AÇLICIN, SADE HAYATIN, YİYECEK, İÇECEK VE BAŞKA ŞEYLERİN
YETERLİ 0LAN1YLA YETİNİP, ŞEHVANİ ARZULARI
KANAAT, TOKGÖZLÜLÜK, İKTİSATLI YAŞAMAK, SADAKA VERMEK
VE ZARURET OLMADIKÇA DİLENMEMEK
İSTEMENİN VE GÖZ DİKMEDEN SADAKA ALMANIN MEŞRUİYETİ
KENDİ KAZANCINDAN YEMEYE VE DİLENMEKTEN ÇEKİNMEYE TEŞVİK
İYİLİK, CÖMERTLİK VE ALLAH'A GÜVENEREK HAYİR YOLLARINDA MAL HARCAMAK
CİMRİLİK VE MAL HIRSINDAN NEHİY
AHİRET İŞLERİNE RAĞBET ETMEK VE İYİ İŞLERİ ÇOK İŞLEMEK
HELALİNDEN MAL KAZANIP İYİ İŞLERE HARCAYARAK ŞÜKREDEN ZENGİNİN FAZİLETİ
ÖLÜMÜ ANMAK VE ARZULARI AZALTMAK
KABİR ZİYARETİNİN ERKEKLERE MÜSTEHAB OLDUĞU VE ZİYARETÇİNİN DİYECEKLERİ
BAŞA GELEN BİR BELÂDAN DOLAYI ÖLÜMÜ ARZU ETMENİN
MEKRUH OLDUĞU, DİNDE BİR FİTNE VUKUUNDAN
KORKULDUĞU İÇİN OLURSA ÖLÜMÜ TEMENNİ ETMEKTE
GÜNAH İŞLEMEKTEN KORUNMAK VE ŞÜPHELİ ŞEYLERİ TERKETMEK
ZAMANIN BOZUKLUĞUNDA VEYA DÎNÎ SAHADA BİR FİTNEDEN
VE HARAM DÜŞMEKTEN KORKULDUĞUNDA BİR KENARA
TEVAZU GÖSTERMEK VE MÜ'MİNLERE ŞEFKATLİ DAVRANMAK
KİBİRLENME VE KENDİNİ BEĞENİP GURURLANMA HARAMDIR
YUMUŞAKLIK, ACELE ETMEMEK VE MERHAMET
KUSURLARI BAĞIŞLAMA VE CÂHİLLERDEN YÜZ ÇEVİRME
ŞERİATIN HÜRMET EDİLMESİ ZARURİ EMİRLERİ ÇİĞNENDİKÇE
ÖFKELENMEK VE ALLAH'IN DİNİNE DESTEK OLMAK
İDARECİLERİN MASİYET HARİCİNDEKİ EMİRLERİNE UYMALI,
MASİYETE DAİR EMİRLERİNE UYMAMAL1
MECBUR KALMADIKÇA VEYA BtR İSTEK KENDİSİNİ SEVK
ETMEDİKÇE İDARECİLİĞİ TALEP ETMEME VEYA
MEMURİYETTEN UZAK KALMAYI TERCİH ETMEK
İDARECİYİ, HÂKİMİ VE DİĞER GÖREVLİLERİ DOĞRU
YARDIMCILAR EDİNME VE KÖTÜ YARDIMCILARDAN
SAKINDIRMA VE SÖZLERİNİ DİNLEMEMEYE TEŞVİK
DEVLET İDARECİLİĞİ, HÂKİMLİK VE DİĞER
GÖREVLERE İSTEYEN VE ARZU DUYANLARI GETİRMEMEK
BÖLÜM HAVA VE FAZİLET, HAYA İLE AHLÂKLA NM AVA TEŞVİK
VERİLEN SÖZE BAĞLİ KALMAK, VA'DLERİ YERİNE GETİRMEK
KİŞİNİN ALIŞTIĞI HAYIRLARI DEVAM ÜZERE KORUMASI
MÜSLÜMANLARLA KARŞILAŞLNCA GÜLER YÜZLÜ VE TATLI SÖZLÜ OLMAK
MUHATABIN ANLAMASI İÇÎN AÇIK KONUŞMAK,
ANLAMAK İÇİN GEREKİRSE TEKRARLAMANIN MÜŞTEHAfi OLDUĞU
BİR KIMSENIN YANINDAKİNİN HARAM OLMAYAN KONUŞMASINA
KULAK VERMESİ, ALİMİN VE VÂIZIN MECLİSDE ONLARI
NAMAZA, İLİM ÖCRENME VE BENZERİ İBADETLERE
VAKAR VE SÜKÛNETLE GİTMEYE DAVET
İYİ İŞLERİ MÜJDELEMEK VE TEBRİK ETMEK
YOLCULUĞA ÇIKARKEN VEDALAŞMAK, ARKADAŞINA
TAVSİYEDE BULUNMAK, DUA ETMEK VE ONDAN
SACDAN VE SOLDAN BAŞLAMANIN MÜSHEHAB OLDUĞU İŞLER
YEMEĞİ KUSURLU BULMAYIP, METHETMEK
ORUÇLU OLDUĞU HALDE KENDİSİNE YEMEK
SUNULAN KİMSENİN SÖYLEYECEĞİ SÖZ
YEMEĞE DAVET OLUNAN KİMSENİN, BERABERİNDE BAŞKALARI
BULUNDUĞUNDA, EV SAHİBİNE SÖYLEYECEĞİ
YEMEK ADABINA DİKKAT ETMEYENLERİ UYARMAK
HURMA VE BENZERİ MEYVELERİ, TOPLULUK
HALİNDE İKEN ARKADAŞLARİ MÜSAADE ETMEDEN İKİŞER İKİŞER YEMEK
YEMEK YEYİP DE DOYMAYAN KİMSENİN YAPMASI VE
SÖYLEMESİ GEREKLİ ŞEY HAKKINDADIR
YEMEK TABAĞININ KENARINDAN YEMEK,
SOFRA BAŞINDA UYGUN OLAN VE OLMAYAN DAVRANIŞLAR
SU İKRAM ETMEİN VE İÇMENİN ADABI
SU KABI İÇİNE SOLUMANIN MEKRUH OLMASI
TOPLLTÜĞA SU VEREN KİMSENİN EN SON İÇMESİ MÜSTEHABDIR
BEYAZ ELBİSE GtYMENİN MÜSTEHAB OLMASI; KIRMIZI, YEŞİL,
SARI, SİYAH RENKTE; YÜN, PAMUK, KETEN GİBİ İPEK HARİCİ
GÖMLEĞİN KOL KISMININ VE tZARIN UZUNLUK BAKIMINDAN
ŞEKLİ, SARIĞIN UCU VE BUNLARI KİBİR VE GURUR İÇİN
UZATMANIN HARAM, KİBİR VE GURUR İÇİN OLMADIĞINDA
"Onların arkasından öyle bir nesil geldi ki, namazı terkedip şehvetlerine uydular, onlar azgınlıklarının cezasını bulacaklardır. Ancak, tevbe eden, îman edip hayırlı amel İşleyenler müstesna, bunlar az da olsa haksızlığa ug-ramaksızın cennete girerler". (Meryem, 59-60)
"Günün birinde (Kârûn) süslenip ihtişamla kavminin huzuruna çıktı. Dünya hayatına gönül bağlayanlar: "Ne olurdu Karun'a verilen nîmet bizde de olsaydı! Muhakkak Kârûn büyük bir servet sahibidir" dediler. İlim sahibi olanlar ise; "Yazıklar olsun size! İman edip iyi amellerde bulunan kimselere
Allah'ın verdiği sevap daha hayırlıdır" dediler." (Kasas, 70-80)
"Sonra hiç şüphesiz o gün, verilen nimetler hakkında sorguya çekileceksiniz". (Tekâsur, 8)
"Kim dünyayı isterse, dilediğimiz kimselere istediğimiz miktarı çabucak veririz de sonra ona cehennemi mekân kılarız. O da, kınanmış ve kovulmuş olarak cehennemde yanar". (Isra, 18)
Bu konudaki ayetler çok ve malumdur. [1]
491. Hz. Âişe (r.a) der ki: "Peygamber ailesi onun vefatına kadar iki gün peşipeşine arpa ekmeğinden karınlarını doyuramamışlardır." (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[2]
Diğer bir rivayet şöyledir: "Peygamber ailesi Medine'ye hicretten vefatına kadar üç gece peşipeşine doyasıya buğday ekmeği yememiştir.
Peygamber ailesinden maksad, hanımları ve Iıizmetçileridir. Rasûlullah ve ailesi ferdleri üç gün peşipeşine arpa ve buğday ekmeği bulamadan geçinir, hiçbir zaman tıkabasa kannlannı doyuramazdı. Aylarca bacalarının tütmediği olur; yani evlerinde yemek pişmezdi. Bu hareket onların yoksulluklarından değil, hudutsuz cömert İlklerindendir. Rasûlullah kendi malından zevcelerinin senelik nafakalarını ayırır, Takat cömertliğinden bu nafaka senenin yansı gelmeden biterdi. En ucuz ve kolay yemek kuru hurma olduğu için günde İki Öğün yemek yerlerse, bunun biri mutlaka kuru hurma olurdu.
Hadisimiz, Rasûlulİah'ın ve aile fertlerinin az ile yetinip, zühd hayatını tercih ettiklerine acık delildir.[3]
492. Urve'dcn rivayet edildiğine göre Âişe (ra) şöyle anlatmıştır: *'Ey kız-kardeşimin oğlu! Vallahi biz peygamber hanımları, iki ayda üç hilâl sayardık da bu zaman içinde Rasûlulİah'ın odalarında hiç ocaklık yanmazdı"; "Ey Teyzeciğirn ne ile yaşardınız?" diye sordum, "tki kara şeyle; yani hurma ve su ile; ancak Rasûlulİah'ın ensardan olan komşuları hayvanlarının sütlerinden Rasûlullah'a gönderirlerdi, o da bizlere onu verirdi" dedi. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir.)[4]
Daha önceki bölümlerde geçtiği üzere, şayet Rasûlullah dileseydi, Allah Mekke dağlarını ona altın yapacak ve emrine verecekti. Rasûlullah dünyaya önem vermeyip; birgün açlığı, birgün tokluğu tercih etmiştir.Açlığında Allah'a tazarruu, tokluğunda da hamdetmeyi tüm dünyaya üstün görmüştür. Bu sebeple eline geçen dünyalığı cömertçe dağıtmış, fakirlikten hiç korkmamıştır. Bu zühd hayatında hanımları da onu takip etmişler, şikayette bulunmamışlardır.
Kuru hurmaya siyah denmesi, genellikle Medine'nin hurmaları siyah olduğundandır. Suya da tağlib tarîkîyle siyah denilmiştir. Aksi takdirde suyun rengi yoktur.
Hz. Âişe'nin (ra) bu özel durumu haber vermesi, şikayet değil, ümmeti için Rasûlullah'ın örnek halini açıklamadır. Bu sebeple de bir beis yoktur. Böyle örnek bir hâlin gizlenmemesi daha da uygundur.
Hadisimiz, kişinin ailevî hayatından şer'î mahzur taşımayan bir şeyi anlatmasında bîr beis olmadığına delildir.[5]
493. Ebu Saîd el-Mukbirî'den rivayete göre Ebu Hüreyre (r.a) bir kavme rastladı, önlerinde kızartılmış bir koyun vardı. Onu yemeğe davet ettiler. Ebu Hüreyre de "Rasûlullah doyasıya arpa ekmeği bile yiyemeden dünyadan ayrıldı" diyerek yemeğe gitmedi. (Buhârî rivayet etmiştir).[6]
Ebu Saîd tabiînin büyüklerindendir. Hz. Âişe ile ümmü Seleme'den rivayetleri mürseldir. Kendisinden 6 hadis rivayet edilmiştir.
Hadisimiz, ashabın Rasûluİiah'ın ahlâkı ile ahlâklanmaya verdiği önemi ifade etmektedir. Bu hadis, Rasûlullah ve ashabının hiç doymadıkları, aç yaşayıp, aç öldükleri anlamına da gelmez. Fakat onlarda asıl olan şey, yemeğe önem vermemek, tıka basa karınlarını duyurmamaktır.
Yani onlar yemek için yaşamaz, yaşayabilmek İçin yerlerdi. Bir hadiste de "Kişinin belini dik tutacak kadar yemesi onun için kâfidir" buyurulmuş-tur. Yine bir hadiste "Ademoğlu midesinden daha şerli bir kap doldurmuş değildir" buyurulmuştur.[7]
494. Enes (ra) der ki: "Rasûlullah, ölünceye kadar sofrada yemek yememiştir ve has undan yapılmış ekmek de yememiştir". (Buhârî rivayet etmistir).[8]
Buhârî'nİn naklettiği diğer bir rivayette "gözleri, kesinlikle kızartılmış koyun görmüş değildir." ziyadesi vardır.
Sofra üzerinde yemek yemek, o zaman kibir alâmeti sayılırdı. Bu sebeple Rasûlullah sofrada yemek yememiştir. Çünkü her halinde tevazuu tercih etmiş ve tavsiyede bulunmuştur. .Sofrada yemek btd*at ise de caizdir.
"Kızartılmış koyun görmedi" cümlesi Rasûlullah'ın kızartılmış koyun yediğini gOrmedi anlamındadır. Yani Rasûlullah, dünya rahatına alışıp nefislerine hoş gelen yemekleri yiyenlere benzemezdi. Kendisini fakirlere, yoksullara benzetmeye çalışmış, bu hayatıyla orüarın da gönlünü hoş etmiştir. Bu şekilde hareket ümmetine vacip değilse de iki cihan saadetine ermek isteyenlere güzel bir Örnektir.
Nefsin isteklerim noksansız karşılamak kişide dünya muhabbetini artırır ve o da türlü hata ve isyanları doğurur.[9]
495. Nu'man b. Beşir (ra) der ki; "Ben Peygamberinizin karnını doyuracak kadar âdî hurmayı bile bulamadığını çok gördüm". (Müslim rivayet etmiştir).[10]
"Peygamberinizin" tabiri, muhataplara Rasûlullah'a uymalarım ve dünyaya meyletmemelerini tenbih içindir. Çünkü ümmeti Rasûlullah'ı en güzel Örnek olarak görmeli ve ona uymaya çalışmalıdır.
Ebu Avâne'nin rivayetinde "Siz yiyecek ve içeceklerden dilediğinizi bulup yiyorsunuz öyle mi? Ben Peygamberinizin karnını doyuracak kadar dahi âdî bir hurmayı bile bulamadığını çok gördüm" şeklindedir.
Hadisimiz, Rasülullah'ın bazan, çok az da olsa karnını doyuracak şeyler bulamadığına delildir. Çünkü o, herşeyini tebliğe hasretmişti, karnının açlığını ve doyurmak için birşeyler gerektiğini bile düşünemiyordu. Nefsinin isteklerine hiç tâbi olmuyordu.[11]
496. Sehi b. Sa'd (na) der ki: "Rasûiullah, peygamber olarak gönderildiğinden ölünceye kadar eteklenmiş un görmemiştir". Kendisine "Peygamber zamanında sizlerde qfek var mıydı?" diye soruldu. O da "Rasûiullah ölünceye kadar elek görmemiştir" cevabını verdi. "Arpa ununu eleklemeden nasıl yiyordunuz?"d\yt sorulunca şöyle dedi; "Arpayı Öğütüp havada savururduk, uçan uçardı. Geriye kalanım da su ite ıslatıp hamur ederdik". (Buhâri rivayet etmisiir).[12]
Rasûiullah, peygamberliğinden önce Şam tarafına ticaret için gittiğinden oralarda eleklenmis saf un görmüştür. Çünkü oralarda bu un çoktu. Peygamberliğinden sonra böyle bir uzak sefere çıkmadığı için görmemiştir. Yaşadığı Medine'de ise elek yoktu ve un eteklenmeden hamur yapılırdı.
Yine hadisimiz, bu bölümdeki diğer hadislerle birlikte aynı manayı desteklemektedir. O da Rasûiullah ve ashabının zühd hayatıdır. Hiçbir zaman dünya rahatını arzu etmedikleridir.[13]
497. Ebu Hüreyre'den (ta) rivayet edilmiştir: Rasülullah bir gün veya gece evinden çıktı, yolda Ebu Bekir ve Ömer ile karşılaştı. "Bu saatte evinizden niçin çıktınız" diye sordu. Onlarda "açız" dediler. "Allah'a yemin ede-rint ki, ben de aynı sebepten evden çıktım" buyurdu. Beraber yola koyuldular, Peygamberimiz ensardan birinin evine vardı, adam evde yoktu. Hanımı Peygamberimizi görünce "Hoş geldiniz, buyurun" dedi. Peygamberimiz beyini sordu "Bize tatlı su getirmeye gitti" dedi. O sırada ev sahibi geldi, Peygamberimizle iki arkadaşını görünce "Elhamdülillah, bugün kimse benden daha şerefli misafirlere kavuşmamıştır" dedi. Koşarak onlara, üzerinde koruğu, kurusu ve yası bulunan bir hurma salkımı getirip "buyurun" dedi. Hemen bıçağı eline aldı, o zaman peygamberimiz "Sağılır koyun kesmeyesin" dedi.
Bir koyun kesti. Onlar da koyun eti ile hurmanın bir kısmını yediler ve su içtiler. Doyup sularını da içtikten sonra Peygamberimiz, Ebu Bekir ve Ömer'e şöyle buyurdu: "Allah'a yemin ederim ki. kıyamet günü bu nimetten sorguya çekileceksiniz. Açlık sizi evlerinizden çıkmaya zorlayınca, bu nimete kavuşuncaya kadar geri dönmediniz". (Müslim rivayet etmiştir).[14]
Rasûlullah (sa) ile ashabının büyükleri dünya varlığının azıyla iktifa eder, çoğu zamanlar açlık ve geçim darlığına maruz kalırlardı. Ulemadan bazıları bu hâlin fetihler devrinden Önce olduğunu söylemişferse de Nevevî, bunun bâtıl bir görüş olduğunu söylemiştir. Çünkü hadisin râvisi Ebu Hüreyre, Hay-ber'in fethinden sonra müslüman olmuştur. O belki başkasından işiterek rivayet etmiştir denirse, bu da zahirin aksinedir, böyle bir şeyin kabulüne de zaruret yoktur. Doğrusu bunun aksidir. Çünkü Rasûluilah bütün ömründe varlıkla darbk içinde bir hayat sürmüştür, önceki zikredilen hadisler bunun delilidir.
Rasüiullah'ın vefatında, ailesi için ödünç aldığı arpa karşılığında zırhı rehinde bulunuyordu. Peygamber bir müddet bir genişliğe kavuşuyor, az sonra elinde avucunda birşey kalmıyordu. Çünkü bunları Allah'a taat yolunda muhtelif hayır yollarına sarfedİyor, muhtaçları doyuruyor, geceleyin yoldan gelenleri misafir ediyor, etrafa gönderdiği seriyyeleri kendisi teçhiz ediyordu. En yakın arkadaşlarının da ahlâkları böyle İdi.
Sahabîler, din kardeşlerini kendi nefisleri üzerine tercih ederlerdi. Bu yüzden de Kur'an'da methcdilmİşlerdir: "Onlar din kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler, velev ki kendileri aç olsunlar". (Haşr, 9)
Hadisimiz aynca şu hükümleri ihtiva eder:
İbadet zamanında açlık arız olursa onu gidermeye çalışmak taat ve murakabenin en mükemmeli olur.
İnsan, başına gelen elem ve kederi şikayet ve itiraz İçin değil de, sabır ve teselli maksadıyla ve yardım ümidiyle söyleyebilir.
Kişi, itimad ettiği dostuna naz ederek evine cemaat götürebilir. ihtiyaç anında yabancı kadının konuşmasını dinlemek, onunla konuşmak caiz olduğu gibi, kadının da doğruluklarına güvendiği kimseleri kocasının evine alması caizdir.
Misafire, elde mevcut yiyeceklerden, acelece birşeyler takdim etmek müs-tehabdir. Ulemadan bir cemaat misafir hakkında teklif ve tekellüm kerih görmüşlerdir. Ancak bu, ev sahibine meşakkat olacağı zamana hamledilmiştir.
Hadisimiz aynca, doyuncaya kadar yemenin caiz olduğuna delildir. Gerçi bunun mekruh olduğunu bildiren deliller varsa da, bunlar devamlı doyuncaya kadar yemeye hamledil m iştir. Çünkü her zaman doyuncaya kadar yemek kalbi katılaştınr, muhtaçları unutturur.
Kıyamet gününde bu nimetlerin sorulması meselesine gelince. Kadı lyaz: "Bizim itikadımıza göre buradaki sual nimetleri sayıp dökme, bunlardan dolayı minnettar kaldıklarını beyan ve bolluklarından dolayı sahibinin kerim olduğunu anlatmaktır, Yoksa muhasebe, tehdit ve azarlama suali değildir" demiştir.[15]
498. Halid b. Ömer el-Adevî'den (r.a) rivayeî edilmiştir:
Utbe b. Gazvan (na) Basra valisi iken bir gün bize hutbe okudu. Hamd-Ü senadan sonra şöyle dedi: Dünya, fâniliğini ilan ederek, yüzünü dönmüş hızla gidiyor. Su kabının dibinde sahibi tarafından biriktirilen su kalıntısı gibi az bir süresi kalmıştır. Sizler buradan, sonu olmayan bir yurda göçeceksiniz. Oraya, yanınızda İyi ameller bulunarak gidiniz. Çünkü bize anlatıldığına göre cehennemin ağzından atılan bir taş yetmiş sene boyunca düşmeye devam ettiği halde cehennemin dibine ulaşamaz, vallahi orası doldurulacak. Ne o, şaşırdınız mı? Yine bize anlatıldığına göre cennet kapılarının her biri kırk yıllık mesafe genişliğindedir. Buna rağmen kıyamet günü gelince aşırı kalabalık yüzünden çok sıkışacaktır. Kendimi Rasûlullah'm yanında bulunan yedi kişinin yedincisi olarak görüyorum. Ağaç yapraklarından başka yiyeceğimiz yoktu, öyle ki onları yemekten dolayı ağızlarımız kanıyordu. Ben bir hırka almış ve Sa'd b. Mâlik ile paylaşmıştım da, ben de o da yarımşar hırka ile vücudumuzu örtmüştük. Şimdi herbirimiz birer şehrin valisi olduk. Bu yüzden ben kendi gözümde Önemli bîr adam haline gelip, Allah'ın katında küçük olmaktan O'na sığınırım". (Müslim rivayet etmiştir).[16]
Halid b. Amr, tabiînin büyüklerinden sayılmaktadır. Muhadramûn'dan olduğu da söylenir. Sahabî olduğunu söylemek Kastalânî'ye göre bir hatâdır.
Vâkıdî der ki: Utbe, uzun boylu, yakışıklı biri idi. tslâm'a ilk girenlerdendi ve Habeşistan'a hicret etti. Rasûlullah'ian 4 hadis rivayet etmiştir. Reb-ze'de öldüğü söylenir.
Rasûlullah dünyanın sonunun yaklaştığını şöyle ifade etmiştir: "Ben ve kıyamet saati iki parmağım yapıştırarak işte şöyleyiz" Salih amel, hayır, ibadet, taat hazırlayınız. Çünkü o gün size onların faydası olur. Malınız, mülkünüz, eviadu iyalinizin sizi kabre koyup geri döndükleri gün, amelinizle baş-başa kalacaksınız. İbn Ömer de, hastalığınız için sağlıklı günlerinizde, ölümünüz için de hayatta iken, ahirette size faydası dokunacak ameller biriktiriniz^ tavsiyesinde bulunmuştur.
Hadisimizin bu bölümünde kıyamet gününe eli boş gidilmemesi tenbih-lenerek, salih ameller biriktirilmesi teşvik edilmektedir.
"Bize anlatıldığına göre..." ibaresi sahabînin başka kitaplardan nakil yaptığını zannettirmemelidir. Çünkü sahabîlerin ehl-i kitaptan nakil yapması çok enderdir. Kendi ictihadlan ile de söz söylemeyecekleri bir konuda verdikleri haberler h m İr men merfû kabul edilir. Yani Rasûlullah'ın söylediğine hükmedilir.
"Taşın yetmiş sene düşmesine rağmen cehennemin dibine ulaşmaması" Allah'ın azametine, kudretinin sonsuzluğuna delildir. Muhataplarına cehennemin derinliğini hatırlatmak, ondan sakındırmak ve ona girmeye sebep olacak hatalardan kaçındırmak içindir.
Muhataplarının tüm ümidlerinin kesileceğini, hepsinin cehenneme duçar olacakiannı zannetmeleri üzerine, müjde vermeye başlamıştır. Kulun ümit ve korku dengesini muhafaza etmesi için sohbetlerde de, nasihat ederken de, dengenin muhafazasına dikkat edilmelidir.
Cennetin yedi kapısı olması, her kapı arası kırk yıllık mesafe olması, yine Allah'ın azametine, nimetler diyarı cennetinin genişliğine delildir. Kıyamet günü aşırı kalabalık ve kapılardan girenlerin çokluğu sebebiyle sıkışmanın olması da, Allah'ın kullarına olan. rahmet ve şefkatine delildir. Zira, kullarına yaptığı amelle muamele ederek bazı hatalarını görmemezlikten gelmesi veya lütfuyla affetmesi olmasaydı, cennete giren çok âz olurdu.
Hadis-i şerif, kulların Allah'tan korkmalarına ve bu sayede günahladan uzak durmalarına, bunun yanısıra Allah'ın lütfü ve ihsanını umarak yaptıktan amellerin kabul edilmesini ummalarına İşaret etmektedir.
Halid'in hırkayı kendisiyle paylaştığı zatlbn Ebî Vakkas'tır. O da cennetle müjdelenen on kişiden biridir.
"Herbirimiz birer şehrin valisi olduk" sözü İle o darlık günlerden kurtulup feraha kavuştukları anlatılmaktadır.
Hadisimiz, Allah Teâlâ' nın "îman edip salih amel işleyenlere yardım ederek yeryüzünde onları üstün kılacağız, hükümran kılacağız, korkularım emniyete çevireceğiz" (Nur, 55) ayetinin gerçekleştiğine delildir.
Ayrıca hadisimiz, nefsin kişiye vereceği gurur ve vesveseden, şeytanın aldatmasından dolayı Allah'tan yardım taleb ederek, O'na sığınılmasının gerektiğini ifade eder.[17]
499. Ebu Mûsâ el-Eş'arî (r.a) der ki: Âişe (r.a) bize kaba kumaştan yapılmış bir gömlek ve peştemal çıkarıp gösterdi, "işle Rasûlullah bunların içinde vefat etti" dedi. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[18]
Hadisimiz, Hz. Peygamberdin (s.a) dünya zevkinden ne kadar uzak olduğunu göstermektedir. Efendimiz, her şeyin en azı ve basiti ile iktifa buyururdu. Ümmetinin de bu hususta ona uyması gerekir. Rasûlullah'ın yemesinde, giyiminde tekellüften uzak bulunduğuna, dünya malına, zînetine önem vermediğine bu hadis delildir.
Hz. Âişe'nin o kaba kumaşları göstermiş olması, hiç başka birşey giymemişti anlamına da gelmemelidir. Anlaşılması gereken şey; Hz. Rsygamber'in basit şeylerle iktifa ettiğidir. Uyurken altına rahat edeceği bir döşek bile edinmeyi arzu etmemesi, dünyaya ne derece kıymet verdiğine işarettir. Nitekim o "Yurd ahiret yurdudur" buyurmuştur.[19]
500. Sa'd b. Ebî Vakkas'dan (r.a) rivayet edilmiştir: "Allah yolunda Arap-iann ilk ok atanı benim. Vallahi Rasûlullah'la beraber savaşırken ağaç yapraklarından başka yiyecek bulamadığımız zamanlar oluyordu. Semür deni ien ağaç yaprağını yediğimizden, koyun, keçi gibi kaskatı defi hacet ederdik". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[20]
Hz. Sa'd, Allah yolunda İlk ok atan müslümandır. Rasûlullah hicretin ilk yılında ilk seriyyesîni Ubeyde b. Haris kumandasında müşriklerin kervanına karşı göndermiş, iki taraf Râgıb'da karşılaşarak birbirlerine ok atmışlar, kılıç kullanmamışlardı. Bu harbde müslümanlar arasında ilk oku Sa'd atmıştı.
Sahabîler Allah'ın lütfü ile fetihler başlayıp, dünya kendilerine meyledip 2enginleşinceye kadar meşakkat çekmişlerdir. Hadisimizden, sahabîlerin hiç yiyeceksiz harbe gittikleri anlaşılmamalıdır. Bilâkis bu hal, savaşta hazırlıkları tükendiği zaman olmuştur. Onlar da şikayet etmeden, yılmadan sabrederek Allah'a tevekkül etmişlerdir.
Hadisimiz, savaşların temelindeki sabra açık bir delildir. Çünkü Allah "Muhakkak zorlukla birlikte kolaylık vardır" buyurmaktadır, (inşirah, 5).[21]
501. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allahim! Muhammed ailesine ancak yetecek kadar rızık İhsan et!" (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[22]
Bazı rivayetlerde "dünyada" ziyadesi vardır. Yani; "Muhammed ailesine dünyada ancak yetecek kadar nzik ihsan et" şeklindedir. Salebi tefsirinde "Mu-hammed ailesinden" maksadın, ona tâbi olanlar olduğu görüşündedir.
Hadisimiz, kişinin kendisi İçin Allah'tan yiyecek içecek İstemesinin caiz olduğuna delildir. Allah'ın fazlı, lütfü çok da olsa, böyle "yeterli olacak kadar" istemekte bir beis yoktur. Tabii ki bu nübüvvet makamıdır. Hadisten, Rasü-lullah'in fakirliği istediği anlaşılmamalıdır. Çünkü fakirlik e! açtırdığı, kişinin fikrini meşgul ettiği için Rasûlulİah bundan Allah'a sığınmıştır. Yİne hadisimiz zenginliğe de mâni değildir. Zira helâlinden kazanıldığı müddetçe zen-ginlik caizdir. Zenginliği ile iyilik yapan, şükredip İsyan etmeyen kişiler öğülmüştür. [23]
502. Ebu Hüreyre'den (r.a) rivayet edilmiştir: "Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki, açtıktan midemi yere dayadığım, kamıma taş bağladığım zamanlar olmuştur. Bir gün sahabîlerin geçtiği yerde oturmuştum. Rasûlulah ile karşılaştım. Beni görünce yüzümdeki ve içimdeki derdi anladı, bana gülümsedi ve "Ey Ebu Hüreyre!" dedi. "Buyur yâ Rasûlallah" dedim. "Arkamdan gel" diyerek yürüdü. Ben de arkasından yürüdüm. Evine geldi ve eve girdi, izin İsteyerek ben de girdim. Evde bir kap süt buldu ve nereden geldi?" diye sordu. "Filan erkek veya kadın gelirdi" dedi ; ler. Bana "Ebu Hüreyre!" dedi. "Buyur yâ Rasûlallah!" dedim. "Ehli Suf-Jeye git, onları da buraya çağır" buyurdu. (Ebu Hüreyre der ki: Ehl-i Suffe İslam'ın misafirleridirler. Barınacak aileleri, malları bir kimseleri yoktu. Hz. Peygamber'e sadaka gelince sadakaya el sürmeden onlara gönderirdi. Kendi-sine gelen hediyeden ise, kendisi de bir miktar alır, geri tarafını onlara verirdi).
O zaman peygamberimizin ehl-i Suffeyi çağırması hoşuma gitmemişti, de kendi kendime, "Ne kadar süt var ki onlara da yetsin, halbuki, bu sütü İçip açlığımı gidersem daha yerinde olurdu " dedim. "Onlar gelip Rasûlullah sütü onlara dağıtmamı emreder de, ben onlara İçirirsem bana ne kalır!" diye ; düşünüyordum. Fakat Allah ve Rasûlü'ne itaatten başka çare olmadığından nihayet sahabîleri çağırdım, geldiler, izin isteyerek eve girdiler ve oturdular. Rasûlullah, "Ey Ebu Hüreyre!" dedi.' "Buyur yâ Rasûlallah!" dedim. "Sütü al da onlara ver" dedi. Sütü alıp birine verdim, o da kanana kadar içtikten sonra geri veriyor, bu defa bir diğerine veriyor, o da kanana kadar içtikten sonra geri veriyordu. Nihayet sıra Rasûlullah'a geldi. Cemaat da tamamen süte kanmış bulunuyordu. Peygamberimiz süt kabını alarak etinde tuttu ve bana bakarak gülümsedi, sonra "Ey Ebu Hûreyre!" dedi. "Buyur yâ Rasûlallah!" dedim. "Ben ve sen kaldık" dcd'ı. "Yâ Rasûlallah doğru buyurdunuz" dedim. "Otur da /p"dedİ. Oturdum içtim, sonra dedİ, içtim, "yine dedi, içtim. Rasûlullah durmadan "iç"diyordu, nihayet; "Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki içecek yerim kalmadı" dedim. "Kabı ver de göreyim" dedi. Süt kabını verdim, Allah'a hamdetti, besmele çekerek kalan sütü içti". (Buhâri rivayet et misti r).[24]
Ashab çoğu kez açlık çekiyor ve karınlarına taş bağlıyordu. Rasûlullah ashabının halini gözetir, İhtiyaçlarını karşılamaya önem gösterirdi. Açlarını doyurur, çıplaklarını giydirmeye gayret ederdi.
Rasûlullah ve aile fertleri zekât yemezlerdi. Bunun için eve gelen sütün sadaka olup olmadığını araştırmıştır. Hediyeyi alırdı. Kendine gelen hediyeleri genelde Ashab-i SulTe ile paylaşırdı. Zekât ve sadaka olarak getirilenleri ise tamamen muhtaçlara gönderirdi.
Ashab-ı Suffe, Mescid-i Nebevî'nin arka tarafındaki adalarda kalan, malt mülkü olmayan muhacir sahabîlerdi. Sayıları hakkında çeşitli görüşler vardır. Sayılarının sabit olmayıp, azalıp, çoğaldığı da söylenir. Bunlar genelde Kur'an ve hadis öğrenirlerdi, tebliğ İçin çevre illere gönderilirlerdi.
Su ve benzeri şeyler içerken oturmak, içmeye başlarken besmele çekmek ve sonunda Allah'a hamdetmek müstehabdir.
Eve gelen misafirin iyice yemek yiyebilmesi için üç defaya kadar, yemeğe devamı için ısrar edilebilir.
Ebu Hüreyre'nİn yüzüne bakıp Rasûlullah'ın gülmesi bir mucizedir. Zira Ebu Hüreyre'nİn içinden geçirdiklerini anlamış, "bana süt kalmayacak" şeklindeki endişesini farketmiştir.
Hadisimiz, her halükârda Rasûlullah'a İtaatin gereğine işaret etmektedir. Kişinin aleyhine olan durumlarda dahi Rasûlullah'a itaat etmesi şarttır. Çünkü Kur'an'da mü'minler Allah Rasûlü'ne mutlak İtaatle emrolunmuş-lardır ve ona itaat Allah'a itaat sayılmıştır.
Çoğu hadislerde geçtiği gibi hadisimiz de, Peygamberimizin bir mucizesi olarak sütün çoğalmasına delildir. Devamlı olmamak şartı ile kişi bazan doyuncaya kadar yiyip içebilir. Zira Ebu Hüreyre doyduğu, süte kandığı halde, Rasûlullah içmesini istemiştir. Devamlı aşın yemek, kişiye tembellik vereceği, ibadet ve taata karşı gevşeklik getireceği için meneciilmiştir. Aşın açlık zamanında ibadet, taat yapmaya takat yetirilemeyeceği için bazan iyice yemekte bir sakınca görülmemiştir.
Kişi bîr şeyi içtikten sonra, kalanının bir başkası tarafından İçilmesinde mahzur olmadığına da hadisimiz açık bir delildir.[25]
503. Muhammed b. Sîrîn'den rivayet edildiğine göre Ebu Hüreyre (r.a) şöyle demiştir; "Bir gün kendimi Rasûlullah'm minberi ile Âişe'nİn odası arasında baygın olarak yere yığılmış gördüm. Gelip geçen ayağı ile boynuma basıyor ve beni delirmiş görüyordu, oysa delirmiş değüdim, açlıktan başka bir şeyim yoktu" (Buhârî rivayet etmiştir).[26]
îbn Şîrîn, tâbiîndendir. Âbid bir zattır. 110 hicrîde vefat etmiştir. Kendisinden 6 hadis rivayet edilmiştir.
Hadisin öncesi şöyledir: "Biz Ebu Hüreyre'nin yanında idik. O ketenden iki parça elbise giymiş ve titriyordu. Şöyle dedi: Aferin, aferin! Ebu Hüreyre keten elbiseler içinde titriyor. Kendimi birgün RasûluIIah'ın minberi ile Âişe'nin odası arasında baygın olarak yere yığılmış gördüm...'.
Hadisimiz, ashab-ı kiramın duçar olduğu açlık karşısındaki sabırlarına delildir. İnsanlara bu halde dahi el açmıyorlar, hallerini şikayet etmiyorlardı. Hâllerini anlatmaları bile şikayet amacı ile değil, sonrakilerin örnek almaları içindir. Sahabîler fakirlikten çok, azdıran, hakkı unutturan zenginlikten sa-kınnuşlardır.[27]
504. Âişe (ra) der ki: "RasüluHah (sa) vefat ettiğinde zırhı, otuz sa' arpa karşılığında rehin bulunuyordu". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[28]
Peygamberimiz Ebu Şahme denilen yahudiden, aile efradı için bir miktar arpa alarak ona "Zat'ut Fudûi" adındaki zırhını rehin vermişti. Aldığı arpanın miktarı hususunda rivayetler muhteliftir. Arpa karşılığında zırhını rehin vermesi, verecek başka bir şey bulamadığındandır.
Ulemadan bazıları da, bu borçlanmayı Rasûlullah'm misafirleri için yaptığını söylemişlerdir. Daha sonra bunu Hz. Ebu Betar ödemiştir.
Rasûlullah'm arpayı ashabının zenginlerinden almayıp yahudiden alması, ya ondan başka kimsede bulunmadığından, ya da sahabe arpayı kendisine verdiklerinde para almayacaklarından, minnet altında kalmamak içindir. Ayrıca yahudiden alışveriş yapmanın caiz olduğunu anlatmış olması da muhtemeldir.
Hadisimiz ayrıca RasûluİIah'm zühdüne delildir.[29]
505. Enes'den (r.a) rivayet edilmiştir: "Rasûlullah (s.a) bir miktar arpa karşılığında zırhını rehin vermişti de ben ona arpa ekmeği ve erimiş bayat iç yağı götürmüştüm. Onun şöyle buyurduğunu işittim: "Muhammed'İn aileleri yanında bir sa' yiyecek ne sabaha kadar ne de akşama kadar kalabildi". Onun aile efradı dokuz hane idi". (Buhârî rivayet etmiştir).[30]
Hadisimiz RasûluIIah'ın tevazuuna delildir, tstese idi dünyanın en zengin kişisi olabilirdi. Dağlar büyüklüğünde altının olmasını arzu etmeyerek, içinde bulunduğu hâli tercih etmiştir.
Ailevî hâlini anlatması da -hâşâ- bir şikayet değil, rehin bulunan zırhını hâlâ alamayışının sebebini açıklamak içindir. Zırhını rehinden kurtarmaya ihtiyacı olmasına rağmen muhtaç olan ümmetini kendine tercih ederek eline geleni onlara dağıtmıştır.[31]
506. Ebu Hüreyre'den (ra) rivayet edilmiştir: "Suffe ehlinden yetmiş kişi gördüm, hiçbirinin sırtında hırka yoktu. Kimi uzun gömlek giyiyor, kimi de vücuduna peştemal sarıp uçlarını boynuna bağlıyordu. Bunların kimi diz kapaklarına kadar, kimi de topuklarına kadar uzanıyordu. Avret yerleri görünmesin diye de uçlarını toplayıp avuçlarında tutuyorlardı'. (Buhârî rivayet etmiştir).[32]
Şerhi için "Zühdün Fazileti Bölümü" 469 nolu hadise bakılmalıdır.[33]
507. Âişe (r.a) der ki: "Peygamberimizin yatağı, İçi hurma lifleri İle doldurulmuş hayvan postu idi". (Buhârî rivayet etmiştir).[34]
Hadisimiz Rasülullah'tn dünya malından yüz çevirip, basit şeylerle yetindiğine delildir. Çoğu zaman hasır üzerinde yatmıştır. Ashabının, diğer melik ve kralları örnek göstererek.kendisine yumuşak bir yatak edinmeleri teklifim reddetmiştir. Bu isteklerine; kendisinin dünya İie ilgisinin olmadığı, dünyada bir yolcu gibi yaşamayı tercih ettiği karşılığını vermiştir.[35]
508. îbn Ömer (ra) der ki: "Bizlej Rasûlullah ile birlikte otururken En-sardan biri gelip Peygamberimize selam'verdi ve geriye döndü. Peygamberimiz "Ey Ensârîkardeş! Kardeşim Sa'd b. Ubade nasıl" diye sordu, "iyileşme yolundadır" dedi. Rasûlullah bize "Hanginiz onu ziyaret etmek istiyor" diyerek ayağa kalktı, biz de onunla birlikte kalktık. Biz on kişiden fazlaydık, ayağımızda ne pabuç ne de mest vardı. Üstümüzde de ne fes ne de gömlek vardı. Bu durumda o çorak arazide yürüye yürüye onun yanına vardık. Biz yanına varınca, Peygamberimiz ve ashabı hastaya yaklaşabilsinler diye yakınları etrafından çekildiler". (Müslim rivayet etmiştir).[36]
Hadisimiz Rasûlullah'm tevâzuuna ve ashabın zühdüne, dünya zînetine önem vermediklerine delildir.
Rasûluliah ashabının hastalarının hâlini sorar ve ziyaretlerine giderek Allah'tan şifa taleb ederdi. Bir hastanın hâli sorulduğunda, iyi olduğunu söylemek müstehabtır. Böylece hastanın iyileşmesi umulur. Hastalan ziyaret etmek ve arkadaşları hasta ziyaretine teşvik müstahabdır.
Misafirlere ev halkının yer açması müstahabdir. Bir kardeşini kişinin yalnız Allah rızası için ziyaretinden Allah'ın hoşnut olacağına dair hadisler geçmişti.Yine bir hadiste, Allah için sevişip, O'nun rızası için biraraya gelip ayrılanlara mahşerde Allah'ın arşının altında gölgeleneceği müjdelenmiş! [37]
509. Imran b. Husayn'dan (na) Rasûlullah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "En hayırlılarınız benim çağdaşlarımda, sonra onları takibe-denler, sonra da onların ardından gelenlerdir". Hadisi rivayet eden İmran "Peygamberimizin sonra da onların ardından gelenler" ifadesini iki defa mı, yoksa üç defa mı kullandığını hatırlamıyorum" diyor. Peygamberimiz devamla şöyle diyor: "Sonra öyle kavim gelir ki, kendilerinden şahitlik istenmediği halde şahidlik yaparlar, hıyanet ederler de kendilerine güvenilmez, adak adarlar da yerine getirmezler, yiyip içmekten başka düşünceleri olmadığından, onlarda şişmanlık görülmeye başlanır". (Buharı ve Müslim rivayet etmişlerdir).[38]
İbn Tina "Benim çağdaşlarım (asrım, karnım) tabirinin manası, benim ashabım demektir. Maksad, Rasûlullah't gören veya sözünü işitenlerdir" dî-yor. Ulema "kam" kelimesinin üzerinde çok değişik sözler söylemişlerdir. Bazılarına göre kam yüz senedir. Bazıları seksen, diğerleri kırk, altmış v.b. sene olduğunu söyleyenler de vardır.
Rivayetlerin hepsi gözönüne alınınca anlaşılıyor ki, müslümanlann yaşadıkları devirlerdir. En hayırlı devirler, sahabe tabiîn ve tebe-İ tabiîn devirleridir. Bİr rivayette bu üç devirden sonra yalanın alıp yürüyeceği bildirilmiştir.
Bu devirden sonra, çağrılmadan mahkemeye gelip şahitlik yapacak insanlar zuhur edeceği, bunların bazısının evvelâ şahidlik yapıp, sonra yemin edeceği, nezirlerine riayet etmeyecekleri gibi şeyler bu insanları zemmetmektedir. Zira bunlar dinen makbul şeyler değildir.
el-Hanzalî "Biz çocukken ahid ve şehadetlerden bizi men ederlerdi"'demiştir. Bundan maksad, "Allah'aandolsun", "Allah'asöz veriyorum", "Allah şahidim olsun" gibi sözlerdir. Yani bir kimse bir şey yapacağına söz verirken bunları kullanmamalıdır. Çocuklara yasak edilmesi, bunu âdet edinip eğri veya doğru her şeye yemin etmesinler diyedir.
Semizlikten maksad, şişmanların çok olmasıdır. Yoksa bütün insanlann şİşmanlıyacağını haber vermek değildir. Burada hor görülen şişmanlık kasten besleyici şeyler yiyerek semizlemektir. Yaratılıştan şişman olanlar bu hükme dahil değildirler. Bazıları buradaki semizlikten, mal toplamak kastedildiğini, birtakımları da elinde olmadığı halde bir şeyi varmış gibi göstererek kendini şerefli ve İtibarlı saymak manasına geldiğini söylemişlerdir.
Hadisimiz ayrıca, emanete hıyanetin haramliğına ve ahde vefa göstermenin vücubuna delildir.[39]
510. Ebu Ümame'den (na) RasûİuIlah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ey Ademoğlu! Geçiminden fazlasını vermen senin hakkında hayırlı, onu yanında alıkoyman hakkında serdir. Geçimine yetecek kadar olan dünyalıktan dolayı kınanmazsın. tnfak etmeye, geçindirmek zorunda olduğun yakınlarından başla1*. (Tirmizî rivayet etmiş ve hadis hasen-sahihtir demiştir). [40]
Kişi kendisinin ve aile fertlerinin ihtiyacı kadar mal biriktirebilir. İhtiyacından fazlasını çeşitli yollarla dağıtmalı, infak etmelidir. İnsanlar muhtaç olduğu halde, bazılarının ihtiyaç fazlası mal biriktirmeleri doğru değildir.
İnsanın infak etmeye aite efradından başlaması gerekir. Çünkü yakınlarının nafakalarını temin, ihtiyaçlarını gidermek farz-i ayndır. Diğer ihtiyaç sahiplerine bakmak, ya farz-ı kifaye ya da sünnet olur. Bu sebeple daha kuvvetli görev olan farz-ı ayndan başlamalıdır. Zekât dışında muhtaçlara infak farz değilse de, zaruretten fazlasını infak etmek insan için fazilettir, güzel huylardandır.[41]
511. Ubeydullah b. Mıhsan el-Ensârî el-Hatmî'den (ra) Rasûlullah'm (sa) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İçinizden biri can ve mal güvenliği içinde, vücut sağlığına ve günlük geçimine sahip olarak sabaha kavuşursa, dünyanın tümü kendisine bağışlanmış gibidir". (Tirmizî rivayet etmiş ve hadis hasendir demiştir)[42]
Kişiye dünyalık olarak vücut sağlığı, emniyet ve kâfi derecede mal yeter. Bu vasıflara sahip kişi şükretmelidir. Çok dünya malının genelde şükrü eda edilemez. Malı veren Allah'ın hakkı ödenemez. Sonuç olarak da mal toplama hırsı kişiyi Allah'tan uzaklaştırır.
Az miktarla geçimi sağlamak, uzun emellerden uzak durmak, bol bol infakta bulunmak Allah Rasûlü'nün örnek ahlâkındandır.[43]
512. Abdullah b. Arar b. Âs'dan (r.a) Rasûlullah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Müslüman olup da rızkı geçimine yetecek kadar olan ve Allah'ın verdiğine kanaat eden kimse felaha erişmiştir". (Müslim rivayet etmiştir). [44]
Hayırların başı, kişinin müslüman olmasıdır. Salih amellerin kıymeti, değeri müslüman olduktan sonra geçerlidir. İslâm'ı kabul etmeyenin amellerinin hiçbir değeri yoktur.
Hadiste "Rızkı geçimine yetecek kadar olan" ibaresi ile kâfi miktar kastedilmiştir. Fakirlik ve zenginlik bu ölçünün dışındadır. Zira fakirlik ve zenginliğin çeşitli zararları mevcuttur. Din bakımından zenginliğin, dünya açısından ise fakirliğin zararı büyüktür.
Kurtubî hadisin manası şöyledir, der: "Kime islâmiyet, kâfi miktar rızık ve kanaat verilmişse, o umduğuna nail olur, iki cihanda saadete erer".[45]
513. Ebu Muhammed Fadâle b. Ubeyd eI-Ensârî*nin (na) RasûIuİlah'ı (sa) şöyle buyururken işittiği rivayet edilmektedir: "İslâm'ı kabul edip de, geçimi günlük ihtiyaçlarını karşılayacak kadar olana ne mutlu!" (Tirmizî rivayet etmiş ve hadis hasen-sahihtir, demİştir).[46]
Ebu Muhammed çeşitli gazalara katılmış bir sahabîdir. Mısır'ın fethinde de bulunmuş, Şam'a yerleşmiş, Muaviye'nin halifeliğinde oranın valisi olmuştur. RasuIuIlah'Tan 50 hadis rivayet etmiştir. Şam'da (Dımeşk) hicri 43 yılında vefat etmiştir.
Hadisimiz, kişinin İslâm'ı din olarak seçişinin yüceliğine işaret etmektedir. Zira Allah katında müslümanm amellerine ahİrette kıymet verilecektir. Müslüman olmayanın, yaptığı amellerine karşı ahirete ait bir beklentisi yoktur.
Müslümanm fikrini meşgul eden sey günlük ihtiyacıdır. Zira ölmeyecekmiş gibi kasaları ve keseleri doldurmayı düşünmez. Kâfi miktar rızkını temin ettikten sonra, ibadetini, taatını huşu içinde yapar.
Bu hal ona hem huzur içinde ibadet etme bahtiyarlığı sağlar, hem de fazla malın şerrinden korunmuş olur. Bu sebeple Peygamberimiz halis mü'min olarak yeterince mala sahip olan ümmetini methetmiştir.[47]
514. İbn Abbas (na) der ki: "Rasûlullah (sa) peşipeşine birkaç gece aç yatar, ev halkı da akşamleyin yiyecek birşey bulamazdı. Bulduktan zaman da yiyecekleri, arpa ekmeği idi". (Tirmİzî rivayet etmiş ve hadis hasen-sahihtir demistir).[48]
Hadisimiz, Rasülullah'ın ailelerinin zühd hayatını tercih ettiklerine delildir. Zira bu hâli zenginliğe tercih etmişlerdir. Çünkü dünyada kişinin mutluluk kaynağı zenginlik değil, dininin kâmil olmasıdır. Dinî hayatı sağlam, yeter miktarda geçimi olan, Allah'ın lütfettiği rızka da kanaat gösteren kişinin başka bir mutluluk kaynağına ihtiyacı yoktur.
Allah Rasûlü bir hadislerinde de; "Zenginlik mal mülk çokluğu ile de-. ğildir, asıl zenginlik gönül zenginliğidir" buyurmuşlardır.[49]
515. Fadâle b. Ubeyd'den (r.a) rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a) namaz kıldırırken bazıları -onlar ehl-i suffedir- halsizlikden dolayı ayakta duramayıp yere yıkılırlardı, öyle ki taşradan gelen araplar bunlar delirdi derlerdi. Peygamberimiz de namazdan sonra onların yanına giderek şöyle derdi: "Allah katındaki derecenizi bilseniz, daha çok açlık ve yoklukla karşılaşmak isterdiniz'. (Tirmizî rivayet etmiş ve hadis sahihtir demiştir).[50]
Hadisimiz, sahabîlerin çoğu zaman, kâfi derecede bile gıda almadığına delildir. Bu hal onlan İbadetlerinden uzaklaştırmıyor, sabır içinde ibadete devam ediyorlardı. Sabırlarına karşılık RasüluHah onlan ahiret nimetleri ile müjdelemiştir. Bir hadisinde de Rasûlullah: "Allah Teâlâ; "Salih kullanma gözlerin görmediği, kulakların duymadığı ve hiçbir kimsenin hatırına gelmeyen Şeyler hazırladım" buyurmuştur" der.
Rasûlullah'ın ashabına müjdeler vermesi, onlan fakirliğe teşvik değildir. Aksine, Allah'ın ahirette onlara hazırladıklarının bu dünyada insanlara verilenden daha hayırlı olduğunu bildirmiştir. Hem dünyadakiler geçici, ahi-rettekiler İse ebedîdir. Bunlar hatırlatılarak ashabın sabn artırılmıştır.
Tıp kitaplarında, "Tedavisi olmayan hastalık nedir?" sorusuna "Yemek üstüne yemektir"cevabı verilmiştir. Hastalıkların çoğunun asın yemekten kaynaklandığı söylenmektedir. Kâfi olandan fazla yemeğin de ruhu sıkıştırdığı söylenmektedir. Fazla yemeğin çok su içmeyi, onun da gafleti doğurduğu bilinmektedir.[51]
516. Ebu Kerime Mikdâm b. Ma'dîkerib'den (ra) Ra&ûluIIah'ı (s.a) şöyle buyururken işittiği rivayet edilmiştir; "Ademoğlu, midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır. Birkaç lokma belini dik tutmaya yeter. Daha fazla yemesi gerekiyorsa midesinin üçte birini yemeğe, üçte biriniiçmeğe ve diğer üçte birini de nefes alıp vermeye ayırmalıdır". (Ttrmizî rivayet etmiş ve hadis hasendir demiştir).[52]
Kişinin kaplarını doldurması tamah ve hırsdan kaynaklanır. Dünya tamah ve hırsı da sahibi için kötü birer hal olur. Mideyi tıka basa doldurmak kişinin dinine ve sıhhatına zarar verir. Hadiste az yemeğe teşvik vardır. Çeşitli hadislerinde Rasûlullah çok yemeyi kötü görmüş, kendisi de devamlı, doymadan sofradan kalkmışlardır.[53]
517. Ebu Ümame lyas b. Sa'lebe el-Ensârî el-Hârisî (r.a) der ki: Bir gün sahabîler Peygamberimizin yanında dünyadan bahsettiler. O da şöyle buyurdu: "Duymuyor musunuz? Duymuyor musunuz? Sade hayat îmandandır, sade hayat îmandandır". (Ebu Dâvud rivayet etmiştir).[54]
İlk devir müslümanlan sade hayat yaşarlardı. Giydikleri elbiseler ve yedikleri yemeklerle böbürlenmezlerdi. Böyle yapanları hor hakir görürlerdi. Şimdi İse, kalpleri kasvet kaplamış, kişiler dünya zînetine rağbet eder olmuşlardır.
Hadisimizde, basit bir hayata teşvik vardır. Dünya nîmr lerine dalmak genelde kişinin aminde kemâle erişmesine mâni olur. Dünya hırsı, kişinin nefsi ile, malı ile cİhad etme azmini zayıflatır. Dünyaya olan muhabbet, ahiret için olsa ve o şiddetle vaciplerin edasına koşulsa daha güzel olur. Ahirete yönelmek, îman alâmetlerindendir.[55]
518. Ebu Abdullah Câbir b. Abdullah'dan (r.a) rivayet edilmiştir: Rasû-lullah (s.a) Ebu Ubeyde'yi başımıza komutan tayin ederek Kureyş'in kervanını karşılamak için gönderdi. Azık olarak bir dağarcık hurma verdi, bundan başka birşey bulamamıştı. Ebu Ubeyde birer hurma veriyordu. Câbir'e "O hurma ile nasıl geçiniyordunuz?" diye sordular, o da şöyle dedi: "Çocuğun meme emmesi gibi emer, üstüne de su içerdik ve o gün geceye kadar bize yeterdi".
Değneklerimizle ağaç yapraklarını düşürür, su ile ıslatarak onu yerdik.
Deniz sahiline gelmiştik, orada büyük bir kum tepesi gibi birşey göründü. Tönına vardığımızda anber deniien bir balık olduğunu gördük. Ebu Ubeyde "Bu ölüdür (yenmez)" dedi. Sonra da "Hayır, bizler Allah Rasûlü'nün elçileriyiz ve Allah yolundayız Zor durumda kaldığımız için yiyiniz" diye emir verdi.
Üçyflz kişi, bir ay onunla yaşadık. Hatta kilo bile aldık. Balığın göz çukurundan kapla yağ doldurduk ve ondan Öküz büyüklüğünde parçalar kesiyorduk. Ebu Ubeyde bizden onüç kişi alarak balığın göz çukurlarına oturttu ve kaburga kemiklerinden birini alıp dikti. Develerin en büyüğünü eğerleye-rek onların altından geçirdi. Balığın etinden pastırma yapıp sakladık. Medine'ye geldiğimizde Peygamberin yanına varıp olayı anlattık. Rasûlullah da şöyle buyurdu: "O, Allah'ın size hazırladığı bir rıztktır, yanınızda etinden getirmişseniz, bize de verin de yiyelim" buyurdu. Biz de Rasûlullah'a bir parça gönderdik, o da ondan yemiş oldu. (Müslim rivayet etmiştir).[56]
Ashabın yanlarına aldığı yiyecekler hususundaki rivayetler çeşitlidir. Bazısında "Yiyeceklerimizi boynumuzda taşıyorduk". Diğer bazılarında "Ebu Ubeyde yiyeceklerini bir kaba topladı" deniliyordu. Kadı lyaz bunların arasını şöyle bulmuştur: Peygamber (r.a) bu zevatın yanlarında olan yiyeceklerden başka kendilerine bir kap kuru hurma vermiştir. İhtimal ki onların yiyecekleri arasında bu bir dağarcıktan başka hurma yoktu. Hz. Ebu Ubeyde-nin onlara birer hurma vermesi, yanlarındaki yiyecekler bittikten sonradır. Hurma bittikten sonra, ashab açlıktan son derece muzdarip olunca ağaç yaprağı yemiş, bundan sonra Allah Teâlâ kendilerine balina balığını ihsan etmiştir.
Bu hadise, Hz. Peygamber'e (s.a) haber verilince "Bu Allah'ın size çıkardığı rızıktır" buyurarak yediklerinin helâl olduğunu bildirmiş, kendisi de getirilen bu balina etinden yemiştir. Rasûlullah'ın "Erinden getirin" diye istemesi, helâl olduğunu bizzat yemek suretiyle göstererek ashabının kalplerini yaklaştırmak içindir. Ya da balina Allah tarafından gönderilmiş bir yiyecek ve harikulade bir ikram olduğu için onunla teberrük etmek için yemiştir.
Ashabın deniz boyunda ne kadar kaldıkları muhtelif şekillerde rivayet olunmuştur.
Hadisimizden şu hükümler çıkmaktadır.
Düşmanı püskürtmek ve gafil avlayarak mallarını almak için pusu kurmak caizdir.
Bir kimse nazı geçtiği arkadaşından birşey isteyebilir. Bu dilenme değildır.
Peygamberimiz zamanında olduğu gibi sonraki zamanlarda da ictihad caizdir.
Hadis-İ şerif, ashab-ı kiramın son derece kanaatkar, açlığa tahammül eden, geçim sıkıntılarına karşı sabırlı, savaş anında da atılgan ve cesur olduklarına delildir.
Denizde yaşayan hayvanların ölüsü yenebilir. Balık hususunda söz yoksa da, denizde yaşayan diğev hayvanlar hakkında ihtilaf vardır.
Ashabın her birinin bir hurma İle birgün İdare etmeleri Rasûlullâh'ın mu-cizesidİr.[57]
519. Esma binti Yezİd (ra) "Rasûlullâh'ın (s.a) gömleğinin kollan ancak bileklerine kadar inerdi*. (Ebu Dâvud ve Tirmizî rivayet etmiş ve Tİrmizî hadis hasendir demiştir).[58]
Esma (ra) Muaz b. Cebel'in (r.a) kızıdır. Yermuk harbinde çadır direğiy-le dokuz Rum askerini öldürmüştür.
Uzun elbise çoğu kez kişiyi böbürlenmeye sev keder. Kişinin rahat hareketine de engel olur. Elbisenin kısası da soğuk ve sıcaktan dolayı vücuda eziyet verir. İşlerin en hayırlısı ortasıdır. O da Rasölullah'ın yaptığı işlerdir.
Bir başka hadiste de Rasûlullah, kibirlenmek amacıyla eteğini uzatan kişileri yermiştir.[59]
520. Cabir'den (r.a) rivayet edilmiştir: Hendek harbi esnasında, hendek kazarken karşımıza sert bir zemin çıktı. Sahabîler Rasûiullah'a gelerek durumu haber verdiler. "Karşımıza sert bir zemin çıktı" dediler. Peygamberimiz "Hendeğe ben kendim ineceğim" buyurdu. Hemen ayağa kalktı. Açlıkan karnına taş bağlamıştı, üç gündür bir şey tatmamıştık. Eline kazmayı alıp vurunca orası kum gibi dağıhverdi. Kendisinden izin isteyerek eve kadar gittim. Hanımıma "Peygamberimizi dayanılmaz bir açlık halinde gördüm, evde yiyecek birşey var mı?" diye sordum. "Biraz arpa ve bir de dişi oğlak var" dedi. Oğlağı kestim, arpayı öğüterek ekmek yaptık, eti de tencereye koyduk. Ekmek pişmek üzere, tencere de kaynamak üzere iken Peygamberimize gelerek "Biraz yemeğimiz var, bir iki adamla bize buyurunuz" diye rica ettim. "Ne var?" diye sorunca olanını söyledim. O da, "Hem çok, hem de iyi, eşine söyle ben gelinceye kadar tencereyi ateşten indirmesin, ekmeği de tandırdan çıkarmasın" dedi. Sahabîlere dönerek "kalkınız" buyurdu. Muhacir ve En-sar hepsi ayağa kalktılar. Hemen eve koşarak hanıma "Vay başıma gelenlere! Peygamberimiz, muhacir ve ensaria birlikte geliyorlar" dedim. Eşim "Rasû-lullah ne yemeğimiz olduğunu sana sormuş muydu?" dedi, "evet" dedim.
Peygamberimiz, ashaba "Birbirinizi sıkıştırmadan içeri giriniz" buyurdu. Sonra da, ekmeği kesiyor, eti üzerine koyuyor ve her aldıkça tencere ile fırını kapıyor ve aldığı et ile ekmeği ashabın önüne koyuyor, etin suyunu da üstüne döküyordu. Nihayet doydular, bir miktar da arttı. Rasûlullah eşime dönerek, "Geriye kalanın bir kısmını ye, birazını da komşulara ver, çünkü açlık ortalığı kapladı" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[60]
Diğer bir rivayette olayı Câbir (r.a) şöyle anlatır: Hendek kazılınca Peygamberimizin acıktığını gördüm. Eşime vararak "Yiyecek bir şeyin var mı? Peygamberimizin şiddetli bir şekilde acıktığını gördüm" dedim. İçinde bir sa' arpa bulunan bir torba çıkardı, ayrıca bir de kuzumuz vardı. Onu kestim, eşim de arpayı öğüterek ekmek yaptı. İşim bitince o da işini bitirmişti. Kuzuyu parçalayarak tencereye koydum ve Peygamberimizin yanına gelmek üzere aynhrken "Rasûtullah'm ve arkadaşlarının yanında beni mahcub etme" dedi. Bunun için Peygamberimize gizlice "Ya Rasûlallahl Bir hayvanımız vardı, onu kestik, eşim de bir sa' arpadan ekmek yaptı, birkaç adamla birlikte buyurunuz" Peygamberimiz yüksek sesle, "Ey hendek kazanlar! Câbir bize ziyafet hazırlamış, haydin birlikte gidelim" dedi. Bana da "Ben gelinceye kadar tencereyi ocaktan almayın ve ekmeği de fırından çıkarmayın" dedi. Hemen eve döndüm. Peygamberimiz de cemaatın önünde idi. Eşim bana çıkıştı, ben de "Söylediğini yaptım" dedim. Eşim hamuru Peyamberimizin önüne çıkardı. O da bereketlenmesi İçin dua okudu, tencerenin yanına vararak ona da bereketlenmesi için dua okuyarak üfledi. Sonra eşime "Bir ekmekçi kadın çağır da seninle beraber ekmek pişirsin, tencereyi de ocaktan alma, yemeği İçinden kepçe ile al" buyurdu.
Gelenler bin kişi idi. Allah'a yemin ederim ki, hepsi geldiler ve ayıhp gittiler, tenceremiz eskisi gibi kaynıyor ve hamurumuz da olduğu gibi (eksilmeden) pişiyordu.
"Hendek harbi" hicretin beşinci yılında Mekkeli müşriklerle yapılan bir harptir. Mekkeliler yaklaşık onbin kişilik bir ordu ile Medine üzerine saldıracaklardı. Ashabdan Selman-ı Farisî isimli bir zatın teklifi üzerine Medine'nin dışına hendek kazılarak savunma savaşı yapılması kararlaştırıldı. Bunun üzerine Rasûlullah Medine civarına hendek kazılmasını emretti. Harb de Hendek ismi ile tarihe geçti.
Câbir'in (ra) davet işi bu harb esnasına rastlamaktadır. Rasûlullah ile ashab-ı kiramın bu harbde açlıktan karınlarına taş bağladıkları rivayet olunur.
Rasûlullah'ın Câbir'in davetine ordunun önünde gitmesi, ashabı kendisi davet ettiği içindir. Burada kendisi davet sahibi makamındadır. Yoksa başka zamanlarda ashabının önünde gitmez, kimsenin ökçelerine basmasına sebebiyet vermezdi.
Câbir'in hanımının ismi Süheyle binti Mes'ud olup, Rasûlullah'a beyat eden ensardandır.
Hadis-İ şerif nübüvvet alâmetlerinden iki mucizeye şâmildir. Bunlann biri az yemeği çoğaltmak, diğeri befkişilik yemeğin bin kişiye yeteceğini bilmektir. Rasûl-i Ekrem onu görmeden bilerek, bin kişilik ordusunu davet etmiştir. Gerçekten de yemek yetmiş ve artmıştır. Hatta artan yemeği komşulara götürmesini Rasûlullah kadına emretmiştir.
Nevevî diyor ki: Bunun gibi birçok haber-i vahid hadisler rivayet edilmiştir ki, toplamı tevatürü de geçmiş, kat'î ilim hasıl olmuştur.
Cemaat huzurunda bir ihtiyacı gizlice birine söylemek caizdir. Yasaklanan gizli konuşma, üçüncü bir kişinin yanında iki kimsenin fisi Ulaşmasıdır.
Ayrıca hadisimiz, Rasûlullah'ın her halükârda ashabı ile beraber olduğuna, aynı hayatı paylaştıklarına ve hediye vermenin nıüstehab olduğuna delildir.[61]
521. Enes (na) der ki: Ebu Talha hanımı Ümmü Süleym'e: "Rasûlullah m sesi kesilmiş, bunun açlıktan olduğunu hissediyorum, yiyecek bir şeyin var mı?" diye sordu, "evet" diyerek, birkaç tane arpa ekmeği ç.kardi. sonra başörtüsünü alarak bir kenanna ekmekleri sardı ve bohçayı bana vererek peygamberimize gönderdi. Peygamberimize geldiğimde, mescidde etrafında halk toplanmış oturuyordu. Yanlarına dikildim "Seni Ebu Talha mı gönderdi?" diye sordu, "evet" dedim, "Yemek için mi?" diye sordu, "evet" dedim. Yanındakilere "Haydi kalkın" buyurdu, ben de önlerinden koşup Ebu Talha'ya haber verdim, O da eşine "Ey Ümmü Süleym! Rasûlullah yanındakiler/e birlikte geliyor, halbuki bizde onları doyuracak kadar yemek de yok" deyince kadın "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir" dedi.
Ebu Taihâ koşup Peygamberimizi karşıladı. Beraberce eve girdiler. Peyg-gamberimiz "Ey Ümmü Süleym! Yanında ne varsa getir" buyurdu. O da ekmekleri getirdi. Rasûlullah, ekmeklerin parça parça doğranmasını emretti. Ümmü Süleym de ekmek parçalan üzerine yağ tulumundan yağ akıttı, böylece ekmeğe katık yaptılar. Sonra Rasûlullah ekmeklere, aklına gelen duaları okudu. Ebu Talha'ya "İçeri on kişi al" dedi. Onlar içeri girdiler, doyuncaya kadar yediler ve çıktılar. "On kişi daha içeri al" dedi. İşte bu şekilde hepsi yediler ve doydular bu cemaat yetmiş veya seksen kişi idi. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[62]
Başka bir rivayet de şöyledir:
"Onar onar girip çıkıyorlardı. Nihayet sofraya oturmayan hiç kimse kal-mamıştu Doyuncaya kadar da yediler. Sonra sofrada kalanları topladı da, yemekler sanki el değmemiş, olduğu gibi duruyordu."
Diğer bîr rivayet şöyledir: "Onar onar yediler, böylece seksen kişinin hepsi de yedi, sonra Peygamberimiz ile ehl-i beyti de yediler, yine de bir miktar, yemek kaldı".
Diğer bir rivayet ise şöyledir: "Komşularına dağıtacak kadar arttı".
Enes'den gelen bir rivayet ise şöyledir: Bir gün Rasûlullah'a gelmiştim, onu ashabıyla beraber gördüm. Karnını bir sargı ile bağlamıştı. "Niçin karnını sarmış" diye sordum, "açlıktan" dediler. Bunun üzerine Ummü Süleym'in kocası Ebu Talha'ya gittim; "Ey babacığım, Rasûlullah'ı, belini kuşakla sarmış gördüm, niçin bağladığını ashaba sordum, açlıktan cevabını vediler" dedim. O, annemin yanına girdi ve "Yiyecek bir şey var mı?" dedi. O "Var, biraz ekmekle, birkaç hurma var" dedi. "Peygamber yalnız başına gelirse doyurabiliriz amma, yanında başkaları da gelirse yemeğimiz az gelir" dedi ve hadisin tamamını zikretti.
Nevevî der ki: Enes (r.a) burada iki tarikten İki ayrı hadis rivayet etmiştir. Bunlar iki ayrı vakıa olup, içlerinde bu iki mucize ile daha başka mucize-' ler de vardır. Birinci hadiste Ebu Talha ile Ümmii Süleym, Hz. Enes'i birkaç parça arpa ekmeği ile peygamberimize göndermişlerdir.
İkinci hadiste Enes, "Beni Ebu Talha davet için Rasûtullah'a gönderdi, ona yemek hazırlamıştı" diyor.
Birinci hadiste, annesi ile üvey babasının Enes vasıtasıyla Hz. Peygam-ber'e ekmek gönderdikleri anlaşılıyor. Hadisin sonu ise peygambere ekmeğin verilmediği, davet edilerek eve geldiği görülüyor.
Şöyle açıklanabilir: Enes'in annesi ile üvey babası, yalnız Hz. Peygam-ber'e yefecek kadar ekmek göndermişlerdir. Hz. Enes Hz. Peygamberin fs.a) yanında kalabalığı görünce ekmeği yermeye utanmış, yalnız başına gelir ümidiyle onu eve davet etmiştir. Ona böyle yapmasını annesi ile üvey babası da söylemiş olabilir.
Hadiste Rasûlullah'ın nübüvvetine delâlet eden mucizeler vardır. Bunlar; Hz. Enes'i kimin gönderdiğini, niçin gönderdiğini bilmesi, yemeğin seksen kişiye yeteceğini bilerek cemaati götürmesi ve yemeğin çoğalmasıdır.
Hadîs-i şerif, daha önce geçen Ebu Hüreyre ve Câbir hadisleri gibi peygamberlerin açlık ve benzeri şeylerle imtihan olunarak sabrettiklerine, bu suretle ecir ve mertebelerinin yüksek olduğuna delildir.
Peygamberler çektikleri meşakkat ve elemi başkalarına söylemezler. Ashab-ı kiram, Efendimize son derece nezaket ve terbiye gösterirlerdi. Az da olsa hediye göndermek müstehabdır. Davet sahibinin misafirlerini karşılamak için kapıya çıkması müstehabdır.
Hadis-İ şerif, Ümmii SüJeym hazretlerinin menkıbesine, akıl ve anlayışının üstünlüğüne delildir.
Davetsahibinin ve ev halkının yemeklerini misafirlerden sonra yemeleri müstahabdır.
islâm, Allah'ın kullan için yarattığı temiz nimetlerden meşru şekilde faydalanmayı haram kılmıyor. Allah her şeyi insanın faydası İçin yarattığı halde, niçin ondan faydalanmayı haram kılar!
Fakat Allah, kullarının nefsinin israfa ve mal biriktirmeye meyilli olduğunu pek iyi bildiği için bu hastalığın tedavisini sunmuştur. Bu amaçla dünyada zühd hayatını, ahirete yönelerek dünya malına hırslı olmamayı teşvik etmiştir. Bu sayede orta yol bulunmuş olur, kişi günaha dalmaz ve haramdan korunmuş olur. Bölümde zikredilen hadislerin, kişiyi bu orta çizgiye çekmek için söylendiği unutulmamalıdır.[63]
Yeryüzünde mevcut her canlının rızkı Allah'a aittir". (Hûd, 6)
"Sadakalar, Allah yolunda hayatlarını vakfedenlere sarfedilmelidir. Onlar ticaret için fırsat bulamazlar, hallerini bilmeyenler bunları dilenmemelerinden dolayı zengin zannederler. Sen onlan simalarından tanırsın, onlar halktan ısrarla hiçbir şey istemezler". (Bakara, 273)
"Onlar hayır yoluna harcadıkları zaman israf etmezler, cimrilik mezler, bu ikisinin arasında orta yolu tutarlar". (Furkan, 67)
"Ben İnsanları ve cinleri yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım, yoksa onlardan rızık ve beni beslemelerini İstemiyorum". (Zâriyat, 56-57)
Konu ile ilgili hadisler
Bu konudaki hadislerin çoğu önceki iki bölümde geçmişti. O bölümlerde zikredilmeyenlerden bazı lan şunlardır.[64]
522. Ebu Hüreyre'den (ra) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Zenginlik mal çokluğu değildir. Asıl zenginlik gönül zenginliğidir". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[65]
Hakiki zenginlik gönül zenginliğidir; yani dünyaya tamah etmemektir. Zira, mal hırsına kapılmış, malının artması için her türlü gayrı meşru yollara başvuran zenginin, Allah katında bîr değeri yoktur. Bu şekilde biriktirdiği malı, mülkü, ahirette ona fayda sağlamayacaktır. Mal biriktirme hırsına sahip kişiler ellerindekinden dahi faydalanmazlar, devamlı bir mal biriktirme hırsından dolayı sanki fakir gibi hayat yaşarlar.
Hakîki zengin, kendisinde varolanla kanaat eden, Allah'ın verdiğine rıza gösteren, elindekilerden faydalanan ve onu çoğaltmak için hırslı olmayan kişidir.
Elindeki varlığına kanaat edip, gerekli yerlere harcayan kişi, aşın zengin olup da mal hırsından dolayı nefsi fakir olandan daha çok şerefli ve toplum nezdinde daha saygındır.
Gönül zenginliği Allah'ın hükmüne nza göstermekle, İşlerine teslim olmakla olur. Böyle kişi Allah'ın katında olan malın, mülkün ebedî ve daha hayırlı olduğunu bilir. Böylece de takdir edilmeyeni İstemez ve mala karşı hırslı olmaz.
Hadisimiz, Allah'ın taksimine razı olmaya ve mal biriktirme hususunda hırslı olmamaya teşvik etmektedir.[66]
523. Abdullah b. Amr'dan (na) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Müslüman olup, yetecek kadar malı olan ve Allah'ın verdiğine kanaat eden kimse felaha erişmiştir". (Müslim rivayet etmiştir).[67]
Hadisimiz kanaatin faziletine delildir. "Yetecek kadar mal" şeklinde tercüme ettiğimiz "ki/af" hakkında şunlar söylenmektedir: "Kifaf' kanaat ederek İhtiyaçtan fazla malı istemekten yüz çevirmektir. e!-Münzirî kifafı böyle tarif etmektedir.
İbn Hibban şöyle bir rivayette bulunur: Saîd b. Abdulaziz'e kifaf'dan soruldu, o da: "Bir gün tok, bir gün aç yaşamaktır" dedi.
Müslüman olması, ihtiyaçlarını karşılayacak kadar malı bulunmaması ve kanaat ehli olması kişinin iki cihandaki saadeti için yeterlidir.[68]
524. Hakîm b. Hızam'dan(ra) rivayet edilmiştir: Rasûluİlah'tan (s.a) birşey istemiştim, istediğimi verdi ve şöyle buyurdu: "Ey Hakîm şu dünyanın malı tath ve yeşildir, kim onu tokgözlülükle alırsa onun hesabına bereketli olur. Kim onu aç gözlülükle ahrsa o mal onun için bereketli olmaz. O şahıs yediği halde doymayan kişi gibi olur. Veren el alan elden hayırlıdır". Hakîm şöyle der Rasûlullah'a; "Seni hak üzere gönderen Allah'a yemin olsun ki senden başka kimseden birşey almayacağım" dedim.
Ebu Bekir, bir miktar yardım etmek için Hakîm'i çağırmış, fakat o kabul etmemiştir. Sonra Ömer yardım etmek için çağırmış, onun yardımını da kabul etmemiştir. Hz. Ömer de onun hakkında şöyle demiştir: "Ey müslü-manlar! Siz şahid olun ki, Hakîm şimdiki ganimetten Aliah 'm kendisine ayırdığı hakkım ona takdim etmeme rağmen almak istemiyor. "Hakîm, Peygamberimizin yardımından sonra, ölünceye kadar hiç kimseden yardım kabul etmedi. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[69]
Hadisimizde mala çok rağbet edilmek, yeşil ve tatlı yemişe benzetilmiştir. Çünkü manzara itibari ile yeşil renk hoşa gider. Tatlı olan bir şey de makbuldür. Ayn ayrı hoş ve makbul olan bu iki şey beraberce bulununca elbette rağbet o nisbette artar.
Hadiste, malın ebedî olmadığına işaret vardır. Çünkü insanların mala meyli ve hırsı, yeşil ve tatlı yemişlere benzetilmiştir. Bunlar ise baki değillerdir.
Hâkim'in Rasûlullah dünyadan gittikten sonra önce Hz. Ebû Bekir'in, sonra Hz. Ömer'in (ra) vermek istedikleri ganimet hissesini hakkı olduğu halde kabul etmemesi, âdet olacağından korktuğu İçindir. Zira nefis almaya alışırsa, bu hâl bir âdet olur. Hakkı olmayan şeyleri kabul etmeye başlayabilir. Bu düşünce ile nefsin tamahını kırmış ve şüpheli şeylere yanaşmamıştır. Diğer taraftan Hâkim, kendisinden sonra başkasından birşey almayacağına dair Rasûlullah'a söz vermiştir.
Hadis-İ şerif nezahet ve kanâata teşvik etmektedir, tnsan, az da olsa kazancına razı olmalı, başkasının malına göz dikmek suretiyle malını çoğaltmak sevdasına düşmemelidir.
Varlıklı kişiler cömertçe infak etmeli, cimrilik yapmamalıdır. Meşru yoldan mal-mülk sahibi olmak zühdü fesad etmez.
Özellikle ihtiyaç sahibi olmayanların dilenmesi hor görülmektedir. Kişi dilenmeye değü, infak etmeye gayret etmelidir.[70]
525. Ebu Bürde'den rivayet edildiğine göre Ebu Musa el-Eş'arî (na) şöyle anlatır: "Peygamberimizle birlikte bir savaşa katılmıştık. Biz altı kişi bir deveye nöbetleşe binerdik. Bu yüzden ayaklarımız aşınmıştı. Benim hem ayaklarım aşınmış, hem de tırnaklarım düşmüştü. Ayaklarımıza bez parçaları sarıyorduk. Bu yüzden bu savaşa Zat'ur-Rik'a (yamalı savaş) adı verilmiştir.
Ebu Bürde der ki: "Ebu Musa bu hadiseyi anlattıktan sonra, anlattığına pişman olmuş ve "O olayı anlatmakla elime ne geçti sanki" demiştir. Herhalde işlediği bir amelin açıklanmış olması hoşuna gitmemişti". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[71]
Ebu Bürrte, Ebu Musa el-Eş'arî'nin oğludur. İsmi -cumhurun görüşüne göre-Amir'dir, tâbiindendİr. Küfe valiliği yapmıştır. Haccâc devrinde azledilmiştir. Kelâm ilminde otorite olan Ebu'İ-Hasan el-Eş'arî'nin dedesidir. Kûfe'de, hicrî 103 yılında vefat etmiştir.
Hadisimiz, ashabın çektiği meşakkat ve sabra işaret etmektedir. Ashab ise gönül hoşluğu üe, meşakkatli hayata rıza göstermişlerdir.
"Zat'ur-Rik'a"adındaki savaşın ne zaman vuku bulduğu.hakkında değişik görüşler mevcuttur. İbn Sa'd ve İbn Hibban hicretin beşinci yılı olduğunu söylerler.
Yapılan iyi bir amelin, kişiyi riyaya sevkedeceği korkusu ile söylenmesi kerih görülmüştür.[72]
526. Amr b. Tağlib'den (ra) rivayet edilmiştir: Rasûlullah'a ganimet olarak esir (veya mal) getirilmişti. O da bunları bölüştürmüş, bazı kimselere pay verirken banlarına da vermemişti. Kendilerine pay vermediği kimselerin söylendiklerini haber alınca Allah'a hamdü sena ettikten sonra şöyle buyurdu: "Vallahi ben bazılarına veriyor, bazılarını bırakıyorum. Bıraktığım kimse verdiğimden bence daha sevgilidir. Birtakımlarının kalplerinde sabırsızlık gördüğüm için veriyorum, birtakımlarını da Allah'ın kalplerine koyduğu kana-atla başbaşa bırakıyorum. Amr b. Tağlib de bunlardandır". Amr b. Tağlib şöyle der: "Vallahi peygamberimizin hakkımda söylediği bir söz. en kıymetli mallara sahib olmamdan daha sevimlidir". (Buharı rivayet etmiştir).[73]
Amrb. Tağlib (rjı)şahabıdır, sonraları Basra'ya yerleşmiştir. Rasûlullah'dan iki hadis rivayet etmiştir,
RasÛlullan bazılarının kalbini İslâm'a ısındırmak için ganimet mallarından onlara da vermiştir. Bu sayede, tslâm düşmanlarının gönülleri islâm'a ısındırılmış ve şerlerinden konınulmaya çalışılmıştır. Böyle bir ganimetten kendisine de hak etmediği halde pay verilen Ebu Süfyan'ın karısı Hind şöyle demiştir: "Ya Rasûtallah şimdiye kadar en kızdığım ev sizin evinizdi, aile efra-dımzdt. Şimdi ise aile efradımdan çok sizleri seviyorum"
Mal ve mülk kişinin makamının ve seviyesinin ölçüsü değildir. Mal dağıtmada ve infakta da genel maslahata göre hareket etmek uygundur.
Müslüman kendisine verilene rıza göstermelidir.
Ayrıca hadisimiz, ashab-ı kiramın Rasûlullah'tn bîr iltifatını dünya İle değişecek kadar mal hırsından uzak oluşlarına delildir. Allah Rasûlü'nü her-seyden fazla seviyorlardı ve bir tatlı sözüne dünyayı feda ederlerdi.[74]
527. Hakîm b. Hİzam'dan (r.a) Rasûtullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Veren el, alan elden üstündür. Öncelikle bakmakla yükümlü bulunduğun kimselere yardım et. Sadakanın hayırlısı, İhtiyaçtan artan maldan verilenidir. Kim dilenmekten çekinirse Allah onu iffetli kılar. Kim kendini başkasına muhtaç görmezse Allah da onu muhtaç olmaktan korur". (Bu-hârî ve Müslim rivayet et mislerdir). [75]
Hadisimizdeki "yüksek (veren) el, alçak (alan) elden..." ibaresi hakkında değişik görüşler ileri sürülmüştür. Ulemadan bazıları, yüksek el alanın eü, alçak el de, sadaka vermeyen eldir demişlerdir.
Taberânî bu hadîsi şöyle nakletmiştir: "Ey cemaat! Bilmiş olun ki, üç kısım el vardır. Bunların en yükseği A ilah 'm kudret eli, ortası sadaka verenin eli, en aşağısı da sadaka alanın elidir. Siz sırtı ile odun satmak suretiyle otsun İffet gösterin (dilenmeyin). Dikkat edinr tebliğ ettim mi?".
Kişinin bakmakla yükümlü olduğu kimseler, aile efradı, köiesi, hizmetçisi v.s gibi nafakası kendisine farz olan kimselerdir. Nafakadan maksat da, yiyecek, giyecek ve meskendir.
Bir defasında"Rasûlullah "Sadaka verin" buyurdu. Bir adam "Ya Rasü-tallahi Bende bir altın var" dedi. Peygamberimiz "Sen onu kendine tasad-duk et" buyurdu. O zat "Bende bir altın daha var" dedi. Efendimiz "Onu zevcene tasadduk et" buyurdu. O zat "Bende bir altın daha var" dedi. Peygamberimiz de "Onu çocuklarına tasadduk et" buyurdu.
"Sadakanın en hayırlısı ihtiyaçtan artan maldan verilendir" cümlesi hakkında Nevevî detki: Bu suretle verilen sadakanın bütün malını vermekten daha faziletli olması, bütün malını tasadduk edenler, genelde sonradan pişman oldukları içindir. Yahut muhtaç kaldıkları zaman pişman olurlar. Keşke hepsini vermeseydim der. Malının fazlasından sadaka veren ise hiçbir zaman pişman olmaz.
Hadisimizin son cümleleri dilenmekten sakındırıp, kanaat ehli olarak Allah'a sığınmaya teşvik etmektedir.[76]
528. Ebu Süfyan Sahr b. Harb'dan (ra) Rasûlullah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Benden birşey isterken ısrar etmeyiniz. Vallahi içinizden biri benden bir şey ister de, benim gönülsüzlüğüme rağmen istediğini ele geçirirse, verdiğim şey onun hesabına bereketli olmaz". (Müslim rivayet etmiştir).[77]
Ebu Süfyan Sahr b. Harb, Mekke'nin fethi esnasında müstüman olmuş bir şahabıdır. O ve babası önceleri müellefe-i kulubdan idi. Sonra müslüman-lann ileri gelenlerinden olmuşlardır. Rasûlullah'tan 163 hadis rivayet etmiştir. 82 yaşında Şam'da hicri 60 yılında vefat etmiştir.
Dilenmek men edilmiştir. Bu hususta alimler ittifak etmişlerdir. Yalnız zaruret halinde dilenmek mubahtır. Bu hususta zikredilen hadisler, dilenmenin bazı kimselere haram, bazılarına mekruh, bazılarına da mubah olduğunu gösterir.
Zenginin zekât alması ve dilenmesi haramdır. Elinde dilenmeye mâni olacak yiyeceği olup da, ne derece fakir olduğunu beyan etmeden dilenmek mekruhtur.
Bir dostundan veya akrabasından bir şey istemek mubahtır. Zaruret halinde dilenmek ise vaciptir. Çünkü bunda nefsi ölüm tehlikesinden kurtarmak vardır.
Bîr kimsenin rızası olmadan utandırılarak alınan şeyin de haram olduğuna hadisimiz delildir.[78]
529. Ebu Abdurrahman Avf b. Mâlik el-Eşcaî (ra) şöyle anlatıyor: Ra-sûlullah'ın yanında dokuz-sckİz veya yedi kişi idik. Bize "Allah Rasûlü'ne biat etmez misiniz?" buyurdu. Kısa bir süre önce biat ettiğimiz için, "Ya Rasû-lallah! Sana biat etmiştik, şimdi niçin biat edelim?" dedik. Yine "Allah'ın Rasûlü'ne biet etmez misiniz?" buyuranca ellerimizi kendisine uzatarak "Ya Rasülaltah! Sana biat etmiştik, şimdi yine niçin biat edelim?" dedik. Peygamberimiz şöyle buyurdu: "Allah'a ibadet edip O'na hiçbir şeyi ortak koşmayacağınıza dair, beş vakit namaza dair, Allah'a itaat edeceğinize dair, sesini alçaltarak ve insanlardan hiçbir şey istemeyeceğinize dair (biat edeceksiniz)".
Hadisi rivayet eden râvi der ki; "Bu cemaattan bazılarım gördüm de, kamçısı yere düşerdi, onu kendisine ahvermestni kimseden istemezdi" (Müslim rivayet etmiştir}.[79]
"Bey'at" müslümanlarm her bîr işini tedbir için, hükümdara salâhiyet vererek niza götürmez bir şekilde ona teslim olmaktır. Bu kelime alışveriş manasına gelen "5ey"den alınmıştır. Ashab-ı kiram, alışverişte olduğu gibi halifeye tâbi olduklarına dair söz verirken alışverişe benzeterek onun elinden tutarlardı. Ancak kadınlar Rasûlutlah'a bey'at ederken onun elinden tutmamışlardır. Kadınların değişik yerlerde bey'at ettikleri sabit olmuş, fakat hiç birinde Rasûlullah'ın elini tuttukları rivayet edilmemiştir.
Hadisimiz, az bile olsa dilenme sayılabilecek bir şeyden sakınmaya teşvik etmektedir. Hadisteki dilenme lafzını umum manada anlayan ashab, başkalarından hiçbir şey, hatta yere düşen kamçılarını bile istemez olmuşlardır.
Güzel huylarla vasıflanmaya da teşvik edilmektedir. İnsanlara meşakkat vermemek, kendi işlerini mümkün mertebe kişinin kendisinin yapması, güzel ahlâktandır.[80]
530. İbn Ömer'den (na) Rasülullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Dilenmek herhangi birinizi o hale getirir ki, kıyamet gününde yüzünde hiç et parçası kalmadığı halde Allah'ın huzuruna çıkarır". (Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir).[81]
Hadisimiz, zaruret dışında dilenen kişilerin ahirette rezil ve rüsvay olacaklarına delildir.
Hadisin değişik rivayetlerinden bu kötü akıbetin, zaruri ihtiyaç olmayarak mal çoğaltmak için dilenen hakkında olduğu anlaşılmaktadır. Zira zaruret hâlinde canı muhafaza için dilenmek mubah, hatta vaciptir.
Zaruret hâli dışında kişi rızkına kanaat etmeli, dilenmekten sakınarak hâline şükretmelidir.[82]
531. İbn Ömer'den (ra) rivayet edildiğine göre Rasülullah, minberde sadakanın faziletinden ve dilenciliktan sakınmaktan bahsederken şöyle buyurmuştur: "Üstteki el veren el, alttaki el de İsteyen eldir". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[83]
Hadisimiz sadaka vermeye teşvik etmekte ve dilenmekten sakındırmak-tadır. ölüm tehlikesi gibi bir zaruret olmadıkça dilenmek çirkin bir şeydir. Hanefî ulemasından bazıları "Bîr günlük yiyeceği olan kimsenin dilenmesi haramdır" demişlerdir. Şükrünü ifa eden zengin fakirden efdaldir.
Ayrıca hadisten, hatibin hutbede, müslümanlann maslahatına dair şeyleri konuşmasının mubah olduğu anlaşılmaktadır.[84]
532. Ebu Hüreyre'den (ra) Rasûlullah'ın (sa) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kim malını çoğaltmak için insanlardan bir şey isterse o ancak ateş istemiş olur. ister az, ister çok bir şey istemiş olsun". (Müslim rivayet etmiştir).[85]
Kadı tyaz'a göre bu hadisin manası; dilencinin ateşle azab olunmasıdir. Bununla birlikte zahirî manası da kastedilmiş olabilir. Bu takdirde dilencinin topladığı mallar ateş parçası olacak, vücudu onlarla dağlanacaktır. Nitekim zekât vermeyenlerin de aynı akıbete duçar olacakları ayetle beyan buyurul-muştur.
Böyle bir azab haramı işleyenlere takdir edildiğinden hadisimiz, ihtiyacı olmayanın dilenmesinin haramlığına delildir.[86]
533. Semure b. Cündüb'den (na) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Dilencilik, kişinin kendi yüzünde açtığı bir yaradır. Fakat devlet reisinden bir şey isteyen ile çok mağdur durumda kaldığı için isteyen müstesnadır" (Tirmizî rivayet etmiş ve hadis hasen-sahihttr demiştir).[87]
Bir hadiste de; "Sizden birinizin bir sırt odun toplaması ve onu sırtına yüklenerek satması, kendisi için versin vermesin, bir adama el açmaktan daha hayırlıdır" buyu rul m ustur. Bu hadisler, dilenmenin iki cihanda kerih görüldüğünü İfade etmektedir. Kişi kanaat ehli olmalı, çok zor durumda kaldıkça insanlara elini açmamalıdır.
Devlet reisinden, zekât fonundan, beyt'til-mâle ayrılan ganimetlerin beşte birinden İstemek müstesna kılınmıştır. Bir de zor durumda kalınca, canını, çoluk çocuğunun canını kurtarmak için dilenmesi kerih görülmemiştir. Tabii ki, içlerinde bulunan bu derece İhtiyaç sahibi kimseleri görüp gözetmediklerinden dolayı müslümanlar da sorumludurlar.[88]
534. Ibn Mes'ud'dan (ra) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kim sıkıntıya düşer de halini insanlara açarsa sıkıntıdan kurtulamaz. Fakat düştüğü sıkıntıyı Allah'a havale eden kimseye Allah er veya gerinden bir nzık verir". (Ebu Dâvud ve Tİrmizî rivayet etmişler ve Tirmizî hadis hasendir demiştir)[89]
Sıkıntısını insanlara açıp AHah'a stgınmayanın sıkıntısı gitmez. Aksine artarak devam eder. Zira o kişi hâlini kendisi gibi aciz birine arzetmiştİr. Allah'ı unutmuştur. Bu sayede Allah'ın gazabını celbetmiş, ihtiyacını da giderememiştir. Şayet Allah'a siğınsaydı Allah ihtiyacını giderir ve kendi hazinesinde de hiç eksiklik olmazdı. Zira O'nun hazinesi sonsuzdur ve O tüm kullarının ihtiyaçlarını fazlasıyla gidermeye muktedirdir.
Hâlini Allah'a arzeden kişi ise, karşılığını bulmada acele etmemelidir. Kuluna neyin ne zaman verilmesinin daha uygun olacağını AJlah daha iyi bilir.[90]
535. Sevbân'dan (ra) Rasûlullah'ın (sj) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kim bana, hiç kimseden bir şey istemeyeceğine dair söz verirse cennete gireceğine ona kefil olurum. Sevbân der ki: "(Bu hadisten sonra) ben kimseden bir şey istemedim". (Ebu Dâvud rivayet etmiştir).[91]
Hadisimiz, dilenmemeye teşvik etmektedir. Kişi bir şeye ihtiyacı varsa AJlah'dan İstemeli ve O'nun koyduğu vesileleri yerine getirmelidir. Elindeki-Ierle kanaat etmeli, malını çoğaltmak için mal hırsı içinde bulunmamalıdır. Bir hadisinde de Peygamberimiz, "Müslüman olup da, ihtiyacına yeter miktarda rızkı olan ve kanaat sahibi olan kurtuluşa ermiştir" buyurmuştur.
Bu dilenmekten nehyeden, dilenmeyi hor gören hadisler karşısında ashab-ı kiramdan çoğu, hakları olan şeyleri dahî istememişlerdir. Sebebi sorulunca; nefsimiz istemeye alışır da, hakkı olmayan şeyleri de istemeye başlar demişler, bu hareketleri ile nefislerini dilenme alışkanlığından uzaklaştırmalardır.[92]
536. Ebu Bişr Kabîsa b. el-Muhârik (ta) şöyle anlatır:
Bir zamanlar ağır bir borca kefil olmuştum ve Peygamberimize gelerek bu konuda bana yardım etmesini istemiştim. Bana "Bekle de zekât gelirleri gelsin, ondan sana vermelerini emredelim" dedikten sonra şöyle buyurdu: "Ey Kabîsa! Dilenmek ancak şu üç kimseye helâl olur: Adam ağır bir borca girmiştir (kefil olmuştur). Borcunu karşılayınca el açmamak üzere, borçlu iken dilenmek ona helâl olur. Adamın malına afet uğramıştır, geçimini yoluna ko-yuncaya kadar İstemek ona helal olur. Kendisim tanıyan üç aklı başında kimsenin, bu adam yoksul düştü, diyeceği kadar yoksul düşmüştür. Bunun da geçimini yoluna koyuncaya kadar dilenmesi helâldir. Ey Kabîsa! Bunların dışında kalan dilenmeler haramdır, sahibi onlan haram olarak yemiş olur". (Müslim rivayet etmiştir).[93]
Kabîsa (r.a) bir heyet içinde Rasûlullah'a gelmiş ve müslüman olmuştur. Rasûlullah'dan 6 hadis rivayet etmiştir. Basra'ya yerleşmiştir.
İki kişinin veya iki kabilenin arasını bulmak onları barıştırmak için mal vermeyi üzerine alan (kefil olan) kişi, vereceği bu malı bulamazsa dilenmesi mubah olur. Kendisine zekât da verilebilir. Yalnız aracılık ettiği hususun seran ma'sıyet olmaması şarttır.
Şâfıilerden bazıları bu hadisin zahiri İle delil getirerek fakirliği isbat İçin üç kişinin şehadette bulunmasını şart koşmuşlardır. Cumhura göre ise, zinadan başka şahidliklerde olduğu gibi burada da adil iki erkeğin yahut bir erkekle iki kadının şehadetinin kabul edileceğini kabul etmişlerdir. Onlara göre bu hadiste beyan edilen adet vacip değil müstehabdır.
Hadisimiz, dilenmenin kendileri için mubah olduğu şahıslan açıklamaktadır. Yalnız bu üç vasfa sahip kişilerin dilenebileceğinin ifade edilmesiyle müs-lümanlar zaruret olmadıkça dilenmekten menedümişlerdir.
Kişi veya kabileleri barıştırmak için, ağır borçlara kefil olmanın cevazına ve bu hareketin önemine işaret etmektedir.
Kendisine dilenmenin mubah olduğu kişilerin de, ihtiyaçlarından fazla dilenmeleri doğru değildir. Zira zaruretler İhtiyaç miktarına göre takdir edilir.[94]
537. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Yoksul; insanlar arasında dolaşıp bir iki lokma veya bir iki hurma verdiğin kimse değildir. Gerçekten yoksul, ihtiyacını karşılayamadığı halde tanınıp kendisine sadaka verilmeyen ve İsanlardan bir şey istemeye kalkışmayan kimsedir". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[95]
Hadis-i şeriften maksad şudur: Sadakaya muhtaç olan hakiki fakir, kapı kapı dolaşıp dilenen kimse değil, yiyecek bulamayan, hâlini kimseye ar-zetmediği için, kimseden en ufak bir yardım görmeyen iffetli fakirdir. Yani Rasülullah bu hadisi ile kapılarda dolaşan dilencilerin fakir sayılmayacağını değil, onların tam manasıyla, haline şükretmediklerinden methedilen fakir sayılmadı klan nı beyan buyurmuştur.
Hadisimiz şunları ihtiva etmektedir.
Sadaka vermek İçin ehlini araştırmak ve dilenmeyen şerefini muhafaza eden fakirlere vermek gerekir.
Utanarak insanlara et açmayan yoksullar takdire şayandır. Her halükârda utanmak müstehab olan bîr huydur, utanmak îmanın şubelerinden biridir.[96]
538. Hz. Ömer'den (na) rivayet edilmiştir: RasÛluüah bana ganimet malından verirdi, ben de "Onu benden daha muhtaç olanına verseniz" dedim. Rasûluilah şöyle buyurdu: "Al bunu! Sen beklemeden ve İstemeden böyle bir maldan sana bir pay verilirse onu al ve kendine mal et de, İstersen ye, istersen başkalarına sadaka olarak ver. Böyle olmayınca herhangi bir şeye göz dikme".
Hadîs'in râvilerinden olan Sâlİm, babası Abdullah hakkında şöyle der: "O hiç kimseden birşey İstemez kendisine verileni de geri çevirmezdi". (Bu-hârî ve Müslim Rivayet etmişlerdir).[97]
Taberî diyor ki: "Ulema bu hadisteki "al" emrinin nedb ve irşad için geldiğine ittifak ettikten sonra şu hususta İhtilafa düşmüşlerdir. Bazıları hediyeyi veren sultan olsun, salih veya fasık olsun verilen şeyi kabul etmek men-duptur. Uygun olanı, hediye vermesi caiz olan bir kimseden gelmiş olmasıdır demişlerdir. Hz. Ebu Hüreyre'nin "Bana biri hediye verirse onu kabul ederim, istemeye gelince bunu yapmam" dediği rivayet olunur.
Taberî "Bence doğrusu, Hz. Peygamber (s.a) herkesin hediyesini kabule teşvik buyurmuştur. Hediye sultandan olsun, başkalarından gelsin, mutlak surette kabul edilir. Zira Hz- Ömer hadisinde, tahsis olunmaksızın her nevi malı kabul etmesi emir buyurulmuş, yalnız bazı haller istisna edilmiştir" demektedir.
Malına haram karışan bir kimse ile alışveriş yapmaya ve hediyesini kabule gelince, bunu bazıları kerih görmüş, birtakımları da caiz görmüşlerdir.
Müslümanların hükümdarı, kendince maslahata daha muvafık gördüğü zaman İki fakirden, ihtiyacı az olanına hazineden nafaka verebilir.
İstemeden verilen helâl malı almak, almamaktan daha haylırlıdır. islâm hükümdarlarının verdiği İhsanı geri çevirmek edep ve terbiyeye aykırıdır.
Müslümanlar namına dinî ve dünyevî vazife gören bir kimsenin, gördüğü vazife mukabilinde ücret alması caizdir.
Hadisimiz, ihtiyacı olmayan kişinin başka kardeşini kendine tercih etmesini teşvik etmektedir.
Başkalarının sahip olduğu mal, mülk ve makama göz dikmenin kerih görüldüğüne bu hadis delildir.
Kişi kendisine verilen hediyeyi, başkalarına sadaka olarak verebilir. Hediye almak için, hediye edilecek şeye muhtaç olmak şart koşu İmam ıştır.
Hediyeleşmek Sünnettir. Rasûlullah hediye aiır ve verirdi. Bilindiği gibi Peygamberimiz, sadaka ve zekât almaz, sadece hediye kabul buyururdu.[98]
"Cuma namazı bittikten sonra yeryüzüne darılınız ve Allah'ın fakından nasip arayınız'. (Cum'a, 10)
Konu İle ilgili hadisler[99]
539. Ebu Abdullah Zübeyr b. Avvâm'dan (ra) Rasülullah'ın (sa) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Sizden birinin ipini alıp dağa gitmesi ve arkasına odun yüklenip getirerek satması ve Allah'ın bu suretle o kimsenin onurunu koruması, istediği verilse de, veri!meşe de halktan dilenmesinden daha hayırlıdır". (Buhârî rivayet etmiştir).[100]
Hadisimiz, kişinin el emeği ite kazandığını yemesini teşvik ederek dilenmekten sakındırmak tadır.
Kazanmaya muktedir olduğu halde kişinin dilenmesi haramdır. Diğer hadislerde de belirtildiği gibi, zaruret hali dışında dilenen kişi, insanlara el açmakla bu dünyada onurunu ayaklar altına alır. Karşısındakiler verseler de, boş çevirseler de onuru rencide olmuştur. Ahirette de bu dilenmesinin sonucu, yüzünde dilencilik alâmeti olarak huzura gelip orada da rezil ve rüsvay olur. Bu sebeple dilenmek kerih görülmüş, kişinin İzzeti nefsini koruması teşvik edilmiştir.
Hadisteki "... halktan dilenmesinden daha hayırlıdır" cümlesi, dilenmekte de az da olsa hayır vardır şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu cümleden maksad dilenmenin haram olduğu ve kişiye yakışan, meşakkatli de olsa, kendi emeği ite geçimini sağlamasıdır.
Helâlinden rızkını kazanmak için gayret sarfedip çalışmak, meşakkatleri göğüslemek takdire şayan bir harekettir.[101]
540. Ebu Hüreyre'den (na) Rasülullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Sizden birinin arkasında odun toplaması, dilenmesinden daha İyidir, İstediği kimse İster versin, ister vermesin". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[102]
Hadisin şerhi için bir önceki (539 nolu) hadise bakılmalıdır.[103]
541. Ebu Hüreyre'den (ta) Rasülullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Dâvud (a.s) elinin emeğinden başka bir şey yemezdi". (Buhârî rivayet etmiştir).[104]
Hadisimiz çalışmayı teşvik etmektedir. Hz. Dâvud (a.s) hükümdar peygamberlerden olduğu halde kendisi çalışır, el emeğini yerdi. Allah Teâlâ, demiri ona yumuşatmışlı, o da demirden zırh v.b aletler yapar, saıar ve bu kazancından yerdi. Beytülmal hayli zengin olmasına rağmen, oradan yemezdi.
Hadis-i şerif ayrıca, kişileri sanat öğrenmeye teşvik etmekte, sanal sahiplerini medhelmckledir.[105]
542. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasülulİah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Zekeriyya (a.s) marnngo/du". (Müslim rivayet etmiştir).[106]
Hadisimiz, çalışmanın ve zenaat ehli olmanın faziletini ifade eder. Bir hadiste de "Kişinin yediklerinin en faziletlisi elinin kazancını yemesidir" bu-yurulnuıştıır. Helâlinden rızkını temin İçin vekilli mesleklerde çalışmak hor görülemez. Marangozluk mesleği de kişinin şahsiyetini düşürmez; zira o faziletli bir meslektir. Hadiste Hz. Zekeriyya'nın (a.s) faziletine de dikkat çekilmiştir. Zira o da yiyeceğini alın teri ile kazanırdı.
Çalışmak ve sanat sahibi olmak peygamberlere ittibâın bir alâmetidir. Çoğu peygamberin, zamanına has birer mesleği vardı ve onlar kazançlarından yemiş ve ümmetlerine yük olmamışlardır.[107]
543. Mikdâd b. Mâdikerîb'den (r.a) Rasûlullah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İnsan, elinin emeğinden daha hayırlı bir yemek yememiştir. Dâvud (a.s) da kendi elinin emeğini yerdi". (Buhârî rivayet etmiştir).[108]
Hadiste "Elinin emeği" lafzı kazançtan kinaye olarak kullanılmıştır. Yoksa mutlaka eli ile çalışarak kazandıkları hayırlıdır manasına değildir. Kişi, bekçilik yapmak, ders okutmak... gibi çeşitti şekillerde de çalışır ve kazananı temin edebilir. Çalışmak deyince genelde e/akla geldiği için "el" lafzı kullanılmıştır.
Hadisimiz, kişinin maişetini kendisinin kazanmasını teşvik etmektedir. Dünya hayatında kişi sebeplere tevessül etmeli ve semeresini Allah'tan beklemelidir.
Hadis-İ şerif ve bölümdeki diğer hadislerden anlaşılan; çalışıp kazanmanın faziletli olduğudur. Halkımızın anladığı manadaki tevekkülden, çalışmak daha da hayırlıdır. Bilakis gerçek manada tevekkül, sebeplere sarılıp sonucu mü-sebbib (Allah)'tan beklemektir. ls.ıe bu da -hakiki manada- kazancını elde etmek için çalışmakta kendini gösterir.
Çalınmak, sebeplere yapışmak, hiçbir zaman tevekkül anlayışına ters bir hareket delildir.
Sûfilerin ustadlanndan Cüneyd'in manifatura dükkânı vardı. Alışverişini yapar, hem de bol bol nafile namaz kılardı. İbrahim b. Edhem de çok çalışır, kazancının bir kısmını zaruri ihtiyaçlarına sarfeder, diğer kısmını ise sadaka olarak dağıtırdı. Halvet ve nefis mücadelesine zaman tanıdığı için İbrayım b. Edhem iş olarak çiftlik bekçiliğini tercih ederdi.
Başkalarının sırtından asalak olarak yaşamak, boş boş gezip tembel tembel vakit Öldürmek hiç hoş karşılanmamıştır.
Dinimiz İslâm, dünya ve ah i ret saadeti için çalışmayı teşvik etmiştir.[109]
"Hayır için ne harcarsanız, Allah bunun ardından daha iyisini lütfeder". (Sebe, 39)
"Hayırdan ne infak ederseniz o kendinize aittir. Harcamanız yalnız Allah rızası İçin olsun. Hayırdan ne harcasanız mükâfatı tamamıyla verilir, haksızlığa uğramazsınız". (Bakara, 272}
"Hayırdan ne kadar Allah yolunda harcarsanız, Allah onu bilir'*. (Bakara, 273)[110]
544. Ibn Mes'ud'dan 'ra) Rası'u'illah'ın ( a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Yalnız şu iki konuda gıbia t dili Ali. h aâ-ımın birine mal vermiş ve o şahsı malını hakka uygun olarakı mamaya muvaffak kılmıştır. Gıbta edileceklerin ikincisi; Allah'ın Kendisine hikri;ct ve iüm verdiği onun da bu ilme ve hikmete uygun olarak han kel edip, b.ışk.ılannâ da öğrettiği kişidir". (Buharı ve Mtiiîim rivayet )[111]
Dirimiz hn'ffli han-.m kılmş ;r "Hased" başVasındakı Tialm mülkün yok oiıııjsını nlerden yalnız şu iki kişi gıbta cdil-nvye lâyiknr. Hadiste bu iki şahii anlahlmaktadu. Aynı manayı kuvvellen- nuvrultı;t Birkaç tanesi şöyledir: "Şu iki kişiden bü}kasınu edilmez. kendisine Kur'an'ı öğrenmeyi luljtiîiiii, o ıiu aece gündüz Kuı 'an okuyup, onun itmı de Diğeri de; Allah'ın kendisine mal m.tik verip de gece gündüz bu maldan Allah yolum' in/ak eden kişidir" ve Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği değişik bir tarik de şöyledir: "Şu iki kaiden başkasına gıpta edilmez. Birincisi; Allah'ın Kur'an okumasını öğreiliği ve gece gündüz Kur'an okuyan kişidir. Kur'an okumasını İşiten komşusu şöyle der: "Şu komşuma verilen bana da verilseydi ben de onun gibi hareket ederdim."
İkinci kişi: Allah kendisine mal vermiş o da malını Allah yolunda infak etmiştir. Bu hâlini görenler "Keşke bize de filancaya verilen mal mülk verilse İdi biz de öyle hareket eder, malımızı infak ederdik" derler".
Hadisimizden ayrıca; hasedin içtimaî bir hastalık oJduğu için haram kilındıgı, hasedden sakınmak gerektiği anlaşılmaktadır. Hayır yolunda ise gıbta etmekte bir beis yoktur. Allah'ın kendine verdiği mal-mülkten cimrilik etmeyerek, Allah yolunda infak edenin faziletine dikkat çekilen hadisimizde, ilim öğrenmeye ve öğretmeye teşvik vardır.[112]
545- Ibn Mes'ud'dan (r.a) Rasûlullah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hanginiz vârisinin malım kendi malından çok sever?" diye sordu. "Yâ Rasûlaltah! Hepimiz kendi malımızı daha çok severiz " dediler. Peygamberimiz de "Sizden birinin malı, yarın için harcadığı, vârisinin malı da geride bıraktığıdır" buyurdu. (Buhârî rivayet etmiştir).[113]
Hadiste kişinin malı olarak, takdim ettiği şeyler gösterilmektedir. Bunlar da sadakaları, yediği içtiği şeylerdir. Bir hadiste de bu durum şöyle belirtilmişti; "Dünyadan senin malın yiyerek yok ettiğin ve giyerek yıprattığın şeylerdir. Ya da sadaka vererek ebedıleştirdiğindi.
Ibn Battal hadiste ahirette faydası dokunmaii için hayır yollarına mal harcamaya teşvik vardır, demektedir. Böyle davranılmadıgı takdirde hayat boyu vârisler için çalışılmış olur. Onlar da ya hayır yapıp sevabını kendilerine malı miras bırakana gönderirler. Ya da bırakılan malla Allah'a isyan ederler de malı ka?,anan kişiye hiçbir sevap göndermezler.
Rasûlullah bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Senin vârislerini zengin olarak bırakman, onları âleme muhtaç bir halde malsız mülksüz bırakmandan daha hayırlıdır"
Bu hadis ile konumuz olan hadis çatışmaktadır denirse, şu şekilde mesele halledilir: Şimdiki zikrettiğimiz hadis, malının tamamını sadaka verip, vârislerini muhtaç bir halde bırakan İçin söylenmiştir. Ya da hastalığı anında malının çoğunu Allah yolunda infak etmek isteyen kişiye söylenmiştir. Söz konusu hadis ise sıhhati yerinde olan şahsa yönelik söylendiğinden aralarında bir tezat yoktur.
Hadisten maksad; Rasûlullah'ın her isteyene hemen verip, kimseyi boş çevirmediği değildir. Aksine Rasûlullah kendisinden birşeyter isteyen hiç kimseyi reddetmemiştir. O an elinde varsa ondan isteyenin ihtiyacını karşılamış, yanında yoksa va'detmistir. Va'dinden de hiçbir zaman dönmemiştir.
Hadîsimiz Rasûlullah'ın yüce keremine ve güzel ahlâkına delildir.[114]
546. Adiyy b. Hatim'den (ra) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Yarım hurma sadaka vererek bile olsa cehennemden korununuz". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[115]
Hadisin manası şöyle olmaktadır: Kendinizle cehennem ateşi arasında, sizleri o ateşten koruyacak salih amellerden kalkan edinin. Az veya çok yapabildiğiniz saüh ameli cehennemden korunmanıza vesile kılın. Yarım hurma sadaka olarak vermek bile olsa, yapıfacak iyiliği hor görmeyin!
Hadîs "Allah Korkusu Bölümü" 406 nolu hadisin sonunda geçmişti.[116]
547. Câbir (r.a) derki: " Rasûlullah'tan (s.a) birşey istenip de, hayır dediği asla vâki değildir". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[117]
548. Ebu Hüreyre'den (ra) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her sabah iki melek yeryüzüne iner ve.biri "Allahım! (infak edene) verdiğinin yerine başka mal ver" diye dua ederken, diğeri de "Alfahım! Malını kıskançlıkla elinde tutana zarar ver" diye beddua eder". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[118]
Hadisimiz, Allah yolunda infak etmeyi teşvik etmektedir. Meleklerin duasına mazhar olan in fakın, vacip olan sadakalar mı, bunun dışındakiler mi olduğu konusunda Kurtubî şöyle der: Buradaki infak farz ve nafile olanlarına şâmildir. Çünkü farz zekâtından başka Allah yolunda infakta bulunmayana cimrilik vasfı galip geldiğinden zemmedilir. Yani bu duanın muhatapları olan kişiler, farz zekât ve sadakalarının yanında mendub olan yerlere de mallarından infak edenlerdir.
İnfak edilenin yerine yeni malların verilmesi ya dünyada olur ya da ahi-rette (sevap) olur. Ayet-i kerime de bu konuyu te'yid etmektedir: "Hayır için ne harcarsanız. Allah bunun ardından daha iyisini lütfeder" (Sebe, 39)
Farz ve mendub olarak emredilen yollara malım infak etmeyen kişiye de, zarar görmesi için dua edilmektedir. Bu zarar da ya malının telef olması şekliyle clur ya da mal sahibinin kendisine bela isabet etmesi şeklinde görülür.
Medhe mazhar görülen İn fak; Allah'a taat olan hususlarda aile fertlerine, misafirlere ve nafile olan yerlere yapılan İn faktır.[119]
549. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasülullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Allah buyurdu ki: "Ey Ademoğlu, Allah yolunda malım harca ki, harcadığına karşılık mal verilsin'.' (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[120]
Ey mü'min! Şeriatın izin verdiği yerlere inanarak ve karşılığını Allah1 tan göreceğini umarak malını harca ki, malının aynısı sana ziyadesi ile verilsin. Zira bir hadiste; "Sadaka malı eksiltmez" buyurulmuştur. Bir ayet-i kerimede de, Allah yolunda malını infak edene verilecek karşılık şöyle açıklanmıştır: "Mallarım Allah yolunda harcayanların hâli, her başağı yüz taneli yedi başak bitiren bir tohumun hali gibidir. Allah dilediği kimseye kat kat verir. Allah'ın ihsanı çok geniştir, her şeyi hakkıyle bilendir" (Bakara, 261)[121]
550. Abdullah b. Amr b. Âs'dan (ra) rivayet edilmiştir: "Biri Peygamberimize "islâm'da en hayırlı ameller nelerdir?" diye sordu. O da "Yemek yedirmek, tanıdığına, tanımadığına selâm vermektir" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[122]
Rasûlullah muhataplarının haline göre sorularına cevap verirdi. Bu sebeple değişik konumda, ayrı kişilerin aynı soruyu sormalarına rağmen, değişik cevapların alınmış olması, hadislerde bir tezadın varolduğunu zannettir-memelidir.
Hadiste geçen "yemek yedirmek" lafzı; sadaka, hediye ve ziyafet maksadı ile yemek yedirmek anlamındadır. Çünkü ifade umûmi manada kullanılmıştır. Her türlü yemek yedirme şekli bunun içine girmektedir.
"Tanıdığına tanımadığına selâm vermek "den maksad da selâmı yaymak anlamındadır. Toplumda kişilerin birbirlerine selâm vermesi kalplerin birbirlerine ısınmasını ve sevişmelerini temin eder. Selâm vermekten dolayı hasıl olacak bol sevabı elde etmek için ilk müslümanlar pazarlara uğrar ve her gördüklerine selâm verirlerdi.[123]
551. Abdullah b. Amr b. Âs'dan (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kırk tane güzel huy vardır ki, bunların en üstünü; sütünü sağıp kullansın diye başkasına Ödünç olarak keçi vermektir. Sevabını umarak ve hakkında va'dediien sevaba inanarak bu güzel huylardan herhangi birini işleyen kimseyi, Allah o gü2el huy sayesinde cennete koyar1 (Buhârî rivayet etmiştir).[124]
"Hayır Yollarının Çokluğu Bölümü" 138 no'da geçmiştir. Tahriri ve şerhi için oraya bakılmalıdır.[125]
552. Ebu Ümâme Sudayy b. Aclân'dan (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ey Ademoğlu! İhtiyacından fazla olan malını harcaman hayırlı, yanında tutman zararlıdır. İhtiyacın olan mal hakkında kı-nanmazsın, yardıma önce geçimini sağlamakla yükümlü olduğun kimseler-den başla, veren el alan elden hayırlıdır". (Müslim rivayet etmiştir).[126]
Kişinin kendisi ve aile fertlerinin İhtiyacı kadar mal biriktirmesinde bir beis yoktur. Bundan fazlasını ise elinde tutmamalı, Allah nzası için infak etmelidir. İhtiyaç fazlası, kişiye vebal getirir. Zira bu fazla maldan dolayı hesaba çekilecektir. Diğer taraftan bu hareket, kalbde mala sevgiyi artıracak, daha çok mal biriktirmek için Allah'a İbadet ve taati unutturacak, kişiyi gayri meşru yollara sevkedecekdir.
Müslüman tebliğ etmeye yakınından başladığı gibi, infak etmeye de yakınından, hanımı, anne-babası v.b.dcn başlamalıdır. Bir hadiste, yakına yapılan infakın iki kat sevaba vesile olduğu ifade edilmiştir. Biri akrabayı görüp gözetmek (sıla-i rahim) sevabı, diğeri ise sadaka sevabıdır, öte yandan yakınlarının nafakasını temin etmek de kişiye farzdır.
"Veren den maksad infak edenin eli; "alan e/den" maksad da, bu in-fakı kabul edenin elidir.
Hadisimiz, mal biriktirme hırsına kapılmayarak infak alışkanlığını teş-vİk etmektedir. Sadaka verenin malının eksilmeyip bereketlendiği de çeşitli hadislerden anlaşılmaktadır.[127]
553. Enes'den (ra) rivayet edilmiştir: "Rasühıllah'dan (sa) bir şey istenip de vermediği görülmemiştir. Adamın biri ona gelmiş, Rasûlullah da kendisine iki dağ arasını dolduracak kadar koyun sürüsü vermişti. Adam kavmine dönünce şöyle dedi: "Ey kavmim! Müslüman olunuz. Çünkü Muhammed fakir düşmekten korkmayan kimse gibi bağışta bulunuyor". Kim sırf dünya umudu ile müslüman oldu ise çok geçmeden İslâmiyet onun nazarında dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden daha değerli hâle gelmiştir. (Müslim rivayet etmiştir). [128]
Rasûlullah kendisinden birşey İsteyen hiç kimseyi reddedip geri çevirme-niştir. istendiği anda yanında varsa verir, yoksa varolduğu zaman vermek çin va'd ederdi. Rasûlullah'ın bu hareketinde, kendisiden birseyler isteyeni
İslâm'a girmeye teşvik vardır. Bu şekilde davranmasaydı, îman zayıflığından dolayı muhatabı islâm'dan yüz çevirebilirdi.
Alimler, kalplerini İslâm'a ısındırmak için bazı kişilere zekât ve beytül-malden sadaka verileceğini kabul etmişlerdir. Bu kişiler gayri müslim iseler, zekâttan onlara pay verilmez. Beytülmalden pay verilmesi hususunda ise degörüşler mevcuttur.
Sonraki devirlerde (Hz. Ömer devri ve sonrası) bu kişilere bir pay verilmemesi sahih olan görüş olarak nakledilmektedir, önceleri bunlara bir pay ayrılması, müslümanlann sayıca az, kuvvetçe zayıf olup diğerlerinin şerrinden korunmak içindi. Daha sonraları müslümanların sayısı çoğaldığı ve Alİmam Nevcvî lah din-i İslâm'ın gücünü, kuvvetini yücelttiği için müellefe-İ kulübe mal vermeye gerek yok denmiştir.
Kişi İslâm'ın şuuruna erdikçe gözünde dünya küçülür, rağbeti azalır, onun yerini İslâm dini alır.
Rasûlullah nefsin hastalıklarını çok İyi bildiğinden onları tedavi edici panzehirleri zaman zaman ümmetine bildirmiştir. Nefisteki "dünya sevgisi" hastalığının ilacı, tam onun zıddı olan ahi ret sevgisidir. Mal sevgisinin tedavisi ise İslâm'ı sevmekle mümkündür.
Hadisimiz Rasûlullah'ın cömertliğine ve ümmetine olan merhametine delildir.[129]
554. Hz. Ömer (na) der ki: Rasûlullah bir gün bir mal bölüştürmüştü. "Yâ Rasûlallah! Pay verdiklerinizin dışında bu maldan almaya daha (ayık kişiler yok muydu?" diye sordum. O da şöyle buyurdu: "Verdiğim kimseler beni şu durumlar arasında bıraktılar: İsrarla isteyecekler de vereceğim veya vermeyeceğim de beni cimrilikle itham edecekler, halbuki ben cimri değilim". (Müslim rivayet etmiştir).[130]
Rasülullah'ın paylaştırdığı mal ya ganimet malı idi, ya da haraç vergisi idi. Kendilerine mal verilen kimselerin daha faziletli oldukları ve dinde daha ileri kişiler oldukları şeklinde anlaşılmasın diye Rasûlullah hadisteki açıklamayı gerekli görmüştür.
Rasûlullah, îman zayıflığından dolayı bazılarının mal isteyişte ısrar edeçeklerinden ve huzurunda edebe aykın hareket edeceklerinden korktuğundan, önce onlara mal vermeyi uygun görmüştür. Kendilerine mal yetişmeyecek olsa, hallerine razı olmayarak Rasûlullah'a cimrilik isnadında bulunacaklardı, işte bu kötü hallerin zuhurunu Önlemek için Allah Rasûlü îmanı zayıf olanlara mal vermede Öncelik tanımıştır.
Hadisimiz RasûluIIah'ın güzel ahlâkına, sabrına, yumuşak huyluluğu-na ve cahillerin hareketlerini hoşgörülükle karşıladığına delildir. Aynı zamanda ümmetine olan merhamet ve şefkatine de hadisimiz işaret etmektedir. Çünkü cahillerin iman zayıflığı doiayısı ile takınacakları tavır sebebiyle günah kazanacaklanm sezmiş ve bu günaha girmemeleri için onlara öncelik tanımıştır.
İslâm'a yeni girmiş kişilerin kalpleri iyice İslâm'a ısınsın ve îmanları mükemmel olsun amacı i!e onlara bazı Özel imkânların tanınması caizdir.
Allah Rasûlü, insanların en cömerdidir. Cömertlik sıfatının zıddı olan cimrilikten ise uzaktır.[131]
555. Cübeyr b. Mut'İm'den (r.a) rivayet edilmiştir: Huneyn savaşı dönüşü Peygamberimizle birlikte yürürken bedeviler onun yanına sokularak ganimet istediler, kendisini o kadar sıkıştırdılar ki, bir samur ağacına yaslanmak zorunda kaldı. O sırada paltosu ağaca takılınca şöyle buyurdu: "Paltomu getirin, eğer şu dikenli ağaçlar kadar eşyam olsa aranızda bölüştürürdüm. Beni ne cimri ne yalancı ne de korkak olarak bulurdunuz". (Buhârî rivayet etmiştir).[132]
557. Ebu Kebşe Ömer b. Sa'd el-Enmârî'nin (r.a) Rasûlullah'ı (s.a) şöyle buyururken işittiği rivayet edilmektedir: "Uç husus var ki, şimdi onlar hakkında yemin ederek şunları söyleyeceğim, bu sözlerimi iyi belleyinİz.Kulun malı sadaka vermekle eksilmez. Bir kul haksızlığa uğrar da sabrederse Allah onun şerefini artırır. Dilenme kapısını açan kula, Allah fakirlik kapısını açar, Şu söyleyeceklerimi de iyi belleyin: Dünyada dört türlü insan vardır. Bir kul var ki, Allah kendisine hem mal, hem de ilim vermiştir. Malı konusunda yakınlarını gözeterek Allah'tan korkar. Malında Allah için bir hak olduğunu bilir. Bu kul cennette en yüksek mevkilerdedir.
Bİr kul var ki, Allah kendisine ilim vermiş, mal vermemiştir. Adam ise samimi olarak, "Eğer malım olsa falan kimse (bir Önceki şahıs) gibi davranırdım" diyor, buna da niyetinin sevabı verilir. Böylece ikisinin sevabı birbirine denk olur.
Bir ku! da var ki, Allah kendisine mal vermiş, ilim vermemiştir. Malını bilgisizce yanhş yerlerde harcar. Malı hususunda Allah'tan korkmaz, akrabalarını gözetmez ve malında Allah'ın bir hakkı bulunduğunu da kabul etmez. Bu kişinin durumu, alçaklığın en fen asıdır.
Sonuncusu; Allah'ın İlim ve mal vermediği kuldur. O kul şöyle der; "Şayet malım olsaydı ben de filanca (malı olup, bilgisi olmayan) gibi yaşar, malımı öyle harcardım". Ona da niyetinin vebali yükletilir. Böylece ikisi de günah yönünden birbirine denk olurlar". (Tİrmizî rivayeı etmiş ve hadis hasen-sahihtir demiştir).[133]
Rasûlullah'm sözüne yemin ederek başlaması, söyleyeceği şeylerin önem ve ehemmiyetine işarettir. Zira gereksiz yerlerde Allah adına yemin edilmemesini emretmiştir.
Sadaka vermekle malın eksilmeyeceği, o malın bereketinin artması veya ahirette bol sevabın va'dedİlmesİ sebebiyledir. el-Izz b. Abdİsselâm, hadiste kastedilen mana şudur der: İnsanın iki yurdu vardır. Elindeki malını bir yurdundan öbürüne nakletmekle malı azaldı denmez. Zİr her iki tarafla da mal onundur, malından hiçbir şey eksilmemiş, zayi olmamıştır. İşte bunun gibi, kişi sadaka vermekle malını dünya yurdundan ahîret yurduna göndermektedir. Dolayisı ile sadakanın malı eksiltmesi diye bir şey sözkonusu olamaz.
Selef-i sâlihînden bazıları, kendilerine sadaka istemeye gelen dilenciyi görünce 'merhaba!' derler ve malımızı ahiret yurduna nakleden taşıyıcılar geldi diye sevinirlerdi.
tfulun haksızlığa uğraması hadiste genel manada zikredilmiştir. Az veya çok haksızlığın kendine, malına, aile fertlerine olması arasında fark yoktur. Haksızlığa uğrayan kişinin sabretmesi; intikam almaya muktedir olduğu halde zalimin nefsine, malına, ırzına zarar vermemesi, işini Allah'a havale ederek sabretmesidir. Bu kulun şerefinin artması da dünyada veya ahirette oİur. Ya da her ikisinde de bu güzel huyundan dolayı şerefi artar. Çünkü kul ne yaparsa, nasıl bir huy takınırsa mutlaka iyi veya kötü karşılığını görecektir. Bu nedenle zulme sabredip, zulümle karşılık vermeyene, izzet ve şerefini her iki âlemde de artırmakla karşılık verilebilir.
İnsanların malı ile zengin olmak amacıyla dilenen kişiye de Allah fakirlik kapısı açar. Yani elindeki malına, bedenine çeşitli musibetler musallat kılarak gerçekten fakir düşmesine sebep olur. Çünkü malı biriktirmek amacıyla dilenen, Allah'a isyan etmiş, haram kıldığı bir fiili İşlemiştir. Dilenmek, ancak zaruret hallerinde zaruret hâli geçecek kadarıyla mubahtır.
Bunun dışındaki dilenmeler çeşitli hadislerde hor hakir görülmüş, cehennem azabına vesile olacağı hatırlatılmıştır. Bu hadisimizde ise bu şekilde dilenmenin, kişinin gerçekten fakirleşmesine de sebep olacağı açıklanmaktadır.
Hadisimizde, ilmi İle amel eden kişinin yüksek derecelere ulaşacağına dikkat çekilmiştir. "Kişinin malı hakkında Allah'tan korkması"-, malını ma-siyet yerlerde harcamaması, Allah'ın razı olmayacağı yerlerde tüketmekten kaçınmasıdır. Bu şahıs malından Allah'ın emrettiği zekâtı, keffâretleri, nezir gibi husustan öder. öbür taraftan da malı ile Allah katında yakınlık eide etmek için hayırlar yapar, akrabalarını gözetir, yardım eder, çeşitli mâlî taatla-ra koşar. Bu meziyetleri sonucu olarak kendisine cennetin yüksek mevkileri verilir.
Hadisimiz, Allah rızası için İnfak etmeyi teşvik etmektedir. Mal biriktirme hırsı, değişik ayet ve hadislerde yerilmiş, tedavisi olarak sadaka vermek gösterilmiştir. Hadis, infak etmeme hastalığının, kişinin rızkının azaltılmasına sebep olacağına işaret etmektedir.
Bir hadisimizde de peygamberimiz; "Her ümmetin imtihan olduğu bir fitne vardır. Ümmetim de mal fitnesi ile imtihan olmaktadır" buyurmuştur. Kişi malı ile hem cehennemi, hem de cennetin yüksek mevkilerini kazanır.
Zırhın sahibinin İzini örtmesi bir temsildir. Bununla sadakasının malı artıracağı, cimriliğin ise azaltacağı anlatılmak istenmiştir.
Bazıları bu cümlenin; cömertlikle cimriliğin çokluğunu temsil ettiğini söylerler. Zira cömert olan bir kimse sadaka verirken eli açılır ve yayılır. O buna alışır. Cimri ise elini yumar, bu da onun için bir âdet olur.
Ulemadan bazıları "izini örter" cümlesini, günahlarını yok eder manasına almışlardır. Cimrinin giydiği zırhın halkalarının büzülmesini ve her hal* kanın yerini almasını dahi kıyamet gününde bu zırhla dağlanacaktır şeklinde tefsir etmişlerdir.
Nevevî, bu tefsiri beğenmemiş, hadisin bir temsilden ibaret olduğunu, kıyamette vuku bulacak şeyleri haber vermediğini söylemiştir.
Hadisimiz sadaka vermenin faziletine, cimriliğin ise iki dünyada da hor görüldüğüne İşaret etmektedir.[134]
560. Ebu Hüreyre'nin (na) Rasûlullah'ı (s.a) şöyle buyururken İşittiği rivayet edilmiştir: "Cimri ile cömerdin durumu, meme hizasından omuz başı kemikleri hizasına kadar zırh giyinmiş iki kişinin durumuna benzer. Cömert, sadaka ile ayak izlerini belirsiz hâle getirir. Cimri de sadaka vermekten kaçındıkça üzerindeki zırhın her halkası vücuduna yapışır, adam zırhı genişletmek istese de o genişlemez'. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[135]
Ulemadan bazıları, râvînin hadisi rivayet ederken hata ettiğini söylemektedir. Nevevî ise hadis hakkında şunları söyler: Râvî Amr'ın bu şekildeki rivayetinin sahih olması ihtimali vardır. Bu takdirde hadiste hazf vardır. Ve şöyle takdir edilir "Sadaka veren cömert ile cimrinin misali; üzerlerinde cübbe veya zırh bulunan iki adamın misali gibidir". Cümleden cimrinin hazfedilmesi, tezat suretiyle, cömertse bu mana anlaşıldığı içindir. Nitekim "Sizi sıcaktan koruyacak gömlekler giyersiniz" (Nahl, 81) ayet-i kerimesi de bu kabildendir. Yâni Sizi sıcak ve soğuktan koruyan gömlekler manasınadır.[136]
561. Ebu Hüreyre'den (na) Rasûlullah'ın (sa) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kim helâl kazancından bir hurma kadar sadaka verirse zaten Allah ancak helâl kazançtan yapılan hayrı kabul eder— Allah o sadakayı yemînİ ile kabul eder. Sonra onu içinizden birinin tayını büyüttüğü gibi büyütür ve sonunda o sadaka dağ gibi olur". (Buhârî ve Müsiim rivayet etmişlerdir).[137]
"Yemîn" sağ el, avuç manasına gelirse de, burada bu kelime müteşabi-hâttandır ve sadakanın kabulünden kinayedir. Yeminin zikredilmesi, sadakanın hüsn-i kabulünü göstermek içindir. Zira insanların örf ve adetine göre kıymetli şeyler sağ el ile alınır.[138]
"Ama kim cimrilik eder, kendisini müstağni görür ve güzeli yalan sayarsa, biz de ona en güç olanı kolaylaştırırız. O helak olduğu zaman malı kendisine asla fayda vermez". (Leyi, 8-11)
"Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir". (Tegâbun, 16)[139]
Konu ile ilgili hadisler
564. Ebu Hüreyre (r.a) der ki: Adamın biri Rasûlullah'a (s.a) gelerek "Yâ Rasûlallah! Aç ve muhtacım" dedi. .Rasûlullah da hanımlarından birine haber gönderdi, o da "Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin edehm ki, sudan başka bir şeyim yok" dedi. Diğer hanımına haber gönderdi, o da öyle söyledi. Tüm hanımları da "Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, sudan başka birşeyiıniz yok" dediler.
Bunun üzerine peygamberimiz "Bu misafiri bu gece kim ağırlayacak?" diye sordu. Ensardan biri "Ben" dedi. Misafiri evine götürdü ve karısına "Ra~ sûlullah'ın misafirine ikram et" dedi.
Başka bir rivayet şöyledir: Adam hanımına "Yiyecek bir şeyin var mı?" diye sordu. O da, "Hayır, ancak çocukların yiyeceği var" dedi. Kocası "O halde sen onları bir şeyle avut, akşam yemeği İsterlerse onları uyutmaya çalış, misafir eve girince ışığı da söndür, ona biz de yemek yiyormuşuz gibi bir hareket göster" dedi. Nitekim sofraya oturdular, misafir yedi, onlar aç halde yattılar. Sabah olunca ev sahibi Rasûlullah'ın huzuruna girdi. O da "Allah her ikinizin bu gece misafirinize yaptığından hoşnut olmuştur" buyurdu. (Bu-hârî ve Müslim rivayet etmişlerdir). [140]
"Ben açım" diye Rasûlullah'a halini arzeden misafiri evine götüren en-sârînin kim olduğu ihtilaflıdır.
Hane sahibinin karısına "Sen onları bir şeyle oyala!" demesi, çocukların aç olmayıp, çocuk âdeti veçhile bir şey istediklerine hamledilmiştir. Çünkü kendilerine zarar verecek kadar aç olsalar, misafirden önce onları doyurmak vacip olurdu. Halbuki hane sahibi olan kan kocayı Allah ve Rasûlü med-hetmistir. Bu da onların bir vacibi terketmediğini gösterir. Bilakis güzel ve mâkul bir iş yapmışlar, misafiri kendi nefislerine tercih etmişlerdir.
Hadisimiz, Rasûlullah ile aile fertlerinin son derece kanaatkar, darlık ve açlığa karşı sabırlı olduklarını gösterir. Kavmin büyüğüne yakışan hareket, gelen misafire bizzat kendisinin İkramda bulunması, buna imkâm yoksa, dost= lanndan veya komşularından yardtm istemesidir.
Misafire ikram ve onu kendi nefsine tercih etmek fazilettir. Selef-i sâli-hînin misafire İkram etmedeki titizliklerine de hadisimiz işaret etmektedir.[141]
565. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) söyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İki kişilik yemek üç kişiye kâfidir, üç kişilik yemek de dört kişiye kâfidir". (Buhân ve Müslim rivayet etmişlerdir).[142]
Müslim'in Câbir'den rivayetine göre hadis şöyledir: "Bir kişinin yemeği iki kişiye, iki kişinin yemeği dört kişiye, dört kişinin yemeği de sekiz kişiye yeter".
Hadiste kastedilen mana, ikramda bulunmaya ve aza kanaata teşviktir. Yâni, maksad kifayet miktarına münhasır değildir. İki kişi yalnız kendilerine yetecek yiyecekleri olduğu halde üçüncü bir kimseyi yanlanna almalı, bu arada dördüncü biri gelirse onu da kabul etmeli, gelenlerin sayısına göre harekette bulunmalıdırlar. İbn Münzir: "Ebu Hüreyre hadisinden, yemeği yalnız yemeyip, cemaat halinde yemenin müslehab görüldüğü anlaşılıyor, çünkü bereket bundadır" demiştir.
Taberânî'de mevcut bir rivayette de Rasûlullah ayrılmayın" buyurmuştur. "Beraber yeyin, ayrılmayın buyurmuştur.[143]
566. Ebu Saîd el-Hudrî (na) der ki: Peygamberimizle birlikte bir seferde bulunduğumuz sırada, devenin üzerinde bir adam geldi, gözünü sağa sola çeviriyordu. Rasûlullah (sa) şöyle buyurdu: "Kimin yanında fazla bineği varsa olmayana versin. Kimin de fazla yiyeceği varsa, yiyeceği olmayana versin". Bu konuşmasında her sınıftan malı bahsetti. Netice itibariyle, bizden bir kimsenin fazla bir mal saklama hakkı olmadığını anladık. (Müslim rivayet etmiştir).[144]
Hadisimiz yardımlaşmayı teşvik etmektedir. Kişi zaruri ihtiyacından fazlasını elinde tutmayıp kardeşlerinin istifadesine sunmalıdır. Bu hareketi karşılığında, hem sadaka sevabı alır, hem de malın şerrinden kurtulmuş olur. Nitekim bir hadiste de; "Ey Ademoğlu! Malının ihtiyacından fazlasını sadaka olarak muhtaçlara vermen senin hayrına, bu fazla matı elinde tutman ise senin şerrinedir" buyurulmuştur.[145]
567. Sehl b. Sa'd (na) der ki: "Bir kadın Rasûlullah'a (sa) dokunmuş bir hırka getirdi ve şöyle konuştu: "Onu size giydirmek için ellerimle kendim dokudum". Rasûlullah muhtaç olduğu bir halde onu aldı ve bunu giyinmiş olarak yanımıza çıktı. Biri "Onu bana verseydiniz, ne kadar da güzelmiş!" dedi, Rasûlullah "evet" dedi, az oturdu sonra evine döndü, hırkayı dürmüş olarak (isteyen) kişiye gönderdi. Cemaat da o adama, "İyi bir iş yapmadın, Rasûlullah onu ihtiyacı olduğu için giymişti, sen de isteyenin İsteğini geri çevirmediğini bilerek ondan istedin" dediler. O kimse ise şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, ben onu giymek için istemedim. Kefenim olması için istedim" Sehl der ki; "O hırka sonunda adamın kefeni oldu". (Buhar? rivayet etmistir).[146]
Hadisimiz Rasûlullah'ın güzel ahlâkına İşaret etmektedir. Zira o hiçbir zaman kendisinden bir şey isteyeni reddetmemiştir. İstediği yanında varsa vermiş, yoksa olduğu zaman vermeyi va'detmiştir.
Hediye edenin gönlünü hoş etmek için hediyeyi, ısrarını beklemeden almak müstehabdır.
Salih kişilerin eşyalarını teberdik İçin alıp saklamak caizdir, ihtiyaçtan önce, İhtiyaç duyulacak şeylerin hazırlanması caizdir. Şâfiîlere göre kefenin önceden hazırlanması doğru değildir.
Rasûlutlah hediyeyi kabul ederdi ve insanların da en cömerdi idi.
Seferde ve hazarda cemaatın yiyeceklerini bir araya toplayıp karıştırmaları müstehabdır
Hadisteki "Yemeklerini taksim ederlerdi" ifadesinden maksad, yiyeceklerini birbirlerine mubah kılarlardı manasınadır.
Yardımlaşmak ve din kardeşini kendine tercih etmek faziletli bir iştir[147]
568. Ebu Musa'dan (ra) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Eş'arîler, harbde yiyecekleri tükense veya Medine'deki ailelerinin yiyeceği azalsa, yanlarında bulunan yiyeceği bir bez içinde toplarlar, sonra toplananı aralarında bir kap içinde (ölçerek) eşit bir şekilde paylastınrlardı, onlar benden, ben de onlardanım". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[148]
Eş'arîler Yemen'de bir kabiledir.
"Onlar bendendir, ben de onlardanım" sözünün manası aynı yolda olduklarını ve Allah'a taat hususunda İttifak ettiklerini mübalağalı bir surette beyandır. Bazılarına göre bundan maksat; Yardımlaşma hususunda benim yaptığımı yaptılar demektir.
Hadisimiz Rasûlullah'ın şehadetİyle Eş'arîlerin büyük menkıbesine delildir. Onları kendisine izafe etmekle onları en büyük şeref mertebesine çıkarmıştır.[149]
"özenip yarışanlar, buna yani iyilere verilecek ebedî saadet ve neşeye özensinler" (Mutaffifîn, 26)[150]
569. Sehl b. Sa'd (r.a) der ki: Rasûlullah'a (s.a) içmek İçin bir şey getirilmişti. Ondan içti, sağında bir delikanlı solunda da yaşlılar vardı. Rasûl-i Ekrem delikanlıya, "Bunu yaşlılara vereyim mi?" diye sordu. Delikanlı da, "Vallahi ya Rasûİallah! Senden gelen nastbmi kimseye bağışlayamam" dedi. Peygamberimiz de onun eiine verdi. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[151]
Konu hakkında rivayet olunan değişik hadislerden anlaşılan, içilecek şeyden maksad, su katılmış süttür. Süte su katmanın hikmeti onu hafifletmek veya soğutmaktır ya da bütün cemaata yetmesi içindir.
Hadiste bahsedilen "Delikanlı" hakkında ihtilaf mevcuttur. Bu çocuğun Fadl b. Abbas veya Abbas'ın kardeşi Abdullah olduğu söylenir.
Hadisimiz ve diğer değişik rivayetler; her nevi ikramda sağdan .banlamanın müstehab olduğuna delildir. İçilecek şeylerde ikrama, yaşça küçük ve mertebece de düşük bile olsa sağdakinden başlanacağına dikkat çekilmiştir. Fazilet sahipleri ise büyüklerden başlanması meselesi; başka sıfatlarda birbirlerine denk oldukları ve düzenli bir şekilde oturulmadığı zamandır.
Su isteyen kişi, sudan başkasına verecekse sağ tarafmdakinden başlaması sünnettir. Vetev ki solunda oturan ondan daha faziletli olsun.
Su katılmış sütü içmek caizdir. Ancak satılacak süte su katmak caiz değildir. Çünkü bunda hile vardır.
Bir yere herkesten önce gelip oturan kimse o yere sonradan gelenlerden daha lâyık ve hak sahibidir.[152]
570. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasüluîlah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Bİr gün Eyyûb (a.s) çıplak yıkanırken bir küme altın çekirge yağdı. O iki eliyle elbisesini doldurdu. Bunun üzerine Allah Teâlâ "Ey Eyyûb, seni gördüklerinden müstağni kılmadım mı?" diye nida etti. Eyyûb (a.s) "öyle ama, izzetine yemin ederim ki, bereketinden de hiçbir zaman müstağni kalamam" dedi. (Buhârî rivayet etmiştir).[153]
Kimsenin görmeyeceği tenha bir yerde örtünme imkanı varken çıplak yıkanmak caizdir. Cumhur'un görüşü böyledir.
Gökyüzünden çekirge yağması Allah'ın peygamberine İkramı ve Eyyûb'un (a.s) mucizesidir. Altından olan çekirgelerin canlı çekirge mi, yoksa çekirge şeklinde altın mı olduğu hususu ihtilaflıdır.
Allah Teâlâ'mn, nida etmesinden maksat, gökyüzündeki bir melek vasıtası İle emrini iletmesidir.
Hadisten anlaşılan, Eyyûb (a.s) şükreden bir zengindi. Ayette "Onu sab-redici olarak bulduk" (Sâd, 41) buyurulmasından fakir olduğu değil, kendisine musallat otan hastalıklara veya fakirliğe karşı sabırlı olduğu kastedilmektedir.
Kişinin bereket ve faziletini artırmak istemesini hadisimiz teşvik etmektedir.
Kendisinden faydalanmak ve insanlara da faydalı olmak İçin mal biriktirmek caizdir.[154]
"Allah rızası için veren, Allah'tan korkan ve kelimc-i tevhidi tasdik eden kimse için kolaylık hazırlarız".
(Leyi,5-7)
"Fenalıklardan sakınan ve özü Allah yolunda tertemiz olur diye malım veren, o ateşten uzak düşecektir. O yaptığı iyiliğe karşılık hiçbir kimseden mükafat beklemez. Ancak yüce olan Rabbinin rızasını ele geçirmek için böyle yapar. O razı olacaktır". (Leyi, 17, 21)
'Sadakayı açıktan açığa verirseniz ne âlâ!. Eğer fukaraya gizlice verir-
seniz bu sizin için daha hayırlıdır. O, sadakayı sizin günahlarınız için keffâ-ret kılar. Allah yaptıklarınızdan haberdardır". (Bakara, 271)
"Siz sevdiğiniz mallardan Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe ulaşamazsınız. Allah şüphesiz onu bilir". (Âl-i İmran, 92)[155]
571. Abdullah b. Mes'ud'dan (ra) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Yalnız iki şey gıbta edilmeye değer: Biri öyle bir adam kî, Allah ona mal vermiş ve onu fakire dağıtmaya muvaffak kılmıştır. Diğeri de öyle bir adam ki, Allah ona ilim, hikmet vermiş, o da onunla hükmetmiş ve halka öğretmiştir".(Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[156]
Hadîsimiz, malının ve ilminin şükrünü îfâ edenlerin faziletine delildir. Matın şükrü, malda bulunan Allah hakkına riâyet ederek, çeşitli taat yollarında mal infak etmekle olur. İlmin şükrü de, o ilimle amel etmek ve başkalarına da öğretmekle yerine getirilir.
Allah rızası için infak etmek maksadı ile mal biriktirmek caizdir. İnsanlara faydalı olmak için ilim Öğrenmek de böyledir.
Başkasında bulunan zenginlik, sıhhat, mevki gibi şeylerin yok olmasını arzu etmek manasına olan hased dinimizde haramdır. Başkalarının elde ettiği yüce faziletlerin ve ecirlerin benzerine kişinin nail olmak istemesi anlamına gelen "gıbta" ise caizdir.
Hadisimiz mal ve ilmi hayır yollarında kullanmayı teşvik etmektedir.[157]
572. İbn Ömer'den (ra) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ancak iki şey gıptaya şayandır: Biri, Allah'ın kendisine vermiş olduğu Kur'an'ı gece gündüz okuyan adamdır. Diğeri de Allah'ın kendisine vermiş olduğu malı gece gündüz infak eden adamdır". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[158]
Hadisimiz bir önceki hadiste belirtilen hususlardan fazla olarak; Kur'an-ı Kerim okumanın faziletine delildir. Kur'an-ı Kerim okuyan, okutan, onu ezberleyen ve ilmi ile amel edenler hakkında birçok müjde ifade eden hadisler mevcuttur. Bir hadisle "Sizin hayırlılarınız Kur'an'ı okuyan ve öğretendir" buyurulmuştur. Diğer bir hadiste ise şöyle buyurulmuştur: "Kur'an okuyana, her harfine karşılık on sevap verilir. Elif, İâm, mim bir harftir demiyorum. Elif bir harf, lam bir harf, mim de ayrı bir harftir". Yâni bu kelimeyi telaffuz edene otuz sevap vardır deniliyor. Çünkü Kur'an tüm ilimlerin kaynağıdır. [159]
573. Ebu Hüreyre (r.a) der ki: Muhacirlerin fakirleri bir gün Rasülul-lah'a (s.a) geldiler ve zenginler yüce dereceleri, sonsuz nimetleri kazandılar diye (şikayette) bulundular. Peygamberimiz "Nasıl olur bu?" deyince şöyle söylediler: "Sizim gibi namaz kılıyorlar, tuttuğumuz orucu tutuyorlar, sadaka veriyorlar, biz sadaka veremiyoruz. Köle azad ediyorlar, biz onu yapamıyoruz". Rasülullah da onlara şöyle sordu: "Size bir şey öğreteyim mi ki, bu sayede sizden önde gidenlere yetişirsiniz, hatta ileri de geçersiniz. Sizden sonra sizin yaptıklarınız gibi yapmadıkça kimse sizden efdal olamaz". Onlar da "Evet, öğretiniz yâ Rasûlallah!" dediler. Peygamberimiz de şöyle buyurdu: "Her namaz sonunda otuz üçer defa Sübhânallah, Elhamdülillah, Altâhü-ekber dersiniz". Bir müddet sonra muhacirlerin fakirleri yine gelerek "Ya Rasûlallah! Zengin kardeşlerimiz bizim yaptıklarımızı işitmişler, bizim gibi yapmaya başladılar" dediler. Rasülullah da "Artık bu Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir). [160]
Hadisimizde zikredilen muhacir fakirlerinin kaç kişi olduğu bilinmemektedir. Ebu Davud'un bir rivayetinde, Ebu Zerr'in gelen muhacirler arasında olduğu, Neseî'nîn bir rivayetinde ise Ebu Derdâ'nın da bulunduğu zikredilmektedir.
Burada şöyle bir soru akla gelebilir: "Bu kelimeler bu kadar kolay ve meşakkatsiz söylendikleri halde, nasıl olur da cihad gibi en güç ve en faziletli ibadetlere müsavi olabilir?". Şöyle cevap verilir: Fakir olduğu halde bu kelimeleri, özellikle hamdın hakkı olan ihlâsı eda etmek en faziletli ve meşakkatli amellerdendir. Sevabın mutlaka meşakkate göre verilmesi lazım değildir. Kelime-i şehadeti söylemekle kazanılan sevap, birçok meşakkatli ibadetlerin sevabından daha fazladır. Ulemanın beyanına göre, Rasülullah ile bir an sohbette bulunmanın hayır ve fazileti hiçbir amelin sevabı ile ölçülmez. Bir de fakir muhacirlerin niyetleri, zengin olsalar zenginler gibi amel etmek idi. Bİr hadiste beyan buyurulduğuna göre; "Mü'minin niyeti amelinden daha hayırlıdır". Binaenaleyh bu niyette bulunan muhacirlere, niyetlerine göre sevap verilecek demektir.
Şöyle bir soru da akla gelebilir: "Namaz sonundaki zikirleri zenginler de yaptıkları takdirde va'dolunan sevaba nail olurlar. Şu halda vaziyeti yine muhacirlerin şikayet ettiği şekilde kalır. Yani zenginler, yine fakirlerden daha faziletli ve sevaplı olurlar. Çünkü zikir hususunda fakirlerle müsavi olmakla beraber, cihad vesaire gibi meşakkatli mâlî ibadetlerde onları geçerler". Buna da şöyle cevap verilmiştir: Fakir muhacirlerin maksadı mutlaka zenginlerden fazla sevap ve derece kazanmak değil, bu derecelere ve ebedî nimetlere kendilerinin de nail olmalarıdır.
Zikirlerin yerini tayin hususunda bazı rivayetlerde "Her namazdan sonra", diğer bazılarında "Her namazdan sonraki dualar meyanında", bir rivayette "Her namazın peşinde" denilmiştir. Buradaki namaz tâbiri farz ve nafile her namaza şamilse de, ulemanın ekserisi onu farz namaza hamletmişlerdir.
Namazdan sonra zikirde bulunmak faziletli bir ameldir.
Derece kazanmak için saiih ameller işlemek hususunda müsabaka caizdir. Bir kimsenin yaptığı hayırlı işlere gıbta ederek kendisinin de onun gibi yapabilmesini istemek caizdir
Şükreden zengin mi, sabreden fakir mi efdal olduğu meselesi ihtilaflıdır. Sûfİyyenin cumhuruna göre hâline sabreden fakir, zengine tercih olunur. Çünkü nefsi tehzip ve terbiye fakirlikle daha ziyade mümkündür.
Kurtubî, bu meselede beş görüş olduğunu söyler. Bu mesele hakkında selef-i sâlihîn münazarada bulunmuş, neticede zenginliğin fakirlikten üstün bir haslet olduğu kanaatine varılmıştır.
Mü'mine nîmet verildiğinde şükreder, kesildiği zaman da sabreder.[161]
"Herkes ölümü tadacaktır. Kıyamet günü mükâfatınız tamamiyle verilecektir. Kim ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulursa, o kimse muradına erer. Dünya hayatı aldatıcı bir melâdan başka bir şey değildir". (Âl-i İmran, 185)
"Hiç kimse yarın ne kazanacağını, hiçbir nefis de nerede öleceğini bilemez". (Lokman, 34)
"Onların ecelleri gelince ne bîr saat geri kalırlar, ne de ileri giderler". (Nah!, 61)
"Ey mü'minler! Mallarınız, çoluğunuz, çocuğunuz, sizi Allah'ı zikretmekten alıkoymasın. Kira bunu yaparsa muhakkak o hüsrana uğrayandır. Birinize Ölüm çatıp da "Ey Rabbim! Benim ölümümü biraz geciktirsen de sadaka verip salihlerden olsam demeden önce, bizim size vermiş olduğumuz rızıklan infak edin. Allah belirli zamanı gelince hiçbir nefsi geri bırakmaz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır". (Münâfıkûn, 9-11)
dilerini ziyana uğratmışlardır. Cehennemde dâim kalırlar. Bunların yüzlerini ateş yalar da sırıtır dururlar. Onlara "Benim ayetlerim size okunurdu da onları yalanlar dururdunuz" denir. Onlar derler ki: 'Ey Rabbimiz! Şakavetimiz -bedbahtlığımız- bize galebe çaldı, biz de sapkın bir kavim oiduk. Ey Rab-bimİz! Bizi buradan çıkar. Eğer tekrar önceki küfür hâlimize dönersek, biz gerçekten kendimize zulmetmiş oluruz. Allah buyurur ki; "Orada zelil ve hakir bir halde susunuz, birşey demeyiniz. Çünkü kullarımdan bir taife, "Ey Rabbimiz! îman ettik, bizi yarlığa ve bize acı, sen merhamet edenlerin hayırlısısın" dedikleri halde, siz onları o derece alaya aldınız ki, onlar size benim zikrimi unutturdular. Onlara gülerdiniz. Sabrettiklerinden dolayı bugün onları mükâfatlandırdım. Onlar muradlanna ermişlerdir. Cenab-ı Hak "Yeryüzünde kaç sene kaldınız?" buyurdu. Onlar "Bir gün veya bîr günden daha az bir vakit kaldık, sayanlara sor" dediler. O da şöyle dedi: "Pek az bir müddet' kaldınız. Bunu bilseydiniz. Bizim sizi abes olarak yarattığımızı ve bize döndür ülmeyeceğ in izi mi sandınız?". (Mü'minûn, 99-115)
Onlardan birine ölüm gelince, "Ey Rabbim! Beni dünyaya döndür de bıraktığım amellere karşılık iyi işler yapayım" dır. Hayır, hayır! Bu onun diline doladığı bir sözdür. Haşrolunacaklan güne kadar onların arkalarında berzah vardır, dönemezler. Sur'a üfürülünce o gün aralarında nesebler kalmaz. Birbirlerinin hallerini araştırıp soramazlar. Kimlerin mizanı ağır gelirse işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kimin mizanı da hafif gelirse, işte onlar
"Allah'ın zikrinden ve kendilerine inmiş olan haktan dolayı mü'minle-rin kalplerinin yumuşayacağı zaman gelmedi mi? Kendilerinden önce kitap verilip de müddet uzadığı için kalpleri katılaş-an kimseler gibi olmasınlar. Zira bunlann çoğu fâsıktirlar". (Hadid, 16)[162]
574. İbn Ömer (r.a) der ki: "Rasûlullah (s.a) omuzumu tuttu ve "Dünyada bir garib (veya bir yolcu) gibi yaşa" buyurdu.
İbn Ömer de (r.a) şöyle derdi: "Akşama ulaştığında sabahı, sabaha kavuştuğunda da akşamı bekleme. Hastalığın için sıhhatinden, ölümün için de hayatından istifade et". (Buhârî rivayet etmiştir).[163]
Hadisin lahrici ve şerhi "Zühd Bölümü" 471 nolu hadiste geçmiştir.[164]
575. İbn Ömer'den (r.a) Rasûluliah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edil-:Tiijtir: "Yssiyyet edecek bir şeye mâlik olup da iki gece hayatla olan müslü-manın vasiyeti yanında yazılmış olması lazımdır". (Buhârî ve Müsüm rivayet cîmişierdır). [165]
Bu Buhârî'nin naklettiği lafızdır. Müslim'in rivayetinde "Üç gece hayatta kalan" lafzı vardır.
îbn Ömer de der ki: "Bu hadisi Rasûlullah'tan işittiken sonra bir gece de olsa vasiyetim yanımda olmadan gecelemedim".
Hadisimiz her müslümanın vasiyetini hazır bulundurmasına delildir. Kişi ecelin ne zaman geleceğini bilemez. Bunun için ölümü hiçbir zaman unutmamalidr. Hayat boyu biriktirdiği malından, teberru şeklinde yapacağı vasiyetin hazır bulundurmasını âlimlerimiz müstehab görmüşlerdir. Edilecek vasiyet dinî birkonuda ise, bu vasiyetin hazır bulundurulmasını vacip görmüşlerdir. Hadisimizde "iki üç gece" gibi lafızlar azlıktan kinayedir. Yani az bir zaman da olsa vasiyetini yapmadan dünyada yaşamamalıdır.
Böylece vasiyetin yalnız hastalara has bir iş olmadığı da anlaşılmış olmaktadır.
îbn Ömer'in hareketinden de ashabın Rasûlullah'ın emir ve tavsiyelerine nasıl sarıldıkları görülmüş olmaktadır.[166]
576. Enes (r.a) der ki: Rasûlullah (s.a) bir takım çizgiler çizdi ve "Bunlar insan(m amelî), şu da onun ecelidir. Bu vaziyette iken en yakın çizgi karşısına geliverir" buyurdu. (Buhârî rivayet etmiştir).[167]
Bir sonraki hadiste Rasûlullah'ın çizdiği şekil görülecektir. Hadisimiz uzun emelleri bırakarak salih amellere ve tevbeye sarılmanın gereğini anlatmaktadır. Zira uzun arzuların sahibi, ölümü çok uzakta görerek yanılgıya düşer.[168]
577. fbn Mes'ûd (na) der ki: Rasûliıllah (sa) bir dörtgen ve onun orta-. sından itibaren dışarı uzanan bir çizgi çizdi. Sonra ortadan dışarıya uzanan çizgiyi keserek; içeriden itibaren bir takım çizgiler çizdi ve "Şu insandır. Şu da onu kuşatan ecelidir" veya onu kuşatmıştır buyurdu: Bu dışarı uzanan da emeli (arzusu) dir. Şu küçük çizgiler de birtakım arızalardır. Bu arızalardan biri insanı rahatsız etmezse öbürü gelir çatar. O da olmazsa bir başkası gelir rahatsız eder, biri yanılsa diğeri ulaşır". (Buhâri rivayet etmistir).[169]
Rasûlullah anlattığı bir meselenin muhataplannca iyice anlaşılması için tasvirlere başvurmuştur. Kur'an-ı Kerim'de de aynı metod izlenmiştir.
Hadisimiz, uzun arzulardan uzak kalınmasına işaret etmektedir. Aşağıda şeklini vereceğimiz çizimde şunlar görülmektedir. İnsanı eceli her taraftan kuşatmıştır. Kaçacak hiçbir yeri yoktur. Belirlenen vakit geldiği an eceli onu bulacaktır, tnsan ecelinin çizmiş olduğu kare içinden dışarıya çıkamamaktadır. Hayır ve şer yollarında ilerlese de eceline doğru yaklaşmaktadır. Bu serüveni esnasında insana hastalık, açlık, susuzluk, fakirlik... gibi afetler de saldırmaktadır. Kişinin ulaşmaya çalıştığı arzuları ise ecelin çizdiği kareden dı-şarda çok uzaklardadır, tnsan arzularının son noktasına hiçbir zaman ulaşamayacaktır. Çünkü arzu diğer birini arzuladığından biteviye uzanmaktadır. Bu sebeple de yakalaması güçleşmektedir. Arzularımı yakalayacağım diye çırpınan insanın ondan önce eceli ile karşılaştığı için dünya hayatı sona erer.
Rasûlullah'ın çizdiği şekil hakkında da çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.
Buhârî'nin benimsediği ve Nevcvî'in de şerhine alarak tercih ettiği şekil Şöyledir:[170]
578. Ebu Hüreyre'den (na) rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (sa) şöyle ıyurmuştur: "Yedi şey gelmeden önce iyi işlerde acele ediniz: Yoksa siz İn-na kendini unutturan fakirliği mi, isyan ettiren zenginliği mî, vücudu ha-b eden hastalığı mı, aklı gideren ihtiyarlığı mı, insanı alıp götüren ölümü ti, geleceğin şerlisi olarak beklenen Deccali mi, ya da acıklı ve belası daha
Şiddetli olan kıyamet gününü mü bekliyorsunuz?". (Tirmizî rivayet etmiş ve hadis hasendir demiştir).[171]
Hadisimiz, Ömrü bereketlendiren hayırlı amelleri teşvik etmektedir. Ra-sûlullah hadiste insanın düşmanlarını belirtmiştir. Bunların kişiye ne zaman saldıracakları hiç de belli değildir. Onlar fakirlik, hastalık, ihtiyarlık, Ölüm... gibi şeylerdir.
Fakirlik kişiyi unutkanlığa iler. Şafiî şöyle demiştir: "Eğer bir soğana muhtaç olsaydım, ilimden bîr mesele bile öğrenemezdim".
Zenginlik insanın taşkınlığına sebep olabilir. Zenginlik sebebiyle insan haddi aşar, haram sınırını çiğner, halka ve yaratana karşı isyana yönelebilir. Tarih zenginlik sebebiyle küstahlık yapanların örnekleri ile doludur.
Hastalığın da vücudu harab ettiği, ibadet ve tâat etmeye güç ve takat bırakmadığı aşikardır. Bu sebeple sıhhatli günlerde hastalık anları için amel biriktirilmesi tavsiye edilmiştir.
İnsanın aklını gidermesi, şuurunu bozması nedeniyle ihtiyarlık da bir düşmandır.
Deccaj'den ise ancak Allah'ın yardım ettiği kişiler kurtulabilir.
Tüm bu düşmanlar kişiyi çepeçevre sardığı ve her birisi ölüm tuzağı kurduğu halde insan salih amelden nasıl uzak durabilir?
Bir hadisinde de Peygamberimiz; "tkî nimet vardır ki, insanların çoğu onların kıymetini bitmezler. Bunlar sıhhat ve boş vakit" buyurmakla vaktin değerlendirilmesine dikkat çekmiştir.[172]
579. Ebu Hüreyre'den (ra) Rasûtullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir: "Lezzetleri yok eden ölümü çok hatırlayınız". (Tirmizî rivayet etmiş ve hadis hasendir demiştir).[173]
Hadisimizde lezzetlerin vücudu, sonra da yok oluşu ölümü hatırlamaya benzetilmiştir. Ölümü hatırlamakla da ahiret pişmanlığı, azab ve işkence acısı yok olur. Zira ölümü devamlı hatırlamak kişiyi masiyetlerden korur ve ta-ata sevkeder.
Sıhhatli ve hasta her müslüman ölümü hatırlamayı âdet edinmelidir. Bu hatırlayış kalbi ile, dili ile olmalı, hatta öyle çogahmah ki, gözler bile ölümü hatırlamakdan nasibini almalıdır. Yani kişi her an ölümü görür gibi yaşamalıdır.
Bir hadiste de; "Lezzetleri yok eden şeyi çok yapın. Kim onu (ölümü) darlık anında hatırlarsa hayat ona genişlemiş olur. Sevinç ve neşe anında hatırlarsa, hayat ona daralır" buyurulmuştur.[174]
580. Übeyy b. Kâ'b (r.a) der kî: Rasûlullah (sa) gecenin üçte biri geçince kalkar ve şöyle seslenirdi: "Ey insanlar! Allah'ı zikredin. O şiddetli zelzele vuku bulacak (birinci sur üflenecek). Bunu ikincisi takip edecek, ölüm bütün şiddetiyle gelecek".
Bunun üzerine ben "Ey Allah'ın Rasûlü! Ben sana çok salavat-i şerife getiriyorum, bunun ne kadannı senin İçin yapayım?" dedim. "İstediğin kadar" buyurdular. Ben tekrar "Dörtte biri olur mu?" dedim. "İstediğin kadar, fakat artinrsan senin için daha hayırlıdır" buyurdu. Ben yine, "Yarısı olsa nasıl olur?" dedim. Bu defa da yine "İstediğin kadar" dedi. "Fakat artırırsan senin için daha hayırlı olur". "Hepsini sana bağışlayayım" deyince, "işte o zaman Allah senin günahlarını bağışlar, dünya ve ahiret bütün işlerine kân gelir" buyurdu. (Tirmizî hasen olarak rivayet etmiştir).[175]
Rasûlullah'ın "Ey insanlar, Allah'ı zîkrediru." şeklindeki çağrısı, ümmetini gafletten uyandırıp, Allah'ın rızasını anunalannı teşvik İçindir. Allah'ı zikir dil ve kalb ile olmalıdır. Bu zikrin semeresi de İyi işleri çok yapmak ve diğerlerinden kaçmak şeklinde görülür. İki sur arasında kırk sene geçeceği söylenmektedir. ölümün sarhoşluğu, kabir ahvali, fitnesi ve azabı hatırlatılarak sakınılması istenmiştir.
Hadisimiz; Allah'ı zikretmenin, Rasûlü'ne salât etmenin faziletine delildir. Kişi salih amelini, bu esnada kibirlenmemesi şartıyla istemek için bir başkasına söyleyebilir.
Şâfîî mezhebine göre, sırf bedenle yapılan İbadetlerde vekalet caiz değildir. Bu amellerin sevabının başkasına hibe edilmesi de caiz değildir.
Rasûlullah'a çok salât u selâm getirilmesi onun şefaatim kazanmaya vesile olur. Her halükârda Peygamberimiz Ümmetini düşünmüş, faydalarına olan amelleri kendilerine öğretmiştir.
Bir kudsî hadiste de yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Beni zikredişi İnsana benden bir şey istemekten manî oluyorsa, o kişiye isteyenlere verilen şeyterden daha faziletli olan şeyleri veririm". Buradan da Allah'ı zikrin, kişinin kendisi için Allah'tan birşeyler istemesinden (duasından) daha faziletli olduğu anlaşılmıştır.
Kişi Allah Rasûiü'ne salât etmekle, Allah'ın rızasını kazanabilir. O'nun rızasını kazanan için de azab korkusu yok olur.[176]
581. Büreyde'den (na) RasûluÜah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kabirleri ziyaretten sizi men etmiştim, artık ziyaret edebilirsiniz". (Müslim rivayet etmiştir).[177]
Hz. Bttreyde, Bedir'den önce müslüman olmus bir sahabîdir. Bedir harbinden sonra müslüman olduğu da söylenmiştir. Hayber harbine katılmıştır. RasûIuUah'tan 177 hadis rivayet etmiştir, önce Medine, sonra Basra, sonra da Merv'de yerleşmiştir. Hicri 62 veya 63 de vefat etmiştir. Horasan'da en son ölen sahabîdir.
Hadisimiz kabir ziyaretinin mubah olduğuna delildir. Erkeklerin kabir ziyaretlerinin mübahlığında filimler arasında ittifak varsa da kadinlann ziyareti hakkında ihtilaflar mevcuttur.
Kadınlara kabir ziyaretini mubah görenler, Hz. Âİşe hadisi île delil getirmişlerdir. O hadiste olay şöyledir: Hz. Âişe birgün kabir ziyaretinden dönüyormuş, kendisine Abdullah b. Ebî Müleyke tesadüf ederek "Ey mü'min-terin annesi! Nereden geliyorsun?" demiş. Oda "Kardeşim Abdurrahman b. EbîBekr'in kabrini ziyaretten geliyorum" cevabını vermiştir. "Rasûlullah kabir ziyaretini yasak etmedi mi?" deyince Hz. Âişe "Evet etmişti ama sonra da ziyaret olunmasını emir buyurmuştur" demîştir.
Kurtubî "Genç kadınlara kabir ziyareti haramdır. Fakat ihtiyarlarına bu mubahtır. Erkeklerden ayrı çıkarlarsa, kabir ziyareti hepsine caiz olur" demiştir.
Kabir ziyareti kişiye ahireti hatırlattığı ve insanı salih amellere sarılmayı teşvik ettiği için tavsiye edilmiştir. Bu amaçla kabirleri ziyaret etmek, yanlarında oturmak ve gerçekten orada yatanlara selâm vermekte bir beis yoktur. Bunu Rasûlullah da yapmıştır.
Kabir ziyareti yalnız İlk zamanlarda, yani putperestliğin henüz bırakıldığı devirlerde yasak edilmişti. İslâmiyet kuvvet bulup, kabirlere tapma endişesi kalkınca bu konudaki nehİy de kaldırılmıştır. Çünkü kabir ziyareti insana ahireti hatırlatır.
Hadisimiz kabir ziyaretini teşvik etmektedir. Kabir ziyaretinin faziletinin sebebi, kişiye ölümü, ahireti hatırlatmasidır. ölümü hatırlatan her şeyin faziletli olduğu görülmektedir.
Gece de kabirlerin ziyaret edileceğine bu hadis delildir.
Bakî, Medine-İ Münevvere'nin meşhur bir kabristanıdır. Kabristandaki-lere de selâm verilerek haklarında dua edilebilir.[178]
582. Hz. Âişe'den (r.a) rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a) Hz. Âi-şe'nin sırası olduğu her gece, gecenin sonuna doğru Bakî mezarlığına gider ve şöyle derdi: "Ey mü'min kavimlerin yurdu! Size selâm olsun. Yann olacak diye va'dolunageldiğiniz şey geldi, lnşaallah biz de arkanızdan geleceğiz. Ey Allahım! Bakî'ul-Garkat'dakileri bağışla." (Müslim rivayet etmiştir).[179]
583. Büreyde (ra) der ki: "Rasûlullah (s.a) ashaba, kabristana gittikleri zaman şöyle demelerini öğretirdi: "Ey kabirde yatan mü'minter, müslüman-lar! Size selâm olsun. înşaallah biz de sizin peşinizden geleceğiz. Bizim için de, sizin için de Allah'tan afiyet dileriz". (Müslim rivayet etmiştir).[180]
Hadisimiz, her türlü güzel amelleri RasûluIIah'ın Ümmetine öğretmeye çalıştığına delildir.
Selâm verirken "selâmün aleyküm" yerine "Esselâmü aleyküm" demek daha faziletlidir. Kabir ehline de selâm verilmelidir. Çünkü kabirdekiler, kabristanın yanından geçip, kendilerine selâm verenleri tanırlar. Nitekim bir hadiste "Kim dünyada tanıdığı bir kardeşinin kabrinin yanından geçer de selâm verirse, ölü onu tanır ve selâmına karşılık verir" buyurulmuştur.
"înşaallah biz de sizin peşinizden geleceğiz" cümlesinde "inşaallah" lafa teberrük ve emr-i ilâhîye sarılmak içindir. Zira itikadımıza göre herşey Allah'ın ilmi ve iradesi ile olmaktadır.
Kişi öldüğü zaman, önceden ölen kardeşleri ile karşılaşacaktır. Onların "Niçin yanımızdan geçerken kendine ve bize dua etmedin?" şeklindeki İkazlarından kurtulmak için kabristandan geçerken dua edilmelidir.[181]
584. İbn Abbas (r.a) der ki: Rasûlullah Medine'de bir kabristana uğradı, onlara yönelerek şöyle dedi: "Ey kabir ehli! Size selâm olsun. Allah sizi ve bizi bağışlasın. Siz bizim öncümüzsünüz, biz de sizin izinizdeyiz". (Tirmizî hasen olarak rivayet etmiştir).[182]
Dua ederken kıbleye yönelmek sünnettir. Fakat kabir ziyaretlerinde selâm ve dua ederken, hayattaki misafire karşı yapılan tavır takmılmalıdır. Yani kişi yüzünü kabre çevirmeli, selâm vermeli ve peşinden dua etmelidir. Dua ederken de "önce nefsinden başla!"'emri üzerine önce kendisine olmak üzere kabirdekilere dua etmelidir. Zira bu şekilde dua, dua edenin edebindendir.
Kabir ehli yaşayanlar için bir selefdir. Çünkü önceden dünyadan göçmüşlerdir. Dünyadakiler de onları izleyen kişilerdir. Mutlaka onların akibeti-ne duçar kalınacak ve her nefis Ölecektir. [183]
585. Ebu Hureyre'den (u) Rasülullah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Herhangi biriniz ölümü arzu etmesin. Zira o kimse iyi ise iyiliğini artırması umulur, kötü oifi ise îevbe ederek doğru yola geimesi umulur". (Buhar! ve Müslim rivayet etmişlerdir. Hadisin metni Buhârî'nindir).[184]
Müslim'in rivayetinde ise hadis şöyledir: "Sizden biri ölümü istemesin. Vakti gelmeden önce ölümü için dua etmesin. Zİra ölünce ameli kesilir. Halbuki mû'minin hayatta kalması hayrını artırır".
Hadisimiz, kişiye ulaşan bir hastalık vb. âfetten dolayı Ölümü istemesinin mekruh olduğuna delildir.
İnsanlar iyi ve kötü olarak iki kısımdır. Allah'a itaat ederek, farzları, vacipleri ve menduplan yerine getirenler iyi kişilerdir. Onlar bu itaatlanna devam ettikleri müddetçe sevapları çok olmaktadır. Hastalığa yakalanmış da olsa, o hal onun günahlarına keffârettir. Böyle iken ölümü temenni etmesi aleyhine bir harekettir.
Nitekim bir hadiste de; "Sizin hayırlınız, ömrü uzun ve ameli güzel olanınızdır" buyurulmuştur.
Allah'ın emirlerine isyan eden kişilerin de hidayete ererek, tevbe etmeleri saüh amellere koyulmaları umulur. Bu dönüş kendilerine nasip olunca, geçmiş günahlan affolur. Dolayısı ile bu şahısların da ölümü temenni etmeleri doğru değildir. Çünkü kötü bir akıbet onları beklemektedir.
Kişiler ölünce bir kısım müstesna amel defterlerinin kapanması sebebiyle de ölümü temenni etmeleri doğru değildir. İnsan ahiret azığım, dünya pazarından temin etmektedir. Azığını almadan, pazarın dağılmasını İstemek aklı selimin işi değildir.[185]
586. Enes den (râ) Rasûluüah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Sizden biri başına gelen belâdan dolayı ölümü istemesin, ölümü İstemeden başka çaresi yoksa şöyle desin: "Allahım! Hayat benîm İçin hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat, benim İçin Ölüm hayırlı olduğu zaman beni Öl-dür".(Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[186]
Hadisimiz kişiye isabet eden dünyevî bir âfet dolayısıyla ölümü temenni etmesinin mekruh olduğuna delildir. Çünkü bu harekette Allah'ın kazasına nza göstermeme anlamı mevcuttur. Nefsinin ve hevasının galebe çalmasıyla kişi mutlaka bir şeyi temenni etmesi gerekirse o zaman RasûluUah'm öğrettiği şekilde dua etmelidir. "Allahım! Hayat benim için hayırlı olduğu müddetçe yaşat, ölüm benim için hayırlı olduğu zaman da öldür" demelidir. Çünkü Allah işleri ve sonuçlarını en iyi bilendir.
Hadisimizden kazaya rıza göstermenin faziletli bir amel olduğu da anlaşılmaktadır.[187]
587. Kays b. Ebî Hâzim der ki: Habbab b. Eret'in (r.a) hastalığında yanma gitmiştik. O yedi yerinden dağlanmıştı Şöyle dedi: "Eski dostlarımız gelip geçtiler. Dünyalık onların ecirlerini eksiltmedi. Biz ise o kadar mal bulduk ki, koymak için topraktan başka yer bulamadık. Eğer Rasûluliah (ta) ölümü istemekten menetmemİş olsaydı, Ölümü İsterdim".
Bir başka defa da yanına gitmiştim de, o duvarını örüyordu. "Mü'min çamura verdiği maldan başka sar/etliği her şeyden sevap kazanır" dedi.(Bu-hârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[188]
Kays b. Ebî Hâzim, muhadramûndandır. (Rasûluliah devrinde yaşadığı halde onu görememiştir). Rasûlullah'a biat etmeye geliyordu. Yolda iken Peygamberimiz vefat ettiğinden görülememiştir. Babası sahabîdir, hicri 84 yılında vefat etmiştir.
Ateşle dağlanmak suretiyle hastalığın tedavisi, şifanın ondan olduğu zannedildiğinden nehyedilmişti. Fakat Allah'ın vereceği şifaya bir sebep oluşu seklinde telakki edildiği müddetçe bu şekil tedavide bir beis yoktur. Şifanın kaynağı Allah'tır. O'nun dışındaki şeyler birer vesile bilinmeli, şifanın Allah tarafından yaratıldığı unutulmamalıdır.
Habbab b. Eret'in ölüm isteği dünyası İçin değil, dîninden dolayı endişe duyması sebebiyledir. Buna rağmen ölümün istenmesini nehyeden hadisi mutlak gördüğü için ölümü temenni etmemiştir.
Tirmizî'de mevcut bir rivayette de: "Rasûlullah ile beraberken bir dirhemim bile yoktu, şimdi ise evimin kenarlarında (saklı) kırkbin dirhem mevcuttur" demiştir.
Hadisten, maldaki Allah haklarına riâyet edilerek dağıtıldıktan sonra, geri kalanın toprakta saklanmasının caiz olduğu anlaşılmaktadır.
Hadisimizin sonunda da Habbab, kişileri mallarını İnfak etmeye teşvik etmektedir. Mal-mülk, toprak olmadan onları değerlendirmek ve ölümsüzleştirmek gerekir. Kişi malından dolayı kendisini dünyada hesaba çekerse, mahşerin dehşetinden ve diğeı korkulu anlardan emin olmuş olur.[189]
"Siz iftirayı kolay sanırsınız. Halbuki o, Allah katında büyük bir günahtır". (Nur, 15)
"Rabbin gözetleme mevkiindedir bütün fiil ve hareketlerinizi görüp, murakabe eder. (Fecr, 14)[190]
588. Nu'man b. Beşîr'in (ta) Rasûlullah'ı (s.a) şöyle buyururken işittiği rivayet edilmektedir: "Helâl be'lidir, haram bellidir. Bu ikisinin arasında çok kimselerin bilmedikleri şüpheli şeyler vardır. Kim bu şüpheli şeylerden korunursa, dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli işi işleyenler, harama düşerler. Şüpheli işleri işleyen kişi, korunun etrafında hayvanlarını otlatan kimse gibidir ki, koruya girmesi pek mümkündür. Dikkat ediniz, her hükümdarın bir korusu vardır. Uyanık olunuz, Allah'ın korusu da haram kıldığı şeylerdir. Şunu da biliniz ki, bedende bir et parçası vardır, o düzgün olursa bütün vücud düzgün olur. Eğer o bozuk olursa bütün vücud da bozuk olur. Biliniz ki, bu et parçası kalbdir". (Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir).[191]
Allah ve O'nun Rasûlü insanlara haram ve helâli bildirmişlerdir. Birtakım meselelerin ise hükümleri zaman ve zemine göre değişiklik arzettiği için, hükümleri ayet ve hadisler doğrultusunda İslâm âlimlerine bırakılmıştır. Araştırıp, tartıştıktan sonra meselenin hükmü ortaya konacaktır. Hükümde ittifak edilmediği takdirde bîr şüpheli durum ortada kalacaktır. İşle insanlar bu ortamda şüpheli şeyden kaçarak ihtiyatlı davranmalıdır.
Hakkında şüphe edilen meselelerin haram veya helâl olup olmadığı hususunda hadisimizdeki lafızlarla delil getirmişlerdir. Şüpheli şeyler haramdır diyenler "Kim şüpheli şeylerden kaçınırsa" lafzı ile görüşlerini desteklemişlerdir. Helâldir diyenler de "Şüpheli şeyleri yapanlar korunun etrafında hayvanlarım otlatan kimse gibi" cümlesini kendilerine destek kabul etmişlerdir. Çünkü haramlar koruya benzetildiğine göre, onun etrafı, dolaşılması mubah plan bir bölgedir.
Şüpheli şeylerden sakındırmanın illeti de, kişinin harama düşme korkusudur. Şüpheli şeylerde az da olsa haram kokusu olduğu için, şüpheli olduğunu bildiği halde kişi onları işleye işleye haramlara karşı bir bağışıklık kazanır. Haramlar gözünde küçük görünür.
Haramlardan ve şüpheli şeylerden sakınmanın bir kalp işi olduğunu ve salih bir kalple başarı sağlanacağı ifade edilmiştir.
Kalbin salahiyeti îmân, ilim ve irfanla mümkündür. Bu kalp bedenin amel, ahlak ve ahvâline tesir ederek onu da salih kılar. ,
Şirk, küfür gibi şeylerle bozulmuş kalp de, bedene ma'siyet ve kötü şeyleri işletmek ve haramdan korunmamak şeklinde tesirini gösterir.
Ebu Dâvud hadisimiz hakkında şöyle söyler. "İslam dört hadis etrafında döner durur. Onlardan biri debu hadistir". Alimlerimiz de, hadisin önemli bîr yeri doldurduğu, çok faydalı bir hadis olduğu hususunda icma etmişlerdir.[192]
589. Enes (ra) der ki: Rasûluİlah yolda bîr hurma bulmuştu da şöyle buyurdu: "Şayet bunun sadaka hurması olmasından korkmasam, yerdim". (Bu-hârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[193]
Rasülullah vacip ve mendup sadakaları almazdı. Zira sadaka almakta olan kişinin, küçük görülmesi söz konusudur. Bir hadiste "veren el, alan elden üstündür" buyurulurken veren elden maksad sadaka verenin eli, alan elden de sadaka kabul edenin eli kastedilmiştir.
Had isi m İzdeki "sadaka hurması", yerine ulaşmayan sadaka anlamındadır. Çünkü yerine ulaştıktan sonra, başkasına sadaka olarak gelenden Rasû-lullah'a ikram edildiğinde yemiştir. Bu esnada "O, onun için sadaka, bizim için ise hediyedir" buyurmuştur.
Hadisten, yollarda herkesin karşılaşması mümkün olan adi yiyeceklerin bulunduğunda yenilebileceğİnİn caiz olduğu anlaşılmaktadır.
Kişi kesin bilgi ile bilmedikçe bir şey hakkında haram dememelidir. Zira hüküm vermek Allah'a ve Rasûlü'ne ve onların muradlanm anlayabilen âlimlere aittir.
İnsan bir şeyin mubah olduğu hakkında şüphelenirse, onu yapmamalıdır. Bir hadisle de "Sana şüpheli gelen şeyleri terkederek, şüphelenmediğin şeyleri yap" buyurulmuştur. bir unsuru olmasıdır, örneğin "Hac, arafedir", "Dîn nasihattir" hadislerinde de aynı şey geçerlidir. İyiliği genel anlamda övülen sıfatlar olarak tarif edebiliriz. Bunlar; güler yüzlülük, eziyet etmemek, sabırlı olmak, kendisi için istediğini kardeşi için de istemek gibi meziyetlerdir.
Kötülük de yerilen, zemmedilen sıfatlar olarak tarif edilebilir. Kötülüğün alâmeti olarak, nefsin tereddüde düşmesi ve insanların bilmemesinin istenmesi gösterilmiştir. Yani bir iş kötü İse nefis onu gönül rahatlığı Üe yapmaz ve insanların da yaptığı bu işi duymalarını istemez. Halbuki güzel işleri yapınca gönül huzur bulur ve nefis insanların kendisinin işlediklerini bilmesini arzu eder.
Hadisimiz, nefiste yaratılış safiyeti olarak iyi ve kötüyü seçme duyarlılığının mevcudiyetine delildir.
Ayrıca hadisimiz Rasûlullah'm cevâmi'ul-kelim olduğuna delildir. Yani az sözle büyük manalar ifade etmektedir.[194]
590. Nevvâs b. Scm'ân'dan (na) Rasülullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İyilik güzel huydur. Günah da kalbine tereddüt veren ve halkın duymasını hoşlanmadığın şeydir". (Müslim rivayet etmiştir).[195]
Nevvâs, ashab-ı suffedendir. Sonra Şam'a yerleşmiştir. Kizkardeşi ile Rasülullah'ın evlendiği söylenir. Nevvâs'dan 17 hadis rivayet edilmiştir. "îyilik güzel huydur" ifadesinden maksad güzel huyun iyiliğin en önemli[196]
591. Vâbısa b. Ma'bed (na) der ki: Rasülullah'ın (s.a) yanma gitmiştim. "Birr'den sormaya geldin değil mi?" dedi, "evet" dedim. Şöyle buyurdu: "Kalbine müracaat et, "birr" kalbin ve nefsin rahatça kabul ettiği şeydir. Günah ise, nefsin tereddüt ve şüphe ettiği şeylerdir. İsterlerse insanlar bunların cevazına dair sana fetva versinler.!". (Ahmed b. Hanbel ve Dârimî .ivayet etmişlerdir, hadis hasendir).[197]
Vâbısa b. Ma'bed, kabilesi olan Esed b. Huzeyme'den on kişi ile Rasû-lullah'a gelmiş ve müslüman olmuştur. Sonra beldelerine dönmüşlerdir. Ce-zîre'ye yerleşmiştir. Rikka'da vefat etmiş ve caminin minaresinin yanına def-nedilmiştir. Rasûlullah'tan 10 hadis rivayet eimiştir.
Hadis, Rasûlullah'ın bir mucİ2esinİ ihtiva eder. Adam sormadan önce ne soracağını bilmiştir. Hadisimiz kalbin iyi ve kötüyü ayın edebilme safiyetini koruduğuna delildir. Kalp ve nefsin bir konuda mutmain olması onun iyi, helâl olduğuna delildir. Kötülüğü emreden nefis bile, yaratılış safiyetinden dolayı kötülük karşısında tereddüt eder.
Kişi, iciihad mertebesine ermemiş, muhtelif şer'î delillerden hüküm is-tinbai edebilme seviyesine ulaşamamış kişilerin bir meselede hüküm vermelerinden daha fazla kalbinin mutmain olmasına bakmalıdır. Aksi halde bir müctehide sorulmalı ve kalbe İtminan veren fetva alınmalı ve onunla amel edilmelidir.
"Nefis" bir şeyin hakikati demektir. Istılah olarak, ruh ve bedenin birleşmesinden meydana gelen latif bir şeydir.[198]
592. Ebû Sirvaa Ukbe b. Haris (na), Ebu Ihâb b. Aziz'in kızı ile evlenmişti. Bir kadın gelerek "Sen Ukbe'yi ve evlendiği kızı emzirmiştim" dedi. Ukbe "Senin beni emzirdiğini bilmiyorum, kimse de bunu haber vermedi" diyerek, bineğine bindi ve Medine'ye Rasûlullah'a giderek durumu anlatıp hükmünü sordu. Rasûlullah'ın "Madem bu söz söylenmiştir, naşı! evlenirsin?" demesi üzerine ondan ayrıldı ve başkasıyla evlendi. (Buhârî rivayet etmiştir). [199]
Süt kardeşliği evliliğe engel olan hâllerdendir. Hadisimizde, Ukbe'nin hanımından ayrılışı hükmen değil ihtiyatendir. Yani tek bir kadının şahitliği ile emme meselesi hükme bağlanmaz. Çünkü bu hal yalnız kadınların muttali Olması mümkün meselelerden değildir. Bu türlü meselelerde bir kadının şahitliği yeterli değildir. Ahmed b. Hanbel İse hadisin zahiri ile delil getirerek, ' tek bir kadının (emzirenin) şahitliği iie emme meselesi hükme bağlanır demiştir.
Hadisimiz şüpheli şeylerden kaçınıp, ihtiyata göre amel etmeyi teşvik etmektedir.[200]
593. Hasan b. Ali (r.a) der ki: Rasûlullah'tan şunu ezberlemiştim: "Sana şüphe veren şeyi bırak da şüphe vermeyen şeye bak". (Tirmizî hasen-sahih olarak rivayet etmiştir).[201]
Hadİsİmizdeki emir mendub ifade eder. Burada emir irşad için, güzel huyları teşvik için kullanılmıştır. Yani terkedenin günah kazanacağı şekilde bir emir değildir.
Hadisimizde şüpheli şeyleri terkederek, nefsin tereddüt etmediği ameller teşvik edilmektedir.[202]
594. Hz. Âişe (ra) der ki: Ebu Bekir'in btr kölesi vardı. Kazancının bîr kısmını Ebu Bekir'e veriyordu. O da onun verdiğinden yerdi. Birgün kazancından birşey getirdi. Ebu Bekir de onu yedi. Köle "Bu yediğin şeyin ne olduğunu biliyor musun?" dedi. "Neymiş o?" diye sordu. Köle de "Câhiliye devrinde birine kâhinlik yapmıştım. Pek de bilmezdim ama o adamı aldattım. Adamla karşılaştım. Yediğin şeyi işte o adam verdi" dedi. Ebu Bekir elini boğazına attı, yediği şeylerin hepsini istifra eni. (Buhârî rivayet etmiştir).[203]
İslâm'ın doğuşu yıllarında kölelik devri hüküm sürüyordu. Kölelerin tüm kazançları efendilerinin olurdu. Köte mal, mülk sahibi olamaz ve efendisi hürriyetine kavuşturmadıkça da hiçbir suretle hür olamazdı. Çocukları da köle olarak doğardı. Hz. Ebu Bekir, kölesine kazancının bir kısmından faydalanma imkanı sağlamış ve bir kısmını kendisine getirmesini söylemişti.
"Kâhin" şer'î bir delili olmaksızın gelecekten haber veren kişidir. Kâhinlik dinimizde haramdır. İslâm Öncesi bu meşhur bir meslekti. Haram bir meslekten elde edilen kazanç da haramdır. Bu sebeple olayı öğrenince Hz. Ebu Bekir, yediğini istifra suretiyle atmak istemiştir. Hz. Ebu Bekir'in bu hareketi, câhiliye âdetlerinden sakınmak içindir. Yoksa İslâm geldikten sonra olmuş olsaydı, bu hareketi kurtulmak için yeterli olmazdı. Yediği kadarının misli veya kıymetinin de verilmesi gerekirdi. Ibn Hacer'e göre ise, Hz. Ebu Bekir, kâhinin bu meslekten dolayı aldığı şeyin hanımlığını duyunca istifra etmiştir.
Hadisimiz Hz. Ebu Bekir'in şüpheli şeylere karşı tavrını ortaya koyar ve onun faziletine delildir. O nezih insan, İslâm Öncesi ve sonrası kötü şeylerden sakınmış, safiyetini devamlı muhafaza etmiştir.[204]
595. Nâfi der ki: Ömer b. Hattab (ra) ilk muhacirlere beytûlmaldan (hazine) dört bin dirhem ve oğluna da üçbinbeşyüz dirhem tahsis etti. "Oğlun ilk muhacirlerdendir. Ona niçin eksik verdin?" dediler. Ömer de "O diğerleri gibi yalnız değil, babasıyla bitikte hicret etti" buyurdu. (Buhârî rivayet etmiştir). [205]
Ömer b. Hattab'ın oğlu Abdullah, babası ve annesi ile birlikte onbir yaşında iken hicret etmişti. Muhacirlere beytûlmaldan bağışta bulunurken oğlunu, tek basına hicretin ve yolculuğun meşakkatlerini göğüsleyerek hicret edenlerle bir görmemiştir. Bu sebeple ihtiyatlı davranmış, şüpheden korunmak düşüncesiyle oğluna beşyüz dirhem noksan olarak 3500 dirhem vermiştir.
Rasülullah ve Ebu Bekir'den sonra ümmetin malları hakkında Hz. Ömer gibi hâkim, verâ ve zühd sahibi bir kimseyi dünya tanımamıştır.[206]
596. Atıyye b. Urve es-Sâdî'den (ra) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bir kul günaha düşmekten korkarak, günah olmayan şeylerden sakınmadıkça muttakller derecesine çıkamaz". (Tİrmizî rivayet etmiş ve hadis hascndir demiştir).[207]
Kişi kâmil bir şekilde muttakî olabilmek için Allah korkusu ile şüpheli şeylerden sakınmalıdır. Hadisimizi az önce geçmiş olan ".. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli şeylere dalan kimse de harama düşer (düşme ihtimali büyüktür)"... hadisi desteklemektedir.
Şüpheli şeyleri terketmek kişiyi haramdan koruduğu gibi, kâmil şekilde bir muttakî olmanın da temel şarttanndandır. Nefsi şüpheli işlerden koruyarak, yüz çevirmek takvadandır.
Hadisimiz takvayı teşvik etmektedir.[208]
"Hepiniz Allah'a iltica ediniz. Muhakkak ben O'nun tarafından (gönderilmiş), sizi kötü sonuçtan sakındıran açık bir peygamberim". (Zâriyât, 50)[209]
597. Sa'd b. Ebî Vakkas'tan (r.a) Rasülullah'ı (s.a) şöyle buyururken işittiği rivayet edilmiştir: "Muhakkak Allah, müttakî, (gönlü) zengin, gizli ibadet yapan kulunu sever". (Müslim rivayet etmiştir).[210]
Yüce Allah insanlarda bulunan, sevinip kızan, yani değişen nefisten münezzehdir. Allah'ın kulunu sevmesi, lütfü ile o kuluna ihsanda bulunması, melekler nezdinde onu övmesi gibi anlaşılmalıdır.
Müttakî kul; Allah'ın emirlerine sarılan ve nehİylerinden kaçınan, harama düşme korkusu ile şüphelilerden bile sakınan kimsedir.
Zenginden maksad da, gönlü zengin olan kişidir. Sahih bir hadiste de; "Zenginlik mal çokluğu ile değildir. Asıl zenginlik gönül zenginliğidir" buyuru Imaktadır.
"Gizli ibadet yapan" kişiden maksadın ne olduğu hakkında ihtilaf edilmiştir, ibadetlere kendini vermiş, tüm meşguliyeti Allah'a ibadet etmek olan kişidir, denmiştir. Bir başkaları da, insanlardan uzak bir yere çekilmiş yeri bilinmeyen, bu şekilde ibadete yönelen kişidir demişlerdir.
Hadisimiz, din korkusu anında kişinin dinini korumak için bir müddet inzivaya çekilmesinin caiz olduğuna delildir. Aksi takdirde toplumdan devamlı uzak yaşamak hoş karşılanmamıştır.[211]
598. Said el-Hudri (r.a) der ki: Bir adam "Ya Rasûlallah! Hangi insan daha faziletlidir?" diye sordu. O da "Allah yolunda cam ile malı ile mücanede eden mü'mindir" buyurdu. Adam "Sonra kimdir?" diye sordu. Rasü-lullah da "Sonra dağ aralıklarından birine çekilip de Rabbine ibadet eden kimsedir" buyurdu.
Bir rivayette ise "Allah'tan korkan, halka zarar vermeyi terkeden insandır" denilmiştir. (Buharı ve Müslim rivayet etmişlerdir).[212]
Hadisimiz cihadın faziletine delildir. "Cihad" Allah rızası için kafirle çarpışmak ve dinin yücelmesi için yapılan tüm hareketlerdir. Bu anlamdaki cihadda kişi malını, canını ve tüm uzuvlarını Allah'a taata sevkeltiğinden fazileti o derece büyüktür.
Daha sonra hayırlı amel olarak, gizli bir yere çekilerek Allah'a ibadete koyulan kişinin hareketi gösterilmiştir. Müslim'de bu bölümde bir ziyade vardır: "Namazını kılar, zekâtını verir, kendisine ölüm gelinceye kadar insanlara hayırdan başka birşey yapmaz". Kişilerden uzak durmak (uzlet) burada tavsiye edilmiştir.
"Sizin hayırlılarınız Kur'an'ı öğrenen ve öğreteninizdir", "S,. - hu\ı' imiz ömrü uzun ve ameli güzel olandır" gibi toplum içinde yaşanlarla ülfet kurmanın iyi bir iş olduğunu ifade eden hadislerle, sözkonusu ha dişin tezat teşkil edip etmediği sorulacak olursa şöyle deriz: Her İki tür hadisle de amel edilir. Bu hadisler zamanın, toplumun ve şartların değişikliğine göre değişiklik arzederler.
Kişinin kendi dinini koruyamadığı ve fitne-fesadm kol t rzdi5i devirlerde köşeye çekilmesi, dinini muhafaza etmesi ve ilerde daha güçlü bir iebüğci olarak ortaya çıkabilmesi bakımından hoş karşılanabilir.
Siyasî kargaşalıktan ziyade ilmî cehaletin kol gezdiği zamanlarda İse toplum içine girip, onlara tebliğle meşguliyet gerekir.
Uzlete çekilmenin değişik bir illetine de, bir rivayette şöyle temas edilmiştir: "Kendi şerri insanlara dokunmasın diye toplumdan uzak durur".
Mekân ve zamana göre; uzlet hadisleri ile de, toplum içinde bulunmayı tavsiye eden hadislerle de amel edilebilir.[213]
599. Ebu Said el-Hudrî'den (r.a) Rasûlullah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Çok sürmez (öyle fitneler çıkacaktır ki) bir müslümanın en hayırlı malı, dağ başında birikmiş yağmur suları civarında güttüğü koyunlarından ibaret olacaktır. Dinini böylece fitnelerden uzak bulunduracaktır". (Buhârî rivayet etmiştir).[214]
Hadisimiz, çok geçmeden müslümanlann kazanç yollarının bozularak, haram kazançlara ve isyan yollarına dalacaklarını anlatmaktadır. Ortalığı fitneler sarmıştır. İşte böyle zamanlarda kişinin dinini korumak amacıyla toplumdan uzaklaşması taatların en faziletlisi olur. O kişinin dağ kıyılarında koyun otlatmak suretiyle olan kazancı da en değerli kazanç olur.
Nitekim Rasûlullah'm bu haberi tahakkuk etmiş, nerede ise insanın helâlden kazanacak bir yol bulamayacağı zamanlar gelmiştir.
Hadisimiz, dini korumak amacıyla uzlete çekilmenin faziletine delildir.[215]
600. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teâlâ'nın gönderdiği her peygamber koyun gütmüştür. Sahabîlerin "Sende mi ya Rasûlallah?" demeleri üzerine "Evet, Mekkelile-rin koyunlarını Karârît denilen yerde güderdim " buyurdular. (Buhârî rivayet etmiştir).[216]
İleride bir kavmi idare edecek olmaları sebebiyle gençlik yıllarında, Allah Teâlâ peygamberlerine koyun gütmelerini nasip kılmıştır. Toplumu idare eden şahıslarda temkinli hareket ederek doğru karar verme, şefkat, sabır, sevk ve İdare kabiliyeti... gibi üstün huyların bulunması gereklidir.
Peygamberlerde bulunan bu meziyetler, gençliklerinde hayvanlar topluluğunda denenerek geliştirilmiş, insanlardan oluşan bir ümmeti tebliğe görevlendirildiklerinde başarılı olmaları sağlanmıştır.
Koyun diğer hayvanlardan daha zayıf, boyun eğmeye, söz dinlemeye daha yatkm olduğundan, koyun çobanlığı yaptırılmıştır.
Gençliklerinde çobanlık yapmaları peygamberler için bir zül değildir. Aksine bu, peygamberlik yıllarında insanlan idarelerindekı başarılarının bir sundur.[217]
601. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İnsanların geçiminin hayırlısı atının dizginini tutup da Allah yoluna koyulanlardır ki, harbe veya korkunç bir işe çağrıldığında veya bir fer-yad işittiğinde atının üzerinde uçarcasına onlara yetişir, ölme ve öldürülme korkusu olan yerlere saldırır. Yahut da şu tepelerden birinin başında veya su derelerden birinde koyuncu klarının arasında bulunan adamın yaşamıdır ki, o namazını kılıp, zekâtını verir ve Ölüm gelinceye kadar ibadet eder ve halkın hayır ve menfaatim düşünür". (Müslim rivayet etmiştir).[218]
Hadisimiz cihadın faziletinin yüceliğine delildir. Allah yolunda kâfirlerle islâm'ın yücelmesi uğruna cihad ederken öldürülmek de faziletlidir. Büyük mükâfatlar va'dedilen cihad yolcusu ölümden asla korkmaz. Âdeta cihad yolunda ölümü ararcasma en korkunç işlerin içine dalar, şehadet şerbetini tatmaya çalışır.
Dinimizde hela] kazanca da aşın önem verilmiş, helâl kazanç yollan övülmüştür. Bunlardan bir tanesi de, meralarda koyun otlatmaktır. Hadisimizde koyun kelimesi "koyuncuklar" şeklinde kullanılmıştır. Buradan dünyalıktan aşın mal-rnülk edinmekten yüz çevirip, İhtiyacı kadarla meşgul olmaya tenbih anlaşılmıştır.
Kişinin koyun sürüsünü çoğaltması için toplumu terkedîp, mezralarda yaşaması hoş karşılanmamıştır. Dinini muhafaza ve şerrinden insanlan korumak amacıyla yapıldığında bu hareket hoş karşılanmamıştır. Toplum dışında yaşarken bile insan, ibadetini yapmalı ve toplumun hakkı olan zekâtını vemelidir.
Hadisimiz, tenhada yalnız yaşamayı insanlar arasına karışmaktan evlâ görenlere delildir. Mesele ihtilaflıdır. Alimlerin çoğunluğuna göre fitneden emin olmak şartı İle insanlar içinde yaşamak efdaldir. Cumhur-i ulemanın görüşü budur. Delil olarak da "îmanlar içinde yaşayıp eziyetlerine katlanan mü'minin ecri, insanlar İçinde yaşamayan ve eziyetlerine sabır göstermeyen mü'minin ecrinden daha büyüktür" hadisini göstermişlerdir.
Hadisler arasında tezat yoktur. Her iki grup hadisle de, değişik zamanlarda, toplumlarda ve şartlarda amel edilebilir.[219]
Biliniz ki, yukanda zikrettiğimiz şekilde insanlara karışıp onlarla beraber yaşamak, Rasûlullah'ın, diğer peygamberlerin, büyük halifelerin ve onlardan sonraki ashab ve Tabiinin ve onlardan sonra gelen değerli islâm âlimlerinin tercih etmiş oldukları yoldur. Bu yol, tabiîn ve onlardan sonrakilerin çoğunun mezhebidir. Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve fukahânın çoğu bu görüştedir. Allah hepsinden razı olsun.[220]
"Takva ve iyilik hususunda yardımlasınız". (Mâİde, 2) Zikrettiğimiz manada belli pek çok ayet vardır.[221]
"Mü'minlerden sana tabî olanlara şefkat göster '. (Şuarâ, 215)
"Ey mü'minler! Sizden biri dinden dönerse Allah öyle bir kavim getirir ki, onlar Allah'ı Allah da on lan sever. Bunlar mü'minİere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise şiddetlidirler". (Mâide, 54)
"Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizleri birbirinizi tanıyasınız diye de millet ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en değerliniz, en mattaki olanınızdır". (Hucurât, 13)
"Siz nefsinizi övmeyiniz, kimin müttakî olduğunu Allah daha iyi bilir' (Necm, 32)
"(Kıyamet gününde) Âraftakiler, simalarını tanıdıklan birtakım kimselere seslenerek "Bir araya toplanmanızdan ve kibirlenmenizden ne kazandınız?" diyecekler. (Âraftakiler işaret olunarak, dünyada iken) Allah'ın rahmetine nail olmayacaklar diye yemin ettiğiniz kimseler bunlar mı? Halbuki onlara: "(f-'mdi) cennete girin, sizin için korku ve hüzün yoktur" denilecek". (Araf, 48-49)[222]
602. lyaz b. Hımâr'dan (r.a) Rasûlullah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah bana, sizin birbirinize karşı tevâzû göstermenizi vah-yetti. Öyle ki birbirinize karşı övünmeyin, zulmetmeyin". (Müslim rivayet etmiştir).[223]
İyaz Basra'ya yerleşmiş ve Basralılardan sayılmıştır. Rasülullah'tan 30 hadis rivayet etmiştir.
Hadisimiz tevâzuun faziletine delildir. Tevazu teriminin manası hakkında çeşitli ifadeler kullanmışlardır. Hasan (Basrî) tevazuu şöyle tarif etmiştir: "Evinden çıkan kişinin karşılaştığı her müslümam kendinden faziletli görmesidir".
Ebu Zeyd; "Kişi toplumda kendinden daha kötü bir kimsenin olduğunu zannettikçe kibirlidir" demiştir.
Tevazu nefsi kırmak ve alçak gönüllü olmaktır denmiştir. Tevâzuun zıddı, kibir ve kendini insanlardan yüksek görmektir.
Tevazu sahibi, Allah ve kullan katında övülmektedir. İki cihanda da makamı yüce olur. Diğer amellerde olduğu gibi, tevâzuun da Allah rızası için olması önemlidir. Allah rızası için tevazu göstereni Allah kullarının kalbinde yüceltir, dillerde hoş sözlerle andırır, ahirette de kendisine yüce makamlar verir.
Tevazu göstermedeki amaç; dünya ehli için. zalimlerin zulmünden korkulduğu için veya onlara yaranmak için olursa bu zillettir, hiçbir kıymeti yoktur. "Zengine, zenginliği sebebiyle tevazu gösterenin dininin üçte biri gitmiştir" buyurulmuştur.
Kişilerin ahlâkları, soyları, makamları ile diğerlerine karşı Övünmesi yasaklanmıştır.
Zulmün azı da çoğu da yasaklanmıştır.[224]
603. Ebu Hürcyre'den (r.a) Rasülullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Sadaka malı eksiltmez. Affeden insanın Allah şerefini yükseltir, Allah için tevazu gösterenin de derecesini artırır". (Müslim rivayet et-mistir).[225]
Sadakanın malı eksiltmeyişi, bereketlenmesi ile dünyaya yönelik olduğu gibi, bol sevap verilmesi ve sadaka verilen malın katlanarak karşılığı verilmesi ciheti ile de ahirete yönelik olabilir.
Sadaka vermek ve insanların hatasını affetmek müstehabtır. Mü'min-ler içinde tevazu ile muamele edilmelidir. Allah için tevazu gösterenin, Allah ve insanlar katında derecesi yükselir. Ahirette de affa sarılanlara ve tevazu gösterenlere güzel huylarının karşılığı verilir.[226]
604. Enes (r.a) çocukların yanından geçerken onlara selâm verdi ve "Rasûlullah (s.a) böyle yapardı" dedi. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[227]
Hadisimiz çocuklara selâm vermenin müstehab olduğuna delildir. Onlara şeriatın âdablarını da öğretmek müstehabdır. Çocuklara selâm vermek kibre mânidir.
Bir rivayette "Rasûlullah ensan ziyaret eder ve çocuklarına selâm vererek, başlarım mesheder ve onlara dua ederdi" denilmektedir. Değişik rivayetlerden anlaşıldığına göre Rasûlullah bu hareketini devamlı yapmıştır. Çünkü bunda kibirden uzaklaşmak, tevazu takınmak gibi güzel huylar mevcuttur.
Sahabîler de her hareketinde Peygamberimizi takip ederek Allah ve insanlar katında yücelmişlerdir.[228]
605. Enes (r.a) der ki: "Medine cariyelerinden biri Rasûlullah'm (s.a) elini tutarak onu bir yere götürecek olsa, Rasûluliah o cariyenin istediği yere kadar giderdi". (Buhârî rivayet etmiştir).[229]
Hadisimiz, RasûluHah'm aşırı şekilde bir tevazu sahibi olduğuna delildir. Çünkü bir cariyenin bile isteğini yerine getirmesinde birkaç yönden onun yüksek tevazuu görünmektedir: Birinci olarak: Cariyelerin o toplumda hiçbir değeri olmamasına rağmen Rasûlullah onun isteğine boyun eğmiştir, tkinci olarak: Cariyenin Rasûlullah'm elini tutarak bir yere götürmesinde, boyun eğmek, ziyadesi ile görülür.
Üçüncü olarak: Rasûlullah'm elini tutan cariyenin kendi ihtiyacı için Peygamberimizi yakın ve uzağa götürme ihtimali vardır. Buna rağmen Peygamberimiz itiraz etmeyip, onun istediğini yerine getirerek, mütevaziliğini ortaya koymuştur.
Hadisimiz tevazu sahibi olmayı teşvik etmektedir.[230]
606. Esved b. Yezid der ki: "Rasûlullah evinde ne yapardı?" diye Hz. Âişe'ye soruldu. O da: "Ev işiyle uğraşırdı, ailelerine yardım ederdi. Namaz vakti gelince camiye giderdi" cevabını verdi. (Buhârî rivayet etmiştir)[231]
Esved b. Yezid tâbiîndendir. Ahmed b. Hanbel, onun Hayberülerin güvenilir râvilerinden olduğunu söyler. Seksen defa hac ve umre yapmıştır.
Rasûlullah kemâl-İ tevazuundan dolayı ev işlerinde hanımlarına yardım etmiştir. Elbisesini temizler, keçisini sağar, söküklerini diker, ayakkabısını diker, kendi hizmetini yapar, hayvanına ot verir, hizmetçisi ile beraber yer, onunla birlike hamur yoğurur ve çarşıdan yüklerini kendisi taşırdı.
Bu hasletler Peygamberimizin mütevaziliğine delildir. Çünkü "kavmin seyyidi onlara hizmet edendir" denilmiştir. Namazı vaktinde ve cemaatla kılmak faziletli amellerdendir. Vaktinde namaz kılmaya ve cemaata gitmeye hadisimizde teşvik vardır.[232]
607. Ebu Rifâa Temim b. Üseyd (r.a) der ki: Hutbede iken Resûlullah'-ın yanına geldim "Ya Rasûlaltah! Dinini bilmeyen garib bir adam geldi, dinini öğrenmek istiyor" dedim. Bunun üzerine bana doğru yöneldi, hutbesini keserek bana yaklaştı. Rasûlullah'a bir sandalye getirdiler. Üzerine oturdu. Allah'ın kendisine öğrettiği şeylerden bana öğretmeye başladı, sonra hutbesine devam edip tamamladı". (Müslim rivayet etmiştir)[233]
Hadisimiz Rasülullah'ın kemâl-İ tevâzuuna delildir. O ümmetine karşı şefkatli idi ve onlan korumak için onlara şefkat kanatlarını açardı. Fetva isteyene cevap vermekte acele edilmelidir, özellikle îman, İslâm'a girme gibi Önemli konularda bir soru sorulursa, hemen soranla İlgilenip cevap verilmelidir.
Zikredilen hutbenin cuma dışında bir huibe olması İhtimali vardır. Çünkü uzun süre hutbe kesilmiştir. Bu sebeple belki cuma dışında okuduğu bir hutbe esnasında olabilir, deniliyor. Cuma hutbesi olma İhtimali de mevcuttur.
Rasülullah'ın ümmetine dinî konulan öğretme şevkine hadisimiz delildir.[234]
608. Enes (r.a) der ki: Rasûlullah (s.a) yemek yerken üç parmağını yalardı. Rasûlullah "Sizden biriniz lokması yere düşerse onu temizleyip yesin ve onu şeytana bırakmasın" dedi ve yemek kabının sünnetlenmesini emretti ve "Bereketin yemeğinizin neresinde olduğunu bilemezsiniz" buyurdu (Müslim rivayet etmiştir).[235]
Yemeğin bereketini muhafaza ve temizlik için yemekte el yalamak müs-tehabdır. Ancak burada vazife bütün eli değil, baş parmaktan başlayarak sırayla şehadet ve orta parmakları yalamaktır. Dördüncü ve beşinci parmak yalanmaz. Bunun sebebi Rasülullah'ın üç parmağını yalamış olmasıdır. Yalamaya orta parmaktan başlanır. Baş parmakta bitirilir. Çünkü orta parmak hepsinden uzun olduğu için yemek en fazla ona bulaşmıştır. Zahirîlere göre parmaklan yalamak farzdır. Hattâbî diyor ki: "Bir grup insan parmak yalamayı ayiplamışlardır. Çünkü refah akıllarını bozmuş, tokluk tabiatlarım değİştirmiştir. Bunlar parmak yalamayı çirkin ve iğrenç bulurlar. Bilmezler mi ki, parmaklarındaki de yediklerinden bir cüzdür. Bundan ancak kibirli ve sünneti terkeden varlıklılar kaçınırlar".
İçinde yemek yenilen kabı yalamak ve yere düşen lokmayı tozunu-toprağını silerek yemek müstahabdır. Şayet lokmaya pis bir şey bulaşırsa yıkanarak yenilir. Bu da mümkün değilse bir hayvana verilir, şeytana bırakılmaz.
Şeytanlar vardır ve yeyip İçerler.
İslâm malı muhafazaya önem vermiş, az da olsa zayi edilmesini yasaklamıştır.
Kişi yemekteki bereketi elde etmeye çalışmalıdır. Bereket yemeğin neresinde olduğu bilinmediğinden, yemeğin hiçbir cüzü zayi edilmemelidir.[236]
609. Ebu Hüreyre'den (ra) Rasûlullah'ın (s.a) şöyie buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teâlâ'nın gönderdiği peygamberlerden herbiri koyun gütmüştü. Ashabı "Sen de mi?" diye sordular. O da "Evet, Mekkelilerin koyunlarını Karârît denilen yerde gütmüştüm" buyurdu. (Buhârî rivayet etmiştir).[237]
Hadisin tahriri, ve şerhi için "Uzletin Müstehabhğı Bölümü" 600 no'lu hadise bakınız.[238]
610. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Eğer paça ve ayak kemiğine davet olunsaydım davete icabet ederdim. Şayet bana ayak ve paça hediye edilse yine kabul ederim". (Buhârî rivayet et mistir).[239]
Hadisimiz davete icabetin gerekliliğine delildir. Davet edilen yemek çok basit de olsa icabet edilmelidir. Çünkü bunda hem tevazu vardır, hem de insanlar arasında ülfet meydana gelir. Hediyeleşmede de aynı sonuçlar doğacağından hediyeleşme de teşvik edilmiştir.
Peygamberimizin mütevazı ligine de işaret eder hadisimiz. Çünkü ayak kemiği değersiz bir şeydir. Böyle değersiz bir şey hazırlanıp ona çağrılsa, davet edenin gönlünün kırılmaması için Rasûlullah giderdi.
Rasülullah sadaka olan şeyleri almazdı. Fakat hediye kabul buyururlar, verenin gönlünü razı etmek için basit hediyeyi bile kabul ederlerdi.[240]
611. Enes (r.a) der ki; Rasûlullah'ın (s.a)Adbâ denilen devesi birinciliği vermek şöyle dursun, diğer develer onu geçmeye yaklaşamazlardı bile. Günün birinde devesiyle gelen bir taşralı arap Abdâ'yı geçti. Bu hal müslüman-ların gücüne gitti. Bunu anlayan Rasûlullah şöyle buyurdu: "Dünyada bir şey yükselirse, muhakkak Allah onu alçaîtır". (Buhârî rivayet etmiştir).[241]
Hadisimiz, dünyanın Allah nezdınde değeri olmadığına delildir. Çünkü dünya işlerinin kıymeti, değeri olsaydı Rasûlü'nü devamlı dünyada üstün kılar, hiçbir yükselişinde zeval olmazdı. Dünyadaki yükselişler izafîdir, kâmil olmadığı için iniş-çıkışlâr mümkündür.
Hadisimiz övünmenin ve kibirlenmenin terJcedilmesİnin gereğini ifade etmektedir. Kişi tevazu elbisesini giymeli, kibir elbisesini atmalıdır.
Rasûlullah'ın bir yarışta bile kaybetmesi ashabı üzmüştür. Zira onlar nefislerinden daha çok Peygamberimizi seviyorlardı. Kemâl-i tevazu sahibi olan Rasûlullah yarışın aleyhine sonuçlanmasından müteessir olmamış, dünyadaki yükselişlerin bir inişi olacağmı söyleyerek ashabına o anda bile önemli dersler vermiştir.[242]
"O ahiret yurdunu yeryüzünde kendilerini büyük görmek ve fesad çıkarmak istemeyenlere tahsis ederiz. Son kazanç mülakilerindir". (Kasas, 83)
'Yeryüzünde kibirlenerek yürüme". (İsra, 37)
"Kibirlenip insanlardan yüzünü çevirme. Yeryüzünde çalımla yürüme, çünkü Allah kurulup-övünenlerin hiçbirini sevmez". (Lokman, 18)
"Karun, Musa'nın kavmindendi. Fakat onlara zulmetti. Biz ona yalnız kilitlerini taşımak kuvvetli bir cemaata ağır gelecek kadar hazine verdik. Bunun üzerine kavmi kendisine: "(Servetine mağrur olup) şımarma, Allah şımaranlan sevmez" demişti. Allah'ın sana verdiği mal ile ahiren kazanmaya çalış. Dünyadan nasibini unutma. Allah sana ihsan buyurduğu gibi sen de ihsan et ve yeryüzünde fesad çıkarmaya çalışma. Çünkü Allah fesad çıkaranları sevmez.
Karun "Ben onu kendi bilgimle kazandım'1 dedi. Ondan evvelki asırlarda kuvvetçe ondan daha şiddetli, malca daha zengin nice kimseleri Allah'ın helak ettiğini bilmiyor mu? Mücrimler günahlarından sorulmaz bile. Birgün Karun zînet ve ihtişamıyla kavminin yanına çıktı. Bunun üzerine dünya hayatını arzu edenler "Ah ne olurdu, Karun'a verilen bize de verilseydi, o cidden büyük bir bahtiyardır" dediler, timi olanlar ise "Yazıklar olsun size! Allah'a îman edip, iyi iş yapanlar için Allah'ın verdiği sevap daha hayırlıdır, bu sevaba ancak sabredenler ulaşırlar" dediler. O vakit onlara Allah'tan başka yardım edecek taraftarları olmadığı gibi, yardım da görmediler". (Kasas, 76-8!)[243]
612. Abdullah b. Mes'ud'dan (na) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez". Ashabdan biri "İnsan elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını sever" dedi. Rasûlullah da "Allah güzeldir, güzelliği sever. Kibir ise hakkı reddetmek ve İnsanları hor hakir görmektir" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir).[244]
"Kalbinde zerre miktarı kibir olan kimse cennete giremez" ibaresinin te'vili hususunda âlimler ihtilaf etmişlerdir.
îmanla göç eden müslüman sonunda da olsa mutlaka cennete girecektir. Ayet ve hadislerin genelinden bu kesin hüküm anlaşılmaktadır.
Haram olan kibri helâl gören, küfre girdiği için cennete giremez. Cennete girecek olan kimsenin de kalbinde kibir bulunmaz. Yani var olan miktarı da Allah çeker alır. Bir ayetle "Biz onların kalplerindeki kin ve hasedi çıkaracağız" (Hicr, 47) buyurulmuştur.
Kadı tyaz ile bir kısım âlimler, hadisin manası, cezasız cennete giremez demektir demişlerdir. Nevevî de bunu tercih etmiştir.
Bazıları da, hadisten murad kibirlilerin cennete ilk giren takva sahipleriyle birlikte giremeyeceklerini beyandır demişlerdir.
Kişinin güzel elbise giymesi kibir değildir. tmam-ı A'zam'ın dört yüz altın kıymetinde elbise giydiği rivayet olunur. îmam Muhammed pek kıymetti elbise giyer ve "Benim hanımlarım, cariyelerim var, benden başkasına bakmasınlar diye zîneı/eniyorum" dermiş.
"Allah güzeldir, güzeli sever" cümlesinin manası hususunda da ihtilaf edilmiştir. Kimileri; 'Allah'ın her emri güzeldir, esma-i hüsnâ cemâl ve kemâl sıfatlan da O'na mahsustur' demektir demişlerdir.
Ban âlimler de cemi! burada mücmil yani güzellik veren manasına gelir demişlerdir. Bazıları da "cemit" terimi size karşı fiilleri lütuflcâr ve güzeldir. Size az amel teklif eder, teklif ettiğini îfâ hususunda size yardım eder. Teklifî yerine getirmenizden dolayı bol bol ecir verir demekir demişlerdir.
Hadisimiz, kibirin haram olduğuna ve güzel elbise giymenin bir mahzuru olmadığına delildir.[245]
613. Seleme b. Ekva'dan (ra) şöyle rivayet etmiştir: Rasûlullah'm yanında biri sol eliyle yemek yedi. Ona "Sağ etinle ye" buyurdu. Adam "yapamıyorum" dedi. Rasul-i Ekrem de "Yapamaz ol" dedi. Onu sağ eliyle yemekten kibri alıkoyuyordu. Seleme der ki: "O adam bundan sonra elini ağzına götüremez oldu" (Müslim rivayet etmiştir).[246]
Hadisin tahrici ve şerhi için "Sünneti Muhafaza Bölümü" 160 no'lu hadise bakınız.[247]
614. Harise b. Vehb'in (ra) RasüİuIlah'ı (s.a) şöyle buyururken işittiği rivayet edilmiştir: "Cehennemlikleri size haber vereyim mi? Onlar katı yürekli, malını hayırdan esirgeyen kibirli kimselerdir". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir). [248]
Hadisin tahrici ve şerhi için "Müslümanların Zayıfları Bölümü" 252 no'lu hadise bakınız.[249]
615. Ebu Saîd el-Hudrî'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: '-'Cennet ile cehennem şöyle münakaşa ettiler: Cehennem "Bende cebbar ve büyüklük taslayanlar var" Cennet de "Halkın zayıflan ve yoksulları bendedir" dedi. Allah Teâlâ da ikisinin arasında hüküm verdi: "Sen ey cennet! Benim rahmetimin tecelli ettiği yersin, seninle dilediğime rahmet ederim. Sen de ey ateş! Benim azabımsın, dilediğime seninle azab ederim. Her ikinizi doldurmak bana hakdır". (Müslim rivayet etmiştir).[250]
Cennetle cehennemin münakaşa ve hasımlaşması hakkında Nevevî şunları, söyler: Bu hadis zahir manası üzeredir. Allah Teâlâ cennetle cehenneme temyiz halketmiş, bu sayede idrak sahibi olmuşlar ve birbirleriyle hasımlaş-mışlardır. Ama bundan onların daimî surette akı) ve temyiz sahibi olmaları lâzım gelmez. Bu münakaşanın lisân-ı hal ile yapılmış olması da muhtemeldir.
Bir rivayette "Cehennem "Daha var mı?" demekte devam edecek, nihayet yüce Allah ayağını onun üzerine koyacak. O da "izzetin hakkı için yeter, yeter!" diyecek ve cinleri birbirine kavuşacaktır" denilmiştir.
Cehenem isyankârlarla ve kibirlenenlerle dolacaktır. Cennet ise müslü-manlann zayıflan ile doldurulacaktır. Yani nefislerini zelil kılarak Allah'a huşu ile boyun eğenlerin mükâfatı cennettir.
Allah, rahmeti ile kullannı cennete sevkedecek, hatta yeni halk yaratarak onları da cennetin fazla yerinde yerleştirecektir.
Hadisimiz, kibirden sakındırıp, tevazuyu teşvik etmektedir.[251]
616. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kibirlendiğinden dolayı elbisesinin eteğini sürükleyen kimseye Allah kıyamet günü rahmet nazarı ile bakmaz". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir). [252]
Âlimlerin görüşüne göre çeşitli rivayetlerde geçen (huyelâ, mehile, batar, zevh, tebahtür) gibi lafızların hepsi aynı mânâya gelir. Bunlardan mak-sad, büyüklenmek, gururlanmak ve kendini beğenmektir. Hadiste geçen "Allah ona bakmaz" cümlesinden maksad da "Allah ona rahmet etmez" demektir.
Âlimler kadınlara elbiselerini sarkıtmanın caiz olduğunda ittifak etmişlerdir. Erkeklere cübbe ve kaftan gibi elbiseleri baldırlarının yansına kadar sarkıtmak müstehabdır. Topuklara kadar sarkıtmak kerahetsiz olarak caizdir. Topuktan aşağı sarkıtmak ise kibirden dolayı yapıldığı takdirde haram, bundan dolayı değilse mekruhtur.
Kadı İyaz diyor ki: "Âlimler elbisede uzunluk ve genişlik hususunda âdet olan ve ihtiyaçtan fazla yapılan her şeyin mekruh olduğunu söylemişlerdir".[253]
617. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlulİah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Üç sınıf insan vardır ki, Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları temizlemez ve onlar için acıklı bir azab vardır. (Bunlar) zina eden ihtiyar, yalancı hükümdar ve kibreden fakir". (Müslim rivayet etmiştir).[254]
Hadisimiz, Allah'ın kıyamette yüzlerine rahmet nazarı İle bakmayacağı kişileri açıklamaktadır. Aİlah onların amellerini kabul etmez ve günahlarını temizlemez.
Acı bir azab vaîdi ile bu üç sınıfın tehdit edilişi hakkında Kadı İyaz şunları söyler: Zikredilen üç kişi; bu günahtan uzak olduğu ve onu işlemeye bir zarureti olmadığı, sebepleri kendisinde zaif bulunduğu halde her biri bu günahı işlemişlerdir.
Gerçek şu ki, hiç kimse bir günahdan dolayı mazur görülemez, fakat bu günahları işlemeye kesin bir zaruret ve sebep yokken onları İşlemek, Allah'ın hakkı ile alay edip, kasten isyana kalkışmaya benzer. Zira ihtiyar bir adam aklı kemal bulduğu, üzerinden uzun zaman geçmekle bilgisi tamam olduğu, kadınlara karşı cima, şehvet sebepleri kendisinde zayıfladığı ve bozulduğu için anık haramdan gönlünü kurtaracak bütün heiâl sebeplerine mâlik demektir. Bu adam haram olan zinaya nasıl tenezzül edebilir? Zinanın sebepleri ancak gençlik, tabiî hararet, bilgisizlik, akü ermediği için şehvetin galebe çalması ve yaş küçüklüğüdür.
Hükümdar da öyledir. O tebaasının hiç birinden korkmaz. Onların dalkavukluğuna da ihtiyacı yoktur. Çünkü insan çekindiği, tekdir ve eziyetinden korktuğu kimseye karşı yalan konuşur. Hükümdar ise yalandan mutlak surette müstağnidir.
Fakir ve muhtaç da böyledir. Onun malı yoktur. Halbuki böbürlenerek büyüklenmenin ve kendini akranlanndan üstün görmenin sebebi dünyada zengin olmaktır. Onda zenginliğin sebepleri bulunmayınca ne diye büyüklene-cek, başkalarını hakir görecektir?
Görülüyor ki kibirlenen fakir, yalancı hükümdar ve zina eden ihtiyar bir nevi yaptıkları ile Allah'ın hakkını hor hakir görmüşlerdir.[255]
618. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasülullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teâlâ buyuruyor ki: Ululuk izanm, büyüklük ridamdır. Kim bunlardan birinde bana ortaklık etmeye kalkarsa ona azab ederim". (Müslim rivayet etmiştir).[256]
Yücelik, ululuk azametin ve yüksekliğin zirvesidir. Hiç kimseye hiç bir yönden boyun eğmemek demektir ki, bu da ancak Allah'ın sânıdır.
İzzet ve yücelik Allah'a mahsus İki sıfattır.
Bir başkasının elbisesinde ortak olmak nasıl normal görülmezse, Allah'ın izar ve rida (İki parçalı elbise) sı olan ululuk ve büyüklükte de kimse ortak olmaya kalkışamaz.
Yani yüce Allah şöyle diyor: Ululuk ve yücelik sıfatlarına benden başka kimse layık değildir. Kim benim sıfatlarımda bana ortak olmaya çalışusa kâfir olur ve ona azab ederim.[257]
619. Ebu Hüreyre'den (ta) RasûluİIah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bir zaman, adamın biri güzel elbisesi içinde kurularak yürüyordu. Başını taramış, kendini beğeniyor ve çalım satıyordu. Derken Allah onu yerin dibine geçirdi. O kıyamet gününe kadar yerin derinliklerinde kıpırdayıp gidecektir". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir). [258]
Âlimlerden bazıları bahsedilen adamın bu ümmetten olabileceğini söylemişlerdir. Bu takdirde hâdise henüz vuku bulmamıştır, ileride olacaktır. Bazı alimlere göre ise bu vakıanın İslâmiyet'ten önce olup bittiğini, Hz. Peygamberin bunu haber verdiğini söylemişlerdir. Nevevî Sakih olan da budur der.
Bazıları Kur'an-ı Kerim'de zikri geçen Karun olduğunu söylemişlerdir.
İmam Gazali; meclislerde yüksek yere oturmayı, yolda yürürken önde gitmeyi, biriyle karşılaştığı zaman evvelâ karşısındaki selâm vermezse kızmayı, münazara yaparken hakkı inkâr etmeyi, câhil tabakaya hayvan nazarıyla.bakmayı büyüklenmekten saymış, vaid ve tehdit bunların hepsine şâmildir demiştir.[259]
620. Seleme b. Ekva'dan (ta) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kişi nefsinin arzulan peşinde gide gide cebbarlar (kibreden-ler) sırasına yazılır da, büyüklük taslayanlann basma gelen felaket onun da başına gelir". (Tirmizî rivayet etmiş, hadis hasendir demiştir).[260]
Kişi, kibredenlerin yaptığı hareketleri onaylamak, güzel görmek ve nefsine onu örnek göstermek sebebiyle azaba müstehak olur.
Hadisimiz, bir kavme benzeyenin onlardan yazıldığını ifade etmektedir. Ayet ve hadislerden anlaşıldığı gibi, nefis kişiye kütü şeyleri tavsiye eder. Nefsin tavsiyelerine uyan kişi de, tıpkı cebbarlar gibi çetin azaba duçar olur.
Nesfin tavsiyelerinden sakınılmalı, kötü kişiler örnek alınmamalıdır.[261]
"Hakikaten sen büyük ahlâk sahibisin". (Kalem, 4)
"Hiddetini yenenlere ve insanların kusurlarını bağışlayanlara cfrm zırlan m ıştır. Allah iyilik edenleri sever". (Âl-i İmran, 134)[262]
621. Enes'dcn şöyle rivayet edilmiştir: "Rasülullah (s.a) ahlâkça insanların en güzeli idi". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir). [263]
Rasûlullah bir defasında "Rabbim beni terbiye etti ve terbiyemi en güze! şekilde yaptı" buyurmuştur. Allah'ın terbiye ettiği kişinin ahlâkı nasıl güzel olmaz? Bir rivayette "Rasûlullah yüz ve huy bakımından insanların en güzeli idi" buyurulmaktadır.
Rasûlullah'm ahlâkı Kur'an ahlâkı idi. Kur'an'ın helâl kıldığını helâl tanır, haram kıldığını haram olarak bilir ve onun edebleri ile de îerbiyelenirdi.[264]
622. Enes (r.a) der ki; "Ben Pemgamberin elinden daha yumuşak ne bir atlas, ne de bir ipeğe dokundum. Onun kokusundan daha hoş bir koku da koklamadım. Ben Rasûlullah'a on yıl hizmet ettim bir defa olsun ö/büe demedi. Yaptığım bir şey için, 'Neden böyle yaptın?', yapmadığım bir şey için de, 'Şöyle yapsaydın ne olurdu?* dememiştir". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir). [265]
Hadisimiz, Rasûlullah'm ahlâkına delildir. Vücudunun teninin yumuşak olması erkekliğinde bir nakısa değildir.Zira onun uzuvları azametli idt, fakat teni sert değildi. Bu sekil, erkeklerde övgüye layıktır. Rasülullah'ın kendine has hoş bir kokusu vardı. Onunla musafaha edenin elinden güzel kokusu bir müddet çıkmazdı.
Peygamberimiz Medine'ye hicret ettikten sonra herkes ona hediyeler takdim ederdi. Fakirliğinden bir hediye takdim edememenin üzüntüsü içinde kıvranan Enes'in annesi küçük çocuğunun (Enes'in) elinden tutmuş ve Peygamberimize getirmişti. "Hizmetinizde bulunsun" demişti. Enes (r.a) on sene Rasûlullah'a hizmet etmiştir. Bu zaman zarfında iyi ve kötü yaptığı hiçbir işinden dolayı Peygamberimiz onu azarlamamıştır.
Rasülullah'ın bu hareketi ümmeti için bir ders ve güzel ahlâkından bir örnektir.[266]
623. Sa'b b. Cessâme'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştir: Rasûlullah'a (s.a) bir yaban eşeği hediye etmiştim, onu bana geri verdi. Yüzümde beliren hüznü görünce "Ben onu sana, ihramda bulunduğumuz için geri verdim" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir). [267]
Sa'b (r.a), Ebu Bekir'in (r.a) hilafeti döneminde vefat etmiştir. Rasûlul-lah'tan onaltı hadis rivayet etmiştir. Rasûlullah hediyeyi kabul ederdi, kıymetli veya basit bir şey olduğuna kesinlikle bakmazdı. Hediyeyi kabul etmemek şer'î bir özre bağlı ise bu mazur görülür.
Hediye kabul edilmeyecekse, hediyeyi verenin kalbi kırılmaması için gönlü . alınmalıdır.
İhramh kişiye avlanmak caiz değildir. Avlanmış hayvanı boğazlamak da ihramlıya caiz değildir.
Hadisimiz, Peygamberimizin güzel ahlâkına delildir.[268]
624. Nevvâs b. Sem'ân (r.a) der ki: Rasülullah'a iyilik ve kötülüğün ne olduğunu sordum, o da şöyle buyurdu: "iyilik güzel ahlâktır. Kötülük ise, nefsinin tereddüt ettiği, insanların bilmesini arzu etmediğin şeydir". (Müslim rivayet etmiştir).[269]
Güzel ahlâk iyiliğin bölümlerinin en önemlisi olduğundan iyilik güzel ahlâktır denmiştir. "Hac antfedir" hadisinde de aynı nükte vardır.
Güzel ahlâk sahibi, güzel fiilleri yapmaya koşar ve kötülüklerinden kaçar.
Güzel ahlâk sahibinin elde edeceği mükâfatlar hem dünya, hem de ahi-ret hayatına şâmil kılınmıştır.
Fiillerin kötülüğünün anlaşılması için iki esas zikredilmiştir. Birincisi, kötü fiiller karşısında nefis tereddüt eder. İkinci olarak Öa bu fiilleri diğer insanların duymasını istememektir. Yanı yapılırken nefsin tereddüt ettiği ve kimsenin duymasını istemediği fiiller kötüdür.[270]
625. Abdullah b. Amr b. Âs'dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir: "Rasûlul-lah (s.a) çirkin söz söylemezdi, kötü söz söylemeye Özenmiş de değildi. O şöyle buyururdu: "Sizin hayırlılarınız ahlâkça en güzel olanlanmzdır". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir). [271]
Rasülullah ne fiillerinde ve ne de sözlerinde çirkin bir harekette bulunmuştur. Terbiyesini yüce Allah'ın üstlendiği ve insanlara örnek olarak takdim edilen bir şahısta çirkin hareketlerin görülmesi muhaldir.
Rasülullah hem suret açısından, hem de ahlâk bakımından insanların en güzeli idi.
Ahlâkı güzel olan insanlar, güzel fiillere talib olurlar, rezil ve rüsvay kılacak işlerden kaçınırlar. Güzel işlere talip olan insanlar da, toplumda sevilir, sayılır ve hayırlı kişi olarak görülür.
Hadisimiz, ahlâkın güzelîiştirilmesini teşvik etmektedir. Mü'minİere, peygamberlerinin phlâkı ile ahlâklanmalan emredilmiştir.[272]
626. Ebu'd-Derdâ'dan (ra) Rasûlullah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kıyamet günü mü'minin mizanında güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allah kötü sözlü kimseye buğzeder". (Tirmizî rivayet etmiş ve hasen-sahih demiştir).[273]
İmanlı kişiye güzel ahlâkı ahi ret te fayda sağlayacaktır. İmansız kişinin 1 hiçbir ameline kıymet verilmez. Ameller ancak îman sayesinde değer kazanır.
Güzel ahlâk sahibinin, yüce derecelere ulaşacağı, bir hadiste şöyle dite getirilir: "Cüze! ahlâktan daha ağır bir amel mizana konmaz. Güzeh ahlâk sahibi oruç tutan ve namaz kılanın elde ettiği dereceyi elde eder". Burada, ahlâkı güzel olmayarak oruç ve namaz kılan kastedilmiştir. Zira hem güzel ahlâklı olup hem de ibadetini yapanın elde edeceği mükâfat daha büyük olur.
Kötü söz ve filleri işleyerek kötü ahlâkı tercih eden kişiler dünya ve ahi-rette hüsrana uğrarlar. İnsanlar nezdinde değeri olmadığı gibi, Allah katında da bir değeri yoktur. Hadisimiz güzel ahlâkı teşvik etmektedir.[274]
627. Ebu Hüreyre'den (r.a) rivayet edildiğine göre Rasûluflah'a (s.a) "insanların cennete girmelerine en çok sebep olan nedir?" diye soruldu. O da şöyle buyurdu: "Allah korkusu ve güzel huydur". "İnsanların cehenneme girmelerine en çok sebep olan nedir?" diye soruldu. O da "Ağız ve avret mahallidir" buyurdu. (Tirmizî rivayet etmiş ve hasen-sahih demiştir).[275]
Hadisimiz, takva ve güze! ahlâkı teşvik etmekte, küfür, yalan ve zinadan da sakındırmak tadır.
Hadiste takva ile güzel ahlâk bir arada zikredilmiştir. Böylece bir bütünlük oluşturulmuştur. Takva kul ile Rabbi arasındadır, güzel ahlâk da kişi ile diğer insanlar arasını ilgilendirir.
Takva ve güzel ahlâk kişinin cennete girmesini sağlayan iki âmildir.
Dil ile; küfür, gıybet, nemîme, hakkı iptal etme ve bâtılı kabul edip savunma gibi nahoş şeyler yapılabildiğinden, dil cehenneme girmeye vesile olan bir uzuvdur.
Cinsel uzuvlar da; zina, livata gibi kötü hareketlere sebep olduğundan cehenneme girmeye sebep gösterilmiştir.[276]
628. Ebu Hüreyre'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Mü'minlerin îman itibariyle en kâmili, ahlâkça en güzel olanıdır. Hayırlılarınız hanımlarına hayırlı olanlarınızdır". (Tirmizî rivayet etmiş ve hadîs hasen-sahihtir demiştir).[277]
Kişi güzel ahlâkı sebebiyle güzel amelleri tercih ederek îmanını kemâle yükseltebilir. Zira îman ziyade ve noksanlık kabul eder.
Güzel ahlâk îmanla beraber olduğu müddetçe bir değer kazanır. İmansız güzel ahlâkın Allah nezdinde kıymeti yoktur.
Hadisimiz, îmanın kemal seviyesine yükselebilmesi için güzel ahlâkın gerekli olduğunu ifade etmektedir. Mü'minler ahlâklarını güzelleştirmeleri için teşvik edilmektedir.
Erkeğin hanımına karşı hayırlı olmasından maksad, güler yüzlü olmak, eziyet etmemek, onun verdiği eziyetlere sabırla karşılık vermek... gibi güzel huylarla muamele etmesidir.[278]
629. Hz, Âişe'nin (r.a) Rasûlullah'i şöyle buyururken işittiği rivayet edilmiştir: "Mû'min güzel huyu sebebiyle, (gündüzleri) oruç tutan, (geceleri) ibadet için ayakta bulunan kimsenin derecesine ulaşır". (Ebu Dâvud rivayet etmiştir ).[279]
Güzel ahlâk; güler yüz, hayırlı işlerde el açıklığı ve kimseye eziyet etmemektir.
Güzel ahlâkın en aşağısı, kötülük yapana kötülükle karşılık vermemek, hakkında dua ederek iyilikle muamele etmektir.
Kişiler, güzel ahlâk sebebiyle gündüzlerini ve gecelerini ibadetle değerlendiren —fakat kendisinde bu güzel ahlak olmayan kişinin aldığı ecir kadar ecir alır.
Hadisimiz güzel ahlâkı teşvik etmekte ve ecir kazandırmaktaki önemine dikkat çekmektedir.[280]
630. Ebu ümâme d-Bâhilî'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ben, haki) olduğu halde çekişmeyi bırakan kimse İçin cennetin avlusunda, şaka da olsa yalan söylemeyen kimseye cennetin ortasında; ahlâkını güzelleştiren kimseye de cennetin yukarı kısmında bir ev verileceğine kefilim". (Ebu Dâvud sahih senedle rivayet etmiştir).[281]
Hadisimiz güzel huylardan birkaç tanesini açıklamaktadır. Faydası olmadığı zaman mücadeleyi terketmek güzeldir. Kişinin haklı olduğu halde mücadeleyi terketmesi ise daha güzeldir ve kendisine cennetin avlusunda bir köşk va'dedümiştir.
Yalan konuşmak haramdır. Yalanı âdet edinen kişi kötü huyludur. Şaka olarak bile yalan konuşmayarak, bu kötü huyu terkedenlere cennetin ortasında bir köşk va'd edil mistir.
Gereksiz yere mücadele ve yalan toplumda çatlaklık çıkaran unsurlardır.
Ahlâkını güzelleştirene en büyük ecir verilmesi, güzel ahlâk sahibinin, güzel amelleri yaparak tüm faziletleri kendinde toplaması sebebiyledir. O amelleri sayesinde cennetin üst makamlarındaki köşklere layık görülmüştür.[282]
631. Câbir'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bana en sevgili olanınız, kıyamet günü meclisime en yakınınız, ahlâkı en güzel olanınızdır. Gösteriş için çok konuşan, fasih konuşmak İçin avurdunu doldura doldura konuşan, faziletini ortaya koymak için kibirli kibirli lügat parçalayan kimseler de kıyamet gününde en sevmediğim kimseler olup benden uzaktır". "Yâ Rasülallah! Çok konuşan ve avurdunu şişirerek konuşanları biliyoruz, fakat "mütefeyhıkûn" kimlerdir?"dediler. O da "kibirlenenlerdir"'diye açıkladı". (Tirmizî rivayet etmiş ve hadis hasendir demistir).[283]
Tirmizî, Abdullah b. Mübarek'den güzel ahlâkın tefsiri hakkında şöyle dediğini rivayet ediyor: "Cüze! ahlâk; güler yüz, hayırlı işlerde el açıklığı, bir de kimseye eziyet ermemektir".
Hadisimiz güzel ahlâkı teşvik etmektedir.
Rasûluliah'a yakınlık cennette olacaktır. Zira orası rahat yeri ve oturup dinlenme mahallidir.
Kıyamette Rasûlullah ümmetine Allah'ın izni ile şefaat edecek ve Maköm-ı Mohmûd ona verilecektir. Herkes onun meclisine yakın durup, şefaatma nâîl olmaya çalışacaktır. İşte o günde Rasulullah'ın sevgisine mazhar olacak ve meclisine yaklaşması sağlanacak kişiler güzel ahlâklı müslümanlardtr.
Rasûlullah tüm mü'minleri sever. Fakat kimini kiminden az veya çok sevmesi normaldir, işte kerih görülen kötü huy sahibi mü'minleri de az sevdiği ve meclisine uzak durmalarını istediği hadisten anlaşılmaktadır.
Nitekim "pis kokulu fsanmsak-soğan) gibi şeyler yiyenler meclîsimize yaklaşmasın" şeklindeki peygamber emri, onun dünyada da bir kısım müs-lümanlan bazı huylarından dolayı az sevdiğine delildir.
Çok konuşmak, edebiyat parçalamak, avurdunu şişire şişire konuşmak kötü huylardır. Bunlar kibirlenme alâmeti olduğu İçin nehyedilmİştir.
Müslüman, güzel ahlâkı sebebiyle Rasûluliah'a yaklaşmakta, kötü ahlâkı sebebiyle de Rasulullah'ın meclisinden ve sevgisinden uzak tutulmaktadır.
Fiil ve sözlerde sadelik güzel ahlâkı, sun'ÎIik ise kibri doğurmaktadır. Kibir ise haram kılınmıştır.[284]
Kinini giderenler ve insanları affedenler için cennet hazırlanmıştır. Allah iyiük edenleri sever". (Âl-i İmran, 134)
•'Affa sanl, iyi olan şeyleri emret ve câhillerden yüz çevir". (A'raf, 199) "iyilik ile kötülük bir olmaz. Kötülüğü iyilikle karşıla. Böyle yaparsan, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost gibi olur. Bu hal ancak sıkıntılara katlanananlann kândır; bu yalnız iyi bir amelden büyük bir pay alanların kândır". (Fussilet, 34-35)
"Her kim zulme katlanır, öc almayıp bağışlarsa, işte bı1 hareket büyüklerin kândır". (Şûra, 43)[285]
632. İbn Abbas'dan (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) Abd'ul-Kays kabilesinden olan Eşec'e şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Sende İki haslet vardır ki, onları Allah sever. O da hilm ve teennidir". (Müslim rivayet etmiştir).[286]
"Hilm" akıl manasınadır. Nihâye'de; hilm; İşlerde acele etmeyip temkinli hareket etmektir ki bu da akıllı kişilerin vasfıdır denir.
Teenni de; aceleciliği terkederek, temkinli hareket etmek manasınadır. Bu iki sıfattan biri diğerini te'kid etmektedir.
Hadis-i şerifin söyleniş sebebi şöyledir:
Ab.d-ı Kays heyeti Medine'ye gelince, hepsi doğruca Rasûlullah'ın yanına koştular, İçlerinden Eşec isimli bir zat ise, yüklerini topladı, hayvanını bağladı, elbisesini değiştirerek en güzelini giydi ve daha sonra Rasûlullah'ın yanına gitti. Peygamberimiz ona yaklaşmasını söyledi ve tâ yanına oturtarak şunlan söyledi: "Nefsiniz ve kavminiz adına bana biat edin". Gelen heyet "ever" dedi. Eşec de: "Ya Rasûlallah! Sen kişinin dinden daha üstün bir şeyi olmayacağım söylüyorsun. Biz de hem nefislerimiz adına, hem de bizi gönderenler adına sana biat ediyoruz. Bize tâbi olan bizdendir, tâbi olmayarak İslâm 'a girmemekte direnenlerle savaşırız" dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu: "Sende iki haslet vardır ki, onları Allah sever. Onlar hilm ve te-enni'dir".
Hadisimiz, işlerde temkinli hareket ederek aceleciliği terki teşvik etmektedir. Acelecilik noksanlıktır ve pişmanlığa sebeptir.[287]
633. Hz. Âİşe'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah kullarına nfk ile muamele eder ve bütün işlerde nfk ve müla-yemeti sever".(Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir).[288]
"Rtfk" söz ve fillerde yumuşaklık, kolayı abp, güç şeyleri terketmektir.
Allah'ın kullan hakkında nfk ile muamele etmesi; kullarına lüîufkâr olması anlamınadır. Şöyle ki, isyan edenlere azab vermede acele etmez, tev-be etmeleri için zaman verir, kul çeşitli günahlar işlediği halde yine o teenni ile hareket ederek, kötü amelinin karşılığını vermede acele etmez.
Güzel söz ve hareketleri Rabbimiz sevdiğinden, nfk ile muameleyi de sevmektedir. Bu güzel huy sayesinde insanlar arasında kayırına ve ülfet meydana gelir.[289]
634. Hz. Aişe'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teâlâ nfk ile muamele edicidir, yumuşak huyluhîgu sever. Katılıkla yapılana ve başka işlere vermediği sevabı, yumuşaklıkla yapılana verir". (Müslim rivayet etmiştir).[290]
Hadisimiz insanlar arasında yumuşaklıkla muameleyi teşvik etmektedir.
Söz ve hareketlerde yumuşaklığı alıp, sert ve haşinliği terketmek anlamına gelen "n/k" sahibi her iki cihanda da saadete ermektedir. Çünkü Allah o kişiye, bu güzel huyu sayesinde toptum içinde sevilmesini, sayılmasını. Övgü ile anılmasını lütfetmiştir. Ahirette de diğer huy sahiplerine vermediği kıymetli ecirler vereceğini va'detiniştir.
Sert, kaba ve haşin söz ve hareketjer, İnsanlar arası ilişkileri zedeler ve toplumda dargınlık doğurur.[291]
635. Hz. Aişe'den (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Yumuşak huyluluk nerde bulunursa onu süsler. Hangi şeyden de kaldırılıp alınırsa ona ar ve utanma sebebi olur". (Müslim rivayet et-miştİr).[292]
Yumuşak huylu olmak zaruridir. Çünkü kişiyi insanlar ve Allah katında süslü gösterecek ahlâk yumuşak huyluluktur.
Kişiden bu huy kalkınca, insanlar ve Allah nezdinde, özür dileyeceği birçok çirkin vasıflar onun yerini alır. Yüce Allah da güzel ahlâktan başka huylan sevmez.
İnsan yumuşak huylu olmalı, çirkin ve sert mizaçtan kaçınmalıdır.[293]
636. Ebu Hüreyre (r.a) der ki: Bedevilerden biri mescide işedi, halk da onu azarlamaya kalkıştı. Rasûlullah şöyle buyurdu: "Onu bırakın ve bevli üzerine bir kova su döküverin. Siz kolaylık gösterici olarak gönderildiniz, zorlaştırıcı olarak değil". (Buhâri rivayet etmiştir).[294]
Taşradan gelen bir arap mescide gelmiş ve iki rekat namaz kılmıştır. Peygamberimiz de ashabı ile o sırada mescitte idi. Namazının sonunda bedevinin "Allahım! Bana ve Muhammed'e rahmet et! Kimseye de bizimle beraber rahmet etme!" diye ettiği duasını Rasûlullah duymuş ve "Pek geniş şeye sınır çektin!" buyurmuşlardır. Buna kızan o cahil arap kalkmış ve mescidin duvarına bevletmiştir.
Ashab çirkin hareketi dolayısı ile arabı azarlayıp, dövmek istemişler, fakat Peygamberimiz yumuşak huylu olmanın gereğini vurgulayarak ashabını o işten menetmİştir. Arabi çağırarak, mescidlerin Allah'a ibadet için,
Kur'an okunması gibi güzel fiiller için inşa edildiğini, burada kötü hareketlerin yapılmasının doğru olmadığını söyleyerek, onun bu konudaki cehaletini gidermiştir.
Hadisimiz münkeri ortadan kaldırmanın, cahile bilmediğini öğretmenin gereğini ifade eder. Ama her halükârda kolaylıkla muamele tercih edilmeli, zorluktan kaçınılmalıdır. Peygamberimiz de muhayyer bırakıldığı iki şeyden kolay olanını seçerdi.
Toprağın pislenince üzerine su dökmekle temizlenmiş olacağı da hadisimizden anlaşılmaktadır.[295]
637. Enes'den (r.a) Rasülullah'm (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kolaylaştınnız, zorlaşürmayıraz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz". (Bu-hârî ve Müslim rivayet etmiştir).[296]
Hadisimiz mü'minleri, dini sevdirmek İçin kolaylık ve müjdeye teşvik etmektedir.
îslâm dininin emir ve yasaklarından maksadın insanlan zorluğa sürüklemek, sıkıntıya sokmak olmadığı, çeşitli ayet ve hadislerde dile getirilmiştir. Bunlardan birkaçı şunlardır: "Din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi" (Hacc, 78), "Ey Rabbimiz! Bizden Öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme" (Bakara, 286).
Bir hadiste de "Namazı ayakta kıl, gücün yetmezse oturarak kıl. Allah kişiyi ancak gücünün yettiğinden mükellef tutar" buyurulmuştur.
insanlara hayrı sevdirmek ve ona teşvik etmek mü'ir.inin görevidir. Hayırdan yüz çevirenleri korkutmak ve şer işlerin etrafından uzaklaştırmak da mü'minin görevidir.[297]
638. Cerir b. Abdullah'ın (r.a) Rasûlullah*ı (s.a) şöyle buyururken İşittiği rivayet edilmiştir: "Yumuşak huyluluktan mahrum olan, her türlü hayırdan mahrum olur". (Müslim rivayet etmiştir).[298]
Daha önce geçtiği üzere yüce Allah yumuşak huylu kimseye, diğer huy sahiplerine vermediği mükâfatı vereceğini vaadetmiştir. Yumuşak huylu insan, insanlar yanında övgüyle anıldığı, sevildiği-sayıldığı gibi ahirette de büyük ecirlere nail olacaktır.
Yumuşak huyluluk kişilerin yardımlaşmasını, birlikte hareket etme güçlerinin artmasını ve gerçek anlamda bir cemaat olmasını sağlar. Nitekim Kur1 an'da Peygamberimize hitaben şöyle buyurulmaktadır: "O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi". (Âl-i Imran, 159)[299]
639. Ebu Hüreyre'den (r.a) rivayet edilmiştir. Bir adam Peygamberimize gelerek "Bana tavsiyede bulunun"dedi. Allah Rasûiü "kızma" buyurdu.Adam arzusunu bir kaç kez dile getirdi. Peygamberimiz ona aynı şekilde "kızma" buyurdu. (Hadisi Buhârî rivayet etmiştir). [300]
Hadiste zikrolunan adamın kimliği hakkında ihtilaf vardır. En sahih görüşe göre bu adamın Cariye b. Kudâme olduğu kesinlik arzetmektedir. Deği-Şik rivayetlerde bu kimsenin lbn Ömer veya Ebu Derdâ,Süfyan*Üs-Sakafî olduğu yer almakla beraber, bu şahısların hepsinin RasüluUah'a (s.a) ayrı zamanlarda sormuş olabileceği de ifade edilmiştir.
Hadisimizdeki "'Vasiyet'"in manası ulaştırmak yerinde istimal olunmuştur. Mana "Beni dîni ve dünyevî açıdan ayda veren şeye ulaştır" şeklindedir.
Bu tavsiyeyi isteyen adamın çok kızgın, asabî biri olduğunu RasûluHah (s.a) biliyordu. Dtn işlerinde doktor olan Rasûlullah (s.a) tedavi amacıyla bu şahsın hâline göre cevap vermiştir.
"Gazab" kalpdeki kanın galeyan hali, yahu d bir duygudur ki sahibini intikam almaya sevk eder. Şeytanın vesveselerinden olan bu his insanı normal halinden çıkarır. Kişi bâtıl sözler konuşur, kötülük yapar, kin ve düşmanlık hissi besler, belki de bazan küfre sebep olur.
Bu adam, Rasûlullah'm (s.a) verdiği cevaptan mutmain olmadığı için birkaç defa sorusunu tekrarlamış, daha faydalı bir tavsiye istediği zaman, Rasûlullah (s.a) hâline göre verdiği cevaptan daha faydalısı olmadığı için üç defa aynı cevabı vermiştir.
Gazabın üacı,herşeyin Allah'tan (c.c) olduğunu bilmek, nefsine Allah'ın gazabının daha büyük, fazl ve kereminin daha yüce olduğunu hatırlatmaktır.
Soruyu soranın hâline göre cevâp vermenin daha tesirli olacağına hadiste delil vardır.[301]
640. Ebu Ya'lâ Şeddâd b. Evs (r.a) Rasülullah'ın (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah (cc) her şeye karşı güzel muameleyi farz kıldı. Öldüreceğiniz zaman işkence yapmaksızın güzel öldürünüz. Hayvanı boğazlarken güze! boğazlayınız. Sizden biriniz hayvan keserken bıçağını bilesin, hayvana eziyet vermesin". (Müslim rivayet etmiştir).[302]
Şeddâd b. Evs, Hasan b. Sâbİt'in kardeşinin oğludur. Murakabe Bolü-mü'nde terecmesi geçmiştir.
"îhsan" bir şeyi sağlam yapmak, yahud ikram ve in'am manasınadır. îmanın kısımlarından hiçbir bölüm veya İslâm'ın erkânından hiçbir rükün yoktur ki "ihsan" ile birlikte zikrolunmuş olmasın. Bu sebeple hadisimizde ihsan "her şeye karşı" tabiriyle kayıtlanmıştır.
"Şey" kelimesi iki manaya gelmektedir.
1. Varlığı mümkün olan herşey
2. Kendisinden haber verilen ve bilinmesi sahih olan şeydir ki bu manaya göre Allah'a (txc) da "şey" demek mümkündür.
"Öldürmeyi güzel yapmak", Ölümü gerek had ve kısastan dolayı hak etmiş kimseye öldürmeyi güzel uygulayın manasınadır.
Hayvanı boğazlarken dahi ihsana riâyet emrolunmaktadır. Bilenmiş bıçağı boğaza serî şekilde sürtmek, hayvan soğumadan derisini yüzmemek, kafadan değil, boğazdan kesmek, şiddetle yatirmamak, kıbleye çevirmek gibi davranışlar ihsan cümlesindendir.[303]
641. Hz. Âİşe ıra) rivayete göre şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a) iki iş arasında tercih yapmak üzere serbest bırakıldığı zaman, günah olmadığı sürece en kolayını seçerdi. Şayeı İki İşten biri günah ise, ona en uzak kişi o olurdu. Rasûlullah (s.a) hiçbir hususta şahsı için intikam almamıştır. Ancak Allah'ın haram kıldığı şeyler çiğnendiğinde onun için İntikam alırdı". (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir).[304]
Rasûlullah (s.a) günah olmadığı sürece iki şey arasında muhayyer bırakıldığında, ümmetine kolaylık olması ve dînî hükümlerin yaşanabilir nitelikte olması için kolaylığı tercih ederdi. Allah'ın (c.c) bir ayette "Allah size kolaylık diler, zorluk istemez" (Bakara, 185) buyurması da dinin kolaylıktan ibaret olduğunu gösterir. Rasûlullah fs.a) ümmeti hakkında, iki ukubet arasında olsun, kâfirlerle harb ile cizye arasında veya ümmetinin mükellef kılınacağı ibadetlerde daima en hafifini tercih ederdi. Hatta Cebrail (a.s) ve dağlar meleği "Dilersen şu iki dağı başlarına geçirelim " dediği zaman onlan affederek "Umulur ki bu nesüden Allah'ı fec) birleyen ve ona ibadet eden kimseler çıkar" ümidiyle ceza görmemelerini tercih etmiştir. Aslında bu muhayyer bırakma Allah'tandır. Melek bir vasıtadır.
"Eğer kolay olan uraf günah ise, Rasûlullah (s.a) o şeye insanların en uzağı idi".
Allah (cc) Rasûlü'nü günah olan şeyde muhayyer bırakmaz. Belki muhayyerlik, insanlardan ge'en bir sual veya istek olduğu zamanki muhayyerliktir.
Rasûlullah (s.a} canına, malına, şahsına müteâllik konularda kimseden İntikam almazdı. Yardım da diiemezdi. Çünkü Allah'ı hakkıyla tanıyor, bütün işlerde "Fa'âl"\v\ o olduğunu müşahede ediyordu. Böyle birisinin nefsi
için başkalarından yardım alması düşünülemezdi. Bununla beraber Rasülul-lah'ın şahsına hareket eden büyük bir günaha müstehaktır. .Ancak bu kul hakkıdır. Hakkını bağışlamalıyla bu ceza düşer. Ama Allah hakkı bunun hila-fınadır.
"întihâk" hakaret maksadıyla yasaklan çiğnemek manasına gelmektedir. Kadı lyaz: "Yasaklan çiğnemek, Nebî'ye (s.a) dinde kusur bularak eziyet etmektir ki, Allah'ın haramlarını çiğnemenin ta kendisidir. Rasölullah'ın Hayber ganimeti taksiminde ridasırn hızla çekerek "Malından bana vermedin, bu taksimde Allah'ın rızası gözetilmemiştir" diyen kimseye gülümseyerek, vermelerini emretmesi olayında durum farklıdır. Bu karşı oluş, her ne kadar dînde kusursayilsa da, ya bu söyleyen kimse, bu hareketin haktan meyi hususunda bir ta'na kastetmeyip. hatası mümkün olan dünyevî bir fayda olduğuna itikad etmiştir. Veya kalbi henüz İslâm'a yeni ısınması gibi özür sebebi iledir.
Allah'ın yasaklan çiğnendiği anda, Rasûlullah (s.a) sadece Allah için intikam alırdı. Mûsâ (a.s), vekil bıraktığı kardeşi Harun'un (a.s) sakalını tutup çekerek azarlamıştı. Yine Rasûlullah (sa) kızdığı zaman sacları diken gibi kalkik olurdu. Rasûlullah'm (s.a) insanların en yumuşak olmasına rağmen AI-; lah İçin kızdığına birçok haberler işaret etmektedir.
Bu hadiste, Allah ve Rasûlü'nün ruhsat nev'inden olan hükümlerine meyimeye delil vardır.
Yİne Rasûlullah'm (s.a) dînî konularda salâbetî, hakla kâim olması, sabrı ve hilminin güzel sonuçlan söz konusudur. Güzel ahlâk da budur.
Şayet Rasûlullah (s.a) her hakkı reddetseydi, bu onun hakkında zaaf ve noksanlık olurdu. Nefsi İçin intikam almış olsaydı, sabır, hilm, eziyetleri göğüsleme gibi vasıflar kalkmış olurdu. İşlerin en hayırlısı orta yoldur[305]
642. Ibn Mes'ud'dan (ra) Rasûlullah'in (sa) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Agâh olun! Size ateşin kimi yakmayacağını bildireyim mi?". Yahut (Rasûlullah şöyle buyurdu): "Ateşe kimin haram kılındığım haber vereyim mi? Cana yakın, ağır başlı, yumuşak huylu, kolayca iş gören kimselere haram kılınmıştır". (Tirmizî rivayet etmiş ve bu hadis basendir dem iştir).[306]
"Size ateşin kimi yakmayacağını bildireyim mi?" tabirinde Allah (cc) Hz. İbrahim'e (a.s) ateşteki yakma kuvvtinİ çekip aldığı gibi bîr mana gizlidir. "Ateşe kimin haram kılındığı" tabirinde ise mutlak girişin yasak olması anlamındadır. Ancak ilk tâbir daha beliğdir. Çünkü "Şayet cehenneme girmesi/arz olsa bile ateş ona zarar vermez" demektir.
"Cana yakın"; yani İnsanlarla geçimi güzel olan demektir.
Hadisimizde, güzel ahlâkın cehennemden kunarmaya vesile olduğuna ve güzel muamelenin îmandan olduğuna işaret vardır.[307]
(Habibim) sen ütüclügu değil), kolaylığı (sağlayan yolu) tut. İyiliği emret, cahillerden yüz çevir". (A'raf, 199)
"Şimdilik sen aldırış etme, (onlara karşı) güzel (ve tatlı muamelede) bulun". (Hicr, 85)
Affetsin, aldırış etmesin. Allah'ın sizi yargılamasını sevmez misiniz?". (Nur, 22)
Onlar insanların kusurlarından af İJe geçenlerdir. Allah iyilik yapanlan sever'. (Âl-i İmran, 134)
"Bununta beraber kim sabreder, (suçlar,) örte (bağı5lar)sa W bu. hesiz ve elbet azm olunacak işlerdendir". (Şura, 43)[308]
643. Hz. Âişe'den (r.a) rivayete göre o, Nebî'ye (s.a) "Uhud savaşı gününden daha çetin bir gün geçirdin mi?" diye sordu. Rasûlullah (s.a) "Evet, kavmim (Kureyş)den gelen pek çok sıkıntıyla yüz yüze geldim. Bu sıkıtılarm en çetini Akabe günü idi. O gün ibn Abd-i Yâlîl b. KülâPe gelerek, korunmayı istemiştim de isteğime cevap vermemişti. Ben de mahzun bir şekilde oradan ayrıldım. "Karnı Saâlib" denilen yere gelinceye kadar kendime gelememiştim. (Burada) başımı (semaya) kaldırdım. Bir de ne göreyim bir bulut beni gölgesi altına almış! (Dikkatle) baktım. Cibril (a.s) onun içindeydi. Bana seslenerek şöyle dedi: "Şüphesiz Allah fcc) kavminin hakkında söylediği sözü ve (davetini) reddettiklerini duydu. Kavmin hakkında dilediğini emretmen için dağlar meleğini gönderdi" Bu esnada dağlar meleği bana selâm vererek şöyle dedi: "Ey Muhammedi Allah kavminin sana söylediği sözleri işitti. Ben dağlar meleğiyim. Emrini bana ferman buyurasın diye Rabbim beni sana gönderdi Dileğin nedir? İstersen (Mekke'yi kuşatan) şu iki dağ: (Ebû Kubeys ve Kuaykıan) başlarına geçirivereyim". Nebî (s.a) "Hayır! Aksine ben Allah'ın onların soylarından sadece Allah'a kulluk eden ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayan bir nesil çıkarmasını dilerim". (Buhârî ve Müslim rivayet etmi£Ür).[309]
Uhud gazvesi Hicretin 4. senesinde vuku buldu. Bu gazvede RasûIuUah'ın (s.a) yüzü yarıldı, dişi kırıldı. Kâfirlerin Rahib lakabıyla çağırdığı fasfk birisinin kazdığı çukura düştü. Hatta bu sebeple ölüm şayiası yayıldı. Müslümanlardan yetmiş kişi şehid düştü. Bütün bu hadiselerden dolayı o güne "şiddetli gün" denilmiştir
"İbn Abd-i Yâlîl Abd-i Külâl adı Kinâne'dir. Meğâa kısmında Feth'ul-Bârî'de Rasûlullah'îa (s.a) konuşan Abd-i Yâlîl'in kendisidir. Neseb ehline göre Abd-İ Külâl babası değil, kardeşidir, tbn-i Abd Yâlîl Sakîf kabilesinden Tâif'in ileri gelenlerindei:dır.
Mûsâ b. Ukbe ve tbn îshak'a göre; Abd-i Yâlîl'in ismi Kinâne'dir. Hicretin 10. yılı Medine'ye Tâif'den bir grupla beraber gelerek nıüslüman oldular, tbn AbdÜberr, sahabî olduğunu zikreder. Kadı lyaz İse bu grubun müslü-man olduğunu, fakat Kinane'nin muslüman olmadığını ve Rum tarafına çıkıp urada öldüğünü zikretmektedir.
Nebi(s.a), amcası Ebu Tâlib ölünce, kendisini korumaları için Tâif ehline sığındı. Onlar da, Sakif den Abd-i Yalil, Habib ve Mes'ud kardeşlere mü* nuaat ettiler. Nebî (sa) kendisini onlara arı ederek, kavminin eziyetine maruz kaldığını şikayet etti. Bunun üzerine onlar da Rasûlullah'ı (s.a) en çirkin bîr şekilde kovdular. Bu olay peygamberliğin 10. yılında vuku bulmuştu.
"Kederli idim" tabirinden anlaşıldığına göre, beşerî vasıflarından dolayı kederin peygamberlere ânz olması caizdir. Bu keder ahiretle ilgili işe övülür, dünyevî faydaları kaçırdığından dolayı ise kederlenmek yerilir.
"Karn-t Seâlib" Necİd yöresinin "mîkat" mahallidir. Karn-ı Menâzilde denilmiştir ki Mekke'ye yaya bir gün, bir gecelik mesafededir.
Rasûlullah'm (s.a) kavminden gördüğü eziyet, cefa, nefsine mütealliktir. Nefsi için olan bu hakaretleri bağışlamış, dolayısıyla azab gerçekleşmemiştir.
"Umarım" ve benzeri tabirleri Allah ve Rasûlü söylemişse kesinlik arz eder. Beyzâvî Tefsirinde bu ifadelerin kesinlik arzettiği zikredilmiştir.
Hadiste Ncbî'nin (s.a) ümmetine şefkati, aşırı sabrı ve hilmi vardır ki "Allah'ın rahmetinden dolayı Ey Muhammedi Sen onlara karşı yumuşak davrandtn" (Âl-i tmran, 159) ayetine uygundur.[310]
644. Hz. Âişe'den (ra) şöyle rivayet edilmiştir: "Rasûlullah'ın (s.a) Allah yolunda cihad haricinde herhangi bir şeye veya kadına veya hizmetçiye eliyle vurduğu sabit olmamıştır. Kendisine dokunan bir zarardan dolayı Öç almamıştır. Ancak Allah Teâlâ'nın yasaklarından bir şey çiğnendiği zaman Allah için intikam alırdı". (Müslim rivayet etmiştir).[311]
Hadiste kadın ve hizmetçi özellikte zikrolunmuştur. Çünkü bunlar dövülmesi âdeten mümkün olan kimselerdir. Âdeten dövülmesi mümkün olan kimseleri dövmekten kaçınan kimse, diğerlerini dövmekten tamamen kaçınır. Ancak Allah için cihad müstesna kılınmıştır.
Nefsi için eza ve cefa türünden herhangi bîr şeye maruz kalmış, yüzü yarılmış, dişi kırılmış, bunlardan dolayı intikam almamış, hatta "Onlara beddua et" denildiği zaman, "Allahımf Kavmime mağfiret eyle, onlar bilmiyorlar" cevabını vermiştir. Hakkını bağışlamış, ihsanını artırmış, hatta günahlarının mağfireti için dahi dua etmiştir.[312]
645. Enes'den (ra) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (sa) ile beraber yürüyordum. Üzerinde Necran malı kaim astarlı bir hırka vardı. Bu arada bir bedevi yetişerek, hırkasını süratli bir şekilde çekip aldı. Nebî1 nin (s.a) omuzuna baktım. Hırkanın astarı, süratli çekişten (dolayı) boynunda iz bırakmıştı. Bedevi "Yâ Muhammedi Yanındaki Allah'ın malından bana vermelerini emret" dedi. Rasûlullah (s.a) bedeviye yönelerek gülümsedi ve kendisine bir şey verilmesini emir buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet et-mişlerdir).[313]
"Necran" Yemen'in Hemedân beldelerinden bir beldedir. Hadisteki şahsın ismi belli değildir. Kendisi bedevî olduğu için edebe riayet etmeyerek, hırkayı şiddetli çekmiş, Rasûlullah'ın (s.a) omuzunda iz bırakmıştır.
"Yâ Muhammed"tabiri, Rasûlullah'ı (s.a) ismi İle çağırmanın haram kılınmadan önceki vakit olduğu ihtimali vardır. Bedevî bu sözü söyledikten sonra Rasûlullah (s.a) "Mal Allah'ın malı, ben de onun kuluyum" buyurdu.
"Atâ" ganimet, pey, haraç veya varisi olmayan terîkenin toplandığı şeylerden ibarettir.[314]
646. Ibn Mes'ud'dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir Sanki Rasûlullah'ı (s.a): peygamberlerden birinin hâlini anlatırken görür gibiyim. Kavmi onu dövüp kanlar içinde bırakmıştı. O eliyle yüzünden kanlan siliyor, şöyle diyordu: "Al lahıml Kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar.[315]
Hikâyede söz konusu edilen peygamber, gazabı celb eden, intikamı gerekli kılan bu halde dahi zalimi affetmiştir.
"Zira onlar bilmiyorlar" sözü, peygamberin mağfiret istemesine bir sebeptir. Zira onları bu duruma, Ncbî'nin (s.a) kadrini bilememeleri, mertebe sinin yüceliğini İdrak edememeleri düşürmüştür. Şayet bilmiş olsalardı takdir edeceklerdi.
Bu hadiste Nebî'nin (s.a) af ve bağışlama sebebiyle ahlâkının yüce oldu £una delil vardır.[316]
647. Ebu Hüreyre'den (ta) rivayete göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: "Güreşte hep yenen kişi güçlü değildir. Esas güçlü kişi, öfkelendiği anda kendisini teskin eden kimsedir". (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir).[317]
"Gazab" bilindiği gibi bir işin meydana gelmesinden dolayı kalbin alev-Ienmesidir. Bu halde gazablanılan kimseye zarar vermekten kaçınması, nefse galibiyettir. Bununla beraber affeder, öfkesini yenen İşte övülen kahramanlık budur.
Bedenî kuvvet eğer hayra yöneltilirse dinde hayırlıdır.[318]
öfkelerini yutanlar, insanlar (in kusurların)dan af ile geçenlerdir. Allah iyilik edenleri sever". (Âl-i İmran, 134)
"Bununla beraber kim sabreder, (suçları) örter (bağışlar) sa işte bu, şüphesiz ve elbet azm olunacak umurdandır". (Şûra, 43)[319]
648. Ebu Hüreyre'den (ra) rivayete göre bir adam: "Ya Rasûlallah! Benim yakınlarım var. Ben onlara gidiyorum. Onlar bana gelmiyorlar. Onlara İyilik ediyorum. Onlar bana kötülük yapıyorlar. Onlara yumuşak davranıyorum, onlar bana sefihçe davranıyorlar" dedi. Rasûlullah (s.a) "Eğer söylediğin gibi ise; onlara kızgın kül yutturmuş oluyorsun. Böyle devam eniğin sürece Allah'ın desteği seninle beraberdir" buyurdu. (Müslim rivayet etmiş ve şerhi "Sıla-i Rahim" babında geçmiştir).[320]
Hadisle, konuşma esnasında alâkayı kesene gitmek, kötülük yapana iyilik yapmak gibi hüsn-i mukabele mevcuttur. Kötülükte bulunan kimseye iyilik yapmak meşrudur. Belki o kötülük yapan kendine gelir, iyiliğe yönelir. Aksi halde Allah'tan ancak uzaklığı artar.
Bu hadiste yine eziyete sabretmeye teşvik vardır. Bu durumda böyle kimselere zafer ancak Allah'tan (c.c) olacaktır.
Allah Teâlâ "iyiliğin karşılığı ancak iyilik değil midir?" buyurmaktadır. (Rahman, 60)[321]
"... Kim Allah'ın hürmet (edilmesini emrettiği şcy)lcre tazimde bulunursa, bu Rabbi İndinde kendisi için (mahz-ı) hayırdır". (Hacc, 30)
"... Siz Allah(ın dinine, O'nun Peygamberi zîşâmn)a yardım ederseniz o da (düşmanınıza karşı) size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar". (Mu-hammed, 7)
Bu babda Afv babında geçen Âişe hadisi vardır.[322]
649. Ebu Mes'ud Ukbe b. Amr el-Bedrî'nin (ra) şöyle dediği rivayet olunmuştur: Nebî'ye (s.a) bir adam gelerek "Ben falarım namazını (süresini) uzatması yüzünden sabah namazından geri kalıyorum" dedi. Ben Rasûlullah'ı o günkü vaazındaki kızgınlığının şiddetini başka bir vaazında görmemiştim. Rasûlullah şöyle buyurdu: "Ey insanlar! İçinizde (ibadetten} usandıranlar var. Hanginiz imam olursa kısa tutsun, çünkü arkasında yaşlı, küçük ve ihtiyaç sahibi kimseler var" (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[323]
Hadiste geçen meçhul şahıs hakkında ihtilâf vardır. Bir genişe göre Hazm b. Ubeyy b. Ka'b veya Haram b. Melhân veya Süleyman b. Haris olduğu gibi, Müleyke, Selm b. Ali, Ka'b b. Ebî Hazze gibi isimler de geçmektedir. Üzerinde ittifak edilmiş isim mevcut değildir. Hafız İbn Hacer Feth'ul-Bârî'de "İs-mine vakıf olamadım" demiştir.
Hadiste şikâyete konu olan şahıs Übeyy b. Ka'b'dır. Şikâyet eden şahıs sözkonusu imamın namazı uzattığı için cemaatte bulunmayı terk ettiğinden yakınmaktadır. İmamın Muaz b. Cebel olduğu görüşü varsa da bu görüş zayıftır.'
Nebî'ye (s.a) şikâyet eden kimse, adamın ismini belirtmiştir. Ancak râvi bunu kinaye ile belirterek "Falan yüzünden" demiştir. "Falan kimse" akıllı, ilim sahibi kimseden kinayedir. Râvinin isim vermeden "Falan" diye tabir etmesi hüsn-i edebindcndir.
Rasûluilah'ın (s.a) bu hadiseye şiddetle gazab etmesi, ashabının bu gibi hususlara özen göstermelerini murad etmek içindir.
"Kadı'nm gazabh hâlde hüküm vermekten nrhyi" hakkında gelen rivayet, Rasûluilah'ın gazabh iken hüküm vermesine aykırı değildir. Çünkü Rasûluilah'ın (s.a) durumu ayrıdır. Allah'ın hükümlerini tebliğ etmede masumdur. Teşrî'de gazabın tesiri ona dokunmaz. Oysa diğer insanlar masum değildir. Gereksiz sözler söylemesi muhtemeldir.
"Namazı kısa tutsun" ifadesi rükünlere, sünnetlere riayet etmekle beraber kısaltsın manasınadır.
Hadiste, din konusunda gazabın meşru olduğuna ve insanlara sıkıntı veren konularda şikâyeti izhar etmeye delil vardır. Ayrıca cemaate gelmemenin cevazına delil vardır. Hadis, ibadetleri eda esnasında insanlara nefret veren işlerden uzak durmayı da ayrıca beyan etmektedir.[324]
650. Hz. Âişe'den (ra) rivayet edildiğine göre o şöyle dedi: Rasûlullah (s.a) bîr seferden gelmişti. Üzerinde türlü resimler olan perdeyi kapının giriş kısmına örttüm. Rasûlullah (sa) perdeyi görünce çekip yırttı, yüzünün rengi değişti. Ve "Ya Âişe! Kıyamet günü en çetin azaba uğrayacak kimseler, yaratma konusunda Allah'a benzemeye kalkanlardır" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[325]
Hadiste geçen "sefer" Beyhakî'nin rivayetine göre Tebük seferidir. Hay-ber diyenler de vardır.
Hadiste, tasvir yapan kimsenin "Kıyamet çattığı zaman Fir'avn'ın adamlarım azabın en ağırına sok" (Gafİr, 46) ayetindeki ÂI-i Fir'avn'dan daha çetin azab göreceğine dâir müşkii bir mana vardır. Taberî bunu izah sadedinde der ki; "sözkonusu musavvir, tasvirinde Allah'tan başka ibadet edilecek bir şeyi kasden yaparsa bu tehdide müstehak olur. Dolayısıyla böyle kimse kâfir olur".
Ebu'l-Velîd b. Rüşd: "Eğer bu hadis kâfir hakkında ise, İşkâl yoktur. Çünkü zaten kâfirler de Âl-i Firavn'la cehennemde beraberdir. Eğer âsi müslü-manlar hakkında varid olmuşsa, o zaman göreceği azab, diğer isyankârların azabından daha çetin olur. Bu, ma'siyetin büyüklüğüne dolayısıyla delâlet etmektedir. Firavun, ulûhiyet davasına kalkanların göreceği azabtan daha çetin azab görür. Ona küfürde tâbi olanların göreceği azab, daha çetin bir azabtır ve fışkında tâbi olanlardan daha şiddetlidir. İbadet (tapmak) içfn canlı resim yapan kimsenin azabı, İbadet maksadıyla olmayan resimleri yapanların göreceği azabtan daha çetindir.
Yaptığı canlı resimler eğer ta'zim içinse şirk ve küfürdür.
Alimlerden bazıları hadisi umûma hamlederek, küçük-büyük, mücessem ve benzerleri eğer ruh sahibi ise tümünü haram kılmışlardır. Bazıları da hacmi olan suretlerin haram olduğunu söylemişlerdir.[326]
651. Hz. Âişe'den (r.a) rivayete göre Mahzum kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının meselesi Kureyşlilerin zoruna gitmişti. Kureyş "Bu kadın hakkında Rasûlullah (s.a) ile kim konuşabilir? Herhalde olsa olsa Rasûlullah'ın sevdiği Üsame b. Zeyd buna cesaret eder" diyerek (ona müracaat ettiler). Üsa-me de durumu Rasûlullah'a anlattı. Peygamberimiz (s.a) ona: Allah "Teâlâ-nın sınırlarından birinin kaldırılmasına aracılık mı ediyorsun?" buyurdu. Sonra kalkıp hutbe îrad ederek şöyle buyurdu: "Sizden öncekilerin helak olmaian-nm sebebi, aralarında üst seviyedeki kimse hırstzhk yapınca dokunmayıp, (alt tabakadaki) zayıf kimse hırsızlık edince ceza uygulamalarıydı. Vallahi şayet Muhammed'in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim". (Bu-hârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[327]
Hadiste geçen kadın Fatma b. Ebi'I-Esed'dir. Ebu Seleme b. Abd'il-Esed'in kardeşidir. Ümmu Amr b. Süfyan b. Abd'il-Esed olduğu da zikredilmiştir. Ancak birinci isim daha doğrudur. Hırsızlık olayı Mekke fethi esnasında cereyan etmiştir.
Hadisimize göre, hadd cezalarında dava imama ulaştıktan sonra şefaat yasaklanmıştır.
Hadiste, suçlu kimsenin şerefinin cezayı kendisinden düşüremeyeceğine şerefli ile zayıfın kanun önünde eşit olduğuna delil vardır. İnsanlar arasında muamelede farklı davranmak, ümmeti helake götüren bir zulümdür.
Böyle davaları imama ulaştırmak müstehabdır. Ancak dava konusu şahıs, zalim-şerli biriyse onu mahkemeye duyurmak vacip olur ve kendisine şefaat edilmez.
Rasûlullah'ın (sa) kendisinden hınzlık vuku bulması mümkün olmayan kızı Fatıma'yı (na) "şayet çalarsa" diye zikretmesi mübalağa içindir.[328]
652. Enes'den (r.a) rivayet edildiğine göre Nebî (s.a) bir gün kıble yönündeki duvarda tükürük gördü. Bu kendisine çok dokundu. Öyle ki sıkıntısı yüzünden anlaşılıyordu. Hemen ayağa kalktı, tükürüğü eli ile kazıdıktan sonra şöyle buyurdu: "Sizden biriniz namaza durduğu zaman, Rabbi kendisi ile kıble arasında olduğu halde ona münacaat eder. Sakın sizden biriniz kıble tarafına tükürmesin; soluna veya sol ayağı altına tükürsün. Sonra Rasûlul-lah (s.a) elbisesinin bir ucunu tuttu ve içine tükürdü, sonra katladı ve "Yahut böyle yapar" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[329]
Hadiste, Emr-i bi'1-Ma'ruf ve nehy-i an'il-Münker'in vücubuna imkân bulduğu takdirde eli ile izale etmeye delil vardır. Ayrıca hadis, mescidleri kirletmenin caiz olmadığına ve kıble tarafına hürmet etmeye, mecbur kaldığında kişinin elbisesinin bîr kenarına tükürmesinde sakınca olmadığına işaret etmektedir.
"Münâcat eder" sözü müşareket ifade eder. Kişi namazda gerek Kur'an ve gerekse zikirle Rabbinc yakarışta bulunur. Rabbi de bu yakarışı sebebi İle o kimse hakkında hayır murad eder. Çünkü Allah'ın (cc) kelâmının hissedilmesi müstahildir.
"Çünkü Rabbi onunla kıble arasındadır" sözünü Hattâbî şöyle açıklar: "Kişinin kıbleye yöneîip, Allah'ın varlığını kasdetmcsi onu Rabbİne götürür. Şu halde takdir: "O kimsenin maksûdu kendisiyle kıblesi arasındadır" veya bir muzâf takdiriyle "Allah'ın azameti, sevabı, kendisiyle kıblesi arasındadır" şeklindedir".
İmam Nevevî "Buradaki "tükürmeyiniz"şeklindeki nehiy tahrim İçindir" demiştir.[330]
'Mü'minlerden sana tâbi olanlara kanadını indir". fSuarâ. 2151
"Şüphesiz ki Allah adaleti, iyiliği, (özellikle) akrabaya (muhtaç oldukları şeyleri) vermeyi emreder. Taşkın kötülük(ler)den, münkerden, zulüm ve tecebbürden nehyeder. Size (bu suretle) öğüt verir ki, iyice dinleyip ve anlayıp tutasımz". (NahI, 90)[331]
653. İbn Ömer'den (ra) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir. "Rasülul-lah'ı (s.a) şöyle buyururken işittim: "Her biriniz çobansınız. Her biriniz yönetimi ahmdakilerden sorumludur. Devlet başkanı çobandır. Yönettiği kimselerden sorumludur. Erkek de ailesinin çobanıdır. Gözetimi altındakilerden sorumludur. Hizmetçi efendisinin malının gözeticisidir. Onlardan sorumludur. Hepiniz çobansınız. GözetiminizdekİIerden sorumlusunuz". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[332]
Hadisimiz, her bir ferdin toplum fertlerinden sorumlu olduğunu, kadının kocasının evini her türlü İhtiyaç açısından gözetmesiyle sorumlu olduğunu beyan etmektedir.
Daha geniş açıklama "Kocanın Kadın Üzerindeki Hakkı" bölümünde 285. hadiste geçmiştir.[333]
654. Ebu Ya'lâ Ma'kıl b. Yesar'dan (r.a) rivayete göre şöyle dedi. Rasû-lullah't (s.a) şöyle söylerken işittim: "Allah'ın herhangi bir topluluğu gözetimine verdiği kimse, o topluluğa hıyanet ederek ölürse, Allah ona cenneti haram kılar'. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[334]
Bir başka rivayette "öğütleriyie onları korumazsa cennetin kokusunu duyamaz" şeklindedir.
Diğer bir rivayette: "Herhangi bir idareci müslümanlann başına geçer de onlar için çalışmaz ve nasihatte bulunmazsa onlarla beraber cennete giremez" denilir. (Müslim).
Ebû Ya'iâ Ma'kil b. Yesar'ın künyesinin Ebu Abdillah veya Ebu Yesâr olduğu görüşleri de vardır. Esas adı Hassan b. Lüey b. Ka'b b. Nur b. Adnan el-Müzenî el-Basrî'dir. Bey'at-ı Rıdvan'da hazır bulundu. Basra'ya yerleşti. Ebu Ya'iâ Muâviye'nin hilâfeti sonunda veya Yezid zamanında vefat etmiştir. Rasûlullah'tan (sjt) otuzdört hadis rivayet etmiştir. Hadisteki; "Allah'ın (c.c) herhangi bir topluluğu gözetimine verdiği kimse, halkını aldattığı durumda ölürse" cümlesinde, böyle bir imamın aldatmaya devam ettiği bir anda ölümün kendisine geldiği gündür ki tevbeye vakit bulamayarak öldüğü için cennetin haram kılındığı ifade edilmektedir.
ölüm meleğini görmeden tevbe etmesi sahih ve makbuldür. Bu anda cinayet ve kusurlarından tevbe ederse bu tehdide müstehak olmaz.
"Cenneti ona haram kılar" sözü, kurtulan kimselerle birlikte oraya giremez. Eğer müslümanlara hıyanet ve aldatmayı helâl itikad ederse küfre gireceğinden, cennet ona ebedî haram olur anlamındadır.
"öğütleriyle onları korumazsa" yani onlara fayda veren konularda çalışmaz, zararlarını defetmezse demektir.
Hadis, hâkimleri fertlerin hukuku hususunda zulümden, mes'elelerin İhmâli ve hakları zayi etmekten sakındırmak tadır.
Yine hâkimlerin, halklara nasihat hususunda gayret sarfetmelerinin vü-cûbunu beyan etmektedir.[335]
655. Hz. Âişe'nin (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir. Rasûlullah't bu evimde şöyle derken işittim: "Allahım! Ümmetimin işlerini yürütmek için âmir durumunda olup da, zorluk çıkaranlara seri de zorluk göster. Her kim ümmetimin herhangi bir sorumluluk görevini yüklenir de onlara nfk ile davranırsa, sen de ona karşı rıfk ile davran". (Müslim rivayet etmiştir).[336]
Hz. Âişe'nin (ta) gerçekte Rasülullah'a (s.a) ait olan evden "Bu evimde" diye söz etmesi ifadeyi artırıcı bir durumdur. Bu ev bizzat RasûluUah'ın (s.a) defn olunduğu evdir.
Hadiste cezanın amelin cinsinden olduğuna; yani ümmete zorluk çıka-ran'kimseieri Allah'ın (cc) düşmanları musallat etmesiyle veya çeşitli azabla-ra duçar kılmasıyla cezalandıracağına delil vardır.
Nebî'nin (s.a) ümmetinin haline önem verdiği de hadisten anlaşılmaktadır.[337]
656. Ebu Hürcyre (na), rivayet olunduğuna göre Rasulullah' *n (s.a) şöyle buyurduğunu söylemiştir: "isrâıloğuUannı peygamberler idarfi ediyordu. Bİr peygamber vefat edince, bir başka peygamber idareci olurdu. Artık benden sonra peygamber yoktur. Halifeler bulunur, sayılan da çok olacaktır" Ashab "Bize uymak hususunda ne buyurursunuz Yâ Rasûlallah?" deyince Rasûlullah (sa) "Onlara sırasıyla bîat ediniz. Sonra onlara karşı vazifelerinizi yerine getiriniz. Sizinle ilgili olan hakları hakkında Allah'tan isteyiniz. Muhakkak Allah (cc) onlardan, idaresi altındakilere karşı sorumluluKîannm hesabını soracaktır". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[338]
"İsrail" Allah'ın kulu manasındadır. Isrâiloğullan içinde fesd zahir olduğu zaman, Allah (cx) onların işlerini düzelten, Tevrat'tan değiştirdikleri hükümleri izale eden peygamber gönderirdi.
"Benû tsrâit" Ya'kub b. lshak b. İbrahim'in (a.s) oğullandır ki yahudi kabileleri bunlardan doğmuştur.
Hadiste, toplum için bir peygamber veya toplumun işlerini deruhte eden, onlan doğru yola iletip, zalimlerin şerrinden koruyan bir halife olmasının gerekliliğine işaret vardır. Nebî'den (s.a) sonraki hâkimler, hak üzere kâim oldukları sürece onun halifeleridir. Toplumun görevi ise hâkimlere uymak, onlara nasihat etmektir.
Hadiste yönetilenlerin idarecilerine kendilerine nfkia muamele etmelerini, işlerini îfâda gayret sarfetmelerinİ istemelerine hakkı olduğuna delil vardır. Aynca dînî İşlerin dünya işlerine takdim edilmesine de işaret vardır- Nebî (sa) dini yüceltmek, fitneyi yoketmek için idarecinin hakkına tamamen riayet etmeyi tavsiye buyurmuştur. Buna karşılık, Allah (cc) idarecilerden halka yaptıkları kusurların, taşkınlıkların hesabını soracaktır.
Nebî'nin (s j) istikbalde vuku bulacak gaybî haberleri btldinf muci-zelerindendir. Bu açıklamalar bir bir vuku bulmuştur.[339]
657. Âiz b. Amr'dan (ta) rivayet edildiğine göre kendisi Ubeydullah b. Ziyâd'm yanına gelerek ona şöyle dedi: "Oğlum! Ben Rasûlullah'ın (sa) "İdarecilerin en kötüsü; kan yürekli, sert ve şiddetle yönetenlerdir. Sakın onlardan olma!.." buyurduğunu işittim". (Müslim rivayet etmiştir).[340]
Bu hadis Müslim'in teferrüd ettiği bir hadistir. Muttefekun aleyh değildir.
lbn Ziyâd'ın hal tercemesi İyiliği Emretmek bölümünde geçmişti. Bu şahıs babasından sonra Iraklıların emîri olmuştu.
Hadisimiz idarecileri, halkı sert ve şiddet göstererek idare etmekten sa-kındırmaktadır. Aynca halkın, idarecilerine nasihat etmelerini emr-i bi'l-maruf nehy-i an'U-münker görevini îfâ etmelerini emretmektedir.[341]
658. Ebu Meryem el-EzdTden (r.a) rivayete göre bu zat, Muâviye'ye "Ra-sûlulîah'm şöyle buyurduğunu işittim" dedi: "Allah (c.c) kimi müslümanların herhangi bir işine vazifeli kılar da, o kimse onların dertlerine, ihtiyaçlarına, darlıklarına karşı sorumluluğunu yerine getirmezse kıyamet günü Allah (c.c) onların dertlerine, ihtiyaçlarına darlıklarına bakmaz" Bunun üzerine Muâviye halkın ihtiyaçlarını sorup lesbit etmesi için bîrini görevlendirdi. (Ebu Dâvud ve Tirmİzî rivayet etmişlerdir).[342]
Ebu Meryem el-Ezdî'nin (r.a) nisbesi hususunda ayrıca "Kindi" olduğunu söyleyenler de vardır. "Ezdî" olduğu da söylenmiştir. Bir görüşe göre bu râvi Ebu Meryem eI-Gassânî*den başkasıdır. Bir başka görüşe göre bu zattır, ancak buradaki "Errffnisbeti daha şahindir. Çünkü lbn Mende Ebu Meryem es-Selûlî'nin hayatında bu şahsın "Jfr/Ktf "olduğunu söyler. Çünkü "Selûl" kabilesi Kinde'den bir kabiledir. Bu itibarla hadisimizin râvisi Kin-deli değildir "Buşahsın ismiAmrb. Mürreel-Cühenî'dir" demiştir.
Hadiste, ihtiyaç, dert, fakr olmak ürere üç haslet zikrolunmuştur ki aralarında basit farklılıklar mevcuttur.
İhtiyaç, zaruret derecesine varmayan, fakat insanın önem verdiği şeydir. İnsan onu elde edemezse noksanlık olur.
Dert, bunun biraz fevkindedir. Ama yine zaruret noktasına varmamıştır. Fakr, tam darlık demektir.
Ceza amelin cinsindendir. Halkının ihtiyaçlarını umursamayan idarecilerden Alîah (c.c) fazl ve nimetini men'eder. Aynca idarecilere, halka perde olup, işlerini gözetmemelerini yasaklamaktadır.[343]
"Şüphesiz ki Allah adaleti, iyiliği, akrabaya muhtaç olduktan şeyleri) vermeyi emreder". (Nah!, 90)
"(Her İşinizde) adaJetfle hareket) edin. Allah şüphesiz ki âdil olanı sever' (Hucurât, 9)[344]
659. Ebu Hüreyre'den (r.a) rivayete göre Nebî (s.a) şöyle buyurmuştur. "Yedi grup insan vardır ki Allah Teâlâ onları kendi (arşının) gölgesinden başka hiçbir gölgenin olmadığı o günde (kıyamet) gölgelendirir. Bu insanlar şunlardır: Adaletli idareci, gençliğini Allah'a ibadetle geçiren genç, kalbi camilere bağlı olan kimse, Allah İçin birbirini seven, bu sevgiyle bir araya gelip-aynlan iki kimse, güzel ve varlıklı bir kadm tarafından zinaya çağmldıgı halde "Hayır ben Allah'dan korkarım" diyen kimse, sağ elinin verdiğini sol eli duymayacak derecede gizli sadaka veren, yalnız başına Allah'ı zikredip, gözleri yaşaran kimse". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[345]
Hadisin şerhi için 377 nolu hadise bakınız.[346]
660. Abdullah b. Amr b. Âs (r.a) Ras.ûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Adaletle iş yapan kimseler Allah katında nurdan minherlerde olacaklardır. Onlar gerek hükmederken, gerek ailelerine karşı ve gerekse gözetimindeki kimselere adaletle davranırlar". (Müslim rivayet etmiştir).[347]
"Minberler" sözü yüksek mevkilerden kinayedir.
Şüphesiz bu fazilet dünyevî oîsun, uhrevî olsun her işinde adaleti gözeten kimseler içindir.
"Nurdan minberler" terkibinden murad kıyamet günüdür. Adalet saht-bİ kimseler nurdan minberlerde, Allah'ın (cc) gölgesinde olduğu halde otururlar. İnsanlar İse hatalarına göre terlere batmış bir durumda iken onlar emniyet içinde olurlar.[348]
661. Avf b. Malik (r.a) Rasûlullah'ı şöyle buyururken işittiğini söyledi: "İdarecilerinizin en hayırlısı, sîzin sevdiğiniz ve onların da sizi sevdiği, kendilerine hayır duada bulunup, onların da sizler için hayır duada bulunduğu kimselerdir. İdarecilerinizin en kötülerine gelince, siz onlardan nefret edersiniz. Onlar da sizden nefret ederler. Siz onlara lanet edersiniz, onlar da size lanet ederler". Rasûlullah'a (s.a) "Yâ Rasûlallah, onlara karşı gelmeyelim mi?" dedik. Rasûlullah (s.a) "Size namaz kıldırdıkları sürece hayır! Size namaz kıldırdıkları sürece hayır!" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir).[349]
Hadisteki "Onları seversiniz, onlar da'sizisever" cümlesinin manası şudur. Sİzi güzel idare etmeleri sebebiyle onları seversiniz. Onlar da sizi sever ve size dua eder. Çünkü sizler Allah'ın emrine bağlı kalır ve yasaklarından kaçınırsınız. Burada "Muhabbet" iki taraf arasındaki bir bağdır.
"Onlara lanet edersiniz"', yani onlara kötü davranışlarından dolayı rahmetten uzak olmaları için beddua edersiniz. Burada belli bir kimseye Jânet etmenin caiz olduğu manası yoktur. İnsanların idarecilerle olan münâsebetlerinde lanet etmek veya beddua etmek âdetlerinden olduğu için hadiste zik-rolunmuştur. Yoksa meşru olduğunu ifade,için değil.
"Size namaz kıldırdıkları sürece hayır!" cümlesinde namazın büyüklüğüne deül vardır.Sanki namazı terk etmesi sebebiyle Ubâde'nin (r.a) "Ancak apaçık bir küfür gördüğün zaman müstesna" hadisine göre, küfür gibi muâ-haze edilir.
Emr-i Afa'ruf bölümünde: "Onlar/a savaşalım mı Yâ Rasûlallah?" diye sormalarına karşılık Rasûlullah'ın (s.a) "Hayır, size namaz kıldırdıkları sürece savaşmayın" buyurması yukarıdaki hadisi desteklemektedir.
Hadis-i şerifte, idarecileri halkına karsı adaletle muameleye teşvik vardır. Halkın da idarecilere masiyet olmayan tüm islerinde onlara itaat etmesinin ve idarecilerle halkın birbirlerine nasihat etmelerinin sevgi ve ülfeti cel-bedecegine, böylece emniyet ve bolluğun hâkim olacağına işaret vardır. İslâm'ın kurallarını ikame edip, açıktan küfrünü izhâr etmedikleri sürece onlara itaat etmeye, karsı olmamaya da delâlet vardır.[350]
662. Jyaz b. HimSr'dan (m) rivayet olunduğuna göre Rasûlullah'ı (sj) jöyle buyururken isirmiştir: "Cennet ehli üç gruptur. Adil ve başarılı idareci, yakınlarına ve müslümanlara karsı ince kalbli ve merhametli kimse, çoluk cocuk sahibi olduğu halde tok gözlü olan kimse". (Müslim rivayet etmiştir).[351]
Hadisteki "Cennet ehli üç sınıftır" sözündeki sayı, usülcülere göre muteber değildir. Üç ile yetinilmesi konuşulduğu zamanki durumun gereğidir.
Hadis-i şerifte, Stla-i Rahim yapmaya işaret vardır.
"Müteaffif iffetli olmada mübalağa yapmaktır ki bu da kesb ile olur. Dolayısıyla insanın yaradılıştan gelen ahlâkî yönleri devamlı gayret ederek gelişip, olgunlaşır.
Hadisimizde, dilenmekten kaçınıp, çalışıp, kazanarak rızk elde etmeye teşvik vardır.
Cennet ehlinin alâmetleri bu güzel vasıflarla tavsif edilmiştir.[352]
*'Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygamber'e ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin". (Nisa, 59)
Konu ite. ilgili hadisler[353]
663. İbn Ömer (r.a) Nebî'nin (s.a) söyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Müslümanın sevdiği ve sevmediği konularda masiyetle emrolunmadığı sürece idarecisini dinleyip itaat etmesi gerekir. Masiyet ile emrolundugu zaman) dinlemesi ve itaat etmesi gerekmez". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişi lerdir).
Müslümanın, idarecinin emir ve yasaklarına ister arzusuna uysun, İster uymasın boyun eğmesi gerekir. Ancak idareci masiyeti emretmişse muhalefet etmesi gerekir. Çünkü masiyet konusunda mahlûkâta itaat yoktur.[354]
664. Ibn Ömer'den (r.a) rivayete göre o şöyle demiştir: Rasûlullah'a (s.a) biat ettiğimiz zaman bize "Takat getirebileceğiniz hususlarda" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[355]
Biat'da müslümanlar canlarım ve mallarını, Rasûİullah'ın (s.a) eli ile Allah'a (cc) ahiret nimetleri karşılığında satması ameliyesi vardır. Bu sebeple müşareket ifadesiyle gelmiştir.
"tstitâa" tabiri güç yetirmek manasınadır. "Gücünüz nisbetihde biat edin" cümlesinde Rasûİullah'ın ümmetine şefkati ve rahmeti mevcuttur. Bu şekilde "güçyettiği kadar" diye kayıtlanması, biata güç yetİremediği hususların dahil olmadığına işarettir. Çünkü Rasûİullah'ın (s.a) "Amellerden takat getirebildiğiniz kadar yapınız" buyurması, istitâa'nın bütün amellerde olduğunu gösterir.[356]
665. îbn Ömer'den (ta) rivayete göre o "Rasûlullah'ı şöyle buyururken işittim" demiştir. "Kim emir sahiplerine itaattan elini çekerse, kıyamette hiçbir gerekçeye sahip olmadan Allah'a kavuşur. Kim biat etmeksizin ölürse câ-hiliyc ölümü gibi Ölmüş olur". (Müslim rivayet etmiştir).[357]
Bir başka rivayette "Kim cemattan ayrı bir vaziyette ölürse câhiliye ölümü üzere ölür" buyurulmuştur.
"Emir sahiplerine itaattan el çekerse" sözünden maksad, ona boyun eğmez ve karşı çıkarsa demektir.
"El çekmek" tâbiri, itaattan vazgeçip biati iptal etme manasına mecazdır. El çekmek, ahdi bozmaktan kinaye kılınmıştır. Çünkü biat eden kimse, elini biat ettiği kimsenin eline koyarak bağlılığını sağlamaktadır.
"Kıyamette hiç bir gerekçesi yoktur" İbaresinden kastedilen İse "mazereti olmaz" anlamındadır. "Câhiliye ölümü üzere" yani dalâlet ve sapıklık üzere! Çünkü câhiliye devri insanları hiçbir emirin İtaati altına girmez, onu ayıp görür, kuvvetlisi zayıfını ezer.
"Cemaatten ayrı bir vaziyette" tabirini namazlarda cemaatten ayrılmak şeklinde îzah da mümkündür. Râfızîler gibi ki cemaate katılmayı bid'at görürler. Gerçek âdil imamların itaatma girmek ve onlara uymak istemezler. Ancak takıyye (gösteriş) olarak itaat ederler.[358]
666. Enes'den (r.a) rivayete göre o Rasülullah'm (s.a) şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Başınıza (imamete) üzüm gibi kafalı Habeşli bir köle dahi geçirilse dinleyiniz ve itaat ediniz". (Buhârî rivayet etmiştir)[359]
Hadiste "Başınıza üzüm gibi kafalı Habeşli bir köle dahi geçirilirse" sözünün anlamı; seriyye, ordu veya zekât toplayıcı gibi hususlara, idareci seçilirse itaat edin demektir. Yoksa halife manasına değildir. "İmamete geçirilirse" sözü mübalağa içindir. Bu Rasûlutlah'ın (s.a) "Kızım Fatıma dahi çalsa" sözündeki mübalağa gibidir.
Smir sahiplerinin rengine, cinsine bakmaksızın masiyet dışındaki emirlerine uyulması gerekir. Kölenin zikredilmesi itaatin vücubu için mübalağadır. Aksi takdirde kölenin köle kaldığı sürece emir tayin edilmesi caiz değildir. Çünkü hâkimlikte hür olmak şartı vardır. [360]
667. Ebu Hüreyre'den (ra) rivayete göre Rasölullah (s.a) şöyle buyurmuş-. tur: "Zenginliğinde ve fakirliğinde, beğensen de, beğenmesen de başkaları sana tercih olunduğu vaziyetlerde bile dinle ve itaat et. (Müslim rivayet etmiştir)[361]
Bütün hallerde itaat vaciptir. Velev ki bazen mükellefe zorluk vermiş olsa veya bazı haklarını zayi etse bile, umûmun menfaatini şahsî menfaate takdim etmek lâzımdır.[362]
668. Abdullah b. Ömer (r.a) bir rivayetinde şöyle demiştir: Rasûlullah (sa) ile bir seferde beraberdik. Bir yere geldik. Kimimiz çadınnı düzeltiyor, kimimiz atış tâlimi yapıyor, kimimiz de sürüsünü gözetiyordu. Bu arada Rasûlullah'm müezzini "Namaz toplayıcıdır" diye nida etti. Rasülullah'ın ya-mnda toplandık. Şöyle dedi: "Benden önceki her peygamber ümmetini, kendileri için faydalı bildiği işlere İşaret etmeyi, zararh olduğunu bildiği şeylerden sakmdırmayı bir vazife saymıştır. Şu ümmetin selâmeti, ilk devirlerinde kılınmıştır. Daha sonraki zamanlarda çirkin görecekleri bir takım belâlara duçar olacaklar, öyle fitneler gelir ki bir sonraki öncekini unutturur. Bir fitne gelir. Mü'mİn "Beni mahvedecek fitne budur" der. Sonra fitne gider. Başka bir belâ gelir. Mü'min "İşte, işte (bu beni mahvedecek)" der. Kim cehennemden uzaklaşıp, cennete girmeyi isterse Allah'a ve ahirete imân eder vaziyette ölüme kavuşsun. Kendisine yapılmasını istediği şeyleri insanlara da yapsın. Kim bir imama biat eder, elini tutup kalbini bağlarsa gücü nisbetinde itaat etsin. Bir başkası gelip, imamın elinden idareyi almaya kalkarsa boynunu vurun*. (Müslim rivayet etmiştir).[363]
Rasülullah'ın (s.a) nidâcisının "Namaz toplayladır" diye çağırması namaz vaktinde namaza çağırmadır. Bu nidaya uyarak gelip Rasûİullah (s.a) ile beraber namaz kılmışlardır. Fakat râvi buna değinmemiştir.
Bu ümmetin fitnelerden salim olması ilk zamanlardadır. Kurtubî; "Bu. devir Hz. Osman'ın (rjt) katline kadarki devirdir. Çünkü ümmetin işlerinin düzeni, dininin selâmeti bu devirde en mükemmel idi Hz Osman (rjz) öldürülünce fitne azmaya başlamıştı, kıyamete kadar da devamlılık arzedecektir" demektedir.
Yİne ilk devrin sahabe ve tabiîn devri olduğunu, fitne devrinin de bu tabakadan sonraki devir olduğunu Rasülullah'ın (s.a) "Asırların en hayırlısı benim bulunduğum asır, sonra ondan sonra gelenler, sonra ondan sonra gelenler..." sözü ifade etmektedir.
Yine Rasûİullah (s.a) "Benim ve hidayete eren raşid halifelerimin yoluna yapısınız. Azı dişlerinizle sımsıkı sarılınız" buyurmuştur ki Rasülullah'ın (s.a) nurunun tesiri ile sâİr bid'atlar, şüpheler ve fitneler azalmıştır.
"Allah'a ve ahirete îman eder vaziyette ölsün"yani îman üzere devam etsin, ölüm kendisini bu îman üzere bulsun
Hadiste idareci ve emirlerin ümmeti tehlikelerden sakındırmalarına ten-bih vardır. Nebî'nin (sa) istikbalde birbiri ardısıra zuhur edecek fitnenin sonrakinin öncekinden daha büyük olacağını haber vermesi büyük mucizelerdendir. Ki bunların vuku bulması kesindir. Hadis, fitne ve fesad cereyanlarından uzak durup bulaşmamayı da bize tavsiye etmektedir. Böyle zamanlarda îman ve hidayet yollarına yapışmak, insanlarla güzel geçinmek o kimseyi fitnenin şerrinden korur ve cehenneme düşmekten muhafaza eder. Âdil imam ile âsîlere karşı savaşmayı ve müslümanlann birliğini korumayı hadisten anlayabiliriz.
Biatin mücerred dil İle olmayacağı, el İle tokalaşarak olabileceği "Allah'ın eli onların üzerindedir" (Fetih, 10) ayetinde belirtilmiştir. Ancak bu erkekler hakkındadır. Kalb üe akdetmek, hileyi ve aldatmayı terk etmek en büyük ibadetlerdendir.[364]
669. Ebu Hüneyde Vâil b. Hucr (ra) rivayetinde şöyle demiştir: Seleme b. Yerid el-Cu'fî Rasûlullah'a (sa) şöyle sordu: "Yâ Rasûlallah! Başımıza birtakım idareciler geçer de, kendi haklarını bizden isteyip, bizim hakkımıza mâni olurlarsa ne emir buyurursunuz?" Peygamberimiz (s.a) Önce aldırış etmedi. Seleme tekrar sordu. Rasûtullah (s.a) şöyle buyurdu: "Dinleyip, itaat ediniz. İdarecileriniz kendi görevlerinden; sizler de kendi görevlerinizden sorumlusunuz". (Müslim rivayet etmiştir).[365]
Râvinin adı Ebu Hfineyde Vâil b. Hucr b. Rabîa b. Ya'mer el-Hadramî'dir. Himyer meliklerindendir. Rasûlullah'a (s.a) bir grupJa beraber gelmişti. Gelmeden ünce Rasûlıülah (s.a) ashabına "Size Hadramevt'in uzak yöresinden Vaîlb. Hucr Allah'ı {cc) ve Rasûlü'nü özteyemk, itaat ederek gelecek, o Hİmyer meliklerinin sonuncu/anndandir" diye müjde vermişti. Rasülullah'm (s.a) huzuruna girince Vaîl'e yakınlık göstererek yanma yaklaştırdı, elbisesini aitma serdi ve "Ya Allah} Vaîl'i ve oğlunu mübarek eyle" buyurarak onu minberde kendi hizasına oturtarak onu övdü. Sonra kendi beldelerine emir ta'yin etti. Ona bir arazi verdi, Rasûlullah'tan (s.a) 71 hadis rivayet etmiştir. Kû-fe'ye yerleşti. Muâviye zamanına kadar yaşadı. Sıffin muharebesinde Muâvi-ye ile beraber bulundu.
Hadis-i şerif, idareciler kusur etse bile, istikran ve ammenin maslahatım korumak için itaatin vacib olduğunu ifade etmektedir. Herkes amelinden sorumludur, kusurundan dolayı ceza görecektir.
Rasûluüah (s.a) önce soran kimseye cevap vermedi. Çünkü o anki maslahat onu gerektiriyordu. Veya ayetin nüzulüne muntazır idi.
"Dinleyiniz ve itaat ediniz" sözü, idareciler haklarınızda kusur etseler bile sizler onların hakkım veriniz anlamındadır.[366]
670. Abdullah b. Mes'ud'dan (ra) rivayete göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Benden sonra lâyık olmayan birtakım kimseler kayınlacak ve çirkin gördüğünüz birtakım işler olacak". Dçdiler ki: "Bu zamana ulaşan kimseye ne emredersiniz? Rasûlullah: "Üzerinizdeki hakkı edâ eder. Haklarınızı da Allah'tan istersiniz" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[367]
Hadiste, emir sahiplerinin, hak sahibi müslümanlar aleyhine haklarını vermeyecekleri fey, ganimet ve diğer haklarda başkalarını müslümanlara tercih edecekleri beyan buyurulmuştur.
Hadîste, zulüm etseler bile emir sahiplerine muhalefet etmenin caiz olmadığına, bilakis Allah'ın (cc) bağışına güvenmek gerektiğine delil vardır.
İdarecilerin halkın haklarını eksiksiz olarak vermesine de delil vardır.[368]
671. Ebu Hüreyre'den (ra) rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: Bana itaat eden, Allah'a itaat etmiştir. Bana âsî olan, Allah'a âsî olmuştur. Devlet başkanına itaat eden, bana itaat etmiş olur. Devlet başkanına aesi olan bana âsî olmuş olur". (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir).[369]
Bu hadis "Peygambere itaat eden Allah'a itaat etmiş olur" (Nisa, 80) ayetine uygundur.
"Bana âsî olan, Allah'a âsî olmuştur" sözü iSe "Ey Muhammedi Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki biz seni onlara bekçi göndermedik" ayetine uygundur.
"Emir" Rasûlullah'ın (s.a) vekili mesabesindedir. Oha itaat Rasûlutlah'a (sa) itaattir. Ona âsî olmak Rasûlullah'a (sa) âsî olmaktır.[370]
672. İbn Abbas'dan (r.a) rivayete göre Rasülulİah (sa) şöyie buyurmuştur: "Devlet reisinden bir karış ayrılırsa, Câhİliye ölümü gibi ölür". (Buharı ve Müslim rivayet etmişlerdir).[371]
İmam fışkından dolayı azledilmez. Ancak küfür sebebi ile azledilir. Azle sebep olmayan zulüm ve başkalarını tercih gibi durumlar karşısında halk sabreder, imamı kalben inkâr; derecesine göredir. Bir hadiste "Şehidlerin en faziletlisi Hamza'dır. Bir de zalim sultana hakkı söyleyip de öldürülen kimsedir" buyurulmuştur.
"Bir karış ayrılırsa" sözündeki karış azlıktan kinayedir. ani velev ki ar olsun isyan ederse!
İmama karşı çıkmak müslümanlan fitneye sürükleyeceğinden yasaklanmıştır.[372]
673. Ebu Bekre'den (r.a) rivayete göre şöyle demiştir: Rasûlullah'i (s.a) şöyle buyururken işittim: "Devlet reisine ihanet edeni Allah zelil kılar". (Hadis hasendir. Tirmizî rivayet etmiştir).[373]
Ebu Bekre, Nüfey b. Haris b. Kilde es-Sakafî'dir.
Hadisteki "ihanet" tabiri devlet reisinin işlerini küçümseyerek veya emrini işitip itaat etmeyerek ihanet ederse, Allah o kimseyi aziz kıldığı bu idare-ciyi zelil kılmaya çalıştığı için dünyada zelil eder. Mevlâsına âsî olduğu için de ahirette şayet affedilmezse elem verici azaba duçar kılar.
Hadis, âlimlere, idarecilere hürmet etmeye, sözlerini dinlemeye, emirlerine itaat etmeye teşvik etmekte ve onlarla alay etmeyi veya itaat etmemeyi de yasaklamaktadır.
Bu husustaki hadisler Buhârî ve Müslim'de çoktur. Bunların bazısı diğer bölümler içinde geçmiştir.[374]
"İşte ahiret yurdu! Biz onu yer(yüzü)nde tegallüb ve fesad arzusuna düşmeyeceklere veririz. (İyi) sonuç (Allah'ın ikâbından) sakınanlarındır". (Ka-sas, 83)[375]
674. Ebu Saîd Abdurrahman b. Semüre'den (r.a) rivayete göre şöyle dedi: Rasûlullah (s.a) bana "Ey Abdurrahman idareciliği isleme, çünkü sen şayet talep etmeden yönetim verilirse yardım görürsün. Fakat isteyerek vazife alırsan vazifeyle başbaşa kalırsın. Bir hususta yemin eder, başkasını daha hayırlı görürsen, hayırlısını yerine getir, yemininin keffâretinî îfâ et" buyurdu. (Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir).[376]
Râvî Ebu Saîd Abdurrahman b. Semüre b. Habib b. Abdiş-Şems b. Ab-dimenâf el-Kureşî (ra) Mekke'in felhi zamanında müslüman oldu. Nebî'ye (s.a) arkadaşlık etti. ismi Abd'ul-Ka'be iken Rasûlullah (s.a) ona Abdurrahman adını verdi. Basra'ya yerleşti. Horasan'a Hz. Osman zamanında gazaya gitti. Hicri 33 senesinde Sicistan'ı fethetti. Rasûlullah'tan (s.a) ondört hadîs rivayet etmiştir. Bir görüşe göre 51 yılında Basra'da vefat etti. Mütevâzi biri İdi.
Rasûlullah'ın (s.a) "idareciliği İsteme" sözünden anlaşılan o ki, ya râvi kendisinden görev istemiş, fakat bu isteğini hadiste zikretmemiştir veya Allah tarafından Rasûlullah'a (s.a) râvinîn bu istekte bulunacağı için geldiği bildirilmiş, bu sebeble doğrudan Efendimiz söze başlamıştır. Hadisten idareciliği talep etmenin yasak olduğu anlaşılmaktadır.
"İstemeden verilirse yardım olunursun"; yani istemeden böyle bir idareciliğe çağırılır, fakat kendisini o idarecilikte hataya düşme korkusundan dolayı ehil görmediği halde idareci olursa Allah ona yardım eder. Kısacası "Kim Allah İçin tevazu gösterirse, Allah onu yüceltir".
Fakat kim idareciliği hırsla isterse onunla baş başa bırakılır. Allah'tan yardım almadığı için helak olur. idarecilik meşakkattan hâlî değildir. Akıl sahibi kimsenin böyle bir talepte bulunmaması gerekir. Ancak görev verilirse Allah (cc) o kimseye yardım va'detmektedir.
Ma'siyet Üzerine yemin etse veya yemin ettiği fiil fayda bakımından daha faydalı olursa yeminini bozması müstehabdır.
Yeminini bozan kimseye keffâret gerekir. Bu ya köle azad etmek veya on fakiri sabah akşam doyurmak veya giydirmektir. Eğer fakir ise üç gün oruç tutar.
Yeminin keffâretini bozduktan sonraya te'hir etmek efdaldir. Fakat önceye almak da caizdir.[377]
675. Ebu Zerr'den (ra) rivayete göre o şöyle demiştir: Rasûlullah bana "Ya Ebâ Zerr! Seni zayıf görüyorum. Kendim için arzu ettiğimi senin için de arzu ediyorum. Sakın! tki kişiye bile olsa idareci olma. Yetim malına yaklaşma" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir).[378]
Eğer bir kimse kendisinde idareciliğin yükünü kaldırabilme hususunda bir zayıflık görürse bu görevi İstemesi haramdır. Yetim malını korumaya ve ondan haksız olarak yememeye teşvik vardır. İslâm umumun menfaatine ve yetim malına özen göstermiştir.
Rasûlullah'ın (s.a) Ebu Zerr'e (r.a) "Seni zayıf görüyorum" sözü, yöneticilik vazifelerini îfâ etmesi açısındandır. "Aksi halde idareci olursan hakkını veremezsin ve günaha düşersin" diyerek acze düşmekten sakındirmıştır.[379]
676. Ebu Zerr (r.a) şöyle demiştir: Rasûhıllah'a (s.a) "Beni devlet memurluğuna tayin etmez misin?" dedim. Omuzlarıma eliyle vurarak şöyle dedi: "Ey Ebu Zerr! Sen zayıf birisin. Bu (idare) bir emanettir. Onu hakkı ile yürütenler hariç (bu vazife) kıyamette pişmanlık ve rüsvaylıktir". (Müslim rivayet etti).[380]
Ebu Zerr'e Rasûlullah'm (s.a) "Sen zayıfsın " buyurmasının sebebi, hiç şüphesiz Ebu Zerr'in (r.a) yaşayış hali, dünyayı hakir görüp, ondan tamamen yüz çevirmesi idi. Bu sebepten dolayı dünyevî menfaatler ve dünya mallarına önem vermiyordu. Dînî maslahatları düzenleyen hususlara riâyete dikkat etmiyordu. Şüphesiz Ebu Zerr (r.a) zühd anlayışında ileri gitmişti. Hana zekâtı verilmiş olsa bile mal toplamanın haram olduğuna fetva vermişti. Rasûlul-lah (s.a) bu hâlini bildiği için ona nasihatta bulunarak, onu idarecilikten ve yetim malının gözetiminden alıkoydu.
"Kıyamette pişmanlık ve rüsvayltktir" sözünün anİamı şudur: Dünyada emanet olan bu yöneticiliğin hakkı verilmezse, ifrat ve tefrite varılırsa o zaman pişmanlık ve rüsvaylık olur.
Buradaki pişmanlık ve rüsvaylık idareciliğe ehil olan, fakat adaleti gözetmeyen kimseye veya ehil olmayana hamlolunur. Eğer ehil olan kimse adaleti gözetirse, onun için büyük ecir ve mükafat vardır. Ve o Allah'ın gölgesinde gölgelenecek yedi sınıftan biridir. Kurtubî'ye göre bu âdil idareci şu ayetin hükmüne girer. '"Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse işte onlar Allah'ın nimetine eriştirdiği peygamberlerle, dosdoğru olanlar, şehidler ve İyilerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar". (Nisa, 69)
İdareciliğin tehlikeleri çok olduğundan dolayı vazifeye talip olmamak gerekir. Bu sebeple birçok âlim bu tür vazifelerden kaçınmışlar, bu yolda eziyetlere sabretm işlerdir.
Hadisimizde böyle görevleri, talip olana değil, talip olmayana teklif etmeye delil vardır.[381]
677. Ebu Hüreyre'den (r.a) rivayete göre Rasûluliah (s.a) şöyle buyurdu: "Sİ2 idareye arzulu olacaksınız. Halbuki o istek, kıyamet günü pişmanlık (sebebi) olacaktır". (Buhârî rivayet etti).[382]
Hadis-i şerifte, rütbelere, makamlara özellikle ehliyet şartlan taşımayan kimselerin hırs ve tamah etmelerini yasaklama vardır. Ayrıca yöneticilikte onun gereklerine uymayan kimselerin kıyamet günü hüsranla karşılayacağına da işaret vardır.[383]
"Dostlar o gün birbirine düşmandır. Takva sahipleri müstesna". (Zuh ruf, 67)[384]
678. Ebu Saîd ve Ebu Hüreyre'den (m) rivayete göre Rasûlullah (s.a) "Allah Tcâiâ'Din gerek gönderdiği bir peygamber ve gerekse tayin kıldığı devlet reisi için iki yardımcısı vardır. Biri iyiliği emreder ve ona teşvik eder. Diğer yardımcısı sise kötülüğü emreder ve ona teşvik eder. Masum ancak Allah'ın koruduğu kimsedir" buyurdu. (Buhârî rivayet etmiştir).[385]
Hadiste, idarecilerin halkı arasından takva ve emanetiyle bilinen kimselerden bir grup oluşturması, işlerinde bunlarla istişare etmesi, nasihatlanna kulak vermesi, $er ve fesadıyla bilinen kimseleri yakınından uzaklaştırmasına işaret vardır.
Hadisteki "İki yardımcısı vardır. Biri iyiliği, diğeri kötülüğü emreder" sözündeki iki yardımcıdan murad iki vezirdir. Kirmânî şöyle der: "Bu İki yardımcıdan maksad, biri Nefs-i Emmâre'dir, kötülüğü emreder. Diğeri Nefs-i Levvâme'dir, hayra teşvik eder. Çünkü birisinde melekî, diğerinde hayvani kuvvet vardır"
"Masum Allah'ın koruduğu kimsedir" cümlesinde Rasûlullah (s.a) kendisini kasdetmiştir. Çünkü diğer bir hadiste "Herkese cinlerden ve meleklerden olmak üzere iki yardımcı vekil tayin edilmiştir. Ancak Allah (c.c) Nebisine (smJ yardım ettiği için cinden olan yardımcısı müslüman olmuştur. Onu şerre çağıran kalmamıştır" buyurulmuştur. Masum olan kimsenin ümmet içinde sadece Rasûlullah olduğu bu hadisten anlaşılmaktadır.
Bir hadiste "Şüphesiz Allah (cjc) ümmetimin vesveselerini, konuşmadığı ve işlemediği sürece affetmiştir" buyurulmuştur. \ani Allah (cc) böyle kimseleri, vesveselerini fiil düzeyine çıkarmaktan korur.[386]
679. Hz. Âişe'den (ta) rivayet olunduğuna göre Rasûlullah <s.a) şöyle buyurmuştur: "Allah Teâlâ bir idareciye hayır murad ettiği zaman, onun için doğru bir yardımcı kılar. Unuttuğu zaman, hatırlatır. Hatu-larsa yardım eder. Eğer Allah bir İdareci hakkında başka şey murad ederse, ona kötü bir yardımcı kılar. Unutursa hatırlatmaz. Hatırlarsa ona yadım etmez". (Ebu Dâ-vud Müslim'in şartına uygun, ceyyid bir isnadla rivayet etmiştir).[387]
Hadiste "hayır" kelimesinin nekre zİkedilmesi, Özel ve gene! olan bütün hayra şâmil olduğuna işarettir. Kendisine bu hayır verilen kimse, dünya ve ahiret hayırlarına muvaffak kılınmıştır. Burada hayır kelimesi cennetle tefsir olunmuştur.
İdarecilerin çevresinde iyi bir grubun var olması ve o idareciyi hayra sevk ve yardım etmesi, Allah Teâlâ'nın o kimse hakkında hayır murad ettiğine ve ondan razı olduğuna delildir.
İdarecilerin kötü yardımcılar edinmekten nehyi hususunda da ayrıca delil vardır.[388]
680. Ebu Mûsâ el-Eş'arî'den (r.a) rivayete göre o şöyle demiştir: Nebî-nin (r.a) huzuruna iki amcaoğlu ile bilikte girdik. Birisi şöyle dedi: "Yâ Ra-sûlallah! Allah'ın (c.c) emrinize verdiği vazifelerden birine beni tayin etseniz". Diğeri de buna benzer söz söyledi. Rasûlullah (s.a) "Vallahi biz bu vazifeye, isteyen veya hırs gösteren hiç kimseyi tayin etmeyiz". (Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir ).[389]
Nebî'den (s.a) idareciliği isteyen kimsenin talebi ve hırsı, bu hususta İslâm'ın faydasına çalışmayacağını, bilakis nefsî emellerini gerçekleştirmek, mallarını artırmak amacı taşıdığını İş'âr etmektedir. Oysa bu hususta insanların gerek dünyevî ve gerekse uhrevî işlerini ifsad etmek vardır.
İdareciliği isteyene değil, bilakis lâyjk olan kimseye verilmesi gerektiğini hadisten anlamaktayız.[390]
681. İbn Ömer'den (ra) rivayete göre, Rasülullah (s.a) ensardan haya hakkında kardeşine nasihat eden birinin yanından geçiyordu. Şöyle buyurdu: "Onu bırak. Şüphesiz haya îmandandır1. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[391]
Hadis, hayanın faziletine ve onun îmanın kemâlinden oiduğuna işaret etmektedir. Çünkü haya sahibi kimse ma'sıyetlerdcn uzak durur. Hayası onu hayırlara sürükler. Haya insanda fıtrî bir duygudur ve edeplenmekle, şer'î hükümlere uymakla artar ve gelişir.
Buhârî'nİn rivayetinde "Sen o kadar utanıyorsun kısana bu zarar verir" ziyadesi mevcuttur.
Hafız tbn Hacer "Buradaki şahsın ismine vâkıf olamadım" demiştir
Kardeşine haya konusunda vaaz eden şahıs, fazla utanmanın kendisine zarar bile vereceğini açıklıyordu. RasûluUah (s.a) o kimseyi utanmaktan zarar görmeyeceğini ifade için uyarmıştır.[392]
682. İmran b. Huseyn'den (na) rivayete göre Rasülullah'ın (si) şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Haya yalnız hayır getirir". Müslim'in rivayeti "Hayanın tümü hayırdır" şeklindedir. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[393]
Haya ancak hayır getirir. Ancak bazı insanlara; haya sahibi kimsenin utancından dolayı hakkını savunamadiğı, kötülüğü inkâr ma'rufu emri ter-ketmesine sebep olduğu, hayası o kimseyi bazı haklarını ihlâle götürdüğü anlayışı müşkil olmuştur. Bu anlayışa İbn Salâh ve diğerleri şöyle cevap vermişlerdir. Bu tür haya, haklan aramaya mani oian gerçek haya değildir. Belki suretidir. Böyle bir durum acz, eksiklik, emanettir. Buna haya denilmesi ehl-İ örfün ifadesidir. Gerçek hayaya mecazen benzediğinden dolayı buna haya denmiştir. Gerçek haya bir olgudur ki o kimseyi çirkini bırakmaya teşvik eder ve haklının hakkını eksik vermekten men'eder.[394]
683. Ebu Hüreyre'den (ra) rivayete göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: "İman yetmiş yahut altmış şu kadar kısımdır. Bunların en faziletlisi Lâilâhe ilİâllahdiT. En alt derecesi ise eziyeti yoldan kaldırmaktır. Haya da îmandan bir kısımdır". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[395]
Hadis'deki "Lâilâhe illallah" sözünden maksad Muhammed'ur-Rasûlullah karinesi ile beraber olan Şehâdet kelimesidir. Çünkü bütün îmanın cüzleri bu kelimeden sonra gelir.
Sevap yönünden en az ve mertebece en düşük olan amel, eziyeti yoldan gidermek, gelen geçen kimseye, diken, taş, kemik gibi zarar veren şeyleri bertaraf etmektir.
îman, zarureıen bilinmesi gerekli her şeye kalben inanıp tasdik etmektir. Peygamber geldiğine inanmak gibi. Dil ile de ikrar eder. Şeriatın zahiri hükümleri, îmanı amellere İtlak etmektedir. Çünkü ameller îmanın kemâlin-dendir ve ancak îman itaatlerle tamam olur. Bu itaatlara yapışmak ve imanın kısımlarını şahsında toplamak tasdik cümlesindendİr. Nebî (sa) îmanın en faziletlisinin herkese lazım olan Tevhid olduğunu, herşeyin onun sıhhatinden sonra sahih olacağını tenbih etmişdir. tmânm en alt derecesi, müslümanlara zararı dokunan bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Bu ikisi arasında birçok çeşit vardır. Müctehid gayret ettiği takdirde onları elde edebilecektir. Bu 60 küsur çeşidin tümünü ummak gerekli değildir. Bunları bilmemek îmanı yaralamaz. Çünkü îmanın özü bellidir.[396]
684. Ebu Saîd el-Hudrî'den (ra) rivayete göre şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a) haya hususunda perde arkasındaki kızdan daha uungaçtı. Sevmediği bîr şey gördüğü zaman yüzünden anlardık". (Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir.)[397]
Rasûiulİah (s.a) hayasından dolayı konuşmaz, bilakis yüzünün rengi değişirdi de sahabe onun hoşlanmadığını anlardı.
Gerçek haya bîr ahlâkî davranıştır ki, Allah (c.c) onunla çirkin söz ve fiilleri terk etmeye ve hak sahibi kimselerin hakkını eksik vennekten men'et-meye götürür.
İmam Ebu*l-Kâsim Cüneyd (r.a) şöyle der: "Haya, kulun mevtasının nimetlerini görmesi, bu nimetlere karsı kusurlanm itiraf etmesidir. Bu ikisi arasında bu hal doğar ki o hayadır".[398]
"Bir de ahdi yerine getirin. Çünkü ahid (den dönenler) mes'uldürler" (İsra, 34)[399]
685. Ebu Saîd el-Hudrî'den (r.a) rivayete göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü Allah İndinde derece bakımından insanların en kötüsü, eşi ile cinsî temas yapan, sonra da kadının gizli yönünü ifşa eden kimsedir". (Müslim rivayet etmiştir).[400]
Hadisteki "Sırrını ifşa eden" sözü, cima esnasında ve Öncesinde vuku bulan vasıfları ayrıntılarıyla anlatmasıdır. Hadis-i şerif, böyle yapmanın zik-rolunan tehdidden dolayı büyük günah olduğuna delildir.
Kocanın karısının sırlarını ifşa etmemesi evlilik haklarındandır.[401]
686. Abdullah b. Ömer'den (r.a) rivayete göre Hz. Ömer (r.a) kızı dul kaldığı zaman şöyle anlattı: Hz. Osman (ra) ile karşılaştım. Hafsa'yı ona (evlensin diye) arz ederek, "Hafsab. Ömer'i sana nikahlıyayım" dedim. Hz. Osman "Biraz düşüneyim" dedi. Birkaç gece bekledim. Sonra bana geldi "Şu sıralarda evlenemeyeceğini" dedi. Sonra Ebu Bekir ile karşılaştım. "Hafsa'yı sana nikahlıyayım" dedim. Ebu Bekir sustu. Bana cevap vermedi. Ebu Bekir bana geldi ve şöyle dedi: "Herhalde Hafsa'yı bana teklif ettiğin zaman sana cevap vermediğim için bana darılmışsındır." Hz. Ömer "evet" dedi. Ebu Bekir "Hafsa'yı bana teklif ettiğinde sana cevap vermeyişimin sebebi, Nebî'nin (s.a) bana Hafsa'dan bahsetmiş olmasıydı. Rasûlullah'in (s.a) sırrını yayamazdım. Şayet Rasûlullah ondan vazgeçseydi, evlenmeyi kabul ederdim" buyurdu. (Buhârî rivayet etmiştir).[402]
Hafsa'nın ayrıldığı kocası Huneys b. Huzâfe'dir. Rasûlullah'ın (sa) as-habindandır. Uhud gazvesinde aldığı yaradan dolayı vefat etmiştir. Sâbikûn-dandır. (İslâm'a ilk girenlerdendir). Habeşistan'a hicret etmiştir.
Hadiste, insanın kızını hayır ve salâh ehline evlendirmek için arzetmesi-nin cevazına, Rasûlullah'ın (s.a) istediğini bilen kimsenin o kızı İstemesinin haram olduğuna delil vardır. Sırrı aşın derecede gizlemek gereklidir. Rasû-lullah'ın (s.a) zikrettiği fakat evlenmediği kadınla evlenmek caizdir. Çünkü zevcelerinden değildir.[403]
687. Hz. Âise'den (ra) rivayete göre şöyle demiştir: Bir gün Nebî'nin (sa) hanımları hep beraber yamndaydık. Bu sırada Hz. Fâttma, aynı RasÛlullahi m yürüyüşü gibi yürüyerek huzura geldi. Rasûlullah kızını görünce "Merhaba kızım" diyerek selâmladı. Sonra onu ya sağına veya sol tarafına oturttu. Sonra ona gizli birşeyler söyledi. Fâtima hüngür hüngür ağladı. Rasûlullah onun üzüntüsünü görünce, ikinci bir defa gizli birşeyler fısıldadı. Bu sefer Fâtıma'nın yüzü güldü. (Hz. Âişe Fâtima'ya şöyle der): "Rasûlullah (s.a) hanımları arasında sadece sırrını sana açtığı halde ağladın" dedim ve Rasûlul-iah (s.a) kalktığı zaman "Sana ne söyledi?" diye sordum. Bana "Rasûlul-lah'ın sırrını asla ifşa edemem" dedi. Rasülullah (s.a) vefat edince ben "(Analık) hakkı için Rasülullah'ın sana söylediği o sırn bana söyleyeceksin" dedim. Fânma (na) "Evet şimdi söyleyeyim" dedi: "Bana ilk gizli sözünde; "Her sene Cibril benimle Kur'an-ı bir defa-veya iki defa okurdu. Ancak bu defa iki kere mukabelede bulundu. Bundan ecelimin yaklaştığını anlıyorum. Allah'tan sakın ve sabreyle, ben senin için iyi bir öncüyüm" diye haber verdi. (Bu sözlerinden dolayı) gördüğün gibi ağlamıştım. Benim Üzüntümü görünce ikinci defa bana fısıldayarak "Yâ Fâttma! Mümin kadınların veya bu ümmetin kadınlarının hanımefendisi olmaktan razı olmaz mısın?" buyurdu. (Bunun üzerine) gördüğünüz gibi güldüm" dedi. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir. Bu Müslim'in metnidir).[404]
Hadiste, günahdan uzak olma şartıyla ağlamanın caiz olduğuna, Fâtıma'nın (r.a) ümmetin kadınlarının en faziletlisi olduğuna delil vardır. Ayrıca mü'min musibet anında sabreder, nîmete kavuş.ugu zaman kibirlenip gururlanmaması gerekir.
Hadisteki "Sonra ona gizli bir şey söyledi" sözündeki "sonra" ifadesinden, Rasülullah'ın o meclise önce geldiği-ve kızını karşılayıp söz ve davranışıyla onu taltif ettiği daha sonra da bu sözü gizli söylediği anlaşılmaktadır. Çünkü "sümme" terâhî İçindir.
Rasülullah'ın (s.a) Fâtıma'ya çok gizli söz söylediğini Hz. Âişe'den (r.a) dahi gizlemiş olmasından anlıyoruz. Hz. Âişe'nin (r.a) şiddetle öğrenmek istemesine Hz. Fâtıma'nın (ra) cevap vermemesi, aynı hüzün ve kedere duçar kalmaması içindir. Rasûlullah (s.a) vefat ettiği zaman tekrar Öğrenmek istemesi karşısında Hz. Fâtıma (na) söylemekte beis görmeyerek Hz. Âişe'ye cereyan eden hadiseyi haber vermiştir.
Hz. Aişe'nin sorması Rasülullah'ın (s.a) Fâtima'ya sır olarak açıkladığı iki durumu da öğrenmek için veya ilk gizli sözü bilmek içindi. Hatta Fâtıma'nın (na) "öğrenmekte hakkın var" demesi Hz. Âişe'nin mü'minierin annesi ve Rasülullah'ın zevcesi olduğu içindir.
Rasûlullah (s.a) her sene Kur'an'ı bir defa okuyor. Cibril de (r.a) aynısıy-la tekrar ediyordu. Fakat bu defa iki defa vuku bulması hem Rasülullah'ın (s.a) arz etmesi, hem de Cibril'den bizzat alması şeklinde cereyan etmiştir. Kur'an-ı Kerim, Rasûlullah (s.a) vefat etmeden yirmİgün kadar önce tamamlanmıştır.
"Allah'tan kork ve sabret"den maksad "öldüğüm zaman saç bas yol-, mak, feryad edip ağlamak gibi kadere itiraz ve hâle rıza göstermeme gibi haramları vfemfi"nıanasındadır. Önceden haber vermesi, sonra vuku bulacak dert ve hüzüne hazırlıklı olmasını iş1 ardır.
Hz. Fâtıma (r.a) ilk sözüne üzülüp ağlayınca Rasûlullah (s.a) bu üzüntü ve ağlayışına karşılık olarak sevindirici bir haber vermiş ve sabredenlerin Allah (cx) tarafından büyük sevaba lâyık olacağını bildirmiştir.
Hz. Fâtıma'nın (ra) gülmesi, şımarmak ve kendini beğenmekten uzaktır.
Ağlamak ve gülmek kaza ve kadere sabrederek olursa tabtî hal olduğu için caizdir. Rasûlullah (s.a) oğlu İbrahim'in ölümüne ağlamış "Kalb üzülür, göz yaşanr, biz ancak Rabbimizin razı olduğunu söyleriz" buyurmuştur.[405]
688. Sâbit'in (ra) Enes'den (na) rivayet ettiğine göre Enes şöyle dedi. Bir gün ben çocuklarla oynarken Rasûlullah (s.a) geldi. Bize selâm verdi. Beni bir işe gönderdi. Bu yüzden annemin yanına vaktinde gelemedim. Gelince (annem) "Niye geç kaldın?" dedi. Ben "Rasûlullah beni bir iş için gönderdi" dedim. Annem "İşi neydi?" diye sordu. Ben "Bu bir sırdır" dedim. Annem "Rasûlullah'ın sırrını hiç kimseye söyleme" dedi. Enes hadis râvisi Sâbit'e "Vallahi şayet herhangi birine söyleseydim sana söylerdim ya Sabit" dedi. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[406]
Hadiste genç çocukların mubah oyun oynamasının caiz olduğuna delil vardır.
Hadis-i şerifte Enes b. Mâlik'in (na) faziletine, emanet ve ahde vefasının doğruluğuna işaret vardır. Enes b. Mâlik'in annesinin oğlunu güzel yetiştirdiğine ve RasûluHah'ın (sa) sımnı söylememesini tavsiye ettiğine işaret vardır. Aynca kardeşlerin sırrını gizleyip ifşa etmemesi tslâmî âdab ve ahlâkî olgunluktandır.[407]
"... Bir de ahdi yerine getirin. Çünkü ahid (den cayanlar) sorumludur". (İsra, 34)
"Karşılıklı muahede yaptığınız zaman Allah'ın ahdini yerine getirin". (Nahl, 91)
"Ey iman edenler! Bağlandığınız ahidleri yerine getiriniz." (Mâide, 1)
"Ey mü'minler! 'Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz. Yapmayacağınızı söylemeniz en şiddetli bir bugz(u davet etmiş olmak) bakımından Allah indinde büyüdü". (Saff, 2-3)[408]
689. Ebu Hüreyre'den (ra) rivayete göre Rasülullah (s.a) şöyle buyurdu: "Münafıkın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler. Va'd ettiği zaman sözünde durmaz. Kendisine birşey emanet olunursa emanete hiyanet eder". (Buh&rî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[409]
Müslim'in rivayetinde: "Oruç tutsa, namaz kılsa ve müslüman olduğunu söylese de" ziyadesi vardır.
Hadisteki "Münafığın alâmeti üçtür" sözü, bu vasıfların bazan mü'minde ofanası hasebiyle müşkil görünmüştür. Buna şöyle bir cevap verilmiştir; Bu özelliklere sahip olan kimse, mutlak münafığa benzerlik arzeder. Veya bu vasıflarla kasdedilen, Rasülullah (sa) zamanındaki münafıklardır. Bunlar îman ettiklerini söyleyerek yalan söylediler. Dine yardım edeceklerini va'd edip, muhalefet ettiler.
Hattâbf de "Maksad iman n(fâkt değil, amel nifakıdır" demiştir,
Birmâvî de "Bunun en güzel îzahi; nifak ser'! bir manadır ki, küfrü gizlemek ve îmanı izhâr etmektir veya örfî manadır; için dışına uymamasıdır'' demiştir.
Hadis-i şerifteki "alâmeti üçtür" sözünün bu üç vasfın toplamı bulunduğu takdirde münafık olduğu gibi her bir vasfının birer alâmet olduğu görüsü de vardır.
Şerhi için ayrıca 201 no'lu hadise bakınız.[410]
690. Abdullah b. Amr b. Âs'dan (ra) rivayete göre Rasülullah (s.a) şöyle buyurdu: "Dört haslet vardır ki kimde bulunursa tam münafıktır. Kimde bulunursa, terkedinceye kadar bu nifak alâmeti onda bulunur. Emanete hıyanet eder, konuşurken yalan söyler, söz verince sözünü tutmaz, husûmette hadde tecavüz eder". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[411]
Hadiste "Söz verince sözünde durmaz" sözünden murad "Birisiyle bir iş üzerine anlaşır, yapmaya söz verdiği halde o şeyin hilâfına davranır" demektir.
Önceki hadiste nifak alâmetinin üç, bu hadiste dört olması arasında bir aykırılık yoktur. Çünkü aded hasr ifade etmez. Ve hüccet de değildir. İyi ahlâk îman ile bağlantılıdır. Nifak hem ferd ve hem de toplumu zarara götürür.
Hz. Ebu Bekir (ra) Câbir'in (ra) sözüne, doğruluğuna, verâsına güvenerek söylediği söze itibar etmişti. Veya Câbir (r.a) Rasûlullah'm (s.a) kendisine söz verdiğini delille isbat etmiştir. Çünkü HaÜfc'nin müslümanlann umumi malında delilsiz tasarrufa yetkisi yoktur. Velev ki ehM salâh olduğu bilinsin. Veya bundan Hz. Ebu Bekir'in (ra) haberi vardı. Bu bilgisine dayanarak Câbir'e vermiştir.[412]
691. Câbir'den (r.a) rivayete göre şöyle demiştir. Nebî (s.a) bana "Bahreyn'den ma! gelirse, sana şu kadar, sana şu kadar veririm" dedi. Neb? (s.a) vefat edinceye kadar Bahreyn'den mal gelmemişti. Nihayet Bahreyn'den mal gelince Hz. Ebu Bekir (ta) "Rasûlullah'm (s.a) kime verilmiş sözü veya borcu varsa gelsin" diye îlan ettirdi. Ben de Ebu Bekir'e geldim. Kendisine 'Nebî (s.a) bana söyle şöyle vaadde bulundu" dedim. Ebu Bekir (r.a) bunun üzerine bir avuç (dinar veya dirhem) bana verdi, saydım; beşyüz kadardı. Ebu Bekir bana "Bunun iki misli kadar daha al" dedi. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[413]
Hadisteki "şu kadar" tabirini, Buhârî'deki rivayette bizzat Rasûlullah {s.a) elini açıp üç kere İşaret ederek açıklamıştır.
Hadiste Hz. Ebu Bekir'in faziletini ve Rasûlullah'm (s.a) va'dettiği sözü îfâ etmesi, ayrıca Câbir'in (na) sözünü tasdikle Ebu Bekir'in (na) ona Bahreyn malını vermeye teşebbüsü zikrolunmaktadır. "Bahreyn malt" Bahreyn ehlinin cizye malıdır ki, Rasûlullah (s.a) Alâ b. Hadramî'yi bu malı almaya göndermişti. Rasûlullah (s.a) bu malı kastederek Câbir'e (ra) bir miktar mal vereceğini söylemişti. Fakat Rasûlullah (s.a) bu arada vefat etmişti. Ebu Bekir (r.a) hilâfete geçince Bahreyn malı gelmişti.[414]
"Bir kavim, özlerindeki (güzel hai ve ahlâk)ı değiştirip bozuncaya kadar Allah, şüphesiz onun (hâlini) değiştirip bozmaz". (Ra'd, 11)
"İpliğini sağlamca büktükten sonra söküp bozan kadın gibi olmayın", (NahI, 92)
"... Onlar daha evvel kendilerine kitap verilip de üzerlerinden uzun zaman geçmiş, artık kalpleri kararmış bulunanlar gibi olmasınlar". (Hadid, Î6)
"Fakat buna hakkıyla riâyet etmediler". (Hadid, 27) [415]
692- Abdullah b. Amr b. As'dan (ra) rivayete göre söyle dedi: Rasülul-lah (sa) bana "Ey Abdullah! Gece ibadet etmeye alışıp da sonradan terke-den falan kimse gibi olma..." (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[416]
Buradaki "Falan'\n kim olduğu meçhuldür. Bazı muhakkikler "Böyle makamda, ismi mübhem bırakılmış kimseyi araştırmak doğru değildir" demektedirler.
"Kıyâm'ul-Leyl" teheccüd namazıdır.
Hadiste, az olsa bile amel etmeye devam etmenin faziletine delil vardır.[417]
'Mü'minler için (şefkat) kanadını indir". (Hicr, 88)
"... Eğer (bi'l farz) kaba, katı yürekli olsaydın; onlar etrafından herhalde dağılıp gitmişlerdi bile"- (Âl-i İmran, 159)[418]
693. Adiyy b. Hatim (r.a) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a) "\arım hurma ile dahi olsa cehennemden sakınınız. Onu bulamayan kimse ise tatlı sözle korunsun" buyurmuştur. (Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir).[419]
Bu hususta Allah Teâlâ: "Şüphesiz Allah zerre ağırlığı kadar zulmetmez. Bir hasene ise onu kat kat artırır" buyurulmaktadır. Yine başka bir ayette "Kim zerre ağırlığınca hayır işlese onu görür" (Zilzâl, 7) buyurulmuştur.
Sadaka velev ki az olsun müstehabdır. Dilenciye verecek bir şey bulamadığı zaman, yumuşak bir söz veya güzel bir va'd ile savmak müstehabdır.[420]
694. Ebu Hüreyre'den (r.a) rivayete göre Nebî (sj) şöyle buyurmuştur: 'Güzel söz sadakadır". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[421]
önceden geçen uzun hadisten bîr bölümdür.
Emr-i bi'1-Maruf nehy-i an'il münker, günah olmayan güzel söz, sadakadır. Sadaka, bütün haytr nevilerine şâmildir. Her ne kadar sadaka ekseri olarak malda kullanılmışsa da, tebessüm, güzel söz ve benzerlerinin de sadaka olduğu ifade edilmektedir.[422]
695. Ebu Zerrjra) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a) bana "Hiçbir iyiliği küçük görme. Müslüman kardeşlerine güler yüz göstermeni bile.." dedi. (Müslim rivayet etmistir).[423]
Güler yüz, bâtın! yönün görüntüsüdür. Bu şekilde görünmek ona olan sevginin alâmetidir.
Hadis, mü'minler arasında karşılıklı sevgi, saygı göstermenin lüzumunu beyan etmektedir.[424]
696. Enes'dcn (ra) şöyle rivayet edilmiştin "Nebî (&a) konuştuğu zaman, anlaşılması için üç defa tekrar ederdi. Bir topluluğa uğrayıp selâm verince selâmı Uç defa tekrarlardı". (Buhârî rivayet etmiştir).[425]
Eğer makam tekrarı gerektiriyorsa Rasûlullah (sa) tekrar ederdi. Tekrar ya sözün önemine binaen veya cemaatın çokluğu ve diğer sebeplerden olur.
Hadiste "Selâmı üç defa tekrarlardı" sözü ya cemaatın çokluğundan veya bazılarının uyuması veya meşguliyetlerinden dolayı gaflette olanları uyarmak içindir,
Birmavî ise "Bu üç selâmın birincisi izin selâmı, ikincisi tahiyyet selâmı, üçüncüsü Veda selâmıdır. Bu üçü de sünnettir" der.[426]
697. Hz. Âişe'den (ra) şöyle rivayet edilmiştir. "Rasûlullah'ın (s*) sözü her dinleyicinin anlayacağı nitelikte açık seçikti". (Ebu Divud rivayet et-miştir).[427]
Hadiste Nebî'nin (s.a) fesahati ve insanlara anladığı şekilde hitabettiği-ne delil vardır. .
Hadisteki "açık seçikti" sözü hakk ile bâtılın arasını ayırdedecek kadar fasihti anlamındadır. Allah (cx) bir ayette "Doğrusu bu Kur'an kesin bir sözdür" (Tank, 13) buyurmuştur ki, bu hadis de bu ayete uygun düşmektedir.[428]
698. Cerîr b. Abdullah'dan (m) şöyle rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a) Veda hacı esnasında bana "İnsanlara dinlemelerini söyle" diyerek "Benden sonra birbirlerinizin boynunu vurarak küfre dönmeyiniz" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[429]
Hadis-i şerifte insanların arasındaki hasedleşme, bugz, aldatma gibi sebeplerden doğan ve insanı ayrılık ve çatışmaya götüren nedenlerden yasaklama vardır.
Hadisteki "Benden sonra kujre dönmeyiniz" sözünün, sonraki fiili yapma hususunda kâfirler gibi olmayınız veya ahiretteki nimete küfrân-ı nîmet etmeyiniz ya da "birbirinizin boynunu vurmayı" helâl itikâd ederek imanın zıddı olan küfre düşmüş kimse gibi olmayınız, manasına gelme ihtimali vardır.
Bu hadisin 206 no'lu hadiste ayrıca şerhi yapılmıştır.[430]
"(Insanlan) Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğüde davet et". (NahL 125)[431]
699. Ebu Vâil Şakîk b. Seleme'den (ra) rivayete göre şöyle demiştir: "İbn Mes'ud (ra) her perşembe günü bize vaaz veriyordu. Kendisine bir adam "Ey Ebu Abdurrahman! Bize her gün vaaz vermeni arzu ediyorum" dedi. îbn Mes-ud "Her gün vaaz etmekten beni alıkoyan husus sizi usandırmak endişesidir. Ben, Rasûlullah'ın bize usanç gelir endişesiyle ara ara vaaz ettiği gibi, size bu vakitlerde vaaz ediyorum" dedi. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[432]
Râvi Ebu Va'il Şakîk b. Seleme el-Esedî el-Kûfî (r.a) muhadramûndandır. Hicrî 64 de vefat etmiştir.
"îbn Mes'ud (m) vaaz veriyordu" ifadesine göre o, şer'î teklifleri ve yapılması gerekli olan şeylerin sevabı, yapılmaması gerekli olan yasaklan yapanın alacağı cezayı hatırlatıyordu.
Vaaz ve irşadda orta yolu tutmak gerekir. Çünkü İnsanın fıtratının böyle vaazları uzun uzun dinlemekten usanç duyması tabiidir. Velev ki vaiz üstün bir insan olsun. Böyle vaaz ve irşadlarda halka uygun vakitleri kollamak gerekir.[433]
700. Ebu'l-Yekzân, Ammâr b. Yâsir'den (r.a) rivayete göre şöyle demiştir: "RasûiulJah'ı (s.a) şöyle buyururken işittim: "Kişinin namazı uzun, hutbeyi kısa okuması, anlayışlı oluşuna işarettir. (Sizler de namazı uzatınız, hutbeyi kısa tutunuz". (Müslim rivayet etmiştir).[434]
Râvi Ebu'l-Yekzân, Benî Mahzûm'un mevlâsidır. Meşhur sahabîdir. Be-dir'de hazır bulunmuştur. Hicri 37'de Sıffîn vak'asmda Hz. Ali (r.a) ile beraber olduğu halde şehîd edilmiştir. RasûIuUah'tan (s.a) altmış iki hadis rivayet etmiştir. Ammâr'ın (r.a) hakkında Rasûlullah'ın (s.a) medhü senada bulunduğunu birçok hadisten anlıyoruz. Bir hadiste "Kim Ammâr'a düşman olursa, Allah ona düşmanlık eder. Kim ona buğz ederse Allah ona buğz eder" buyumlm ustur.
"Namazın uzun, hutbenin kısa olması" sözüne göre fakih, asıl maksadın namaz olduğunu, hutbenin namaza bir giriş olduğunu bilir. Ve en önemli olana niyetiyle yönelir. Namaz kılmak kulun ibadetidir. İbadetin uzun oJ-ması, kullukta mübalağadır. Hutbe ise hatırlatmaktan İbarettir.[435]
701. Muâviye b. el-Hakem es-Sülemî'den (r.a) rivayet edilmiştir: Rasû-luliah (s.a) ile beraber namaz kılarken cemaatten biri hapsırdı. Ben"Yerhamükellah" diye karşılık verdim. Cemaat gözlerini bana çevirdi. Ben "Anaları evlatsız kalasüar bana niye öyle bakıyorsunuz?" dedim. Bu sefer (yanlış bir şey yapmışım gibi) elleriyle dizlerine vurmaya başladılar. Beni susturmaya çalıştıklarını görünce sustum. Rasûlullah (sa) namazı kılınca —anam babam yoluna feda olsun, ben ne ondan önce, ne de sonra öğretici olarak onun gibisini görmedim. Vallahi ne beni azarladı, ne dövdü ve ne de bana kaba söz söyledi— bana "Bu namazda insan kelâmı konuşmak doğru değildir. Namazda ancak teşbih, tekbir ve Kur'an okunur" dedi veya buna benzer sözler söyledi. Ben "Yâ Rasûhllah! Ben câhiliye devrinden yeni çıktım. Allah (cx) İslâm'ı gönderdi. Fakat hâlâ aramızda kâhinlere gidenler var" dedim. Rasûlullah (s.a) "Sen onlara gitme" buyurdu. Ben "Aramızda bazı şeyleri uğursuz sayanlar var" dedim. Rasûluliah (s.a) "Bu öyle bir şeydir ki içlerine doğar. Onunla uğraşmasınlar" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir), [436]
Râvi Muâviye b. Hakem es-Sülemî (ta) Arab kabilelerinden Benî Süleym kabil esin d endir. Şahabıdır. Medine'ye yerleşti. Rasûlullah4 tan (sji) on Üç hadis rivayet etmiştir.
Namazda aksıran kimseye "Elhamdülillah" dedikten sonra "Yerhamükellah" diyen kimsenin namazı bâtıl olur. Velev ki bu söz namazda varid olmayan zikir nev'inden olsun. Fakat namaz kılan diğer cemaatin, yapılan işi kerih gördüğünden gözlerini o tarafa çevirmeleri veya ihtiyaçtan dolayı namazda dönmesi mekruh değildir.
"Ellerini dizlerine vurmaya başladtlar'\ namazda konuşmasını daha kerih görünce cemaat bu hareketi yaptı. Fakat zahir olan izah şudur: Vurmayı üç kere takrarlamadılar. Çünkü bir rükünde üç hareket namazı ifsad eder. Amei-i kesîr olmadığı için namaz bâtıl olmamıştır.
Namazda insan kelâmı konuşmakla namaz bâtıl olur. Şöyle ki normal olarak kendisinin işiteceği kadar konuşması bu hükme dahildir. Bu konuşma anlaşılsın anlaşılmasın namazı bozar. Konuşma iki harf veya maksadı anlaşılmayan yalancı kelime olsun, namazın maslahatına taalluk ederse namazı iptaî eder, kısaca kelâm hem mana ve hem de lügavî açıdan olsun namazı bozar. İtibar, kelâmın asgarî bina edildiği iki harf de bu hükme dahildir. Ancak namaz kılan kimsenin Nebî'ye (sa) bir söz veya fiil veya daha çoğu ile icabet etmesi vaciptir. Nebî'nin (sa) şerefinden dolayı namaz bâtıl olmaz. Bundan dolayı namaz kılan "Esselâmu aieyke eyyühennebU" demekle emrohin-muştur. Ana-babaya icabet etmek namazı bozar. Bu hususlarla ilgili diğer konular fıkıh kitaplarında genişçe yer almaktadır.
Namazda sözün haram kılınması bu ümmetin özellik lerindendir. tbn Ara-bî şöyle der: tsrâiloğullannda namazda konuşmak mubah, oruçta yasaktı. Bizim dinimizde bunun aksi varid olmuştur. Benî İsrail'de Cüreyc kıssası diye bilinen hadiste, namazda Cüreyc'in anasına cevap vermemesi ayıp telâkki olundu. Çünkü namazda konuşma mubahtı.
Ancak dinimizde, namazda teşbih, tekbir, Kur'an kıraati gibi uygun sözler söylemekte beis yoktur.
Rasûlullah'ın (sa) Muâviye'ye namazı iade etmesini emretmemesi; yeni müslüman olan kimsenin, velev ki müslümanlarla beraber olsun namazda haram olduğunu bilmeden konuşması halinde namazını iade etmeyeceğine delildir. Veya böyle bir kimsenin alimlerden uzak olması da özür sayılır. Veya bu namazın bâtıl olmamasının sebebi, konuşmanın az olmasıdır ki, Muâvi-ye'nin konuşması beş kelimedir. Bu çok olursa örfen namaz bâtıl olur.
Nebî (sa) kâhinlere gitmekten nehyetmiştir. Çünkü onlar gayb hakkında konuşurlar. Bazen tesadüf olarak isabet ederler. Bu sebeple fitneden korkulur. Onlar insanları birtakım kurallara uymaya mecbur tutarlar. Hattâbî "Hadis hem kâhin ve hem de arrâfa gitmeyi yasaklamıştır" der.
"Uğursuz sayma" da yasaklanmıştır. Uğursuz sayanlar kuşların yönü ile hayır ve şerri bilmek isterler. Kuşlar sağ tarafa giderlerse o işi yaparlar, sol tarafa giderlerse yapmayıp vazgeçerlerdi. Şüphesiz bu şekildeki varsayım fayda ve zarar açısından hiç bir te'sir icra etmez. Bu ancak şeytanın güzelleştirip, süslediği bir işten başka bir şey değildir. Teşe'üme (uğursuzluğa) inanmanın kişiyi meydana gelen bazı olayları Allah'tan başka güçlerin te'siriyle olduğuna inanmaya götüreceğinden sarih küfür olduğunda ulemânın icmâı vardır. Fakat bu şekilde tevehhüm veya uğursuz hal içlerine doğarsa bunlarla uğraşmamak lâzımdır. Bu takdirde günah yoktur.[437]
702. lrbâd b. Sâriye'den (na) rivayet edilmiştir: "Rasülullah (s.a) bize kalpleri ürperten, gözleri yaşartan bir vaaz verdi". (Irbâd) bu hadisi nakletti.
(Bu hadis tamamıyla Sünneti Korumayı Emir bölümünde geçti. Tirmi-zî'nin bu hadise hasen-sahih dediğini zikretmiştik).[438]
Hadisten kastedilene göre, vaazlann en güzeli herşeyi içine alan, beliğ ve faydalı olanı iken, kelâmın en hayırlısı az ve öz olanıdır. Hadisin tamamı 157 no'lu hadiste zikredilmiş ve açıklanmıştır.[439]
"... Allah'ın (has) kullan ki onlar yer (yüzünde) vakar ve tevazu İle yürürler. Kendilerine beyinsizler (hoşa gitmeyecek) laflar attığı zaman selâm(etle) de(vip) geçerler". (Furkan, 63)[440]
703. Hz. Âişe'den (ra) rivayete göre şöyle demiştir: "Ben Rasûlullah'ı (s-a) hiçbir zaman küçük dili görünecek biçimde güldüğünü görmedim. O ancak tebessüm ederdi". (Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir). [441]
Lügatte "Tebessüm" gülmenin başlangıcıdır. "Dıhk"İse dişler görünün-ceye kadar yüzün genişlemesi yayılmasıdır. Eğer sesli olup başkası tarafından duyulursa buna kahkaha denir. Sessiz olursa buna tebessüm denir.
Hadiste, gülmeyi azaltmanın müstehab olduğuna, çok gülmenin Ailah-tan gaflete sebep olacağına işaret vardır. Çoğu zaman çok gülmek kişinin ve-kâr ve heybetinin zül olmasına sebep olur.[442]
"Kim Allah'ın şeâirini büyük tanırsa şüphesiz ki bu kalplerin takvâsın-dandir". (Hacc, 32)[443]
704. Ebu Hüreyre'den (ta) şöyle rivayet edilmiştir. Rasûlullah'ı (sa) şöyle buyururken işittim: "Namaz vakti gelince, koşarak değil, sükûnet içinde yürüyerek geliniz. Kavuştuğunuz rekâttan (cemaatle) kılınız. Kaçırdığınız rekâtlan tamamlayınız". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[444] Müslim'in rivayetinde ifade "Sizden biriniz namaza kasdettiği zaman namazdadır" şeklindedir.[445]
Hadisteki "Namaz" dan maksad bu hadisin Buhârî1 nin "Cum'a" bahsinde yer alması itibariyle "Cum'a namazı olma ihtimali varsa da, umûmi namaza hamletmek daha doğru olur. Ancak bu hadis Cum'a süresindeki "Ey mü'minler! O Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allah'ı anmaya koşun." (Cuma,9) ayetinin manasına aykırı değildir. Çünkü nehyolunan, namaza koşmak ve süratli gitmektir. Emrolunan koşma ise namaza erken gelmektir.
Hadiste sektnet ve vakar sözleri geçmektedir. Sektnet davranışlarda teenni etmek ve abes işlerden kaçınmaktır. Vakar ise, yürürken gözleri haramdan korumak, sesi azaltmak ve lüzumsuz yere dönmemektir.
Namaza huşu ve vakar ile gelmek mendubdur. İnsan namaza kasdettiği zaman, fazileti o andan itibaren yazılır. Hadisten, imama yetişen kimsenin yetiştiği rekâtın o kimsenin namazının evveli olduğunu, imam selâm verince yetişen kimsenin namazını tamamlaması gerektiğini anlamaktayız.[446]
705. İbn Abbas'dan (m) şöyle rivayet edilmiştir: Hac mevsiminde arefe günü Rasüluîlah (s.a) ile beraber idik. Nebi (sa) arkadan bağırış çağırış ve birinin deveyi dövdüğünü duyunca, kamçı ile işaret ederek "Ey insanlar!... Mütevazı olunuz. İbadet telaşla sağlanamaz" buyurdu. (Buhârî rivayet etmiştir. Bir kısmını da Müslim rivayet etmiştir).[447]
Hadiste geçen olay, arefe günü güneş battıktan sonra vuku bulmuştur. Hadisimiz, ibadetleri edâ esnasında teennî ve huşu ile hareket etmeye, çünkü sekînet ve vakarın kalbin huzuruna yardım ettiğine işaret etmektedir, ibadetin sevabı huşu ve huzur-İ kalp ölçüsüne göredir.
"İbadet telaşla sağlanmaz" sözündeki "telaş"m iyilikten sayılmaması; hayvana eziyet edip, bağırmasına sebeb olması gibi mahzûrâta götürdüğü takdirdedir.[448]
"İbrahim'in (Allah indinde) şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi? Hani bunlar onun yanma girmişlerdi de 'selâm' demişlerdi. (İbrahim) de 'selâm' demiş (selâm ile mukabele etmiş); "(bunlar) tanınmamış bir zümre" demişti. Hemen (gizlice) ailesine gidip semiz bir dana getirdi de bunu onlara yaklaştırdı. "Yemez misiniz?" dedi. (Zâriyât, 24-27)
"(Lût'un) kavmi kendisine doğru (soluk soluja) koşarak yanma geldi. Onlar daha evvelden kötülükleri işlemeye alifmış kimselerdi. (Lût) "Ey kavmim" dedi: İşte kffiynnı Sizin için onlar daha temirdir Artık Allah'tan korkun, beni misafirlerim içinde küçük düşürmeyin. İçinizde aklı başında bir adam da yok mu sizin?..." (Hûd, 78)[449]
706. Ebu Hüreyre'den (ra) rivayete göre Nebî (s.a) şöyle buyurdu: "Allah'a ve ahiret güaüne îman eden kimse, misafirine ikram etsin. Allah'a ve ahiret gününe îman eden kimse akrabasını gözetsin. Allah'a ve ahiret gününe îman eden kimse ya faydalı söz söylesin veya sussun". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[450]
Misafire İkram etmek kâmil îmanın alâmetlerindendir. İkram etmek ise, güleryüz göstermek, yiyecek sunmak, misafirin hizmetiyle meşgul olmaktır. ikram çok yemek yedirmek değildir.
Sıla-i rahimde kâmil îmanın alâmetlerindendir. Akrabalara sıla, onlara ikram etmek, ziyaret etmek, onlardan ihtiyaç sahibi varsa ona yardım etmek şeklinde olur.
Az konuşmak ve iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, güzel söz söylemek de îmandandır.[451]
707. Ebu Şureyh Huveyîid b. Amr el-Huzâî (ra) şöyle dedi. Rasûlullah'i (s.a) şöyle derken işittim.
"Allah'a ve ahiret gününe kim îman ediyorsa misafirine caizesini versin. Ashab: Caizesi nedir, yâ Rasûlallah? dediler. Rasûlullah (s.a):
Bir gün, bir gece (ağırlamandır). Misafirlik üç gündür. Fazlası sadakadır." buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[452]
Müslim'in rivayetinde: "Müslûmanın, din kardeşi yanında günaha sokacak kadar, kalması doğru değildir.. Ashab:
- Onu nasıl günaha sokar ya Rasûlallah! dediler. Rasûluüah:
- ikram edecek bir şeyi olmayana misafir olmandır" buyurdu.
Ravi; Ebu Şureyh Huveyîid b. Amr (ra) Huzâî, el-Ka'bî el-Adevî'dir. Mekke'nin fethine iştirak etmiştir. Bu fetihte Benî Ka'b sancaklarından birini taşımaktaydı. Rasûlullah'tan (sa) yirmi kadar hadis rivayet etmiştir. Hicrî 68 de Medine'de vefat etmiştir.
Hadiste, misafirin caizesi, bir gün, bir gecedir, buyurulmuştur. Oysa "ziyafet üç gün" ifadesi de vardır. Bu sebeple; bir gün bir gece, bu üç günden midir? Yoksa buna İlave midir? diye ihtilaf edilmiştir.
"Bu üç güne ilavedir" diyen olduğu gibi, "bu üç günden biridir" diyenler de vardır ki, bu son izah daha uygundur. Bir kısım alimler de "Bu üç günden ilk günü ikramda mübalağa eder. Sonraki iki gün ise, normal ikramına devam eder" demişlerdir.
Müslûmanın, fakir bildiği bir kardeşinin yanında fazla kalması, o kimseyi bazen borçlanıp yalana sevkedeceginden kerih görülmüştür.
Bu husustaki hadislere gelince cidden pek çoktur. Sahihayn'da (Buhğrî ve Müslim) bu meşhurdur.[453]
"O halde kullarımı müjdele, (O kullanm ki) onlar söze (dikkatle) kulak verirler de onun en güzeline uyarlar:1 (Zümer, 17-18)
"Rabb'îeri onlara rahmetini, rızasını, onlara içinde tükenmez ve ebedi bir naîm (nimet) bulunan cennetleri müjdeler;* (Tevbe, 21).
Vaad olunduğunuz cennetle sevinin." (Fussilet, 30)
"Biz de ona çok uysal bir oğul müjdesi verdik:' (Sâffât, 10)
"Andolsun, elçilerimiz ibrahim'e müjde ile geldiler?' (Hûd, 69)
"(ibrahim'in) karısı (hizmet için) ayakta idi. (Bu söz üzerine) güldü. Biz de ona tshak'ı, tshak'ın ardından da (torunu) Yakub'u müjdeledik" (Hûd, 71)
"O mihrapta durup namaz kılarken melekler ona (şöyle) nida etti: Gerçek, Allah sana Vahya'yı müjdeler!* (Âl-i Imran, 39)
"Melekler: Ey Meryem, Allah kendinden bir kelimeyi sana müjdeliyor (lakabı) Mesih'tir!' (Âl-i Imran, 45)
Bu hususta birçok ayet vardır.[454]
708. Ebu İbrahim, bir görüşe göre Ebu Muhammed, diğer bir görüşe göre Ebu Muaviye Abdullah b. Ebu Evfâ'dan (ra) rivayete göre: Rasülullah (si) Hz. Hatice'yi, gürültü ve yorgunluktan uzak, İnciden yapılmış, cennet köşküyle müjdelemiştir. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[455]
Hadiste, hayır ile müjdelemenin müstehab olduğuna işaret vardır. Çünkü bu, müminin kalbini hoşnud eder. Hz. Hatice'nin (ra) RasûluUah'ın (s.a) ilk zevcesi ve ona ilk îman eden olması, malı ve canı ile ona yardım etmesi, onun faziletine İşarettir. Rasülullah (sa) onun hakkında:
"insanlar küfür ettiği zaman o bana îman etti Beni yalanladıkları zaman, beni tasdik etti. Beni mahrum bıraktıkları zaman bana malıyla arka Çıktı" buyurdu. Hz. Hatice (r.a) Bi'set'in 10. yılında vefat etmiştir.[456]
709. Ebu Mûsâ el-Eş*arî'den (na) rivayet edilmiştir. Kendisi (bir gün) evinde abdest alarak çıktı. Ve "Rasûtullah ile bu gün beraber olacağım" diyerek, mescide gitti. Nebî'yi (sa) sordu. Kendisine "Şu tarafa gitti" dediler. Ebu Mûsâ:
Ben de arkasından Erîs kuyusunun olduğu bahçeye soruşturarak gittim. Kapının yanında oturdum. Rasûlullah (s.a) defi hacet yaptıktan sonra abdest aldı. 'Yanına geldim. Baktım ki, Erîs kuyusu başındaki taşın ortasına oturmuş, paçalarını sıvayarak, kuyuya sarkıtmış bir vaziyetteydi. Selâm verdim. Sonra ayrıldım. Tekrar kapının yanma oturdum. Kendi kendime "Bugün Ra-sûlullah'ın kapıcısı olacağım" dedim. Bu arada Ebu Bekir gelerek kapıyı tıklattı. Ben:
Kim o? dedim. Ebu Bekir (r.a,):
Benim, dedi. Ben:
Biraz bekle, dedim. Sonra Rasûlullah'a gelerek:
Yâ Rasûlallah Ebu Bekir izin istiyor, dedim. Rasûlullah:
Ona izin. ver ve cennetle müjdele, dedi. Ben Ebu Bekir'e gelerek:
İçeri gir, Rasûlullah seni cennetle müjdeliyor, dedim. Ebu Bekir içeri girerek kuyunun yanındaki taş üzerine oturan Nebî'nin (s.a) sağına oturdu. Paçalarını sıvayarak ayaklannı RasûtuUah'ın (s.a) yaptığı gibi kuyuya saldı. Sonra döndüm. Kapının yanında oturdum. Kardeşimi abdest alıp bana yetişeceği bîr durumda geri bırakmıştım. (İçimden) "Şayet Allah (cc) kardeşimi kasdederek falan kimseye hayır dilemişse, buraya getirir" dedim. Bu arada birisi kapıyı İtiyordu. Ben:
Kim o? dedim.
Ömer b. Hattab'ım, dedi.
Biraz bekleyin, dedim. Rasûlullah'a geldim selâm verdim. Ömer b. Hattab geldi. İzin istiyor, dedim. Rasûlullah (s.a):
Ona izin ver ve cennetle müjdele, buyurdu. Hz. Ömer'e geldim.
İçeri gir, Rasûlullah seni cennetle müjdeliyor, dedim. Ömer içeri girdi. Rasûlullah'in (s.a) soluna, taş üzerine oturdu, ayaklarını aynı şekilde kuyuya saldı. Sonra döndüm. Kapının yanma oıurdum. Tekrar içimden "Allah (cc) eğer kardeşi hakkında falan kimseye hayır murad etse buraya getirir, dedim. Yine birisi gelmiş kapıyı vuruyordu,
Kim o? dedim.
Osman b. Affan, dedi.
Biraz bekleyin, dedim. Nebî'ye (r.a) gelerek haber verdim. Nebî (s.a):
Ona izin ver. Karşılaşacağı belâlarla beraber cennetle müjdele, buyurdu. Ben kapıya gelerek Osman'a (r.a):
Gir. Rasûlullah (sa) seni karşılaşacağın belâlarla birlikte cennetle müjdeliyor, dedim. Osman (r.a) girdi. Rasûlullah'm (s.a) yanındaki taşı dolu bulduğu için, karşılarındaki bir tarafa oturdu. Said b. Müseyyeb:
"Onların bu oturuşunu, kabirlerinin durumuna te'vil ettim, dedi. (Bu-hârî ve Müsiİm rivayet etmişlerdi )[457]
Bir başka rivayette: "Rasûtullah bana kapıyı korumamı emretti." Yine bu rivayette; "Hz. Osman (m) kendisine müjde verildiği zaman Allah'a hamdetti. Sonra, Allah yardımcıdır" dedi.
Hadiste, Sahabenin RasûluİIah'a (s.a) mülazemet etmeye olan hırsı söz konusu edilmektedir. Ebu Mûsâ el-Eş'arî (r.a) Rasûlullah'm (s.a) kapıcısı olmayı bizzat kendisi işlemiştir. Hatta Buhârî'nin bir başka rivayetinde "Bana bunu emretmemişti" demiştir. Fakat başka rivayetlerde Rasûlullah (s.a) "Yâ Ebu Mûsâ kapıyı bekle, kimse buraya girmesin" buyurmuştur.
Bu iki görüş "Ebu Mûsâ kapıcı olmaya karar verince Rasûlullah 'in emri tesadüfen vuku bulmuştur" şeklinde cem edilmiştir. Veya Rasûlulîah (s.a) kazâî haceti ve abdest için Ebu Musa'ya bu emri vermiş, ancak devamlı durmasını kastetmemiştir. Ebu Mûsâ ise devamlı kalmaya niyet etmiştir.
Hz. Ebu Bekir'e (ra) Rasûlullah'ın Erîs kuyusu civarında olduğu ya kendisine Nebî (sa) tarafından önceden haber verilmiş veya Ebu Musa'nın (ra) haber verme ihtimali vardır.
"Ben Ebu Bekir'im" sözünden, izin isteyen kimseye "Kim o?" denildiği zaman ismini söylemesi gerektiğine işaret vardır.
Hz. Ebu Bekir'in kuyu başında Rasülullah'm (s.a) sağma oturup ayaklarını kuyuya sarkıtmasındaki sebep, RasûluİIah'a rahatlık vermek, onun durumunu bozmamak amacıyladır.
Rasûlullah'ın (sjı) Ebu Musa'ya "Git onu cennetle müjdele" sözünden haber-i vâhidle amel etmenin cevazına işaret vardır.
Kuyu basındaki oturuş şekillerinden, kabirlerinin şekli te'vil olunmuştur. Buhârî'de Ebu Mûsâ (ra) "Bu durumu Hz. Osman'ın kabrinin onlardan ayn olacağına yordum" dedi.
Hadiste Hz. Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın (ra) faziletine ve onlann cennet ehlinden olduğuna işaret edilmektedir. Yine Rasûlullah'ın (s&) Hz. Osmanin belâya duçar olacağını haber verip, gerçekleşmesi, onun mucizesine İşaret etmektedir.
"Erîs kuyusu" Küba yakınında meşhur bir bostandır. Rasûlullah'm (s.a) Osman'a (ra) verdiği yüzük buraya düşmüştü.[458]
710. Ebu Hüreyre'nin (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir. Beraberimizde Ebu Bekir ve Ömer'in de olduğu bir grup arasında Rasûlullah'm (sa) etrafında oturuyorduk. Rasûlullah (s.a) aramızdan ayrıldı, dönmesi uzun süre gecikti. Başına bir şey gelmesinden korktuk ve birlikte kalktık. Korkuya kapılanların ilki bendim. Rasûlullah'ı (s.a) aramaya çıktım. Ensardan Neccaro-ğullarına ait bir bahçe duvarına rastladım. Kapısını bulamadım. Araştırırken bahçenin dışansmdan iç tarafa doğru akan küçük bir ark gördüm. Oradan sürünerek Rasûlullah'ın (sa) yanma vardım. Rasûlullah (sa):
Ebu Hüreyre misin? buyurdu. Ben:
Evet, yâ Rasûlallah dedim. Rasûlullah (s.a):
Burada işin ne? diye sordu. Ben:
Aramızda İdiniz. Ayrıldınız. Dönmeniz gecikti. Biz de başınıza bir hat mi geldi? diye korktuk. Ben korkanların ilki idim. Bu duvara geldim. Tilkinin sürünüşü gibi, sürünerek geldim, su insanlar da arkamda, dedim. Rasûlullah
Ey Ebu Hüreyre.diye seslenerek ayakkabılarım bana verdi. Sonra:
Şu ayakkabılarımı götür. Bu duvarın arkasındaki, kalbinden inanarak "Lâ ilahe İllallah" diye şehadet getiren kimseyi cennetle müjdele" buyurdu. Ebu Hüreyre. uzun hadisin tamamım zikretti. (Müslim rivayet etmiştir).[459]
Hadiste iman sahibinin ya ibtidâen veya cehennemde azab gördükten sonra mutlaka cennete gireceğine İşaret vardır.
Hadiste gecen "Bi'r" (kuyu) kelimesi île bostan kastedilmiştir. Böyle çoğu zaman bostan, içinde bulunduğu kuyularla isimlendirilir. Bi'r Erîs, Bi'r Bidâ'e bütün bunlar bostandırlar.
Hz. Ömer (na) bu hadisin tamamında, Nebî'ye (sa) böyle bir müjdeyi, insanlar gevşeklik göstermesinler diye vermemesini işaret etti. Rasûlullah (s.a) da buna muvafakat etti.
Hadisimiz, hayırlı bir şey ile müjdelemenin müstehab olduğuna işaret etmektedir.[460]
711. İbn Şemmâse'den (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir.
"Amr b. As (na) son nefesinde iken yanında bulunuyorduk. Yüzünü duvara çevirerek, uzun süre ağladı. Oğlu kendisine:
Babacığım. Rasûlullah (s.a) sana şu müjdeyi vemedi mi? Rasûlullah (s.a) sana şu müjdede bulunmadı mı? diye söylemeye başladı. Amr (r.a) yüzünü bize çevirerek:
Ahiret için en faziletli hazırlığımız "Lâ ilahe illallah Muhammedu'r-Rasûlullah" şehadetidir. Ben üç dönem geçirdim, öyle zamanlarımı bîliyorum ki Rasûlullah'a (s.a) benden daha çok buğz besleyen kimse yoktu; en çok arzu ettiğim şey, bir fırsatını bulup onu öldürmekti. Bu şekilde ölseydim cehennem ehlinden olurdum. Allah (c.c) İslâm'ı bana nasip edince Nebî'ye (ra) geldim ve "Sağ elini uzat sana biat edeyim" dedim. Sağ elini uzattı. Elini sıktım. Rasûlullah (s.a):
Yâ Amr sana ne oluyor, buyurdu. Ben
Şart koşmak istiyorum, dedim. Rasûlullah (sa):
Ne şart koşuyorsun? buyurdu. Ben:
Mağfiret olunmayı, dedim. Rasûlullah (s.a):
Şüphesiz Islâmiyetin, Önceki günahları sildiğini, Hicretinde, kendinden önceki günahları sildiğini, önceki suçları yok ettiğini bilmiyor musun? buyurdu. Artık bana Rasülullah'tan (s.a) daha sevimli bir kimse, ondan daha büyük birisi yoktu. Ona heybetinden, iki gözümle doyasıya bakamazdım. Onu tanıtmamı isteseler, aciz kalırdım. Çünkü kendisine (celâl ve heybetinden) tam olarak bakamadım. Eğer bu hal üzere ölseydim cennet ehlinden olduğumu umardım. Daha sonra bir takım İşlere bulaştım ki, o işlerde durumumun ne olduğunu bilmiyorum, öldüğüm zaman bana ağıt yakan, ağlayan kimse tutmayın. Beni gömdüğünüz zaman toprağı azar azar dökünüz. Sonra deve kesip etini dağılacağınız süre kabrimin yanında durunuz ki, si-zİnle yakınlık kurayım. Ve Rabb'imin elçilerine ne cevap vereceğimi düşüneyim" dedi. (Müslim rivayet etmiştir).[461]
Râvi İbn Şemmâse*nin adı Abdurrahman b. Şemmâse b. Zİ'b Ebu Amr1 dır. ölüm anında kusurlarına ve Allah'ın (cc) af etmesini ümid etmek amacıyla ağlamak caizdir, ölüm döşeğinde olan kimseyi, Allah'ın (cc) rahmetiy-le müjdelemek, gönlünü hoşnut kılmak, müstehabtır. Kâfir müslüman olunca günahları affolunur. Hacc, hicret, namaz da küçük günahlara keffârettir. Büyük günahları ancak tevbe ve istiğfar giderir, ölünün yanında feryad ederek ağlamak haramdır, ölmeden önce vasiyet etmek müstehabtır.
Kabir suali, Münker ve Nekir meleklerinin vücudiyeü hak mezhebe göre gerçektir. Definden sonra bir müddet beklemek müstehabtır. ölü, salihlerin ziyaretiyle munis olur.
Amr b. As, hayatını ve içinde bulunduğu halleri ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır.
"Rasülullah'tan daha sevgili bir kimse yoktu " sözü İmân için tamamlayıcıdır. Çünkü Rasûlullah (sa): "Sizden birisine ben, canından, malından, bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça îman etmiş sayılmaz" buyurmuştur.
"Onu vasıflandırmaya gücüm yetmezdi" sözünün manası şudur: Vasıf-lamak için dikkatli nazar etmek gerekir. Rasûlullah'ı (sa) vasfetmekten Amr b. As*a (ra) onun mehabet, celâl ve azameti mâni oluyordu.
"Cennet ehlinden olduğumu ümid ederdim" sözünden şu anlaşılmaktadır. Arif, ameli salih işlese ondan Allah korkusu ayrılmaz. Bir âyette "Rabb*-terine dönecekleri için kalbleri ürpererek vermeleri gerekeni verenler" (MüminÛn, 60) buyurulmuştur. Amr (ra) bu salih amellere sığınmadı. Bu sebeb-le kesin olarak cennetlik olduğunu söylemeyip, "ümid ederim" diyerek, kalbi üe Mevlâ'sına güvenmiş, kendisini sevdiği kimseler sınıfına atmasını ümid etmiştir. Amr (ra) cenaze arkasından ateş yakılmasını istemedi. Çünkü câhi-liye İnsanları böyle ateş yakıp, cehennemden kurtulacağını sanıyorlardı. Halbuki bu câhiliye adetiydi. Ancak ölünün fazla bekleyip değişmesi, kokusu yayılması halinde buhur için ateş kullanmak mekruh değildir. Kabrin üstüne toprağı yavaş yavaş serpmek gerekir. Kabir üzerinde oturmak caiz değildir.[462]
İbrahim bunu (aynı şeyi) oğullarına da tavsiye etti. (Torunu) Ya'kub da (öyle yaptı): Ey oğullarım, Allah sizin için (İslâm) dini(ni) beğenip seçti. O halde siz de (başka değil) ancak mtislUmanlar olarak can verin, (dedi). Yoksa ey (Yahudiler), ölüm Ya'kub'un önüne geldiği zaman siz de orada hazır mıydınız? Hayır. O, oğullarına; benden (ölümünden) sonra neye ibadet edeceksiniz^ dediği zaman; onlar: Senin tannna ve atalann İbrahim'in, İsmail'in, îshak*to, bir tek tann olan Allah'ına, İbadet edeceğiz. Biz O'na teslim olmuşuzdur, demişlerdir. (Bakara, 132-133)[463]
712. Zeyd b. Erkam (ra) hadisi ki, Rasûlullah'ın (s.a) ehli beytine ikrâm babında geçmişti. Zeyd şöyle dedi:
"Bir ara Rasûlullah (s.a) aramızda hutbe vermek üzere kalktı. Allah'a hamd-ü sena ederek va'z ve nasihatta bulundu. Sonra:
Dikkatli olun ey insanlar, ben de bir beşerim. Rabb'imin görevli meleği (Azrail)'in gelib, ona İcabet etme vakti yaklaştı. Size iki önemli şey bırakıyorum. Birincisi: "Allah'ın Kitab'i" ki, onda hidayet ve nur vardır. Allah^ in Kitabı'nı alınız. Ve ona sımsıkı yapışınız" buyurarak, ona teşvik ve rağbet kıldı. Sonra:
Ehl-İ beytim!.. Ehl-i beytim hususunda size Allah'ı hatırlatırım. (Hakların;- riayet edin) (Müslim rivayet etmiştir. Bu hadis uzunca olarak geçmişti).[464]
Hadis-i şerif, sefer ve ölüm hastalığında yakınlara, dostlara, iyilik ve hayır olan amelleri vasiyet, dînî emirlere devam etmeye teşvikin müstehab olduğunu beyan etmektedir.[465]
713. Ebu Süleyman Mâlik b. Huveyris'in (ra) rivayetine göre şöyle demiştir. Bizler, aynı yaşlardaki gençler topluluğu, Rasûhıllah'a (sa) geldik. Yanında yirmi gün kaldık. Rasûlullah (s.a) merhametli ve müşfik birisi idi. Ailelerimizi özlediğimizi zannederek, bize, ailelerimizden kimi bıraktığımızı sordu. Kendisine durumumuzu anlattık. Bize:
Ailelerinize dönünüz. Onlarla oturunuz. Onlara (dini) öğretiniz. İyiliği emrediniz. Şu namazı şu vakitte, şu namazı şu vakitte olmak suretiyle namaz kılınız. Namaz vakti gelince biriniz okusun. En büyüğünüz de imamlık yapsın, buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[466]
Buhârî'nin rivayetinde: "Beni nasıl kılarken görüyorsanız, öyle kılınız" ziyadesi vardır.
Ravi Ebu Süleyman Mâlik b. Hüveyris el-Leysî (r.a) Basrahdır. Rasûlul-lah'a (s.a) genç bir topluluk içinde iken geldi. Rasûlullah (s.a) onlara namazı Öğretti. Rasûlullah'tan (sa) onbeş hadis rivayet etti. Hicrî 94 senesinde Basra'da vefat etmiştir.
"En büyüğünüz imam olsun" sözü; en yaşlınız imam olsun demektir. Çünkü bu topluluk Rasûlullah'ın (s.a) yanında 20 gün kalıp hepsi de aynı şeyi aldılar. İlim bakımından müsavi oldular, imamlığa liyâkat açısından ancak yaş durumu bahis mevzuu olmuştur.
Beldesinde ilim tahsil edemeyen kimselerin ilim amacıyla sefere çıkmalarının vâcib olduğuna, emir sahibi kimselerin halkına halini sormalarına, hadis işaret etmektedir. Yine âlimin İnsanlara bilmediklerini öğretmesi ve onlan aydınlatması gerektiğini beyan etmektedir. Namaz için ezanın meşruiyeti ifade olunmuştur.
İmamlıkta, diğer vasıflarda müsâvîlik varsa "yaş'b itibar edilir. Aksi halde en iyi bilen takdim olunur.[467]
714. Ömer b. Hattab'ın (ra) şöyle dediği rivayet olunmuştur. Umreye gitmek için Rasûlullah'tan (s.a) izin istedim. Bana izin verdi. Ve:
Ey kardeşim, bizi de dualarında unutma" buyurdu. Şayet bütün dünya benim olsaydı, bu söz kadar beni sevindiremezdi, dedi.
Başka rivayetinde: Rasûlullah (s.a) "Bizi de duana ortak kıl ey kardeşim" buyurdu. (Ebu Dâvud ve Tirmİzî rivayet etmişlerdir. Tirmizî bu hadis için hasen ve sahih demiştir).[468]
Hadiste "Umre için izin istedim" diyen Hz. Ömer'in (r.a) sözünde, ziyâde edeb ve Rasûlullah'ın (s.a) emrine, velev ki hayır işlerinde olsun, danışma vardır.
"Bizidualarında unutma" sözü Rasûlullah'în (s.a) hem kendisini, hem de tâbîlerini kasdettiğine delildir. Veya bizzat kendisini kasdetmiştir.
Bu söz şüphesiz Hz. Ömer'in (ra) Mevlâsı yanında derecesinin yüceliğini, dolayısıyla duasının müstecâb olduğunu gösterir.
Bu hadiste, Rasülullah'ın (s.a) insanların en şereflisi olduğu halde sair müslümanlardan dua istemesi tevazuunun en belirgin misâlidir.[469]
715. Salim b. Abdullah b. Ömer'den rivayete göre, Abdullah b. Ömer (ra) sefere çıkmak isteyen birine;
Bana yaklaş, Rasûlullah'ın (s.a) bizi uğurladığı gibi, seni uğurlaya-yım. Raâülullah (s.a) şöyle uğurlardı. "Dinini, emânetini ve işlerinin sonuçlarım Allah'a ısmarlarım" derdi. (Tirmizî rivayet etmiştir. Hasen ve sahih demiştir)[470]
Hadisin râvisi Salim tabiînin büyüklerindendir. Babası Abdullah b. Ömer yedi fukâhâdan biridir.
"Rasûlullah'ın (sm uğurladığı gibi" sözünde Hz. Peygamber'in ashabını uğurlaması onun faziletinin kemâline delildir.
"Dinini... ısmarlarım" çünkü insanın seferin yorgunluğu ve zorluğu sebebiyle dînî emirlerde tesâhül göstereceği ihtimâli olduğu için "Din" zikredilmiştir. Bunun için misafire seferde kolaylık kılınmıştır.[471]
716. Abdullah b. Yezid ei-Hatmî es-Sahabî'nin (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Rasûlullah (s.a) orduyu uğurlarken:
'Dininizi, emânetinizi ve işlerinizin sonuçlarını Allah'a ısmarlarım' buyurdu." (Sahih hadistir. Ebu Dâvud ve diğerleri sahih isnadla rivayet etmiştir)[472]
"Havalim" şeklinde ilk iki vasfın müfred gelmesinin hilâfına cemî gelmiştir. Her halde burada, sâlih amelleri çoğaltmaya işaret vardır ki, bu çok amelleri toplamayı tavsiye etmiştir.
İdarecinin orduyu savaşa gönderirken uğurlaması müstehabtır.[473]
717. Enes'ten (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir. Nebî'ye (s.a) bir adam gelerek:
Yâ Rcsûlallah! Sefere çıkmak İstiyorum. Bana azık ver, dedi. Rasûlullah (Sû)
Allah (cjc) senin azığını takva kılsın buyurdu. Adam:
Artın (Yâ Rasûlallah) dediğinde, Rasûlullah (sa):
Allah günahım affetsin, buyurdu. Adam: Artır, (Yâ Rasûlallah). RasÛluilah (s.a):
Nerede olursan, Allah sana hayrı kolaylaştırsın, buyurdu. (Tirmizî rivayet ederek, hasen ve sahihtir, demiştir).[474]
Hadiste, misafirin kardeşlerine gelmesi, onların da misafire dua etmesine işaret vardır. Duayı ziyade yaparak kalbini hoşnutmeleri müstehabtır.
Önceki, Ömer (ta) hadisinde olduğu gibi, bu hadiste de önce İzin isteme vardır. Sonra nasihat talep edilmektedir.[475]
"İş hususunda onlarla müşavere et!' (Âl-i îmrân, 159)
"... Bunlann işleri aralarında müşavere (ile)dir!' (Şürâ, 38) Konu ile ilgili hadisler[476]
718. Câbir'in (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir.
Rasûlullah (sa) bize, Kur'an'dan bir sûreyi Öğretir gibi, bütün işlerde istihareyi Öğreterek şöyle buyurdu. "Sizden birisi bir işi kastettiği zaman, farz namazı haricinde iki rekât namaz kılsın. Sonra şöyle diyerek ihtiyacını arzetsin:
Alîahım... İlmin ile bana hayır kılmanı, kudretin ile beni başarılı kılmanı ister, yüce fazlından isterim. Çünkü Sen'İn gücün yeter, ben güçsüzüm. Sen bilirsin, ben bilemem; Sen gaybleri bilirsin. Allahım eğer bu işin hakkımda, dinimde, yaşayışımda, işimİo sonucunda - yahut işimin acele oîrnası veya gecikmesinde hayırlı olduğunu bilirsen (ki biliyorsun) onu bize takdir edip, kolayladır, sonra hakkımızda bereketli kıl. Eğer bu işin hakkımda, dinimde, yaşayışımda, işimin sonucunda - yahut işimin acele olması veya gecikmesinde şer olduğunu bilirsen (ki şüphesiz bilirsin) onu benden, beni de ondan uzak tut. Benim için hayır nerede ise onu takdir eyle ve beni ondan razı kıl'. (Buhârî rivayet etmiştir).[477]
"İstihâre" hayrı talep etmek manasına gelir. Namaz ve duadan ibarettir. Kul Rabb'mdan iki işten hayırlısını vermesini veya yapmak istediği işe taalluk eden arzuyu vermesini ister.
İstihare ancak mubah olan ijlerde caizdir. Farz, Vâcib, haram ve mekruhlarda istihare yoktur. Çünkü şer'i şerifin emrettiği ve yasakladığı her şeye uymak lâzımdır. İstihareye gerek yoktur. Ancak ibadeti belli vakitie meselâ haccı bu sene yapsın mı yapmasın mı şeklinde istihare yapması caizdir.
İstihare duası, namazdan sonra hamdele ve saiveknin akabinde yapılması uygundur. Bazı fakihler duam.ı, secde halinde veya teşelıhüdden sonra okunmasında bir beis görmemişlerdir.
"Sen gaybları bilensin " sözü senin ilminden hiç bir şey geri kalmaz. Mah-lukatmdan hiç kimse gaybdan bir şeyi ihSta edemez. Ancak cüzlerine muttali kılarak öğrettiğin müstesna demektir. "îşimin sonucunda veya işimin acele olması veya geç olması" gibi râvinin şüphe ederek zaptettiği sözlerin hepsini duada topluca zikretmek gerekir.
Yani Beni razı kıl, tâ ki nimetlerinden hiçbir şeyi alaya almayayım. Mah-lukatından hiç kimseye hased etmeyeyim, demektir.[478]
719. Câbir'in (na) şöyle dediği rivayet olunmuştur. "Nebî (s.a) bayram gününde evine ayrı yollardan gidip gelirdi. (Buhârî rivayet etmiştir).[479]
Bayram namazım kaçırma korkusu yoksa, gitmeyi uzun yoldan yapmak, dönüşü de kısa tutmak sünnettir. Tabii ki bu konuda ihtilaf vardır. Namaza giderken çok adım atmak sevabı çoğaltır. Dönüşte ise kurbiyyet olmadığından sevabı azdır. Veya kıyamette, gidip geldiği yol kendisine şahidlik yapması için, veya iki yol halkına teberrük için faydalıdır.
Bütan bu sebepler olmasa bile Rasûlullah'a (s.a) uymak için böyle yapmak dahi sünnettir.[480]
720. İbn Ömer'den (r.a) rivayet edildiğine göre RasûIuUah (&a) Şecere yolundan çıkar, Muarras yolundan dönerdi. Mekke'ye girdiği zaman Seniyvetü'l-Ulyâ'dan girer, Seniyyetü's-Süflâ'dan çıkardı. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[481]
"Şecereyotu'TM'l-Hüieyfc Mescidinin bulunduğu yerdir. Hacca veya gazaya bir yoldan gidip, başka yoldan gelmek müstehabtır. "el-Muarras" Medine'ye altı mil uzaklıkta bulunan bir yerin adıdır.
"Seniyye"; Mekke'de el-Muallât denilen kabristanın üstündeki yoldur.
Peygamberimiz'in (s a) Mekke'ye yukarıdaki yoldan girip, aşağıdaki yoldan çıkmasının hikmeti İbrahim'in (a.s) nidasının yüksek yerden yapılması sebebiyledir.
Ayrıca, Mekke'ye üst yoldan girildiğinde Kabe'yi karşılayarak girilmektedir.[482]
"Artık kitabı sağ eline verilmiş olan kişiye gelince, der ki, alın okuyun kitabımı" (El-Hâkka, 19)
"Sağcılar(a gelince): O sağcılar ne (mutludurlar. Solcular(a gelince): O solcular ne bedbahttırlar".[483]
721. Âişe'nin (na) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Her işinde, temizliğinde, taranmasında, ayakkabı giymesinde sağdan başlamak, Rasûluüah'ın (s.a) hoşuna giderdi. (Buhârî ve Müslim rivayet et-mişlerdir).[484]
Hadis-i şerifteki, bütün işlerde sağdan başlamak hayır olduğundan her şeye kıyas edilerek uygulanması müstehab kılınmıştır.
Bu hadisin mefhumundan hakir olan bütün işlerde de sol taraftan başlamanın müstehab olduğu elde edilmiştir.
Nevevî, "Sağdan başlamak, şeriatın daimi bir kaidesidir" der.
Sağ, soldan şereflidir. Abdestte her uzuv sağdan başlayarak yıkanmalıdır.[485]
722. Aişe'den (r.a) rivayete göre şöyle demiştir:
"Rasülullah'ın (s.a) sağ eli, temizliği ve yemeği içindi. Sol elini de hela temizliği ve benzeri kirli işler İçin (kullamr)dı. (Sahih hadistir. Ebu Dâvud ve diğerleri sahih isnatla rivayet etmişlerdir)[486]
Hadiste, Rasülullah'ın (s.a) sağ elini şerefli işler için, sol elini ise diğer işlerde kullandığının bildirilmesi bu şekilde hareket etmenin sünnet olduğuna delil olur.[487]
723. Ümmü Atiyye'den (r.a) rivayete göre Nebî (sa) kızı Zeyneb'in nâşı-m yıkayacaktan zaman (yıkayıcılara):
"Sağ taraftan ve abdest uzuvlarından başlayınız" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[488]
Diri, sağdan başlayarak yıkandığı gibi, mevtayı da yıkarken sağdan başlamak müstehabtır. Kadın cenazeyi kadınların yıkamasına emir vardır.
Râvi; Ümmü Atiyye, Nüseybe binti Ka'b veya b. Hâris'tir. Medinelİ'dir. Basra'ya yerleşti. Rasûlullah (s.a) zamanında kadın cenazelerini yıkardı. Ne-seb yönünden Ümmü Ammâre b. Ka'b, Ümmü Atiyye'ye benzerlik arzetmek-tedir. Ancak Sahihayn'da Ümmü Ammâre'nin hadisi yoktur. Ümmü Atiyye (ta) Rasûluüah'tan (s.a) 40 hadis rivayet etmiştir.[489]
724. Ebu Hüreyre'dçn (ra) rivayete göre, Rasûlullah (s.a):
"Sizden biri ayakkabı giyerken sağdan, çıkarırken soldan başlasın. Bu şekilde sağ ayağı önce giyilip, sonra çıkarılan ayak olsun" buyurdu. (Buhar! ve Müslim rivayet etmişlerdir).[490]
Hadis, ayakkabıyı sağdan giymeye başlamayı, çıkarırken de soldan başlamayı beyan eder. [491] .
725. Hafsa'dan (ra) rivayete göre "Rasûlullah (s.a) yemek, içmek, elbise giymek için sağını; bunun haricindeki İşlerde solunu kullanırdı." (Ebu Dâ-vud, Tirmİzî ve diğerleri rivayet etmişlerdir).[492]
Hafsa (r.a), Ömer b. Hattab'ın (r.a) kızıdır. Onun ve kardeşi Abdullah'ın annesi, Osman b. Maz'un'un (ra) kız kardeşi Zeyneb'tir. Hafsa (r.a) Muhacirlerdendir. Huneys b. Huzâfe es-Sehmî'den (ra) boşandıktan sonra, Rasûlullah (sa) İle Hicrî 2 senesinde evlenmiştir. Rasûlullah (sa) onu boşamış, fakat Cibril'in (a.s) tebliğ ettiği emir ile ona ric'at etmiştir. Bedir savaşına iştirak etmiştir. Peygamberimiz'in torunu Hasan, Muaviye'ye biat ettiği sırada Hicri 41 senesinde Medine'de vefat etmiştir.
Câmiu's-Sağîr'de "Sağ elini, yemesi, içmesi, abdesti, elbisesini giymesi, vermesi, alması için; sol elini de şâir işler için kullanırdı" buyurulmuştur.
Hadis, şerefli bütün işlerde sağdan başlamak, hakir, kıymetsiz bütün İşlerde de soldan başlamak gerektiğini ifade etmektedir.[493]
726. Ebu Hüreyre'den (r.a) rivayete göre, Rasûlullah (s.a): "Giydiğiniz zaman, abdest alırken, sağ tarafınızdan başlayınız" buyurdu.[494]
Hadis, abdestte el ve ayaklan yıkarken sağdan başlamayı, kısacası, önceki hadislerde olduğu gibi her bir azaya sağdan başlamayı, elbiseyi giyerken de sağdan başlamayı ifade etmektedir.[495]
727. Enes den (r.a) rivayete göre; "Rasûlullah (s.a) Minâ'ya geldi. Sonra Cemre (Akabe)'ye gelerek taşlarını attı. Sonra Minâ'daki kaldığı yere dönerek, deve kesti. Sonra başının sağ tarafını, sonra sol tarafını göstererek berbere, 'Tıraş-et' dedi. Daha sonra saçlarını insanlara dağıttı." (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[496]
Başka rivayette: "Cemre'yi taşladı. Sonra kurbanını keserek traş oldu. Başının sağ kısmını berbere uzattı. Berber orayı tıraş etti. Sonra Ebu Tatha el'Ensârt'yİ çağırarak saçları ona verdi Sonra da başının sol kısmını uzatarak berbere 'kes' buyurdu. Berberde o kısmı tıraşeıti Ve saçları tekrar Ebu Talha'ya vererek:
'Onu insanlara dağıt' buyurdu".
Rasûlullah (s.a) başının sağ kısmını göstererek saçlannı kesmesini söyledi. Berber Ma'mer b. Abdullah el-Adevî'dir. Cumhur'a göre saçı kesmeye başının sağ tarafından başlanması lazımdır.Ebu Hanife'ye göre saçı tıraş eden kimse sağ taraftan başlar. Tıraş olan kimsenin sol tarafına gelmiş olur.
Rasûluliah (s.a) ecelinin yalaştığına bu hac esnasında birkaç defa işaret etti. Ve "Bu seneden sonra belki beni göremezsiniz" buyurdu. Saçlarını dağıtmasının sebebi, o saçlara insanlar bakıp hatırlamalarına sebeb olsun diye bereket nev'indendir. Seleften bir topluluk o saçların Rasûlullah'ın (s.a) saçları olduğunda ittifak etmişlerdir.
Ebu Talha'nm (r.a) adı, Zeyd b. SehTdir. Enes b. Mâlik'in (r.a) üvey babasıdır. Rasûlullah (s.a) Ebu Talha'ya (u) savlarını verdi. Çünkü Rasûlul-lah'ın (s.a) Ebu lâlha'ya (na) ve ehline, diğer kimselere oranla özel bîr muhabbeti vardı. Bundan dolayı Ebu Talhara), Rasulullah'ın (s.a) kızı Ümmü Gülsüm'ün (na) kabri yanına, kocası Osman (na) hazır olduğu halde defnedilmiştir.
Hadiste, Rasâhllîah'ın (s.a) izin verdiği sınırlar dahilinde eserleriyle te- yapmanın caiz olduğu beyan edilmektedir.[497]
728. Amr b. Ebu Seleme'nin (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a) bana:
"Besmele çek, sağ elinle önünden ye" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[498]
Amr b. Ebu Seleme (r.a) Rasûluîlah'ın (ta) Ümmü Seleme'den (r.a) evlatlığıdır.
Eğer yemek bir çeşit ise önünden yemek gerekir. Eğer yemek çeşitli İse her bir taraftan yemekte bir beis yoktur.
Besmeleyle yemeğe başlamak, cumhura göre mendubtur. İçmek de böyledir.
İmam Nevevî: "Yemeğe Besmele ile başlayıp, elhamdülillah ile bitirmek mûstehabtır. Besmelenin hikmeti; bereketi celbeder. Kanaate ve aç gözlü olmamaya götürür" diyerek beyan etmiştir.
önünden yemek sünettir. Aksi halde mekruhtur. Ancak meyve ve benzeri yîycekleri yiyen kimsenin dilediğini almasında sakınca yoktur.[499]
729. Âişe'den (r.a) rivayete göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a):
"Biriniz yemek yiyeceği zaman Allah'ın ismini ansın. Eğer yemeğe başladığı zaman, Allah'ın İsmini zikretmeyi unutmuşsa, "Bismillah alâ evvelihî ve âhirihî" desin. (Ebu Dâvud ve Tirmizî rivayet etmişlerdir. Tirmizî "Ha-sen ve sahih"demiştir).[500]
Yemeğe baslarken besmele çekmek müstehabtır. "Eğer unutursa" sözünden akla ilk gelen mana "Kasten" değil, "nisyan" iledir. Çünkü genellikle, mü'min kimse yemekte besmeleyi kasten lerketmez.
Bu hadisteki "Besmeleyi unutarak terk eımek"lçn murad, Allah'ın (c.c) "Kitabı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da başkalarına mı iyiliği emredersiniz?" {Bakara, 443) âyetindeki "Başkalarına söyler fakat siz terkedersiniz" sözüne şamil olduğu ihtimali vardır.[501]
730. Câbir'den (ra) rivayet olunmuştur. Rasülullah'ı (&a) şöyle buyururken işittim:
"Kişi evine girişinde, yemek yerken, Allah'ı andığı zaman,şeytan,dostlanna:
Sizin için burada kalmak ve yemek yemek yoktur" dev. Eğer Allah'ı anmadan eve girerse, şeytan:
Kalacak yere geldiniz" der. Yemek yiyeceği zaman Allah'ı anmasa, şeytan (dostlarına):
Kalacak yer ve yemeğe ulaştınız" (Müslim rivayet etmiştir).[502]
"Kişi evine girerken" sözünden murad "beyt" kendisine dönülen yer ve bilhassa kendisine geceyi geçirmek için dönülen yer olduğu için bu ifadeyle akşam vaktindeki giriş kastedilmiş olmaktadır. Şeytanın "kalacak yer ve yemek yoktur" demesi buna delildir.
Şeytanın arkadaşlarına "Sizin için burada kalmak ve yemek yoktur" de-mesi, eve girenler için beddua kabilindendir. Ancak şe>tanın bu bedduası; "Kâfirlerin bedduası, ancak sapıklıktadır" (Ra'd, İ4) âyetince kabul edilmez. Kişi eve girerken Allah'ı (c.c) anmadığı zaman, şeytan o evde yerleşir. Velev ki, Allah'ı (cc) sonra ansın. Veya şeytanın eve yerleşmesi, o kişinin Allah'ı (cx) hiç anmamasıyİa mukayyettir.
Eve girerken, yemeğe başlarken Allah'ı (cx) zikretmek müstehabtır. Bu zikir sayesinde kişi Allah'tan gaflet etmekten uzaklaşmış olur. Çünkü Allah'tan gaflet, O'nun emrine muhalefeti, şeytanın sözüne uymayı gerektirir.[503]
731. Huzeyfe'den (r.a) rivayete göre şöyle demiştir:
"Biz Rasûlullah (s.a) île birlikte yemek yemek için bulunduğumuz zaman Rasûlullah (sa) yemeğe başlamadan, elimizi yemeğe götürmezdik. Bir defa Rasûlullah (s.a) ile yemekte bulunuyorduk. Sanki atılırcasına bir cariye gelerek elini yemeğe götürmeye çalıştı, Rasûlullah (s.a) elini tutarak mâni oldu. Sonra yine bir bedevî ansızın gelerek (yemeğe uzandı) Rasûlullah (s.a) onun da elini tutarak engel oldu. Sonra Rasûlullah (s.a):
Şeytan Allah'ın adının zikredilmemesini sağlayarak, yemeği kendisine helâl kılmayı ister, tşte bu sebeble helâl olmayı sağlamak için bu cariyeyi getirdi. Ona engel oldum. Bu defa yemeği kendisine helâl kılmak için şu bedeviyi getirdi. Ona da mâni oldum. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, şimdi şeytanın eli, bunların elleriyie beraber elimdedir" dedi. Sonra Allah'ın ismini zikrederek yemeğe başladı. (Müslim rivayet etmiştir).[504]
Hadisteki "Rasûlullah fsa) yemeğe başlamadan, biz elimizi götürmezdik" sözü sahabenin Rasûlullah'ın (s.a) yanındaki terbiyesini göstermektedir. Çünkü Hucurât sûresinde
"Ey îman edenler, Allah ve Rasûlü'nün önüne geçmeyiniz" (Hucurât, 1) buyurulmuştur.
Bundan, büyüklere karşı aynı edep ve nezaketi göstermek gerekir. sözüyle dinleyiciye, işin doğruluğunu yemin etmek müstehabdır. Rasûiullah'ın (s.a) hadisteki tavsiyeleriyle emr-i bi'î-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker'e delil vardır.
İnsanlara İslâm'da yemek ve içmek adabını Öğretmek müstehabtır.
Yemeğe Rasûlullah'tan (s.a) önce başlayan carîye ve bedevîyi Efendimiz ellerini tutup uzaklaştırdı. Çünkü "Besmele" çekmeden başladıkları için şeytan da o yemeğe ortak olacaktı. Rasûlullah (s.a) buna mâni olup, "Besmele" ile yemeğe başlamalarını sağlamıştır.[505]
732. Ümeyye b. Mahşî es-Sahabî'den (r.a) rivayete göre şöyle dedi:
"Rasûlullah (s.a) otururken, birisi yemek yiyordu. Adam önünde bir lokma kalıncaya kadar besmele çekmemişti. Lokmayı ağzına götürürken 'Bis-millâhi evveiühû ve âhiruhû" dedi. Nebi (s.a) gülümsedi. Sonra:
'Şeytan devamlı onunla yiyordu. Allah'ın ismini zikrettiği zaman, yediğini kustu' buyurdu." (Ebu Dâvud ve Neseî rivayet etmiştir).[506]
Râvi, Umeyye b- Mahşî, hadis ehli dışındaki alimlere göre sahabî olduğu belli olmadığı için "Şahabı" sözüyle vasıflanmıştır. Künyesi Ebu Abdii-lah'tır. Basrali ve Hüzâa kabilesine mensuptur. Bu hadisten başka bir hadisi bilinmemektedir.
Besmele çekilmeyen yemeğe şeytan ortak olur"evvetühû ve öhiruhû"cümlesinden murad; yemeğin bütün
"Şeytan knrnındakini kusar" sözünden alimler, kusmuk hem necis, hem de necis kılandır görüşüne rağmen, o kabı yıkamak gerekmez demişlerdir. Çünkü şeytanın kabın içine mi, dışına mı kustuğu şüphelidir. Böyle meşkûkün fin olan şeyi temizlemek gerekmez.[507]
733. Âişe'den (r.a) rivayete göre şöyle demiştir:
"RasûluIJah (s.a) ashabından altı kişiyle birlikte yemek yiyordu. Bir be-devî gelerek İki lokmada yemeği tüketi. Rasûlullah (s.a):
"Şayet besmele çekseydi, hepinize yetecekti' buyurdu." (Tirmizî rivayet ederek, hasen ve sahihtir demiştir).[508]
Allah (cc) besmele çekilen yemeği bereketli kılar. Besmele terk edildiği zaman yemeğin bereketi kalkar.
Çünkü hadisle, "şayet A'râbi besmele çekseydi yemek bereketli olacak, herkesin yemesine rağmen yemek onlara yetecekti. Ne zaman ki besmele çekmediler, bereket zail oldu. İki lokmada yemek tükendi." denilmek istenmiştir.[509]
734. Ebu Ümâme'den (r.a) rivayete göre:
Nebî (s.a) sofrasını kaldırdığı zaman şöyle buyururdu. "Ey Rabbimiz! Tertemiz, bereketli, aralıksız, kabule yakın, reddolunmayan, arkaya bırakılmayan bir hamd ile Sana çok hamdederiz." (Buhârî rivayet etmiştir).[510]
Yemekten sonra Rasülullah'a (s.a) iktida (tabi olma, uyma) amacıyla Allah'a (c.c) hamdetmek müstehabdır.
"Tertemiz" sözü, "riya, şöhret veya buna benzer noksanlardan beri" manasınadır.[511]
735. Muaz b. Enes'den (ra) rivayete göre şöyle demiştir: Rasûlullah (sa):
"Kim yemek yiyeceği zaman, 'Beni doyuran, hiçbir güç ve kuvvetim olmaksızın nzıklandıran, Allah'a (cx) hamd olsun* derse geçmiş günahları affolunur" buyurdu. (Ebu Dâvud ve Tinnizî rivayet etmişlerdir. Tirmizî; hasen hadistir, demiştir).[512]
Hadiste, yemeğin sonunda tazarrû ile Allah'a (te) dua etmenin günahlara keffâret olduğuna işaret vardır.
"Kim yemek yiyeceği zaman" derken umum ifade edilmiştir. Yani, "tedavi maksadıyla yemiş olsa bile" manasmdadır. Âlimler, "Bir şey yemeyeceğine yemin eden kimse ilaç alsa yeminini bozmuş olmaz" demiştir. Zaten yeminler Örfe göre cereyan eder. Burada ilacı yemek olarak almamıştır.[513]
736. Ebu Hüreyre'den (ra) rivayete göre şöyle demiştir: "Rasülullah (s.a) hiçbir yemeği ayıplamamıştır. Arzu ederse yer, hoşuna gitmemişse bırakır-di!1 (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[514]
Yemeği ayıplamak; ya kibir ve gururdan olur veya bolluktan dolayı savurganlıktan olur. Fakat RasûluUah'm (si) keler hakkmda "ondan tiksinirim" demesine gelince; bu yemeği ayıplamak değil, belki onun yapısını haber vermektir.
Yemeği methetmek, ona arzu duyduğuna delildir. Zemmetmek ise kişinin nîraeti hakir görmesine delildir.
"Hoşuna gitmemişse" sözünden maksat; tabiatı gereği hoşlanmazsa demektir. Yoksa çirkin görmesi anlamında değildir.[515]
737. Câbir'den (na) rivayete göre:
"Nebî (s.a) ailelerinden katık istemişti. Aile efradı:
Yanımızda sirkeden başka katık yok, dediler. Nebi (si) onu istedi ve yemeğe başlayarak şöyle buyurdu:
Sirke ne güze! katık, sirke ne güzel katık." (Müslim rivayet etmiştir).[516]
Rasûlullah'a (s.a) ailesi ekmek verdikten sonra onlardan katık istediği diğer rivayetlerden de anlaşılmaktadır.
Kadı lyaz (r.a) "Hadisin manası; yemekte orta yolu tutmak ve nefsi lezzetli ve külfeti çok olan yiyeceklerden alıkoymaktır" demiştir.
Fakat asıl maksat, sirkenin bizzat kendisini medihtir. Ancak yiyeceklerde ölçülü olmak başka delille sabittir.
Fakat bu mana hakkında da münakaşa edilmiştir. Çünkü Rasûlullah (s.a) hiçbir yemeği medh ve zemm etmemiştir. Buna göre Rasûlullah'm (sa) sirke hakkında söylediği sözün, aile efradının hatınnı ve kalblerini hoşnut etmek amacına yönelik olması daha doğru olur.[517]
738. Ebu Hüreyre'den (r.a) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (si) buyurdu:
"Sizden biriniz yemeğe davet olunduğu zaman, icabet etsin. Oruçlu İse çağıran kimseye dua etsin. Oruçlu değilse yesin." (Müslim rivayet et-miştir).[518]
Hadis, düğün yemeğine çağırıldığı zaman insanın icabet etmesinin gerekli olduğuna işaret eder. Bu konuda görüşler şöyledir:
Nikah velîmesine ilk gün İcabet vâcibtir. Ancak vücûbu düşüren özürler fıkıh kitablannda açıklanmıştır. Başka tür davetlere ise icabet etmek men-dubtur.
"Oruçlu ise" düğün sahibine, aile ve çocuklarına dua etmesi gerekir. Oruçlu değilse yemeği yemesi vacibtir.
Cumhura göre yemek yemesi müstehabtır. Velev ki düğün velîmesi veya başka davetler olsun, davete icabet etmek sünnettir. Doğru olan görüş de budur.[519]
739. Ebu Mes'ud el-Bcdrî'den (ra) rivayete göre şöyle demiştir;
"Nebî'yi (sa) bir adam hazırladığı yemeğe beş kişinin beşincisi olarak davet etti. Bu gruba birisi daha katılmıştı. Kapıya gelince Ncbî (s.a) "Bu adam bize katıldı, dilersen ona iznini verirsin, istersen dönsün" buyurdu. Adam:
Bilâkisyâ Rasûlullah ona izin veriyorum" dedi. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[520]
Râvi; Ebu Mes'ud el-Bedrî'nin (ra) adı Ukbe b. Amr el-Ensârî'dir. Bed-rî denmesi, Bedir civarında oturduğu içindir.
Bu hadiste Nebî'nin (s.a) yanındaki şahıs İçin ev sahibinin izin istemesi, onun rızasını bümediğindendir. Başka bir vakitte Rasülullah (s.a) böyle bir davete Enes'i (ra) götürdüğü halde izin istememiştir. Çünkü ev sahibinin razı olduğunu bilmekteydi.
Velîme yemeğine davetsiz İştirak etmek caiz değildir. Ancak davet sahibi müsamahakâr olursa gitmekte beis yoktur.[521]
740. Ömer b. Ebu Seleme'den (r.a) rivayete göre şöyle demiştir: "Ben Rasulullah'ın (s.a) gözetiminde bîr çocuktum. Yemek esnasında elim tabağın her tarafına uzanıyordu. Rasûluilah (s.a) bana:
'Ey çocuk, besmele çek. Ve sağ elinle, önünden ye' buyurdu."(BuhHn ve Müsİim rivayet etmişlerdir.)[522]
Ömer b. Ebu Seleme (na), henüz 6 yaşında iken Rasûluilah (s.a) Ümmü Seleme İle evlenmişti. Böylece Rasulullah'ın (s.a) ellerinde yetişmiştir.
Nebî (s.a), üvey evladı olan Ömer ile aynı sofrada, aynı kaptan beraber yemek yemiştir. HaJbuki küçük çocuğun çoğu zaman tiksindirdiği dikkate alınırca, Rasulullah'ın (s.a) engin tevazuu anlaşılmış olur.
Hadisteki üç emir "besmele çek, sağ elinle ye ve önünden ye" mendub cinsindendir.[523]
741. Seleme b. Ekvâ'dan (r.a) rivayet edilmiştir:
"Bir adam Rasûlullah'm (s.a) yanında sol eliyle yemek yiyordu. Ona:
Sağ elinle ye, buyurdu. Adam:
Beceremiyorum, dedi. Rasûlullah (sjı):
Beceremez ol! diye beddua etti. Oysa adamın böyle hareket etmeye kibri sebeb olmuştu. Bir daha elini ağzına götüremedi. (Müslim rivayet etmiştir).[524]
Rasûlullah (si), hakka uymaktan inad ve kibir eden bu adama beddua ederek "beceremez ol" buyurmuştur.
Bu hadiste, Rasûlullah'ın (si) zahir olan mu'cizesine işaret vardır. Rasûlullah (si) beddua edince, adam elini ağzına götüremez olmuştur.
Sağ eli ile yemek ve besmele çekmek mendûbtur.[525]
742. Cebele b. Suhaym'den (ra) rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
"Abdullah b. Zübeyr döneminde, kıtlık senesine duçar olduk. Bize hurma verilmişti. Hurmayı yerken, Abdullah b. Ömer (r.a) yanımızdan geçiyordu. Bize:
Çifter çifter yemeyiniz. Nebi (sm) çifçift yemekten nehyeti, dedi. Sonra:
Ancak, kardeşinden müsaade isterse müstesna, dedi. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[526]
Râvi; Cebele b. Suhaym (na) Kûfeli'dir. Tabiînin Orta tabakasından güvenilİr bir râvidir. Hicrî 125'te vefat etmiştir.
Kıtlık Abdullah b. Zübeyr'in hilâfeti zamanında Mekke'de vuku bulmuştur.
"Bize hurma verilmişti" sözünden, başka yiyeceklerin tükendiği İhtimaline işaret vardır.
Hadİs-i şerif, toplu olarak hurma ve benzeri şeyler yerken çifter çifter yemekten nehyetmektedir. Böyle çift yemek, açgözlülüğün delilidir. Çünkü bunda arkadaşlarıyla alay vardır. Ancak arkadaşı izin verdiği takdirde bir beis yoktur. Hadisin son kısmı "kardeşinden müsade isterse müstesna" sözü hadise idrac olunmuştur. Bu sözü tbn Ömer (u) söylemiştir. Bu hadisin merfu olduğu hakkında tereddüd edilmiştir. Ibn Hibban ve diğerleri tarafından rivayet olunan bir hadiste: "Ebu Hüreyre frM): Bert bir grup içindeydim. Rasû-lullah (sm) bize Acve hurması gönderdi. Hurmayı avuçlamiştık. Zaten açlıktan hurma koruğu yiyorduk. Arkadaşlarımızdan biri çifter yediği zaman, arkadaşına 'Ben çift yiyorum. Siz de çifter yeyiniz.' derdi" diye bildirdi. Bu olay Rasûlullah (s*) zamanında meydana geldiği için, aralarında meşru olduğuna deli! teşkil etmektedir.
Sahabînin "Rasûlullah (s&) zamanında yapardık" sözü cumhura göre merfu hükmündedir.[527]
743. Vahşî b. Harb'den (ra) rivayete göre: Rasûlullah'ın (s.a) ashabı:
Yâ Rasûlallah! Yiyoruz, fakat doymuyoruz, dediler. Rasûlullah (s.a):
Belki sizler ayrı ayrı yiyorsunuz, buyurdu. Ashab:
Evet, dediler. Rasûlullah (sa):
Yemeğinizin etrafına toplanınız. Besmele çekiniz. Yemeğiniz bereketli olur, buyurdu. (Ebu Dâvud rivayet etmiştir). [528]
Râvi Vahşî b. Harb (ra) Habeşli'dir. Künyesi Ebu Deseme'dir. luâyme b. Adİyy'in azatlı kölesidir. Uhud harbinde Hz. Hamza'yı (r.a) öldürnıüş, daha sonra müsiüman olmuş, MüseylemetÜ'l-Kezzab'ı da öldürmüştü. Bunun için müslüman olduktan sonra:- "Câhiliye döneminde insanların en hayırlısını öldürdüm. Müslüman olduktan sonra da insanların en şerlisini Öldürdüm," diyordu. Sahabîdİr. Humus'a yerleşti ve orada öldü. Rasûlullah (s.a)'tan 4, bir görüşe göre 8 hadis rivayet etmiştir.
Yemeği toplu olarak yemekte; namazın cemaatle edasında olduğu gibi bereket vardır.
Toplu olarak besmele ite yemeğe başlandığı zaman bereket hasıl olur. Dolayısıyla az yenmesine rağmen insan doyar.[529]
Bu hususta Rasûlullah'ın (s a) "Önünden ye" sözü daha önce geçmişti. [530]
744. İbn Abbas'ın (r.a) Nebî'nin (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet ettiği bildirilmiştir.
"Bereket yemeğin ortasına iner. O halde yemeğin kenarından yeyin, ortasından değil." (Ebu Dâvud ve Tirmizî rivayet etmiştir. TİnnİZî, haâen ve sahihtir demiştir).[531]
Yemek; ister çorba gibi sıvı olsun, ister sıvı olmayıp, camid olsun, tabağın ortasından yememek lâzımdır.
Gazzâü; "Ekmeğin ortasından değil, bilâkis kenarından yenir. Ancak ekmek az otursa kırılabilir" demiştir.
Hadisteki "nehy" tenzihidir. Ancak İmam Şafiî "Ümm" adlı eserinde; "Eğer yemeğin önünden başkası yerse veya yemeğin başından yerse, NebîL nin (sm) bu husustaki nehyini de biliyorsa günahkâr olur" demektedir.[532]
745. Abdullah b. Büsr'den (r.a) rivayete göre şöyle demiştir:
Nebi'nin (sol) "Garrâ" denilen bir kazanı vardı ki, dört kişi taşırdı. Kuşluk zamanı olunca (ashab) kuşluk namazını kıldılar. Sonra içinde tirit yemeği olduğu halde kazan getirildi. Sahabe çoğalınca etrafım kuşattılar. Rasû-lulîah (s.a) da dizüstü çöktü. (İçlerinden) bir bedevî:
Bu nasıl oturuştur? dedi. Rasûlullah (sa):
Allah (cjc) beni; inatçı, zorba biri değil, kerem sahibi bir kul olarak yarattı, buyurdu. Sonra devamla:
Öriasînuün kenarlardan yiyiniz, ki size bereketli olsun, buyurdu. (Ebu Dâvud iyi bir isnadla rivayet etmiştir).[533]
Abdullah b. Büsr (ra) el-Mâzenî, iki kıbleye namaz kılanlardandır. Terceme-i hâl-i Mücâhede BcİJ/'nda geçmişti.
Nebi'nin (sa) çanağının ismi "Carrâ"dır. Bu kelimenin manası "beyaz yüzlü" veya "aydınlıktır. Ancak bu kelime, "Arzu edilen nefis bir şey" mânasına da gelir. Bu manasıyla vasfedilmesi; tabağın İçindeki yemeğin nefis olmasından dolayı insanların arzu etmesi veya çanağın birçok insanlara kâfi gelmesinden dolayıdır. Dört kişi taşıdığına göre, dört halkası olduğu İhtimali vardır. Ahmed b. Hanbeİ'in (ra) bir rivayetinde "Nebî'nin (smJ dört halkası olan leğeni vardı" hadîsi bunu te'yid etmektedir. "Duhö namazı kıldılar" sözünden ayrı ayrı kıldıkları gibi, cemâatle kıldılar manasını taşıma ihtimali de vardır.
Nebî'nin (si) cemaatle sofra başında diz üstü oturması, onun tevazuu ve keremine delildir. Sofrada oturanlar çoğalırsa dizüstü oturmak müstehab-tır. Bu oturuş üstün kimselerin vasfıdır. Yemeğin bereketini ve hayrını korumaya özen göstermeye de delil vardır.
"Tirid yemeği"; ekmeği ufalayıp et suyu ile yapılan çorbadır. Ve tirid ancak etten yapılır.
Bereket ancak, Allah'ın adını anmakla birlikte, yemeğin ortasından değil, kenarlarından başlamakla gerçekleşir.[534]
746. Ebu Cuhayfe Vehb b. Abdullah'tan (ra) rivayet olunmuştur. Şöyle demiştir:
Rasühülah (s.a): "Yan gelerek yemek yemem " buyurdu. (Buhâri rivayet etmiştir)[535]
Ebu Cuhayfc'nin (r.a) adı; Vehb b. Abdullah es-Suvâî'dir. Rasûlullah-nın (s.a) vefatı esnasında genç delikanlıydı. Hz. Ali'nin (na) Beytü'1-Mal müdürü idi.
Hattâbî şöyle der: "Rasûlullah (sa) döşek ve yastıklar üzerinde yemek esnasında kurulmazdı. Çünkü böyle yapanlar çok yemek yemeyi arzu eden kimselerdir. Rasûlullah (sm) yemek yerken iyice yerleşmez kifayet miktarı yerdi"
"Mattekî" ifadesini başka âlimler, yan tarafına yaslanarak yemek şeklinde İzah etmişlerdir.[536]
747. Enes'den (ra) rivayete göre şöyle demiştir:
"Rasûlulİah'ı (s.a) dizleri yukarıda, kalçaları üzerine oturarak hurma yerken gördüm." (Müslim rivayet etmiştir)[537]
Hadisteki kelimesi "dizlerini dikerek oturan kim$e"ye denir. Buna "ihtibâ"da denir, ki peygamberlerin oturuş şeklidir. Nebî'nin (s.a) en çok oturma şekli de böyledir. Ancak nehy olduğu için namazda ihtibâ yasaklanmıştır. Yemek yerken böyle oturmak, yemeği ihtiyacı miktarı yemesine vesiledir. Yine bu oturuşta tevazu vardır.
Bu hadisle Önceki hadiste, yemekte kibir ve gurura sebeb olacak oturuşların mekruh olduğu beyan edilmiştir. Bu oturuş şekli, yöreden yöreye, zamana, Örfe göre değişiklik arzedef.
Sofrada uzun süre oturup, çok yemek yememek gerekir. Nebi'ye (ta) uyarak mutlaka tevâzua riâyet lâzımdır.[538]
748. Ibn Abbas'dan (r.a) rivayete göre Rasûlullah (s.a):
"Sizden biriniz yemek yediği zaman, parmaklarını yalamadıkça veya yalatmadtkçasilmesin"buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişîerdir).[539]
Hadiste yemekten sonra elleri silmeden, parmakları yalamanın müste-hab olduğuna işaret vardır.
Hattâbî şöyle der: "Aklını israfla bozan kimseler bu durumu ayıpladı ve parmakları yalamanın çirkin olduğunu İddia ettiler. Aslında şer'an çirkin olmadığını ifade eden deliller vardır." Taberânî'de Ka'b b. Ücre (ra) "Nebi'yi (sm) Üç parmakla yani, tbham, Şehadet ve Vüstâ parmaklarıyla yerken gördüm. Sonra üç parmağını silmeden yaladığını gördüm," demiştir.
Hadîste, kişinin çok sevdiği kimselerin elini yalamasının caiz olduğuna delil vardır.[540]
749. Ka'b b. Mâlik'den (na) rivayete göre şöyle demiştir:
"Rasûlullah'ı (s.a) Üç parmakla yerken gördüm. Yemek bitince parmaklarını yalardı." (Müslim rivayet etmiştir).[541]
Âlimler; yemeği üç parmakla yemek müstehabtır. Dördüncü veya beşinci parmağını zaruret olmadan ilâve etmez, demişlerdir.
Rasûlullah (s.a) bazen dört parmakla yerdi, tki parmakla yemezdi. İbn Şihab ise " 'Rasûlullah (sm) beş parmakla da yerdi' sözü nâdir hâle delâlet eder. Veya sıvı yemekler içindi Ancak çoğu zaman üç parmakla yemek adetiydi. Çünkü en faydalısı buydu. Tek parmakla yemek kibirlilerin işidir. Yiyen kimse bundan lezzet duymaz" demiştir.
Parmaklan yemekten sonra yalamak, bereketini zayi etmemek anlamındadır. Bu ve benzeri konuların anlaşılması için "her şeyi kendi zamamyla ve imkânlarıyla değerlendirmek gerekir" kaidesi dikkate alınmalıdır.[542]
750. Câbir'den (r.a) rivayete göre:
Rasûlullah (s.a) (yemekten sonra) parmakları yalamayı ve tabağı sıyırmayı emir buyurdu. Ve:
"Siz, bereketin yemeğin hangi kısmında olduğunu bilemezsiniz" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir).[543]
Hadisteki maksad şudur: "Siz bereketin, yemeğin hangi cüzünde yani, yenilen kısmında mı, geri katan kısmında mı veya düşen lokmada mı olduğunu bilemezsiniz" Bunun için düşen lokmayı almak müstehabtır.
Bereketten maksad; gıdanın hasü olması ve yemeğin sonucunun ezadan salim olup, taat ve hayırlara kuvvet sağlamasıdır.
Yine bereketin gizli olmasındaki hikmet, Kadı tyaz'ın dediği gibi "Kişinin az yemeği bile küçük görmesine matuftur".[544]
751. Câbir'den (r.a) gelen bir rivayete göre Rasûlullah (s.a):
"Birinizin lokması düşerse onu alsın, bulaştığı eza verici şeyi gidersin Ve yesin. Onu şeytana bırakmasın. Parmaklarını yalamadan mendil ile elini silmesin. Çünkü bereketin yemeğin neresinde olduğunu bilemez" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir).[545]
Hadiste, yiyecekten yere düşen kısmı alıp, toz, toprak gibi bulaşan kısmı temizleyip yemek mendubtur. Böyle yapmak tevâzua sebeptir. Ayrıca şeytanı kahreder ve bereketi celbeder.
Eli yaladıktan sonra mendil İle silmek caiz, yıkamak daha efdaldir.[546]
752. Câbir'den (r.a) gejen diğer bir rivayete göre Rasûlullah (s.a):
"Şüphesiz şeytan, her davranışınızda yanınızda bulunur. Yemeğinizde dahi hazır olur. Birinizin lokması düşünce, onu alsın, bulaştığı ezayı giderip, yesin. Onu şeytana bırakmasın. Yemek yedikten sonra parmaklarım yalasın. Çünkü bereketin, yemeğin hangi kısmında olduğunu bilemeyebilir" buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir).[547]
Hadisteki "Şeytan her davranışında yanınızda bulunur" sözünde şeytandan sakındırma ve şeytanın İnsana diğer tasarruflarında bile mülazemetıne tenbih vardır, tnsanın hazırlıklı olması, ondan sakınması ve süslediği şeylere aldanmaması gerekir.
Şeytan yemekte İnsanların yanında, onîan zikirden alıkoymak, böylece yemeği yemek için bulunur.
Yemeğe besmele ile başlamak, şeytanı yemekten kovar. [548]
753. Enes'den (ra) rivayete göre söyle demiştir.
"Rasûlullah (s.a) yemek yediği zaman, üç parmağını yalardı. Ve şöyle buyururdu:
Birinizin lokması düşerse, alsın ondan eziyeti gidersin, sonra yesin, şeytana bırakmasın." Rasûlulîah (s.a) bize tabağı sıyırmamızı emrederek:
"Siz bereketin yemeğin hangi kısmında olduğunu bilemezsiniz" buyururdu.
(Müslim rivayet etmiştir.[549]
Yemek yiyip tabağı sıyırmak sünnettir. Sıyırmayıp yemeği artık olarak dökmek, kibir ve böbürlenme alâmetidir. Nebî (s.a) yemekten herhangi bir şeyi zayi etmemenin, bereket ve yeterlilik meydana getireceğini beyan etmiştir.[550]
754. Saîd b. Haris'den (ra) rivayete göre bir defasında kendisi Câbir'e (ta) ateşte pişen bîr şeyi yemenin abdesti gerektirip, gerektirmeyeceğini sordu. Câbir (ra):
- Hayır, biz Nebî (s.a) zamanında iken bu şekilde ateşte pişmiş yemeğe nadiren rastlardık. Bulduğumuz zaman da bizim ellerimiz, kollarımız ve bacaklarımızdan başka mendillerimiz yoktu. Sonra kalkarak abdest tazelemeden namaz kılardık" dedi. (Buhâri rivayet etmiştir).[551]
Hadis, ateşin dokunduğu yeri yemekten dolayı, abdest almanın gerekmesi hakkında neshin vârid olduğunu ifade etmektedir.
Su ve mendil olmadığı zaman yemek izlerini el veya başka şeylerle Silmek caizdir. Bunun hikmeti, secde esnasında ellerin, toprakla fazla kirlenmemesi içindir.
Bütün bunlardan, sahabenin asın derecede yemeğe düşkün olmadığı ve kendilerine kolay gelen yemeği yedikleri anlaşılmaktadır.[552]
755. Ebu Hüreyre'den (ta) rivayete göre Rasûlullah (s.a):
"îki kişinin yiyeceği üç kişiye, üç kişinin yiyeceği dört kişiye kâfidir" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[553]
İbn Münzir: "Hadis-i şerif, ayrı ayrı değil, topluca yemenin müstehab olduğunu beyan etmektedir"
Hadisi şerifte, yemekte sayı çoğaldıkça bereketin artacağına işaret vardır. (Hadisin şerh ve izahı 565 no'îu hadiste geçmiştir.)[554]
756. Câbi. Men (na) rivayete göre söyle demiştir: Rasûlullah'ı (sa) şöyle buyururken işittim:
"Tek kişilik yemek, iki kişiye; iki kişilik yemek, dört kişiye; dört kişilik yemek, sekiz kişiye yeter."
(Muslini rivayet etmiştir)[555]
Hadîs, toplu halde yemeye teşvik etmektedir. Toplu yemek yiyen fertlerin kalblerinde birbirlerine ülfet ve sevgi hasıl olur.
Taberinî, Câbir hadisini, İbn Ömer'in (n) şu lafa ile rivayet etmiştin "tki kişinin yemeği dört kişiye; dört kişinin yemeği sekiz kişiye yeter. Tbplu yiyiniz, ayn ayn yemeyiniz."[556]
757. Enesjden (na) rivayete göre"RasûluIIah (si) bir şey içerken üç nefeste içerdi." (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[557]
Hadis, kişinin suyu üç yudumda alması ve her yudum arasında nefes alıp vermesi ve nefesini kaptan uzak kılmasının müstehab olduğuna işaret etmektedir.
Hadiste râviye ait olan "Kabın haricine nefes verirdi" açıklaması, Rasû-İullah'm (s.a) "Kabın içine üfürmeyiniz" hadisi ile te'kid edilmiştir.
Kurtubî; "Bazıları şöyle demişlerdir: Rasûlullah'ın (sn) su içerken nefes alıp vermesi, bu hususdaki yasaklamaya aykırıdır. O takdirde bu hareketin cevazma-delildir. Bu husustaki nehy ise tenzihtir" diye açıklama getirmiştir.[558]
758. Ibn Abbas'dan (r-a) rivayete göre Rasûlullah (s.a):
"Devenin içtiği gibi, bîr solukta içmeyiniz. Bilâkis, ikişer, üçer (an Iıklarla) içiniz. İçeceğiniz zaman besmele çekiniz. Bitirdikten sonra Allah hamdediniz" buyurdu. (Tirmizî rivayet etmiş ve hasen demiştir).[559]
Hadis, suyu bîr tek yudumda içmenin mekruh olduğuna, su içmeye ba larken "Bismillah" demenin müstehab olduğuna delildir. "Rahmâni'r-Rahîm ilâve etmek efdaldir. Su içtikten sonra "Elhamdülillah" demek müstehabtı "Rabbü-Âlemîn" diye ilâve etmek ise efdaldir. Her bir yudumun başında v sonunda bu sözlere riayet etmek, sünnete uygun bir harekettir.[560]
759. "Nebî (s.a), içeceğin içine solumaktan nehyetmiştirf' (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir)[561]
İbn Mühelleb: "içecek şeye nefes vermekten nehy, yemek ve içeceğe üfür-mekten nehy gibidir. Çünkü bu durumda yiyecek ve içeceğe tükürük zerreleri düşer. Dolayısıyla tiksinmeye neden olur. Hele bu durum çoğu zaman insanların tabiatına çirkin gelmesi adet olduğu durumlarda daha da ziyadeleşİr* demiştir.
Ibn Arabî: Âlimlerimiz şöyle demişlerdir: "Böyle davranmak güzel ahlâktandır. Kişinin, kirlettiği suyu veya yiyeceği kardeşine vermesi haramdır. Kendisi kirlettiği böyle bir şeyi, sonra kardeşi yiyecek veya içecek olursa bildirmesi lâzımdır. Bildirmezse aldatmış olur. Aldatmak ise haramdır" demektedir.
Kurtubî: "Kabın içine nefes vermekten yasaklama; tükürük veya kerih bîr koku ile bulandırmamasma ma'tuftur. Bu durumda tek nefeste içmesi mat-lub ise de, şeytan içişi olması sebebiyle bu şekilde de içemez" demiştir.[562]
760. Enes'den (ra) rivayete göre Rasûiullah'a (s.a) su ilave edilmiş süt getirildi. Sağ tarafında bir bedevi, sol tarafında Ebu Bekir (ri) vardı. Rasûlullah (s.a) sütten içerek, (sağındaki) bedeviye verdi. Sonra;
"Sağdan bağlayın sağdan" buyurdu.[563]
Hattâbî bu konuda şöyle der: "Câhiliye dönemi idarecileri, İçmeye sağdan başlamayı adet edinmişlerdi.Hz. Ömer (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) takdim etmesinin eski adete uygun olmasından korktu. Oysa Rasûlullah (s.a) bu câ-hiliye adeti olan sağdan başlamayı değiştirmedi." Bilâkis o adeti "sağdan, sağdan" diyerek takrir etmiştir. Buna göre sağdan başlamak, velev ki diğer taraftakiler faziletti kimseler olsun, efdaldir. Bu durum onların faziletini eksiltmez.
Böyle bir mecliste isteyen kimseye öncelik tanınır. Sonra sağdan başlanır.[564]
761. Sehl b. Sa'd'dan (r.a) rivayet edilmiştir:
Rasûlullah'a (s.a) su getirildi. Ondan içti. Sağında genç bîr çocuk, sol yanında yaslı kimseler vardı. Rasûlullah (s.a) çocuğa;
Şu yaşlılara içeceği vermeme İzin verir misin? buyurdu. Genç çocuk:
Vallahi senden olan nasibimi hiç kimseye bırakmam, dedi. Rasûlullah (s.a) içeceği çocuğa verdi. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[565]
Ibn Cevzî: "önceki hadiste Rasûlullah (s.a) Arabi'den izin istemedi. Buradaki çocuktan izin İstedi. Çünkü A'râbî şer'î âdabı bilmiyordu. İzini terke-dip, onun İslâm'a ısınmasını sağladı. Oysa buradaki çocuk şer'î adabı biliyordu" demiştir.
Hadisteki çocuk îbn Abbas'dır (ra). Rasûlullah'ın (s.a) amca oğludur. Solundaki kimseler Ibn Abbas'ın akrabaları idi. Rasûlullah (s.a) sağdan başlama hükmüne sadık kalmış, amca oğluna nazı geçtiği için izin istemiştir.
Ahmed b. Hanbel'in (r.a) rivayetinde "Dilersen amcan Hâlid'e vereyim" demiştir. Çünkü amcası ondan yaşlıydı. Hâlid, câhiliye döneminde gerek riyaseti ve gerekse kavmi arasındaki şerefi ile biliniyordu. Geç müslüman olmuştu. Bu yüzden ona ikrara için tbn Abbas'dan (ra) izin istemişti, önceki hadisdeEbu Bekir (u) için izin istememişti. Çünkü Ebu Bekir'in İslâm'a girişte önceliği ve sabit kademligİ vardı. Rasûlullah'ra (s.a) yaptığı her işte gönlü mutmaindi. Bu gibi şeylerden etkilenmezdi.
Şayet Ebu Bekir'e (ra) izin İsteseydi, o zaman yakınma tercih etmenin kerahetine ters düşerdi.
"Nasibimi kimseye tercih etmem"sözündeki "nasib" Rasûluİlah'ın (sa) artığı olan kısımdır. Ulviyeti yücedir.
Hattabî: "Hadisteki "kelimesi 'şiddetle koymak' manasınadır ki Rasûlullah (sjî) kerih görerek dine vermiştir" der. Ancak bu açıklama tenkid[566]
762. Ebu Saîd el-Hudrî'den (na) rivayete göre şöyle demiştir: "Rasûlul-lah (s.a) ağız kısmı kınk kaplardan içmeyi nehyetmiştir". (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[567]
"Sikâ' deriden yapılmış büyük veya küçük su kabıdır.
Hadisten anladığımız şudur: İçi görülmeyen kabın ağzından su içmek mekruhtur. Çünkü böyle olduğu takdirde, kendisine eziyet veren bir şeyin varlığından korkulur. Bunun yasaklanması bazılarına göre başkalarını iğrendirmesi sebebiyledir. Bir kısım âlimlere göre ise; kabın ağzını kötü kokuttuğu içindir.[568]
763. Ebu Hüreyre (ra) şöyle demiştir:
"Rasûlullah (sa) su tulumu veya kabıı . (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[569]
Çünkü böyle içmek içindeki şeyin bilinmemesinden dolayı zararb bir şeyin varlığı olabilir. Zarara sebep olabilir.
"Rasûlullah (s.a) su tulumu veya kabının ağzından içmeyi yasaklamıştık' (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdi [570]
764. Ümmü Sabit Kebşe b. Sabit (Hassan b. Sâbit'in kız kardeşi) (r.a) şöyle dedi:
"Rasûlullah (s.a) yanıma geldi. Asılı duran kaptan ayakta su içti. Ben de kalktım kabın ağız kısmını (saklamak İçin) kestim." (Tirmizî rivayet ederek hasen ve sahih olduğunu söylemiştir).[571]
Râvi; Ummü Sabit Kebşe b. Sabit (r.a) Hassan b. Sâbii'in kızkardeşidir. Sahabîdir. Rasûlullah'dan (s.a) bir hadis rivayet etmiştir.
Hadiste, Rasûlullah'm (sa) ayakta^ su kabının ağzından su içmesi; bu husustaki yasağın haram değil, tenzîhen mekruh olduğuna işarettir. Veya bu şekilde içmesi, başka türlü içmek mümkün olmadığına mahmuldür, önceki iki hadisin açıklamaları efdale işarettir. Nebî (sa), keraheti, cevazına delil olsun diye İşlemekteydi.[572]
765. Ebu Saîd el-Hudrî'den (na) rivayet edildiğine göre: Nebî (s.a) içeceğe üfürmeklen nehyetmiştir. Bir adam:
Kapta çöpe rastlarsam ne yapayım, dedi. Rasûlullah (s.a)
O kısmı dök, buyurdu. Adam:
Ben bir solukta suya kanamıyorum (solumak icab ediyor), dedi. Rasûlullah (s-a)
O halde (soluyacaksan) kabı ağzından uzak tut, buyurdu. (Tirmİzî rivayet ederek, hasen ve sahih demiştir).[573]
Su içerken, suya üfürmek mekruhtur. Suya düşen çöpü kaplan almak, su içtikten sonra kaptan ayn yere solumak gerekmektedir, tslâm, insanın sıh-hatına âzam! derecede özen göstermektedir.[574]
766. İbn Abbas'dan (r.a) rivayet edilmiştir ki:
Nebî (s.a) kabın içine solumayı ve üfürmeyi yasakladı." (Tirmizî rivayet ederek, hasen ve sahih demiştir). [575]
Hadis su içerken su kabına solumayı ve üfürmeyi yasaklamıştır. Böylece suya çöp v.s. bulaşmamış olur. Suyun mikroplardan korunması ve İnsanın vücuduna faydalı olması sağlanmış olur.[576]
767. İbn Abbas (ra) şöyle demiştir. "Nebî'ye (sa) Zemzem sundum. Ayakta olduğu halde içti." (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir). [577]
Hadiste "Zemzem" sözü İle bizzat su kastedilmiştir. Çünkü Zemzem, kuyunun ismidir. "Zemzem suyundan" manasına gelmektedir.
Rasûlullah'ın (s.a) ayakta içmesi buna cevaz verildiğinin işaretidir. Veya yerin darlığından dolayı oturma imkânı bulunmadığı için mecburen ayakta içmiş olması muhtemeldir.[578]
768. Nezzâl b. Sebre'nİn (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Aü (ra) Rahbe kapısına gelerek ayakta iken su içti. Ve
RasûluHah'i (sa) beni gördüğünüz şekilde su içerken gördüm" demiştir. (Buhârî rivayet etmİştİr)[579]
Râvi Nezzâl b.Sebre el-Hilâlî, Kûfe'Iidir. Tabiînin büyükierindendir. Sa-habi olduğu görüşü de vardır.
"Rahbe" mescidin alanıdır. "Ayakta içti" sözünden maksat; Hz. Ali'nin (ta) yüzünü, başım, ayaklarım yıkadıktan sonra ayakta içmesidir.
"Beni gördüğünüz şekilde" sözü de görmek ve bilmek anlamında kullanılmıştır.[580]
769. İbn Ömer'den (ta) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"RasûluIIah (s.a) devrinde yürürken yerdik, ayakta iken de su içerdik!' (Tirmizî rivayet ederek, hasen ve sahih demiştir).[581]
Hadis, ayakta ve yürürken, yemenin ve içmenin caiz olduğuna işaret eder. Ancak bu husustaki nehiyler tahrîmî değil, tenzihidir.[582]
770. Amr b. Şuayb babasından, o da dedesinden (ra) rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
"Rasûlullah'ın (s.a) ayakta ve otururken (su) içtiğini gördüm." (Tirmizî rivayet ederek hasen ve sahih demiştir).[583]
Râvİ; Amr b. Şuayb b. Muhammed b. Abdullah b. Amr b. Âs'dır (ra).
Hadisteki "ayakta" sözünden maksad; cumhura göre ayakta su içmenin caiz olduğu veya su içtiği yerin darlığından dolayı zarurete binâen böyle davrandığı ifade edilmiştir.
Rasûlullah'ın (s.a) oturarak içmesi çoğu zamanki hareketidir. Bu daha faziletlisİdir.
önceki üç hadis; ayakta, oturarak, yürürken yemek ve içmenin caiz olduğunu îzah etmektedir. Ancak oturarak içmek daha efdaldir.
Hz. Ali'nin (r.a) sözünde, hem sözlü, hem fiilî olarak bu konudaki hükmün beyanı mevcuttur.[584]
771. Enes'den (r.a) rivayet edildiğine göre "Nebî (s.a), birisinin ayakta su içmesine mâni oldu."
Katide diyor ki, Enes'e: Ayakta yemenin durumu nedir? dîye sorduk. Enes (na):
Daha çirkindir, veya daha şerlidir, dedi. (Müslim rivayet etmiştir).[585]
Enes'in bir başka rivayetinde: "Nebî (sm) ayakta içmekten şiddetle mene/ti" denilmiştir.
Katâde b. Diârae es-Sedûsî, Basralı'dır. Tâbiîndendir, sikadır.
Müslim'in metninde "şeklindedir. Ancak "Eşerr "Ahbes" ifadelerinde râvinin zabt şüphesi vardır. Bu iki lafızdan hangisinin Enes'den (r.a) varid olduğu sabit değildir. Eşerr lafa sabit olsa bile fasih arapça bir kelimedir. Fakat kulanımı azdır.[586]
772. Ebu Hüreyre (ra), Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Sizden hiç kimse ayakta su içmesin. Unutarak içmişse istifra etsin."(Müslim rivayet etmiştir)[587]
Hadiste "unutarak içerse" kaydı vardır. Çünkü mü'min kimse çoğu zaman yasaklanmış bir şeyi ancak unutarak yapar, kasden yapmaz.
Gerek nehiy hakkında ve gerekse cevazına dâir vârid otan hadisler mevcuttur. Doğru olan; nehye dair gelen hadisler ayakta su içmenin tenzîhen mekruh olduğunu beyan etmesine rağmen ayakta içmenin de caiz olduğunu beyan etmektedir.
Bazıları bu hadislerde nesh var demişlerse de, aralarını cem mümkün olduğu takdirde, neshe gerek kalmaz.
Nebî'nin (sa) ayakta su içmesi, onun için mekruh değildir. Bilâkis caiz olduğunu beyan içindir. Bununla beraber en faziletlisine devam ederdi. Unutarak ayakta su içen kimsenin, o suyu kusması müstehabtır.
Kadı tyaz (r.h); "İlim ehli arasında suyu ayakta içenin kusmayacağında ihtilâf yoktur" diyerek, hadisin zayıf olduğuna işaret etmiş. "Bu hadisin İşaretine İltifat edilmez. Çünkü hiçbir âlim böyle dememiştir" diyerek sözüne delil getirmiştir.
Kadı Jyaz'ın hadisi zayıf saymasına Nevcvî cevap vermemiştir, tnsaf yolu şudur ki, bir âlimin delilim incelemeden reddetmemesi gerekir.[588]
773. Ebtı Katâde (ra), Netinin (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Topluluğa su dağıtan kimse en son /fer." (Tirmizî rivayet ederek, hasen ve sahih demiştir).[589]
İbn Mâce'nin rivayetinde, Rasûluüah (s.a) Suffa ehlini çağırarak onlara süt ikram etmiş ve "Kavmi sulayan en son içer" buyurmuştur.
Bu hadis; su, süt, meyve v.s. yiyecekleri dağıtan kimsenin uyması gereken edep kuraUannı açıklamaktadır.
Bu hadiste ümmetin işini üzerine alan kimse, onlann faydasını temin için elinden gelen gayreti gösterir. Eziyetlerini giderir. Onlann maslahatını kendi maslahatına tercih eder. Bu gibi tevzî işlerinde büyüklerden başlar. Arta kalandan da kendisi istifade eder.[590]
774. Enes (na) şöyle demiştir:
Namaz vakti gelmişti. Evi yakın olanlar evlerine gittiler. Bir grup da orada kaldı. Rasûlullah'a (s.a) avucunun kavrayabileceği küçüklükte taştan yapılmış bîr çömlek getirildi. Oradaki bütün grup abdest aldı. Ashab Enes'e (ra):
Ne kadardılar! diye sordular. Enes (ra):
Seksen küsur kadardık, dedi. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir. Bu rivayet Buhârî'nindir.)[591]
Müslim'in rivayetinde: "Nebî(sjı) bir su kabı istedi Kendisine az su dolu, genişçe bir kap getirildi Parmaklarım bu suya soktu. Enes (ra)
Rasûlullah'ın (sm) parmak aralarından kaynayan suya bakakaldım. Yetmişle seksen kişi arasında kimse abdest aldığım tahmin ettim, dedi
Taş kapları abdest İçin kullanmak caizdir. Nebî (sa) suyu .bereketiyim parmak arasından çok akıtması onun mucizelerindendİr.
Rasûlullah (s.a) ile beraber kalanların evleri uzak olduğu için evlerine gitmediler.
Hadiste Rasûlullah'ın (s.a) ellerinden abdest alanlar, beraber olanlar olduğu gibi hepsine de şamil olma ihtimali vardır. Ancak evi yakın olanlar evlerine gidip abdest alanların, namaz kıldıktan sonra, tekrar bir başka namaz için abdest tazelemeleri ihtimali de vardır. Çünkü bu durumda abdest tazelemek müstehabtır. Veya abdestli olduklan halde teberrüken İkinci kez abdest atmışlardır.
"Parmaklarını sudan bir şeyin içine koydu" sözündeki hikmet; suda, ilâhî bir sır olarak perde vardır. Aslında kabın içinde su gibi herhangi bir şey olmadığı halde bile Allah (cc) suyu akıtmaya kadirdir.[592]
775. Abdullah b. Zeyd'den (ra) rivayete göre şöyle demiştir:
"Nebî (sa) bize geldi. Kendisine bakır kap içinde su çıkardık. (Ondan) abdest aldı." (Buhârî rivayet etmiştir), [593]
Hadis, bakır kabı kullanmak ve ondan abdest almanın caiz olduğunu ifade etmektedir. Bazı âlimler, bakır kap kullanmayı yasaklasa bile, sözko-nusu olan bu hadise muhalefet etmelerinde muteber değildir.[594]
776. Câbir'den (ra) rivayete göre; Rasûlullah (sa) beraberinde bir arkadaşı ile Ensardan birisinin evine gitti. Sonra ona:
Yanında bu geceden kalmış, kırba içinde su varsa içeriz, yoksa nehirden ağzımızla içeriz, buyurdu. (Buhârî rivayet etmiştir).[595]
Ensar'dan olan kişi; Ebu'I-Heysem b. Tahyan'dır (ra) Rasûlullah'ın (sa) arkadaşı ise Ebu Bekir'dir.
"Geceden kalmış su" sözünün hikmeti, soğuk ve saf olmasıdır.
"Ağzımızla içeriz" sözü tenzihen nehiy olduğu halde cevaza delâlet eder. Ancak bu hadisteki manaya göre, bir kişinin karnı üzerine, yüzü koyun yatarak nehirden su içmesinde bir beis yoktur.[596]
777. Huzeyfe (ra) şöyle dedi:
"Nebî (s.a), bizi ipek ve atlas kumaş elbisesi giymekten, altın ve gümüş kaplardan su içmekten men ederek;
Bunlar, dünyada onlar, ahirette sizin içindir, buyurdu. (Buhar! ve Müslim rivayet etmişlerdir).[597]
Hadîs, ipek giymeyi erkeklere yasaklamaktadır. Altın ve gümüş kaplardan içmek veya kühl ve ben2eri şeyleri kullanmak da haram kılınmıştır.
"Bu gibi şeyler dünyada kâfirler içindir" sözü kâfirlere caizdir. Manasında değildir. Onlar da dünyada şer'î hükümlerle mükelleftirler. Ancak bu hükümlere bağlı kılacak îmandan uzaktırlar. Böylece sanki onlara serbestlik verilmiştir. Ama ahirette mes'uldürler. Ayrıca bunlardan da mahrumdurlar.
"Ahirette sizindir" çünkü, onlar azapta devamlı kalıcıdırlar. Bu sözde, dünyadaki takvanın güzel sonuçlarına, ma'sİyetin akıbetinin kötülüğüne de işaret vardır.[598]
778. ümmü Seleme'den (ra) rivayet edildiğine göre RasÛlullah (s.a):
"Gümüş kaptan İçen kimse karnına ancak cehennem ateşi doldurur" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdi).[599]
Müslim'in rivayetinde: "Altın ve gümüş tabaklardan yiyip, içen..." şeklindedir.
Bir başka rivayetinde İse: "Altın ve gümüş kaptan İçen kimse karnına ancak cehennem aıeşi doldurmaktadır" denilmiştir.
Hadiste, altın ve gümüş kapları, yemek, içmek veya başka hususlarda kullanan kimseler için şiddetli tehdid vardır.
İbn Hacer el-Heysemî "Zevâcir" adlı eserinde bu gibi kaplan kullanmanın günah-ı kebâirden olduğunu söylemiştir. Çünkü bu kaplan kullanmak israf ve şımankhk sebebidir. Aynca bu-gibi madenler İnsanlar arasında tedavülde kullanılan harcama maddeleridir. Bunlardan kap yapılırsa tedavülde dolasan bu nevi paralarda azalma görülür. Piyasada darhk baş gösterir.
Ancak zaruret hâlinde bunlar kullanılabilir. Çünkü Allah (cc)
"Allah (cx) dinde sizin için bir zorluk kılmamısttr" (Hacc, 78) buyurmaktadır.[600]
"Ey Âdemoğullan, size (şeytanın açmak istediği) çirkin yerlerinizi örtecek bir libas, bir de giyip süsleneceğiniz bir libas indirdik. Takva libası ise daha hayırlıdır:1 (A'râf, 26)
"... Hararetten sizi koruyacak libaslar, harpte sizi vikaye edecek (demirden) giyimler yaptı." (NahI, 81)[601]
779. İbn Abbas'tan (ra), Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Beyaz olan elbiselerinizden giyiniz. Çünkü o elbiselerinizin en hayırh-sıdır. ölülerinizi onunla kefenleyiniz." (Ebu Dâvud ve Tirmizî rivayet etmiştir. Tirmizî hasen ve sahih demiştir).[602]
Bu hadiste bizzat beyaz elbise kastedilmiştir. "Elbiselerinizin en hayırlısı" sözüyle de beyaz elbiseyi bulamayan kimsenin külfete katlanmasını def etmek içindir.
En hayırlı olmasındaki sebep; sonraki hadisteki "En temiz ve paktır" sözüyle açıklanmakladır.[603]
780. Semüre'den (na) rivayete göre Rasfllullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Beyaz elbise giyiniz. Çünkü o daha temiz ve paktır, ölülerinizi beyaz (kumaşla) kefenleyiniz" (Neseî ve Hâkim rivayet etmiştir. Hâkim, hadis sahihtir demiştir)[604]
Beyaz elbise diğer renklere nazaran daha temizdir.
Şâir; "Şüphesiz beyaz, kiri az tutar" demiştir. Çünkü göze en az kir bile ilişmektedir. Diğer renkler böyle değildir. özellikle toplantı ve özel günlerde beyaz elbise giymek müstehabtır. Ancak bayramlarda eğer bulursa yeni elbise giyer. Şayet bu elbise beyaz ise daha faziletlidir. Ölüleri beyaz kefenle sarmak da müstehabtır.[605]
781. Berâ (ra) şöyle demiştir:
"Rasülullah (s.a) orta boylu idi. Onu kırmızı bir elbise giydiği halde gördüm. Öyle ki ondan daha güzel bir şey görmemiştim, f Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir).[606]
Hadiste geçen "Hülle" ancak iki elbiseden olur. Bir görünen tarafı, bir de astarı vardır. Ibn Hacer; "Çizgili elbise idi'' demektedir. Bu hadis İmam Şafiî'nin (ra) "Koyu kırmızı elbise giymek caizdir" sözünün delilidir. Hane-fîler ise bu görüşü menederek, bu hadiste söz konusu kumaş "kırmızı çizgili elbisedir" demişlerdir.
Berâ b. Âzib'in (ra) "Ondan daha güzel bir şey görmemiştim" sözünden maksad Nebî'nin (s.a), bütün yaratılış güzellikleriyle Allah'ın (c.c) helal kıldığı ölçüler dahilinde diğer kimselerden ayrıldığına işaret vardır.[607]
782. Ebû Cüheyfe Vehb b. Abdullah'tan (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Rasûlullah'ı (sj) Mekke'de Ebtah denilen yerde, kırmızı deriden kurulmuş, kendisine ait bir çadırda gördüm. Bilâl (ra) Rasûluliah'm (s.a) ab-destten arta kalan suyu ile çadırdan çıktı. Bazı kimseler bu sudan üzerine saçıyorlar, bazıları da avuçluyorlardı. Nsbî (s.a) üzerinde kırmızı elbise olduğu halde çadırdan çıktı. Sanki onun beyaz baldırına bakar giMyim. Ab-dest aJdi. Bilâl ezan o'ı.udu. Ben; or.ıın "Hayyeale's-Sahh" "Hayyeale'l Felah" derken ağzını bir oraya on buraya çcvirır.e^iiie dikkat ediyordum. Sonra Ra-sülullah'ın (s.a) ön^uc süne o)r.fak bir çubuk çakıldı. Büyiece Rasûlullah (s.a) namaz kıldırdı. Ör'Onden köpek, r'ş.ek geçiyor, aldın; etmiyordu. (Buhârî ve Müslim rivayei ctiM;U;dit).[608]
Hadise göre şu luikumleı ^Varılabilir: Koyu kırmızı elbiseyi giymek \e onu kullanmak erkekl?ı için caizdir. Sâüh ins-ınların eserleıiyle tebiıruk caizdir. M:iez. iin.1 LVdn ükurken "hayye ale's-Snlâh" derken sag tarafa, "Hayye ılc'l-Fı-lah" âaKf.n sol tarafa dönmesi müs-tehabnr. Sahra da namaz kılan kimsenin önüne sütre dikmesi ve kendisiyle arasında 1.5 metre o!m3.sı nî'üstehabtır. Süt renin önünden geçen cınhlara mâni olmanın gereği yoktur.[609]
783. Ebu Rimse Rifâ'a et-Teymî'den (r.a) rivayete göre, şöyle demiştir: "Rasûlullah'ı (s.a) üzerinde iki ye$il eibise Ue gördüm." (Ebu Dâvud ve Tir-mizî sahih isnadla rivayet etmiştir).[610]
Râvi Ebu Rimse Rifâ'a et-Teymî (r.a), Teymu'r-Ribab kabilesindendir. Teymu'r-Ribab beş kabiledir. Dabbe, Sevr, Âkl, Tem Adiy kabileleridir. Ellerini birleştirip yemin ederek tek e! oldular. Ebu Rimse hakkında fazla bilgi mevcut değildir. Adı hakkında; Rifâ'a b. Yesribî, Ümare b. Yesribî veya Hib-ban b. Vüheyb olduğu rivayetleri vardır. îbn Sa'd: "Afrika'da Ölmüştür" der.
îbn Battal "Yeşilelbise, cennet ehlinin etbtsesidir" denuktedir. Şeref olarak bu kâfidir.[611]
784. Câbir'den (ra) rivayete göre:
"Rasûlullah (s.a) Fetih günü siyah sangıyla Mekke'ye girmiştir;' (Müs Um rivayet etmiştir)[612]
Hadiste Rasûlultah'm (s.a) Mekke'nin fethi gününde siyah sangı ile gir mesi, başka rivayette İse "Rasûlullah (sa) Mekke'ye miğferiyle girdi" hadisine aykırı değildir. Belki miğfer sangın üzerindeydi. Veya önce miğferle girmiş, arkasından siyah sangını giymiştir.
"Siyah sarık giymiştir." Çünkü siyah renk, diğer renklere nazaran değişmez. Başka renge bürünmez. Dinin de değişmeyip sabit kalacağım îmâ etmektedir.[613]
785. Ebu Sâid Amr b. Hureys'den (ra) şöyle demiştir: "Rasülullah'ı (sa), siyah sarıklı ve bir ucunu om uzuna salmış bir şekilde görür gibiyim." (Müslim rivayet etmiştir). Müslim'in bir başka rivayetinde ise "Rasulullah (s.a) siyah sangı ile hutbe îrad etti" denilmiştir. [614]
Râvi; Ebu Sâid Amr b. Hüreys b. Mahsum el-Kureşî el-Mahzûmî (r.a) sahabîdir. Hicrî 85*te vefat etmiştir. Rasûlullah'tan (s.a) 18 hadis rivayet etmiştir.
Rasulullah (s.a) siyah sarığı giymiştir. Bu, siyah rengin yasak olmadığına delildir. Sarığın ucunu iki omuz arasından salmak müstehabtır. Müslim1 in bir başka rivayetinde, Rasulullah (s.a) minber üzerinde "siyah sangıyla hutbe îrad etti" sözü, Rasûlullah'ın (s.a) Fetih günü haricinde siyah sarık giymediğini söyleyenlere delildir. Bu hutbe, Fetih gününde îrad edilmemiştir. Çünkü Fetih günü Efendimiz Kabe'nin kapısında hutbe vermiştir. Minbere çıkmamıştır.
Âlimler: "Düşmana karsı zafer kazanıldığı zaman, siyah sarık giymek müstehabtır" demişlerdir.[615]
786. Hz. Âişe'den (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Rasulullah (s.a) Yemen malı, pamuklu, üç beyaz kumaş İçine kefenlen-miştir. Bu üç parça içinde gömlek-ve sank yoktur* (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[616]
Bu hadis ile ölülerin beyaz kumaşla kefenlenmesi emrolunmuştur. Erkek için en faziletli kefen üç parçadan müteşekkil kumaştır. Gömlek ve sangı ilâve etmek de caizdir.
Canlı insanın giydiği elbise miktarıyla ölü kefenlenir.
"Sehûl" Yemen*de bir beldedir. Pamuklu kumaşlar burada imal edilmekteydi. Ki buraya nisbet edilmiştir.
Peygamberimiz'in kaç parça elbise ile kefenlendiği ihtilaflıdır. Bazı hadislerde ise önce bir hülleye, sonra o çıkanlarak üç parça beyaz Yemen bezine sarıldığı bildirilmektedir. Bezzâr'ın rivayetinde, Rasûlullah'ın (sa) yedi parça kumaşla kefenlendiği zikredilmektedir.[617]
787. Hz. Âişe'den (ra) rivayete göre şöyle demiştir:
"Rasulullah (s.a) bir sabah vakti, üzerinde siyah kıl mamulü, deve semeri gibi dokunmuş bir elbiseyle çıktı." (Müslim rivayet etmiştir).[618]
Hadis, yün ve siyah renkli elbise giymenin helâl olduğuna delildir. Ayrıca cansız şekil ve desenli elbiseleri giymek de caizdir.
Resimli elbiseler hakkında vârid olan yasaklar üzerinde canlı resimleri bulunan elbiselerdir.
"Mirt" bazen yünden, bazen de keten, kıl ve ipek gibi şeylerden dokunan kilimdir.
"Murahhat" Üzerinde deve semerlerinin sureti bulunan kumaş adıdır. Hattâbî bu kumaşa, çizgili kumaş demektedir.
Rasûlutlah (s.a) dünya zevklerinden uzak olarak her şeyin azı ve basiti ile yetinirdi. Ümmetin, ona bu konuda da iktida etmesi gerekir.[619]
788. Muğîre b. Şu'be'den (r.a) rivayete göre şöyle demiştir: "Bir sefer esnasında, Rasûlullah ile beraberdim. Bana; Suyun var mı? dedi. Ben;
Evet, dedim. Sonra devesinden inip, yürüyerek gece karanlığında gözden uzaklaştı. Sonra geldi. Eline su kabından döktüm, yüzünü yıkadı. Üzerinde yünden bir cübbc vardı. Kollarım (cübbenin yenlerinin darlığından) ancak cübbenin altından çıkarıyordu. Kollarını yıkayıp, başını mesnetti. Sonra mestlerini çıkarmak üzere eğildim. Rasûlullah (s.a):
Onlan bırak, temiz (abdestli) olarak giymiştim. Diyerek üzerlerini mesnetti!' (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[620]
Bir rivayette; "Üzerinde dar yenli, Şam malı cübbe vardı" şeklinde geçmiştir.
Bir başka rivayette, "Buolay Tebiik gazvesi esnasında vuku bulmuştur" diye bildirilmiştir.
Hadiste, yünden örülmüş elbise giymenin cevazına delil vardır. Def-i hacet için sahraya çıkan kimsenin beraberinde olan kimselerin görmeyeceği şekilde
uzaklaşması müstehabtır. Abdest için su dökme yardımı istemek caizdir. Ancak yardım İstemeyip kendisinin suyu kullanması daha efdaldir. Fıkıh kitaplarında zikrolunan şartlara göre mestlere mesh etmek caizdir.
Hadis-i şerifte zikrolunan sefer Tebük gazvesi sırasındaydı. Rasûlullah (sa) Hicri 9 senesinde bizzat kendisi katılmıştı.
"Üzerinde Şam malı cübbe vardı" sözü, "Üzerinde Rum malı cübbe vardı" şeklinde vârid olan bir başka rivayete aykın değildir Çünkü Şam, o zaman Rumlar'ın diyarı idi.[621]
789. Ümmü Seleme'den (na) rivayete göre şöyle demiştir:
"Rasülullah (s.a) en çok gömleği severdi." (Ebu Dâvud ve Tirmizî rivayet etmiştir. Tirmizî hasendir demiştir).[622]
Nebî (s.a) dikişli elbiseden yapılmış gömleği severdi. Çünkü böyle gömlek, azaları, rida ve izardan daha iyi öner. Hem masrafı az, hem de bedene hafif gelir. RasûluUah'm (sa) giydiği elbiselerde dahi ona uymak sünnettir.
Dimyatı: "RasûluUah'm (sm) gömleği pamuk, boyu ve kollan kısaydı" demiştir.
-Bu h&dis;"Rasûlul!ah'a (sa) en sevimli elbise, 'Hibre' Yemen malı elbiseydi" hadisine muhalif değildir. "Genellikle gömleği severdi Fakat başka bir işten dolayı Yemen malı elbiseyi de severdi" anlamındadır.[623]
790. Esma binıi Yezid el-Ensârî'den (r.a) rivayete göre şöyle demiştir. "Ra-sûlullah'ın (sa) elbise kol kısımları bileklere kadardı."'(Ebu Dâvud ve Tirmi-zî rivayet etmişlerdir. Tirmizî hasen demiştir)[624]
Râvi; Esma binti Yezid el- Ensârî'nİn (r.a) künyesi Üramtl Seleme veya ümmü Âmir'dir. Kadın Şahabıdır. Terceme-i hali "Açlığın fazileti"bölümünde geçmiştir.
Hadiste, gömleğin kollarının bileğe kadar olmasına delil vardır. Diğer elbiselerde sünnet olan parmak uçlarını aşması dır.
İbn Cevzî; bu hadis, şu hadise tezad teşkil etmez: "Rasûlullah (smJ gömleği topukları üzerine giyerdi Kol uçlan parmak uçlanndan birine müsaviydi" demiştir.
Bu hadiste ki tarif, tahminî ve takribidir. Zikrettiğimiz hadis ise bizzat sınırlan tayin etmiştir.[625]
791. İbn Ömer'den (r.a) rivayete göre Nebî (s.a):
"Kim elbisesini gururlanarak yerde sürürse, kıyamet günü Allah (cc) ona (şefkatle) muamele etmez" buyurdu. Ebu Bekir (r.a):
Yâ RasûlaUah!. dikkatli olmazsam, elbisem aşağı salınır" dedi. Ra-sûlullah (s.a) ona:
"Ey Ebû Bekir) sen gururla bu işi yapanlardan değilsin" buyurdu. (Buhârî rivayet etmiştir. Müslim de bir kısmını zikretmiştir.)[626]
Hadisde zikredilen "elbise" bütün giyilen şeylere şamildir. Başka bir hadiste "Kim izarını yere sürürse" diye zikredilmiştir. Burada "tzar" şeklinde zikrolunmasi; genel hükmü tahsis etmez. Çünkü onlar izar ve rida giyiyorlardı. Gömlek giyilmesi alışkanlık haline geldiği zaman onları bıraktılar. Dolayısıyla bunların hükmü diğerlerinin hükmü yerini aldı.
Hadise göre "Ameller ancak niyetlere göredir", niyetler değiştikçe hükümler de değişir. Bu hadis de, böyle elbiseyi kibir ve gururla giyerek çalım satan kimseleri tehdid kapsamına almaktadır. Niyeti böyle olmayan kimseler bu kapsama girmezler.[627]
792. Ebu Hüreyre'den (ra) rivayete göre Rasûlullah (s.a):
"Kıyamet günü Allah (cx) elbisesini kibir ederek yerde süründürene (şefkatle) nazar etmez" buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir).[628]
Hadiste "Kıyamet günü rıza nazarıyla bakmaz" sözünde "kıyamet günü" zikredilmiştir. Çünkü o gün, devamlı rahmet mahallidir. Dünyadaki rahmet ise olayların değişmesiyle bazan kesilir. " Joî " kelimesi, nimeti inkâr ve şükrünü ifa edememektir. Bu durumda kibir, kendini beğenmeye neden olur.[629]
793. Ebu Hüreyre'den (r.a) rivayete göre Nebî (s.a):
Elbisenin topuklardan aşağı kısmt cehennemdedir, buyurdu. (Buhârî rivayet etmiştir).[630]
Hadisin zahiri, bizzat elbisenin cehennemde olduğunu belirtmektedir. Ayrıca şu âyette "Siz ve taptığınız şeyler cehennem yakıtıdır" (Enbiyâ, 98) buyurulmaktadır. Bu âyete göre, ma'sİyet işleyen kimsenin, günaha konu olan bütün şeylerin ateşe daha lâyık olacağı ifade edilmektedir. Burada elbise, onu giyenden kinaye edilmiştir. Ki mana şudur: "Ayağın topuktan aşağı kısmı azap görecektir."
Abdu'r-Rezzak, Musannafında bir hadiste; Nâfî'ye bu durum soruldu. Şöyle cevap verdi: "Elbisenin günahı yoktur, maksad iki ayaktadır" diye rivayet etmektedir.
Kerâhat kısmı, özürsüz olarak elbiseyi topuktan aşağıya uzattığı kısımdır. Şayet ayakta bir yara olduğu zaman sinek veya başka şey eziyet ediyorsa elbiseyi uzatmakta bir beis yoktur. Nitekim Rasûlullah (s.a) kaşıntı sebebiyle Abdurrahman b. Avf'a (r.a) İpek giymesini tavsiye etmişti.[631]
794. Ebu Zerr'den (ra) rivayete güre Nebi (s.a) şöyle buyurmuştur: "Üç grup insan vardır ki, Allah (cc) kıyamcî günü, onlarla konuşmaz, onlara (şefkatle) nazar etmez, onları temize çıkarmaz, onlar için acıklı bir azab vardır. Râvi:
"Rasûlullah (s.a) bunu üç defa söyledi" dedi. Ebu Zerr (r.a):
"Bu kimseler yazık edip, perişan oldular. Yâ RasûlallahL Kimdir bunlar? dedi. Rasüluüah (s a):
"Elbisesini caka için sürüyen, iyiliği başa kakan, yaîan yeminle malının revacını artırandır" buyurdu. (Müslim rivayet et mistir). [632]
Müslim'in başka rivayetinde "harını sün en" şeklindedir.
"Allah fc.c) onlarla konu$maz"dan maksac vani onlardan yüz çevirir. Onları sevindirecek nza kelâmıyla konuşmaz. Bilâkis gazapla konuşur, demektir.
Rasûlullah (sâ) bu sö/ü, dinleyenlerde tesir olması için üç kere tekrarladı.
"Mennan" İyilik yaptığı kimseye başa VaVarak iyiliklerini sayan kişidir. Hadisteki aşın tehdid, bu günahların günahı krbsirden olduklarına işaret-lir. -Bif âyette; "Ey iman edenler; sadakalarının minnet ve eziyetle iptal ," buyuru!mustur, (Bakara, 264)[633]
795. Ibn Ömer'in (r.a) rivayetinde Nebî (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Yerlere sürümek, eibise, gömlek ve sarıktadır. Kİm bu gibi şeyleri kibir için uzatırsa, kıyamet günü Allah (cc) o kimseye nazar etmez." (Ebu Dâvud ve Neseî sahih isnadla rivayet etmişlerdir).[634]
Bu gibi elbiseleri özürsüz olarak kibir ve gurur kastıyla giyerse ve bunlardan tevbe etmeden ölürse kıyamet günü Allah (cx) o kimseye rahmet nazarıyla bakmaz. Fakat zarûreten veya özür sebebiyle olursa bunda sakınca yoktur. Kişinin bu gibi giyecekleri kibir ve gurur olmaksızın giymesi mekruhtur.[635]
796. Ebu Cüreyy Câbir b. Süleym'den (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "İnsanların görüsünden faydalandığı ve ancak görüşüyle hareket ettikleri bir adam gördüm. Ve bu kimdir? dedim.
Bu Rasûlullah'tır" dediler. Ben iki defa: -Aİeykes-Selâm yâ Rasûlallah, dedim Rasûlultah (s.a):
"AleykeVSelâm" deme, o ölülere verilen selâm seklidir. "Es-selâmü âleyk" de buyurdu. Ben tekrar:
Sen Allah'ın Peygamberi misin? dedim. Rasûlullah (s.a):
Evet, ben, sana bir sıkıntı dokunur da dua edersen, o sıkıntıyı iyileştiren; kıtlık yılı sana dokunur da dua edersen, sana ürün veren; çöl veya ıssız bir yerde yolculuk yaparken bineğin kaybolsa, sonra dua etsen, o bineği bulduran Allah'ın Peygamberi'yim" buyurdu. Ben:
Bana nasihat et, dedim. Rasûlullah (s.a):
Kimseye sövme, buyurdu. Ben de ondan sonra hür olsun, köle olsun, deve, koyun gibi hiç bir şeye sövmedim.
Rasûlullah (s.a) devamla:
İyilikten, velev ki kardeşine güler yüzle konuşman bile olsa hiçbir şeyi hor görme. Bu davranış bile iyiliktendir. Elbiseni dizlerinin aşağısına kadar kaldır, çekmiyorsan ayak topuklarına kadar, sakın elbiseni ondan aşağıya uzatma, çünkü bu durum kibir alâmetidir. Şüphesiz Allah (c.c) kibirliyi sevmez. Şayet biri sana söver ve hakkında bilgisi olduğu bir kusurla ayıplarsa, sen ona ait bildiğin kusuruyla ayıplama. Çünkü vebal ona aittir" buyurdu. {Ebu Dâvud ve Tirmizi sahih isnadla rivayet etmişlerdir. Tirmizî Hasen ve Sahihtir, demiştir)[636]
Râvi Ebu Cüreyy Câbİr b. Süleym el-Hücemî (r.a) sahsbîdir. Enmar b. Hüceym b. Amr b. Temimoğulları'ndandır.
"Aleyke's-Seiâm deme, o ölülere verilen selâmdır" sözü, aslmda ölülere verilen selâm şekli değildir- Çünkü Rasûlullah (s.a) mezarlıktan geçerken "£5-selâmü aleyküm dara kavmin mü'minîn" diye îclâm vermiştir. Buradaki söz câhiliye şiirinin adetine itibarla söylenmiştir. Bir görüşe göre buradaki ölülerden maksad kâfirlerdir, denilmiştir.
"Dua eden" yani şartlarını havi olduğu halde dua eden anlamındadır. Şanlardan birisi dua eden ihtiyacını karşılamakda Allah'tan (c.c) başka kudret sahibi olmadığını ve bütün vasıtaların onun kabzasında olduğunu bilme-sidir. Allah (cx), gafil kalbe sahip olanın, duasını kabul etmez.
Sövmek haramdır. Sövülen kimse, söven kimseden ancak sövdüğü şey karşılığında intikam alabilir. Bu takdirde hakkını tastamam almış sayılır. İlk söven kimse de sövmeye ilk başladığı için günahı irtikab etmiş olur.
"Hiçbir iyiliği hakir görmeyin", İyilik küçük olsun, büyük olsun hakir görmemek gerekir. Çünkü en küçük hayır ve iyilikler kıyamet günü büyür ve sahibine fayda sağlar.
Elbiseyi ayakla diz arasına kaldırmak müstehabtır. Çünkü böyle yapmak setr-i avrettir. Aynca tevâzû alâmetidir.
Elbiseyi yere sürümek kibirlilik alâmetidir. Allah (cc) böyle gururlanmayı sevmez. Kıyamet günü nimetini oniara izhar etmez.
"Sana birisi söver yahut sende gördüğü şeyle ayıplarsa, sen sövme ve ayıplama" buradaki nehiy, tenzihidir. Yoksa ona misliyle mukabeiede bulunmanın bir Önceki kısımda caiz olduğu beyan edilmişti.
Rasûlullah (s.a) başka hadiste "Kim kardeşini bir günahla ayıplarsa, o ayıba bulaşmadan ölmez" buyurmuştur.
Aynca böyle bir durum karşısında susar, karşılık vermezse vebalı o kimseye aittir. Hadisteki vebalden murad ahiretteki azapdır. Bir kısmı dünyada acilen verilir.[637]
797. Ebu Hüreyre'den (ra) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: "Elbisesini yere uzatarak namaz kılan bir adama, Rasûlullah (sa):
Git, abdest al, buyurdu. Adam abdest aldı. Sonra geldi, Rasûlullah adama ikinci kez:
Git, abdest al, buyurdu. Bu defa bir adam, Rasûlullah'a:
Ya Rasûlallah ona abdest almayı emrettiniz. Ama sebebini açıklamadınız? dedi. Rasûlullah (s.a)
Elbisesini sürüyerek namaz kılıyordu. Allah (cx) elbisesini sürüyen kimsenin namazın] kabul etmez, buyurdu. (Ebu Dâvud sahih bir isnadla Müslim'in şartına uygun rivayet etmiştir)[638]
Hadiste geçen adam, giydiği uzun ve yere sürünen elbisesini kibir ve gurur amacıyla giyiyordu. Rasülullah'ın (sa) o kimseye abdesti iade ettirmesi, abdestin günahlara keffâret olması sebebiyledir. Bir başka hadiste "Temiz-lenmek (abdest), günahlara keferattir" buyurulmustur. Bir başka hadiste Ra-sûluiia:: fsA) "Hiçbir kul abdesti güzel bir şekilde almaz ki, geçmiş ve gelecek günahlü,. '{edilmesin" buyurmuştur.
Elbiseyi yere salıp sürümek günah olduğu için, abdesti iade etmesi em-rolunmustur. Namazın iadesi emrolunmamistir. Çünkü namaz sahihtir. Veya nafile olduğundan tekrarına lüzum görülmemiştir.
"Kabuletmez"dcn maksad günahlara keffâret olmaz. Kalbini günahlardan temizlemez, demektir.[639]
798. Kays b. Bişr et-Ta|libî'den (r.a) rivayete göre şöyle dedi: Ebu'd-Derdâ'nın (r.a) yakın arkadaşı olan babam bana şöyle haber verdi:
Şam'da Nebî'nİn (s.a) ashabından Sehl b. Hanzaliyye diye biri vardı. Bu şahıs, insanlarla yalnız namaz ile ve ailesine dönünceye kadar da teşbih ve tekbir getirecek derecede, az görüşen birisiydi. Ebu'd-Derdâ İle beraberken bize uğradı. Ebu'd-Derdâ (r.a) ona:
Bize fayda veren, sana zarar vermeyen bir söz söyle, dedi. Ibn Han-zaliyye:
Rasülullah (s.a) bir seriyye gönderdi. Harpten dönünce bir adam gelerek Rasûlullah'ın (s.a) oturduğu meclise oturdu. Yanındaki şahsa "Biz düşmanla karşılaştığımızda, falan şahıs bir hamle yaparak, düşmanı yaraladı, al bunu da ben Gıfarlı bir gencim" diyen şu adamı görseydin, bu sözlerine ne derdin? O şahıs:
(Gaza) mükâfatını giderdiği görüşündeyim, dedi. Bîr başkası:
Bir beis görmüyorum, dedi. Bu iki şahıs iddialaştılar. Rasülullah (s.a) onları işitti. Sonra;
Sübhânallah! Ecir alıp, övülmesinde bir sakınca yok, buyurdu. Ben Ebu Zerr'in bu sözden sevinç duyduğunu farketim. Ona başını kaldırmış ve şöyle diyordu:
Bunu Rasûlullah'tan (sm) sen mi işittin?! dedi. Ibn Hanzaliyye:
Evet, dedi. Ebu Zerr (sevincinden) bu sözü ona o kadar çok arzedi-yordu ki, ben (kendi kendime) dizleri üzerine çöküp kalacak, dedim. Râvi devam ediyor:
Ibn Hanzaliyye, bir diğer gün yanımıza uğradı. Ebu'd Derda (ra) ona:
Bana fayda verip, zararı sana dokunmayan bir söz söyle dedi. ibn Hanzaliye:
Rasülullah (sa) bize, "Cihad amacıyla at bakan, devamlı olarak kapanmayan bir el ile sadaka veren gibidir" buyurdu. Sonra bir başka gün bize geldi. Ebu'd-Derdâ tekrar:
Bize fayda veren, sana zararlı olmayan bir söz'söyle, dedi. Ibn Hanzaliyye söyle dedi:
Rasülullah (s.a) "Şu Hüreym el-Esedi ne iyi bir adamdır. A ma keşke uzun favorisi ve yerde sürünen elbisesi olmasaydı" buyurdu. Bu sözü Hüreym'e ulaştı. Hüreym hemen makas aldı favorilerini kulağına kadar kesti, elbisesini de dizlerinin alt tarafına kadar kaldırdı. Sonra îbn Hanzaliyye tekrar geidi. Ebu'd-Derda (ra) ona tekrar:
Bize fayda veren, sana zararsız bir söz söyle, dedi.
İbn Hanzaliyye: Rasülullah'ı (s.a) şöyle buyururken işittim: "Sizler kardeşlerinize gidiyorsunuz. Bineklerinizi ve elbiselerinizi düzgün kılınız ki, insanlar arasında, yüzdeki 'ben'gibi olunuz (farkedilesiniz). Muhakkak Allah (c.c) çirkinliği ve kötü sözlü olmayı sevmez" ( Ebu Dâvud hasen isnadla, rivayet etmiştir. Kays b. Bişr'in sika veya zayıf olduğunda ihtilâf edilmiştir. Ancak Müslim ondan rivayette bulunmuştur).[640]
Râvi Kays b. Bişr et-Tağlibi (r.a), tabiînden muasır olduğu kimseler tarafından makbul görülmüştür.
Şam'da Nebî'nİn (s.a) ashabından olan kişi; Seh! b. Hanzaliyye b. Rebî b. Amr b. Adiyy'dir (r.a). Hanzaliyye onun annesidir. Evs kabilesin dendir. Beyân Rıdvan'da bulunmuştur. Zâhid, âbid, uzlet hayatını seven biriydi. Şam'a yerleşti. Muâviye (r.a) zamanında vefat etti. Nesli yoktur, insanlarla az konuşur. Onlardan ayrı yaşardı.
Hadiste "Al bakalım ben Cıfar kabilesinden bir gencim" sözünde, savaşta kikinin, düşmana korku salmak için kendisini, ismini, neslini tanıtmasının caiz olduğuna delil vardır. Ancak bunu kibirlenerek değil, onları korkutmak için söyleyecektir.
Rasülullah (s.a) bu duruma taccüb ettiği için "Sübhânallah" diyerek bu teşbihi kullanmıştır. Bu gibi durumlarda "Lâ ilahe illallah" da denilebilir.
Kim harpte böyle düşmanı korkutmak amacıyla yaparsa hem dünyada, hem de ahirette mükâfatlandırılır. Dünyadaki mükâfatı güzel hasletle övül-mesidif. Bu iki mükâfatın tahsilinde bir beis yoktur. Bu hadis, dünyevî menfaatin, uhrevî faydaya münâfi olmadığını beyan eder. Çünkü şu âyetler bu konuyu îzah etmektedir. "Biz ameli güzel olanların mükâfatım zayi kılmayız" (Kehf, 30) Yine başka bir âyette "Erkek veya kadın kim mü'min olduğu halde amel-i salihte bulunursa, ona güzel bir hayat bahşederiz. Onları yaptıklarının en güzeli ile mükâfatlandırırız"' (Nahl, 97) buyunılmuştur, Atlara in fakta bulunan kimse, Allah yolunda cihad amacıyla yola çıkan atların otlaması, sulanması, yemlenmesi v.s gibi hususlarda yardımda bulunan kimsedir.
Hadis-İ şerif Ebu'd-Derdâ'nın (r.a) ilme olan düşkünlüğü ve hırsını göstermektedir. Ve bu hadiste İlmi artırmakla beraber öğrenim çağından mezara kadar ilimle meşgul olmaya teşvik vardır. Ebu'd-Derdâ (r.a) her defasında gelip "Bana bir kelime öğret" demektedir. Çünkü sorduğu şahis az konuşan birisidir. Fazla konuşmanın dînî zarara yol açabileceğini düşünmektedir. Bundan dolayı Ebu'd-Derdâ "öyle kelime ki, sana zarar vermesin" diye sormaktadır.
Hadiste söz edilen Hüreym el-Üseydî b. Fatik'dir (ra). Künyesi Ebu Yahya, Ebu Eymen'dir. Kardeşi Sübre ile beraber Bedir'de bulundu. Hüreym'e yerleşti.
Hadiste zikredilen saçlan ve elbiseyi uzatmak, medhu sena ve dînî yükselişe mâni hasletlerdir. Çünkü bu gibi yasaklar bazan haram, bazan de mekruhturlar.
Hadiste, müslümanlann kardeşleriyle karşılaşacakları zaman güzel ve temiz giyinmeleri ve onlara güzel görünmelerine delil vardır. Çünkü insanlar diğerlerini Önce zâhirleriyle değerlendirirler. Zahire göre onlara saygı ve ihtiram gösterirler. Veya zemmederler. Güzel ve temiz giyinmek şer-i şerifte mat-lub bir vazifedir. Yine hadiste, insanın zillet eleminden korunması, kardeşlerinin kalplerini kazanarak onlarla ünsiyet kurma yollarını aramaya delil vardır.
Allah (cc) kendi nîmetinin eserini kulunun üzerinde görmeyi sever. Bunun için kişinin, kılık, kıyafet ve kendisine ihtimamında insanlar içinde en güzel bir şekilde olması gerekmektedir.[641]
799. Ebu Saîd el-Hûdri'den (r.a) rivayete göre, Rasülullah <s.a) şöyle buyurdu: "Müslümamn İzan (entarisi), diz kapağı İle ayağı arasının yarısına kadardır. Bu kısımdan topuklara kadar uzun olmasında da bir sakınca yoktur. Topuklan aştığı zaman cehennemliktir. Kim izannı böbürlenerek çekip sürürse, Allah (cc) ona nazar etmez." (Ebu Dâvud sahih bir isnadla rivayet etmiştir)[642]
"Topukları aştığı zaman cehennemliktir" sözü haram kılınmasından kinayedir. Çünkü haram işlemek, ahirette sahibinin cehenneme girmesine sebep olur. Haram kılınmasından murad, kasden, tekebbür ve böbürlenmek için giyilmesidir. Aksi takdirde mekruhtur.[643]
800. İbn Ömer'den (r.a) rivayete göre söle demiştir:
Rasûîullah'a (s.a) izarım (entarim) uzunca bir halde uğradım. Bana;
Ya Abdullah! Entarini çek, dedi. Ben kaldırdım. Sonra tekrar;
Biraz daha (çek), buyurdu. Biraz daha çektim. Sonra devamlı entarimi kontrol ediyordum. Dinleyicilerden bazı kimseler:
Nereye kadar çektin, dediler.
Dizlerimin altına kadar, dedi. (Müslim rivayet etmiştir)[644]
Hadiste, İbn Ömer'in (r.a) faziletiyle sünnete verdiği önem ve Rasûlul-lah'a (s.a) mülazemeti zikrolunmaktadır.
îzan (entari) topuklardan dize doğru kısaltmak daha faziletlidir. Bu sınır ayakla diz arasındaki kemiğin yarısıdır.
Kadı tyaz der ki: "Âlimler, elbisenin uzunluğu ve genişliği konusunda mutad ve ihtiyaçtan fazla yapılan her şeyin mekruh olduğunu söylemişlerdir."[645]
801. Ibn Ömer'den (na) rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Kim entarisini kibirlenerek yerde sürürse, kıyamet günü Allah (cc) ona nazar etmez". Ümmü Seleme (ra):
Kadınlar, eteklerini nasıl ayarlayacaklar? diye sordu. Rasûlullah (s.a):
Bir karış daha uzun yapacaklar, buyurdu. Ümmü Seleme tekrar:
O takdirde ayaklan görünür, dedi. Rasûlullah (s.a):
Bir arşın daha uzatırlar, fazla değil, buyurdu. (Ebu Dâvud ve Tirmlzî rivayet ederek hasen ve sahihtir, demişlerdir).[646]
"Allah (cc) ona nazar etmez" cümlesinde nazar acıma bakışıdır. Çünkü alçak gönüllü kimseye bakan, ona acır, rahmet eder. Kibirli kimseye bakan, ona buğz eder. Veya bir şahsa ahşan kimse, ona yönelir. Ülfeti çok olur. Sonra ihsan ve iyilik sözkonusu olur. Velev ki nazar olmasın.
Entariyi uzatarak yerde sürümekteki tehdid de böyledir.
Hadisde kadınların, gömlek, entari gibi elbiselerinin eteklerini yere doğru bir karış uzatmalarında emir vardır. Böylece ayak kısmı örtülmüş oiur.[647]
[1] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/7-8.
[2] Buhârî; Müslim; Kiıab'uz-Zühd r-Rekâik, 2970,- Ne*î ve Ibn Mâce
[3] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/8.
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/8-9.
[4] Buhirî; Kiub'ul-Hibe ve Müslim: Kilab'uz-Zühd ve'r-Rekâik, 2972
[5] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/9.
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/9-10.
[6] Buhârî; Kitab'ul-Et'ıme
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/10.
[7] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/10-11.
[8] Buharı; Kitab'ul-Eı'ıme ve Ahmcd; 2/128
[9] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/11.
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/11.
[10] Mikslim; Kitab'uz-Zühd veVRekâİk, 2978, Tirmizî; 2373 ve Ebu Avfine
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/12.
[11] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/12.
[12] Buhar!; Kitab'ul-Et'ımc ve Nesri
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/13.
[13] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/13.
[14] Müslim; Kittb'ul-Eşribe, 2037, Tirmizî; 2370 ve Milik; 2/932
[15] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/14.
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/14-15.
[16] Müsüm; Kiıab'uz-Zühd veVRekâik, 2967, Tirmizî, Nesci, İbn Mâce ve Ahmed; 4/174
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/16-17.
[17] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/17-18.
[18] Buhârî; Kilab ul-Cihad, Müslim; Kiiab'uNLibas, 2080, Ebu Dâvud, Tİrmizi ve Nesâî
[19] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/18.
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/18-19.
[20] Kitabu Fedâİl'İs-Sahâbe, Müslim; Kiıab'uz-Zühd ve'r-Rekâik, 2966, Tirmizîve Neseî
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/19.
[21] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/19-20
[22] Buharı; Kitab'ur-Rikâk, Müslim; Kitab'uz-Zühd ve'r-Rekâik, 1055, Tİrmizî; 2362, Ne-wî, tbn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/20.
[23] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/20.
[24] Buhârî; Kitab'ur-Rikâk, Tirmizî ve Neseî
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/22-23.
[25] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/23.
[26] Buhârî; Kitab'ul-İ'tisâm ve Tirmizî
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/24
[27] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/24.
[28] Buhârî; Kitab'ul-Cİhad, Müslim; Küab'ul-Büyû, İ6O3 ve Neseî; 7/288
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/25.
[29] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/25
[30] Buhârî; Kitab'ul-Büyü, Tirmizî; 12IS, Neseî 7/288 ve lbn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/25.
[31] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/26.
[32] Buhârî; Kitab'ul-Mesâcid
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/26.
[33] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/26.
[34] Buhârî; Kitab'ur-Rikâk
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/27.
[35] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/27.
[36] Müslim; Kiıab'ul-Cenâtz, 925
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/27.
[37] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/28.
[38] Buhârf; Kitab'us-Şehâdât, Müslim; Kitabu Fedâil'İs-Sahâbe, 2535
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/28.
[39] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/29.
[40] Tirmizî; Kİtab'uz-Zühd, 2344 ve Ahmcd: 5/262
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/30.
[41] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/30.
[42] Tirmizî; Kİtab'uz-Zühd, 2347 ve İbn Mâce; 3349
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/30.
[43] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/31.
[44] Müslim; Kiub'uz-Zekât. 1054, Ahmed b. Hanbel. Tirmizî ve İbn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/31.
[45] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/31.
[46] Tirmizî; Kiıab'uz-Zühd, 2350. İbn Mâce ve Hâkim
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/32.
[47] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/32.
[48] Tirmizî; Kitab'uz-Zühd, 2369, Ahmed b. Hanbd ve İbn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/33.
[49] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/33.
[50] Tirmizî; Kiub'uz-Zühd, 2369
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/33.
[51] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/34.
[52] Tirmizi; Kiub'uz-Zuhd. 2381. Alun* b. Hanbd; 4/L32, Tirmizî, , w lbn Mâce;3349
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/34.
[53] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/34-35.
[54] Ebu Dâvud; Kİtab'ut-Tcreccül, 4161
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/35.
[55] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/35.
[56] Müslim; Kitab'us-Sayd ve'z-Zebâih, 1935, Buhârî, Tirmizî, Neseî, lbn Mâce ve Ahmed: 3/311
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/36-37.
[57] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/37-38.
[58] Ebu Dâvud; Kitab'ul-Libas, 4027, Tirmizî; Kitab'ul-LiÇas, 1765 ve Neşe?
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/38.
[59] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/38.
[60] Buhârî; Kiub'ul-Mcgâzî, Müslim; Kitab'ul-Eşribe, 2039
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/39-40.
[61] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/40-41.
[62] Buhârî; Kitab'ul-Enbiyâ, Müsİim; Kİtab'uI-E$ribe, 2040, Tirmizi ve Neşe!
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/42-43.
[63] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/43-44.
[64] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/45-46.
[65] Buhârî; Kitab'ur-Riltâk. Müslim; Kiiab'uz-Zekât. I05İ, Ahmed b. Hanbel; 2/243, 261, 315, Tirmizî; 2374 ve İbn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/46.
[66] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/46-47.
[67] Müslim; Kitab'ıa-Zekât, 1054, Ahmed b. Hanbel, Tirmizî 2349 ve İbn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/47.
[68] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/47.
[69] Buhârî; Kitab'ul-Vesâyâ, Müslim; Kitab'uz-Zekât, 1035, Tirmizî; 2465 ve Neseî; 5/101
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/48.
[70] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/49.
[71] Buhârî; Kitab'ul-Meğârf, Müslim; Kitab'ul-Cihad ve's-Siyer, 1816
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/50.
[72] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/50.
[73] Buhârî; Kİtab'ul-Cum'a
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/51.
[74] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/51.
[75] Buharı; Kİtab'uz-Zekâı, Müslim; Kitab'uz-Zekât. 1034
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/52.
[76] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/52-53.
[77] Müslim; Kitab'uz-Zekfit, 1038
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/53.
[78] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/53-54.
[79] Müslim; Kitab'uZ-Zekât, 1043, Ebu Dâvud; Nescî ve tbn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/54-55.
[80] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/55.
[81] Buhâri; Kiub'uz-Z*kâl, Müslim; Kilab'uz-Zekât. 1040 ve Ne«î; 5/94
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/55.
[82] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/55-56.
[83] Buhârî; Kitab'uz-Zekât. Müslim; Kİtab'uz-Zelcât, 1033, Ebu Dâvud ve Neseî
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/56.
[84] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/56.
[85] Müslim; Kitab'uz-Zekât, 1041 ve İbn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/57.
[86] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/57.
[87] Tirmizî; Kitab'uz-Zekât, 681, Ebu Dâvud; 1639 ve Neseî; 5/100
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/57.
[88] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/57-58.
[89] Ebu Dâvud; Kitab'uz-Zekât, 1645, Tirmizî; Kttab'uz-Zühd, 2327 ve Ahmed; 1/389
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/58.
[90] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/58.
[91] Ebu Dâvud, Kiub'uz-Zekât, 1643, Ahmed; S/276 ve Ncsef; 5/96
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/59.
[92] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/59..
[93] Müslim; Kitab'uz-Zekât, 4044, Ebu Dâvud; 1640, Nescî; 5/96, 97
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/60.
[94] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/60.
[95] Buhârî; Kitab'uz-Zekât, Müslim; Kitab'uz-Zekİt, 1039
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/61.
[96] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/61.
[97] Kitab'uz-Zekâı, Müslim; Kilab'uz-Zekât, 1045 ve Ncseî
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/63-64.
[98] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/64.
[99] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/65.
[100] Buhârî; Kitab'uz-Zekfit ve ibn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/66.
[101] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/66.
[102] Buhârî; Kiıab'uz-Zekât, Müslim; Kftab'uz-Zekâl, 1042, Tirmizî, 680, Neseî; 5/96 ve Mâlik; 2/998, 999
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/67.
[103] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/67.
[104] Buhârî; KUab'ul-Büyü
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/67.
[105] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/67.
[106] Müslim; Kiıab'ul-Fcdâü, 2379, tbn Mâce ve Ahmed; 2/396, 405, 485
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/68.
[107] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/68.
[108] Buhârî; Küab'ul-Büyû
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/68.
[109] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/68-69.
[110] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/71.
[111] Buhâri; Kiiab'ul-tlm. Müslim; Kitab'us-Salâl, 816, Ahmcd b. Hanbcl, Tirmiri ve Ibn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/72.
[112] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/72-73.
[113] Buhârî; Kitab'ur-Rikâk ve Neseî; 6/237, 23B
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/73.
[114] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/73-74.
[115] Buhârî; Kitab'ul-Edeb, Müslim; Kitab'uz-Zckât, 1016
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/74.
[116] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/74.
[117] Buhârî; KİIab'ul-Edeb, Müslim; Kitabu ftdâili'n-Nebî, 2311 ve Tİrmiri
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/74.
[118] Buhfiri; Kİtab'uz-Zekâi, Müslim; Kİtab'uz-Zekâl, 1010 ve Nesri
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/45.
[119] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/75.
[120] Buhârî; Kiıab'ut-Tcfsir, Müslim; Kiiab'uz-Zekât, 993
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/75-76.
[121] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/76.
[122] Kiıab'ul-îman, Müslim; Kiiab'uİ-lman, 39 ve Ibn Mace
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/76.
[123] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/76-77.
[124] Buhârî; Kİıab'uI-Hibe, Ebu Dâvud
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/77.
[125] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/77.
[126] Müslim; Kiıab'uz-Zekâi, 1036
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/78.
[127] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/78.
[128] Müjlim; Kitabu Fedail'in-Nebî, 2312
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/79.
[129] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/79-80.
[130] Müslim; Kittb'uz-ZeUl. 1056
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/80.
[131] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/80-81.
[132] Buhârî; Kilab'ul-Cihad
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/81.
[133] Tirmizî; Kİtab'uz-Zühd, 2326 ve Ahmed; 4/230, 231
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/84.
[134] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/84-88.
[135] Buhârî; Kitab'uz-Zekâı, Müslim; Kilab'uz-Zekât, 1021
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/88.
[136] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/88-89.
[137] Buhârî; Kilab'uz-Zdcât, Müslim; Kitab'uz-Zekât, 1014
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/89.
[138] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/89.
[139] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/93.
[140] Buhârî; Kiıab'ul-Menâkib, Müslim; Kitab'ul-Esribe, 2054 ve Tirmizî
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/96-97.
[141] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/97.
[142] Buhârî; Kitab'ul-El'ıme, Müslim; Kiıab'ul-Esribe, 2059, Ahmcd b. Hanbd, Tirmizî; 1821 ve Nescî
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/97.
[143] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/97-98.
[144] Müslim; Kittb'ul-Lukau, 1728
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/98.
[145] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/98-99.
[146] Buhârî; Kitab'ul-Cenaİz
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/99.
[147] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/99-100.
[148] Buhârî; Kitab'ul-Eşribe, Müslim Kilabu Fedai I'is-Sahâbc, 2500
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/100.
[149] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/100-101
[150] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/103.
[151] Buhârî; Kİtab'ul-Mezâlim, Müslim; Kilab^ul-Esribe, 2030, Neseî
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/104.
[152] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/104.
[153] Buhârî; Kitab'ul-Enbiyâ
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/105.
[154] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/105.
[155] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/107-108.
[156] Buhâri; Kitab'ul-llm. Müslim; Kiiab'ıu-Salât, 816
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/108.
[157] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/108-109.
[158] Buhârî; Kitab'ui-Tevhid, Kiiabu Fedâil'il-Kur'an, Müslim; Kitab'us-Salât, 81S
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/109.
[159] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/109.
[160] Buhârî; Kilab'ud-Deavât, Müslim; Kilab'us-Salâı, 595
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/110.
[161] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/110-111.
[162] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/113-115.
[163] Buhârî; Kiıab'ur-Rikak, Ahmed b. Hanbel, Tirmizî ve fbn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/116.
[164] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/116.
[165] Buharı; Kilab'ul-Vcsâyâ, Müslim; Kitab'ul-Vasıyye, 1627, Mâlik, Ebu Dâvud, Tirmizî, Ncseî ve İbn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/116.
[166] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/116-117.
[167] Buhârî; Kiub'ur-RİUk, Tirmizî; 2335 w ibn Mâce; 4332
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/117.
[168] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/117.
[169] Buhâri; Kiub'ur-Rikâk, Tirmizî; 2456 ve Ibn Mâce; 423İ
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/118.
[170] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/118.
[171] Tirmizî; Kitab'uz-Zühd, 2307
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/119-120.
[172] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/120.
[173] Tirmizî; Kitab'uz-Zühd, 2308, Neseî, Ibn Mâcc, 4258
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/120-121.
[174] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/122.
[175] Tirmizî: Kittbıı Sıfai-ı Ycvm'ii-Kıyime, 2489 ve Ahmcd; 5/136
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/122-123.
[176] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/125.
[177] Müslim; Kitab'ul-Cenâiz, 977, Ebu Dâvud; 3235, Newî; 4/89 ve Tirmiri; 1054
[178] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/125-126.
[179] Müslim; Kitab'ul-Cenâiz, 274
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/126-127.
[180] Müslim; Kitab'ul-Cenaiz, 975, Ebu Dâvud, Nesd ve lbn Mâce
[181] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/127.
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/127-128.
[182] Tirmizî; Kilab'ul-Cenâiz, 1053
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/128.
[183] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/128.
[184] Buhârî; Kitab'ut-Temenni, Müslim; Kiıab'uz-Zikr ve'd-Duâ, 2682 ve Ahmed; 2/263, 309
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/129.
[185] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/129-130.
[186] Buhârî; Kittb'uL-Merdâ, Müslim; Kitab'uz-Zikr vc'd-Duâ, 2680
[187] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/130.
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/131.
[188] Buhârî; Kiub'ul-Merdâ, Müslim; Kilab'uz-Zikr ve'd-Duâ, 2681
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/131.
[189] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/131-132.
[190] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/133.
[191] Buhâri; Kiub'ul-Iman, Müslim; Kiıab'ul-Büyû", 1599, Ebu Dâvud, Tinnizî, Ncscî ve |bn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/134.
[192] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/134-135.
[193] Buhâri; Kitab'ui-Büyü ve Müslim; Kitab'uz-Zekât, 1071
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/135.
[194] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/135-136.
[195] Müslim Kiiab'ul-Birr ve's-Sıla, 2553
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/136.
[196] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/136-137.
[197] Ahmtd; 4/228 ve Dârimî, 2/245, 246
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/137.
[198] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/138.
[199] Buhârî; Kiıab'ul-lim, Ebu Divud, Tirmizî ve Nesri
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/138-139.
[200] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/139.
[201] Tirmizî; Kitab'uz-Zühd, 2520 ve Ahmed; 1/200
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/139.
[202] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/139.
[203] Bıhârî; Kiiabu FedâıTts-Sahâbe
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/140.
[204] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/140.
[205] Buhârî; Kilabu ftdâil'is-Sabâbe
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/141.
[206] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/141.
[207] Tirmizî; Kiiab'uz-Zühd, 2453 ve tbn Mfice
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/141-142.
[208] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/142.
[209] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/143.
[210] Müslim Kitab'uı-Zûhd ve'r-Rekttk, 2963 ve Ahmed b. Hanbel
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/144.
[211] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/144.
[212] Buhâri; Kitab'ul-Cihad, Müslim; Kitab'ul-Cihad, 1888, Ebu Dâvud, Tİrmizî, Neseî ve İbn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/144-145.
[213] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/145.
[214] Buhârî; Kİub'ul-îman, Ebu Dâvud, Neseİ ve tbn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/146.
[215] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/146.
[216] Buhârî; Kitab'ul-lc&rc ve tbn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/146-147.
[217] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/147.
[218] MûJÖm; Kiub'uMroftrc, 1889
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/147-148.
[219] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/148.
[220] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/149.
[221] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/149.
[222] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/151-152.
[223] Müslim; Kitab'ul-Cenne, 2865. Ebıı Dâvud ve Ibn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/152.
[224] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/153.
[225] Müslim; Kitab'ul-Birr, 2588
[226] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/153-154.
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/154.
[227] Butı&ri; Kitab'ul-lstİ'z&n, Müslim;; 2168, 15. Nesri ve Ebu Dâvud
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/154.
[228] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/154.
[229] Buhârî; Kitab'ul-Edeb.
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/155.
[230] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/155.
[231] Buhârî: Kitab'us-Salât, Tirmizî ve Ahmed; 6/49, 126, 206
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/155-156.
[232] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/156.
[233] Müslim; Kitab'ul-Cum'a, 876 ve Nesd
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/156.
[234] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/157.
[235] Müslim; Kitab'ul-Et'ime, 2034, Ebu Dâvud ve Nesâî
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/157.
[236] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/157-158.
[237] Buhârî, Kiıab'ul-lcare ve Ibn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/158.
[238] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/158.
[239] Buhârî; Kitab'ul-Hibe ve Nesâî
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/159.
[240] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/159.
[241] Buhârî; Kİtab'ul-Cihad ve Ebu Dâvud
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/160.
[242] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/160.
[243] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/161-162.
[244] Müslim; Kitab'ul-lman, Ebu Dâvud, 1999 ve Neseî
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/163.
[245] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/163.
[246] Müslim; Kitab'ul-El'ıme, 2021
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/164.
[247] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/164.
[248] Buharı; Kiıab'ut-Tefsir ve Kitab'ul-Edeb, Müslim; Kiıabu Sıfai'il-Cennei, 2853 ve Tirmizî, Sıfat'ul-Cennel
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/164.
[249] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/164.
[250] Müslim: Kitabu Sıfat'tl-Cenne, 2847
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/165.
[251] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/165.
[252] Buhâri; Kiub'ul-Libas, Müslim; Kitab'ul-Libas, 2087 ve Mâİik; 2/914
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/166.
[253] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/166.
[254] Müslim; Kitab'ul-Iman, 107 ve Ncseî
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/167.
[255] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/167.
[256] Müslim: Kitab'ut-Birr ve's-SıJa, 2620, Ebu Dâvud; 4090 ve İbn Mâcc
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/168.
[257] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/168.
[258] Buhârî; Kitab'ul-Libas, Müslim; Kitab'ul-Libas, 2088
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/169.
[259] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/169.
[260] Tînnizî; Kiub'ul-Birr ve's-SiU, 2001
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/169.
[261] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/169-170.
[262] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/171.
[263] Buhâri; Kİtab'ul-Edeb. Müslim; Kitab'ul-Fedâil, 2150
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/172.
[264] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/172.
[265] Buhâri; Kitabu Fedâil'in-Nebî, Müslim; Kiub'ul-Fedlİl, 2330. 2309
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/172.
[266] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/172-173.
[267] Buhâri; Kitab'ul-Hac, MüJİim; Kİtab'ul-Hac, 1193, Tirmizî ve Nescî
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/173.
[268] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/173.
[269] Müslim; Kİtab'uİ-Birr vc's-Sıla, 2553 ve Tirmizî; 2390
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/174.
[270] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/174.
[271] Buhârî; Kitab'ul-MeniUub, Müslim; Kitab'ul-Fedail, 2321, Tirmiıî; 1976 ve Ahmed; 2/161, İ89, 193
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/175.
[272] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/175.
[273] Tİnnizî; Kiub'ul-Birr, 2003, 2004, Ahmed b. Hanbel ve Ebu Dâvud
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/175.
[274] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/176.
[275] Tirmizî; Kitab'ul-Birr ve's-Sıla, 2005, Ahmed; 2'291. 392, 442 ve tbn Mâce; 4246
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/176.
[276] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/176-177.
[277] Tirmizî; Kiıab'ul-Iman, 1162 ve Ahmed: 2/450, 472
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/177.
[278] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/177.
[279] Ebu Dâvud: Kiub'ul-Edcb, 4798
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/178.
[280] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/178.
[281] Ebu Dftvud; Kitab'ul-Edeb, 4800
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/179.
[282] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/179.
[283] Tirmizî; Kİtab'ut-Birr veVSıla, 2019
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/179-180.
[284] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/180.
[285] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/181-182.
[286] Müslim; Kitab'ul-Iman, 17, 25, Tirmiri ve Ebu Dâvud; 5225
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/182.
[287] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/182-183.
[288] Buhâri; Kitab'ul-Edcb, Müslim; KilaVul-Birr. 2163 ve Ahmed; 6/37, 85, 199
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/183.
[289] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/183.
[290] Mtelim; KiUb'ul-Birr, 2593
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/184.
[291] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/184.
[292] Müslim; Kiub'ul-Birr, 2594
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/184.
[293] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/185.
[294] Buhlri; Kjub'ul-Tahâre ve İbn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/185.
[295] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/185-186.
[296] Buhârî; Kitab'uMlm, Müslim; Kitab'ul-Cihad, 1734, Ahmed b. Hanbel ve Nesri
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/186.
[297] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/186.
[298] Müslim; Kiub'ul-Birr. Ahmed b. Hanbd, Ebu Dâvud ve !bn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/187.
[299] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/187.
[300] Buhârî; Kitab'ul-Edeb ve Tirmirf
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/187.
[301] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/188.
[302] Müsüm; Kitab'us-Sayd. 1955. Tirmizî, Ncseî ve lbn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/189.
[303] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/189.
[304] Buhârî; Kiub'u Sıfal'in-Ncbî ve Kiub'ul-Edcb. Müslim; Kilab'ul-Fedâil, 2327
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/190.
[305] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/190-191.
[306] Tirmizî; Kitabu Sıfatı Yevm'ii-Kjyâme, 2490
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/191-192.
[307] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/192.
[308] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/193-194.
[309] Müslim; Kitab'uKFedül, 2328 ve Ahmed b. Hanbel: 6/32-281
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/195.
[310] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/195-196.
[311] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/196.
[312] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/196.
[313] Buhârî; Kitab'ul-Libas ve Kitab'ul-Edeb, Müslim; Kitab'uz Zekfii, 1057
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/197.
[314] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/197.
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/197-198.
[315] Buhftrî; Kitıb'ul-Enbiyâ. Müslim; Kiub'ui-Cih«d. 1792
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/198.
[316] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/198.
[317] Buhârî; Kiub'ut-Edeb, Müılim; Kilâb'ul-Birr, 2409
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/199.
[318] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/199.
[319] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/201.
[320] Müslim; Kittb'ul-BJrr veVSıla, 2558
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/202.
[321] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/202.
[322] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/203.
[323] Buhârf; Kitab'u Ebvâbi Sıttt'il-Cum'a. Kitab'ul-Ilm, Khabul-Edeb ve Kitab'ul-Ahkâm, Müslim; Kittb'us- Salfit, 466, Noel, ibn Mftce ve Ahmed b. Hanbel; 4/118,119
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/204.
[324] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/204-205.
[325] Buhârî; Kiıab'ul-Libâs, Müslim; Kilâb'ul-Libâs, 1688 ve Neseî
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/205.
[326] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/205-206.
[327] Buhâri; Kitab'ul-Hudüd, Müslim; Kiub:ul-Hudûd, 1688, Timizi. Neseî, Ebu Dâvud ve İbn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/207.
[328] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/207.
[329] Buhâri; Kitıb'u EbvSbUMesâdd, Müslim; Kiub'ıu-Salât. 551
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/208.
[330] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/208.
[331] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/209
[332] Buhârî; Kitab'un-Nikâh, Kitab'ul-Cum'a, Müslim; Kitab'ul-Imâre, 1829 ve Ebu Dâ-vud; 2928
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/210.
[333] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/210.
[334] Buhârî; Kiıab'ul-Ahkâm, Müslim; Kitab'ul-lmftre, 1460
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/211.
[335] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/211.
[336] Mailim; Kitab'uUmâre, 1828 ve Neşe!
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/212
[337] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/212.
[338] Buhfirî; Kitab'ul-Eiibiym, Mtalim; Klub'uMmâre, 1S42 w İbn Mtce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/213.
[339] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/213.
[340] Müslim; Kitab'ul-Megâzi, 1830
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/214.
[341] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/214.
[342] Ebu Dâvud; Kitab'ul-Harac, 2948, Tİrmizî; Kitab'ul-Ahkâm, 1332
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/214-215.
[343] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/215.
[344] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/217.
[345] Buhârî; Kiiab'u Ebvâbi Salât'il-Cuma, Müslim; Kitab'uz-Zekât, 1031
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/218.
[346] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/218.
[347] Müslim; Kitab'ul-lmâre, 1827, Ahmed b. Hanbel; 2/160 ve Nesri, 8/221
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/218-219.
[348] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/219.
[349] Müslim; Kitab'ul-lmâre. 1855
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/219.
[350] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/220.
[351] MtUlim; Kiub'ul-Cenoeı ve Sıfatı Nıîmfm
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/220.221.
[352] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/221.
[353] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/223.
[354] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/224.
[355] Buhfirî; Kitab'ul-Ahkâm, Müslim; Kitab'ul-imâre, 1867, Tirmizî ve Nesri
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/224.
[356] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/224.
[357] Müslim; Kitab'ul-lmare, 1851
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/224.
[358] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/225.
[359] Buhfiri; Kiubu Sal&t'B-Coma, Kitab'ui-Ahkâm ye Ibo Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/225.
[360] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/226.
[361] Müslim; Kiub'ul-lmâre, 1836, Ahmed b. Hanbd ve Nesli; 7/140
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/226.
[362] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/227.
[363] Müslim; Kitab'ut-lmâre, 1844, Ebu Dâvud; Kitab'ul-Fıten, Neseî; Kitab'ul-Bey'&l . lbn Mâce; Kitab'ul Fiten
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/227-228.
[364] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/228-229.
[365] Müilim; KİUb'ul-lmlre, 1846 ve Tİnni* KıUb'ul-Fittn
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/229.
[366] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/230.
[367] Buhar!; Kitab'ul-Enbiya Kitab’ul_ Fiten, Müslim: Kitab’ul İmare, 1843 ve Tirmizi; 2191
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/230.
[368] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/231.
[369] Buhar!; Kitab'ul-Ahk&m Kltab'ul-Cihad, Müslim, Kİub'uMmfce; 1835 ve Netti; 7/154
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/231.
[370] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/231.
[371] BuhAri; Kİub'ul-Fıtcn, Kit»b'ul-Ahkam, Müslim; Kitab'ul-Imİre, 1849 ve Ahmed b. Henbel; 1/257-277-310
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/232.
[372] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/232.
[373] Tirmizî; Ebvâb'ul-Fitcn, 2225 ve Ahmed b. Hanbel; 5/42
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/232.
[374] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/233.
[375] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/235.
[376] Buhâri; Kitab'ul-Eymân vc'n-Nozur; Kitab'ul-Ahkâm, Müslim; Kitab'ul-Eymân, 1652, Tİrmizi; 1529, Ebu Dâvud; 2929, Nesei; 8/235 ve Ahmcd b. Hanbel; 5/62-63
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/236.
[377] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/236-237.
[378] Müslim; Kiıab'ul-tmarç, 1826, Ebu Dâvud ve Nesei; Kitab'ul-Vesâye
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/237.
[379] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/237.
[380] Müslim; Kitab'ul-tmâre, 1825
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/238.
[381] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/238-239.
[382] Buhftrî; KJtab'ul-Ahkftra, N«d; 8/225-226 ve Ahmed b. Hanbel; 2/44İ.476
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/239.
[383] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/239.
[384] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/241.
[385] Buhârî; Kitab'ul-Kader ve Kitab'ul-Afattmve Nesaî; 7/158
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/242.
[386] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/242.
[387] Ebu Divud; Kiıab'uMmİre, 2932 ve Neşet; 7/159
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/243.
[388] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/243.
[389] Buhân; Kitab'ul-Ahkâm. Müslim; Kiub'ul-lmâre, 3/14J6 ve Neseî; 8/224
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/245.
[390] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/245.
[391] Buhâri; Kitab'ul-İman, Kitab'ul-Edtb, Müslim; Kİt&b'uI iman, 36, Malik; 2/905, Ebu Dâvud; 4795, Tirmia; 2618 ve Nesd; 8/121
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/247.
[392] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/247.
[393] Bubin; Kitab'ul-Ebcd, Müslim; Kitab'uHmân. 37 ve Ebu Dtvud, 4796
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/248.
[394] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/248.
[395] Buharî; Kitab'ut-lroan, Müslim; Kitab'uMman, 35, 58
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/248-249.
[396] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/249.
[397] Buhiri; Kitab'ul-Edeb ve Kitab'ul-Enbiya, Müslim; Kitab'ul-Fezâil, 2320
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/249.
[398] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/250.
[399] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/251.
[400] Müslim; KİUb'un-Nikâb, 1437
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/252.
[401] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/252.
[402] Buhârî; Kitab'uUHegari ve Kitab'un-Nikâh,
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/253.
[403] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/253.
[404] Buhârî; Kiiab'ul-Enbiya ve Kitab'ul-lstizân Müslim; Kitab'ul-Fezâil, 2450, Neseîve tbn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/254-255.
[405] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/255-256.
[406] Buhârî; Kiub'uMstizân, Müslim; Kitab'ul-Feziil; 2482
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/256.
[407] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/257.
[408] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/259-260.
[409] tabiri; Kiub'ul-tmln, Mittim; Kiub'ul-lnuD, 59
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/260.
[410] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/260-261.
[411] Buhar!; Kitab'ul-lman, Müslim; Kitab'uMman, 58
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/161.
[412] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/261.
[413] Buhâri; Kitab'ul-Kefâle ve Kitab'm-Şehâdet, MüsÜm; Kiıabu Fezâil'in-Nebî; 2314
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/262.
[414] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/262-263.
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/265.
[415] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/266.
[416] Buhâri; Ebvsb'ut-reheccOd, MOsHm; Kitab'us-Siyam, Z/814
[417] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/266
[418] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/267.
[419] Buhlri; Kiub'ul-Edeb, Kiıab'ım-Zeicât, Kitab'ur-Rikİk. Müslim; Kitab'uz-ZekSt, 1016
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/268.
[420] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/268.
[421] Buhârî; Kitab'us-Sulh ve Cihfid, Müslim; Kitab'uz-Zekit, 1009. Uzun olan hadisin bir kısmıdır.
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/268.
[422] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/268-269.
[423] Müslim; Kiub'ul-Bırr. 2626
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/269.
[424] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/269.
[425] Buhârî; Kiub'ul-ÜuB ve Kİtsb'ul-fstizin, Ahmed b. Hanbel ve Timizi
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/271.
[426] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/271.
[427] Ebu Divud; KiUb'uKAdtb. 4839
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/272.
[428] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/272.
[429] Buhari, Kitab’ul-İlm, Kitab’ul-Hacc, Müslim; Kitab’ul-İman, 65
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/273.
[430] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/273.
[431] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/275.
[432] Buhâri; Kitab'uJ-ÎIim, Müslim; Kitab'ul-Münafıktn, 2821 ve Ahr-cd b. Hanbet; 1/377-425-427-440
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/276.
[433] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/276.
[434] Müslim; Kİtab'ul-Cuma, 869
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/276.
[435] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/277.
[436] Mastım; Kitab'uİ-Mesacid, 537 ve Ebu Dfivud; 930
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/277-278.
[437] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/278-279.
[438] Tirmizî; Kitab'ul-Um, 2678 ve Ebu Dfivud; 4607
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/280.
[439] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/280.
[440] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/281.
[441] Buhftri; Kitab'uMükb ve Kitab'ut-Tefsb, Mailim; Kiub'ıd-FcaO, 899
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/282.
[442] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/282.
[443] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/283.
[444] Bubin; Kit&b'ul-Cum's, KKab'ol-Ezln, Müslim; Kiub'ul-Meucid, 602, TiimM, Ne-seî, Ebu Dâvud ve Ahmed b. Hanbel
[445] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/284.
[446] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/284.
[447] Buhârî; Kiub'ul-Hacc
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/285.
[448] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/285.
[449] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/287.
[450] Buhlri; Kiub'ul-Edeb, Müslim; Kİub'ul-tmıo, 47
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/288.
[451] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/288.
[452] Buhârî; Kiub'ul-Edeb, Müslim; Kitab'ul-Lukîtt, Ebu Dflvud; Tinnm ve Neseî
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/289.
[453] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/289.
[454] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/291-292.
[455] Buhfirî; Kitab'ul Fezaüi's- Sahabe, Müslim; Kiub'ul-Fezül. 2433 ve Nesri
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/293.
[456] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/293.
[457] Buhârî; Kitab'u Fezaili's- Sahabe ve Kitaba "1- Filen, Müslim; Kİubu'l- Fezâil, 2403 ve Neseî
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/294-296.
[458] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/296-297.
[459] Müslim; Kiubu'l- îman, 31
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/297-298.
[460] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/298.
[461] Müslim; Kitabu'l- İman, 121
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık 3/299-300.
[462] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/300-301.
[463] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/303.
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/304.
[465] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/304.
[466] Buhâri; Kitabu'l- Ezin, Muşum; Kitabu'*- Salat
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/305.
[467] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/305-306.
[468] Ebu Dâvud; Kiubu's- SaUt, Tinnirf; EbvabÛ'd- Deflvftt, 3557
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/306.
[469] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/306.
[470] Tİnnirf; Ebv&bG'd- Deavâi, 3438, 3439,Ebu Dâvud; 2600 ve Ahmcd b. Hanbel; 2/7, 25, 38, 136
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/307.
[471] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/307.
[472] Ebu Dâvud; Kitabu'l- Cüud, 2601
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/308.
[473] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/308.
[474] Tirmizi Ebvabu’b Deavat,3440
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/308-309.
[475] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/309.
[476] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/311.
[477] Buhiri; KitabuV Salât. Ktubu'rf- Deavâl ve Khabu't- Tevhİd, Ebu D&vud, Neseî ve Tirmizî
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/311.
[478] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/311-312.
[479] Buhârî; Kitabu'l- tdeyn ve Timizi
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/315.
[480] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/315.
[481] Buhlrî; Kiubu'l- Huc, Müslim; Kiubu'l- Hacc, 1257
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/316.
[482] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/316.
[483] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/317.
[484] Buhâri; Kitabu'l- Vudû, Ki tabu'1- Libâs, Müslim; Kitâbu't- Tahâre, 268
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/318.
[485] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/318.
[486] Ebu Dâvud; Kiubu't- Tataftret, 33 ve İmim Ahmed; 6/265
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/318-319.
[487] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/319.
[488] Bublrî; Kiubu'l- VudÛ. Kitabu'l- Ceaâiz Müslim; Kitâbu'l- Cenftiz, 648
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/319.
[489] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/319.
[490] Buhâri; Kitabu'I- Libâs, Müslim; Kitabu'I- Libas, 2097, İmâm Ahmed, Ebu Dâvud, Tinniaî ve tbn Mftce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/320.
[491] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/320.
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/320.
[492] Ebu Dâvud, Kitabu'ı-Tahare, 32, Timüzî ve Ahmed b. Hanbel
[493] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/320.
[494] Ebu Dâvud; Kitabu'l- Libas, 4141, Tİnnizî; Kitabu'I- Libâs, 1766
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/321.
[495] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/321.
[496] Buhârî; Kitabu'İ- Vudû, Müslim; Kİtâbu'l- Hücc, 1305, Ebu Dâvud; 1981, Tİnnizî; 912
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/321.
[497] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/321-322
[498] Bublrî; Kitabu'l- Et'ime. Mtelim; Kitlbu'l- Efribe, 2(02. Nocî, Tinnizî; 18», İbo MSce, Ebu Dtvud; 3777 ve Malik; 2/934
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/323.
[499] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/323.
[500] Ebu DSvud; Kitabu'İ- Et'irae, 3767, Tirmizî; Ebvâbu'l- Elime, 1859
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/324.
[501] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/324.
[502] Müslim; Kitlbu'U Ejribe, 2018, Ebu D&vud; 376.5, Tirmizî, Nesd ve tba Mftce: 3887
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/325.
[503] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/325.
[504] Müslim; Kitâbu'l- Eşribe, 2017, Ebu Dflvud; 3766 ve Nesei
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/326.
[505] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/326-327.
[506] Ebu Dâvud; Kiiabu'l- Et'İme, 9768, Neseî; KJtabu'l- Velime
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/327.
[507] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/328.
[508] Tİrmizî; Kitabu'l- Et'ime, 1859
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/328.
[509] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/328.
[510] Buhârt; Kitabu'l- Et'ime, Tirmizî; 3452 ve Ebu Dİvud; 3849
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/329.
[511] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/329.
[512] Ebu Dâvud; Kiubu'1-Ubai, 4023. Tırmiiî; KitabıTd-Deavât, 3454 ve İbn MScc; 3283
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/329-330.
[513] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/330.
[514] Bahiri; Kitabu'l-Enbiya, Kiubu'l-Et'ime, Mttstim; Kitabu'l-Ejribe, 2064, Ebu Dâvud; " 3763, TinnizS; 2932 ve ibn Mlcc; 3259
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/331.
[515] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/331.
[516] Mûılim; Kiubtı'i-E$ribe. 2052, Tirmİrf; 1840,1843, Ebu Dİvud; 3820, 3821 ve Neşet;7/14
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/332.
[517] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/332.
[518] Müslim; Kfrabu'n-Nücah, 1431, Ahmed b. Hanbd; îbn Mace ve Tirmizî
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/333.
[519] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/333-334.
[520] Buhari; Kiubu'l-Et'ime, Kiubu'l-Buyû, Kiubu'l-MezUim, Müslim;2036
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/335.
[521] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/336.
[522] BuhM; Kitabu'l-Et'ime, Müslim; Kitabu'l-Ejribe. 2022
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/337.
[523] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/337.
[524] Müslim; Kitabu'l-Eşribe, 2021
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/338.
[525] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/338.
[526] Buhârf; Kitabu'l-Mezalim, KiUbu'î-Şirket, Kitabu'l-Et'ime, Müslim; Kitabu'l-Eşribe, 2045, Ebu Dfivud; Tinnİzl ve Neseî
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/339.
[527] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/339-340.
[528] Ebu Dftvud; Kiubu'l-Et'ime, 3763, Ibn M&ce; 3286 ve Ahmed b. Hanbel; 3'501
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/341.
[529] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/342.
[530] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/343.
[531] Ebu Dftvud; Kitabu'l-El'ime, 3772, Tinnizî; KiUbu'l-Et'ime, 1806 ve Ibn Mace; 3277
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/343.
[532] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/343
[533] Ebu Dâvud; Kitabu'l-Ei'ime, 3773 ve Ibn Mâce; 3263, 3275
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/344.
[534] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/344-345.
[535] Buhlrf; Kftabul-Et'ime, Ebu Dtvud; 3769 ve Timürf; 1831
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/347.
[536] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/347.
[537] Müslim; Kftabul-Efribe, 2044, Tinnirf; Şemail
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/348.
[538] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/348.
[539] Buhîri; Kiubu'l-El'ime, Müslim; KitabuM-Eşribe, 2031, Ebu Dflvud; 3847 ve Ibn Mlce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/349.
[540] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/349.
[541] Müslim; Kiubu'l-Eşribe. 2032, Ebu Dftvod; 3847, Tinnirf ve Naeî
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/350.
[542] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/350.
[543] Müslim; Kitabu'l-Eşribe, 2033 ve İbn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/351.
[544] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/351.
[545] Müslim; Kitabu'I-Eşribe, 2033, Ahmed b. Hanbel, Nesei, İbn Mâce ve Tinnis; 1803
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/351.
[546] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/352.
[547] Müslim; Kjtabu'l-E»ribe, 2033
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/352.
[548] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/352.
[549] Müslim; Kitabu'l-Esribe. 2094, Tirrnid; 1804 ve Ebu Dâvud; 3843
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/353.
[550] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/353.
[551] BuhirfJ Kitabu'I-Eı'ime ve tbn Mice
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/354.
[552] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/354.
[553] Buhlrf; Kitabu'l-Efime, Müslim; Kiiabu'I-Esribe, 2058, Tinnizî; 1821. Malik; 2/928
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/355.
[554] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/355.
[555] MOdim; Kitaba'l-Efribe, 2059 ve Tînnid; 1821
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/356.
[556] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/356.
[557] Buhârî; Kiubu'î-Ejribe, Müslim; Kitabu'l-Eşribe, 2028, Tîrmizî; 1885, Neseİ, tbn Mft-ce ve Ebû Dİvud; 3727
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/357.
[558] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/357.
[559] Tinnizî; Kiubu'l-E$ribc, 1886
[560] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/358.
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/358.
[561] Buhârf; Kiubu'l-Eşribe ve Kiubu'1-Vudû, Müslim; Kiubu'l-Eşribc. Tirmirf; 267 1890 ve Ne$eî; 1/43
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/358
[562] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/358-359.
[563] BuMiî; Kitabu'l-Eşribe, Müslim; Kiubul-Eşribe, 2029, TînnöS; İ894. Ebu Dâvud; 3726 ve Malik; 2/926
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/359.
[564] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/359
[565] Buhârî; Kitabu'LEşribe, Müslim; Khabu'l-Efribe, 2030
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/360.
[566] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/360-361.
[567] Buhârî; Kiubu'l-E$ribe, Müslim; Kiubu'l-Eşribe, 2023, Ebu Dâvud; 3720, TinniZÎ; 1891 ve tbo Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/363.
[568] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/363.
[569] Bubin; Kitabu'l-Eçribe, Müslim; Khabu'l-MOsâkat ve tbn M&ce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/364.
[570] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/364.
[571] Tînnfctf; Kittbu'l-Efribe, 1893 ve İbn Mİce; 3422
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/364.
[572] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/364-365.
[573] Tirmin; Kittbu'UEşribe, 1888, Malik; 2/923 ve Ahmed b.Hube); 3/32
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/367.
[574] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/367.
[575] Timizi; Kirabu'l-fifribe, 1889. Ebn Dftvud; 3728 ve Ibo Mftct; M2S.
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/368.
[576] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/368.
[577] Buhârî; Kitabu"l-Eşribe, Kittbu'I-Hacc, Müslim Kİtabu'l-Eşribe, 2027, Tirmiz!; 1883 ve Neseî; 5/237
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/369.
[578] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/369.
[579] Buhârî; Kiiabu'İ-Ejribe. Ebıı Dâvud; 3718. Tirmizî ve Neseı; 1/84, 85
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/370.
[580] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/370.
[581] Tîrmizİ; KiUbu'l-Efribc, 1881, İbn Mâce; 3301 ve Afamed b. Hanbd; 2/12,24.29,108
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/370.
[582] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/370.
[583] iteniz!; Kittbn'l-Ejribe, 1884
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/371.
[584] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/371.
[585] Müslim; Kitabu'l-Eşribe. 2024, Tinnizî; 1880 ve Ebu DSvud; 3717
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/372.
[586] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/372.
[587] Muslin?; Kİtabu'l-Efribe, 2026
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/372.
[588] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/373.
[589] Tinniri, Müslim; 689; Kitabu'l-Esribe, 1895, tbn Mâcc ve Ebu Dâvud; 3725
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/375.
[590] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/375.
[591] Buhiri; Kiubu'l-Vudfl, Müslim; Kiubu'l-Fezül, 2279
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/377.
[592] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/378.
[593] Buh4rî; Kitabu'1-Vüdû
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/378.
[594] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/378.
[595] Buhârî; KiubuTEşribe, Ebu Dâvud ve lbn MSce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/379.
[596] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/379.
[597] Buhârî; Kitabu'1-Ubû, Kitabu'l-Ejribe, Müslim; Kitabu'l-Libas, 2067
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/379-380.
[598] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/380.
[599] Buhârî; Khabu'l-Esribe, Mllslim; Kitabu'I-Libas, 2065 ve Ahmed b. Hanbel; 6/301
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/380.
[600] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/380-381.
[601] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/383.
[602] Ebu Davud; Kilabu'l-Libas, 3878, Tinnİri; Kitabu'l-CSnaiz, 994
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/384.
[603] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/384.
[604] Neseî; Kitabu'l-Ccnâk, 8/205, Ahmed b. Haobel, Tirnüd; 2811 ve tbn Mftcc
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/384.
[605] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/385.
[606] Buhâri; Kitabu'l-Libas, Xhabu'l-Menakib, 4072, Tirmİzî; Müslim; KUabu'-Fezail, 2337, Ebû Dâvud 4072 1724 ve Neseî; 8/203
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/385.
[607] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/385.
[608] Arî; Kitabu's-SalS; v£ v';%çî kitabiards, Müslim; Kİubu's-Salâı, SOI, FJbu Tirmizî ve Nesci
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/386.
[609] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/386.
[610] Ebu Dâvud; Kiuhu'l-Libas, 4065, Tîrmizî; Ebvâbu'1-Edeb, 2813 ve Ncseî; 8/204
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/387.
[611] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/387.
[612] Müslim; Kiiabu'I- Hacc. 1358, Ebu Dâvud, Tirmio. Nesri ve îbn Mace
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/387.
[613] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/387-388.
[614] Muslini; Kİtabu'1-Hacc, 1359, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesd ve tbn Mâce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/388.
[615] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/388.
[616] Bubârî; Kittbu'l-Cenâiz, Müslim; Kitabu'l-CenSiz, 941 ve Ahraed b. Hanbel; 6/40,93, 118
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/389.
[617] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/389.
[618] Müslim; Kiubu'l-Libas, 2081 ve Ahraed b. Hanbd; 6/162
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/389.
[619] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/389-390.
[620] Buhferî: Kiubu'1-Ubu, Kiubu's-Salit, Kitabu'1-Vüdû, Kiubu'KTthad. Kiubu'l-Megla, Mtolim; Kitabu't-Tahare, 274, Ebu Dtvud, Ne*eî ve İbn Mlce
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/390.
[621] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/391.
[622] Ebu Dâvud; Kitabu'HJbas, 4025, Tinniâ; Kitabu'l-Libas, 1762
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/393.
[623] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/393.
[624] Davud; Kitabu'I-Libas, 4027, Tınniri; Kiıabui Libas, 1765
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/395.
[625] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/395.
[626] Buhârî; Kitabu Fedaili's-Sahabe, Müslim; Kitabu'l-Libas, 2085, Ebu Dâvud; 4085 ve Nesd; 8/206
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/396.
[627] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/396.
[628] Buhârî; Kitabu'I-Lib**, Müslim; Kitabu'L-İbas, 2087 ve Mâlik; 2/914
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/397.
[629] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/397.
[630] Buhârî; Kİtabu'l-Libas ve Neseî; 8/207
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/397.
[631] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/397.
[632] Müslim kitabu’I-İman 106 ve Ebu Davud
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/398.
[633] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/398.
[634] Buhârî; Kitabu'I-Lib**, Müslim; Kitabu'L-İbas, 2087 ve Mâlik; 2/914
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/399.
[635] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/399.
[636] Ebu Dâvud; Kiıabu'l-Edeb, 4084. Timıizî; Kiıabu'l-İstizan 2722 ve Ahnıed b. Hanbel; 5/6364
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/400-401.
[637] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/401.
[638] Ebu Dâvud; Kitabu.'1-Ub», 638, 4086
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/402.
[639] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/402.
[640] Ebu Dâvud; Kitabu'l-Libâs. 4089 ve Ahmcd b. Hanbd: 4/17»
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/404-405.
[641] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/405-406.
[642] Ebu Dâvud; Kitabu'l-Libas, 4093, Malik; Muvatta, 2/914-915 ve İbn Mâce; 3573
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/407.
[643] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/407.
[644] Müslim; Kitabu'l-Libas, 2086
İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/407.
[645] İhsan Özkes, İmam Nevevi, Riyaz’üs-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İslamoğlu Yayıncılık: 3/407.408.
[646] Ebu Dâvud; Kitabu'l-Libas, 4119, Tirmizî; Kilabu'l-Libâs, 1736 ve.Ncseî; 8/209