yanlarına çıktı ve "iyilikyapmamak üzere Allah 'a and içen nerede?" buyurdu. Adam; "Yâ Rasûlallah! Benim! O İstediklerinden hangisini tercih ediyorsa kabul ediyorum" dedi. (Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir).[108]
Hayırlı bir İşi yapmayaya yemin etmek, mezkur hadisle yasaklanmaktadır. Başka bir hadiste, bedevinin biri Rasûlullah'a (s.a) gelmiş ve islâm'ın şartlarını sorup cevabını aldıktan sonra "Allah'ayemin ederim ki bunda» ne fazla yaparım, ne de noksan" diye yemin etmiştir. Rasûtullah (s.a) "Eğer sözünde sadık ise kurtuldu" buyurmuştur. Bu hadiste bedevinin hayır olacak bir fazlalığı yapmamaya yemin etmesine RasûIulİah (s.a) müdahale etmemiştir. Zira Rasûluilah (s.a) bedevileri İslâm'a davet ediyor ve insanları İslâm'a ısındırmaya çalışıyordu. Bu sebeple bedeviye daha müsamahalı davranmıştır.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Borçluya ödemekte kolaylık sağlanması, İslâm'ın hoşgörü prensiplerindendir. Hayrı terketmeye yemin etmekten hayır avcısı olan mü'minler sakınmalıdır. İki hasım arasım düzeltmek için çalışmak, tslâm toplumunun birliği ve dirliği için müslümanlann en önemli görevlerindendir. Hadis sahabî-lerin Râsûlullah'a (s.a) itaate süratle intikallerine ve hayır işlemeye son derece istekli olduklarına ayrıca işaret etmektedir.[109]
251. Ebu'l-Abbas Sehl b. Sa'd es-Sâidi'den rivayet edilmiştir:
Râsûlullah'a (s.a) Amr b. Avf oğulları arasında anlaşmazlık çıktığı haberi ulaştı. Rasûluilah (s.a) yanındaki sahabîlerle onların arasını bulmak için oraya geldi. Rasulullâh (s.a) onlarla meşgul olurken namaz vakti geldi. BİIâl, Ebu Bekir'e (r.a) gelerek "Ey Ebu Bekir Rasûluilah (s.a) gecikti, namaz vakti de geldi. Cemaate imam olur musun" dedi. Ebu Bekir "Evet, istersen (kılalım)"dedi. Bilâi kamet getirdi. Ebu Bekir öne geçip tekbir aldı. Cemaat de tebir aldılar. Bu arada Rasûluilah (s.a) geldi, saflar arasında yürüyerek ilk safa kadar vardı. (Rasûiullah'ı gören) cemaat el çırpmaya başladılar. Ebu Bekir (r.a.) namaz kılarken sağa sola bakmazdı. Cemaat el çırpmayı çoğaltınca (etrafına göz ucuyla baktı ve Rasûluilah'ı (s.a) gördü. Rasûluilah (s.a) namaza devam etmesi İçin Ebu Bekir'e İşaret buyurdu. Ebu Bekir (r.a) ellerini kaldırıp Allah'a hamd etti, geri geri yürüyerek ilk safta durdu. Rasûluilah (s.a) öne geçti, cemaate namazı kıldırdı. Namazdan sonra cemaate dönerek: "Ey insanlar! Ne oldu size ki, namazda iken bir şey arız olunca el çırpmaya başladınız? El çırpmak kadınlara mahsustur. Na-mazkılarken kime bir şey isabet ederse "Sübhanellâh" desin. Çünkü "Süb-hânellâh dediğinde onu duyan kimse dönüp bakar" buyurdu. (Sonra Ebu Bekir'e hitaben) "Ey Ebu Bekir! Sana işaret ettiğimde cemaate namaz kıldırmaya neden devam etmedin?" buyurdu. Ebu Bekir (r.a) "Ebu Kuhafe'-nin oğluna Rasûluüah'm (s.a) önünde namaz kıldırması yakışık almazdı" dedi (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[110]
Amr b. Avf oğulları Evs kabilesindendir. Evs İse, Ensar'm Evs ve Haz-rec kabilelerinden birisidir. Buhârî'nin Sehl b. Sa'd'dan rivayeti ise şöyledir: Küba ahâlisi birbirleriyle döğüştüler hatta birbirlerine taşlar attılar. Bu hâdise peygamberimize haber verilince, Rasûlullah hemen "Bizi götürün de aralarını iyileştirip barıştıralım" buyurdu.
Ebu Davud'un Sünen'indcki rivayetle, Rasûlullah'ın aralarım düzeltmek için oraya öğleden sonra gittiği, giderken de BilâFe "/kindi namazına kadar eğer gelemezsem Ebu Bekir'e söyle namazı kıldırsın" dediği bildirilmiştir. Burada imam olan kimsenin ihtiyaç halinde yerine vekil tayin edebileceğine işaret edilmektedir.
İmam'da mesela hades vâki olursa yerine bir vekil geçirir. Vekil namazı tamamladığında namaz sahihtir. Vazifeli bir imam vekilini namaza başlattıktan sonra naı.ıaz tamamlanmadan gelirse ona uymakla veya kendi imamete geçip vekilini me'mum safına geçirmekte muhayyerdir. Bu şekilde namaz kesilmiş olmaz. Cemaatin de namazı bozulmaz. İmamın namaz hareketlerinde kıraaltc yanıldığında cemaatin kendisini ikaı için teşbih elmesi ("Suphanallah"! demesi caizdir.
"Tasfik" ses çıkartan vuruştur. Buna "tasfîh"dc denir. Bazı alimler; "Tasfîh" bir elinin arkasıyla diğer elin içine vurmaktır. Bu uyarmak için yapılır. Tasfik'e gelince bu avuç içlerini birbirine çarpmaktır. Bundan kastedilen ise eğlence ve oyundur, demişlerdir. Bazı alimler İse tasfih'in kadınların sağ ellerinin iki parmağıyla sol avuçlarının içine vurmalarıdır, demişlerdir. Ba-zılan da tasfih ile tasfikin aynı anlamda olduğunu belirtmişlerdir. Tasfihin kadınlar İçin olduğu, erkekler için ellerini uyluklarına çarpmaları manasına geleceği de söylenmiştir.
Namazda sağa sola bakınmak yasak olduğundan Ebu Bekr (r.a) namazda bakınmamıştır. Nitekim bîr hadiste namazda bakınmak konusunda "O bir hırsızlıktır..." buyurulmuştur. Hadisimizin zahirinden Ebu Bekr'in dil ile hamd ettiği anlaşılmakta ise de, bir rivayette: "Ebu Bekr Allah'a şükr için (taşını semaya kaldırdı ve geri geri çekildi" buyurulmuştur. İbn'ul-Cevzî Ebu-Bekr'in hamd ve şükrü işaretle yaptığını söylemiştir. Ebu Bekr (r.a) Rasûlullah'ın yanında kendi derecesini küçük gördüğünden "Ben" veya "Ebu Bekr"dememiş "Ebu Kuhafe'nin oğlu"diye gaib sigası ile kendisini takdim etmiştir. Hanefîlere göre ihtiyaç şartı ile namazda azıcık bakımlabilir. imamın saffeti yararak öne geçmesi caiz olup, bu durum cemaat İçin mekruhtur. Namazı, vakti girer girmez kılmak faziletlidir.
Kendinden üstün zâta imam olmak caizdir. İmamlık için en faziletli kim*
seler tercih olunur. Büyük bir zâta İkram ve iltifat için künyesi İle hitab edilebilir. Emrine muhalefet edeni yetkili üst makam muaheze etmeden önce niçin muhalefet ettiğini sorması gerekir.
İnsanların aralarını düzeltmek için acele etmek gerekir. Tebâsı içindeki huzursuzlukları bizzat üst yetkilinin giderme teşebbüsü olmalıdır. Bİr vakit namazını iki imam ile kılmak caizdir. Hz. Ebu Bekr'in fazileti belirtilmiştir. "Sübhaneilâh"diyerek namaz kılanın başkasını uyarması caizdir. İhtiyaç hâlinde namazda dönmek caizdir. Çok olmadığı sürece namazda hareket etmek de caizdir. Namazı kılanın işaretle konuşması sözle konuşmasından daha iyidir.[111]
Sabah, akşam Rab'lerine (sırf) O'nun cemâlini dileyerek dua edenlerle beraber candan sabr(u sebat) et. Gözlerini onlardan ayırma". (Kehf, 28)[112]
252. Harise b. Vehb'dcn (r.a) Rasûlullah'ı (s.a) şöyle derken işittiği rivayet edilmiştir: "Dikkat ediniz! Size cennet ehlinin kimler olduğunu haber vereyim mi? Hor görülen her zayıf (müslüman) dır ki bu kimse Allah adına yemin etse, Allah onun yeminini yerine getirir. Dikkat ediniz! Size cehennem ehlinin kimler olduğunu haber vereyim mi? Her katı kalpli, zenginliğine rağmen cimri olan ve büyüklük taslayaniardır". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[113]
"Müteda'af" insanların zayıf görerek horladıkları kimsedir. "Müteda'af" şeklindeki rivayetine göre mütevazı ve kendinde varlık görmeyen kimsedir. Kalblerin inceliği ve îmana yatkınlığı şeklinde de yorumlanmıştır. Çoğunlukla cennetlikler bu vasıflara haiz kimselerdir. Böyle kimselerin duasını Allah geri çevirmez. "Utl" katı ve bâtıla dalan, düşmanlığı aşırı, elinden bir şey gelmeyen pinti anlamlarındadır. Şişman ve yürürken kibirlenen anlamına geldiği de söylenmiştir. Bu özelli klerdeki İnsanlar ise genellikle cehennemliklerdir.
Harise b. Vehb, Abdullah b. Ömer b. el-Hattab'm anneden kardeşidir. Annelerinin adı Ümmü Külsüm binti Cervel'dir. Harise Rasûlullah'lan <s.a) altı hadis rivayet etmiştir.
Hadiste çok yiyip İçen ve zulmeden kimse zemmedilmiştir. Rasûlutlah "Üç kimse cennete giremez. Cevvâz, çoluk çocuğuna, yakınlarına ve maiyetindekiler* katı davranan ile obur olup, çok yiyip içen zalim kişi" buyurdu. evvâz nedir Yâ Rasûlallah!" denildi. Peygamberimiz "Cevaz, mal biriktirip, İn/ak etmeyen, elindekini sımsıkı futan pintidir" buyurdu. Bir hadis-i şerifte ise Rasûlullah (s.a) "Mu'min bir bağırsağını dolduracak şekilde yer, kâfir ise yedi bağırsağını doldurur" buyurmuştur.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Kabalık ve katılık ile kibirlilik nehyeditmiştir. Müslümanlar için tevazu sünnettir.[114]
253. Ebu'l-Abbas Sehl b. Sa'd es-Sâidî'den (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Nebî'nin (s.a) yanından bir adam geçit, yanındaki .sahabîye: "Bu adam hakkında ne dersin?" buyurdu. (Yanındaki) sahabî de: "Halkın eşrafından biridir. Vallahi bu eğer bir kadına tâlib olsa, evlendirilmeye, bir konuda aran olsa sözü dinlenmeye lâyıktır" dedi. Rasûlullah (s.a) sükût etli. Biraz sonra bir başkası geçti. Rasûlullah (s.a) yanındaki sahabîye "(Peki) bu şahıs hakkında ne dersin?" buyurdu. Sahabî: "Yâ Rasûlallah! (Bu adam) müslüman-ların jakirlerindendir. Bu bir kadına tâlib olsa, evlendirilmemeye, bir konuda aracı olsa sözü tutulmamaya, bir söz söylese sözüne kulak verilmemeye lâyıktır (mahkum olur)"öed\. Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: "Bu (fakir) adam şu (beğenilen) gibilerin dünya dolusu (kadar)ından hayırlıdır. " (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdi r).[115]
Bu hadis faziletli fakirin, fakirliğin evlilikte denkliğe engel olmadığına delildir. Rasûlullah'ın (s.a) yanında soru sorduğu kimse Ebu Zer el-öıfarî'dir.
RasûluİIah'ın (s.a) yanından geçen ve eşrafdan olan kikinin Uycyııc b. Hısn veya el-Akra b. Habis olması muhtemeldir. Nitekim Rasûlullah'a (sa) "el-Akra b. Hâbis'e ve Uyeyne b. Htsn'a yüz deve verdin, Cuayl b. Surâkâ'ya bîr şey vermedin" denildiğinde Rasûlullah (s.a) "Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki Cuayl, Uyeyne ve el-A kra gibiler yeryüzü dolusundan daha hayırlıdır" buyurmuştur. Rasûlullah'ın (s.a) yanından geçen fakirin Cuayl b. Surâkâ cl-Cıfarî olduğu bildirilmektedir. Cuayl b. Sürâkâ el-Ğıfarî İlk müs-lümanlardan olup Uhud harbinde Rasûlullah (s.a) ile beraber bulunmuştur. Böyle bir sahabînin şerefi, neseb ve haseb asaleti gibi toplumsal değerlerle ölçülemez.
"Bu adam, şu gibilerin dünya dolusundan hayırlıdır" buyurulmasi hakkında Kirmânî der ki "eğer bu gibilerden kastedilen kâfir İse (yani oradan geçen kimse kâfir ise) bu bilinen bir şeydir. Eğer bu gibilerden kastedilenler sahabî iseler bu husus Rasûlullah'a (sm) malum olan bir husustur".
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Fakirleri küçümsememek gerekir. Nice saçı başı dağınık toz toprak içinde bulunan insan vardır ki çok zenginden ve gösteriş yapanlardan hayırlıdır. Değer kişinin soyuna ve toplum içindeki şerefine göre değil, takvasına göredir. Mü'min erkek ve kadınların evlendirilmesi teşvik edilmektedir. Her ne kadar bunlar fakir olsalar da din yönünden eşittirler.[116]
254. Ebu Saîd el-Hudrî*den (r,a) Ncbî'nİn (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edürhiştir: "Cennet ve cehennem birbiriyle tartışütar. Cehennem "Zâlimler ve kibirlenenler bendedir" dedi. Allah aralarında şu hükmü verdi: "Ey cennet sen Benim rahmetimsin, dilediğime geninle rahmet ederim Sen (de) ey cehennem Benim azabımsın. Dilediğime seninle azab ederim. Her ikinizi (de) doldurmak Bana aittir." (Müslim rivayet etmiştir).[117]
Nevevî hadisin zahirî anlamda olduğunu belirterek şöyle der: "Allah cennetle cehenneme temyiz halketmiştir. Her ikisi de bu sayede idrak sahibi olmuşlar ve birbirleriyle tartışmışlardır. Bununla beraber onların mütemadiyen akıt ve temyiz sahibi olmaları gerekmez. Bu tartışmanın lisan-ı ha! İle yapılmış olması da muhtemeldir".
"Cebbar" heva ve arzusuna göre başkalarına zulmeden kimsedir. Zalimler ve kibirliler cehennem sakinleridir. Mütcvâzi ve fakirliklerinden dolayı horlanan kimseler ise halkın zayıflarıdır. Hz. Ömer "Dünya mal ile şereflenir, ahiret ise ameller ile üstün gelir" demiştir. Allah'ın verdiğine rıza gösterip, O'nun tedbiriyle yetinerek çok muhtaç olmasına rağmen İnsanlara bildirmeyen ve kimseye el açmayan ise miskindir, yoksuldur. Zayıflar ve miskinler de cennetin sakinleridir. Cehenneme doldurulanlardan kâfir Hanlar, elbette oradan çıkamayacaklardır. Mü'mİnlcrdcn günahkâr olanlar ise cehennemden çıkarak cennete gireceklerdir. Allah (c.c)"Kİm zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür" (Zelzele, 7) buyurmuştur. Rasûlullah (s.a) "Her kim kalbinde zerre kadar îman olduğu halde ölürse cennete girer" buyurmuştur.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Allah insanları hür olarak bırakmıştır. Herkes islediği hak veya bâtıl yolda amelini işlemektedir. Allah ilm-t ezelîsi ile insanların bir kısmının şerri tercih edeceklerini bildiğinden, onları cehenneme, bir kısmının da hayrı tercih edeceklerini bildiğinden, onları da cennete ileterek her ikisini de dolduracaktır.
Zayıf mü'minler cennetle müjdelenmektedir. Zâlimler ve kibirliler de cehennem ile tehdit edilmektedir.[118]
255. Ebu Hüreyre'den (na) Rasûlutlah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kıyamet gününde iri vücutlu şişman bir adam (huzur-u ilâhîye hesap için) gelir. (Ancak) Allah katında sinek kanadı (kadar bile sevap) ağırlığı olmaz." (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[119]
Müslim'in rivayetinde hadisin sonunda "Bir de onlar için kıyamet gününde tartı dikmeyiz..."*** ayetini okuyun" ziyadesi vardır.
Bir rivayette ise "Kıyamet gününde uzun, iri, yiyici ve içici bir adam gelecek..." buyur ulm ustur.
Sivrisineğin kanadı kadar ağırlığının olmaması, hiçbir kıymet ve değer ifade etmemesinden kinayedir.
Hadis, şişmanlığı ve semizliği zemmetmektedir. Müslim'in rivayetinde "okuyun" tabiri Rasûlullah'tan (s.a) rivayet edileceği gibi, sahabî sözü olması da muhtemeldir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Kıyamet gününde insanın şekline ve cinsine göre değil, ameline göre kıymet verilecektir.[120]
256. Ebu Hüreyre'den (r.a) rivayet edilmiştir:
- Mescidi süpüren zenci bir kadın (veya bir erkek) vardı. Rasûlullah (s.a) onu (bir müddet) göremeyince, onun (niçin görünmediğini) sordu, "öldü" diye haber verdiler. Rasûlullah: "Onun ölümünden beni haberdar etmeniz gerekmez miydi?" buyurdu. Sahabîler onu önemsememiş ve ölümünü Rasûlullah'a bildirmemişlerdi. Rasûlullah (s.a) "Bana onun kabrinifn nerede olduğunu) gösteriniz" buyurdu. Ashab Rasûlullah'a onun kabrini gösterdiler. Rasûlullah onun cenaze namazını kıldı. Sonra "Bu kabirler (içindeki) sahiplerine kapkaranlık doludur. Allah benim kıldığım namazla bu kabirleri onlara nurlandırdı" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[121]
İbn Huzeyme'nin rivayetinde, Ebu Hüreyre (r.a) ölenin kara bir kadın olduğunu seksiz olarak belirtir. Beyhakî mezkur kadının Ümmü Mİhccn, Ra-sûlullah'ın (s.a) sorusuna cevap verenin de Ebu Bekr (r.a) olduğunu rivayet eder. İbn Hibban'm rivayetinde ise kadının Baki mezarlığına defnedildiği ve sahabîîerin Rasûlullah'a "Oruçlu olduğunuzu buyurmuştunuz da, sizi rahatsız etmekten çekindik" diye cevap verdikleri belirtilmektedir.
İbn Huzeyme'nin rivayetinde ise "Geceleyin öldü. Sizi uyandırmayı uygun görmedik" denilmiştir.
Sahabîlerin meşhurlarından olmadığı için Rasûlullah'a haber vermeye gerek görmedikleri ve Rasûlullah'ın istirahat etmesini tercih etmiş olmaları da muhtemeldir.
Rasûlullah'ın (s.a) "Onun ölümünden beni haberdar etmeniz gerekmez miydi?" buyurması, cenaze namazım kılmak istediği içindir. Zira Rasûlullah'ın (s.a) namazı ölüler için bir nur ve rahmettir. Rasûlullah'ın (s.a) bizzat mescidi süpürdüğü rivayet edilmiştir. Hadis, mescİd temizlemenin faziletine işaret etmekte ve cami temizlemeye teşvik etmektedir. Salih insanların cenazelerinde hazır bulunulmalı ve ona dua edilmelidir, ölüm müslümanlar için edilmelidir.
Kabir üzerinde cenaze namazı kılmanın caizliği ihtilaflı konulardandır. Hz. Ali, İbn Mes'ud, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel caiz olduğunu söylemişlerdır. Ebu Hanife ve Hasan Basrî caiz görmeyenlerdendir. Bazıları da "Ölünün velisi ve beldenin valisi namazını kıimamışsa, kabri üzerinde namaz kılmabuir" demişlerdir. "Caizdir" diyenlerden bir kısmı "o ay içinde", bir kısmı "ceset çürümedikçe kılmabUir" derken, bazıları da "Her zaman kılmabUir" demişlerdir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Mescidlerİ temizlemek faziletlidir. Rasûİuİlah'm (s.a) hizmetçiyi sorması onun tevâzuundandır. Hayır ehlinin cenazelerde bulunması faziletlidir. Definden sonra cenaze namazı kılmamış olanlar, kabirde de cenaze namazı kr-labilirler.[122]
257. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûİuİlah'm {s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Nice saçları dağınık, üstü-başı tozlu ve birçok kapıdan kovulmuş kimse vardır ki, şayet bir İş İçin yemin etseler, elbette Allah onların yeminini yerine getirir". (Müslim rivayet etmiştir).[123]
Hadisimizde geçen "Eş'as" kelimesi saçı taranmamış, keçeleşmİş, paslı ve kirli anlamındadır. Bu tip İnsanların hakir görülerek kapılardan kovulduğu vakıadır. Halbuki böyle birinin AİIah katında derecesi yüksek olabilir. Hatta bir şeyin olacağına yemin etse Allah (c.c) onu yemininden döndürmez ve dileğini yerine getirir. Yemin'den kastedilenin dua olduğu, yeminin yerine gelmesini ise duanın kabulü şeklinde izah eden alimler vardır.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Allah insanların suretlerine bakmaz. Ancak onların kalplerine ve amellerine bakar. İnsan, bedeni ve elbisesiyle uğraştığından fazla, amelini ve kalbini temizlemekle meşgul olmalıdır. İnsanların değeri amellerine göredir. Görünüşlerine, soylarına ve şereflerine göre değildir.[124]
258. Üsame'den (ra) Nebİ'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Cennet'in kapısında durdum. Gördüm ki oraya girenlerin çoğunluğu yoksullardı. Mal sahipleri ise kapıda bekletiliyorlardı. Ancak cehennemlik olanlarına cehenneme götürülmeleri emrolundu. Cehennem'in kapısında durdum. Gördüm ki, oraya girenlerin çoğunluğu kadınlardı". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[125]
Rasülullah (s.a) "Cennete en yakın kılan şey Allah için tevazu'dur. Cennetten en çok uzaklaştıran mal ve benzeri şeylerle kibirlenmektir" buyurmuştur. Mal sahiplerinin kapıda bekletilmeleri, fakirlerin haklarına riâyet etmemelerinden; yani zekât ve sadaka vermemeler indendir. Vermedikleri zekâtın hesabını verdikleri için bekletilirler. Malını helâl yoldan kazanan ve zekâtını verenler ise, cennete girmek için bekletilmezler. Ancak bunların sayısı çok azdır.
"Cennete girenlerin çoğunluğu yoksullardır" buyurularak Allah ve kul hakkını ödeyerek fitne ve fesaddan uzak olan zenginlerin azlığına dikkat çekilmiştir.
Nitekim bir hadiste fakirlerin zenginlerden beş yüz yıl önce cennete girecekleri belirtilmiştir.
Kâfirler ile .zengin müslümanlardan günahkâr olanlar cehenneme gönderilirler.
Kadınlar ni'mete karşı nankörlükte ısrar ettiklerinden ve kocalarına müteşekkir olmadıklarından cehennem halkının çoğunluğunu teşkil etmişlerdir. Zira kadınların bu halleri günahtır. Günah ise azaba sebep olur.
Bir adamın cennette yetmiş iki kadınla evleneceğine, ikisinin dünya kadınlarından, yetmişinin ise cennet hurilerinden olacağına dair gelen rivayet ile hadisimizin çeliştiği söylenecek olur ise şöyle cevap verilir; Ahirette başlangıç itibariyle cehennem halkının çoğu kadınlardır. Günahlarının karşılığını cehennemde gördükten sonra cennete girildiğinde sonuç itibariyle de cennette kadınlar fazla olacaklardır.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır
Cennet ve cehennem ehlinden Rasûlullah'ın haber vermesi onun gelecekten haber vermesidir. Kıyamet gününde cennet ehij, miskinler ve amel sahipleridir. Kıyamet gününde ne mal, ne de evlâd u İyal fayda vermez. Ancak sâlih ameller fayda verir. Allah'a isyankâr olup O'nun haklannı yerine getiremeyen ve nankörlük eden kadınlar cehennemde olacaklardır.[126]
259. Ebu Hüreyre'den (r.a) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Üç kimseden başka beşikte konuşan olmamıştır. Meryem oğlu İsa ve Sahib-i Cüreyc'dir. Cüreyc âbid bir kimse idi. İbadethane edindi, orada İbadete koyuldu. Bir gün namaz kılarken annesi gelerek "Ey Cüreyc" dedi. Cüreyc "Yâ Rabbi! Anneme cevap vermekte, namaz kılmak arasında kaldım" dedi ve namaza devam etti. Annesi de dönüp gitti. Ertesi gün Cüreye namaz kılarken annesi yine gelerek "Ey Cüreyc" diye seslendi. Cüreyc "Yâ Hahhi! Anneme cevap vermekle namaza devam etmek arasında seçim yapmakla karşı karşıyayım" dedi ve namaza devam etti. Bu defa annesi "Yâ Allah! Fahişe kadınların yüzünü görmedikçe bunun canını alma" diyerek beddua etti.
tsrailoğullan Cüreyc ve ibadeti konusunda konuşurken, gf. -eli^iyle tanınan bir fahişe de orada idi. Bu kadın "Eğer dilerseniz hu âbidi yoldan saptırabilirim"dedi. Kadın Cüreyc'i yoldan çıkarmak istediyse de Cüreyc ona yüz vermedi. Bu defa kadın Cüreyc'in ibadetgâhına sığınmış olan bir çobana gelerek onunla cinsî münasebette bulundu. Kadın gebe kaldı. Çocuğu doğurunca: "Bu çocuk Cürecy'tendir" dedi. Halk Cüreyc'e hücum etti. CürcycM çıkarıp ibadethaneyi yıktılar. Cüreyc'i dövmeye başladılar. Cüreyc "Size ne oluyor?" dedi. "Sen şu fahişe ile zina etmişsin ve senden çocuğu olmuş" dediler. Cürcyc "Çocuk nerede?" dedi. Çocuğu alıp geldiler. Cüreyc "Bırakın, beni de namaz kılayım" dedi. Namazdan sonra çocuğa geldi ve karnına dürterek "Ey çocuk, baban kim?" dedi. Çocuk "Falanca çobandır" dedi. Bunun üzerine halk Cüreyc'e dönerek onu öpmeye ve okşamaya başladı. Cüreyc'e dediler ki "İbâdelgâhını altından yapalım" Cüreyc "Hayır, onu eskisi gibi çamurdan yapınız (yeter)" dedi. Onlar da öyle yaptılar.
Bir gün çocuğun biri annesini emerken soylu bir ata binmiş, güzel kuşanmış yakışıklı bir adam geçti. Çocuğun annesi "Yâ Allah! Çocuğumu bunun gibi et" dedi. Çocuk memeyi bıraktı, atlıya dönerek onu şöyle bir sözdü ve "Yâ Allah beni onun gibi etme" dedi. Sonra memesine döndü ve emmeye koyuldu. (Râvi der ki) Rasülullah'ın (s.a) şehadet parmağını ağzına alarak çocu-;$un emişini anlatısı hâlâ gözümün önündedir. Parmağını emmeye başladı. Ra-sfllullah devamla şöyle buyurdu: Halk bir cariyeyi döverek götürüyor ve ona "Sen zina ettin, sen hırsızlık yaptın" diyordu. Cariyede "Hasbinellâhü veni'-mel vekîl"âiyordü. Çocuğun annesi "Yâ Allah! Çocuğumu bu cariyenin durumuna düşürme" dedi. Çocuk emmeyi bıraktı cariyeye şöyle bir baktı ve "Al-ı'ah 'im! Beni onun gibi et" dedi. Bunun üzerine anne ile çocuk aralarında şöyle konuştular. Anne:
Görünüşü güzel bir adam geçti ben "Yâ Allah! Oğlumu onun gibi et" dedim sen ise "Yâ Allah! Beni onun gibi etme" dedin. Halk şu cariyeyi "sen zina ettin, sen hırsızlık yaptın" diye döverek yanımızdan götürdüler. Ben: "Yâ Allah! Oğlumu onun durumuna düşürme" dedim, sen ise bu defa "Yâ Allah! Seni onun gibi et" dedin, dedi. Çocuk; O adam zalim idi. Bu sebeple "Yâ Allah! Beni onun gibi etme" dedim. Şu cariyeye gelince, halk ona "sen zina ettin " diyor, halbuki o zina etmemiştir. "Sen hırsızlık yaptın" diyorlar, halbuki o hırsızlık yapmamıştır. Bu sebeple de "Yâ Allah! Beni onun gibi et" dedim, dedi. (Buhân ve Müslim rivayet etmiştir)[127]
Kurtubî Bsjikte konuşanların üçe indirgenmesinde nazar şârihi Allâme Aynî ise, ÎCurtubî'nin bu sözünü edebe aykın bularak "Ra-sûlutlah (s.a) bunu, beşikte konuşanların üçten fazla olduğunu bilmeden önce söylemiştir. Kendisine gelen vahye istinaden üç kişiden haber vermiştir. Beşikte konuşanların sayısı yedidir. Yusuf a fa.s) şahidlik yapan çocuk, Firavun'un ateşe atmak istediği kadının çocuğu, Yahya (a.s), vs, bunlardandır" der. Zerkeşî de beşikte konuşan bu üç çocuğun Israiloğulları zamanında olduğunu, diğer zamanlarda da konuşan çocukların bulunduğunu söyler. Nitekim "Sabır" bölümünde Suheyb'den rivayet edilen Ashab-ı Vhdud kıssasında "Nihayet etinde birçocukla, bir kadın geldi. Ancak biraz duraksadı. Çocuk annesine "Anneciğim, dişini sık, sabret, çünkü sen hak üzeresin, dedi" (Müslim) şeklindeki rivayet başka çocukların da konuştuğuna delildir.
tbn Abbas'dan Hâkim'in rivayetinde de "Beşikte dört çocuk konuşmuştur. Yusufun şahidi, Firavun'un ateşe annesini atmak istediğinde konuşup, "anneciğim sabret" diyen Mâşita'nın oğlu" buyurulmuştur. Sa'lebî Dahhâk'tan rivayetle Yahya'nın (a.s) beşikte konuştuğunu bildirir. Beğavî de Tefsir'inde İbrahim'in (a.s) beşikte konuştuğunu zikreder. Vâkıdî de Siyer'inde Peygamberimizin (s.a) doğduğu ilk günlerde konuştuğunu nakleder. Hz. Yusuf a sa-hidük yapanın yaşı hakkında İhtilaf edilmiştir. Bazıİan çok küçük yaşta olduğunu söylerken, bir kısmı da sakallı olduğunu rivayet etmişler, bazıları da kavminde sözü dinlenir bilgin kişi olduğunu nakletmİşlerdir. "fsâ" tbranice bir kelimedir. Hz. îsâ beşikte iken "Ben Allah'ın kuluyum" demiştir. Cüreyc âbid bir kimseydi, önceleri ticaretle uğraşırdı. Bazan fazla bazan da eksik verirdi. Kendi kendine "Bu ticarette hayır yok, bundan daha hayırlı bir ticaret araştırayım" dedi. Bir Savmea yaptırdı.
"Savmea ve Deyr" şehir merkezlerinden uzakta hıristiyan papazlarının
İbadet için inzivaya çekildikleri manastır ve kiliselerdir. Sahib-i Çareye kıssası, Hz. İsa'dan sonra vuku bulmuştur.
Ahmed b. Hanbel'in rivayetine göre, Cüreyc namaz kılarken annesi gelerek "Bana bak, sana söylüyorum. Ben annenim" demiştir.
tmran b. Husayn'ın rivayetinde de "Annesi ona gelerek seslenirdi. Cüreyc de ona döner, annesi de ona konuşurdu. Yine bir gün o namaz kılarken annesi geldi..." denilmiştir. Bir başka rivayette de Cüreyc "Namazımı, anneme tercih ediyorum, dedi ve üç defa tekrarladı" ziyadesi vardır.
Hadisimizde zikredilen hâdise Benî İsrail zamanında vâki olmuştur. On-lann şeriatında namazda konuşulabiliyordu. Bununla beraber içinden geçirmiş olduğunu söyleyenler de vardır...
Bazı âlimler, Cüreyc'in kıldığı namazın nafile olduğunu, bu bakımdan annesine cevap vermesinin daha doğru olacağını söylemişlerdir. Hadisimiz anneye âsi olmanın haram olduğunu belirtmektedir. Namaz kısa tutularak, anneye cevap verdikten sonra tekrar namaza dönmek mümkündür.
Yezid b. Havşeb'in babası tarikiyle Rasûlullah'a (s.a) isnad ettiği hadiste "Şayet Cüreyc âlim bir kişi olsaydı annesine İcabet etmenin namaza devam etmekten faziletli olduğunu bilirdi" buyurulmuştur.
Imrân b. Husayn'ın rivayetinde çoban ile zina eden kadının o şehrin kralının kızı olduğu belirtilmektedir.
A'rec'in rivayetinde "Cüreyc'in savmeasma sığman bir kadın çoban vardı. Koyun güderdi" denilmektedir.
Ebu Seleme'nin rivayetinde ise "Cüreyc'in savmeasının yanında koyun güden bir erkek çobanı ve keçi güden bir de kadın çobanı vardı" denilmiştir. Bu rivayetlerin birleştirmesini şöyle yapmak mümkündür: Kadın babasının evinden kimsenin haberi olmadan çıkıyor ve kötü işlerle meşgul oluyor. Hatta birgünCüreyc'İ bile baştan çıkaracağını iddia ediyor ve bir kadın çoban kılığında Cüreyc'in savmeasına yaklaşıyor, kendini arzetmesine Cüreyc'in iltifat etmemesi üzerine, iddiasında başarılı gözükmek için başka bir hileye başvuruyor ve savmcanin gölgesinde devamlı davarlarını gölgeleten ve dinlenen çobana kendini teslim ediyor.
Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde "Onlardan kim zina ederse öldürülürdü. Kadına "Bu kimden?" denildi. Kadın o savmeantn sahibinden dedi" de-
Riyâz'üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi
nilmiştir. Halk kazma ve kürekle savmeaya hücum etti. Savmeayı yıkmışlar, bir rivayete göre de Cüreyc ile kadının boyunlarına ip geçirerek sokaklarda hakaretle gezdir m işlerdir.
Kral, Cüreyc'e "Yazık sana ey Cüreyc! Seni biz insanların hayırlısı olarak bilirdik, bu kadını hamile bıraktın, götürün bunu ve çarmıha gerin" dedi. Cüreyc'e hem vuruyorlar, hem de "Mürâî! İnsanları amelinle aldatıyorsun" diyorlardı. Zinakâr kadınların bulunduğu eve yaklaştıklarında Cüreyc gülümsedi. "Niçin gülüyorsun? Sen de onlardan değil misin?" dediler. Cüreyc, çocuğun nerede olduğunu sorunca, çocuğu Cüreyc'e getirdiler. Cüreyc "Bana müsaade edin namaz kılayım" dedi. Burada sıkıntılı anlarda namaza sığınmaya işaret edilmiştir. Nitekim bir hadis-i şerifte "Rasûlullah'a (sm) şiddetli bir iş arız olursa, hemen namaza başlardı" buyurulmuştu/. Bir rivayete göre de, Cüreyc kendisine mühlet verilmesini istemiştir. Onlar da mühlet verdiler. Cüreyc uykusunda başına gelenleri gördü ve kadının karnına vurarak "Ey kuzu (çocuk)! Senin baban kim"ded\.
Ebu Râfi'nin rivayetine göre, Cüreyc "Çocuğun başını sıvazladı ve senin baban kim?" dedi. Çocuk "koyun çobanı" dedi. Ahmed b. HanbePin müsnedindekİ rivayette "parmağını kadının karnına koydu" denilmiştir. E#u Seleme'nin rivayetinde ise, Kadın ile çocuk getirildi, çocuğun ağzı kadının me-melerindeydi. Cüreyc ona dedi kî "Ey çocuk, senin baban kim?". Çocuk ağzını memeden çekti ve "Koyun çobanı"dedi. Çobanın isminin Suhayb olduğu söylenir, tmran hadisinde ise "Cüreyc bir ağaca yaklaştı. Ondan bir dal kopardı. Sonra çocuğa geldi. Çocuk beşikte idi, bu dalı çocuğa dürttü ve senin baban kim? dedi" denilmiştir. Semerkandî'nin Tenbîh'ul-Gâfilin İsimli kitabında ise Cüreyc, kadına "Sana nerede iliştim"dedi. Kadın "(Filan) ağacın altında" dedi. Cüreyc bu ağaca gelerek "Ey ağaç seni yaratan hakkı için sana soruyorum. Bu kadınla kim zina etti?" dedi. Ağacın bütün dallan hep bir ağızdan "koyun çobanı" dediler. Bütün rivayetlerin ortak noktası bir ağaç dalının Cüreyc'in yanında oîduğu ve onunla çocuğa dokunduğudur. Ebu Seleme'nin rivayetine göre, Cüreyc savmeasma dönünce "Allah aşkına söyle niçin gülmüştün?" dediler. Cüreyc "Annemin bana yaptığı bir bedduadan dolayı gülmüştüm" dedi.
Annesini emmekte olan çocuk, annesinin "Allahım! Oğlumu onun gibi kıl" demesi üzerine, çocuk Allah'ın kendisine verdiği ilham ile adamın iç âlemine muttali olarak "Allah'ım! Beni onun gibi etme" demiştir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Anneye cevap verip onunla İlgilenmek, nafile namaz kılmaktan efdal-dir. Zira nafile ibadete devam etmek sünnet, anneye cevap ve ona İyilikte bulunmak farzdır. Salihlerin kerameti haktır. Ana-babaya iyiiik çok faziletlidir. Yapılacak İşler birbiriyle çeliştiği zaman en mühim olanından başlanır.[128]
"Mü'minlere karşı kanat ger, tevazu göster, şefkatle muamele et". (Hicr, 88)
"Sabah ve akşam Rab'lerinİn rızasını kastederek O'na ibadet edenlerle beraber sabret, dünya rindini ar zu ederek onlardan gözlerini ayırma." (Kehf, 28)
"Sakın yetime kahretme, sâili azarlama". (Duha, 9-10)
Ceza ve hesap gününü yalan sayanı görüp-bildîn mi? öyle bir kimsedir ki, öksüzü iter, hor görür, ihmal eder, yoksulu doyurmak için başkalarını da teşvik etmez". (Maun, 1-3)[129]
260. Sa'd b. Ebî Vakkas'tan (r.a) rivayet edilmiştir:
Altı kişi Nebî (s.a) ile beraberdik. Müşrikler Nebî'ye (s.a) "Şu adamları kov bize karşı cüretkâr olmasınlar" dediler. Ben, İbn Mes'ud, Hüzeyl kabilesinden bir adam, Bilâl ve isimlerini söylemek istemediğim İki kişi olmak, üzere (orada) idik. Allah'ın, Rasûlullah'ın (s.a) kalbine doğmasını dilediği şey gönlüne doğdu ve AHah Teâlâ "Rablerinin rızaları uğrunda sabah ve akşam ibadet edenleri kovma" (En'am, 52) ayetini indirdi. (Müslim rivayet etmiştir).[130]
Sa'd'ın künyesi Ebu tshâk*t\r. Sa'd, fslâm süvarisidir. Allah yolunda ilk ok atan olduğu söylenir. Duası müs'ecâbhr. İlk müslümanlardan yedincisi-dir. Annesi Sa'd'ın müslüman oluşuna çok üzülmüş, eski dinine dönmedikçe yiyip-içmemeye yemin etmiştir. Sa'd ise "Anne, yüz tane canın olsa ve gözümün önünde bunlar birer birer alınsa; ben yine dinimden vaz geçmem " dediğinde "Eğer annenle baban seni (gerçekliği) hakkında hiç bir bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa (bu hususta) on/ara itaat etme.." (Ankebut, 8; Lokman, 15) ayeti nazil olmuştur. Hadisimizden anlaşıldığı üzere tard konusunda da ayet inmesine Sa'd sebep olmuştur.
Kalbini bizi anmaktan alıkoyan kişiye itaat etme..." (Kehf, 28) ayetinin sebeb-i nüzulünde Vahidî, İbn Abbâs'dan şöyle nakleder. "Bu ayet ümeyye hakkındadır; zira o Rosûlullah'tan fakirleri yanından uzaklaştırmasını ve Mekke ehlinin büyüklerinin yaklaşmalarını sağlamasını istedi"
Setmân-ı Fârisî'den de şöyle rivayet edilmiştir: Uyeyne b. Htsn ve el-Akrâ b. Hâbİs ve benzeri müellefe-i kulûb'tan bazıları Rasûlullah'a (s.a) geldiler ve "Yâ Rasûlallah! Meclisin başına olursanız, bizden de şu yünlü cübbeler giyen kimselerin kokularını uzaklaştirsamz, (yani Selman, Ebu Zerr ve diğer mûslüman fakirleri kastediyorlar ki bunların üzerlerinde yünlü ctibbelerden başka bir şey yoktu). Senin yanına oturur ve seninle konuşur ve sana" tâbi oluruz". Bunun üzerine "Rabbinin Kİtabı'ndan sana vahyedileni oku; O'nun sözit ini değiştirecek kimse yoktur. O'ndan başka sığınılacak bir kimse de bulamazsın. Ne/sini sabah akşam, rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut, onlarla beraber bulunmaya candan sabret! Gözlerin dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan başka yana sapmasın. Kalbini bizi anmaktan alıkoyup nefsinin arzusuna uyan ve işi hep aşırılık olan kişiye itaat etme. De kî: Hak (bu Kur'an) Rabbinizdendir Artık dileyen inansın, dileyen İnkar etsin. Çünkü biz zâlimlere öyle bir ateş hazırladık ki, çadırı (du varı veya dumanı) onları kuşatmıştır..." (Kehf, 27-29) ayetleri nazil oldu.
Sa'd b. Ebî Vakkas'ın "Ve isimlerini söylemek istemediğim İki kişi" dediği kimselerin Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ali (r.a) olması muhtemeldir. Zira bu İkisi Mekke halkının eşrafından idiler. Mekkeli'Ier sözlerinde bu ikisini muhatap almamışlardır. Kurtubî'nin beyanına göre, Mekkeliler dediler ki "Bize bir gün ayır, onlar için de bir gün ayır" ve Rasûlullah'tan bu hususu yazmasını İstediler. Rasûlullah (s.a) buna teşebbüs edip Ali'yi (r.a) yazması için çağırınca müslüman fakirler kalktılar. Müşrikler (veya müeilefe-i kulûb'tan olanlar) oturdular. Bunun üzerine "Nefsini sabah akşam, rızasını isteyerek Rablerine yalvaran/arla beraber tut.." (Kehf, 28) ayeti nazil oldu. Bundan sonra Rasûlullah (s.a) fakir müslümanları gördüğünde şöyle buyururdu: "Merhaba Allah'ın kendileri hususunda beni kınadığı (azarladığı) kimseler". Ve onlarla oturduğunda, onlar kalkmadıkça Rasûlullah <s.a) kalkmazdı. "Sabah akşam Rablerine yalvaranlar" ile kastedilenin, sabah ve ikindi namazından sonra Allah'ı zikredenler olduğu söylenmiştir. Sabah ve ikindi namazını kılanlar olduğu da söylenir. İbn Abbas İse sözü edilenin beş vakit namaz kılmak olduğunu söylemiştir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır
Fakirler ve zayıflar İslâm'ı ilk önce kabul eden ve Rasûlullah'ın (s.a) peygamberliğini İlk tasdik edenlerdi. Salih kişilere saygılı olmalı ve onları kızdı-
racak şeylerden kaçınmalı. Zira onlara eziyet; Allah'a eziyettir. Onları kızdırmak Allah'ı kızdırmaktır. İnsanlara saygı ve değer, mallan ve makamları için değil, dinleri ve imanlan için olmalıdır. İnsan olarak herkes eşittir. İslâm bunu ilk günlerinden itibaren savunmuştur. İslâm, Allah'ın bütün insanlar İçin gönderdiği dindir. Birinin diğerine mal ve makam sebebiyle üstünlüğü olamaz. Üstünlük ancak takva ve ameldedir.[131]
261. Bey'at'ür-Rıdvân ehlinden Ebu Hübeyre Âiz b. Amr el-Müzenî'den (r.a) rivayet edilmiştir:
- Ebu Süfyan; Seîman, Suheyb ve Bilât'in de bulunduğu bir cemaatin üzerlerine geldi. Cemaat dediler ki: "Allah'ın kılıçlan, Allah'ın düşmanında tam yerine oturmadı" Bunun üzerine Ebu Bekir (r.a) "Bunu Kureyş'in şeyhi ve seyyîdine mi söylüyorsunuz?" dedi ve Ncbî'yc(sa) gelerek, olup-bitenleri haber verdi. RasûtuIIah (s.a) "Ey Ebu Bekir onları gücendirmiş olabilirsin. Eğer onları gücendtrdiysen Rabbini de gücendirmiş olursun" buyurdu. Ebu Bekir hemen arkadaşlarının yanına gelerek: "Ey kardeşlerim! Sizleri gücendirdim mi?" dedi. "Hayır, Allah seni affetsin ey kardeş!" dediler. (Müslim rivayet etmiştir)[132]
Ebu Hübeyre Âiz b. Amr el-Müzenî, Hudeybiye musâlahasında ağaç altında Rasûlullah'a (s.a) bey'at edenlerdendir. Bey'at'ür-Rıdvan'da bulunanların sayısı 1400-1500 arasındadır.
Rasüfullah (s.a) Selmân hakkında "Allah bana dört kişiyi sevmemi emretti ve kendisinin onları sevdiğini haber verdi. Bunlar Ali, Ebu Zerr, Mik-dad ve Selman'dır", "/Um Süreyya yıldızında olsa Selman ona yine erişirdi", "Selman'ul-Farİsî Lokman'ul-Hekım gibidir" buyurmuştur. Suheyb İçin "Her kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa Suheyb'i annenin çocuğunu sevdiği gibi sevsin" buyurmuştur. Bilâİ için ise "Suheyb Rumların hayırda Önde gidenidir. Selman Farslılarm Önde gideni, Bilal de Habeşlilerin hayır yönünden en önde gidenidir" buyurmuştur.
Ebu Süfyan'ın bu gelişi, henüz müslüman olmadığı zamanda, Hudeybt-ye anlaşmasından sonra olmuştur.
Peygamberimiz, Ebu Bekir'in Ebu Süfyan lehindeki bu sözlerinden, sa-habîlerinin memnun olmadığını tahminle, onlara özür beyan etmesini îmâ etmiştir.
Ebu Bekir'in (r.a) Ebu Süfyan lehindeki bu sözleri onu İslâm'a çekmek, mü'miniere yakınlık göstermesini sağlamak ve kalbinde iman oluşması içindir. Ebu Süfyan harblerde müşriklerin komutanlığını yapardı. Abdi Menaf oğullarının en yaşlısıydı.
Sahabîlerin kızdırılması, Allah'ın öfkesini muciptir. Nitekim bir hadis-i kudsîde "Her kim bana dost olana düşmanlık ederse, ona harp ilan ederim" buyurulm ustur.
Selman ve Suheyb gibi sahabîler Ebu Bekir'e (na) dargın olmadıklarını söylemişlerdir. Zira onlar Ebu Bekir'in kendilerini küçük görmediğini ve eza vermek istemediğini, bilakis Ebu Süfyan'ın gönlünü İslâm'a ısındırmak ve böylece onunla ve ona tâbi olanlarla İslâm ümmetinin çoğalmasını istediğini biliyorlardı.
Ebu Bekir birgün dellâlin elinde bir mâl gördü ve ona Onu satıyor musun?" dedi. Adam "Yok, Allah sana merhamet etsin" dedi. Ebu Bekir ona "Hayır" ûz, sonrada "ve Allah sana rahmet etsin"diye söyle, dedi. Zira "yok" diye terceme ettiğimiz İle "Allah sana rahmet etsin" diye terceme ettiğimizin arası bttiştirİldiğinde ve aralarında "ve" yanı "vav" harfi getirilmediğinde anlam "Allah sana rahmet etmesin" şeklinde olur. Kadı İyaz der ki "Ebu Bekir'in (r,a) bu sığadan sakındırdığı ve "Allah sana afiyet versin. Allah sana rahmet eylesin de! Daha fazla bir şey söyleme" dediği nakledilir".
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Mü'minler birbirlerine sevgi ve muhabbetle davranmalıdır. Selman, Su-hcybve Bilâl'ın faziletleri belirtilmiştir. İslâm kardeşliği İnsanların birbirlerine karşı (atlı dil kullanmalarını gerektirir.[133]
262. Sehl b. Sa'd'dan (ra) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ben ve yetimi (koruyup gözeterek) işlerini uhdesine alan kimse, cennette şöyle olacağız". Rasûlullah şehadet parmağıyla orta parmağına işaret buyurarak aralarını ayırdı. (Buhârî rivayet etmiştir).[134]
Rasûlullah (s.a) anlatırken daha fazla açıklamak ve dinleyenlerin zihinlerinde iyice yerleşmesini sağlamak için şehadet parmağıyla orta parmağına işaret buyurarak aralarını ayırmışlardır.
Hadisimizle ilgili olarak İbn Battal der ki "Bu hadisi işiten kimseye bununla amel etmesi ve cennette Nebi (s.a) ile arkadaş olması gerekir. A hirette bundan deha büyük mertebe yoktur"
Yetimi koruyup gözetenle Rasûlullah (s.a) arasında şehadet parmağı ile orta parmağı kadar bîr farklılık vardır.
Kurtubî şöyle der "Ben ve yetimi (koruyup gözeterek) işlerini uhdesine alan kimse cennette şu İkisi gibi olacağız" hadisinin anlamı şudur: "Yetimi gözeten kimse cennette peygamberimizle beraber olur. Onun huzurunda olur.
Bununla beraber her ikisinden her birinin çenette dereceleri ayrı ayrıdır. Zira peygamberlerin derecesine kimse erişemez. Peygamberlerden hiç biri de Ra-sûlullah'ın (s.a) derecesine ulaşamaz. Şu halde iki parmağı ile kıyas ile işaret buyurması aralarındaki farklılığa rağmen beraber bulunmadır. Ortak oldukları şey beraber olmalarıdır. Herkesin kendine göre derecesi ise ayrıdır"
Bir rivayette ise "şu ikisi gibi olacağız, eğer sakınırsa" buyurmuştur. Böylece Allah'ın yetim hakkıyla İlgili belirttiği hükümleri konusunda, Allah'tan sakınmaları için bütün mü'minlerin dikkati çekilmiştir. Rasûlullah'a olan yakınlıktan kastedilenin cennete girme hususundaki yakınlık olduğu da söylenmiştir. Nitekim Rasûlullah (s.a) bir hadis-i şerifte "Cennetin kapısını ilk açacak olan benim, bir de bakarım ki peşimden bir kadın geliyor. "Sen kimsin?" derim. Kadın ise şöyle der: "Ben yetim kalan çocuklarımı koruyup gözeten bir kadınım" Rasûlullah'a (s.a) yakınlıktan muradın cennete hızlı girmek ve derecenin yüksek oluşu olduğu da söylenmiştir.
Rasûlullah (s.a) dinden habersiz bir topluma peygamber olarak gönderildi ve Rasûlullah ümmetini korudu, gözetti, onlara öğretti ve yönlendirdi. Yetimi koruyup gözeten kimsede ne din ne de dünya işlerinden habersiz çocukları koruyup gözetmekte, onların ahlâkını güzelleştirmek eğitip yönlendirmekte Rasûlullah'a (s.a) benzer yakınlık bu cihettendir şeklinde yorumlayanlar olmuştur.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır
Yetimin işlerine yardımcı olmanın ve malını muhafaza etmenin faziletinin büyüklüğü açıklanmıştır. Yetimin bütün işlerini ve ihtiyaçlarını deruhte eden, mallarını koruyan kimse cennette Rasûlullah'a (s.a) arkadaş olacaktır. Ahirette bu mertebeden daha faziletlisi yoktur.[135]
263. Ebu Hüreyre'den (na) rivayet edilmiştir. Rasûluilah (s.a): "Kendi yetimini veya başkasının yetimini koruyup gözeterek işlerini deruhte eden kimseyle ben cennette şöylece beraber bulunacağız" buyurdular. Hadisi rivayet eden Mâlik b. Enes şehadet parmağıyla orta parmağına işaret etti. (Müslim rivayet etmiştir).[136]
Malik b. Enes tebe-i tâbiîn'dendir. Hicrî 93 yılında doğmuştur ve 179 yılında vefat etmiştir.
"Kâfil" tekeffül eden, yiyecek-giyecek ve eğitimiyle ilgilenen kimse demektir. T&time bakan kimse, ister kendi malından, ister kanunî vasilik ile yetimin malından harcasın, hadiste zikredilen fazilete hak kazanır.
"Kendiyetimi" ile kastedilen yetimin annesi, dedesi, ebesi, kardeşi, teyzesi, halası, kız kardeşi, amcası ve dayısı gibi yakın akrabalarıdır. Akraba olmayan yetimler ise başkasının yetimidir. Annenin ölümü halinde babanın çocukla ilgilenmesi de aynı çerçevede değerlendirilmelidir.[137]
264. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlullah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bir-iki hurma ve bir-iki lokma ile savuian kişi miskin değildir. Gerçek miskin sadaka istemeyen iffetli kimsedir". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[138]
Sahîhayn'da bir başka rivayette: "(Kapı kapı) insanları dolaşarak bir-iki lokma ve bir-iki hurma ile savuian miskin değildir. Gerçek miskin geçinecek mala sahip olmayan, halkın da hâlini bilmediği için sadaka verilmeyen, kendisi de insanlardan islemeye yellenmeyen kimsedir." buyurulmuştur.
Sadakaya muhtaç olan gerçek fakir kapı kapı dolaşıp dilenen değil, yiyip içecek bulamadığı halde hâlini kimseye açmayan ve hiçbir kimseden de yardım görmeyen iffetli kimsedir. Kapı kapı dolaşanlardan büyük bir çoğunluğun fakir olduğu bir gerçektir. Ancak tam fakir dilenmeyenlcrdir.
Miskinle fakir arasında fark olduğunu söyleyenlere göre, fakir yiyeceği bulunan, miskin ise hiçbir şeyi olmayan kimsedir. Bazıları da fakir muhtaç durumda olan, miskin de fakirlikten dolayı perişan hale gelen kişidir, demişlerdir. Dilenen kimseye fakir, dilenmeyene miskin diyenler de olmuştur.
Kendisi de insanlardan istemeye yeltenmeyen kimsedir" hadisi hakkında Hattâbî der ki: "Kapı kapı dolaşanların miskin olmadığını Rasûlullah'm (s.a) belirtmesi şu sebepledir; dilenen kimse bazan kendisine yetecek kadar toplayabileceği gibi, bazan da ihtiyacından fazla zekât ve sadaka toplayabilmektedir. Böylece ondan miskinlik gitmiş olmaktadır. Halbuki kimseden bir şey istemeyen ve kendisine de bir şey verilmeyen kimsenin miskinliği ve ihtiyacı devam etmektedir".
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır
Kapı kapı dolaşarak halktan yardım dileyen miskin değildir. Miskin başkasından istemeyen dolayısıyla da kendisine bir şey verilmeyen ve yiyeceği dahi olmayan kimsedir.
Başkasına el açıp istemek mekruhtur. Sadaka vermek için ehlini araştırmak ve dilenmeyene vermek daha faziletlidir.[139]
265. Ebu Hüreyre'den (r.a) RasüluHah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Dul kadınların ve düşkünlerin işlerine koşanlar Allah yolunda cihad eden gibidir".
Ravi der ki (Rasûlullah'ın) "Bıkıp usanmadan gece ibadet eden, iftar etmeden gündüzleri oruç tutan kimse gibidir" buyurduklarım sanıyorum. (Müslim rivayet etmiştir)[140]
"Dul kadın"olarak tercüme ettiğimiz "Ermele" kocasız kadın anlamındadır. Önceden evlenmiş olsun veya evlenmemiş olsun eşittir. Kurtubî, "ermele" kocası olmadığı için fakir düşen ve yiyeceği katmayan kadındır, der. Kadının kocasının ölümü veya kocasından boşanmak suretiyle ayrılışı halinde de "Dul kadın" denildiği bir vakıadır.
Kadını uygun şekilde korumayı devam ettirmek büyük bir sabır işidir. Bu, nefisle mücadele ve şeytanla devamlı savaş ile mümkündür. Zira dul kadınlara hizmete devam ederken yorulmak, usanmak ve bıkmak sözkonusu-dyr. Bu işte devamlılık genelde bakıp gözeten kimsenin kalbinin değişmesine, niyetinin bozulmasına yol açar. Bu kimse ile dul kadının bir kötülüğe düşmesine vesile olabilir. Bu sebeple dul kadınlara devamlı yardımda bulunanlar azdır. Yardımda bulunup günahlardan uzak kalmayı başaran da azdır. Eğer bunda muvaffak olunursa zayıfların sıkıntısı giderilmiş, hayatta derli toplu yaşamaları sağlanmış, maddî-manevî açıklan kapanmış, ırz ve namusları korunmuş olur. tşte bu şekilde dul kadınların ve düşkünlerin korunup gözetilmesine çalışanlar, güzel amellerine gece-gündüz devam ederek mütemadiyen sevap kazananlar gibidir.[141]
266. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasülullah'-n (s*) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Yemeklerin şerlisi, yemek için gelen fakirlerden esirgenilen, (o yemeğe) ihtiyaç hissetmeyen zenginlerin (ise) çağırıldığı düğün yemeğidir. (Mazereti olmadan) her kim davete icabet etmezse Allah'a ve RasÛlü'ne isyan etmiş olur". (Müslim rivayet etmiştir).
Sahîhayn'da, Ebu Hüreyre'nin (r.a) diğer rivayetinde ise: "Zenginlerin çağtntıp da fakirlerin terkedildiği düğün yemeği ne kötü yemektir" buyurul-muştur. (Müslim rivayet etmiştir)[142]
"Taâm'ul'Velfme" düğün yemeğidir. Hemen her münasebetle hazırlanan yemeğin ayrı bir adı vardır. Düğün münasebetiyle hazırlanan yemeğe "el-Velîme" denir. Diğerlerinden bazıları da şunlardır:
el-Kırâ: Misafirler için hazırlanan yemektir. et-TUhfe. Ziyaretçilere hazırlanan yemektir. el-Me'debe: Davetliler için hazırlanan yemektir. el-Hars: Doğum münasebetiyle hazırlanan yemektir. ( el-Ğadire: Sünnet düğünü münasebetiyle hazırlanan yemektir. et-Akîka: Çocuğun doğumunun yedinci gününde hazırlanan yemektir.
el-Vadîme: Kadınlar arasında yapılan toplantı sebebiyle hazırlanan yemektir.
en-Nakî'a: Yolculuktan dönüş sebebiyle hazırlanan yemektir. et-Vekîre: Bir binanın İnşaatı tamamlanınca hazırlanan yemektir.
Nevevî bu hadisin, RasûiullaRVn (s.a) sonra düğün yemeklerinde zenginlerin gözetileceği, sadece onların çağırılacağı ve nefis yemeklerin zenginlere yedirilmesinin tercih edileceği anlamında olduğunu söyler.
Zenginlere sırf zenginliklerinden dolayı saygılı olmak ve onlara ta'zimde bulunmak haramdır. Nitekim bir hadiste "Kim bir zengine zenginliğinden dolayı aşırı saygıda bulunursa dininin üçte biri gider" buyurulmuştur. Bununla beraber iyilik yapan zenginlere teşekkür etmek ve saygısızlık yapmamak gerekir. Zira Rasûlullah "İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a şükretmez" ve "Size kim iyilik yaparsa ona iyilikle karşılık veriniz. Eğer iyilikle karşılığa gücünüz yetmezse, ona dua ederek karşılık veriniz" buyurmuştur. Bunlar ise Allah için saygı ve teşekkürdür.
Arapların âdetinde düğün yemeğinde yalnız zenginler çağırılır, fakirler terkedilirdi. İbn Mes'ud "Biz sadece zenginleri davet ederek fakirleri terke-den kimsenin davetine icabetten nehyolunduk" demiştir. Ebu Hüreyre de davet edenlere "Siz davet konusunda isyankârlarsınız. Gelmeyeni çağırır, size gelecek olanı bırakırsınız" derdi.
Hadisten çıkarılan hükümeler şunlardır.
Düğün yemeğine çağrılanın katılması sünnettir. Ancak yemekte içki ve haram kılınmış oyun aletleri vb. varsa katılmak caiz değildir. Rasûlullah (s.a) kendisinden sonra düğün yemeklerine zenginlerin çağırılacağını haber vermiştir. Fakirlerin gözetilmesi ve iltifat edilmeleri gerekir. Sırf zenginliklerinden dolayı zenginlere saygıda bulunmak yasaklanmıştır.[143]
267. Enes'den rivayet edilmiştir:
Nebî (sa): "Kim iki kız çocuğunu buluğ çağına kadar yet'ıştirirse kıyamet günü ben ve o kimse şöylece beraber bulunacağız" buyurdu ve parmaklarını birbirine bitiştirdi (Müslim rivayet etmiştir).[144]
Kız çocuklarının babaları üzerindeki hakları, erkek çocuklarından daha fazladır. Zira erkek çocuklar kız çocuklarına ntsbetle hem daha kuvvetli, hem de tasarrufa muktedirdirler.
Hz. Peygamber'in (s.a) parmaklarını bir araya getirmesi, iki kız çocuğunu büyüten kişinin cennette kendisiyle birlikte olacağını veya cennete beraber gireceğini anlatmak içindir. Hadiste kendi çocuğu olsun, başkasının çocuğu olsun kız çocuklarını büyütüp yetiştiren, eğitip terbiye eden kimsenin faziletine işaret edilmiştir.
Buluğ çağı, kızlarda yaşından, hayız görmesinden ve ihtilâm olmasından anlaşılır. Kurtubî hadisİmizdekİ "Buluğ çağına kadar" İfadesinden maksadın kendi nefislerinde müstakil duruma gelmeleri olduğunu söyler ve "Kadınların istiklâlleri ancak evlenmeleri ile olur, aksi halde hayız görmesine ve yasına bakarak buluğa ermesi esas alınırsa; erken evlenip, korunup-gözetilmeye ihtiyacı olmayanlar olabilir. Bazen kızlar hayız görmelerine rağmen kendi işlerini kendileri göremezler. Bu durumda hayız gördü ve buluğa erdi diye kızlar terkedilecek olurlarsa, fesat ve fücur doğar. Bilakis kızların korunup gözetilmesi bu dönemde daha da ehemmiyet kazanır. Kız çocuklarını büyütüp yetiştiren kimse, onları evlilik çağına geldiklerinde evliliğe teşvik ederek evlendi rmelidir. Bu sebeple alimler kız çocuğunun nafakasının babası üzerinden buluğ çağına kadar değil, evleninceye kadar düşmeyeceğini söylemişlerdir. Bu fazilet, sadece kız çocukları için değil, bilakis umum içindir. Nitekim Rasûlullah (s.a) "Her kim iki kız çocuğunu veya iki kız kardeşim veya iki teyzesini veya iki ninesini veya iki balasını koruyup gözetir ve geçimini sağlarsa cennette benimle olur" buyurmuş (ve iki parmağına işaret etmiş)tir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Kız çocuklarının nafakasını sağlamak ve onlara iyilik etmek fazilet olduğu kadar, kız çocuklarını terbiye etmek, eğitmek, nafakalarını sağlamak, ana-babanm cennete girmesine ve orada makamlarının yücelmesine sebeptir.[145]
268. Hz. Âişe'den (r.a) rivayet edilmiştir:
Bir yanında iki kız çocuğu ile bir kadın bana gelerek bir şey istedi. Yanımda tek bir hurmadan başka şey yoktu. Hurmayı kadına verdim. Onu çocuklarına paylaştırdı. Kendisi yemedi, sonra da kalkıp gitti. Bu sırada Ne-bî (s.a) içeri girdi. Kendisine olup bitenleri anlattım. Rasûlullah (s.a): "Her kime (Allah) kız çocuklarından verir de o da onlara iyi davranfarak yetiştirirce, o kız çocukları o kimse için cehenneme karşı bir perde olurlar" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[146]
Hz. Âişe Rasûlullah'm (s.a) "Bir hurma İle de olsa senden isteyen ver, (boş) dönmesin" tavsiyesine uyarak sadaka vermekte aşırı hırs göstermiş, evde bulunan tek hurmayı vermiştir.
Babanın evladına yaptığı harcama, sevap vesilesidir. Nitekim bir hadiste "Sen Allah rızasını gözeterek yaptığın her harcama için sevap alırsın, hatta hanımının ağzına vereceğin bir lokma ile de olsa" buyurulmuştur.
"Sonra da kalkıp gitti" ifadesinden, kadının hurmadan başka şeyler de bekleyerek daha fazla oturduğu ancak hurma haricinde bir şey bulunmadığına kanaat getirince kalkıp gittiği anlaşılmaktadır.
" Cehenneme karşı bir perde olurlar" buyurulması konusunda Kurtu-bî "Cehenneme karşı perde oluş, bir kız çocuğuna yapılan iyilikle de mümkündür. Birden fazlasına yapılan iyilik ise daha fazla ateşten korunmayı ve çenette Rasûlullah'a daha yakın olmayı sağlar" demekledir.
Cehenneme girmeyen kişinin cennete gireceğinde şüphe yoktur. Nitekim başka bir hadiste tek hurmayı iki kızına paylaştıran kadın hakkında "Allah ona cennetini vacip kıldı ve onu cehennemden korudu" buyurulmuştur.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır:
Kız çocuklarını gözetip-korumak pek fa/.İlcitittir. Zira onlar sebebiyle cehennemden kurtuluş ve günahlardan bağışlanma vardır.[147]
269. Hz. Âişe'den (r.a) rivayet edilmiştir:
BirgUn bana yoksul bir kadın iki kız çocuğunu taşıyarak geldi. Ben de ona Üç tane hurma verdim. Kadın çocuklardan her birine birer tane hurma verdi. Diğer hurmayı yemek için ağzına götürmüştü ki çocukları o hurmayı da istediler. Kadın yemek istediği bu hurmayı ikiye böl(erek çocuklara ver)di. Kadının bu hâline taaccüb ettim de kadının yaptıklarını Rasûlullah'a (s.a) anlattım. Rasûlullah (s.a) "Allah bu davranışından dolayı kadına cenneti vacip kıldı. (Ravi şek ederek) veya bundan dolayı kadım cehennemden âzad etti" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir).[148]
Îbn'us-Sikkît "Miskin, hiçbir şeyi olmayandır. Fakir ise günlük yiyeceği olandır" der. Yûnus da aynı görüşte olup "Fakir miskinden hâli daha iyi olandır" der. Esmâî ise "Miskin, fakirden durumu daha iyi olandır" demiştir. Nitekim Allah (c.c)
"O (yaraladığım) gemi, denizde çalışan yoksullarındı (miskinlerindi)" (Kehf, 79) buyurmuştur. Ayete göre miskinler günlük yiyecekten başka gemi sahibi olarak da nitelenmişlerdir. Fakirler konusunda ise Allah (cc)
"(Sadakalarınızı) şu fakirlere (verin ki) Allah yolunda kapanıp kalmışlardır. Yeryüzünde dolaşamazlar. Bilmeyen, utangaçlıklarından dolayı onları zengin sanır..." (Bakara, 273) buyurmuştur. Ayetlere göre miskin fakirden daha varlıklıdır. İbn'ul-Arabî de "Miskin, fakirdir. Fakir bir şeyi olmayandır. Miskin ise her ne kadar varlıklı olsa da zelîl olan kimsedir. Nitekim kadin miskindir" demiştir.
Çocuklarına bakıp-gözeten kimse şefkat ve merhameti sebebiyle cennete girer. Rasûlullah (s.a) "Merhametlilere Rahman olan Allah kıyamet gününde rahmet eder" buyurmuştur.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Sadaka, mü'minin Rabbine olan îmanına ve va'dindekî bağlılığa delâlet eder. Genel ve özel izinle, kadın kocasının malından sadaka verebilir. Bu durumda her ikisi de sevap kazanır. Annelerin çocukları Üzerinde titizlikle davranıp, onlara zarar gelmesinden korkmaları gerekir. Araplar câhiliye döneminde kız çocuklarından hoşlanmazlardı. Onları diri diri gömmek âdetleriydi, îslâm geldiğinde işi aslına döndürdü ve kızların güzel terbiyesi ve nafakalarının teminini cennete girmeye ve cehennemden kurtulmaya sebep kıldı.[149]
270. Ebu Şureyh Huveylid b. Amr ei-Huzâî'den (r.a) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ey Allahım! Ben iki zayıfın; yetim ve kadınm haklarının çiğnenmesinden sakındırıyorum". (Hadis hasendir, Neseî.bu hadisi ceyyid bir isnad ile rivayet etmiştir).[150]
Ebu Şureyh Medine'ye gelerek Mekke'nin fethinden önce müslüman olmuştur. Hicretin 68. yılında Medine'de vefat etmiştir. "Ebu Şureyh" künyesinin Rasûlullah (s.a) tarafından verildiği rivayet olunur. Ebu Şureyh'in Mekke'nin fethinde Benî Ka'b kabilesinin sancağını taşıdığı da rivayetler arasındadır. Ebu Şureyh Rasûlultah'tan (s.a) 20 hadis rivayet etmiştir.
"Yetim",babası olmayan buluğ yaşından küçük çocuktur. Özellikle korunmaya muhtaç olan kadınların zikredilmeleri bunların zayıf olmaları do-layısıyladır. Erkekler, kadın ve çocuklara nisbetle daha güçlü ve kuvvetlidirler. Dünya işlerini daha iyi bilirler. Kendileri zayıf olsalar da, Allah'tan başka kendilerine yardımcı olacak kimselere tevessül etmeyi bilirler.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Kimsesiz kadına ve yetime kötülük işleyenler tehdit edilmiştir. Hiçbir gücü ve kuvveti olmayan, Allah'ın güç ye kudretine sığman zayıflara zulüm, Allah'ın şiddetli azabına sebep olur.[151]
271. Mus'ab b. Sa'd b. Ebî Vakkas'dan (ra) rivayet edilmiştir:
Babası Sa'd, kendisini başkalarından daha faziletli sanırdı. Bunun üzerine Nebî (s.a) "Siz ancak zayıflarınız sayesinde (harblerde) gâtib olur ve nzıklandtnltrsımz" buyurdu. (Buhârî rivayet etmiştir)[152]
Mus'ab, tâbiîndendir. Medine'de yaşamıştır. Babasından, Ali b. Ebî Ta-lib'den ve Abdullah b. Ömer'den hadis tahsil etmiştir. Güvenilir bir râvi olup, çok sayıda hadis rivayet etmiştir. Hicretin 103. yılında vefat etmiştir.
Neseî'nin rivayetinde "Bu ümmetin yardımı; zayıfların duaları, namazları ve ihlâslan sayesinde olur" buyurulmuştur.
Ibn Battal hadîsimizin yorumunu yaparken şöyle den "Zayıflar dua ederken, daha ihlâsh, ibadette daha huşu sahibi olurlar. Zira onların kalpleri dünyatım zîneünden ve süsünden arınmıştır". Rasûlullah (s.a) bu sözlerle Sa'd'ı tevâzua, başkasına karşı kibirlenmemeye, bütün hallerde müslümanlan kü-çümsememeye teşvik etmiştir.
Abdurrezzak'ın Mekhûl tariktyla olan rivayetinde hadisin baş tarafı şöyledir. Sa'd "Yâ Rasûlaltah! Kavmini koruyup gözeten ve insanlardan zararı defeden kimsenin de diğerleri gibi mi payı vardır, ne dersiniz?" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah hadisi zikretti.
Sa'd savaşlarda ok atar, düşmana aman vermezdi. Ganimetteki payının dtğer zayıf müslümaniarla eşit olup-olmayacağım sormuştur Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) Sa'd'a savaşan okçunun da eşit pay alacağını îmâ etmiştir. Her ne kadar kuvvetli, cesaretiyle üstün gelse de, zayıf da duasının ve İhlâsı-nın faziletiyle üstün gelir.[153]
272. Ebu Derda Uveymir'den (r.a) rivayet edilmiştir:
Rasûlullah'ı şöyle buyururken işittim: "Zayıflan koruyup gözetiniz. Siz ancak zayıflarınız (fakir ve kimsesizleriniz) sayesinde (düşmanlarınıza) üstün gelir ve rızıklandmhrsımz." (Ebu Dâvud ceyyid bir isnad ile rivayet etmiştir).[154]
Ebu Derda Uhud Savaşı'ndan sonraki savaşlara katılmıştır. Uhud Savaşı'nda bulunup, bulunmadığında ihtilaf edilmiştir. Ebu Derda fakth ve alim bir sahabî idi. Rasûlullah onunla Selman'ı kardeş ilan etmişti. Peygamberimiz Ebu Derda Uveymir hakkında "Uveymir ümmetimin hakimidir" buyurmuştur. Hz. Osman'ın hilafet döneminde hicretin 30. yılında vefat etmiştir. Rasûlullah'tan (s.a) 79 hadis rivayet etmiştir.
Müslümanların fakirlerini,düşkünlerini koruyup kollamak gerekir. Onların dualarıyla Allah (cc) yağmur yağdırır. Bol nimet verir ve İnsanlar rızık-lamr. Hadisimiz Allah'a çeşitli vesilelerle yaklaşmayı, fakirlere yadım etmeyi, fakirlere eziyet vermekten sakınmayı, Allah'tan başka sığmağı olmayan zayıfların gönüllerini kazanmayı teşvik etmektedir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Zayıflar, dünyanın servetinden kalplerini ârî ve Allah'a sığınışlarındaki sadâkatleri dolayısıyla dualarında daha ihiâslı, ibadetlerinde daha huşûlu olurlar. Mütevazi olunmalı ve kişi kendisini başkalarından yukarıda görmemeli-'r. Kuvvetli, düşmana karşı şecaatiyle; zayıf iscihlâsı ve tevazuu ile faziletlidir.[155]
"Kadınlara iyilikle muamele ediniz". (Nisa, 19)
"Ne kadar gayret ederseniz ediniz, hanımlarınız arasmda hakktyle adaletle davranamazsınız. Birine tamamen meyledip de diğerini askıda gibi ter-ketmeyiniz. Aralarını düzgün tutar ve Allah'tan sakınırsınız, Allah Gafurdur, Rahîm'dir". (Nisa, 129)[156]
273. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kadınlar hakkında birbirinize İyiliği tavsiye ediniz. Çünkü kadın, kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri noktası üstüdür. Eğer onu düzeltmeye kalkışırsan onu kırarsın, kendi haline bırakırsan eğriliğini devam ettirir. Binaenaleyh kadınlara iyiliği tavsiye ediniz." (Bu-hârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[157]
Buhârî ve Müslim'in diğer bir rivayetine göre: "Kadın eğe (kaburga) ke-miğt gibidir. Eğer onu doğrultursan kırarsın, eğer ondan /ayda/anmak istersen bu eğrilik hâli devam ederken yararlanabilirsin" buyurutmuştur.
Müslim'in bir başka rivayeti ise şöyledir: "Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır, istediğin hiç bir yola dosdoğru olarak devam etmez- Eğer ondan faydalanmak istersen eğri hâli devam ederken faydalanırsın. İsteğinize göre doğrultmaya kalkışırsan onu kırarsın, onun kırılması boşanmasıdır"
"Dıla" kaburga kemiğidir. "Avec" eğrilik anlamındadır.
Kadının kaburga kemiğine benzetilmesini, Hz. Havva'nın Hz. Âdem'in kaburga kemiğinden yaratılmış olmasını sebep göstererek yorumlayanlar da olmuştur. Tîbî'ye göre hadis "Kadınlar hakkında nefislerinizden hayır öğüdü isteyin" anlamındadır. Bazılarına göre de "Kadınlar hakkında size vasiyette bulunuyorum, bu vasiyetimi yerine getirin" anlamındadır.
Kadının kaburga kemiğinden yaratıldığının belirtilmesi; onun eğriliğinin hoş karşılanması içindir. Zira o, kaburga kemiğinin düzeltileni ediği gibi dü-zeltilmeyi kabul etmez. Düzelme kabiliyeti ve istidadı yoktur.
Kadının f.uylarmı değiştirmeye, gidermeye bir şekilde kalkışılması şiddetli huzursuzluğa ve ayrılığa sebeb olur. Ayrılık ise onun kınlmasıdır. Kaburga kemiğinin kırıldığı gibi. Onun kötü davranışlarına ve anlayışının kıtlığına sabredilirse, evlilik devam eder. Kişi böylece nefsini haramdan korumuş, çoluk çocuk sahibi olmuş ve mutluluğu yakalamış olur.
Peygamberimiz bu hadisi erkeklerin kadınların hatalarını, eksikliklerini devamlı şikayet ederek onların düzeltilebileceğini düşünmeleri ihtimalini bertaraf etmek için söylemiş olabilir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Zayıf olmaları ve işlerini görecek bir kimseye ihtiyaç duymaları sebebiyle tekrar tekrar kadınlara tavsiyede bulunulmuştur. Erkekler kadınlara müsamaha ve sabırla muamele etmeye teşvik edilmiştir. İslâm, toplumun selâmeti için kadınların gözetilmesine büyük önem vermiştir.
Erkeklerin kadınlardan daha sabırlı olması sebebiyle kendilerinden kadınların davranışlarına tahammül etmeleri, sabırlı olmaları istenmiştir.[158]
274. Abdullah b. ZemVdan (r.a) şöyle rivayet edilmiştir:
Nebî'nin (s.a) hutbe îrad edip Salih Peygamber'e mucize olarak verilen dişi deveyi ve onu boğazlayanı anlatırken şöyie buyurduğunu işittim. "Deveyi boğazlamak için kavmin en bedbahtı fırladı" (Şems, 12) ayetini hatırlattı. Semûd kabilesi arasında adı duyulmuş, şirretii, gözü kara biri yerinden fırladı dedi. Sonra da kadınları söz konusu ederek bu konuda öğütler verdi ve "Sizden biri kalkıp ailesini köle döver gibi dövüyor, ihtimaldir ki, o akşam onunla birlikte yatar" buyurduktan sonra cemaatten birisinin yellenmesine gülüşmeler konusunda uyararak "İçinizden birisi kendisinin de yaptığı böyle bir şeyden dolayı niçin gülüyor?" buyurdu. (Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir).[159]
Abdullah b. Zem'a'nın kizkardeşi, Rasûlullah'ın (s.a) hanımı Ümmü Se-ieme'dir. Abdullah, Kureyş'in İleri gelenlerindendir. Rasûlullah'tan (s.a) iki hadis rivayet etmiştir.
Salih Peygamber'in devesini Semûd Kavmi'nin en eşkiya adamı Kudâr b. Sâlİf boğazlamış tır. Kudâr kısa boylu, sarışın, kırmızı tenli, babası belli olmayan bir kişi imiş.
"Ârim" şer, ifsad edici, pis, cahil ve serseri anlamlarındadır. Rasûlullah
(s.a) bu kimseyi Ebu Zem'a'ya benzetmiştir. Ebu Zem'a'nın adı Esved'dir. Esved müs İÜ mani arla alay eden bir adamdı.
"O alay edenlere karşı biz sana yeteriz" (Hicr, 95) ayeti bu gibiler hakkında inzal olmuştur. Esved, kâfir olarak Mekke'de ölmüştür. Ebu Zem'a-mn oğlu Zem'a da Bedir'de öldürülen kâfirlerdendir.
"Sizden biri kalkıp, ailesini köle döver gibi dövüyor" ifadesi Müslim'in rivayetinde "Cariyeyi döver gibi", Neseî'nİn rivayetinde ise, "Köle ve cariyeyi döver gibi", Buhârî'nin el Edeb'ul-Müfred'inde ise "Deve döver gibi" şeklindedir. Hadisimizde köle ve cariyenin dövüldüğü bir vakıa olarak zikredilmekte otup, kadınların dövülmesine de latif bir îmâ vardır. Ancak bu dövülme hayvana veya köleye vurur gibi olmamalıdır. Yine hadis, akıllı ve olgun bir kimsenin gündüz hanımım aşın bir şekilde dövüp de, o günün sonunda veya gecesinde onunla cinsel temasta bulunmasını uzak görmektedir. Dövmek ve ilişkide bulunmak birbirine zıd olan şeylerdir. Özellikle arzu ve istekler gece vakitlerinde artar, ancak dövülen kadın kendisini dövene karşı nefret duyabilir. Halbuki azar ve te'dîb ölçülü olsa, bu nefret sözkomısu olmaz.
Rasûlullah (s.a) "içinizden birisi kendisinin de yaptığı böyle bir şeyden dolayı niçin gülüyor?" buyurmuştur. Gülmek, tuhaf bir şey ve yadırganacak bir hal için olur. Yüz hatlarında bir belirti olması durumunda gülümseme, yüz tenierİndeki bu hareket çoğalır ve ses çıkarılırsa o gülme, ses daha da fazla çıkarsa kahkaha olur. Eğer bir iş her insanda vaki olan bir şey ise, bir kimsede olduğunda buna gülmek anlamsızdır. Hadis, sesle yellenen kimseye gülmeyi yasaklamıştır. Araplar câhiîiye döneminde bir cemaat içinde sesle yellenen kişiye gülerlerdi. Peygamberimiz (s.a) insanları bu hareketten men etmiştir, yellenen kimseyi duyrnamazlıktan gelerek başka şeylerle meşgul olunmalıdır. Lut kavminin âdetlerinden biri de yellenmek ve buna gülüşmek idi.
Hadi s'ten çıkarılan hükümler şunlardır.
Nasihat ve yataktan uzaklaşmak, terkedip gitmesinden endişe edilen kadına fayda vermiyorsa, tamamen ayrılıp gitmemesi için hafif bir şekilde dövülebilir. Baş ve yüze vurmaksızin, yaralayıcı ve kına olmaksızın dövmek caizdir.[160]
275. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hiçbir mü'min erkek, mü'min kadınına buğzetmesin; zira hoşlanmadığı huyları varsa buna karşılık razı kalacağı huyları da vardır. (Müslim rivayet etmiştir).[161]
Kadı İ yaz, bu hadîsin anlamının;
"Mü'min mü'mineye tamamen dargın olmaz" şeklinde olduğunu belirtir. Erkeklerin kadınlara küsmesi, kadınların erkeklere dargınlığı gibi değildir. Bu sebeple "Onun bir huyunu beğenmezse, bir.başka huyunu beğenir" buyurulmuştur. Nevevî ise hadisin; "Erkek kadına buğzetmesin; zira kadında beğenmediği bir huy görse de beğenilecek diğer bir huy da bulur" anlamında olduğunu söyler.
"Ferk" küsmek, buğzetmek anlamındadır. Kurtubî "Ferk kelimesinin aslı, kadınlar için söylenir. Erkek kadınını kızdırıp, öfkelenitdiğinde kullanılır. Ferk-in erkekler için kullanılması ise azdır" der.
Hadİs'ten çıkarılan hükümler şunlardır.
Erkeğin hanımına buğzetmesi ve ondan hoşlanmaması yasaklanmıştır. Zira hoşlanmadığı bir huyu varsa hoşlanacağı huylan da vardır. Mü'min kimse hammıyla aralarında geçen bUtün anlaşmazlıklarda duygularına ve geçici infiallerine değil aklına müracaat etmelidir.[162]
276. Amr b. el-Ahvas el-Cuşemî'den (r.a) Nebî'nin (s.a) veda haccında Allah'a hamdu senadan ve halka öğüt verdikten sonra şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Dikkat ediniz! Kadınlara hayırla muamele etmenizi tavsiye ederim. Çünkü onlar emrinizdedir. Onlardan eşlik görevinden gayri birşey istemeye hakkınız yoktur. Yalnız açık bir kötülük işlemeleri müstesna! Şayet bu işi yaparlarsa onlardan ayrı yatın ve yaralamadan onları (te'dîben) hafifçe dövün. Eğer size itaat ederlerse kendilerine azgınlık göstermeyin. Dikkat ediniz! Şunu biliniz ki, kadınlar üzerinde haklarınız olduğu gibi kadınlarınızın da sizin Üzerinizde haklan vardır. Onların üzerindeki haklarınız yabancıları yatağınıza bastırmamaları ve müsadeniz olmadıkça hoşlanmadığınız kimselerin evinize girmelerine izin vermemeleridir. Dikkat ediniz! Onlann sizin üzerinizdeki hakları da, onları güzel bir şekilde giydirmeniz ve yedirmenizdir". (Tirmizî rivayet etmiş ve "Hadis hasen ve sahihtir" demiştir)[163]
Amr b. el-Ahvas el-CuşemFye "el-Kılâbî" nisbesi verenier ue olmuştur. İbn Mende ve Ebu Nuaym ise sadece Cuşemî nisbesini zikretmişlerdir, İbn Hazm, Amr b. el-Ahvas'm Rasûlullah'dan (s.a) iki hadis rivayet ettiğini belirtir.
Veda haccı, Rasûlullah'm (s.a) bu hacctan sonra haccetmemesi sebebiyle bu İsimle anılmıştır.
Kadınların eşlik görevi; cinsel yönden faydalanma ve kadının kocasını haramdan koruması ve evini muhafaza etmesidir. Kadının kocasını terketmesi ve geçimsizlik göstermesi halinde ise önce kendisine nasihat edilir, öğütlerin fayda vermemesi halinde aynı yatakta yatılmaz. Bunun da etkili olmaması hâlinde; kocayı terketmesi ve isyanı halinde, yüzden kaçınmak ve yaralayıcı ve iz bırakıcı olmamak şartıyla ta'zir ve edeplenmesi için kadına hafifçe vurulabilir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ".. Dikkafalilık, şirretlik etmelerinden korktuğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarından ayrılın ve (bunlarla yola gelmezlerse) onları dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onlann aleyhine başka bir yol aramayın..." (Nisa, 34)
Yabancıların yatağa bastırılmamasından murad, kadının yabanacılarla başbaşa kalmamasıdır. Kadı lyaz "Arapların âdetine göre erkek/erin kadınlarla konuşması ne ayıptı, ne de bir şüpheyi gerektirirdi. Hicâb ayeti nazil olunca bundan yasaklandılar" demiştir.[164]
277. Muaviye b. Hayde'den (r.a) rivayet edilmiştir:
Rasûlallah! Bizden birinin eşinin üzerindeki hakkı nedir?*' diye sordum ve kendileri şöyle cevap verdiler: "Yediğin zaman ona da yedirmen, giydiğin gibi onu da giydirmen, yüzüne vurmaman, onu kötülememen ve yatağından ayrılmaya mecbur olduğunda evin dışına taşirmamandır". (Hadis ha-sendir. Ebu Dâvud rivayet etmiştir).[165]
Muaviye b. Hayde Basralıdır. Horasan'da savaşmış ve orada vefat etmiştir. Hadisi tbn Esîr Usd'ül-Câbe'de yine Muaviye'den "Bir adam Rasûlullah'a (sm) "kadının kocası üzerindeki hakları nelerdir?" diye sordu" şeklinde rivayet etmiş ve hadîsin devamını zikretmiştir. Bu sorma işinin birkaç defa vuku bulması muhtemeldir. Veya bu rivayette râvi, ismini herhangi bir sebeple gizlemiş olabilir.
Kişi fakir ise ev halkının giydirilmesini, yedirilİp-içiriJmesini mümkün mertebe sağlamalıdır. Yine kişi eşini farz olan örtünmeye uygun şekilde giydirmekle mükelleftir. Zengin bir kimse ise yiyip içmede ve giyimde asın harcamalardan kaçınmalıdır. Fazla parayı israf yerine, hayırlı işlerde ve sadakada sarfetmelidir.
Kocanın, yaratılanı yaratandan ötürü hoş görüp, kadının çirkinliğini dile getirmemesi gerekir.
Hadis'ten çıkarılan hükümler şunlardır.
tasanın şerefinden dolayı, yüze vurulması haramdır. Çirkinliğinden dolayı kadın ayıplanamaz. İsyankâr kadının gece yatağının terkedilmesİ edep-lenmesine vesiledir.[166]
278. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûiullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Mü'minlerin îmanca en kâmil olanı, en güzel ahlâklı olanlarıdır. Hayırlı olanınız da kadınlara karşı iyi davran anları mzdır". (Tirmizî rivayet etmiş ve "hasen-sahîh" demiştir.)[167]
Ahlâk, nefsi güzel şeyler işlemeye iten ve faziletli huylar kazandıran bir melekedir. Hasan Basrî "Güzel ahlâkın hakikati, iyiliği çoğaltmak, kötülükten sakınmak ve güzel yüzlülüktür" der.
Bâcî "Ahlâkın güzelliği; kendisiyle oturan büyük olsun küçük olsun herkese müjdeci, yumuşak, şefkatli ve sabırlı davranmaktır" ûer, Güzel ahlâkın vehbîmi, kesbî mi olduğunda ihtilâf edilmiştir. Asıî İtibariyle güzel ahlâkın insanın tabiatında bulunduğu ancak ilim ve amelle daha da geliştiği görüşü benimsenmektedir.
Amellerin en faziletlileri konusunda cevap soranların durumuna göre değişmektedir. Faziletli ameller zamana göre de değişebilir. Nitekim İslâm'ın başlangıcında cihad daha faziletli İdi. Namazın zekâttan daha faziletli olduğu görüsü daha ağırlıklıdır. Ancak ihtiyaç sahiplerinin çoğalması halinde, zekât namazdan daha efdaldir. "Sizin en hayırlınız hanımına en hayırlı olanınızdır" hadisine göre, en hayırlı olmak elbette sadece kadınlara iyi davranmakla sağlanmaz. Fazilet ve hayır îman itibariyledir. Ameller ise derecelerine göre farklılık arzeder.
Hadis'ten çıkarılan hükümler şunlardır
Kadına güleryüz göstermek, eziyet etmemek, iyilikte bulunmak ve sabırla muamele etmek gerekir. Zira Rasûlullah (s.a) hanımlarına karşı insanların en güzel davrananı ve en sabırlısı idi.[168]
279. İyâs b. Abdullah b. Ebu Zühâb'dan (r.a) şöyle rivayet edilmiştir:
Rasûluilah (s.a) "Kadınları dövmeyiniz" buyurduğunda Ömer b. el-Hattab (r.a) Rasûlullah'a (s.a) gelerek "Yâ Rasülallah! Kadınlar erkeklerine karşı ciir'ei etmeye başladılar" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) kadınları dövmeye ruhsat verdi. Bu defa da bir çok kadın Rasûlullah'ın (s.a) zevcelerine gelip kocalarının kendilerini dövdüklerinden şikayet ettiler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) "Birçok kadın Muhammed'İn eşlerinin çevresini sararak kocalarından şikayet ediyorlar (Hanımlarını döven) erkekler iyilerden değildir" buyurdu. (Ebu Dâvud sahih isnad ile rivayet etmiştir).[169]
İlyâs b. Abdullah Mekke'de ikamet etmiştir. Sahabî olduğunu söyleyenler vardır. Ancak bu konu ihtilaflıdır. Rasûlullah'tan (s.a) sadece bu hadisi rivayet etmiştir.
Evliliğin devamı ve karı kocanın birbirlerine karşı haklarını yerine getirmeleri için karşılıklı sevgi ve saygı gerekir. Yersiz olarak dövmek çirkin bir olaydır. Evliliği zedeleyecek şekilde davranışlara giren bir kadının uyarılara aldırış etmemesi üzerine hafifçe tehdit edilmesi veya hafif bir şekilde dövülmesi evliliğin tekrar yoluna girmesine sebep olabilir. Hoşgörü ve yumuşak davranma İslâm'ın teşvik ettiği hasletlerdir. Şartlar ve zaruretler rıfk ile muamelenin terkini gerektirdiğinde dayağa başvurulması normaldir.
Hadis'ten çıkarılan hükümler şunlardır.
Dayağa kalkışmak göğsün darlığına, nefsin sıkıntısına delâlet eder. Bu, güzel ahlâka ters düşer. Güzel ahlak sahibinin göğsü geniş, nefsi hoştur. Rasûlullah (s.a) hiçbir kadına ve hizmetçiye vurmamıştır. O ancak Allah yolunda çarpışırken veya Allah'ın haram kıldığı şeylerin işlenmesi'halinde eliyle vurmuş ve Allah için intikam almıştır.[170]
280. Abdullah b. Amr el-Âs'dan (r.a) Rasûlullah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Dünya bir metâ'dır. Dünya metâ'ınin en hayırlısı ise iyi kadındır". (Müslim rivayet etmiştir).[171]
"Meta" altın ve gümüşten başka dünya malı, her türlü eşya, azıcık faydalandıktan sonra hemen eskiyen, çürüyen, bitip tükenen şey anlamlarına gelmektedir. Nitekim Allah Teâlâ "Dünya hayatı bir aldatma metâ'mdan başka bir şey değildir" (Âl-i İmran, 185) ve "De ki; Dünya metâî azdır" (Nisa, 77) buyurmuştur. Geçici ve aldatmalarla dolu olan bu dünyanın en hayırlı me-tâ'ı saliha kadındır. Dindar, terbiyeli ve namuslu anlamındaki saliha kadın, hayatı süresince kocasını mes'ud edecektir. Rasûluilah (s.a) "Üç şey vardır ki bunlar Ademoğulunun saadet indendir. Saliha kadın, elverişli bir ev ve İyi bir taşıt (binek) buyurmuştur. Bir başka hadiste ise; "Saliha kadın, kocası baktığında neşe saçarak kocasını rahatlatan, emrettiğinde itaat eden, uzaklaştığında ırzını ve malını koruyandır" buyurulurak saliha kadının özelliklerinden bahsedilmiştir.
Hadis'ten çıkarılan hükümler şunlardır.
Kişi, dünya saadeti ve Allah'a ibadetinde yardımcı olması için saliha kadınlar ile evlenmeye teşvik edilmiştir.[172]
"Erkekler, kadınlar üzerine yöneticidirler. Çünkü Allah, kimini kiminden üstün kılmıştır ve erkekler (kadınlara) mallarından harcamaktadırlar. Onun için iyi kadınlar itaatkâr olup, Allah'ın kendilerini korumasına karşılık kendileri de gizliyi koruyan (kocalarına gizli gizli ihanet etmeyenlerdir". (Nisa, 34)[173]
Önceki bölümde geçen Amr b. el-Ahvâs tarafından rivayet edilen hadis de bunlardan biridir.[174]
281. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: "Erkek hanımını yatağa davet ettiğinde kadın ona gelmez ve kocası da ona dargın olarak uyursa, sabah oluncaya kadar melekler o kadına lanet ederler". (Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir).
Buhârî ve Müslim'in bir başka rivayetinde "Kadın kocasının yatağını (özürsüz olarak) terkederek uykuya da/arsa, o kadına melekler sabaha kadar lanet eder/er" buyurulmuştur.
Diğer bir rivayette ise Rasûluİlah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, bir adam hanımını yatağına çağırır da kadın bu daveti reddederse kocası o kadından razı oluncaya kadar (emri semaya nafiz olan) Allah o kadına dargın olur".[175]
Yatağa çağırmaktan kasıt cimadır. Özellikle gece cimaya iten sebepler daha etkilidir. Bu işin genellikle gece vuku bulması sebebiyle gece îmâ edilmiştir.
"Sabahlaytncaya kadar" ifadesinden bunun geceye mahsus olduğu sanılmakta ise de murad, gece veya gündüz.her ne zaman cimaya davet ederse demektir. Nitekim diğer bir rivayette de "Kocası o kadından razı oluncaya kadar" denilmiştir. Bir hadiste ise "Üç kimse vardır ki, bunların ne namazları kabul olur ne de hayırları semaya yükselir. Bu üç kişi; evine dönmedikçe kaçan köle, ayıîmadığı sürece sarhoş olan kimse ve kocası razı olmadıkça kocası kendisine dargın olan kadındır" buyurulmuştur.
Kadın hayız halinde de olsa kocasının davetine icab etmelidir. Cima haricinde öpmek ve okşamak gibi şekillerle de kocası kadından faydalanabilir.
Kadın kocasını yatağa davet ettiğinde kocanın İcabet etmemesi günah değildir. Ancak kadın için maddî ve manevî bîr zarar sözkonusu ise kocaya da icabet etmemesi haram olur. Melekler sadece bu konuda değil, bütün konulardaki isyankârlara lanet ederler. Hadisimizde Rasûlullah'ın (s.a) lânetle-riyle korkuttuğu meleklerin dualarının kabul olacağına işaret edilmiştir. Kadın kocasının yardımını ve onun rızasını kazanmaya teşvik edilmektedir. Erkeğin cimayı terk konusundaki sabrı, kadının sabrından daha zayıf olduğundan, kadının bu işten kaçınmasının günahı daha fazladır.
Kadının hasta olması veya kadına verilmesi kararlaştırılan mehirin verilmemesi halinde kadının kocasının çağrısına icabet etmemesi caizdir.
Semada ikamet eden meleklerin lanet edecekleri açık olarak ifade edilmiştir. "Emri semaya nafiz olan Allah" diye terceme ettiğimiz üzere semada olandan murad Allah'tır. Cihetten ve mekândan münezzeh olduğundan Allah Teâlâ, açıkça zİ kredi im em iştir. "Sema" lafzından kastedilen celâl ve yüksekliktir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Kadının özrü yoksa, kocası kendisini çağırdığı zaman ona ilaat etmesi gerekir. Bundan kaçınması büyük günahtır. Allah'ın rahmetinden kovulur. Kadının kocasına bu konudaki itaatsizliği kocayı günaha itebilir.[176]
282. Yine Ebu Hüreyre'den (na) rivayet edildiğine göre Rasûlulİah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Kocası evdeyken, kocasının izni olmadan bir kadının (nafile) oruç tutması ve yine kocasının izni olmadan evine (kadın veya erkek olsun) birini alması helâl değildir". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[177]
Ramazan orucu farz olduğu için kocanın iznine gerek yoktur. Koca seferde iken kadın izinsiz olarak oruç tutabilir. Kadın kocasının rızasının bilinmediğinde onun izni olmaksızın, evine girmeye kimseye izin veremez. Kadın kocasının evine girmesine razı olduğunu bildiği kimseleri ise izinsiz de eve kabul edebilir.
Kadının Ramazan orucunu kazaya bırakması hallerinde kocası bu orucun kazasını Şaban ayına erteletebilir. Şaban ayında kadın kocasının izni olmaksızın da orucunu tutabilir. Çünkü Şaban ayı ile Ramazan ayı arasında artık ancak kaza vakti kadar bir zaman kalmıştır.
Hadisimizin sonunda "Kocasının emri olmaksızın onun kazancından kadın ne in/ak ederse, sevabının yarısı kocasının olur" ilavesi vardır. Müslim'de ise "Kocası yanında İken onun izni olmadan evine girmeye kimseye izin vermesin" şeklinde olup, kocanın evde bulunduğu sırada onun izni olmadan içeriye kimseyi almamaya dikkat çekilmiştir. Eve gelecek olanlar yakın akrabaları da olsa kocanın istirahatı ve başka menfaatleri göz önünde bulundurulmalıdır.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Kadının kocasının izni olmadan nafile oruç tutması haramdır. Zira kocanın rızası olmadan kadına hakkı geçebilir. İstediği zaman kadını kendisine davet edebilir. Kadın, kocasının izni olmadan eve kimseyi alamaz.[178]
283. lbn Ömer'den (ra) rivayet edildiğine göre Nebî'nin (sa) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştin "Hepiniz birer çobansınız ve hepiniz maiyyetinizde bulunanlardan sorumlusunuz. Devlet Başkanı bir koruyucudur. Aile reisi ev
halkının koruyucusudur. Kadın da kocasının evi ve çocukları üzerinde koruyu-cusudur. Hülâsa, hepiniz bir koruyucusunuz ve her biriniz koruduklarınızdan sorumlusunuz". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[179]
"Râî" çoban demektir. Çobandan murad koruyucu, güvenli, emniyetli ve elinin altındakilerin iyi hal üzere olmasına önem veren kimsedir.
Kişinin, idaresi altındakilere karşı adaletli olması gerekir. Adaletle muamele ederse mükâfata nail olur. Aksi halde idaresi altındakilerden herbiri kıyamette ondan hakkını ister.
Herkes maiyyetindekİlerin maddî ve manevî menfaatini gözetmek, onları korumak ve muhafaza edip, etmemekten sorulacaktır. Emir veya İmam, İdaresi altındakilerin durumlarını bilmek, işlerini düzenlemek, onlara gelecek zararları defetmekten sorumludur. Dinin muhafazasını gözetmek, cezaların uygulanmasını ve hükümlerde adaleti sağlamaktır. Erkek, ev halkının ihtiyaçlarım maddî durumuna göre karşılamak, iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak, tslâmî konularda ihtiyaç duyulan bilgileri vermekle mükelleftir. Kadın, evini hırsızdan, kedi ve köpek gibi hayvanların zararından korumakla, kocanın malını saklamak ve razı olmadığı şekilde harcamamakla, çocuklarının hizmetini görmekle ve ev işlerini düzenlemekle mükelleftir.
t Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Toplumun bütün fertlerinden her biri diğerinden sorumludur. Kadın, kocasının evinde, denetim, terbiye, emanet ve iffet gibi bütün konulardan sorumludur. Kan ve koca evlilik hayatının iki ortağıdır. Her birinin diğerine karşı görevini yerine getirmesi gerekir.[180]
284. Ebu AH Talk b. Ali'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmişin "Kadın tandır başında da olsa kocasının davetine icabet etsin". (Tirmizî ve Neseî rivayet etmişlerdir. Tirmizî 'hadis hasendir' demiştir)[181]
Talk b. Ali'ye, Talk b. Y.ays da denilmiştir. Ebu Ali, Yemame'den bi; ne yet halinde Rasûİullah'a (s.a) gelerek müslüman olanlardandır. Talk, Peygamberimizden (s.a) 14 hadis rivayet etmiştir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Kocanın karısı üzerindeki hakkı büyüktür. Kadın Allah'ın farz kıldığı konularda gücünün yettiği nisbette kocasını razı etmeye çalışmalıdır.[182]
285. Ebu Hüreyre'den (r.a) Ncbî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emretmiş olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim'. (Tirmizî rivayet etmiş ve 'hadis sahihtir' demiştir).[183]
Mezkur hadisin sebeb-i vürÛdu,Ebu Davud'un Kays b. Sa'd'dan rivayetinde şöyle belirtilmiştir. "Hîre'ye gittim. Orada insanların Merzubân denilen âlimlerine (komutanlarına veya yüksek mevkideki kişilerine) secde ettiklerini gördüm. Kendi kendime "Rasûlullah fsM) kendisine secde edilmeye en lâyık olandır" dedim. Nebî'ye (s.a) geldim ve "Ben Hîre'ye gittim. Hîreliteri kendi Merzubân denilen âlimlerine (veya kc tutanlarına) secde ederlerken gördüm. Yâ Rasûlallak! Sen secde etmemize daha lâyıksın" dedim. Rasûlullah (sa) "Kabrime uğrasan bana secde eder misin, bu konuda ne dersin?" dedi. Ben "hayır" dedim. Bunun üzerine Rasûlullah "Hayır böyle yapmayınız* Hiç kimse hiç kimseye secde etmesin,') buyurdu.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Kocanın hanımı üzerindeki haklarının gözetilmesi gerekir. Allah'tan başkasına secde edilemez.[184]
286. Ümmü Seleme'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Herhangi bir kadın, kocası kendisinden razı olduğu halde ölürse cennete girer". (Tirmizî rivayet etmiş ve 'hadis hasendir' demiştir).[185]
Kadının cennete doğrudan girenlerden olabilmesi Allah'ın (cc) affedici olması ve kadının hasımlarını razı etmesi ile açıklanabilir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Kadın kocasının haklarım eda eder ve böylece onun rızasını kazanırsa; mü'mine olarak ötmesi halinde cennete girer. Böylece Allah'ın da ondan razı olması ve günahlarını bağışlaması muhtemeldir.
(a) Ebu Dftvud; Nikâh, 40[186]
287. Muaz b. Cebel'den (r.a) RasûluUah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Dünyada bir kadın kocasını üzünce, o erkeğin cennet hurilerinden olan eşi "Allah camnı alsın, bu adama eziyet etme, o senin yanında bir misafirdir. Senden ayrılıp bize yönelmesi yakındır" diye muâhaze eder'. (Tirmizî rivayet etmiş ve 'hadis hasendir' demiştir).[187]
Kadının haksız yere kocasını üzmesi caiz değildir. Ancak kocanın cimrilik yapıp, eşinin nafakasını temin etmemesi halinde kadın yiyecek, içecek, giyecek ve mesken ihtiyacını kocasından isteyebilir.
"Huri" cennet kadınıdır. Gözünün beyazlığı çok beyaz, siyahlığı da çok siyahdır.
Kadın kocasına isyankâr davranırsa Allah'ın azabına maruz kalır. Böylece Allah ile karşı karşıya çarpışan gibi olduğundan huri "Allah seninle savaşıp, senin canım alsın" demektedir.
Dünya hayatı, ahiret hayatına nisbetle çok az ve kısa olduğundan "O senin yanında misafirdir. Senden ayrılıp, bize yönelmesi yakındır" demiştir, insan dünyada misafir gibidir. Misafire ikram edilmesi gerekir. Nitekim bir başka hadiste "Her kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa misafirine ikram etsin", buyurulmuştur.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Kadının haksız olarak kocasına eziyet vermekten kaçması gerekir. Kan koca birbirlerine güzel muamele etmelidirler.[188]
288. Üsame b. Zeyd'den (ra) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Benden sonra erkekler için bıraktığım en zararlı fitne kadınlardır". (Buhar? ve Müslim rivayet etmişlerdir).[189]
Kocası olsun olmasın bütün kadınlar "kadınlardır" tabirine dahildirler. "Benden sonra" ifadesinden murad "vefatımdan sonra" demektir.
"Fitne", meşakkat, sıkıntı, musibet ve imtihan anlamındadır. Kadınlar sebebiyle gelen musibetler diğer musibetlerden daha şiddetlidir.
"Kadınlardan, oğullardan, kantar/arca yığılmış altın ve gümüşten (otlağa) salınmış at/ardan, davar/ardan ve ekinlerden gelen zevklen aşırı düşkünlük insanlara süstü (cazip) gösterildi..." (Âl-i Imran, 13) ayetinde önce kadınlar sayılmıştır. Şehvetin kendisi, kadınlar olarak kılınmıştır. Zira sevgi ve şehvette kadmlar asıldır. Kişinin, yanındaki hanımından olan çocuğuna karşı sevgisinin, yanında bulunmayan hanımından olan çocuğuna olan sevgisinden aşırı olduğu gözlenmektedir Ebu Saîd el-Hudrî'den nakledilen bir hadiste "Kadınlardan sakının; çünkü tsrailoğullarmın ilk fitnesi kadınlar konusunda olmuştur" buyurulmuştur.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Kadınların fitnesi diğerlerinden daha şiddetlidir. Zira onlara karşı meyletmek çoğu kere günaha sürüklemekte, dünyada ve ahirette tehlikelere itmektedir.[190]
"Onların uygun biçimde yiyeceğim ve giyeceğini sağlamak çocuğun babasına aittir". (Bakara, 233)
"Eli geniş olan, genişliğine göre nafaka versin. Rızkı kısılmış bulunan da Allah'ın kendisine verdiğinden versin. Allah, bir kişiye ne vermişse ancak onu yükler; (kimseye gücünün Üstünde bir teklifte bulunmaz)". {Talak, 7)
"Siz Allah için ne verseniz, Allah onun yerine başkasını verir". (Sebe, 39) [191]
289. Ebu Hüreyre'den (ra) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah yolunda harcadığın bir dinar, bir köle azad İçin harcadığın bir dinar, bir yoksula tasadduk ettiğin bir dinar ve ev halkının geçimi için sarfettiğin bir dinar; bunların içinde ecir bakımından en büyüğü ailene sar-fettiğin bir dinardır". (Müslim rivayet etmiştir)[192]
Aile halkmın bazılarının nafakasını vermek, karabet sebebiyle vacip, bazılarınınki ise menduptur. Yakınlara harcamak; hem sadaka hem de sıladır. Bazılarının da nikâh yoluyla nafakaları vacip olur. Kadı îyaz "Akrabalara nafakanın vacip olması sebebiyle diğerlerine harcananlardan e/dol olmuştur. Zira vacibin sevabı, nafileden çoktur" demiştir. Aile fertlerinin ihtiyaçları yokken olara nafaka vermek menduptur.
Başkasına verilen sadaka, ihtiyacı olmayan yakınlara verilen nafakadan efdaldir. Aile fertlerinin ihtiyacı bu konuda önemlidir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Ev halkına yapılan harcamalar sadakanın en efdalidir. Zira bu harcama farzdır. Zekât haricindekiler ise sünnettir.[193]
290. Peygamberimizin (s.a) azadhsı Ebu Abdullah -kendisine Ebu Ab-durrahman da denilir- Sevban b. Bücdüd'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bir adamın hayra harcadığı dinarın en faziletli olanı, çoiuk-çocuğumın geçimi İçin sarfctiği dinar ile Allah yolunda kullanacağı atı için verdiği dinar ve Allah rızası için (çarpışan) arkadaşİanna harcadığı dinardır". (Müslim rivayet etmiştir).[194]
Sevban b. Biicdüd'ü Rasûlullah'ın esir olarak gördüğü ve azad edilmesi için emrettiği veya satın alıp azad ettiği rivayet olunur.
"îyâl" bir kişinin nafakaları kendine ait olan eşi, çocuğu, annesi, babası ve hizmetçisidir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Sadakanın dereceleri zikredilmiş olup, ev halkına yapılan harcamalar diğerlerinden daha faziletlidir.[195]
291. Ummü Seleme'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştir.
"Yâ Rasûlallahf Ebu Seleme'nin çocuklarına bakmamda benim için ecir var mıdır? Ben onları şöyle böyle terketmedim, onlar benim çocuklanmdır" dedim. Peygamberimiz (sa) "Evet, onlara yaptığın yardımın ecri verilecektir" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[196]
Ümmü Seleme*nin "Yâ RasûlaMah! Ebu Seleme'nin çocuklarına.." dediği çocuklar kendi çocuklarıdır. Zira Ebu Seleme, Ümmü Seleme'nin kocası idi. Nitekim "Onlar benim çocuk/anmdır" demiştir. Ümmü Seleme kocasının ölümünden sonra çocuklarını aç ve açık bırakmamış, yemek için sağa sola gitmelerini gerektirecek durumda bırakmamış; onların ihtiyaçlarını temin etmiştir.
Rasûlullah (s.a) Ümmü Seleme'nin "Ebu Seleme'nin çocuklarına bakmamda benim için bir ecir var mıdır?" sorusuna cevap vermemiş sükût buyurmuştur. Bilahare Ben onları şöyle böyle (ihmal edip) terketmiyorum. Onlar benim çocuklartmdar" dediğinde "Evet onlara yaptığın yardımın ecri verilecektir" buyurmuştur. Zira Utnraü Seleme çocuklarını terketmediğini ve onların kendi çocukları olduğunu, anne şefkatiyle açıkladıktan sonra Rasûlullah onun için ecir olduğunu belirtmiştir. Daha önce "evet..." buyursa idi, ümmü Seleme belki sadece sevap için çocuklarına bakacak, anne şefkatini ve annelik görevlerini dikkate almayacaktı. Ümmü Seleme'nin Ebu Seleme-den olan çocuklarının isimleri Ömer, Muhammed, Zeynep ve Dürre'dir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Şefkat ve merhametle de olsa, annenin çocuklarına harcamada bulunmasıyla sevap hasıl olur.[197]
292. Sa'd b. Eb? Vakkâs'dan (ra) rivayet olunan ve kitabın evvelindeki niyet bölümünde takdim ettiğimiz uzun hadiste Rasûlullah (s.a) Sa'd'a hitaben şöyle buyurmuştur: "Allah rızası için yaptığın harcamaya karşılık sevap kazanırsın. Hatta esinin ağzına koyduğun lokma sebebiyle bile..." (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[198]
Allah nzası kastedilirse işlenen mubah bile sevap sayılır. Rasûlullah (s ) buna işaretle "Hatta hanımının ağzına attığın lokma dolayısıyla bite..." buyurmuştur. Zira kişinin eşinin ağzına attığı lokma dünya şehvetlerinden mubah olan bir davranıştır. Şakalaşma ve oynaşma esnasındaki bu harekete bile -Allah rızası kastedildiğinde- sevap yazılırsa, diğer mubahlarda Allah rızasının gözetilmesi halinde daha çok sevap kazanılmasının mümkün olduğuna işaret edilmiştir.
Niyetin ihlâslı olması durumunda, hiçbir sevap yoktur denilebilecek işlerde bile, Allah'ın fazlı ve nzası kazanılabilir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Faydalanma karşılığında bile olsa, kocanın hanımına verdiği nafakada sevap vardır.[199]
293. Ebu Mes'ud el-Bedrî'den (r.a) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bir adam sırf Allah rızasını umarak aile halkına infak ederse bu onun hesabına sadakadır". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[200]
Ebu Mes'ud'un "el-Bedrî" nisbesi "Bedir" mevkiinde ikamet etmesi sebebiyledir. "Bedir" savaşma katıldığı için değildir.
"Ehil" bir kişinin hanımı ve çocukları ile nafakası kendisine ait olan aİ-lenin diğer fertleridir. Aile fertlerine ve çocuklara nafaka vermek farzdır. Bu farziyet, bir kimse eğer muhtaç ve aciz değilse, kız kardeşleri, amcaları, halaları, dayıları ve teyzeleri de kapsar.
Aile fertlerine yapılan bu harcamalarda Allah'ın nzası gözetilmeli ve O'na yakın olmak hedeflenmelidir. Yakınlara yapılan maddî yardımlar hem sadaka sevabı, hem de sıla-İ rahim sevabı gerektirmektedir.[201]
294. Abdullah b. Amr el-Âs'dan (r.a) Rasülullah'm (s.a) şöyle buyurdu-ğu rivayet edilmiştir: "Kişiye, nafakasını sağlamakla mükeilef olduğu kimseleri ihmal etmesi, günah olarak yeter". (Sahih bir hadistir. Ebu Dâvud ve diğerleri rivayet etmişlerdir).[202]
Müslim'in Sahih'inde bu anlamda: "Maiyyetinde bulunanların nafakasını kısması, bir kimseye günah olarak yeter" buyurulmuştur.
Geçimini sağlamakla mükellef olduğu kimselerin nafakasını vermemesi veya yetersiz kılması sebebiyle kazanacağı günah, kişinin helâkına kâfidir. Yani hiçbir günah olmasa kişiye bu günah yeterlidir. Zira Allah katında aüenin geçimini sağlamak önemlidir. Kendi hanımına, çocuğuna, babasına, anasına yeterli nafakayı vermeyip başkalarına sadaka vermesi halinde bile kişi aiie fertlerine bakmaktan sorumludur. Hadisin evveli Müslim'in Sahih'inde şöyledir:
Hayseme'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Abdullah b. Amr İle beraber oturuyorduk. Derken ona bir vekîl-i harcı gelerek içeri girdi. Abdullah b. Amr ona "Kölelerin yiyeceklerini verdin mi?" dedi. Vekîl "hayır" dedi. Abdullah "Öyleyse git, onlara yiyeceklerim ver. Çünkü Rasûlullah (sm) "Bir kimseye günah olarak, sahibi olduğu kişilerin yiyeceğini vermemesi yeter" buyurdu" dedi.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Nafakası üzerine olan kimselere infakı eksik yapmaktan sakınmalıdır. Ev haikı, akrabalar ve hizmetçiler gibi kimselere karsı sorumluluk bilincini[203]
295. Ebu Hüreyre'den (r.a) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bir kul sabaha erdiği her gün iki melek yeryüzüne iner. Biri "Atla-hım! infak edene harcadığının mukabilini ver" der. Diğeri "Alîahım! Cimrilik edenin malını telef et" der". (Buharı ve Müslim rivayet etmişlerdir).[204]
Şer'an "Gün" fecrin doğuşundan, güneşin batışına kadar olan vakittir.
Ahmed b. Hanbel Müsned'inde Ebu Derdâ'dan şöyle rivayet edilir: "tçin-de güneş doğan hiçbir gün yoktur ki, o günün iki tarafında iki melek bulunmasın. Bu melekler "Ey insanlar! Rabbinize yönelin, şüphesiz ki az olup yeterli olan rızık, çok olup azdıran rızıktan daha faziletlidir"dcrler. Bunu insanlar ve cinlerden gayrı Allah'ın bütün yarattıkları işitir. Ve yine içinde güneş batan hiç bir gün yoktur ki o günün iki tarafındajki melek bulunmasın. Bü melekler de insanlar ve cinler dışında yeryüzündeki bütün canlılara işittirerek "Allah'ım! İnfak edene halef ver, infak etmeyip tutarsa da telef ver!" diye nida ederler".
"Halef" bedel demektir. Melekler malından sadaka veren kimseye verdiğine karşılık ma! ve sevap gibi şeyler vermesi için Allah'a dua ederler. Allah rızası için harcayanlara harcadığı miktarda kendisine verilir. Karşılık olarak verilen bazan mal olur, bazan da sevap. Zira nice infak edenler vardır ki kendisine harcadığının bedeîi olan mal verilmeden ölürler. Bu bedel, kendilerine ahirette sevab olarak verilir veya infak ettiğine karşılık olarak kendisinden bir musibet uzaklaştırılır. İnfak etmeyip, sıkıca tutanın telef olmasından mu-rad ise elde bulunan mal olabilir. Cimri kişinin bu etmriliğiğin, güzel amelleri telef etmesi de muhtemeldir.
Mezkur hadis "Siz ne infak etseniz, Allah onun bedelini verir" (Sebe, 39) ayetine muvafıktır. Nitekim bîr hadis-i kudsî'de de "Ey Âdemoğlu! tnfak et ki, ben de sana in/ak edeyim" buyunılmustur. Buradaki infak, zekât ve sadakayı içermektedir.
Hadis meleklerin dua ettiğine hüccettir. Bir hadiste "Bir kimsenin (dua ederken söylediği) âmin, meleklerin ömin'ine tesadüf ederse, o kimsenin geçmiş günahları affolunur" buyurulmuştur ki meleklerin duası da bedduası da Allah katında makbuldür.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Cömert kişiye, verdiğinin karşılığında daha çok ni'mete nail olması için dua etmek caizdir. Cimriye de Allah'ın farz kıldığı zekâtı vermediği için ma-hmn telef olması için beddua etmek caizdir.[205]
296. Ebu Hüreyre'den (r.a) Nebî'nİn (ra) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Veren el, alan elden hayırlıdır. Harcamaya, bakmak zorunda olduklarınla başla, sadakanın efdali zenginlikle olanıdır. El açmaktan sakınan kimseyi Allah dilenmekten korur. Verilene kanaat edenleri Allah başkalanna muhtaç etmez". (Buhârî rivayet etmiştir).[206]
Tarif el-Muhâribî'den Neseî'nin rivayetinde şöyle denilmiştir: Medine'ye geldiğimizde Rasûlullah (s.a) minberde insanlara hutbe okuyor ve şöyle diyordu: "Veren el yüksektir (faziletlidir.) Alan el aşağıdır".
Ibn'ul-Arabî "Gerçek olan şu ki aşağı el, isteyen eldir. Atan el değildir. Zira Allah'ın eli verendir. Allah'ın eti alandır. Her ikisi de yüksektir". Bu görüş tasavvufîdir. Alan elin aşağı olduğunu kabul etmeyenler, sadakanın verildiğinde, alanın elinden önce Allah'ın elinde vaki olacağından hareket etmİşlerdir. Her şeyin mâliki olan Allah Teâlâ'mn bütün nimetleri vermesi sebebiyle "Veren el" kendisine nisbet edilmiştir. Sadakayı kabul etmesi ve sadaka işleminden razı olması nedeniyle de "Alan et" kendisine atfedilmiştir. Ancak hadis insanların eliyle ilgilidir. İnsanoğlunun eli dört kısımdır:
1. yeren el, bu elin en üst el olduğu hakkında rivayetler mevcuttur. Alimlerin çoğunluğu da bu görüştedir.
2. isteyen el, bu el ister atsın, ister almasın en aşağı eldir.
3. Atmaktan sakınan el, veren el vermek için uzansa bile onu kabul etmeyen de aynıdır.
4. İstemeden verileni kabul eden el
İbn Hibban "Sadaka veren el, İsteyen elden üstündür. İstemeden verileni alan elden üstün değildir" der. Hasan Basrî de "Üstün el, veren eldir. Alçak et, sadakaya engel olan eldir" der. Mutasavvıflar ise alan elin, veren elden mutlak olarak daha hayırlı olduğu görüşündedirler.
Sadakanın akrabaya verilmesi daha faziletlidir. Zira hem sadaka sevabı vardır, hem de sıla.4 rahim sevabı vardır. Sadakanın en faziletlisi insanın çoluk çocuğuna yeterli malını ayırdıktan sonra, geriye kalandan harcadığıdır.
Allah Teâlâ, istemekten kaçınan iffetli kimseye, ihtiyacı kadar mal verir ve başkalarına muhtaç kılmaz veya iffetli kimseye kanaat verir, böylece başkalarına el açmaz.
Nefis, kişinin elindedir. Onu bırakırsa dağılır, ona sahip olup durdurur-sa, o da zelil kılacak şeylerden uzak olur.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Allah'tan bir şey elde etmek için yardım isteyen, yardım görür. İffet, kanaat iyi mü'minin önemli sıfatlanndandır Ev halkına verilen nafaka diğer nafakalardan daha faziletlidir.[207]
"Sevdiğiniz şeylerden İnfak etmedikçe iyiliğe eremezsiniz". (Âl-İ tmran, 92)
"Ey iman edenler! Kazandıklarınızın tertemiz olanları ile sizin İçin yerden çıkardıklarımızdan sadaka veriniz; değersiz şeyleri infak etmeyi istemeyiniz". (Bakara, 267)[208]
297. Enes b. Mâlik'ten (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Ebu Talha, Ensar arasında Medine'de en çok hurmalığa sahip olan kim-seydi.En sevdiği malı da Mescid'in karşısındaki Beyrahâ denilen hurma bahçesi idi. Rasülullah (s.a) o bahçeye girer, içindeki tatlı sudan içerdi.
Enes (r.a) def ki: "Sevdiğiniz şeyleri in/ak etmedikçe hayra kavuşamazsınız" ayeti inince Ebu Talha Rasûlullah'a (s.a) geldi ve "Yâ Ra-sûlattah Allah Teâlâ Sevdiğiniz şeylerden in/ak etmedikçe hayra kavuşamazsınız" buyuruyor. En çok sevdiğim malım "Beyrahâ" hurma bahçeliğidir. O Allah rızası için sadakadır. Allah katında onun hayrını ve ahıret azığı olmasını umuyorum. Ya Rasûlallah! Bunu Allah'ın gösterdiği şekilde kullan" dedi. Bunun üzerine Rasülullah (s.a) "Bu ne iyi ve ne kârlı bir maldır. Söylediğini işittim. Orayı akrabanız arasında paylaştırmanı uygun görüyorum" buyurdu. Ebu Talha da "Öyle yaparım ya Rasûlallah'1 dedi ve hurmalığı akrabaları ve amcaogullan arasında taksim etti. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[209]
"Bah" övgü, takdir ve rıza ifade eden bir kelimedir.
"Râbih" sahibine ahirette kazanç getiren şey demektir. Yani "İşte bu mal, sevabı ahirete giden maldır" anlamındadır.
Dostun memnun kalacağı bilinirse, haberi yokken bahçesine girip, kuyusundan su içilebilir, meyvesi koparılıp yenebilir. "Sevdiğiniz şeylerden in-fak etmedikçe hayra na'l olamazsınız" (Âl-i İmran, 92) ayetindeki "hayır" (iyilik) lafzından mura , İbn Abbas'dan gelen bir rivayete göre cennetteki sevaptır. Dahhak ise bundan kastedilenin "Cennet" olduğunu söyleyerek ayetin anlamının "Sevdiğiniz malların zekâtını gönül rızası ile vermedikçe cennete giremezsiniz" şeklinde olduğunu söylemiştir.
Ebu Talha, ayeti işitir işitmez hiçbir açıklama beklemeden, ayetin zahiri İle amel etmiştir. Hemen kalkıp Rasûlullah'a (s.a) gelip Beyrahâ denilen hurma bahçeliğini tasadduk edeceğini bildirmiştir. Bununla, hayır ve itaatin nasıl yapılacağına ve âlimlerle istişare etmeye işaret edilmektedir. Her ne kadar Beyrahâ'nın taksimini yapanın Hz. Peygamber olduğu söylenilmekte ise de doğru olanı Ebu Talha'nm bizzat kendisinin yaptığıdır.
Ebu Talha akrabalarından Übey b. Ka'b, Hassan b. Sabit ve Şeddad b. Evs gibi kimselere bahçesini paylaştırdı. Hatta Hassan'ın,hissesini Muaviye'-ye yüzbin dirheme sattığı rivayet edilir ki buna göre bahçe mülkiyeti ile verilmiştir.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
özellikle sahipleri sevinçle karşılıyorlar ise, oturmak, meyvelerden yemek ve gölgelenmek için ilimle meşgul olanların bahçelere girmeleri caizdir. Gönül rızasıyla hakka yaklaşmak için yapılan harcamalarla kemâle ulaşılır.
Sahabîlerin ve onlardan Ebu Talha'nın fazileti beyan edilmiştir. Sahabî-terin-Allah'ın emrine uymakta nasıl acele davrandıkları ve en üst derecelere ulaşmak için gayretleri zikredilmiştir. Akrabalar muhtaç ise ilk önce onlara iyilikte bulunulmalıdır. Muhtaç değillerse ihtiyaç sahiplerine sadaka ve benzeri yardımlar yapılır.[210]
"Ev halkına namaz kılmayı emret ve kendin de ona devam et". (Tâhâ, 132)
"Ey îman edenler! Kendinizi ve ev halkınızı cehennemden sakındırınız'*. (Tahrim, 6)[211]
298. Ebu Hüreyre'nin (na) şfiyle dediği rivayet edilmiştir:
Hasan b. Alt (ra) zekât hurmalarından bir hurma alıp ağzına koymuştu. Rasüluİlah (s.a) hemen "TUh, tuh, at onu ağzından! Biz Ehli Beyt'in sadaka malı yemediğimizi bilmiyor musun?" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[212]
Diğer bir rivayette "Sadaka bizim için helâl değildir" buyurulmuştur.
Ma'mer'in yine Ebu Hüreyre'den rivayetinde "Rasûlullah'm (sa)yanında idik. O sadaka hurmalarını dağıtıyordu. Hasan da Rasûlullah 'in (sa) kucağında idi" denilmiştir. Ebu Müslim el-Keccî'nin Muhammed b. Ziyad-dan rivayetinde; Rasülullah'ın (s.a) Hz. Hasan'ın kalkıp, tükürüğü (salyası) akmeaya kadar farkında olmadığı, sonra Hasan'ın avurduna vurduğu belirtilmektedir.
Ma'mer'in rivayetinde ise "Rasûlullah (sa) dağıtım işini bitirip Hasan'ı omuzuna aldığında Hz. Hasan'ın salyası aktı. Rasûlullah (sa) başını kaldırdı. Bir de baktı ki Hasan'ın ağzında hurma var" denilmiştir.
Bİr başka rivayet ise "Rasûlullah Hasan'a baktı. O hurmayı ağzında çiğniyordu. Rasûlullah hemen Hasan'ın avurdunu hareket ettirdi ve "At onu ey oğulcuğum, at onu ey oğulcuğum" dedi" şeklindedir.
Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde Hz. Hasan'ın bizzat şu sözleri mevcuttur: "Rasûlullah (s.a) ile beraberdim. Sadaka hurmalarından iki çömleğin yanından geçtik, ben bir hurma alıp ağzıma attım. Onu tükrüğü ile birlikte aldı ve "Biz Âl-i Muhammediz bize sadaka helâl değildir" dedi.
Âl-i Muhammenden murad İmâm-ı Azam'a göre yalnız Benî Hâşim.
Hz. Hüseyin hakkında da rivayetler bulunmaktadır. Bu konuda Aynî üstadımız Zeynuddin şöyle dedi: "Görünüş odur ki bu HOseyn üe Hasan'ın; ayrı ayrı şahid oldukları iki olaydır. Hasan hurma serilen bir yerden geçerken, Hüseyin ise bir raftaki hurmadan birer tane alarak yemek istemişlerdir"
demiştir.
Çocukların yemek istediği pis şeylere engel olmak için "tuh tuh", "kıh kıh", "kâh kâh" veya "kaka kaka" gibi kelimeler söylenir.
"Biz Ehl-i Beyt'in sadaka malı yemediğimizi bilmiyor musun?" ifadesi; muhatab bilmese bile, haram olduğu malum olan şeyler için söylenir.
Büyüklerin sakınması gereken haram şeylerden küçüklerin de sakmdı-rılması gerekir.
Çocuklara bir şey yasaklanırsa yasaklama sebebi açıklanmalıdır. Gerektiğinde veliler çocuklarını muaheze edip, haram olan bir'şeyi yapmalarına engel olurlar.
Hadisten çıkarılan hükümler şunlardır.
Kişi, aile fertlerinin ve gözetiminde bulunan kimselerin eğitim ve öğretimlerini sağlamalıdır. Onları hikmetlerini açıklayarak haramlardan sakındırma lı d ir. Ehl-i Beyt'e sadaka ve zekât haram kılınmıştır.[213]
299. Rasûlullah'm üvey oğlu, Ebu Seleme Abdullah b. Abdil-Esed'in (öz) oğlu Ebu Hafs Ömer'den rivayet edilmiştir: "Bir çocuk olarak Rasûlullah'ın himayesinde bulunuyordum. (Yemekte) elim kabın içinde dolaşıyordu. Bunun Üzerine bana "Ey çocuk, besmele çek, sağ elinle ve önünden ye!" buyurdular. Bu tenbihden sonra da hep öyle yedim". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[214]
Ebu Hafs Ömer, peygamberimizin üvey oğludur. Onu Peygamberimizin hanımı Ümmü Seleme doğurmuştur. Asıl babası olan Ebu Seleme Habeşli biridir. Hicrî 8. yılın sonlarında Medine'ye hicret etmişlerdir. Rasûlullah'tan 12 hadis rivayet etmiştir. Hicri 83 yılında da vefat etmiştir.
Hadisimiz, yemeğe besmele ile başlanıp, sağ elle yenmesine delildir.
Âlimlerin çoğunluğu, besmele çekmenin ve sağ elle yemenin mendub olduğu görüşündedirler. Bir kısım âlimler de daha önce geçen bir hadisi delil getirerek sağ elle yemenin farz olduğu görüşündedirler. O hadis şöyledir: "Ra-sûlullah'ın huzurunda birisi sol eli ile yiyordu, sağ elte yemesini söyledi. Adam, 'sağ elle yiyemiyorum' dedi. Peygamberimiz de "sağ eline gücün yetmesin öyleyse!" diye beddua etti. Bundan sonra da adam sağ elini kaldıramadı."
Taberânî'de geçen bir hadiste de şöyle anlatılır: Peygamberimiz Sübey'a el-Eslemiyye'yi sol elle yemek yerken gördü de beddua etti ve o tâûn hastalığına yakalanarak öldü.
"önünden ye!" emri cumhura göre mendub olur. Bazıları farz olduğunu söylemişlerdir.
önünden yememenin yasak edilmesi, nezakete aykırı düştüğü, çorba ve tirit gibi şeylerde yanında oturanı iğrendirdiği içindir. Rasûİullah devrinde yemeklerin topluca tek kaptan yendiği malumdur. Suyu tulum ve testi gibi şeylerin ağzından içmek de böyledir. Bunun yasak edilmesi de, bazılarına göre başkalarını iğrendirdiği, bazılarına göre de, kabın ağzını fena kokuttuğu içindir.[215]
300. İbn Ömer'den (r.a) Rasûlullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hepiniz çobansınız. Hepiniz İdareniz altindakilerden sorumludur. Erkek, aile fertleri içinde çobandır ve onlardan sorumludur. Kadın, kocasının evinde muhafızdır ve onlardan sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malında muhafızdır ve İşinden sorumludur. Hülâsa, hepiniz (muhafız ve) çobansınız ve (eliniz ve) idareniz altındakilerden sorumlusunuz'. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[216]
Hadis, "Erkeğin Hanımı Üzerindeki Haklan" bölümü, 283 no'da geçmiştir. Tahrici ve şerhi için oraya bakınız.[217]
301. Amr b. Şuayb, babasından, o da dedesinden rivayetine göre rasûlullah (s a) şöyle buyurmuştur: "Yedi yaşındaki çocuklarınıza namazı emrediniz. On yasına geldikleri halde namazı kılmazlarsa, dövünüz ve yataklarını da ayırınız". (Ebu Dâvud rivayet etmiş ve 'hadis basendir' demiştir). [218]
Amr b. Şuayb tabiînin küçüklerinden "Sadûk" bir zattır. Hicrî 128'de vefat etmiştir. Babası da güvenilir bir zattır. Tabiînin büyükierindendir.
"Yediyaşında çocuklara namazı emredin" ifadesi ile namazı kılmadıkları takdirde velîlerin çocuklarını dövmesi emredilmiştir. Dövmede aşın gidilmemeli ve yüze vurmaktan sakınılmahdır. Temyiz çağını bulmuş çocukların bir yatakta yatmaları doğru görülmediğinden de, yataklarının ayrılması emredilmiştir.
Anne babanın çocuklarına namaz kılmayı öğretmeleri, namazın ahkâmını bildirmeleri gerekmektedir.
Aklı iyiye, kötüye ermeye başladığı ve şehveti uyanmaya yüz tuttuğu devre olan temyiz çağında, çocukların ve ebeveynlerinin çocuklarının avret mahallini görmesi yasak olduğundan yatakları ayrılmalıdır.
Hadis, Rasûlullah'm daha küçük yaşlarda çocuk terbiyesine verdiği önemi ifade etmektedir.
Çocuklar, yedi yaşını bulunca zaruri ihtiyaçlarını kendi başlarına yapabilecek hâle gelirler. Onları bu devre içinde namaza ısındırmak ve alıştırmak anne ve babanın vazifesidir. Bunun yanında İtikadı ve ahlâkî bilgiler de verilmeli, Allah ve Rasûlü hakkında sağlıktı bilgiler aktarılmalıdır. Çünkü küçük yaşta öğrenmek, taş üzerinde nakış yapmaya benzer ki kalıcıdır.
Hadisimiz çocuk eğitimine Önem vermektedir. Ebeveyn, ibadet ve taat-lan yaparak çocuklarına canlı örnek olmalıdırlar. Çocuklarının dinî bilgilerini daha iyi öğrenebilmeleri için âlimlere gönderip, bu bilgileri alabilecek okullarda okutulmalıdır.
Çocukların hayır veya şer işlere yönelmelerinde ilk âmil ana ve babalarıdır ki, sorumluluklarının idraki içinde olmalıdırlar.[219]
302. Ebu Süreyye Sebre b. Ma'bede'i-Cühenî (na), Rasülullah'm şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Yedi yaşında çocuğa namazı öğretin. On yaşına geldiğinde (kılmazsa) onu dövün". (Ebu Dâvud ve Tirmizî rivayet etmişlerdir). [220]
Ebu Davud'un rivayetinde hadis şöyledir: "Yediyaşına ulaştığı zaman çocuğa namazı
Ebu Süreyye, Rasûlullah'tan 19 hadis rivayet etmiştir. Muaviye'nin halifeliği zamanında vefat etmiştir.[221]
"Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi şerik koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yaktn komşuya, yabancı komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve mâliki bulunduğunuz kimselere iyilik ediniz". (Nisa, 36)[222]
303. İbn Ömer ve Hz. Âişe'den (r.a) Rasûiullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Cebrail bana devamlı komşuya iyilik yapmayı tavsiye ederdi. öyle ki, komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim". (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir.)[223]
Hadisteki "Komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim" ifadesi komşunun komşusu üzerindeki hakkını açıklamak ,için getirilmiştir. Çünkü İslâm'ın ilk yıllarında kardeşlik ahdi de mirasçı olmayı gerektiriyordu. Sonraları bu kaldırılarak mirasın sebepleri olarak, soy yakınlığı, nikâhtan dolayı yakınlık ve velâ akdi yürürlükte bırakılmıştır.
Hadis, komşu hakkının yüceliğine, onunla yardımlaşma ve güzelce ikramda bulunmanın gerekliliğine, komşuya zarar vermemeye, hastalanınca ziyaret etmeye, sevinçli ve kederli günlerinde yanlarında bulunmaya işaret etmektedir.[224]
304. Ebu Zerr'den (r.a) Rasûlulİah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ey Ebu Zerr! Çorba yaptığın zaman suyunu çok koy, fazlası ile de komşularını gözet". (Müsüm rivayet etmiştir).[225]
Yine Müslim'in Ebu Zerr'den (r.a.) naklettiği bir başka rivayette, o şöyle demiştir: "Dostum Rasûlutlah (s.a) bana "Çorbayaptığın zaman suyunu bol koy. Sonra da komşularının hâline bak. Muhtaç olanlara çorbadan bir miktar götürerek iyiliğin dokunsun" diye tavsiyede bulundu".
Hadisteki ".. Suyunu bol koy" emri mendub ifade eder. Hadiste güzel huylara teşvik vardır. Zira sıcak bir çorba ikram etmek, ülfet, muhabbet ve saygının ifadesidir, özellikle komşu fakir, yoksul veya yetim ise, o zaman, hemen yanında güzel koku saçan bîr yemeği bulamamanın hasretini çeker ve üzülür. Az da olsa yapılacak ikram onu bu üzüntüden uzaklaştırır, komşusuna teşekkür ve onu gönderen Allah'a da hamdetme ihtiyacını duyar.
Hadiste "çorba" zikredilmesi örnek kabîtindendir. Her türlü yemek için tavsiyeyi ifade eder. Nitekim bîr başka rivayette de "Et pişirdiğiniz zaman suyunu çok yapın. Zira komşu ete daha muhtaçtır ve et İkram açısından daha üstün bir şeydir" buyurulmuştur.
Hadiste, komşuya pişirilen yemekten hediye etmenin müstehab olduğu İfade edilmektedir. Komşu yoksul ve yemek de koku yayan cinstense komşuya mutlaka ikramda bulunulmasının gereği açıklanmaktadır.[226]
303. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûluüah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Vallahi mü'min değildir, vallahi mü'min değildir, vallahi mü'min değildir". "Kim yâ Rasûlallah?" diye sorduklarında; Peygamberimiz şöyle buyurdu: "Komşusu, belâlarından emin olmayan kimse (mü'min değildir?'. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).
Müslim'in naklettiği diğer bir rivayette hadis şöyledir: "Komşusu, zararından emin olmayan kimse cennete giremez "[227]
Hadiste, "mü'min değildir" sözü "olgun mü'min değildir" anlamındadır. Zira bu hareket ebedî cehennemde bırakacak imansızlık hareketi değildir. Diğer bir ifade Ue bu hareket olgun mü'min olmak için gerekli, fakat îman etmiş olmak için şart değildir.
"Cennete giremez" ifadesinden de "kıyamette ilk önce kurtulmuşlar içinde cennete giremez" şeklinde anlaşılmalıdır. Kani bu hareketinin cezasını çeker, sonra cennete girer. Şayet komşuya eza etmenin günah olmadığı görüşünde ise; yani bir haramı helâl kabul etmişse, durumu cehenneme girmeyi zaruri kılmış olur.
Hadisimiz, komşuya eziyetten sakınmayı, onlara kötü hareketlerden kaçınanın îmanının kemâle erdiğini, komşuya verilen zararın Allah'a isyana, onun da cehennem azabına götüreceğini ifade etmektedir.[228]
306. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlutlah'ın (sa) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ey müslüman kadınlar! Koyun paçası bile olsa, sizden hiç kimse komşusuna yapacağı iyiliği küçük görmesin". (Buhârî ve Müslim rivayet et-mişlerdir).[229]
Hadisin "Hayır Yollarının Çokluğu" bölümünde 124 no'Iu hadiste tah-ric ve şerhi geçmiştir.
Hadisimiz, komşular arasında hediyeteşmenin müstehab olduğuna işaret eder. Çok küçük şeylerle de olsa hediyeleşme komşular arasında bırakılmamalıdır.[230]
307. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûluliah'ın (s,a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hiç kimse komşusunun, kendi duvarına ağaç çakmasına mani olmasın" Hadisi naklettikten sonra Ebu Hürçyre (r.a.) der ki: "Ne oluyor size, niçin bundan çekmiyorsunuz! Vallahi bu sünneti aranızda yerleştireceğim". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[231]
Kişinin kendi mülkünde dilediği gibi tasarruf hakkı vardır. Fakat burada, komşu ilişkilerine önem verildiğinden, komşular lehine bir ayrıcalık tanınmıştır.
Hadis komşuların kendi aralarında müsamahakâr olmaları gerektiğine işaret eder. Komşusunun menfaatine olan bir şeyi yapmasına diğer komşusu engel olmamalıdır. Komşular arasındaki yardımlaşma, hoşgörülü davranma, İslâmî kardeşliğin özelliklerinden ve İslâm toplumunun prensiplerindendir.[232]
308. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûluliah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştin "Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse, komşusuna eziyet etmesin. Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse, misafirine ikramda bulunsun. Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır söylesin, ya da (hayır söyle-meyecekse) sussun". (Buhârî ve Müslim rivayet et mislerdir). [233]
Allah'a imanın yanında, diğer iman esaslarından "ahiret gününün" zikredilmesi, nefsi o günün azabına karşı uyarmaktır. Zira komşuya eziyet haramdır ve azabı gerektirir.
Misafire ikram hususunda, gücü nisbetinde fakir ve zengin ayırımı yapılmamıştır, ikram edilirken, kolayca hazırlanabilecek yemeklerden olması, külfetsiz ve aile efradını zarara sokacak cinsten olmamasına dikkat edilmelidir. Bu şekilde olmak şartı ile yoksulların dahi misafir kabul etmeleri ve onlara ikramda bulunmaları teşvik edilmiştir.
"Hayır söylesin" emri hususunda İmam Şafiî şu açıklamada bulunur: "Konuşmadan önce kişi konuşacağı şeyi düşünmelidir. Bir zarar gelmeyecek, hayırlı birşey konuşacak ve konuştuğundan da haram veya mekruh bir anlayış doğmayacaksa o zaman konuşur. Aksi takdirde susar".
"... sussun" emri, bazan mubah olanları da ihtiva eder. Çünkü çoğu kere boş konuşmalar kişiyi harama veya mekruha götürür. Boş şeyleri terketme-nin güzelliği hususunda ise Buhârî ve Müslim'in naklettiği bir hadiste: "Kendini ilgilendirmeyen şeyleri terketmesi; kişinin iyi müslümanlığındandır" bu-yurulmuştur. Hadisimiz önemli kaideler ihtiva ettiğinden "Islâm'ifi üçte biri bunda mevcuttur" denilmiştir.
Bazıları da tüm hayır yollarını topladığından bu hadise "islâm'ın yarısı "demişlerdir. Zira hadisimiz insanlar arasındaki münasebetleri; yani komşuluk ilişkilerini, misafir âdabını ve dilin ahkâmını anlatmaktadır. Hükümler de, ya Allah'a ya da insanlara taalluk etmesi açısından İkiye ayrılır, özellikle halka taalluk eden hükümleri içerdiğinden "Bu hadis İslâm'ın yarısıdır" denilmiştir.
Hadis, komşuya eziyet etmemeyi, eziyetin kâmil îmanı giderici bir fonksiyonu bulunduğunu, gıybet, nemime gibi boş ve haram sözlere dalmanın kötü olduğunu ve faydalı söz söylenmeyeceği zaman susmanın güzel olacağını ifade eder
tmamn semeresi, komşuya iyilik etmek, misafire ikram etmek, güzel kelâm etmek ve faydalı olamayacağı zaman sükût etmekle görülür.[234]
309. Ebu Şureyh el-Huzât'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse, komşusuna iyi muamelede bulunsun. Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse, misafirine ikramda bulunsun. Kim de Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa, ya hayır söylesin, yahut da (hayır söylemeyecekse) sussun". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[235]
Şerhi için 308 no'iu hadise bakınız.[236]
310. Hz. Âişe (r.a) der ki: Peygamberimize "Yâ Rasûlallah iki komşum var (önce) hangisine ikramda bulunayım" diye sordum. Bana "Hangisinin kapısı sana daha yakınsa onu gözet" diye cevap verdi". (Buhârî rivayet etmiştir).[237]
Hz. Âişe'nin "Önce hangi komşuma ikram edeyim?" sözü diğer komşularının hepsine ikram edebilecek gücü olmadığı için söylenmiştir. Komşuya ikram edilmekle emrolunmuş ve fazla verecek birşeyi de olmadığı için acaba hangisini tercih etmeliyim diye sormuştur.
Hadiste, diğer komşulara da ikram edecek kadar varlıklı olmayan kimsenin ikram hususunda kapısı en yakın olan komşuyu seçmesi gerektiği ifade edilmektedir. Yakın komşudan maksadın akrabası olan komşu olduğu şeklinde de bir yorum yapılmıştır.[238]
311. Abdullah b. Ömer'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle .buyurduğu rivayet edilmiştir: "AUah katında arkadaşların hayırlısı, arkadaşına iyilik eden, komşuların hayırlısı da komşusuna iyilik edendir". (Tirmizî rivayet etmiş ve 'Hasendir' demiştir).[239]
Allah katında sevabı bol, derecesi yüksek olan arkadaş, arkadaşına hayırlı olandır. Arkadaşına hayırlı olması, ona fayda verecek şeyleri yapmak ve eziyet verecek şeyleri defetmekle olur. Komşu da diğer komşusu için aynı mesabededir. Bu konu bir hadiste, daha da umumileştirilerek şöyle açıklanmıştır: "Tüm mahlûkât, Allah'ın mıklandırdığı ehi-i lyâlidir. Allah'a en sevimli olan O'un kullarına menfaati en çok dokunandır."[240]
"Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, yabancı komşuya yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve maliki bulunduğunuz kimselere iyilik ediniz". (Nİsa, 36)
"İsmini zikrederek birbirinizden yardım dilediğiniz Allah'dan korkunuz ve hısım akrabaya (haklarına) da riayet ediniz". (Nisa, 1)
"Allah'ın, görüp gözetilmesini emrettiklerini görüp gözetirler..." (Râd, 21)
"İnsanlara, ana ve babalarına iyilik etmelerini tavsiye ettik". (Ankebût, 8)
"Rabbin, yalnız Allah'a ibadet edeceksiniz, analarınıza ve babalarınıza iyilik edeceksiniz diye hükmetti. Şayet bunlardan biri veya ikisi, senin yanında ihtiyarlarsa sakın onlara 'öf bile deme, yüzlerine bağırma, onlara saygı ile hitab et. Acıdığından onlara tevazu kanadım aç da. Ey Rabbim! küçüklüğümde bana şefkat gösterdikleri gibi sen de onlara merhamet et, de". (Isra, 23-24)[241]
312. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mcs'ud (r.a) der ki:
"Rasûlullah'a (sm) Allah katında hangi is daha sevimlidir" diye sordum. Bana, "Vaktinde kılınan namazdır" şeklinde cevap verdi. "Sonra hangi iş" diye sordum. "Ana babaya iyilik etmektir" buyurdu. "Sonra hangisidir?" diye sordum. "Allah yolunda cihad etmektir" şeklinde cevapladı. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[242]
Rasûlullah, muktezây-ı hâle göre söz söylediğinden bu çeşit (hangi amel daha efdaldir?) sorulara verdiği cevaplar yerine göre değişik olmuştur. Bunlardan bu hadislerde tezat olduğu anlaşılmamalıdır. Zira Rasûlullah soru soranın neyi demek istediğine, ona nasıl cevap verilmesinin daha uygun olduğuna dikkat eder ve o vaktin gerektirdiği ifade ne ise onu söylerdi.
Hadiste, Allah'ın kuilan üzerindeki halis hakkı oian Allah ve Rasûlü'ne şehadetten sonra en faziletli amelin namaz oîduğu ifade edilmektedir. İnsan haklarından en üstünü de anne-baba hakkı olduğu açıklanmış, sonra da cihadın mertebesi vurgulanmıştır. Zira ancak cihad sayesinde, Allah'ın ve insanların hakkı muhafaza edilebilir.
"Biz, ana ve babasına iyilikte bulunmayı insana tavsiye ettik, özellikle anasına tavsiye ederiz ki, o, kat kat eziyete katlanarak ona gebe kalmış, emzirmesi de iki sene sürmüştür. Bunun üzerine, bana, ana ve babana teşekkür et". (Lokman, 14)[243]
313. Ebu HüreyreMen (ra) Rasûtullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Evlat, babasının hakkını, ancak başkasının kölesi olarak bulup da onu satın alarak azad etmekle Ödeyebilir". (Müslim rivayet etmiştir).[244]
Hadisimiz, ana-babanın hakkının yüceliğini ifade etmektedir. Zira her ikisi de türlü zorluklarla evlatlarım büyütmüşlerdir. Bu büyük zorluklara katlanmaları dolayısıyla yüce Allah yer yer kendine itaatin yanında, ebeveyne itaati emretmiştir. Âlimlerimiz, babasını köle olarak bulup satın alan evladının "hürsün" demesine gerek duymadan babanın hürriyetine kavuşmuş olacağı görüşündedirler. "Satın almak babasının hürriyeti için yeter sebeptir" demişlerdir.[245]
314. Ebu Hüreyre'den (na) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse misafirine ikramda bulunsun. Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse yakınları ile münasebetlerini devam ettirsin. Allah'a ve ahiret gününe İnanan kimse, ya hayn söylesin, ya da (hayır söylemeyecekse) sussun". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[246]
Hadisimizin bir benzeri az önce geçmişti. Buradaki değişiklik "sıla-i rahim"; yani, yakın ve dostları ile münasebet etme emridir. Bu konuda Kadı tyaz şöyle der: Yakınları ile münasebete devam etmenin vacip oluşunda ihtilaf yoktur. Bu münasebeti kesmenin de haram olduğu şüphesizdir. Fakat bu münasebetin şekli değişik olabilir. En aşağısı gidip gelmeyi terkedenİn selam-laşarak, mektupîaşarak münasebeti devam ettirmesidir. Bu da kudretin ve ihtiyacın durumuna göre farklılık arzeder. Kimİ müstehab, kimi vacip olur. Bir kimse bazan sıla-i rahim yapsa, sıla-ı rahmi kesmiş sayılmaz. Fakat gücü yettiği ve gerekli olduğu halde çok sık sıla-i rahim yapmasa, o da bu görevi yerine getirmiş sayılmaz.[247]
315. Ebu Hüreyre'den (ra) Rasûlullah'ın .(s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Yüce Allah mahlökâtı yarattığı zaman, "sıla-i rahim" huzurunda durarak şöyle dedi: "Bu duruş, kardeşlik alâkasını kesenden sana sığınma duruşudur". Allah Teâiâ: "Evet, seni görüp gözeteni gözetmeme, senden münasebeti kesenle de münasebetini kesmeme razı olur musun?" buyurdu. "Evet buna razıyım" dedi. Allah da "Senin için bu işi iyi yaparım" buyurdu. Peygamberimiz bu sözlerinden sonra ashabına; "Dilerseniz şu ayetleri okuyunuz" buyurdu: "Ey münafıklar! Siz iş başına geçtiğiniz takdirde, yeryüzünde fe-sad çıkarır, kardeşlik bağlanmzı kesersiniz değil mi? tşte Allah böylelerine lanet etmiş, kulaklarını sağır, gözlerini kör etmiştir" (Muhammed, 22-23) (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[248]
Buhârî'nin kaydettiği başka bir rivayette Allah sıla-i rahim'e şöyle buyurmuştur: "Seni gözeteni ben de gözetir, rahmetimi devam ettiririm, seni gözetmeyip alâkasını kesene ben de rahmetimi keserim"
Kadı İyaz diyor kv Sıla yapılan, kendisinden alâka kesilen ve iyilik edilen rahim, ancak manalardan bir manadır, cisim değildir. O hısımlık ve ne-sebden ibaret olup, bunları ana rahmi biraraya toplar ve birbirlerine eklenirler, tşte bu eklemeye "rahim" demişlerdir. Rahimden ayağa kalkmak ve konuşmak beklenemez. Ayağa kalkması ve arşa asılması, Arapların âdetine göre bir darb-ı meseldir. Maksadı sıla-i rahim yapanların şanını ve faziletini yük-
sekmek, yapmayıp alâkayı kesenlerin bu isyanlan sebebiyle işledikleri günahın büyük olduğunu anlatmaktır. Bundan dolayı isyana "kesmek" denilmiştir. Sanki bu isyan, ekleyen vasıtayı kesmiştir.
Açık bir tabirle sıla-i rahim: Akrabayı ziyaret ederek hallerini sormak, gerekirse yardımlarına koşmak, uzakta iseler mektuplaşmak, selâm göndermek suretiyle aradaki manevî bağın kopmamasına dikkat göstermektir. Bağın kopmasına "kal'i rahim" denir ki, büyük günahtır.
Stla-i rallimin dereceleri vardır. En yüksek derecesi farzdır ve bunu ter-keden günahkâr olur. En aşağı derecesi de selâmı-kelâmı kesmektir. Sılanın kimlere farz olduğu ulema arasında ihtilaflıdır. Bazıları, biri erkek, diğeri kadın olsa birbirlerine nikâh düşmeyecek derecede yakın akrabaya farz olduğunu söylemişlerdir. Bu takdirde amcaoğulları ve dayı oğullarına farz değildir. Dİ-ğer bîr kısım ulemaya gdre İse, miras babında zevil-erham denilen bütün akrabaya farzdır. Nevevî bu ikinci görüşün daha doğru olduğunu söylemektedir.
Hadiste zikredilen ayet-i kerime Benî Ümeyye İle Benî Hâşim kabileleri hakkında nazil ornustur.[249]
316. Ebu Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Rasülullah'a bir adam geldi ve "iyi muamele yapmama en lâyık İnsan kimdir?" diye sordu. Rasûl-i Ekrem "anan" buyurdu İki defa daha sorusunu tekrarladı, yine aynı cevabı verdi. Sonra kimdir diye sordu: Rasûlullah "baban" diye cevap verdi. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[250]
Diğer bir rivayete göre, gelen adamın sorusu şöyledir: "Yâ Rasûhllah! İyi muamele yapmaya daha lâyık kimdir?" Peygamberimiz de sorusuna ce- vap olarak üç defa "anan" dedikten sonra dördüncüde "Baban, sonra sıra- sıyla yakın akrabaların" buyurdu.
Hadis-i şerif, akrabaya iyilikte bulumayı teşvik etmekte, bunların başında annenin geldiğini, sonra baba ve derecelerine göre diğer yakınların onu takip ettiğini bildirmektedir. Ulema bunun sebebini şöyle izah eder: Annenin başta gelmesi çocuğu uğrunda birçok meşakkatlere katlanmasından, onu doğururken, emzirirken ve terbiye ederken çok yorulmasındandır.
Annenin üç defa zikredilmesinin çektiği üç meşakkat dolayısıyla oldu- ğu söylenir. Bunlar hamilelik çilesi, doğurma meşakkati ve emzirme mihnetidir. Muhasibi, iyilik ve hizmet konusunda annenin babadan önce geldiğine ulemanın icmaını nakletmiştir.[251]
317. Ebu Hüreyre'den (ra) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ana-babasının veya onlardan birinin ihtiyarlık zamanlarına yetişip de (bunlara gereken hürmette bulunması sebebiyle) cennete giremeyen kimsenin burnu yerde sürünsün" Rasûlullah bu sözü üç kez tekrarlamıştır. (Müslim rivayet etmiştir).[252]
Hadis-i şerif, ana babaya itaati teşvik etmekte ve bunun sevabının büyük olduğunu bildirmektedir. Anneye, babaya özellikle ihtiyarladıkları zaman nafakalarım vermek ve hizmetlerinde bulunmak gibi taatler, cennete girmeye vesile olur. Zira onlar bu anda hizmete daha fazla muhtaçtırlar. Çalışarak kendi işlerim kendileri göremeyeceklerinden, evlatlarının yardım ve hizmetlerini daha fazla beklerler. Küçüklüklerinde yedirip yetiştirdiği evlatlarının, ihtiyarladıkları zaman yardımlarına koşmamaları kendilerini çok üzer, evlatlar için de büyük nankörlük olur. İşte böyle vefasız bir hareketin sonucu da cennet nimetlerinden mahrumiyetle cezalandırılmak olur.
Hadisten, kötülük edene iyilik yapmaya devam etmenin meşruiyeti anlaşılmaktadır. Belki ileride, kötülük eden pişmanlık duyar, iyiliğe İyilikle karşılık vermeye döner. Böyle yapmazsa Allah'ın rahmetinden uzaklaştıkça uzaklaşır.[253]
318. Ebu Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, bir adam peygamberimize gelerek şöyle dedi: "Yâ Rasûlallah! Benim bazı akrabalarım var. Onlarla münasebetimi devam ettiriyorum, onlar ise benimle ilişkiyi kesiyorlar. Onlara iyilik ediyorum, onlarsa bana kötülük yapıyorlar. Onlara karşı yumuşak davranıyorum, onlar bana sert ve kaba davranıyorlar!' Bunun üzerine Peygamberimiz adama şöyle buyurdu: "Şayet sen dediğin gibi muamele ediyorsan, bu şekilde davranmaya devam ettikçe onlara kızgın kül yedirmiş gibi oluyorsun ve Allah'ın yardımı seninle beraberdir". (Müslim rivayet etmiştir).[254]
Hadis, sıla-i rahmi kesenlerin durumunu bir benzetmeyle anlatmakladır. Rasûlullah (s.a.) bu zatın örnek davranışı karşısında akrabasının gösterdikleri küstahlıktan dolayı başlarına gelecek elem ve ızdırabı, sıcak kül yiyenin ızdırabına benzetmiştir. Yani onunla akrabalık alâkasını kesip kendisine eza ettikleri için büyük vebal altında kalmışlardır. Zira iyiliğe benzeri ile karşılık vermek müslümanm şiarıdır.
Bazılarına göre hadisin manası; "Sen onlara iyilik etmekle kendilerini tahkir ve rezil ediyorsun! Yaptıkları aşağılıktan, sıcak kül yemiş gibi elem duyuyorlar" demektir. Bazıları da bu hadisten maksadın; "Senin yedirdiğin nimetler, sıcak kül gibi onların mide ve bağırsaklarını yakacaktır" demek olduğunu söylemişlerdir.[255]
319. Enes (ra) Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu rivayjt etmiştir: "Rızkının bol olmasını ve ömrünün uzun olmasını isteyen kimse akrabalarına ziyaret ve iyilikte bulunsun". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[256]
Hadis-i şerif sıia-i rahmin rızkı artıracağına, eceli geciktireceğine delâlet etmektedir. Burada şöyle bir sorunun akla gelmesi normaldir. Eceller ve ri2iklar takdir edilmemiş midir ve mezkur hadis "Allah bir kimseyi eceli geldiği zaman asla geciktirmez.-" (Münafikûn, 11) ayetiyle tezat teşkil etmez mi?
Âlimler bu sorulara bîr kaç yönlü cevap vermişlerdir: Âyette belirtildiği gibi eceller ve rızıklar belirtilmiştir. Ancak hadiste kastedüen ziyade;
a) Rizik bolluğu ve beden sağlığıdır. Araplar zenginliğe hayat, fakirliğe ölüm derler.
b) Ziyade ve gecirdrme meleklere nîsbetledir ve Levh-i Mahfuz'da yazi-hdır. Allah'ın ilmi başka, yazılan şey başkadır. Yazılan bazan bozulabilir, fj-kat ilmi değişmez. Bundan dolayıdır ki, Hz. Ömer "Yâ Rab! Beni şakîyaz-dmsasil" dermiş, "Senin ilminde şaki isem değiştir" demezmiş. Çünkü Allah'ın olacak birşeyi bilmesi asla değişmez ve bildiği şekilde olur.
c) Ziyade ve tehir kullara nisbetle muallak olarak takdir edilmiş, sanki "filan sıla-i rahim yaparsa elli sene, yapmazsa kırk sene yaşayacaktır" denilmiş gibidir. Allah'a nisbetle muallak tarafı yoktur.
d) Ecelin gecikmesi, ömrün bereketiyle ve sahibini hayırlı işlere muvaffak kılmakla olur. Bu surette kısa ömründe başkalarının yapamadıkları hayırlı işleri yapar, onlardan çok yaşamış olur.
Nevevî, bu son görüşü en sahih görüş olarak değerlendirmektedir. [257]
320. Enes'den (r.a) rivayet edildiğine göre, Ebu Talha Medine'deki ensa-nn hurmalığı en çok olanı idi. En çok sevdiği hurmalığı da Mescid-i Nebe-vî'nin karşısındaki Beyrahâ denilen bahçesiydi. Peygamberimiz oraya gider, içindeki tatlı sudan içerdi.
Ebu Talha "Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda tasadduk etmedikçe, hayra kavuşamazsınız" (Âl-i İmran, 92) ayeti nazil olunca, kalkıp Rasûlullah'a şöyle dedi: "Ya Rasûlallah! Cenâb-ı Hak, "En sevdiğiniz maldan infak etmedikçe, hayra kavuşamazsınız" buyuruyor. En sevdiğim mal, Beyrahâ hurmalığıdır. Onu Allah rızası için vakfettim. Allah katında onun hayrını ve sevabını umarım. Yâ Rasûlallah, orayı Allah'ın sana gösterdiği şekilde kullan" dedi. Bunun üzerine peygamberimiz, "Ne güzel, bu senin için kârlı bir mal. kârlı bir mal" dedi ve şöyle buyurdu: "Söylediğini duydum, ben de o hurmalığı akrabaların arasında bölüştürmeni uygun görüyorum". Ebu Talha "öyle yaparım yâ Rasûlallah" dedi ve orayı akrabaları ve amcaoğulanna bölüştürdü. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[258]
Dostun haberi yokken kuyusundan su içmek, ağacından meyve koparmak ve yiyeceğinden yemek mübahdır. Fakat burada gözetilecek şey kişinin dostunun da bundan memnun kalacağını bilmesi gerektiğidir. Hayır ve taa-tın nasıl yapılacağı hususunda âlimler ile istişarede bulunmak sünnettir. Çok sadaka verdiğinde sahibini medhetmenin caiz olduğu hadisten anlaşılmaktadır. Sadakayı muhtaç olan akrabalara vermek, başkalarına vermekten daha faziletlidir. Çünkü bu şekil yardımda, hem sıla-i rahim ecri, hem de sadaka ecri olmak üzere iki kat sevap vardır.
Sevdiklerini infak eden kimselerden olan Ömer b. Abdulaziz'İn hareketi şöyleydi. O çuvallarla şeker alır, fakir fukaraya dağıtırdı. Kendisine, "Niçin böyle yapıyorsun, parasını versen olmaz tnt?" denilmesi üzerine o; "Ben şekeri çok severim. Binaenaleyh sevdiğim şeyi infak etmek istedim" şeklinde karşılık vermiştir.[259]
321. Abdullah b. Amr b. el-Âs'dan (r.a) rivayet edildiğine göre, adamın biri Peygamberimize gelerek, "Allah'tan karşılığını umarak hicret etmek ve cihad etmek şartıyla size biat ediyorum" dedi. Rasûlullah "Ana ve babandan hayatta olan var mı?" diye sordu. "İkisi de sağdır" cevabını alınca, Ffeygam-berimiz adama, "Allah'tan ecir mi istiyorsun?" diye sordu, "evet" deyince, efendimiz şöyle buyurdu: "öyleyse ana ve babana dön onlarla iyi geçin". (Bu-hârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[260]
Buhârî ile Müslim'in kaydettiği diğer bir rivayete göre, gelen adam cihad için izin isteyince Rasûlullah sordu: "Ana-babandan sağ olan var mı?" Adam "evet" deyince Rasûlullah "Senin cihadın onların yanında bulunmandır" buyurdu.
Hadis, ana, babaya itaatin şiddetle lüzumuna, haklarının büyüklüğüne, onlara itaattan dolayı kazanılacak sevabın çokluğuna işaret etmektedir. Âlim-İerin bazıları bu hadisle istidlal ederek, ana-baba hakkını cihaddan daha üstün olduğunu, her İkisi veya birisi müslüman olduğu takdirde, onlardan İzinsiz cihada gitmenin caiz olmadığını söylemişlerdir. Müşrik olurlarsa izinleri şart değildir. Ancak, düşman müslümaniarın karşısına gelir de, onunia çarpışmak zaruret halini alırsa, onlaran izinsiz cihad etmek caiz olur.
Yine hadisten, hicret şayet vacİpse, ana-baba hakkının da öncelikli bir vacip olarak öne geçtiği anlaşılmaktadır. Fakat bu öncelik, kişinin dinini ebe veyninin yanında yaşama imkânı varsa onların rızası öne geçer. Yok onların yanında dinini yaşayanıiyorsa, dini için ebeveynini terkederek hicret edebilir. Hadiste ebeveyne itaat, cihaddan önce geçmiştir. Çünkü ana-babaya iyilik farz-i ayın, cihad f&rz-ı kifayedir. Tabii bu hüküm bir grubun cihada gitmesi ile, mesele hallolunacak durum içindir. Genelin katılımı zaruri olunca cihad farz-i ayn olur, herkesin iştirak etmesi gerekir.[261]
322. Abdullah b. Amr b. el-Âs'dan (m) RasÛluHah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Akrabalarının gösterdiği ilgiye aynıyla karşılık vermek akrabalığı gözetmek değildir. Asıl akrabalığı gözetmek, onlar münasebetlerini kestikleri zaman, onlarla ilgilenip münasebeti devam ettirmektir". (Buhârî rivayet etmiştir).[262]
Hadisteki "Akrabalığı gözetmek değildir" ifadesinden murad "Kâmil manada sıla-i rahim bu demek değildir" anlamındadır. Zahiren, akrabalarının ilgisine ilgi göstermekle, sıia-i rahim yapmış sayılır. Fakat kâmil mânâda ise; onlar ilgilerini kestikleri anda bile, münasebetini kesmemek gerekir. Sıla-i ra-himi derecelendirecek olursak şöyle diyebiliriz: "Muvâsıl", üst düzeyde sıla-i rahime riayet eden kişi, münasebetlerde devamlı önceliği kapandır. "Mükâ-fî", münasebetlerde aldığından fazla birşey vermeyendir. "Mukâti" ise, kendisine ikram edilip, akrabaları tarafından ilgi gösterildiği halde karşılık vermeyendir.
Görüldüğü gibi hadisimizde, sıla-i rahme riayete teşvik edilmekte, onlar münasebeti azaltsalar da bizim artırarak devam ettirmemiz gerektiğine işaret edilmektedir.[263]
323. Hz. Âişe'den (r.a) Rasûlullah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Sıla-i rahm (akrabaları gözetmek) arşa asılmış ve şöyle demiştir. Beni gözeteni Allah da gözetsin, benimle münasebetim kesenden de Allah rahmetini kessin". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[264]
Sıla-i rahim hakkında geniş açıklama 315 nolu hadiste geçmiştir. Burada da stia-İ rahmi yapmaya teşvik ve bu bağı koparmaktan sakındırmak mevcuttur. Sıla-i rahmin Allah'ın rahmetini celbedeceği ve bu bağı kesmenin de Allah'ın gazabına sebep olacağı hadisten anlaşılmaktadır.[265]
324. Mü'minlerin annesi Meymûne binti'l-Hâris'den (r.a) rivayet edildiğine göre, kendisi Rasûlullah'tan (s.a) izinsiz bir cariye âzad etmişti. Meymü-ne'nin nöbetinde Peygamberimiz yanına gelince; "Cariyemi âzad ettiğimin farkına vardın mı?" diye sordu. Rasûlullah (s.a) "Cariyeni âzad mı ettin?" buyurdu "Evet azad ettim" deyince, Peygamberimiz şöyle buyurdu: "Şayet onu dayılarından birine hediye olarak verseydin ecrin daha büyük olurdu". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[266]
Hadisimizden, kadının kocasından izin atmadan bile, kendi malında tasarruf yetkisi olduğu anlaşılmaktadır. İmam Mâlik ise, "Üçte birden fazlasını harcamaktan, koca hanımını menedebilir" demiştir. Ayrıca, akrabaya ikramın üstün bir meziyet olduğu da anlaşılmaktadır. Zira hadisimiz köleyi azad etmektense, onu akrabalara hediye etmeyi teşvik ediyor. Buna göre, ihtiyaç sahibi akrabaya ikram, köle azad etmekten efdaldir. Zira daha önce de geçtiği gibi, sadakanın bile akrabaya verilmesi iki kat sevap kazandırmaktadır. Biri sadakanın, diğeri ise sıia-i rahmin sevabıdır.[267]
325. Ebu Bekir'in kızı Esma (r.a) şöyle anlatıyor:
Rasûlullah hayatta iken müşrik olan annem bize gelmişti. Ben de ona durumu arzettim ve "Anam geldi. O bana ümid bağlamıştır ona ilgi göstereyim mi?" diye sordum. Peygamberimiz de "Tabii, annene gereken ilgiyi göster" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[268]
Ebu Bekir, Esma'nm annesini câhiliyye devrinde boşamışti. Bu kadın Medine'ye kızı Esma'nın yanına gelmişti. Gelirken kuru üzüm, yağ ve selem ağacı yaprağından hediyeler getirdi. Fakat kızı onun hediyelerini kabul etmekten yahut onu evine almaktan çekindi. Hz. Âişe'ye haber göndererek durumu Ra-sûluilah'a sormasını istedi. Rasûlullah da yukarıda belirtildiği gibi "onu evine alsın" buyurdular.
Hadisten anlaşıldığına göre, kâfir anne-babaya muharib olmadıkları müddetçe yardımda bulunmak caizdir. Düşmanla sulh yapmak, alışveriş gibi muamelatta bulunmak caizdir. Akrabayı ziyaret için sefere çıkmak caiz ve faziletlidir.[269]
326. Abduilah b. Mes'ud'un ailesi Zeyneb es-Sakafiyye'den (r.a) Rasû-lullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ey kadınlar! Zînetleriniz-den de olsa lasadduk ediniz" Zeyneb der ki: Bunun üzerine kocam Abdullah b. Mes'ud'a giderek şöyle dedim: "Sen yoksul bir kimsesin, Rasûlullah bize sadaka vermemizi emretti, ben sadaka vereceğim. Şayet sadakamı sana vermem geçerli ise sana verevim, yok kocaya sadaka verilmezse başkalarına veririm. Git de, durumu Rasûlullah'a sor".
Kocamın, "sen git" demesi üzerine, Rasûlullah'ın evine gittim. Kapısında aynı meseleyi sormak için gelen ensardan bir kadın da bekliyordu. O sırada Rasûlullah kızgın bir vaziyetteydi. Dışarı Bilal çıktı. Bilâl'e: "Sen içeri gir, kim olduğumuzu söylemeden, dışarıda iki kadın var, senden kocalarına ve elleri altındaki bulunan kişilere verecekleri sadakanın geçerli olup olmadığını soruyorlar, de" dedik.
Bilâl içeri girip soruyu Rasülullah'a nakledince; "Bekleyenler kim?" diye sordu. Bilâl de, "Zeyneb ve ensardan bir kadın" dedi. "Hangi Zeyneb?" deyince, "Abdullah'ın karısı olan" dedi. Bu olay üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu; "Onlara iki kat sevap var. Biri yakınlarını darlıktan kurtarmalarına karşılık, diğeri de Allah için sadaka verdiklerine karşılık". (Buharı ve Müslim rivayet etmişlerdir).[270]
Kadınlar Bilâl'e kendilerinin kim olduklarını söylememesini tembih ettikleri halde o, verdiği söze muhalefet ederek bu sırrı ifşa etmiştir. Sebebi ise, Rasûlullah'm suali ile karşılaşmasıdır. Gerçi söylememesi bir fayda gereği ise de, Hz. Peygamber'c cevap vermesi daha büyük bir maslahattır. Çünkü Rasûlullah'a cevap vermek tehiri caiz olmayan bir vaciptir. İki maslahat bir arada bulununca, hangisi daha mUhimse o icra edilir.
Nevevî der ki; bu hadiste bahsedilen nafakadan murad, sevap için verilen sadakadır. Hadislerin siyakı bunu göstermektedir.
Hadisimiz devlet başkanım, ahâlisine sadaka vermek, hayrat yaptırmak gibi hususları, fitnelerden emin olmak şartıyla vaaz edebileceğine delildir. Kadın da dinî konuları öğrenmek için evinden çıkarak o meclislere katılabilir. Yine hadisimizde kadınların da dinî konuları öğrenmelerine teşvik vardır. Müşkil bir meselede işin ehline varıp sormanın gereğine de ayrıca işaret edilir. "Sevabın katlandığı" ifadesi ile de, hayır ve sadaka işleri yaparken önce akrabaların menfaatine olanların yapılması teşvik edilmektedir.[271]
327. Ebu Süfyan Sahr b. Harb'm Herakliyus İle konuşmasını anlatan uzun hadisin bir kısmında şöyle anlatılır: Herakliyus, Ebu Süfyan'a Rasûlullah'mneyi emrettiğini sorar. Ebusüfyan, "Ben de şöyle dedim" der: "O, yalnız Allah'a İbadet ediniz, hiçbir şeyi O'na ortak koşmayın, atalarınızdan duyduklarınızı bırakın" diyor. Bize namaz kılmayı, doğruluk yapmayı, namustu olmayı ve akrabalarımızı görüp gözetmeyi emrediyor". (Buhârî ve Müslim rivayet etm İşlerdir ).[272]
"Hiçbir şeyi Allah'a şirk koşmayın" ifadesinde "şirk" kelimesi umum İfade eder. Bu şirke en büyük şirk olan küfür (inkâr) girdiği gibi, en küçük şirk olan riya dahi girmektedir. Böylece "Küçük büyük şirkin her nev'İnden Allah'ı tenzih ederek O'na ibadet edin" Duyurulmaktadır. İbadet etmekteki maksad da yalnız AİIah rızasını kazanmak ve O'na yaklaşmak olmalı, diğer hiçbir kimsenin ve şeyin rızası ve hatırı kasdedilmemelidir.
Hadisimiz icmâlen, Rasûlullah'ın getirdiği İslâmî tebliğin özelliklerini içermektedir. Yine Herakliyus'un tutumundan da şu gerçek hatırlatılıyor: İslâmî manada, îman körü körüne taklid değil, araştırmak, delilleri tahlil ederek inanmaktır.
Hadisimizde tevhidden sonra, toplum düzenini sağlayıcı şeylere dikkat çekilmiştir. Doğruluk, namuslu olmak ve akrabaları gözetmek, mutlu bir toplum için vazgeçilmez prensiplerdir.[273]
328. Ebu Zerr'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Yaktnda siz kendinde kirât'ın çok çok söylendiği bir yeri fethedeceksiniz".
Bir başka rivayette hadis şöyledir: "Yakında siz kendinde kirât'ın çok çok anıldığı bir yer olan Mısır'ı fethedeceksizin. Ahâlisine iyi davranın, çünkü onların bize karşı zimmet ve akrabalığı vardır".
Değişik bir rivayette de şu farklılık vardır: "Orayı fethettiğiniz zaman halkına iyi davranın çünkü onlarla aranızda zimmet ve hısımlık ardır" (Müslim rivayet etmiştir).[274]
Hadis-i şerif Rasûlullah'm bir mucizesidir. Mısır'ın fethinden Önce, oranın fethedileceğini bildirmiştir. Fethedilen ülkelerde, müslümanlarla akraba olanlar mevcut ise onlara iyi muamele edilmesi tavsiye edilmiştir.
"Mısırlılarla müslümanların zimmet ve hısımlık bağları vardır" sözü ile de şuna telmih yapılmıştır. H?.. İsmail'in (a.s) annesi Hacer Mısırlıdır. Hacer validemizi Cebbar, İbrahim'in hunimi Sarc'ye vermişi ir. Sarede İbrahim'e hediye etmiş ve ondan da Hz. İsmail (a.s.) doğmuştur. Bu yönden MısırhUukı akrabalık bağı mevcuttur.
Diğer taraftan Peygamberimizin oğlu İbrahim'in annesi Mariye de Mısırlıdır. Rasûiullah Mısır Mukavkısı'na İslâm'a davet mektubu gönderince, o İslâm'a girmemiş, fakat Rasûlulla'a iki cariye ile hediyeler göndermiştir. Mariye isimli cariyeyi kendisi almış, Şirin isimli olanı da Hassan b. Sabit'e vermişti. İşte o Mariye İsimli cariyeden de ibrahim doğmuştur. Bu yönden de Mısırlılarla müslümanlann bir yakınlığı mevcut İdi.[275]
329. Ebu Hüreyre (ra) der ki:
"Yakın akrabalarını inzaret" (Şuarâ, 214) ayeti gelince Peygamberimiz Kureyş kabilesini çağırdı, hepsi çağrıya icabet ederek toplanınca, RasÛluIlah Özel ve genel anlamlı kelimelerle onlara şöyle hitab etti: Ey Abd-i Şems oğulları! Ey Ka'b b. Liieyy oğulları! Kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz! Ey Mürre b. Ka'b oğullan! Kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz! Ey Abd-i Menaf oğullan! Kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz! Ey Hâşimoğul-ları! Kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz! Ey Abdu'l-Muttalib oğulta-n! Kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz! Ey (kızım) Fatma, kendini cehennem ateşinden koru! Çünkü ben, Allah'tan size gelecek azabı defedemem. Ancak benim yapabileceğim şey, sizlerle aramda olan hısımlık bağına riayet etmektir". (Müslim rivayet etmiştir).[276]
Nefisleri cehennem ateşinden korumak, küfür ve isyandan yüz çevirerek îman etmekle olur. Bu îmanın peşinden Allah'a itaat ve kulluğun her sahada gösterilmesi takib eder. Kişi işte bu şekilde cehennem azabından korunmuş olur.
Kavimlerinden bir peygamber gelmiş olması veya peygamberin çok yakını bulunmak Allah'ın vereceği azabdan insanı kurtaramaz. Yakınları olan,
aralannda karabet bağı olan Peygamber; acır, hallerine üzülür, onlara şefkati belki biraz daha fazla olduğundan hidayete kavuşmaları için çabalar, fakat kabul etmezlerse, gelecek azabı defetme yetkisi yoktur. "Akrabalık bağına riayet etmek" de, onların hayrına olan şeylerde, onlar için uğraşmak, yardım etmek ve doğruyu göstermekle olur.
Hadis, kişinin kendi ameline bakmasını ve iyi amellerini çoğaltmasını teşvik etmektedir. Çünkü herkes kendi amelinin karşılığını görecektir.[277]
330. Ebu Abdullah Amr b. el-Âs (r.a) Rasûluilah'm aşikare şöyle dediğini duydum, der: "(Akrabam olan) Filan sülale halkı dostlarım değildir. Benim dostlarım Allah ve salih mü'minlcrdir. Ancak o sülale ile aramızda akrabalık bağlan vardır ve o bağa riâyet ederim". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdi;)[278]
Hayatta kişinin münasebet kurduğu insanlar iki türlüdür. Biri; aynı mekânı, beldeyi ve işi paylaştıkları İçin bir arada bulunup münasebet kurması gerektiği İnsanlardır. Diğeri ise, bu zorunluluklar olmasa da dostluk bağı ile bağlı olduğu şahıslardır. Mü'mİn sulh anında kâfirle de münasebet kurup, ahş-veriş yapabilir. Fakat aralarında dostluk bağı yoktur. Yine harb olmadığı anlar, karşı tarafta bulunan akrabaları İle irtibat kurabilir, akrabalık bağına riayet edebilir. Müslümanların dostu ancak müslümanlardır. Ayet-i kerime de bunu teyid etmektedir. "Eğerpeygambere karşı birbirinize arka verirseniz şüphesiz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve mü'minlerin iyileridir" (Tahrim, 4)
Hadis, îmanda kemâle erişmeyi teşvik etmektedir.[279]
331. Ebu Eyyub Halid b. Zeyd el-Ensarî (r.a) şöyle anlatır:
Bir adam Rasûlullah'a gelerek, "Beni cennete sokacak ve cehennemden uzaklaştıracak bir iş söyler misin?" dedi. Peygamberimiz de şöyle buyurdu: "Allah'a İbadet edersin, hiçbir şeyi de O'na ortak koşmazsın, namazı devamlı ve dosdoğru kılarsın, zekâtını verirsin ve akrabalarınla münasebetini kesmezsin" (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[280]
Halİd b. Zeyd (r,a) Akabe beyatında bulunmuş, Bedir, Uhud, Hendek savaşlarına katılmış, Bey'at'ur-Rıdvan'a ve Rasûiullah ile tüm gazvelere katılmıştır. Rasulullah hicret edince, Medine'ye geldiğinde Halid'in misafiri olmuş,. Mescid-i Nebevi kenarındaki Rasûlullah'a ait odalar yapılıncaya kadar yanında kalmıştır. Halid, 150 hadis rivayet etmiştir. Bunlardan 7 tanesini Bu-hârî ve Müslim tahric etmişlerdir. Hicrî 50 küsur yıllarında İstanbul kuşatması esnasında vefat etmiştir. Kabri İstanbul'da kendi künyesi-ile anılan Eyüp semtindedir. Kabrinin yanında "Eyüp Camii" ismi ile bir de cami inşa edilmiştir.
Hadis, kişiyi cennete sokacak amelleri içermektedir. Bunlara bakınca, îman ve ibadet olduğunu görürüz. Kur'an-ı Kerim'de, "îman'edipsatih amel işleyenlere cennet vardır" şeklinde çok defa tekrarlanan ayetler de hadisimizi teyid eder. Zira "amel-i salih" ibadetin diğer manasıdır. Çünkü Allah'ın rızasını kazandıracak, O'nu hoşnut edecek her amel ibadettir. Bu yönüne dikkat edildiğinde, dinimizde ibadetin belli kalıplara hasredilmediği göze çarpmaktadır.
Rasûlullah'ın kişiyi cennete sokacak amelleri içinde akrabalarla münasebeti zikretmesinin sebebi; soruyu soran kişi ile ilgilidir. Zira soran belki de akrabalarla irtibatı kesmişti de o adama da aynı zamanda ders vermek için bunu zikretmiştir. Zira Rasûlullah'ın karşısındaki muhatabın haline göre konuşması bir özelliğidir. Diğer taraftan sıla-i rahmin de üstün bir amel olup, kişinin cennete girmesine sebep olacağı açıkça belirtilmiş olmaktadır.[281]
332. Selman b. Âmir'den (r.a) Rasûlullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Sîzden biri iftar edeceği zaman hurma ile iftar etsin. Çünkü hurma berekettir Hurma bulamazsa su ile İftar etsin, çünkü su da temizdir". Sözlerine devam ederek şöyle buyurdu; "Yoksullara verilen sadaka bir sadakadır. Akrabaya verilen bir sadaka İse iki sadaka yerine geçer (iki sadaka sevabı alınır). Biri sadakadır, diğeri akrabayı gözetmektir". (Tirmizî hasen olarak rivayet etmiştir).[282]
Selman b. Âmir, Basra'da yaşamış bir sahabîdir. Basra'da bir evi vardır. Rasûlullah'tan 16 hadis rivayet etmiştir.
Hurmanın bilinen veya ileride keşfedilebilecek birçok faydaları mevcuttur. Göze olan faydası, mideye olan faydası bunlardandır. Hurma yendiğinde, midedeki fazlalığı çıkarma ve fazla şişkinlik yoksa, mideye faydalı bir gıda olma özeliği de vardır. Hurmanın görmeyi kuvvetlendirici Özelliği, doktorların sözleri ndendir.
Suyun temiz oluşu malumdur. Hem temiz, hem de temizleyicidir. Maddî ve manevî pislikler (hades, abdest, gusül) su ile temizlenir. Hades-i asğar ve ekber, yani abdest ve gusül su ile yapılır. Burada önce hurmanın, sonra suyun zikredilişi İstihbab içindir. Hurma varken su ile de İftar edilse sünnet yerine gelmiş olur.
Kişinin en fazla sevap kazanacağı iyiliği tercih etmesine tenbih vardır. Belirtildiği gibi akrabaya yapılan iyilik ve sadaka, ecri katlamaktadır. Akrabanın anne ve baba tarafından olan ve yakından uzağa doğru genişleyen bir yakınlık olduğu malumdur.
Hadis, akrabaları görüp gözetmek anlamına gelen "sıla-i rahim" müessesesinin yüceliğine İşaret etmektedir. Allah'ın hoşgördüğü bu müessesenin yerleşmesine katkıda bulunanların amellerine de mükâfat katlanarak verilmektedir.[283]
333. İbn Ömer'den {r.a) rivayet edilmiştir: "Sevdiğim bir hanımım vardı. Babam Ömer (r.a) ondan hoşlanmıyordu. Boşamamı söyledi ise de ben boşamadım. Babam RaMJluilah'a giderek durumu ona arzetmişti. Resü-lullah da bana, "onu boşa" buyurdu".
(Ebu Dâvud ve Tirmizî rivayet etmiştir. Tirmizî 'hadis hasert sahihtir' demiştir)[284]
Hz. Ömer'in, oğlunu hanımını boşamaya zorlaması, kadının dini hakkında olan kusurundan doğacak bir fitne sebebiyledir. Oğlunun da boşama-makıa diretmesi, babasına karşı bir isyan değildir. Çünkü o hâlin boşama sebebi olup olmadığı hususunda ietihad farkına sahiplerdi. Ne zaman ki, Ra-sûlullah'ın görüşü de babasının fikrini doğrulayınca, hemen itaat ederek bo-şamıştır.
Şunda hiç şüphe yoktur ki, Rasûlullah Hz. Ömer'in halın için oğluna zulmetmez. Ancak haklı kim, gerçek ne ise Rasûlullah onun yanında yer almış, haksızlık karşıcında da hiç susmanı ıştır.
Hadiste, babaya itaatin gerekliliği anlatılırken, Rasûlullah'a itaatin ise, şüphesiz her müslümana \acip olduğu vurgulanmış, İbn Ömer'in itaati örnek gösterilmiştir.[285]
334. Ebu Derda (r.a) der ki:
Bir adam bana geldi ve "Bir hanımım var, annem boşamarr. stiyor, ne yapayım, ne dersiniz?" diye sordu. Ebu Derda cevap olarak RasüluHah-tan duyduğu bu hadisi ona söyledi: "Ana baba cennet kapılarının orasıdır. İstersen o kapıyı yitir, dilersen muhafaza et". (Tirmizî rivayet etmiştir. "Hadis, hasen-sahih'tir" demştir).[286]
"Cennet kapılarının ortası" ifadesinden maksat, annesine İyilik eden kişinin cennete, kapılarının ortasında bulunanından girer demektir. "Kapt"dan muradın anneye itaat ve iyiliğin kişiyi cennete girmeye sebep olacağı anlamında da yorumlanmıştır.
Aslen vacip olmayan şeyin ebeveynin emri ile vacip olmayacağı cumhuru ulemanın görüşüdür. Aslen mubah olan bir şey ebeveynin emri ile men-dub olur. Şayet mendubsa, mendubiyecinin kuvvet kazanacağı söylenmiştir.
Hadiste, ana-babanın rızasının Allah'ın rızasını kazandırıp, cennete girmeye vesile olacağı anlatılmaktadır. Meşru olan konularda onların emrine İtaat gerekir. Zira Allah kendine itaatin hemen yanında ebeveyne itaati emretmektedir.[287]
335. Bera' b. Âzib'ten (r.a) Rasûhıİlah'm şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Teyze anne gibidir". (Tirmizî rivayet etmiştir. "Hadis hasen-saihtir" demiştir)[288]
Konu hakkında Buhârî'nin naklettiği çok sayıda meşhur hadis vardır Mağara arkadaşları ve Cüreyc hadisi daha önce zikredilmişti. Bundan başka
Buhârî'nin kaydetmesine rağmen sözü fazla uzatmamak için almadığım başka meşhur hadisler de vardır. Bunların en önemlilerinden biri de, Amr b. Abe-se'nin rivayet ettiği, İslâm'ın temci prensipleri ile ahlâk kaidelerini İçeren uzunca olan hadistir. înşaallah "Umut" bölümünde hadisin tamamını nakledeceğim.
Sözü edilen hadisin bir bölümünde Amr b. Abese şunu anlatır: Peygamberliğinin ilk yıllarında Mekke'de Rasûlullah'ın huzuruna girdim ve "Sen nesin?" dedim. O "Ben peygamberim" dedi. "Peygamber ne demek?" dedim. O da "Allah beni görevli olarak gönderdi" dedi. "Seni ne ile görevlendirdi?" dîye sorduğumda Rasûluüah şöyle cevap verdi: "Akrabalık bağlarım görüp-gözetmeyi, putları kırmayı, Allah 'a hiçbir şeyi ortak koşmadan tek olarak kabul etmeyi tebliğ etmek üzere görevlendirip gönderdi".
Teyzenin anne gibi olması, şefkat ve merhametinin çokluğuna nisbetle-dir. Yoksa hakikaten anne gibi demek değildir. Burada hadisimiz teyzeye iyilik etmeye dikkat gösterilmesine işaret eder. Nevevî'nin burada bu hadisi zikredişinin sebebi de teyzeye iyilik, hürmet ve İtaatin tıpkı anne makamına kaim olduğuna dikkat çekmek içindir.[289]
"Ey münafıklar! Siz iş başına geçerseniz, yeryüzünde fesad çıkaracak, aralannızdaki akrabalık bağlarını koparacak değil misiniz? tşte Allah'ın lanet ettiği, sağır kıldığı gözlerini kör eylediği kimseler buniardır." (Muham-med, 22-23)
"Onlar ki, Allah'a söz verdikten sonra sözlerinden dönerler. Allah'ın görüp gözetmesini emrettiği kimselerle münasebeti keserler, yeryüzünde fesad çıkarırlar. İşte lanet ve kötü bir akıbet (cehennem) onlar içindir". (Ra'd, 25)
"Rabbin şöyle hükmetti: Yalnız O Allah'a ibadet edeceksiniz, analarınıza, babalarınıza iyilik yapacaksınız. Şayet bunlardan biri veya ikisi yanında ihtiyarlarsa sakın onlara 'öf büe deme, yüzlerine bağırma, onlara saygı ile hitab et. Acıdığından onlara tevazu kanadını aç da, yâ Rab! Küçüklüğümde bana şefkat gösterdikleri gibi, sen de onlara merhamet et! de" (İsra, 23-24)[290]
336. Ebu lk-kre Niıley b. cl-Haris (ra) der ki:
Rasûlullah (s.a) üç defa "En büyük günahlardan sizlere bahsedeyim mi?" buyurdu. "Evet yâ Rasûlallah! dedik. O da; Allah'a şirk koşmak, ana babaya karşı gelmek" Bunları bir yere yaslanarak söylüyordu. Doğrulup olurdu ve "Aman ha! Yalan sözden ve yalan yere şahıdlikten sakının" diye o kadar tekrarladı ki (içimizden "Rasûlullah çok duygulandı) keşke sussaydt" dedik". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[291]
Günahlar büyük ve küçük günahlar diye ktsımlandırılır. Kendisi için dinen had (ceza) tatbik edilen günahlar büyük günahlardır. Tercih edilen diğer bir görüşe göre de, hakkında kitap ve sünene şiddetli ceza va'dedilen günahlar, had uygulanmasa da büyük günahlardır.
Tum nevileri ile şirk büyük gühlann başında zikredilmiştir. Ebeveynden birine itaatsizlik etmek, karşı gelmek de büyük günahtır.
"Şirkten sonra, büyüklük açısından anne-babaya itaatsizlik m'ı gelir, zira, kati gibi günahlar niçin sayılmadı?" denirse şöyle söylenebilir. Buradaki sıralanış mutlak olarak değildir, nisbidir. Zaman zaman söylediğimiz gibi Peygamberimiz hazır bulunan cemaatin durumuna, soruyu soranın hâline göre cevap verirdi. Yani cevap verirken ve konuşurken hem bireyler öğretir, hem de karşısındakilerin hallerine göre fetva sunardı. Muhataplarının hallerine iim-i ilâhî ile vâkıf olduğu için, hallerine uygun olanı söylerdi. Bundan dolayı çeşitli hadiselerde değişik sıralanmaların görülmesi tezat değil, bu hâlin gereğidir.
Günahlar, verdiği zararların tekrar etmesi sebebiyle büyür ve sahibi için cehenneme götürücü bir yük olur. Ebeveyne itaatsizliğin en büyük günahlardan sayılması, onlara karşı olduğunca şefkatli davranmayı ve emirlerine itaati teşvik etmektedir. Ebeveyne itaatsizliğin, şirkle aynı kategoride değerlendirilmesi, anne-babaya itaate verilen önemi açıkça belirtmektedir.[292]
337. Abdullah b. Amr b. Âs'dan (r.a) Rasülullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Büyük günahlar şunlardır: Allah'a şirk koşmak, ana-babaya karşı gelmek, insan öldürmek ve yalan yere bile bile yemin etmek". (Buhârî rivayet etmiştir).[293]
önceki hadîste de zikredildiği üzere, burada büyük günahları birkaç şık ile saymak; ya hadis söylenirken orada bulunan cemaatin hâline uygun gel-dîğindendir. Ya da büyük günahlar çoktur, fakat günah açısından en büyükleri şunlardır diye misal kabilinden zikredilmişlerdir.
Bu hadiste de ana-babaya karşı itaatsizlik etmek zikredilerek, ebeveyne İtaatsizliğin günah açısından nelere denk olduğu gösterilmeye çalışılmıştır.
"Yemîn-i kamus" bile bile kendi iradesiyle yalan olan birşey hakkında yemin etmektir, insanı gömlek gibi sararak cehenneme götürdüğü için yemtn-i kamus denmiştir. Dünyevî bir ceza İle keffâreti mümkün değildir. Ancak tev-bekâr olur ve kul hakkını gasbetmişse helallik almakla kurtulabilir. Yalan yere, kasden edilen yemini, şirkle eşit görenler bile mevcuttur.[294]
338. Abdullah b. Amr b. Âs'dan (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İnsanın ana-babasma sövmesi büyük günahlardandır". Orada bulunanlar, "Yâ Rasûllattah! İnsan ana-babasma söver mi?" dediler. Peygamberimiz "Evet, bu şöyle olur: Birinin babasına söver, o da onun babasına söver, birinin anasına söverse o da onun anasına söver, (böylece kendi ana-babasına sövülmesine meydan vermiş olur)" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[295]
Başka bir rivayette hadis şöyledir: "Kişinin ana-babasma lanet etmesi en büyük günahlardandır" Ashab, "Yâ Rasûlallah! İnsan ana-babasına nasıl lanet eder" diye sordular. Peygamberimiz de şöyle açıkladı: "Kişi, başkasının babasına veya anasına söver, o da onun anasına veya babasına söver".
Hadis, ebeveyne itaatsizliğin haram olduğu gibi onlara kötü söz söylemenin, sövmenin de haram ve büyük günahlardan olduğuna delildir. Lanet okumak, sövmek, hakaret edici sözler söylemek, bir müslümana karşı günah olduğu gibi ebeveyne karşı olursa büyük günahlardan olmaktadır. Nevevî, "Bu hadiste ebeveyne kötü söz söytefici vesilelerin de haram/ığına delil vardır" demektedir.
Ebeveyne kötü söz getirmenin bir yolu da, başkasının ebeveynine söv-mektir. Karşılık olarak, o şahsın ebeveynine kötü söz geleceği için; bu yol dahi kapatılmıştır.
Yüce Allah, dolaylı yollardan da olsa ebeveyne İhaneti, hakareti yasaklamış, Rasülü'nün diliyle onu büyük günahlardan saymıştır. Bu sebeple haram yollarım kapamak da kişi için fazilet kabul edilmiştir.[296]
339. Ebu Muhammed Cübeyr b. Mut'im'den (r.a) Rasûlullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Akrabalık bağlarını görüp gözetmeyerek, münasebetini kesen cennete giremez". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[297]
Cübeyr b. Mut'im, Hayber'in fethi yılında müslüman olmuştu. Mekke fethinde müslüman olduğu da söylenir. Rasûlullah'tan 60 hadis rivayet etmiştir. 6 tanesini Buhârî ve Müslim beraberce tahric etmişlerdir. Kureyş'în eşrafındandı. Hicrî 54 de Medine'de vefat etmiştir.
Hadiste akrabalık bağlarını koparanlar için şiddetli bir tehdit vardır. "Cennete giremez" sözü ikî şekilde anlaşılmalıdır. Ya bundan murad ilk cennete girenlerle giremez, tâ ki bu cezasının karşılığını cehennemde çekinceye kadar. Ya da eğer haram olduğunu bildiği halde akraba münasebetlerini kesmekte bir beis olmadığını kabul ederse; yani haramı helâl görürse ebediyyen cennete giremez anlamındadır. Zira haramı helâl gören küfür işlemiş olur, tevbe etmeden Ölürse akıbeti ebedî cehennem olur, Allah korusun![298]
340. Ebu îsâ el-Muğîre b. Şu'be'den (r.a) Rasûlullah'm şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Yüce Alah, analara karşı gelmeyi, olmaz demeyi, verilmesi gerekeni vermemeyi, hak edilmeyen şeyi istemeyi ve kız çocuklarınızı diri diri toprağa gömmeyi yasak kıldı. Dedikodu yapmanızı, (gereksiz yere) çok soru sormanızı ve malınızı faydasız yollarda harcamanızı da hoş görmedi". (Buhârî ve Müslim rivayet etmİşlerdir).[299]
Ebu İsâ, Hendek savaşı yılında müslüman olmuştur. 136 hadis rivayet etmiştir. 9 tanesini Buhârî ve Müslim beraberce tahric etmişlerdir. Hz. Ömer döneminde Basra ve Küfe valiliği yapmıştır. Yemame harbine, Şam fethine katılmıştır. Hicrî 50 yılında Kûfe'de vefat etmiştir.
Anneye itaatsizlik haram ve büyük günahlardandır. Bu hususta birçok sahih hadis mevcuttur. Babanın hükmü de öyle olmakla beraber burada yalnız annelerin zikredilmesi onların hürmetlerinin babalarınkinden daha kuvvetli olduğundandır. Bir de kadınlar daha zayıf oldukları için çocukları onlara daha çok itaatsizlik ederler. Halbuki terbiye, nezaket ve iyilik hususunda annenin hakkı babadan iteridir. Nitekim "Kime daha ziyade İyilik edeyim" diyen zata Rasûlullah üç defa "annene" cevabını vermiş, sonra da "babana" buyurmuştur.
Cahiliye devrinde araplann kimi fakirlik sebebi ile kimi de bir onur meselesi yaparak yeni doğan kız çocuklarını diri diri toprağa gömerler "Kabir damattır, hem de ne güzel damat" derlermiş. İslâmiyet bu vahşice hareketi yasaklamış, en büyük günahlardan saymıştır.
Hadisteki "Men'an ve hâli" kelimeleri hakkında İmam Ahmed'e sorulduğunda o: "Elindeki malım vermeyip tasadduk etmemen; elini uzatıp âlemden almandır" cevabını vermiştir. kal" dedikodu demektir. Hiç bir işine yaramadığı halde başkalarının yapıp ettiklerini söyleyip, dinlemekten ibarettir.
Çok sualden maksat; meselelerde kesinlik aramak ve olmamış şeyleri gereksiz yere çok çok sormaktır. Birçok sahih hadiste bundan nehyedilmiştir. "Kendini ilgilendirmeyen şeyleri ierkeıntesi, kişinin iyi tniislüman oluşundandır" hadisi bunlardan bir tanesidir.
Malm zayi edilmesi de, dinen meşru olmayan yerlere sarfetmektir. Bunun yasak edilmesinin sebebi ifsaddır. Allah fesatçıları sevmez. Bir de malım telef eden kimse, çok kere başkasının malına göz diker. Kişi kıyamette malından da hesaba çekilecek ve nereden kazanıp nereye harcadığı sorulacaktır. Faydasız yerlere infak etmek ve telef etmek uhrevî sorumluluğu doğurur.[300]
341. îbn Ömer'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İyiliklerin en mükemmeli insanın, baba dostu ile dostluğu devam ettirmesidir".[301]
342 no'Iu hadisle aynıdır. Orada sebebi vürûdu da zikredildtğinden, şerhi için bkz. 342 no'lu hadis.[302]
342. Abdulah b. Dînar, Abdullah b. Ömer'den (r.a) şöyle rivayet ediyor İbn Ömer Mekke yolunda bir bedevi İle karşılaştı. Abdullah selan verdi, onu hayvanına bindirdi ve sarığını da ona verdi. Bu hareketine karşılı! biz dedik ki; "Allah iyiliğini versin, o bir bedevidir, bunlar küçük bir iltifatla da memnun olurlar".
Abdullah b. Ömer ise: "Bunun babası, babamın yakın dostu idi. Peygamberimizin "iyiliklerin en güzeli baba dostluğunu devam ettirmektir" buyurduğunu işitmiştim" diye cevap verdi.
Yine Abdullah b. Dînar değişik bir rivayette olayı şöyie anlatır: İbn Ömer, Mekke'ye gidiyordu. Yanında devesi ve merkebi vardı. Devede gitmekten usanınca merkebe binerdi. Sarığı da vardı. Merkebi üzerinde giderken ona bir bedevi rastladı. İbn Ömer: "Sen filan oğlu filan değil misin?" diye sordu. "Evet" deyince ona merkebini verdi ve "bin" dedi. Sarığını da vererek "Başına koy" dedi. Olay üzerine arkadaşları İbn Ömer'e "Allah seni bağışlasın! İstirahat için bulundurduğun merkebini bu adama verdin. Basma sardığın sarığı da verdin" diye hayret ettiklerinde, o şöyle dedi; "Rasûtullah'm şöyle buyurduğunu işittim: "İyiliklerin en güzeli, insanın babası öldükten sonra, babasının dostlumu uorup gözet mesidir". Çünkü onun bahası, babamın arkadaşı idi". (Müslim rivayet etmiştir).[303]
Bu hadis-i şerif baba dostlarına İyilikte bulunmanın faziletine delildir. Sıla'dan maksad, onların ziyaretlerine gitmek, kendilerine ikram ve ihsanda bulunmak, gerekirse yardımlarına koşmaktır. Buna sebep olduğu için dostuna yapılan her nevi ihsan ve ikram, babaya da yapılmış demektir. Annelerle dedelerin, hocaların, karı ve kocaların dostlarına yapılan ikram da aynı hükümdedir, Rasûlullah'ın (s.a) Hz. Hatice'nin dostlarına yaptığı ikramı konu alan hadis İçin 344. hadisimize bakınız.
Hadisimizde örnek alınacak âdaba da işaret vardır.
Bir şahsı tenkid etmeden önce hakkında hayır duada bulunmak, sonra hatasını söylemek İslâm ahlâkmdandır. Sahabîler İbn Ömer'e önce dua ve istiğfarda bulundular, sonra da "Bu adam bir bedevidir, az birşey vermekle gönlünü alabilirsin, niçin böyle çok şeylerle külfete giriyorsun?" diye bir nevi hikmetini sordular. Aynı üslûb Kur'an'ın da izlediği bir yoldur. "Allahı sent affetsin, niçin onlara izm verdin?" (Tevbe, 43) ayetinde görüldüğü gibi önce mağfiretine dua edilmiş, peşinden de hatası hatırlatılmıştır.
Hadis-i şerif, baba hakkının pek büyük olduğuna da işaret etmektedir. Çünkü babanın dostlarına yapılan ikram ve ihsan, iyiliğin en faziletlisi olunca, bizzat babaya yapılan ikramın faziletini dille tarife imkân kalmaz. Ölümünden sonra baba dostlarını sevip, hürmet ve İkramda bulunmak babaya İyilik cümlesindendir. Baba hakkında Sıla, ölümünden önce kendine iyilikte bulunmak, yardımına koşmak, nafakasını temin etmek ve itaatsizlik etmemek gibi güzel hasletlerle yerine getirilebilir, ölümünden sonra ise, onun sılası, dostlarına iyilikte bulunup, ziyaret etmekle gerçekleştirilir.[304]
343. Ebu Useyd Mâlik b. Rabîa es-Saidî (r.a) şöyle anlatır:
Birgün Rasûluliah'ın huzurunda otururken Benî Seleme kabilesinden gelen birisi Peygamberimize şöyle bir soru yöneltti: "Yâ Rasûlallah! Anne-babam öldükten sonra onlara yapabileceğim bir İyilik var mıdır?". Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu: "Evet, onlara hayır dua etmek, Allah'tan bağışlanmalarım İstemek, vasiyetlerini yerine getirmek, onlar tarafından olan akrabalık bağlarım gözetmek ve arkadaşlarına ikramda bulunmak". (Ebu Dâvud rivayet etmiştir).[305]
Hadis, ebeveyne iyiliğin ölümlerinden sonra dahi devam ettiğini ve ölümlerinden sonraki iyilik şekillerini açıklamaktadır. Hadisi teyid eden ayet-i kerimelerden bir tanesinde "Rabbim, küçükken beni terbiye ettikleri gibi sen de anne-babama rahmet et (günahlarını affet)" (İsra, 24) buyurulmuştur. Ebeveynin haklarında hayır dua, bağışlanmaları için yüce Allah'a yakarış, onlar İçin yapılmış birer İyiliktir.
"Vasiyetleriniyerine getirmek" ifadesi içine, sadaka, nezir, mâlî ibadetler gibi yapılması meşru ve sevap kazandıracak ameller girmektedir. Onların hayatta iken riayet etmiş olduğu akrabalık bağlarını evlatlarının da görüp gözeterek devam ettirmesi ebeveyinin haklarına riayetten gelir.
Konumuzda zikredilen hadislerden anlaşılacağı üzere akrabalarla iyi münasebete devam etmek tâattır ve kişiye Allah katında sevap kazandırır. Düşünüldüğünde, bu akrabalık bağının da anne-baba sayesinde kurulabileceği anlaşılır. Yani, faraza insan topraktan bitiverse de annesi babası olmasa, soy açısından akrabaları olmadığı için, Sıla-ı rahim yaparak bir sevap da elde edemez. Anne-baba, evlatları için sevgi kazanıp, onların Allah'ın rızasını elde etmelerine vesîle olduklarından; çocukların onlara ayrıca minettar olmaları gerekir. İşte bunun için de hem hayatlarında hem de hayatlarından sonra maddî, manevî iyilikten mahrum bira kılmamaları gerekir.
Hadisten anlaşılan diğer bir husus da, ölümlerinden sonra ebeveyne yapılacak duanın makbul olup, karşılıklarını Ölülerin alabilecekleridir. Zira aynı meseleyi " Arkasından hayır dua gönderen bir evladı bulunanın da amel defteri kapanmaz" hadisi teyid etmektedir.[306]
344. Hz. Âişe'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştir: "Peygamberimizin eşlerinden hiçbirini Hatice kadar kıskanmış değilim. Halbuki ben onu görmüş de değilim. Peygamberimiz onu çok sık hatırlardı ve çoğu kez bir koyun kestiğinde onu taksim eder, Hatice'nin dostlarına gönderirdi. Bazan "Sanki dünyada Hatice'den başka bir kadın yokmuş" derdim. Rasûluilah da bana, o şöyle şöyle idi (diye meziyetlerini sayar) ve çocuklarının da ondan olduğunu söylerdi". (Buhar! ve Müslim rivayet etmişlerdir).[307]
Başka bîr rivayette şu farklılık vardır: "Peygamber bir koyun kesecek olsa, kâfi miktarda Hatice'nin dostlarına hediye ederdi".
Bir başka rivayette: "Rasûl-i Ekrem koyun kestiği zaman Hatice'nin dostlarına da gönderirdi.
Farklı bir rivayette ise şu ziyade vardır: "Huveylid kızı Hâle, birgun Ra-sûtullah'ır, huzuruna girmek için izin islediğinde Hâle'nin sesi Hz. Hatice-nin sesine benzediğinde/. Rasul-i Ekrem heyecalandt ve "Ya Allah! Huveylid kızı Hâle geldi" dedi".
Hadis, Hz. Hatice'nin faziletine delildir. Hz. Âişe'nin "Halbuki ben onu hiç görmemiştim" sözünden muradı, Hz. Peygamberin yanında iken görmediğini anlatmaktır. Ona yetişmediğini söylemesi de bu manadadır. Çünkü kendisi Hz. Hatice'nin vefatında altı yaşında idi. Hayatta iken hiç görmemesi mümkün görülmemektedir.
Pc>gambcnmizin Hatice'yi çok anmasından maksat medhetmesidir. Çünkü Hz. Hatice'ye karşı muhabbeii vardı. Bir defasında Hz. Âişe, "Yinemi Hatice yâ Rasûlallah!" deyince Peygamberimiz de "Bana onun sevgisi bahsedildi" buyurmuştur. Bir kimseyi seven onu dilinden bırakmaz.
Bu rivayetler kıskançlığın en faziletli kadınlarda bile görüldüğüne delildir. Taberânî ile diğer bazı ulema kıskançlığın kadınlarda müsamaha götürdüğünü, bu ha! onların tabiatlarında bulunduğu için azabı müeib olmadığını, Hz. Pcygambet'in (a.s)' bundan dolayıHz. Âişe'yi menetmediğini söylemişlerdir. Hadis ile yakınların vefatlarından sonra da onların dostları hatırlanıp kendilerine ikramda bulunulmasının gereği anlatılmaktadır.
Sahih görüşe göre, Hz. Hatice Peygaberimizin hanımlarının en fazileti i -sidir. Hz. Âıse ise, ilmi daha çok olandır ve Hatice'den sonra diğer hanımlarının en faziletlisi olduğunda ihtilaf yoktur.[308]
345. Enes b. Mâlik (ra) anlatıyor:
Bir defasında Cerir b. Abdullah ile yolculuk yaptım. (Benden yaşlı olduğu halde) bana hizmet ediyordu, "Böyle yapma" dedim. Cerir şöyle de-dî: "Ensann Peygamberimize karşı yaptıkları saygı, hürmet ve hizmeti gördüm. (İşte o zaman), onlardan biri ile yolculukta bulunursam o şahsa hizmet ede?e%ime dair kendi kendime söz vermiştim", (Buharı ve Müslim rivayet etmişlerdir).[309]
Nevevî diyor ki: Hz. Cerİr'in ensara hürmeten Hz. Enes'e hizmet etmesi, kendisine întisab edilen zata, yaşça küçük olsa bile ikram olunması gerekliğine delildir. Bu hadiste, Cerir'in tevazuuna ve faziletine, Hz. Peygamber'İn (sa) ta'zimine ve Rasûlultah'in ihsanda bulunduğu zevata intisab edenlere iyilikte bulunduğuna işaret vardır.
Rasûlultah aşkı ite yanan mü'minter, onu sevenleri sevmeyi, ona hizmet edenlere hizmeti şiar edinmişlerdir.[310]
'Ty ehl-i beyt! Muhakkak Allah sizden çirkin şeyleri gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister" (Ahzab, 33)
"Her kim Allah'ın kutsal saydığı şeylere ta'zim ederse o saygı, kalplerin takva ve faziletindendir". (Hac, 32)[311]
346. Yezid b. Hayyân anlatıyor.
Birgün Hüscyn b. Sebre ve Amr b. Müslim ile birlikte Zeyd b. Er-kam'a (ra) gitmiştik. Oturunca Hüseyn, Zeyd b- Erkam'a şöyle dedi: "Ey Zeyd, sen çok iyi şeylerle karşılaştın- Rusûluİtah'ı gördün, dinledin, birlikte harbleu Şevin
re iştirak ettin ve arkasında namaz kıldın. Böyle nice hayırlı işlere mazhar oldun, Rasû/ullan 'tan duyduğun şeylerden biraz bize de anlatır mısın?" Zeyd, "Ey kardeşimin oğlu, yaşıttı ilerledi, aradan çok zaman geçti, dinlediğim şeylerin bazılarım unuttum. Şimdi haber vereı eklerimi kabul edin, söz etmediğim hususta da beni zorlamayın" dedi ve şunları anlattı:
Bir defasında, Mekke ile Medine arasında "Hum" denilen yerde Ra-sûlullah bir suyun babında hutbe okumuştu. Allah'a hunıdu sena ettikten sonra şöyle buyurmuştu: "Ey insanlar.' Ben ancak bir beşerim. Rabbımin elçisinin gelip, ona icabet edeceğim gün yakındır. Size önem/i iki şey bırakıyorum. Bunlardan biri, hidayet ve nur kaynağı olan Kur'an'dır. Ona sımsıkı sarılınız" dedikten sonra Kuran'a rağbet ettirici şeyler söyledi. "İkincisi, Ehl-ı Beytim1 dır. Onlar hakkında Allah'tan korkunuz ve hürmette kusur etmeyiniz" diye üç defa tekrarladı.
Hüseyn, Zeyd'e Ehl-i Beyt'in kimler olduğunu, kadınların da Eh!-i Beyt'e dahil olup olmadığını sordu.
Zeyd; "Kadınları da Ehl-i Bey t'tendir. Ancak, Ehl-i Bey t, kendisinden sonra da sadaka almaları haram olanlardır" dedi. "Onlar kinidir/" sualine ise "Ali, Akil, Cafer ve Abbas aileleridir" dedi. Hüseyn, "Onların hepsine sadaka haram mıdır?" deyince Zeyd, "evet" dedi. (Müslim rivayet etmiştir).[312]
Diğer bir rivayet de şöyledir: "Dikkat edin, size ıkı önemli şey bırakıyorum. Biri Allah'ın kitabı ki, o Allah'ın ipidir. Ona uyanlar hidayette olurlar, ondan ayrılanlar da sapıklığa düşerler".
Ye/i d b. Hayvan gmerıiliı hrr râulır. Orta yaşlı tabiîlerdendir. Müslim, Ebu Dâvud ve Nesef ondan hadi-, almışlardır.
Zeyd b. Rrkam, Rasûluiiah ile birlikte 17 gazveye katılmıştır. Abdullah b. Revâha'nın odasında yet im olarak kalıyordu, onunla beraber Müie harbine de katılmıştır. Rasûluiijh'ıan.70 hadis rivayet etmiştir. Hicrî 56 yılında yaşadığı Küfe şehrinde vefat etmiştir.
Salih insanlarla beraber yapılan ameller şeref kazanır. Bunun için cemaatle nama mesrü kılınmıştır. Çunku cemaate faziletli kişilerin gelmesi ile diğerlerinin de namazlarının kabul olunacağı umid edilir.
Yaşlılık; unutmaya, küvetin ve hafızanın zayıflamasına sebeptir. Bunun için yaşlı kimse şuuru yerinde olmaz ve rivayetinde karışıklık yapar korkusu ile 80 yaşını geçen kişilerin rivayetini ulema kerih görmüşlerdir. Hadisimiz ile, Rasûlullah'a izafe ederek birşcyi söylemenin ne kadar mühim bir mesele olduğuna işaret edilmektedir. Zira Rasûfullah "aleyhime kasden yalan isnad eden, cehennemdeki yerine hazırlansın" buyurmuştur. Zeyd de bu vaidden korktuğu için, "Benim rivayet etmediklerimi bana sorup benî sıkıştırmayın" demiştir. O cevap vereyim derken, bilmeden de olsa Rasûlullah adına yalan söyleyerek vaîdine duçar olurum diye korkmaktadır. Bu sebepten Selef-i Sa-lihînin çoğu fazla hadis rivayet etmemişlerdir.
Ra.süfulfah'ın, KitabuIIah ile Ehl-i Beyti hakkında "İki ağır yük" tabirini kullanması; sânı ve ehemmiyeti büyük olduğu içindir. Bazı ulemaya göre bu husustaki amel ağır olduğu için bu tâbir kullanılmıştır.
Kur'an mutlak bir hidayettir. Burada Kur'an'ın hidayetinin umumiliğine işaret vardır. Delâletin karşılığı olarak kendisine uyanları felaha kavuşturur, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kur'an'ın emirlerine uyup, nehiylerin-den kaçınmak, Kur'an'a sımsıkı sarılmaktır. Hadisimizde, Rasûlullah'ın ümmetine emanet ettiği şeylerden ikincisi olarak Ehl-i Beyti zikredilmektedir. Ehl-i Beytine yardımda bulunmak, görüp gözetmek ve onları zekât malı alacak duruma düşürmemek teşvik edilmiştir.
Ulema, Peygamberin sülâlesinden kimlerin zekât alamayacakları hususunda ihtilaf etmişlerdir. Şafiîlere göre bu hadiste zikri geçen Benî Haşim'e; yani Ali, Akîl, Cafer ve Abbas (r.a) sülâlelerine ve onların kendilerine zekât verilmez. (Hadiste geçen sadaka, zekât manasınadır.)
İmam Mâlik yalnız Benî Hâşim'e zekât verilemeyeceğine kail olmuş, bazıları da bütün Kureyş'e zekât verilemeyeceğini söylemişlerdir. Bu hadiste Zeyd1 in Peygamber hanımlarını Ehl-i Beytinden saymaması bütün Kureys kabilesini Ehl-i Beyti kabul edenlerin sözünü İptal eder. Peygamber (s.a) hanımlarının Ehl-i Beyt'ten sayıldığı ve sayılmadığı yolunda gelen zahiren tezatlı iki rivayet şöyle te'vil edilir.
Hz. Peygamber'İn (s.a) kadınlarının Ehl-i Beyt'ten sayılması, onunla beraber yaşayıp nafakalarını verdiği, onlara hürmet ve ikramda bulunmayı emir buyurduğu içindir. Yoksa onlar, sadaka almaları açısından kendilerine sadakanın haram olduğu Ehl-i Beyt'c dahii değildirler.
Ebeveyne ve akrabaya hayatlarında ve öldükten sonra İyilikte bulunmak, dostlarını bile ziyaret edip gönüllerini almak teşvik edilirken peşinden bu bölümün gelmesi ayrı bir önem taşımaktadır. Nefsimizden daha fazla sevmemiz gereken bir zatın aile efradına yapılacak ikram, hürmet kendisine ikram gibidir.[313]
347. Ibn Ömer (ra) Ebu Bekir'in (r.a) şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Mu-hammed'e Ehl-i Beytinin içinde hürmet ediniz". (Buhârî rivayet etmiştir).[314]
Hadiste, Rasûlullah'ın ehl-i beytini sevmenin, yüceltmenin gereğine İşaret edilmektedir. "Ehl-İ Beytime eziyet etmeyiniz, kötü söz söylemeyiniz" demektir. Zira ev sahibini seven, o evin aile efradını da sevmelidir. Aile efradına yapacağı bir hakaretin, eziyetin o ev sahibini rahatsız edeceğini düşünmelidir. Aile fertlerine iyt muamelede bulunmanın ev reisini memnun edeceği de şüphesizdir. Bunun gibi Rasûlultah İçin Ehl-İ Beytini sevmeli ve İyilikten başka birşey onlar hakkında düşünülmemelidir. İlk müslümanlann tavsiyeleri ve uygulamaları bu doğrultuda olmuştur.
Allah, onların sevgisi ile bizleri yaşatsın ve öldürsün! Onlarla bizleri hasretsin! (Âmin)[315]
"De kî; hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bunları ancak akıl sahipleri düşünebilir". (Zümcr, 9)[316]
Bir rivayette "en yaşlı olanları" yerine "Daha önce islâm'ı kabul edenler" tabiri geçmektedir. Değişik bir rivayette hadis şöyledir: "Bir topluluğa Allah'ın kitabını güzel okuyan, kıraati en iyi olan imamlık yapar. Kıraat hususunda eşit olduklarında önce hicret edenler imamlık yapar. Bu hususta da eşit iseler yaşça büyük olan imamlık yapar".
Bu hadisler kaynak alınarak mezhebler imamette şöyle bir sıralama yapmışlardır.
Hanefîlere göre, bir cemaatin içinde imamlığa en layık olanlar sünneti en iyi bilenlerdir. Eğer bu hususta eşit İseler Allah'ın kitabım en iyi okuyanlar, bunda da eşit iseler en fazla verâ ve takva sahibi olanları, bunda da eşit olurlarsa en yaşlı olanları imam olur.
Hadiste iik aranılacak vasfın en iyi Kur'an okumak olduğuna işaret bu-yurulmuşsa da, ashab-ı kiram zamanında en iyi Kur'an okuyanlar aynı zamanda dinin ahkâmını en iyi bilenlerdi. Sonraları hâl değişmiştir. O'nun için Hanefiyye uleması sünneti; yâni ahkamı en iyi bitenin imamlığa layık olduğunu söylemişlerdir.
Şafiilerle Malikîİere göre hükümdar veya onun naibi olan vali v.s gibi kimselerin onlardan daha erbabı bulunduğu halde imam olmaları mendub-dur. Ondan sonra sıra maaşlı imama gelir, o da yoksa ev sahibine gelir, o da lâyık değilse, cemaat aralarından en fakîh olanını seçer. Hanbelîlere göre imamlığa en layık olan, fıkhı en iyi bilen ve Kur'an'ı iyi okuyandır. Bu hususla müsavi iseler Kur'an'ı en iyi okuyan tercih edilir.
"Sakın bir kimseye evinde ve idaresi altında bulunan yerde imamlık etme" ibaresi hakkında ulema şunları söylemişlerdir: Ey sahibi bir meclisin hakimi ve mescidin imamı, imamlık hususunda başkalarından evladır. Velev ki başkaları fıkıh, kıraat, vera, v.s. hususunda onlardan evla olsun. Ev sahibi dilerse imam olur, dilerse başkasını imamete geçirir. Söz onundur.
Ev sahibinin kendinden daha faziletli birine izin vererek onu imamete geçirmesi müstehabdır.
Hadis, İslâm'da insanların soyuna, rengine değil, ameline bakıldığına, amel sebebiyle diğerinden üstün olacağına, ilim ehlinin küçük de olsa halkın Önüne geçirileceğine delildir. Kadınların erkeklere imamlık yapamayacağı da
anlaşılmaktadır.[318]
349. Ebu Mesud Ukbe b. Amr el-Bedrî el-Ensarî (r.a) der ki: "Rasûlut-lah (sa) namazdan önce omuzlarımıza dokunur ve şöyle buyururdu: Safları düz tutunuz, eğri büğrü yapmayınız. Böyle yaparsanız kalplerinize de ayrılık düşer. Namazda, arkama en çok olgun olanlarınız dursun. Sonra onların derecesine yakın olanlar, daha sonra bunlara yakın olanlar saf tutsun". (Müslim rivayet etmiştir)[319]
Cemaatla kılınan namazlarda imamın safların düz olmasına dikkat etmesi gerekir. Safların düzgün tutulmasını hem fiilen hem de sözlü olark hatırlatması sünnettir. Biri ile cemaati hemen düzeltiverirse, diğerini kullanmayabilir.
Kişinin amellerindeki düzeni, iç alemindeki tertip ve düzene işarettin Âzâ-lannın hareketlerindeki karışıklık kalbi karışıklığına alâmet sayılmıştır. Diğer yönden safların karışıklığı, kişilerin o andaki lâkaydliğinden ve zihinlerinin başka şeylerle meşgul olduğundandır. Safları düzeltme çabası, zihini mescide ve bir noktaya hasrederek huşu hâlinin doğmasına da vesile olabilir. Karışıklıklar birbirini İzleyince kişi, ne okuduğunun bile farkına varmadığından, bu şekilde kılınan namaz sahibine umulanı kazandırmaz.
"Arkama bulûğ çağma varmış akıllı kişiler saf bağlasın, sonraki safa bulûğ Çağına ermemiş küçük ve büyük çocuklar saf tutsun" denmektedir. Ondan sonraki safa da hünsâlar (erkek ve dişiliği olup biri diğerine galib gelmeyen şahıslar) dururlar.
Hadİs'de faziletli kişilerin ileri geçirilmesi emredilmiştir. En faziletli olan imamlık i*;iiı en öne geçirilir. Diğer lazilclli kişilerin mum hemen peşine tlıır-nıalaıt istenmişi ir. Ziıu belki nama/. cMiuMiıda imamın rahatsızlanması eseri
İmamete geçme durumları doğabilir.
Faziletli kişilerin ileri geçirilmesi yalnız namaza has bir husus değildir, özellikle faziletli kişilerin her toplumda Heri geçirilmeleri sünnettir. İmamette, İlim meclîslerinde, hükümde, zikirde, tedrisde, fetva vermede, hadis rivayetinde v.b. konularda İleri geçirilmelidir.
Hülasa toplumda kişiler, ilim, din, akıl, şeref ve yaş açısından derecelenirler. Yâni toplumda ilim ehli ayak değil baş, idare eden değil, âmir olmalıdır.[320]
350. Abdullah b. Mesûd'dan (r.a) Rasûluilah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Namazda, akıl ve olgunlukla önde gelenleriniz arkamda saf tutsun. Sonra bunlara yakınlık derecelerine göre diğerleri saf tutsunlar, diye üç defa tekrarladı ve çarşı, pazarlarda görülen karışıklık (gibi) saf tutmaktan da sakının, buyurdu". (Müslim rivayet etmiştir).[321]
Üç defa "safları şöyle tutunuz" emrinden maksad, birinci safta âkil ve bulûğa erenler, ikinci safta çocuklar ve üçüncü safta da hünsalann durması gerektiğini hatırlatmaktadır.
Cemaat, camileri çarşı-pazarlarda görülen karışıklığa çevirmekten me-nedilmiştir. Çünkü camilere hürmet gösterilmelidir. Namaz kîlar da yüksek sesle konuşı:!mamalıdır. Zira bu hareket namaz kılanın kafasını meşgul eder, halbuki namaz huşu mahallidir. Ne kadar dünya unutularak namaz kıhnırsa o derece sevaplıdır, namazın kabul olunmasına vesiledir. Çünkü, "Huşu namazın ruhudur" denmiştir. Yİne safların düzgünlüğü teşvik edilmiştir. Buradan Ümmet-i Muhammedîn düzgünlüğüne, harp anındaki birliğine ve âlemdeki nizam-ı ilâhîye telmih vardır.[322]
351. Ebu Yahya, bazılarına göre £bu Muhammed Sehl b. Ebî Ha^me el-Ensari'den (r.a) rivayet edilmiştir:
Abdullah b. Sehl ve Muhayyisa b. Mes'ud Hayber'e gitmişlerdi. O zaman Hayber'de barış hakimdi. İşlerini görmek için ayrılmışlardı. Daha sonra Muhayyisa, Abdullah b. Sehi'i alkanlar içinde can çekişir halde buldu, ölünce onu defnetti ve Medine'ye döndü. (Ölenin kardeşi) Abdurrahman b. Sehl ile
Mesûd'un oğullan olan Muhayyisa ve Huveysa dâvâlı olarak Rasûlullah'a gittiler. Olayı Abdurrahman anlatmaya başlayınca, peygamberimiz "Sözü büyüğe bırakın, büyüğe bırakın" uuyurması üzerine o sustu ve Ölenin oğullan konuşmaya başladılar. Çünkü Abdurrahman onlardan küçüktü. Peygamberimiz onlara, "Yemin ederek babanızın kâlili üzerinde hak sahibi olmak ister misiniz?" diye sordu. Ebu Yahya hadisi sonuna kadar anlattı (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[323]
Konuşmaya şayet fazilet açısından eşit iseler İki kişiden yaşça küçük olanın başlaması müstehabdır. İmamet, nikâhta velilik gibi konularda da büyükleri takdim etmek mendubdur.
Yemin çok mecbur kalınmadıkça söylenmemelidir. Kâfir ve fasıkın yemini sahihtir. Hükümdarın umumi menfaata ve arabuluculuğa riayet etmesi lazımdır. Gâib aleyhine hüküm verilebilir ve kan davasında hasmın bulunması şart değildir. Müslümanla kâfir arasında cereyan eden olayda hüküm İslâm'a göre verilir. Hadis-i şerif "Kasâme'"yİ İspat eder.
Kadı İyaz'ın beyanına göre kasöme hadisi şeriatın temellerinden bir temel, ahkâmın kaidelerinden bir kaide ve kulların maslahatları rükünlerinden bir rükündür. Sahabe ve tabiin bütün uleması ile onlardan sonra gelen Hicaz, Şam, Küfe ve diğer şehirlerin alimleri onunla amel etmiş, sadece nasıl amel edileceğinde ihtilaf olunmuştur. Yine hadis, "Kasâme ile yalnız diyet tazım gelir, kısas değil" diyenlere delildir.
"Kasâme" katili meçhuİ bir ölünün varisleri, öldürdüklerini zannettikleri bir taraftan diyet almak istediklerinde bunlara elli defa yemin ettirilir. Yahut da yemin kanı inkâr etenler tarafına yaptırılır. Bu şekilde yeminleşme-ye kasâme denir. Kasâme'de yeminin davacıya verdirilmesi ciheti ile, diğer davalara muhaliftir. Tafsilatlı şartlarına fıkıh kitaplarının "Kasâme" bölümünden bakılabilir.[324]
352. Câbir'den (ra) Rasülullah'ın şöyle yaptığı rivayet edilmiştir: "Uhud şehitlerini ikişer ikişer defnetmişti. Defnederken Resûl-i Ekrem, "Hangisi daha fazla Kurân'dan ezber biliyor?" diye sorar, fazla bileni lahde kıble tarafına geçirirdi". (Buhârî rivayet etmiştir.)[325]
Uhud Medine'de bir dağ ismidir. Bu dağda Hicri 4. yılda Mekke'li müşriklerle harp yapıldığı için, bu harbin ismi de Uhud harbi olarak tarihe geçmiştir.
Her iki taraf da bu savaşta fazlaca insan kaybetmiştir. Müslümanlar şe-hidlerini ikişer, üçer def netm işlerdir. Öyle ki, aynı kabre erkek ve kadın birlikte defnedildiği de olmuştur. Abdurrezzak hasen bir senedle şu hadisi nak-letmiştir: "Uhud harbinde, erkek ve kadın tek kabre konuluyordu. Erkek ön tarafa, kadın arka tarafa defnediliyor ve aralarına topraktan bir örtü yapılıyordu. Özellikle kadın ve erkek birbirlerinin mahremi değilse.
Defn esnasında kıble cihetine; yani ön tarafa yaşı küçük de olsa Kurân'ı iyi bilenler konulmuştur. Bildiği Kurân'a hürmeten böyle yapılmıştır. Hadiste Kur'ân hıfzını teşvik vardır. Onu ezberleyenlere de hürmet ve saygı gösterilmesi, Ölümlerinde bile devam etmektedir.[326]
353. İbn Ömer'den (ra) RasûluMah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Rüyamda dişlerimi misvakladığımi gördüm. Bu arada yanıma biri diğerinden yaşlı iki adam gelmişti. Genç olanına misvakı uzattığım zaman, bana (Cibril tarafından) büyüğe takim etmem tavsiye edildi, ben de büyüğüne misvakı verdim". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[327]
Hadis, yaşlıya misvak vermede, yemek, içmek, yürüme ve konuşmada öncelik tanınmasına delildir. Bu sünnet, bulunan toj: üluk tertibli bir şekilde olmadıkları zaman geçerlidir. Eğer tertipli oturulmuşsa, o zaman sağdan başlamak sünnettir.
Diğer bir müslümanın misvakını izni ile kullanmakta bjr beis yoktur. Fakat, müstafi ab olan, önce yıkamak, ondan sonra kullanmaktır. Yine hadisimizde büyüklere ikramın gerekli olduğuna işaret edilmektedir.[328]
354. Ebu Musa'dan (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Saçı sakalı ağarmış yaşlı muslumana, hükümlerini çiğnemeyen, amelden uzak olmayan Kur'ân hafızlarına, âdil hükümdara hürmet, Allah'a saygıdan doğar'*. (Ebu Dâvud, hasen senedle rivayet etmistir).[329]
Saçı sakalı İslâm uğrunda ağarmış, ömrünü Allah'a itaat içinde geçirmiş yaşlılara İkram, hürmet Allah'a saygıdan gelir. Bu kimseler her yerde layık oldukları yere geçirilmelidirler. Namazda, toplumda, meclislerde, kabirde dahi öne geçirilirler. Yaşlılara merhamet, şefkat ve yardım Allah'a hürmetin ve ta'zimin kemâlinden gelir.
İlmi ile amel eden Kur'ân hafızlan da bu hürmete, saygıya ve yüce ikramlara layıktırlar. İçindekilerle amel ettikleri takdirde Kur'ân hafızları Allah dostu olurlar. Allah'ın dostlarına da hürmet Allah'a hürmet sayılır. Kur-an'ın hükümlerini güzel nâmeleri ile telaffuz ettikleri halde, amel etmeyenler ne de kötü insanlardır! Onlar, sırtında taşıdığı incinin değerini bilmeyerek o yükü taşıyan hayvanlar gibidir.
Halkı arasında verdiği hükümde adaletli olan, hükümetinin temeline adaleti koyan hükümdara da hürmet,-Allah'a saygıdan gelir.[330]
355. Amr b. Şuayb, babasından, o da dedesinden naklen Rasûlullah'ın (s.a) söyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimizin hak ve şerefini gözetmeyen bizden değildir". (Ebu Dâvud ve Tirmizi rivayet etmİşierdir).[331]
"Bizden değildir" sözünden maksat; "Bizim sünnetimiz, yolumuz rinde değildir" anlam in ad ir. Bölümde bulunan diğer hadislerden de anlaşıldığı gibi, saygı gösterilmesi istenen büyükler, şefkat gösterilmesi istenen küçükler müslüman cemaatinden olanlardır.
Hadisimiz, büyüklere saygının, ta'zimİn, küçüklere İse şefkat ve merhametin müstahab olduğuna delildir.[332]
356. Meymun b. Şebib der ki: "Âişe'ye bir dilenci geldi, ona bir parça ekmek verdi. Kılık kıyafeti düzgün biri daha geldi, onu sofraya oturttu ve yemek verdi, (ki kişiye farklı davranışının sebebi sorulunca, cevaben Rasû-lullah'ın söyle buyurduğunu anlattı: "Kişi/ere seviyelerine göre muamele ediniz". (Ebu Dâvud rivayet etmİştir).[333]
Ebu Dâvud, Meymun'un Âişe'yi görmediğini naklediyor. Müslim de, Sa-hih'İnin başında olayı ta'Iîkan şöyle zikreder: "Âişe'den Rasûlullah'tn şöyle buyurduğu naklediliyor: Kişilere seviyelerine göre muamele etmemizi Rasülullah emretti".
Meymun b. Şebib; "Sadûk"dur, "Kesir'ul~irsâl"d\T. Hİcri 83'de vefat etmiştir.
Kişilere; toplumdaki değerlerine, mertebelerine ve makamlarına orantılı olarak muamelede bulunulmalıdır. Bu âdaba; bir mecliste oturup kalkmada, hitabda ve yazışmada riayet edilmelidir. Makamı yüce bir kişiye avama uygun hareketler ve hitap normal değildir. Avam içinde makam, mevki sahibleri karşısında takınılacak tavır sıkıcı getir ve doğru değildir. Herkese layık olduğu şekilde muamele edilmelidir.
Kişinin, halkın bilmediği bir hareket yaptığı zaman, sebebi sorulduğunda bir hadisle ve ayetle cevap vermesi doğrudur. Zira hâline delil olması açısından bunlardan daha kuvvetli deli! de mevcut değildir.[334]
357. İbn Abbas (ra) anlatıyor:
Uyeyne b. Hısn Medine'ye gelerek, kardeşi oğlu Hurr b. Kays'a misafir olmuştu. Bu zat Hz. Ömer'in müşavere heyetinde bulunanlardandı. Çünkü Ömer'in meşvere heyeti genç ve yaşlı kurrâlardan oluşurdu.
Uyeyne, kardeşinin oğlundan "Ey kardeşim oğlu! Senin Emir'ul-Mü'mintn Ömer'in yanında hatırın sayılır, hin al da yanına gireyim" diyerek bir ricada bulundu. Hurr, amcası için izin aldı ve Uyeyne huzura girince "Ey Hatta-boğlu, vallahi bize ne bol veriyorsun, ne de adalette hükmediyorsun" diye tehdit edince Hz. Ömer kızdı ve cezalandırmak istedi. Hurr, "Ey Emir'ul-Mü'minîn, Allah Nebisine "Alva sarıl, iyiliği emret, cahillerle uğraşmaktan da vazgeç buyurdu diyerek ayeti hatırlattı ve "Bu adam da cahillerdendir" dedi. Ayeti okuyunca Hz. Ömer ileriye bir adım atmadı ve adamı cezalandırmadı. O, Allah'ın kitabı karşısında son derece itaatla boyun eğerdi". (Buhârî rivayet etmiştir).[335]
Hadis, "Sabır Bölümii"nde aynıyla geçtiğinden şerhi için, 48 no'lu hadise bakılmalıdır.[336]
358. Ebu Said Semure b. Cündeb'den (r.a) rivayet edilmiştir; "Rasûlullah hayatta iken, küçüktüm. Ondan ezberlediğim şeyler de vardı. Buna rağmen benden daha yaşlı kimselerin bulunduğu mecliste söz söyleyemezdim". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[337]
Semure b. Gündeb (r.a) küçük yaşta babasını kaybetmiş ve annesi Medine'ye getirdiğinde onu ensardan biri almıştır. Büyüyünceye kadar onun yanında kalmıştır. Uhud Harbi'nde küçük olmasına rağmen savaşa iştiraki için Rasûlullah izin vermiştir. Gazvelerde Rasûlullah ile birlikte savaşmıştır. Basra'ya yerleşmiştir. Rasûlullahtan hadis rivayet etmiştir. Basra'da hicrî 58 veya 59'da vefat etmiştir.
İbn Allan der ki: Muhaddisier, bir toplumda veya beldede kendinden ilim, hıfz ve yaşça daha evlâ olan bir şahıs varken, ondan aşağı derecede bulunan kimsenin hadis rivayetini kerih görmüşlerdir. Diğer ilimlerde ise böyle birşey düşünülmemiştir. Eğer konu hakkında bilgisi varsa konuşmasında sakınca görmemişlerdir.
Hadisimizde büyüklere saygı ve hürmetin değişik bir şekline temas edilmiş bulunulmaktadır. Bildiği bir şeyi bile, (şayet bir hakkın zayii, ilmin ket-mi sözkonusu değilse) büyüklerin yanında söylememek, güzel huylardan ve büyüklere saygıdandır.[338]
359. Enes'den (r.a) Rasülullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bİr genç, yaşlı birine yaşından dolayı saygı gösterirse, Aüah da, onun yaşına varınca kendisine saygı gösterecek kimseler takdir eder". (Tirmizi rivayet etmiş, "Hadis garibdir" demiştir).[339]
İhtiyarlık dönemine girmiş kişilere yardım etmek müstehabdır. Zira onlar o hallerinde yadıma daha fazla muhtaçtırlar. Değişik hadislerde mü'min-lerin mü'min kardeşlerine yardımda bulunmaian-teşvik edilmiştir. Şeyh faniye hürmet edip, yardımda bulunanın güzel ameli boşa gitmeyecektir. Amellerin karşılığı kendi cinsinden verildiğinden, ömrü olup ihtiyarlarsa ona da yardımda bulunan gençleri Allah lütfeder de yardımına koşarlar. Zira Allah hiçbir güzel amel işleyenin amelini zayi etmez. Mutlaka ya bu dünyada, ya da ahirette karşılığını verir.
Bu son hadisimizden ve bölümdeki diğer hadislerden de anlaşıldığı gibi, güzel huylar dindendir. Onlarsız İslâm düşünmek doğru değildir. İslam soyut, hoş düşünceler âlemi değil, aynı zamanda yaşanan bir sistemdir. Kişinin dininin kemâli bu güzel huy ve hareketlerle tamamlanır. Güze! ahlâkın ahİ-rette mizanda da en ağır gelen şeylerden olduğu Rasûlullah tarafından bildirilmiştir.[340]
"Hani Mûsâ (a.s) şakirdine şöyle demişti: İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayıp gideceğim, yahud senelerce yürüyeceğim. O ikisi, iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular. Balık denize atıldı. Bir deliğe doğru yolunu lutmuslu. Miısâ arkadaşına, yemeğimizi gelir de yiyelim, yolculukta yorulduk, dedi. Arkadaşı: Kayanın yanında oturduğumuzda olup bitenden haberin var mı? Ben balığı size söylemeyi unuttum. Onu size hatırlatmayı ancak şeytan unutturmuştur. Balık denizde şaşılacak bir yol tuttu, demişti. Musa, aradığımız işte bu idi, dedi. Hemen izlerini tâkib ederek geri döndüler. (Kayaya geldiklerinde) kullarımızdan birini buldular ki, biz ona katımızdan rahmet, kendimizden ilim öğretmiştik. Musa ona, bana öğretmek üzere sana arkadaşlık edebilir miyim? dedi". (Kehf, 60-66)
"Sabah ve akşam Rabbinİn rızasını kastederek Allah'a dua edenlerle beraber meşakkatlere katlan". (Kehf, 28)[341]
360. Enes'den (r.a) rivayet edilmiştir:
Rasû!-i Ekrem'in vefalından sonra Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer'e kalk Ümmü Eymen'i ziyarete gidelim, Rasülullah onu ziyaret ederdi" dedi. Ziyaretine gittiklerinde Ümmü Eymen ağladı. "Niçin ağlıyorsun? Allah katındaki nimetin Rasûlullah için daha hayırlı olduğunu bilmiyor musun?" denildiğinde "Ben onun için ağlamıyorum, Allah yanında hazırlananların Peygamberimiz hakkında daha hayırlı olduğunu biliyorum, fakat gökten vahyin inişi kesildi de onun için ağlıyorum" dedi. Kadının bu sözleri onları da ağlattı". (Müslim rivayet etmiştir).[342]
361. Ebu Hüreyre'den (na) Rasûlullah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Bİr zat, diğer bir beldede bulunan din kardeşini ziyaret İçin giderken, Allah da bu adamın yolunu gözetlemek İçin bir melek görevlendirmişti. Adam meleğe yaklaşınca, melek nereye gittiğini sorar. "Şu köyde bir kardeşim var, ona gidiyorum " cevabını alır. Melek; "O adamla daha önce menfaatinize dayalı bir işiniz oldu da onu devam ettirmek mi istiyorsunuz" dedi. "Hayır, o zatı yalnız Allah için severim" deyince, melek şu müjdeyi verdi: "Ben Allah'ın sana gönderdiği bir elçiyim. Sen o adamı nasıl seviyorsan, Allah da seni öyle seviyor". (Müslim rivayet etmiştir).[343]
Hadisimiz, Allah için birbirini sevmenin faziletine ve muhabbetin Allah'ın da kulunu sevmesine sebep olacağına işarettir. Meleğin kendine görülüp, Allah'ın sormasını istediği şeyleri sormasından dolayı bu kişinin rasul mü, nebî mi, yoksa sade bir insan mı olduğu hususunda ulema çeşitli deliller ileri sürmüşlerdir.
Salih kişileri ve dostları yalnız Allah rızası için ziyaret müstahabdır. Ameller ihlâs sayesinde değer kazanır. Riya, menfaat gibi şeyler gözetilerek'yapılan ameller Allah katında makbul değildir. Allah rızası gözetilen amellerde başka hiçbir kimsenin rızası gözetilmeme!idir.
Allah'ın kulunu sevmesi, kulu hakkında hayır murad etmesi, işlerinde muvaffak kılması ve ummadığı yerlerden iyi şeyler lütfetmesi şeklinde görülür.
Allah için sevmek, akrabayı ziyaret, amellerin Üstünlerindendİr. Başka bir hadiste "Kim Allah için sever, Allah için buğzeder ve Allah için verir ve men'ederse îmanım kemâle erdirmiş olur" buyurulmustur. Yine Allah için sevişenlere verilecek karşılık çeşitli hadislerde medhu sena ile anlatılmıştır.[344]
362. Ebu Hüreyre'den Rasûlutlah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hastayı veya Allah rızası için sevdiği bir kardeşini ziyaret edene (rahmanı) olarak şöyle seslenilir: "Ne mutlu sana, ne güzel o yolculuk! Kendine cennette bir yer hazırladın. ' (Tİrmizî rivayet etmiştir).[345]
Hadis, hasta ziyaretinin müstahab olduğuna delildir. Allah için kardeşleri ziyaret, teşvik edilen ziyaret türlerindendir. Bu ziyaretlere gidip gelirken kişinin günahlarının da döküldüğüne dair yorumlar getirilmektedir.[346]
363. Ebu Mûsâ el-Eş'arî'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "tyi ve kötü arkadaşın misali koku satanla demirci gibidir. Misk kokusu satan adam,ya sana ikram eder ya kokuyu satın alırsın, ya da en azından hoş koku koklarsın. Körük çeken demirciye gelince, ya sana kıvılcım sıçrar, ya elbiseni yakarsın ya da yanında otururken körüğün kötü kokusundan rahatsız olursun". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[347]
Ahlâklı, mürüvvet sahibi, hayırsever, ehl-i takva, âlim ve salih kimselerle düşüp kalkmak faziletli bir iştir. Kötülerle düşüp kalkmak menedilmişttr.
Misk temizdir, satılması da caizdir. Bu hususta Şiîler muhalefet etmiş, miskin necis olduğunu söylemişlerde de, ulemanın icmâı ve bu hadis onun temiz olduğuna delâlet eder. Çünkü pis olsa satılmasına cevaz verilmezdi.
Misk (güzel koku) kullanmak müstehabtır. Rasûlullah onu bedenine ve başına sürer, onun ne güzel koku olduğunu söylerdi. Peygamberimiz arkadaş seçimi konusunda "Kişi dostunun dini üzeredir, arkadaşının kim olduğuna dikkat etsin" buyurmuşlardır.[348]
364. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlullah'ın (sa) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kadın dört şeyi için nikahlanır. Bunlar mal, soysop, güzelhk, dindarlıktır. Sen dindar olanım tercih el ki mes'ud olasın". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[349]
İnsanlar genelde evlilikte bu özelliklere rağbet ederler. Kadına mehr-i misil takdir edilirken de baba tarafından olan kadın akrabaları ile kıyas yapılır. Bu mukayese esnasında kendisine kıyas edilecek kadının mal, güzellik, dindarlık gibi özellikleri de göz önüne alınır. Mehr-i misil takdirinde kadının nesebi ve diğer özelliklerinin bilinmesi gerekli olur.
Kişi, aile yuvasında mes'ud olması için temel şart olarak eş seçerken dindar olanını tercih etmelidir. "Teribet yedâke" terimi araplarda kendi manasına değil, bir teşvik amacı ile kullanılır. Yani önünde zikredilen hususa muhataplar teşvik edilmiştir. Zira dindarlık hiçbir arızî sebepler ve felâketlerle yok olup gitmez. Peygaberimİz de şöyle buyurur: "Güzelliği sebebiyle bir kadınla evlenmeyiniz, belki güzelliği kaybolabilir. Malı için de bir kadınla evlenmeyiniz, belki o mal kadını şımartır. Daha doğrusu siz dindar olanı ile evlenin. Dindar, siyah, çelimsiz bir kadın sizin İçin daha faziletlidir".
Rasülullah özellikleri sayarken bunlardan yalnız biri için evlenilmemesi-ni murad etmiştir. Mesela yalnız güzelliğine hayran kalınarak evlenmek gibi. Aksi olursa; yani bu hasletlerin hepsi bir kadında mevcut olursa, elbette o kadın rağbet edilmeye daha müstehaktır. Zira tatlı su kaynağıma başı kalabalık olur, rağbet edip oraya akın edenler çok olur.
Din bağına güvenilerek yapılacak evlilikler, çetin bir İple bağlanmış gibi kopmaz bir aile ocağı oluşturur. Zira din kopmayan bir iptjr. Onun bağladığı akidler hem devamlı ve hem de sonucu güzel oiur.[350]
365. İbn Abbas'dan (r.a) Rasûlullah'ın Cebrail'e şöyle sorduğu rivayet edilmiştir: "Niçin şimdikinden daha fazla bizi ziyaret etmiyorsun?" Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "Biz ancak Allah'ın İzni ile İneriz, önümüzde, arkamızda ve onların arasındaki her şey O'nundur' (Meryem, 64). (Buhârî rivayet etmiştİr).[351]
Cebrail (a.s) 40 gün Rasûlullah'm yanına gelmemişti. Daha sonra vahiy getirdiğinde Peygamberimiz, "Ey Cebrail! Nerede kaldın, kendini Özlettin bize" dediğinde o şöyle söyledi: "Betisizidaha çok özledim, fakat ben bir me'mu-rum, geliş fe gidişim Allah'ın iznine bağlıdır".
Bir başka rivayette de hadisin sebeb-i vürûdu şöyledir. Ashab, Ashab-t Kehfı sordular RasûluIIah'a, o da onbeş gece birşey söylemeyerek vahyi bekledi. Cibril gelince "Nerde kaldın, geciktin"demesi üzerine ayet nazil olmuştur.
Hadis, meleklerin en büyüğü olan Cebrail'in dahi Allah'ın izni olmadan birşey yapmaya kadir olmayışına işarettir. Yİne hadisimiz, insanlarla melekler arasında muhabbetin, dostluğun kurulabileceğine ve en büyük meleğin bile Rasûlullah aşığı olduğuna delildir.[352]
366. Ebu Saîd el-Hudrî'den (r.a) Rasûluüah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rİ-vayet edilmiştir: "Mü'minden başkası ile düşüp kalkma, yemeğini de yalnız Allah korkusu taşıyan kimse yesin" (Ebu Dâvud ve Tirmizî rivayet etmişlerdir).[353]
Hadisteki yemekten maksat davet yemeğidir. Zaruret halindeki yemek değildir.
Hadîs, mü'minin sevgi ve muhabbet besleyeceği kişileri tanıtmaktadır, önce geçen bir hadiste de Rasûlullah "Kişi arkadaşının dini üzeredir, kiminle arkadaşlık yaptığına dikkat etsin" buyurmuşlardır. Yemek yedirmek de, ülfet ve muhabbet doğurur. Kendisi ile muhabbet edilmesi, dostluk kurulması lâyık olanlara yemek yedirilmesine teşvik vardır. Zıddı olarak da, facir ve fasık kişilerle oturulup-kalkılması ve onların yemeklere davet edilerek ülfet edinilmesi nehyediliyor.
Kişi, kendisine Allah'ı, O'nun emirlerini ve ahireti hatırlatan kişileri dost edinmeli, onlarla oturup kalkmalıdır. Hadis, takva sahibi olmaya ve bu vasfı taşıyanlarla sohbet edip münasebet kurmaya teşvik etmektedir.[354]
367 Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İnsan dostunun dini üzeredir. Herkes dost edindiği kişilere dikkat etsin". (IZbu Dâvud ve Tirmizî rivuyci etmişlerdir).[355]
Hadis hakkında mevzu diyen olmuş ise de, ulemanın çoğunluğu mevzu olmadığını savunmuşlar ve genellikle "Hasen" olduğu görüşünü paylaşmışlardır.
Kişi arkadaş edineceği kimseyi, dini hakkında zararlı olup olmayışı açısından ölçmelidir. Dinine zararlı biri ise, onunla arkadaşlık etmemelidir. Çeşitli hadislerde kötü arkadaşın zararları anlatılmıştır. Bir hadiste de, kötü arkadaş körükçüye benzetilerek, her an zarar görülmesi ihtimaline dikkat çekilmiştir. Atalarımız da "Arkadaşım söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim", "Üzüm üzüme baka baka kararır" sözleri İle arkadaşlığın önemine işaret etmişlerdir.
Arkadaş edinilecek kişi, din, hususunda en azından arkadaşının görüşlerine eşit görüşlere sahip olmalıdır. Takvaya daha meyilli olmasına rağbet edilirse de, zararlı görüş sahipleri ile arkadaşlık hoş karşılanmamıştır.[356]
368. Ebu Mûsâ el-Eş'arî'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kişi sevdiği ile beraberdir". (Buharı ve Müslim rivayet etmişlerdir).[357]
Diğer bir rivayette hadis şöyledir: Rasûlullah'a "kişi bir top/umu sever, fakat onların mertebesine ulasamazsa durum nasıl olur?" diye soruldu. Peygamberimiz de, "Kişi sevdiği ile beraberdir" cevabını verdi.
"Kişinin sevdiği ile beraber bulunması" mutlak manadadır. Yani sevdiği iyi kişilerle cennette birleşmesi ile hadiste verilen müjde gerçekleşmiş olur. Zİra bu yönden beraberlik olması şart değildir. Dereceler, makamlar elbette amel-i saüh ile çeşitlidir. Hadiste her yönden bîr olurlar manası kastedîlme-m iştir.
Hadisimiz, arkadaş ve dost seçilirken salih olanlara dikkat edilmesi gerektiğini göstermekedir. Zira dostları ile haşrolması gerekecektir. Bu da hayırlı kişilerle yapılan arkadalığın mükâfatıdır. Kişi, kötü-şerli insanlarla, onlarla beraber mahşerde haşrolmamak için arkadaşlık kurmamalıdr. Zira bu tür arkadaşlar kişiyi ahirette süründürür.[358]
369. Enes (r.a) şöyle anlatır:
Bir bedevi Rasûlullah'a "Kıyamet ne zaman kopacak?" diye sordu. Peygamberimiz "Ne hazırladın" deyince bedevî: "Allah ve Rasûlullah sevgisi (strmayemdir, başka bir şeyim yok}" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah "Sen sevdiklerinle beraber olacaksın" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[359]
Bir başka rivayette şu farklılık vardır: (Bedevî); "O gün için fazla oruç, fazla namaz ve fazlaca sadaka ibadeti yapamadım fakat, A ilah ve Rasûlü 'nü seviyorum" dedi.
Hadis, kişinin ahirette arkadaşı ile haşrolunacağına delildir. Arkadaşlık burada umumîdir. İyi arkadaşa ve kötü arkadaşa şâmildir. Kıyamet gününde kişiye ancak, o gün için hazırladığı hayır ve amel-İ salihin faydalı olacağı, Rasûlullah'm dikkat çekmek İslediği ayrı bir husustur.
Allah ve Rasülü'nün yardım ve şefaatleri de kendilerini seven kişilere olacaktır. O halde kişi, Allah ve Rasûlü'nü, onları sevenleri sevmeli, kalbinde şerli kişilerin, Allah ve Rasûlullah düşmanlarının sevgisine yer ayırmamalıdır.[360]
370. İbn Mes'ud'dan (r.a) rivayet edilmiştir:
Ashabdan biri Rasûlulluh'a (s.a) gelerek "Ya Rasûlallah! Bir topluluğu sevdiği halde onlara fazilet ve derece yönünden ulaşamayan kişi hakkında ne dersin?*' diye sordu. Peygamberimiz de "Kişi sevdikleri ile beraberdir" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[361]
Şerhi için 368 ve 369 no'lu hadislere bakılmalıdır.[362]
371. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlullah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İnsanlar, altın, gümüş gibi birer madendirler. Câhiliye döneminin hayırlı kişileri, İslâm döneminde de İslâm'ın şuuruna ermek şartı ile iyi kişilerdir. Ruhlar da askerî birlikler gibi çeşitlidir. Birbirleri ile tanışan ruhlar anlaşıp kaynaşırlar, tanışamayanlar da anlaşamazlar". (Müslim rivayet etmiştir).[363]
"Madenler"den maksat muhtelif asıllıdır demektir. Maden yerin içinde bulunan şeydir. Bir k ıs nu. değerli, bir kısmı da kıymetsiz olur. Hz. Peygamber (s.a) burada insanları madenlere benzetmiştir. Benzetmenin yönü maden çıkarıldığı zaman gizli kalan yerlerinin açığa vurması've sıfatının değişme-mesidir. İnsandaki şeref sıfatı da böyledir. Aslında değişmez. Câhiliye devrinde şerefli olan, müslümanlığı kabul ettikten sonra da şerefli olmakta devam eder. "Anlayış göstermek, şuura ermek şartıyla" ibaresinde İslâmî şerefin ancak dinde fakih olmakla tamamlanacağına işaret vardır.
Şu halde mukayeseli bîr şekilde insanların kısımlarını şöyle sıralayabiliriz; En yüksek mertebesi câhiliye devrinde şerefli olup, sonra müslümanlığı kabul eden ve dinde fakih olanlardır. Ondan sonra câhiliye devrinde şerefli olmayıp, müslümanlığı kabul eden ve dinde fakih olanlar, gelir. Sonra câhiliye devrinde şerefli olup, sonra müslümanlığı kabul eden, fakat fakih olmayanlar yer alır. Daha sonra da câhiliye devrinde şerefli olmayıp, sonra müslümanlığı kabul eden, fakat fakih olmayanlar gelir. Müslümanlığı kabul etmeyene iıibar yoktur.
Nevevî de şöyle bir yorum getirir: "Madenlerden murad asıllardır. Asıllar şeref li olursa, genellikle fer'Ier de şerefli olur. islâm'da fazilet takva iledir. Fakat buna soy şerefi katılırsa fazileti artar".[364]
372. Useyr b. Amrya da tbn Câbirden (r.a) rivayet edilmiştir:
Hz. Ömer (r.a ) Yemen'in imdat birliği huzuruna gelince onlara "Üveys b. Âmir İçinizde mi?" diye sordu. O huzura gelince "Sen Üveys misin?" diye cekrar sordu, adam "evet" deyince, Hz. Ömer "Murad kabilesinin Karen kolundan mısın?" diye sordu, "evet" deyince, sorusuna devam ederek "Sen-^ de alaca hastalığı vardı, iyileştin. fakat üzerinde az bir iz kaldı, öyle mi?" diye sordu. Yine "evet" cevabını aldı, "Annen var değil mi?" sorusuna da "evet" deyince, Ömer dedi ki; Peygamberimizin şöyle buyurduğunu işittim: "Yemenli imdat birliği içinde size Üveys b. Âmir adlı biri gelecek, o Murad kabilesinin Karen kolundandır, kendisi alaca hastalığına tutulup sonradan İyileşmiş, fakat Üzerinde az bir İz kalmıştır. Onun çok iyi baktığı annesi vardır. Eğer Allah adına yemin etse, Allah onu haklı çıkarır, eğer senin için Allah'tan af talep etmesini sağlayabilirsen, kendin için af taleb ettir".
Hz. Ömer Üveys'e "Benim için Allah'tan mağfiret diler misin?" dedi. O da Hz. Ömer için istiğfar etti. Hz. Ömer "Nerede oturmak istersin?" diye sordu. O, Küfe'de oturmayı tercih etti. Kendisi için oranın valisine mektup yazılması talebine karşı Üveys, "Sade vatandaş olarak yaşamayı tercih ederim" dedi.
Ertesi yıl Kûfe'nin ileri gelenlerinden biri hacca gitmişti. Dönüşte Hz. Ömer'le buluşunca, Hz. Ömer ona Üveys'i sordu. O da, "Ben oradan ayrılırken az bir yiyecekle harab bir evde barınıyordu" dedi. Hz. Ömer de adama Peygamberimizin hadisini anlattı: "Yemenli imdat birliği İçinde Üveys b. Âmir İsimli birisi size gelecek, o Murad kabilesinin Karen kolundandır. Kendisi alaca hastalığına tutulmuş, sonradan iyileşmiştir. Üzerinde bu hastalıktan az bir İz kalmıştır. Çok iyi baktığı bir de annesi vardır. Şayet Allah adına yemin etse, Allah kendisini haklı çıkarır. Eğer onun senin adına af dilemesi' nİ sağlayabilirsen ona istiğfar ettir".
Kûfe'nin eşrafından olan bu zat memleketine varınca Üveys'in yanına gidip, kendisi içtn A İlah 'tan mağfiret talep etmesini istedi. Üveys ise ona "Sen hayırlı bir yolculuktan, bana nazaran daha yakın bir zamanda döndün, sen b nim için mağfiret dile" dedi. Üveys, "Yoksa sen Ömer ile mi karşılaştın?" diye sorunca adam "evet" dedi ve üveys adam için Allah'tan mağfiret talebinde bulundu. İnsanlar Üveys'in durumunu anlayıp, kemâli etrafa yayılınca, orayı bırakıp gitti. (Müslim rivayet etmiştir)[365]
Yİne Müslim'in naklettiği bir başka rivayette Useyr b. Câbir (r.a) şöyle anlatıyor: Küfelilerden bîr heyet Hz. Ömer'e gelmişlerdi. İçlerinden biri Üveys'i hor hakir görüyordu. Hz. Ömer bunlara "Karen kabilesinden olan var mı?" diye sordu. Üveys'i hakir gören adam Ömer'in yanma geldi. Ona Ömer, Ra-sûiullah'ın şöyle buyurduğunu nakletti: "üveys isimli, Yemenli biri size gelecek, onun geride bırak(ığı annesinden başka kimsesi olmayacak, vücudunda alaca hastalığına tutulup İyileştikten sonra dirhem büyüklüğünde kalan bir izi olacak. Kim ona kavuşur, onunla görüşürse, ondan mağfiret taleb etsin".
Diğer bir rivayet ise şöyledir; Ömer (r.a) anlatır: Rasülullah'i "Tabiînin en efdali Üveys denen adamdır, onun bir annesi var ve vücudunda bir de beyazı vardır. Ona uğrayın da sizin için Allah'tan mağfiret taleb etsin!" derken işittim. (Müslim).
İbn Câbİr'in son tabiî olduğu söylenmiştir. Üsdüfğâbe'de tbn Câbİr'in Muhadramûndzn olduğu ileri sürülür. 10 yaşında iken Rasûlullah vefat etmiştir.
Hz. Üveys'in babası Âmir'dir. Meşhur olan budur. Bazıları Amr olduğunu söylemişlerdir. Künyesi Ebu ,4mr'dır. Şiftin Harbi'nde şehid edildiği söylenir. Kendisi Murad Kabilesİ'nin bir kolu olan Karen'e mensuptur. Cevhe-rî'nin Sıhah'ında "Karan'ül-Menâzİt" denilen meşhur bir dağa mensup olduğu bildirilmiştir. Bu yer Necidliler'in hac İçin ihrama girdikleri mahaldir. Nevevî bu iddianın fahiş bir hata olduğunu söylüyor.
Yemen'den gelen imdat kafilesinin içinde Hz. üveys'Ie alay eden birinin bulunmasından anlaşılıyor ki, Üveys hâlini gizliyordu. Allah ile kendi arasındaki sırrı kimseye sezdirmemiştir. Ariflerin ve halis evliyanın yolu budur.
Üveys kıssasında Hz. Peygamber'in (a.s) zahir mucizeleri vardır. Bu ha-dİs Üveys Hazretlerinin faziletine delildir. Salâh ve takva sahiplerinden dua ve istiğfar istemek, talepte bulunan kişi daha faziletli olsa da müstehabdır.
Hadis-İ şerif Hz. Üveys'in tabiînin en hayırlısı olduğuna açık delildir. İmam Ahmed'le başkalarının "Said b. el-Müseyyeb tabiînin en faziletlisidir" dedikleri söylenirse de, bunun cevabı şöyledir: Onların muradı Saîd'İn tefsir, hadis, fıkıh ve benzeri şer'î ilimlerde üstün olduğunu anlatmaktır. Yoksa Allah katındaki hayrı kasdetmem işlerdir.
Ana-babaya itaat, zaman zaman uzlete çekilmek, hâlini insanlardan gizlemek faziletli fiillerdir. Hadisimiz; riyaya düşmeyecekse, bir şahsın yüzüne karşı dinî konulardaki iyiliklerini ve mertebesini söylemekte beis olmadığına delildir. Hz. Ömer'in yaptığı hareket ve üveys'in hâlini ifşa etmesi, dini tebliğ, sünneti neşr ve faziletli kişileri bildirmek kabîlindendir.[366]
373. Hz. Ömer'den (r.a) rivayet edilmiştir: "Umre yapmak için Rasülul-lah'tan (s.a) izin istedim. İzin verdi ve "Kardeş! Duanda bizi de unutma" de-dİ. Ömer şöyle der: Peygamberimiz bana öyle sevindirici bir söz söyledi ki, dünya benim olsa o kadar sevinmezdim".
Diğer bir rivayet ise şöyledir: Peygamberimiz Hz. Ömer'e "Ey kardeşim! Duana beni ortak et" buyurmuştur. (Ebu Dâvud ve Tirmizî rivayet etmişlerdir).[367]
Hadiste öğrencinin öğretmeninden ve müridin şeyhinden izin istemesine delil vardır. Mukim daha faziletli bir kişi de olsa, yolculuğa çıkandan kendine dua etmesini istemesi müstehabdır. Söylemeden kendisine de duada bulunacağını bilse de bu İsteğinde bir beis yoktur. Özellikle duaların makbul olduğu mübarek mahallere giden kişilerden, oralarda kendisine de dua etmesini istemek müstehabdır Bu konuda vasiyet etmesi de caizdir. Rasûlullah bir hadisinde "Allah haccedeni ve onun bağışlanmasını istediği kimseleri de bağışlar" buyurmuştur. Umre de hac manasındadır. Hadiste ayrıca Ömer b. Hattab'ın fazileti mevcuttur.
Yanında bulunmayanlara dua etmenin fazileti, haccedenin mukaddes mekânlarda kendine dua ederken kardeşlerine ve dostlarına da dua etmesinin müstehab olduğu anlatılmaktadır.
Ayrıca, Allah dostlarının dünyaya Peygamberimizin lütufkâr bir sözü kadar bile değer vermediklerine delildir.[368]
374. Îbn Ömer'den (r.a) rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a) Küba (mescidini) yi bazan hayvanla, bazan da yaya ziyarete gider ve orada iki rekat namaz kılardı". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[369]
Başka bir rivayette şu farklılık vardır: "Rasûlulah (s.a) her cumertesi günü Küba Mescidi'ne yaya veya hayvanla giderdi. îbn Ömer de böyle yapardı".
"Küba Mescidi" Medine yakınlarındaki Küba denilen yerdeki mescid-dir. Burası Medine'ye yakındır. Bunun için Rasulullah bazan yaya, bazan binekle gider, orayı ziyaret eder ve namaz kılardı. Bu, Küba Mescİdi'nde namaz kılınmasının faziletine delildir. Küba Mescidi hicret esnasında bina edilmiştir. Müslümanların diktiği ilk mescid olma şerefine haizdir.
Küba Mescİdi'nde kılman namazın fazileti hakkında pekçok hadis mevcuttur. Bunlardan bir tanesi de, Tirmizî'nin rivayet ettiği şu hadistir: "Küba Mescidi'ndeki namaz, Umre gibidir".
Ashabın, özellikle Îbn Ömer'in sünnete nasıl sanldıklanna hadisimiz işaret etmektedir. Hadis, hayırlı mekânların ziyaretinin müstehab olduğuna da delildir.[370]
"Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar, kafirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler. Onların rükû ve secde ederek Allah'ın lütuf ve rızasını aradıklarını görürsün. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Onlann Tevrat'taki vasıflan ve İncil'deki vasıfları da şudur: Bir ekiiLgibidirler ki, filizini çıkardı, onu güçlendirdi, kalınlaştı, derken gövdesinin üstüne dikildi, ekincilerin hoşuna gider; onlara karşı kâfirleri de öfkelendirir bir duruma geldi. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat va'detmiştir". (Fetih, 29)
"Muhacirlerden evvel Medine'yi yurt edinenler ve imanda ihlâs gösterenler, yanlarına hicret edenleri severler". (Haşr, 9)[371]
375. Enes'den (r.a) RasûluHrih'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kendisinde şu üç huy bulunan kimse îmanın tadını alır: Allah ve Rasû-lü'nü diğer herşeyden fazla sevmesi, insanın başkasını yalnız Allah rızası İçin sevmesi. Ateşe atılmaktan nasıl hoşlanmıyorsa, tekrar oraya dönmekten hoşlanmaması". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdİr).[372]
Mezkur hadis İslâm'ın esas kaidelerinden büyük bir kaidedir. Buhârî sarihlerinden Bedrüddîn Aynî de şunları söyler: "Nasıl büyük bir kaide olmasın ki, bu hadiste îmanın aslına hatta aynım teşkil eden Allah ve Rasûlullah sevgisi vardır. Hakikatte Allah ve Rasûlullah sevgisi, Allah'tan başkasını sevmemek ve küfre dönmekten tiksinmek, imam haddizatında kuvvetli, kalbi îmana yatkın ve îmanı etiyle kanma karışmış olan kimselere müyesserdir, işte îmanın tadım bulacak olan ancak bunlardır".
Âlimler, imanın tadından maksadın, ibadet ve taatîarı lezzetli görmek, Aüah ile Rasûİü'nün rızalarını kapanmak İçin meşakkatlere tahammül göstermek, bunları dünya menfaatma tercih etmek olduğunu söylemişlerdir.
Kulun Allah'ı sevmesi; O'nun emirlerine uyarak ibadet ve taatta bulunması, muhalefet göstermemesidir. Peygamberi sevmek de böyle olur. Onu sevmek, şeriatını benimsemekle olur.
"îmanın tadını bulur" ifadesinde kinaye suretiyle istiare vardsr. Çünkü tad yalnız yenilen şeylerde olur. îman ise yenilen şeylerden değildir. Burada mecaz vardır. îman tatlı bir şeye benzetilmiştir. Cüneyd Bağdadî; "Geceleyin ibadet edenler için ibadet, eğlence sahipleri için eğlence yapmaktan daha lezzetlidir" demiştir. İbrahim b. Edhem de: "Vallahi biz öyle bir lezzet içindeyiz ki, bu lezzeti hükümdarlar bilmiş olsalar onun İçin bize kılıçla harp açarlardı" demiştir.
Hadis-i şerif, Allah için birbirini sevmeye teşvik etmektedir. Çünkü Allah Teâlâ mü'minleri kardeş ilan etmiştir. Allah ve Rasûlii'nü sevmekten o Rasûl'ün getirdiği dine sâük olanları sevmek lazım gelir.
Hadisimizde üç şeyin özellikle zikredilmesi onlar kalbe ait ameller oldukları için ve bunlara riya kanşmadığmdandir. Bu üç şey imanın müsebbibi olduklarından onun tadına delil sayılmışlardır.[373]
376. Ebu Hüreyre'den (ra) Rasûİullah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Yedi sınıf insan vardır ki, başka hiçbir gölgenin bulunmayacağı bir günde, Allah onları (Arşının) gölgesinde gölgelendirecektir. (Bu sınıflar şu kimselerdir): Adaletli devlet başkanı, Allah'a ibadet ederek yetişen genç, kalbi mescidlere tutkun kimse, Allah için sevişen, bunun için biraraya gelip, bu sevgi ile ayrılan iki kişi, mevki sahibi güzel bir kadın tarafından zina teklif edildiğinde "Ben Allah'tan korkarım" diyerek bu teklifi reddeden kimse, sağ elinin verdiğini sol eli duymayacak şekilde gizli sadaka veren kimse, kendi başına kaldığında Allah'ı anarak gözyaşı akıtan kimse". (Buhârî ve Müs-üm rivayet etmişlerdir).[374]
Kadı lyaz'm beyanına göre, "ztll'ln (gölgenin) Allah'a izafesi, milkin izafesi kabîlindendir. Her zili, Allah'ın milkidir. Fakat Aynî'ye göre buradaki izafet teşrif kabîlindendir. Nitekim yeryüzündeki bütün mescidler Allah'ın müici olduğu halde, teşrif için Kabe'ye "Beytullah"\ yâni Allah'ın evi denilmiştir. Bundan maksad onun şerefini beyandır. Allah Teâlâ hakkında gölgenin hakikatinin murad edilmesi muhaldir. Çünkü gölge cisimlerin özellikle-rîndendir. Allah İse bu gibi şeylerden münezzehdir. Allah'ın gölgesinden murad, arşın gölgesidir. Nitekim bir rivayette "Allah, onları arşının gölgesinde gölgelendirecektir" buyurularak bir yön açıklanmıştır.
"Âdit"\n asıl manası herşeyi yerli yerine koyan demektir. Bazıları "Akâ-idde olsun, amel veya ahlâkta olsun, ifratla tefrit arasında bulunandır" demişlerdir. Hülâsa âdil; müslümanların işlerinden birine nezaret eden vali ve hâkim gibi kimselerin umûmuna şâmil bir kelimedir.
"Onun için bir yere gelen ve onun için ayrılan iki kimse" ifadesinden maksat; Allah aşkı ite buluşan ve bu sebeple beraberce oturup konuşan ve nihayet o meclisten ayrılıp giden kimselerdir. Fakat bu cümle, o meclisten dağıldıktan sonra birbirlerini sevmeleri sona erer anlamında anlaşılmamalıdır.
Hadis-i şerif âdil İmamın faziletine delildir. Bütün ömründe günahlardan kaçınıp, Allah'a taatla meşgul olmak için camilere devam edenlerin fazileti büyüktür. Çünkü camiler Allah'ın evleridir. Ehl-i takva olan her zatın evini ziyaret edenlere ikramı âdettendir. Allah Teâlâ'nın evleri demek olan camiler günde beş defa ziyaret edilirse, onun misafirlerine ne gibi ikramda bulunacağını düşünmek lazımdır.[375]
377. Ebu Hüreyre'den (ra) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kıyamet günü Allah $öy!e buyurur: Benim rızam için sevişenler nerede? Gölgemden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı bu günde onları arşımın gölgesi altında gölgelendireceğim". (Müslim rivayet etmiştir).[376]
"Gölge" lafzının şerhi için bir önceki hadise bakılmalıdır.
"Benim rızam için sevişenler" İfadesi ile Allah rızası dışında olan sevgilerin ahirette bu mükâfata dahil olmadıklarına işaret edilmiştir. Şehevî arzularını tatmin için, dünyalık bir menfaat için, zarardan kurtulmak kasdı ite v.b. amaçla olan sevgiler hem devamlı değildir, hem de ahiret âleminde faydası yoktur. Uhrevî bir mükâfat kazandırmazlar. Allah rızası mevcut bulunan amellerin ibadet makamına kaim olup, uhrevî mükâfata sebep olduğuna işaret edilmektedir. Kökeninde AlUjı rızası bulunan normal âdetler ibadet derecesine yükselirler.[377]
378. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah adına yemin ederim ki, siz îman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de îman etmiş olmazsınız. Yaptığınız zaman sevişeceğiniz bir şeyi size söyleyeyim mi? Birbirinizle selamlaşmayı yaygm-laştınnız".(Müslim rivayet etmiştir).[378]
"Mii'min olmaz"dan maksat "Kâmilmü'min olamaz"demektir. Seven sevdiğinden emin olur. Müslim'in bir rivayetinde "Bildiğiniz ve bilmediğiniz kimselere selâm veriniz" şeklindedir. Selâmlaşmak ülfet ve muhabbete vesile olur.
Kişi îman etmedikçe cennete giremez. Kamilen îman etmiş olmak için de, kişi kendi için istediğini kardeşleri için de istemelidir. Selâm, kardeşler arasındaki ülfet, muhabbet sebeplerinin ilkidir ve sevgi-saygiya giden yolun anahtarıdır. Selâmın yaygtnia^tırıirnaM, müslümanlar arasındaki ülfeti kök-leştirir. Selâm ver.mek sünnet, karşılık verilmesi ise farzdır. Meşru olan şekli "Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berakâtüh"düT. Hayırlı sabahlar, iyi akşamlar, günaydın gibi ifadeler selâm yerine geçmezler.[379]
379. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûiullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bir kişi diğer köydeki müslüman kardeşini ziyaret, etmeye gitti. Köyün girişine Allah gözcü olarak bir melek koydu... (Ebu Hureyre daha önce geçen bu hadisi) "Allah İçin onu sevdiğin gibi Allah da seni sevmiştir" sözüne kadar zikretmiştir". (Müslim rivayet etmiştir).[380]
Şerhi için 361 no'Iu hadise bakınız.[381]
380. Berâ b. Âzib'den (r,a) Rasûiullah'ın ensar hakkında şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "ensârı ancak mü'min olan sever, münafık o!an da buğ-zeder. Onları seveni Allah sever, onlara buğzedenden Allah da nefret eder". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[382]
Evs ve Hazrco kabilesinden olanlara ensâr \srrd veri!reistir. Idiâaı'a ziyadesi ile yardım ettiklerinden bu isme lâyık görülmüşlerdir. Onları ancak müminler sever; zira kâmil mü'minin vasıflarının tamamı onlarda mevcuttur. îs-lâm'a yardım etmişler, yayılması için canla, başla cepheden cepheye koşmuşlar, müstümanlann sancaktarlığını yapmışlar, nefislerini ve mallarını hem din-i İslâm için, hem de muhacir kardeşleri için feda etmişlerdir. Yani, bu özelliklere sahip kişileri ancak mü'minler sever ve sevmelidirler.
Bazı dedikodular uydurarak hataların, bulmaya çalışarak aleyhlerinde konuşmak ise münafıklık alâmetidir. Şahsi meseleden dolayı onlara kızmak nifak değilse de, mıi'min kardeşle dargın durmanın keraheti açısından bir maL siyet ölür.[383]
381. Mua/'ııı (r.a) KuMİlulUtirtun (.v;ı) şöyle riviiycl ediliyor: "Allah Teâlâ; "Benîm rızam için birbirlerini sevenlere, nebiler ve şehidlerin bile imrenecekleri, derecede nurdan yapılmış minberler vardır' buyurmuştur". (Tir-mizî rivayet etmiştir ve 'Hadis hasen-sahihtir' demiştir).[384]
Hadisimiz müslümaniarı birbirlerini Allah için sevmeye teşvik ediyor. Dünyevî menfaatiar sebebiyle olan kardeşlik ve muhabbetlerin indinde kıymet i yoktur. Kişinin sevgisinin, buğzunun, dostluğunun gerekçesi Allah rızası olursa ahirette mükâfatı büyük olur. Allah rızasına bizi kavuşturacak sevgi de Allah dostlarının sevgisidir. Zira Allah'a isyan edenler, Allah için sevilmez. Peygamberler, bunların makamlarına imrenmezler. Zira onların derecesi daha yücedir ve mahlûkâtm en faziletli kişileridirler. Ancak böyle ifade edilmesinde, verilecek olan mükâfatın yüceliğine ve kıymetine İşaret vardır,[385]
382. Ebu îdris el-Havlânî'den rivayet edilmiştir:
Dımeşk camisine girmiştim, güler yüzItHiir gençle karşılaştım. İnsanlar etrafını çevirmiş, İhtilâfa düştükleri meseleleri ona soruyorlar ve söylediğini de kabul ediyorlardı. Kim olduğunu sordum "Muaz b. Cebel" dediler. Ertesi gün kuşluk vakti mescide koşmuştum. O zatı, orada benden evvel gelmiş namaz kılarken buldum. Namazını bitirinceye kadar bekledim, sonra yanına giderek selâm verdim ve "Vallahi seni Allah için seviyorum" dedim.
"Allah için mi?" diye sordu. "Allah tein "dedim. Elbisemin kenarından tutarak beni kendine çekti ve şöyle dedi: "Müjdeler olsun sana! Rasûlullah'm şöyle dediğini duydum: "Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Benim için sevişenlere, benim rızam için oturup sohbet edenlere, rızam için birbirlerini ziyaret edenlere ve rızam İçin harcamada bulunanlara muhabbetim gerekli olmuştur". (Mâlik rivayet etmiştir).[386]
Ebu îdris, Huneyn Gazvesi'nİn olduğu yıl doğmuştur. Tabiînin büyük-lerindendir. Hicri 80 yılında vefat etmiştir.
Allah'ı zikir ve ibadetle meşgul olan kimseyi rahatsız etmemek âdabtandır. O kişi ibadetini bitirinceye kadar beklenmelidir. Sevdiği kişiye sevdiğini bildirmek müstehabdır, bunu tavsiye eden hadis de mevcuttur. Bir mesele sormak için gidilen bir kimseye, yüzü cihetinden gidilmesi âdabtandır. Bu hareket o zatın korkmamasını sağlar.
Mezkur hadis, Allah için sevişmenin faziletine delildir. "Allah için sevişenlere sevgim vacib olmuştur" lafzı Allah*ın bunu kendine bir borç kılmasının ödemine işaret içindir Yani, bu şekilde davrananlara muhabbetimin gerçekleşeceğinden asla şüphe edilmesin! Bir hadiste "Allah için seven, Allah için buğzeden, Allah için veren ve Allah İçin men'eden kimse îmanını kemâle erdirmiştir" buyurulmaktadır.[387]
383. Ebu Kerîme eİ-Mikdâd b. Madikerib'den (ra) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kişi kardeşini sevince, ona sevgisini bildirsin". (Ebu Dâvud ve Tİrmizî rivayet etmişlerdir).[388]
Ebu Kerîme; Şam'dan Resûlullah'a gelen elçilerden biridir. Hicrî 87 yılında, 91 yaşında vefat etmiştir. 47 hadis rivayet etmiştir.
Kardeşine olan sevgisini bildirmedeki hikmet, bu bildirmenin aralarındaki sevginin ziyadeleşmesine ve kuvvetlenmesine sebep olmasıdır. Böylece de kardeşlik bağlan kuvvetlenmiş olur.[389]
384. Muaz'dan rivayet edilmiştir: "Rasûlullah (s.a) elimi tuttu ve "Ey MuazJ Vallahi seni seviyorum" dedi. Sonra da her namazdan sonra hiç ter-ketmeksizin şu duayı bırakmamamı tavsiyede bulundu: "Aİlahım! Seni zikretmek, Sana şükretmek ve Sana güzelce ibadet etmek hususunda bana yardım et!" {Ebu Dâvud ve Neseî rivayet etmişlerdir).[390]
Hadisimiz, Muaz'ın (r.a) faziletine ve şerefinin yüceliğine açık delildir. Zira Rasûlullah "seniseviyorum"demiştir. Rasûlullah hayatında öğrettiği amelleri ve gerçekleri bizzat kendisi de yaşayarak örnek olmuştur. Dikkat edilirse 383 no'lu hadiste, kişinin kardeşine sevdiğini bildirmesi tavsiye edilmiş, peşinden gelen bu hadiste de RasûluHah'ın kendi tavsiyesini bizzat nefsinde tatbik ettiği gösterilmiştir.
Namazlardan sonra hadisimizdeki bu duanın okunması müstehabdır.[391]
385. Enes'den (r.a) rivayet edilmiştir:
Birgün peygamberimizin yanında bir sahabî bulunuyordu. Bir başka sahabî yanlarından geçti. RasûluHah'ın yanında bulunan sahabî "Ya Rasû-lailah! Vallahi bu adamı seviyorum" dedi. "Sevdiğini orta bildirdin mi?" diye sorunca "hayır" dedi. Peygamberimiz "Git bildir" demesi üzerine sahabî ona yetişti ve "Seni Allah rızası için seviyorum" dedi. O da karşılık olarak "Beni uğrunda sevdiğin Allah da seni sevsin" şeklinde karşılık verdi". (Ebu Dâvud rivayet etmiştir ve 'Senedi sahihtir' demiştir).[392]
Kişinin, sevdiği kardeşine sevgisini haber vermek için gitmesi müstehabdır. Çünkü bu hareket, kardeşler arasında ülfet ve muhabbetin artmasına sebep olur. Hadisimizde Allah rızası İçin sevmeye teşvik vardır. Kendisine bir kardeşinin sevgisini söylediği zaman karşısındakinin ne söylemesi gerektiği de hadiste ayrıca öğretilmiş olmaktadır.[393]
('De ki; Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın, Allah bağışlayıcı ve rahimdir". (Âl-i İmran, 31)
"Ey îman edenler! İçinizden kim dînden dönerse (bilsin ki) Allah, kendisini seven ve O'nun da sevdiği mü'minlere karşı yumuşak başlı, kâfirlere karşı sert bir kavim gönderir. Bu kimseler Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından çekinmezler. Bu Allah'ın bir lûlfudur ki dilediğine verir, Allah'ın bağışı geniştir ve O herşeyi bilir", (Mâide 54)[394]
386. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:' 'Allah Teâlâ buyurdu ki, muhakkak velî kullanma düşmanlık edenlere ben de harb açarım. Kulum bana, kendisine farz kıldığım ibadetlerden daha sevimli bîr şeyle yaklaşamaz. Kulum nafilelerle devamlı bana yaklaşır ve nihayet onu severim. Onu sevdiğimde, artık onun işiteceği kulağı, göreceği gözü ve eli-ayağı olurum. Benden istediğini verir, bana sığındığında da himaye ederim". (Buhârî rivayet etmiştir).[395]
Velî, Allah'ın emirlerine sarılmak, nehiylerinden de kaçınmak suretiyle O'na yaklaşan kula isim olarak verilir. "Harb öpor/m'lfadesinden maksad; onun elinde olan şeyleri helak ederim anlamındadır. Bu şiddetli bir vaiddir. Allah dostlarına düşmanlık edenlere çetin bir ihtardır.
Kul, Allah'a farz ibadetlerle yaklaşır, nafilelerle de bu yaktnlığı ziyade-leşir. "Nafile" işlenişinde sevap olup, terkinde ceza olmayan şeylerdir. Allah'ın kulunun eli, ayağı, gözü, kulağı olmasından murad şudur: Kul farz ve nafilelerle Allah'a o kadar yaklaşmış, sevgisi gönlünde yerleşmiştir ki hiçbir azası ile O'na karşı isyan etmez. Tüm uzuvlarını isyandan korur demektir, öyle ki nefsânî şeylerin hepsini kendinden çıkararak, taat olan şeyler içine dalar. Böylece de haktan başka bir şeyi işitmez, yapmaz ve görmez! Yoksa burada Allah'ın hululü gibi bir mana hâşâ anlaşılmamalıdır. Allah'ın kulunu sevmesi, onun İçin hayır irade buyurması, kendisine hidayet ve nîmet vermesidir. Evliyaullahın dualarının gecikmeli de olsa kabul olunacağına hadisimiz delildir.[396]
387. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlullah'ın (sa) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah bir kulunu sevdiği zaman Cebrail'e "Ben onu seviyorum sen de sev" der. Cebrail de o kulu sever ve gök halkı arasında "Allah filan kutu seviyor, siz de seviniz" diye haber verir. Onlar da onu severler, sonra da yeryüzünde yaşayanların kalbine onun sevgisi yerleştirilir". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[397]
Müslim'in naklettiği bir diğer rivayette hadis şöyledir: "Allah bir kulunu sevdiğinde Cebrail'i çağırır ve "Ben/ilanı seviyorum, sen de sev" buyurur ve o da o kulu sever. Sonra Cebrail gök ehli arasında "Allah filanı seviyor, siz de sevin" der ve onlar da severler. Sonra yeryüzündekiler arasında da onun sevgisi yerleşir".
Bir kula Allah buğzetliği zaman Cebrail'e "Ben filandan hoşlanmıyorum, sen de ondan nefret el" der, o da o kişiden nefret eder. Sonra durumu gök ehli arasında haber verir. Onlar da o kişiden nefret ederler. Sonra da yeryüzündekiler o kişiden nefret ettirilir".
Allah'ın kulunu sevmesinden muradı; onun İçin hayır dilemesi, kendisine hidayet ve nîmet vermesidir. Buğzu da, azabını veya şekavetini diiemesi-dir. Sema ehlinden maksad meleklerdir. Cebrail ile diğer meleklerin bu kulu sevmeleri; ya onun için istiğfar ve duada bulunmaları ya da insanlar gibi sevmeleridir. Bu sevgi de kalbin birine meylederek onunla karşılaşmak için arzu duymasidır. Meleklerin bir kulu sevmeleri Allah Teâlâ'ya itaat ettiği ve O-nun rızasını kazandığı içindir. Kabulün yeryüzüne konmasından maksad; insanların o kulu sevmeleri ve ondan razı olmalarıdır. Bunun zıddı da buğzet-meleridir.
Allah Teâlâ bir diğer kudsî hadiste şöyle buyurur: "Kulum beni zikrettiği zaman ben onunla beraber olurum. O beni nefsinde zikrettiğinde ben de onu gizlice anarım. Beni bir topluluk içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım"[398]
388. Hz. Âişe (r.a) der ki:
Rasûlullah (s,a) sahabîlerden birini, birliğin başında sefere göndermişti. Bu sahabî namazlarında Kur'an okumasını İhlas Sûresi (Kul huvalla-hu ahad) ile bitirirdi. Birlik dönünce, RasûluNah'a durumu arzettiler. O da, "Kendisine niçin böyle yaptığını sorun" buyurdu. Sorduklarında, "Çünkü o sûre Allah'ın sıfatlarını anlatır. Bu yüzden o sureyi okumayı severim (ve her namazda onu okurum)" dedi. Bunu duyan Rasûlullah şöyle buyurdu: "Al-lah'tn da onu sevdiğini, kendisine haber veriniz". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[399]
Hadisimiz, namazda fatihadan başka, bir rekâtta iki sûrenin okunmasının caiz olduğuna delildir. Ihlâs sûresi Allah'ın sıfatlarını ihtiva eder, mahlû-kâtın yaratılış özelliği olarak Allah'a muhtaç olduklarına ve maksatlarının
Allah olduğuna .saret eder. Allah'ın sevdiği fiillerle Allah'a yaklaşmaya çah-şan. Allah da sever. Bu sûreyi okumas. suretiyle Allah'ın sevgisini kazanması ya sadece bu sureyi okumayı sevdiği içindir ya da bu süredeki Allah'ın sıfatlarını zikretmeyi sevmesi ve bu itikadı sebebiyledir.
Hadis, kalbin baz. sûrelere meyledip, onları çok okumaya devam etme-sının caiz olduğuna delildir.[400]
"Erkek olsun, kadın olsun, mü'minleri yapmadıkları bir günahla incitenler, büyük bir iftira ve apaçık bir günahı yüklenmiş olurlar". (Ahzab, 58)
"Sakın yetimi azarlama, dilenciyi de kovma". (Duha, 7-10) [401]
Konu İle ilgili hadisler çoktur. Bunlardan biri Ebu Hüreyre tarafından rivayet edilen ve daha önceki bölümde zikredilen "Kim benim dostuma buğ-zederse, ben de ona buğzederim" dîye başlayan kudsî hadîstir.
Bir diğeri de, Sa'd b. Ebt Vakkas tarafından rivayet edilen ve "Yetimi Gözetme Bölümü "nde zikredilen hadistir. Ayrıca Rasûluüah "Ey Ebu Bekr, eğer yetimleri gücendirmişsen bil ki Allah'ı öfkelendirmişsin demektir" buyurmuştur.[402]
389. Cündüb b. Abdullah'dan (ra) RasûSullah'ın (sia) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Sabah namazını kılan kimse Allah'ın zimmeti altındadır. Sakın Allah, zimmetine ait bir şeyden dolayı sizi talep etmesin. Çünkü o kimi zimmetine ait birşeyden dolayı talep ederse ona yetişir. Sonra onu yüzüstü cehennem ateşine atar". (Müslim rivayet etmiştir).[403]
Allah'ın zimmeti, Allah'ın kefalet ve teminatı manasınadır. Bazıları, Allah'ın emniyeti manasına geldiğini söylemişlerdir.
"Sakın Allah zimmetine ait bir şey hususunda sizi talep etmesin" cümlesinin manası "Böyle bir talepte bulunduracak işler yapmasın" demektir. Nitekim bu manada türkçemizde küçükleri birşeyden menetmek İçin: "Sakın bir daha seni bu işi yaparken görmeyeyim" denir. Hadisin manası bu açıklamalardan sonra şöyle olur: "Bir kimse sabah namazını cemaatla kılarsa o kimse Allah'ın kefaleti ve teminatı altına girmiş olur. Binaenaleyh siz Allah'a karşı gitmeyin! Şayet O'nun rızasına aykırı bir amelde bulunursanız Allah size yetişir de cezanızı verir ve bu ceza da sizi tepe üstü cehenneme atmak olur".
Bir başka hadiste de, "Her kim bizim namazımızı kılar, kıblemize döner, kestiğimizi de yerse, işte Allah ve Rasûlü'nün zimmetlerini kazanan müs Itiman odur. Siz zimmeti hususunda A ilah 'a verdiğiniz sözü bozmayın " buyürütmüştür.[404]
"Eğer tevbe edip namaz kılarlar, zekâtlarını verirlerse onları serbest bırakınız." (Tevbe, 5)[405]
390. İbn Ömer'den (r.a) Rasûlutlah'ın (s.a) şöyie buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun Rasûlü olduğuna' şehadet edinceye, namaz kılıncaya, zekât verinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Bunları yaptıkları zaman, İslâm'ın hakkı hariç insanlar benden canlarını ve mallarını korumuş olurlar. Gizli hallerinin hesabı Allah'a aittir". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[406]
Namazın farz olduğuna İtİkad ettiği halde onu kasden lerkeden kimsenin öldürüleceğine bu hadisle delil getirilmiştir. Cumhur-u ulemanın görüşü budur.
Hanefiîere göre namazını terk eden kimse fasıktır. öldürülmez, tevbe edinceye kadar hapsolunur. Hatta bir rivayette vücudundan kan fışkırıncaya kadar dövülür.
Hz. Ebu Bekr'in zekât vermeyenlerle harb etmesi bundandır. Ramazan orucunu terk eden hapsolunur, kendisine gündüzleri yiyecek, içecek verilmez. Çünkü orucun farz olduğuna İnandığı İçin aç ve suzuz bırakıldığı zaman zahir-i hâle göre oruca niyet eder.
Yalnız namaz ve zekâtın zikredilmesi, ya o zaman için diğer İslâm'ın şartlarının farz kiimmadığındandır. Ya da diğerlerini terketmenin kıtale sebep olmadığındandır.
Hadiste, savaşılması mubah görülen insanlar putiara tapan putperestlerdir. Ehİ-i Kitab değildir. Zira cizyenin kabulünden sonra Ehl-i Kitab'la savaş emri kaldırılmıştır. Hz. Peygamber (s.a) insanların kalplerinde neler gizlediklerini öğrenmeye memur değildir. Hükmünü zahirî hallere göre vermekle memurdur. Ruhî âlem ile ilgili hesaplar Allah'a aittir.[407]
391. Ebu Abdullah Târik b. Uşeym'den (r.a) Rasûlullah'ı (s.a) şöyle işittiği rivayet edilmiştir: "Allah'tan başka tanrı yoktur diyen ve insanların tapmakta oldukları diğer mâbudları inkâr edenin canı ve malı haramdır. Gizli hallerinin hesabı ise Allah'a aittir" (Müslim rivayet etmiştir).[408]
İnsanların iç âlemlerine Allah Teâlâ vâkıf olduğu için, peygamberine bile insanların iç alemleri ile ilgili yargı külfeti yüklememiştir. Zahirde bir kimsenin müslüman olduğuna delâlet eden şeyler Allah ve Rasûlü'ne şehadet ve Rasûlü'nün Allah'tan getirdiklerini dil ile ikrar etmektir. Bunları yapana zahiren mü'min denir ve müslüman muamelesi uygulanır. Gönülden geçen, kalpte gizlenen sırlardan dolayı hesaba çekmek ise yalnız Allah'a aittir. Alimler bu konuda, "Biz insanların görünür hallerine ve hareketlerine göre hüküm veririz, kalbinden geçirdiğine göre hüküm vermek ise Allah'a mahsustur" demişlerdir.[409]
392. Ebu Ma'bed el-Mikdad b. Esved'den (r.a) rivayet edilmiştir:
Peygamberimize şöyle sordum: "Kafirlerden biri ile karşılaşsam ve çarpıssak, adam kılıcı ile bir elimi kesse, sonra da bir ağaca çıkıp sığınarak "Müslüman oldum" dese, ne yapmalıyım? Bu sözünden sonra onu öldürebilir miyim?" Rasülullah, "Onu öldüremezsin" cevabını verdi. Ben, "Ya Rasû-lallah! O bu sözünü benim bir elimi kestikten sonra söyledi" dedim, yine de
"Onu öldürme sakın, şayet Öldürürsen, o senin onu öldürmenden önceki mertebene yükselirken, sen de "müslüman oldum"sözünden önceki durumuna düşersin" dedi. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[410]
Mİkdad b. Esved (r.a) İslâm'a ilk girenlerdendir. İbn Mes'ud "Mekke'de İslâm'a ilk giren yedi kişiden biri Mikdad'dır" der. Habeşistan ve Medine'ye hicret etmiştir. Rasûlullah iie gazvelere katılmıştır. Rasûlullah'tan 42 hadis rivayet etmiştir. Medine'ye on mil uzaklıktaki "Cürf" denilen yerde vefat etmiş, cenazesi Medine'ye getirilmiştir. Vefatı, Hz. Osman'ın hilafeti dönemindedir, ölürken 70 yaşında olduğu söylenmektedir.
Hadisimiz İslâm ahkâmının zahire göre uygulanacağına açık delildir. Başkalarının iç âlemini araştırmak konusunda insanlara müsaade edilmemiştir. Bu şekildeki hükümde, bazı kötülükleri önleme hikmeti vardır. Örneğin kişi, İntikam almak istediği bir şahsı, o şahıs zahiren kelime-i şehadet getirse de "Kalben inanmamıştı, sade dili ile söylemişti" diyerek katledebilir ve bu cinayetini haklı gösterebilir. İşte insanların iç âlemini araştırmanın men edilmesiyle bu suistimallerİn kapısı kapanmıştır.
Savaşta da olsa kiş.İ dili ile veya Yiilİ İle kelime-İ şehadet getirince İslâm'a girmiş ve katli haram olmuş olur. Bu tahrîm i/yasağı bildiği halde böyle bir kimseyi öldürene kısas gerekir. Bilmeyerek öldürürse ona diyet gerekir.
"Müslüman oldum" demezden önce kâfirin kanı helâldir, öldürmekte bir beis yoktur. Bu sözünden sonra ise tıpkı bir müsiüman gibi kanı, malı haram olur. Şu halde müslümanın kâfire benzetilmesi, kâfir olması açısından değil, kanının helâl olması hususundadır.
Mühelleb'e göre ise mana; "O nasıl seni öldürmek istemekle günaha girerse sen de onu öldürmek istemekle günaha girersin" demektir.[411]
393. Üsâme b. Zeyd'den (r.a) rivayet edilmiştir:
Rasûlullah (s.a) bizi Cüheyne kabilesinin Huraka diyarına göndermişti. Onları sabahleyin sularının başında bastırdık. Ensardan bir arkadaşımla beraber birini kovalayıp yakaladık. Tam Öldüreceğimiz an "Lâ ilahe illallah" dedi. Ensarî arkadaşım hemen elini çekti. Ben ise mızrağımla onu öldürdüm. Medine'ye dönünce olay Peygamberimize ulaşmıştı. O da bana "Ey Üsâme! Lâ ilahe illallah dedikten sonra yine de adamı öldürdün öyle mi?" dedi. "Ya Rasûlallah! Benden canını kurtarmak için bunu söyledi" dedim. Fakat Rasûlullah yine önceki sorusunu o kadar tekrar etti ki, bugünden Önce keşke müslüman olmamış olsaydım temennisinde bulundum". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[412]
Diğer bir rivayette şu farklılık vardır: Rasûlullah; "Lâ ilahe illallah dediği halde mi adamı öldürdün?" diye sordu. Ben de "Silah korkusuna bu sözü söyledi ya Rasûlallah!" dedim. Bunun üzerine "Bu sözü kalben söyleyip söylemediğini öğrenmek için kalbini mi yardın" buyurdu ve bunu o kadar tekrarladı ki, keşke bugün müslüman olsaydım dedim".
Zemahşerî ile diğer bazı ulemanın beyanına göre, Hz. Üsâme'nin öldürdüğü zatın İsmi Mİrdâs b. Rehik'tir. Kendisi müslüman olduğunda kabilesi henüz müşrik idi. Mirdâs koyun güdüyordu. Müslümanlar gelince kavmi onu bırakıp kaçtı. O müslüman olduğu için kaçmadı. Ancak İslâm süvarilerini görünce aradaki bir dağın yamacına sığındı. Atlılar yanına gelince oradan İnerek kelime-İ şehadet getirdi ve onlara selâm verdi. Üsâme ise onu Öldürerek koyunlarını aldı.
Rasûlullah bu vakıayı duyunca çok üzüldü ve "Siz onu elindekini almak için öldürdünüz" buyurdu.
Hz. Üsâme'nin bu zatı öldürmesi, kılıç korkusu ile edilen îmanın fayda vermeyeceğini zannettiği içindir. Bu te'vilden dolayı da kendisinden kısas sakıt olmuştur. Bu olay üzerine "Size selâm veren kimseye, sen mü'min değilsin demeyin" (Nisa, 94) ayeti nazil oldu.
Bir rivayette RasûIuİIah, Üsâme'ye "Bari kalbiniyarsan da bu sözü doğru söyledi mi, söylemedi mi bilseydin ya!" buyurmuştur. Bunun manası; sen kalb-dckİ sırları bilemezsin, buna dzenrne. Sana düşen vazife zahire bakmak ve o zatın diliyle söylediği söze göre hareket etmekti, çünkü sen zahirle amel etmeye memursun, demektir.
Rasûlullah'ın azarlaması karşısında Üsâme'nin "Keşke o günden önce müslüman olmamış olsaydım" temennisi hakkında Kİrmânî; "Müslüman olmamayı nasıl temenni edebildi?" demiş. Sonra da yine kendisi, o bu sözü İle içinde hiç günah bulunmayan yeni bir müslüman olsaydım demeyi kas-detmiş şeklinde cevap vermiştir.[413]
394. Cündüb b. Abdullah (na) der ki:
Rasûlullah (s.a) müşriklerden bir kavim üzerine, bir müslüman birliği göndermişti. İki taraf karşılaştılar. Müşriklerden biri hangi müslümana niyet etmişse ona saldırıp öldürüyordu. Müslümanlardan birisi de bu adamı gözetliyordu. Biz bu zat Üsâme b. Zeyd olmalı diye konuşuyorduk. Üsâme kılıcını kaldırınca o müşriğin şehadet getirmesine rağmen onu öldürmüştü. Müjde haberi Rasûlullah'a gelince, olayı sordu, müjdeci şahıs olup bitenleri teker teker anlattı. Üsâme'nin adamı nasıl öldürdüğünü de anlatmıştı. Rasûl-i Ekrem Üsâme'yi çağırıp, niçin şehadetinden sonra adamı öldürdüğünü sordu. Üsâme, "Ya Rasûlaüah! O müslümanlarm korkulu düşmanı İdi. Filanı, filanı şehid etti" diye birkaç kişiyi saydı: "Ben ona bir hamle yaptım, kılıcı görünce tâ ilahe illallah dedi". Rasûlullah "öldürdün mü?" diye sordu, "evet" dedim. "Lâ ilahe illallah diyen adamı kıyamet günü ne yapacaksın?" dedi. Üsâme, "Ya Resûlallah! Benim için Allah'tan af dile" dileğinde bulundu. Fakat Rasûlullah "lâ ilahe illallah diyen adamı kıyamet günü ne yapacaksın?" sözünden başka birşey söylemiyordu. (Müslim rivayet etmiştir).[414]
Bir önceki hadisle bu hadisin konusu, bazı lafız farklılıkları olmakla beraber aynıdır. Şerhi için bir önceki hadise (393. hadis) bakılmalıdır.[415]
395. Abdullah b. Utbe b. Mes'ud'dan rivayet edilmiştir:
Ömer b. Hattab'ın şöyle dediğini duydum: "Rasûlullah zamanında insanlar vahiy ile yargılanırlardı. Bugün vahiy kesilmiştir, bunun için biz sizleri görebildiğimiz işlerinizden dolayı yargılarız. Bize hayır ve adalet gösteren kimseyi emin sayar ve onu muhterem tanırız. Gizli hallerini araştırmayız, onun hesabını Allah görür. Kötü halli kişilerden de emin olmayız ve niyetinin iyi olduğunu söylese de inanmayız". (Buhârî rivayet etmiştir).[416]
Abdullah b. Utbe, İbn Mes'ud'un kardeşinin oğludur. Muhacirlerin kendisinden rivayetleri mevcuttur. 74 yılında Kûfe'de vefat etmiştir.
Hz. Ömer'den gelen bu rivayet, Hulefa-i Râşidin devrinde ahkâmın zahire göre uygulandığını yansıtmaktadır. Kalbî hareketleri bilen yalnız Allah1-dır, vahy olmadığı için de artık kalbî hareketlerden dolayı insanları insanlar sorgulayamazlar. İnsanların gizli hallerini araştırmak doğru değildir. Kişinin kalbî harckeilerinin ve gizli yerlerde yaptığı fiillerinin hesabı karşılıksız kalmayacaktır. Onların hesabını Allah görecektir. İnsanlar yalnız görünüre göre hüküm vermekle memurdurlar.
Görünürde işlenen fiilin kötü olması sonucu, kalbindeki niyetin İyi olduğunu söylemesi, kişiye uygulanacak olan kısas veya diyet cezalarını dü-şürmez.
Niyetlerine göre amellere karşılık verecek olan Allah'tır. Görünürde Bü-zel hareket sergileyen kişilerden de kuşkulanıp gizli hallerini araştırmak, günahlarını ifşa etmeye çalışmak doğru görülmemiştir.
Kişinin halk yanında dış hali, Allah yanında iç hali hesaba çekilir.[417]
"Ancak benden korkunuz". (Bakara, 40)
"Rabbinin zalimleri kavrayıp tutması çok şiddetlidir". (Bürûc, 12)
"Rabbin bir memleket halkını, zalim olduğu halde yakalarsa işte böyle yakalar. O'nun yakalaması elemli ve şiddetlidir. Bunda ahiret azabından korkanlar için bir ibret vardır. O gün insanların birarada toplanacakları ve hazırlanacakları bir gündür. Biz o günü ancak sayılı bir zamana kadar tehir ederiz. O gün geldiğinde Allah'ın İzni olmaksızın hiçbir kimse söz söyleyemez. Bunların içinde kimileri mes'ud, kimileri de bedbaht kimselerdir. Kötü olanlar cehennemdedirler, orada onlar acı verici bir seste soluk alıp verirler". (Hûd, 102-106)
'Allah, emirlerine muhalefetten sizi sakındırır". (Âl-i tmran, 28)
"(Kıyamet günü) insan kardeşinden, anasından, babasından, karısından, çoluğundan, çocuğundan kaçacak. O gün herkes kendi derdine düşecek". (Abese, 34-37)
"Ey insanlar! Rabbinizden korkunuz; çünkü kıyametin sarsıntısı müthiş bir şeydir. Onu gördüğünüz gün, süt veren tüm analar emzirdikleri çocuklarını bırakıp unutacaklar, hamile kadınlar da vakitsiz doğuracaklardır. Sen onları sarhoş sanırsın. Halbuki onlar sarhoş değillerdir. Fakat Allah'ın azabı şiddetlidir". (Hacc, 1-2)
"Allah'ın azametinden korkanlar için iki cennet vardır". (Rahman, 40)
"Onlar, birbirleriyle karşı karşıya gelip cennet ahvalinden konuşacaklar ve şöyle diyecekler: Biz bundan evvel aile efradımız içinde İken O'ndan korkardık. Allah bize ihsan etti, bizi sam yeli gibi yakıcı bir azabdan korudu, zaten biz bundan önce de (dünyada) O'ita dua ederdik. Şüphesiz O, iyilik edici ve çok merhametlidir". (Tûr, 25-28)[418]
396. İbn Mes'ud'dan (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Herbirinİzin yaratılış! ana karnında kırk gün nutfe olarak toplanır. Sonra bu kadar bir müddet içinde kan pıhtısı haline gelir. Sonra yine bu kadar bir müddet zarfında et parçası olur. Sonra ona bir melek gönderilir, buna ruh üfier ve şunları yazmakla emrolunur: Rızkını, ecelini, amelini, kötü veya iyi İnsan olacağını (yazar). Kendinden başka İlâh olmayan Aİlah adına yemin ederim ki, sizden biri cennetliklerin yaptığı İşi yapar da, hatta kendisi ile cennet arasında bir arşın kadar az bir mesafe kalmışken, hakkında yazılan hüküm galebe çalarak, cehennemliklerin amellerini yapar, nihayet oraya girer.
Yine sizden biri de, cehennemliklerin isledikleri kötü amelleri yapa yapa, kendisi ile cehennem arasında bîr arşın gibi az bir mesafe kalmışken, hakkında yazılan hükmün galebe çalmasıyla cennetliklerin amellerini işîemeye başlar ve cennete girer" (Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir).[419]
"Saîd" îman saadetine eren bahtiyar kimsedir. "Şakî" de, bunun zıddı, yani kendisine îman nasip olmayan bedbaht insandır. Artık o kimse doğup büyüdükten sonra bu mukadderat dahilinde amel eder. Ana rahminde cen-
netlik olacağı tesbit edildiyse hayatında cehennemliklerin amelini işlese de sonunda yine imanını kurtarır. Cehennemlik olacağı tesbit edildiyse, hayatında cennetliklerin amelini işlese de, sonunda yine imandan mahrum gider. Fakat bu e2elî takdir ve tespit hâşâ Allah Teâlâ tarafında bir cebir ve istibdat değil, kulun irade-İ cüz'iyyesi ile hak ettiği neticesidir. Kul işte bu iradeye göre mükâfat ve mücâzât görecektir.
Allah'ın takdirinden murad, kul dünyaya geldikten ölünceye kadar ne gibi amellerde bulunacaksa, ezelî ilmiyle onu bilerek meleklere tesbit ettirmesidir. Ona zaman ve zemin mefhumlarının bir tesiri yoktur.
Ezelî İlmi, olmuşu olacağı aynı seviyede ihata etmiştir. Kullar nazannda bilfiil yaşayarak bütün amelleri bilinen bir kimse için ne hüküm verilecekse Allah Teâlâ'nın İlmine nisbetle o kimse doğmadan müstakbelde işleyeceği bütün amelleri teferruatıyla görülmüş, bilinmiş ve tesbit edilmiştir. İşte kader budur. Kulun takdirden başka bir amelde bulunmaması bir cebir değil, bir mukayesenin teshilidir.
Hadisimiz, kaza ve kaderin îman esaslarından olduğuna delildir, tnsan salih amellere koşmalı, devamlı onlarla meşgul olmalı, fakat bu amellerine de güvenmemelİdir. Son nefesdekî kötü durumdan, imansız gitmekten korkmalı, o an da Allah'tan yardım etmesini İstemelidir.
Kişi mahkeme-i kübrâdan geçinceye kadar, amellerine güvenmemelİ, korku içinde devamlı iyi amellere sarılmalıdır. Salih müslümanlar, son nefes anındaki kritik durumu unutarak, dünyada kahkaha ile gülenleri uyarmışlar, ölüm anını hatırlatmışlardır.[420]
397. İbn Mes'ud'dan (r.a) Rasülullah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hesap günü cehennem, herbirinİ yetmişbin meleğin çektiği yetmiş-bİn yularla çekilerek getirilir". (Müslim rivayet etmiştir).[421]
Hadiste, cehennemin büyüklüğüne işaret edilmiştir. Böyle bir yerin ebedî istirahatgâh olarak tercih edilmesinin doğru olamayacağı tenbih edilerek, insanların buraya düşmemek için amel-i salihe sarılarak hayat sürmesi gerektiği vurgularfmak tadır.[422]
398. Sutun b. İliç'in (r..ı) Rasfıluİİah'm (s.a) söyle buyurduğunu işittiği rivayet edilmiştir: "Kıyamet gunu cehennem ehlinden en hatif azab görenin azabı şöyledir: Ayak tabanlarına ateşten iki kor konur, onun tesiriyle beyni kaynar. Hiç kimsenin de kendisi kadar şiddetli azabda olduğunu düşünemez. Halbuki cıı hatif azab gören kimsedir". (Buharı ve Müslim rivayet etmişlerdir).[423]
Cehennem ehlinden murad kâfirlerdir. Zira onlar orada ebedî kalacaklardır. Mu'miıılcrdcii oraya uğrayacaklar varsa da bir müddet sonra, oradan çıkarak cennete girecekleri için bunlara "cehennem ehli" tabiri kullanılmaz.
Hadis'te, cehennem ehlinden olmamak için ma'siyetiere düşmekten insanlar sakmdırılınaktadır. Masiyetk'rin en büyüğü olan küfür İse, kendinden sakınılması en evla olan şeydir. Masiyctlerdcn kaçan kişi, iiuaılara koşarak cennet nimetlerini hak edebilir.[424]
399. Semure b. Cündüb'den (r.a) Rasûlullah'm (s.a) şöyle buyurduğu rİ-vayet edilmiştir: "Ateş, cehennemliklerin bazılarını topuklarına, bazılarını diz kapaklarına kadar sarar. Bir kısmını beline kadar, bir kısmım da boynuna kadar sarar". (Müslim rivayet etmiştir).[425]
Hadisimiz cehennem ateşinden insanları sakindırmaktadır. Cehenneme girenler için de azab, amellerine göre derece derecedir. Azabın şiddeti veciz bir şekilde hatırlatılarak, insanların isyana dalmamaları istenmiş ve Allah'ın emirlerine sarılıp, nehiylerinden kaçınmaları ile bu azabdan korunabilecekleri tenbih edilmiştir.
Cehennem ehli ivin Allah'ın vaîdinin çetin ve şiddetli olduğuna da bu
hadiste işaret vardır. [426]
400. Ibn Ömer'den (r.a) Rasûlullah'in <s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Aüah'ın emriyle insanlar kabirlerinden kalkarlar. Öyle ki bir kısım insanlar kulaklarının yansma kadar ter içinde kalıncaya kadar Allah'ın huzurunda dikilirler". (Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir).[427]
Ka'b, kabirlerden kalkışın 300 yıl süreceğini söylemiştir. Kabirden kalkıp mahşer yerine varmanın zahmetinden, güneşin ve sıcaklığı orayı saran cehennem ateşinin hararetinden dolayı insanlar feci bir şekilde terlerler. Hadiste de belirtildiği gibi dünyadaki faziletlerine göre herkesin zahmet çekmesi ve sıcaktan etkilenerek, ter çıkarmaları farklı farklı olur.
Hadis okununca, âdeta bir ter denizi tasavvur ediliyor. Kimileri dudaklarına kadar bu ter içinde yüzerken, terinSazılannin ayak topuklarında olmasının naşı! izah edileceği şeklindeki soruya şöyle cevap verilmiştir: Salih kişilerin bastıkları yer yükseltilmiş ve bu sayede fazla ter-kan içine batma-maları sağlanmış olabilir. Ya da Hz. Musa'nın (a.s) denizdeki hâli gibi kendisi için yol açılıp giderken, hasımlarının boğulması gibi bir şey takdir edilmiş olabilir.[428]
401. Enes'den (r.a) rivayet edilmiştir: "Rasûluİlan bize daha önce öylesini işitmediğim bir hutbe okudu ve şöyle buyurdu: "Bildiğimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız". Bu söz üzerine sahabîler de yüzlerini örtmüş ağlıyorlardı". (Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir).[429]
Diğer bir rivayette hadis şöyledir: "Ashabdan birinin bir davranışı Ra-sûlultah'a haber verildi, o da bunun üzerine bir hutbe okudu ve şöyle buyurdu: "Cennet ve cehennem bana gösterildi, hayır ve şerri o günkü gibi görmüş değilim. Benim bildiğimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız". Ashab bu gün kadar değerli bir gün geçirmediler, başlarını örterek hıçkıra hıçkıra ağladılar".
Ahiret ahvalini, cennette hazırlanmış nimetleri ve cehennemdeki çetin azabın varlığını bilseydiniz az güler çok ağlardınız denmektedir.
Kâfirler ebediyyen cehennemlik olduklarından, güimek onlara hiç yakışmayacağı için hadiste hitap mü'm inleredir. Hadisten, ümit üzerine korkuyu tercih etmenin gereği anlaşılmaktadır. Ağlamaya teşvik, çok gülmekten de sakındırmak mevcuttur. Yine bir başka hadiste "Çok gülmeyiniz, zira çok gülmek kalbi Öldürür" buyuru hu ustur.
Ağlarken yüzün örtülmesi gereğine de işaret edilmiştir, bu müstehabtır.
Rasûlullah'a cennet ve cehhenemin arzedİmesi, ya sadık rüya İle görmesidir, ya da vahiy ile bildir ilmesidir. Hadisten anlaşıldığına göre cennet ve cehennem bugün mevcuttur. Bu ehl-i sünnetin görüşüdür. Mutezile ise cennet ve cehennemin kıyamet koptuktan sonra yaratılacağı görüşündedir.[430]
402. Mikdad'ın (r.a) Rasülullah'tan (sa) şöyle işittiği rivayet edilmiştir: "Kıyamet günü güneş insanlara bir millik mesafeye kadar yaklaşır. Hadisi Mik-dad'dan rivayet eden Süleyman b. Âmir "Peygamberimizin milden ne kasdet-tiğini bilmiyorum. Acaba ölçü birimi olan mili mi, göz boyamak için kullanılan mili mi kasdetmiştir? Der İnsanlar amelleri ölçüsüne göre ter içinde kalır. Kimi topuklarına kadar, kimi dizlerine kadar, kimisi beline kadar ter içinde kahr. Kiminin de teri ağzına kadar çıkarak onu iyice gemler". Bunu söyler ken Peygamberimiz ağzına işaret etmiştir. (Müslim rivayet etmiştir).[431]
Bu konuda muhtelif hadisler mevcuttur. Birinde de şöyle buyurulmak-tadır: "Kıyamet gününün uzunluğundan kâfire terinden gem vurulacak, hatta 'Yâ Rabb! Beni cehenneme götürmek suretiyle olsun biraz rahata kavuştur' diyecektir"
Kurtubî; "Şüphesiz ki, îmanı mükemmel bir mü'mine, yahut arş-ı âlâ gölgesinde bulunana bu hal zarar vermeyecektir" denilmiştir.
Kıyamet gününde insanların fazla ter dökmesinin sebebi, o günün şiddet ve dehşetlerininİn birbiri üzerine yığılması ve güneşin tepelerine yaklaşmasıdır. Bazıları da, birbirlerine acıdıkları için ter dökeceklerdir.
Hadisten anlaşılan, mahşerde yine insanlar amellerine göre şiddete duçar kalacaklardır. Dolayısıyla güzel ameller teşvik, kötü, şer görülen amellerden terhib (korkutma) ifade edilmektedir.[432]
403. Ebu Hürcyre'dcn (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kıyamet günü insanlar o kadar terler ki, terleri yetmiş arşın ye-t rin dibine kadar varır. Diğer taraftan da kulaklarına kadar ter içinde kalırlar". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[433]
Kıyamet gününün bu şiddetinden peygamberler, şehidler, Allah'ın dilediği diğer mü'min erkekler ve kadınlar uzaktırlar. Onlar bu çetin halde bulunmazlar.
En çok ter içinde kalanlar da sıra ile kâfirler, büyük günah işleyenler ve aşağı doğru günahkârlardır.
Hadisimiz kötü fiillerin sonucunun acı olacağına dikkat çekmektedir.[434]
404. Ebu Hüreyre'den (ra) rivayet edilmiştir:
Rasûhıllah'la beraber idik, bir ses duyduk, "işittiğiniz sesin ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. "Allah ve Rasûlü bilir" dedik. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Bu, yetmiş seneden beri cehenneme atılmış bir taştır. Bugüne kadar durmadan yuvarlanıyordu. Nihayet cehennemin dibine düştü. İşte şimdi onun sesini işitmiş bu/unuyrsunuz" (Müslim rivayet et-miştir).[435]
Ashabın cehenneme düşen taşın sesini duymaları onlar için bir keramettir. Kişinin bilmediği bir şey hususunda konuşması ve kendine sorulduğunda Allah'ın bileceğini söylemesi âdabdandır.
Hadis-i şerifte cehennemin ne kadar derin olduğuna dikkat çekilmiştir. Böyle derin bir ateşin de çetin bir azabının olması gerekir. Bu derinlik ve azabının çetinliği de insanları korkmaya çağırır.
Hadiste, birşey öğretecek olan şahsın, muhataplarının meseleyi iyice öğrenmeleri için, önceden dikkatlerini o konuya çekmesi gerektiği anlaşılmaktadır.[436]
405. Adiy b. Hatem'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kıyamet günü Allah sizlerin herbiri ile tercümansiz olarak konuşacaktır. Kişi o gün sağına bakar, dünyada İken yaptığı iyi amelleri görür. Soluna bakar, yine dünyada iken takdim ettiğini görür. Önüne bakar, karşısında cehennemi görür. Bir hurma yarısı kadar (sadaka) ile de oisa cehennemden korununuz'. (Buhârî ve Müslim rivayet edilmiştir).[437]
Hadisin şerhi için "Hayır Yollarının Çokluğu" bölümündeki 138 nolu hadise bakınız.[438]
406. Ebu Zerr'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyL1 buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ben sizin görmediklerinizi görüyorum. Gökyüzü meleklerin ağırlığından dolayı ses çıkardı. Bu çatırdamasında da haklı İdi. Çünkü orada meleklerin secde etmediği dört parmaklık bir yer bile yoktu. Vallahi, eğer bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız. Döşeklerinizde kadınlarınızla oynaşmaz, sahralara dökülür Allah'a feryad ederdiniz". (Tirmİzî rivayet etmiş 'hadis hasendir' demiştir).[439]
Şafiî uleması gök ehlinin yeryüzündekilere üstün olduklarına bu hadisle delil getirmişlerdir. Orası, itaat mahallidir, isyana yer yoktur. Şeytan gibi isyan edenler ise toplum dışı bırakılır.
Hadiste gülmenin az, ağlamanın çok olarak vasıflandırılmışında, Allah'tan affını isteyen kulların ümitsizliğe düşmemelerine İşaret vardır. Korkulan, ümitlerinden fazladır, fakat ümitleri hep de kaybolmuş değildir. Aynı anda hadiste, korkunun ümide galip gelmesi de tenbih edilmiştir. Sahralara dökülüp feryad etmekten maksad, "Allah'a yüksek sesle istiğasede bulunur, afvtmzı taleb ederdiniz" demektir.
Hadis, Allah'ı, nimetlerini ve azabını bilenlerin korkusunun daha da artacağına ve isyana düşme İhtimallerinin azalacağına işaret etmektedir.[440]
407. Ebu Berze b. Ubeyd el-Eslemî'den (naJ-Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kıyamet günü insanlar beş şeyden sorguya çekilmedikçe yerinden ayrılamaz: Ömrünü nerede harcadığından, ilmi İle ne amel işlediğinden, malını nerden kazandığından ve nasıl harcadığından, vücudunu, sıhhatini nerede ve ne şekilde yıprattığından (sorulacaktır)". (Tİrmizî rivayet etmiştir. "Hasen-sahih" demiştir).[441]
Ebu Berze, bu künye ile bilinen tek sahabîdir. Mekke fethine katılmıştır. 46 hadis rivayet etmiştir.
Basra'da yaşamış ve Basra'da vefat etmiştir. Muavİye'nin hilafeti zamanında Horasan'da Öldüğü de söylenir. Ölüm tarihi ihtilaflıdır, hicrî 64 veya 66 tarihinde ölmüştür.
Kişi, ömrünü Allah'a itaat hususunda mı, yoksa isyan ederek günahlar içinde mi geçirdiğinden sorulur. İlmini sırf Allah rızası için iyi ameller mi, yoksa gösteriş ve makam mevkî elde etmek için mi kullandığından sorulur. Malının kazanç yollan helâl mi, haram mı olduğundan ve sarfettiği yerlerin Allah'ın rızasına uygun olup olmadığından sorulur. Bedenini de efendisi bulunan Allah'a itaat ile mi, isyan ite mi geçirdiğinden sorulur.
Bu sorgudan, peygamberler ve salih mii'minlerin bazıları muaf tutulurlar. Zira onlar cennete hesapsız girerler.[442]
408. Ebu Hüreyre'den [ta) rivayet edilmiştir: "Rasûlullatı (s*) "O günde yeryüzü haberlerini anlattığı vakit" (Zilzâl, 4) ayetini okudu, sonra "Yerin haberleri nelerdir bilir misiniz?" dedi. "Allah ve Rasûlü bilir" dediler. O da şöyle buyurdu: "Onun haberleri; her kötü ve cariyenin yaptıklarına fahid olup, sen filan gün şöyle şöyle yaptın demesidir. İşte yeryüzünün vereceği haberler bunlardır". (Tİrmizî rivayet etmiştir. 'Hadis hasendir demiştir).[443]
Kıyamette, yeryüzünün bir dtl ile Üzerinde işlenilen amelleri ve faillerini teker teker söylemesi mümkündür. Ya da bu haberlerden maksad, Allah'ın verdiği nimetleridir. Yeryüzünün her köşesindeki Allah'ın nimetleri dağıtılmış ve yeryüzü de bu nimetlere şahid tutulmuştur. Şah id olduğu nimetleri haber vermesi ve böylece aleyhlerine şahidlik yapması da mümkündür.
Ayet-i kerime ve bir kısım hadislerde de belirtildiği üzere, kıyamet günü amel deftehndekine itiraz edenlere kendi bedeninden ve sair eşyalardan şa-hîdier getirilir. Böylece onların itirazları reddedilir.
Hadiste bunlar hatırlatılarak, isyandan kaçınılıp itaata koşulması ten-bih edilmektedir. Zira Allah dilerse her kötülüğe bir şahid getirebilir. Allah'ın kudreti yücedir. Dilerse câmid cisimleri bile konuşturur ve dilediği kişilere şahidlik yaptırır.[444]
409. Ebu Said el-Hudrî'den (r.a) Rasûiullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ben şu dünyada nasıl sevinebilirim ki, sur sahibi (İsrafil) boruyu ağzına koymuş, ne zaman üfürecegine dair emir beklemektedir. Emir alır almaz hemen üfleyecektir". Kıyametin yaklaştığı haberi sahabîlere çok ağır gelmişti. Peygamberimiz onlara, "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" deyiniz, buyurdu". (Tirmizî rivayet etmiştir. 'Hadis hasendir' demiştir).[445]
Kıyametin dehşetinden korkarak Allah'a iltica etmek ve sahih amellere koşmak gerekir. Kişi kendinin ve üzerinde yaşadığı dünyanın fani olduğunu unutmamalı ve her iki son için de hazır bulunmalıdır. Ebedî bir hayat zannı ile dünyanın cilvelerine aldanmamalıdır.
Hadisten Peygamberimizin ümmetine karşı ne kadar şefkatli olduğu anlaşılmaktadır. Kıyamet anının dehşetini hatırlamak, ashabını üzdüğü İçin; üzülmelerine dayanamayarak, Allah'a sığınıp dua etmelerini istemiştir. Korkulu anlarda Allah'ı unutmayarak O'na sığınılması gerektiğine işaret edilmiştir. Yine hadisten kıyametin kötü insanlar üzerine kopacağı anlaşılmıştır. Yani iyi kişiler ya bu dehşetli andan önce öldürülerek onu görmemeleri sağlanacak, ya da o vakit yeryüzünde genelde kötü kişiler kalmış olacaktır.[446]
410. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasülullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Korkan geceden yol alır (ibadet eder). Bu şekilde hareket eden de amacına ulaşır. Şunu biliniz ki Allah'ın mctuı pahalıdır. Bitiniz ki, Allah'ın meıaı cennettir". (Tirmizî rivayet clmiş "Hadis hasendir" demiştir).[447]
Mahlûkatian korkan, korktuğundan kaçar, Allah'tan korkan İse O'na koşar ve korkusundan dolayı masiyetlerden kaçarak tâata sarılır. Gece yatağında rahaı yalamaz da, ibadet için uykusunu terkeder. Bu şekilde hareket kişiyi arzuladığı rıza-ı Bâri'ye kavuşturur.
Kıymetli eşyalar pahalıdır, onları elde edebilmek için yoğun çalışmak gerekir. Allah katında bulunan meta ise daha pahalıdır ve o cennettir. Cennete girebilmek için, ona sahip olmaya lâyık bir şekilde İbadet vç mal biriktirilmesi lâzımdır. Kişi cehennemden korktuğu kadar, onun için, cenneti umduğu kadar da cennet için çalışmalıdır.[448]
411. Hz. Âişe'nin (r.a) Rasütullah'm (s.a) şöyle buyurduğunu İşittiği rivayet edilmiştir: "İnsanlar kıyamet günü, yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşrolunacaktır. "Ya Rasûlallah! Kadınlarla erkekler bir arada mı haşro-lacaklar? Birbirlerine bakarlar" dedim. Ey Âİşe! tş bunu hatıra getirmeyecek kadar şiddetlidir, buyurdu".
Diğer bir rivayette hadisin son kısmı şöyledir: "O günde durum, insanların birbirlerine bakmalarından çok çok önemlidir" (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[449]
Hadisimiz kıyamette mahşerin ahvalinin çetin olacağına delildir. Kadın ve erkeklerin örtüsüz olmalarına rağmen göz ucu ile de olsa bakmayı istemeyecekleri anın dehşetine ve akılların, fikirlerin başka şeyle meşgul olduğuna delildir. Mahşer günü Kıır'an'da da şöyle tasvir edilmiştir: "O gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, hanımından ve oğlundan kaçar (Zira) o gün herkesin bir meşguliyeti vardır" (Abese, 34-37)
Dehşetli günün dehşetinden ve hesabın zorluğundan korunmak için hesaba hazırlıklı olmak gerekir. Korku bölümünde bu hadisin zikredilmesinden murad da, o günü hatırlayarak Allah korkusu İle itaata koşmayı teşvik içindir.
Kişi korktuğu şeylerden emin olmak için korku silahı ile silahlanmalı-dır, o da, isyandan kaçınmayı, itaata koşmayı teşvik eden Allah korkusudur.[450]
"De ki; ey nefislerine fenalık yapmakta ileri gidenler! Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyiniz. Çünkü Allah bütün günahtan bağışlar. O gafurdur, rahimdir" (Zümer, 53)
"Biz nankörlükte ve küfürde ileri gidenlerden başkasını cezalandırır mıyız?" (Sebc, 17)
"Bize vahyolundu ki azab, peygamberleri yalan sayan ve Hak'dan yüz çevirenleredir" (Tâhâ, 48)
"Rahmetim her şeyi kuşatmıştır" (A'raf, 156) [451]
412. Ubade b. Sâınit'dcn İra) Rasûlııllah'm (s.a) söyle buyurduğu rivayet edilmisni: "Kim, y;ılm/ seı iki olmayan Alİah'daıı bıcjka iktlı olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın kulu ve peygamberi olduğuna; İsa'nın Allah'ın kulu elcisi, Meryem'e ilka eltiüi kelimesi veO'ndan yelen bir ruh olduğuna; cennet m ve cehennemin hak okluğunu şehadet ederse, Allah o kimseyi amelim.1 derecesine uoıe cemide koyar". (Buharı W: Muslim rivayet etmişlerdir).[452]
Müslim'in naklcııiûi başka bir rivayetle şu ziyade vardır: "AUah'dan başka ilah tilınıulıûnm iv Muhanum'd'in O'nıtrı pcyınımhcri olduğuna şehadetlik yapana, Allah tviıcunaniJuiratn Kılar".
1 indisimi/ itnanİ! olarak ölenin eennele gireceğine delildir. Cennete giriş ya amelleri çok i\i ise cehenneme uğramadan olur. Ya da günahları mikıarı cehennemde temizlendikten sonrı cennete yider. Vani imanlı ölen kişinin ebedî istirahâigâhı cennettir. ftûyuk günahlar bile imana mâni değildir.
İman esaslarından hııisi, şeriksı/ olarak AHaiı'm birliğine inanmaktır. Hiçbir komıUa ortaklık kabul etme/. Sı tat hırında, tiilicrinde şeriki olmadığına inanıimahdır, Şehadcı getirmedeki asıl kalben tasdiktir. Dil ile ikrar ise, kişinin kentlisine l.slâmî muamele yapılması için gereklidir, yoksa imanın şartı değildir. Zİrâ'dİl ile ikrar sarı olsaydı dilsizin, imanının, sahih olmaması gerekirdi.
İsa'nın (a.s) burada zikredilmesi hirisliyaniunn yanlış iükadlerine dikkat çekerek, işin hakikatini tenbih etmek maksadına matuftur. Hz. İsa'ya (a.s) kelimetuUah denmesi; vasıtasız Allah'la konuştuğu içindir. Allah'a isnadı da ta'zim ifade etmek İçindir. "Ruh" denmesinin sebebi de, Hz. isa'nın (a.s) ölüleri mucize olarak dirilt m esin dendir. Yâni bu itibariyle bir ruha benzetilmiştir.
Mü'min olarak ahİrete giden kimsenin cehenneme haram kılınması, orada ebedî kalmaması şeklinde anlaşılmalıdır. Zira imanlı kimse cehennemde ebedî kalmaz.
Günahlarına tevbe etmeden ölen mü'minin cehenneme uğramadan cennete girmesi tasavvur edilemezse de, levbe ettikten sonra ölen mü'minin cehenneme uğramadan cennete girmesi mümkündür. Zira tevbe sayesinde günahlarının hepsini afvcdeccğiııi Allah va'deder.[453]
413. Ebu Zerr'deh (ra) Rasûlullah'm şöyle buyurduğu rivayet edilmiştin "Aitah şöyle buyuruyor: Bir iyilik işleyene on kat sevab verilir veya daha da artırırım. Kim bir kötülük İşlerse onun karşılığı kendisi kadardır (artmaz), ya da bağışlarım. Bana bir karış yaklaşana ben bir arşın yaklaşırım. Bir arşın yaklaşana ben bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelene ben koşarak giderim. Bana şirk koşrnayıp, yeryüzünü dolduracak kadar günahla huzuruma gelirse, ben de o kadar mağfiretle, bağışla onu karşıianm". (MiJsîim rivayet etmiştîr).[454]
İyi bir amele en azından on misli mükafat verilir. Bu mükafat, amelin güzelliğine ve Allah'ın hoşnutluğunu celbctmeşine göre yediyüz kata kadar yükseltilebilir. Bu cümleleri teyid eden ayetler mevcuttur. İslâm'da kötülük ise katlanmaz. Ancak kötülüğe misli ile karşılık verilir. Ya da diğer güzel bir ameli ve ibadeti sayesinde ceza vermeksizin Allah o kişiyi affeder.
İbadet ve taatla Allah'a yaklaşmak İsteyeneTAllah rahmeti ile yaklaşır. Ne kadar Allah'a yaHaşmak ister ve bunun için gayret sarfederse Allah o kadar rahmeti ile karşılık verir, hatta yağmur gibi rahmetini o kulun üzerine boşaltır. Allah'ın rızasını kazanmak İçin yapılan hiçbir amelin karşılıksız kalmayacağına işaret edilmiştir. Azıcık bir amel bile yapsa katlanarak mükafatım görecektir.
İmanda noksanlık olmadığı müddetçe, günahları kulun ebediyyen cehennemde kalmasına sebep değildir. Zira Allah dilerse o günahlarını affederek doğrudan cennete koyar. Şirkin günahların en büyüğü olduğuna ve o halde ölen kişinin ebedî cehennemde kalacağına mezkur hadis işaret etmektedir.
Her zaman kullarının günahları yanında Allah'ın mağfiret ve rahmeti daha fazladır.
Kul ümitsizliğe düşmeyerek, itaatla Allah'a yaklaşmaya çalışmalıdır. Kastedilen şirk, şîrk-i celî ve ibadette ortaklık tanınmasıdır. Yani AİEah-tan başka ilah kabul etmek veya ilah olarak Allah'ı tek kabul etmekle birlikte başkalarına da ibadet etmek şirktir. Bu şekilde şirkten uzak olarak ölen kimse cennete girer.
Bu şekilde Ölen kişinin cennete gireceği hakkında ulema icmâ etmiştir. Büyük günahlarda ısrar ederek ölse de cennete girer. Günahla ölen kişiyi Allah dilerse affederek doğrudan cennete kor, dilerse azabını çektikten sonra cennetekor.
Müşrik olarak ölen kişi ise, ebedî cehennemdedir. Bu konuda ehl-i ki-tab, putperest ve diğer kâfirler eşittir. Yine bu konuda inatçı kâfir veya başkası, İslâm milletine intisap etmeyenler arasında fark yoktur.
Gizli şirk olarak vasıflandırılan riya ise; sahibi îmanh ölmüş ise onun ebedî cehennemde kalmasını gerektirmez.[455]
414. Câbir (r.a) der ki: "Bedevilerden biri Peygamberimize gelerek iki gerektirici sebep (cennet ve cehenneme girmeye sebep olan şey) nelerdir diye sordu. O da şöyle buyurdu: "Allah'a şirk koşmadan ölen cennete girer, Allah'a şirk koştuğu halde Ölen ise cehenneme girer" (Müslim rivayet etmiştir).[456]
415. Enes'den (ra) rivayet edilmiştir:
Bir yolculuk esnasında Peygamberimiz hayvan üstünde, Muaz da arkasında yol alırlarken, Rasûİullah "Ey Muaz!" diye seslendi. Muaz "Buyur ya Rasûtallah!" dedi. Rasûİullah üç defa seslendi, Muaz da her defasında "Buyur ya Rasûlallah!" diye cevap verdi. Sonunda Rasûluliah şunları buyurdu:
"Allah'tan başka İlah olmad.ğma ve Muhammed'in de O'nun kulu ve rasûlü olduğuna samimi kalbi ileşehadet eden kutuna Allah cehennemi hamın kılar" Muaz "Ya Rasülallah! Bunu insanlara haber vereyim de, sevinsinler mi?" diye sordu. Peygamberimiz "Duyunca tembelliğe dtişup amel işlemezler" dedi. Muaz, bu hadisi, bildiğini gizlemekten dolayı düşeceği günahtan korksuğu için ölümü sırasında haber verdi". (Buharı ve Müslim rivayet etmişlerdir).[457]
Hadis, imanlı olarak ölen kimsenin ebedî cehennemde kalmayacağına işaret etmektedir. Cehennemin ona haram kılınması bu manada anlaşılmalıdır. Biraz cehennemde kalması, hadise mııaru değildir. îmanın asıl yerinin kalb olduğunu da hadisimiz ayrıca işaret etmektedir. Peygamberimizin ümmetine karşı olan şefkatini de yansıtmaktadır. Daha ulvî amavla. tembelliğe itebıime korkusu île bu mujde-ânin duyurulmamasını istemiştir. Burudan, eğer mahzur doğuracaksa bıı hadisin söylenmemesinde bir beis olmadığı anlaşılmaktadır.
Muaz'ın son nefesinde hadisi löyiemesi de yine başka bir hikmete meb-nidir. O da, İslâm adına bilinmesi gereken bir şeyin kendi tarafından gizlenerek kaybolması ve bu sebeple azaba duçar olma korkusudur. Zira ilmi gizleyerek kaybolmasına sebep olanlar Allah'ın laneti ile lanetlenmektedirler.
Hadisimiz insanın yüceliğine işaret çimekledir. Mıı'mın günahlarından dolayı ümitsizliğe dıışniL-meli, Allah'ın mağl'ıa-tine Mğınmahdır. îman nurunu sondürmemeye çalışmalıdır. Ümitsizliğe düşmenin /ararı kadar asın umitvar olmak da zararlıdır. Kişi korku ve ümit dengesini bozmamalı, kendi ihtiyacına göre bunların dozunu ayarlamalıdır.[458]
416. Ebu Hüreyre veya Ebu Saîd el-Hudrî 'den (r.a) (hadis ravisi bu İkİ isim arasında tereddüde düşülmüştür. Fakat sahabînin isminin belirlenmesi hususunda düşülen tereddüt önemii değildir. Zira bütün sahabsler âdildir) rivayet edilmiştir:
Tebûk savaşında ashab aç kalınca Peygamberimize "Yâ Rasülallah! hin versen de develeri kesip yesek ve yağ ihtiyacımızı da karşılasak " dediler. "Olur, öyle yapın" buyurdu. O sırada Ömer gelerek "Ya Rasülallah! Eğer buna izin verirsen binek hayvanları azalır. Bunun yerine, yiyeceklerini getirmelerini emredin ve bereketlenmesi için dua edin. Umulur ki Allah bu tükenmiş yiyeceklere bereket verir" dedi. Peygamberimiz de Ömer'in arzusunu tasvib ederek "evet" dedi ve deriden bir yaygı getirip sermelerini ve kalan azıklarını da oraya getirmelerini İstedi. Kimi bir avuç dan, kimi bir avuç hurma, kimi de bir parça ekmek getirdi, öyle ki, yaygı Üzerinde az miktarda bir yiyecek toplanabilmişti. Sonra da Peygamberimiz bereketlenmesi için dua etti ve "Şimdi kaplarınızı doldurun" buyurdu. Onlar da kaplarını doldurmaya başladılar. Nihayet boş kap kalmamıştı ve doyuncaya kadar da yediler, yine de arttı. Sonra Peygamberimiz şöyle buyurdu: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim
Allah'ın Rasûlü olduğuma şehadet ederim ki, bu iki cümleye şüphesiz inanarak Allah'a kavuşan kimsenin cennetten mahrum katması düşünülemez'' (Mös-lİm rivayet etmiştir).[459]
Tebûk, Şam ile Medine arasında yan yolda bulunan bîr şehirdir. Medine'den on dört konak uzaktadır. Bir rivayete göre Tebûk gazasına yabudıler-den bir cemaat sebep olmuştur. Bunlar Hz. Peygamber'e (s.a) gelerek "Ki Ebe't-Kâstm! Eğer peygamberlik iddiasında doğruyu söylüyorsan, hemen Şam'a git. Çünkü Şam peygamberler ve mahşer diyarıdır" demişler, Hz. Peygamber de bunun üzerine ordusu ile yola çıkmıştı. Maksadı yalnız Şam'a gitmekti. Fakat Tebûk'a vardıkları zaman Allah Teâlâ "Az daha seni bu yerden çıkarmak için zorlayacakladt" (İsra, 76) ayetini indirdi ve yahudilerin suikast yapmak istedikleri anlaşıldı. Bunun üzerine Rasûlullah Medine'ye döndü. O sene Hicaz'da müthiş bir sıcak ve açlık vardı. .
Hadiste ashabın edebine işaret edilmektedir. Çok sevdikleri ve arzu ettikleri şey hususunda dahi Rasûlullah'ın iznini almak istemişler, İzinsiz bir iş yapmamışlardır. Kumandan izin alınmadıkça asker harbde kullandığı hayvan ve silahını, kendi mülkü de olsa telef edemez. Zira bu hareket İslâm ordusunu zayıflatır. Bunda büyük bir menfaat ve zarardan dolayı telef sözko-nusu ise o zaman caizdir. Çünkü zaruretler haramları mubah kılar.
Yİne hadisimizden şu anlaşılmaktadır: Bir âmir veya kumandanın emri altında bulunan kimse, âmirinin yanlış bîr hareketini görürse, ona doğru bulduğu hatt-ı hareketi bildirerek verdiği emri geri aldırmağa çalışmalıdır. Hz. Ömer'in peygamberimize fikir beyan etmesi buna delildir.
Hadis'te görülen yemeklerin Rasûlullah'in duası ile bereketlenmesi çok defa vuku bulan mûcizelerindendir.
Hadisimiz yine, imanlı olarak ölen kişinin mutlaka cennete gideceğini teyid etmektedir.[460]
417. Itbân b. Mâlik'den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
Kavmim SalİmoğuHarına namaz kıldırırdım, onlarla aramda bir dere vardı. Yağmur yağıp, seller geünce, dereyi geçemediğimden mescide gidemi-yordum. RasûİuÜah'a gittim ve "Gözlerim pek görmüyor, yağmurlar yağdığı vakit aramızda bulunan dere akıyor da zor geçiyorum, sizin, evime gelerek namaz kılmanızı, ben de o mekânı namazgah edinmeyi arzuluyorum" dedim. Peygamberimiz, "Olur, geliriz" buyurdu. Ertesi gün Rasûlullah Ebu Bekir ile birlikte kızgın sıcakta geldiler. İzin İsteyerek eve girdiler. Oturmadan "Evinin neresinde namaz kılmamı islersin" diye sordu. Namaz kılmasını arzuladığım yeri kendisine gösterdim. Rasûlullah durup tekbir aidi, biz de arkasında saf bağladık, tki rekât kılıp selâm verdi. Biz de kendisi ile birliket selâm verdik. Kendisi için haydanan un çobasmı yemesi için bir mtiddet beklemesini istedim.
Mahalle halkı Peygamberin evimde olduğunu duyunca eve doldular, hayli kalabalık oldu. Bu arada biri "Mâlik nerede, onu göremiyorum" diye sordu. Diğer biri de, "O münafıktır, Allah ve Rasûlü'nü sevmez" dedi. Peygamberimiz de, "Öyle söyleme, görmüyor musun Allah rızasını umarak lâ ilahe illallah dedi" diye söze karıştı. Adam "Allah ve Rasûlii daha iyi bilir, fakat biz. vallahi onun münafıkları sevip onlarla konuştuğunu görüyoruz" dedi. Peygamberimiz "Allah, rızasını umarak lâ ilahe illallah diyen kimseyi cehenneme haram kılmıştır" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[461]
Itbân b. Mâlik, Bedir savaşına katılmış bir şahabıdır. Hz. Muaviye'nİn yönetimi döneminde vefat etmiştir.
Ashabın haklarında söz ettikleri şahıslar münafıklardandı. Onların çirkin halleriyle kötü icraatından ve müslümanlara reva gördükleri zahmetlerden bahsedilmiş, sonunda kabahatin büyüğü Malik b. Dehşum'a yükleülmiştir. Halbuki Hz. Mâlik ensardan olup Bedir gazvesine de iştirak etmiştir. Ondan asla nifak beklenemezdi. Müslüman olduktan sonra yaptığı bütün icraat böyle bir itham altında kalmasına mâni idi. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a) ashabın bu husustaki fikrine İştirak etmemiş, "Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed O'nun Rasülüdür" diye şehadet eden bir zatın cehenneme girmeyeceğini bildirmiştir.
Cehenneme girmeyeceği sözünden de ebedî olarak orada kalmayacağı anlaşılmalıdır. Kur'an ve hadislerin genelinden anlaşılan, günahkârın günahı kadar cehennem azabını gördükten sonra mutlaka cehennemden çıkacak olduğudur.
Hadisten anlaşılan diğer esaslara gelince; namaz kılanın yanında onu meşgul etmeyecek şekilde konuşmak caizdir, eve girerken izin istenmelidir, ev sahibinin izni İle misafir imam olabilir, nafile namazlarda da cemaatla namaz caizdir. Büyükler, ulema ve faziletli kişiler kendilerine tabî olanları ziyaret ve tebrik edebilirler. Bir maslahat dolayısı ile kendinden büyük bir zan çağırmak caizdir. Gündüz nafilelerini de gece nafileleri gibi ikişer rekât kılmak caizdir. Körlük ve benzeri özürler dolayısı ile cemaat terkedilebilir. Yalnız bir şüpheden dolayı mü'minler hakkında süizanda bulunmak caiz değildir.[462]
418. Ömer b. Hattab (r.a) der ki:
Peygamberimizin huzuruna bir esir kafilesi getirilmişti. Onların arasında çocuğundan ayrı düşmüş, çocuk hasretinden her bulduğu çocuğu kucağına alıp emziren bir kadın gördü. Rasûlullah ashabına "Hiç bu kadın çocuğunu ateşe atar mı?" dedi. Onlar "asla" diye cevap verdiler. Peygamberimiz de "Allah kullarına karşı şu kadının çocuğuna olan şefkatinden daha şefkatli ve merhametlidir" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[463]
Hadis, Allah Teâlâ'nın kullarına olan şefkat ve merhametini tasvir etmektedir. Zira Allah Teâlâ peygamber göndererek, kitaplar indirerek kullarının hayrını murad etmiş ve cehennem azabından onları korumaya çalışmıştır. Yine Allah'ın kullarına şefkatinin delili olarak, onların tevbelerini kabul etmesi, kendi rahmetinden ümid kesmemeyi tavsiye etmesi ve sıkıştıkları an kendine sığınmalarını emretmesi gösterilebilir.[464]
419. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlullah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah mahlûkâtı yaratınca, arşın üstünde, kendi katındaki bir kitaba "Rahmetim gazabıma gâlib gelir" diye yazmıştır".
Bir rivayette lafız "Rahmetim gazabıma gâlib gelmiştir" şeklinde, diğerinde ise "Rahmetim gazabımı geçmiştir" şeklindedir. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[465]
Alimler, "Allah'ın rızası ve gazabı irade sıfatına rücû eder" demişlerdir. Yanİ, itaat edene sevap vermeyi İrade etmesine rızası ve rahmeti denmiştir. Âsi kişilere de ceza vermeyi irade etmesine de Allah'ın gazabı denmiştir. Allah'ın irade sıfatı kadim bir sıfattır ve tüm muradlan bu sıfatla olur.
Rahmetinin gazabını geçmesi veya gâlib gelmesi rahmetinin daha şümullü olması, daha çok olması anlamındadır. Zira daha önce de görüldüğü gibi, iyiliklerin karşılığı yediyüz misline kadar katlanır, kötülüklere ise misli ile karşılık verilir.
Bu dahi Allah'ın rahmetinin daha fazla ve şümullü olduğuna delildir. Diğer bir delili de Allah'ın kendisine isyan edene de, itaat edene de rızkını bol bol vermesi, kâfiri de, âsiyi de nzıkları içinde son nefeslerine kadar küfür ve isyanlarına bakmaksızın yedirip içirmesi ve hemen cezalarım vermemesidir.[466]
420. Ebu Hüreyre'den Rasûlulluh'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Allah rahmeti yüz parçaya bölüp, doksandokuzunu katında alıkoymuş ve birini yeryüzüne indirmiştir, işte tüm mahlükât, binek hayvanının yavrusunu ezmemek için ayağını kaldırmasına kadar, bu tek dilimle birbirlerine karşı merhamet göstermektedirler".
Değişik bir rivayette hadis şöyledir: "Allah'ın yüz rahmeti vardır. Birini cinlerin, insanların, hayvanların ve böceklerin arasına İndirmiştir. İşte bunlar bir dilim rahmet İle birbirlerine esirgeyip, merhamet etmektedirler. Bu rahmet dilimi ile vahşi hayvanlar, yavrularına şefkatle davranıyorlar. Rahmetinin doksandokuz dilimini de, ahirette kullarına rahmet etmek için geriye bırakmıştır". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[467]
Müslim'in Selman'dan naklettiği bir rivayette hadis şöyledir: "Allah'ın rahmeti yüz dilimdir. Yalnız bir dilimi ile mahlükât aralarında birbirlerine şefkat ve merhamet gösterirler. Diğer doksandokuzu ise kıyamet günü için bekletilmektedir"
Başka bir rivayette hadis şöyledir: "Allah gökleri ve yeryüzünü yarattığı zaman, her biri göklerle yer arası büyüklüğünde yüz rahmet yaratmıştır. Rahmetlerden birini yeryüzüne vermiştir de, ananın çocuğuna, vahşi hayvanın ve kuşların birbirlerine şefkat gösterip kayırmasına varıncaya kadar hepsini bu rahmet sağlamaktadır. Kıyamet gününde ise, rahmetini tamamı ile kullanır".
Ncvevî diyor ki: Bu hadisler müslümanlar İçin ümit ve müjde hadisleridir. Alimler, insana bu bir rahmetten $u keder dünyasında Kur'an, namaz, kalbine rahmet ve saire gibi nimetler verilirse, karar ve mükâfat diyarı olan -ahiretteki Allah'ın doksan doku/ rahmeti bir düşünülmeli, demişlerdir.
Müslim sarihlerinden Übbî: "Birtaksim, Allah'ın rahmetinin çokluğundan kinayedir. Bununla beraber, rahmet nev ilerinin hakiki taksimi olması da muhtemeldir. Bu taksime göre, rahmetin diğer nevilerini Allah bilir" demiştir.
Bu hadisler bir temsilden ibarettir. Yoksa Allah Teâlâ'nm rahmeti sınırlı değil ki, taksimi kâbii olsun. Maksat mahlûkâta verilen rahmeıin azlığını, Allah katında olan rahmetin ise çokluğunu anlatmaktır.
Kıyamet günü diğer rahmet nevîlerinin işlerlik kazanacağı bildirilmekle müslümanlara yeni ümitler bahşedilmiş ve müjde verilmiştir.[468]
421. Ebu Hüreyre'den Peygamberimizin bir kudsî hadiste söyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
Kul günah işleyip peşinden "Allahım! Günahımı affet, beni bağışla" diye dua ettiğinde Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Kulum bir günah işledi, fakat günahını affedecek veya günahı sebebi ile cezalandıracak bir Rabbi bulunduğunu bildi" Aynı kul, bir daha günah işleyip, peşinden "Ey Rabbim! Günahımı affet" diye dua ettiğinde yine Allah "Kulum günah işledi, fakat günahını affedecek veya günahı sebebi ite cezalandıracak bir Rabbinin olduğunu bildi" der. Aynı kul tekrar günah işleyip, Rabbinden affını istediğinde, Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Kulum günah işledi, fakat günahını affedecek veya günahı sebebi ile cezalandıracak bir Rabbinin bulunduğunu da unutmadı, ben kulumun günahını affettim, dilediğini yapsın" (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[469]
Hadis-i şerif, kulun günahı defalarca tekerrür etse de tevbesinin kabul edileceğine delildir. Bütün günahlarına birden tevbe etmek dahi caizdir. Kur-tubî diyor ki: "Bu hadis istiğfarın faydasının büyük olduğuna ve Allah'ın rahmet ve İhsanının genişliğine delildir. Fakat bu istiğfarın dille birlikte manası da kalbde yer etmelidir. Tâ ki, ısrar düğümleri bununla çözülsün, pişmanlık hâsıl olarak günahı terk etsin. Yoksa maksat diliyle estağfirullah deyip, kalbiyle o günaha ısrar etmek değildir. Böyle bir istiğfar da yeni bir istiğfara muhtaçtır".
"Dilediğiniyap" ifadesinin manası; madem ki günah işlediğin vakit tevbe ediyorsun, ben seni affederim, demektir.
Halis tevbeyi Allah kabul eder ve bu sayede kul günahlarından dünyada iken temizlenebilir. Mü'min kalbini tevbe ile temizlemeli ve tevbe ederken kalbi ile Rabbinin affını düşünmelidir. Tevbe kapısının varlığını bilmekle birlikte, günahlardan uzaklaşmaya çalışmalı ve hayırlı ameller işlemeye koşmalıdır. Bir günah işlediği zaman tevbe ederek Allah'a yönelmeli, günahda ısrar etmemelidir. Bilinmelidir ki, küçük günahlar da olsa, günahda ısrar onun büyümesine vesile olur.[470]
422. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlullah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ailah adına yemin ederim ki şayet siz hiç günah işiemeseydiniz, Allah sizi yok edip yerinize günah işleyen ve Allah'tan af dileyen, Allah'ın da günahlarını affedip kendilerini bağışladığı bir toplum getirirdi". (Müsiim rivayet etmiştir).[471]
Hadis, Allah'ın kullara karşı afv ve mağfiretinin ziyade olduğunu ifade eder. Allah kulunun günahlarını bağışlamaktan zevk duyar. Kulun görevi de, günahlarının affını Allah'tan istemek ve devamlı yüzünü Allah'a yönelterek, büyüklüğü karşısında acziyetini, günahkârlığını ifade ederek yalvarmaktır.
Fazla malumat için bir sonraki (423. hadis) hadise bakılmalıdır.[472]
423. Ebu Eyyub Halid b. Zeyd'in (r.a) Rasûlullah'ı şöyle buyururken işittiği rivayet edilmektedir: "Eğer siz günah işlemeyecek olsanız, Allah günah işleyip tevbe eden vetevbelerini kabul edeceği kimseler yaratırdı'. (Müslim rivayet et mistir)[473]
Hadis-i şerifi Hz. Ebu Eyyub ölüm döşeğinde iken rivayet etmiştir. O ana kadar gizlemiştir. Bunun sebebi, müslümanlar ona itimat ederler de gevşerler ve günahlara dalarlar diye korkmasıdır. Vefatmdan önce bu hadisi ondan başka bilen yoktu. Bu takdirde hadisi söylemesi farz-ı ayn olur.
tbn; Mâlik hadis hakkında şunları söyler:: "Hadis İnsanları günah işlemeye teşvik için söylenmemiştir. Onun söylenmesindeki maksad o andaki ashabı teselli etmek ve onlarda bulunan aşırı korku halini gidermektir. Çünkü ashabi aşın bir korku sarmıştı ve kimi ibadet için dağlara çıkmıştı. Kimi yalnız AJIah'a ibadetle meşgul olabilmek için hanımlarından ayrılmıştı. Kimi hiç uyumamaya yemin etmişti, kimi de devamlı oruç tutmaya söz vermişti. İşte bu ortamda Rasûlullah bu hadisi ile ashabına Allah'ın mağfiretini hatırlatmış, kullardan hiç günah işlememeleri gibi bir halin istenmediğini tenbih etmiştir.
Hadis, aşın korku halinde bulunan kişilere aşırı ümit verilerek (korku-ümit arası) dengesinin kurulmasını sağlamak için kurulmuştur.
Hadis, mü'minlere bağış ve af müjdesi taşımakta ve içlerindeki aşın korkuyu İtidale çekmektedir. Zira kişi ancak bu itidal sayesinde rahat olur, hem dünyevî he n de uhrevî amellerini ancak bu sayede düzgün yapabilir.[474]
424. Ebu Hüreyre (r,a) der ki:
RasûluMah (s.a) İle beraber oturuyorduk. Yanımızda Ebu Bekir, Ömer ve birkaç kişi daha vardı. Hz. Peygamber ayağa kalkıp yanımızdan ayrıldı. Geri gelmesi gecikince, birşey oldu korkusuyla telaşlandık. Telaşlananların ilki bendini. Hemen Rasûlullarr i aramaya çıktım. (Etrafı ararken) bir ensâri-nîn bahçesinin duvarına gelmiştim. Ebu Hüreyre hadisi tafsilatlıca anlatarak sözü Peygamberimizin şu emrine kadar getirdi: "Git şu duvarın ardında karşılaştığın A Hah '(an başka ilah olmadığına samimi bir kalble şehadet eden herkesi cennetle müjdele" (Müslim rivayet etmiştir).[475]
Hadisten anlaşılan âdab ve hükümleri şöylece sıralayabiliriz. Alim, öğretmek ve fetva vermek gibi bir maksadla talebesi, arkadaşları ve diğer kimselerle oturur. Ashab-ı kiram Hz. Peygamber'in hukukuna son derece riayet eder, ona şefkat gösterir, başına gelen bir musibetten dolayı pek fazla üzülürdü.
Aralarında dostluk v.b. bağ bulanan kimsenin, razı olacağını bildiği bir kimsenin mülküne izinsiz girmesi caizdir. Çünkü Ebu'Hüreyre bahçeye izinsiz girmiş, Rasûlullah da birşey demeyerek takrir buyurmuştur. İzin meselesi yalnız mülküne girmeye de mahsus değildir. Hayvanına binmek, âletinden yararlanmak, yemeğini veya meyvesini yemek yahut atıp evine götürmek gibi
şeyler de aynı hükümdedir.
Ebedî cehennemden kurtaracak îman, kalble tasdik ve dille ikrarın tamamıdır. Bir mazeret yokken biri ile yet in ilmesi kâfi değildir. Bilinmesi zaruri olmayan bazt hükümleri ve bilgileri, bir maslahattan veya bir zarardan dolayı öğretmemek caizdir.
Hadisimiz îmanh giden kişinin cennete gireceğine deül teşkil eder. 8u konu yine cehennemde ebedî kalmayacağı ve sonunda da olsa cennete mutlaka gireceği şeklinde anlaşılmalıdır. Günahkârların cehenneme uğraytp-uğramamaları Allah'a kalmıştır. Dilerse hiç azab çektirmeden, günahlarını affderek cennete sokar. Fakat garanti edilen şey, cehennemin mü'minler için ebedî bir yurt olmadığıdır.[476]
425. Abdullah b. Amr b. Âs'dan (r.a) rivayet edilmiştir:
Rasûlullah (s.a) Hz. İbrahim (a.s) hakkındaki "Ya Rabbif Onlar halkın çoğunu sapıttılar. Bana uyan bendendir..." (İbrahim, 36) ayetini, Hz. îsâ (a.s) hakkındaki "Eğer onlara azab edersen, onlar senin kullarındır, şayet mağfiret edersen, şüphe yok ki, sen Azizsin, Hakimsin" (Mâide, 118) ayetini okudu. Sonra ellerini kaldırarak "Ya Rabbi! Ümmetimi koru! Ümmetimi koru!" dİ-ye dua etti ve ağladı. Bu dua üzerine Allah Cebrail'e "Muhammed'e git gerçi Rabbin bilir niçin ağladığını sor" buyurdu. Cebrail geldi. Peygamberimiz de ümmeti hakkında söylediklerini bildirdi, zaten Allah herşeyi biliyordu. Allah da Cibril'i tekrar Hz. Muhammed'e gönderdi ve Hz. Muhammed'e "Biz seni ümmetin hakkında sevindireceğiz, üzmeyeceğiz" haberini iletmeşini emretti. (Müslim rivayet etmiştir).[477]
Hadis-i şerif, Rasûlullah'ın ümmetine karşı son derece şefkatli ve merhametli olduğuna delildir. Dua ederken elleri kaldırmak müstehabdır. Müminler için bu hadis büyük bir müjdedir. Zira Allah Tcâlâ Hz. Peygamber'e "Ümmetin hakkında seni razı edeceğiz, seni üzmeyeceğiz" buyurmuştur. Hadis, Hz. Peygamber'in Allah katındaki makam ve mertebesinin büyük olduğu.»;; delildir. Allah'ın suali için Cebrail'i göndermesi, Rasûlullah'ın şerefini ve en yüksek mertebede bulunduğunu göstermek içindir.
"Sen; üzmeyeceğiz"cümlesi ondan önceki "seni razı edeceğiz" cümlesinin te'kididir. Çünkü onu razı etmek ümmetinden bazılarını affetmekle de mümkün olabilir. Bu takdirde diğerleri cehenneme girerler. İste ümmetinden cehennemde kimseyi bırakmayacağını anlatmak için Allah Teâlâ, "setıi razı edeceğiz, seni üzmeyeceğiz, bilakis bütün ümmetini cehennemden kurtaracağız" buyurmuştur.
Ancak bundan Ümmet-i Muhammediye'nin hiç cehenneme girmeyeceği anlaşılmamalıdır. Aksine şimdiye kadar görülen rivayetlerden birçok nıu'-minin cehenneme gireceği ve şefaatler sayesinde oradan çıkarılacağı î<çıklan-cr ıştır. Şu halde mü"minler bu ve benzeri hadislere itimad ederek İbadet, taat hususunda asla gevşeklik gösermemeli, aksine daha ûa îevke gelerek i baletlerinde kusur etmemeye çalışmalıdırlar.[478]
426. Muaz b, Ccbel'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştir:
Hayvanın sırtında, Hz. Peygamber'in arkasında yolculuk ediyorduk. "Ey Muaz! Allah 'in kulları üzerinde, kulların da Allah üzerinde haklarının neler olduğunu biliyor musun " diye sordu. "Allah ve Rasûlü bilir" dedim. O da buyurdu ki: "Allah'ın kullar üzerindeki hakkı, O'na şirk koşmadan ibadet etmeleridir. Kulların da A İlah üzerindeki hakkı şirk koşmayan kullarına azab etmemesidir" "Ya Rasûlallah! İnsanlara bu müjdeyi haber vereyim mi?" dedim. Peygamberimiz de "Haber verme, sonra buna güvenirler de tembel/esirler" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[479]
"Azab" ihanet ederek ve zelil kılarak elem ve acı vermektir.Allah'ın isyan edenleri cehennem ateşine atması bu manada azab değildir. Zira Allah Teâlâ, onları temizlemek İçin cehenneme atmaktadır.
Hadis, bir mahzur doğuracaksa, müjdenin haber verilmeyebileceğine delildir. Zira hadisimizde Muaz'a bu müjdeyi haber vermemesini Rasûlullah emretmiştir.
Bundaki gayesini de, "Buna güvenir/er de tembelteşirler" ifadesi ile açıklamıştır. Muaz da son nefesine kadar bu tavsiyeye uymuş, son nefesinde ise bir ilim gizlemekten dolayı azap görmek korkusu ile haber vermiştir.[480]
427. Berâ b. Âzİb'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Müslüman kabirde sorguya çekildiği zaman, Allah'tan başka ilah
olmadığına ve Muhammed'in O'nun Rasûlü olduğuna şehadet eder. İşte şu ayet bu gerçeğe işaret etmekledir: "Allah dünya ve ahirette îman edenleri kelime-i levhid üzerinde sabit kılar" (İbrahim, 27). (Buhârî ve Müslim rivayet et m işlerdir ).[481]
Hadisimiz kabir sualine delildir. Kabirde Ölüye Rabbinden, peygamberinden sorulur. Delilleri İle Allah'ı bilen ve kalben inananlar dünyada da, kabirde de tevhidi söylerler.[482]
428. Enes'den (r.a) RasûluİIah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Kâfir bir iyilik yaparsa, iyiliğine karşılık olarak dünya nimetlerinden yedirilir. Mü'mine gelince, onun iyi amellerinin karşılığını ahireti için Allah biriktirir, dünyada da taatına göre nzık verir".
Ba$ka bir rivayet de şöyledir: "Allah mü'minin iyiliğini karşılıksız bırakmaz, ona dünyada iken verildiği gibi ahirette de mükâfatı verilir. Kâfirin Allah için yaptığı iyiliklere dünyada mükâfat verilir ki, ahirette kendisine mükâfatı verilecek bir İyiliği kalmasın". (Müslim rivayet etmiştir).[483]
Hadisimiz iyiliklerin hiçbir şekilde boşa gitmeyeceğine delildir. İyilikler niyetti, niyetsiz diye ikiye ayrılır. Köle azadı, sadaka, açı doyurmak gibi iyilikler niyete muhtaç değildir. Oruç, namaz gibi ameller ise niyete muhtaçtır. Kâfir de olsa, iyiliği karşılıksız kalmaz. Kâfirin iyiliğinin karşılığı hemen dünyada iken verilir, ahirette taleb edecek bir hakkı kalmamış olur, Mü'minin iyiliklerine ise hem bu dünyada karşılık verilir, hem de katlanmış olarak ahirette karşılık verilecektir. Dünyada bir karşılık verilmesi de ahirette verilecek karşılığa mâni değildir ve ahİrettekini azaltmayacaktır da.
Kâfirin İyiliğine dünyada da olsa bir karşılık verilebilmesi için o iyiliğin riyadan uzak ve sadece Allah için olması gerekir. Riya İçin yapılırsa dünyalıktan da olsa karşılık göremez. Bu da riyanın hem dünyada hem de ahirette iyiliklerin karşılıksız kalmasına sebep olduğuna açık bir delildir.
Sonradan müslüman olan kâfire İse önceki yaptığı iyi amellerinin karşılığı ahirette verilir. Sahih olan görüş budur.[484]
429. Câbir'den (na) Rasûlulİah'in (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Beş vakit namaz, birinizin evinin önünde akmakta olan, hergün beş defa içine dalıp yıkandığı derin bir nehir gibidir". (Müslim rivayet etmiştir).[485]
Hadis, akar suyun maddî pislikleri giderdiği gibi, namazın da manevî pislikleri temizlediğine delildir.
Namazın giderdiği manevî pislikler küçük günahlardır. Başka bir hadiste de; büyük günahlar işlenmediği takdirde beş vakit namazın, aralarındaki küçük günahlara keffâret olduğu bildirilmiştir. Cuma namazı da iki cuma arasındaki küçük günahlara keffârettir.[486]
430. Ibn Abbas'ın (r.a) Rasûluilah'ı (s.a) şöyle buyururken işittiği rivayet edilmektedir: "Herhangi bir müslüman ölür de, cenaze namazında Allah'a şirk koşmamış kırk kişi bulunursa, Allah ölüye onları şefaatçi yapar". (Müslim rivayet etmiştir).[487]
ölen kişi, kendisine şefaat edilebilir kişilerden ise, ona mü'mİnlerin şefaatçi olabilecekleri hadisten anlaşılmaktadır. Onların şefaatlan ise, öien hakkında Allah'ın mağfiretini, affını istemeleridir. Yine hadisimiz —Allah'ın fazlından olarak ölenin affolunmasına vesile olması için namazda cemaatın kalabalık olmasını teşvik etmektedir.
Kâfirlere ve müşriklere şefaat fayda vermez ve mü'minler de onlara şefaat etmekten menedi İm işlerdir. Kişinin kendisine şefaat edilebilmesi, rahmet ve dua okunması için mü'minlerden olması gerekir.[488]
431. İbn Mes'ud (r.a) der ki:
Yaklaşık kırk kişi Rasûiuilah ile beraber bir çadırda idik- Peygamberimiz, "Cennet halkının dörtte biri olmayı ister misiniz?" buyurdu "Evet" dedik, "Cennet halkının üçte biri olmaya razı mısınız?"buyurdu. "Evet" dedik. "Allah adına yemin ederim ki, ben sizin cennetliklerin yarısı olmanızı isterim. Çünkü cennete ancak müslüman olan girebilir, sîzler de müşrikler arasında kara öküzün derisindeki beyaz tüy gibi veya kırmızı öküzün derisindeki siyah tüy gibisiniz" buyurdular. (Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir).[489]
Hadiste Peygamberimizin "Dörtte biri, üçte biri olmayı ister misiniz?" sözü Ümitten ibarettir. Fakat Rasûlullah'ın bu ümidi "Allah sana verecek ve sen razı olacaksın" (Duha, 5) "Ümmetin hakkında biz seni razı edeceğiz" hadİs-i kudsîsine dayanmaktadır.
"Cennetliklerin yansı olmanıza razı mısınız?" demeyerek birincide ehl-i cennetin dörtte biri, ikincide üçnri>iri,_ üçüncüde yansı olmaya razı mısınız diye sorması şu faydayı temin içindir. Bu sayede ashabın nefislerine söz daha tesir edecek ve kendilerine yapılan ikramın en son dereceye çıktığı anlatılmış olacaktır. Çünkü insana bir şeyi tekrar tekrar vermek ona verilen ehemmiyete delildir. Bunun ikinci bir faydası da, müjdenin tekrar verilmesinin ashabı Allah'a karşı tekrar tekrar şükretmeye, nimetlerine karşı hamdü senada bulunmaya teşvik etmesidir.
"Cennete ancak müslüman olan kimseler girer" ifadesi kâfirlerin asla cennete giremeyeceklerine delâlet eden açık bir delildir. Bu konuda İcmâ da vardır.
Bİr başka hadiste "Cennet ehli yüzyirmi saftır. (Benim) bu ümmet(im) bu saflardan seksen safı teşkil etmektedir" buyurulmuştur. Bununla hadisimiz arasında tenakuz yoktur. Cenab-ı Allah daha sonra bu sayıyı artırmış olabilir. Nitekim Peygamberimiz bir rivayette "Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmibeş kat faziletlidir" buyururken, bu sayı başka bir rivayette "yirmiyedi"yt çıkarılmıştır.[490]
432. Ebu Musa ei-Eş'arî'den (r.a) RasûluİIah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kıyamet günü Allah Teâlâ, her müslümana bir yahudi veya hıristiyan vererek "İşte bu senin cehennem fidyendir" buyurur".
Yine Ebu Musa'dan gelen diğer bir rivayet şöyledir: "Müslümanlar kıyamet günü dağlar gibi günahlarla huzura gelirler de Allah günahlarını bağışlar". (Müslim rivayet etmiştir).[491]
Yukarıdaki hadisi, Ebu Hüreyre'den rivayet edilen bir hadis şöyle açıklamaktadır: "İnsanlardan herkes için cennette ve cehennemde bir yer vardır. Mü 'min cennete girince, cehennemdeki yerine kâfir gider ve cennete gidecek olsa elde edeceği yeri de o müslüman alır". İşte böylece kâfir, müslüman için cehennem fidyesi olur. Günahla gelen müslümanlarm günahları kâfirlere yükletilerek, böylece müslümana cehennem fidyesi olur görüşü de mevcuttur. Bu takdir "Bir kişi diğer bir kişinin günahını yüklenmez" mealindeki ayete zıd düşmekteyse de, buna da şu şekilde cevap vermişlerdir. Kâfirler, kötü bir çığır açmışlardır. Kötü çığır açanın yolunda giden günahkârların her bir günahından bir misli de onun sırtına yüklenir. Bu şekilde cehennem fidyesi oldukları gerçekleşmiş olur.
Allah, kulunun günahı ne kadar çok olursa olsun, şirkten başka dilediğini bağışlar. Allah'ın fazlı, rahmeti, mağfireti her zaman kullarının günahlarına galebe çalar. Hadisimiz, Allah'ın kutlarına olan şefkat ve merhametinin yüceliğine işaret etmektedir. Mü'min günahının çokluğuna bakarak ümitsizliğe düşmemelidir.[492]
433. İbn Ömer'in (r.a) RasûlullaVı (s.a) şöyle buyururken işittiği rivayet edilmiştir: "Kıyamet günü mü'min Allah'a o kadar yaklaşır ki, Allah onu tüm insanlardan gizler de günahlarını ikrar ettirir ve söyle buyurur: "Filan günahını hatırlıyor musun? Filan günahını hatırladın mı?" Kul da "Ya Rab-bi! Biliyorum" der. Cenab-ı Hak da "Bu günahlarım dünyada iken gizlediğim gibi, bugün de affediyorum" buyurur ve kula iyiliklerinin yazıldığı def
ter verilir". (Buhârî ve Müslim rivayet et mislerdir).[493]
Kulun Allah'a yaklaşması, Allah'ın ona lütuf ve İhsanı ile muamele etmesi demektir. Yoksa, Allah mesafeden yaklaşıp uzaklaşmaktan münezzehtir. Allah'ın, yapılan gizli günahları halka ifşa etmemesi bile günahı işleyen kul için bir şefkattir. Ahirettc de günahlarını gizleyip onu affetmesi, kulun Allah'ın rızasını kazandığına delildir. Hadiste, mü'minin günahının imkân ölçüsünde gizlenmesine teşvik vardır. Zira günahı gizlemek gereksiz yerlerde ifşa etmemek, toplum İçinde hayatı kişilerin günahlarını teşhir etmemek Allah'ın ahlâkıdır.[494]
434. İbn Mes'ud'dan (r.a) rivayet edilmiştir:
Biri bir kadını tfpmüş, sonra da Rasûlullah'a gelerek ofanı haber vermişti. Bunun üzerine şu ayet indirildi: "Gündüzün iki tarafında, gecenin gündüze yakın saatlerinde namaz kıl. Şüphesiz ki iyi işler, kötü İşleri silip götürür" (Hûd, 114) Adam "Bu hüküm yalnız batta mı aittir?" diye sorunca Rasûlul-lah; "Tüm ümmetim için geçerlidir" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdi r).[495]
Hadis'teki günahı işleyen sahabînin ismi hakkında ulema çeşitli görüşler beyan etmişlerdir. Olay şöyle vuku bulmuştur: Kocası bir iş için, bîr yere Rasûlullah tarafından gönderilen bir kadın, bir sahabînin yanına hurma satın almaya gider. Kadın o sahabînin hoşuna gider. Kadını "Evde daha İyi hurmalarım var, islersen onlara da bak" diyerek eve götürür. O sırada kadına göz kırpar ve öper. Kadın "Allah'tan kork!" der. Adamı bir korku kaplar ve hemen Ebu Bekir'e giderek durumu anlatır.O da "Tevbeet, bir daha da böyle birşey yapma" der. Sonra Rasûlullah'a gelir, işte olay üzerine yukarıda zikredilen ayet nazil olur.
"Gündüzün iki tarafındaki namazlar" sabah, öğle, ikindi; "gecenin sa-atlerindeki namazlar" da akşam ve yatsı namazlarıdır.
Hadisten, öpmek, sıkmak, sarmaşmak gibi şeylerden dolayı had uygulanmadığı anlaşılmaktadır. Bunlar küçük günahlardan sayılıp, büyüklerinden sakınmak şartıyla affolunacakları Kur'ân rassı ile bildirilmiştir. Küçük günahlar hususunda beş vakit nama/ın tevbe yerine kaim olduğunu ve tevbe kapısının tüm ümmet için açık olduğunu hadisten anlamış bulunmaktayız.[496]
435. Enes (r.a) der ki:
Bîri Kiisûlullah'a (s.a) gelerek, Ru.sıılaltuh! Cezalandırılması gereken bir kusur isledim, beni cezalandır" dedi. Vakit namaz vakti idi, o şahıs Rasûlullah ile beraber namaz kıldıktan sonra yine "Ya Rasûlallah! Cezalandırılması gereken bir günah işledim, Allah'ın kitabında cezam ne İse bana uygula" üedi.
Hz. Peygamber "Bizimle birlikte şimdi namaz kıldın, mı?" diye sordu. "Evet" dedi. "O halde gunahtn uffedil mistir" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[497]
Sahabînin .sucu, recin ve dayak gibiın belirli olan cezaları gerektiren bir suç değildi. Gelen zat "Ben ta'zîri (kınama, azarlama) gerektiren bir suç iş/edim. Bu hususda bana ne cezu münasip görürsen ver" demek İstemiştir.
"Ta'zİr" şer'an miktarı belli olmayıp, hâkimin görüşüne bırakılan cezadır. En hafif şekli sert bakmak ve azarlamaktır. Gelen zaıın küçük günah işlediği, namazının günahına ketTâreı olmasından anlaşılmaktadır. Büyük günah işlemiş olsa, namazla sakil olmazdı. Alimler ser'î haddi gerektiren bir günahın cezasının namazla düşmeyeceğinde ittifak etmişlerdir. Bazıları da bu zatın ikrar ettiği suçun, şer'î had gerektiren bir suç olduğunu söylemiş ve "Adanı suçunu tafsilatıyla anlatmadığı için kendisine had vurulmamış, Hz. Peygamber de, suçu örtme cihetini tercih ederek soruşturmamış, bilakis had-din tatbikini gerektiren ikrar ve itirafından dönmesini telkin buyurmayı müs-tehab saymıştır" demişlerdir.
Beş vakit namazın —büyük günah işlenmediği müddetçe kendi aralarındaki küçük günahlara keffâret olacağı çeşitli hadislerde bildirilmiştir.[498]
436. Enes'den (ra) Rasûluliah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teâlâ bir öğün yemek yeyip, kendine şükreden, bir içecek içlikten sonra kendine hamdeden kulundan razı olur". (Müslim rivayet etmiştir).[499]
Hadisten, her yemek yendiğinde, her su ve benzen şeyler içildiğinde Allah'a hamdedilmesinin müstehab olduğu anlaşılmaktadır. Zira bu harekette Allah'ın verdiği nîmet sayesinde, fazlı ve keremini.istemek vardır ki, bundan da Allah Teâlâ razı olur.[500]
437. Ebu Musa'dan (ra) Rasûluliah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah gündüz günah işleyenin tcvbesi için geceleyin, gece günah işleyenin tevbesİ için gündüzleri elini açar. Ta kî güneş batıdan doğuncaya kadar bu hareketi devam eder" (Müslim rivayet etmiştir).[501]
Hadisteki "Allah'ın elini açması" deyimi, tevbeyi kabul eder manasınadır. Bir şeyi kabul edince av ucu açmak, reddedince de eli yummak arapiann âdet indendir. Buna işaret edilerek istiare yolu ile tevbenin kabul edilmesi kastedilmiştir.
Tevbe edilmesi İçin belli bir vaktin olmadığı, her an tevbe edilebileceği yine hadisten anlaşılan bir esastır.
Güneşin batıdan doğması ite de kıyamet kastedilmiştir. Zira güneşin batıdan doğması kıyamet alâmetlerindendir. O zaman tevbe kabul edilmeyeceği söylenmektedir.
Hadisimiz, tevbeyi teşvik etmekte, tevbeyi kabul hususunda Allah'ın kullarına olan fazlu keremini "gece gündüz onların tevbesini kabul eder" ifadesi İle bildirmektedir.[502]
438. Ebu Necih Amr b. Abese es-Sülemî (r.a) der ki:
Câhiliye dönemİnde.iken, insanların sapıklık içinde olduğu ve hiçbir anlamlı gerekçeye dayanmaksızın putlara taptıklarını zannederdim. Mekke-de bir adamın bazı haberler verdiğini duydum, hayvanıma binip yanına geldim. Mekke'ye gelince bir de baktım ki, Rasûlullalı halktan gizli yaşıyor ve ağır baskılar altında bulunuyor. Lütufkâr davranarak yanına girebildim ve '*sen nesin?" diye sordum. "Peygamberim" buyurdu. "Peygamber ne demektir?" dedim. "Beni Allah gönderdi" buyurdu. "Ne ile seni görevlendirdi?" diye sorduğumda o şöyle buyurdu: "Hısım ve akrabayı görüp gözetmek, putları kırmak, Allah'ı bir bilerek, O'na hiçbir şeyi şerik koşmamak vazifesiyle gönderdi" "Bu davetine uyan kimse var mı?" diye sordum, o da "Bir hür, bir köle var" dedi. O gün yanında (İnananlar olarak) Ebu Bekir ve Bilal vardı. "Ben sana tabi olacağım" dedim. "Bugün için buna gücün yetmez, insanlarla olan halimizi görmüyor musun?" dedi. "Sen şimdi kavmine dön, İslâmiyet'in aşikare olarak yaşandığını duyduğun zaman gelirsin" buyurdu.
Ailemin yanına döndüm, ben beldemde iken Rasûlullah Medine'ye hicret etmişti. Durumunu halkıan sorup haber almaya çalışıyordum. Bu sırada Medinelİ birkaç kişi gelmişti. "Şu Medine'ye gelen adam ne yaptı?" diye sordum, onlar "Halk peşinden koşuyor, kavmi öldürmeye uğraşmış, fakat bunu yapamamışlar" dediler. Bunu duyunca Medine'ye geldim, Rasûlullah'ın huzuruna vardım. "Tanıdın mı, yâ Rasûlallah?" dedim. "Evet Mekke'de yanıma gelmiştin" buyurdu. "Yâ Rasûlallah! Allah'ın bildirdiği halde bilmediğim konularda, namaz hakkında bilgi verir misin?" dedim. Rasûlullah şöyle buyurdu: "Sabah namazını kıl, sonra güneş bir mızrak boyu yükselinceye kadar namaz kılma, çünkü güneş doğduğu zaman, şeytanın boynuzlan arasından çıkar ve bu esnada kâfirler güneşe secde ederler. Sonra mızrağın gölgesi en kısa seviyeye ininceye kadar namaz kıl, çünkü bu zamanda kılınacak namaza melekler şahid olarak hazır bulunurlar. Sonra namaz kılma, çünkü o zaman cehennem tutuşturulur. Gölge yön değiştirmeye yönelince, ikindi namazına kadar istediğin namazı kıl. Çünkü bu zamanda kılınacak namaza da melekler şahid ola;ak hazır bulunurlar. Güneş batıncaya kadar yine namaz kılma. Güneş şeytanın iki boynuzu arasında battığı için, bu zamanda da kâfirler güneşe secde ederler".
"Yâ Rasûlallah! Abdestten de bahseder misin?" dedim. Şöyle buyurdu: "Sizdembİri abdest suyuna yaklaşır, ağzına, burnuna su verip geri dökerse, yüzünün, ağzının ve genizlerinin günahları akar gider. Allah'ın emrettiği
bi yüzünü yıkarsa, yüzünün günahları sakalının uçlarından akar gider. Kotlarını dirseklerine kadar yıkayınca, parmak uçlarından da elerinin günahlan akan su ile beraber dökülür. Başını meshettiği zaman, başının günahlan saçlarının uçlarından dökülen su ile akar gider. Ayaklarını topuklarına kadar yıkayınca da, parmaklarının uçlarından ayaklarının günahlan akan su ile birlikte gider. Böyle abdest alan şahıs kalkıp, namaz kılar, Allah'a hamdeder. O'nu layık olduğu sıfatlarla anar, kalbi ile de sırf Allah'a yönelirse; annesinden doğduğu günkü gibi günahsız olur".
Amr b. Abese bu hadisi Rasûlullah'ın ashabından Ebu Umame'nin yanında söyleyince, Ebu Umame ona şöyle dedi: "Ey Amr! Aynı yerde bir adama bu kadar büyük bir sevabın verilmesine dikkat et (hadiste hata etmiş ot-mayasın) ".
Amr ise "Ey Ebu Umame! Yaşım ilerledi, kemiğim ince/di, ecelim de yaklaştı, A İlah ve Rasûlü adına yalan söylemek zaruretinde değilim. Eğer bu hadisi Rasûl-i Ekrem'den bir, iki, üç Hatta yedi dela duymuş olsaydım, söylemezdim. Fakat bu hadisi belki daha da fazla duydum" dedi. (Müslim rivayet etmiştir).[503]
Amr (r.a) dördüncü kişi olarak müslüman olmuştur. Hendek harbinden sonra Medine'ye hicret etmiş, sonra da Şam'a yerleşmiştir. Rasûlullah'tan 38 hadis rivayet etmiştir. Humus'da vefat etmiştir.
Hadiste Hz. Amr'ııv "Ben samı tabi olacağım" demesi, Ra*.ûlulîah'ın da ona: "Sen bugün için bunu yapamazsın..." karşılığında buluması şu manaya gelmektedir. Gerçi müslümanlığını ilan ederek bana tabi olmak ve benimle beraber burada kalmak İstiyorsun fakat, bugün için buna imkân yoktur. Çünkü müslümanların kuvveti çok zayıftır. Kureyş kâfirlerinin sana da eziyet etmelerinden korkarım. Sen ecrini kazandın. Müslüman olarak kavmine dön, orada da müslümanlıgına devam et. Ne zaman benim muzaffer olduğumu duyarsan, yanıma gelirsin!
Hadis-i şeriften anlaşılan esaslar şunlardır. Hadis akrabaya yardımı teşvik etmektedir. Allah'ı birlemenin hemen yanında akrabaların gözetilmesini emretmek, bunun son derece mühim bir vazife olduğuna delildir. Çünkü Hz. Peygamber Amr'a icrası lâzım geten şeylerin en önemlilerini söylemiştir.
Hadis aynı zamanda Rasûiullah'm bir mucizesidir. Çünkü Rasûlullah, İslâmiyet'in birgUn muvaffak olup, meydana çıkacağını haber vermiş, netice de haber verdiği gibi çıkmıştır.
Güneş doğarken ve batarken namaz kılmak mekruh olduğu gibi zevalde (tam tepede) iken de namaz kılmak mekruhtur. Cumhur-u ulemaya delildir. Şiilere göre, ayakları yıkamak değil, meshetmek farzdır. Ibn Cerir, "Abdest alan kimse ayaklarını yıkamakla, meshetmek arasında tercih hakkına sahiptir" der. Zahirîlerden bazıları ise "Ayakları hem yıkamak hem meshetmek farzdır" derler.
"Abdest azalarından su ile beraber yere döküldüğü bildirilen günahlardan" murad, büyüklerinden sakınmak şartı ile küçük günahlardır.
Hadisimiz, namazda huşûun müstehab olduğunu, meleklerin de namaza şahid oldukları ve namaz kılınması mekruh olan vakitleri bildirmek gibi kıymetli fıkhı bilgileri de ihtiva etmektedir.[504]
439. Ebu Mûsâ cl-Eş'arî'den (ta) Rasûlullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teâlâ bir millete lütfetmek isterse peygamberlerini önceden Öldürür. Peygamberlerini ahirette onlara önder ve kılavuz yapar. Bir milleti de helak etmek isterse, onlara azab verir, canlarını alır ve peygamberlerini de hayatta bırakır. Peygamber onlara bakarken, Allah onun ümmetine azab ederek, onları mahveder. Milletinin, kendini yalanlayıp, emrine isyan etmelerinden dolayı helak olmalarından o gözaydınhğı duyar" (Müslim rivayet etmisıîr).[505]
Peygamberlerinin önceden vefat ettirilmesi, ümmetinin sabrederek, sabır sevabına nail olmaları içindir. Çünkü Kur'an'da sabrederlerse mükâfat va'dedilmiştir. Kişi bir yakınını kaybettiği zaman sabretmesinden dolayı ecir kazandığı gibi, Hz. Peygamber'in vefatından dolayı da sabretmeleri ile müminler ecir ve sevap kazanırlar.
Peygamberinin tebliğine kulak vermeyen, isyan eden nice kavmi Allah Teâlâ, peygamberlerinin gözü önünde helak etmiştir. Nuh (a.s) kavmi, Lût (a.s) kavmi, Âd kavmi, Semud kavmi, bunların birkaç örneğidir.[506]
[1] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/7.
[2] Buhârî; Kîıab'ul-îmân, Müslim; Kiab'ul-îmân, 59
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/8.
[3] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/8-9.
[4] Buhâri; Kitab'ur-Rikâk ve Kitab'ul-Ftten, Müslim; KitabV-îmân, 143, firmizî; 2180, İbn Mâcc; 4053
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/9-10.
[5] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/10-11.
[6] Müslim; Kitabı’ul-İman, 195
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/12-13.
[7] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/13-14.
[8] Buhârî; Kiıabu Fard'ıl-Humus
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/16-18.
[9] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/18-20.
[10] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/21.
[11] Müslim; Kitab'ul-Birr. 2578
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/22.
[12] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/22-23.
[13] Müslim; Kitab'ul-Birr, 2582, Buharî; Edeb'ül-Müfred, Tirmiri ve Ahmed
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/23.
[14] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/23.
[15] Buhârî; Kiub'ul-Meğad, Müslim; Kital/ul-lmân, 1694/2247 Ebu Dâvud, Neseîve Îbn Mâce; Fitcn
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/24.
[16] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/25.
[17] Buhârî; Kitab'ul-Mezâlim, Müslim; Kitab'uJ-Büyü', 1612
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/26.
[18] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/26.
[19] Buhiri; Kittb'utffefnr, Müslim; Kittb'ul-Birr, 2383. Tirrairi ve İbn Mâce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/26-27.
[20] Buhârî; Kitab'uz-ZeUt, Kitab'ul-Megaz* ve Kitab'ut-Tevhid, Müslim; Kitab'uJ-Imân, 19, Ebu Divud; Zekât. Tirroizî; Zekât, Ncsd ve tbn Mâce; Zekât
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/27-28.
[21] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/28-29.
[22] Buhâıî; Kitab'ul-Hibe, Kitab'ul-Dİyet w Kitab'uz-ZeUt, MOsüm; KiUb'ul-lmire. 1832, Ahmçd; S/423, Ebu Dİvud; Hane
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/30.
[23] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/30-31.
[24] Buhari; Kitab'ul-Mezâlin
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/32.
[25] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/32.
[26] Buhari; Kitbu-îmfin, Müslim; Kitab'uî-Imân, 40, Ebu Dftvud ve Nesef
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/32.
[27] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/33.
[28] Buhârî; Kitab'ui-Cihâd. İbn Mace
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/33.
[29] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/34.
[30] Buhar!; Kitabu Bed'il-Halk, Kitab'ul-tlim ve Kitab'ui-Hacc; Müslim; Kitab'uİ-Kasânte, 1679, Ebu Davud ve ibn Mace
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/34-35.
[31] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/35-36.
[32] Müısim; Kitab'ul-lmftn, 137, Nesd ve Ibn Mâce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/36.
[33] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/36-37.
[34] Müslim; Kitab'ul-tmâre, 1833 ve Efem Dâvud
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/37-38.
[35] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/38.
[36] Müslim; Kitâb'ul-Imta, 114 ve Tirmizî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/38-39.
[37] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/39.
[38] Müslim; Kitab'ul-tmârc, 1885, Tirmiri ve Nesri
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/39-40.
[39] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/40.
[40] Müslim; kitab'ul-Birr, 258
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/41.
[41] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/41.
[42] Buhârî; Kitab'ukAhkam, Müslim ; Kitab'ul-Akdiycv 1713» Afcraed; 6/203, 290, 307
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/42.
[43] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/42-43.
[44] Buhârf; Kitab'ul-ut ve Ahmed; 2/94
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/43.
[45] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/43.
[46] Buhirf; Kitıb'ul-Humuı
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/44.
[47] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/44.
[48] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/45.
[49] Buhârî; Kİtab-ui-Edeb, Müslim; Kitatful-Birr ve's-Sila, 2585, Tİrroizî: Zahd ve Neseî: İman
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/46.
[50] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/46.
[51] Buhârî; Kitab'us-Salât, Müslim; Kitab'ul-Edeb, 2615, Ebu Dâvud; Cihad, İbn Mâce; Edeb. Ahmed; 4/397, 400, 410
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/47.
[52] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/47.
[53] Buhârf; Kitab'ul-Edeb, Müslim; Kitab'ul-Biir veVSiia, 2586, Ahmed; 4/270
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/47.
[54] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/47-48.
[55] Buhârî; Kitab'ul-Edeb, Müslim; Kitab'ul-Fedâil, 2318. Ebu Dâvud, Nesri ve Ahmed
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/48.
[56] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/48-49.
[57] Buhârî; Kitab'ul-Edeb, Müslim; Kitab'ul-Fedâil, 2317, Ahmed; 6/70
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/49.
[58] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/50.
[59] Buhari; Kitab'ur-Tevhid ve Kitab'- l-Edeb, Müslim; Kîtab'ul-Fadlil, 23!9. Ahmed; 3/40
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/50.
[60] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/50-51.
[61] Buhari; kitabu Saült'it Cemâat, Mlülira; Kiub'uı-Salât, 467, 85
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/51.
[62] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/51.
[63] Buhâri; Kitab'ut-lfcbeccUd, Müslim; Kitab'ul-Müsâfirin, 718, Ahmed; 6/34, 168, 170
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/52.
[64] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/52.
[65] Buhârî; Kitab'us-Savm; Müslim; Kitab'us-Savm. 1105, Ahmed 6/242,
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/53.
[66] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/53-54.
[67] Buhâri; Kitabu SalSt'il-Ccmasti ve Kitabu Sıfat'is-Salâti, Etm Davud, Ne«5 ve İbn Mâce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/54.
[68] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/54.
[69] Müslim; Kitab'us-Salât, 657, 262
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/55.
[70] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/55
[71] Buhârî; Kitab'ul-Mezâlİm ve Kicab'ul-lkiâh, Müslim; Kitab'ul-Bİrr ve's-Sıla, 2580
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/56.
[72] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/56-57.
[73] Tirmizi; Kitabu’ul-Birr, 1928
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/57.
[74] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/57-58.
[75] Muslin: Kitab'ul-Birr vc's-Sıla, 2364
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/59.
[76] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/59-60.
[77] Buhârî; Kitab'ul-îmân, Müslim; Kitab'ul-îmân, 45
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/60.
[78] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/60-61.
[79] Buhâri; Kitab'ul-Mezâlim
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/61.
[80] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/61-62.
[81] Buhârf; Kitab'ul-Ccnâiz, Kitab'ul-Eşribe, KiUb'uI-MenU ve Kltab'ul-Libfls, Müslim; Kitab'ul-Libâs, 2066
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/62-63.
[82] Buhâri; Kitab'ul-Mezâlim
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/64.
[83] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/64-65.
[84] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/67.
[85] Müslim; Kitab'uİ-Birr, 2590. 72
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/68.
[86] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/68.
[87] Buhârî; Kitab'ul-Sdeb, Müslim; Kitab'uz-Zühd, 2990
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/68.
[88] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/69.
[89] Buhârl; Kitab'ul-Itk, Kitab'ul-MuhAribm « Kiltb'ıd-BOyû', MûJİim; Kİlab'ul-HudÛd, 1703, Ebu Dtvud ve Nesrf
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/69.
[90] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/69-70.
[91] Buhirf; Khıb'ui-HudÛd, Ebu Dâvud; 4478 ve Nod
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/70.
[92] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/70-71.
[93] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/73.
[94] Buhari; Kitab'ul-Nfczâlim, Müslim; Kitab'ul-Birr, 2580
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/74.
[95] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/74.
[96] Müslim; Kiıab'ud-Desvât, 2699, Ebu Dfivud, İbn Mflce ve Ahmed; 2/407
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/74-75.
[97] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/75-76.
[98] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/77.
[99] Buhârî; Kitab'uz-Zekât, Kıtab'ul-Erfeb ve Kitai/ut-'îtvhid, Müslim; KitaVul-Edeb, 2627, Ebu D&vud; Edeb, TinnizS; İHm ve Nese£ Zekât
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/78.
[100] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/78.
[101] Bubârî; Kitab. Benzeri İçin bkz. Tirmiri; Nikâh, 1155
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/78-79.
[102] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/79.
[103] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık : 2/81.
[104] Buharı; Kitafa'ul-Ohâd ve Kiiah'tıs-Sulh. Müslim; Kitab'uz-Zekâı, 1009
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/82-82-83.
[105] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/83.
[106] Buhârî; Kitab'us-Snlh, Mıhlım; Kiıab'ul-Kdcb, 2605. İ-tnı Dâvud, Tirmi/î ve Newî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/83.
[107] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 283-85.
[108] Buhari; Kitab'us-Sulh, Müslim; Kiıab'tıl-BüyÛ, 1557
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/85.
[109] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 285-86.
[110] Buhârî; KitabuVSu'.h ve Kitab'ut-Ezan, Müslim; Kiiab'us-Salât, 421, Ebu Dâvud ve Neseî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/87.
[111] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/87-89.
[112] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/91.
[113] Buhârî; Kitabu'.h ve Kitab'ut-Ezan, Müslim; Kiiab'us-Salât, 421, Ebu Dâvud ve Neseî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/92.
[114] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/92.
[115] Buhârî; Kilab'un-Nikâh
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/93.
[116] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/93-94.
[117] Müslim; Kitab'ul-Cenneti ve Sıfatı Naîmihâ, 2846 ve Ahmed; 3/79
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/94-95.
[118] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/95.
[119] Buhârî; Kiıab'ut-îergir. SOrefül-Kehf, Müslim; Kitabu Sıral'il-Kıyâme ve'I Cenneti ve'n-Nâri, 2785
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/96.
[120] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/96.
[121] Buhârî; Kiiab'us-Salât ve Kitab'ul-Cenâiz, Müslim; Kttab'ul-Cenâiz, 956, Ebu Dâvud; Ccnâiz ve İbn Mâce;
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/97.
[122] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/97-98.
[123] Müslim; Kilab'ul-Birr. 2622 ve İmam Ahmed
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/98.
[124] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/98.
[125] Buhârî; KıtaVun-Nikâh ve Kitab'ur-Rikâk, Müslim; Kiıab'ur-Rikâk, 2736 Ahmed
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/99.
[126] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/99-100.
[127] Buhârî; Kitab'ul-Enbiyâ ve Kitabu, Müslim; Kitab'ul-Birr ve's-Sıla, 2550, 8 ve Ahmed; 2/436
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/101-103.
[128] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/103-106.
[129] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/107.
[130] Müslim; Kitabu Fcdâifis-Sahâbe, 2413, 46, Nesri; Mcnâkıb ve İbn Mâce; Zühd
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/108.
[131] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/108-110.
[132] Müslim; KiMbu ftdairis-Sıhâbe, 2504 ve Ncseî; Mcnakıb
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/110.
[133] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/111-112.
[134] Buhârî; Kİtab'ul-Talâk ve Kitab'ul-Edcb. Tirmiri; 1919, Ebu Dâvııd; 5150 ve Atııncd b. Hanbel
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/112.
[135] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/112-113.
[136] Müslim; Kİtab'uz-Zühd, 2983
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/114.
[137] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/114.
[138] Bulıâri; Kiiab'uz-Zekâı, Kİtab'tıt-Tefsir ve Kitab'ul-Et'tme, Müslim; Kiıab'uz-Zekâl, 1039-102, Khu Dâvud, Nescî ve Ahmed
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/114.
[139] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/114-115.
[140] Buhârî; Kitab'un-Nafakât ve Kitab'ui-Edeb, Müslim; Kitab'uz-Zühd, 2982, Tirmizî; Birr, Neseî; Zekât
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/115-116.
[141] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/116.
[142] Müslim; Ki tab'un-Nikâh. 1432 ve Buharı; KiUb'un- Nikâh
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/116-117.
[143] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/117-118.
[144] Müslim; Kitab'ui-Birr ve's-Sıla ve'1-Âdâb, 2631 ve Tirmizî; 1917
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/118.
[145] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/118-119.
[146] Buhârî; Kilab'uz-Zekâl *e Kitab'ul-Edeb, Müslim; Kİlab'ul-Edeh, 2629 ve Tirmizî; 1916
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/120.
[147] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/120.
[148] Müslim; Kitab'ul-Edcb, 2630
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/121.
[149] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/121-122.
[150] İbn Mâce; Kitab'tıl-Edeb. 3678 ve Ahmcd; 2/439
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/122.
[151] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/122-123.
[152] Buhârî; Kjtab'ul-Cihâd ve Ahmed; 1/173
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/123.
[153] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/123-124.
[154] Ebu Dâvutİ; Kttab'ul-Cihad, 2594. Ahmed; 5/198, Nesei: 6/45, Tirmizî; 1702 ve Hâkim; 2/106, 145
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/124.
[155] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/124-125.
[156] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/127.
[157] Buhârî; Kitab'un-Nikâh ve Kitabu Bed'il-Haik, Müslim; Kitab'ur-Radâ, 1468, 59, 60 ve Ncseî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/128.
[158] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/128-129.
[159] Buhâri; Kitab'ul-Tefsir, Kitab'un-Nikâh ve Kitab'ul-Edeb. Müslim; Kilabu Sıfal'il-Cenncti ve'n-Nâri, 2855, Tirmizî; Tefsir, Ncsei; Tefsir, tbn Mâce; Nikâh, (Başka bir raviden) .
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/129-130.
[160] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/130-131.
[161] Müslim; Kitab'ur-Rada, 1469
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/131.
[162] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/131-132.
[163] Tınniiî; Kitab'un-Nikâh, 1163, İbn Mâce; 1851 w Nesd. Beraeri i«n bkz. Ahmed; 5/72, 73
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/132-133.
[164] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/133.
[165] Ebu Dftvud; Kitab'un-Nikâh, Neşet; tbn Mâce; 1850 ve Ahmed; 4/446, 447 5/3
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/134.
[166] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/134.
[167] Tirmia"; Kitab'un-Nikâh, 1162. Ahmed; 2/250, 472 ve Hâkim; 1/3
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/135.
[168] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/135.
[169] Ebu Dâvud; Kitab'un-Niltâh, 2146, İbn Mâce; 1985 ye Ncseî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/136.
[170] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/136-137.
[171] Müslim; Kitab'ur-Ruda, 1467, Neseî ve Ahmed
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/137.
[172] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/137.
[173] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/139.
[174] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/139.
[175] Buhârî; Kiiab'un-Nikâh ve Kilabu Bed'il-Halk, Müslim; Kitab'un-Nikâh, 1436, 121, 122, Ebu Dâvud, Neseî ve Ahmet
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/140.
[176] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/140-141.
[177] Buhârî; Kilab'un-Nikâh, Müslim; Kİtab'uz- Zekat, 1026
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/141.
[178] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/142.
[179] Buhârî; Kitab'un-Nikah ve Kilab'ul-Cum'a, Müslim; Kiiab'ul-lmârc, 1829, Ebu Dâvud, Tirmizî ve Ahmed; 2/5. 54
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/142-143.
[180] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/143.
[181] Tirmizî; Kitab'ur-Radâ, 1160
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/144.
[182] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/144.
[183] Tirmirf; Kitab'ur-Radâ, 1159. Benzeri İçin bkz. Ahmcd; 5/227, 4/381,6/76 ve İbn Mâ-cc; 1853, 1852
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/144.
[184] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/144-145.
[185] Tirmm; Kitab'ur-Radâ, 1161 ve İbn Mâce; 1854
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/145.
[186] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/145.
[187] Tirmizî; Kilab'ur-RadS, 1174. İtm Mâce; Kiub'un-NikSh w Ahmed; 5/242
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/146.
[188] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/146.
[189] Buhari Kitab’un-Nikah, Müslim; Kitab’ur-Rikak, 2740, Tirmizi; İsti’zar, Nesei va İbn Mace; Fiten
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/147.
[190] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/147.
[191] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/149.
[192] Müslim; Kitab'uz-Zekât, 995
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/150.
[193] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/150.
[194] Müslim; Kitab'uz-Zekâl, 994, Tinnizî; Birr, Neseî ve İbn Mâce; Cihad
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/151.
[195] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/151.
[196] Buhârî; Kitab'uz-Zekât, Müslim; Kitab'uz-Zefcât, 1001
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/151.
[197] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/152.
[198] Buhİrt; Kiub'ul-tman, Kitab'ul-Cenâû ve Kttab'ul-Meğâzî, Müslim; Kitab'ul-Vasiyye, 1628
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/152.
[199] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/153.
[200] Buhârî; Kitab'ııl-îman ve K ilah'un-Nata kât, Müslim; Kitab'uz-Zelcat, 1002
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/153.
[201] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/153.
[202] Ebu Dâvud; Kitab'uz-Zekât, Müslim; Kitab'uz-Zekâl, 996, Atımed; 6/160 ve Hâkim; 1/415
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/154.
[203] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/154.
[204] Buhârî; Kiıab'uz-Eekst, Müslim; Kitab'uz-Zekât İOÎO, Neseî; tşret'On-Nisâ ve Ahmed; 2/305, 306, 347,
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/155.
[205] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/155-156.
[206] Buhârî; Kitab'uz-Zekât
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/156.
[207] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/156-157.
[208] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/159.
[209] Buhârî; Kkab'uz-Zekâı, Kİtab'ul-Vasâyâ, Kİıab'ul-Vekâle ve Kitab'ul-Tfefsir, Müslim; KiUb'uz-Zekât, 998 ve Nesci: Tefsir
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/160.
[210] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/161.
[211] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/163.
[212] Buh3n; Kitab'uz-Zekât, Kitab'ul-Vasâyfl, Kiiab'uİ-Vekâle ve Kiiab'ut-Tcfıir, Müslim; Kitab'ui-Zekâl, 998 ve Netei: Tefsir
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/164.
[213] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/164-165.
[214] Buhari; Kiub'uz-Zcfcfit ve Kilab'ul-Cihâd, Müslim; Kîub*uz-ZekAt, 1069 ve Ahmed; 2/409, 444, 476
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/165-166.
[215] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/166.
[216] Buhârî; Kitab'un-Nİkâh ve Kttab'ul-Cum'a, Müslim; Kİtab'ul-fmârc, Ebu Davud. Tîrmiri ve Ahmed
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/167.
[217] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/1367.
[218] Ebu Dâvud; Kitab'uı-Satât, 495, Ahmed.b..i4anbel; 2/180, 187 ve Direkimi!; 85
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/167.
[219] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/168.
[220] Ebu Dâvud; Kİtab'us-Salât, 493, Tirmizî; Kitab'us-Salât, 407, Ahmed; 3/404, Dârimî: 1/333 ve Dârelcutnî; 83
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/168.
[221] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/168-169.
[222] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/171.
[223] Buharı; Kitab'ul-Edeb, Müslim; Kitab'ul-Birr vc's-SıU, 2624, 2623
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/172.
[224] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/172.
[225] Müslim; Kitab'ul-Birr veVSıla
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/172.
[226] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/172-173.
[227] Buhârî; Kitab'ul-Edeb, Müslim; Kitab'ul-Iman, 461
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/173.
[228] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/173-174
[229] Buhârî; Kit&b'ul-Hibc ve Kitab'ul-Edeb, Müslim; Kitab'uz-Zekât, 1030
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/174.
[230] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/174.
[231] Buhârî; Kitab'ul-Meziiim, M (Silim; Kitab'ul-BüyiT, 1609, Mâlik: 2/745, Ebu Dâvud; 3634 ve Tirmizî; 1353
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/175.
[232] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/175.
[233] Buhârî; Kitab'ul-Edeb, Müslim; Kİtab'ul-Iman, Ebu Dâvud; 5154 ve Tirmia; 2500
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/175.
[234] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/175-176.
[235] Buhârî; Kitab'ul- Edeb, Müslim; Kitab'uMman, 48, Tirmia" ve Ahmed b. Hanbel
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/177.
[236] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/177.
[237] Buhârî; Kitab'uş-Şüf'a ve Kitab'ul-Hibe, Ebu Dâvud; 5155
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/177.
[238] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/177
[239] Tirmizî; Kitab'ut-Birr, 1945, Ahmed b. Hanbel; 2/168, Dirimi; 2/215 ve Hâkim
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/178.
[240] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/178.
[241] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/179-180.
[242] Buhârî; Kitab'ul-Mevakiı ve Kitab'ut-Tevhid, Müslim; Kilab'ul-îman, 85
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/181.
[243] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/181.
[244] Müslim; Kitab'ul-Itk, IStO, Buhârî, Ebu Dâvud; 5137, Tirmizî; 1907 ve Ibn Mâce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/181.
[245] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/181-182.
[246] Buhari; Kitab'ul-Edeb, Müslim; Kisab'ul.tman, 47
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/182.
[247] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/182.
[248] Buhârî; Kitab'ul-Bdeb, Müslim; Kitab'ul-Birr ve's-Sıia, 2554
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/183.
[249] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/183-184.
[250] Buhârî; Kitab'ul-Edeb, Müslim; Kitat/ul-Birr vrj-Sıla, 2548
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/184.
[251] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/185.
[252] Müslim; Kitab'ul-Birr ve's-Sıla, 2551 ve Ahmed b. Hanbei
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/185.
[253] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/185-186.
[254] Müslim; Kitab'ul-Bîrr veVSıla, 2558
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/186.
[255] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/186-187.
[256] Buhari; Kitab'ul-Edsb ve Kİtab'ul-Buyû', Müslim; Kİtab'ul-Btrr ve's-Sıla, 2557, Ebu Dâ-vud; 1693, ibn Mâce ve Ahmed b. Hanbel
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/187.
[257] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/187-188.
[258] Buhârî; Kitab'uz-Zekât, Kitab'ul-Vesâya. Müslim; Kitab'uz-Zekât, 998
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/188-189.
[259] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/189.
[260] Buhârî; Kiıab'uUCihâd, Muslini; Kilab'ul-Birr veVSıia. 2549, Ebu Dâvııd; 2529 ve.Ne-seî; 6/İ0, 7/143
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/189-190.
[261] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/190.
[262] Buhârî; Kiiab'ul-Edeb, Ttrmizî; 1909, Ahmed b. Hanbel, Ebu D3vud; 1697 ve Neseî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/191.
[263] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/191.
[264] Buhârî; Kitab'ul-Edeb, Müslim; Kilab'ul-Birr veVSıta, 2555
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/191.
[265] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/192.
[266] Buhârî; Kitab'ul-Hibe, Müslim; Kitab'uz-Zekâl, 999 ve Ebu Dâvud; 1690
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/192.
[267] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/192.
[268] Buhârî; Kiiab'ul-Hibe, Kitab'ul-Cizye ve Kiıab'ul-Edeb, Müslim; Kitab'uz-Zekâl, 1003 ve Ebu Dâvud; 1668
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/193.
[269] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/193.
[270] Buhâri; Kitab'uz-Zekât, Mastım; Kiiab'uz-Zekât, 1000
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/194-195.
[271] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/195.
[272] Buhârî; Kitabu Bcd'ii-Vahy, Müslim; Kiıab'ııl-Cihad, 1773
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/195-196.
[273] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/196.
[274] Müslim; Kiub'ul-FedAU, 2543, 226, 227
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/196-197.
[275] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/197.
[276] Müslim: Kiiab'ul-lman. 204 w Neseî; Kitatful-Vesâyİ
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/198.
[277] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/198.
[278] Buhârî; Kilab'ul-Edeb, Müslim; Kİtab'uI-îman, 215.
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/199.
[279] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/199.
[280] Buhârî; Kitab'uz-Zekât, Müslim; Kitab'ul-Iman, 13 ve Neseî, Kitab'us-Salât
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/199.
[281] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/200.
[282] Tirmizî; Kilab'uz-Zekât. 658, Ebu Dâvud; 2355. Ahmed b. Hanbel, Neseî; 5/92, tbn Mâce; '844, Dârimî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/200-201.
[283] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/201
[284] Ebu Dâvud; Küab'ul-Eıleb, 5İ3S, Tirmizî; Kİlab'uı-Talak, 1189
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/202.
[285] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/202.
[286] Tirmizî; Kitab'ul-Birr ve's-Sıla, 1901, Ahroed b. Hanbel, İbn Mâce ve Hâkim
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/203.
[287] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/203.
[288] Müslim; Kitab'ul-Birr ve's-Sıla, 1903 ve Ebu Dâvud; 2280
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/203.
[289] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/203-204.
[290] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/205-206.
[291] Buhârî; Kiiab'uş-Şehadei, Müslim; Ki(ab'u!-tman, 87
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/206.
[292] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/207.
[293] Buhârî; Kitab'ul-Eyman ve'n-Nuzûr. Ahmeıi b. Hanbel. Tirmizî ve Nesaî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/207.
[294] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/208.
[295] Buhârî; Kitab'ut-Edeb, Müslim; Kiiab'ul-Inun, 90 ve Ahmed; 2/164
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/208.
[296] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/208-209.
[297] Buhârî; Kilab'ul-Edeb, Müslim: Kitab'ul-Birr vc's-Sıla, 2556
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/209.
[298] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/209-210.
[299] Buhârî; Kitab'uz-Zekâı, Kitab'ul-Edeb, Müslim; Kiiab'ul-Akdiye
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/210.
[300] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/210-211.
[301] Müslim; Kitab'ul-Birr veVSıla ve Tîrmizî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/213.
[302] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/213.
[303] Müslim; Kiıab'ut-Üırr vc's-Sıla, 2552, Tırmizî 1904 ve Ebu Dâvud. 5143
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/214-215.
[304] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/215.
[305] Ebu Dâvud; Kilab'ul-Edeb, 5142 ve İbn Mâce; 3664
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/216.
[306] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/216-217.
[307] Buhârî; Ki tabu Fedâü'iş-Sahâbc, KUab'un-Nikâh ve Müslim; Kitabu FedâiPİı-Sahâbe, 2435, 2437, Tirmizî ve İbn Mâce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/217.
[308] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/217-218.
[309] Butıârî; Kilab'ut-Fcdâil, Müslim; Kilabu Fedâil'U-Sahâbc 2513
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/219.
[310] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/219.
[311] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/221.
[312] Müslim; Kaab'ut-Fcdail. 2405
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/222-223.
[313] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/223-224.
[314] Buharı"; Kitabu ftdâil'is-Sahâbe
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/225.
[315] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/225.
[316] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/227
[317] Müslim; Kitab'us-Salât, 674, 291, Ebu DSvud, Tirmiri, Nesd ve Ibn Mâce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/228.
[318] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/228-229.
[319] Müslim; Kitab'us-Salât, 432, Ebu Dâvud, Tirmİ2Î, Neseî ve Ibn Mâce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/229.
[320] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/229-230.
[321] Müslim; Kiıab'us-Salâı, 323
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/230.
[322] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/231.
[323] Buhârî; Kitab'ud-Diyaı, Müslim; Kitab'ul-Kasâme, Kitab'ud-Diyat, 1669, Kitab'ul-Kısas, Ebu Dâvud, Tirmİzî, Nescî ve İbn Mâcc
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/231-232.
[324] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/232.
[325] Buhârî; Kilab'ul-Cenâiz, Kiiab'ul-Mcgâzî. Ebu Dâvud, Tirmİzî. Neseî ve İbn Mâce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/233.
[326] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/233.
[327] Buharı; Kilab'ul-Vudû, Müslim; Kitab'ur-Rİya, 2271
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/234
[328] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/234.
[329] Ebu Dâvud; Kitab'ul-Edeb, 4843
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/234-235.
[330] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/235.
[331] Ebu Dâvud; Kitab'ul-Edeb, 4943, Tirmizî; Kitab'ul-Birr, 1921 ve Ahmcd; 2/185
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/235.
[332] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/236.
[333] Ebu Dâvud; Kitab'ul-Edeb, 4832
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/236.
[334] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/236-237.
[335] Buhârî; Kûab'ıu-Tefsir ve Kitab'ul-I'ttsâm
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/237-238.
[336] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/238.
[337] Buhârî; Kitab'ul-Fedâil, Müslim; Kitab'ul-Cenâİz, 964, 88
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/238.
[338] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/238-239.
[339] Tirmizî; Kitab'ul-Bitr, 2023
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/239.
[340] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/239.
[341] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/241.
[342] Müslim; Kiıabu Feddil'is-Sahâbe. 2454, Tîrmizî ve Ibn Mâce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/242.
[343] Müslim; Kiıab'ui-Birr veVSıla, 2567 ve Kitab'ul-Âdâb, Ahmed; 2/292, 408, 462, 482
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/243.
[344] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/243.
[345]Tirmizî; Kkab'ui-Birr vc's-Sıla. 2009 ve Ibn Mâce; 1442
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/244.
[346] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/244.
[347] Buhârî; Kilab'uz-Zebâih. K it ab'u I-Buyu, Müslim; Kiıab'ul-Birr ve's-Sıla, 2628 ve Ah-med; 4/404, 405, 408
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/244.
[348] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/244-245.
[349] Buhârî; Kiiüb'un-Niknh, Müslim; Kimb'un-Nikah, 1466, Ebu Dâvud, Neseîve Ibn Mâce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/245.
[350] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/245-246.
[351] Buhârî; Kitab'ui-Tefsir, Kilabu Bcd'il-Halk
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/246.
[352] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/246.
[353] Ebu Dâvud; Kitab'ul-Edeb, 4832, Tirmi^i; Kİıab'uz-Zuhd, 2397
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/247.
[354] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/247.
[355] Ebu Dâvud; Buhâri; Kİıab'ul-Edeb, Tirmizî; Kitab'uz-Zühd
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/248.
[356] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/248.
[357] Buhârî; Kitab'ul-Edeb, Müslim; Kitab'ul-Birr ve's-Sıla, 2640, Ahmed b. Hanbd. ve Tirmizî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/248.
[358] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/248-249.
[359] Buhâri; Kitab'uJ-Menâkıb, Müslim; Kilab'ul-Birr ve's-Sıla, 2639, Ebu Dâvud; 5126 ve Tirmizî; 2385
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/249
[360] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/249-250.
[361] Buhârî; Kiıab*ul-Ldcb, Müslim: Kilab'ııl-Uirr ve's-Sıla. 2640
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/250.
[362] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/250
[363] Müslim; Kiiabu Fedâil'is-Sahâbe, Buhârî; Kitab'ul-Enbiya, Ebu Dâvud; 4834
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/251.
[364] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/251.
[365] Müslim; Kilabu Fcdâil'is-Sahâbc, 2542
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/252-253.
[366] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/253-254.
[367] Ebu Dâvud; Kitab'uı-Salât, 1498, Tirmizî; Kitab'ıırf-Dcavât, 3S62 ve İbn Mâce;
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/255.
[368] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/255.
[369] Buhârî; Kitab'ul-I'tisâm, Müslim; Kitab'ııl-Hacc, 1399 ve Atımed; 2/5, 30
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/256.
[370] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/256.
[371] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/257
[372] Buhârî; KiEab'ul-îman, Müslim; Kiıab'ul-îman, 43, Ahtned b. Hanbel, Tinnizî ve Neseî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/258.
[373] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/258-259.
[374] Buhârî; Kİtab'us-Saiât, Müslim; Kitab'uz-Zekâi, 1031, Ahmed b. Hanbel ve Neseî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/259.
[375] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/260.
[376] Müslim; Kitab'ul-Birr ve's-Sıla, 2S66 ve Ahmed b. Hanbd
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/260-261.
[377] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/261.
[378] Müslim; Kiub'ııl-îman, 54, Ebu Oâvud, Tirmizî ve Ibn Mİce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/261.
[379] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/261-262.
[380] Müslim; Kitab'ul-Birr veVSıla, 2567
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/262.
[381] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/262.
[382] Buhârî; Kifabu Fedai I'is-Sahâbe, Müslim; Kitab'ııl-îman, 75
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/263.
[383] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/263.
[384] Tirmizİ; Kiiab'uz-Zühd, 2391
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/263.
[385] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/263-264.
[386] Mâlik; Mu vat ta ve tbn Hibban
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/264-265.
[387] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/265.
[388] Ebu Dâvud; Kitab'ul-Edeb, 5124, Tirmizi Kitab'uz-Zühd, 2393, Buhârî ve Ahmcd b. Han-bel
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/265.
[389] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/266.
[390] Ebu Dâvud; Kitab'us-SaJâı, 1522, Neseî; Kitab'us-Salât, 3/53, Ahmed b. Hanbet ve Ti-beranî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/266.
[391] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/266.
[392] Ebu Dâvud; Kiıab'ul-Edeb.5125
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/267.
[393] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/267.
[394] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/269.
[395] Buharı; Kiıab'ıır-Rİkâk ve Ibn Hıbban
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/270.
[396] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/270.
[397] Buhârî; Kitabu Bed'il-Kalk, Müslim; Kiıab'ul-Birr veVSıls, 2637, Kİtab'ul-Edcb
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/271.
[398] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/271-272.
[399] Buhârî; Kitab'm-Tevhîd, Müslim; Kitab'us-Salât, 813 ve Neseî
[400] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/272.
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/272-273.
[401] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/275.
[402] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/275.
[403] Mailim; Kitab'm-Salât, 657, 262 ve Tirmizî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/276.
[404] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/276.
[405] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/277.
[406] Buhâri; Kitab'ul-îraan, Müslim; Kitab'ul-Iman, 22. Ebu Dâvud, Tirmia, Nesaî ve İbn Mâce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/278.
[407] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/278.
[408] Müslim; Kitab*ıı!-lman, 23
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/279.
[409] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/279.
[410] Buhârî; Kitab'ul-Megâzi, Müslim; Kitab'ul-lman, 95
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/279-280.
[411] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/280.
[412] Buhârî; Kilab'ul-Meğâzi, Müslim; Kitab'ul-îman, 96, 157, 159
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/281.
[413] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/281-282.
[414] Müslim; Kitab'ul-îman, 97
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/283.
[415] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/283
[416] Buhârî; Kiıab'uj-Şehâdei
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/284.
[417] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/284.
[418] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/285-286.
[419] Buhârİ: Kitabu BedFil-Halk, Müslim; Kİtab'ul-Kader, 2643, Ebu Dâvud, Tirmm, Ne-seî ve İbn Mâce
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/287.
[420] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/287-288
[421] Müslim; Kitab'ul-Cenne, 2842 ve Tİrmizî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/288.
[422] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/289.
[423] Bulıârî: Kiiab'ur-Rikâk, Mistim; Kitab'ul-înıan, 213 ve Ahmtd; 4/274
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/289.
[424] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/289.
[425] Müslim; Kitab’ul-Comıe, 2845 vs Aiıreed; S/10, !8
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/290.
[426] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/290.
[427] Buhâîî;-Kitab'uî-'ifMî!rf Müslim; Kiiab'ul-Csr.ne, 2862 va Ahmed; 2/13. 19, 64
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/290.
[428] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/291.
[429] Buhâri; Kiıab'ut-Tefsîr, Müslim; Kitabu Fedâil'in-Nebî, 2359, Tirmizî ve Neseî
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/291.
[430] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/291-292.
[431] Müslim; Kitab'ul-Cennet, 2864
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/292-293.
[432] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/293.
[433] Buhâri; KiıulVur-KikâL. Müslim; Kitab'ul-Cenne, 2863
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/293.
[434] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/293-294.
[435] Müslim; Kitab'ui-Cenne, 2844
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/294.
[436] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/294.
[437] Buhârt; K.itab'ul-Edeb, Müslim; Kiıab"u;-Zekâı, 1017
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/295.
[438] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/295.
[439] Tirmizî; Kifab'ıu-Zuhd, 2313, Ibn Mâce; 4190 ve Alımcd; 5/173
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/295-296.
[440] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/296.
[441] Tirmuî; Kitabu Sıfatı Yevm'iUKıyame, 2419
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/296-297.
[442] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/297
[443] Tırmizî; Kitabu Sıfatı Yevm'il-Kıyam*, 3350
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/297-298.
[444] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/298.
[445] Tirmizî; Kitab'uı-Tefsir, 2433, Neseî ve Ahmed; 3/7
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/299.
[446] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/299.
[447] Tirmizî; Kitabu Sıfat'il-Kıyame, 2452
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/299.
[448] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/299.
[449] Buhârî; Kilab'ur-Rikâk, Müslim; Kiıab'ul-Ccnne, 2859
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/300.
[450] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/300.
[451] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/301
[452] Tirmizî; Kitab'uı-Tefsir, 2433, Neseî ve Ahmed; 3/7
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/302.
[453] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/302-303.
[454] Müslim; Kisab'ısz-Zikr ve*d-D«a. 2687
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/303:
[455] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/304.
[456] Müslim; Kİtab'ul-îman. 93
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/304.
[457] Buhârî; Kitab'uMlim, Müslim; Kıt.ıh'ul-îman, 32
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/305-306.
[458] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/306.
[459] Müslim; Kitab'ul-İman, 27, 45
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/307-308.
[460] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/308.
[461] Buhârî; Kiıab'us-Salât, Müslim; Kiiab'ul-Iman, 455
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/309-310.
[462] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/310-311.
[463] Buhârî; Kitab'ul-Edeb, Müslirh; Kilab'ut-Tcvbc, 2754
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/311.
[464] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/311
[465] Buhârî; Kilab'ut-Tevhid, Kilabu BetTil-Halk, Müslim; Kilab'ut-lfcvbe, 2731 ve Tirmizî; 3537
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/312.
[466] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/312.
[467] Buhârî; Kitab'ul-Edeb, Kitab'ur-Rikâk, Müslim; Kijab'ui-Tevbe, 2752 ve Tirmizî; 3535
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/313.
[468] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/313-314.
[469] Buhâri; Kitab'til-Tevhid, Müslim; Kitab'ui-Tfcvbe; 2758
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/314-315.
[470] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/315.
[471] Müslim; Kİtab'ut-Tevbe, 2749
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/316.
[472] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/316.
[473] Müslim; Kitab'ul-Tevbe, 2748. Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî; 3533
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/316-317.
[474] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/317.
[475] Müslim; Kİıab'ul-Iman, 31
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/318.
[476] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/318-319.
[477] Müslim; Kitab'ul-îman, 202
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/319-320.
[478] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/320
[479] Buhârî; Kiiab'ul-Tevhid, Müslim; Kitab'ul-Tman, 30, 49
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/321.
[480] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/321.
[481] Buhfirt; Kitab'ul-Tefsir, Mttiİim; KİIab'ul-Cenne, 2871 ve Nesri (428) Mildim; Kitab'ul-Ccnne, 2808
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/321-322.
[482] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/322.
[483] Müslim; Kitab'ul-Moâdd, *68 w Ahmfed b. Haflbd
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/322.
[484] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/322-323.
[485] Müslim; Kitab'ul-Moâdd, *68 w Ahmfed b. Haflbd
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/323.
[486] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/323
[487] Müslim; Kitab'u naiz, 78
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/324.
[488] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/324.
[489] Buhâri; Kiub'ur-Rikâk, Müslim; Kiub'ut-tman, 221, 376, 377
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/325.
[490] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/325
[491] Müslim; Kitab'tu-Tevbc; 2767, 50. 51
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/326.
[492] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/326.
[493] Buhâri; Kiiab'uı-lclsir, Müslim; Kilab'uı-Tevbc, 2768
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/327.
[494] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/327.
[495] Buhârî; Kiuıbu Mevâkıi'ıs-SaUt, Müslim; Kitab'ui-Tevbe. 2763
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/328.
[496] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/328.
[497] Buhârî; Kiıab'ui-Mııhâribm, Muifım; Kiiub'uı-'lcvbe, 2764
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/329.
[498] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/329
[499] Müslim; Kitab'uz-Zikr ve'd-Dua. 2734, Atımcı) b. Hanbd, Tirmizî « Nesri
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/330.
[500] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/330.
[501] Müslim; Kitab'ut-Tcvbc, 2759
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/330.
[502] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/330-331.
[503] Müslim; Kiıab'ııs-Salâı, 832
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/333-334.
[504] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/334-335.
[505] Müslim; Kitabu Fediil'in-Ncbl, 2288
İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/335.
[506] İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 2/336.