ZÜBDETÜ'L BUHÂRÎ. 2

TAKRÎR.. 2

MÜTERCİM ÖMER ZİYAEDDÎN EFENDİ MERHUMUN TERCEME-Î HALİ. 2

ŞÜPHEYİ GîDERME.. 3

BUHARÎ-İ ŞERİF HAKKINDA AÇIKLAMA.. 3

BÎSMİLLAHİRRAHMANÎRRAHİM... 4

ABDEST BAHSİ. 14

GUSÜL    BAHSİ. 17

HAYİZ    BAHSİ. 18

TEYEMMÜM    BAHSİ. 18

NAMAZ    BAHSİ. 19

NAMAZ    VAKİTLERİ    BAHSİ. 26

EZAN BAHSİ. 30

CUMA    BAHSÎ. 42

KORKU NAMAZI BAHSİ. 45

RAMAZAN VE KURBAN BAYRAMI BAHSİ. 45

VİTÎR BAHSÎ. 46

YAĞMUR DUASI BAHSİ. 47

GÜNEŞ  TUTULMASI BAHSİ. 48

SEFERİ NAMAZ BAHS'l 49

TEHECCÜD  (Namazı) BAHSİ. 49

MEKKE VE  MEDİNE MESCİDLERİNDE NAMAZIN FAZİLETİ. 51

NAMAZDA YANILMA (Sehiv) BAHSİ. 52

CENAZE BAHSİ. 52

ZEKÂT BAHSİ. 61

HAC BAHSİ. 70

MEKKE-İ MÜKERREME'NİN FAZİLETİ VE KA'BE'NİN İNŞASI BAHSİ. 74

ÖMRE BAHSİ. 79

AV BAHSİ. 80

MEDİNE'NİN HAREMİ BAHSİ. 82

ORUÇ BAHSİ. 86

KADİR GECESİ BAHSİ. 94

ÜÇÜNCÜ CUZ.. 96

SELEM BAHSİ. 107

ŞUF'A  BAHSİ. 108

İCARE BAHSÎ. 109

HAVALE BAHSİ. 111

VEKÂLET BAHSİ. 112

ZİRAAT BAHSİ. 114


ZÜBDETÜ'L BUHÂRÎ

 

Aziz Okuyucu;

Kâinatın yaratıcısı yüce Allah'ın Peygamberi vasıtasıyle insan­lara kurtuluş sebebi olarak gönderdiği, Kur'ân-ı Kerimden sonra, îs-lâm ulemasının üzerinde doğru olduğuna ittifak ettikleri altı kitap vardır. Bunlar ezcümle peygamberimizin söylediği sözlerin, sağlam ravilerce derlenerek: kitap haline getirilmiş şeklidir.

Sahih-i Buhârî, Sahih-i Müslim Sünnen-i Ebû Davut, Sünen-i Tirmizi, Sünne-i Nesâî, Sünne-i ibni Mace isimlerini taşıyan bu kıy­metli kitapların, Kur'am Kerimden sonra ilk sırayı işgal edeni şüb-hesizki İmam-ı Buhârî hazretlerinin Cemettiği sahih-i Buhâri kitabı­dır. Bu kitabın 30 ciltlik, 12 ciltlik 5 ciltlik gibi muhtelif şerhleri ya­pılıp tab edilmiştir. Bunları okumak son derece uzun vakitleri gerek­tirdiğinden her müslümanm alıp okuması zordur. Bu itibarla meşhur Hadis alimlerimizden Ömer Ziyaeddin efendi. Hazretleri bu büyük kitabı özetleyerek mükerrer Hadisleri ve hadis ravilerini çıkararak bir zübde hazırlamıştır.

İşte Zübdetül Buhârî adındaki bu değerli eseri, muhterem Fikri Yavuz hoca sadeleştirmiştir. Ayrıca, süneni tirmizi mütercimi muh­terem Osman Zeki Soyyiğit Hocada büyük bir titizlikle tahkik ve tet­kikini yaparak neşre hazırlamıştır.

Bu emeklerinden dolayı kendilerine teşekkürlerimizi arz eder iki cilt halinde orjinalleri ile birlikte sizlere arzettiğimiz bu kıymetli eserin basımını bizlere bahşeden Allaha hamd ederiz.

Tevfik Allahtandır.

HİSAR YAYINEVİ[1]

 

TAKRÎR

 

Merhum Müderris Ömer Ziyaûddin Efendi'nin (1849-1925) Şahîh-i Buharî'yi ihtisar edip sonra dilimize çevirdiği «ZÜBDETÜ'L BUHARλ adlı bu eseri, emekli müftülerimizden A. Fikri YAVUZ Beyefendi tarafından Osmanlıca aslından sadeleştirilerek yeni Türk harfleriyle baskıya hazırlanmıştır.

Muhterem Hoca Efendi'nin üslendikleri bu görevi lâyıkı veçhile yerine getirmek hususunda büyük" gayret sarfettikleri gözden kaçma­maktadır.' Buna rağmen eserin naşiri Hisar Yayınevi, konunun aza­met ve ehemmiyetine binaen, yapılan çalışmaların tekrar gözden ge­çirilmesinde fayda mülahaza ederek ve dinî mes'ûliyet duygusunun da bir gereği olarak bu çalışmaları bir başka ehliyetli görüşün ted-kik ve tahkikinden geçirmeyi kararlaştırmıştır. Kütüb-i Sitte'den «SÜNEN-İ TİBMİZİ» nin acizane mütercimi olmaklığım hasebiyim ou tedkik görevi bana teklif edildi.

Hisar Yaymevi'nin bu tutum ve davranışının tebrik ve takdirle karşılanması ve dini sahada neşriyat yapan yayınevlerinin tümü ta­rafından örnek alınması gerektiğine işaret etmek isterim. Aslında yıllarca' Hadis muallimliği yapmış Ömer Ziyaûddin Efendi gibi bir zatın tercümesi ve yine yıllarca fetva makamı gibi ulvî bir makamda bulunmuş bir zatın sadeleştirmesi bahis konusu olunca bunun tedkik ve tahkikine ihtiyaç görülmeyebilirdi. Fakat ciddiyetle temayüz ve dinî mes'ûliyet duygusuyla hareket eden bir yayınevinin buna lüzum görmesi iftihar vesilesidir.

Bizde bu halishane niyet karşısında bize düşen görevi bütün ihlasımızla yerine getirmeye çalıştık. Büyük bir hassasiyet ve titiz­likle O nübüvvet müessesesinde fışkıran sözlerin daha iyi anlaşıl­masına yardımcı olduk.

Osman Zeki Soyyiğit

(Molla Mehmetoğlu 21.7.1980 İst.[2]

 

MÜTERCİM ÖMER ZİYAEDDÎN EFENDİ MERHUMUN TERCEME-Î HALİ

 

Merhum mütercim Ömer Ziyaeddin Efendi aslen Dağıstanlıdır. *Çirkây»a bağlı MÎRTÎ köyünde doğmuştur. Lâzki aşiretinin AV AR boyundandır. Şeyh Şamil Hazretlerinin bilinen savaşları sırasında beraberinde hizmet etmiştir.

Doğum yerinde ilk tahsilini yaptıktan sonra İstanbul'a hicret et­miştir. İstanbul'a geldikten sonra alet ve yüksek ilimleri tahsile ko­yulmuş, hem de yüksek feyiz sahibi meşhur şeyh Gümüşhane'li Hacı Ziyaeddin Efendi (Kuddise sirruhu) Hazretlerinden manevî feyizler edinmeye başlamıştır. Öğretilmesi adet olan zahirî ilimlerde yine sö­zü geçen Ahmed Ziyaeddin Efendi Hazretlerinden ilmî tahsilini ta­mamlayarak icazet aldığı gibi, adı geçen Şeyh Hazretlerinin kudsi himmetleriyle dereceler kazanarak hilâfet elde etmiştir.

Hafıza gücündeki sağlamlık hayrete değer olup Kur'an-ı Azî-mu'ş-Şanı, Fatiha-i Şerife gibi tam bir sür'atle okuyacak derecede hafız olduğundan başka, terceme buyurduğu «Zübdetü'î-Buharî» yi ve bazı hadîs kitaplarını ezberlemişti. Bir çok sene hatimle Teravih namazı kıldırdığı gibi, ömrünün sonuna kadar Kur'an-ı Kerimi-altı saatte, başından sonuna kadar ezbere okumağa gücü yeten bir hafız idi. Bu yönden emsali pek nadir idi.

İlmî icazeti aldıktan sonra 15 Muharrem 1927 tarihinde Alay Müftüsü olduğundan Edirne'de on'altı sene kadar bu hizmeti tam bir istikamet ve dirayetle başardı. Bundan sonra Malkara kazası, niya­betini kabul ile bu hizmette de onüç sene kalmıştır. Sonra Tekirdağ niyabetine yükseltilerek iki buçuk sene bu hizmeti güzele? yerene getirmiştir:

Meşrutiyetin ilânı arkasından İstanbul'a dönüp bir müddet kai­li

diktan sonra Medine-i Münevvere'ye giderek altı ay kadar da orada kalmıştır. O sırada Hicaz tarafına gelen Mısır Hidîvi Abbas Hilmi Paşa maiyetine1 geçmiş ve on seneden çok Mısır memleketinde adı geçen Hidîv'in sarayında ikrama mazhar olmuştur.

1337 tarihinde İstanbul'a dönerek «Daru'l-Hılâfe» medresesinde Hilâfiyat ve ondan sonra hadîs ilmi okuttuğu gibi, Gümüşhane'Ii 'Hazretlerinin Postnişîn'liği boşaldığında mevcut halifelerin en olgun ve en alimi olduğundan irşad postuna oturarak vakıf şartı gereğince irşad ve ilim tedrisi ile iki sene kadar meşgul olmuştur. 17/Rebiulev--vel/1340 tarihi cuma gecesinde yetmişbeş yaşında olduğu halde ebedî hayata göçerek Süleynmniye camii çevresinde Gümüşhaneli Hazret­leri ile kendisinden sonraki Halifelerine mahsus yere gömülmüştür. Allah'ın bol rahmeti üzerine, olsun...

Merhum iyi huylu, cömert ve güzel vasıflara sahip muhaddis; ilim, fazıl, çok lütuf kâr ve açık kalbli bir pir idi.

İşte size eşsiz bir dehâ ve Müslüman Türk fazılı!...

ibni Hanbel ve şöhretli hadîs alimi Ebu Nuaym El-Isfahanî gibi peH çok meşhur ailemlerden ders almıştır. Yüzbin sahih ve ikiyüz bin gayri sahih hadîs ezberinde olduğu meşhurdur. Hatta İmam Buhari'-nin benimsemediği hadîs, sahih hadîs değildir, diyenler de vardır.

Kendisinden rivayet olunduğu üzere «600.000» miktarında hadis-i şerifi inceleyerek onaltı yıl içinde bir araya getirmiş ve gusledip iki rekât namaz kılmadıkça Sahih-i Buharî'sine hiç bir hadis-i şerif yazmamıştır.

Bağdad'da bulunduğu sürece derslerine pek çok hücum ve rağ­bet olmuştu. Kendisinden yetmiş binden ziyade büyük şahsiye! hadis-i şerif dinlemiştir. İmam Müslim bin Haccac EI-Nisabûri, İmam Tirmizi, İmam Nesaî, Ebû Zura'a ve Ebû Bekir ibni Hüzeyme İmam Buhari'den feyiz alan meşhur alimlerdendirler. Uzun zaman Bağdad'da ilim öğrettikten sonra Buhara'ya dönerek ilim neşrine başlamışken Buhara Valisi bulunan Halid ibni Ahmet, yalnız kendi evlâdını faydalandırmak üzere kendisini özel muallim yapmak iste­mişse de, İmam Buhari ilim neşrinin hudutlandırılmasina razı olma­dığından Sem'erkand civarında «Hertenk» köyüne sürülmüş ve orada hicri «256» yılında altmış iki yaşında olduğu halde Ramazan bayramı gecesinde beka alemine göçmüştür,

Allah Tealâ' Hazretlerinin rahmeti onun ve bütün müminlerin üzerine olsun...[3]

 

ŞÜPHEYİ GîDERME

 

Ehliyetli kişilerce malum* olduğu üzere fıkha ait bütün mesele­lerin kaynağı Kur'anı Kerim ûe Peygamberin-Hadisi şerifleridir. Ya­ni müctehid imamlar, beyan buyurdukları dini meselelerin bütünü­nü Kur'anı Kerim ve hadisi şeriflerden çıkarmışlardır. Buna binaen bazı hadîsi şeriflerin tercemelerinde münasebet geldikçe merhum mütercim Ömer Ziyaeddin Hazretleri, müctehid imamların ictihadî ihtilâflarını beyan buyurmuş olmakla hatıra şöyle bir şey gelmek ihtimali vardır: Mademki dört imamın hepsi meseleleri çıkarmakta kaynakları birdir, o halde aralarında niçin*ihtilâf oluyor? Bunlar ilim yönünden herkesin güvenini kazandıkları halde neden ittifak edememişlerdir, .ittifakla, kabul edilemeyen bir mesele nasıl uygu­lanabilir?

Bu sorulara iki yönden cevap verilebilir:

1- Müctehid imamlar, esas meselelerde  ittifak  halindedirler. Meselelerin bazı teferruatında ihtilâf mevcuttur.

Ayeti kerime ile beyan buyurulan abdestin farzlarının dört olma­sında fikir birliği vardır. Yalnız abdesti bozan bazı kısımlarda pek az bir ihtilâf vardır. O da ihtilâftan sayılmaz.

2- Bir meselenin sübûtunda ittifak olup uygulama şeklinde ih­tilâf bulunması, o meseleyi amelden düşürmek için olmayıp daha sağlam, daha mükemmel bir hale koymak için olacağından bu da ihtilâfdan sayılmaz. O halde ihtilâf neye derler?

Birisi: «Günde beş vakit namaz kılmak farzdır, delil de şu ayeti kerimedir» der. Öteki: «Hayır, namaz iki vakittir, be,ş değildir.» der. îhtüâf bu gibi şeylere denir.

Şu halde müctehid imamların farz ve vacib olan amellerde itti­fak edip bazı teferruatta ihtilâf etmeleri bizi şüpheye düşüremez.

(127. sayfanın 254. hadîsi şerifinin tercemesindeki özel araştır­ma bahsine müracaat olunsun.)[4]

 

— BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM —

 

BUHARÎ-İ ŞERİF HAKKINDA AÇIKLAMA

 

Kitabımız KUR'AN-Î KERİM'den sonra; kitabların en sahihi ol­duğuna büyük alimlerin ittifakı olan BUHARÎ-İ ŞERİF, lâfzî, fili ve takriri olmak üzere, mükerrer hadîslerle beraber «7275» hadîs-i şerifi ihtiva edsn dört büyük cildden ibarettir.

İmam Buharı Hazretleri ise, Peygamber'e ait hadîslerin sened-lerini bir silsile halinde anlattığı gibi, sırası geldikçe de bir çok râ-vinin, ashab ve tabiînin sözlerini dahi kitaba koymuş olduğundan kitabın hacmi, adeta okunması ve kavranması mümkün olamayacak derecede büyümüştür.

Mütercim merhum Ömer Ziyaeddin Hazretleri, öğrenci ve oku­yuculara kolaylık sağlamak üzere Buharî-i Şerifin senedlerini ve mükerrer hadîslerini çıkarmak ve yalnız «Kavli» hadîsleri almak suretiyle kısaltıp toplamı «4541» adet olan hadis-i şerifi «SÜNEN-İ AKVAL-i NEBEİYYE» adı ile hicrî 1308 tarihinde İstanbul'da bas­mış ve yaymıştır.

Adı geçen merhum bu kitabı herkesin kolayca okuyup ezberle-yebilmesi için, Peygamber'e ait «Kavli» hadîs1 erden mana yönünden bir ve yalnız ravilerin müteaddit olması dolayısiyle lâfızlarda kıs­men değişik olan hadîs-i şerifleri birleştirmek ve mükerrer olanları tamamen, hadîs ravilerinin sözlerini kısmen düşürmek suretiyle tek rar kısaltıp «1524» hadis-i şerifi ihtiva eden «Zübbetü'l-Buharî» adı ile hicrî ] 330 tarihinde Mısır'da, bir kitap yazarak basıp yaymış idiy­se de bu kitapların her ikisi de arapça yazılmış olduğundan, arapça-yı tam bilmeyen Türk kardeşlerinin faydalanmalarını gözden uzak tutmayan Ömer Ziyaeddin Hazretleri; zikredilen tarihte hemen ken­di el yazılan ile bu «Zübdetü'l-Buharî» kitabını Türkçeye terceme etmiştir.[5]

 

BÎSMİLLAHİRRAHMANÎRRAHİM

 

1- îbni Abbas (R.A.)'dan rivayet edilen Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Selleme ait mektubun tercemesi söyledin

«BİSMİLLAHÎRRAHMANİRRAHİM. Allah Tealâ'nin kulu ve pey­gamberi MUHAMMED tarafından, Rum'ların büyüğü Hirakl'e...

Hidayete uyanlara selâm olsun. İmdi seni İslâm'a davet ederim. İslâm ol, selâmet bulursun ve Allah Tealâ sana iki kat mükafat verfcv Eğer yüz çevirirsen, sana bağlı olanların hepsinin vebali kuşku Buz boynundadır. Ey Ehl-i Kitab (olan Hıristiyanlar)! Allah Tealâ'-dan başkasına ibadet etmemek ve Ona hiç bir şeyi ortak koşma­mak ve Allah'ı bırakıp da birbirimizi Tanrı ittihaz etmemek üzere geliniz, aramızda sözbirliği edelim! Eğer onlar yüz çevirirlerse, siz (ey iman edenler!» «Şahit olunuz, biz müslümanız Allah Tealâ'nın emirlerine boyun eğmişiz ve teslim olmuşuz.)» deyiniz...»

Mütercimin ilavesit

Hirakl, her nekadar iman etmeğe gayret göstermişse de, kav­minden çekinip imanını açıklayamadı. Gerçi Hirakl, Mekke ticaret kafilesi başkanı sıfatıyla o vakit Şam'da bulunan Ebû Sûfyan'ı Kudüs'e getirtip uzun uzadıya soru sorarak derin bir tahkikat ne­ticesinde kendisine tam bir vicdan kanaati gelmiş ve bütün halinde iman etmek üzere Rum büyüklerine teklifte bulunmuş ise de, onlar kabul etmediklerinden kendisi de imamını açıklayamamıştın

 

2- îbni Ömer Radıyallahu Anh'dan rivayet edilmiştir:

«İslam beş esas üzerine kurulmuştur: Allah Tealâ'dan başka mabud olmadığına ve Hasreti Muhammed'in, Allah Tealâ*nın pey­gamberi olduğuna (kalp ile tasdik ve dil ile ikrar edip) şehadet et­mek, Erkân ve şartları ile beş vakit namaz kılmak. (Nisaba sahip

Mütercimin ııuvesı:

Hirakl, her nekadar iman etmeğe gayret göstermişse de, kav­minden çekinip imanını açıklayamadı. Gerçi Hirakl, Mekke ticaret kafilesi başkanı sıfatıyla o vakit Şam'da bulunan Ebû Sûfyan'ı Kudüs'e getirtip uzun uzadıya soru .sorarak derin bir tahkikat ne­ticesinde kendisine tam bir vicdan kanaati gelmiş ve bütün halinde iman etmek üzere Rum büyüklerine teklifte bulunmuş ise de, onlar kabul etmediklerinden kendisi de imamını açıklayamamıştır.

 

3- Ebû Hüreyre  (Radıyallahu AnhJ'den rivayet  edilmiştir: «İman, altmış küsur şubedir. Haya da imanın bir şübesidir.»

 

4- Abdullah ibni Amr (Radiyallahu Anh) dan rivayet edilmiş­tir:

«Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların emin oldukları kişidir. Muhacir, Allah Tealâ'nm yasakladığı şeyden göç eden kişi­dir.»

 

5- Ebû Musa (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

«Hangi müslümari daha faziletlidir, diye sorulunca Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, dilinden ve eihıden müslümahlarını emin oldukları kişi buyurdu»

 

6- Abdullah İbni Amr  fR.A.) 'dan rivayet edilmiştir: «Resûlüllah Saliallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine: Ey Allah' m Resulü: Müslümanlığın hangi ameli daha   hayırlıdır? diye soru­lunca, Peygamber efendimiz;:  Açîari dovurmaklığın,  tanıdığına ve tanımadığına selâm vermekliğin, buyurdular.»

 

7- Enes  (R.A.)'den rivayet edilmiştin

«Hiç biriniz, kendisi için istediği şeyi din kardeşi için de isteme­dikçe iman etmiş olamaz (bunu yapmadıkça kâmil bir iman ile mü­min olamaz)

 

9- Enes  (R.A.l'den rivayet edilmiştir;

«Üç şey vardır ki, onlar kimde bulunursa, o şahıs imanın tadını bulmuştur; Allah Tealâ ve peygamberi, diğer bütün varlıklardan o kimseye daha sevgili olmak. Bir kimseyi sevdiği zaman, (karşılık beklemeksizin) yalnız Allah rızası için sevmek. Ateşe atılmaktan tiksindiği gibi, îslâm ile şereflendikten sonra tekrar küfre dönüp dinden çıkmaktan tiksinmek. (Bu üç şey, her kimde bulunursa iman-nın zevkini iyi tatmış olur, demektir.»).

 

10- Enes (R.A.)'Öen rivayet edilmiştir:

«îmanın alâmeti, Ensar'ı  (Medîne'li ashabı)  sevmektir. Nifakın alâmeti de, Ensar'a kin beslemektir.»

 

11- Ubâde bin Samit (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

Resûlüllah Sallâllahu Aleyhi ve Sellem, ashabı kiramdan bir topluluğu hitaben şöyle., buyurdular:

«Allah Tealâ'ya hiç bir şeyi ortak koşmayacağınıza, hırsızlık yapmayacağınıza, zina etmiyeceğinize, çocuklarınızı öldürmeyece­ğinize, kendinizce iftira uydurup ortaya atmayacağınıza, şeriatın uygun gördüğü hususlarda isyan etmeyeceğinize dair bana biat'edi­niz!..

Sîzden her kim bu biati yerine getirirse mükâfatı, Allah TeaJâ-

tarafından behemehal verilecektir. Her kim bu yasaklardan birini işler de dünyada cezasını çekerse bu ceza onun keffareti olur. Kim­de bu yasaklardan birine düşer de, .sonra Allah onu örterse (suçu gizli kalırsa)-, onun durumu Allah'a kalmıştır. Dilerse bağışlar, diler­se (ahirettel ona azab eder. (Bu hüküm, Allah'a ortak koşmak su­çundan başka günahlar içindir. Şirkden tevbe etmedikçe Allah hiç bir kulunun günahını bağışlamaz.

Bu hadisi- şerifin ravisi Hazreti Ubâde der ki: «Biz de toplu ola­rak bu esaslar üzerine biat ettik.»

 

12- Ebû Saîd Hudrî (R.AJ 'den rivayet edilmiştir:

«Müslumanın en hayırlı malı hemen hemen davardır. Çünkü dağbaşlannda ve dere boylarında davarın ardından gider ve dinini (cemiyet içinde hüküm süren)   fitnelerden kaçırır  (korur).»

 

13- Aişe Sıddika (R.AJ'dan rivayet edilmiştir.

«Resûlüllah Sallâllahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri ashabı ki­rama bir şey emrettikleri zaman, onların güç yetebilecekleri bir işi emrederlerdi. Hatta onlar: Bizim durumumuz sizin gibi değildir; çünkü Cenabı Hak geçmiş ve gelecek günahların hepsini size bağış­lamıştır. Biz ise bu durumda değiliz (daha çok çalışmak ve ibadet etmek zorundayız), dediklerinde efendimiz bu söze kızardı. Öyle ki, mübarek yüzlerinde kızgınlık eseri belli olurdu. Sonra şöyle buyurur­du: Allah Teâlâ'dan en çok korkanınız ye (çünkü) O'nu en iyi bile­niniz benim.»

 

14- Ebû Saîd'den rivayet edilmiştir:

«Cennetlikler Cennet'e ve cehennemlikler Cehennem'e girerler. Sonra Cenabı Allah (Azze ve Celle) Hazretleri meleklere hitaben şöyle buyurur: Her kimin imandan bir hardal tanesi ağırlığı kadar iman kalbinde varsa, onu Cehennem'den çıkarın, Bunun üzerine onlar simsiyah oldukları halde oradan çıkarılırlar. Sonra haya veya hayat nehrine (ebedî hayata sebep olan nehre) atılırlar. Sonra, ark kenarlarında biten taneler gibi biterler. Bunların sapsarı ve kıvrım kıvrım çıktıklarını mutlaka görmüşsünüzdür.»

 

15- Ebû Saîd (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Rüyamda bazı insanları gördüm. Gömlekli olarak bana göste-rildiler. Gömleklerin bir kısmı memelere, bir kısmı da daha aşağıya kadar inmişti. Ömer bin Hattab ise eteklerini yerden çektiği bir gömlekle bana gösterildi. (Ashab) dediler ki: Ey Allah'ın Resulü bunu neye yordunuz? Buyurdular ki: Dindarlığa (yordum).»

 

16- İbni Ömer (R.A.)'den rivayet edilmiştin

«Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, Ensar'dan (Medîne'Ii ashabdan) birisi, din kardeşine öğüt verirken yanlarına vardıklarında: Ey kişi, uzun lafı, bırak; haya imandan gelir, buyur­dular.»

 

17- İbni Ömer (R,A.) 'den rivayet edilmiştin

«Allah'dan başka ibadet edilecek bir ilâh olmadığına, Muham-med'in de Allah Tealâmn peygamberi olduğuna şehadet edinceye, namazlarını kılıp zekâtlarını verinceye kadar Arap müşriklere karşı savaşmam bana emredildi. Eğer bunları yaparlarsa, benden malla­rını ve kanlarını korumuş olurlar; ancak kul hakları ile şer'i ceza­lar kalır. (Kul hakları olursa kendilerinden alınır, suç işlerlerse ceza­landırılırlar) . Allah Tealâ tarafından hesaba çekilirler.» Yani: Bir kimse görünüşte dini emirleri yerine getirmekle kurtulur; içi ve aslı itibariyle onun hali Allah'a kalır, .Ahirette ona göre muamele görür.

 

18- Ebû Hüreyre Radıyallahü Anh'dan rivayet edilmiştir:

«Resûlüilah Sallallahu Aleyhi ve Selleme: — Hangi amel daha faziletlidir? diye sorulunca, Allah Teaîâ'ya ve O'nun Peygamberine iman etmek, buyurdular. Sonra hangisi? diye sorulunca : — Allah yolunda (tevhid kelimesini yüceltip hakim kılmak için) cihad etmek, buyurdular. Sonra hangisi? diye sorulunca: — Makbul bir hac, bu­yurdular.»

 

19- Sa'd  (R.A.)'dan rivayet edilmiştir.

Resûlüilah Sallellahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerinin meclisin­de iken, yardım olarak bir kaç kişiye mal verip benim en hoşlan­dığım adama vermedi. CKalbleri islâma ısındırılmak için kendilerine mal verildiği hikmetini, anlayamadığımdan) ben: Ey Allah'ın Resulü! Falan adanı hakkında görüşün nedir? Vallahi ben onu gerçekten mü­min bilirim, deyince, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

Veya müslüman bilirsin. (Sen onun iç halini gerçek olarak bi­lemeyeceğin için, gerçek mümin bilirim deme, dış hali itibariyle onu müslüman bilirim de,» diye beni ikaz etti ise de bunu anlayamadım). Bir müddet sustum ve sonra o adam hakkındaki kanaatim ağır ba­sarak yine sözümü tekrarlayıp: Ey Allah'ın Resulü! O adam hak­kında görüşün redir? Vallahi ben onu gerçekten mümin bilirim de­dim. Peygamber yine:

«Veya müslüman bilirsin,» buyurdu.

Bir miktar sükût ettikten sonra, o adam hakkındaki kanaatim yine galebe çalarak sözümü tekrarladım. Resûlüilah da sözünü iade etti; sonra şöyle buyurdu: «Ey Sa'd! Başkasını daha çok sevdiğim halde, bir adama veriyorum. Çünkü (vermezsem) Allah Tealâ'nm onu yüzükoyun cehenneme bırakacağından korkarım.» (Yani, ona vermezsem, belki dinden çıkar da cehennemlik olur. Onun kalbini îslâma ısındırmak ve imanını ^pekleştirmek için veririm.)[6]

 

20- îbni Abbas (R.A.) 'dan rivayet edilmiştir.

«Bana Cehennem gösterildi. Bir de baktım ki, cehennemliklerin çoğu kadınlardan ibaret; çünkü onlar nankörlük ederler. Soruldu ki: Ya Resûlallah, Cenabı Allah'amı nankörlük ederler? Peygamber Sal-tellahu .Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdular: En yakın adamına nan­körlük ederler ve kendilerine yapılan iyiliğe de mankörlük ederler. Meselâ: Bir kadına yıllar boyunca iyilik etsen de, sonra o kadın senden bir şey (hoşlanmayacağı bir iş) görmüş olsa, senden hiç bir hayır görmedim, diye nankörlük eder.»

 

21- Ebû Zer (R.A.J'den rivayet edilmiştin

«Bir esir alıp onu hizmetimde kullanırken anasından dolayı ken­disini aşağıladım. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri şöyle buyurdular: Ey Ebû Zer! Neden onu anasından dolayı aşağıla­dın? Muhakkak sen, kendisinde cahiliyet eseri bulunan bir kişisin! Hademe ve köleleriniz sizin kardeşlerinizdir. Cenabı Allah onlan sizin elinize bırakmıştır. Her kimin elinde böyle bir kardeşi olursa, kendi yediği yemekten ona yedirsin, kendi giydiği elbiseden ona giydirsin ve böylelerine güç yetîremiyecekleri bir iş yüklemeyüıis. Eğer yüklerseniz onlara yardım ediniz.

 

22- Ebû Bekre fR.AJ'den rivayet edilmiştir:

«İki kişi kavga ederken bunlardan birine yardım etmek için yü­rüdüm. Ebû Bekir Hazretleri karşıma çıktı ve nereye? diye sordu Ben des İşte şu adama yardım edeceğini, dedim. Sonra bana, gitme geri dön;  çünkü Resûlüllah Sallellahu Aleyhi ve Sellem Hazretle rinden şöyle buyurduğunu işittim.

«İki Müslüman, kılıçlanyle birbirine karşı çıktıklarında öldü renle öldürülenin ikisi de cehennemdedir.» Ya Resûlallah, dedim b öldüren (katildir, yeri cehennem), fakat öldürülenin günahı ne (m den cehennemlik olsun)? Şöyle buyurdular:

«O da arkadaşını öldürme hırsı için de idi. (Böyle düelloya ç] kanlar, cehennemi boylarlar.)

 

23- Ebû Hüreyre  (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Mttnafıkın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, sös verdiği zaman cayar, kendisine emniyet olduğu veya emanet b; rakıldıgı zaman hıyanet eder.»

 

24- Abdullah bin Amr   (R.A.) 'dan rivayet edilmiştir!

«Dört şey kimde bulunursa halis münafık olur* o dört şeyden yalnız birisi bulunursa, onu bırakmcaya kadar nifaktan bir haslete sahip bulunur: Kendisine güvenildiği zaman bu güvene hiyanet eder. Konuştuğu zaman yalan söyler. Anlaşma yaptığı zaman arkadan vurur. Bir kimse ile davalaştığı zaman hır çıkarır.»

 

25- Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

Her kim Kadir gecesini, bu gecesinin faziletine inanarak Allah rızası için ibadetle geçirse, o kimsenin geçmiş    günahları ] agışlanır.»

 

26- Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Allah Tealâ Hazretleri, kendi yolunda mücahit , olarak çıkan, yalnız bana olan imanı ve peygamberlerime olan tasdiki yüzünden f çıkmış bulunan kişiye, kazandığı ecir veya ganimetle geri çevirmeyi veya cennete sokmayı tekeffül etmiştir. Ümmetime ağır gelmeseydi gazaya giden hiç bir müfrezeden geri kalmaz ve Allah yolunda ölüp sonra dirilmeyi, tekrar ölüp tekrar dirilmeyi ve sonra ölmeyi arzu­lardım.» (Yani: Ümmetimin diğer dinî ve idarî işlerinin aksamaması ve güçlükle karşılaşmamaları için" Medine-i Münevvere'de kalıyo­rum. Yoksa düşman karşısında ve, savaş yerinde bulunmak arzu­sundayım. Mümkün olsaydı, bu uğurda bir kaç kez hayatımı feda ederim.)

 

27- Ebû  Hüreyre   (R.A.)'den rivayet  edilmiştin

«Gerçekten îslâm dini çok kolaydır; hiç kimse asla bu dini zor­lamaya kalkışmasın, yoksa din ona galip gelir. (Yani, kulluğun en a'lasmi yapmağa kimsenin gücü yetmez.) O halde doğruluktan ay­rılmayınız, mutedil davranınız, iyimser olunuz, sabah, akşam ve gecenin bir kısmında (ibadet ve niyaz ederek) yardım isteyiniz. (Ya ni, ibadetten hiç kimseyi soğutmayınız, birlik ve beraberlik halinde olunuz, gece-gündüz din ve millet için mümkün olduğu kadar çalı­şınız.)

 

28- Ebû Saîd (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Bir kul İslâm'a girer ve müslümanlıgı düzgün olursa, Allah Tealâ onun eskiden işlediği her günahını bağışlar; Bundan sonra ;ona, bir iyiliğe karşı, on mislinden yediyüz katma kadar mükâfat ve bir günaha karşılık, Allah eğer bağışlamazsa, bir misli ceza veri­lerek mukabele edilir.»

 

29- Hazreti Aişe'den (Radiyallahu Anha)  rivayet   edilmiştir:

«(Peygamber Sallallahu Aleyhi ve sellem sordu): Bu kadın kim­dir? Ben cevap olarak: Bu kadın, çok namaz kıldığından bahsedi­yor, deyince Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

Vazgeçiniz ve gücünüz yettiği kadar kılınız. Vallahi Hak Tealâ Hazretleri, siz (ibadet etmekten) bikmadıkça O da (kendisine ibadet edilmekten) bıkmaz. Ona en sevimli ibadet, sahibi tarafından devam­lı yapılan ibadettir.»

 

30- Hazreti Enes   (R.A.) 'den rivayet  edilmiştir!

«Herkim, LÂ İLÂ'HE İLLALLAH der ve kalbinde bir arpa tanesi ağırlığında hayır bulunursa, Cehennem'den çıkarılır. Her kim, kal­binde bir buğday tanesi ağırlığında hayır olur da LÂ İLAHE İLLAL­LAH derse, Cehennem'den çıkarılır. Kalbinde    zerre miktarı hayır olduğu halde LÂ İLAHE İLLALLAH diyen de, Cehennem'den çıka­rılır.» (Yani, zerre kadar kalbinde iman olan mümin ebedî olarak cehennemde kalmaz. Bir rivayette de, hayır kelimesi yerine iman sözü kullanılmıştır).

 

31- Hazreti Talha  (R.A.)'dan rivayet edilmiştir.

«Nafile namazlar hariç gece ve gündüz de (24 saatte) beş vakit namaz, nafile oruçlar hariç Ramazan orucu, ve gönüllü olarak veri­len sadakalar hariç Zekât farzdır.» Peygamber Efendimiz, bunu, İslam'dan sual eden bir a'rabiye cevap olarak buyurmuştu ve [7] Hadisi şerifi rivayet eden râvi der ki: İslâmiyetten sonra A'rabi ye­min edip, vallahi bundan ne fazla ve ne de eksik yaparım, diyerek dönüp gitti. Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de: «Eğer bu adam sözünde sadık ise muhakkak kurtulur,» buyurdular. (Yani, yal­nız farzları yerine getirmekle ahirette cehennemden kurtulup cen­nete girer.)

 

32- Ebû Hureyre (R.A.Î 'den rivayet edilmiştir:

«Her kim mümin olarak ve sevabına inanarak Allah nzasi için müslüman bir cenazeyi teşyi eder de, namazı kılınıp gömülmesini tamamlanıncaya kadar yanında bulunursa, o kimse iki kırat sevab ile geri döner ki, her kıratın ağırlığı Uhud dağı kadardır. Kim de o cenazenin yalnız namazım kılar da gömülmeden Önce geri dönerse, bir kırat sevab ile dönmüş olur.»

 

33- Abdullah (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

«Müslümana sövüp saymak sapkınlık ve onunla vuruşmak   kâ-

 

34- Ubade bin Sâmit (R.A.)'den rivayet edilmiştir.

«Ben size Kadir gecesini bildirmek için çıkmış idim. Fakat falan ve falanın (Mescid'deî çekişmeleri yüzünden kaldırıldı. Belki sizin için hayırlı olabilir. Siz onu Ramazan ayının yirmi yedinci, yirmi dokuzuncu ve yirmi beşinci gecelerinde arayınız.

 

35- Ebû Hürevre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Peygamberimiz  Sallallahu  Aleyhi  ve   Sellem   Hazretleri,   bir gün dışarıda bazı kişilerle otururken yanına bir adam gelip imanı sordu. Peygamberimiz: îman,- Allah Teaîâ Hazretlerine, meleklerine, Al­lah ile mülakatın hak olduğuna, Allah'ın peygamberlerine, öldükten sonra dirilmeye inanmândır, buyurdu. O-adam,'islâm nedir? diye sor­du. Peygamber: islâm; Allah Tealâ'ya ibadet edip asla O'na ortak koş­maman, namaz kılman, farz olan zekâtı vermen ve Ramazan ayında oruç tutmandir, buyurdular. Yine o adam, ya Resûlallah ihsan nedir? diye sordu. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu-, lar:

  îhsan, Allah'a görürcesine ibadet etmendir; sen O'nu göremi-yorsan.da O seni görüyor. Sonra, ya Resûlallah! Kıyamet ne zaman (kopacak? diye sordu. Peygamber Efendimiz buyurdular ki:

  Sorulan kişi, sorandan daha bilgili değildir;  (bu hususta iki­miz de müsaviyiz, kıyamet gününün zamanını ancak Allah Tealâ Hazretleri bilir). Fakat sana kıyametin bazı alâmetlerini bildireyim:

  Cariye, efendisini doğurunca ve bir takını belirsiz deve çoban­ları yüksek binalar kurunca (kıyamet yakındır), Beş şey var ki, on­ları ancak, Allah bilir.» Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem Hazretleri, bilinemiyen beş şeyi içine toplayan   âyet-i kerimeyi okudu: Kıyametin ne zaman kopacağını, nereye ne miktar yağmur yağdıracağını, rahimlerde olan ceninleri (tam - noksan, erkek dişi) ancak Allah bilir. Hiç kimse yarın (iyi veya kötü) ne kazanacağını ve hangi yerde Öleceğini bilmez. Bunları ancak Allah bilir. Sonra o adam kalkıp gitti. Peygamber Efendimiz: O kişiyi geri döndürünüz, buyurdu. Ashab baktılar ki ortalıkta kimse yok!... Sonra Efendimiz, «Bu zat Hazreti Cibril'dir; insanlara dinlerini öğretmek için geldi.» buyurdu.

 

36- Nüman bin Beşir  (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

«Helâl meydanda ve haram da meydandadır (bilinen şeylerdir) Fakat bu ikisinin arasında birtakım şüpheli şeyler vardır ki, insan ların çoğu bunları bilmezler. Her kim şüpheli şeylerden sakınırsE dinini ve şerefini kurtarır. Şüpheli şeylere düşen kimse de, yasal koru çevresinde koyunlarını yayan çobana benzer ki, sürüyü yasal koruya düşürmesi beklenir. Biliniz ki, her padişahın bir yasak koru su vardır. Biliniz ki, Allah Tealâ'mn yasak korusu haram kıldığı şey lerdir. Biliniz ki, insanın bedeninde bir et parçası vardın o et parça sı iyi olursa, bütün vücut da iyi olur. O bozuk olursa, bütün vücuı bozuk olur. Biliniz ki, o et parçası kalbdir.»

 

37- îbni Abbas  (E.A.Î 'dan rivayet edilmiştir:

(Dinlerini öğrenmeye gelen bir cemaat için Peygamber Sallalla­hu Aleyhi ve Sellem) «Bu kavim kimdir?» veya «bu heyet kimdir?» diye sordular ve sonra buyurdular ki: «Merhaba ey kavim!'» veya «merhaba ey heyet! Allah size pişmanlık vermesin ve sizi adamsız komasın. Size dört şeyi emreder ve sizi dört şeyden men ederim. Size yalnız Allah'a iman etmeyi, ki yalnız Allah'a iman ne demektir, bilir misiniz? Allah'dan başka hiç bir ilâh olmadığına, birliğine ve ortağı bulunmadığına, Muhammed'in de Allah'ın peygamberi olduğuna şehadet etmektir, namaz kılmayı, zekât vermeyi, Ramazan aynıda oruç tutmayı ve ganimetlerin beşte birini vermenizi emrediyor ve si­zi dübbâ', hantenı, mukayyer ve nakir (gibi içki çeşitlerinden) mene-diyorum. Bunları kavrayıp gözetiniz ve ardmızdakilere de tebliğ edi­niz.»

 

38- Hazreti Ömer (R.AJ'den rivayet edilmiştir: «Ameller niyetlere göredir (bir işten maksat ne ise, hüküm ona göredir) ve her insan ancak niyetinin karşılığım bulur: Kimin hic­reti Allah ve peygamberi için (dininin selâmeti için) ise, onun hicreti Allah ve peygamberi içindir, (Allah rızasını kazanır, sevab elde eder.) Kimin de hicreti, elde edeceği dünya menfaati veya evlenmeyi tasarladığı kadın için ise onun hicreti, hangi şey uğrunda hicret et­mişse onadır.» O halde kişinin hicreti (bu hicret edişten kazanaca­ğı şey), niyetine göre yapacağı işe bağlıdır. Din için hicret ederse se vab îtazanir, dünya için hicret ederse, sevab kazanmaz.»

 

39- Ebû Mesud (R.A.) 'dan rivayet edilmiştir.

«Bir kimse aile efradına, Allah rızasını gözeterek geçim sağlarsa, bu yoldaki harcamalarından sadaka sevabı kazanır.»

 

40- Ebû Hüreyre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«(Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir topluluğa hitaben ^en bır bedevî S*™ ve Peygamber'e: Kıyamet ne z^an koHazretİ Pe^amber (konuşmasını tamamladıktan vâ p -f7ametten SOran ad™ nerede? buyurdu. (Bedevi, işte benim ya Kesulallahl dedi ve sonra Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular)

7reî!eI aŞler VG vazifeler) z^yi edildiği zaman kıyameti bekle 11 t 5GVI> emanetler nası1 2İyan edilir? diye sorunca, Peygam­ber Efendimiz buyurdular ki): İdarî işler ve vazifeler ehil olmayan­lara verildiği zaman kıyameti bekle.»

 

41- Abdullah bin Amr (R.ÂJ'dan rivayet edilmiştir:

«Abdest suyu değmeyen Ökçelerin cehennemden   çekeceği var.

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem   bunu en yüksek sesle iki veya üç defa tekrarladı.»

Mütercim :

Savaş için sefer halinde iken ashabdan bazıları ikindi namazının son vaktine yetişmek için çok acele abdest alıp ayaklarını yarım yıkamaları üzerine bu hadîsi şerif varid olmuştur.

 

42- îbni Ömer (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Ağaçlar içinde yaprağı düşmeyen bir ağaç vardır ki, müslü-manın örneğidir; hangi ağaçtır o, bana söyleyiniz? O, hurma, ağacı­dır.»

 

43- Enes (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Sana İcabet ediyorum, ne istersen sorl AÜahım (hakkı için) evet! Allahım (hakkı için) evet! AUahım (hakkı için) evet! Peygam­ber Efendimiz, bir bedevinin peygamberlik, namaz, oruç, zekât hak­kındaki sorularına bu -şekilde mukabele, etmişlerdi.»

Mütercim :

Hazreti Peygamber'e bir'kimse gelip: Ey Abdülmuttalib zade! Seni bütün insanlara peygamber olarak Allah, mı gönderdi? Gece gündüz beş vakit namaz kılmayı. Allah ini emretti? Her. sene Rama­zan .ayında oruç tutmayı Allah mı emretti? Nisaba sahib olanın her yıl zekât vermesini Allah.mı emretti?-diye sorunca, bunlara ceva­ben «Allahım, (hakkı.için) evet» buyurmuşlardır.

 

44- Ebû Vâkıd (R.A.) 'dan rivayet edilmiştir:

«ResûiüHah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Mescid-i şe­rifte cemaatiyle oturmakta iken, üç kişi girdi. Bunlardan ikisi Resû-lüllah Sailallahu Aleyhi ve Sellem efendimize yöneldiler. Biri durma­yıp gitti. Bu iki kişiden biri, halkanın arasında bir kişilik boş yer bulup oturdu. Öteki de halkanın arkasında oturdu. Üçüncü ise dö­nüp gitti. Sonra Resûlüllah va'z ve nasihati bitirince şöyle buyur­dular: Şimdi size "üç kişinin halinden bahsedeyim! Onlardan biri Cenabı Hak'a sığındı ve Cenab-ı Hak da, ona sığınak verdi. Biri de haya ederek safların gerisinde oturdu ve Alîah Teâlâ da on (u mü­kâfatlandırmamak) dan haya etti.

Öteki ise, Cenab-ı Hak'd an yüz çevirdi ve Cenab-ı Hak da on­dan yüz çevirdi  (bu ilahî meclisin faydalarından mahrum oldu).

 

45- Ebû Bekre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir: «Resulü Ekrem Sailallahu Aleyhi ve Sellem   Hazretleri Kurban bayramında «MÎNA» da deve üzerinde idi ve devenin   dizginlerini biri tutmuştu. Bu hangi gündür? diye sordular. Biz sustuk, hatta bu günü başka bir isimle adlandıracak sandık. . Buyurdular, ki: Nahir (kurbanın birinci) günü değil, midir? Biz de, evet dedik! Sonra,   bu ay hangi aydır? buyurdular. Biz, sustuk ve yine b.aşka.bir isimle ad­landıracak sandık. Buyurdular ki: Zilhicce değil midir? Biz de, evet dedik! Sonra; şöyle buyurdular: Aranızda canlarınız, mallarınız ve ırzlarınız, bu ay'mizda ve bu beldenizdeki şu günümüzün kutsiyeti kadar mukaddestir. Burada olanlar olmayanlara tebliğ etsinler Belki de kendisinden daha kavrayışlı olan birisine tebliğ, edecektir,?

 

46- Enes (R.A.) 'den- rivayet edilmiştir.

«Kolaylık gösteriniz, güçlük çıkarmayınız. Sevindirici olunuz, nef­ret ettirmeyiniz.» (Yani: Her şeyde kolaylık gösterip güzel müjdeler le hak yola teşvik ediniz. Bir takım güçlükler çıkarıp insanları nefret ettirmeyiniz.)            

 

47- Muaviye  (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Allah kime hayır murad ederse, onu din işlerinde anlayışlı kı­lar. Ben bir dağıtıcıyım ancak. Veren Cenab-ı Hak'tır. (Yani, ben ancak Allah'ın vermiş olduğu hidayet ve nimeti ashabıma tebliğ ederim ve dağıtırım). Bu ümmet, Allah Tealâ'nm (Kıyamet) emri gelinceye kadar O'nun şeriatı üzere kaim olacak ye muhalifleri on­lara zarar veremiyeceklerdir.» (Allah'ın lütfuna mazhar olmuş İs­lâm ümmeti, kıyamete kadar varlıklarını sürdürecek ve muhalifleri onların dinlerine zarar veremiyecektir.)

 

48- Abdullah (R.A.) 'dan rivayet edilmiştin

Ancak tki kişiye gıbta edilir: Allah Tealâ'nm servet verdiği ve bu serveti hak yolda harcamaya itilen kişi ile, Hak Tealâ'nm hikmet verdiği ye onunla adaleti icra edip öğreten kişi.»

 

49- İbni Abbas (R.AJ 'dan rivayet edilmiştir:

«ResûlüIIah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri beni kucakla­yıp bağrına bastı ve «Allahım!- Ona (ibni Abbas'a) Kitab-i celüini öğret» diye dua etti.»

 

50- Ebû Musa (R.AJ 'dan rivayet edilmiştir:

«Allah katından getirdiğim hidayet ye ilmin örneği toprağa dü­şen bol yağmura benzer. Bu toprağın verimli parçası yağmuru kabul ederek pek çok bitki ve otlar bitirir. Kıraç toprak da suyu biriktirip tutar ve Cenabı Hak ondan da insanları faydalandırır: İçerler, hay­vanlarını sularlar ve ziraat ederler. Bu yağmur, bir sınıf toprağa da düşer ki, kumluk ovadır; ne suyu tutar ve ne de bitki yetiştirir. İşte, bu, Allah'ın dininde kavrayışlı olup benim Allah katından ge­tirdiğimden yararlanarak öğrenen ve öğreten kişiler ile buna başını kaldırıp bakmayan ve benim Allah katından getirdiğim hidayeti ka­bul etmeyen kişilerin misalidir.»

 

51- Enes (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«timin kalkması, cehaletin yerleşmesi, şarabın  (içkilerin)  içil­mesi ve zinanın aşikâre olması kıyamet aiâmetlerindendir.»

 

52- Enes (RAJ'den rivayet edilmiştir:

«timin düşmesi, cehaletin baş göstermesi, zinanın aşikâr olması ve elli kadına bir kayyım düşecek şekilde kadınların çoğalıp erkek­lerin azalması kıyamet aiâmetlerindendir.»

 

53- İbni Ömer (R.A.) 'den rivayet edilmiştin

«Rüyamda bana bir bardak süt verildi. Bu sütten içtim. Öyle ki, doygunluğum hâlâ tırnaklarımdan taşıyor sanıyorum. Sonra artığı­mı Hattab'm oğlu Ömefe verdim. (Âshab sordular: Ya Resûlullah! Onu yorumladınız mı? Cevaben Bunu İLME yordum, buyurdular.»

 

54-.Abdullah bin Ömer '(RAi)*den rivayet edilmiştir:

«Hac mevsiminde MÎNA'da biri gelip, ya Reşûlallah bilmeye­rek, kurbanımı kesmeden traş^oldum; şimdi nasıl edeyim, diye.sor­du) . «Zararı yok, kes,» buyurdular. (Başka biri gelip, ya Reşûlallah) Bilemedim, şeytânı taşlamadan .kurbanımı kestim, dedi). Zararı yok, taşla," buyurdu.-(Bû şekilde sorulan suallere cevaben Peygam­ber Sallallahu Aleyhi ve Sellem): Zararı yok, yap, buyurdular.»

(Haccm bazı işlerinden önce yapılacak olanı, sonraya bırakmak veya sonrakini öne almak suretiyle hareket etmekte beis, yoktur.")

 

55- Ebû Hüreyre (R.AJMeri rivayet edilmiştiı-j

«ilim kaldırılacak, cehalet ve fitne doğacak, kargaşalık da çoğa­lacaktır.»

 

56- Esijıâ (R.A.)'dan rivayet edilmiştir!

«Daha. Önce bana gösterilmemiş olan her şeyi şu durduğum yer­de gördüm. Hatta Cennet ve Cehennemi de gördüm. Bana vahyolundu du ki, siz kabrinizde, Mesih, Deccal fitnesi (imtihanı) gibi veya ona yakın bir fitneye maruz kalacaksınız. Bu adam hakkında ne biliyor­sun? diye sorulacak. Mümin ve sağlam inançlı ise, diyecek ki: O Muhammed'dir. Allah'ın Peygamberidir. Bize hidayet ve apaçık delillerle geldi. O'nun çağrışma uyduk. -O'ng tabi olduk. O Muham med'Öir. Bu sözü üç def a tekrarlar. Sonra melekler tarafından ona şöyle denir: Sen salih kişi. olarak uyu. Senin o Peygamber'e sağlam inançlı olduğunu zaten biliyorduk.

Eğer münafık, yahut şüphe içinde ise şöyle diyecek: Bilemiyo­rum. Halkın birşeyler söylediğini duydum ve ben de onu söyledim. (Böylece bu münafık azaba müstahakphır.)»

 

57- Haris oğlu Ukbe (R.A.) 'den rivayet edilmiştir.

(Ukbe, Ebû îhab'ın kızı ile evlenmişti, Sonra bir kadın Ukbe'ye gelerek: Ben seni ve hanımını emzirmiştim, siz süt kardeşsiniz, dedi.

Bunun üzerine Ukbe Peygamber SallaUahu Aleyhi ve .Sellem'e gide­rek hadiseyi anlattı. Buna cevaben.de Hazreti Peygamber şöyle bu> yurdu: Süt bacın olduğu söylenen bir zevceyi nikâhında nasıl tu­tarsın? Sonra Ukbe bu hanımdan ayrıldı v© bu hanım başka biri ile evlendi.»

Not: Mer ne kadar tsir kadının sözü ile süt kardeşlik sabit olmaz ve bu kardeşliğe hüküm verilmezse de, zevçiyete şüphe karıştığın­dan takva ve ihtiyat yönünden ayrılması uygun görülmüştü. (Sa-deleştiren).

 

58- Hazreti Omerden rivayet edilmiştir:

«Hazreti Ömer, Peygamber SallaUahu Aleyhi ve Sellem'in hanım­larından bir ay ayrılması üzerine, Ya Resûlallah! Muhterem zevce­lerinizi boşadınız mı? Diye sordu ve Peygamber SallaUahu Aleyhi ve Selîem: HAYIR, buyurdular

Mütercim :

Bu olay Tahrîm sûresinde açıklandığı gibi, bir hadiseden dola­yı Peygamber SallaUahu, Aleyhi ve SeUem efendimizin zevcelerin­den bazısına olan kırgınlığı sebebiyle bir ay geçinceye kadar hiçbir zevcesini^, yanına.varmayacağına yemin (İlâ) etmişti. Böylece, ken­dine has bir çardakta yalnız başına bulunuyorken Hazreti Ömer ğe-lip yukardaki soruyu sormuştu. Cevaben de, peygamberimiz, zevcele­rini boşamadığım ifade, buyurmuştu.

 

59 - îbni Mes'ud (R.A.l*dan rivayet edilmîştir.

«Ey insanlar! Sîz halkı İbadetten soğutuyorsunuz. Her kim ce­maata namaz kıldırırsa, hafif kıldırsın; çünkü cemaat arasında has­ta, güçsüz, acele işi olan mutlaka bulunur.»

 

60- Zeyd bin Halid El-Çühenî (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

«(Bir adam, Peygamber.Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e yolda bu lunan (yitik) malı sordu! Bulunan ve sahibi bihnemeyen bu mal rn yapılmalıdır? Peygamber" Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyur­du: Önce bağını veya kabını ve tapasını tanı. Sonra bir seneye kadar (muhtelif zamanlarda ilânlar yaparak yitiği) tanıt. Sonra ondan ya­rarlan ve sahibi gelirse ona ver. Ayn\ adam , müteakiben yitik de­veyi sordu. Peygamber Efendimiz buyurdular ki: «Deveden sana ne? Onun kırbası yanında (ihtiyacı olan suyu depolar) ve papucu ayağın­da. Suya gider ve otlayarak karnını doyurur. Sen bırak, sahibi bulur-onu. Müteakiben yitik davarı sordu. Resûl-i Ekrem buyurdular kis «Ya senin, ya bir kardeşinin, ya da bir kurdun olacaktır.»

 

61- Ebû Musa (R.A.)'dan rivayet edilmiştin

«Bana istediğiniz soruyu sorabilirsiniz. Senin baban Hüzafe'dir. Senin baban da Şeybe'nin müttefiki Salim'dir. (Bazı lüzumsuz soru­lar üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem sinirlenmiş ve «bana istediğinizi sorabilirsiniz» buyurmuşlardı. Bunun üzerine as habdan iki kişi ayrı ayrı kalkıp, babamız kimdir? sorusunu sordu­lar. Bunlara cevaben de yukardaki hadîs-i şerif varid olmuştur.)»

 

62- Ebû Burde tR.A.) tarikiyle babasından rivayet edilmiştir:

«Üç kimse vardır ki, onlar çift mükâfat alacaklardır. Kendi pey­gamberine inanan ve Muhammed'e de iman eden Yahudi veya Hı­ristiyan. Allah Tealâ'nın hakkı ile efendilerinin hakkını yerine ge­tiren köle. Bir cariyesi bulunan ve onu terbiye eden, iyi yetiştiren öğreten, iyi öğreten ve sonra azat edip onunla evlenen adam. Buda çift mükâfat alır.»

 

63- Ebû Hüreyre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Ya Ebâ Hüreyre! Hadislere karşı titizliğini bildiğimden dolayı bu hadisi senden önce kimsenin bana sormayacağını kuvvetle tah­min etmiştim. Kıyamet gününde şefaatimla en ziyade mutlu olacak kimse, kalbinden veya ruhundan kopan ihlâs ile LÂ İLAHE İLLAL­LAH diyen kimsedir.»

 

64- Abdullah bin Amr (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

«Allah Tealâ Hazretleri kullarından ilmi, çekip koparma şeklin­de almaz; fakat alimleri almak suretiyle ilmi de alır. Hiç bir alim-bırakmayınca da, insanlar birtakım cahilleri baş edinirler. Bunlara mesele sorulur ve bunlar bilgisiz fetvalar vererek hem kendileri sa­par, hem de insanları saptırırlar.»

 

65- Ebû Saîd (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«içinizde üç çocuğunu ahirete yolcu eden kadın varsa o üç ço­cuk behemehal onu cehennemden koruyan perde olacaktır. İki çocu­ğu ölen kadın da.» Diğer-bir rivayette, «henüz bulûğa ermemiş Üç çocuğu,» diye rîakledümiştir.

 

66- Hazreti Aîşe (R.A.)'den rivayet edilmiştir.-

«Hesaba çekilen azaba uğrar. (Hazreti Aişe der ki: Ben Resûlül-lah'a, «kıyamette müminin hesabı kolay olacaktır.» ayeti kerimesini sordum, şöyle buyurdular) «Bu ayeti kerimede adı geçen hesab, amellerin Allah Tealâ'ya arz edilmesine dairdir. Lâkin her kimin he­sabı incelenirse helak olur. (Müminlerin kurtuluşu ancak Allah'ın büyük lütfü iledir.)»

 

67- Ebû Şüreyh (R.AJ 'den rivayet edilmiştin

«Mekke-i Mükerrem'e insanların mukaddes kıldığı bîr belde degil, Allah'ın mukaddes kıldığı Haremidir. Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kimsenin burada cana kıyması ve buranın bir ağacını kesmesi caiz değildir. Eğer bir kimse, Resulüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellemin oradaki savaşını ruhsat sayacak olursa, Allah, yalnız Peygamberine izin verdi, size izin vermedi, deyiniz. Bana da­hi orada ancak gündüzün bir kaç saat için (Fetih, gününde) izin ve­rilmişti. Artık bugün, dünkü, kudsiyet aynen avdet etmiştir. Burada bulunanlar, bulunmayanlara (bu gerçeği) tebliğ etsinler!*

 

68- Hazreti Ali (R.AJ'den rivayet edilmiştir

«Bana atfederek yalan  söylemeyiniz. Her kim bana atfederek yalan söylerse, cehennemi boylasın!»

 

69- Seleme bin Ekva (R.A.) 'dan rivayet edilmiştin «Her kim söylemediğim bir şeyi bana atfederek söylerse Cehen-nem'de oturacağı yeri hemen hazırlasın,»

 

70- Ebû Hüreyre {B..A.l'den rivayet edilmiştir!

«Adımı takınınız ve fakat benim künyemle (Ebu'l-Kasim diye) künyelenmeyiniz. Beni rüyada gören kişi beni görmüştür? çünkü şeytan benim kılığıma giremez. Kim, bana atfederek kasden yalan söylerse, Cehennem'de oturacağı yeri hazırlasın.»

 

71- Ebû Hüreyre (R.A.)fden rivayet edilmiştir:

«Cenabı Allah Mekke-i Mükerreme'ye savaşı veya (Ebrehe ku­mandasındaki) Fil ordusunu sokmamış ve yalnız, Peygamberi ile mü­minleri Mekkeliler üzerine yürütmüştür. Mekke, benden önce hiç kimseye mubah kılınmadı ve benden sonra da hiç kimseye mubah olmayacaktır. Bana da gündüzün bir kaç saatinde mubah olmuştu. Şu saatte ise bana da haramdır. Oranın dikeni biçilmez, ağacı ke­silmez, düşüğünü de ancak sahibini arayacak kişi alabilir. Orada her kimin bir yakını öldürülürse, iki görüşten en iyisine hak kaza­nır: Ya diyet alınır veya maktulün ailesince kısas uygulanır. Sonra bir Yemenli gelip: Ya Resûlallah! irad buyurduğun hutbeyi bana yaz­dır, dedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem de, «falan için yazı nız,» buyurdu. Bir Kureyşli de: Ya Resûlallah! Biz boya otu toplayıp evlerimize ve kabirlerimize koyarız, dedi. Bunun üzerine Peygam­ber Efendimiz, «boyaotu hariç!» buyurdular. (Mekke Haremüıdeki (bundan başka otlar yaş olarak kopanlamaz.)

 

72- İbni Abbas  (R.A.)'dan' rivayet edilmiştir:

«Bana yazı yazılacak bir şey getiriniz; size bir ferman yazdıra yım. Benden sonra yanlış yola sapmayasmiz. (Bulunanlar arasında bir tartışma başladı ve bunun üzerine Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu: «Beni yalnız bırakın. Benim huzurumda çekişmek yakışmaz.»

Mütercim : Fahr-i alem Sallalîahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, hastalığı ağırlaşınca böyle buyurmuştu. Hazreti Ömer, elimizde Al-îah'm kitabı varken başka şeye ihtiyacımız olmaz, dedi. Sonra ora­da bulunanlar birbirleriyle ihtilâfa düşerek birtakım tartışmalar baş­layınca, Hfendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, orJara hitaben: «Kalkınız» diye buyurdu ve hepsi huzurdan çıkarıldı. Oysa

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin maksadı, asha­bı imtihan idi.

 

73- Ümmü Seleme  (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

«Sübhanellah! Bu gece ne fitneler indirildi ve ne hazineler açıldı. Hücre-i saadetlerde yatanları uyandırınız (kalkıp ibadet etsinler). dünyada giyimli kuşamlı niceleri ahirette çıplaktır.»

 

74- İbn-i Ömer (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Şu gecenizi hatırlayınız! Bunun üzerinden yüz sene geçince şimdi bu toprağın sırtında bulunanlardan hiç biri hayatta kalmaya­caktır.»

 

75- îbni Abbas  (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

«Küçük delikanlı (İbni Abbas) uyudu mu?» (İbni Abbas hazret­leri, teyzesi olan müminlerin annesi Meymune Radıyallallahu Anha'-nın bir gece misafiri iken, Peygamber. Sallallahu Aleyhi ve Sellem böyle buyurmuştu.)

 

76- Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Ey Ebû Hüreyre! Hırkanı yay!» (Ebû Hüreyre hırkasını yay­dı. Efendimiz de o hırkayı mübarek elleri ile sıvazladı. Sonra «Topla!» buyurdu. Ebû Hüreyre der ki, o hırkayı toplayıp giydim ve ondan sonra hiç bir şeyi unutmadım.)

 

«77- Cerir (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

«Ya Cerir! Herkesten susmasını iste! Benden sonra birbirlerini-zin boyunlarını vuran kâfirlere dönmeyiniz.» (Peygamber SallaJlahu Aleyhi ve Sellem bu sözleri Veda Haccmda buyurmuştu).

 

78- Ubey ibni Kâ'b (R.A.) 'dan rivayet edilmiştir!

«Hazreti Mûsâ Aleyhisselâm İsrail Oğullarına konuşurken in­sanların en alimi kimdir? diye kendisine soruldu ve alim benim, bu­yurdu. İlmi Allah'a izafe etmediği için de Allah tarafından kınandı. Sonra Allah Tealâ, ona «iki deniz kavşağında kullarımdan bir kul (Hızır) vardır: o senden daha bilgilidir diye bildirdi. Mûsâ: Rabbim ona nasıl ulaşabilirim, deyip yalvardı. (Vahy yolu ile kendisine) den­di ki: Zenbil içinde bir balık taşı. O, balığı .kaybedeceğin yerdedir. Bu emir üzerine Hazreti Musa, zenbilde bir balık taşıyarak genç ar­kadaşı Yuşa bin Nûn ile yola koyuldular. Deniz kenarındaki kaya­nın yanına vardıklarında başlarını dayayıp uykuya daldılar. Bu ara­da balık zenbilden süzüldü ve denizde açık bir gedik bırakarak yol aldı. Bu iki hadise (zenbildeki balığın canlanması ve suda açık ge­dik bırakması) Musa Aleyhisselâm ile hizmetçisini hayret içinde bı­rakacaktır.

Musa ile Yuşa, o günün gecesinin geri kalan kısmını yürüdüler. Sabah olunca, Musa Aleyhisselâm hizmetçisi Yuşa'ya, dedi ki: Kahval­tımızı getir de yiyelim; bu yolculuk bizi hayli yordu.

Oysa Hazreti Musa, emredilen yeri geçinceye kadar yorgunluk duymamıştı. Hizmetçisi, Musa'ya: Kayanın altında konakladığımızı hatırlıyor musun? Ben balığı unuttum. Şüphesiz şeytan unuturdu bana. Balık acaip bir şekilde denize dalmıştı, dedi Musa Aleyhis­selâm da:

— Bizim de aradığımız bu idi, diyerek her ikisi geldikleri yoldan geri döndüler. Kayanın yanma vardıklarında orada elbisesine bü­rünmüş birisiyle karşılaştılar. Musa Aleyhisselâm ona selâm ver­di. Hızır dedi ki: Senin ülkende selâm var mıdır? Musa Aleyhisse-

  Ben Musa'yım, dedi Hızır:

  Beni İsrail'in (İsrail oğullarınınJ  Musa'sı mı? diye sordu. O da, evet dedi. Sonra Musa: Sana öğretilen ilahi  ilimden bana da öğretmekliğin mukabilinde sana uyabilir miyimi? dedi. Hızır cevap verdi:

  Benimle olursan asla tahammül    edemezsin! Ya Musa! Ben, Allah'ın kendi ilminden bana öğrettiği bir ilme sahibim ki, sen o ilmi bilmezsin. Sen de Allah'ın sana öğrettiği bir ilme sahipsin ki, ben de o ilmi bilmem. Musa Aleyhisselâm dedi ki:

  İnşallah beni sabırlı bulacaksın    ve senin hiçbir işine karşı gelmeyeceğim.

Sonra beraberce yola çıktılar ve binecek gemileri olmadığından sahil boyunca yürüdüler. Derken onlara bir gemi yanaştı. Kendilerini de bindirmeleri için gemi sahipleri ile konuştular. Hazreti Hızın tanıdıklarından onları naylunsuz olarak gemiye bindirdiler. Bu ara­da bir serçe kuşu gelip geminin kenarına kondu ve denizden bir ve­ya iki damla su gagaladı. Hızır dedi ki: Ya Musa! Senin ilminle be­nim ilmimin. Allah'ın ilminden kopardıkları pay şu serçenin koca denizi bir kere gagalaması kadardır ancak! (İlmimiz Allah'ın ilmi­ne nisbetle bir damladır). Sonra hazreti Hızır, geminin kalasların­dan birini kasden kopardı. Hazreti Musa:

  Bu adamlar navlunsuz olarak bizi gemiye    bindirdiler. Sen ise, içindekileri batırmak için gemiyi kasıtlı olarak d eldin! dedi. Hızır

dedi ki:

  Benimle olursan asla tahammül edemezsin dememiş miydin?

Hazreti Musa,

  Unutarak yaptığımdan ötürü bana    darılma, dedi. Nitekim Hazreti Musa'nın bu ilk hareketi, unutmaktan ileri gelmişti. Sonra yolculuklarına (karadan)  devam ettiler. Derken akranlanyle oyna­yan bir erkek çocuk gördüler. Hızır, çocuğun başını eliyle tepesin­den kavrayarak kopardı: Mûsâ dedi ki:

  Masum bir çocuğu mu öldürdün? Hiç doğru olmayan bir iş

yaptın! Hızır dedi ki:

  Beraberimde olursan asla tahammül edemezsin dememiş miy­dim? Sonra yine beraberce yürüdüler. Bir beldeye   varınca halkın­dan yemek istediler ve onlar, kendilerini misafir etmekten çekindi­ler. Bu beldede (dolaşırken) çökmek üzere olan bir duvar gördüler. Hazreti Hızır, eliyle vurarak duvarı doğrulttu. Hazreti Musa dedi ki:

  Düeseydin bu iş karşılığında ücret alırdın! Hazreti Hızın

  İşte bu, birbirimizden ayrılışımızdır, dedi.

(Peygamber efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki.) Musa Aleyhisselâm'a Allah rahmet etsin! Keşke sabırlı olsaydı da Hızır ile aralarında geçen hadiselerden (daha çok şey) bize an-

latâsaydı, dilerdik.»

Bu hadîs-i şerifi bölyece' uzun metniyle Süfyan bin Uveyne riva­yet etti.

 

79- Ebû Musa  (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

«Bir kimse Peygamber Sallallahu AJeyhi ve Sellem efendimizin huzuruna gelerek: Ya Resûlallah, Allah yolunda savaşmak ne de mektir ve nasıl olur? Kimimiz, sırf garaz yüzünden düşmandar İntikam'almak için savaşıyor. Kimimiz de şöhret duygusu ile nam ka zanmak için savaşıyor, diye sorunca Peygamber SaHallahu Aleyh ve Sellem şöyle buyurdu; «Her kim sırf Allah kelimesini (tevhid di nini) yüceltmek için savaşırsa, işte o, Allah Azze ve Celle'nin yo lundadir.»

 

80- Hazreti Enes (R.A.) 'den rivayet edilmiştir!

«Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri ile Muaz-bin Cebel bir deve üzerinde, önde Resûlüllah ve arkasında Muaz-ibni Cebel giderlerken Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Haz­retleri buyurdu ki: «Ya Muaz bin Cebel, ya Muaz! (Muaz, emrinde­yim ya Resûlallah, buyur, dedikten sonra Peygamber şöyle buyur­du) : Ya Muaz, her kim, kalbinden tam bir bağlılıkla, Allah'dan başka ibadet edilecek bir varlık olmadığına ve Muh anını e d'in de Allah'ın peygamberi olduğuna şehadet ederse Cenab-ı Allah muhak­kak surette (bu imanı korudukça) ona Cehennemi haram kılar. Sonra Muaz:                                 .

  Ey Allah'ın Resulü! Bu haberi Müslümanlara ileteyim de se­vinsinler, dedi.

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:.

  O zaman buna güvenerek gevşek davranırlar.  Mûaz ölürken, bu hadîsi- şerifi gizli kalmaması için açıkladı.»

 

81- Ümmü Seleme (R.A.) "den rivayet edilmiştin

Ümmü Seleme Peygamber, Sallallahu Aleyhi ve Seİlem'e gelip dedi ki: Ey Allah'ın Resulü, din işlerinde utanmak yoktur. Bir ka­dın üıtilâm olunca, ona gusletmek icab eder mi? Peygamber Sallalla­hu Aleyhi ve Sellem Hazretleri:

  Yaşlık görürse, yıkanması gerekir. (Sonra Peygamber Sallal­lahu Aleyhi ve Sellem'in zevcesi olan Ümmü Seleme Hazretleri uta­nıp yüzünü, örterek, kadın yaşlık görür mü? diye sorunca, Hazreti

Peygamber:

  Evet, eli yeşeresice elbette kadınlar meni görürler. Çocuğun annesine benzemesi ne ile oluyor?»  (Kadınlardaki    inzal sebebi ile çocuk annesine benzer), buyurdu.

 

82- Hazreti Ali (R.A.) 'den rivayet edilmiştir-.

«Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Selleme efendimize Mezî'den. sorulunca: Evet, bunun akması ile abdest almak gerekir, buyurdu­lar. (Şehvet isteği arkasından gelen ince bir sudur ki, bunun gelmesi' ile abdest bozulur; fakat gusül gerekmez.) »

 

83- ibni Ömer  (R.A.)'den rivayet edilmiştir*.

«Bir kişi Mescid-i ResûFde ayağa kalkıp: Ya Resûlallah, biz nere­den hac ve ömre için itırama girmeliyiz, Mikat neresidir? Diye so­runca Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

  Medîneliler, Zülhuleyfe'den, Şam'hlar Cuhfe'den Necid halkı da Karn'dan ihrama girerler, buyurdular.   Sonra   Adam-. Ya Resul allan, ihrama giren kimse neler giyebilir? diye sordu. Hazreti Pey­gamber şu cevabı verdiler:                                      .

  Gömlek, sarık, don1, külah (gibi dikilmiş hiç bir elbise) giye­mez, Vers (sarı ot) ve safran ile boyanmış elbise de giyemez. Eğer sandal bulamazsa, fotinlerini giysin ve fakat onlan, topukların. aİ-tında olacak şekilde kessin. (İhrama giren    hacı, belden   yukarısı ve belden aşağısı için kullanılan dikilmemiş iki beyaz örtü il© örtü­nür ve sandal gibi ayak igiysileri giyer.)».[8]

 

ABDEST BAHSİ

 

84- Ebû Hüreyre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Abdestsiz kimsenin, abdest almadıkça namazı makbul olmaz!»

 

85- Ebû Hüreyre  (K.A.)  den rivayet edilmiştir:

«Kıyamet gününde benim ümmetim, abdestin bıraktığı izlerden akıtmalı ve sekili olarak çağrılacaklardır. İçinizde akıtmasını uzat­maya gücü- yeten varsa yapsın.»

 

86- Abbas (R.A.)  tarikiyle amcafandan rivayet edilmiştir:

«Namazda yellendiğine dair daima şüphe ve vesveseye düşen bir adam Resûlülîah'a gelip bu durumda namazının bozulup bozul-matlığından yakındı. Bunun üzerine Hazreti Peygamber şöyle bu­yurdu:

— Bu durumda olan kimse, ses işitmedikçe ve koku almadıkça namazdan dönmesin veya ayrılmasın. JfZira şüphe ile namaz bozul­maz) .»

 

87- Üsame bin Zeyd  (R.AJ 'den rivayet edilmiştir:

«Namaz önündedir, (Müzdelife'de kılınacaktır). Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu sözü Ara'fat'dan dönüşünde söyledi.»

Hazreti Peygamber Arafat vakfesini yaptıktan ve güneş battıktan sonra Müzdelife'ye dönerken yolda abdest tazeledi. Bunu gören Üsame Hazretleri, ey Allah'ın Resulü akşam namazını mı kılacaksı­nız? diye sordu. îşte buna cevaben yukardaki hadîs-i şerif varid olmuştur. Sonra Müzdelife denilen yere gelindiği vakit Hazreti Pey­gamber tekrar abdest alarak yatsı vakti içinde önce akşamın farzını ve arkadaşından da yatsının farzını bir arada kıldılar. Bütün hacı­lar bunu uygularlar.

 

88- Enes (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem helaya girmezden ön­ce: Allahım! Şeytanın erkeğinden ve dişisinden sana sığınırım, diye dua ederlerdi.»

 

89- îbni Abbas (R.AJ'dan rivayet edilmiştir:

Abdest almak için ön hazırlık yapmaya çıkan Peygamber Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem, dönüşlerinde abdest suyunu hazır buldu­lar, îbni Abbas tarafından hazırlanmıştı. Peygamber şöyle buyurdu.

«— Bu abdest suyunu kim koydu?.. Allahım! Bu suyu hazırlayanı dinde dirayetli ve kavrayışlı kıl!»

 

90- Ebû Eyyub El-Ensarî   (R.A.)'den rivayet edilmiştir: «Herhangi biriniz ihtiyacını defetmek için helaya çıktığında ar­kasını veya yüzünü kıbleye çevirmesin. Doğuya yahut batıya yöneliniz

 

91- Ebû Katade (R.A,)'den rivayet edilmiştir:

«Herhangi biriniz su içtiği zaman su kabının içine solumasın; helaya gittiğinde de sağ eliyle tenasül uzvunu tutmasın ve sağ eliyle taharet almasın.»

 

92- Ebû Hüreyre  (R.A.)'den rivayet edilmiştir: «Bana birkaç taş bulv onlarla taharet edip temizleneyim; kemik ve tezek getirme.»

 

93- tbnî Mes'ud Hazretlerinden  rivayet  edilmiştir:

İbni Mes'ud, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e taharette kullanmak üzere ve taş ve bir de tezek parçası getirdiğinde, Haz-. retL Peygamber, taşın ikisini istinca için aldı ve bu pistir,» diyerek tezeği attı.

 

94- Hazreti Osman   (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

«Her kim, benim aldığım abdest gibi sünnet üzere abdest alır ve sonra mümkün olduğu kadar gönül huzuru ile iki rekât namaz kılarsa, geçmiş günahı bağışlanır.»

 

95- Hazreti Osman   (R.A.l'dan rivayet edilmiştir:

«Herhangi bir adam, güzelce abdestini alır ve namazı kîlarsa, bu namazı kılmcaya kadar, kendisi ile bu namaz    arasında mazdan önceki)  günahları bağışlanır.»

 

96- Ebû Hüreyre  (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Kim abdest alırsa, burnuna su verip sümkürsün ve İçim de taşla istinca yaparsa tek sayıda (üç, beş, yedi taş) kullansın.»

 

97- Ebû Hüreyre (R.A.l'den rivayet edilmiştir.

«Sizden biriniz abdest aldığı zaman burnuna su versin, sonra sümkürsün. Kim de taşla istinca ederse (silinip temizlenirse) tek sayıda taş kullansın. Uykusundan uyanan kimse de ellerini abdest kabına daldırmadan Önce yıkasın; çünkü uykuda olanınız elinin ne­rede gecelemiş olduğunu bilmez.»

 

98- Ebû Hüreyre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir: «Herhangi birinizin çanağından köpek içerse, bu çanağı yedi. kez yıkasın.»

 

99- Ebû Hüreyre (R.AJ'den rivayet edilmiştir: «Mescitte (oturup) namaz vaktini bekleyen kul, abdesti   bozul-madıkça namazdadır. (Namaz kilıyormuş gibi sevab kazanır).

 

100- Ebû Saîd (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve  Sellem Ensar'dan bir adamı huzurlarına çağırttı. Bu zat, ailesiyle münasebet haline bulunu­yordu. Alelacele guslederek başından su damlar vaziyette huzura gelince, Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu: «Galiba seni aceleye getirdik. Böyle aceleye getirildiğin veya yarıda kesmek zorunda bı­rakıldığın zaman (inzal vaki olmamışsa) yalnız abdest alman gere­kir. (Bu hadisi şerifin hükmü sonradan kaldırılmış olduğundan, in­zal vaki olmazsa bile tenasül uzuvlarının buluşmasıyla gusul icab etmektedir.)

 

101- Ebû Musa (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir kapta su getirilmesi­ni istedi. Bu kabın içinde ellerini ve yüzünü yıkadı. Sonra içine püskürttü. Sonra Hazreti Bilâl ile Ebû Musa'ya şöyle buyurdu: «Bun­dan içiniz, yüzlerinize ve göğüslerinize sürünüz.»

 

102- Hazreti Aişe (R.A.) 'den rivayet edilmiştir.-

«Üzerime, bağlan çözülmemiş (ağzına kadar dolu) yedi kırba­dan (su tulumundan) su dökünüz? belki (hastalığım hafifler de) son defa ashabımla buluşurum.»

 

103- Muğîre   (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Mestleri bırak, ben onları temiz (abdestli) olarak ayaklanma çektim.» Muğire diyor ki: Bir seferde Resûl-i Ekrem'in mestlerini çıkarmak için eğildim ve bunun üzerine bu hadisi buyurdular.

 

104 - îbni Abbas (R.A.Î'dan rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem süt içtikten sonra (su ile) ağzını çalkaladı ve: «Süt yağlıdır» buyurdular.

 

105- Hazreti Aişe  (R.A.) den rivayet edilmiştir:

«Herhangi biriniz namaz kılarken uyuklarsa, uykusunu alıncaya, kadar yatıp uyusun; çünkü içinizden biri uykulu olarak namaz kı­larsa, belki mağfiret diliyor zanmyle kendine sövgü getirir.»

 

106- Enes (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Herhangi biriniz namazda iken uyuklarsa ne okuduğunu bile­cek duruma gelinceye  kadar  uyusun  (ve sonra namazını kılsın)»

 

107- İbıti Abbas (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

Resûlüllah Saîlallahu Aleyhi ve Sellem bir kabristan yanından geçerlerken kabirlerinde azap çekmekte olan iki kişinin seslerini işi­tince şöyle buyurdular:

«îkisi de azap çekiyorlar ve çektikleri azap da Önemli bir şey yüzünden değildir. Evet, onlardan birisi, idrarından korunmazdi. Di­ğeri de, kovuculuk ederdi. Sonra Hazreti Peygamber bir hurma dalı istedi ve onu ikiye bölerek her bir parçasını o iki kimsenin kabir terine dikti ve sonra şöyle buyurdu: «Belki bunlar kurumadıkları müddetçe, bu iki kişinin azablarını hafifletir.»

 

108- Ebû Hüreyre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

Bir bedevi mescidin içinde bevletmiş ve halkın eline düşmüştü. Bunun üzerine Hazreti Peygamber onlara şöyle buyurdu:

«İlişmeyin ona! Sidiğinin üzerine bir kova yahut bir bakraç su dökünüz. Siz ancak kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz, güçîeştirici olarak gön d eri ime d in iz.»

 

109- Esma (R.A.) 'dan rivayet edilmiştir:

Elbisesine hayiz kanı bulaşan kadının durumundan Peygamber Sallaîlahu Aleyhi ve Sellem Efendimize sorulunca şöyle buyurdular:

«Elbiseyi önce ovar, sonra parmak uçları arasında su ile ovalar ve bol sudan geçirir. Sonra onunla namaz kılar.»

 

110- Hazreti Aişe'den rivayet edilmiştin

Devamlı kan gören (özürlü) bir kadın, namazı bırakayım mı? diye Hazreti Peygambere sorunca, şöyle buyurdular:

«Hayır, (namazı bırakma) ,so damar kanıdır, hayız kanı değildir. Hayzin vakti gelince namazı bırak ve adet müddetin geçince kanın bulaştığı yeri yıkayıp namazını kıl. Ancak her vakit namazı için ab-dest al. Tekrar hayiz vaktin gelene kadar (bu şekilde devam et).»

 

111- Hazreti Meymune'den rivayet edilmiştir:

«Katı tereyağına düşen fareyi atın ve fdüşmüş olduğu yerini çevresini kazıyıp çıkarın ve (geri kalan) yağınızı yiyiniz.» Tereyağı içine düşüp ölen bir fareden dolayı durumun sorulması üzerine Haz­reti Peygamber bu hadisi buyurdular.

 

112- Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir:

«Allah yolunda müslümanm aldığı her yara, kıyamet gününde, vurulduğu zaman kan fışkırfdığı şekilde olacaktır. Rengi kan rengin­de, fakat kokusu misk kokusudur.-

 

113- Ebû Hüreyre (R.A.Î'den rivayet edilmiştin

«Biz, sonda gelen ve'önce gidenleriz... Akıntısı olmayan durgun suya kimse bevledip sonra onda yıkanmasın.»

 

114- Ebû Mes'ud Hazretlerinden rivayet edilmiştir

Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Mescid-i Ha-ram'da Kabe'nin yanında namaz kılıyordu. Secdede iken Ebu Cehil ve onun arkadaşları, Kureyş'in en azılılarından Ukbe bin Ebî Mu-ayt'ı gönderip Peygamber efendimizin sırtına bir hayvan işkem­besi koyması üzerine hepsi gülüşmeğe başladılar. Peygamber Sal-jallahu Aleyhi ve Sellem onlara şöyle beddua etti:

«Allahim! Kureyş'i sana havale ettim. Allahım! Kureyş'i sana havale ettim. Allahım! Kureyşin hakkından gel. Allahım! Ebû Cehil hatta Utbe bin Rabia'yı, Şeybe bin Rebîa'yı, Velid bin Utbe'vi. Ümmeyye bin Halefi ve Ukbe bin Ebî Muayt'ı kahret!» (Sonra Bedir savaşında bu şahısların hepsi öldürüldü.)

 

115- îbni Ömer  (R.A.l'den rivayet edilmiştir

«Rüyamda dişlerimi misvaklarken (fırçalarken), yanıma, biri diğerinden yaşlı iki adam geldi. Misvakı bunların küçüğüne uzattım Bana, büyüğüne (ver), denildi ve ben de yaşlı olana verdim.» (Bıi hadîs-i şerif yaşça büyük olanlara hürmet edip onları öne geçirme ye işaret buyurmaktadır. Konuşmada, yürümede ve bîr şey ikram edilirken yaşlılar öne alınmalıdır.)

 

116- Berâ bin Âzib (R.A.)'den rivayet edilmiştin

«Yatağına girip yatmak'istediğin zaman, namaz için alınan ab-dest gibi abdest al. Sonra sağ yanına üzerine yat. Sonra şöyle dua et:

Allahiml Sana teslim oldum, her işimi sana bıraktım. Azabından korkarak ve sevabım umarak sırtımı sana dayadım. Senden başka sığınak ve korunak yoktur. Allah'ım! İndirdiğin kitabına iman ettim, gönderdiğin peygamberine iman ettim.

Eğer o gece ölürsen, fıtrat üzeresin (yeni doğmuş günahsız gi­bisin) . Sen sözleri, söyleyeceğin her şeyden sonraya bırak.»

(Bu hadîs-i şerifi rivayet eden Berâ Hazretleri der ki: Ben, bu kelimeleri Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Seîlem'in huzurunda bir kaç defa okuyup: Allahım! İndirdiğin kitabına iman ettim, gönder­diğin RESULÜNE iman ettim, dediğim zaman, Hazreti peygamber bu son cümlemdeki ifadeyi kabul etmeyip: «Gönderdiğin PEYGAM­BERİNE, diye söyle!» buyurdular. Çünkü İrsal kelimesinden Resul manası çıkmaktadır. Bunun tekrarına lüzum yoktur. Nebi kelimesi kullanıldığında her iki sıfat da duada yer almış olur.)[9]

 

GUSÜL    BAHSİ

 

117- Ctibeyr bin Mut'im (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Ben ise  (şöyle guslederim): Üç defa suyu başımdan aşağı dö­kerini (bütün vücudumu yıkarım.)»

 

118- Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Bekleyiniz!» Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bu sözü, gusül icab ettiği halde unutarak gustletmemiş olduğunu hatırlama­ları üzerine mihrapta söyledi ve sa&dethanelerine dönüp guslettikten sonra tekrar bize geldi ve namaz kıldırdı.

 

119- Ebû Hüreyre  (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«îsraîloğulları çıplak olarak yıkanır ve birbirlerinin avret yer­lerini görürlerdi. Hazreti Musa yalnız başına yıkanırdı, tsrailoğul-lan, vallahi Musa'nın bizimle beraber yıkanmayışının tek sebebi, kasığının çıkık oluşudur, dediler. Bir gün Hazreti Musa Aleyhisse-lam, yıkanmağa gitti. Elbisesini bir taş üzerine koydu. Taş yuvarla­nınca elbiseyi de beraberinde sürükledi. Hazreti Musa, ey taş, el­bisem, ey taş, elbisem, diyerek taşın ardından koşmaya başladı. İs­rail oğulları Hazreti Musa'yı gördüler ve dediler ki: Vallahi Musa'­da bir özür yok... Nihayet Hazreti Musa elbisesini aldı ve (öfkesin­den) taşa vurmaya başladı» Ebû Hüreyre Hazretleri der ki; vallahi, Hazreti Musa asâsiyle (değneğiyle) taşa vurarak altı veya yedi iz bıraktı.

 

120- Ebû Hüreyre   (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Hazreti Eyyub Aleyhisselâm çıplak olarak yıkanırken (gökten) üzerine altından çekirge düştü. Hazreti Eyyüb bunları eteğine dol­durmaya başlayınca Cenabı Hak ona şöyle nida etti: Ya Eyyûb! Şu-gördüklerinden seni müstağni (ihtiyaç dışı) kılmamış mıydım? Hazreti Eyyubt Evet, izzetin ve celâlin hakkı için, sen beni (böyle dünyalık şeylerden) müstağni kıldın? ancak senin bereket ve ihsa­nından doygunluk olmaz, cevabım verdi.» Bu hadîş-i şerif, dünya menfaati ile ilgili olarak Eyyub Aleyhisselâm'a bir kınama mahiye­tinde gelip, çıplak guslettiğinden ötürü kınanmadığı için kimsenin görmeyeceği bir yerde çıplak olarak gustletmenin cevazına delil'gös­terilmektedir.)

 

121- Ebü Hüreyre (R.A.) 'den rivayet edilmiştirı

«Nerede idin, ya Ebâ Hüreyre? Sübanellah! Mü'min kirlenmez»

(Rivayet edildiğine göre, Peygamber SellaUahu Aleyhi ve Sel-l'em Medine'de bir yolda Ebû Hüreyre ile karşılaştı. Ebû Hüreyre cü-nûb halinde bulunduğu için Peygamber efendimizden sıvışarak evine gitti. Cünüb hali ile Hazreti Peygamberin huzuruna varmak istemedi. Eve gidip gusletti, sonra Hazreti Peygamberin huzuruna çıkınca, Peygamber ona sordu:

  Neden kaçtın? Ebû Hüreyre (R,A.) dedi ki:

  Ya Resûlallah! cûnûb idim, sizinle taharet üzere olmaksızın buluşmayı uygun bulmadım.

Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendi­miz şöyle buyurdular: «Sübhanellah, mümin kirlenmez.» (Cünüblük, maddi değil, manevî bir kirliliktir. Cünüp iken görüşmek ve tokalaş­makta beis yoktur.)

 

122- Hazreti Ömer (R.A.)'den rivayet edilmiştin

Hazreti Ömer, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretle­rine: Herhangi birimiz cünüb olduğu halde uyuyabilir mi? diye so­runca şöyle buyurdular:

«Evet abdest alarak, cünüb olduğu halde uyusun, (bu abdest müstehabdır.)

 

123- Ebü Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Bir erkek, karısının dört budağı (kolları ve ayakları) arasına girer de ona yüklenirse (inzal vaki olsun veya olmasın) gusletmesi gerekir..»

(Tenasül uzuvlarının içice gelecek biçimde buluşması, guslü ge­rektirir.)[10]

 

HAYİZ    BAHSİ

 

124- Hazreti Aişe'den rivayet edilmiştir:

Hac esnasında adet gören Hazreti Aişe'nin müteessir olup ağla­ması üzerine Peygamber Sallallahû Aleyhi ve Sellem ona şöyle bu­yurdu:

«Neyin var senin, adet gördüğün için mi ağlıyorsun? Bunda bir beis yoktur. Çünkü bu adet hali, Allah Tealâ Hazretlerinin Adem aleyhisselâm'ın kız evlâdlarma takdir ettiği bir husustur. Şimdi sen hacıların yapacağı her işi yap; yalnız KÂBE'yi tavaf etme.»

 

125- Ebû Saîd El-Hudrî  (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Ey kadınlar topluluğu! Sizler çok sadaka veriniz, çünkü bana cehennem ehlinin çoğu olarak gösterildiniz.» (Sonra kadınlar, ne den cehennem7ehlinin çoğu biziz? diye sormaları üzerine) Hazreti Peygamber onlara şöyle buyurdu: «Siz çok lanet okursunuz ve en yakın adamınıza nankörlük edersiniz. Sağlam iradeli kişinin aklını çekmekte, siz aklı ve dini az kadınlardan daha güçlüsünü görme­dim.» (Sonra kadınlar sordular: Aklımız ve dinimiz neden eksiktir? Buna cayeben de) Peygamber Allallahu Aleyhi ve Sellem şöyle bu­yurdular:

«Kadının şahidliği, erkeğin sahiciliğinin yansı kadar değil mi (iki kadının Şahidliği bir erkek yerine geçmez mi) ? İşte bu hal, ka­dının aklının noksanlığmd andır. Bir kadın hay iz olduğu zaman na­maz kılmaz ve oruç tutmaz; bu da dinin noksanlığındandır.»

 

126- Hazreti Aişe (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

Adet halinden sonra nasıl gusledileceğim soran bir kadına Pey­gamber Sallallahû Aleyhi ve Sellem gerekli +arifi yaptıktan sonra yıkanma' akabinde nahoş koku eseri kalmasın diye ona şöyle bu­yurdular:

«Bir parça misk alıp onunla (pis kokulardan) temizlen.» Kadın bu sözün manasını anlamadı ve nasıl temizleneyim? diye sordu. Aleyhissalâtü vesselam Efendimiz, «Sübahanellah! Temizlenişte!» bu yurdu. Huzurda bulunan Hazreti Aişe hemen o kadıncağızı kendine çekerek, kandan kalabilecek koku eserini giderme kiçin miskten ya­rarlanmasını kulağına fısıldadı.

 

127- Hazreti Aişe (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

Hazreti Aişe der ki: Umre için ihrama girdikten sonra adet gör­düm. vBunun üzerine Peygamber Şallallahu Aleyhi ve Sellem bana ,şöyle dedi: «Saç bağlarını çöz ve tara. Umre'den vazgeç.»

 

128- Hazreti Aişe (R.A.)'den rivayet edilmiştir: .   «Her kim umre yapmak isterse yapsın. Ben de kurbanlık fhedy) getirmiş olsaydım, umre yapardım. (Sen ya Aişe, umre için ihrama girdikten sonra adet gördüğünden)  umreden vazgeç, saç bağlarını çöz ve tara. Sonra hac için ihrama gir.»

 

129- Ümmü Atıyye (R.AJ'den rivayet edilmiştir: «Genç ve yaşlı ve aybaşılı kadınlar dışarı çıkabilirler.  Bunlar hayırlı (yararlı) meclislerde de müminlerin dua ve zikirlerinde bu­lunsunlar. Ancak hayiz halindeki kadınlar, ibadethanelere giremez­ler.» Bir kadın, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e: Feracesi olmayan kadın ne yapar? diye sorunca, şöyle buyurdular: «Arkadaşı, feracesinden ona giydirsin.»

 

130- Hazreti, Aişe'den rivayet edilmiştin

Mina'dan Mekke'ye döndükten sonra Hazr,eti Peygamber efen­dimizin zevcelerinden Safiyye'nin adet görmesi üzerine, Hazreti Peygamber, Hazreti Aişe'ye hitaben şöyle buyurdu: «Sanırım ki Safiyye bizi burada tutacaktır. Sizinle beraber (farz, ziyaret) ta­vafını yapmış mıydı? O halde çıkabiliı*siniz[11]

 

TEYEMMÜM    BAHSİ

 

131- Cabir(R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Benden önce hiç kimseye verilmemiş beş şey bana verildi: 1) Bir aylık mesafeden düşmanımın kalbine salınan korku ile zafer kazandırıldım. 2) Her yer benim için namazgah ve (gerektiğinde) temizleyici (teyemmümde olduğu gibi su yerine geçer) kılındı. Üm­metimden her kime namaz vaktine kavuşursa, (mescid şartı olmak­sızın bulunduğu yerde (namazını kılsın, (ve su bulamazsa toprakla-teyemmüm etsin). 3) Ganimet malları bana helâl kılındı; halbuki benden önce hiç kimseye helâl kılınmamıştı. 4) Bana en büyük şe­faat yetkisi verildi. 5) Her peygamber özellikle kendi kavmine gön­derilirdi; ben ise, bütün insanlara peygamber olarak gönderildim.»

 

132- Ammar bin Yasir (R.A.h'den rivayet edilmiştiri

Ammar, abdest azalarının hepsini meshetnıek suretiyle teyem*. müm aldığını Harzeti Peygambere anlatması üzerine şöyle buyurdu lar:

«Şöyle yapman (iki elini taharet niyeti ile iki defa toprağa vu­rup birinci vuruşla yüzünü ve ikinci vuruşla kollarını meshetmen) sana kâfi gelirdi.»

 

133- îmran ibni Husayn (R.AJ'dan rivayet edilmiştir:

«Zararı yok, yahut (sefer yorgunluğu ile uyuya kalıp sabah na­mazını elimizde olmadan kaçırmak) zarar etmez. Haydi yola çıkınız. (Gaziler biraz yürüdükten sonra namaz kılmak için konakladılar ve abdeşt alıp topluca namaz kıldılar. Bu namaz sonunda bir kişinin cemattan ayrı olarak durmakta olduğunu gören Peygamber Sallal-lahu Aleyhi ve Sellem ona): Cematla namaz kalmaktan seni engelli-yen nedir? buyurdu. (Adam, cünub oldum, yıkanmaya yetecek su­yum da yoktu. Bundan dolayı cemaata katılamadım, diye cevab ve­rince, Peygamber Aleyhissalâtü vesselam ona şöyle buyurdu).- Pak toprak ile teyemmüm et, yeter (Sonra iki-kişi çağırdı ve onlara bu­yurdu ki: Gidin, su arayınız. Hem kendiniz içer, hem de hayvanla rınızı sularsınız. (Sonra su gelince, o cünub olan adama hitaben Hazret! Peygamber): Al, şu suyu üzerine dök, buyurdular. (Sonra kendisinden su temin edilen kadm için) ona yardım toplayınız, (diye emretti. Sonra kadıncağıza kırbaları dolu olarak iade edilince, Pey­gamber ona şöyle buyurdu): Biz senin suyunu harcamadık. Cenabı Allah bize su verdi. (Peygamber'in mucizesi olarak, alman sudan ihtiyaçlar görülmüş ve kırbalar da yine dolu olarak iade edilmişti)».[12]

 

NAMAZ    BAHSİ

 

134- Enes (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

«Mekke'de iken evimin (ikamet etmekte olduğum Ümmü Ha-nfnin evinin) çatısında bir yarık açıldı. Derken Cibrü Aleyhisse-lam inip göğsümü yardı. Sonra zemzem suyu ile yıkadı. Sonra hik­met ve imanla dolu bîr altın tas getirip onu göğsüme boşalttı. Son­ra göğsümü kapadı. Sonra elimden tutup beni birinci göğe çıkardı. Birinci göğe vardığımda, Cibril Aleyhisselâm, göğün bekçisine hi­taben: Aç dedi. Bekçi: Kim o? diye sordu. Hazreti Cibril: Ben Cibril'­im dedi.

Bekçi: Yanında kimse var mı? diye sordu.

Cibril: Evet, beraberimde Hazreti Muhammed SallaUahu Aleyhi ve Sellem var, dedi.

Bekçi: Davet edildi ni? diye sordu.

Öforîl: Evet, dedi. Bekçi, yolu açınca biz birinci göğe yükseldik ve oturan bir adamla karşılaştık. Sağında ve solunda bir sürü ka­raltılar vardı. Sağına baktığı zaman gülüyor, soluna baktığı zaman ağlıyordu. Bana, merhaba salih peygamber ve salın evlât, dedi. Ceb­rail'e, bu kimdir? diye sordum.

Cibril; Biı zat Hazreti Adem Aleyhisselâm'dır. Sağında ve so­lundaki karaltılar onun zürriyetinin ruhlarıdır. Bunlardan sağdaki-ler cennetlik olanlardır. Solundaki karaltılar ise Cehennemlik olan­lardır. Bunun için, sağ tarafına bakınca güler, sol tarafına balonca

ağlar, dedi.

Sonra Cibril beni ikinci kat semaya çıkardı. Göğün bekçisine aç, dedi ve o da Önceki bekçi gibi sorular sordu ve kapı açıldı. Cibril, Peygamberle   birlikte  İdris  Aleyhisselâm'a uğrayınca,

îdris Aleyhisselâm: Merhaba saîih Peygamber ve salih kardeş! diye selâmladı. Bu kimdir? diye Hazreti Cibril'e sordum. Bu zat îdris Aleyhisselâm'dır, dedi. Sonra Hazreti Musa Aleyhisselâm'a uğradım. O da: Merhaba salîh Peygamber ve salih kardeş! dedi. Bu zat kim­dir? diye sordum. Musa Aleyhisselâm'dır, dedi. Sonra Hazreti İsa Aleyhisselâm'a uğradım. O da: Merhaba Salih Peygamber ve salih kardeş! dedi.

Bu zat kimdir? diye sordum. îsâ Aleyhisselâm'dır. dedi. Sonra Hazreti îbrahim Aleyhisselâm'a uğradım. O da: Merhaba salih pey­gamber ve salih oğul! dedi. Bu kimdir? diye sordum. İbrahim Alev-hisselâm'dır, dedi. Sonra o derece yükseklere çıkarıldım ki (Levh-i Mahfuz'a yazı yazan) kalemlerin gıcırtısını işitebildiğim bir seviyeye vardım. Sonra orada Aİlah Tealâ Hazretleri ümmetimin üzerine ge­ce ve gündüz elli vakit namaz farz kıldı. Bununla geri döndüm. Hazreti Musa'ya uğradığımda, Cenabı Hak ümmetine ne farz kıldı? diye sordu. Elli vakit namaz, dedim.

Musa Aleyhisselâm: Rabbine müracaat et! Ümmetinin buna gü­cü yetmez, dedi. Ben de müracaat ettim ve Allah bir miktar indirdi. , Sonra Hazreti Musa'ya döndüm ve, bir miktarını indirdi, dedim. Mu­sa yine, Rabbine müracaat et; ümmetinin buna da gücü yetmez, dedi. Tekrar müracaat ettim. Cenabı Hak bir miktar daha indirdi. Sonra Hazreti Musa'ya döndüm. Musa yine, Rabbine müracâat et, ümmetinin buna da gücü yetmez, dedi. Tekrar müracaat ettim ye Ce­nabı Hak:

— Bu namazlar, sayı bakımından beş ve faka* sevab bakımın­dan ellidir. Benim katımda hüküm değişmez, buyurdu. (Her vaktin on sevabı olmakla beş vaktin elli sevabı vardır). Sonra Hazreti Mu­sa'nın  yanına döndüm. Yine, Rabbine  müracaat et,  dedi ise de,

Rabbimden haya ediyorum (bîr daha dönemem), dedim. Sonra Cib-lil Aleyhisselâm beni alıp götürdü ve Sidre-i Münteha*ya ulaştırdı Sidre ağacî, ne olduğunu bilemediğim çeşitli renklerle kaplı idi. Son­ra Cennete sokuldum. Orada inci dizileri ve misk gibi toprakla kar­şılaştım.

Mütercim:

İşte bu İsrâ ve Mi'rac-i şerif olayı alimlerin çoğuna göre Hazreti Peygamberin hicretinden bir sene veya on yedi ay önce Receb ayj-nm yirmi yedinci pazartesi gecesinde meydana gelmiştir. Bir kıs­mına göre de, nübüvvet'den dört - beş sene sonra ve hicretten sekiz sene önce olmuştur? Sarih Barmağî da bu görüşü   tercih etmiştir. Bir de Peygamber efendimizin îsrâ'sı    (Mekke'den   Kudüs'e kadar geceleyin götürülmesi) ve Miraçları (Kusüs'den göklere, Kabe Kav-seyn'e y/ükseltilmesi)  aynı gecede meydana gelmiştir. Her ikisi de uyanık halde, beden ve ruh ile olmuştur. Mekke-i Mükerrem e'den Kuds-i jŞerife ve Kudüs'den semavata ve göklerden de Allah'ın dile­diği yere yükseldiği, ehli sünnet alimlerinin çoğunluğunca sabit ve muhakkak olduğunda asla şüphe ve tereddüt yoktur. Şu kadar var ki, Kudüs'den öteye gitmedi ve göklere yükselmedi, diyenler küfre var­mazlarsa da, Kudüs'e kadar olan İsrâ'sını inkârdan dolayı küfür lâ­zım gelir.

Isrâ ve Miraç vak'alarmm bedenle olduğunu inkâr ederek yal­nız ruh ile idi, yahut Peygamber uyurken rüyada oldu ve peygam­berimizin şerefli vücudlan yataktan ayrılmadı, diyen kimse kâfir ol­maz; çünkü Peygamberlerin rüyaları,    imamlar arasında ittifakla aynen ilâhî vatiydir. Ayrıca ashabdan bazılarının inancı da, olayın doğru ve güzel rüyadan ibaret olduğundan böyle demek küfrü ge­rektirmez. Bununla beraber Ehl-i Sünnet itikadı, İsrâ ve Miraç olay­ları, uyanık halde iken beden ve ruhla birlikte meydana geldiği, yolundadır. Kastalânî ve Barınağı şerhlerinde böyle nakledilmiş ve terceme edilmiştir.

 

135- Ümmü Hâni (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

Bu kadın kimdir? Merhaba Ümmü Hami Senin himaye ettiğin  bizim de himayemiz altındadır, (onu kardeşin Ali Öldüremez»

Mütercim :

Ümmü Hâni, Hazreti Ali'nin kız kardeşi olup İbni Hübeyre'nin öldürülmesine Hazreti Ali İsrar ediyordu. Halbuki daha önce Ümmü-Hani bu adama hayatını korumak için teminat (eman) vermiş oldu­ğundan Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e müracaat etti ve bu dileği, de kabul buyuruldu. (İbni Hübeyre, Ümmü Hâni'nin kocası olup Mekke'nin fethinde iman etmeyerek kaçmış ve müşrik olarak ölmüştür. Hazreti Ali, İbni,Hübeyre'yi öldürmek niyetinde idi. Buna karşılık da Ümmü Hani, İbni Hübeyre'ye teminat vermişti ve bu te­minatını da Hazreti Peygambere ileterek kesinleştirdi. Hadîs-i şerifin namaz bölümü ile ilgisi şu: Ümmü Hani; Peygamber efendimizin sa-adethanelerine vardığı zaman, kızı Hz. Fatıma'nm tuttuğu perde^ nin arkasında yıkanıyordu. İçeri girenin kim olduğunu göremedik­leri için: Bu gelen kadın kimdir? diye sordu. Sonra bir örtüye bü­rünerek sekiz rekât kuşluk namazı kıldı. İşte tek elbise içerisinde namaz kılmanın caiz olduğuna dair bu hadisi şerif bize delil olmak­tadır. ISadeleştirenl.

 

136- Ebû Hüreyre  (R.A.)'den rivayet edilmiştir.

Yalnız belden aşağı giyilen ihram gibi bir parça giysi il© na­maz caiz olur mu? diye Hazreti Peygambere sorulması üzerine şöyle buyurdular: «Hepinizin de iki esvabı var mı ki?» (İki parça ihram herkesde bulunamıyacağı cihetle yalnız beden aşağısını örtecek bir elbise ile namaz caizdir.)

 

137- Ebû Hüreyre (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

«Herhangi biriniz, (omuzlarını örtmeye yeten) bir giysiyle omuz­larını örtmeden namaz kılmasın.»

(Bol ve geniş bir elbisesi veya iki parçada nibaret elbisesi bulu­nan kimse, belden yukarı omuzlarını Gitmeksizin namaz kılması1-Her ne kadar bir elbiseye belden aşağı sarılarak, namaz kılmak imkansızlık sebebiyle caiz ise, de, namazın adabına uygun olan imkân halinde belden yukarısını da örterek namaz kılmaktır. fSadeleşti-renî).

 

138- Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Her kim bir örtü içinde namaz kılmak isterse, o örtüyü çapraz lamasına kullansın, sağ ucunu sol omuzuna ve sol ucunu da sağ-omuzuna getirsin».                                                     .

 

139- Cabir (R.A.) 'den rivayet edilmiştin

«Ey Cabir! Böyle gece vakti gelmenizin sebebi nedir? (Ziyaret sebebinin ne olduğunu anlattıktan sonra, Sallalîahu Aleyhi ve Sel-lem Efendimiz bana şöyle buyurdu): Bu gördüğüm şey ne biçim ku­şanma? İhramın eğer gçnişse ona çarşaf gibi bürün. Eğer darsa yal­nız belden aşağısına kuşan.»

 

140- Sehl (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Erkekler secdeden kalkıp duruncaya kadar, siz kadınlar baş­larınızı (secdeden) kaldırmayınız» (erkeklerin arkasınde namaz kı­lan kadınlar, elbiseleri müsait olmayan erkeklerin avret mahallerine bakmasınlar.)»

 

141- Muğire (R.A.)'den rivayet edümiştir:

«Ey Muğîre! Su matarasını al. (Peygamber hacetini görüp dön­dükten sonra elitfe su döktüm. Abdest aldı ve mestlerinin tizerine meshetti. Sonra namaz kıldı;.)»

 

142- Enes (R.A.)'den rivayet edilmiştir!

Peygamber Sallalîahu Aleyhi ve Sellem Hayber'in fethinde üç kez: «Allahu Ekber, Hayber yıkıldı. Biz, bir kavmin sahasına indiği miz zaman,, o ihtar edilenlerin sabahı, zindan olur!» buyurdu. Bu fethin akabinde ashabı kiramdan Dihyetül-Kelbî gelip, Ye Resûlal-lah! dedi, esirlerden bir cariye bana ver. Hazreti Peygamber, beğen­diğini cariye olarak al, büyürdü. Dihy^eı bu cariyeler içinden en seçkini olan Safiyye'yi isteyince ashabdan . biri Dihye'ye Hazreti Safiyye'yi lâyık görmeyip durumu Hazreti Peygambere iletmesi üze­rine, Hazreti Peygamber, «Dihye'yi çağırın» diye buyurdu. Dihye huzura gelince ona, «Esirler arasından başka bir cariye seç» buyur­du. Sonra Peygamber Sallalîahu Aleyhi ve Sellem Hazreti Safiyye'yi âzad ederek onu kendine nikahladı ve ertesi gün düğün ziyafeti için ashabı kirama şöyle buyurdu: «Kimin neyi varsa getirsin.» Ashabı kiram da yanlarında mevcut olan hurmar yağ, kavut gifcû şeyleri bir araya getirip düğün yemeği hazırlandı.

(Hadîs-i Şerifin ı namaz bahsinde zikredilmesinin sebebi şu: Hay-i>er gazasına çıkıldığı zaman daha Hayber içine girmeden bu kasa­banın dışında sabah namazını, sabahın alaca karanlığında kılmış ol­maları beyanındadır.  Esade eştirenl

 

143- Hazreti Aişe'den rivayet edilmiştir:

«Bu İşlemeli ve sırmalı kaftanımı Ebû Cehm'e ve onun sade kaf­tanını da bana getirin; çünkü bu kaftan, az önce namazımda beni meşgul etti.»

(İşlemeli ve allı-pullu elbiselerle, erkeklerin namaz kılmalarının sakıncalı olduğunu bu hadis-i şerif "beyan etmektedir. Hazreti Pey­gamberin bu sırmalı elbiseyi Ebû Cehm adındaki sahabiye gönder­mesi, onu giymesi için değil, satıp değerlendirmesi için olduğu kay­dedilmektedir.)  [Sadeleştireril

 

144- Eries (R-A) deja rivayet edilmiştir:

(YaAjşe), şu örtünü önümden kaldır, zira resim ve şekilleri namazımda fikrimi çelmektedir. (Bu resimler/ filerimi meşgul e,tme-sin. Gözümün önünden onu kaldır.)»

 

145- Ukbe *R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Bu İpekli, takva sahibi erkeklere gerekmez (haramdır.)»

 

146- Eneş (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Kalkınız, size namaz kıldırayım. (Hazreti Peygamber bunu Mü-leyke'nin evinde söyledi.)»

 

147- Enes (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

«Her kim» bizim gibi namaz kılar, kıblemize yönelir, kestiğimizi yerse, o kimse Allah Tealâ Hazretlerinin ve Peygamberinin taahhü­dü altında bulunan müslümandir. Sakın Allah'ın taahhüdünü boz­mayınız. (Bu vasıfları taşıyan bir mümine ilişmeyiniz, ona taarruz etmeyiniz).»

 

148- İbni Abbas (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem KÂEE'ye girip her köşe­sinde dua ederek dışarı çıktı. Makam-ı İbrahim'de Kabe'ye doğru iki rekât namaz kıldıktan sonra Kâbe'y© işaretle; «tşte kıble budur», (kıyamete kadar müslümanların kıblesi bu Kabe'dir) buyurdular.

 

149- İbni Mesud (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

«Ne olda?. Eğer namaz hususunda bir yenilik olsa (Allah ka­tından yeni bir vahy gelse), şüphesiz onu-size söylerdim. Ancak ben de sizin gibi bir insanım; siz unuttuğunuz gibi ben de unuturum. Ben (namazda) unutursam, bana (işaret ve ikazla) hatırlatın. Her­hangi biriniz namazında (kaç rekât kıldığına dair) tereddüt ederse doğruyu araştırsın ve ona göre tamamlasın. Sonra selâm versin, ar­kasından da iki secde yapsın.»

Açıklama : Bir gün Peygamber Sallallahu   Aleyhi ve Sellem

Hazretleri öğle namazını hikmet icabı unutarak beş rekât kıldırmış-, lardı. Ey Allah'ın Resulü, namaz hakkında yeni bir emir mi geldi? diye kendisine sorulunca, Peygamber: «Ne oldu?» ki böyle bir soru soruyorsunuz, buyurdu Cemaat: Ya Resûlallah, namaz beş rekât kı­lındı, dediler. Sonra sehiv (yanılma) secdesi yaptılar. Yanılma sec­desinden sonra da bu hadis-i şerif varid olmuştur.

 

150- Enes (R.A.) 'den rivayet edilmiştir!

«Herhangi biriniz namaza durduğu zaman, hiç kuşkusuz Rab-bisiyle konuşmakta veya Rabbi, kendisiyle kıble arasında bulun­maktadır. O halde kıblesi tarafına veyst sağ yanına tükürmesin. Ya-sol yanına yahut ayağının altına tükürsün, yahut da şöyle yapsın, diyerek eteğinin bir ucunu aldı, orasına tükürdü ve sonra k»*ladı.»

 

151- Enes (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Cami içine tükürmek hatadır. Bunun keffareti ise, tükürüğü yere gömmektir.» (O devirde mescitlerin zemini kum veya topraktı Hah veya hasır gibi yaygılar yoktu.)

 

152- Ebû Hüreyre (A.B.J'den rivayet,edilmiştin

«Ey cemaat, benim Önümün, yalnız şurada olduğunu mu sanı­yorsunuz? Vallahi huşu ve rüku'unuz gözümden kaçmaz.; Ben sizi arkamdan da göriirtim.»

Mütercim

Peygamberlik mucizesi olarak görme ve müşahade etmede altı yön kendilerine eş,it idi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem eşya. ve varlıkları, her yanından, görürdü; Bu da, hadisleri açıklayan âlimlerin beyanına göre ya kalb ve nübüvvet basireti ile yahut iki kürek kemiği arasındaki nübüvvet peygamberlik) mührüne .yakın iğne ucu kadar küçük ve maddî engellerin, tesirinden uzak iki nurlu gözleri vasıtasıyla; görürler.

 

153- Enes (R.A.'den rivayet edilmiştir!

«(Bahreyn'den gelen mal ve para için) onları Mescide boşaltın buyurdu. Mescide  boşaltıldı. Sonra mal taksimi sırasında Hazreti , Peygamberin   muhterem amcası Abbas   gelip: Ya Resûlallah! Bedir savaşında esir edildiğim, zaman kendimin ve kardeşim oğlu Akil'in kurtuluş fidyemiz olan çok miktardaki malı ödediğimden dolayı sı­kıntı ve zaruret çekmekteyim. Lütfen bana da'maldan ihsan bu­yurunuz, diye rica etti, Merhameti bol Peygamber Sallallahu Aley­hi ve Sellem Hazretleri: Muhterem amcam! İstediğin kadar*al, bu yurdular. Hazreti Abbas Radıyallahu Anh da bir çuvalı doldurarak sırtına almak için uğraştı ise de buna gücü yetmedi. Bu çuvalı sırtı­ma kaldır diye Peygamberden rica etti, Hazreti Peygamber.- Hayır, olmaz    buyurdu. Bu defa   Hazreti   Abbas, ya   Resûlallah   mevcut olanlardan   birisine   emrediniz  de   o  kaldırsın,   dedi.   Efendimiz : Hayır,,olmaz cevabını verdiler.  Bunun     üzerine    Hazreti    Abbas ümidini keserek çaresiz, _ bir miktar   eşyayı    Mescidi    Şerife    dök­tü. Geri kalanı omuzüna kaldırmak için çabaladı ise de yine ağır gel­diğinden ayni şekilde ricada bulundu. Hazreti Peygamber onun bu arzusuna uymadığından Hazreti Abbas tamamen ümidini kesmiş olup ancak ;keridisinin kaldırabileceği miktarı alıkoyup- dikerlerini Mescide bırakmıştı. Bu defa para ile dolu koca çuvalı zorla omuzu-na alıp evine doğru vq1& koyuldu. riaz,ç$£i Peygamber, insan kısmı­nın maldan gözü doymadığına hayret ederek Hazreti Âbbas'ı gözden: kayboluncaya kadar izledi»

Mütercim ;

Bu kadar fazla malm yalnız Hazreti Abbas'a ihsan buyurulması nın sebep ve hikmeti: «Ey Peygamber! Ellerinizdekî esirlere de kit Eğer Allah kalelerinizde hayır olduğunu bilirse, sizden (fidye ola­rak) almandan daha iyisini size verir ve sizi bağışlar. Allah Ga-fûr'dur. Rahîm'dir» mealindeki Enfal suresinin 70. ayeti kerimesi nin Özel bir tasdiki idi, Hazreti Abbas bu nimete kavuşmuş olmak örneğini vermiştir. Çünkü bir kaç sene önce nazil olan bu ayeti ke­rime, ki: «Ey Peygamber! Elinizde bulunan Bedir vak'ası esirlerine de ki: Ey esirler! Siz, İslâm şerefi ile şereflenerek yürekten iman-eder. Allah Tealâ'nın rızasını kazanmaya gayret edip koşarsanız, bize vermiş olduğunuz kurtuluş fidyenizden kat kat fazlasını Allah Tealâ size verir,»"hükmünün açık mucizesini tasdik için Hazreti Ab­bas'a verilen bolca' maî'm, yalnız Peygamberin kendi ihsanı olmayıp Allah'ın hususi bir ihsanı olduğunu alimler beyan etmişlerdir.

 

154- îtban bin Malik (R.A.)'den rivayet edilmiştir.

«(Ensar'ın büyüklerinden ve Bedirlilerden İtban bin Malik Radı­yallahu Anh Hazretleri bir Cuma günü Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurlarıyle şereflendiklerinde, tam bir edebîe, ya Re-eûlaîlah, gözlerime inen perde ve zafiyet sebebiyl   bazı karanlık ve çamurlu Havalarda imamı bulunduğum mahallemiz camiine gidemi­yorum. Böyle bazı meşru özürlerim  çıkınca evimde çoluk-çocukla cemaat olarak namaz kılmak için. bir odamı namazgah edinmek is­tiyorum. Lütfen ilk defa olarak sizin teşriflerinizle bu odamda na­maz kılarsınız, manevî  bereketlerden başka bütün  ev halkımızın ibadete olan arzu ve gayretleri kat kat artacaktır; teşriflerinizi is­tirham ediyorum, diye rica edince, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu):   «Gelirim, tnşaallah!»  Ertesi gün Ömer  ve ashabdan bazı ileri gelenler olduğu halde îtban'm evini şereflendir­diler.   İtban'a:   «Evinizin  neresinde namaz  kılmamı   istiyorsunuz? buyurdular. İtban: Ya Resûlallah, münasib buyurursanız şurasıdir. diyerek bir odayı gösterdi. Bunun üzerine    Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerinin emirleriyle beraberinde bulunanların hepsi iki-üç saf cemaat olarak öğle namazını     yahut peygambere mahsus nafile namazı veya kuşluk namazım kıldılar. Sonra Peygam­ber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in teşriflerinin   büyük nimetinden haberdar olan bütün o mahalle halkı İtban bin Malik'in evine koşa­rak hepsi orada. Hazreti Peygamberin huzurlarında bulunmak şe­ref ve mutluluğuna kavuştular. Sonra İtban Hazretleri   tarafından daha önce hazırlanmış olan Hazire adındaki nefis yemek, hep bir 'likte yiyildi. İtban ailesini kıyamete kadar ihya buyurdular. Bu ara­da mecliste bulunanlardan biri, bir münasebetle şöyle dedi:

  Bütün mahalle halkımız, Cenabı Peygamberin mübarek yüzü­nü görmek mutluluğuna ererek bu büyük nimetin şükründe bulunduklan halde; mahallemizin ileri gelenlerinden Malik bin Dühayşin bundan mahrum oldular. Acaba meşru bir mazeretleri mi oldu da gelip eşref ve feyiz kazanamadılar? Bu söze karşılık olarak mecliste bulunanlardan biri yahut ev sahibi olan İtban Hazretleri dedi ki:

— Bırakınız şu münafıkı (Malik ibni Dühayşin'i)! O, Allah'ı ve Peygamberini sevmeyen bir münafıktır.  Onun için buraya gelmez, Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu­lar ki: «Böyle söyleme! Onun, Allah rızasını   kasdederek LÂ İLAHE ÎLALLAH dediğini duymuşsunuzdur.»

İtban Hazretleri yine sözünde İsrar ederek:

  Ya Resûlallah, şu var ki, bu adam bir takım düşmanlarımıza, ve münafıklara talimat vermekten geri kalmayıp onlara yardımcı olduğunu görmekle esef .duyuyoruz. Tekrar Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona şu cevabı   verdiler: «Allah Tealâ Hazretleri, rızasını talep ederek LA. İLAHE İLLALLAH diyen kimsenin vücudunu cehennem ateşine haram, kılmıştır.  (Bunun için siz yine Malik bir Dühayşin'e kötü zan,beslemeyiniz ve onu çekiştirmeyiniz.)»

 

155- Hazreti Aişe'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in muhterem zevcelerin­den Ebû Süfyah kızı Ümü Habibe ve Ebû Ümeyye kızı Ümmü Sele­me (Allah her ikisinden razı olsun) Habeşistandan, Necaşî'nih ülke­sinden Jtfedine-i Münevvere'ye döndükleri zaman, adı geçen ülkede görmüş oldukları kilise ve mabedlerdeki resim ve şekilleri Hazreti Peygambere arz edib anlattılar. Buna karşı Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«Onlar, içlerinde salih (çok tutulan ve beğenilen) adam bulunur da ölürse kabri ürerine tapmak kurar ve o gördüğünüz resim ve hey­kellerle donatırlar. Kıyamet günü Allah katında yaratıkların en şe­riri işte onlardır.»

 

156- Hazreti Enes'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medine-i Münevvere'ye hicretlerinde, medineli ashab (ensar)'m büyüklerinden Ebu Eyyûb Eİ ensâri'nin saadet hanelerine misafir olarak muvakkaten in­mişlerdi. Medîne-i Münevvere'nin şimdiki Ravza-i Mutahara'si ye Harem olan yer, o zaman Beni Neccar kabilesine ait bostan idi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu kabilenin ileri gelenlerini huzurlarına davet ettiler ve onlara: «Bu bostanınızı bana satınız» buyurdular. Orada bir mescid yapmak istediklerini Beni Neccar ka­bilesine bildirdiler. Onlar: Vallahi, biz o bostanımızı Allah rızası için vakıf ettik, para almayız, dedilerse de, bu bostanda bazı yetimlerin de hissesi bulunduğundan Hazreti Peygamber bir kaç misli kıymeti­ni ödeyerek şimdiki Mescid'in aslını bina ettiler. İşte bu inşaat es­nasında ashabı kiram neş'e ve sevinçlerinin belirtisi olarak Allah'ı teşbih ve Peygamberi medih yolunda şiirler okuyorlardı. Bunları du­yan Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«Ya Rab! Hayır ve saadet ancak_ahiretin   hayır ve saadetidir kafiye ve vezin uygumu

 

157- İbni Abbas Hazretlerinden rivayet edilmiştir:

Peygamber Sâllallahu Aleyhi ve Sellem'in devr-i saadetlerinde güneş tutuldu. Hazreti Peygamber büyük bir cemaatle küsuf (gü­neş tutulması) namazı kıldı ve sonra şöyle buyurdular:

«Bana cehennem gösterildi. Bugünkü gibi korkunç bir manzara hiç görmedim.» Diğer bir rivayet de: «Namaz kılarken cehennem ba­na gösterildi» şeklindedir.

 

158- tbni Ömer (B.A.)'den rivayet edilmiştin

«Namazlarınızdan evlerinize de ayırınız ve evlerinizi kabristana çevirmeyiniz.»

Sünnet ve nafile namazlar cami ve mescidlerde kılınırsa da bun­ların evlerde kılınması daha faziletlidir. Bazan da, evde cemaat­la namaz kılmak mümkün ise', farz namaz kılınmalıdır.

 

159- Hazreti Aişe ve Hazreti tbni Abbas'dan (Radıyallahu An-hüma) rivayet edilmiştir.

«Peygamberlerinin mezarlarını ibadethane yapan Yahudi ve Hiristiyanlara Allah'ın laneti olsun.»

Resûlüllah Sâllallahu Aleyhi ve Sellem'in hastalıkları ağırlaşmış ve can çekişine durumunda iken mübarek yüzlerini açıp buyurdular ki: «Peygamberlerinin mezarlarını İbadethaneye çeviren ve putpe­restlerin tapınakları durumuna sokan Yahudi ve Hıristiyanlar, Allah Teala Hazretlerinin lanetine uğramışlardır.» Yani ahirete göçünce benim meramı ibadethane   çevimeyİBİz, Berü, putperestler gibi »abud yapmayınız. Secdenizi ancak Cenab, Hak a tahsis edmız.

 

160- Sehl ibni Sa'd (Radıyallahu Anh)  Hazretlerinden rivayet edilmiştir:              .

Bir gün Resulü Ekrem Sâllallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri sevgili kızları Fatmetü'z-Zehra'nm (Radıyallahu Anha) saadethay nelerini şereflendirdiler. Fakat evde Hazreti Peygamberin damadı Hazreti Ali (Radıyallahu Anh)'yoktu..,Sordular:

  Kızım Fatma, kocan nerede? Hazreti Fatma:

  Bilmem, biraz atıştık. Sinirlendi ve çıkıp gitti. Ne taraf a git­tiğini bilmiyorum.

Hazreti Peygamber, orada bulunan Sehl (Radıyallahu Anh) Haz­retlerine hitaben:

-—Ya Sehl, git, Ali nerede işe ara, bul ve bana haber ver, bu­yurdu. Sehl, Hz. Ali'nin Mescidi Şerifte yatmakta olduğu haberini getirdi. Bunun üzerine "Peygamber. Sâllallahu. Aleyhi ve Sellem Haz­retleri hemen Mescidi Şerife vardı, Hazreti Ali'yi, yere uzanmış ya­tıyor buldu. Ona: «Kalk, ey toprak babası, kalk, ey toprak babası»', buyurdular. Yani toprağa serilmiş   yatıyorsun, kalk da eve gidelim.

Derhal Hazreti Peygamberin emirlerine uyarak saadethanelerine döndüler.. Böylece Hazreti Fatma'nın da yüzünü güldürdü.

Mütercîm:

Bu hadisi şerifin delâletinden anlaşılıyor ki, fakirlerden başka zenginlerin, de Cami ve mescidlerde yatıp, uzanması caizdir. Ayrıca bir kimseyi taltifvötmek ve gönlünü kazanmak, için ona lâkab tak­mak ve onu künyelendirmek caizdir. Çünkü Peygamber Sallahu Aleyhi." ve Sellem, Hazreti Ali çıplak yere uzandığı için onu «Ebû türab = "toprak feabası» künyesi île çağırıp taltif etmişlerdir. Son­raları bü ad Hazreti Ali'nin çok hoşuna gittiği için unvan ve kûn-,yeleri olmuştu.

 

161- Ebû Katade  (Radıyallahu. Anh)Hazretlerinden rivayet edilmiştir:

«Sizden biriniz mescide girdiği zaman oturmadan önce iki rekât

(Tahıyyet-ül-Mescid niyeti ile Allah rızası için) namaz kılsın.»

Mütercim

Dört mezhebde de bu.hadîs-i şerifle amel edilir, imam Ebû Ha-nife. mezhebinde, kerahet vaktinde camiye giren kimse Tahiyyet-ül-Mescid namazını kılarsa mekruh olur; böyle bir vakitte kılmaması gerekir. Ancak beş vakit namaz kılmak üzere camiye giren kimse vaktinde sünneti veya farz namazını kılarsa ayrıca Tahiyyet-ul-ınes-cid namazı kılmaya lüzum yoktur. Bir de Mekke-i Mükerreme'de Ha-remi-Şerif'e giren kimse için ittifakla    Tahiyyet-üI-Mescid   namazı1 yoktur; çünkü tavaftan sonra iki. rekât tavaf namazı kılınacağından önceden iki rekât namaz kılınmaz. Tavaf namazı il© Tahiyyet-ül-mescid namazı düşmüş olur. Yirie camide imam namaza başlamış ise, Tahiyyet-ül-mescid namazı kılınmaz.

 

162- Ebû   Saîd  El-Hudrî   (Radıyallahu  Anh)   Hazretlerinden rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallahû Aleyhi ve .Sellem, Medîne-i Münevvere'de (Allah bu şehri kıyamete kadar payidar kılsın!) Mescid-i Nebevi'yi inşa ederken bizzat kendileri ve hepimiz bedenerl çalışıyorduk. Biz birer büyük kerpiç taşirken_ Ammar ibni Yasir ikişer ikişer taşıyor­du. Resulü Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Ammar'i o halde toz toprak içinde görünce, ona Özel bir iltifatta bulunarak mübarek eliyle Ammar'm elbisesindeki tozu sildi ve şöyle buyurdu:

«Yazık biçare Ammar'al Âsi bir gurup tarafından şehid edile­cektir. Ammar onları, cennete (Hazreti Aliye itaat etmeye) çağı­racak, onlar ise Ammar'ı cehennem'e (Hazreti Aliye karşı çıkmaya) çağıracaklar.»

Mütercim:

Bu hadîs-i şeriften, cami ve mescidlerin inşası ve onarılması için mal ye beden ile hizmet etmenin islâmda büyük bir yeri olduğu mey­dana çıkmaktadır. Bir de Hazreti Peygamberin mucizesi olarak Amnlar bin Yasir (Radıyallahu Anlı) -Sıffîn vak'asmda şehid olmuş­tur: fakat adı geçen âsi gurup içtihadlarmda hata ettiklerinden ma­zur bulunduklarını sarih Kastalânî yazmışlardır.

 

163- Hazreti Osman'dan rivayet edilmiştin

«Her kim Allah Tealâ Hazretlerinin rızası için bir mescid yaptı­rırsa, Allah Tealâ Hazretleri o kimse için cennette o mescidin ben-zerrini inşa eder.»

 

164- Cabir (R.A.) 'den rivayet edilmiştir!

Ashabı kiramdan bir zat Mescidi-Resûl içinden- geçerken sivri demir başlıklı oklar taşıyordu. Hazreti Peygamber ona hitaben şöyle buyurdu:                  

«Okların uçlarını sarkıtma (gölip geçene dokunup zarar verme--sinler).» Gami ve mescidlerde açıkta silâh taşıyarak dolaşmak mek­ruhtur; çünkü başkasının yaralanmasına sebebiyet verilmiş olabilir.

 

165- Ebû Musa (R.A.) 'dan rivayet edilmiştir:

«Her kim mescidlerimizde ve çarşılarımızda ok (ve süngü gibi yaralayıcı silâhlar) ile dolaşacak olursa, onların -sivri uçlarını sar­kıtmasın ve bir müslümanın kendisi yüzünden yaralanmasına sebe­biyet vermesin.» _

 

166- Hassan (R.AJ 'dan rivayet edilmiştin

«Ey (İslâm şairi) Hassan! Resûlüllah Sallallahu Aleyhte*" Selle»'in yerine, (O'nu hicveden) o müşrik şairlere cevab ver. Allah'ım, Has-san'i Cebrail Aleyhisseİâm İle destekle.»

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifden, Hazreti Peygamberin huzurlarında kaside ve şiirlerin okunduğu sabit olduğundan cami ve meşcidlerde de bu gibi şiirlerin okunabileceği hükmü çıkarılmıştır. Sarih. Kastalânî bu hadîsi şerifin şerhinde buna dair açıklama yapmıştır. .

 

167- Kâb'dan (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

Abdullah bin Ebî Hudûd'un bana borcu vardı. Mescid-i Resûl'de, onunla atışırken saadethan elerinde bulunan Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem münakaşamızı duyup yanımıza teşrif ettiler ve ba­na hitaben: *Ya Kâb, alacağının bir kısmını bağışla ve diğer kısmı üzerinde anlaşın» buyurdular. Ben de: Pekâlâ! yarısını bağışladım. Diğerini ödesin, dedim. Bunun üzerine Hazreti Peygamber Ebû Hu-dûd'a hitaben: Kalk, öde» buyurdular.

Mütercim :

Bu hadîs-i şeriften, cami ve meşcidlerde sulh ve buna benzer dinî hükümlerin yerine getirilmesi davaları gibi hususlara bakılması meşrudur, hükmü çıkmaktadir

 

168- Ebû Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir.

Mescid-i Res'ûTün sofasını ve çevresini silip süpürmekle uğra­şan birisi vardı. Sonra bu kimse vefat etti ve ashabı kiram tarafın­dan kaldırıldı. Resülüllah adamın halini sorup durumu öğrenince, «bana haber vermeniz gerekmez miydi? Mezarını bana gösteriote.»

buyurdular. Sonra o müteveffaya,   kabri üzerinde   cenaze namazı kıldı.

Mütercim:

Cami ve mescidlerde hizmet gören kayyım ve hademelerirı kıy- vHerefleri insanlar arasında düşük ve bayağı gofl^urse de Al- ve peygamber katında kıymetlerinin çok yüksek olduğu ve go-dükten s^ra henüz cesedi çürümemiş ölünün mezarı uzermde ZT^^ hükmü bu hadis-i şeriften Ç1karümaktadır.

 

169- Ebû Hüreyre (R.A.)den rivayet edümiştiri «Dün gece bir azgın cin, namazıma mani olmak için üzerime atıldı. Allah'ın izniyle onu kıskıvrak yakaladım. Hatta istedim ki mescidin direklerinden birine bağlayayım da, sabahleyin hepiniz onu güresiniz. Lâkin sonra kardeşim Süleyman'ın (Aleyhisseİâm) şu duası hatırıma geldi: Allah'ım, beni bağışla ve benden sonra hiçbir kimseye nasip olmayacak bir saltanat bana ver.» (Cinlere hükmetme saltanatının yalnız kendisine ait olmasını dinleyen Süleyman peygam­berin bu duası yüzünden o cini bağlamaktan vazgeçti.)

 

170- Ümmü Seleme (Radıyallahu Anha) dan rivayet edilmiştir,

.Haclann arkasmdan hayvan üstünde Seleme dedi ki: Rahatsı olduğumu Peygamber Sellem'e bildirdim ve bunun üzerine böyle buyurdu.)

Mütercim:

Peygamber Aleyhissalâtü vesselam'in muhterem zevcelerinden Ümmü Seleme Radıyallahu Anha validemizin hastalığından dolayı meşru mazeretine binaen Kabe'yi yaya olarak tavaf etmeye güç ye-tiremediğinden hayvana binerek tavaf etmelerine Hazreti Peygam­ber tarafından müsaade buyurdu. Kim olursa olsun, meşru bir ma­zereti olduğu takdirde omuzlarda taşınarak yahut hayvana bindiri-lSrek tavaf ettirilmesinden caiz olduğu hükmü, bu hadîs-i şeriften çıkarılmıştır.

 

171- Ebû Saîd (R.A) den rivayet edilmiştir:

«Hak sübahanehu ve Tealâ Hazretleri, ahiret hayatı ile dünya hayatı arasında bir kulunu (Hazreti Muhammed Aleyhisselâm'ı) muhayyer kıldı. O kul da, ahiret hayatını seçti. Ey Ebû Bekir, ağla­ma. Gerek malı ve gerek arkadaşlığı yönünden kendisine en çok minnettar olduğum kişi şüphesiz Ebû Bekir'dir. Eğer ümmetimden birini dost edinmiş olsaydım, ancak Ebû Bekir'i edinirdim. Lâkin (bütün müsl umanlara şamil olan) islâm kardeşliği ve sevgisi var. Mescid'de kapatılmadık kapı bırakılmasın; yalnız Ebû Bekir'in kapısı kalsın.»

 

172- ibniAbbas (R.AJ'dan rivayet edilmiştir:

«Gerçek şu ki, gerek malen ve gerekse bedenen Kuhafe'nin oğlu Ebû Bekr-i Sıddık'dan çok beni minnettar eden hiçbir kimse yoktur. Eğer insanlar arasından birini, kendime dost edinmiş olsaydım, Ebû Bekir'i edinirdim. Lâkin İslâm dostluğu (şahsi dosttan) daha değer­lidir. Bu Mescid'de Ebu Bekir'in penceresinden başka bütün pence­releri bana kapayınız.»

(Mescid, aynı zamanda Peygamberimizin ikamet yeri idi. Yalnız Ebû Bekir'den yana olan kapı veya pencerenin açık bırakılmasını is­temeleri, mecazî bir tabir olup yalnız onu görmek istemelerinin ifa­desidir.)

 

173- İbni Ömer (R.A.) 'den rivayet edilmiştir!

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem minberde iken ashabı kiramdan biri: Ya Resûlallah! Gece (teheccüd) namazı hakkında em­riniz nedir (bu namaz nasıl kılınır) ?» diye sorunca, Hazreti Peygam­ber şöyle buyurdu: «İkişer ikişer (rekât) olarak (istenilen miktarda) kılınır. Ancak sabah namazı vaktinin girmesinden korkarsa, tek re­kât kılar ve bu kıldığı namaz onun vitir namazı olur.»

Mütercim:

Mu hadîs-i şeriften İmam Şafii (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) vitir namazının tek rekât kılınmasının daha faziletli olduğu hükmü­nü çıkarmaktadır. Fakat bazı şafiî alimleri, Hanefi mezhebinin gö­rüşüne muhalefet etmeyerek vitir namazının bir selâmla üç rekât kılınmasını tercih etmişlerdir. Efendimiz, vitir namazının, gece na­mazlarının sonuncusu olarak kılınmasını tavsiye buyurmuşlardı. Gece namazı uzatılırsa vitri kaçırma korkusu doğar. Efendimiz bu hususa dikkatini çekmişlerdir.

 

174- Ebû Hüreyre (RlA.J'den rivayet edilmiştin

Cemaatla kılman namazın sevabı, evinde veya işyerinde kıldığı namazın sevabından yirmibeş derece fazladır. Herhangi birimiz gü­zelce abdestini alır ve yalnız cemaatla namaz kılmak maksadı ile gamîye gelirse, girinceye kadar her attığı adımda Allah Teaîa onu bir derece yükseltir ve ondan bir hatasını bağışlar. Camiye girince, orada yalnız namaz için beklediği sürece» kimseyi incitmediği ve ab* desti de bozul madiği takdirde,, namazda imiş gibi sevab kazanır ve melekler de: Allahım! Onu bağışla, ona merhamet et, diye dua eder­ler.»

 

175- Ebû Musa (R.A.) 'dan rivayet edilmiştir:

.«Mü'min, mümin için, bölümleri birbirine kenetlenen yapı gibi­dir.» (Hazreti Peygamber bu.hadisi söylerken parmaklarını birbirine kenetledi).

 

176- Ebû Hüreyre (R.A)'den rivayet edilmiştir!

Bir öğle namazında Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Seîlem seh­ven iki rekât sonunda selâm yerdi. Ashab'dan Zülyedeyn flamırida bir zat: —,Ey Allah'ın Resulü! Unuttunuz mu, yoksa namaz mı kısal­dı? Bunun üzerinde"Peygamber.Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efen­dimiz şöyle buyurdular: «Ne unuttum, ne de kısaldı.» Sonra ce­maata sordular: «Züîyedeyn'in dediği gibi mi oldu?» Ashab-f Kiram, evet, dediler. Bunun üzerine Hazreti Peygamber kalkıp iki rekât da­ha kıldılar ve sehiv (yanılma) secdesi yaptılar.

Büyüler meclisinde; muhterem ve faziletli bir zat, bu hadis-i şerife dair bir iskâli, ya imtihan etmek veya sorup öğrenmek için bu fakire sordu: Bu nasıl olur; namazdan sonra, dünya kelâm konuşul­muş ikeri iki rekât daha kılınması ve sevih ve secdesi yapılması ile namaz sahih oluyor? "Şimdi biz de böyle yapsak caiz ölür mu?

Ben de cevaben:                                      .

— Bu hadîs-i şerifin.ahkâmı halfanda müçtehid,imamlar ihti­lâf, ettiler, İmant Ebû Hanife Hazretlerine göre, bu had!s-i şerifin hükmü, Hazreti Peygambere ait özellik taşır. Şöyle ki: Namazda ko­nuşmanın cevazı ve riamazçia birisiyle konuşulursa gerek Peygam­berin ve gerekse muhatabın namazına halel gelmemesi Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Selleme mahsus olup bizlere şumûltl yoktur. Yahut bu haidîs-i şerif varid olduğu zaman namazda konuşmak he­nüz haram değildi, sonra" haram kılındı.

îmam' Şafiî Hazretlerine • göre, konuşulan, söz unutanm sözü olursa namazı bozmaz. Bir kimse namaz içinde iken, namazda oldu­ğunu unutarak,dünya kelâmı söylerse namaza zarar vermez. Haz­reti Peygamber ide, namazda değilim zannı ile konuşmuştur. ,

îmam Malik Hazretlerine göre* namazın düzeltilmesi için, konu­şulan söz namazı bozmaz, dedim. Bu cevabım© zatı son derece metti.

 

177- Ebü Saîd (R.AJ 'den rivayet edilmiştir:  

«Herhangi biriniz, sütre arkasında namaz kılar aa, "uir kimse Önünden geçmek isterse, onu iteklesin. Eğer zörlarsa pataklasın. Çünkü o ancak bir şeytandır.» (Sütre, namazda önünden geçilmeme­si için koyulan bir engeldir. Bu engelin arkasından geçmek varken illâ aradan geçmek isteyen ve hele bunda israr eden kişinin hakkı kötektir. Bu hareket, ancak bir şeytan işi olarak değerlendirilebilir-)

 

178- Ebû Cüheym (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Namaz kılanın, (secde mesafesi) önünden geçen adam, ne ka­dar günah yükleneceğini bilebilseydi, onun önünden geçmektense kırk (yıl, ay gün, saat) beklemeyi yeğ tutardı.

 

179- İbni Mes'ud (R.A.) 'dan rivayet edilmiştir:

Hazreti Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Selîem efendimiz Mek­ke'de Kabe'nin yanında namaz kılarken, Ebû Cehil ve onun arka­daşları bulunan Kureyş'in ileri gelenleri içlerinden en azgını Ukbe bin Ebi Muayt'ı peygambere hakaret maksadıyla gönderdiler. Ukbe taşıdığı bir deve işkembesini Hazreti Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem secdede iken iki mübarek omuzları arasına.,bıraktı. Bunu gören arkadaşları kahkaha ile gülüşmeğe başladılar. Sonra henüz dokuz yaşında bulunan Hazreti Peygamberin muhterem kızı Haz­reti Fatıma (Radıyallahu Anha) gelip işkembeyi efendimizin sırtın­dan attı. Hazreti Peygamber başını secdeden kaldırarak şöyle .bed­dua etti:

«Allahım! Kureyş'i helak et, Allahım! Kureyş'i helak et. Allahım Kureyş'i helak et. Allahım! Amr bin Hişam'ı (Ebû Cehil'i), Utbe bin Rebia'yı. Şeybe bin Rebia'yi, Velid bin Utbe'yi» Ümeyye bin Ha­lefi, Ukbe bin Ebi Muayt'ı ve Umare bin Velid'i helak et,»

Sonra Bedir savaşında Umare bîr Velîd'den başka diğer bütün hainler öldürülerek bir bozuk kuyuya atıldılar. Bunların arkasından Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«Bu bozuk kuyunun adamları, lanetle kovalandılar.»[13]

 

NAMAZ    VAKİTLERİ    BAHSİ

 

180- Ebû Mesud (R.A.)dan rivayet edilmiştin İsrâ gecesinin sabahında Cibril Aleyhisselâm gelip Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e imam olarak sabah namazını kıldırdı. Sonra öğle namazını, sonra ikindi namazını, sonra akşam namazım, Sonra yatsı namazını kıldırdı. Sonra şöyle dedi: «Buna memur edildim. Yani sana beş vaktin namazlarını kıldırmaya...»

 

181- Huzeyfe  (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

«Kişinin; ailesi, malı, çocuğu ve komşusu hakkındaki kusurları­na namaz, oruç sadaka, şeriatın emir ve yasaklarının gözetilmesi keffaret olur.»

 

182- İbni Mesûd (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

A&habdan biri gelip: Ya Resûllallah! Ben bir günah işledim, bir kadını öptüm. Sonra pişman olup tövbe ettim. Bir daha böyle bir iş yapmamaya kesinlikle karar verdim. Tövbem kabul mü? diye sordu.

Bunun üzerine şu âyet-i kerime indi: «Gündüz ve gece namazlarını, âdâb ve erkânına riayet ederek kılın. Hiç şüphe yok ki, iyilikler kö­tülükleri kaldırır.»

— Ey Allah'ın Resulü, bu hüküm yalnız bana mı, yoksa diğer müminlere de şamil mi? Buna cevaben Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdular:

«— Ümmetimin tümüne.». Bir rivayete göre, bu münasebetle inen âyeti kasdederek, «Onun gereğini yapan herkese...» buyurdu.

 

183- İbni Mesûd" (R.A.)'dan rivayet edilmiştir!

Ashabdan biri: Ey Allah'ın Resulü! Allah Tealâ katında eh mak­bul ve en sevimli amel hangisidir? diye sordu. Peygamber SaUallahu/ Aleyhi ve Sellem efendimiz buna cevaben şöyle buyurdular:

«Vaktinde kılman namaz. Sonra ana-babaya İtaat ve sonra Al­lah yolunda cihad.»

 

184- Ebû Hüreyre (R.AJ'den rivayet edilmiştir: «Anlatın bakalım, birinizin kapısı önünde bir nehir bulunsa ve günde beş defa o suda yıkansa, ne dersin,  (vücudunda) kir namı­na bir şey bırakır mı? îşte beş vakit namazın hali budur. Bu namaz sebebiyle Allah Tealâ günahları siler.»

 

185- Enes (R.A.) 'den rivayet edilmiştin

«Secdeleri doğru dürüst yapınız ve (kimse) kollarını, köpeğin yaptığı gibi yere yaymasın. (Namazda secdeye vardığınız zaman el­lerinizi yere koyup kollarınızı vücudunuzdan uzaklaştırarak yukarı kakarın ve karnınıza da değdirmeyin).-Tükürmek zorunda kalırsa önüne ve sağına asla tükürmesin. Çünkü Rabbisiyle münâcât halin­dedir jh

 

186- Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştin

«Şiddetli sıcaklarda öğle namazını, ortaklık serinleyene kadar te­hir ediniz. Çünkü sıcağın şiddeti Cehennemin (ateş kütlesinin) kay-namasındandır. Cehennem Rabbistne dert yanıp: Rabbim, kendi ken­dimi yiyip bitirir oldum, dedi. Bunun üzerine Allah Tealâ Cehenne­me İki soluk için izin verdi. Solumanın biri yaz mevsiminde, diğeri kış mevsimindedir. En şiddetli bulduğunuz sıcak ve en şiddetli buldu­ğunuz soğuk bu iki solunumun eseri.»

Mütercim;

Bazı alimler, ]?u hadîs-i şerifi hakikata yormayıp mecaz kabul et­mektedir. Güya yaz mevsiminde güneşin'sıcaklığı Cehennemin sı­caklığı gibidir, manasına yormuşlarsa da, âlimlerin çoğu bunu ha­kikat kabul etmeyi daha uygun bulmuşlardır. (Cehennem, asıl itiba­riyle îbranlce bir kelime olup «ateş» ve «sıcak yer»   anlamındadır.)

 

187- Ebû Zer'den rivayet edilmiştin

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem   efendimiz bir seferde iken Hazreti Bilâl öğle ezanını okumak isteyince, Hazreti Peygamber orta hitaben: «Serinlet, serinlet! Şiddetli sıcak, cehennemin kayna-masındandır. Sıcaklar şiddetli olunca namazı, hava serinleyene ka­dar tehir edin.» buyurdular. Sıcak beldelerde öğle namazını geciktir­mek mendubdur.

 

188 - Enes (R.AJ'denrivayet edilmiştin

Resulü Ekrem bir gün vaktinin evvelinde öğle namazını kıldık tan sonra minbere çıktı. Kıyamet gününden bahsederek şöyle bu­yurdu:

«Kıyamet gününde büyük hadiseler olacaktır. Bir şey sormak isteyen varsa sorun. Minberde olduğum müddetçe ne sorarsanız si­ze bildireceğim. Sorunuz!» Sonra Huzefe oğlu Abdullah ayağa kal­kıp: Ya Resûlallah, benim babam kimdir? diye sordu. Hazreti Pey­gamber, «Huzâfe'dirU buyurdu ve sonra «sorunuz!» dedi.

Sonra Hazreti Ömer Radiyallahu Anh, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'nv dizlerine kapanarak:

— Ya Resûlullah, Rabbimiz Allah, dinimiz İslâm ve peygambe­rimiz Muhammed Aleyhissalâtü Vesselam olduğuna memnunuz, de­di. Hazreti Peygamber biraz durdu ve sonra şöyle buyurdu:

«Biraz önce Cennet ile Cehennem şu duvarın cephesinde bana gösterildi. Bugünkü kadar hayır ve şer görmemiştim.» (Cennet ve Cehennem, efendimizin önünde bir sinema şeridi gibi duvara akset­miş ve efendimiz, sorulacak her soruya cevap vermeğe hazır olduk­larını bildirmişlerdi. Ancak bazı yersiz sorular bu büyük fırsattan istifadeyi önledi)

 

189- İbni Ömer (R.A.) 'den rivayet edilmiştil

 

190- Bureyde (R.A.)'den rivayet edilmiştir: «Kim Cbir özrü olmazın kaiden) ikindi namazım terk ederse, ameli geçersizdir.»

 

191- «Siz ahirette şu ay'ı görür gibi muhakkak surette Rabbinizi görecek ve O'nu görmede müşkülât çekmeyeceksiniz. Güneşin doğu­şu ve batışından Önceki namazları geçirmek zorunda kalmamayı ba­şarabilirseniz yapınız.» Sonra Resulü Ekrem şu mealdeki ayeti kerinieyi okudu*.

«Güneşin doğuşu ve batışından önce Hatibine hamdederek teş­bih et.» (Kaf sûresi: ayet 39).

192- Ebû Hüreyre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir!

«Gece melekleri ve gündüz melekleri size arka arkaya gelirler ve sabah ile ikindi namazlarında buluşurlar. Geceyi aranızda geçi­ren melekler (sabah namazından) sonra göğe çıkarlar ve kendisi daha iyi bildiği halde, Cenab-ı Hak onlara, kullarımı ne halde bı­raktınız? diye sorar. Onlar da, namaz kılarlarken bulduk ve namaz kılarlarken ayrıldık, derler.»

 

193- Ebü Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştir.

«Güneş batmadan ikindi namazının bir rekâtına yetişeniniz namazım tamamlasın ve güneş doğmadan sabah namazının bir re­kâtına yetişeniniz namazını tamamlasın.»

Mütercim:

Alimlerin çoğunluğuna göre hüküm böyledir. Fakat imam Ebû Hanife mezhebine göre, ikindi namazı güneş battıktan sonra sahih ise de, sabah namazı böyle değildir. Sabah namazı içinde iken güneş doğmuş olursa, o namaz bozulur, Sonra o namazı kaza etmek ge­rekir. Çünkü kâmil bir vakitte namaza başlayıp da nakıs vakitte tamamlamak caiz değildir; bu, usûl kaidesindendir, İkindi namazı ise kerahet vakti olan nakıs vakitte kılınmaya başlanıp kâmil vakitte tamamlandığından bu sahihtir.

 

194- Ibni Ömer  (R.A.)   den rivayet edilmiştin

«Sizden önce gelip geçen ümmetlere nazaran sizin dünyada ka­lım müddetiniz, ikindi namazından güneşin batışına kadar olan za­man kadardır. Tevrat ehline Tevrat verildi. Gün yarılayana kadar onunla amel ettiler. Sonra beceremediler. Onlara amelleri karşılı­ğında birer kırat (Uhut dağı kadar sevap) verildi. Sonra încü ehline İncil verildi. Onlar da ikindiye kadar onunla amel ettiler. Sonra be­ceremediler. Onlara da amelleri karşılığında birer kırat verildi. Son­ra bize KUR'AN verildi ve güneşin batınıma (dünyanın sonuna) ka­dar onunla amel ettik. Bize amellerimiz karşılığında ikişer kırat ve­rildi. Bunun üzerine iki kitabın mensupları dediler ki: Ey Rabbimiz! Bunlara (Hazreti Muhammed ümmetine) ikişer kırat, bize ise birer kırat verdin. Oysa biz, amel bakımından daha ilerdeyiz. Allah Tealâ şöyle buyurdu: Ücretinizden her hangi bir şey eksütim mi? Hayır! diye cevap verdiler. Allah buyurdu ki: O benim ikramımdır; dilediğime veririm.»

Mütercim:

Hadîs-i Şerifin ifadesinden anlaşıldığına göre ikindi namazından güneşin batmasına kadar olan zaman, öğle ile ikindi vakti arasında­ki zamandan daha kısadır. Buna binaen İmam Ebû Hanif e Hazretleri bu hadîs-i şerifi delil alarak ikindi vaktinin başlangıcını asrı sâni-den kabul ediyor ki, böylece zaman kısalmış oluyor.

 

195- Abdullah El-Müzenî (R.A.)  den rivayet edilmiştir:

«Bedeviler ağzına uyup da akşam namazının adını değiştirme­yiniz. Onlar, akşama da yatsı derler.»

 

196- Hazreti Âişe'den rivayet edilmiştir:

Bir gece Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri yat­ısı namazını gecenin üçte birine kadar geciktirdi. Bütün cemaat na­maz için bekliyorlardı. Sonra saadethanelerinden çıkıp onlara şöyle buyurdular:

«Dünya milletlerinden sizden başka bu namazı bekleyen yok­tur.» (Gecenin bu saatinde ibadet eden başka millet bulunmadığı bildiriliyor.)

Mütercim;

Yatsı namazının gecenin üçte birine kadar geciktirilmesinin mendûb olması hükmü bu hadis-i şeriften çıkarılmaktadır.

 

197- Ebû Musa (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri,, savaşa asker hazırlamakla meşgul olduğundan yatsı namazını, bir hayli geciktir­dikten sonra ,çıkip kıldırdı. Sonra cemaata hitaben şöyle" buyurdu:

«Rahatlayınız ve sevininiz! İnsanlardan bu saatte sizden başka ibadet edenin bulunmaması, Allah'ın size bir nimetidir.» Veya «bu saatte sizden başka ibadet eden yoktur,» buyurdu.

Mütercim:

Gecenin üçte birine kadar yatsı namazını geciktirmek mendûb ise de, yarısına kadar geciktirilmesi İmam Azam'a göre mekruhtur, îmam Şafiî'ye göre mendubdur.

 

198- İbni Abbas (R.A.) 'dan rivayet edilmiştir:

«Ümmetime ağır gelmeyeceğini bilseydim, yatsı namazının böy­le (gecenin üçte biri geçince) kılınmasını emrederdim.»

 

199- Ebû Musa (R.AJ'dan rivayet edilmiştir :

«îki soğuğu  (sabah ve ikindi namazlarım)    kılan kişi cennete girer.»

 

200- îbni Ömer (R.A.) den rivayet edilmiştir!

«Namazlarınız için güneşin doğuş ve batış zamanlarım arama­yınız.» Bu iki vakti gözetip veya bekleyip de gerek vakit namazları­nı ve nafileleri bu kerahet vakitlerinde kılmayınız. Ancak tesadüfen tilâvet secdesi veya cenaze namazı olursa kerahet vakitlerinde caiz olur.

 

201- İbni Ömer (R.A.)*den rivayet edilmiştir:

«Güneşin kaşı görününce, yükselene kadar namaz kılmayı ge­ciktiriniz ve güneşin kaşı kaybolunca, batana kadar-namaz kılmayı geciktiriniz.» (Bu kerahet vakitlerinde namaz kılmayınız.)

Mütercim :

Bir veya iki mızrak boyu güneş yükselinceye kadar namazı ge­ciktirmek gerekir. - Takvimlerde; bir mızrak boyu yaklaşık olarak yirmi beş dakika ve iki mızrak boyu da 40 dakika olarak yazılıdır. Bir mızrak yükseliş İmameyn'in -ve iki mızrak yükseliş de îmam Azam'm görüşüdür. Ancak güneşin kaşının batışından tamamen ba­tışına kadar olan süre içinde yalnız. o vaktin ikindi namazı (farzı) eda edilir, Sebepsiz olarak bu kerahet vaktine bırakılmamalıdır. Bir de tilâvet secdesi ile cenaze namazı bu vakitte eda edilebilir.

 

202- Ebû Katâde (R.AJ den rivayet edilmiştir j

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri,. Hayber ga­zasından geceleyin geç vakitte dönüşlerinde, ashabdan birinin, Yâ Resûiallah, konaklamamıza müsaade etseniz, demesi üzerine şöyle buyurdu:

«Korkarım ki, uykuya dalıp sabah namazını kaçırırsınız.»

Bilâl Habeşî: Ya Resûiallah, beri sizi uyandırırım, dedi. Bütün ashab uykuya daldılar. Bilâl Habeşi de kendi devesine yaslanıp bek­lerken o da uykuya dalmıştı. Sonra Hazreti Peygamber uyanır ve günün, doğmakta olduğunu, güneşin kaşınan çıktığını görür. Bunun üzerine Bilâl'a:

Senin verdiğin söz nerede? (Hani bizi uyandıracakta*?)» bu­yurdu. Bilâl dedi ki: "'

— Ey Allah'ın-Resulü! Elimde olmayarak uykuya, dalmışım-

hadiseden dolayı kederlenen"bütün ashaba   Peygamber- Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«Allah Tealâ Hazretleri, dilediği zaman ruhlarınızı almakta ve dilediği zaman da geri çevirmektedir. Ya Bilâl! Kalk müslümanlara sabah namazım duyur.» Bilâl da abdest ahp ezanı okudu. Sonra Hazreti Peygamber ve bütün ashab abdest alarak kerahet vakti çı­kınca sabah namazını cemaatla eda ettiler.

Mütercim :

Uyku ve buna benzer meşru .özürlerle kaçırılan namazların ka­zasının teşriî hikmetine binaen Resulü Ekrem'den bu hâl meydana gelmiştir. Allah her şeyin en iyisini bilendir.

 

203- Cabir (R.A.)  den rivayet edilmiştir:

Hendek savaşında güneş battıktan sonra Hazreti Ömer, Peygam­ber Sallalla-hu Aleyhi ve Sellenı'in huzuruna geldi. Savaş yüzünden ikindi namazını kılmaya fırsat bulamamıştı. Kureyş kâfirlerine sö­vüp saydı ve: Ya Resûlallah, ikindi namazımı kılmaya fırsat bulama­dan güneş battı, dedi. Bunun üzerine Hazreti Peygamber :

«Vallahi, ben de o namazı (Yani Hendek günü ikindi namazını) kılamadım.» buyurdu. Sonra abdest alarak ashabı kiram ile, güneşin batışından sonra ikindi namazını ve peşinden akşam namazını kıl­dılar.

Mütercim:

îmam Azam Hazretleri, bu hadîs-i şeriften hüküm çıkararak, düşmanla bilfiil savaşırken namazın geciktirilip sonra kaza edilmesi görüşündedir. Korku namazı ise, bilfiil' muharebede bulunmayıp düşmanla temasın muhtemel bulunulduğu zamana mahsustur.

îmam Şafiî'ye göre, hiç bir şekilde kasden namazın geciktirilip kazaya bırakılması. caiz değildir. Aralıksız savaş devam ederken, hem imâ (işaret) ile namaz kılar, hem savaşır! Bu halde kıbleye yö­nelmesi de gerekmez. Bu hadis-i şerifin .manası şu: Belki Hazreti Peygamber meşguliyetinin çokluğundan namazı unutuvermiş olma­lı, yahut korku namazının meşruyetinden önce olması muhtemeldir, diye tevil edilmiştir,

 

204- Enes (R.A.) den rivayet edilmiştir:

.«Her kim, bir .namazı unutursa hatırladığı zaman kılsın. Onun başka kefareti yoktur. Nitekim (Kur'an-ı Kerim'de)- şöyle buyurul-muştur: Beni anınca namaz kıl.» (Tâ-Hâ. Ayet: 14).

 

205- Enes (R.A.) den rivayet edilmiştir

Biliniz ki, herkes namazını kılıp yattı. Siz namazı beklediğiniz müddet boyunca, namazda idiniz. Bir toplum, hayır beklediği müd­det boyunca hayır içindedir.» (Hayır işlemiş gibi sevab alırlar.)

Mütercim;

Yukarıda bunun açıklaması geçti.

 

206- îbni Ömer (R.AJ den rivayet edilmiştir ı.

«Şü gecenizi göz önünde tutunuz! Bu geceden yüz sene sonra bugün toprağın üstünde bulunanlardan hiç kimse hayatta' kalma­yacaktır.» (Yani, bir asır sonra sahabe devri kapanacaktır.)

Mütercim

Peygamberin bir mucizesi olarak, ogün bulunanlardan yüz sene sonra hiç kimsenin hayatta" kalmayacağı bildirilmiştir.

 

207- Abdurrahman bin Ebi Bekir (R.A.) den rivayet edilmiştir:

«Evinde ilji kişilik yemeği olan, bir kişi daha görürsün; dört ki^ şüik yemeği olan, bir veya iki kişi daha götürsün.»[14]

 

EZAN BAHSİ

 

208- îbni Ömer (R.A.) den rivayet edilmiştir: «Ya Bilâl, kalk namaza çağır!»

Mütercim :

Peygamber Sallaîlahu Aleyhi ve Sellenı' Hazretleri Bilâl Habe­şî'ye önce ezanı öğretip sonra o şekilde okumasına Allah'dan vahy işaretiyle emir buyurdular. Nitekim şârih Şerkavî buna işaret et­miştir.

 

209- Ebû Hûreyre (R.A.)'deh rivayet edilmiştirs

«Namaz için ezan okununca, Şeytân,, ezan sesini duymamak için yellene yellene kaçar. Ezan bitince döner. Kamet başlayınca yine ka--çar ve bitince döner. Namaz kılanın fikrini karıştırmak gayesiyle, hatırında olmayan şeyler için, şunu hatırla, bunu hatırla, der ve adam kaç rekât kıldığım bilemez olur.»

 

210- Ebû Saîd (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Gerçek şu ki, müezzinin sesinin menzili içinde bulunan ve bu sesi duyan insani cin ve her şey, kıyamet günü o müezzinin lehinde mutlaka şahidlik edeceklerdir.»

 

211- Ebû Saîd (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Ezan işittiğiniz zaman, müezzinin söylediğini aynen söyleyiniz.

 

212- Muaviye (B.A.)   den rivayet edilmiştir:

Müezzin, HAY YE ALESSALÂH, deyince, Peygamber Sallallahu kleyhi ve Sellem: «Lâ Havle ve lâ kuvvete İllâ Billâh = Kuvvet ve kudret ancak Allah'dandir!» derdi.

Mütercim :

Müezzin, HAYYE ALELFELÂH (haydin felaha) dediği zaman kine, LÂ HAVLE VE LÂr KUVVETE İLLÂ BÎLLAH denir.

 

213- Cabir CR.AJ den rivayet edilmiştir:

«Ezam dinleyen kişi: Ey bu eksiksiz davetin ve kılman namazın Rabbi olan Allah'ım! Muhammed Aleyhisselâm'a vesile'yi (cennette özel bir makam) ve fazileti ver ve onu, kendisine vadettiğin makam-ı mahmud'a eriştir, diye dua ederse, kıyamet gününde şefaatime nail olur.»

 

214- Ebû HÜreyre (R.A.Î den rivayet edilmiştir: «Eğer insanlar, ezanın ve (cemaatle kılman namazda) birinci saffm sevabını bilseler ve kur'a çekmeden bunu elde etmeleri müm­kün olmasa mutlaka kura çekerlerdi. Eğer namazlara erken gelmenin sevabını bilselerdi, bunun için yarışırlardı. Eğer yatsı ile sabah namazlarını cemaatla kılmanın sevabım bilselerdi, bu namaz­lara emekleyerek dahi olsa gelirlerdi.» "

 

215- îbni Ömer ÎR.A.) den rivayet edilmiştir-. «Bilâl, sabah ezanını geceleyin (daha fecir doğmadan)  okuyor, îbni Ümmi Mektûm'un ezanına kadar (sahur yemeğinizi) yiyiniz ve içiniz.

 

216- îbnf Mes'üd   (3R.A.)  dan rivayet edilmiştir:

«Hiç birinizi, yahud sizden hiç kimseyi Bilâl Habeşî'nin ezanı sa­hur yemeğinden alıkoymasın; çünkü o, teheccüd (gece namazı) kıla­nınızı uyarmak ve uyuyanınızı da uyandırmak için geceleyin, şafak­tan önce) ezan okuyor veya nida ediyor.» sonra Resûl-i Ekrem Sal-laîlahu Aleyhi ve Sellem, şahadet parmaklanyle işaret ederek her iki parmağı sağından ve solundan (yere paralel biçimde) uzatıp «işte (alaca karanlık) bu şekli almadan sabah veya şafak oldu de­nemez.» buyurdular.

NOT : Sabah vaktinin girmesine yakın ufukta îik olarak yukar­dan aşağı dikey bir beyazlık . meydana gelir ki, bu zamana Fecri kâzıb ==, yalancı fecir denir. Bu vakit geceye dahildir, sabah vaktind değil. Bundan spnra ufukta genişlemesine bîr beyazlık meydana ge­lir. Peygamber efendimiz işte bu vakti mübarek parmaklanyle işaret ederek tarif etmişlerdir . (S.)

 

217- Abdullah îbni Mugaffel - (R.A.)'den rivayet edilmiştir.

«Ezanla kamet arasında namaz vardır. Ezanda kamet arasında dileyen için namaz vardır.»

Mütercim ;

Akşamın farzından önce Hanefilerce nafile namaz küınmazsa da, bu hadisi şerife dayanarak akşam namazının ezanı ile kameti aj-asında iki rekât namaz kılanlar, vardır.

 

218- Malik bin Hüveyris (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

Malik bin Hüveyris ile beş-on arkadaşı taşradan Peygamber Sal-lallahu Aleyhi ve Sellem'e gelip yirmi gün kadar kaldılar. Sonra Hazreti Peygamber onlara: «Halkınıza dönüp arasında bulununuz ve onlara dini iğretiniz. Namaz vakti gelince biriniz ezan okusun, en büyüğünüz de imam olsun.»

Mütercim ;

Fıkıhda ve fazilette eşit iseler,, yaşça en büyük olanın imamlığa geçirilmesi daha uygundur.  Malik tbhi    Hüveyris'in arkadaşları: ilim ve fazilet bakımından eşit oldukları, için, içlerinden en yaşlısı­nın imam olmasını Hazreti Peygamber tavsiye ve emir buyurmuş­lardı.

 

219- Malik bin Hüveyris   lR.A.)'den rivayet edilmiştir, «îki kişi olarak sefere (yolculuğa) çıktığınız zaman, dileyeniniz ezan okusun sonra ikamet etsin. Ancak namazda büyük olanınız size

imamlık etsin.

 

220- İbni Ömer <R.A.) 'den rivayet edilmiştin

Yolculuk halinde soğuk bir gecede   yahut  Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem: «Bern dinleyiniz, nızı konak yerlerinizde kılabilirsiniz,» buyurdu.

Mütercim:

Bazı hadis alimleri açıklamalarında derler ki, sefer halinde iken; 'gece karanlığında fırtına veya yağmur ve çamur olduğu zaman^ce­maate veya mescide gelemeyip herkesin bulunduğu yerde namaz kılması için, haydin namaza .ve haydin felaha, manasım tanıyan HAYYEALESSALAH ve HAYYEALELFELAH kelimeleri yerine, ner-; kes konakladığı yerde namazını kılsın, diyerek ezan arasında nan edilmesini Peygamber SâJIaliahu Aleyhi ve Sellern müezzinime eni-rederlerdi.

Bazıları da, ezanın esası değiştirilmeyip ezan olduğu gibi oku: nup tamamlandıktan sonra böylece Peygamberin emrî ile Bilâl Hav beşi tarafından "ilân edilirdi, demişlerdir. Ezan arasında başka şey söylemek, Hanefilerce iyi değildir. Şafiî'lerce mekruhtur. Malîki'lere göre, bir zaruret ve mecburiyet olmadıkça, ezan arasında başka söz söylemek caiz değildir. Hadîs-i şerifte vaki olan söz eğer ezan ara­sında olmuşsa, ezanın tamamlayıcısı sayıldığına hüküm vermişler­dir. Ezandan'sonra, o söz vaki olmuşsa, bunda itiraza yer yoktur.

 

221- Ebû Katade  (R.A.)'den rivayet edilmiştin:

Peygamber Saîlallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz namazda iken arkadan namaza yetişmek için acele eden birtakım kimselerin ayak patırtjlarım duydu. Selâm verdikten sonra onlara: «Neyiniz var si­zin? diye sordu. Onlar da: Namaza yetişmek için acele ettik, dediler. Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:        

«Böyle yapmayınız. Namaza geldiğinizde sükûnete riayet edi­niz. Yetişebüdiğinizi kılınız, kaçırdığınızı (imamın selâmından son­ra) tamamlayınız.»

Mütercim

Bu hadîs-i şerifte geçen yetişmek ve kaçırmak sözlerinden Ha­nefî İmamları şu hükmü çıkarmaktadırlar: Bir kimse dört refcâtü namazlardan son iki rekâtta imama yetişirse, bu iki rekât ittıatesn son rekâtları olduğu gibi, önün da son rekâtlarıdır. İmamın selâ­mından sonra tamamlayacağı iki rekât, ilk iki rekât olup bu rekat­larda ilâve süre okuması gerekir ve eğer cehrî namaz ise kıraati cehren yapar.

Şafiî İmamlarına göre, ilâve süre okuması gerekirse de imam­dan sonra kıldığı bu iki rekât onun son rekâtlarıdır.: Bunun İçin. kıraati cehren  (aşikâre) yapmaz.

 

222- Ebû JKatade (R.A.Î'den rivayet edilmiştir:

«Kamet getirilince beni görmeden namaza kalkmayınız.» (Resûl-i Ekrem, kamet esnasında hücre-i saadetlerinden mescide çıkar­lardı.)

Mütercim:                           .

İmam namaz kıldırmak üzere kalkınca» kamete uyarak cemaat da kalkmalıdır. Müezzin «Kad kametissalâh» deyince imam namaza durur. İmaan Şafiî'ye göre, kamet tamamlandıktan sonra imam na­maza durur.

 

223- Ebû Hüreyre  (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Bütün benliğime sahip, olan Allah'a yemin ederim ki, içimden şöyle geçti: Odun için emir vereyim, odun toplansın. Sonra namaz için emir vereyim, bunun için ezan okunsun. Sonra birisine emre­deyim, cemaate imam olsun. Sonra kendim namaza katılmayıp Cca miye gelmeyen) adamlara varayım ve evlerini başlarına yakayım. Bütün benliğime hâkim olan Allah'a yemin ederim ki, onlardan biri. yağlı bir kemik yahut iyi t>ir çatal tırnak bulacağım bilseydi behe­mehal yatsı namazında bulunurdu.»

Mütercim

Cemaatla namaz kılmak Hanefiî ve Maliki mezheblerine göre* sünnet-i müekkededir. Bu hadîs-i şerif inkâr sureti ile namazı ve; cemaatı terk' eden münafıklara bir tehdit olabileceği gibi herkes^ için de bir ihtar ve uyarma olabilir; yoksa Hazreti Peygamber tarafından kimsenin evi başına yakılmış değildir. Fakat bir köy halkı cemaat ve ezan gibi dînî belirtileri terH ederlerse, bunları yerine getirmeye mecbur edilirler.

İmam Şafiî'nin tercih edilen kavline göre, cemaat farz-ı kifâ-ye'dir. Müslümanların bir kısmı cemaatle namaz kılarsa diğerlerin­den sakıt olur. Şayet cemaat namazı büsbütün terk edilirse, hepsi günahkâr olurlar.

Hanbe'Ii mezhebine göre, bulûğ çağma eren bütün erkeklere cemaatla namaz farzı ayindir. Fakat namazın sıhhati için farz de­ğildir. Yani, yalnız başına kılınan namaz yine namazdır; ancak farz olan cemaat terk edilmiştir. Hadîs-i şerifte evlerinin yakılması teh­didi, cemaatin farzı ayin olduğuna delildir.

Bazı müctehid âlimlere göre de bu hadisin hükmü diğer hadis­lerle kaldırılmıştır.

Yine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri cema­atla namaz kılmanın yüksek manevi kıymetine karşılık bazı in­sanların dünyaya ve maddeye olan büyük hırslarını kıyaslayarak mânaya hiç değer vernıeyişlerini şöyle açıklıyorlar: Bütün benliğime hakim olan Allah'a yemin ederim ki, eğer o cemaata gelmeyenler­den biri camide yağlı bir kemik yahud iyi bir çatal tırnak bulacağını bileydi bu küçük maddi menfaat için muhakkak surette yatsı na­mazına gelirdi. Bu kadarcık dünya menfaati için camiye gelebilen adam, ahiretin büyük sevabından nasıl geri kalıyor?

 

224- îbni Ömer (R.A.) den rivayet edilmiştir! «Cemaatle kılman namaz tek başına kılman namazdan yirmi ye­di derece üstündür.»

Mütercim:

İmam, bir kişiye bile namaz kıldırsa bu da cemaat sayılır. 4ki kişi.ve bunlardan yukarısı Cemaattir» hadisi şerifi buna delildir. Mekke ve Kudüsteki mescidi şeriflerde yalnız başına kılman namaz daki diğeri camilerde cemaatle kılınan namazdan daha faziletlidir.

 

225- Ebû Hüreyre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Cemaatle namaz, herhangi birinizin yalnızca kıldığı namazdan yirmi beş derece üstündür. Gece melekleri ile gündüz melekleri de sabah namazında toplanırlar. (Nöbetl&rini sabah namazında değiş­tirirler) .»

Bu hadis-i şerifi rivayet eden Ebû Hüreyre der ki, Kur'an-î Ke­rimden bunu doğrulayan ayet isterseniz, şu ayeti okuyunuz: «Sabah namazı, gece ve gündüz meleklerinin hazır bulundukları bir namaz­dır.» (Sûre: İsrâ, ayet : 78).

 

226- Ebû Musa (R.A.'dan rivayet edilmiştir:

«Cemaatla kılınan namazda en çok sevab alanlar, uzaklığına göre yollan, uzak ve en uzak olanlardır. Namazı bekleyip imam ile kılan kimsenin sevabı namazı (tek başına veya az cemaatle) kılıp yatandan daha büyüktür.»

Mütercim :

Müezzin minareden iner jnmez hemen kamet etmeyip bir müd­det cemaatin gelmesini beklemelidir. Böylece namazın büyük bir ka­labalıkla kılınarak fazla sevab kazanılması sağlanmış olur.

 

227- Ebû Hüreyre (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

«Adamın biri yolda yürürken yol üstünde bir diken dah bulup kenara itti. Allah Tealâ Hazretleri, onun amelini beğendi ve onu bağışladı.

Şehidler beştir:

Vebadan ölen, koleradan ölen, suda boğulan, enkaz altında ka­lan, Allah yolunda ölen...

Eğer müslümanlar, ezanda ve birinci safta olan sevabı bilseler ve sonra bu fırsatı bulabilmek için kura çekmek zorunda kalsalardı mutlaka kuraya başvururlardı. Eğer namaza erken gitmenin seva­bını buseydiler, bunun için yarışırlardı. Eğer sabah ve yatsı namaz­larının (cemaat) faziletini buseydiler, bu namazlara sürünerek dahi olsa gelirlerdi.»

Mütercim :

Diğer bir hadis kitabında veremden ölen, yanarak ölen, gurbet diyarında ölen,'Müzdelife gecesinde ölenlerle loğusa haline ölen kadınlar da şehidlerden sayılmıştır. Bunlar sevab ve mükâfat bakı­mından şehid sayılıyorlar; yoksa muharebede Allah yolunda ölen­lerin hükmü başkadır. Böyle şehidler yıkanmazlar, cenaze namaz­ları kılınarak kanlı elbiseleri ile gömülürler. Bu husus, cenaze ve şehidler bölümünde geniş olarak açıklanacaktır.

 

228- Enes (R.A.l 'den rivayet edilmiştir:

«Ey Selimeoğulları kabilesi, adımlarınızı hesaba katmıyor mu­sunuz?»

Mütercîm :

Medîne-i Münevvere'nin surları dışında oturan Ensar'm seçkin­lerinden bir grup, uzakta kaldıklarından camiye yakın bir yere ta­şınmak istediler. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ise, taşın­malarını uygun bulmadığından onlara: «Ey Selimeoğulları, siz uzak yerden mescide gelirken attığınız adımların sevab ve mükâfatını her halde hesab etmiyorsunuz?» buyurdu. Yani, her adım için. bir derece yükselip daha kazançlı çıkacaklarından taşınmamaları­nı tavsiye ettiler. Onlar da buna razı oldular. Hatta bazı alimler; «Biz onların işledikleri amelleri ve kendilerinden kalan tfser (iz) leri yazıyoruz» (Sûre: Yasin, ayet: 14) mealindeki âyeti kerimede bu olaya işaret buyurulduğu görüşündedirler.

 

229- Ebû Hüreyre  (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Münafıklara sabah ve yatsı namazlarından daha ağır bir na­maz yoktur. Eğer bu namazların (cemaat) faziletini bilmiş olsalar, sürünerek bile olsa behentahal bu namazlara gelirlerdi.»

 

230- Ebû Hüreyre (R.AJ 'den rivayet edilmiştir:

«Yedi kimse vardır ki, Allah, kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı günde onları gölgesinde    gölgelendirecektir.

(1)    Adaletli devlet başkam.

(2)    Rabbisine ibadet yolunda gelişen genç.

(3)    Kalbi camilere bağlı (cemaata devamlı) olan adam.

(4)    Allah rızası için birbirini seven, bu sevgi ile buluşan ve bu sevgi ile ayrılan iki kimse.

(5)    Soylu ve güzel bir kadın tarafından aranıp da, ben Allah'-dan korkarım diyen kimse.

(6)    Sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek şekilde yaptığı yar­dımı gizleyen kimse.

(7)    Yalnızken Allah'ı anıp da gözlerinden yaş boşanan kimse...»

Mütercim:.

Başka hadîs-i şeriflerde mücahit, askere yardım eden, dürüst tüccar, güzel ahlâk sahibi ve borçluları sıkıştırmayan kimseler de sayılmışlardır. Bunlar da o şerefe kavuşurlar.

 

231- Ebû Hüreyre (R.AJ'den rivayet edilmiştin

«Allah Tealâ Hazretleri mescidlere gidip gelenler için, her gidip gelmede cennetten nimetler hazırlamıştır.»

 

232- Abdullah bin Mâlik bin Bühayne (R.Â.) 'den rivayet edil mistir:

Sabah namazı için kamet getirildiği    esnada iki rekât kılmaya yeltenen bir adamı görünce Peygamber   fefendimiz şöyle buyurdu: «Sabahı dörde mi, sabahı dörde mi, (çıkarıyorsun)?».

Mütercim

Sabah namazının kametinden sonra imama ikinci rekâtta yeti­şeceğini anlayan kimse, bir köşede sabah namazının sünnetini kılar ki, böyle yapmasında Hanefî mezhebinde bir beis yoktur. Şafiî ye Hanbeli mezheblerine göre, bu hadîs-i şerifin delaletiyle sünneti kılmak tenzihen mekruhtur. Mâliki mezhebine göre -kesinlikle yasak olduğu gibi, başka farz ve sünnete başlamış olsa bile, imamın ilk re­kâtına kavuşamayacağını anlar anlamaz hemen başlamış olduğu na­mazı keser ve imama uyar.

 

233- Hazreti Aişe'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem son hastalıklarında ağır:-laştığı esnada Bilal Habeşi Hazretleri ezan okudu. Bunun üzerine} Peygamber efendimiz: «Ebû Bekir'e (tarafımdan) emredin, cemav ate namaz kıldırsın,» buyurdular.   .

Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) bu emri hemen tebliğ etmeyip: Ya Resûlallah, babam Ebû Bekir yumuşak kalbli bir adamdır. Mih-rabda sizin yerinize geçerse belki üzüntü ve ağlamasından namaz kıldırmaya veya cemaate sesini duyurmaya gücü yetemez. İmamlık için Hazreti Ömer'e emir buyurulsa olmaz mı?, şeklinde teklifte bu­lundu. Hazreti Peygamber emrini üç defa te'kid ve tekrar buyurdu. Hazreti Aişe de üç defa bu yolda özür dileyince, üçüncüde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki:

«Siz, Yusuf'un (şerlerinden) Allah'a sığındığı kadınlarsınız, Çişin gerçeğini bilmezsiniz. Ebû Bekir'e söyleyin, cemaate namaz kıldır­sın» diğer bir rivayette de Hazreti Aişe'ye: «Sus, siz sizsiniz (hepiniz aynı kadınlarsınız).» diye buyurdu.

Sonra Hazreti Ebû Bekir'e emir tebliğ edilince, mihraba geçip namaza başladı. Fakat bu esnada Peygamber' S.allallahu Aleyhi v^ Sellem soğuk su ile .yıkanarak kendisinde biraz hafiflik hissetti. Bir tarafında,    Hz.    Ali    diğer tarafında Hz. Abbas olduğu  her ikisinin omuzlarına dayanarak Mescid-i Nebevî'yi şereflendirdi­ler. Teşriflerinin farkına- varan ashabdan bazıları Hazreti Ebû Be­kir'i haberdar etmek kasdi ile «Sübhanaliah» dedi ve bazıları da el çırpmak suretiyle ikazda bulundu. Hazreti Ebû.Bekir durumun far­kına vararak mihrabdan geri çekilmek istedi. Hazreti Peygamber ona yerinde durması için işaret etti ise de yine Hazreti Ebû Bekir edebe riayetle biraz geri' çekildi. Hazreti Peygamber de onun solun­da oturarak cemaate namaz kıldırdı. Ebû Bekir, duyumculuk yap­tı (Peygamberin aldığı tekbirleri cemaata duyurdu).

Mütercim:

Gelecek 235. ve 236. hâdjs-i şerifler, bu hadisi tamamlar mahi­yettedir.

 

234- Enes (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Akşam yemeği önünüze getirilirse akşam namazım kılmadan yemeğe başlayınız;  ancak akşam yemeğiniz için acele etmeyiniz.»

Mütercim ;

Yani, yemeğinizi yavaşça yeyiniz ve sonra akşam namazını kalb huzuru ve huşu ile kılınız. Diğer vakit namazları da buna kıyas edilir. Huzura engel olacak derecede karnı aç olmayanlar için önce namazı kılmak daha faziletlidir denmiştir.

 

235- Sehl bin  Sa'd Es-Saîdî (R.A.)fden rivayet edilmiştir: İ18

«Ya Eba Bekir, sana emrettiğimde, neden yerinde kalmadın? Bakıyorum siz de aşırı derecede el çırptınız! Herhangi bir şey (yan­lış hareket) kişiyi namazda iken kuşkulandmrsa SÜBHANELLAH desin; çünkü sübhânellah deyince kendisine (uyarısına) dikkat edi­lir. Namazda el çırpma, kadınlar içindir,»

Mütercim:

Hazreti Ebû Bekir, şu mukabelede bulunmuştu: Kuhafe oğluna, namazda Resûli Ekrem'in önüne geçmek yakışır mı? Bu yolda özür, beyan etmelerine Hazreti Peygamber sükût buyurarak özrünü kabul etmiş bulunduklarını ifade ettiler.. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, cemaate «Bakıyorum, siz de aşırı derecede el çırp­tınız! Herhangi bir şey (yanlış hareket) kişiyi namazda iken kuş-kulandırırsa SÜBHANELLAH desin; çünkü sübhânellah deyince ona (uyarısına) iltifat. olunur. El çırpmak usulü kadınlara aittir.» Na­mazda gerektiği zaman aşırı sayılmayacak şekilde, bir veya iki defa el çırpmakla erkeklerin namazı bozulmazsa da sünnete aykırı­dır.

 

236- Hazreti Aişe (R.AJ 'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, hastalığı ağniaşınca: «Namaz kıldılar mı?» diye sordu. Biz, hayır, sizi bekliyorlar, dedik Hazreti Peygamber şöyle buyurdu: «Yıkanmam için leğene (soğuk) su koyunuz.» Biz de emrini yerine getirdik. Yıkandı ve kalkıp na­maza gitmek, istedi ise de buna güç yetiremiyefek yatağa düştü ve baygınlık geldi. Sonra kendine gelince tekrar ayni soruları sordu ve biz de ayni cevabı tekrarladık. Dördüncüde, cemaata namaz kıldır­ması için Hazreti Ebû Bekir'e emir gönderdiler,

Mütercim:

Bu hal yatsı namazında meydana geldi. Ertesi günün öğle'na­mazında tekrar yıkandıktan sonra kendisinde hafiflik bularak daha önce hadîs-i şerifte geçtiği üzre Mescid-i Nebevî'yi teşrif ettiler ve oturarak imamlık yaptılar.

 

237- Enes  (R.A) 'den rivayet edilmiştin

«îmanı, kendisine uyulsun diye imam yapılmıştır. O halde imam, ayakta namaz kılınca, siz de ayakta kılınızı rükûa varınca, siz de varınız; rükûdan kalkınca siz de kalkınız ve (SEMİALLAHÜ LÎMEN HAMİDEH) deyince, siz (RABBENA VE LEKELHAMD) deyiniz, îmam ayakta namaz kılınca siz de ayakta kılınız,- eğer oturarak kılarsa siz de topluca (onun gibi) oturarak kılınız.»

Mütercim:

Hanefî mezhebine göre, imam meşru mazeretine binaen otura­rak namaz kılarsa, mazereti olmayan cemaatın ayakta namaz kıl­maları gerekir. Bu hadis-i şerif yine BUHARÎ'de Hazreti Aişe'den rivayet edilmiştir. Resulü Ekrem, hastalık özrü ile en sonunda otu­rarak imamlık yaptı ve cemaat ayakta ona uydu. Hazreti Peygam­ber onlara oturmalarını emretmedi, diye rivayet edilmektedir. Bazı alimlerce hadis-i şerifin hükmü bakidir.

 

238- Ebû Hüreyre (R.AJ 'den rivayet edilmiştin

«Herhangi biriniz, imamdan önce (rükû ve secdeden) başını kal-dınrsa, Cenab-i Hak'ın, onun başını merkep başına çevirmesinden yahut Allah'ın onun suretini merkep suretine çevirmesinden kork­muyor mu (veya, korkmayacak mı)?» Hadîs-i şerifin râvisi, iki şıktan 'gisi buyurulduğunda tereddüt etmiştir.

Mütercim :

Hanefi mezhebine göre imamdan önce rükû veya secdeden kalkan kimse,. imama uymamış sayıldığından namazı bozulur. Şafiî mezhebine göre, imamdan önce kalkan bir kimse günahkâr olursa da namazı bozulmaz. Bir de, imamdan önce kalkmadığı gibi, bir tes-bihden fazla geri de kalmaz. Fakat Şafiî mezhebinde, imama uyan, kendi okuyuşunu tamamlamak için bir iki rükün gecikirse de zararı yoktur.

 

239- Enes (R.AJ 'den rivayet edilmiştin

«Emirleri dinleyiniz ve itaat ediniz! Başınıza simsiyah Habeş'H biri tayin edilmiş olsa bile...» Böyle bir kimseye de itaat ediniz, sö­zünü dinleyiniz ve arkasında namaz kılınız.

 

240- Ebû Hüreyre  IR.AJ'den rivayet edilmiştin

«İmamlar size namaz kıldırırlar. Eğer doğru kıldırırlarsa, hem size ve hem kendilerinedir. Fakat yanlışlık ederlerse siz kurtulursu­nuz, onlar vebal altında kalırlar.»

Mütercim

Bu hadîs-i şerife dayanarak İmam Şafiî Hazretleri, namazdan sonra imamın abdestsiz namaz kıldırdığına ve üzerinde necaset bu­lunduğuna cemaat muttali olursa, namazı iade etmeleri gerekmez demişlerdir.

İmam Azam mezhebinde, imama uyanın namazının sıhhati ima­mın namazının sıhhatine bağlıdır. İmamın namazı sahih olmayınca, cemaatin namazı da sahih olmaz, namazlarını iade etmeleri gere­kir. Bu hadîs-i, imamın hatasının cemaat tarafından farkına varıl­maması ile ilgili olsa gerektir.

 

241- Câbir  (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, yatsı namazında Ba kara sûresini okuyarak cemaate namaz kıldıran, Muâz'a:

«Aşırı bozguncu, aşırı bozguncu, aşırı bozguncu!» veya «bozgun­cusun, bozguncusun, bozguncusun!» buyurdular.

Mütercim :

Muâz bin Cebel yatsı namazından Bakara sûresini baştan sona kadar okumakla cemaatin hoşnud s uzluğunu kazandı ve cemaattan bir kişi ayrılarak tek basma namazını kılıp işine gitti. Muâz Hazret­lerinin bu hareketi Hazreti Peygambere bildirilince yapılan tahkikat sonunda haberin doğruluğu anlaşıldı. Bunun üzerine Muâz'a hitaben bu hadîs-i şerif varid oldu ve azarlandı. Bir daha böyle cemaati usan­dıracak şekilde uzun okumaması için kendisine ikazda bulundular ve hangi sûrelerin okunması gerektiğini gösterdiler. Namaz, cema­atin haline ve rızasına göre kılınmalıdır.

 

242- Ebû Mes'ud  (R.A.) 'dan rivayet edilmiştir:

«İçinizde bıktırıcılar var! Herhangi biriniz cemaate namaz kıldi-rırsa kısa kessin; çünkü cemaat içinde güçsüz, yaşh ve işi olanlar bulunur...»

 

243- Cabİr   (R.AJ'den rivayet edilmiştin

«Ya Muâz, sen azılı bozguncu musun» veya «bozguncu musun? Sebbih isme Rabbike'1-A'Iâ, Ve'ş-Şemsi ve Duhaha, ve'1-Leyü iza Yeğ-şâ süreleriyle kıldıramaz mısm? Nitekim arkanda İhtiyar, güçsüz ve iş sahibi kimseler namaz kılıyor.»

Mütercim :

Namazda kıraati uzatmak veya kısa kesmek, duruma, bağlıdır demişlerdir. Cemaatın alışkanlığına bağlı kalınır. Meselâ büyük oa-milerde adet haline gelipte cemaat tarafından benimsenen kıraat kırk ayetten seksen ayete kadar olabilir. Bir de sabah namazı sn az kırk ayet olmalıdır.

Zaten «Sebbih isme Rabbike» sûresi ile «Ve'1-Leyl» sûresi kırk ayettir. Bir de yalnız başına tenha bir yerde veya' özel bir cemaatın anlaşması ile sabah namazında bir cüz okunsa, bir gecede teravih namazında Kur'ani Kerim hatmedilse bunda bir zarar yoktur. Ni­tekim Hazreti Osman Radıyallahu Anh, bir rekâtta Kur'ani hatme­derlerdi. İmam Azam Hazretlerir den ve diğer salüı kimselerden bu hal rivayet edilmiştir. Fakat asıl sabah ve öğle namazlarında sün­net olan, Hücûrat sûresinden Amme'ye kadar olan sûreleri okumak­tır. İkindi ile yatsı namazlarında Amme sûresinden Ve'd-Duha sûre­sine kadar olan sûreleri okumaktır. Akşam namazında ise, Ve'd-Duha sûresinden aşağı sûreleri okumaktır.

 

244- Ebû Katade (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

«Bazen namaza duruyor ve namazı uzatmak istiyorum. Derken bir çocuk ağlaması işiterek annesini kaygılandırmamak için namazı kısa kesiyorum.»

Mütercim:

Başka bir hadîs-i şerifte, Resulü Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ilk rekâtta altmış ayet okumuş iken çocuğun ağlayışını işi­tince ikinci rekâtta üç ayet okumuş olduğu belirtilmiştir.

Bir de namazın başında müstahab olan bir şeyi yapmak niye­tinde bulunan kimse, her halde onu, yerine getirmek zorunda bu­lunmadığı bu hadîs-i şeriften meydana çıkmaktadır.

 

245- Numan ibni Beşîr (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

«Namazlarınızda ya saflarınızı düzgün tutacaksınız veya Allah Tealâ aranızda kin ve düşmanlık sokacaktır.»

Mütercim ;

Safları düzgün tutmak, Hanefî, Şafiî ve Maliki mezheblerine gö­re sünnettir. Bu hadîs-i şerif, tehdit ve teşvik için olduğuna yorum­lanır, îbni Hazm ise, bu hadîs-i şerifin zahiri ile amel ederek safları düzgün yapmanın vacib olduğu görüşündedir.

 

246- Enes   (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Saflarınızı düzgün tutunuz ve perçinlesiniz. Arkamdan da sizi görüyorum.»

Mütercim ;

Peygamber efendimiz, Allah'ın kudreti ile arkada olan cemaatın hareket ve durumlarım görürlerdi. Peygamber görmüyor zannı ile ihmalkârlık yapılmamasını istemişlerdir.

 

247- Enes  (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Saflarınızı düzgün yapınız; zira safların düzgün yapılışı, nama­zın düzgün kılınması gereğidir.» (Namazı âdâb ve erkânına riayet ederek kılın, mealindeki ayeti kerimenin hükmü içinde, safların düzgün yapılması da vardır.)

 

248- Hazret! Aişe (R.A.Î 'den rivayet edilmiştir.-

"«Gerçek şu ki, gece namazının size farz kılınmasından korktum.»

Mütercim :

Resulü Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, Ramazan aymın birinci gecesinde teravih namazını kılmak için Mescid-i şe­rife gittiler. Bu hali gören ashabdan bir kısmı Hazreti Peygambere uyarak cemaat olup teravih namazını kıldılar. İkinci, yahut üçüncü gecesinden sonra, Hazreti Peygamber teravih namazı için mescide gelmediler. Fakat saadethanelerinde teravih namazını kıldılar. Son­ra sabah olunca ashâb: Ey Allah'ın Resulü, geçen gece teravih na­mazı için neden mescid-i şerife buyurmadmız? diye sordular. Haz­reti Peygamber şu cevabı verdi:

«Gerçek şu ki, gece namazının size farz kılınmasından kork­tum.» H>zreti Peygamberden sonra bu korku ortadan kalktığı için, Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh) zamanından beri teravih nama­zının camilerde cemaatla kılınması yerleşmiş ve bütün müetehid imamlar tarafından güzel bir uygulama olarak kabul edilmiştir. Gelecek hadîs-i şerif, bu hadîs-i şerifi tamamlayıcı mahiyettedir.

 

249- Zeyd bin Sabit (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Müşahede ettiğim hareketinizin mahiyetini, teravih namazını kılmak için sstek ve rağbetinizi bilmekteyim. Fakat siz, şu müslü-manlar (nafile namazlarınız]) evlerinizde kılınız? zira farzdan ma­ada diğer namazların en faziletlisi kişinin evinde kıldığı namazdır.»

 

250- Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine, namazda iftitah (başlangıç) tekbiri ile Fatiha sûresi arasında ne okursunuz? diye sordum. Buyurdular ki: «Şu duayı okurum: Allahım! Doğuyu batıdan uzaklaştırdığım gibi, beni de hatalanmdan uzaklaştır. Al­lah'ım! Hatalarımı su, kar ve dolu ile yıka t ki tertemiz olayım, üze­rimde günah lekesi kalmasın).»

Mütercim ;

Namazın iftitah tekbirinden sonra, hadislerde gelen dualardan herhangi birini okumak caizdir. Fakat İmam Azam Hazretlerinoe seçilen dua Kütüb-i Sitte'den (altı meşhur hadis kitabından) biri olan Tirmizî'de, Ebû Said Hudri'den rivayet edilen «Sübhaneke...» duasıdır. Fakat «Veccehtü vechî...» duasını da ilâve ederek okumak müstahabdır.

İmam Şafiî Hazretlerince seçilen, Müslüm'de Hazreti Ali'den ri­vayet edilen «Veccehtü vechiye lillezi fetaressemavati vel'arda hanî-fen müslimeri ve mâ ene minelmüşrikin. înne Salâtî ve nüsükı ve mehyaye me mematî lüîahi rabbilalemin. Lâ şerike Iehû ve bizalike ümirtü ve ene minelmüslîmin.» duasını okumaktır. Buna ilâve ola­rak  «Sübhaneke...»   duasının okunması  müstahabdır.»

 

251- Esma  (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

«Cennet bana yanaştı? o kadar ki, üstüne alılsaydım size salkım­larından bir salkım getirirdim. Cehennem de bana yanaştı; o kadar M, ey Rabbim! ben onların yanında mıyım? dedim. Derken kedi tara­fından tırmalanan bir kadın gördüm. Bu kadının suçu nedir? diye sordum. Dediler ki:

«Kediyi açlıktan ölünceye kadar hapsetmişti; ne yedirmiş ne de yerin haşeratmdan yahut haşeresinden yemesi için salıvermişti.»

 

252- Enes  (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Bazıları neden namazlarında gözlerini göğe dikiyorlar. Vallahi ya vazgeçsinler ve yahut gözleri aşırüacaktır.»

Mütercim :

Namazda secde yerine bakmak müstahabdır. Göğe doğru bakıp kılmak mekruhtur. Bu hadis-i şerif tehdid ve korkutma makamında varid olduğuna ittifakla hüküm verilmiştir. Yalnız İbni Hâzim, göğe bakarak kılınan namazın batıl olduğu görüşündedir. Namaz dışında göğe bakarak dua etmekte ise bir sakınca yoktur diye alimlerin çoğu görüş birliğindedirler. Çünkü semâ, duanın kıblegâhıdır, diyorlar. Bazı âlimler, bunu dahi mekruh saymışlardır.

 

253- Hazreti Aişe'den rivayet edilmiştir:

«Bu hareket (namazda sağa sola bakmak), kulun namazından şeytanın aşırdığı bir aşırmadır.»

Mütercim:

Namazda iken göğsü kıbleden çevirmeksizin sağa sola bakmak mekruhtur. Göğüs kıbleden çevrilirse namaz bozulur. Yalnız baş ve gözlerin çevrilmesi ile bozulmayıp kerahet işlenmiş olur.

 

254- Ubâde bin Samit  (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Kur'an'm Fatiha sûresini okumayan kimsenin namazı namaz, değildir.»

Mütercim :

Bu hadis-i şerifin mânası kapalı olup bir kaç manaya yorumla­nabilir. İmam Azam Hazretlerine göre, namazın olmayışı kemâlinin bulunmaması demektir. Fatiha sûresi okunmaksızm kılınan namaz, kâmil  derecede  bir namaz  değildir.  Çünkü   «Kur'andan   mümkün olanı okuyun» mealindeki ayeti kerime ve bundan sonra, gelecek olan hadîste «kur'andan senin için mümkün olanı oku» sözü, Kur'-an'm herhangi bir kısmı olursa olsun, namazın sahih olacağına delil bulunmaktadır. Fakat namazın kemâli Fatiha sûresi ile olur. Bu da imama uyarak cemaatla namaz kılana ait olmayıp yalnız başına na­maz kılan içindir. îmama uyan kimse, Fatih'yi okumaz, susar ve din­ler. Çünkü başka hadîslerde, imamın kıraati, ona uyanın da kıraa­tidir, buyurulmaktadır. Bu da dört rekâth namazların yalnız iki re­kâtında farzdır. Diğer iki rekâtta kıraat- (okuyuş) farz olmayıp ister teşbih edilir, ister Kur'an okunur. Netice olarak İmam Azam'a göre, Kur'andan yalnız bir ayetin okunması ile namaz sahih olur! Ancak Fatiha sûresinin okunması, hem imam için, hem de yalnız ba­şına namaz kılan için vâcibdir.

İmam Şafiî Hazretlerine göre, ister imam. olsun, ister imama uyan ve ister yalnız başına namaz kılan olsun, hepsinin, gizli veya aşikâr kıraet edilen bütün namazların her rekâtında Fatiha okumak farzdır; buna bir sûre ilâve etmek ise müstahabdır.

İmam Malik ve İmam HanbeH mezheblerine göre cehri namaz­larda imama uyan kimse okumayıp dinler. Kıraati gizli yapılan na­mazların her rekâtında Fatiha sûresini okumak farzdır. Hulâsa bu üç mezhebe göre yalnız başına namaz kılan için her namazın her rekâtında Fatiha okumak farzdır. Fatiha sûresini okumadığı takdir­de, bu üç mezhebe göre hadîs-i şerifin delâleti ile namazı namaz değildir.

(İLAVE VE ÖZEL MÜTALÂA): Allah'ın bir lütfü olarak söylüyo­rum, hicretin 1331 yılı Ramazanın beşinci gününde İskenderiye'de Müntezeh sarayında evimde yatmakta iken rüyamda Resulü Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerini gördüm ve bir kaç mesele­mi (çözemediğim müşkülâtımı) arz ettim. Birisi de şu mesele idi: Ya Resûlallah, Şafiî mezhebinde - imamın arkasında cemaatın da okuması farz oluyor. İmam Ebû Hanife'ye göre ise kıraat mekruh­tur; bu iki müctehidin hangisi isabet etmiştir? diye sordum ve fetva istedim. Fahri kâinat efendimiz tam bir neş'e ve sevinçle: «Orada ihtiyat lazımdır» buyurdular. Yani Fatiha sûresinin okunması lâzım geldiğini ifade ettiler. Sonra; «Ben bunların hepsinden razıyım. Bun­lardan Allah razı olsun. Bunlar çok çalıştılar. Yalnız HanbeH mez­hebinde lüzumsuz sözleri çoğalttılar. Yoksa ben bunların hepsinden razıyım» buyurdular. Bu sorumdan önce-. Ya Resûlallati, nikâhları haram olmayan kadınlara (tenlerine) erkek dokunursa Şafii mez­hebinde abdest bozuluyor; Hanefi mezhebinde ise bozulmuyor bunIann hangisi isabet etmiştir? diye sorup fetva istedim. Şöylece mü­barek dudaklarını büktü ve işaret etti. Yani, yalnız dokunmakla ab-dest'in bozulmadığını kasdetti. Sonra kendime ve yazdığım eserlere dair bir iki şey daha arzettim. «Şanı yüce olan Allah, o eserleriniz­den seni faydalandırsın» buyurdular.

Elhamdü Lillah sümme Elhamdü Lillah... Ya Rab! Ahirette onu görmeyi bize ihsan et ve sancağının altında bizi topla; salât ve se­lâm onun-üzerine olsun.

Netice olarak denir ki, bu hadîs-i şerif yine dört mezhebin de­lili olup üç mezhebe göre namazda Fatiha'mn okunması farzdır. İmam Azam'a. göre vâcibdir.

 

255- Ebû Hüreyre IR.A.J'den rivayet edilmiştir:

Resulü Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri   Mescid'de iken bir kimse namazın usulüne riayet etmeksizin (tadil-i erkânsız) namaz kıldı. Sonra Hazreti Peygamberin huzuruna gelince Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu: «Dön, namazını kıl, Çünkü namazın olmadı.» Adam geri dönüp tekrar namaz kıldı ve huzura geldi. Yine Hazreti Peygamber, «Dön, namazını kıl; çünkü namazın olmadı» bu­yurdu. Adam, üçüncü defasında:   Ya Resûlallah,   ancak bu kadarı elimden geliyor. Daha iyisini yapamam. Siz bana öğretin, dedi. Bu­nun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona şöyle tarif etti:

«Namazda durduğun zaman tekbir al. Sonra Kur'andan senin için mümkün olanı oku. Sonra rükûa var ve rükûda karar kıl. Son­ra kalk ve dimdik ayakta dur. Sonra secdeye var ve secdede karar kıl. Sonra kalk ve oturmada karar kıl. Namazının bütün rekâtların­da aynı şeyi yap.»

 

256- Ebû Hüreyre  (R.A.)'dan rivayet  edilmiştir: «İmam namazda Fatiha'mn sonunda    AMİN     deyince, siz  de AMÎN deyinizi çünkü kimin amin demesi meleklerin amîn deme­siyle bağdaşırsa  geçmiş günahları bağışlanır»

Mütercim :

Hanefî mezhebinde imam AMİN sözünü yüksek sesle olmayıp yavaşça söyler. İmamdan işittikçe cemaat içinden yavaşça AMİN demek sünnettir. Şafif mezhebinde ise, gerek imam ve gerek ce­maat sesli olarak AMİN derler.

 

257- Ebû Hüreyre (R.AJ 'den rivayet edilmiştir;

«Sizden biriniz AMÎN deyip, melekler de gökte AMÎN der ve İu iki amîn birbiriyle bağdaşırsa o kimsenin geçmiş günahları bâ-pşlamr.»

Mütercim

Gerek namazda ve gerekse namaz dışında Fatiha'dan sonra LMİN demek müstahabdır. Böylece diğer dualarda da amîn müsta abdır.

 

258- Ebû Bekre (R.A.1 'dan rivayet edilmiştir:

«Allah Tealâ,  hırs ve    rağbetini    artırsın! Bir daha    yapma»

Reûl-i Ekrem Efendimiz, (cemaat rükûda iken gelip rekâta yetişmek için) saffa ulaşmadan rükûa varan Ebû Bekre Hazretlerine böyle bu­yurmuşlardır.

Mütercim:

Saflara girmeksizin arkada tek başına imama uymak üç mez hebe göre mekruhtur. Hanbeli mezhebinde ise haramdır.

 

259- Ebû Hüreyre  (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ye Sellem namazın iftitah (baş­langıç) tekbiri için: «Allah Ekber» sonra rükû için- «Allah Ekber», rükûden kalktığında: «Semiallahu Limen Hamiden, Rabbena Lekel-hamd», sonra secde için: «Alîahu Ekber», iki secde arası için: «Allahu Ekber», ikinci secde için; Allahu Ekber», ikinci secdeden ayağa kalk­mak için: «Allahu Ekber, birinci oturuşta teşehhüdden sonra ayağa kalkmak için: «Allahu Ekber» söylerlerdi.

Mütercim :

İmamın, «Semiallahu Limen Hamiden» den sonra «Rabbena lekelhamd» söylemesini İmam Şafiî ve İmam Muhammed ve imam j£bû Yûsuf Hazretleri bu hadîşri şerife dayanarak uygun görmüşler­dir. Fakat İmam Ebû Hanife ile İmam Malik, bu hadîs-i şerifin imam için değil, yalnız başına kılanlar için olduğuna hüküm vermişlerdir. Bir de bazı rivayetlerle vav harfinin ilâvesiyle: «Rabbena ve Lekel-hamd» şeklinde bu hadis-i çerif varid olmuştur. Her iki rivayet de eşit derecededir. Fakat İstanbulda ve bütün Türkiye'de, Dağıstanda müslümanlar vavsız olarak «Rabbena Lekelhamd» şeklinde söyler­ler. Mısırda ise meşhur olan ve uygulanan vav ile «Rabbena ve Le-. kelhamd» dır,

Bir de bu vav harfi zâid harf midir, hal için midir, atıf için mi­dir? gibi değişik görüşler ileri sürülmüştür.

 

260- Hazreti Aişe   (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri rükû ve sec­delerinde: «Sübhanekellahümme, Rabbena ve bihamdike. Allahüm-meğfir H ~ Allah'ım, Ey Rabbimiz, sana hamd eder halde seni bütün noksanlıklardan tenzih ederiz. Allah'ım günahlarımı bağışla» diye söylerlerdi.

Rükû ve secdede «Sübhane Rabbiyelazim ve Sübhane Rabbiyel-alâ» lardan sonra bu duayı okumak müstahabdır. Ancak İmam Ma-lik'e göre secdeden müstahab ise de, rükûda değildir.

 

261- Ebû Hüreyre   (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«îmam, Semiallahu Limen Hamideh, dediği zaman siz de Alla-hümme Rabbena Lekelhamd, deyiniz; çünkü kimin sözü meleklerin sözüyle bağdaşırsa onun geçmiş günahları bağışlanır.»

Mütercim

İmam Azam ile İmam Malik'in delilleri bu hadîs-i şeriftir: İmam, «Semiallahu Limen Hamideh» diyecek, Rabbena Lekelhamd» demi-yecektir. Semaat ise, «Rabbena Lekelhamd» diyecek ve «Semiallahu Limen hamideh» demiyecektir. Bir de, «AKahümme Rabbena Lekel­hamd» rivayeti vardır.

İmam Şafiî, İmam Hanbeli ve İmameyn Hazretlerine göre her ikisini söylemek hem imam için ve hem de yalnız başına kılan için sünnettir. Yalnız İmam Şafiî'ye göre, imama uyanların da her ikisi­ni söylemeleri sünnettir.

 

262- Rafi'oğlu Rifâ'a  (R.A.)  Hazretlerinden rivayet edilmiştir!

Resulü Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri cemaatle namaz kıldırırken «Semiallahu Limen Hamideh» dedikten sonra as-habdan Rifa'a (Radıyallahu Anh), RABBENA LEKELHAMD, HAM-DEN KEStREN TAYYİBEN MÜBARE.KEN dedi Selâm verdikten sonra Hazreti Peygamber sordu:

«Söyle kimdi? Gerçek şu ki; otuzdan fazla melek gördümj bu sözleri birbirinden önce yazabilmek için acele ediyorlardı.» Rifa'a, ben söyledim, dedi.

Mütercim ;

Bu duanın harfleri otuz dört tanedir. Bu harflerin sayısı kadar melek indiği bu hadîsi-şerifin işaretinden anlaşılmaktadır

 

263- Ebû HÜreyrede  (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, «Semiallahu Limen Hamideh. Rabbena ve Lekelhamd» dedikten sonra Kuuût du­ası olarak şöyle derdi:

«Allahım! (Mekke'de Kureyş Kâfirleri elinde esir kalan) Velid oğlu Velid'i (Halid bin Velid'in kardeşini) Hişam oğlu Seleme'yİ Rabî'a oğlu Ayyaş'ı ve müşriklerin idaresi altında kalan çaresiz mü­minleri kurtar. Allahim! Mudar kabilesine bas ki'm ağırlaştır ve onları Yusuf'un kıtlık yıllan gibi yıllara uğrat. Allah, Ğifâr kabilesine gufran ve Eşlem kabilesine selâmet veresin.»

Mütercim :

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Selîem'in bu duası, Allah ka^ tında kabul edildi. Adları geçen ashab esaretten kurtuldu. Kureyş kâfirlerine ve Mudar kabilesine öylece kıtlık ve pahalılık geldi. So­nunda Mekke fethedilerek bütün müminler kurtuldular. Nihayet Mudar kabilesi de iman ederek nurlanip hayat buldu.

 

264- Ebû Hüreyre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

Ashabı Kiramdan bazıları, ya Resûlalîah, kıyamet gününde biz Allah Tealâ Hazretlerini görebilir miyiz? diye sormaları üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«Dolunay gecesi bulutlan ardında olmayan ayı görmekte güç­lük çeker misiniz?» Ashab, hayır çekmeyiz, dediler. Resûlüllah sordu:                                   

«Ya bulutların ardında olmayan güneşi görmekte güçlük çeker misiniz?» Ashab: Hayır, hiç güçlük çekmeyiz, dediler. Hazreti Pey­gamber şöyle devam etti:

«Allah Tealâ Hazretlerini de işte böyle göreceksiniz. Kıyamet gününde insanlar mahşere kalkacaklar. Allah Tealâ, herkes, kime ibadet ediyordu ise, ona uysun, buyuracak. O insanlardan kimi gü­neşe, kimi aya, kimi de birtakım zorbalara uyacaklar. Sonra müna-fıklanyle birlikte bu ümmet kalacaktır. Allah Tealâ Hazretleri, (iç­lerinde münafıklar bulunduğundan onlara, onların tanımadığı bir sıfatta) tecelli edip, Rabbiniz benim, buyuracaktır. Onlar da, Rabbi-miz gelinceye Ctanıdığimiz sıfatta bize tecelli edinceye) dek yerimiz­de kalacağız. Rabbimiz gelince biz O'nu tanırız, diyecekler. Allah Tealâ Hazretleri, (münafıkların ayrılmalarından sonra onlarla) te­celli edip: Rabbiniz benim, buyuracak. Onlar da, Rabbimiz sensin, diyecekler (ve secdeye kapanacaklar).

Cenabı Hak, onları (cennetine) davet edecektir. Sonra Cehen­nemin üstünde SIRAT köprüsü kurulacak ve Peygamberlerden, üra-metiyle birlikte ilk geçen ben olacağım. O gün peygamberlerden baska hiçbir ferd konuşamayacaktır. Peygamberlerin o günkü sözleri de, Allamm, selâmete çıkar, selâmet ver, demekten ibarettir. Cehen­nemde Sa'dan dikenine benzer çengeller vardır. Sa'dan dikenini gör­dünüz mü? İşte ona benzer biçimdedir. Ancak bu çengellerin ne derece büyük olduğunu ancak Cenabı Hak bilir. O çengeller, amel­lerine göre insanları kaparlar. İnsanların kimi ameli yüzünden he­lak olur. Kimi de hardal tanesine döner ve sonra kurtulur. Allah Tealâ Hazretleri, Cehennem halkından dilediğine rahmet etmek is­tediğinde meleklere, dünyada Allah'a, (ortak koşmayrp) ibadet edenleri çıkarınız, diye emreder. Melekler de onları, alınlarındaki secde izlerinden tanır ve çıkarırlar. Cenabı Hak, cehennem ateşine, secde izlerini yemeyi haram kılmıştır. Cehennemden çıkarlar. Ce­hennem, insanoğlunun secde izinden başka her yerini yer (yakarak çürütür).

Cehennemden yanık olarak çıkarlar. Sonra üzerlerine hayat su­yu dökülür. Onlar da sel çamurunda biten kır otu gibi biterler.

Cenabı Hak, kullarını muhakeme ettikten sonra bir adam, ki-cehennem halkından en son cennete giren kişidir, cennetle cehen­nem arasında, Cehennem tarafına dönük olarak kalır. Bu adam, ey Rabbim, yüzümü cehennem yönünden çevir; çünkü kokusu beni ze­hirlemekte ve parlaması yakmaktadır, diyerek yalvarır.

Cenabı Hak: Şayet bu isteğin yerine getirilirse, başka bir isteğin olabilir mi? diye buyurur. O kul da, İzet ve Celâlin için, hayır, der ve Cenabı Hakk'a dilediğince ant ve söz verir. Bunun üzerine Allah Tealâ, onun yüzünü cehennemden çevirir. Cennete yönelince de onun eşsiz güzelliğini görür. Allah'ın dilediği (dayanabildiği) kadar sesini çıkarmaz. Sonra ey Rabbim, cennetin kapısına kadar bana ilerleme imkânı ver, diyerek yalvarmaya başlar.

Cenabı Hak buyurur:

  Evvelce istediğinden başka hiçbir şey    istemeyeceğine dair sözler veren ye yeminler eden sen değil misin? Der ki:

  Ey Rabbim. Yarattıklarının en bedbahtı olmayayım. Cenabı Hak buyurur:

  Eğer bu arzuna kavuşursan  başka istekte    bulunmayacak

mısm? Adam:

  İzzet ve Celâlin hakkı için, hayır, bundan başkasını istemi-yeceğim, der ve dilediğince Rabbisine ant ve söz verir. Cenabı Hak, o kimseyi cennet kapısına iletir. O kimse, cennetin kapısına varınca da onun, gözleri kamaştıran güzelliğini, ondaki parlaklık ve ferahlığı görür. Allafaın dilediği (dayanabildiği) kadar sesini çıkarmaz. Fa­kat öonra,:

  Ey Rabbim! Beni cennete koy, diyerek yalvarır. Cenabı Hak buyurur ki:

  Zavallı insanoğlu! Ne vefasızmışsm! Sana verilenden başka­sını istemeyeceğine   dair söz veren,   yemin eden sen değil misin? Adam da:

  Ey Rabbim, der, beni yaratıklarının en bedbahtı kılma! Ce­nabı Hak, onun bu sözünden hoşlanıp cennete girmesine izin verir ve dile, der. Kul da dileklerde bulunur. Kulun dilekleri kesilince de, Rabbisi kendisine hatırlatarak, şundan ve şundan da iste, buyurur. Kulun istekleri sön bulunca:

  Bunlar ve bunlarla beraber bir misli fazlası senin olsun, bu­yurur,», Ebû Said'in rivayetinde,  «bunlar ve bunlarla beraber on

 

265- îbni Abbas (R.A.İ 'dan rivayet edilmiştir:

«Bana yedi aza (organ) üzerinden secde etmekliğim emrolun-du: 1) Ahn (burunun da alınla beraber yere konması gereğini işaret etti), 2, 3) İki el. 4, 5) İki diz. 6, 7) İki ayağın parmakları Elbise ve saçlarımızı da toplamıyacağiz.»

Mütercim;                                           .          .

Namaz kılan kimse bu yedi azadan biri üzerinden secdeyi özür­süz olarak terk ederse namazı bozulur. Bu azaların çıplak olması şart değildir; eîde eldivenler, ayaklarda mestler giyili olduğu halde secdenin yapılmasında bir sakınca    yoktur.    Ancak dizler   İmam

Azam'a göre avret olduğu için örtülü olmaları şarttır. îmam Şafii'ye göre, avret yerinin civarı bulunmak cihetiyle namazda ve namaz dışında örtülürler. Yine İmam Azam'a göre alının bir bölümünü yere koyinak farz, çoğunu koymak vacibdir. Diğer imamlara göre, bir bölümün yere konması kâfidir. Alının hududu: Yüzün, iki şakak ve kaşlarla, saçlar arasında kalan kısmıdır.

 

266- Enes (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

Not: Kadmlar ise, secdede tolhrm. uyloklarma yapnşürarak uy luklanna doğru toplarlar.

 

267- İbni Mes'ud (R.A.) dan rivayet edilmiştir:

Selam Allah Teâlanın kendisi Igüzel isimlerinden biri)dir.    Bu yüzden ona selam verilmez.

Herhangi biriniz, namazda (ettehiyyata oturduğu zaman)  şöyle desin: Hürmet ve tazimler, dua ve ibadetler ve bütün Övgüler Allaha'dır. Ey Peygamber, selâm olsun sana ve Allah'ın rahmeti   ve bereketleri de... Bize de ve Allah'ın salih kullarına da selâm olsun.

«Siz bunu söylediğiniz zaman, Allah'ın gökte ve yerde bulunan her salih kuluna ulaşır. Bu selâmdan sonra da «EŞHEDU EN    İLAHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ  ENNE  MUHAMMEDEN ABDÜHÜ VE RESÛLÜHÜ» deyiniz. Başka rivayette, şu ilâve bulunmaktadır.

«Sonra dualardan en çok beğendiğini seçer ve duada bulunur.

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifin diğer rivayetlerinde, bu TAHÎYYAT   duasından sonra, istenen ve -hoşa giden duanın   seçilerek    okunması yer almaktadır. Daha geniştir mana ile şöyle terceme edilir;

«Sözle olan ibadetler, iş yapmak suretiyle olan ibadetler, mal-ile yapılan ibadetler tümü ile Allah Tealâ Hazretlerine mahsustur.

Ey Allah'ın sevgili Peygamberi! Yüce Allah'ın selâmı, rahmet ve bereketleri senin üzerine devamlı olsun. Biz kullarına ve Allah'ın di­ğer salih kullarına da Allah Tealâ'mn selâmı olsun. Gerçekten kal­bimle inanır ve tasdik ederim, dilimle İkrar edip şehadet ederim ki, ibadete lâyık ancak şanı yüce olan Allah'dır. Yine böylece kal­bimle inanır ve tasdik ederim, dilimle söyleyip şehadet ederim ki, Hazretî Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem de Allah Tealâ'mn kulu ve Peygamberidir.»

Bu şekilde varid olan TAHİYYAT duası, îmanı Azam Hazret-' lerinin seçmiş olduğu duadır. Diğer mezheb imamlarının ihtiyar et­tikleri dua daha değişik lâfızlarladır. Hanefî mezhebinde namazların son oturuşlarında TAHİYYAT miktarı oturmak farzdır. Bu duayı okumak ise vâcibdir. Şafiî ve Hanbelî mezheblerinde teşehhüd mik­tarı oturmak farz olduğu gibi, bu duayı da okumak farzdır; Maliki mezhebinde sünnettir.1

 

268- Hazreti Aişe (R.AJ'den rivayet edilmiştin

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri namazın so­nunda TAHİYYAT'dan sonra şöyle dua ederdi:

«Allah'ım! Kabir azabından sana sığınırım. Mesîh Deccal'm fitnesinden sana sığınırım. Hayatın ve ölümün ve kul borcundan sa­na sığınırım.» (Sonra ashabı kiram: Ey Allah'ın Peygamberi, bu kul borcundan ne kadar çok Allah'a sığınıyorsunuz? dediler. Onlara ce­vaben şöyle buyurdular:) «însan borçlu olduğu zaman konuşur ve yalan söyler, söz verir ve sözünde durmaz.» (Bunlar ise münafık sıfatlandır; onun için kul borcundan Allah'a çok sığınırım)

Mütercim :

Bu borç, ödenemiyecek bir borç demektir. Ödenebilecek bir borç ise bu sığınmaya girmez, zaten o borç ödenir. Bir de Peygamber efendimizin bu gibi duaları/ hep biz ümmetine öğretmek içindir. Yoksa Resulü Ekrem Hazretleri böyle borçlardan ve böyle bir bor­cun gerektireceği gayri me£rû hallerdeki masumdurlar.

 

269- Hazreti Eöû Bekir (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

Hazreti Ebû Bekir (Radıyallahu Anh): Ey Allah'in Resulü, na­mazın sonunda ednecek bir dua bana öğretiniz, deyince Peygam­ber Sallallahu Alöyhi ve Sellem şöyle Duyurdu:

«De ki: Allajt'ım, ben nefsime çok zulüm yaptım; günahları da ancak sen bağılarsın. Lütfunla beni bağışla ve befti esirge. Şüphe­siz sen çok bağışlayan ve çok esirgeyensin.»

Mütercim ;

Gerçekten bu dua, hem. tahiyyat'dan sonra hem de namaz dı­şında edilecek duaların en toplusu ve en güzelidir. Çünkü cehen­nemden kurtulup cennet ve cemale kavuşmak duaların özüdür, demişlerdir. /

 

270- Ebû Hüreyre (İH.A.) 'den rivkyet edilmiştir: «Bakınız, tuttuğunuz takdirde sizi gveçenlere ulaşacağınız, siz­den sonrakilerin size ulaşaiimyacaklan W aralarında bulundukla­rınızın, aynıı ameli işleyenler lhariç, en iyil\eri olacağınız bir şeyi size bildireceğim: Her namazın arkasında otuzıViçler kere teşbih edecek, hamd edece!'* ve tekbir getireceksiniz. Yan\i sübhanallah, elhamdü­lillah ve Allaıhu Ekber, diyeceksin ve bunlaıVdan her biri otuzüç ola­caktır.»

Mütercim;

Sünnet ohs^n ve en faziletli kabul ediIen'.A teşbihlerin otuzüçer olmasıdır. Teşbihlerin sayısı bundan çok olunsa^ aynı sevabın mey­dana gelmesinde ihtilâf varsa da, güvenilir olam ayni sevabın elde edilmesidir. Bir ,de teşbihler noksan yapılırsa, ontVi göre de sevab da eksilir; çünkü bazı hadisi şeriflerde teşbihlerin \onar kere söylen­mesi vardır. Halita bir kere, birer kere söylefomefenin de varid ol­duğunu Şerkavİ Şerhinde yazmaktadır.          

 

271- Muğîre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir!

«İbadete s layık olan ancak yüce AHah'dır. Ortağı 3 foktur. Mülk O'nundur. t £amd O'na mahsustur ve O, her şeye kadîrd ir tgûcü ye­tendir). Allah'ım! Senin verdiğini kimse engelleyemez.. Senin en­gellediğini 'kimse, veremez. Sana karşı varlıklı kişiye v arlık fayda vermez.»

 

272- Zeyd bin Halid El-Cühenî (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

Hudeybiye gazasında, yağmurlu bir gecenin sabahında. Pey­gamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«Rabbiniz ne buyurdu bilir misiniz?» Ashabı kiram, Allah ve Besûlü bilir, dediler. Sonra Hazreti Peygamber devam etti:

«Allah buyurdu ki: Kullarımdan kimi mümin ve kimi de kâfir olarak sabahladı. Allah'ın lütfü ve rahmeti sayesinde yağmur yağ­dı diyen bana imam etmiş, yıldız iddiasını tanımamış; amma, şu veya bu yıldızın tesiriyle yağmur yağdı diyen, beni tanımamış yıl­dıza veya yıldızlara iman etmiştir.»

Mütercim ;                                                                                ,

Yağmurun yağmasında ve yağdırılmasında asıl müessir olan ve her hadiseyi yaratan Allah Tealâ Hazretleridir. Eğer böyle bir inanç taşınmaz da aksine olarak yıldızlar veya diğer hadiseler asıl sebep ve bir yaratıcı kabul edilirse bu küfürdür. Böyle bir inançta bulunan kimse de kâfir olur. Fakat bunları Allah Tealâ'nm bir va­sıta ve zahiri sebep kıldığına iman etmek zarar vermez.

 

273- Ukbe (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, bir gün ikindi namazını kılıp selâm verdi ve acele ile. kalkarak saadethane-lerine girip çıktı ve şöyle buyurdu:

«Yanımızda kalan bir miktar külçe altını hatırladım. Beni bağ­lamasından hoşlanmadığım için taksim edilmesi bana emredildi.»

Mütercim:

Altın, Peygamberi Zişân Efendimizin hücre-i saadetlerinde istih­kak sahiplerine dağıtılmak üzere bulunuyor ve bunun muhafazasiyle fikirleri meşgul oluyordu. Namazda hayırlı işlerden herhangi bir şeyi düşünmek ve hatırlamanın namazı bozmadığı hükmü bu hadîs-i şe­riften çıkarılmaktadır.

 

274- Cabir  (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Bu bitkiden  (sarımsaktan)  yiyen kimse, mescidlerimizde    (bu lunarak) içimizi bulandırmasın.»

 

275- Cabir (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Kim sarımsak yahut soğan yerse bizden uzak dursun,-yahut mescidlerimizden uzak dursun ve evinde otursun.» Peygamber Sal-lallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine bir gün sarımsaklı yemek çı­karıldı. Kendileri yemediler. Beraberinde bulunan Ebû Eyyub El-Enserî ve daha başkaları da o yemekten yemediler. Bunun üzerine Hazreti Peygamber, «yemeği getirin» dedikten sonra Hazreti Ebû Eyyûb'e şöyle buyurdu: «Sen ye! Senin başbaşa verip konuşmadı­ğın kişi (Cibril Aleyhisselâm) ile ben başbaşa verip konuşuyorum.»

 

276- Ebû Saîd (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Cuma günü yıkanmak her mükellef kişiye vâcibdir.»

Mütercim :

Cuma günü yıkanmanın vacib kadar önem taşıdığına işaret sa­yılmaktadır. Birkaç hadîsi şeriften sonra bu mevzu üzerinde tafsilat gelecektir.

 

277- îbni Ömer (R.A.)’den rivayet edilmiştir!

«Kadınlarınız  geceleyin mescide gitmek için sizden izin ister­lerse veriniz.»  Bir rivayette ise,  «mescidlere...»  denmektedir.

Mütercim:

Fitne ve fesad korkusu yoksa haşıımlannızı cemaatla namaz­dan engellemeyiniz, demektir. İmam Azam Hazretlerine göre, ihti­yar kadınlar, yatsı ve sabah namazlarına çıkabilirler. İmam Ebû Yusuf ise, ihtiyar kadınların gece ve gündüz her namaza katılma­larında beis yoktur, diyor. Şafiî mezhebinde de durum böyledir. An­cak gösterişli elbiselerle değil, adi elbiselerle çıkmalıdırlar. Genç kadınlar için yine haram olmayıp tenzihen mekruhtur. Çünkü onların camiden ve cemaatten aîıkonmalarına dair ne kavli ve ne de fi'lî hiç bir hadisi şerif olmayıp yalnız. Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) validemizin şu sözü rivayet edilmiştir: Eğer Resûli Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, zamane kadınlarının icad ettikleri şey­leri göreydi, onları cami ve nıescidlerden uzaklaştırırdı. Halbuki yalnız Hazreti Aişe'ye ait bu sözle bütün kadınlar hakkında yasak hükmünü çıkararak onları cami ve mescidlerden alıkoymanın meş­ruiyeti sabit olmaz. Çünkü Hazreti Aişe hanımların engellenmesini vücudu olmayan bir şartla bağlamıştır, ki, o şart da, eğer şimdiki hanımları Resûlüllah göreydi, sözüdür. Şerkavî şerhinde böyle ifade edilmektedir.[15]

 

CUMA    BAHSÎ

 

278- Ebû Hüreyre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Biz sonuncular ve fakat kıyamet gününde başta gelenleriz. Ne var ki, onlara (Yahudilerle hıristiyanlara) bizden önce kitap (Tevrat ve İncil) verildi.  Sonra Allah Tealâ tarafından kendilerine farz kılman günleri bugündür (Cuma günüdür). Fakat onlar, bugün hakkında ihtilâfa düştüler ve C onabı Hak da bu Cuma gününü bize nasip etti. Böylece milletler gün konusunda bizden sonra gelmekte­dir. Yahudiler yarm, Hıristiyanlar da öbürgün.»

Mütercim ;

Yahudiler, kendi içtihatları ile Cumartesi gününü seçtiler. Sebebi de, Cenabı Hak, göklerle yeri pazar gününden başlayıp Cuma günü tamamlayarak altı günde yarattı. Cumartesi günü hiç bir şey yarat­madı.. Bu itibarla Cumartesi gününü kendileri için bir istirahat günü

seçtiler.

Hıristiyanlar ise,  Cenabı Hak pazar günü kâinatı  yaratmağa

başladığı için, o günü mübarek bir gün kabul ettiler ve bu günü ibadet için ayırdılar.

Bize gelince: Bizim içtihat ve ihtiyarımız olmayarak Cenabı Hak şu ayeti kerime ile bizi Cuma gününe ve Cuma namazına irşad bu­yurdu, mealen:

«Ey îman edenler! Cuma günü namaz için ezan okunduğu za­man hemen Allah'ın zikrine (namaza) koşun ve aHş-verişi bırakın (Cuma sûresi: ayet 9).

 

279- Ebû Saîd (R.A.)'den rivayet edilmiştir: «Cuma günü yıkanmak, bülüğa eren herkese yacipdir. Aynı za­manda misvâklanması ve eğer bulursa güzel koku sürünmesi de...»

Mütercim :

Burada «vacib» tabiri, bütün bedeni temizlemenin önemine bi­naen tekid için gelmiştir. Yahud cuma günü yıkanmak, temizlik ve güzel ahlâk yönünden vacib derecesindedir. Üç mezhebe göre, cu­ma günü yıkanmak mükked sünnettir. Zahirî ve Hanbelî mezheb-lerinin görüşlerinden birine göre vacibdir. Şayet bu yıkanma cuma namazından sonra yapılırsa, sünnet yerini tutmaz; çünkü cuma na­mazının hakkıdır. Fakat Hanefî ve Şafiî fnezheblerine göre, fecii doğduktan sonra cuma vaktına k&dar caizdir. Faziletli olan, cuma namazına yakın yıkanmaktır; hatta yıkandıktan sonra abdest bozu­lursa tekrar yıkanmak lâzımdır. Bir de cuma günü misvak kullan­mak ve bulunabildiği takdirde güzeİ koku   sürünmek,    gereklidir.

 

280- Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştir: «Her kim ki, cuma günü cünüplükten gusleder gibi yıkandık­tan sonra erkence cuma namazına giderse, bir deve kurban eden derecesinde sevap alır. İkinci saatte giden bir sığır kurban etmiş gibidir. Üçüncü saatte giden boynuzlu bir koç kurban etmiş gibi­dir. Dördüncü saatte giden bir horoz tasadduk etmiş gibidir. Beşinci saatte giden de bir yumurta sadaka vermiş gibi sevab kazanır. Artık imam minbere çıktığı zaman, melekler hutbeyi dinlemek için hazır bulunurlar.» (Sonra gelenler için sevab yazmazlar, yalnız Cuma na­mazını kılma sevabını yazarlar. Hadis-i şerifte varit olan «saat» keli­mesinden kasıt, elbette ki altmış dakikalık zaman parçası değildir. Kısa zaman fasılaları kasdedildiği muhakkaktır. İmam Mâlik'e gö­re, zevalden sonraki zaman*parçalandır. Fakat bu görüş. Cumhur tarafından benimsenmemiştir. Cumhur-i ulemaya göre, Cumaya gidiş, gündüzün ilk saatlerinden başlar.)

Cuına namazına kuşluk vaktinde erkence gitmek için cemaat için faziletli ise de, imam ve hatib için Cuma namazına geç vakitte camiye gitmek daha faziletlidir; çünkü Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Cuma günü tam namaz vaktinde camiyi teşrif ederlerdi. Ondan sonra da dört halife böyle yaparlardı.

 

281- Selman Farisî IR.A.)'den rivayet edilmiştir: «Her kim Cuma günü yıkanıp elinden gelen temizliği yaparak temizlenir, esansından sürünür veya evinin güzel kokusundan sürü­nür, sonra çıkar (ak mescide gelir), yan yana duranları ayırmaz, sonra nasibi olduğu kadar namaz kılar, sonra imam hutbeye başla­dığı zaman susup dinlerse iki Cuma arasındaki (küçük) günahları behemehal bağışlanır.

Mütercim:

Cumanın sünnetleri: Yıkanmak, camiye erken gitmek, misvak kullanmak, pâk ve temiz elbise giymek, güzel koku sürünmek, tır­nak kesmek, koltukaltı ve ut yerlerinin tıraşını yapmak;

 

282- Hazreti Ömer'den rivayet edilmiştir:

Cami kapısında, halis ipekten yapılmış SİYERA diye isimlen­dirilen kıymetli bir hırkanın satılmakta olduğunu gören Hazreti Ömer Radıyallallahu Anh:

— Ey Allah'ın Resulü! Bayramlarda Cuma günlerinde ve bazı heyetlerin ziyaretinize gelişinde bu elbiseyi giymek için satın al­sanız olmaz mı? dedi. Buna cevaben Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«— Bunu  (böyle bir elbiseyi)  ancak ahirette    nasibi olmayan giyer.

Bir zaman sonra Resulü Ekrem Hazretlerine bu cinsten göste­rişli ve ipekli elbiseler geldi. Bunlardan bir tanesini Hazreti Pey­gamber, Hazreti Ömer'e verdi. Hazreti Ömer:

«— Ya Resûlallah, siz bana bu elbiseyi verdiniz; halbuki daha önce bu gibi elbisenin giyilmemesi hakkında bizi uyarmıştınız, de­di. Cevaben şöyle buyurdular:

«Onu, giyesin diye sana vermedim.» (Ya satması için, ya da ha­nımlara vermesi için verildiği anlaşılıyor.)

Mütercim:                                             ,

Cuma ve bayramlar için ipekli ve gösterişli olmıyan sade ve te­miz iyi bir elbise giymek, güzel sarık sarmak müstehabdır.

 

283- Ebu Hüreyre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Ümmetime güçlük getirmemiş olsaydım, her namazla beraber misvak kullanmalarını onlara emrederdim, (misvak kullanmayı va-cib kılardım).» Yoksa her namaz ve abdestin önünde misvak kullan­manın mustahab olduğunda ittifak vardır. Özellikle Cuma namazı için daha fazla önem taşımaktadır.

 

284- Enes (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Misvakı size sık sık söyledim.» (Tergib ve teşvik için defalarca söylendiği beyan buyuruluyor.)

 

285- îbni Ömer (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Hepiniz çoban ve hepiniz sürüsünden sorumludur, (idare et­tiklerinizin hesabını ahirette vereceksiniz): Devlet reisi çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın da kocasının evinin çobanıdır  ve    sürüsünden

(kocasının malını korumaktan, çocuklarını İslâm terbiyesi üzere yetiş­tirmekten, ırz ve namusunu korumaktan) sorumludur.

 

286- Ebû Hüreyfe (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Biz sonuncular ve fakat ahirette başta gelenleriz. Onlara biz­den Önce kitab verildi, bize ise onlardan sonra, tşte onların ihtilaf ettikleri gün bu Cuma günüdür. Allah bu günü bize nasip etti. Ya­rın Yahudilerin ve öbür gün de Hıristiyanlanndır. Her müslümanm, her hafta yıkanması, başını ve bedenini yıkayacağı bir günü olması şarttır,»

 

287- Hazreti Aişe'den rivayet edilmiştir:

«Bu gününüz (Cuma) için temizlenmiş olmalıydınız.»

Mütercim:

Medine'ye yakın Avali yönünden toz-toprak içinde cuma namazı­na gelenlere hitaben buyurulmuştur.

 

288- Hazreti Aişe'den rivayet edilmiştir: Yıkanmalıydınız.»

289- Ebû Abs (R.A.) 'den rivayet edilmiştir: Allah yolunda  ayakları tozlanan kimsenin    vücudunu Allah cehenneme haram kılmıştır.»

Mütercim

Cihad, hac, Cuma ve cemaat gibi Allah rızasına uygun işlerde ayaklan tozlanan kimsenin bütün vücudu cehenneme haram olup cennete lâyık görülmüştür.

 

290- Muaviye tR.A.)'den rivayet edilmiştir:

Resûlüilah Saliallahu Aleyhi ve Sellem Cuma günü minbere çı­kıp oturdular. Müezzin, ALLAHÜ EKBER, deyince Resûlüilah Salial­lahu Aleyhi ve Sellem .Hazretleri de «Allahü Ekber. Allahü Ekber» dedi. Sonra müezzin. EŞHEDÜ EN LÂ İLAHE İLLALLAH, deyince Peygamber: «Ben de (şehadet ederim) * buyurdu. Müezzin, EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN RESULÛLÜLLAH, deyince, Hazreti Pey­gamber, «Ben de (şehadet ederim)» buyurdu.

Mütercim:

Hazreti Peygamberin «Ben de,» sözleri île iktifa etmeleri, Pey­gamberliğine ait özelliklerden olabilir. Bizlerin şehadet kelimesini, müezzinin okuduğu gibi tam olarak söylememiz gerekir. Sünnet olan budur. (Yalnız «Ben de şehadet ederim» sözü bizim için kâfi değildir. Şerkavî şerhinde böyle yazılmıştır. Hanefî mezhebinde, Cu­ma günü imam minberde iken okunan ezana mukabele edilmemesi, çünkü başka bir hadisi şerife, göre, burada susup dinlemek gerektiği belirtilmiştir. (Dürrü Muhtara bakılsın).

 

291- Sehl (R.A.) den rivayet edilmiştir:

Peygamber Saliallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, kölesi ma­rangoz olan bir kadına şöyle buyurdu: «Marangoz kölene emir ver, cemaate hutbe vereceğim zaman çıkıp üzerinde oturacağım birkaç basamak (minber) yapsın bana.» Bu emir üzerine kadın da kölesine bir minber yaptırdı ve mescidi şerife getirilip yerine kondu. Hutbe bunun üzerinde okunurdu. Bir defasında Peygamber Saliallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, bu minberi şerifin alt basamağında du­rarak namaza başladı ve rükûu da burada yaptıktan sonra inip yer­de secde etti. Namazdan sonra şöyle buyurdu:

«Ey Müslümanlar! Bunu, sadece bana uymanız ve namazımı bilmeniz için yaptım.» (İmamın namazdaki hareketlerinin mukte-diler tarafından görülüp bilinmesi için imamın yüksekçe bir yerde olmasının müstahap olduğu anlaşılıyor. Mihrapların yüksek oluşu buradan gelmektedir.

Mütercim

Hazreti Peygamber efendimizin devrinde yapılan ilk minber iş­te bu minberdir. Minber, mim harfinin kesriyle, yükseğe çıkmağa yarayan alet demektir. Menber olursa, yüksek olan yer manasına gelir. Birinci mânada ismi alet, ikinci mânada ismi mekândır. Mazi ve müzarisi, Nebere - Yenbiru dur, Darebe - Yedribu gibi. Bu min­ber yapılmazdan önce, bir hurma ağacının gövdesine dayanarak hut­be okurdu. Yeni Minberin yapılmasıyla bu ağacın, yavrusunu kay­beden deve yahut annesini kaybeden çocuk gibi inlediğini bütün as­habı kiram işittiler. Sonra Resûîüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri adı geçen bu ağaç gövdesini mübarek eliyle okşadı ve böylece ağaç sükûnet buldu. Bir rivayete göre, bu hurma gövdesi minberi saadetin altına gömüldü.

 

292- Amr bin Tağlib (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

Şîmdi vallahi ben, bazan bir adama veriyor, bir adamı da na­sipsiz bırakıyorum. Oysa nasipsiz birakdığım adam, (kendisine mal ve menâl) verdiğim adamdan bana daha sevgilidir. Ne var ki, bazı kişilere, içlerinde sızlanma ve sabırsızlık gördüğüm için vermekte­yim. Bazılarını da, Allah tarafından kalblerine verilen hayır ve zen­ginliğe bırakıyorum. Amr bin Tağlib de bunlardandır. Bunun üze­rine Amr ibni Tağlib:

— Vallahi, Resûîüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu mü­barek sözü yerine, bana bir deve sürüsü verilseydi makbule gemezdi, dedi.

 

293- İbni Abbas (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

Resûîüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, mübarek hayatının son hutbesinde şöyle buyurdu:

«Ey Müslümanlar! Yakınıma geliniz. îmdi, Ensar'dan oluşan şu mahalle halkı azalacak ve başkaları çoğalacaktır. Her kim, Muham-med Sallallahu Aleyhi ve Sellem ümmetinin bir yetkili makamına getirilir de kimine zarar ve kimine yarar sağlamaya gücü yeter­se, Ensar'm iyisiyle ilgilensin, kötüsünü de, vali olupta bir kimseye zarar ve menfaat yapmaya gücü yeterse, o vali olan kimse, bağışla­sın.

 

294- Cabir (R.A.) 'den rivayet edilmiştir!

Resûîüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Cuma .günü hutbe okunurken bir adam camiye girdi ve oturdu. Hazreti Peygam­ber ona hitaben şöyle buyurdu: «Ey filân, namaz kıldın mı?» O adanı da: Hayır, dedi. Hazreti Peygamber: «Kalk, namaz kıl» buyurdu.

Mütercim:

Bu hadisi şerif, İmanı Şafiî ve İmam Hanbeli Hazretlerinin de­lili olup, hutbe esnasında camiye giren kimse iki rekât namaz kı­lar, diyorlar. Hanefi ve Maliki'ye göre, namaz kılmaz, oturup hut­beyi dinler. Çünkü hutbe esnasında konuşmak ve başka şeyle meş­gul olmaktan men edilmiştir.

 

295- Ebu Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştir.

«Cuma günü hatip hutbe okurken, sen arkadaşına (sus) bile de­sen, boş laf etmiş olursun.»

 

296- Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Cuma'da bir vakit vardır. Müslüman kul, namaz kılmakta ve Allah'dan herhangi bir dilekte bulunmakta iken o saate denk gelirse, şüphesiz, Allah Tealâ, ona dilediğini verir.»

Peygamber, bu vaktin çok kısa olduğunu mübarek serçe par­mağının ucu ile işaret ederek gösterdi.

Mütercim :

Cuma günü içinde serçe parmağının ufacık ucu kadar kısa bir müddet vardır ki, o saat (vakit) içinde dua makbul olur.[16]

 

KORKU NAMAZI BAHSİ

 

297- îbni Ömer (R.A.l'den rivayet edilmiştir:

«Saflar karıştığında (taarruz safhasında) namazlar ayakta kı­lınsın. Eğer taarruzun daha ileri bir aşamasında ise namazlarını ayakta veya hayvanların sırtında (imâ ile)  kılsınlar.»

Mütercim:

Bu hadisi şerif, İmam Şafiî Hazretlerinin delili olup bilfiil düş­manla savaşırken hatta süngü süngüye gelinse bile, ayakta yahud hayvan üstünde hem düşmanla savaşırlar, hemde baş ve göz ha­reketleri ile   (imâ  ile)  namazlarını  kılarlar. Bu  durumda  kıbleye yönelmek gerekmez. Hanefî mezhebine göre, savaş halinde düş­manla bilfiil karşılaşan veya süngü süngüye gelen müslümanlar namazlarını geciktirirler ve sonra kaza ederler. Buna delil de 203. hadîs-i şerifte geçen Hendek savaşındaki olaydır. Bir de /ce­maatla korku namazı kılınması vardır. O da bilfiil savaşmayarak düşman karşısında mevzilenmeleri halindedir. Yahut düşmanla yer yer temasların vuku bulduğu durumlardadır. Yoksa savaş kı­zıştığı zaman cemaatla namaz olmadığına ittifak edilmiştir:

 

298- Îbni Ömsr (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Hendek sava­şından Medîneye dönüşte ashabı kiram silâhlarını henüz çıkarmış­larken Allah'dan gelen vahy üzerine şöyle buyurdular:

«Hiç kimse, Beni Kurayza'ya varmadan ikindi namazını kılma­sın.»

Mütercim:

Hendek (Ahzab) savaşından henüz Medine'ye dönüp de ashabı kiram silâhlarını, bıraktıkları bir anda, daha önce Hendek sava­şında düşmanlarla birleşip müslümanlar aleyhinde çalışan yahudi kabilesi Benî Kurayza'ya karşı hücuma geçilmesine dair Allah'dan vahy gelmişti. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem, derhal Benî Kurayza'ya karşı askerî harekâta geçilmesini bu­yurmuş ve yukarıdaki emrini vermişlerdi. Ashabdan bir kısmı, bu hadis-i şeriften, acele edilmesi mânasını anlayıp, vakti girmiş ikin­di namazım hemen kılarak çıktılar. Bir kısmı da, ikindi namazının ancak Benî Kurayza'da kılınabileceği manasını anlayarak kılma­dan çıktı. Sonra durum Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e arz edildi. Her iki içtihadı da tasvip buyurdular. Çünkü nassın her iki mânaya da ihtimali vardı. Sonra Kurayza Oğullarına varılıp on-larm hakkından gelindi ve bir kısmı da sürgün edildi.[17]

 

RAMAZAN VE KURBAN BAYRAMI BAHSİ

 

299- Hazreti Aişe'den rivayet edilmiştir:

Hazreti Aişe der ki, bir'bayram günü idi. Henüz bulûğ çağma ermemiş iki kızcağız, yanımda def çalıp evvelce Medine'de Evs ve Hazreç kabileleri arasında meydana gelen ve Evs kabilesinin zaferi ile sonuçlanan BUAS vak'asını anlatan şarkıyı söylerken tîazreti Peygamber gelip döşeğine yaslandı ve mübarek yüzünü duvardan yana çevirdi. Bu arada, babam Ebu Bekir geldi, içeri girer girmez beni azarlamaya başladı. Peygamberin yanında şeytanın sesi (çal­gı sesi) olur mu? deyince, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Seilem Hazretleri, babama dönerek, «Dokunma onlara!» diye buyurdu. Her milletin Bayram günleri var. Bugün de bizim bayramımızdır. Varsın­lar, böyle sevinç gösterileri yapsınlar? Sonra bu kızlara göz ettim, çıktılar.

Bu hadîsi şerife ilâve olarak Hazreti Aişe diğer bir olayı şöyle anlatır: Yine o bayram günü, Sudanlı birkaç kişi, Sudan savaş oyun­ları gösterisi yapıyorlardı. Südan'lılar bu silâh oyunlarını yaparken ya ben, seyretmem için müsaade istedim, yahud Peygamber Sal­lallahu Aleyhi ve Seilem Hazretleri bana:

«(Ya Aişe, Sudanlıların kalkan oyununu) seyretmek ister mi­sin?» buyurdu. Ben de bakmak isterim, dedim. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Seilem'in arkasında durdum. Yanağımı Haz­reti Peygamberin mübarek yanağına yaslayarak bir müddet sey­rettik. Hazreti Peygamber Sudanlı oyunculara hitaben «Bereketli Nil'in çocukları, devam edin!» buyurdu.

Nihayet yoruldum ve usandım. Hazreti Peygamber bana:

«— Yeter mi?» buyurdu. Ben de: — Evet, ya Resûlallah, artıfe yeter, dedim. Hazreti Peygamber de bana:

«Öyle ise git» buyurdu.

Mütercim:

Bayram günlerinde ve düğün cemiyetlerinde, savaşa teşvik et­melerde ve misafir gelişinde def çalmanın meşru olduğu bu hadîs-i şerifle sabittir. «Düğünleri def çalarak duyurunuz» mealindeki ha­dîsi şerif de bunu teyid etmektedir.

 

300- Berâ bin Azib (R.AJ 'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Seilem Hazretleri Kurban Bay­ramı hutbesinde şöyle buyurdular:

«Bu günümüzde yapacağımız ilk iş bayram namazını kılma mızdu*. Sonra döner ve kurbanlarımızı keseriz. Kim bunu yaparsa sünnetimizi aynen icra etmiş olur.»

 

301- Bera (R.A.l'dan rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Seilem Hazretleri Kurban bay­ramı hutbesinde şöyle buyurmuştur:

«Kıldığımız namazı kılan ve kestiğimiz kurbanı kesenler, dini vecibeyi aynen icra etmiş olurlar. Kurbanını bayram namazından Önce kesenler ise, namazdan önce olduğu için kurban sayılmaz.» Ebu Bürde bin Niyar, Ya Resûlallah, ben bu meseleyi daha önce bilmediğimden görüşüme dayanarak, herkesten önce kurbanımı kesip daha çok sevap kazanayım, diye, namazdan önce kurbanımı kestim ve etinden de biraz yiyerek namaza geldim. Şimdi ne ya­payım? dedi. Buna cevaben Hazreti Peygamber:

«Senin koyunun (kurbanlık değil) etliktir!» buyurdular. Tekrar Ebû Bürde sordu: Ya ReGûlallah, bizde yılını doldurmamış bir oğlak var ki, bence iki koyundan' daha kıymetlidir; bunu kesersem kur­ban yerine geçer mi? Hazreti Peygamber:

«Evet, ancak (yaşını doldurmamış oğlak) senden sonra hiç kim­seden kurban yerine geçmez» buyurdular.

Mütercim

Bu hadisi şerif, İmam Şafii Hazretlerinin delili olup kurban olacak hayvan koyun cinsi ise tam bir yaşında, keçi cinsi ise iki yaşında olmalıdır, demiştir. İmam Azam'a göre bir yaşındaki ko­yundan fark edilmeyecek şekilde semiz olan en az altı aylık bir kuzu  dlbili kurban edilebilir.

 

302- İbni Abbas (R.A.ldan rivayet edilmiştir:

Zilhicce'nin şu on günündeki amelden daha üstün amel yok­tur.» Ashabı kiram, ya Resûlallah, cihad da mı değil? diye sordu­lar. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem: «Cihad da değildir. An­cak canını ve malını feda ederek çıkıp,    hiçbirini geri çevirmeyen

(ikisini de Allah yoluna veren) kişi müstesna» buyurdular. Yani malını ve canını Allah yolunda feda eden mücahidin ameli, Zülhicee ayının şu on günündeki amelden daha faziletlidir.

 

303- Hazreti Aişe'den rivayet edilmiştir:

Birtakım Südaiı'hlar, Mescidi şerifin önünde bayram günü kı­lıç ve kalkan oyunları yaparlarken Hazreti Ömer'e şöyle buyurdu:

«Bereketli Nil'in çocuklarını (Südan'lıları) güven içinde bırak!» Başka bir rivayette; «Her milletin bîr bayramı var. Bugün de bizim bayramımızdır» buyurduğu da belirtilmiştir.

Mütercim:

Erfide, rifde'nin çoğul şekli olup bahşiş ve aynı zamanda bolluk mânasında kullanılmaktadır. Nitekim suyu bol olduğu için Dicle ve Fırat nehirlerine, râfidan denmiştir. Hadiste geçen Sudanlılara er-fîdenin çocukları denmesi, ya bahşiş topladıklarından veya bereketli Nil nehrine mensup olduklarından ileri gelmektedir.[18]

 

VİTÎR BAHSÎ

304- İbni Ömer (R.A.) den rivyet edilmiştir:

«Gece namazları ikişer ikişer rekâttır. Herhangi biriniz sabah vaktinin girmesinden korkarsa (gece namazlarının sonuna bırak­tığı vitri) tek rekât olarak kılar Bu bir rekât, kıldığı namazların vitri olur.»

Mütercim:

Gece teheccüt namazı   kılmayı adet edinen,   kimse, gece   yarı­sından sonra kalkıp teheccüd  namazını  ikişer ikişer  rekât  kılar. Sonra vitir  namazını kılar.  Amma vitir namazı tek rekât mıdır, yoksa vitir namazı gibi üç rekât mıdır? Bu hususta diğer mezhep imamları, hadisi şerifin zahirini esas kabul ederek, vitir namazı en sonra ayrıca bir rekât kılınır, diyorlar. İmam Azam'a göre bir re­kât namaz caiz değildir. Vitir namazı, akşam   namazı" gibi üç rekât olarak kılınır. İmam Şefiî   Hazretlerine göre,   vitir namazı   akşam namazı gibi üç rekât olarak caiz ise de, daha faziletli olan, iki selâm­la üç rekât kılınmasıdır. Şafii fıkıh alimlerinden îmâdî Hazretleri, evlâ olan, bir arada üç rekâttır, demiştir/Bu görüş, İmam, Azam'm görüşünü aynen kabul değilse de destekleyici mahiyettedir.

 

305- İbni Ömer (R.A.)den   rivayet edilmiştir: «Gece namazınızın sonunu vitir (tek)  yapınız.»

Mütercim:

Yukardaki hadisi şerifte geçtiği gibi, bu hüküm devamlı olarak gece namazına kalkmayı adet edinen ashaba göredir. Yoksa, sünnet olan; yatmazdan önce, yatsı namazından sonra hemen vitir namazını kılmaktır. Sonra isterse kalkar, yine teheccüd namazlarını kılar. Ar­tık vitir namazının iadesi veya tek bir rekât kılınması gerekmez.[19]

 

YAĞMUR DUASI BAHSİ

 

306- Abdullah   (B-AJ'den rivayet edilmiştir:

«Allahım! Yusuf'un yedi (kıtlık) yjli gibi yedi yıl ver (bu müş­riklere, belki açlık onları terbiye eder).»

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Mekke'nin azılı müş­riklerinin, belki yola gelmelerine vesile olur diye, Hazreti Yusuf za­manında Mısır halkının uğratıldığı ve tam yedi yıl devam eden kitlık ve açlığa kendilerinin de uğratılmalarına dua etti. Gerçekten bir yıl içinde Mekke'ye bir damla yağmur düşmedi. Bundan dolayı fena halde bir kıtlık oldu. Öyle ki, Mekke halkı leş yemeğe başladı. Yer ve göğü duman kapladı. Sonra biraz insafa geldiler de, Mekke halkı tarafından, Mekke reisi Ebû Süfyan seçilip Medine'ye gönde­rildi. Hazreti Peygamberin huzuruna varıp.- Ya. Muhammed, sen Allah'a ibadetli ve yakınlara iyilik etmeyi emredersin; halbuki se­nin yakın akraban olan kavmin Mekke'de kıtlık ve açlıktan helak oldular. Rica ediyoruz, .onlar için Allah Tealâ'dan yağmur isteyiniz, dua ediniz. Bu felâketten kurtulsunlar. Sonra biz de bu sebeple sana (man ederiz, dedi. Sonra Peygamber efendimiz dua buyurdu. Kıt-ftk ve pahalılık gitti, bolluk ve ferahlık geldi. Ne var ki, Mekke'liler yine iman etmediler. Bu kıtlık ve perişanlıklarına işaret olarak ev­velce: «O halde (ey resulüm) semanın aşikâre bir duman (açlık ve kıtlık) getireceği günü (a,zabı) bekle» mealindeki ayeti kerime na­zil olmuştu. (Duhan sûresi. Ayet 10)

Mütercim:

İhtiyaç zamanında yağmur duası için namaz meşrudur. Tıpkı cuma namazı gibi cemaatla iki rekât kılınır. Sonra bayram nama­zında olduğu gibi hutbe okunur ve dua edilir. Fakat minberde ol­mayıp yerde okunması müstahabdır. Bu, imameyn'in görüşüdür. İmam Azam'a göre, ayrı ayrı kılınır, cemaatla .kılınmaz. Zamanımız­da iki imamın, kavline göre hareket edilmektedir. Diğer üç mezheb imamlarına göre de hüküm böyledir.

 

307- Enes (R.A.)*den rivayet edilmiştin-

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri bir cuma gü­nü minbere çıkıp hutbe okurken taşra halkından biri mescidin kapı girdi.  Hazreti  peygamberin  karşısında ayakta  durup  nT^sûlü; Kıtlıktan- ve kuralıktan hayvanlarımız helak ol­ ^h Tealâ'ya dua ediniz de bize yağmur ihsan buyursun   di-yLf dÎeMeTXndu. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Haz­retleri mübarek ellerini göğe doğru kaldırarak:

SlShımt Bize yağmur ver, Allahıml Bize yağmur ver, AUahıml Bize CaS ver./d^e duada bulundular. Hazreti Peygamberin duas! Se bulutlar gözüktü, semayı kapladı. Hemen ardından vağmur yamaya baladı. Yedi gün devamlı yağdı. Ertesi cuma. gu-

Hazretleri, mübarek ellerini kaldırarak:

«Uzak çevrelerimize yağsın, üstümüze yağmasın! Allahım! te­pelere, dağlara, yüksek yerlere, vadilerin içlerine ve mer'alara yağ­dır.» diye dua  buyurdu. Duadan biraz sonra yağmur kesildi.

 

308- Enes (R.A:) 'den rivayet edilmiştir-.

«Allahım bizi (kuraklıktan) kurtar. Allahım! bizi (kuraklıktan) kurtar. Allahım! bizi (kuraklıktan) kurtar.

 

309-   Hazreti Aişe'den rivayet edilmiştin

Peygamber SallallahuAleyhi ve Sellem HazretleriV^mur ya­ğarken: .Analum! (canımız ve malımız için) yararlı isabet Megm olsun» diye dua ettiler.

 

310- İbni Abbas (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

Saba rüzgân, bana zafer getirdi. Ad kavminin helaki da debûr

(batıdan esen rüzgâr) ile olmuştur.»

Mütercim :

Badi Saba (saba rüzgârı, kuzey doğudan esen yeldir. Bazı kim­selere göre, seher vaktinde' esen yeldir. Hendek savaşında düşman­ları perişan eden rüzgâr bu Saba rüzgârıdır. Debûr (bora) ise, bu­nun aksine olarak batı tarafından esen rüzgârdır. Ad kavminin he­lak edilişi" bu rüzgârla olmuştur.

 

311- İbni Ömer (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

AlIahım! Şam'ımızı ve Yemen'imİzi bize mübarek, kıl,» diye Hazreti Peygamber dua, edince ashabı kiram: Necid'imîzi de..., dedi­ler. Hazreti Peygamber:         ,

Ali ah im! Şam'ımızı ve Yemen'imİzi bize mübarek kıl I» Ashab, tekrar dilekte bulunarak: Necidi'nıizi de..., dediler. Peygamber Sal-ı lallahu Aleyhi ye Sellem hazretleri şöyle buyurdular:

«Orada (Necid ve Irak bölgesinde) sarsıntılar ve fitneler (isyan ve ihtilâller) olacak ve şeytanın boynuzu da orada çıkacaktır.»

Mütercim:

Nitekim bu bölge, İslâm tarihinde en kanlı ve en ağır olaylara sahne olmuştur.

 

312- İbni Ömer (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Gaybın anahtarları beştir.- bu beş şeyi ancak Allah bilir: Yarın olacak şeyi kimse bilemez. Anaların rahimlerinde olacak şeyi kimse bilemez. Hiç kilise,, yarın ne kazanacağım bilemez. Hiç kimse hangi yerde öleceğini bilemez. Kimse yağmurun ne zaman geleceğim bile-

Mütercim ;

Bu beş hâdiseyi ayrıntıları ile ve gerçek yönleri ile Allah'dan baş­kası bilemez. Ancak bazı alâmet ve belirtiler meydana . çıktıktan sonra, bir takım alât ve teçhizatla bunlardan bazıları hakkında bir takım tahmin ve tespitlerde bulunmak mümkün ise de, belirtiler ol­madan bunları keşfetmek ve ayrıntılarını bilmek mümkün değil, dir. Bir de bu beş şeyden, daha milyonlarca gaybi hâdiseler varsa da, bu beş şeyi tayin etmekteki hikmet, kâhinlerle müneccimlerin, bunları bildiklerini iddia etmeleridir. Şerkavi şerhinde böyle den­mektedir:[20]

 

GÜNEŞ  TUTULMASI BAHSİ

 

313- Ebû Bekre (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Güneş ve ay kesinlikle hiç kimsenin ölümü için tutulmazlar. Bunların tutulmalarını görürseniz, size vaki durum açılıncaya kadar namaz kılıp dua edin.» Bir rivayette de: «Lâkin bunların tutulmaları ile Allah Tealâ kullarını korkutur,» buyurulmuştur. Yani kullar, ay ve güneşin uğradığı değişikliklerden ibret alıp Allah'ın büyüklüğünü idrak etsinler ve Allah'dan korksunlar.

 

314- Muğîre  (R.AJ'den rivayet edilmiştir.

«Güneş ve ay kesinlikle hiç kimsenin ölümü veya hayatı için tutulmazlar. Fakat bu hali görünce namaz kılıp Allah'a dua edin

 

315- Hazreti Aişe'den rivayet edilmiştir:

«Güneş ve ay, Allah'ın ayetlerinden iki ayet (kudret eseri) dir. Bunlar, hiç kimsenin ölümünden veya hayatından dolayı tutulmaz­lar. Bu tutulma halini gördüğünüz zaman Allah'a dua ediniz, tek­bir getirin, namaz kılınız, fakirlere sadaka veriniz. Ey Muhammed ümmeti! Vallahi, hiç kimse, kölesinin zina etmesi veya cariyesinin zina etmesi karşısında Allah Tealâ Hazretlerinden daha kıskanç de­ğildir. Muhammed ümmeti! Vallahi, benim bildiklerimi bilseniz az güler ve çok ağlardınız.»

 

316- Hazreti Aişe (R.A.)"de rivayet edilmiştir:

«Güneş ve ay, Allah Tealâ Hazretlerinin ayetlerinden iki ayet­tir. Hiç kimsenin Ölümü veya hayatı için tutulmazlar. Tutulmalarını görürseniz, namaza başvurun ve «Cemaat namazına!» diye de çağ­rılsın.»

 

317- Hazreti Aişe  (R.A.l'den rivayet edilmiştir:

Hazreti Aişe validemiz, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellsm efendimize: İnsanlar ölünce mezarlarında azab görecekler mi? diye sorunca, Hazreti Peygamber:

«O kabir azabından Allah'a sığınırımU dediler. Sonra kabir aza bından Allah'a sığınmalarını ashabı kirama emrettiler.

 

318- îbni Abbas  (R.A.)'dan rivayet edilmiştir;

«Ben (güneş tutulması namazında, iken) cenneti gördüm ve bir salkıma elimi uzattım. Eğer devşirseydim dünya durdukça on­dan yerdiniz. Cehennem'i de gördüm. Bugünkü kadar korkunç man­zara hiç görmemişdim. Cehennemliklerin çoğunun kadınlar olduğu­nu gördüm» Ashabı kiram,

  Niçin, ya Resûlallah? diye sordular. Hazreti Peygamber:

  Nankörlüklerinden,  buyurdu En yakın adamına  nankörlük ederler. îyîliğe nankörlük ederler. Onlardan birine bütün bir ömür boyu iyilik etsen, sonra senden (hoşlanmadığı) birşey görse, senden hiç hayır görmedim, der.»

 

319- Ebü Musa (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

«Allah tarafından vukua gelen bu âyetler (güneş ve ay tutul­maları) , hiç kimsenin ölümü veya hayatı için değildir. Ancak Allah Tealâ Hazretleri bunlarla kullarını korkutur. Böyle bir hal gördü­ğünüz zaman Allah'a ibadete, duaya ve istiğfara başvurun.»

Mütercim:

Ay ve güneşin tutulmaları zamanında namaz kılmak ima ile meşrudur. Fakat Hanefî mezhebinde Cuma namazı gibi iki rekât olarak cemaatla kılınır. Yalnız zaman-ı sûre olarak Bakara sûresi gibi en uzun sûrelerden biri okunur. Diğer üç mezhebe göre, yine Cuma namazı gibi iki rekât ise de her rekât iki rüku ile eda edilir. Birinci rekâtın rükûundan baş kaldırılınca tekrar fatiha ve zammı sûre oku­nur ve ikinci rükûdan sonra secdeye varılır. İkinci rekât da aynı şe­kilde kılınır. Bu da, tutulma halinin açılmasına kadar namaz uzasın diye yapılır. Ancak, Cuma namazında olduğu gibi hiçbir mezhebde hutbe yoktur. Ezan ve ikamet dahi istemez. Ceznatı toplamak için «cemaatle namaza» diye davet yapılabilir.[21]

 

SEFERİ NAMAZ BAHS'l

 

320- Ebü.Hureyre   (R.A.)  den rivayet edilmiştir:

«Allah Tealâ'ya ve ahiret gününe iman eden bir kadının, yirmi-dört saat süren bir yolculuğa, beraberinde mahremi olmaksızın çık­ması caiz değildir.»

 

321- İmran (R.A.)  dan rivayet edilmiştir:

îmran bin Husayn, ey Allah'ın peygamberi, basurumdan dolayı rahat namaz kılamıyorum, ne yapayım?, diye sorunca Peygamber. Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«Ayakta kıl; gücün yetmezse oturarak ve gücün (buna da) yet­mezse yan üstü yatarak kıl.»

Mütercim:

Namazın terki veya vaktinden geciktirilmesi için hastalık sebep gösterilemez. İmam Azara Hazretlerine göre, yan üstü veya arka üs­tü yatarak, mümkün olduğu şekilde imâ (baş veya vücut işareti) ile namazları vaktinde kılmak gerektir. İmâ etmeye gücü yetmiyen has­tadan namaz düşer. Fakat İmam Şafiî'ye göre, göz veya kalb iması­na gücü yeten kimse, namazını kılar. Şerkavî   şerhinde bu şekilde yazılıdır.[22]

 

TEHECCÜD  (Namazı) BAHSİ

 

322- İbni Abbas  (R.A.) dan rivayet edilmiştin

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, gece tehec-cüd namazına kalktığı zaman şu duayı okurlardı:

«Allahım! Sana hamd olsun. Göklerin, yerin ve onlardaki var­lıkların kayyimi sensin. Hamd olsun sana. Göklerin, yerin ve bun­lardaki varlıkların mâlik ve sahibi sensin. Hamd olsun sana Gökle­rin ve yerin nurusun sen. Hamd olsun sana Göklerin ve yerin mutlak hakimisin sen. Hamd olsun sana. Sen haksin, vadin haktır, mülaka­tın haktır, sözün haktır, cennet haktır, cehennem haktır. Peygam­berler haktır, Muhammed haktır ve kıyamet haktır. Allahim! Yal­nız sana teslim oldum. Yalnız sana iman ettim. Yalnız sana bel bağ­ladım. Yalnız sana yöneldim. Yalnız sana davamı açtım. Yalnız senin hükmüne müracaat ettim. Takdim ettiklerimi, tehir ettiklerimi, gizli yaptıklarımı, aşikâr yaptıklarımı bana bağışla. Öne alan sensin. Geri bırakan sensin. Tanrı yalnız sensin. Senden başka Tanrı yoktur. Kudret ve kuvvet yalnız Allah iledir.»

 

323- İbni Ömer (R.A.) den rivayet edilmiştir.

Rüyamda cehennemi ve tanıdığım bazı kişileri, görüp cehennem-, den Allah'a sığındım. Bir melek bana, korkma, dedi. Sonra bu rüya­mı hemşirem Hafsa (Radıyallahu Anha) vasıtasiyle Peygamber Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine arz   ettirdim. Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu:

«Abdullah ne iyi insan! Keşke geceleri de namaz kılabilse.» Artık bu vak'adan sonra İbni Ömer, geceleri pek az uyurdu.

Mütercim :

Teheccüd (gece)! namazları kılan kimse cehennemden kurtulur manasını bu hadîsi şerif taşımakla bu namaz ihtilafsız sünneti mü-ekkededir.

 

324- Hazreti Ali (R.A.) den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri bir gece seher vaktine doğru hazreti Ali ve Hazreti Fatima'nm hanelerine teşrif et­mişlerdi. Onlar henüz yatakta idiler. Bunun üzerine Hazreti Pey­gamber, «Siz (geceleyin) namaz kılmıyor musunuz?» buyurdu. Haz­reti Ali şu cevabı verdi: Ya Resûlallah, ruhlarımız Allah'ın kudret elindedir, dilediği zaman bizi uyandırır.

Hazreti Peygamber bu cevabdan memnun olmadığına işaret ola­rak mübarek elini dizine vurdu ve şu ayeti kerimeyi okuyarak ay­rıldı:

«And olsun ki, biz insanlara bu Kur'anda her çeşit örnek verdik. Ne var ki, insanın en çok yaptığı şey tartışmadır.» (Kehif sûresi: Ayet 54).

 

325- Muğîre IR.A.Î 'den rivayet edilmiştir!

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, namaz kılarken o ka­dar ayakta durur ve kıraati uzatırdı ki, mübarek ayakları şişerdi. Bu halini gören ashab: Ya Resûlallah, geçmiş ve gelecek günahları­nızın bağışlandığını Cenab-ı Hak Kur'anı Kerim'de müjdelemişken, siz bu derece kendinizi ibadete verip yoruyorsunuz, demeleri üzerine şu cevabı buyurdular:

«O halde çok şükreden bir kul olmam gerekmez mi?» «Allah Tealâ Hazretleri, beni mağfiret buyurduğundan dolayı kemâl üzre şükrümü ifa etmek için, gece ve gündüz secdeye kapanıp O'na ibadet etsem yeridir.»     '

 

326- Abdullah, bin Amr bin El-As Hazretlerinden rivayet edil­miştir:

«Allah Tealâ nezdinde en makbul namaz Davud Aleyhisselâm'm namazı ve ^llah Tealâ katında en makbul oruç da Davud'un prucu-dur. Gecenin yarısını uyur, üçte birini ihya eder ve sonra altıda birini uyurdu. Bir gün oruç tutar ve bir gün yerdi.»

 

327- Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Sizden biriniz uyuyunca Şeytan onun ensesine üç düğüm vu­rur. Her düğümü, uzun bir gecen var, uyu! diyerek vurur. Eğer uyanır da, Allah'ı zikrederse (teşbih, tehü eder veya- Kur'an okursa) bir düğüm çözülür. Abdest alırsa bir düğüm daha çözülür. Namaz kılarsa bir düğüm daha çözülerek hareketli ve neşeli olur. Aksi tak­dirde maneviyatı .bozuk ve tenbel olarak kalkar.»

 

328- Abdullah  (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurlarında, birisi­nin, bütün gece uyuyup sabah namazına kalkmadığı söylenince, şöy­le buyurdular:

«Onun kulağına şeytan işedi.»

 

329- Ebû Hüreyre  (R.A.) 'den rivayet edilmiştir!

«Her gece Rafobimiz Tealâ ve tekaddes Hazretleri (nin rahma), gecenin üçte biri kalınca dü.nya göğüne inerek, bana dua eden var mı, duasını kabul edeyim; benden isteyen var mı, istediğini vereyim! bana istiğfar eden var mı, kendisini bağışlayayım, buyurur.»

Mütercim ;

Bu had'si şerif müteş ab inattan olup raüteahhir alimlerce tevil edilmiştir. Gece vaktinin son üçte biri ibadetlerin kabul zamanıdır. Bu zamanda ibadet edenler, hususiyle Allah Tealâ Hazretlerinin lütuf ve keremine ererler. Allah'ın rızasına uygun kimselerden olur­lar. Yoksa Cenabı Hak inmek ve çıkmaktan münezzehtir.

 

330- Hazreti Aişe (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

Hazreti Aişe: Ya Resûallah, vitir namazım kılmadan mı uyu­yacaksın? diye sorunca Hazreti Peygamber şöyle buyurdular: «Ya Aişe! Benim gözlerim uyur; fakat kalbim uyumaz.»

 

331- Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Ya Bilâl! Müslümanlıkta işlediğin en ümit verici ameli bana anlat; çünkü cennette (dolaşırken) önümde senin ayak seslerini duydum.» Hazreti Bilâl şu cevabı verdi: Ya Resûlallah! Gece veya gündüz vakti her abdest aldığımda, mutlaka ö abdestle nasibim ol­duğu kadar namaz kılarım ki, bundan daha ümit verici bir amel işlemedim.»

 

332- Enes (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem (Mescidi şerifin iki di­reği araşma bağlı bir ip gördü. Bu ip nedir? diye sordu. Ashab, Zey-neb (validemiz) in ipidir. Kesildiği zaman tutunur, dediler. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«Hayır, o ipi çözün! Her biriniz mecali kadar namaz kılsın. Me­cali kesilince de otursun.»

 

333- Abdullah bin Amr (R.A.)'den rivayet edilmiştin

«Abdullah! falanca gibi olma. O geceyi ihya ederdi; sonra gece namazını bıraktı.»

 

334- Ubade bin Samit  (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

«Her kim, gece uykusundan uyanarak, Allah'dan başka ilâh yoktur. Birdir. Ortağı yoktur, mülkler O'nundur. Hamd O'nadır. O, her şeye kadirdir. Allah'a hamd olsun. Allah'ı noksanlıklardan ten­zih ederim. Allah'dan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Allah en uludur. Kuvvet ve kudret ancak, Allah iledir, dedikten sonra, Allah'ım beni bağışla, derse yahut dua ederse onun duası kabul olu­nur ve eğer abdest alır namaz kılarsa, namazı makbul olur.»

 

335- Cabir (R.AJ 'den rivayet edilmiştir:

«Sizden biriniz bir işe teşebbüs ettiği zaman, farz namazdan ay­rı olarak iki rekât namaz kılsın; sonra şu duayı yapsın:

«Allah'ım! İlmine dayanarak senden hayır istiyorum. Kudretine dayanarak kudret istiyorum. Senin nihayetsiz kereminden istiyorum. Sen güçlüsün, ben ise güçsüzüm. Sen bilirsin, ben ise bilemem. Gay-h\ yegâne bilen sensin. Allahım! Eğer bu iş, senin ilâhî ve ezelî il­minde, dinim, hayatım ve akıbetim (veya şimdiki halim ve gelece­ğim) için hayırlı ise onu bana mukadder kıl, onu bana müyesser kıl, sonra o işimi bereketli kıl.

Eğer bu iş, senin ilâhî ve ezelî ilminde, dinim, hayatım ve akı­betim (veya şimdiki halim ve geleceğim) için hayırsız ise onu ba­şımdan defet, beni de ondan uzaklaştır. Bana, nerede olursa hayır­lısını ver. Sonra beni, verdiğine razı kıl.»

«İstihare yapan kişi, (bu iş, derken) ihtiyacını belirtir,» buyurdu.

 

336- Abdullah El-Müzenî (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Akşamın farzından Önce namaz kılınız, akşamın farzından ön­ce namaz kılınız, akşamın farzından Önce namaz kılınız; ancak iste­yen kılar.» Üçüncü defasında bunu isteğe bağlaması, müslümanlar tarafından akşamın ilk sünneti olarak kabullenmesini istemediği içindir.

Mütercim:                                       .

Hazreti Peygamber akşamın farzından önce namaz kılmayı üç. defa tekrarladı. Üçüncüde, dileyene göre, buyurdu. İsteyen küar is­temeyen kılmaz. Böyle buyurmaları da, bütün insanların bu nama­zı devamlı bir sünnet kabul etmelerini istemediklerinden dolayıdır. Şafii ve Hanbeli mezheblerine göre, akşam namazından önce iki rekâtlık kısa bir namaz kılmak müstahabdır. Delilleri de bu hadîsi şeriftir.[23]

 

MEKKE VE  MEDİNE MESCİDLERİNDE NAMAZIN FAZİLETİ

 

337- Ebû Hüreyre   (R.A.Tden rivayet edilmiştir:

«Ancak üç mescid için sefere çıkılır: Mescidi Haram (Mekke'de) Mescidi Resul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medine'de), Mesci­di Aksa (Kudüste).»

Mütercim

Dinî esaslardan sayarak, özellikle içinde namaz kılmak için bu üç mescidden başkasına yolculuğu  çıkılmaz. Ancak seyahat maksadıyle veya ticaret veya ilim tahsili için her zaman her yere gidile­bilir. Bu hususlar. Şerkavi şerhinde yazılıdır. Şeddi rahl. yapılmaz demek, deveye semer ve yük bağlanmaz; yani yükler bağlampta yo­la çıkılmaz, demektir.

 

338- Ebû Hüreyre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir: «Benim şu mescidimde kılman namaz, Mescidi Haram'dan baş­ka diğer mescidlerde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır.»

 

339- Ebû Hüreyre (R.A.Î 'den rivayet edilmiştir:

«Evimle minberimin arası cennet bahçelerinden    bir bahçedir. Minberim de (cennetteki kesver) havuzumun üzerindedir.»

Mütercim :

Ravza-i mutahhare veya muattara denilen bahçe, Haceri Esved gibi, cennetten inmiş ve nakledilmiş olması muhtemeldir. Yahud kıyamet gününde Ravza-i Muattara* ayniyle cenneti alâ'ya naklolu-nacaktır. Yahud Ravzai- Muattarada ibadet eden cenneti alaya ulaşır. Bu ihtimallerin toplanmasında bir zıddiyet yoktur.

 

340- Abdullah (R.A.l 'dan rivayet edilmiştir:

Peygamber efendimiz namazda iken kendisine selâm verilirdi. Bunun üzerine şöyle buyurdular: Namazda (insanı bağlayan bir meşguliyet vardır.»  onun için  namazda    olana    selam    verilmez.

 

341- Muaykıb  (R.A.) 'dan rivayet edilmiştir:

Secde ederken toprağı düzleyen kimseye Peygamber Salallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«Yapman gerekiyorsa bir hareketle yap.» CSecde yerinin topra­ğını, mutlaka gerekli ise, elinin bir hareketi ile düzelt. Fazla hareket namaz için sakıncalıdır.)

Hanefi mezhebinde bir rükünde üç kere el hareketi namazı bo­zar. Namazın bozulmadığı görüşünde olan mezheblere göre, bu gi­bi hareketler huzura engeldir.

 

342- Hazreti Aişe (R.~A.)*den rivayet edilmiştir:,

«Bunlar (güneş ve ay tutulmaları) Allah'ın âyetlerinden iki âyet (kudret eseri) dir. Bu hali gördüğünüz zaman, açılıncaya kadar na­maz kılın. Şu makamımda (güneş tutulması namazında) iken, bana va'd edilen her şeyi gördüm. Hatta ileri atıldığımı gördüğünüz za­man ben cennetten bir salkım almak arzusunu duymuştum. Ge­rilediğimi gördüğünüz zaman da, cehennemi gördüm, kendi ken­dini kemiriyordu. Cehennemde Amr bin Lühayy'i gördüm. Develeri salma eden (putlar uğruna başıboş salıverilmeleri adetini çıkaran) odur.»

 

343- Câbir  (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Selle.m, kendisine namazda iker selâm veren Cabir Hazretlerine, namazı tamamladıktan sonra şöyle buyurdular:

«Selâmını almama sadece namazda oluşum mani oldu.» (Çeşit­li hadiselerden, anladığımıza göre, önceleri namaz esnasında selâm verip almak ve hatta dünya kelâmı bile etmek vardı. Sonra bütün bunlar kaldırıldı.)[24]

 

NAMAZDA YANILMA (Sehiv) BAHSİ

 

344- Abdullah (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri bir öğle na­mazını hikmet gereği beş rekât kılıp selâm verince, ashabı kiramdan biri sordu: Ey Allah'ın resulü, öğle namazı arttı mı? Peygamber Efendimiz, «ne oldu?» ve Ebû Hureyre'nin rivayetine göre; «doğru­mu söylüyor?» buyurdu. Ashab, ya resûlaîl-h; namazı beş rekât kıl­dınız, dediler. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, hemen yanıl ma (sehiv) secdesi olarak iki secde ettiler.

Mütercim :

Hanefî imamları bu hadisi şeriften yanılma secdesinin selâmdan sonra olduğu hükmünü çıkardılar. Şafii imamları ise, yanılma sec­desi selâmdan öncedir, diyorlar.

Bir de namazdan sonra konuşmadan namazın bozulmaması, Peygamberliğin özelliklerindendir. Bunun açıklaması 149 ve 176 sa­yılı hadisi şeriflerde geçti.

İmam beşinci rekâta kalkınca, imama uyulmaz; eğer bile bile uyulursa, cemaatın namazı bozulur.

 

345- Ümmü Seleme  (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Ebû Ümeyye kızı (Ümmü Seleme)! İkindi farzından sonraki iki rekâtı sordun. Bunun sebebi şu: Bana Abdülkays kabilesinden insanlar geldi ve beni, öğle farzından sonraki iki rekâttan alıkoy­dular. İşte bu iki rekât, o iki rekâttır.»

Mütercim:

Bu hadîs-i şerif imam Şafii Hazretlerinin delili olup sünnetlerin kazası müstahab kabul edilmiştir. İmam Azam Hazretlerine göre, yalnız sabah namazının farzı ile beraber kazaya kalan' sünneti, öğ­le vaktinden önce farz ile kaza edilir. Öğle vakti girince yalnız farz edilir. Diğer sünnetler vakit çıktıktan sonra kaza edilmezler. Farz dan önce kılmamayan öğle namazının sünneti ikindi vaktine kadar kaza edilir. İkinci vaktinde kaza edilmez. Bir de hangi nafile na­maz olursa olsun, o namaza başladıktan sonra herhangi bir sebep ile bozulmuş olursa bu namazın kazası îmam Azam'a göre farzdır. Şafiî ve Hanbeli mezheblerinde kazası lâzım gelmez. Nafile oruç vesair ibadetler de böyledir.[25]

 

CENAZE BAHSİ

 

346- Ebû Zer'den (Radıyallahu Anh)  rivayet edilmiştir: «Rabbimden bana bir haberci geldi ve şu haberi veya müjdeyi verdi: Ümmetimden her kim, Allah Tealâ'ya hiç bir şeyi ortak koş­mamış olarak ölürse cennete girer.» Ben  (Ebû Zer), Ya resûlallah! dedim, zina etmiş ve hırsızlık yapmış olsa da mı? «Zina etse de, hır­sızlık yapsa da (girecektir),» buyurdu.

Mütercim ;

Ehli sünnet inancında zina ye hırsızlık gibi büyük günahları iş­lemek müminin imanını silip götürmez. Ancak bunları haram say­mak ve hafife, eğlenceye almak imansızlık olur. Bunları günah ol­duğuna inanarak işleyip imanla ahirete kimseye, günahların dan dolayı Allah dilerse cehennemde azab çektirdikten sonra cenne­te koyar ve dilerse bağışlayarak - şirk günahı işlemediği için - doğ­rudan doğruya cennete koyar. Fakat kul hakları meselesinde, hak sahiplerini memnun etmeden cennete giriş yoktur. Burada hakların ödenmesi gerekir. Ancak Cenabı Hak dilerse ahirette hak sahiplerini memnun ederek kulunu, sevdiği kul ise, bu müşkil durumdan kur­tarır.

 

347- Abdullah   (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Allah Tealâ Hazretlerine bir şeyi oıû*k koşarak ölen kim cehenneme girer.» Cehennemde devamlı kalır.

Mütercim ;                                                  .

Bu hadisi şerifi rivayet eden îbni Mes'ud der ki, Bu hadîsi şerif­ten şu hükmü çıkardım: Allah'a ortak koşmaksızın ölen kimse cen­nete girer.

 

348- Ebû.Hüreyre   (R.AJ'den rivayet edilmiştin

«Müslümanm müslüman üzerinde beş hakkı vardır: 1 — Selâm almak, 2 — Hasta ziyareti 3 — Cenazelerin teşyi edilmesi 4 — davet­lere icabet, 5 — Aksırıp ta, Elhamdü lillâh, diyene Yerhamükellah, demek.»

 

349- Ümmü'I-Alâ (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

Misafir olarak evimizde kalan Muhacirlerin ileri gelenlerinden Osman bin Mez'ûn'un vefatı üzerine teçhiz ve tekfininde bulunmak üzere Peygamber Salallahu Aleyhi ve Sellem evimizi teşrif buyur­muşlardır. Cenazesi hazır olunca, ben onun, hakkında iyi şehadette bulundum ve: Ey Sâib! Allah Tealâ Hazretleri seni rahmetine eriştir­sin. Ahirette senin yerin mutlaka cennettir, dedim. Bunun üzerine Peygamber Salallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri bana şöyle bu­yurdular:

«Yerinin cennet olduğunu nereden biliyorsun?» Ben de: Ya Resû-lallah, Osman bin Mez'un gibi böyle ibadetle meşgul olan bir kimse ye Allah Tealâ.ikram ve ihsan etmeyip de kime edecek, dedim. Haz-reti Peygamber şöyle buyurdu:

«Osman bin Mez'un'a gelince, hiç şüphesiz ona yakîn (gerçek­leri apaçık bildiren ölüm) gelmiştir. Vallahi, ben de ona kesinlikle hayır dilemekteyim. Vallahi, kendim Allah'ın resulü olduğum halde bana nasıl muamele edileceğini bilemiyorum.»

Mütercim :

«Bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum.» mealindeki Ahkaf sûresinin 9. ayetine uyan bu hadîsi şerif, şu ayeti kerimeden önce varid olmuştur: «Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağış­lamıştır.» (Fetih sûresi: ayet 2). Bu ayeti kerime ile Hazreti peygam­ber de bütün ölmüş ve olacak şeyleri bildirmiştir. Yahud dünya ve ahirette hakkımızda ne işlem yapılacağına dair tafsilât üzere bilgi beşer için mümkün değildir. Yoksa Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri kendisi mahlükatm en üstünü olduğunu   kesinlik­le bilirdi.

Ayrıca dünyada iyi bir hal üzere olup ahirete göçenlerin rah­metle anıln«ası ve onlar hakkında iyi zanda bulunulması meşrudur. Cenabı Hakk'ın vadi üzere cennet ehlinden olduklarına iyi zanda bulunuruz. Ancak cennetle müjdelenen on kişi gibi, haklarında de­lil bulunanların muhakkak cennetlik olduklarına inanırız; fakat haklarında böyle delil bulunmayanlar için böyle yeminle ve kesin­likle şehadet edilmesi meşru değildir.

 

350- Cabir (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

Uhud savaşında Hazreti Cabir'in babası Abdullah El-Ensarî (Ra-dıyallahu Anh) şehid oldu. Ölümü için Fatma adındaki kız kardeşi ağlıyordu. Bu kadını hem müjdelemek ve hem teselli etmek yolun­da Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«Ağlasan da oluf, ağlamasan da.. Çünkü siz onu kaldırmcaya ka­dar melekler, kanatlanyle onu gölgelendirmeye devam ettiler.»

 

351- Enes   (R.A) 'den rivayet edilmiştir:

Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in, Şam'a bağlı Belka dolaylarında vuku bulan Mûte savaşına gönderdiği üçbin kişilik birliğin kumandanı Zeyd bin Harise idi. Bunları sefere çıkarırken Hazreti peygamber şu talimatı vermişti: «Eğer Zeyd şehid düşerse Cafer bin Ebi Talib kumandandır. O da şehid olursa Abdullah bin Revaha kumandandır.»

Sonra bunlar Mûte'de düşmanla karşılaşıp muharebeye başla­dılar. Gerçekten bir gün içinde Zeyd Şehid olmuş, Caferi Tayyar şe­hid olmuş, sonra Abdullah bin Revaha şehit olmuştu. Sonra birlik kumandansız kalmasın, diye durum icabı Halid bin Velid komutan oldu. Bu olayların cereyan sırasında Peygamber Salallahu Aleyhi ve Sellem Allah tarafından vahy gelerek duruma vakıf olunca şöyle, buyurdu:

«Sancağı Zeyd aldı ve şehid oldu. Sonra Cafer aldı, o da şehid oldu. Sonra Abdullah ibni Revaha aldı, o da şehid    oldu.» Bunları

anlatırken Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in mübarek gözle­rinden yaşlar boşanıyordu. «Sonra sancağı, kendisine komutanlık payesi verilmeyen Halid bin Velid aldı ve ona kapı açıldı.»

 

352- Enes   (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«însanlar içinde, henüz bulûğ çağma ermemiş üç çocuğu ölen bir kimseyi bunlara merhameti yüzünden cenabı Hak kesinlikle Cennete koyacaktır.»

 

353- Ümmü Atiyye  (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kızı Zeyneb'in cenaze­sini yıkamakta olan kadınlara şöyle buyurdu:

«Onu (cenazesini) üç kere, beş kere veya gerekli görürseniz da­ha fazla, su ve Sidr (bir çeşit temizlik maddesi) ile yıkayınız. Sonun­cusunda kâfur veya bir miktar kâfur kullanınız. İşinizi, bitirince de bana haber veriniz.» Hazreti Peygamber bize kendi futasını verdi ve şöyle buyurdu:

«Bunu ona iç gömleği yapınız.* Bir rivayette de şöyle buyur­muştur:

«Onu tekli olarak üç, beş veya yedi kere yıkayınız. Yıkamaya sağ taraflarından ve abdest azalarından başlayınız.»

Ümmü Atiyye der ki: Biz, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem'in kızı Zeyneb'in cenazesini yıkarken Hazreti Peygamber yanı­mıza gelip bize bunları emretmişti.

 

354- îbni Abbas (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir ihramlınm Arafat'-da vefat etmesi üzerine şöyle buyurdu:

«Onu su ve Sidr ile yıkayınız ve iki parça kumaşla kefenleyiniz. Ona hanût (bir çeşit güzel koku) sürmeyiniz ve başını da örtmeyi­niz. Çünkü o, kıyamet gününde telbiye getirerek (LEBBEYK ALLA-HÜMME LEBBEYK... diyerek) mahşere kaldırılacaktır.»

 

355- İbni Ömer (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

Münafıkların başı Abdullah bin Übey ölünce, ashabın ile­ri gelenlerinden biri olan oğlu Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sel-lem'in huzuruna gelip: Ya Resûlallah, babam öldü. Ona kefenlemek için lütfen gömleğinizi verin ve cenaze namazını da kıldırınız, diye­rek ricada bulundu. Hazreti Peygamber bu dileği kabul ederek göm­leğini verdi, hem de cenazesini hazırlanınca: «Bana haber verin de namazını kıldırayım» buyurdu. Sonra bu enire uyularak Hazreti Pey­gambere haber verildi. Cenabı Peygamber cenaze namazını kılmak isteyince Hazreti Ömer Radıyallahu Anh: Ya Resûlallah! Cenabı Hak-münafıklara cenaze namazı kılmaktan sizi menetmedi mi? diyerek Peygamberimizin arkadan hırkasına asıldı. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem. şöyle buyurdu:

Ben, iki seçenek arasında bulunuyorum. Cenabı Allah, Müna­fıklar için ister mağrifet dile, ister mağrifet dileme;önlar için yetmiş kere mağrîfet dilersen de, Allah onları zinhar bağışlamayacaktır, buyurmuştur.» Cenabı Peygamber, münafık Abdullah bir übeyyin cenaze namazını kıldırdı ve sonra şu âyet indi: O münafıklardan ölen­lerin hiç birine bir zaman cenaze namazı kılma.»

 

356- Ümmü Habîbe  (R.A.)den rivayet edilmiştir:

«Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının, kocasından başka ölüsüne, üç günden çok yas tutması caiz değildir. Kocasına ise dört ay on gün yas tutar. (Kocası ölen hanım hamile ise, çocuğunu döguruncaya kadar, hamile değilse dört ay on gün süslenemez.)

Mütercim:

Vefat eden erkeğin karısı, ister zifaf olsun ve ister zifaf olmasın, dört ay on günden önce kocaya varamadığı gibi, süslenemez de...

 

357- Enes  (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir mezarm yanı başın­da bağırıp ağlamakta olan bir kadının yanından geçerken ona, Al-Iah'dan kork ve sabret, buyurdular. Kadın, kendisine öğüt verenin kim olduğunu bilmeyerek: Haydi adam, kendi işine git. Benim başı­ma gelen musibet senin başına geleydi, sen de benim gibi ağlardın, dedi. Sonra, bu hanıma, öğüt verenin Hazreti Peygamber olduğu ha­beri verilince, hanım hemen Peygamber Salallahu  Aleyhi ve Sel-lem'ln saadet hanelerine gitti. Aman ye Resûlallah, sizi bilemedim kusurumu bağışlayınız ve hem de bundan sonra artık ağlamayaca-ğun.sabredeceğim,  diye özür  diledi. Hazreti Peygamber   şöyle bu­yurdu:

«Sabır, ancak ilk sadmede (sarsıntıda) önemlidir.» Allah katında makbul olan sabır, musibetin ilk geliş anında yapılan sabırdır.

 

358- Üsâme bin Zeyd (R.A.)den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kızı Zeyneb, hasta olan çocuğunun ölmek üzere bulunduğunu babasına bildirerek ziya­rete gelmelerini istedi. Hazreti Peygamber selâmla beraber kızma şu haberi gönderdi:

«Verdiği de, aldığı da Allah'ındır. Her varlığın Allah katında be­lirli bir süresi vardır. Sabretsin ve Allah'dan mükâfat beklesin.» Hazreti Zeyneb, Allah'a and vererek tekrar babasının gelmesi için haber gönderdi. Bunun üzerine o anda yanında bulunan sa'd bin Ubâde, Muaz bin Cebel, Übeyy bin Kâ'b, Zeyd bin Sabit ve daha baş­kaları ile Zeyneb'in evine gittiler. Hasta olan çocuk, ölüm sancılan içinde olduğu halde Hazreti Peygamberin kucağına verildi. Peygam­ber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in mübarek gözlerinden yaş dökül­meğe başladı, sessizce ağladı. Sa'd bin Ubâde: Ey Allah'ın Resulü bize şato tavsiye ettiğiniz halde siz ağlıyorsunuz, deyince Peygam­ber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«Allah tarafından kullarmm kalbierine verilen bir merhamettir bu Şüphesiz Cenabı Allah, kullarından merhametli olanlara rahmet »

Mütercim:

Bağırıp çağırmaksızm sessizce ağlamakça bir beis yoktur   Çün­kü ağlamak şefkat ve merhamet eseridir.

 

359- Enes (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in muhterem kızı Üm-mü Gülsüm CHazreti Osman'ın zevcesi) vefat ettiği zaman mezarı­nın kenarında otururken mübarek gözlerinden inci tanesi gibi yaş dökülüyordu. Cenaze kabre indirileceği zaman Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«İçinizde hu gece guslü gerektiren bir iş yapmayan kimse var mı?» Ebû Talha, ben varım, dedi. Hazreti Peygamber:

«O halde sen in!» buyurdu. O da Ümmü Gülsüm'ûn kabrine in­di.

Mütercim:

Bunun hikmeti Hazreti Osman (Radıyallahu Anh), zevcesi Üm­mü Gülsüm'ûn vefatına ihtimal vermediği için o gece, cariyeleriyle münasebette bulunmuş. Bu hale işaret olarak Hazreti Peygamber kabre girmekten Hazreti Osman'ı mahrum bıraktı. Bütün hadis alimleri böyle bir açıklama yapmışlardır.

 

360- Hazreti Ömer'den'rivayet edilmiştir:

«Ardından ailesinden bazılarının ağlamaları yüzünden ölü ke­sinlikle azab görür.» Feryad ederek, çırpınarak, üst baş yırtarak ve döğünere^: ağlayıp sızlamalar yüzünden ölü azab çeker. Yahut ar­kasından ağıt yakılması gibi şeyleri vasiyet eden ölü içindir bu azab.

 

361- Hazreti Aişeden rivayet edilmiştir:

«Allah Teala, Hazretleri, ardından ailesinin ağlaması yüzünden kâfir ölünün azabını arttırır.»

 

362- Hazreti Aişe'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, ölen bir Ya­hudi kadınına yakınlarının ağlamakta olduklarını görerek şöyle bu­yurdu: «Onlar, o ölen kadına ağlıyorlar, o da kabrinde azab çeki­yor.»        

 

363- Muğîre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Ardından ağıt yakılarak ağlanan ölüye, ağıt devam ettikçe azab edilir.»

 

364- Abdullah (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

«Ölü için yüzlerini dövenler, yakalarını   yırtanlar   ve cahiliyet adeti üzere bağırıp çağıranlar bizden değildir.»  (Bu adet sünnetim­den ve şeriatımdan değildir. Bu haram ise de küfrü gerektirmez.

 

365- Sa'd (İbn-i Ebi Vakkas)  (R.A.)'dan rivayet edilmiştir.

Veda Haccında Mekke'de ağır hastalandım. Durumumu sormak üzere ara sıra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni ziyaret edip şeref verirlerdi. Kendilerine dedim ki, ya Resûlallah, hastalığı mm ağırlığını görüyorsunuz. Ben oldukça mal-mülk sahibi bir ada mim. Bir kızımdan başka vârisim yoktur. Bu itibarla malımın üçte ikisini hayır yollarına sarf edilmek üzere vasiyet edeyim mi? diye sordum. Hazreti Peygamber:

«Hayır,» buyurdu. Yarısını vasiyet edeyim, dedim.

«Hayır,» buyurdu. Üçte birini vasiyet edeyim, dedim. Şöyle bu­yurdular: «Üçte bir olur ve üçte bir de büyüktür, (veya) çoktur. Senin, varislerini zengin olarak bırakman, onları başkalarına avuç açan yoksullar olarak bırakmandan hayırlıdır. Nitekim Allah rı­zasını dileyerek ailen için yaptığın her harcama karşılığında mu­hakkak mükâfatlandırılırsın. Hatta karının ağzına koyduğun lokma karşılığında bite.» Dedim ki: Ey Allah'ın peygamberi! Arkadaşlarım­dan sonra geri kalmış sayılacak mıyım? (Hastalığım sebebiyle bu­rada kalırsan hicretime ve amelime bir zarar gelecek mi?) Buyur­dular kî:

«Sen (hastalığın sebebiyle) geri kalsan da işleyeceğin her salîh amel karşılığında derece ve makamın kesinlikle yükselecektir. Son ra, umarım ki, sen halef olarak Cdaha uzun yıllar yaşıyacak) sın ve senden birçokları fayda görecek, birçokları da hüsrana uğrayacak­tır. Allahım! Ashabımın hicretlerini geçerli kıl. Onları gerisin geri çevirme. Fakat biçare Sa'd bin Havle Mekke'de vefat edecek olursa, Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Şeilem) onun için üzülecektir.»

Mütercim;

Bu hadisi şerif, peygamberliğin mucizelerinden olup bütün Irak bölgesini feth eden ve Kisrâ'nın taç-tahtını alan Sa'd bin Ebî Vak-kas olmuştur.

 

366- Hazreti Aişe İR.A.)'den rivayet edilmiştir:

Hazreti Cafer Tayyar'ın vefatında kadınlarının yüksek sesle ağ­ladıkları Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Seliem'e haber verildi. Hazreti Peygamber bu haberi getirene: Git, onları menet, buyurdu Adam tekrar gelerek Ya Resûlallah, benim sözümü dinlemiyorlar dedi. Böylece adam üç defa gelip gitti. Hazreti Aişe, üçüncüsünde Hazreti Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurdu­ğunu söyledi:

«O kadınları menet ve (gerekirse) ağızlarına toprak saç.»

 

367- Enes   (R.ÂJ'den rivayet edilmiştir:

Ebû Talha'nın çocuğu vefat etti. Vefat esnasında Ebû Talha evinde yoktu. Evine döndüğü zaman,, çocuk nasıl oldu? diye karısı­na sordu. Katısı: Çocuk rahatladı ve zannederim ağrıları dindi dedi. Böylece ölümünü o an için kocasından gizledi. Ebû Talha, çocuğun iyileştiğini zannederek o gece hanımı ile birleşti. Sonra sabah olun-

 

369- tbni Ömer (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, Sa'd bin Ubâde (Radıyallahu Anh) Hazretlerinin hastalığı sebebiyle hatırını sormak üzere ziyaretlerine gitti. Sa'd Hazretleri komaya girmişti. Resûl-i Ekrem, yanında bulunan ashabı kirama, «Öldü mü?» diye sordular. Onlar: Hayır, henüz vefat etmedi, dediler. Fakat hastanın bu ağır durumundan ötürü Hazreti Peygamber ağladı ve yanmd,a bulunanlar da ağladılar. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aley­hi ve Sellem Hazretleri buyurdular:

«Dikkatle dinleyiniz! Allah Tealâ Hazretleri, gözün ağlaması ve kalbin kederlenmesi ile azab etmez; lâkin (Peygamber dilini işaret ederek) bunun yüzünden azab veya rahmet eder ve ardından ailesi­nin ağlaması yüzünden ölüye azab edilir.»

 

370- Âmir bin Rabia (R.A.î 'den rivayet edilmiştir-.

Biriniz cenaze görür de onunla yürümeyecek olursa, cenaze geçinceye kadar, yahut geçmeyerek önünde yere konuncaya kadar ayakta dursun.»

Mütercim

Oturmakta olan kimsenin, geçmekte olan cenaze için ayağa kalkması, eğer adam ayakta veya hayvana binmiş ise cenaze geçin­ceye kadar beklemesi bazı alimlere göre müstahabdır. Fakat İmam Azam, İmam Şafiî, İmam Malik ve İmam Ebu Yûsuf hazretlerine göre, cenaze için ayağa kalkmanın lüzumuna dair bütün hadisi şe­riflerin hükmü kalkmış, neshedilmiştir. Bir de, ayağa kalkmanın hikmeti, ölümden ibret almak için veya cenazenin yanında bulunan melekler içindir, dediler.

 

371- Cafoir  (R.A.rden rivayet .edilmiştir: «Cenazeyi gördüğünüz zaman hemen ayağa kalkınız.

 

372- Kays ve Sehl (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, bir cenaze geçerken ayağa kalkınca, kendisine: Ya Resûlallah, bu Yahudi cena-zesidir, denildi. Bunun üzerine şöyle buyurdular:

«însan değil mi?»

 

373- Ebû Saîd (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Cenaze tabuta konulup insanlar tarafından omuzda taşınınca, eğer iyi kimse ise, beni çabuk götürün, der. Kötü kimse ise: Eyvah! Beni nereye götürüyorsunuz? der. Onun feryadını insandan başka her şey işitir. Eğer insan işiteydi, bayılır düşerdi.»

 

374- Cabir (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Bugün Jiabeşî'Ierden salih bir adam vefat etti. Kalkın, ona ce­naze namazı kılın!» Habeşistan hükümdarı Necaşî'yi kasdettiler. buyurulmaktadır. (Bu hadisi şerif, uzakta ölen müslünıana cenaze namazı kılınmasının meşruiyyetine dairdir.)

 

375- Ebü Hüreyre   (R.A.) 'den rivayet edilmiştir: «Cenazeyi çabuk iletiniz. Eğer iyi kimse ise, bir an Önce ona ile­teceğimiz bir hayırdır. îyi kimse değil ise, bir an Önce boyunlarınız­dan atacağınız bir serdir.»

 

376- Hazreti Aişe'den rivayet edilmiştir:

«Cenazeyi teşyi eden için bir kırat (Unut dağı ağırlığınca)    se-vab vardır.»                        .

 

377- Hazreti Aişe (R.AJ'den rivayet edilmiştir: «Allah Tealâ, Yahudî ve Hıristiyanlara lanet etsin! Peygamber­lerinin mezarlarını ibadethaneye çevirdiler.»

 

378- Enes  (R.A.) 'den rivayet edilmiştirj

«Kul, defnedildikten sonre adamları dönüp gidince, daha (gi­denlerin) sesleri kulağında iker kendisine iki melek CMünker ve Nekir) gelir. Onu oturtup sorarUr: Bu adam (Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hakkında ne diyordun? Der ki: O'nun, Allah'ın ku-Ju ve peygamberi olduğuna şehadet ederim. Sonra o kula şöyle denir:

Cehennemdeki yerini grör! Cenabı Hak, onun yerine sana cen? netten bir yer verdi. Her iki yeri de görür.

Kâfir veya münafık ise, der ki: Bilmiyorum, herkesin dediğini diyordum. Kendisine, ne bildin, ne de bir bilene uydun, denir. Son­ra iki kulağı arasına (alnının orta yerine) demir tokmakla bir darbe indirilir ve öyle bir çığlık atar ki, insan ve cinden başka, çevresinde bulunanların hepsi bu çığlığı duyar.»

 

379- Ebû Hüreyre (R.A.) talik ederek (hadisi ftesûl-i Ekrem'e kaldırmayarak) şöyle dedi

Musa Aleylîisseîâm a rvh-kk nl-Mevt (Azr&il) Aleyhisselâm gön­derildi. Yanına gelince gözünün üstüne bir yumruk vurdu. Azrail A'eyhisselum Kabbine dör,erefe, beni, ölmek istemeyen bir kula gön~ derdin, dedi. Cenabı Hak, Azrail'in gözünü eski haline çevirdi ve şöyle buyurdu: Dön vy One, elini bir Öküzün sırtına koymasını söyle. Elinin kapladığı yerin herbir kılı için bir sene ömür verilecektir o'na. Musa dedi ki: Rabbim, sonra ne olacak? Cenabı Hak: Sonra ölüm, buyurdu. Musa, o halde, şimdi! dedi. Sonra Allah'dan, kendi­sini mukaddes yere bir taş atımı kadar yaklaştırmasını diledi. (Ni­hayet dileği kabul edilerek Mukaddes yere yakın bir yerde irtihal edip gömüldü.)

Ebû Hüreyre dedi ki: Resûlüllah Sallallahu    Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: «Sizinle orada bulunsaydım size onun, yol kenarında ^kızılkum tepesinin yanında bulunan kabrini gösterirdim.»

 

380- Cabir (R.A.) 'den rivayet edilmiştir!

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, Uhud sava­şında şehit düşenleri ikişer ikişer defnederken, «Bunların hangisi daha çok Kur'an bilgisine sahip idi?» diye sorardı. Ashabı Kiramın işaret ve bilgi vermeleri üzerine, Kür'an daha çok bileni lâhidde öne aldırır ve şöyle buyururdu: «Ben kıyamet gününde, bunların (Allah yolunda canlarını feda ettiklerinin) şahidiyim.»

Mütercim;

Zaruret halinde bir kabre ikişer veya daha çok cenazenin gö­mülmesi ittifakla caizdir. îster kadınlı erkekli olarak cinsleri değişik olsun, ister olmasın. Fakat herhangi bir zaruret olmaksızın bir kabre birden ziyade cenazenin gömülmesi Şafiî mezhebinde haramdır. Ha-nefilerce doğru değildir, keraheti vardır. Harem olmayan veya ka­rı-koca bulunmayan erkekle kadının bir mazeret olmaksızın bir kab­re gömülmeleri de haramdır. -Kan-kocanın veya mahrem olanların zaruret olmaksızın bir kabre gömülmelerinde kerahet vardır,   (s).

 

381- Ukbe bin Amir (R.A.) 'den rivayet edilmiştir :

«Ben sîzin öncünüz ve şahidinizin*. Vallahi, şimdi (cennetteki Kevser) Havuzumu görüyorum. Ülke hazinelerinin anahtarları veya ülkelerin anahtarları bana verildi. Benden sonra ümmetim tarafın­dan pek çok ülkeler fethedilecek. Vallahi benden sonra şirke düşece­ğinizden endişe etmiyorum. Fakat dünya için birbirinize rekabet etmenizden korkmaktayım.»

 

382- Cabir (R.A.) *den rivayet edilmiştir:

Uhûd savaşında şehid düşenlerin defnedilmesi hakkında Pey­gamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«Onları kanları içinde gömünüz!» Uhud şehitlerini kasdetmiş ve yıkanmamalarını emir buyurmuştur.

Mütercim:

Şehidlerin gasledilmemelerinde ümmetin ittifakı var ise de şe-hidler üzerine namaz kılıp kılmamak hususunda ihtilâf vardır. İmam Azam mezhebinde şehidlerin cenaze namazı her halde kılınır. Şafiî, Maliki ve Hanbeli mezheblerinde şehidler cenaze namazından müs­tağni olduklarından onlara cenaze namazı kılmaya lüzum yoktur.

 

383- İbni Ömer (R.A.) 'den rivayet edilmiştir!

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazreti Ömer ve asha­bın diğer.bazı ileri gelenleri ile İbni Sayyad adındaki kâhinin bu­lunduğu yere vardılar. Henüz bulûğa ermemiş biri olan kahin, Me­dine civarında Beni Mağale kabilesinin kasrı yanında çocuklarla oy-nuyordu; Peygamber efendimizin gelişini, ancak eliyle ona dokun­duktan sonra farketti. Efendimiz:

«Allahın resulü olduğuma şehadet ediyor musun?» buyurdu îbni Sayyad da: Benim Peygamber olduğuma sen şehadet eder mi­sin? dedi. Hazreti Peygamber, bunun üzerine:

«Allah'a ve bütün peygamberlerine inanıyorum» buyurdu. Son­ra yine îbni Sayyad'a sordu:

«Neler görüyorsun?» İbni Sayyad, .doğru da geliyor bana, ya­lancı da, dedi. Hazreti Peygamber: «Öyle ise senin işin karmaşık» buyurdu. Sonra Hazreti Peygamber:

«Sana içimden bir şey tuttum (ne olduğunu bilebilir misin?), buyurdu. Hazreti Peygamber kalbinde, «Semânın aşikâre bir duman Cduhan) getireceği günü bekle» mealindeki ayeti kerimeyi tuHmuştu. (Duhan sûresi, ayet: 10).

İbni Sayyad, kalbinizde tuttuğunuz şey *DUM> dur, dedi. Du­man diye kelimeyi tamamlayamadı. Hazreti Peygamber, «Defol, had­dini asla aşamıyacaksmU buyurdu. Sonra Hazreti Ömer: Ey Allah'ın Ftesûlu, müsaade et de boynunu vurayım, dedi. Peygamber Sallalla­hu Aleyhi ve Sellem:

«Ya Ömer! Eğer o gerçekten Deccal ise onun hakkından gele­cek olan sen değilsin. Eğer Deccal değil ise, onu öldürmenin sana bir yararı yok.» buyurdu. Yani, Deccal ise, onun ölümü ancak Haz­reti îsâ Aleyhisselâmm elinden .olacaktır.

Bir müddet sonra, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Haz­retleri, beraberinde Übey bin Kâb olduğu halde îbni Sayyad'm bu­lunduğu hurma bahçesine girdi. İbni Sayyad'dan habersiz, onun. ko­nuşmalarını dinlemek istemişlerdi. îbni Sayyad'ı, bir kadife örtünün üzerine uzanmış olarak gördüler ve bu örtüden bir takım sesler çı­kıyordu. Derken İbni Sayyad'an annesi, bir hurma ağacının arka­sında saklanan Hazreti Peygamberi gördü ve oğluna, seslenerek onu uyardı. Rasûl-i Ekrenı, arkadaşı übey bin Kâ'b'e şöyle buyurdu: «Bu kadın onu bıraksaydı açıklayacaktı (durumunun   anlaşılması    için bir ipucu verecekti).»

Mütercim :

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri her haldj? tbni Sayyad'ın halini gerçek manada biliyordu. Fakat bazı gaybâ dair haberler verdiği- için hakkında dedikodu çoğalmış olduğundan ashabı kiramın bizzat o kâhinin haline vakıf olmaları düşüncesiyle bu yolda Hazreti Peygamberin hareket ettiği hatıra gelebilir. Bir ri­vayete göre de, îbni Seyyad sonradan müslüman olmuş ve Medine-i Münevvere'de vefat etmiştir. Bir kısım rivayetlere göre de, îbni Say-yad halâ hayatta bulunmaktadır. Ahır zamanda meydana çıkacak­mış. Güya Allah Tealâ onu gözlerimizden uzak bir adaya bırak-mışmış, orada zincirlerde bağlı imiş. Ancak bu sözlerin sahih bir da­yanağı olmadığı gibi, akla da çok uzak bulunuyor. Eğer sahih bir haber olaydı, îmam Büharî Hazretleri bunu açıklardı.

 

384-Enes (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimize ara sıra hiz­met eden genç yaşta bir Yahudi çocuğu vardı. Bu çocuk hastalanın­ca Hazreti Peygamber onun hatırını sormak için ziyaretine gitmiş­ti. Hastayı son demlerinde buldu ve baş ucunda oturdu. Çocuğa hi­taben: «Müslüman ol,» buyurdu. Çocuk, Yahudi babasına baktı. Ba­bası Müslüman olmasına izin verdi ve Ebû'll-Kasim'e itaat et, oğlum, dedi. Çocuk hemen islâmı kabul etti, şehadet getirdi. Sonra Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«Onu cehennem ateşinden kurtaran Allah'a hamd olsun!» Son­ra; çocuğun yanından ayrıldı.      .       .

 

385- Ebû Hüreyre (R. A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Her doğan çocuk mutlaka İslâm fıtratı üzere (islâm icablanna uyabilecek bir yaratılışla) doğar. Sonra an a-b abası, onu Yahudi ve­ya Hıristiyan veya Mecûsî yaparlar. Tıpkı bir Hayvanın yavrusunu tam olarak doğurması gibi. Siz bfr hayvanın kulağı kesik doğduğu nu gördünüz mü? (İşte insanların da hali buna benzer.) Sağlam ve tam olarak doğarlar, sonra ana babaları onların halini    değiştirir.

(Hayvanın, sahibi tarafından kulağının veya kuyruğunun, kesilmesi gibi.)

Mütercim:

Bu hadis-i şerifi rivayet eden Ebû Hüreyre Kadıyallahu Anh Haz­retleri şu mealdeki ayeti kerimeyi okudu:

«O halde (ey resulüm) tertemiz bir inançla kendini dine bağlat Allah'ın, bütün insanları Üzerinde yarattığı fıtrat dinine... Allah'ın yaratış nizamı değiştirilemez. İşte dosdoğru din budur. Fakat insan laroı çoğu bu gerçeği bilmezler.» (Rûm sûresi, ayet: 30).

 

386- Saîd bin Müseyyeb (R.AJ babasından, rivayet ediyor:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, amcası Ebû Talib'in öl­mek üzere olduğu bir zamanda ziyaretine gitmişti. Hastanın yanın­da tesadüfen Ebû Cehil ile Abdullah bin Ebi Ümeyye bulunuyordu. Hazreti Peygamber, Ebû Talib'e:

Ey Amcam! «LA ÎLAHE İLLALLAH» de 'ki, Allah katında bu ke­lime ile senin lehinde şehadet edeyim.» Ebû Cehil ile Abdullah bin Ebî Ümeyye, hemen müdahale ederek, Ebû Talib! Sen Abdülmutta-lib yolundan vaz mı geçeceksin? dediler. Hazreti Peygamber tekrar bir kaç kere tevhid kelimesini getirmesi için Ebû Talib'e telkinde bulundu. Onlar da her defasında ayni sözlerini tekrarladılar. Niha­yet Ebû Talib'in en şort sözü,  Abdulmuttalib'in dininden   dönmemek oldu. Tevhid kelimesini getirmekten çekindi. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona şöyle buyurdu:

«Ne var ki, vallahi, senin için mağfiret dilemekten menedilme-dikça bağışlanman için dua edeceğim.»

Sonra: «Müşriklerin cehennemlik oldukları kendilerine aşikâr olduktan sonra —bunlar akraba bile olsalar— artık onlar için ne peygamber, ne de müminler mağfiret dileyemezler» mealindeki aye­ti kerime nazil oldu. (Sûre 9, ayet: 113)

 

387- Hazretî Ali'den rivayet edilmiştir:

«Sizden herbirinizin ve yaratılan her nefsin cennet veya ce­hennemden yeri tayin edilmiştir. Bedbaht veya mutlu olduğu da tak­dir edilmiştir.» Bunun üzerine ashabdan biri şöyle dedi:

— Ya Resûlallah! Mademki mutluluk ve bedbahtlık takdir edil­miştir, o halde kadere teslim olmaktan başka çaremiz yok ve çalış­ma neye yarar? Çünkü nasıl olsa iyiler cennete, kötüler de cehen­neme gideceklerdir. Hazreti Peygamber buyurdular ki:

—" Mutluluk ehlinden olanlara mutluluk ehlinin ameli nasib ve müyesser olur. Bedbahtlık ehlinden olanlara da bedbahtlık ehlinin ameli nasib ve müyesser olur» Yani, kul için muhakkak kulluk et­mek lâzımdır. Sakın ibadet ve amellerinizden geri kalmayınız. Sonra Hazreti Peygamber şu mealdeki ayeti kerimeyi okudu:

«Kim (Allah için) verir ve Allah'dan korkarsa; o en güzel ke­limeyi (La Illahe illallah sözünü) tasdik ederse; biz onu (Allah'ın ra­zı olacağı) en kolay yola hazırlarız. Fakat kim cimrilik eder, CA1-lah'ına) ihtiyaç göstermez ve bir de en güzel tevhid kelimesini in­kâr ederse, onu en şiddetli yola (cehenneme) hazırlarız.» (Leyi sû­resi/ayet: 5-103 Yâni, kendi iradesini imana ve hayra sarfeden kim­seye cennet verilir; şirk ve günaha sarfedene de cehennem verilir.

 

388- Sabit bin Dahhâk IR.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Her kim kasden ve yalan yere îslâmdan başka bir dine yemin ederse, (yahudi olsun eğer yalan söylüyorsa, şeklinde yemin ederse,) o dediği gibidir (kâfir olur). Kim de kendini bir demir parçasrylev öldürür  (intihar eder)  se, cehennemde kendisine onunla azab edilir.»

Mütercim :

İntihar eden kimse, (Allah, korusun) katildir. Daha doğrusu ka­tilden de beterdir. Çünkü îmam Ebû Yusuf'a göre, intihar edenin ce­naze namazı kılınmaz. Gerçekte, intihar eden bir müslüman, inti­harı sebebiyle îslâmdan çıkmış olmayacağında ittifak vardır. Mücte-hidlerin çoğuna göre de .cenaze namazı kılınır. Fakat başkası bu ise teşebbüs etmesin diye tehdit için üzerine cenaze namazı kılmayı İmam Ebû Yusuf caiz görmemiştir. îmam Ebû Yusuf'un içtihadı benimsenmemiştir.

 

389- Cündeb  (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Bir adamın yarası vardı ve (acısına dayanamadığından) ken­disini öldürdü. Allah Azze ve Celle Hazretleri şöyle buyurdu: Ku­lum, canını bana tez ulaştırdığından cenneti haram kıldım.»

 

390- Ebû Hüreyre  (R.A.) 'den rivayet edilmiştin

«Kendini boğan, cehennemde  de kendini boğacaktır.    Kendini hançerleyen cehennemde de kendini hançerler.»

 

391- Enes (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Seîlem, bazı ashabı kiram ile beraberken önlerinden bir cenaze geçti ve ashab o cenazenin iyili­ğinden bahsedip onu övdüler. Bunun üzerine Hazreti Peygamber. «Vacîb oldu,» buyurdu.

Sonra bir cenaze daha gelip geçti. Ashabı kiram o cenazeyi kö­tülediler, aleyhinde konuştular. Hazreti Peygamber yine:

«Vactb oldu,» buyurdu. Hazreti Ömer (Radıyalîahu Anh) sordu Ya ResûIaİlah! Her iki cenaze için de «Vacib oldu* buyurdunuz. Ne­yin vacib olduğunu açıklar mısınız? Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki:

«Bunu hayır ile yad ettiniz ve ona cennet vacib oldu. ötekini kötülükle yad ettiniz ve ona cehennem vacîb oldu. Siz dünyada Al­lah Tealâ Hazretlerinin çahidlerisiniz..

 

392- Hasreti Ömer (Radıyallahu Anhrdan rivayet edilmiştir;

«Hangi müslümanın İyiliğine dört kişi şabidlik ederse, Allah Tfeala o kimseyi cennete koyar.»

— Ya ResûIaİlah, üç kişi de şahitlik ederse cennete girer mi? di­ye sorduk. Peygamber, Sallallahu Aleyhi ve Seîlem Hazretleri :

Üç kişi de...» buyurdu. Biz, ya ResûIaİlah iki kişi şahitlik etse ;yine cennetlik olur mu? dedik. Hazreti Peygamber.-

«Evet İki kişi de...» buyurdu.

Mütercim ;

Müsiümanlann ve bilhassa İstanbul halkının güzel adetlerinden olan cenaze tezkiyesi, bu hadîs-i şeriflerin delaletiyle sabit ve me^ru olmuştur. Bu hadis-i şerifleri bilmiyen ilim yolundaki gençler cena­ze tezkiyesine itiraz ediyorlar ve bu tezkiye maddesi Halebı kitabın­da yoktur, diyorlar. Taşrada bu tezkiyeye karşı halkı kışkırttıkları­na bizzat ben şahid oldum. Çok kimselerden de işittim. Cenazenin tezkiyesi meşrudur ve bu güzel adet her yere laştırlmalıdır.

 

393- Berâ (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Bir mümin kabrine yerleştirilince kendisine sual melekleri ge­lir ve AUah'dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in, Allah'ın peygamberi olduğuna şehadet getirir. İşte Allah Tealâ'nm, Allah, îman edenleri sabit söz (şehadet kelimesi) ile tesbit eder, âyeti ke­rîmesi buna dairdir.» (İbrahim sûresi, ayet 27)

 

394- ibni Ömer   (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Bedir savaşında öldü­rülüp derin bir çukura doldurulan Ebû Cehil, Ümeyye, Utbe ve Şey-be'nin cesetlerine baktı ve onlara şöyle buyurdu:

«Rabbinizin vadettiği azabı gerçek buldunuz mu?» Hazreti Ömer, ya ResûIaİlah! dedi, ölülerle mi "konuşuyorsunuz? Peygam­ber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki:

«Siz onlardan daha iyi işitenler değilsiniz. Fakat cevab vere­mezler.»

 

395- Hazreti Aîşe (Radıyallahu Anha) der ki:

Resûlullah Sallâllahu Aleyhi ve Sellem, (Bedir'de öldürülen müşrikler hakkında sadece, «Dünyada benim kendilerine söyledikle­rimin îhak ve gerçek olduğunu şimdi yakinen biliyorlar» buyur­muştur. Ben, Resûl-i Ekrem'den, ölülerin işittiğine dair- bir söz duy­madım

 

Mütercim

Hazreti Aişe validemiz bu hususta, «Sen ölülere duyuramazsm!» mealindeki ayeti kerimeye dayanarak ölülerin işitmesini kabul et­miyor. Onun bu görüşü, diğer eshabı kiramın görüşlerine aykırıdır. Çoğu Hazreti Aişe'nin fikrini kabul etmiyor ve Ölülerin işitmesinde hiç bir surette engel tasavvur edilemezler, diyorlar.

 

396- Ebû Eyytıb (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallâllahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri bir gün. neş battıktan sonra Medine-i Münevvere'nin dışına çıkmıştı. Bir işitti ve bu ses için şöyle buyurdu:

«Yahudilere kabirlerinde azab ediliyor.»

 

397- Ebû Hüreyre  (R-A.)'den rivayet edilmiştir:

«Allah'ım! Kabir azabından, cehennem azabından, hayatın ve ölümün fitnelerinden, Mesih DeccaTin fitnesinden sana sığınırım.»

Mütercim :

TvTıinker ve Nekir   meleklerinin

Gerek kabir azabı ve Amma şehidler gibi, sual sormaları geçen .^«« u^er gibi, taun ve veba-düşman karsısında

nakledilmiştir.

 

398-  «Sizden biriniz ölünce yerleşme yeri sabah ve akşam ona gös­terilir. Eğer cennet ehlinden ise, cennet ehlinin yeri ve eğer cehen­nem ehlinden ise cehennem ehlinin yeri gösterilir. (Böylece ya se­vindirilir, ya da kendisine azab edilir). Ve ona denir ki, Allah- seni kıyamette kaldmncaya kadar yerin burasıdır.»

 

399- Berâ IR.AJ'den rivayet edilmiştir.

Peygamber Sallâllahu Aleyhi ve Sellem efendimizin oğlu İbra­him, henüz memede iken vefatında Hazreti Peygamber-. «Cennette bir sütanasına sahip olacaktır» buyurdu.

 

400*- Ibni Abbas  (R.AJ 'dan rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e küçük yaşta vefat eden müşriklerin evlâdlarmdan sorulunca şöyle buyurdular:

«Allah onları yaratan, ne yapacak olduklarını da bilen ancak kendisidir.»

Mütercim :

Kâfirlerin çocukları hakkında birbirinden farklı çok görüşler vardır. Şafiî İmamlarından İmam Nevevî'nin tercihine göre onlar cennete gireceklerdir.

 

401- Semûre bin Cündeb (R.AJ 'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in adetleri idi; her sa­bah namazdan sonra bize dönerek sorardı: «Sizden bu gece rüya gö­ren var mı?» Eğer birisi rüya görmüşse, efendimize arz ederdi. Efen­dimiz de o kimsenin rüyasını yorumlardı. Bir gün böyle adetleri üze­re sordu:

— İçinizde rüya göreniniz var mı?» Biz de: Hayır, ya Resûlal-lah! diye cevab yerdik. Sonra Hazreti Peygamber buyurdu:

«— Lâkin ben gördüm: Bu gece rüyamda bana iki kişi geldi. Elimden tutup beni mukaddes bölgeye (Kudüs)  çıkardılar.   Derken oturan bir adamla karşılaştım. Elinde demir çengel olan bir adam da ayakta dikilmekte idi. O çengeli çenesinin bir yanından sokuyor ve çengel ensesine dayanıyordu. Sonra çengeli çenesinin, diğer yanma aynı şekilde sokuyor ve bu arada öbür yanı kapanıyordu. Sonra dö­nüp aynı şeyi yapıyordu. Bu nedir? diye sordum. Yürü, dediler ve yürüdük. Derken sırt üstü uzanmış bir adama geldik. Bir silindir veya kaya parçası île onun başı ucunda dikilmiş bir adam vardı. Bununla onun  başını  eziyordu.   Kayayı onun başına vurunca kaya yuvarlandı. Kayayı tutmak için peşine düştü ve geri dönünceye kadar bu adamın başı iyileşip eski vaziyetini aldı. Kayayı tekrar onun başına çaldı. Kim bu? diye sordum. Yürü, dediler ve yürüdük. Tandıra ben­zer bir çukura geldik. Ağzı dar, dibi geniş ve altından alev kaynı­yordu. Alev yaklaşınca tırmandılar ve çıkmalarına ramak kaldı. Sö­nünce de çukura döndüler. Çukurda çıplak erkek ve kadınlar vardı: Kim bunlar? diye sordum. Yürü, dediler ve yürüdük. Derken bir kan nehrine geldik. Nehrin içinde orta yerinde dikilen bir adam   vardı. Önünde taşlar bulunan (başka) bir adam da (nehrin kenarında) du­ruyordu. Nehrin içindeki adam ileri atılıp çıkmak isteyince, Jtıyıdaki adam, ağzına bir taş atıp onu olduğu yere çevirdi. Her çıkmağa yel­tendiğinde ağzına bir taş atıyor ve o da eski yerine dönüyordu. Nedir bu? diye sordum. Yürü, dediler ve yürüdük. Derken yemyeşil bir bah­çeye vardık. Bahçede kocaman bir ağaç vardı. Ağacın altında yaşlı bir adamla küçük çocuklar vardı. Ağacın yakınında da önündeki ateşi yakmağa çalışan bir adam bulunuyordu. Beni o kocaman ağaca çıka­rıp bir eve soktular ki, ondan daha güzelini hiç görmedim. Bu evde yaşlı ve genç erkekler, kadınlar ve çocuklar vardı. Sonra beni ağacın daha yukarısına çıkarıp daha güzel ve daha üstün olan bir eve sok­tular. Bu evde ihtiyarlar ve delikanlılar vardı. Dedim ki:

— Beni bütün gece dolaştırdınız. Artık gördüklerimden bana bah­sediniz. Onlar da, peki dediler.

— Çene yanlarının yırtıldığını gördüğün adam müthiş yalancı­dır. Yalan söyler ve bu yalan kendisinden nakledilip dört bir tarafa yayılır. Bu yüzden kıyamete kadar ona, gördüğün işkence yapılıyor.

Başmın ezildiğini gördüğünüz adama gelince, Allah Tealâ Haz­retleri ona Kur'an öğretti. Fakat o, geceleri Kur'an'a gözünü yumdu ve gündüzleri de Kur'an'ın emirleri gereğince hareket etmedi. Ken­disine kıyamete kadar o işkence yapılacak.

Çukurda gördüklerine gelince onlar zina edenlerdir.

Nehirde gördüğün kişi de faiz yiyen (Ierden)  dir.

Kocaman ağacın altındaki ihtiyar, Hazreti İbrahim Aleyhîsse-lâm'dır. Onun etrafındaki küçük çocuklar ise insanların (küçük yaş ta ölen) çocuklardır. Ateş yakan da cehennem bekçisi MaHk'dir. İlk girdiğin, ev sıradan müminlerin cennetteki evleridir. Bu ev de şehid-lerin evidir. Ben Cibril'im, bu da Mikâil'dir. Şimdi yukarı bak! Ben de başımı kaldırıp baktığım zaman üstümde bulut gibi (havada du­ran) bir yer gördüm. İşte senin meskenin orası, dediler. Bunun üze­rine:                                                         '

  Bırakın da kendi meskenime gireyim, dedim. Dediler ki:

  Senin geri kalan ömrün var. Onu daha tamamlamadın. Ta­mamlamış olsaydın meskenine varabilirdin.»

 

402- Hazreti Aişe (R.A.)'den rivayet edilmiştir: Bir kimse Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine: Ey Allah'ın Resulü! Annem ansızın vefat etti. Zannederim ki, ko­nuşmaya vakti olsaydı, belki sadaka verilmesini isterdi. Şimdi ben, onun yerine sadaka versem kendisi sevab alır mı? dedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, «Evet!» buyurdular.

Mütercim:

Ansızın ölmek kötü bir şey değildir. îyi bir hal olduğunu bu ha-dîs-i şeriften İmam Nevevi gibi bazı alimler çıkarmışlardır. Ayrıca ohller için sadaka ve diğer hayır işleri yapmanın ölüye sevabı ola­cağı ehli sünnet mezhebinde ittifakla kabul edilmiştir.

 

403- Hazreti Aişe (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem, son hastalığında be­nim yanımda bulunmak arzusunu hissettirmek için diğer hanımla­rına   rına özür makamında şöyle buyurdu. Bugün nerdi       (ki ü   makamında şöyle buyurdu.

«Bugün neredeyim,   (kimin  yanındayım?)  yarın nerede  olaca­?» Benim yanımda   kaldılar ve benim kucağımda vefat ederek  ve mübarek vücudu odamda defnedildi pak ve mübarek vücudu odamda defnedildi.

 

404- Hazreti Aişe (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Ölülere dil uzatmayınız! Çünkü onlar ettiklerini bulmuşlardır.»

Mütercim :

Kâfirlerle birtakım fasıkların kötü hallerini söylemek, bütün müslümanları bu gibi işlerden kaçındırmak ve nefret uyandırmak için caizdir. Hadîs uydurarak rivayette bulunanların kötü hallerini açıklamak, onların aleyhinde konuşmak cevazmda ümmetin icmai vardır. Bu uydurmacı ister hayatta bulunsun, ister ölmüş olsun... Şerkavı şerhinde böyle yazılıdır.[26]

 

ZEKÂT BAHSİ

 

405- îbni Abbas  (R.A.)/dan rivayet edilmiştir:

Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Yemen halkı­na Muaz ibni Cebel'i gönderirken ona şöyle buyurdu:

«Önce sen onları, Allah'dan başka ilâh olmadığına ve benim de Allah'ın peygamberi bulunduğuma dair şehadete davet et. Eğer bu­na boyun eğerlerse onlara Allah Tealâ'nın- her yirmidört saatte beş vakit namaz farz kıldığını bildir. Buna da itaat ederlerse, onlara Allah Tealâ'nm zenginlerinden alınıp fakirlerine verilmek üzere mallarında zekâtı farz kıldığını bildir.»

Mütercim :

Bir beldede ihtiyaç sahipleri dururken başka bir yere zekâtın gönderilmesi. İmam Azam mezhebinde evlâ olmamakla beraber caiz­dir. Fakat İmam Şafiî'ye göre, bu hadisi şerifin delaletiyle haram­dır, caiz değildir.

 

406- Ebû Eyyüb (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

Bir kimse Resûlüllah Saîlallahu Aleyhi ve Sellem efendimize gelerek: Ey Allah'ın Resulü! Bana, cennete girmeme vesile olacak bir amel gösterir misiniz? dedi. Peygamberin huzurunda bulunan­lardan biri: Nesi var, ne istiyor? diye sordu. Resûl-i Ekrem:

«Onun büyük bir dileği var!» buyurdu ve sonra şu cevabı verdi «Allah Tealâ hazretlerine ibadet edersin, ona hiç bir ortak koş­mazsın, namazını kılarsın, zekâtın verirsin, yakınlarına iyilik edip  ilgini kesmezsin.»   (işte bunları noksansız ve ihlâslı bir şekilde ye­rine getiren cennete.girer.)

Mütercim :

Namaz ve buna benzer diğer salih ameller, Allah'ın va'di üzere cennete girmeye vesile ve Allah rızasını kazanmaya bir alâmettir Nitekim bu hadisi şerifin işaretinden bu husus anlaşılmaktadır. Amellerimiz ne kadar iyi ve ne kadar çok olursa olsun cennetin karşılığı olamaz. Cennet ancak Allah'ın lütfü ile kazanılır.

 

407- Ebû Hüreyre (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine bir Arabi (Bedevi) gelip: Ya Resûlallah! Bana öyle bir salih amel göster ki, cennete girmeme vesile olsun, dedi. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

«Allah'a, hiç bir şeyi ortak koşmamak şartı ile ibadet edersin, farz namazları kılarsın, farz olan zekâtı verirsin, ramazan ayını oruç tutarsın.» Arabî dedi ki: Benliğime hakim olan Allah'a yemin ederim ki, bundan fazlasını yapmiyacağım.

Adam dönüp gidince, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«Kim cennet ehlinden birini görmekten hoşlanırsa, şu adama baksın.»

Mütercîm :

Bu hadîs-i şerif, A'rabî Hadîsi diye şöhret    bulan bir hadîstir. 212

Burada hac farizasının anılmadığınm sebebî, adı geçen A'rabi üze-_ rine hac farz olacak kadar parası olmadığındandır. îmam Şafiî Haz­retleri bu hadîsi şeriften hüküm çıkararak bu beş vakit namazdan başka farz ve vacib namaz yoktur, diyor. İmam Azam Hazretleri ise, vitir namazının bu Arabî hadisesinden sonra vacib olduğunu ictihad ediyor.

Bir de bayram namazları vacib ise de, A'rabî'ye bunların söylen-menıesinin sebebi, köy ve çöllerde yaşayanlara bunların vacib olma-masmdandır. Zaten A'rabi, şehir veya şehir hükmünde bir yerde ika­met etmeyen bedevi demektir.

 

408- Hazreti Ömer (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«İnsanlar (Arap müşrikler) LA İLAHE İLLALLAH = Allah'dan başka ilâh yoktur, deyinceye kadar onlarla savaşmam bana emre­dildi. Bunu söyleyen kimse, islâmm hakkı müstesna, benden malım ve canını korumuş olu*. Allah Tealâ tarafından da hesaba çekile­cektir.»

Mütercim;

Biz «görünüşteki hal üzere hüküm veririz» esasına göre, dış hali itibariyle tevhid kelimesini getiren kimseye, şeriata aykırı olarak do­kunulmaz. Fakat Öşür, haraç zekât gibi yahut kısas gibi malına ve­ya canına bir hak .terettüp ederse, islâmm hükmü owüu -üzerine uy­gulanır.

 

409- Ebû Hüreyre  (R.A.)'den rivayet edilmiştir!

«Deve sahipleri, develerinin hakkını vermemiş iseler bu develer, dünyadaki en semiz halleriyle (ahirette) sahihlerine gelip ayakları ile onları çiğneyeceklerdir. Davar sahipleri de davarlarının hakkını vermemiş iseler bu davarlar bulundukları en semiz halde sahipleri­ne gelip, ayakları ile onları çiğniyecekler ve boynuzlayacaklardır. Bu deve ve davarların haklarından biri de, suya çekilecekleri zaman sağılmalarıdır. (Ya memelerinin kabarık görünüp fakir fukarayı imrendirmemesi veya sulama saatında hazır bulunan yoksullara süt­lerinden verilmesi kastedilmektedir.)

Hiç biriniz kıyamet günü boynunda, taşıdığı meleyen bir davarla gelip, yâ Muhammed! demesin. Senin için bir şey yapamam, ben tebliğ ettimdi, diyeceğim.

Boynunda taşıdığı böğüren bir deve ile gelip, yâ Muhammedi demesin. Senin için bir şey yapamam, ben tebliğ etmiş idim, diye­ceğim.

 

410- Ebû Hüreyre  (R.A.)'den rivayet edilmiştir;

Bir kimseye Allah mal verir de onun zekâtını ödemezse, kıya­met, günü, bu mal çifte zehirli yavuz bir yılan şekline girip onun boynuna dolanacaktır. Sonra çenesinin iki yanına  yapışarak,  ben senin malınım, ben senin gömdüğün (cemiyetten kaçırdığın) defi-nenim, diyecektir» Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellena Hazretleri şu mealdeki ayeti kerimeyi okudu:

«Allah'ın, kereminden kendilerine verdiği malda (cimrilik) eden­ler, bu davranışlarını kendileri için yararlı sanmasınlar. Aksine bu, onlar için zararlıdır. Onların cimrilik ettikleri şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin ve mirası Allah'ındır. Allah bütün yaptıklarımızda haberdardır.» (Âl-i İmrân sûresi, âyet-180).

 

411- Ebû Saîd  (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

«Gümüşten beş Ukye'den (200 dirhem = 560 gr.) azında zekât yoktur. Develerden en az üçer yaşında beş deve olmadıkça zekât yoktur. Toprak ürünlerinden beş Vesak'm (takriben bir tonun) azın­da zekât yoktur.»

Mütercim

Zaruri geçim ihtiyaçları dışında nisaba sahib olan kimsenin bu malları üzerinden bir yıl geçince gümüşten kırkta bir zekât verilir. Develerde nisab miktarı, en az üçer yaşında olmak şartı ile beş adet olmaktır. Arazi ürünlerinin nisabı, arpa, buğday, kuru üzüm ve hurma gibi maddelerden, beş vesak (takriben bir ton) ürün ol­maktır. Toprak ürünlerinin zekâtı, ürün elde edilince ve bu nisaba ulaşınca verilir. Bunlar üzerinden yıl geçmek yoktur. Bir tondan az ürün için de zekât vermek farz değildir.

Bu hadîs-i şerife dayanarak toprak ürünlerinin nisabında müc-tehid imamların birbirinden ayrı görüşleri vardır. İmam Azam'a göre, Toprak ürünlerinin hepsinde, az olsun - çok olsun, öşür (onda bir) vermek gerekir.

İmam Şafiî bu hadîs-i şerif delaletiyle takriben bir ton ürün ol­madıkça öşür lâzım gelmez. İki imam (İmam Muhammed ile imam Ebû Yusuf) da bu görüştedirler. Bir de İmam Şafiî mezhebinde yal­nız hurma veya kuru üzüm hesabı ile üzümden öşür gerekir, diğer ürünlerden gerekmez.

 

412- Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştir :

«Kim temiz kazancından bir hurma miktarı sadaka verirse - ki, Allah temiz olanı ancak kabul eder - Allah onun sadakasını sağ eliyle kabul buyurur. Sonra o sadakayı, herhangi birinizin, tay'ını beslemesi gibi besleyerek o sadaka dağ büyüklüğünde olur.»

 

413- Harise bin Velıb   (R.A.Î'cleıı rivayet edilmiştir:

«Sadaka veriniz (yoksullara yardım ediniz). Bir zaman gelecek ki, insan sadakasını elinde dolaştıracak ve onu kabul edecek kimse bulamayacak. Herkes, bu sadakayı dün getireydin, kabul ederdim fakat bugün ona ihtiyacım yoktur, diyecek».

 

414- Ebû Hüreyre (R.A.)'clen rivayet edilmiştir:

«Servetiniz çoğalıp taşmadıkça, kıyamet kopmayacaktır. Hatta mal sahibini, sadakasını kimin kabul edeceği düşündürecek ve hat­ta yardımını arz edecek de kendisine yardımını arz ettiği kişi, ihtiya­cım yoktur, diyecek.»

 

415- Adiyye bin Hatim   (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

Peygamber SallallaH'u Aleyhi ve Sellem Hazretlerine iki kişi geldi. Biri fakirlik ve darlıktan söz etti.. Diğeri de soygunculuktan, mal ve can güvensizliğinden şikâyet etti. Bunların her ikisine hita­ben Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«Yol kesme işine gelince, geçireceğin kısa bir müddet sonra ker­vanlar, muhafizsız olarak Mekke'ye çıkacaklardır.

Yoksulluk meselesine gelince; herhangi biriniz, sadakasını, do­laştırıp onu kendisinden kabul edecek kimse bulamayıncaya kadar kıyamet kopmayac aktır.

Sonra kıyamet gününde her biriniz mutlaka Allah'ın huzurunda duracak ve kendisi ile Rabbı arasında ne bir perde, ne de kendisine tercümanlık yapacak bîr tercüman bulunacaktır. Sonra Allah Tealâ behemehal şöyle buyuracaktır:

  Sana mal vermedim mi? Ö da:

  Evet, verdin; diyecektir. Yine Allah soracak:

  Sana peygamber göndermedim mi O:

  Evet, gönderdin! diyecektir. Sonra sağma bakacak ateşten başka bir şey görmeyecektir. O halde her biriniz yarım hurma ile dahi dl-ga cehennem ateşinden korunsun. Şayet bulamazsa tatlı bir sözle    »

 

417- Hazreti Aişe'den rivayet edilmiştir:

Hazreti Aişe diyor ki: Yanında iki kız çocuğu bulunan bir ka­dın içeri girip yardım istedi. Bir tek hurmadan başka verecek şey bulamadım ve o hurmayı kadına verdim. Kendisi yemeyip onu kız­larına taksim etti. Kadın çıktıktan sonra Peygamber Sallallahu Aley­hi ve Sellem eve girdi. Durumu kendisine anlattım. Bunun üze­rine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«Her kim, bu kızlardan birinin (büyütüp meydana getirme) çi­lesini çekerse kendisi için bu kızlar, cehennemden engelleyici bir perde olurlar.»

 

418- Ebû Hüreyre (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine birisi ge­lip: Ya Resûlallah, savab bakımından hangi sadaka daha büyüktür? diye sordu. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu lar:

«Sağlıklı ve ihtiraslı olup yoksulluktan korkar ve zenginliği ümit ederken verdiğin sadakadır. Yardım yapmayı erteleyip can boğaza dayandığı zamana, falana şu kadar, filana bu kadar, demoyesin. Ar­tık o mal (senin değil) falanındır.»

 

419- Hazreti Aişe (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sordum: Ey Allah'ın Re­sulü! Biz senin zevcelerin olarak içimizden hangimiz sana daha ça­buk kavuşacaktır? Buna cevaben şöyle buyurdular:

«Kolu en uzun olanınız!» Sonra biz hanımlar bir kamış parçası ile kollarımızı ölçmeğe başladık. Hanımlar içinde kolları en uzun Hazreti Şevde idi. Fakat daha sonra anladık ki, kolu uzun olmak, çok sadaka vermek demektir ve Hazreti Peygamber bunu kasdet-miştir. İçimizden en önce Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e iltihak eden Hazreti Şevde olmuştu. O da gerçekten fakirlere yar­dım etmeyi çok severdi.

 

420- Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

-«Bir kimse (İsrail Oğullan zamanında), vallahi sadaka verece­ğim, diyerek yemin edip sadakasını alarak çıktı ve onu (bilmeyereki bir hırsızın eline koydu. Halk, hırsıza sadaka verildi, diye konuşma­ğa başladılar. Adam, Allahım, sana hamd olsun! Vallahi bir sada­ka (daha) vereceğim, dedi. Sadakasını çıkardı ve (bu kez yine bil­meyerek) bir fahişeye verdi. Halk, bu gece fahişeye sadaka verildi, diyerek konuşmağa başladılar. Adam, Allahım, fahişeye nasip oldu­ğu için sana hamd olsun! Vallahi, bir sadaka (daha) vereceğim, de­di. Sadakasını çıkardı ve bir zenginin eline koydu. Halk zengine sadaka verildi, diye konuşmağa başladılar. Adani dedi ki:

— Allahım! hırsıza,  fahişeye  ve  zengine  sadaka  verdiğimden dolayı sana hamd ederim.

Sonra o sadaka veren adama rüyasında şu müjde verildi: Hırsıza verdiğin sadaka ise, belki o, hırsızlık yapmaktan vaz^ geçer. Zinakâr kadına gelince, belki zinasından tevbe eder. Zengine gelince umulur(ki, bu işten ibret alarak Allah'ın ona verdiği maldan hayra harcar.»

Mütercim:

îmam Azam ve İmam Muhammed Hazretlerine göre, bir kimse, fakir ve muhtaç sandığı bir adama zekâtını verse, sonradan zengin olduğunu "anlasa bile caiz olur. Bu zekâtı tekrar vermesi gerekmez. Diğer müctehid imanlara göre, zekât ödenmiş olmaz, tekrar muh­taç olana verilmesi gerekir.

 

421- Ma'n bin Yezid  (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

Babam Yezid, sadaka cinsindedn fakirlere dağıtılmak üzere Mes­cidi şerifte bir adama bir kaç altın verip onu vekil etti. Sonra ben gidip o adamdan bu emanet altınları kendim için istedim. O da ba­na verdi. Babama geldim ve durumu anlattım. Babam yemin ederek dedi ki, o altınları sana verilmek için değil, başka muhta.cia.ra dağı­tılmak için verdim. Böylece babam altınları benden geri almak is­tedi. İhtiyacım olduğu için vermedim. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda muhakeme olduk. Peygamber Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem, babam Yezid'e hitaben şöyle buyurdu:

«Ey Yezidi Niyet ettiğin şey (sevab) senindir. Ey Ma'n! Aldığın şey (altın) da senindir.»

Mütercim:

Bir kimse kendi zekâtını usûl ve füruuna veremez. (Anasına babasına ve büyük anne ile büyük babalarına veremediği gibi, ço­cuklarına ve çocuklarının çocuklarına da veremez). Bu hadîs-i şe­rifteki cevaz ise, burada evlada, verilen para zekât neviden olmayıp nafile kabilinden verilen sadaka idi. Yahut peygambere ait özellik­lerden olup kaide dışı bir iştir, denilebilir.

 

422- Hazreti Aişe (R.A.) den rivayet edilmiştir.

«Bir kadın, evinin nafakasından, israf etmeksizin bir harcama yaptığı zaman, kadın harcadığı için, harcanan şeyin sevabını alır. Malı kazandığı için de kadının kocası, harcanan şeyin sevabını alır. Kilerciye de onlar kadar, sevab vardır. Hiç birinin sevabı, diğerinin sevabından birşey azaltmaz.»

 

423- Hakîm bin Hizam (R.A.) 'dan rivayet edilmiştir:

«Üst el (veren el), alt elden (alan elden) daha hayırlıdır. Önce geçindirdiğin kimselere ver. Sadakanın hayırlısı, zenginlik sırtından verilen sadakadır. Haramdan sakınan kimseyi Allah iffetli kılar. Tok gözlü olan kimseyi Allah zengin kılar, (muhtaç bırakmaz).»

 

424- İbni Ömer R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Üst el, alt elden daha hayırlıdır. Üst el, veren eldir. Alt el de, dilenen eldir.»

Mütercim :

Bazı anlayışlı kimseler, edebe uygun dr oün diye, fakirlere bir şey verinken ellerini aşağı tutarak fakirin .isten almesını sağlamağa çalışırlar.

 

425- Ebu Musa   (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimizin huzurları­na bir- ihtiyaç sahibi geldi. Hazreti Peygamber bize şöyle buyurdu:

«Siz aracı olunuz; sevab kazanırsınız. Allah Tealâ Hazretleri Peygamberinin dilinden dilediği hükmü verir (ihtiyaç sahipleri hak­kında Cenabı Hakkın takdiri ne ise mutlaka yerine gelecek ise de, siz yine ihtiyaç sahipleri ile benim aramda aracı olursunuz).»

 

426- Hazreti Ebû Bekir'in kızı Esma (Radıyallahu Anha) dan rivayet edilmiştir. Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona şöyle buyurdu:

«Kesenini ağzına Dağlama; AUahTealâ Hazretleri de senin rızkı­nı bağlar.»

Yani: Fakirlere sadaka vermemek için torba, çuval, dolap ve bunlara benzer erzak depolarını kilit ve bağ altında tutma. Muh­taçlara ve fakirlere karşı açık bulundur, onlara yardımda bulun. Başka bir rivayette de:

«Sayarak verme. Sonra Allah Tealâ Hazretleri de sana sayarak verir.» Ne verdiğini ve malından ne eksildiğini saymakla uğraşma. Verebileceğini, sayı ve hesabına bakmadan ver. Sonra Allah Tealâ da size her şeyi hesapla ve sayı ile verir, malınızın berekti gider.

 

427- Esma (R.A.) 'dan rivayet edilmiştir:

«Sen kaplara  doldurup kaldmrsan Allah da   sana vereceğini kaplara doldurup kaldırır. Gücün yettiği kadar, azar azar ver.»

Mütercim ;

Hadis-i şerifte geçen «İrdah» kelimesi, az ve cüz'î bir şeyi ver mek anlamını taşır.

 

428- Hakim bin Hizam  (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine, ey Allah'iE Resulü! dedim. Ben islâm dinini kabulden önce sadaka vermek, kö­le azad etmek, yakınlarıma iyilik etmek gibi hayırlı işler işlemiştim. Yapmış olduğum bu hayırlardan dolayı bana herhangi bir sevab var­ım?

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdular:

«İslâm, geçmiş hayırların karşılığında sana nasip oldu.»

Mütercim:

Sadaka ve yakınlara iyilik gibi niyete bağlı olmayan hayırlar hakkında sırf Allah'ın lütuf ve ihsanı olarak hüküm böyledir. Fakat hac gibi islâmm rükünlerinden olup niyete bağlı bulunan ibadetler, islâmdah önce yapılmışsa, bunlar makbul olmayıp iade edilmeleri gerekir. Ayrıca islâmdan önce işlenen günahlar, müslüman olmak­la bağışlanmış olur.

 

429- Ebû Musa (R.AJ'dan rivayet edilmiştir:

«Müslüman, güvenilir, kendine emredileni tam, eksiksiz ve gö­nül boşluğu Ue yerine getiren (veya veren, ve bu emredilen şeyi emredilen kişiye Ödeyen hazinedar sadaka veren iki kişiden biridir. (Hazinedar da sadaka veren mal sahibi gibi sevab alır.)»

 

430- Ebû Hüreyre (R.AJ'deh rivayet edilmiştir:

«Kulların sabaha kavuştukları her gün gökten behemehal iki melek iner. Bunlardan biri. Allah'ım! harcayana halef (harcadığı­nın bedelini) ver, diye dua eder. Diğeri de, Allah'ım! tutana (har-camayana) telef ver, der.»

 

431- Ebû Hüreyre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir;

«Cimri ile cömert kimsenin örneği, göğüslerinden köprücük ke­miklerine kadar demir zırh giyinmiş iki adam örneğidir. Eli açık ki­şi, harcadıkça zırhı parmak uçlarını örtecek ve (deri üzerindeki) izlerini kaybedecek derecede genişler ve sarkar. Cimri de ne zaman bir şey harcamak istese zırhının her halkası yerine yapışır ve onu genişletmeğe çalışır, fakat genişlemez.»

 

432- Ebû Bürde (R.A.) babası tarikiyle dedesinden rivayet edilmiştir:

«Her müslümana sadaka farzdır.» Ashabı, Ya Resûlallah! dedi­ler, bulamayan ne yapacaktır? Hazreti Peygamber:

«Bedenen çalışıp hem kendisini faydalandırır ve hem sadaka verir.» buyurdu. Ashab, iş bulamayan ne yapacak? diye sordular. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

«Yorgun argın ihtiyaç (iş ve yük) sahibine yardım eder,» bu­yurdular. Ashab, bunu da bulamayan ne yapacaktır? dediler. Haz­reti Peygamber şöyle cevab verdi:

«Dürüst davransın ~ve kötülükten el çeksin. Bu onun için bir sa­dakadır.»

 

433- Ümmü Atiyye (R.AJ'den rivayet edilmiştin Ensar'dan Nesibe'ye (zekât olarak) bir koyun gönderilmişti. Ne sibe de bu koyunun etinden Aişe   (Radiyallahu Anha)   hazretleri­ne gönderdi. Resûluîlah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, Hazreti Aişe'-ye «Yanınızda yiyecek bir şey var mı?» diye sordu. Hz. Aişe diyor ki: Hayır, dedim, yalnız Nesibe'nin o koyundan gönderdiği et var! Bu nun üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurdular:

«Getir! O koyun yerini buldu.» (Verilen sadaka Nesibe'nin mül-;kiyetine geçti, onun malı oldu. Artık kendi malından hediye olarak gönderdiğinden yememizde bir sakınca yoktur.)

 

434- Ebû Saîd El-Hudrî (R.AJ 'den rivayet edilmiştir: Bir A'rabi Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e gelerek Me­dine'ye hicret etmesi için izin istedi. Buna cevaben:

«Kendine yazık etme! Hicret işi güç ve zordur. Senin zekât ve­recek kadar deven var mı?» buyurdu. Adam, var dedi. Hazreti Pey­gamber: «O halde amelini denizaşırı ülkelerde yap, Allah Tealâ se­nin amelinden hiçbir şeyi zayi etmez» buyurdu.

 

435- İbni Abbas (R.A.) 'dan rivayet edilmiştir; '^Peygamber Sallallâhu Aleyhi)  ve Sellem, Muaz bin Cebel Haz­retlerini Yemen'e vali olarak gönderirken ona şöyle demişti:

«Sen, ehli kitab olan bir topluma (vali olarak) gidiyorsun. îlk yapacağın iş, onları Allah'a ibadete davet etmendir. Allah'ı tanıyın­ca onlara, Allah Tealâ Hazretlerinin gündüz ve gecelerinde beş va­kit namazı farz kıldığım bildir. Namazı kılarlarsa, Allah Tealâ'nm onlara, zenginlerinin malından alınıp fakirlerine verilmek üzere ze­kâtı farz kıldığını bildirir. Buna da itaat ederlerse, kendilerinden ze­kâtlarını al (ve gereken yerlere ver). Ancak (bu zekât) halkın mal-larram en iyisinden almaya kalkma.»

 

436- Enes'den1 (Radıyallahu Anh)  rivayet edilmiştir:

Enes der ki: (Sevdiğiniz malda (Allah yolunda) harcamadıkça, iyiliğe erişemenızsiniz) mealindeki ayeti kerime nazil olunca, Talha Hazretleri Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna gel­di ve dedi ki: «Allah Tealâ Hazretleri, siz sevdiğiniz mallarınızdan muhtaçlara vermedikçe iyilik derecesine erişemezsiniz, buyuruyor. BEYRUHA hurmalığı, bana mallarımın en kıymetlisidir. Bu yer Al­lah rızası için sadakadır. Bunun ecrini ve mükâfatını Cenabı Hak'­tan bekliyorum. Yâ Resûlallah! Beyruha'yı Allah'ın sana göstereceği yere koy.» Buna cevaben Peygamber Saliallahu Aleyhi ve Sellem şöy le buyurdu:

«Oh {ne güzel)! O kazançlı bîr maldır. O kazançlı i>ir maldır. Dediğini duydum. Bu malı akrabalarına vermeni uygun görüyo­rum.» Sonra Ebû Talha, Ya Resûlallah, siz uygun gördüğünüzü ya­pınız! dedi. Ebu Talha, bu yeri yakınlarına "ve amcazadelerine tak­sim etti.

Mütercim :

Bugün Beyruha'nm yalnız kuyusu kalmıştır. O da Mescidin ka­pısı tarafında Kürt Said Abdülkadir'in binası karşısında bir evin dış duvarına bitişik dar bir yerde sokak kenarındadır. Bazı ziyaret çiler adı geçen kuyuyu ziyaret ederler ve suyundan bereketlenmek

için içerler.  Bahçe ise arsa haline  dönüp  üzerinde  binalar yapıl­mıştır.

 

437 - Ebû Said El-Hudri (R.A.)'den rivayet edilmiştir.

«İzin veriniz, gelsin.» buyurdular. Zeyneb Peygamberin huzu­runa geldi ve dedi ki: Ey Allah'ın Resulü! Bugün siz sadaka verme­mizden bahsettiniz. Benim birtakım süs eşyalarım (mücevherlerim) var. Bunları muhtaçlara vermek istedim. Fakat kocam, yardım ed&-ceğim kimseler içinde en muhtacın kendisi ve çocukları olduğunu iddia etti. Buna cevaben Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«İbni Mesûd'un sözü doğrudur. Kendilerine yardımda buluna­cağın kişilerin en lâyiki kocan ve çocuklarındır.»

Mütercim:

Bu hadîs-i şerife dayanarak İmam Muhammed ve İmam Ebû Yusuf, hanımın kocasına zekât vermesi caizdir. İmam Azam ile İmam Mâlike göre caiz değildir. Bu hadîs-i şerifte geçen sadaka, ze­kât olmayan sadaka hükmündedir.

 

438- Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştir: «Müslümanm atında ve kölesinde zekât yoktur,» MÜTERCİM ;

Bir insanın bineceği veya cihad için beslediği ata zekât yoktur. Fakat üretmek için ve çoğaltmak için erkek ve dişi karışık olmak şartı ile senenin çoğunu kırda otlayarak yetişen atlarda İmam Azam'a göre zekât vacibdir. îmanıeyn ile İmam Şafii'ye göre vacib değildir.

imam Azam'a göre böyle atları bulunan kimse, isterse her at için bir altın verir ve isterse değerlerinin kırkta birini zekât verir.

 

439- Ebû Said EI-Hudrî (R.A.) 'den rivayet edilmiştir.

Bir gün Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri min­bere çıkıp oturdular. Biz de minberi saadetin etrafında oturduk. Sonra Hazreü Peygamber:

«Sizin için korktuklarımdan biri de, dünyanın süsü ve zinetinin benden sonra size açılmasıdır.» buyurdu.    Ashab'dan    biri    sordu:

— Ya Resulallah, hayır (dünya varlığı) şer getirir mi? Hazreti Peygamber, Allah'ın vahyini bekleyerek sustu. Vahyin gelişinden sonra Hazreti Peygamber:

«— Soru soran nerede?» buyurdu ve şu cevabı verdi: «Hayır, kesinlikle şer getirmez. Ancak baharda biten bitkilerin bir kısmı da öldürür veya ölüm derecesine vardırır. Zehirli olmayan yeşillikleri yiyen hayvan da var. Böğürleri şişinceye kadar yer. Sonra güne­şin kursuna dönerek dışkısını atar, sidiğini akıtır ve keyfine bakar. Bu dünya malı da tatlı bir yeşilliktir. Müslümanm sahip olduğu malî yoksullara, öksüzlere ve yolda kalmışlara verdiği müddetçe ne gü­zeldir! [Veya Peygamber'in buyurdukları tarzdadır. (O'nun böyle buyurduklarını hatırlıyorum. Eğer eksiğim varsa bendendir.)! Bu malı, hakkını vermeden tutan kimse ise yiyip de doymayan kişiye benzer. Kıyamet gününde onun aleyhinde şahitlik yapacaktır.»

 

440- Abdullah'ın kansı Zeneb (B.A.) 'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem vazmda kadınlara hitaben: «Sadaka verin, süs eşyalarınızdan olsa bile.» buyurmuştu. Son­ra îbni Mesûd'un hanımı Zeyneb ile Ebû Mesüd'un hanımı Zeyneb, her ikisi Hazreti Peygamberin saadethaneleri kapısına geldiler. Ka­pıda Hazreti Bilâl Habeşî'yi (Rathyallahu Anh) buldular. Abdullah bin Mesud'un karısı Hazreti Zeyneb, Hazreti Bilâl'e dedi ki: — Re-sûlullah'a sor, evimde barındırdığım öksüzlere ve kocama haraca-dığım şey,sadaka yerine geçer mi? Arkadaşım da aynı durumdadır. Bizi de bildirme! Hz. Bilal içeri girip Peygamberimize sordu. Pey­gamberimiz, «O iki kadın kimlerdir?» buyurdu. Bilâl, Zeyneb! dedi Peygamberimiz, Zeyneblerden hangisi?» buyurdu. Bilâl, Abdullah bin Mes'ud'un karısı! dedi Peygamberimiz buyurdular ki: «Evet! Hem onun sevabı iki kattır: Yakınlık sevabı ve sadaka sevabı.»

 

441- Ümmü Seleme (R.AJnin kızı Zeyneb (R.A.) den rivayet-e d il mistir:

Peygamber'in zevcesi Ümm-i Seleme, ya Resulallah, dedi, ölen kocamdan himayem-altında bulunan yetimlere yaptığım harcama­dan ötürü bana sevab ve mükâfat var mıdır? Bunlar benim de çocuk-larımdır. Resûl-i Ekrem buyurdu: «Sen onların ihtiyaçlarını gör. On­lar için yaptığın harcamanın sevabını alacaksın.»

 

442- Ebû Hüreyre  (R.A.)den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem sadaka ve zekât veril­mesi için emretmiş ve bunların toplanması için adam görevlendir­mişti. Bir görevli Hazreti Peygambere' dedi ki: «Ya Resûlallah, İbni Cemil, Halid bin Velid ve Abbas, bu üç kişi zekât vermekten kaçın­dılar. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu.

«İbni Cemil'in zekât vermek istemeyişi, fakir iken Allah ve peygamberi (ganimet mallarından kendisine vererek) onu zengin kılmalarının foir karşılığı mıdır? Halid'e gelince, siz ona haksızlık ediyorsunuz. Çünkü Halid, zırh ve savaş teçhizatını Allah yoluna bağlamıştır. Abdülmuttalib'in oğlu Abbas ise, Resûlüllah Sallalla­hu Aleyhi ve SeHem'in amcası oîup kendisinden istenen zekât mik­tarını vereceği gibi, bir misli fazlasını da verecektir.»

Mütercim :

Buradaki sadaka, sahih olan görüşe.göre, farz olan zekâttır. Ba­zı alimler, bu sadakanın farz zekât olmayıp nafile sadaka veya harp için bir vardım için bir yardım olduğu görüşündedirler.

 

443- Ebû   Said rar istedil f4 yTnfverdflö!," ^^f * °nIam V6rdİ' Tek" verdi. Sonra şöyle buydular ^enl"1^ "^

 

444- Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştir: «Benliğime hakim olan Allah'a yemin ederim ki, herhangi biri­nizin ipini alıp sırtında odun taşıması, bir adama gidip ondan ister versin, ister vermesin dilenmesinden daha hayırlıdır.»

 

445-  Zübeyir bin Avvam (R.A.) 'dan rivayet edilmiştir:

«Vallahi, herhangi birinizin ipini alarak sırtında bir demet odun getirip satması ve bu sebeple Allah Tealâ onun yüzünü kızarmak­tan koruması, insanlara, versinler veya vermesinler, el açmasın­dan daha hayırlıdır.»

Mütercim:             .  .

Bu hadîs-i şerifle Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizi ticarete, sanata, ziraata ve çalışmaya teşvik buyuruyor ve başkası­nın eline bakıp avuç açmaktan sakındırıyor.

 

446- Hakim bin Hizam (R.A.)'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

Resûlüllah Hazretlerinden mal istemiştim, verdiler. Bir müddet sonra, yine istedim, yine verdiler. Üçüncü defa istedim yine verdiler ve sonra bana şöyle buyurdular:

«Ya Hakîm! Gerçekten bu dünya malı tatlı bir yeşilliktir. Kim onu gönül cömertliği ile alırsa, hayır ve bereketini görür. Kim gö­nül ihtirası ile alırsa hayır ve bereketini görmez. Yiyen ve doyma­yan kişiye benzer. Üst el (veren el), alt elden (alandan) daha hayırlı­dır.»

Sonra Hakim ibni Hizam, ey Allah'ın Resulü, seni hak Peygam­ber olarak gönderen Allah Tealâ Hazretlerine yemin ederim ki, bun­dan böyle ömrümün sonuna kadar sizin elinizden sonra hiç bir elin altına elimi tutmayacağım, dedi. Ömrünün sonuna kadar da bu sö­zünde durdu. Hatta Hazreti Ebû Bekir ganimet mallarından kendi­sine vermek için davet ettiği zaman gitmezdi. Hazreti Ömer de ayni şekilde davet ederdi, gitmezdi. Hazreti Ömer, ey müslümanlar, şahid olun. Ben Hakîm bin Hizam'ı kendisine mal vermek için davet edi­yorum,  gelmiyor, diyerek ilân ederdi.

Mütercim ;

İhtiyaç ve zaruret hali bulunmadıkça dilenmek, imamların itti­fakı ile haramdır. Çalışmaya ve kazanmaya gücü olanlar hakkında imamlar ihtilâf ettiler. Bazıları hadîs-i şeriflerin zahirine bakarak haramdır, dediler. Sahih olan söz de budur. Bazıları da, böyle kim­selerin istemesi kerahetle caizdir, dediler. Fakat bu da üç şartla olur:

1- Küçük düşürmeyecek,

2- İsrar etmeyecek,

3- Hayır sahibini incitmeyecek, rahatsız etmeyecek.

Bu üç şart bulunmaksızın yapılan dilencilik haramdır. Fakat bazı büyük şeyhler, ahlâk terbiyesi için bazı derviş ve müridlerine seyahat görevi verirlerdi. Torbalı veya torbasız dilenirlerdi. Bunda manevî bir ahlâk terbiyesi düşünüldüğünden bir sakınca yoktur dediler. Fakat bu şekilde dilenmek caiz olduğu takdirde, İsrar et­mekten, Allah rızası için veya Allah'ı seversen ve benzeri sözlerden sakınmak şarttır. Zira Allah rızası için dilenen mel'undur ve böyle düenildiği zaman o istenilen şeyi, aşırı bir şey veya gayri meşru bir şey olmadıkça vermeyen kimse de mel'undur, diye  varid olmuştur.

 

447- Hazreti Ömer  (Radıyallahu Anh]   anlatıyor:

Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bazen bana mal verirdi. Ben de Ya Resûlallah, benden öaha muhtaçlara veriniz, derdim. Hazreti Peygamber bana şöyle buyurmuştu:

«Bunu al! Beklemediğin ve istemediğin halde sana bir mal ge­lirse al; fakat bu türlü olmadıkça, sakın kendini onun ardına dü­şürme.»  

 

448- İbni Ömer (R.AJ 'den rivayet edilmiştir:

«Bazı kimseler vardır ki daima insanlardan dilenirler, kendile­rinde zaruret olmaksızın dilenciliği kendilerine san'at edinirler. Bun­lar, kıyamet gününde yüzlerinde et parçasından bir şey olmaksızın çıplak kuru kemik halinde geleceklerdir. Bir de kıyamet günü gü­neş o derece yaklaşacak ki, insanın teri tâ kullağımn yarısına çıka­caktır. Sonra mahşerdekiler, böyle dehşetli bir halde iken hepsi yar­dım isteyecektir. Önce Hazreti Adem'den yardım isteyecekler, sonra Hazreti Musa'dan, sonra Hazreti Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den, Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem de bütün mah­şerde bulunan arasından hüküm verilmesi içjin şefaat ederek gidip cennet kapısının halkasına yapışacaktır. O gün Allah Tealâ Haz­retleri, Muhammed Aleyhissalâtü vesselam'i Kur'an-ı Kerim'de va'd buyurulan MAKAM-I MAHMUD'a çıkaracaktır. Bütün mahşer hal­kının övdüğü ve imrendiği bir makamdır bu.»

 

449- Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Yoksul kapı kapı dolaşıp ta bir veya iki lokma yahut bir veya iki hurma ile geri dönen kişi değildir. Yoksul; ihtiyacını karşılaya­cak imkâna sahip olmayan, durumu bilinmediğinden de kendisine sadaka verilmeyen ve kendisi de kalkıp insanlardan istemeyendir.»

(Yardım yapılması gereken yoksul budur ve böyle kimseleri gözet­mek gerekir,)

 

450- Ebû Hümeyd Es-Sâidî (R.AJ 'den rivayet edilmiştir:

Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraber Tebük ga­zasına çıkmış idik. Va&i'l-Kura adındaki yere vardığında bir hurma bahçesi, bulunan bir kadınla karşılaştı. Hazreti Peygamber, ashabı kirama hitaben:

«Bu bahçenin hurma mahsulünün miktarını    tahmin  ediniz.»

buyurdu. Sonra bizzat kendisi hurmaların miktarını on vesak Ctak^ riben 2 ton) olarak tahmin etti ve on vesak itibariyi» onda bir zekât aldı. Sonra bahçe sahibesi olan kadına şöyle buyurdu:

«Bu hurmalıktan çıkan mahsulü biçersin.»

(Fazla veya eksik almış isek ödeşiriz.) Tebük'e vardığımız zaman şöyle buyurdu:

«Dikkat ediniz, bu gece fırtına olacak, şiddetli rüzgâr esecektir. Hiç biriniz yerinden kımıldamasın. Devesi olan devesini sağlam bağlasın.» Biz de develerimizi emrettiği şekilde bağladık, yattık. Gerçekten o gece çok şiddetli fırtına oldu; öyle ki, içimizden ayağa kalkan birisini rüzgâr Tayyi dağına sürükledi. Eyle hükümdarı (Yuhanna), Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimize be­yaz bir katır hediye etti. Hazreti Peygamber buna karşılık olarak Yuhanna'ya bir elbise giydirdi. Ayni zamanda Yuhanna'nm idare­sinde bulunan halka güvence verdi ve onlara bir miktar cizye (ver­gi) mükellefiyeti koydu. Sonra Tebük'den dönerek yine adı geçen Vadi'l-Kur'a ya gelince oradaki bahçenin sahibesi kadına hitaben:

«Mahsûlün ne kadar geldi?» buyurdu. Kadın da, Hazreti Pey­gamberin tahmini üzere on vesak hurma çıktığını söyledi. Sonra bize şöyle buyurdu:

«Bir an önce Medine'ye varmak istiyorum. Benimle birlikte er­ken varmak isteyen acele etsin.» İbni Bekkâr, Medine göründü, an­lamında bir söz söyleyince Resûli -' Ekrem, «îşte Tâbe (Medine)!* buyurdu. Uhud dağını gördüğünde, «Bu, bizi seven ve bizim de kene­disin! sevdiğimiz dağcıktır.» dediler. Sonra bize sordular:

«Ensar'ın en hayırlı ailelerini size bildireyim mi?» Ashab, evet, dediler! Buyurdular gi: «En hayırlısı Neccaroğulları aileleridir. Son­ra Abdül-Eşheloğulları aileleri. Sonra Saideoğulları aileleri veya Haris bin Hazreçoğullarınm aileleri. Ensar'm (Medine'Iilerin) bü­tün aileleri hayırlıdır.» Diğer bir rivayette de: «Sonrâ*HarisoğuIları aileleri. Sonra Saideoğulları aileleri» diye varid olmuştur.

Mütercim :

Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in mahsul tahminlerinin tastamam çıkması ve Tebük'de geceleyin şiddetli fırtına olacağını haber vermesi, Peygamberlik mucizelerinden sayılır. Eyle hüküm­darı île birtakım kabilelerin İslama boyun eğmeleri de Tebük gaza­sının güzel sonuçlarından biridir.

 

451- Abdullah bin Ömer (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Gökten inen yağmurla sulanan ekinlerde veya ırmak ve nehir gibi akar sularla sulanan arazilerden elde edilen ürünlerde zekât olarak onda bir (öşür) gerekir. Fakat hayvan ve doîab gibi vasıta­larla sulanan arazilerin ürünlerinde onda birin yarısı (yirmide bir) zekât gerekir.»

 

452- Ebû Hüreyre  IR.AJ'den rivayet edilmiştir:

Hurma ürünleri toplandığı zaman herkes öşrünü (zekâtını), ve rilecek yerlere dağıtılmak üzere Hazreti Peygambere getirirdi. Bu hurmalar Hazreti Peygamberin saadethaneî erinde yığın halinde harman olurdu. Hazreti Hasan ve Hüseyin (Radıyallahu Anhüma) çocukluk hali olarak bu hurma yığının çevresinde oynarlarken Haz­reti Hasan'in (veya Hüseyin'in), ağzına oradan bir hurma attığını gören Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, hurmayı çocuğun ağzından mübarek parmağı ile çıkardı ve ona şöyle buyurdu:

«Muhammed ailesinin sadaka (zekât) yiyemiyeceğini daha öğ­renmedin mi?» Diğer bir rivayette de şöyle buyurdular:

«Kıh kıh (ağzmdakini at). Bizim sadaka yemediğimizin farkında değil misin?» Bu sözü Hazreti Peygamber Hasan'a yahut Hüseyin'e söylemişti.

Mütercim :

Muhammed ailesi. (Âli Muhammed), îmam Azam ile îmânı Malik'e göre, yalnız Haşimoğullarıdır. îmam Şafiî'ye göre, hem Haşim-oğıülan, hem de Muttaliboğullarıdır. Bir de çocuk kısmı her ne ka­dar mükellef değilse de, küçük iken dinî hükümleri bilsin, islâm ter­biyesi üzere yetişsin, diye buradaki titizlik gösterilmiştir.

 

453- Hazreti Ömer'den (Radıyallahu Anh)  rivayet edilmiştir:

Allah yolunda (savaşlarda) binilmek üzere birine bir at bağış­lamıştım. Fakat adam atı ziyan etti (hayvana bakmadı, hayvan çok zayıfladı). Sonra ucuz satacağını düşünerek bu hayvanı satın al­mak istedim. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sorduğuma^ şöyle buyurdu:

«Satın alma. Verdiğin sadakada döneklik yapma. O adam sana bir dirheme satsa bile alma. Çünkü vermiş olduğu sadakasını söküp alan kimse, dönüp kusmuğunu yiyen gibidir.»

Mütercim :

Böyle sadaka ve zekât türünden olan şeyin elden çıktıktan son­ra satın alınması haram değildir; fakat tenzihen makrûhtur. Baz\ alimlere göre de tahrîmen mekruhtur.

 

454- İbni Abbas (R.A.)'tan (Radıyallahu Anhüma) rivayet edilmiştir:

Hazreti Peygamber, zevcelerinden Meynıune'nin (Radlıyallahu Anhaî azatlı cariyesine zekât malından verilen bir koyunun atılmış leşini görünce. «Derisinden yararlanabilirdiniz!» buyurdu.

Ashab, o leştir, dediler. Resûl-i Ekrem şöyle buyurdular. «Ölü-hayvanın sadece etinin yenmesi haram kılınmıştır.»

Mütercim :

Hazreti. Peygamberin zevceleri tarafından azad edilen kölele­rin sadaka ve zekât almaları caizdir. Fakat Hazreti Peygamberin ve Peygamber ATinden sayılanların azadhlarına caiz değildir. Al-i Mu­hammed hakkında yukarda iki hadis geçmiştir.

 

455- tbni Abbas tR.A.)'dan rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Yemen'e vali olarak gönderdiği Muâz bin Cebel (Radıyallahu Anh) hazretlerine, görevine giderken şöyle buyurdular:

«Zulme uğramışın (mazlumun) ilenmesinden kork; çünkü onun ilenmesi ile Allah Tealâ arasında perde yoktur.» (Zekât ve öşür gibi haklar alınırken haksızlık edilmemesi emir buyuruluyor.).

 

456- Abdullah bin Ebî Evfâ (Radıyallahu Anh) der ki:

Verilecek yerlere dağıtılmak üzere mallarının zekâtını Peygam­ber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e getiren kimselere Peygamber Efendimiz, hayır duada bulunarak, «AUamm, falanın ailesine rah­met ve mağfiret buyur!» derdi. Bir gün babam da malının zekâtını getirip teslim edince, onun için de:

«Allahim! Ebû Evfa'nm ailesine rahmet ve mağfiret buyur.» diye dua etti.

Mütercim :

Peygamberlerden başkası üzerine «Salât ve Selâm» getirmek bizim için tenzihen makrûhtur. Her ne kadar bunun manası sahih ise de «Salât» Peygamberlere has bir vasıf olmuştur. Onun için peygamberlerden başkasına «Salât ve Selâm» getirmek mekruh sa­yılmıştır. Nitekim «Muhammed Azze ve Celle» demek sahih değil­dir. Gerçekten Hazreti Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem aziz­dir, celildir. Fakat «Azze ve Celle» tabiri Allah Tealâ Hazretlerinin özel vasfı olduğundan yaratıklarda kullanılması sahih değildir. Fa­kat Peygamber efendimiz kendilerine has olarak «ve Salli Aley­him = sen müminlere salât et, onlar için mağfiret dile» (Tevbe sû­resi: 103 ayet) mealindeki ayeti kerime uyarınca dilediği şahıslara «Salât ve Selâm» eder. Bu Peygambere has özelliklerdendir. Şerkav? şerhinde böyle yazılıdır.

 

457- Ebû Hüreyre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«İsrail Oğullarından biri diğerinden bin dinar ödünç para istedi. Adam da bu parayı kendisine verdi. Sonra ödünç alan kimse deniz yolculuğuna çıktı. Dönmek için gemi bulamayınca bir odunu delip içine bin altını yerleştirdi ve (Allah'a tevekkül ederek) denize attı. Alacaklı adam da, (parasının vadesi geldiği için, acaba borçlu gele­cek mi? diye iskeleye giderken) deniz kenarında bir odun gördü ve yakacak olarak ailesine götürdü. Odunun parçalayınca parayı (bin altını) buldu.»

Mütercim:

Denizin sahile atmış olduğu odun, anber, mücevherat ve bun-lara benzer şeyleri almanın mubah olduğu bu hadîs-i şeriften çıka­rılmaktadır.

 

458- Ebû Hüreyre   (B.AJ'den rivayet edilmişti*: «Hayvanların telefi hederdir, (başıboş   gezen   hayvanların telef ettiği can ve maldan dolayı sahiplerine tazmin gerekmez.) Kuyunun telefi hederdir,  fbzr kimsenin mülkünde olan kuyusuna düşüp  de ölen olursa kuyu sahibine tazmin    gerekmez.)  Maden ocaklarının telefi hederdir,  (meşru bir hakla açılan maden kuyuları içiner düş­mekte telef olan için tazminat ödenmesi gerekmez.»    Definenin (ve yeraltı madenlerinin) beşte biri hazinenindir.»

Mütercîm ;

Hayvanın telefini, zarar ve ziyanını, başboş bırakılmaları adet olan yerde başlarında kimse bulunmadığı takdirde ittifakla tazmin gerekmez. Fakat sahibi beraber bulunursa veya hayvanın yedekçisi veya sürücüdür olursa, o hayvanın ön ayakları veya ağzı ve çenesi veya boynuzu ile sebebiyet verdiği zarar-ziyamn tazmini Hanefi mezhebine göre gerekir. Kuyruğu veya arka ayağı ile vurursa taz­min gerekmez. Ancak ön veya arka ayağıyle çiğnerse tazmin icab eder.

Hanbelî mezhebinde de hüküm böyledir. Eğer hayvan öne ka­tılmış olursa her ne şekilde olursa olsun sebebiyle verdiği zarar vs ziyanın tazmini (ödenmesi) gerekir.

Şafiî  ve Maliki mezheblerinde,  hayvan ile beraber bir kimse varsa bu hayvanın her halûkârde yapmış olduğu zarar ve ziyanın tazmini gerekir. Bir insan hayvanını herkesin gelip geçtiği bir yerde durdursa da o hayvan ziyanda bulunsa, bu ziyanın tazmini ittifakla gerekir. Ancak böyle bir hayvan  yol ortasında işer veya dışkısını yapar da bir üzerinden kayarak ziyana uğrarsa, tazmini gerekmez. Bir de bir insan yolda veya izinsiz olarak başka birinin mülkünde çukur kazar da, böyle kazılmış çukurlara bir insan düşüp telef olur­sa, o çukura kazan adamın yakın akrabası (akîlesi) üzerine ölenin diyeti lâzım gelir. Ayrıca çukuru kazan  üzerine keffaret gerekir. Yine bu gibi çukurlara hayvan düşer de ziyan olursa, yine tazmin gerekir.

Cahiliyet devrinden kalma defineler ganimet yerinde sayıldı­ğından cinsleri ne olursa olsun, kıymet ve miktarları ne olursa ol­sun, bunların beşte biriry hazineye vermek gerekir. Şafiî mezhebin­de define mallarının kıymeti nisab miktarı (20 miskal altın veya 200 dirhem gümüş) değerinde olmadıkça beşte bir lâzım gelmez. Altun ve gümüşten başka şeylerden de lâzım gelmez.

Müslümanlara ait defineler ittifakla kaybolmuş eşya hükmüne r. Yitik eşya işlemine tabi. olurlar. Sahibi aranır, sahibi bulunmaz ise fakirlere dağıtılır.

 

459- İbni Abbas (R.A.Î 'dan rivayet edilmiştir:

Veda Haccında bir kadın Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sel-Iem Hazretlerine gelerek dedi ki: Ya Resûlallah, hacem farziyyeti babama ulaştı (vacib oldu), halbuki babam çok ihtiyardır, hayvan üzerinde duracak halde değildir. Onun yerine ben hac edebilir mi­yim? Buna cevaben Hazreti Peygamber şöyle buyurdu.

«Evet, (onun yerine hac edebilirsin).»

Mütercim:

Bu hadis-i şerifin delaletiyle, daha önce kendisi için hac yapma­mış kimsenin başkası adına bedel olarak haccetmesi, İmam Azam Hazretlerine göre caizdir. Diğer imamlara göre caiz değildir. Ancak bu derece güçsüz ve sakat olan kimselerin yerine hayatlarında haccetmek caizdir. Ayrıca Hanefi mezhebinde nafile hac için şart aranmaksızın bedel caizdir.[27]

 

HAC BAHSİ

 

460- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha)  anlatıyor:

Ya Resûlallah! dedim, savaş ve cihadın, sevab bakımından amel­lerin en faziletlisi olduğunu görüyoruz. O halde biz de cihad ede­meyiz mi? Bana şu cevabı verdiler:

«Hayır! Fakat makbul bir hac, sizin için en faziletli cihaddır.»

Mütercim:

Genel seferberlik veya istilâ halinde kadınların da savaşta yar­dımcı olmaları vacib ise de, zaruret olmayınca savaş meydanında bulunmaları uygun değildir

bulunmaları uygun değildir.

 

461- Ebü Hüreyre  (R.AJ'den rivayet edilmiştir: «Kim Allah rızası için hacceder de ihramda iken kötü söz söy­lemez ve günah   işlemezse, henüz  anasından  doğmuş   (günahsız) hale döner

Mütercim

Küçük günah olsun, büyük günah olsun, bunların hepsi bağış­lanır. İmam Taberi'nin görüşüne göre, üzerinde kul hakkı olup ta onu ödemekten âciz olarak ölenlerin sorumlulukları ancak bağışla­nır. Yoksa ödeme ve helallaşma imkânına sahip olanların üzerle­rindeki hak düşmez.

İmam Tirmizî'ye göre, yalnız Allah haklarından dolayı kul üze­rine gereken günahlar bağışlanır;  Allah haklarının kendisi bizzat bağışlanmaz. Meselâ: Farz namaz vaktinden geciktirilmekle günah işlenmiş olur; bundan dolayı kazanılan    günah bağışlanır.    Fakat Allah haklarından olan namazın yine kaza edilerek kılınması gere­kir. Çünkü  bunlar haklardır,  âdi  günahlar günahtır. Kul hakları için ya helallik almak,  ya da onları ödemek zorunluluğu vardır. Şerkavi şerhinde bu hadîsi şerifin açıklamasında   böyle denilmiş­tir. Şafiîlerin fıkıh kitabı Bacûri'de: Hac ederken Araf at'da, Mina'da vefat edenlerin kul hakları dahi bağışlanır,    diye yazılıdır. Bir de deniz savaşında şehid olanların kul haklan da bağışlanır.

 

462- İbni Ömer (Radıyallahu anhüma) der ki:

Birisi Mescid-i Resûl'de ayağa kalkıp ya Resûlallah! Biz hac için hangi yerden ihrama girmeliyiz? diye sordu.

Buna cevaben Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«Medine'liler, Zü'l-Huleyfe'den; Şam'lılar, Cuhfe'den; Necid hal­kı, Karn'dan ihrama girerler.» îbni Ömer, rivayetinde der ki; Pey­gamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: «Yemenliler de Yelemlem'-den ihrama girerler,» buyurduğunu bazıları söylüyor. Halbuki ben bu son kısmı Hazretİ Peygamberden işitmedim-.

Mütercim :

Medine-i Münevvere. halkının hac ve ömre niyeti ile ihram ve telbiye için miktarı, zamanımızda Hazreti Ali kuyusu ile bilinen ve şöhret bulan ve yaklaşık olarak Medine'ye bir buçuk saat mesa­fede bulunan Zü'1-Huleyfe adındaki yerdir. Mekke-i Mükerreme'ye on günlük (yaklaşık olarak 400 km.) yoldur. Şam, Mısır ve Mağrib halkının miktarı, Cuhfe hizasında bulunan Rabiğ diye bilinen yer­dir. Denizden gidenler, Rabiğ hizasında ihrama girerler. Mekke-i Mükerreme'ye dört günlük yoldur.

Necid ve Irak halkının miktarı, Mekke-i Mükerreme'ye yakla­şık olarak yedi günlük mesafede bulunan Yelemlem adındaki yer­dir. İşte bu yerleri ihramsız olarak geçmek hac ve ömre için caiz değildir. Bu miktarlardan ihrama girmek vacibdir. İhramsız ge­çenler üzerine kurban kesmek vacib olur. Bir özürden dolayı ihram elbisesi giyilmezse günah sayılmaz; fakat fidye vermek gerekir.

 

463- Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh) anlatır:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Akîk vadisin­de şöyle buyurdu:

«Bu gece Rabbim tarafından bana biri (Cibril) geldi ve şöyle dedi: Bu vadide namaz kıl. Hem de hac ile ömrenin ikisine birden (Hacc-i Kıran'a) niyet et.»

Mütercim:

Akîk vadisi, Medine'ye dört mil mesafede yaklaşık olarak bir saat) bir yerdir.- Medine-i Münevvere'nin en makbul ve lezzetli suyu burada bulunan Urve Kuyusundan çıkmaktadır. Yarım saat daha ötede Hazreti Ali kuyusu ve Zül-Huleyfe vardır; ve Medîne'li-lerin mikatı da burasıdır.

 

464- Hazreti Ya'Iâ  (Radıyallahu Anh)   anlatır:

Resülüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine birisi gelip ya Resüiallah! koku sürünmüş olduğu halde ömre hacci için ihrama giren kimse hakkında ne buyurursunuz? diye sordu. Peygamberi­miz biraz beklediler ve hemen vahy geldi. Vahy tamam olunca Haz­reti Peygamber,

«Ömerden soran nerede?» diye sordu ve adam getirildi. Hazre­ti Peygamber şöyle buyurdu:

«Üzerinde olan kokuyu üç defa yıka. Giydiğin cübbeyi çıkar (ihram elbisesini giy) ve haccında yaptığını ömrede de yap.»

Yani, ihrama girmek, tavaf ve sa'y etmek, traş olmak ve yasak şeylerden sakınmak hususunda hac ile ömre arasında fark yoktur. Ancak Arafat'da ve Müzdeîife'de vakfeler, taş atma işleri hacca ait­tir; bunlar ömrede yoktur.

 

465- îbni Ömer  (R.A.)'dan rivayet edilmiştin

«Lebeyk (emrine hazırım), Allah'ım, lebbeyk! Lebeyk, şerikin yoktur senin, lebeyk! Hamd ve nimet senindir. Mülk de senindir. Şerikin yoktur senin.»

Mütercim ;

Meal olarak Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in telbiyesi bu idi. Hanefî mezhebine göre, hac veya ömre, için niyet ederek ih­rama giren kimse hakkında telbiye şart ve farzdır. Namazda iftitah (başlangıç) tekbiri farz olduğu gibi... İftitah tekbiri almaksızın na­maz sahih olmadığı gibi, telbiyesiz hac ve ömre de sahih değildir.

Şafiî ve Hanbeli mezheblerinde lebbeyk (telbiye) sünnettir, farz ve şart değildir. Maliki mezhebinde niyetle birlikte ya telbiye ge­tirmek veya iş ve hareket olarak mikattan bir kaç adım ileriye yü­rümek lazımdır. Telbiyeyi yüksek sesle söylemek müstahabdır. Fa­kat ihrama girerken kendisi işitecek kadar bir sesle söylemek daha faziletlidir. Diğer vakitlerde sesi yükseltmek erkekler için müstahab­dır. Kadınlar ise her zaman kendileri duyabilecek kadar bir sesle telbiye getirirler.

 

466- îbni Abbas  (R.AJ'dan rivayet edilmiştir:

«Musa (Aleyhisselâm) ise, onu telbiye getirerek Ezrak vadisine inişini görüyor gibiyim."

 

467- Hazreti Enes (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Seslem Hazretleri, Veda haccı yılında Mekke-i Mükerreme'ye vardıkları zaman Yemen tarafından gelen Hazreti Ali'ye (Kerremellahu vechehu) şöyle buyurdular:

«Ya Ali îîhrama girerken neye niyet ettin? » Hazreti Ali dedi ki: «Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ihram niyetine niyet et­tim.» Buna karşılık Hazreti Peygamber şöyle buyurdular:

«O halde kurban keseceksin ve olduğun gibi ihramlı    kalacaksın.» (Kıran haccı durumunda olduğunu, kurban kesinceye kadar ihramdan çıkmaması gerektiğini bildiriyorlar. Hz. Ali, ihrama gi­rerken niyetini Peygamberimizin ihram niyetine bağlamış ve Pey­gamberimiz gibi Kıran haccı yapmıştır.)

 

468- Ebû Musa El-Eş'arî  (Radıyaîlahu Anh)  der ki: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri beni Yemen bölgesine göndermişti. Yemen'den Hacca geldiğim zaman, Batha'da Hazreti Peygamberi buldum. Bana sordu.-

«Ne niyetle ihrama girdin?» Ben de: Resûlûllah'm ihram niyeti­ne niyet ettim, dedim.

«Beraberinde hedy (Harem'de kesilecek nişanlı kurban) var mı? «Ben de: Hayır! dedim. Bunun üzerine niyetimi ömreye çevirerek te­mettü hacı yapmama işaret buyurdular ve tavaf, sa'y ve tiraşdan sonra ihramdan çıkmamı emrettiler.

Mütercim:

Hazreti Ali (Kerremellahu Vectieh), beraberimde kurbanlık (hedy) getirdiğinden onun kıran haccı yapmasını emretmişlerdi. Ebû Musa ise, beraberinde kurbanlık Chedy) bulunmadığı için ömre yapmasına ve sonra farz hacca niyet ederek haccının temettü hac olmasına işaret buyurmuşlardı. Fakat daha sonra Hazreti Ömer (Ra­dıyaîlahu Anh) zamanında böyle önce Kıran hacca niyet eden ve beraberinde kurbanlık götürmeyen kimsenin de her iki haccı bir ihramda tamamlanması sahih kabul edilmiştir.

Ebû Musa El-Eş'arî ve diğerlerine olan müsaade, peygambere ait özelliklerdendir, dediler. Bundan sonra gelecek beş altı hadîsi-şerif bu kabildendir. Hatta Hazreti Ömer, bir defasında Ebû Musa El-Eş'arîye şu tarzda bir açıklama yaptı:

— Allah'ın kelâmında «Hac ile Ömreyi tamamlayınız* ayeti ke-rimesiyle, hac ve ömrenin her ikisinin birden tamamlanması emre-dildiği gibi Peygamberin sünnetinde de, Peygamber Sallallahu Aley­hi ve Sellem Hazretlerinin, hac ve Ömre tamam olup kurbanmı kesinceye kadar ihramdan çıkmadığı görülmüştür. Büyük müctehid-lerden yalnız îmam Ah'med bin Hanbel CAllah'ın rahmeti üzerine olsun) Hazretleri ve Zahirî'ler, bu hükmün halâ bakî olduğuna ve herkes için terviye gününe (arefe gününden bir gün öncesine) ka­dar hac niyetini her ne vakit isterse ömreye çevirebileceğini kabul etmektedirler.

 

469- Hazreti Aişe  (Radıyaîlahu Anha)   anlatıyor:

Hac mevsiminde (Zilkade ayının sonlarına doğru) biz Peygam-ber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in beraberinde hac ve ömre niyeti ile Medine'den çıkıp topluca mikattan ihrama girdik. Kimi yalnız farz hacca niyet ederek ihrama girdi. Kimisi de hac ve ömrenin her ikisi için niyet ederek ihrama girdi. Kimisi de ömre niyeti ile ihrama girmişti. Medine'ye, on mil mesafedeki Şeref isimli yere indiğimiz zaman, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem beraberinde olan bü­tün hacılara hitaben şöyle buyurdu:

«Sizden hanginizin beraberinde kurbanlık yoksa ve haccını ömreye çevirmek istiyorsa, bunu yapsın. Fakat beraberinde kurban­lık olan kimse, yapmasın (niyetini değiştirmesin), hac bitinceye ka­dar ihramdan çıkmasın.»

Peygamberin bu emri üzerine hac niyetlerini ömreye çevirenler ve önceki niyetlerinde kalanlar oldu. Fakat Hazreti Peygamber ve ashabından bazıları, yanlarında kurbanlık bulunmak ve kendileri de vücud bakımından kuvvetli olmak sebebiyle hac niyetlerini öm­reye çeviremediler. Tam bu sırada namaz kılamadığımdan (adet gördüğümden dolayı ağlarken    Peygamber     Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanıma geldi: «Ne ağlıyorsun, ey hatun?» dedi. Ya Resûlallah! dedim, sizin bütün ashaba ömre için müsaade ettiğinizi işittim. Hal­buki ben ömreden mahrum kaldım. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sejlem:

«Derdin nedir?» buyurdu. Ben de: Adet gördüm; bu halimle öm­re tavafı yapamayacağım. Onun için ağlıyorum, dedim.

Hazreti Peygamber buyurdu ki:

«Kaybın olmayacak! Sen de Adem kızlarından birisin. Allah Tea-lâ Hazretleri, onlara takdir ettiğini (adet görme halini) sana da tak­dir etmiştir. Sen hac niyetinde kal. Cenabı Allah, ömreyi de sana na­sip edebilir.»

Böylece hac vazifelerine devam ettik. Arafat'dan Mina'ya dön­düğümüz vakit temizlendim. Sonra farz tavaf Cifaze) için Mina'dan Mekke'ye indim. Tavafımı yaptım ve tekrar Mina'ya döndüm. Sonra Mekke'ye dönüşte Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraber Mina'dan çıktık. Mekke'de iken Hazreti Peygamber, kardeşim Ab-durrahman'ı yanma çağırdı ve ona şu emri verdi:

«Hemşireni al,' Harem hudutlarından çıkar (Ten'im adındaki ye­re kadar götür). Oradan Ömre için ihrama girsin. Ömreyi tamamla­dıktan sonra yanıma geliniz. Sizin gelmenizi bekleyeceğim.»

Bu emir üzerine Harem dışındaki Ten'im'e gidip ihrama gir­dim ve ömre için gerekli vazifeleri tamamladıktan sonra aynı gün Hazreti Peygamberin huzurlarına vardığım zaman: «Ömreni tamam­ladın mı?» buyurdu. Ben de: Tamamladım, dedim. Sonra Hazreti Peygamber Medine'ye dönmek için bütün kafileye emir verdi. Biz de (veda tavafından sonra) Hazreti Peygamberin maiyetinde Medine'­ye doğru yola, koyulduk.

 

470- Hazreti Aişe   (R.A.)  anlatıyor:

Medine'den Peygamber Sallallahu   Aleyhi ve Sellem ile çıktığı­mızda bu çıkışımızın yalnız hac için olduğu kanısında idik. Kabe'yi tavaf ettik Resûl-i Ekrem beraberinde kurbanlık getirmiyenlere ih­ramdan çıkmalarını emretti. Kurbanlık getirmeyenler ihramdan çık­tılar. Peygamber'in  zevceleri  de kurbanlık getirmediklerinden ih­ramdan çıktılar. Yalnız ben, adet gördüğüm için Kabe'yi tavaf et­memiştim. (Ömre yapmamıştım.) Sonra terviye günü, ihramdan çık­mış olanlar hac için niyet ederek tekrar ihrama   girdiler Haccımızı tamamlayarak Mina'dan Mekke'ye dönerken geceyi   geçirmek için Muhassab adındaki yere indiğimizde dedim ki: Ya Resûlallah! Her­kes hac ve ömre ile dönerken ben yalnız hac ile dönüyorum; Özrüm gereği ömre yapamadım. Bunun üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«Mekke'ye geldiğimizde sen (ömre  için)  tavaf     etmedin   mi?»

Ben de»

— Hayır dedim! Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

«O halde kardeşinle   (Abdurrahman'la)    Ten'im'e git ve oradan

ihrama girerek ömreni yap. Falan yer ve filan vakitte buluşuruz.»

buyurdular. Ben de öylece yaptım. Sonra Peygamberin zevcelerin­den Safiyye de, Mina'dan döndüğümüz gece adet gördüğü için bana, galiba veda tavafımı yapamayacağımdan Medine'ye dönüşü gecik­tireceğim, dedi. Bir fırsat bularak Safiyye'nin bu halini Hazreti Pey­gambere arz ettim. Hazreti Peygamber Safiyye'ye hitaben şöyle bu­yurdu:

«Kısır, belalı kadın! Sen bayram günlerinde farz olan ziyaret (İfâza)   tavafım yapmış değilmi   idin?* Safiye der ki: Evet, tavaf ettim! dedim. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyur­du: «Zararı yok, yola çıkabilirsin."   (Veda tavafı özürlü kimselerden )

 

471- İbni Abbas (Radıyallahu Anh) anlatıyor: Veda haccı yılında Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Haz­retleri ile bütün ash&b hac niyeti ile ihrama girmişlerdi. Mekke'ye Zilhicce ayının dördüncü pazar günü sabahleyin varıldı. O gün Hazreti Peygamber ashaba, hac niyetlerini ömreye çevirerek tavaf ve sa'y yaptıktan sonra traş olup ihramdan çıkmalarını emrettiler. Ashab bu durum karşısında: Ya Resûlallah, ihramdan nasıl çıkış? diye sordular. Hazreti Peygamber, «ihramdan tam çıkış!» buyurdu­lar. (İhram sebebiyle yasak olan şeyleri hal âl kılan çıkış...)

Mütercim:

Böyle farz haccı değiştirip ömreye çevirmek üç müctehid imâ­ma göre, o yılla mahsus, Peygamberin özel hallerindendir. İmain Ahmed bin Hanbel ve Zahirîlere göre, bu hüküm şimdi de geçerli­dir. Nitekim yukarıda ayrıntılı bilgi geçmişti.  .

 

472- Hazreti Peygamberin pak  zevcelerinden Hazreti   Hafsa (Radıyallahu Anha) rivayet ediyor*

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimize sordum: Her­kes hac niyetini ömreye çevirdi; halbuki siz ömre ihramınızdan çık­madınız? Buyurdular ki:

«Ben başımı bu işe iyice sokdum ve kurbanlığımı da (özel bir ni­şan olarak) tasmaladım. Artık kurbanımı kesmeden ihramdan çı­kamam.»

Mütercîm :

îmam Azam bu hadîsi şerife dayanarak der ki, Peygamber Saî-lallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Kıran haccı niyeti ile ihrama gir­mişti. Onun için haccın en faziletlisi kıran hacadır. Sonra Temettü haccıdır. Bundan sonra da ifrâd haccı gelir.

îmam Şafiî,ve îmam Malik'e göre, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem yalnız hac için (ifrad haccı için) ihrama girmişti. Yahut önce hac için ihrama girmiş, sonra ömreyi hacca ilâve etmişti. Bu itibarla haccın en faziletlisi ifrad hacçı^ır. Sonra temettü haccıdır. Bundan sonra Kıran haccı gelir.

îmam Ahmed'e göre Hafsa Hazretlerinin rivayet ettiği bu hadî­si şerife göre Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri yalnız temettü (ömre) niyeti ile ihrama girmişti. Onun için kurban götürüldüğü takdirde faziletli olan önce ömre için ihrama girmektir. Kurban götürülmediği takdirde f-aziletli olan kıran haccıdır.

Bir de îmam Azam'a göre, temettü niyeti ile ihrama gireri kinspye temettü kurbanı lazımdır. Kıran haccma muvaffak olan kimse­ye de şükür kurbanı lazım gelir. 'Yalnız hac için (ifrad haccı için) ih­rama giren kimseye kurban lâzım gelmez; bunda ittifak vardır. Fakat hacdan sonra yalnız ömre yapmak gerekir. İmam Azam ile İmam Malik Hazretlerine göre ömre müekked bir sünnettir; farz ve vacib değildir. İmam Şafii ve İmam Ahmed'e göre, ömre de hac gibi farzı' ayindir.

 

473- Hazreti Cabir'den (Radıyallahu Anh) rivayet  edilmiştir:

Veda haccı yılında biz Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in beraberinde olarak hacca (ifrad hacca) niyet etmiştik ve böylece ihrama girmiştik. Sonra Hazreti Peygamber bize şöyle buyurdu:

«Siz haccmızı ömreye çeviriniz de Kabe'yi tavaf ediniz, Safa ile Merve arasında sa'y ediniz ve sonra saçlarınızı kısaltınız. Sonra ih­ramdan çıkmış olarak bekleyiniz. Sonra terviye günü gelince hac için ihrama giriniz. Daha önce yaptığınız niyeti de temettü kılınız.»

Ashab dediler ki: Ya Resûlallah! Hac niyetimizi nasıl temettü niyetine çevirebiliriz? Nitekim niyetimizi olarak belirledik. Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«Siz, emrettiğimi yapınız. Eğer kurbanımı getirmemiş olsaydım, size emrettiğimi ben de yapardım. Fakat bayramın birinci günü kur­banım Mina'da kesim yerine ulaşmadıkça, bana ihram sebebiyle haram Cyasakl olan şeyler helâl olmayacaktır.» Sonra ashabı kiram Hazreti Peygamberin emri üzere hareket ettiler; niyetlerini ömreye çevirdiler.

 

474- İbni Abbas  (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

«Hac niyeti ile olan ihramınızı ömreye tebdil ediniz; Ancak hedy kurbanlığını tasmalayan kalsın. Kurbanlığını tasmalayan kimseye, onu kesim yerine götürüp kesmedikçe ihramdan çıkmak helal ol­maz.»

Mütercim   :

Üç imama göre hac ihramını ömreye çevirmek işi, peygambere ait özelliklerdendir. Bu da cahiliyet zamanında hac aylarındaki öm-reyi fenalıkların en büyüğü saymalarına karşılık buna müsaade edil­mişti. Yalnız Hanbeli mezhebi ile Zahirîlere göre bu hüküm halâ ba­kîdir. Nitekim geniş olarak yukarda anlatılmıştı.[28]

 

MEKKE-İ MÜKERREME'NİN FAZİLETİ VE KA'BE'NİN İNŞASI BAHSİ

 

475- Hazreti Cabir (Radiyallahu Anh) anlatıyor:

Peygamberlikten önce Kureyş'in ileri gelenlerinin emri ile Kabe bina edilirken Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem amcaları Haz-reti Abbas ile Kabe için omuzlarında taş taşırlardı. Bir ara Abbas Hazretleri:

Ya Muhammed, futanı çıkarıp omuzuna koy, dedi. Hazreti Ab-bas'ın bu teklifi üzerine Peygamber sallallahu Aleyhi ve Sellem fu­tasını çıkarıp omuzundaki taşın altına koyacağı sırada yere düş­tü ve gözleri semaya dikilip kaldı. Hazreti Abbas'a :

«Futamı bana göster!» dedi ve futasını alıp bağladı.

Mütercim :

Hazreti Cibril Aleyhisselâm gelip bu şekilde Hazreti Peygam­beri yere düşürerek avret yerlerini kimseye göstermemiştir. Bundan sonra da Hazreti Peygamberin avret yerlerini hiç bir kimse görme­miştir. Diğer Kureyş'in ileri gelenleri ise çırılçıplak Kabe'yi tavaf ederlerdi. Bunun sebebi de, güya içinde günah işledikleri elbiselerle mukaddes yeri tavaf etmek istemeyişlerindendi.

Mekke-i Mükerreme'ye büyük bir sel gelerek Kabe'nin büyük bir kısmını yıkmıştı. Bu sebeple Kureyş tarafından Kabe yeniden bina edilmişti. O sene Peygamber otuz beş yaşında idi; ve herkes gibi Kabe'ye taş taşırdı. Hatta Haccerü'l-Esved'in (siyah taşın) kendi ye­rine konması için Kureyş kabilesinin ileri gelenleri çekişmeye başla­dılar. Sonra şu hükme vardılar: En önce Harem-i Şerifin kapısın­dan kim gelirse o kimseyi hakem tayin ederiz; ve onun hükmüne razı olacağız. Bu karardan sonra en önce kapıdan. Hazreti Peygam­ber girince, Hazreti Peygamberi hakem tayin ettiler. Peygamber Sal-lallahu Aleyhi ve Sellem de, büyük bir yaygı üzerine Hacer-i Es-ved'i koydu ve Kureyş'in ileri gelenleri hep birden bu yaygıyı yukarı kaldırdılar. Hazreti Peygamber de kendi mübarek elleriyle Haceri Esved'i yerine koydu. Bütün Kureyş ileri gelenleri bu durumdan memnun kaldılar.

 

476- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha)  anlatıyor:

Hazreti Peygambere; Hicr-i İsmail (Hatim)   Kabe'den midir? diye sordum. «Evet!» buyurdular. Niçin bu kısmı Beytullah'a ilâve et­mediler de dişarda bıraktılar? dedim. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

«Kavminin maddî imkânı çıkışmadı.» buyurdular. Ya Resûlallah! dedim, Beyt-i Şerifin kapısı neden yüksek yerde yapılmıştır? Pey­gamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki:

«Kavmin, diledikleri kimseyi Beytullah'a soksunlar ve diledik­lerini de engellesinler diye kapıyı böyle yüksek yerde yaptılar. Eğer kavmin cahiliyet zamanından henüz (yeni) kurtulmuş olmasalardı ve bu sebeple onların kalbine bir inkâr ve itiraz gelir diye korkma-saydım, dışarda kalan küçük kısmı Beytullaha ilâve etmek ve kapısı­nı yere yapıştırmak isterdim.»

Mütercim:

Bu hadis-i şerifte, bir araya gelen iki zarardan hangisinin daha hafif ise onu tercih etmenin meşru bir yol olduğuna delâlet vardır. Burada Hicr-i İsmail'in Kabe'nin dışında kalması bu mukaddes yapı­nın esasına uygun değilse de yeni müsZümanların herhangi bir de­ğişikliği yadırgamalarından korkularak eski durumu üzere bırakıl­ması tercih edilmiştir.

Bu hadis-i şerife ve bundan" sonrakine dayanarak İbni Zübeyr (Radıyallahu Anhüma) Peygamber'in işaret buyurduğu tarzda ye­niden Beyti Şerifi bina etti Fakat Haccac Yusuf bin sekafî, İbn-i Zü-beyr ile çarpışma esnasında yıkılan kâ'be'yi, İslâm'dan önceki du­rumuna irca ederek yeniden inşa etti. Daha sonra Harun Reşîd, İbni Zübeyr'in bina ettiği hale Kâbeyi çevirmek için İmam Malik'den fet­va istedi ise de, İmam Malik cevabında: Beyti Şerifin devlet reislerine oyuncak olmasından korkarım, dedi ve müsaade etmedi.

Kabe'nin' binasının bu güne kadar on defa yenilendiği belirtil­miştir. İlk önce Hazreti Adem'in yaratılmasından evvel melekler tarafından bina edilmiştir. 2. defa Hazreti Adem tarafından, 3. de­fa Hazreti Adem'in evladlan tarafından, 4. defa Hazreti İbrahim tarafından, 5. Amalika tarafından, 6. defa Cürhüm kabilesi tarafın­dan, 7. defa Kusay tarafından, 8. defa Bi'setten önce Hazreti Pey­gamberin de katılmasıyla Kureyş tarafından, 9. defa İbni Zübeyr ta­rafından, 10. defa da Haccac tarafından bina edildi. En sonra da yenilenmiş denecek şekilde Osmanlı padişahlarından Bağdad fatihi Sultan Murad bina etmiştir.

 

477- Hazreti Aîşe'den rivayet edilmiştir:

«Ey Aişe! Senin kavmin cahiliyettenl ' henüz çıkmış olmasaydı, Kabe'nin yıkılmasına emrederek onun dışarda kalan kısmını (Hicr-i İsmail'i) binaya dahil eder, kapısını yere yapıştırır, doğru ve batı kapıları olarak ona iki kapı yaptırır ve böylece Kâ'be'nin binasını İbrahim'in esasına ulaştırırdım.»

Mütercim:

Buna dait Izajıat ayrıntılı olarak önceki hadîste geçmiştir.

 

478- Üsaı*ıe bin Zeyd  (R.A.)'den rivayet edilmiştin

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke-i Mükerremeye vardıkları zaman Üsame bin Zeyd (Radıyallahu Anhüma) sordu:

— Ya Resûlallah! Nereye ineceksiniz? Mekke'deki evinize mi? Hazreti Peygamber şöyle buyurdu: «(Amcazadem) Akü, bize yer yurt mu bıraktı!»

Mütercim:

Hazreti Ali'nin ağabeyi Akil, Mekke'de kaldığı için, gerek babası Ebû Talib'in ye gerekse Hazreti Peygamberin evleriyle mülklerine konarak istediği gibi kullanmıştı. Esasen Hazreti Ali ile kardeşi Ca­feri Tayyar, babaları Ebû Talib'in ölümünde müslüman bulunduklarından Ebû Talib'e varis olamamışlardı. Ebû Talib'in mirası, küfür ' üzere bulunan diğer çocukları Akil ile Talib'e kaldı. Talib de Bedir savaşında kaybolduğundan Ebû Talibin bütün malına Akil varis ol­duğu gibi,  Hazreti Peygamber efendimize   babaları     Abdullah'dan miras olarak kalan bütün emlâki, hicret dolayısıyla olduğu gibi terk edildiğinden akrabalık yönü ile bu mülkün hepsini Akîl ele geçirmiş ve satmıştı. Diğer bir rivayete göre de, bu mallar daha sonra Akîl'in evladına intikal etmiştir. Sonra Akîl'in çocukları, Hazreti Peygambe­rin- mülkünü yüzbin dinar karşılığında Haccac'ın kardeşi Muham-nıed bin Yusuf'a satmıştır.

Bir de imam Şafiî Hazretleri bu hadîs-i şeriften Mekke'deki ev­lerin ve emlâkin satılması ve satın alınması, miras-olarak intikali ve bunların kiraya verilmesi ve kiralanması caizdir, diye hüküm çıkar­mıştır.

 

479- Ebû Hureyre (R.A.) 'den rivayet edilmiştin

Peygamber Sallallahu AJeyhi ve Sellem Hazretleri Mina'dan dö­nerken şöyle buyurdular:

«Yann ineceğimiz yer, inşallah Kinaneoğulian yamacı'dir. (Ku-reyş müşriklerinin küfür üzerinde sebat etmek için yeminleştikleri yer).»

Mütercim:

. Hazreti Peygamberin Mekke'den Medine'ye hicretlerinden önce Kureyş ve Kinâne kabileleri «Hayf-i Benî Kinane» adındaki Muhas-.sab semtine gidip, Hazreti Peygamberi öldürmek için kendilerine teslim edinceye kadar Haşim Oğulları ve Muttalib oğulları ile alış veriş etmemek, kız alıp vermemek, ve onlarla selâmlaşmamak üze­re sözleştiler. Bu sözleşme   metnini,    içlerinden Mansur bin İkrime kendi eliyle yazdı ve bunu Kabe'nin iç duvarına yapıştırdılar. Müs­lümanlar bu şekilde üç yıl Ebû Talib'in kesiminde kuşatılmış bir hal de kaldılar. Hazreti Peygambere Ebû Talib gelerek: Ey kardeşimin oğlu! Artık dayanamayacağım, ne yaparsanız yapınız. Sizi Kureyş'in

ileri gelenlerine teslim etmek,zorunda kalacağını, dedi. Hazreti Pey­gamber ona şu cevabı verdi:»

«Muhterem amcam! Artık sen merak etme, endişelenme. Kureyş tarafından yazılıp Kabe'nin duvarına asılan sözleşme metnini bu gece böcekler yiyerek mahvetmiştir. Andlaşma metninden yalnız Al­lah'ın adı kalmıştır.» Ebû Talib'e bu haberi verdikten sonra, o metni yazan Mansurun elinin çolak kaldığını da bildirmişti. Ebû Talib dö­nüşünde Kureyş ve Kinane kabilelerine şöyle dedi:

— Ey Kureyş kavmi! Kardeşim oğlu Muhammed CSallallahu Aleyhi ve Sellem), Kabe duvarına asılmış bulunan sizin sözleşme metnini Allah tarafından bir böcek musallat olarak mahvettiğini bana haber verdi ve onu yazan kâtibin elinin de çolak olduğunu .bil-dirdi. Kardeşim oğlunun bana haber vermiş olduğu şeylerde hiç bîr zaman gerçeğe aykırılık olmamış ve daima doğru olmuştur. Gelin, Kabe'yi açıp bakalım. Eğer kardeşim oğlunun dediği gibi, gerçekten1 Allah'ın adından başkası yenmiş ve mahvedilmişse bu tazyik ve eziyetten vazgeçiniz. Yok, eğer kardeşim oğlu bu hususta yalancı ise, ben de ne yaparsanız yapınız, kardeşim oğlunu size teslim edece­ğim.

Ebû Talibin bu sözleri üzerine Kureyş ileri gelenleri sevinmiş­ler ve Ebû Talibe: Bu defa insaf ve adalet ettin, dediler. Böylece gidip Kabe'yi açarlar. Bir de bakarlar ki, asılı sayfada bulunan yazılar Allah'ın ismi müstesna - tamamen böcek tarafındn yenmiş, kâtibin de eli çolak, olmuş. Böylece Hazreti Peygamberin mucizesi gün gibi açığa çıkmış^ Fakat yine Ebû Cehil: Bu bir çeşit sihirdir, diye baş kaldırdı ise de Kureyş'iri en ileri gelenlerinden Hişam, Züheyr, Zem'a, Mut'im ve Ebu'l-Yahza'dan ibaret beş kişi bu sözleşmeyi bozdu­lar. Hemen Mut'im bin Adiy ayağa kalktı ve adı geçen sayfayı Kabe duvarından kopararak parçaladı. İşte sözleşmemizi bozduk, bugün­den sonra müslümanlar hür ve serbesttir, diyerek Ebû Cehil'e ce­vap verdi. O günden itibaren müslümanlar Ebû Talib semtinden çı­kıp serbest oldular. Lâkin Ebû Talib'in ölümünden sonra yine eza ve cefaya başladılar. Nihayet hicret için Allah'dan izin geldi, Müslü­manlar hicret ettiler. Kureyşin zulüm ve işkencelerinden kurtuldu­lar. Sonunda da Mekke'nin fethedilişi ile bütün Mekke'liler İslâm olma şerefine kavuştular.

 

480- Ebû Hüreyre (R.AJ'den rivayet edilmiştir: «Kabe'yi. Habeş'iiierden bir cılız bacaklı yıkacaktır.»

Mütercim;

Bu acıklı ve korkunç vak'a kıyamete yakın olacaktır. Kıyamet alâmetlerinin büyüklüklerindendir. Fakat bu acıklı olayın tâ Ye'cüc ve Me'cuc'den sonra olacağı ilerideki hadîs-i şeriften anlaşılıyor.

 

481- Hazreti  Aişe'den   (Radıyallahu   Anha)   rivayet   edilmiş-

Muharrem ayının onuncu günü olan Aşûra günü bütün müslü-manlar oruç tutarlar ve o gün ötedenberi Kabe yeni bir örtü ile örtü­lürdü. Yani her Aşûra günü Kabe'nin örtüsü yenilenirdi. Cenabı Hak ramazan ayında oruç tutmayı farz kılınca, Peygamber Sallalla-hu Aleyhi ve Sellem müslümanlara şöyle buyurdular:

«Aşûra günü oruç tutmak isteyen tutsun. Tutmak istemeyen de tutmasın.»

Mütercim :

Aşûra günü oruç tutmak önceleri farz idi. Sonra ramazanın farz kılınması ile bunun hükmü kaldırıldı. Bazı kimselere göre de, öncele­ri müstahab olarak Aşûra günü oruç tutulurdu.   Şimdi de   böylece devam etmektedir. Yalnız Yahudi'lere benzememek için, dokuzuncu günü veya onbirinci günü onuncu günle beraber tutmak faziletlidir. Bir de Kabe'ye örtü yapmak adeti, nübüvvetten dokuzyüz sene önce icad edilmiş ve Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri de eski adeti aynen bırakarak daha güzel ve daha iyi Yemen kumaşları ile Kabe'yi örtmüştü. Hazreti Peygamberden sonraki dört halife dev­rinde de böylece yılda bir Kabe'nin örtüleri yenilenirdi. Osmanlıların son zamanlarına kadar bu hal böyle devam etmiştir. Osmanlı sultan­ları zamanında, sirma ile işlemeli olarak Mısır'da ve Mısır evkafına mahsuben yapılan siyah örtü kurban   bayram günü   değiştirilirdi. Fakat siyah örtü eteğine ilâve edilen beyaz ihramdan ibaret örtü ise, herkes ihramda iken yenilenir ve ihramdan sonra çıkarılırdı.

Medine-i Münevvere'nin Hücre-i Muattara örtüsü ise, bizzat İs­tanbul'da yaptırıldı. Bir de Kabe'nin eski örtüsü ya hacılar arasında bölüşülür, ya satılarak bedeli hazineye konur, ya da Mekke Şerifine hediye edilirdi. Bu hususlardan herhangi birinin tayini hükümetin görüşüne bırakılmıştı.

 

482- Ebû Saîd El-Hudri  (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Ye'cûc ve Me'cûc'un çıkışından sonra bile Kabe'de hac ve Ömre yapılacaktır.» Şube'nin rivayetine göre: «Kabe'den hac kesilinceye kadar kıyamet kopmayacaktır.» buyurulmuştur. Ne var ki Ebû Said'ih rivayeti daha çok tutulmuştur.

Mütercim:

Bu iki rivayetin her ikisi de sahih olabilir. Çünkü Ye'cûc ve Me-cüc'den sonra hac yapılırsa da, daha kıyamete yakın bir zamanda hac yapılmaz olur. Onun için bu iki rivayet arasında çelişki yoktur. Şerkavî, şerhinde böyle demiştir, en doğrusunu Allah bilir.

 

483- İbni Abbas (R.A.I dan rivayet eilmiştir:

«Simsiyah ve sıska bacaklının, Kabe'nin taşlarını bir bir söktü­ğünü görür-gfti oluyorum.»

Mütercim:

Kurtubî'nin açıklamasına göre, Kabe'nin Habeş'liler tarafından yıkılması, Hazreti İsa'nın inişinden ve vefatından sonra    olacaktır.

Hatta Kur'anın kalblerden ve mushaflardan kalkmasından ve Kâbe-deki Hacer-i Esved'in=siyah taşın köşesi göğe kalktıktan sonra ola­caktır. Çünkü Kabe, yeryüzünde Allah Allah diyecek hiç bir müslü-man kalmaymcaya kadar yıkılmayacaktır. Şerkavî şerhinde böyle yazılıdır.

 

484- İbni-Abbas (R.AJdan şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Mekke'nin fethinde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Haz­retleri Harem-i şerife varınca, Kabe   içinde Kureyş    müşriklerinin cahiliyet zamanından kalma putları ve resimleri bulunduğundan Ka­be'nin içine girmek istemediler. Hemen bu put ve şekillerin Kabe'den dışarı çıkarılmalarını emrettiler.. Put ve şekillerin hepsi Kabe'den dı­şarıya çıkarıldı ve bunlar arasmda Hazreti İbrahim ile Hazreti İsma­il'in resimlerini de çıkardılar. Bu resimlerin ellerinde, cahiliyet adet­leri üzere güya hayırlı olanı, kısmet ve nasibi bilmek için falcılıkta kullanılagelen yazılı kur'a kalemleri veya çubuklar vardı. Kalemin birinde yap, diğerinde yapma; birinde hayır, diğerinde şer; birinde evet, diğerinde hayır; birinde git, diğerinde gitme gib şeyler yazılıp hayır tarafı, çıkarsa yaparlardı. Kötü taraf çıkarsa yapmazlardı. İş­te bu fal çubukları ellerinde olduğu halde Hazreti İbrahim ile Hazreıti İsmail'in resimleri Kabe'den dışarı çıkarıldığı    zaman bu resimlere Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«Allah kahretsin onları vallahi İbrahim ile İsmail'in (Aleyhimes-selâm) hiç bir zaman bu çubuklarla bakmadıklarım kendileri de pekâlâ biliyorlardı.»

Yine İbni Abbas der ki: Kâbe-i Muazzama put ve resimlerden temizlendikten sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Haz­retleri Kabe'ye girdi. Alîahü Ekber, Allahü Ekber diyerek yalnız tek­bir aldı; fakat namaz kılmadı.

Mütercim :

Bilâl Habeşî'nin rivayetinde, Hazreti "Peygamber namaz da kıldı, haberi vardır. Bunun için Kabe içinde nafile namaz kılmak ittifakla caizdir. İmam Şafi'îye göre farz namaz da kerâhetsiz caizdir.

İmam Malike göre farz ve müekked sünnetler Kabe içinde caiz değildir; çünkü Kabe'nin bir kısmına yönelinmiş ve bir kısmına ar­ka verilmiş olur.

 

485- İbni Abbas (Radıyallahu Anhüma) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Kabe'yi tavaf ederken bir adamın başka bir (âmâ) adamı iple çekerek tavaf ettiği­ni gördü ve ipi eliyle kopardıktan sonra adama şöyle buyurdu: «Elinden tutarak tavaf ettir.»

Mütercim:

Hazreti Peygamber, bir insanın hayvanlar gibi yedeğe alınarak yürütülmesini hoş görmediklerinden yasaklamışlardır. Ayrıca tavaf esnasında bile iyi şeylerin yapılmasını emretmek, hoş olmayan şey­lerden sakındırmak görevinin meşru bulunduğuna bu hadîs-i şerif delildir. Gerçekten tavaf halinde dünya kelâmı etmek tavafı bozmaz ve dünya kelâmı haram değilse de, namazda imiş gibi kalb huzuru ile zikir ve dualar yapmak müstahabdır. Hatta Allah'ın velilerinden bir zat Hicr-i İsmail tarafından Kabe'den şöyle bir ses işitmişti: Ya Rab, etrafımda dünya kelâmı ile konuşan insanlardan sana şikâyet ederim. Kabe'nin böyle şikâyette bulunmuş olduğu ve bunun işitildi-ği Şerkavî şerhinde yazılıdır.

 

486- îbni Abbas (Radıyallahu Anhüma) anlatıyor: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, herkesin içinden içtiği su kabına gelerek su istediler. Ben de oğluma, Fadl! dedim. Annene git ve Resül-i Ekrem Hazretlerine onun yanından içecek ge­tir. Fakat Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, herkesin içtiği suyu işaret ederek: «Bana su veri.» buyurdu. Ben, ya Resûlallah! dedim, ellerini suya sokuyorlar (müsade ederseniz, size ailemin ya­nından içecek getirteyim). Hazreti Peygamber yine:

«Hana su ver!» buyurdu. Ben de verdim ve içtiler. Sonra zem­zem kuyusunun yanına vardılar. Orada işçiler devamlı olarak hacı­lara kuyudan su çekip içiriyorlardı. Hazreti peygamber bunlara:

«Salih amel, işliyorsunuz, çalışınız,» buyurdu vş şöyle devam etti:

«Eğer hacıların, başınıza üşüşüp kalabalık etmelerinden kork-masaydım mutlaka iner ve kovanın ipini şuraya Cmubarek omuz­larını işaret buyurdular) koyardım.»

Mütercim;

Bu hadîsden anlaşıldığına göre, müslümanîann tümü için yapı­lan sebilden peygamberlerin ve zenginlerin su içmeleri caizdir. Bu çeşit sebiller fakirler için sadaka ise de, Peygamberlerle zenginler için bediye yerine geçer. Bir de içinde herhangi bir karışık madde-bulunmayan suları veya yiyecekleri temiz saymamtjun mekruh ol­duğuna bu hadîsi şerif işai'et etmektedir.

 

487- Câbir (Radıyallahu Anh) anlatıyor:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri beraberinde ashabı olmak üzere hac niyeti ile ihrama girmişlerdi İçlerinde yalnız peygamber ile Hazreti Talha'nm yanlarında hedy kurbanları vardı. Hazreti Ali de. Yemen tarafından gelirken beraberinde hedy kur­banı ile gelmişti. Hazreti Ali, Peygamber Sallallahu Aleyhi ye Sel-lem'in ihram niyetine niyet ederek ihrama girdiğini Peygambere arz etmişti. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Seilem Hazretle­ri, beraberlerinde hedy kurbanı bulunmayan bütün ashabına, hac niyetlerini (ifrad haclarını) önıreye çevirmelerini ve böylece Kabe'yi tavaftan sonra Safa ile Merve arasında sa'y etmelerini ve ondan sonra da saçlarını keserek ihramdan çıkmalarını emretti. Haclarının böyle Ömreye çevrilmesinden ashabı kiram üzüldüler ve hoşnutsuz­luklarını belirttiler. Onların bu sözlerini duyan Peygamber Sallalla-hu Aleyhi ve Seîlem şöyle buyurdu:

«Eğer haccin ömreye çevrilmesinin bu kadar ağır geleceğini önceden (mikattan evvel ihrama girereken) hileydim, ben de hedy kurbanımı getirmezdim. Yanımda hedy kurbanım olmasaydı, ben de size emrettiğim gibi haccıım (hac niyetimi) ömreye çevirerek yalnız ömre işlerini tamamlardım ve ihramdan çıkardım.»

Mütercim :

Yahud, geçmişimde o!an işin geleceğimde yapacağı tesiri (na­hoş hali) bilmiş olsaydım, demektir.

Bir de, keşke şunu veya bunu yapaydım veya yapmayaydim gibi lâfızlarının kullanılışı, doğru olmadığına dair hadîs varsa da, böyle hayırlı işlerin temennisi için kullanılmasında bir sakınca yoktur. Yalnız dünya işlerinin elde edilememesinden dolayı üzülerek «ey vah, şöyle olaydı, böyle olmazdı.» demek mekruhtur. Çünkü bu üzüntü Cenabı Hakka tevekkülün ve kaza ve kadere olan inancın zafi­yetinden ileri gelir, dediler.

 

488- İbni Abbas'dan (Radıyallahu anhüma) rivayet edilmiş­tir:

Veda haccmda Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazret­leri Arafat'dan dönüp Müzdelife'ye gelirken arkadan bazı kimsele­rin develerini kırbaçlayarak gürültü ve süratle ilerlediklerini görün­ce şöyle buyurdular:

«Ey insanlar! Sükûneti muhafaza ediniz; zira iyilik ve ihsan, böyle develeri seğirttirmekle olmaz.»

 

489- Abdullah (R.A.) 'dan rivayet edilmiştin

«Bu iki namazın, akşam ile yatsının vakitleri bu yere (Müzdeli-fe'ye) çevrilmiştir. Bunu için yatsı vaktinden önce Müzdelife'ye gel­mesinler. Sabah namazı da fecrin ilk doğuşunda (erken saatte) kılı­nır.»

Mütercim:

Hanefî mezhebine göre, iki namazın bir arada kılınması Arafat iîe Müzdelife'de olur. Öğle ile ikindi namazları birlikte ve öğle vak-tmdtt ikişer rekât olarak Arafat'da kılınır. Akşam ve yatsı namazla­rı da Müzdelife'de yatsı vaktinde bir arada, önce akşam üç rekât ve arkasından da yatsı iki rekât olarak kılınır.

Şafiî mezhebine göre, yolculuk fsefer) halinde olan kimseye her zaman öğle ile ikindi namazlarını ve akşam ile yatsı namazlarını öne almak veya geriye bırakmak suretiyle bir arada kılmak caizdir.

 

490- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Veda Haccı esnasında bir adamın kurbanlık devesini önüne katarak ve kendisi arkasında yaya olarak gitmekte olduğunu görünce, ona şöyle buyur­dular:

«Devene bini» Adam: Ya Resûlailah bu benim kurbanlık hedyim dir, dedi. Hazreti Peygamber:

«Devene bin,» buyurdu. Adam tekrar: Ya Resûlallah, bu benim kur­banlığımda binek hayvanım değildir, dedi. Hazreti Peygamber yine ona: «Yazıklar olsun!, devene bin.» buyurdular.

Mütercim:

Zaruret ve ihtiyaç halinde kurbanlık (hedy) deveye binmek ittifakla caizdir. İhtiyaç ve zaruret olmaksızın İmam Azam'a göre binmek caiz değildir. Bazı mezheblerde mutlak olarak (bir kayıt kon-maksızın)  caizdir.

 

491- İbni Ömer (R.A.)'iJen rivayet edilmiştir:

«Sizden hanginiz hedy kurbanını beraberinde götürdü ise, hac-cını tamamlayıncaya kadar ihram sebebiyle kendisine haram olan şeyler ona helâl olmayacaktır. Hanginiz de hedy kurbanı berabe­rinde getirmemişse (haccmı ömreye çevirerek) Kabe'yi tavaf etsin, Safa ve Merve arasında sa'y etsin, sonra saçlarını kısaltıp ihram­dan çıksın. Sonra hac için (niyet ederek) ihrama girsin. Kim de kur­ban kesemezse hac esnasında üç gün ve memleketine dönünce yedi gün olmak üzere tam on gün oruç tutsun.»

Mütercim :

Bu, haccm ömreye çevrilmesi hususu, hac aylarında ömrenin meşru bulunduğunu tesbit içindir. Hatta bu hususta Sürâka (Radı-yallahu Anh): Ya Resûlallah! Böyle ömre yapılması yalnız size yahud bu seneye ait bir keyfiyet midir? diye sorunca, Peygamber Sallalla-hu Aleyhi ve, Sellem: «Hayır, devamlıdır» buyurdular. Herkes için her zaman kıyamete kadar hac mevsiminde de ömre niyeti ile ih­ram caizdir.

Bir de temettü orucu on gündür. Fakat bu halde zilhiccenin al­tıncı günü hac niyeti- ile ihrama girmeli, yedinci, sekizinci ve doku­zuncu günleri (üç gün) oruç tutmalı. Sonra yedi gününü, vatanına dönüp evine varınca tutmalı. Sefer halinde yolda tutması caiz değil­dir. (Böylece temettü veya Kıran haclarından dolayı kesemediği ge­rekli şükür kurbanı, yerine getirilmiş sayılır.)

 

492- Câbir (Radıyallahu Anh) anlatıyor;

Biz, kesmiş olduğumuz kurbanlarımızın etlerini Mina günlerin­de üç gün yerdik. Üç günden sonra yiyemezdik, (arta kalanı muhtaç lara dağıtırdık). Sonra bu etleri saklamak için Hazreti Peygamber bize izin verdi ve şöyle buyurdu:

«Kurban etlerinizden) Yiyiniz ve saklayınız (azık edininiz).» Sonra biz de yedik, hem de kurutarak veya kavurma yaparak sak­ladık.                                                                         :

Mütercim:

Kurban etlerini saklamak ittifakla caizdir. Fakat îmanı Şafii Hazretlerine göre, hiç olmazsa bir miktarının fakire verilmesi lazım­dır.

 

493- îbni Ömer (Radıyallahu Anhüma) der kis

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Veda Haccm-da Mina'da ihramdan çıkmak için saçını tıraş ettirdi ve böyle tıraş olanlara:

«Allah'ım! Başlarını traş edenlere merhamet eyle!» diye dua etti ashabdan bir kısmı ya Resûlallah saçlarını kısaltaniara da dua bu­yur, dediler Hazreti Peygamber:

«Allah'ım! Başlanın traş edenlere merhamet eyle!» buyurdu. Ashab tekrar: Ya Resûlallah, saçlarını   kısaltaniara da dua buyur, dediler. Hazreti Peygamber üçüncü defada:

«Allah'ım! Saçlarını kısaltaniara da (merhamet eyle)!» diye dua etti. Diğer bir rivayete göre de üç defa «Allah'ım, saçlarını traş eden­lere merhamet eyle» ve dördüncüde «Saçlarını kısaltaniara!» diye diye dua etmiştir.-.

Mütercim:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Miiıa'da traş oldukları vakit saçlarının herbir kılını bütün ashab tam bir rağbet ile topladı­lar ve kapıştılar. Diğer zamanlarda da birkaç defa traş oldukları gibi, mübarek sakalının kabzesinden (tutamından) fazlasını aldırır-lardı. İşte ziyaret etmekte olduğumuz Sakal-ı Şerifleri, saçlardan ve sakal kısaltmalarından toplanarak zaman zaman dağıtıla gelenlerdir. . Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerinin mübarek bir kılı, dünya ve dünyadakilere denk olduğuna dair Buhari'de bir fıkra mevcuttur. Tabiîn'in büyüklerinden birine, Enes bin Malik'in çocukları yanında Sakal-ı Şerif'den bir miktar bulunduğu haberi ve­rilince: Vallahi, Peygambere bir tane ait tüy yanımda olsaydı, dünya ve içindekiler karşılığında vermezdim, demiş![29]

 

ÖMRE BAHSİ

 

494- Ebû Hüreyre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«îki ömre arasında işlenen günahlara ömre keffaret olur. Hacci mebrûr (riyasız ve günahsız yapılan hac) un cennetten başka mükâ­fatı yoktur.»

Mütercim:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem hicretten önce Mekke'­de her yıl hac ederlerdi. Fakat hicretlerinden sonra Veda Haccı diye şöhret bulan hacdan başka (farz) hac etmemiştir. Fakat bu Veda Haccmda ömre de yaptıklarından bu ömre dahil, dört kez ömre ni­yeti ile ihrama girmişlerdir. Birincisi Hudeybiye yılında, ikincisi Hu-deybiye barışının gereği üzre ertesi yılda, üçüncüsü Hüneyn gaza­sından dönüşlerinde ve dördüncüsü de Veda Haccmda bir ihramda hac ile ömreyi toplamaları suretiyle olmuştur. Ancak Hudeybiye barışı yapıldığı yılda ömre, bilindiği gibi tamamlanamamış, ertesi yıla bırakılmıştı.

 

495- Hazreti Aişe  (Radıyallahu Anha) der ki:

Hacdan sonra kardeşimle ömre için (Harem dışındaki) Tenim'e giderken bana Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«Senin bu ömrenin sevabı, yaptığın masraf veya zahmet ve yo­ğunluğun derecesine göredir.»

Ömre, sevabı ve mükâfatı çok olan bir ibadettir. Sevabın dere­cesi de,- insanın yorgunluğuna göre artar ve değişir; onun için bu yorgunluktan üzülme, diye Hazreti Aişe uyarılmıştır.

Mütercim ;

Bu hadîs-i şeriften anlaşıldığına göre, uzak yerlerden yapılan ih­ramın sevabı, Mekke'ye yakın olan inikatlardan edilen ihramın se­vabından daha çoktur. Fakat vaktin müsait olmaması sebebiyle Haz­reti Aişe'ye Ten'im'den ömre etmesi emredilmişti.

 

496- Ibni Ömer (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallalîahu Aleyhi ve Sellem gazadan yahud hac ve ömreden dönerken, yolda dağ ve tepe gibi her yüksek yere çıkınca-:

«Allahu Ekber,» diyerek üç defa tekbir alır ve sonra şöyle bu­yururdu:

«f Allah her şeyden büyüktür, Allah her şeyden büyüktür, Allah her şeyden büyüktür). Allah'dan başka ibadet edilecek hiç bir ilâh yoktur ve o birdir. Ortağı yoktur. Bütün mülk O'nundur. Bütün hamdler ona mahsustur. O, her şeye kadirdir. Yolculuğumuzdan rau-vahhid tövbekarlar olarak, taat ve ibadet üzere ve Rabbimize secde ederek, hamd ederek dönüyoruz. Dinin muzaffer olacağına dair olan vadi gerçekleşti ve kuluna zafer verdi. Bizzat kendisi ortağı olmak­sızın bölük bölük düşmanlarımızı perişan etti.» Yani, Cenabı Hak Bedir'de, Hendek'de, Huneyn vak'asmda düşmanlarımızı perişan et­ti de, şimdi biz yollarda serbest olarak emniyet ve güven içinde yürüyoruz, hac ve gazadan dönüyoruz.

Mütercim :

Bu tekbir ve duaları, hacca veya gazaya gidip gelen her şah­sın, yahud seferde bulunanların yüksek yerlere çıktıkça okumaları müstahabdır.

 

497- Ebû Hüreyre tR.AJ'den rivayet edilmiştir:

«Sefer (yolculuk), azabdan bir parçadır; çünkü sizi yemeğiniz­den, içmenizden ve uykunuzdan ahkoyar. O halde yolcu olan biri­niz işini bitirir bitirmez evine dönmesi için acele etsin.»

Mütercîm:

Hac ve ticaret gibi meşru maksadlarla insanın yolculuğa çık­ması bir nevi azab ve sıkıntıdır. Çünkü insan yolculuk halinde istedi­ği şeyleri' bulamaz, yorgunluk çeker, açlık ve sıkıntı çeker, uykusuz kalır.

 

498- Kâb bin Ucre (Radıyallahu Anh) der ki:

Hudeybiye anlaşması yaptığımız yılda    hepimiz ömre niyeti ile ihrama girmiştik. Bir ara bitlendim ve başımdan bitler akmağa başlşamış iken Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanımıza teşrif ederek bu durumumu gördü. Bana şöyle buyurdu:

«Bu böceklerin seni rahatsız ediyor mu?» Ben de : Evet, ya re-sûlallah! dedim, rahatsız ediyorlar. Hazreti Peygamber: «O halde hemen başını traş et. Sonra üç gün (keffaret olarak) oruç tut yahud altı fakire birer fitre miktarı sadaka ver yahut gücün yettiğince, Ctraşından dolayı keffaret olarak) bir kurban kes.» buyurdu.

Kâb bin ucre diyor ki:

— Sizden kim hasta olursa yahud başından bir şikayeti bulu­nursa...» ayeti celilesi benim hakkımda nazil olmuştur. Fakat benim hakkımda nazil olmakla beraber hüküm herkes için geçerlidir.[30]

 

AV BAHSİ

 

499- Ebû Katâde'den   (Radıyallahu  Anh)   rivayet  edilmiştir:

Hudeybiye senesinde biz Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile Medine'den Mekke'ye giderken, bizi Mekke şehrine sok­mamak için düşmanın hazırladığı haberi geldi. Hazreti Peygamber beni birkaç arkadaşla beraber düşmanın tutum ve harkâtım keşf için düşmanının bulunduğu yöne göndermişti. Arkadaşlarımın bir kısmı ömre için ihrama girmişlerdi; fakat ben henüz ihrama girme­miştim. Bu görevle yolda giderken yabani bir eşek olan bir av hay­vanına rasladık. Ancak bu av hayvanını benden önce ihramda bulu­nan arkadaşlarım gördüler. Bunlar ihramda oldukları için bana işa­ret edemiyorlardı; fakat keski ben görsem de onu avlasam diye arzu ediyorlardı ve birbirlerine bakarak gülüşüyorlardı. Nihayet ben o yabanî eşeği gördüm; hemen mızrağım ile vurdum, düşürdüm. Ar­kadaşlarım ihramda olduklarından bana yardımda bulunamadılar. Kendim hayvanı boğazladım, derisini yüzdüm. Etini pişirerek arka­daşlarla birlikte yedik. Yanımızda kalan bir miktar et ile Peygamber Sallallahu Aleyhi ve SeHem'in yanına döndük ve durumu anlattık: Ya resûlallah, biz bir yaban eşeği avladık ve etinden yedik. Şimdi de yanımızda o etten kalma bir miktar vardır. Hazreti Peygamber

biz ihramlüara hitaben:

«(İhramda olmayan kimsenin av etinden) hepiniz yiyiniz!» Size helâldir, buyurdu.

 

500- Ebû Katâde (K.A.)'den rivayet edilmiştir:

Ebû Katâde'nin yaban eşeğini nasıl avladığını öğrenmek için Hazreti Peygamber sordu:

«İhramda bulunan sizden herhangi biriniz Katade'ye o hay­vanı avlamak için delâlet yahud işaret etmişmiydi?» Katâde'nin ar­kadaşları dediler ki: Hayır, hiç birimiz ona ne söz söyledik ve ne de işaret ettik. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri:

«O halde hayvanın arta kalan etinden yiyiniz!» diğer bir ri­vayete göre: «O eti yiyiniz, helaldir.» buyurdular.

Mütercim:

îhram halinde olan kimsenin deniz hayvanlarından başka' kara hayvanlarını avlaması ittifakla haramdır; etinden yemesi de haram­dır. Fakat ihramda olmayan kimsenin avladığı av hayvanının etin­den ihramda olanın yemesine alimlerin ihtilafı vardır. İmam Azam'a göre bu hadis-i şerifin delâleti ile, ihramda olanların hiç "bir söz ve işaret yardımları olmaksızın ihramda olmayan tJir kimmsenin avla­dığı av etinden ihramda olanların da yemesi caizdir. Fakat ihranı-dakilerin herhangi bir delâlet ve işaretleri olmuşsa, delâlet veya işa­ret edenlere keffaret lazım gelir.

İmam Şafii ve İmam Malik'e göre, hüküm yine böyle ise de ih­ramda olmayan bir kimse ihramda olanlar için avlamışsa — is­ter ihramda bulunanların emir ve izni ile olsun, ister bilgileri dışında olsun - ihramdakiler için av eti haram olur. Bir de Şafiî mezhebinde, j-iiramdakilerin delâlet ve işaretinden dolayı bir ceza gerekmez; fakat yine hararadır.

 

501- Sa'b bin Cessâme  (R.A.J!'den rivayet  edilmiştir;

Peygamber Sallallahu AJeyhi ve Sellem Hazretleri hac için ih­rama girmişken (Cuhfe'ye yakm) Ebvâ yahud Veddan adındaki yer­lerden birinde Sa'b ibni Cessame tarafından kendilerine av eti he­diye edilmişti. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu av Cya-ban eşeği) etini kabul etmeyib Sa'b Hazretlerine geri çevirdi. He­diyenin kabul edilmeyişinden Sa'b'm yüzünden beliren üzüntü alâ­metini Hazreti Peygamber görünce ona şöyle buyurdular:

«Biz, ihramda olduğumuz için bu av etini sana geri çevirdik.»

Mütercim :

Bazı alimler bu hadîs-i şerife dayanarak ihramda olmayan kim­senin ihramda olanlar için avladıkları hayvan etinden ihramdakiler

yiyemezler, haramdır hükmünü vermişlerdir.

 

502- Hazreti Aişe'den  (Radıyallahu  Anha)

Mütercim:

Hadis-i şerif açıklamalarında bulunan alimler, Harem dahilinde öldürülmesi yasak olmayan hayvanlar yalnız bu beş hayvandan ibaret değildir, diyorlar. Beş tanesi örnek olarak söylenmiştir. İn­sanlara ve ekinlere zararlı olan hayvanları öldürmek helaldir. Yı­lan, kurt, aslan gibi, zararlı ve yırtıcı hayvanlar Harem dahilinde öldürülebilir. Fakat bazı.hayvanlar vardır ki, zarar ve ziyanı halin­de öldürülmesi caiz ise de, zararlı durumu dışında sebebsiz öldürülmeleri caiz değildir. Ekinlere musallat olan bazı kuşlar da bu kabil­den olsa gerektir. En doğruyu Allah bilir.

 

503- Abdullah bin Mes'ud (Radıyallahu Anh) anlatır: Biz, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile hac için ihrama girmiştik. Arefe gecesi Arafat'a giderken Mina'da bir mağaraya in­miştik. O mağarada Hazreti Peygambere «Ve'1-Mürselâti» sûresi nazil oldu. Bu sureyi Hazreti Peygamberin mübarek ağzından he­nüz taze taze alırken ve onun mübarek dudaklarından henüz, tükü­rük kurumamışken üzerimize koskoca bir yılan sıçradı. Hazreti Pey­gamber bize: «Yılanı öldürün!» buyurdu. Biz yılanı öldürmek için hemen harekete geçtikse de yılan bizden kurtularak kaçtı. Bunun üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«Siz o yılanın şerrinden    kurtuldunuz;  o da sizin şerrinizden kurtuldu.»

Mütercim:

İhram  halinde  iken bile yılan  gibi  zararlı  hayvanları öldür­menin caiz olduğuna bu hadis-i şerif delildir.

 

504- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri keler (büyük kertenkele) hakkında:

«Zararlı bir hayvancıktır!» buyurduğunu kendi kulağımla işit­tim.

Mütercim:

Hadîs alimleri diyorlar ki, keler hakkında hazreti Peygamber «O zararlı bir hayvancıktır» buyurduğuna göre, onu öldürmek caiz dir.

 

505- îfani Abbas (Radıyallahu Anhüma)  der ki:

Mekke fethedildiği gün Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri hepimize hitaben:

«Artık bundan böyle hicret yoktur; .ancak cihad ve iyi niyet var­dır. Siz (Hak yolunda) toptan savaşa çağrıldığınız zaman, savaşa çı­kınız,» buyurdular.

Mütercim ;

Mekke fethedilmekle îslâm diyarı olduğundan artık bundan böy­le Mekke'den Medine'ye hicret etmeye lüzum kalmamıştır. Fakat ne­rede bulunursanız bulununuz, askerliğe ve cihada çağrıldığınız za­man bu çağrıya koşunuz, demektir,

Bir  de,  küfür memleketi olan  yerden İslâm  diyarına hicretin vücubu kıyamete kadar bakîdir. Fakat İslâm diyarı ile küfür diyarı hangi yerlere söylenir? Bu hususta müctehid imamlar ihtilaf ettiler. İmam Şafiî Mazretlerine göre, bir defa bir yer fetih ve  işgal suretiyle müslümanlann eline ve mülkiyetine  geçtikten  sonra tek rar kâfirlerin eline geçse bile, küfür diyarı hükmüne geçmez;  ora­sı kıyamete kadar İslâm diyarı olarak kalır. Orada îslâm ehlinden bir ferd kalsa dahi yine İslâm diyarıdır. «Önce İslâm diyarı olan bir yer, ondan sonra ebediyen küfür diyarı olmaz» demişlerdir. Bütün İslâm ülkeleri İslammdir, anlamını taşır.

İmanı Azam mezhebine göre: Bir memlekette îslâm kaideleri uy­gulanmak şartı ile en az üç kişi bulunursa o yer îslâm diyarıdır.

 

506- Enes bin Malik (Radıyallahu Anh) der ki:

Mekke'nin fethinde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in mübarek başlarında miğfer adı verilen çelik başlık bulunarak şehre girmişti. Fetih tamamlandıktan sonra miğferi çıkardılar. Sonra biri gelip Hazreti Peygambere şu haberi verdi: «Nerede yakalanırsa öldurulsun!» diye emrettiğiniz İbni Hatal, Kabe'nin örtüsüne sarılmış olarak Harem'de bulunuyor. Bunun üzerine Hazreti Peygamber:

«(Nerede olursa olsun), onu öldürünüz,» buyurdu. Sonra Zem­zem kuyusu ile Makam-ı İbrahim arasında bu kâfiri öldürdüler.

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifin delaletiyle İmam Malik ictihadlarmda, derler ki, kısas ve buna benzer şer'i cezaların Harem hudutları içinde uy­gulanması caizdir. İmam Azam'a göre caiz değildir. Kısas için Hârem hudutları dışına çıkılması gerekir. Bu hadîs-i şerif, Mekke'nin fethi gününe mahsustur.

Adı geçen İbni Hatal'm öldürülmesinin sebebi şu : Bu adam Me­dine'ye gelip Peygamberin huzurunda müslüman olmuş, iken, zekât ve öşür toplamaya memur olarak gönderildikleri bir beldede arkada­şını öldürmüş ve Mekke'ye kaçmış, böylece İslâm dininden çıkmıştı. Ayrıca çeşitli hicivler yaparak peygamberlerin aleyhinde bulunmuş ve ona dil uzatmıştı.

İmam Malik'in içtihadına göre, bu hadîs-i şerifin delaleti ile peygamberi kötüleyip hicvedenin hemen öldürülmesi gerekir. Tev-be etmesi onu idamdan kurtarmaz.

 

507- İbni Abbas   (Radıyallahu Anhüma)   der ki:

Cüheyne kabilesinden bir kadın Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelip dedi ki: Ey Allah'ın Resulü, benim annem hac adamıştı; fakat hac edemeden öldü. Şimdi ben annem için hac ede­yim mi? Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«Evet, annen için haccet! Annenin zimmetinde bir borç bulunsa onun yerine bu borcu ödemeyi gerekli bulur muydın? Allah'a olan borçlan ödeyiniz! Allah'a karşı olan borçlar, ödenmeye daha layık­tır.»

 

508- İbni Abbas (Radıyallahu Anhüma) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Veda Hac-çından Medine'ye döndüklerinde Ümmü Sinan adında yaşlı ve saliha bir kadına sordular; «Hacdan seni alıkoyan engel nedir, (bizimle ne­den hac etmedin?)» Ümmü Sinan cevaplarında: Ya Resûlallah, de­vemizin birine kocam bindi ve Peygamberle beraber hacca gitti. Devemizin birini de bahçeyi sulamak için bahçe dolabında çalıştı­rıyoruz. Onun için Peygamberle haccetmek şerefinden mahrum kal­dım, dedi. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

«Ramazan'da yapılan ömre maiyetimde yapılan hac yerine geçer. (Maiyetimde haccetmekten mahrum oldunsa da Ramazan ayında bir ömre yaparak ayni sevaba erişirsin).

Mütercim;

Gerçekten Ramazan ayında yapılan bir ömrenin sevabı, pey­gamberle beraber yapılan hac gibidir. Ancak ömre yapmakla farz olan hac düşmüş olmaz. Ayrıca farz haccın hac mevsiminde yerine getirilmesi gerekir. Bir değil, bin kere ömre etmiş olsa, farz hac düşmez.

 

509- Ebû Saîd (R.A.Î 'den rivayet edilmiştir:

«Bir kadın, yanında kocası yahud mahremi bulunmaksızın iki günlük yolculuğa çıkamaz. Ramazan ve Kurban bayramları olan iki gün oruç tutulmaz. İki namazdan sonra da namaz kılınmazı İkindi­den sonra, güneş batmcaya kadar (nafile namaz) ve sabah nama­zından sonra güneş doğup bir mızrak boyu yükselinceye kadar. Üç mescidden başkası  için  yola   (sefere)   çıkılamaz:  Mescid-i   Haram, benim  (Medine'deki)   mescidim, ve Mescid-i Aksa.»

Mütercim:

Hanefi mezhebinde bir kadın beraberinde kocası veya bir mah­remi olmaksızın hacca gidemez. Şafii mezhebinde yollar güven altın­da ise, kendisi de emin durumda ise, onun gibi bir kaç arkadaş bu-lunabiliyorsa birlikte yalnız farz hac için gidebilir; başka ziyaretlere gidemez.

Bir de burada iki günlük mesafe diye rivayet edilmiş, başka yer­de yine Buharî'de bir günlük mesafe diye rivayet edilmiştir. Hatta bir günlük değil, örf ve adette uzak olsun veya yakın olsun sefer denilen yere mahremsiz bir kadının çıkması caiz değildir. İster kadın genç olsun, ister ihtiyar olsun...

 

510- Enes (Radıyalîahu Anh)  der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, hac yolunda bir ihti­yar adam gördü ki, iki kişinin omuzlarına dayanarak yürüyor. Bu­nun üzerine: «Bu adamın derdi ne, (buna ne olmuş)?» diye sordular. Adamın yanındakiler : Ya Resûlallah, dediler, bu adamcağız yaya olarak haccetmeyi, Kabe'yi ziyaret etmeyi adamıştı, yoruldu ve bu halde yürümek zorunda kaldı. Hazreti Peygamber:

«Bu adamın kendi nefsine işkence etmesine Allah'ın hiç ihtiyacı yoktur» buyurdular ve bir hayvana bindirilmesini emrettiler.

 

511- Ukbe'bin Âmir (Radıyallahu Anh) der ki:            

Kız kardeşim Kabe'yi yaya olarak ziyaret etmeyi adamıştı. Son­ra kız kardeşimin bu adağını Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Selleme sordum. Bana cevaben şöyle buyurdular:

«Hemşireniz yaya da yürüsün, hayvana da binsin.»

Mütercim

Allah için yaya olarak Kabe'yi ziyaret etmek (haccetmek) üzeri­ne borç olsun diye adak fnezir) yapan kimsenin bu adağı yerine getirmesi gerekir. Ancak buna gücü yetmezse hayvana biner ve bir koyun kurban eder. Fakat bir kimse yalın ayak hacce gitmeyi adamış olsa, yalın ayaklık bir ibadet sayılamayacağından bu adağın yerine getirilmesi gerekmez.

Hanefî ve Şafiî mezheblerinde, hayvana (vasıtaya) binerek hac edilmesi, yaya hac edilmesinden daha faziletlidir. Şükür mertebesi .ise, sabır mertebesinden daha üstündür.[31]

 

MEDİNE'NİN HAREMİ BAHSİ

 

512- Enes'den (Radiyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

şurasından   şurasına kadar olan yeri sı).  Harem'dir. Bu bölgenin ağaçları ey icad edilmez. Kim bu Harem'de bir

mdat meydana getirirse, Allah'ın,   meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun.»

Mütercim:

Bu hadîs-i şerif İmam. Şafii Hazretlerinin delili olub, Medine'i Munevvere'nin gösterilen çevre dahili, tıpkı Mekke'nin Harem'i gibi mukaddestir. Bu hudutlar içinde av yapılması ve kendiliğinden yetişmiş olan ağaçların kesilmesi yasaktır. Ancak bunları yap­makla bir ceza veya tazmin gerekmez. Çünkü Medine şehri, Mek­ke gibi hac ve menâsik yeri değildir.

Hanefi Mezhebinde de Medine muhterem bir yerdir; fakat Mekke'nin haremi gibi değildir. Onun için Medine'de av avlamak ve ağaçlarının kesilmesi yasak değildir. Bu hadis-i şerifte olan yasaklama ise, Medine çevresinin güzelliğini korumak ve havanın temizliğini temin etmek içindir.

İmam Malik'e göre, Medine-i Münevvere Mekke-i Mükerreme'den daha faziletlidir.

 

513- Ebû Hüreyre (R.A.)den rivayet edilmiştir:

«Medine'nin iki kara taşlığı benim dilimle harem kılınmıştır.»

Ebû Hüreyre Hazreti Peygamberin Medine dışında oturan Harise Oğullarına şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

«Harisoğulları! Sizin Harem'in dışında kaldığınız mı sanılıyor? Hayır, siz Harem hudutları içindesiniz.»

Mütercim:

Medine şehri dışında iki sıra halinde taşlık tepecikler vardır, bu kara taşlıkların birisi Medine'nin doğusunda, diğeri batısmdadır, Medine şehri bu iki taşlığın arasında bulunuyor. Hak Tealâ Hazret­leri bu iki sıra taşlı tepecikler arasını Hazreti Peygamber hürmetine muhterem kılmıştır. İmam Müslim'in rivayetine göre Medine-i Mü­nevvere 'nin harem hududu, merkezden itibaren on iki mil karedir. Bu hadîs-i şerifi rivayet eden Ebû Hüreyre der ki: Uhud dağı eteğinde şehid olarak yatan Hazreti Hamza'nm batı­sında Harise Oğulları oturuyordu. Hazreti Peygamber bu kabileye vardığında onlara hitaben: «Ey Harise Oğulları! sizin mahallenizin Harem hudutları dışında kaldığı sanılıyordu. Oysa siz Harem hudut­ları içindesiniz.» buyurdu. Bu son ifadeden anlaşıldığına göre, bir alim ve müctehid, kuvvetli bir ihtimale dayanarak verdiği bir hüküm de yanıldığını görürse sonra düzeltip, önceki hükmünden dönmesi gereklidir.

 

514- Hazreti Ali'den rivayet edilmiştir:

« Medine, Âir'den falan yere kadar Harem'dir. Her kim bu çev­re içinde bir yenilik icad eder veya bunu icad edeni barındınrsa Al­lah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun.   O kimsenin ibadeti kabul olmaz, (veya özrü ve şehadeti kabul olmaz). Müslümanların zimmeti birdir  (müşterek zimmetlidirler). Her kim, bîr müslümanm taahhüdünü ihlal ederse (bozarsa) Allah'ın, melekle­rin ve bütün insanların laneti o kimsenin   üzerine olsun.   Onun da ibadeti kabul olmaz. Her kim, bağlı olduğu kişilerin izni olmaksızın başka bir cemaate bağlanırsa Allah'ın, meleklerin ve bütün insan­ların laneti onun üzerine olsun. Onun da ibadeti kabul olunmaz.*

 

515- Ebû Hüreyre (R.AJden rivayet edilmiştir;

«Bana kentleri yiyen (kendine bağlayan) bir kentte yerleşmem emredildi. Adına Yesrib diyorlar. Şimdi ise Medine'dir Bu Medine, demirci körüğü demirin pasını nasıl giderirse sinesinden kötü insan-sanlan öylece yok eder.»

Mütercim:

Bu Hadîs-i şerif Hazreti Peygamberin saadet devrinde olan münafık ve fasık kimseler hakkında varid olmuştur. Yahud ahir zaman­da Deccal çıkınca ona uyacaklara aittir; çünkü Medine'yi meşru bir maksad için terkedip başka yerlere gidenler hakkında olması müm­kün değildir. Zira saadet devrinden sonra Hazreti Ali bile Medine'yi bırakıp Kûfe'yi hilâfet merkezi edinmişti. Cennetle müjdelenen on kişiden Ebû Ubeyde, Zübeyir ve Talha Hazretleri de Medine'den çı­kıp kimi Şam'a, kimi Küfe cihetine gitmişlerdir. Yine Muaz bin Cebel, İbni Mes'ud ve Ammer bin Yasir gibi ashabdan büyük zat­lar Medine'yi bırakıp çıkmışlardır. O halde bu Hadîs-i şerif özel­likle birtakım insanlar hakkında muayyen bir vakit için varid ol­muştur. Şerkavî şerhinde böyle yazılıdır.

Bazı alimler bu hadîs-i şeriften Medine'nin diğer bütün islâm ülkeleri üzerine üstünlüğünü, hatta Mekke'den de daha faziletli ol­duğunu  söyleyerek hüküm çıkarmışlardır;   çünkü  Mekke'yi  islâm ülkesine sokan ve kendine bağlayan yine Medine'dir. Fakat İmam Malik Hazretlerinden başka alimlerin çoğuna göre Mekke-i Müker-rem'e daha faziletlidir. Mekke'yi fethedenlerin yine çoğu Mekke'den hicret etmiş olan muhacirler idi. Nitekim bütün insanların kıble ye­ri olan Kabe Mekke'dedir. Sonra, îslâmm temel ibadetlerinden biri olan hac  da Mekke'yi  ziyaret,  Kabe'yi tavaf, Arafat'da vakfe  ile yerine getiriliyor. Aynı zamanda öteden beri Mekke, Allah tarafın­dan Harem kılınmıştır. Dünya üzerinde ibadethane ve mescid ola­rak ük inşa edilen Kâ'be de Mekke'dedir. Bu Harem hudutları için­de av yapılması, ağaçlarının kesilmesi haram kılınmış ve bu suçlan işleyenlere ceza uygulanagelmiştir. Ayrıca bu şehir hakkında: «Kim buraya girerse, emin olur,» mealinde ayeti kerime vardır. Yine Mek­ke'de işlenen günahlar, diğer yerlerde işlenen günahlardan  büyük olur. Fakat Medine'de Peygamber    Sallallahu Aleyhi  ve Sellem'in kabri şeriflerinin bulunduğu Ravza-i Mutahhare yeri, değil Mekke4 Mükerreme'den, Kâbe-i    Muazzama'dan daha   faziletlidir,    dediler. Hatta Arş-ı Alâ'dan bile daha faziletlidir, diye söylemişlerdir. Böylece bütün peygamberlerin mübarek cesedleri ve mukaddes ruhları se­mada olmakla, yeryüzünde şerefli vücudlarının bulunduğu yer ar-zın diğer yerlerinden daha faziletlidir. Semada da ruhlarının bulun­duğu yer, semanın diğer yerlerinden daha faziletlidir, demişlerdir. Şerkavi şerhinde böyle yazılıdır.

 

516- Ebû Hûmeyd (Saîdî Radıyallahu Anh) der ki:

Tebük savaşından Peygamber Sallallahu Aleyhi -ve Sellem Hazretleri ile dönerken uzakta Medine şehrini gördüğümüz zaman, Hazreti Peygamber Medineyi göstererek: «Şu, Tabe'dir» buyurdu. CMedine-i Tayyibe'dir.)

Mütercim:

Medine şehrinin bir kaç ismi vardır. Tayyibe, Tâbe, Tâib. Bu üç isim, Medine arazisi güzel kokulu olduğundan   bu beldeye verilmiş adlardır. Yahud havası ve suyu güzel olduğundan verilmiş isimler­dir, denmiştir. Bir ismi de Beytu'r-Resûl ve Medinetü'r-Resûldür. Ay­rıca Harem ve Harem-i Resul gibi daha bir çok isimleri vardır,   ilk adı Yesrîb'din Kırk kadar ismi olduğu söylenir. Kur'an-ı Kerim'de ve bazı hadîs-i şeriflerde Yesrîb olarak adı geçer. İlk önce Medine şehri­ni kuran Amalika'lılardan Yesrîb adında bir kimse idi. Onun adı ile isimlendirildi. Fakat bu isim fesad bozuk bir mana taşıdığından böy­le çirkin bir ismi Hazreti Peygamber adetleri üzere Tâbe, Medine ve Tayyibe gibi isimlere çevirmişler ve Yesrîb adını hoş görmemiş­lerdir. Ayeti Kerime'de Yesrîb olarak geçmesi, münafıkların sözle­rini hikâyeden ibarettir. Nitekim ayeti kerimede :«Hani o Hendek sa­vaşanda münafiklardan^bir bölük: Ey Yesrîb   (Medine) halkı, burası sizin duracağınız yer değil, hemen dönün     (savaştan), diyorlardı,» şeklindedir. Geçen hadîs-i şerifte de: «Onlar, Medine'ye Yasrîb di­yorlardı.» buyurulnıakla bu Yesrîb isminin îslâmda muteber olma­dığı anlaşılmaktadır.

 

517- Ebû Hüreyre (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

«Medine'yi, en güzel günlerinde terkedip çıkacaklardır. Şehre yabanîlerden (yırtıcı yaban hayvanlarını ve kuşları kasdediyorlar) başkası girmeyecektir. Medine'ye kaldırılacakların en sonuncusu Müzeyne kabilesinden iki çoban olacak ve bunlar sürülerini Medine'­ye doğru haykırtı ile sürecekler ve Medine şehrini bir takım vahşi hayvanlarla dolu bulacaklardır. Bu iki çoban da Medine kenarında Şeniyyetü 'I-Veda' adındaki yere vardıkları zaman yüzükoyun düşe­ceklerdir, (öleceklerdir).»

Mütercim:

En kuvvetli görüşe göre, bu acıklı olay kıyamet kopmasına yakın ve Sûra üflenmesinden kısa bir müddet önce olacaktır. Çünkü yeryü­zünde en son harab olacak ve halkı tükenecek olan Medine olduğuna dair hadîs-i şerifler vardır. Gerçi Yezîdî'ler zamanında Medine'de acıklı bir şekilde katliam olmuştur. Bir günde onbin müslüman er­kek ve kadın öldürülmüş, geri kalan halk dağlara kaçmış ve vadi­lere sığınmış ise de, büsbütün boş kalmamıştır. Bu çoban olayı da geçmemiştir. Gerçi bir bu çoban fıkrasını başlı başına bir hadis imiş gibi sanmışlarsa da, doğrusu bütünü bir hadîstir. Bir hadis ka­bul edildiği takdirde de, henüz böyle bir olay geçmediği bilinmek­tedir.

İkinci ihtimale göre sözü geçen acıklı olay geçmiştir, demek de caiz olabilir. Çünkü Yevm-i Hırre (felâket günü) diye adlan­dırılan o acıklı olayda Medine'de onbin kişi öldürülmüştü.

 

518- Süfyan bin Züheyr (R.AJ'den rivayet edilmiştir: «Yemen fethedilecek ve bu fetihten sonra bazıları sessizce Me­dine'ye dönüp ailelerini ve kendilerine uyanları alarak Yemene eo-neceklerdir. Halbuki bilmiş olsalar, Medine onlar için daha hayırlı­dır. Şam da feth edilecek ve bazıları sessizce Medineye gele^e^ ailelerini ve kendilerine uyanları alıp Şam'a götüreceklerdir Halbu­ki bilmiş olsalar, Medine onlar için daha hayırlıdır. Irak da feth edi­lecek ve bazüarı sessizce Medine'ye gelecekler, ailelerim ve kendılerine uyanları alıp tekrar Irak'a dönecektedir. Halbuki bilmiş osalar, Medine onlar için daha hayırlıdır.»

Mütercim:

Bu haber Hazreti Peygamberin büyük mucize 1 erindendir. Zira bu sıraya göre önce Yemen bölgesi, sonra Şem bölgesi ve daha sonra Irak bölgesi fethedilmiştir. Gerçekten bu yerlerin su ve havasına ge­çim rahatlığına rağbet ederek Medine halkından çok kimseler aile­lerini ve kandırdıkları kimseleri alarak adı geçen bölgelere göç et­mişleridir. Halbuki Medine-i Münevvere'de Mescid-i Resûl'de beş va­kit namaz kılmak, Hazreti Peygamberin Ravza-i Mutahharesini ziya­ret etmek dünyadan ve içinde bulunanlardan daha hayırlıdır. İlim öğrenmek ve öğretmek veya cihad etmek gibi maksadlar için giden­ler bu hükümden dışarda kalırlar.

 

519- Ebu Hüreyre  (R.AJden rivayet edilmiştir:

«Gerçekten iman, yılanın kıvrılıp yuvasına çekilişi gibi, Medine-ye çekilecektir.»

Mütercim :

Bu hadîs-i şerifin manası kıyamete mahsus değildir. Hazreti Peygamberin devrinden kıyamet gününe kadar geçecek bütün za­manı kapsar. Hazreti Peygamberin devrinde her müminin Medine'­ye rağbet ve arzu göstermesi, Hazreti Peygamberin orada bulun-masındandı. Hazreti Peygamberden sonra yine onun Havza'sını zi­yaret ve Mescidinde beş vakit namaz kılmak için rağbet edilegel-mektedir. işte her zaman kıyamete kadar müslümanlarm en büyük ziyaret yeri ve kalblerinin şifası Medine-i Münevvere olacaktır. Şer-kavi'de bu hadîs-i şerife bu şekilse mâna verilmiştir. En doğru sunu Allah bilir.

 

520- Hazreti Aişe'den (Radıyallahu Anha)  rivayet   edilmiştir:

«Hiç kimse Medine halkına hile etmeğe kalkışmasın; yoksa suda tuz eridiği gibi erir.»

(Kim hile ve çeşitli yollarla, savaşla Medine halkına zarar ver­mek isterse, o hain ve zalimi Allah Tealâ helak ve perişan eder, Bir de Sahih-i Müslim'in rivayetinde: «ateşte kurşun eridiği gibi, cehen­nem ateşi içinde erir veya, suda tuz eridiği gibi erir,» diye varid ol­muştur.)

 

521- Üsame (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir seferden dönüşle­rinde uzaktan Medine şehrini görünce şöyle buyurdu:

«Benim gördüğümü görüyor musunuz? Evlerinizin içlerinde fit­ne mevzilerini, yağmur tanelerinin düştüğü mevziler gibi görüyo­rum.» (İlerde başınıza gelecek felâketli halleri ve ailelerinizin maruz kalacağı fitneleri şimdiden görüyorum.)

Mütercim:

Hazreti Peygamberin bu mucizesi aynen meydana gelmiştir. Hazreti Osman'ın hilâfeti zamanındaki hadiseler ve Harre vak'ası gi­bi nice acıklı olaylar cereyan etmiştir.

 

522- Ebû Bekre'den   (Radıyallahu Anhuî'den rivayet edilmiş­tir!

«Medine'ye Mesih Deccal korkusu girmeyecektir. O gün Medine'­nin yedi kapısı bulunacak ve her kapıda iki melek olacaktır.   (Bu melekler şehri koruyacaktır.)»

 

523- Ebû Hüreyre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Medine'nin her bir gediğinde melekler vardır; onun için Medi­ne'ye Ta'ım Cveba) hastalığı ve Deccal giremeyecektir.»

 

524- Enes'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

«Deccal, Mekke ve Medine'den başka her ülkeye girecektir. Dec-cal'a karşı Medine'nin her bir gediğinde sıra sıra dizilmiş melekler vardır ve bunlar şehri kuruyacaklardır. Sonra Medine halkı üç sar­sıntı geçirecek ve bunların akabinde Allah, bütün kâfir ve münafık­ları Medine'den çıkaracaktır (böylece Deccai'a iltihak edecekler, Medine'de yalnız müminler kalacak ve Deccal'dan korunmuş ola­caklardır).»

 

525- Ebû Saîd (R.A.) den rivayet edilmiştir:

«Deccal Medine'nin kapılarından, içeri girmesi haram (yasak) olduğu halde gelecek ve Medine'nin çorak yerlerinden birine inecek­tir. O gün, Deccala karşı insanların en hayırlısı yahud insanların en hayırlılarından birisi çıkacak ve diyecektir ki: Senin, bize Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hadîsi şeriflerinde anlatmış olduğu Deccal olduğuna şahitlik ederim. Sonra Deccal orada bulunanlara:

— Bu adamı öldürür ve sonra diriltirsem, benim tanrı olduğum­dan şüphe eder misiniz? diyecektir. Yanindakiler de: Hayır, şüphe etmeyiz, diyecekler. Bunun üzerine Deccal o adamı Öldürüp sonra diriltecektir. Deccal, kendisini diriltince adam şöyle diyecektir:

Vallahi, bugünkünden daha bir basirete hiçbir zaman sahip ol­mamıştım.». (Gerçekten ve şüphesiz olarak anladım ki, sen Deccal-sın). Deccal tekrar onu öldürmeye kalJnşacaksa da öldüremeyecektir,

(Allah onu öldürmek için Deccai'a müsaade etmeyecektir).»

Mütercim:

Medine'den Deccal'a karşı çıkacak hayırlı zat Hıdır AleyhİşiŞe-lâm'dır. Yahud Mehdi'dir (Aleyhisselâm), dediler. Sahih-i Müslim'in rivayetinde Hıdır Aleyhisselâm olduğu kesinlikle beyan olunmuş­tur. Hatta Deccal, Hıdır Aleyhisselâm'ı bıçkı ile başından sonuna kadar ikiye biçecek ve bir kısmını yolun bir tarafına Öbür kısmını yolun diğer tarafına koyacak ve ortasından kendisi geçtikten sonra insanlara:

  Gördünüz mü, diyecek sonra diriltecek ve bunu üç defa tek­rarlayacaktır. Orada bulunan insanların hepsi Deccal'in tanrı oldu­ğunu tasdik edecekler ve secdeye kapanacaklardır. Fakat dördüncü defa Cenab-ı Hak ona fırsat  vermeyecektir. Hıdır Aleyhisselâm da halka hitaben:

  Bundan  sonra bu yalancı ve rnel'un Deccal  hiç bir kimseyi diriltmeye güç yetiremiyecektir. Bundan böyle bunun sihri batıldır, diyecektir. Sonra Deccal: Şimdi ben sana göstereceğim, diyerek Hıdır Aleyhisselâm'ı alıp güya boğazlayacak. Boğazladıktan sonra da ke­silen boyun halkasının arasına erimiş kurşun ve bakır dökecek; fa­kat yine Hıdır Aleyhisselâm ölmeyecek ve sapasağlam ayağa kalka­caktır. Hıdır tekrar:

  İşte bakınız, bu defa öldürmeye gücü-yetmedi. Gördünüz mü?

Bu yalancı bir sihirbaz Deccal'dir. Sakın buna inanmayınız, diyecek­tir. Sonra Deccaî, Hıdır Aleyhisselâm'ı ateşe atacaktır. İnsanlar onun ateşe atıldığını sanacaklar, halbuki bulunduğu yer gül ve gülistan­lık olacaktır.

Bu, Hıdır Aleyhisselâm hakkında Peygamber Salallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, yarın kıyamet gününde Allah'ın huzurunda bu olaya en büyük bir şahid bu aatdır, buyurdu.

 

526- Cabir CRadıyallahu Anh) der kir

Peygamber Sallallahu Aleyhisselâm efendimize bir A'rabî gele­rek Medine'de kalmak üzere biat etmişti. Sonra ertesi gün bu A'rabi sıtmaya tutulmuş olduğu halde gelip: Benim biatimi bozun, eski ha­lime döneyim. Muhacir olarak Medine'de kalamayacağım^ bedevi ha­lime dönmeme müsaade edin, dedi. Hazreti Peygamber bunun dile­ğini üç defa geri çevirdi ve kabul etmedi. Sonra şöyle buyurdu:

«Medine, demirci körüğü gibidir. Pasını giderir ve temizini par-

Mütercim:

Ancak bu halin her zaman ve her şahısta uygulanması müm­kün değildir. Böyle A'rabî gibi bizzat Hazreti Peygambere söz ver­mişlere aittir. Çünkü Peygamberimizin devrinde, Hazreti Peygam­berin huzurundan hoşlanmayıp savuşması ve hicretten çekinmesi, o zamana göre şer'an caiz değildi. Onun için kabul buyurulmadi. Şerkavî şerhinde böyle yazılıdır.

 

527- Enes (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Allah'ıml Medine'ye, Mekke'ye    verdiğin    bereketin iki katını

Mütercim:

İmam Malik bu hadîs-i şerifin zahirine dayanarak, gerek din ba­kımından ve gerekse dünya bakımından Medine'nin Mekke'den da­ha faziletli olduğuna ve Medine'de yapılan ibadetlerin de böylece Mekke'de olan ibadetlerden iki kat ziyade olacağına hüküm ver-mişse de, diğer müctehicl imamlara göre Hazreti Peygamberin duası, yalnız erzak ve ürünler hakkında varid olmuştur. Mekkede yapılan ibadetler hakkında ise ayrıca Mekke'de kılman namazların faziletli olduğunu gösteren hadisler bulunduğundan ahiret işlerinde Mekke'­nin feyzi daha boldur, diye hüküm vermişlerdir.

 

528- Hazreti Aişe (RadıyaJlahu Anha) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Medine'ye hicret buyurdukları zaman babam Ebû Bekir ile Bilâl Habeşî sıtma hastalığına yakalandılar. Mekke'den hicretlerine sebep olan Ku-reyş'in azılı kâfirlerine lanet mahiyetinde birtakım beyitler söyle­diler ve şikâyetlerde bulundular. Onların bu halini Hazreti Pey­gamber duyunca şöyle dua ettiler:

«Allah'ım! Bize Medine'yi, Mekke'yi sevdiğimiz gibi yahud daha çok sevdir. Ya Rab! Bizim ölçeğimize, kilemize (ürünlerimize) bereket ver. Medine'yi bize sıhhatli bölge yap ve bunun sıtmasını Cuhfe'ye naklet.»

Mütercim:

Hazreti Peygamberin bu duası kabul edildi. Medine'de sıtma ve veba hastalığından eser kalmadı. Havası ve suyu da muhacirlere yaradı. Nitekim. Hazreti Aişe CRadıyallahu Anha) bu hadîs-i şerifin sonunda- Biz Medine'ye geldiğimiz zaman, dünyanın en vebalı ve en sıtmalı yeri burası idi. Ayrıca, medine'nin Bathan sahrasındaki vadi den çirkin ve acı bir su akardı. Sıtmaya sebep olan bu su Allah ta­rafından kurudu. Böylece Hazreti Peygamberin bir mucizesi olarak Medine'nin havası ve suyu değişti.[32]

 

ORUÇ BAHSİ

 

529- Ebû Hüreyre  (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Oruç (insana) bir kalkandır. (Günahtan veya cehennemden insanı korur)-. Sakın oruçlu kimse kötü söz söylemesin, cahilane konuşup münakaşa etmesin. Bir kimse oruçlu olanla dövüşme ve sö-vüşmeye kalkışırsa ona iki defa, ben oruçluyum, desin. (Ona muka­belede bulunmasın). Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ede­rim ki, oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan da­ha hoştur. - (Allah Tealâ buyurur ki): Benim kulum benim için ye­mesini, içmesini ve şehevî arzularını terketmiştir. Oruç ancak be­nim yüce şanıma mahsus (kulumla aramda) bir ibadettir. O halde onun mükâfatını ben vereceğim, (bunun sevabı hesapsızdır). Diğer ibadetlerin sevabı ise, bire karşı on kattır.»

Mütercim :

gözünü kula^m ,SG gerÇekten bö^le ^zumsuz şeylerden dilini, Trhennemden kalkan demektİr" A^nın k°kusu?Undan üstündür. Onun için ikindiden sonra, Aiian tarafından münacata davet edilmişti. Otuz gün oruç tamamlanınca, Hazreti Musa ağzındaki kokuyu gidermek için misvak kullandığından Allah tarafından kendisine şöyle buyruldu. Ey-Mûsa! Mademki katımda makbul olan'otuz gün oruç tutman sebe­biyle ağzında hasıl olan kokuyu giderdin, on gün daha ilâve ederek kırk günü tamamla da ağzının kokusu ile münacata gel. Kur'an-ı Ke­rimde geçen ve otuz günün kırk güne tamamlanması ile ilgili ayet bu hikmete bir nevi işaret sayılabilir.

Bir de orucun düşük, orta yüksek olmak üzere üç mertebesi.var­dır. En düşük derecesi, yemekten, içmekten ve şehevî arzulardan nef­si korumaktır. Orta derecesi, göz kulak ve diğer azaları günah sayı­lan şeylerden korumaktır. En yüksek derecesi de, kalbi lüzumsuz ve boş şeylerden uzak tutup daima Allah'ı zikir ile meşgul etmektir.

 

530- Sehl (R.A.) den rivayet edilmiştir:

«Cennetin Reyyan adında bir kapısı vardır. Oruç tutanlar kıya­met gününde bu kapıdan gireceklerdir. Oruç tutanlardan başka hiç kimse, bu kapıdan giremeyecektir. Mahşer günü, oruç tutanlar nere­de? diye çağırılır. Bütün oruç tutanlar ayağa kalkıp adı geçen Rey­yan kapısından cennete girerler; onlardan başka hiç kimse bu kapı­dan giremez. Sonra oruçlular girince, o kapı kapanır. Artık başka hiç kimse o kapıdan giremez.»

Mütercim:

Reyyan, susamışın zıddıdır. Suya kanmış olan demektir. Oruçlu kimsenin hararetinden ciğeri yandığı cihetle fazla susayacağmdan ahirette bunun zıddı ile isimlenen Suya kanmış = Reyyan kapısın­dan içeri girmesi gerçekten çok uygun düşmektedir.

 

531- Ebû Hüreyre (R.A.)den rivayet edilmiştir:

«Her kim Allah yolunda (aynı cinsten) iki şey verirse cennet ka­pılarından (görevli melekler tarafından) ona şöyle seslenilir;

— Ey Allah'ın (sevgili) kulu En iyisi budur! (buradan gir.) Na­maz ehlinden olan kimse, Salât (namaz) kapısından çağırılır. Cihad ehlinden ise, Cihad kapısından çağırılır. Oruç ehlinden ise, Reyyan kapısından çağırılır. Sadaka ehlinden ise, Sadaka kapısından çağrı­lır.»

Sonra Hazreti Ebû Bekir (Radıyallahu Anh), ya Resûlallah, a-nam-babam sana feda olsun! Anlaşılıyor ki, bir özelliği olan kulun kendisine ait bir kapıdan girmesi ona bir ikram ve şereftir. Acaba cennetin bütün kapılarından davet edilip de (dilediği kapıdan) cen­nete girecek biri varmıdir? Hazreti Peygamber cevaben:

«Evet, umarını ki sen de onlardan olacaksın!» buyurdu.

Mütercim:

Bazı .kimseler istedikleri herhangi bir kapıdan cennete girecek­lerdir. Çünkü kapıların hepsinden ayni zamanda içeri girmek müm­kün değildir. Alimler böyle tevil etmişlerdir. Fakat dünyada bile ve­liler için hal değişikliği ve ayrı ayrı vücud teşekkülü mümkün olduğu gibi, ahirette de bu halin meydana gelmesiyle bir anda bütün kapılar dan içeri girmek mümkün olur, diye hatıra gelir ve tevile lüzum kal­mayarak bu hadis'i şerife mana verilebilir. Allah ve Resulü en iyi bi­lendir.

Bazı tasavvuf kitaplarında bir veli, ruhaniyetin kuvveti sebebiy­le dünyada kırk adede kadar hal ve vücud değişikliği yapabilir. Ahi­rette ise yetmişe kadar tasarrufa eahip olur, diye yazılıdır.

 

532- Ebû Hüreyre (R.A.)den rivayet edilmiştir:

«Ramazan ayı gelince cennet kapıları açılır.» (Ramazan ayında oruç tutanlar için cennette makamlar hazırlanır, yahud ramazanda ölen müminler doğrudan doğruya cennete girerler).

 

533- Ebû Hüreyre (ELA.) den rivayet edilmiştir:

«Ramazan ayı girince gök kapıları (cennet kapıları) açılır, ce­hennem kapıları kilitlenir, şeytanlar da zincire vurulur.»

(Ramazan ayında oruç tutanlar için cennet kapıları açılır, cehen­nem kapıları kapanır. Oruçlular cehennem yüzü görmezler. Şeytan­lar, insanları kandırıp saptırmak için vasıta olarak kullandıkları yi­yecek, içecek ve şehevî arzular gibi şeyler ramazanda saklı ve bağlı bulundukları cihetle şeytanlar da bağlı demektir. Yahud rahmet kapıları açılır ve azab kapıları kapanır, şeklinde de tevil edilir.)

 

534- İbni Ömer (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Ramazan ayı hilâlini gördüğünüz zaman oruç tutunuz. Şevval hilâlini gördüğünüz zaman iftar (bayram) ediniz. Eğer hilâli görme­nize bulut engel olursa, ayı (30 Ogün olarak) hesaplayın (Şaban ayını otuza tamamlayarak oruç tutmaya başlayın ve ramazan ayını da otuza tamamlayarak bayram edin.)»

 

535- Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Her kim ramazanı, inanarak ve Allah rızası için ihya ederse geçmiş günahları bağışlanır.»

 

536- Ebû Hüreyre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Her kim inanarak ve Aîlah rızası için ramazan ayını oruç tu­tarsa, geçmiş günahları bağışlanır.»

Mütercim ;

Bu iki hadîs-i şerifin zahirlerine bakılınca, büyük ve küçük bü-i-ün günahlar, kul haklan ve cinayet gibi suçlar da bağışlanır, hük­mü, çıkar. Fakat bu hususta varid olan diğer hadisi şerifler bu mut­lak hükmü «büyük günahlardan sakındıkça» kaydına bağlamıştır ki, bundan yalnız küçük günahların bağışlanacağı anlaşılmaktadır. Büyük günahlar ise, tevbe ve istiğfar etmekle, kul haklan helallaşmak-la bağışlanır. Yahud Allah'ın dilemesine bağlıdır. Ehli sünnet inan­cında «Allah bütün günahları bağışlar» mealindeki ayeti kerime uyannca Allah Tealâ Hazretlerinin lütuf ve keremi, rahmet ve mağ­fireti çok geniş olduğundan tevbe ve-istiğf arsız da büyük günahlan bağışlaması muhtemeldir, dediler.

Bir de dikkat edilmelidir ki, affetmek başka şeydir, mağfiret et­mek başka şeydir. Mağfiret demek, kişinin işlemiş olduğu günah­lardan asla sorumlu olmaması ve amel defterinden tamamen silin­miş bulunması demektir. Allah'ın affına kavuşmuş olmak da, hesap gününde amel defterinde günahların mevcut, olması ve bunlar yü­zünden kulun azarlanıp sonunda affedilmiş olması demektir.

Bunun için akaid kitaplarında, şirkten başka bütün büyük gü­nahların affı caiz olduğu gibi, yalnız küçük günahlardan dolayı ku­lun azab görmesi de caizdir, denmektedir. Çünkü Allah dilediğini yapar; iradesinde hürdür. «Dilediğini yapar ve dilediği hükmü ve­rir.»

Semavi dinlerin hepsindeki yüksek gaye ve maksad, Allah Tea­lâ Hazretlerini ortak ve benzerlerden tenzih etmektir. Bu gerçeği kullara ulaştıran ve tebliğ eden peygamberlere iman ederek indiri­len semavî kitaplann emirleri uyarınca amel edilmiştir. Bütün semavî kitaplan tasdik etmekle beraber onların hükümlerini kaldı­ran enson hak kitap Kur'andır. Kur'anı kerim'e iman ederek onun emirleri uyarınca hareket edilmesi suretiyle insan ve cinler ancak kurtuluşa ererler. Yoksa yalnız tevhid ile yahud Allah'ı şirkten tenzih etmekle kurtuluş olmaz. Fakat son peygamber Muhammed aleyhissalâtü vesselam efendimizin Allah'dan getirmiş olduğu her şeyi kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve itiraf eden kimse, mümindir, muvahhiddir, müslimdir. Amel yönü, büyük ve küçük günahlar iş­lemesi hususu Allah'ın affetmesine veya ahirette cezalandırmasına bağlıdır.

 

537- Ebû Hüreyre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Ramazanda yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi bırakmayan kimsenin (oruçluyum diyerek) yemesini, içmesini bırakmasına Al­lah'ın ihtiyacı  (iltifatı)  yoktur.»

Mütercim :

Ramazanda yalan söylemek, gıybet etmek, iftirada bulunmak, harama bakmak gibi günahlar, bu hadîs-i şerifin zahirine binaen bazı-alimlere göre orucu bozarlar. Doğrusu bu günahlardan dolayı oruç bozulmaz; orucun fazileti ve sevabı eksilir.

Bir de bu hadîs-i şerife bakarak Ramazan'da yalan söyleyen ve günah işleyen kimsenin orucunu bozması gerekmez. Günahlardan Ramazanda daha çok kaçınmanın lüzumuna ve Ramazan'a diğer ay­lardan çok hürmet etmeye işaret için hadîs-i şerif bir ihtardır.

 

538- Ebû Hüreyre (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

«Allah Tealâ Hazretleri buyurdu îii: Oruçtan başka insanoğlu­nun işlediği bütün ameller kendisinin, Oruç ise benimdir onun seva­bını ben vereceğim, (katımda onun özel mükâfatı vardır). Oruç, oruçlu için bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu bulunduğu günde yalan ve kötü söz söylemesin, kavga etmesin. Eğer kendisine birisi kötü söyler veya kavga ederse, ben oruçluyum, desin (ve böylece ki­barca onu başından savsın). Muhammed'in canı kudret elinde olan Allah'a yemin ederim kî, oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha hoştur.

Oruçluyu sevindiren iki sevinç vardır: İftar yaptığı zaman se­vinir ve Rabbisiyle buluştuğu zaman da (alacağı büyük mükâfat­tan ötürü) orucu ile sevinir.»

Mütercim :                                                                           .

Bu hadîsi şerifin özü: Oruç, Allah ile kul arasında sırdır. Onun sevab ve mükâfatı diğer ibadetler gibi sayı hesabı ile değildir. Oru­cun mükâfatı hesapsız olarak verilecektir.    Yahud «onun mükâfatı,.

benim» rivayeti bulunduğundan mânası, orucun mükâfatı diğer iba­detler gibi sevab ve cennet olmayıp Allah'ın cemalini görmekle se­vinmiş olmaktır.

 

539- Abdullah (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

«Evlenme imkânına sahip olan kişi evlensin; çünkü evlilik gözü haramdan daha çok korur, ırzı daha iffetli kılar. Evlenmeye gücü yetmeyen oruca devam etsin, çünkü oruç şehvetini keser,  (böylece harama düşmekten kurtulmuş olur).»

 

540- İbni Ömer (R-A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Arabi aylar yirmi dokuz gün çeker. Hüâl görmedikçe oruç tutmayınız. Eğer size bulut gibi bir engel çıkarsa, (Şaban ayını) otuza tamamlayın.»

 

541- Ümmü Seleme (Radıyallahu Anha) der ki: Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Ramazan için­de bir ay zevcelerinin hücrelerine girmemek üzere yemin edip çar­dağına çekilmişti. Sonra yirmi dokuz gün geçince Hazreti Aişe'nin hücresini şereflendirdiler. Hazreti Aişe: Ya Resûlallah, siz bir ay için yemin etmiştiniz; halbuki henüz yirmi dokuz gün geçti? dedi. Buna cevaben Hazreti Peygamber: «(Arabi) aylar yirmidokuz da çeker.» buyurdular.

Mütercim:

Hazreti Peygamber ailelerinin hücrelerine bir ay girmemeğe yemin etmişlerdi. Arabi ayların kimi 29, kimi de 30 çektiğinden ay mutlak olarak zikredildiği zaman ikisinden birine hamletmek caiz­dir. Ancak bu ay diyerek, yahut falan ay diyerek yapılan yeminler­de belirlenen ayın günleri esas olurr O ay yirmidokuz gün ise yirmi­dokuz gün, otuz gün ise otuz gün yemine sadık kalınır.

 

542- Ebû Bekre (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«îki ay vardır ki, iki bayram aylandır ve bıi aylar (da   sevab) eksilmez: Ramazan ayı ve Zilhicce ayı.».

Mütercim:

Her ne kadar bazan Ramazan yirmi dokuz güne raslayarak nok­san olursa da, sevab ve mükâfat bakımından noksan olmaz. Yine Zil­hicce ayı yirmidokuz gün olması ile o mübarek ayda ibadet edenlerin sevab ve mükâfatlarına noksanlık gelmez. Bu hadîs-i şerifin başka türlü tevili varsa da, en uygun tevil budur.

 

543- İbni Ömer'den (Radıyallahu anhüma) rivayet edilmiştir:

«Biz ümmi (ümmetçi veya okumamış) bir ümmetiz, yazımız ve hesabımız yoktur. Ay, şu kadar ve şu kadar çeker yani bazan yirmi dokuz ve bazan otuz çeker.»

Mütercim:

Peygamber Sallaîlahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri mübarek parmaklarını iki defa açıp kapatarak ve üçüncüde yalnız bir par­mağı kasarak yirnlidokuzu gösterdiler. Otuza işaret için de üç defa mübarek parmaklarını açıp kapadılar, şu kadar ve şu kadar, buyur­masının manası budur.

 

544- Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir:

«Herhangi biriniz, Ramazan'ı bir veya iki günlük oruçla karşılamaya kalkışmasın. Şayet (bu bir veya iki gün)  oruç tutmayı adet edindiği güne rastlarsa tutabilir.»

Mütercim:

Ramazandan bir gün öncesi Yevm-i şek = şüpheli gün olacağın­dan bu günü oruç tutmak tazı alimlere göre haramdır, bazılarına göre mekruhtur. Şafiî mezhebinde Şaban ayının onbeşinden sonra ve onaltmcı gününden itibaren Ramazan ayma kadar oruç tutmak haramdır. Ancak daima böyle adet edinilmişse yahut onbeşinci gü­nünü daha önceki oruçlarına bitiştirmiş olursa caizdir. Fakat İmam Azam'a göre, yalnız şek gününü oruç tutmak mekruhtur. Havas'a gö­re şek gününün orucuna ruhsat verilmiştir.

 

545- Adiyy bin Hatim (Radıyallahu Anh) der ki: «Fecrin ak ipliği (beyaz uzantısı) siyah iplikten ayırt edilinceye kadar...» (Bakara süresi, ayet: 187) Mealindeki ayeti kerime nazil olunca ben siyah iplikle beyaz bir iplik aldım ve gece yastığımın al­tına koydum. Ramazan gecelerinde onlara baktım ise de hiç bir şey anlayamadığımdan bu halimi Peygamber Sallaîlahu Aleyhi ve Sel-lem'e arzettim. Bana şöyle buyurdular:

«Beyaz iplik, siyah iplik, ancak gecenin karanlığı ile fecrin ay­dınlığı demektir.»

 

546- Enes bin Malik (R.A.) den rivayet edilmiştir: «Sahura kalkınız, çünkü sahur yemeği berekettir.» (Oruç ibadetine sizi daha dayanıklı kılması bakımından sahur yemeği mübarektir. Bir de başka bir hadisde varid olmuştur ki, in­sana üç şeyden sorumluluk gelmeyecektir: Birincisi sahur yemeğin­den, ikincisi iftar yemeğinden, üçüncüsü din kardeşleri ile yenilen yemekten...)

Peygamber, birisini görevlendirerek halka şu duyuruda bulundular: «Yemiş olanlar, akşama kadar yeme ve içmeden kesilsinler. Ye­memiş olanlar,  (oruca niyet ederek) yemesinler.»

Mütercim :

İmanı Azam Hazretleri önceleri Aşura gününde oruç tutmanın farziyetini ve farz olan oruç için gündüzden de niyetin caiz olduğunu bu hadîs-i şeriften çıkarmıştır. Fakat ramazan orucunun farziyeti ile âşûrâ günü orucunun farziyeti kalkmış olup gündüzden oruca ni­yet hususu Ramazan ayı için de caiz olarak kalmıştır.

İmam Şafiî Hazretlerine göre Aşura günü oruç tutmak asla farz olmayıp önceleri müstahab olduğu gibi, farz oruçlarda niyet de fecri­sadıktan evvel olmalıdır.

İmanı Malik Hazretlerine göre, Ramazan'ın ilk gecesi yapılan niyet bütün Ramazan ayı orucu için kâfidir. Her gece niyet etmeye gerek yoktur.

 

548- Ebû Hüreyre (R.AJ den rivayet edilmiştir:

«Oruçlu kimse oruçlu olduğunu unutupta yer veya içerse, orucu­nu tamamlasın (bozmasın); çünkü onu Allah Tealâ yedirmiş ve içir-miştir.»

Mütercim :

Oruçlu olduğunu unutarak bir kimse yer veya içerse, yediği yemek veya içtiği su ona Allah'm bir ziyafetidir. Böylece orucuna da SrnZanlık gelmez, orucuna devam eder. Fakat oruçlu olduğunu hatırladığı an, hemen kendini çekmesi şarttır.

 

549- Ebû Hüreyre (R.A.Îden rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimizle bir arada otururken, Peygamber efendimize birisi geldi ve : Ya Resûlallah.ben helak oldum! dedi. Hazreti Peygamber:

«Ne oldu? »diye sordu. O Kimse şöyle cevap verdi: — Ya Resûlallah, ramazan gününde oruçlu iken zevcemle müna­sebette bulundum. Hazreti Peygamber:

«Keffaret olarak bir köle azad edebilir misin?»   buyurdu. Adam, hayır (buna gücüm yetmez), dedi. Hazreti Peygamber:

«Arka arakaya iki ay oruç tutmaya gücün yeter mi? »buyurdu. Adam: Hayır, buna da gücüm yetmez, dedi. Hazreti Peygamber:

«Altmış fakire (birer fitre miktarı) sadaka verip yedirecek bir şeyin var mı? » Adam: Hayır, bu da yoktur! dedi. Böylece Adamca­ğız, Hazreti Peygamberin meclisinde beklemeye koyuldu. Bu şekilde bulunduğumuz sırada Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efen­dimize büyük bir zenbil dolusu hurma getirildi. Sonra Hazreti Pey­gamber:

«Soru soran nerede?» diye buyurdu. Adam: Benim! dedi. Hazreti Peygamber:

«Bu zenbili al ve hurmaları fakirlere dağıt,» buyurdu. Adam: Ya Resûlallah, benden daha muhtaç oîana mı vereceğim? Vallahi, şu Medine'nin iki kara taşlığı arasında benim ailemden daha fakir aile yoktur, (müsaade edin de bunu biz yiyelim), dedi. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem gülümsedi; öyle' ki mübarek azı dişleri gözüktü. Sonra adama şöyle buyurdu:

«Onu çoluk-çocuğuna yedir.»

Mütercim :

Bu hadîs-i şeriften bazı müctehid imamlar birçok dinî hükümler çıkarmışlardır. Bunlardan bir kısmi:

Ramazan'da böyle zevcesiyle münasebette bulunan kimseye kef-fâret gerektiği gibi, zevcesine de keffaret gerekir mi? İmam Azam-Hazrtlerine göre, zorla değil de zevcenin muvaffakatı üe olmuşsa ka­dına da keffaret gerekir. İmam Malike göre, kocanın zorlaması ha­linde yalnız kocaya iki kat keffaret gerekir. Cariyesi ile böyle bir iş yaparsa, ister zorla ve ister muvaffakatla olsun, her iki halde de iki kat keffaret gerekir.

Meselelerden biri de, fetva almak için hakim huzuruna çıkan kimseye fetva istemesi yüzünden hemen ceza verilmez, hükmüdür.

Çünkü hemen ceza verilse, sonra kimse fetva için müracaat edemez olur.

Bir de, oruç keffaretinin kendi ev halkına harcanması hiç bir mezhebe göre caiz değildir. Bu hadîs-i şerif, müstesna olarak Pey­gamberliğin özelliklerindendir.

Bazı alimler de, bu hurmalar hediye idi. Hazreti Peygambere he­diye gelen bu hurmaları kendiliğinden, o kimsenin keffareti olarak çıkardı. Sonra yine o kimseye bağışladı. Bazıları ise: Zaten bu hurma zekât ve sadaka hurması idi. O kimse fakir olduğundan böyle zekât almaya ehil idi; onun için verdi. Keffaret orucu ise, o kimsenin üze­rinde olduğu gibi kaldı. Ne zaman gücü yeterse ödemesi gerekir.      : Bir de Hazreti Peygamber    «Altmış fakire sadaka verebilirmi-sin?» buyurduğu cihetle İmam Şafiî hazretleri muhakkak ayrı ayrı altmış kişiye verilmesi lâzımdır, diyor. Otuz kişiye iki günde verilse

caiz olmaz.

İmanı Azam'a göre ayrı ayrı günlerde altmış fakire sadaka ve­rilse caizdir. Hatta bir fakire altmış gün birer fitre miktarı veril­mesi oruç keffareti için yeterlidir. Esas olan altmış gün için sadaka vermektir; yoksa altmış fakir değildir.

Meselelerden biri de, kapalı sözlerle fetva almanın caiz olduğu hususudur ki, adam: Zevcem üzerine düştüm, diyerek asıl maksadını ifade etmiş ve buna da gereken cevap verilmiştir.

Bir de oruç keffareti için bir köle azad edilmesi teklif. edildi. Çünkü nefsini böyle helak eden kimseye, diğer bir kimseyi hürri­yet kavuşturmakla günahtan kurtulması uygun düşer. Kim bir köle veya cariye azad ederse. Allah Tealâo kölenin her azası karşılığın­da o  kimsenin azasını cehennemden azad eder, diye hadîs-i şerif

varid olmuştur.

Altmış gün oruç ise, bire karşı altmış olarak kısas kabilihdendir. Yemek yedirmek ise bu iki ay oruç keffareti bedeline birer fitre ver­mektir. Bu da en düşük keffaret mertebesidir.

Oruç keffareti İmam Azam ve İmam Şafiî, hazretlerine göre bu tertip üzeredir. Yani, gücü yeten önce bir köle azad eder. Gücü yok­sa, altmış gün oruç tutar. Buna da gücü yoksa, altmış fitre verir.

İmam Malik'e göre keffaret ödeyecek olan serbesttir, dilediği şekli seçer. Bir de İmam Azam'a göre, bir kimse Ramazan ayı içinde keffareti gerektiren birkaç işi ayrı ayrı günlerde işlemiş olsa yalnız bir keffaret lâzım gelir. îmam Şafii'ye göre her gün için bir keffaret gerekir.

Yine îmam Şafiî Hazretlerine göre, oruç keffareti hadis-i şerifte olduğu gibi, yalnız cinsi münasebetle orucunu bozana, lazım gelir. Yeyip içmekle güne gün lazım gelir. Yemek içmek suretiyle orucunu bozan büyük günah işlemiş olur ve bir gün için yalnız bir gün tuta­rak kaza eder. Yemek ve içmek halleriyle orucun bozulmasında ka­zadan, başka şer'i ceza (tazir) da gerekir.

Bir de İmam Azam ile İmam Şafiî mezheblerinde meşru bir ma­zeret olmaksızın insanlar ortasında aşikâre olarak yeyip içmeyi adet edinenin meşru yolla k&tli bile vardır. Fetva kitaplarında böyle yazı­lıdır.

Oruca niyet etmeyen kimseye keffaret gerekmez; fakat büyük günah işlemiş olacağından şiddetli bir cezayı hak eder. Kaza olarak da bir gün kaza eder.

 

550- Ebû Evfa (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve SelZem Hazretleri ile bir seferde bulunuyorduk. Kendileri oruçlu idiler ve Bilâl Habeşî'ye hitaben:

«Hayvandan aşağı in de bana bulamaç yap!» buyurdular. Hazre-ti Bilâl : Ya Resûlallah, daha hava kararmadı, dedi. Peygamber Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem ikinci defa: »in de bana bulamaç yap!» bu­yurdu. Hazreti Bilâl: Ya resûlallah, hava henüz kararmadı, dedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem üçüncü defa:

«în de bulamaç yap!» buyurdu Bunun üzerine Hazreti Bilâl ine­rek bulamacı yaptı ve Hazreti Peygambere sundu. Efendimiz onu içti. Sonra mübarek parmağı ile doğu tarafını işaret ederek:

«İşte buradan havanın karardığını gördüğünüz zaman oruçlu iftar eder.»

(Havanın kararması batı tarafından aranmaz; çünkü güneşin batısından sonra, tabiî güneşin biraz ziyası kalır. Bunun hükmü yok­tur.)

Mütercim:

Neferde Peygamber Sallallahu Aleyhive Sellem oruçlu bulundu­ğundan, sefer halinde zahmet ve meşakkat olmadığı takdirde oruç tutmanın daha hayırlı olacağı hükmünü âlimler bu hadîsti şeriften çıkarmaktadırlar. Nitekim» Eğer oruç tutarsanız, sizin için hayırlı­dır» mealindeki ayeti kerime de bunu teyit ediyor. (Bakara s. âyet: 184) Çunku oruç tutmakla vaktin fazileti kaçırılmamış olmakla be­raber borç da ödenmiş olacaktır. Bu bakımdan seferde oruç tutmak daha faziletlidir.

 

551- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der kit

Ashabdan Hamza bin Amr El-Eslemî çok oruç tutar idi. Bu adam Hazreti Peygambere sordu*. Ya Resûlallah, sefere (yolculuğa) çıktı­ğım zaman oruç tutayım mı? Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«İstersen oruç tutarsın ve İstersen yersin.»

 

552- Hazreti Cabir (Radıyallahu Anh) der ki

Mekke'nin fethinde çok sıcak bir günde Hazreti Peygamber i1 e EM Revâha'derA başka oruç tutan yoktu. Derken birtakım insani s ruı bir araya toplanda larını Hazreti Peygamber gördü. Aralarındu güneşin ve orucun tesirinden bitkin hale düşen bir kişiyi, başına göl­gelik yaparak korumaya çalışıyorlardı. Hazreti Peygamber,

Bu ne haldir?» diye sordular. Adamın yanında bulunanlar: Ya Resûlallah, bu adam oruçlu ve sıcak basma vurmuş, dediler. Peygam­ber Sallallahu Aleyhi ve,Sellem onlara buyurdu;

«Sefer halinde oruç tutmak, faziletten sayılmaz.»

Mütercim:

Bu hadis-i şeriften, bazıları yolculuk halinde oruç tutmanın mek­ruh olduğuna ve bazıları da oruç tutmak gerekmediğine hüküm ver-dilerse de, dört mezhebe göre iftar etmek ruhsattır. Fakat oruç tut­mak azimettir (daha hayırlıdır). Ancak bu derece meşakkatli olursa oruç tutmamak daha faziletlidir.

 

553- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha)  rivayet ediyor:

«Bir kimse, üzerinde kazaya kalmış oruç  olduğu halde ölürse, onun yerine velisi oruç tutabilir.»

Mütercim;                                                                  .

îmanı Şafiî Hazretleri bu hadisin zahiri ile amel ederek böyle üzerinde kaza oruç borcu olupta ölen bir kimsenin yerine geride ka­lan akrabasından biri veya velisi oruç tutarsa, ölen borçtan kurtulur, diye hüküm vermiştir. îster ölenin vasiyeti üzerine tutulsun, ister vasiyeti olmadan tutulsun, fark etmez. Ancak yabancı tarafından orucun sahih olabilmesi için vasiyetin bulunması şarttır. Yine Şafiî mezhebinde mutlaka ölenin velisi bulunmak şart değildir; başka ha­dîste açıklandığı üzere akrabadan kim olursa olsun, biri ölü adına oruç tutabilir.

İmâm Azam ile İmam Malik Hazretlerine göre, Hem Hazreti Aişe'nin, hem de İbni Abbas'm fetvaları ve Medine'ni erin uygula­maları gereğince bu manadaki hadis-i şeriflerin hükmü kalkmıştır, geçerli değildir. Onun için başkası adına oruç tutulamaz, bedenî ibadetler yapılamaz. Ancak yapılan ibadetlerin sevabı ölülerin ruh­larına hediye edilebilir.

 

554- İbni Abbas (Radıyallahu AnhJ der ki.-

Bir adam Hazreti Peygambere gelerek: Ya Resûlallah, annem, üzerinde kazaya kalmış bir aylık orucu olduğu halde öldü. Şimdi onun yerine oruç tutabilir miyim? diye sordu. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri şöyle buyurdular:

«Evet!'Allah'ın borcu, ödenmeye en lâyık olandır.» (Annenizin kula olan borcunu ödemeniz yerinde olduğu gibi, Allah'a olan bor­cunu onun adına ödemeniz daha uygundur.)    .

Not: Bundan önceki hadîs-i şerif münasebetiyle mütercimin açık­lamasına bakılsın.

 

555- Sehl bin Sa'd Hazretlerinden rivayet edilmiştir: «İnsanlar, iftar yemeklerini geçiktirmedikçe hayır içindedirler.»

Mütercim:

Güneş batar batmaz hemen iftar etmek (orucu bozmak) müs-tahabdır. Başka bir hadîste de, iftarlarda acele ettikçe ve sahuru geciktirdikçe ümmetim hayır içindedir, diye varid olmuştur. Güneş batması, takvimlerde gösterilen zamanlara itibarla olduğu gibi, bir belde çevresindeki en yüksek dağ ve tepelerden güneşin çekilip bat­ması ile de meydana gelir. Gözle görmekle olduğu gibi, bir veya iki kimsenin haber vermesi ile de olur.

Akşam olduğunu zannederek bulutlu bir günde iftar ettikten sonra gfineşin henüz batmamış olduğunu anlayan kimse, geri kalan vakti oruç tutar ve o günü de kaza eder.

Sahur vaktinde de, henüz imsak vakti girmemiştir, diyerek ye­mek yeyip de sonradan fecrin doğmuş olduğunu anlarsa, o günü hem oruçlu bulunur, hem de kazasını yapar; fakat keffaret gerek­mez. Dört nıüctehid imamın mezhebleri ve fetvası budur. Yalnız Ur-ve bin Zübeyir ile Ata (Radıyallahu anhüma) Hazretlerine göre, ka­za bile lâzım gelmez. Bunlara göre unutarak yemek yiyenle ayni hükümde sayılırlar. Ancak nıüctehidler bunu kabul etmediler; çün­kü unutmak başka şeydir, zan ve hata başka şeydir.

Orucu hurma ile açmak (iftar etmek) faziletlidir. Hurma yoksa su ile iftar etmek faziletlidir. Bazı kimselere göre de su ile iftar daha faziletlidir; çünkü suyun helâl mal olması daha kesindir. Bunun için bazı kimseler, akar suya giderek bir avuç su içip iftar ederlerdi. Eve getirilen suyun kâbında, sucuya verilen parada şüphe olacağı cihetle, kimsenin eli değmemiş akar sudan kendi eliyle alarak içmek şüpheden âridir.

 

556- îbni Ebî Evfa (R.A.)'dan rivayet edilmiştir:

«Ey Bilâl! in de, (iftar etmem için) bana bulamaç yap. İn de, bana bulamaç yapıver. Havanın karardığını doğu tarafından gördü­ğün zaman, oruçlu kimse iftar eder.»

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifin açıklaması (550) numarada geçmiştir. Fakat diğer bir rivayette, doğu tarafından karanlık gelipte batı tarafından aydınlığın arka vermesi halinde oruçlu iftar etmiş olur, diye varid olmuştur.

 

557- Muavviz'in kızı Rubeyyi' (Radıyaîlahu Anha)   der ki:

Aşûra günü sabahın erken saatinde Peygamber Sallallahu Aley­hi ve Sellem, Ensar'm yerleşim merkezlerine şu haberi gönderdi:

«Her kim sabahleyin bir şey yemiş (veya içmiş) ise günün geri kalan kısmında yeme ve içmeden kesilsin. Sabahladıktan sonra he­nüz ağızları bağlı olanlar oruç tutsunlar.» Rubeyyi diyor ki: Biz, öncele­ri Aşûra günü oruç tuttuğumuz gibi, çocuklarımıza da Aşûra orucu­nu tuttururduk. Öyle ki, çocuklarınız açlıktan ağladıkları zaman bir­takım boyalı kumaş ve yünlerde'n oyuncaklar yaparak onları iftar zamanına kadar oyalardık. Başka rivayetlerde de, çocuklarımızı alıştırmak için akşamları onları camilere getirirdik, demektedir.

 

558- Ebû Saîd El Hudrî (Radıyaîlahu Anh) der ki:

Orucu geceli gündüzlü tutmayınız. Hangi biriniz geceli gündüz­lü tutmak isterse sahur vaktine kadar orucu sürdürsün.»  (sahurdan sahura yeyerek yirmi dört saat oruç tutsun) diye Hazreti peygamber buyurunca, ashabı kiram sordu: Ey Allah'ın Resulü, siz bazan gece­li gündüzlü oruç tutuyorsunuz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem şöyle buyurdu:

«Ben sizin gibi değilim. Geceleyin yattığım zaman benim yedire­nim vardır, beni yedirir ve içirenim vardır, beni içirir.»

Mütercim:

Hazreti Peygamberin nurlu kalbi, İlâhî feyizlerle dolu olup Va-cib Tealâ Hazretlerinin tecelliyatları ile parıldadığından bu ruhani gıdanın, cismani gıdayı da karşıladığına işaret vardır. Bir kısım alim­lerde, cennet'den ilâhî bir sofra gelip ondan Hazreti Peygamberin ye­diğini söylemi şlerse de doğrusu ruhanî gıda demektir; çünkü cennet­ten yemek geldiği taktirde, visal yapılmış olmaz, (geceli    gündüzlü oruç tutulmuş olmaz). Bundan sonra gelen hadis-i şerifin manası ay­nen böyledir.

 

559- Ebû Hüreyre (Radıyaîlahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanların «visal orucu (geceli günctüzlü oruç) tutmalarını yasaklamıştır. Sonra ashabdan bi­ri: Ya Resûlallah, siz bazen visal orucu tutuyorsunuz! dedi. Buna ce­vaben Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu:

«Bu visal orucu benim şahsıma mahsustur. Hanginiz benim gibi olabilir? Rabbim Tealâ  Hazretleri, geceleyin yattığım zaman beni yedirir ve içirir.» Sonra, ashabdan bazıları aralarında dediler ki, bu yasaklama bize bir şefkattir yahut tenzih yolu ile mekruhtur. Yoksa visal orucu haram demek değildir. Böylece visal orucuna devam et­tiler. Bunun üzerine Hazreti Peygamber bir kaç gün arka arkaya vi­sal orucuna devam etti. Üçüncü visal orucunda Şevval ayının hilali görününce iftar etmek zarureti doğdu. Bayramın gelmesi dolayısı ile oruca daha devam edilmeyeceğinden ashabı kiramı visa,l orucunda kendilerine  uymaktan caydırmak için şöyle buyurdular:

«Eğer hilâlin (Şevval ayı hilâlinin) görünmesi sonraya kalmış olsaydı, visal orucuna daha devam ederdim, (o zaman sizin halinizi görürdüm. Devam edebilecek miydiniz?)»

Mütercim :

Bû hadîs-i şerifin zahir manası üzerinde müctehid imamlar ih­tilâf etmişlerdir. Hanbelî mezhebine göre visal orucu tenzihen merk-rûhtur.                                         .

İmam Azam ile imam Şafiî Hazretlerine göre, tahrimen mekruh­tur. Bazı alimlere göre de gücü yeten kuvvetli kimselerin tutmasında kerahet yoktur; çünkü haram veya keraheti hakkında açık bir ifade bulunmamaktadır. Eğer olsaydı, peygamberin yasaklamasından sonra ashab visal orucu tutmazlardı.

Şârih Sindî de kerahetsiz caiz olduğunu tercih etmiştir; çünkü bu hadisin sonunda bazı rivayette, gücünüzün yettiği ibadeti benim­seyiniz, diye. varid -ilmuştur. Ö halde bu yasaklama, gücü yetmeyen­lere bir şefkat anlamındadır, dediler.

 

560- Ebû Cuhayfe (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Selmanî Fari­sî ile Ebu'd-Derdâ Hazretlerini birbirleriyle özel kardeş yapmıştı. Bir gün Hazreti Selman kardeşliği Ebû'd-Derdâ'yi ziyarete gidince onun karısını giyim ve kuşamında intizamsız gördü. Selman Hazret­leri, çok yaşlı bir ihtiyar olduğu için teklifsiz olarak hanıma : Sizde görülen bu perişanlık nedir? diye sordu. Kadın dedi ki : Kardeşiniz Ebû'd-Derda'nın artık dünya ile bir ilgisi kalmadı; biz de ona uyduk. Sonra Ebû'd-Derda, Hazreti Selman'a yemek getirdi; buyurun, yiyi­niz dedi, Selman ;  

  Haydi beraber yiyelim, dedi. Ebû'd-Derda devamlı oruçlu ve gece ibadetine nıüvadim olduğundan :

  Ben oruçluyum, dedi. Selman :

  Siz, benimle yemedikçe ben de yemiyeceğim,   dedi. Nihayet beraberce yemek yediler. Gece olunca Selman Hazretlerini yatağına yatırdı ve kendisi gece namazı kılmaya davrandı. Selman, yok yok, diyerek Ebû'd-Derda'yi yatırdı. Gece yansı yine ibadete kalkmak is­tedi, yine ona müsaade etmedi. Gecenin sonu gelince, Hazreti Sel­man Ebû'd-Derda Hazretlerine:     Şimdi kalkalım,    dedi.  Kalktılar, abdestlerini  alarak  namazlarını  kıldılar.  Sonra Ebû'd-Derda Haz­retlerine şöyle dedi:

— Allah Tealâ Hazretlerine karşı vazifen var, kendine karşı va­zifen var ve ailene karşı vazifen vardır. Her hak sahibine hakkını vermelisin. Yani, hergün oruç tutmak olmaz, ara sıra tutmalısınız. Her zaman bütün gece ibadet olmaz. Bir saat, yarım saat kâfidir. Ailenizi büsbütün terk eder gibi, boşlamanız olmaz. Aile ferdleri-nizle güzel geçim kurmalısınız. Sonra Ebû'd-Derda Peygamber Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine giderek Selman ile aralarında geçen hadiseyi anlattı. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

«Selmanm dediği doğrudur.»

Mütercim;

Nafile olarak tutulan oruç, böyle bir misafirin gönlünü hoş et­mek gibi meşru bir özürle bozulabilir, caizdir. Ancak bozulan bu oru­cun kaza edilmesi Hanefi mezhebinde vacibdir. Şafiî mezhebinde kazası lazım gelmez; ancak müstahab olur. İmam Malik de İmam Azam'm görüşündedir. Bunların delilleri «Amellerinizi iptal etme­yin» mealindeki ayeti kerimedir. İmam Şafiî Hazretleri, ayeti keri­meden murad «Amellerinizi büyük günahlar gibi kötü işlerle iptal etmeyiniz» manası olduğundan ayetin bu mesele ile ilgisi yoktur, diyor.

 

561- Hazreti Aişe'den (Radıyallahu   Anha)     rivayet edilmiş­tir-.

«Salih amelden gücünüzün yettiğini yapın; zira Allah'a usanç gel­mez, siz usanırsınız.»

(Fazla derecede kendinizi yormayınız yahud tam manası ile iba­detin hakkından geleceğim ümidiyle çalışmayınız. Çünkü tam ma­nası ile ibadeti yerine getiremezsiniz, yorulursunuz, bıkarsınız, uy­kunuz basar. Melekler gibi, her an gaflet etmeyip teşbih ve ibadette bulunmak insanoğlu için mümkün değildir.)

 

562- Abdullah bin Amr (n.A.)'dan rivayet edildiğine göre, Pey­gamber Sallallahu Aleyhi ve SeHem kendisine şöyle buyurdu:

«Senin devamlı oruç tuttuğun, gece uyumayıp namaz kıldığın haberi bana bildirilmedi mi, (sanıyorsun)? Oruçlu ol ve oruçsuz ol; gece ibadetine kalk ve aynı zamanda uyu. Çünkü gözlerinin sende nasibi var. Nefsinin ve ailenin sende nasibi (hakkı) var.» Abdullah dedi ki:

— Böyle her gün oruç tutmaya ve her gece ibadete gücüm yeter benim. Buna karşılık Hazreti Peygamber:

«O halde Davud Aleyhisselâm'ın orucunu tut,» buyurdu. Ab­dullah, ya resûlallah! Davud Aleyhisselâm'ın orucu nasıldı? diye sordu.

Hazreti Peygamber buyurdu ki:

«Hazreti Davud bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı ve Savaş­ta da düşmanla karşılaşınca sebat ederdi.»

Abdullah bin Amr, şu dilekte bulundu: Ya resûlallah, Davud Aleyhisselâm'ın güzel ahlâkı cesaret ve atılganlıkla ahlâklanmamı bana ne sağlayabilir? Hazreti Peygamber ona: «Bu bir Allah vergisi ve ihsanıdır,» buyurdu

Sonra Hz. Peygamber, devamlı oruç tutma   meselesi hakkında, «Devamlı oruç tutanın orucu kabul değildir!»     buyurdu ve bu sözü iki defa tekrarladılar.

Mütercim:

Savm-ı dehr, devamlı oruç tutmak demektir. Bir meselede ihti­lâfa düşüldü. Böyle tutulan bir oruç sebebiyle Allah'ın ve kulların haklarına bir zarar gelecekse, tutulması mekruhtur; zarar yoksa mekruh değildir. Fakat bayram günleri ile teşrik günlerinde oruç kesinlikle haramdır. Bu muayyen günlerde oruç tutulmadığı takdir­de devamlı oruç hakkındaki yasak, oldukça hafiflemiş olur. Şu bir gerçek ki, Davud Aleyhisselâm'ın orucu, devamlı tutulan oruçtan daha faziletlidir.

 

563- Enes bin Malik  (Radıyallahu Anh)  der ki:

Bir gün Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Senem efendimiz bizim eve şeref verdiler. Annem Üramü Süleym, ziyafet olmak üzere Haz­reti Peygambere biraz tere yağı ile biraz da hurma getirdi. Bunun üzerine Hazreti Peygamber, anneme ve orada bulunanlara, şöyle buyurdu:

«Yağınızı tulumuna ve hurmanızı    kabına iade ediniz?  çünkü ben oruçluyum.»

Sonra Hazreti Peygamber evimizin bir köşesinde iki rekât na­maz kıldı, hepimize dua etti. Sonra validem dedi ki: Ya resûlallah! Sizden küçük hizmetçiniz için özel bir dua isteyeceğim, Hazreti Peygamber : «Kimdir o küçük hizmetçi?» diye sordu. Annem de, işte sizin hizmetçiniz olan bu Enes'dir, dedi. Sonra Peygamber Salîallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri dünya ve ahirete ait hiçbir hayırlı şeyi bırakmayıp bütünü ile bana dua etti.» «Allahım ona mal ve evlad ih­san et. Hem malını, hem de evladını bereketli kıl» buyurdu.

Enes Hazretleri, Peygamber Salallahu Aleyhi ve Sellem'in duala­rı bereketi ile bugün Medîne'li ashab içinde mal ve evlâd yönünden en zenginleri benim, derdi.

 

564- îmran bin Husayn (Radiyallahu Anh) der ki, Resûlülîah Sallallahu Aleyhi ve Seîlem birisine sordu:

«Falanzade! sen şaban ayının sonundaki günlerde oruç tutabil­din mi?» O da: Ya Resûlallah, tutamadım! dedi. Peygamber Salalla hu Aleyhi ve Seîlem:

«Öyle ise ramazan bayramından sonra iki gün oruç tut» bu­yurdu.

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifte geçen «serer» kelimesi üzerinde alimler ihtilaf ettiler. En kuvvetli görüş, bunun her ayın yirmisekiz, yirmidokuz ve otuzuncu günlerinde ay gizli kalacağından o günlere «serer» den­miştir. O kimsenin de her ayın sonundan iki gün oruç tutmak adeti bulunduğunu Hazreti Peygamber bildiğinden bu soruyu adama sor­muştu.

 

565- Hazreti Peygamberin zevcelerinden Cüveyriye binti Ha­ris (Radıyallahu Anha) der ki:

Bir cuma günü ben oruçlu iken Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Seîlem hücreme şeref verdi ve bana şöyle buyurdu:

«Sen dün oruç tutmuş muydum?» Ben de; Hayır, oruçlu değil­dim, dedim. Yine bana sordu:

«Yarın oruç tutmak istiyor musun?» Ben de: Hayır, böyle bir niyetim yok, dedim. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Seîlem:

«O halde orucunu boz, (yalnız cuma gününü oruç tutmak meş­ru değildir).» buyurdular. Ben de cuma günü tutmakta, olduğum orucumu bozdum.

Mütercim:

imam Şafii Hazretleri bu hadis-i şerife dayanarak, orucu yalnız cuma gününe tahsis ederek bu günü oruç tutmanın mekruh oldu­ğunu kabul ediyor. Cumartesi ile pazar günlerini de böyle oruca tahsis etmek yine  mekruhtur. Yahudi ve hıristiyanlara   benzeme   ol­masın diye bu hükme varmıştır.

Pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmak ise müstahabdır, demiştir. îmam Azam Hazretlerine göre cuma günü oruç tutmak mekruh değildir, tutulmaması daha iyidir.

 

566- İbni Abbas  (Radıyallahu Anhümaî   der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medine'ye hicret ettik­lerinin ertesi yılında Muharrem ayının onunda Ya-hudi'lerin oruç tuttuklarını görünce onlara sordu:

«Bu ne orucudur?» Onlar da:

— Bugün bizde çok şerefli bir gündür. Cenab-.ı Hak Firavunun zulmünden İsrail Oğullarını bu günde kurtarmıştır ve Piravun'u boğ­muştur. Bu büyük nimetin şükür karşılığı olarak Hazreti Musa oruç tutardı. Biz de peygamberimiz olan Hazreti Musa'ya uyarak bu Aşû-ra gününde her yıl oruç tutarız, dediler. Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Selîem onlara şöyle buyurdu:

«Sizden Hazreti Musa'ya daha layık olan benim, Sonra Hazreti Peygamber A^ûra günü oruç tuttu ve başkalarına da tutturdu.[33]

 

KADİR GECESİ BAHSİ

 

567- ibni Ömer (Radıyallahu Anhüma) der ki:

Ashabdan bazdan, Kadir gecesinin Ramazan sinde olduğunu rüyalarında görmüşlerdi. Bunun  uzerme ber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu-.

«Rüyalarınızın son yedi günde birleştiğini görüyorum. O halde Kadir gecesini aramak isteyen kimse, onu ramazanın son yedi ge­cesinde arasın.» (Rüyalardan kimi, yirmiyedisine, kimi de son hafta­nın çeşitli günlerine dairdi.)

Mütercim:

Bu hadis-i şerifte, kadir gece&min, Ramazan'ın son haftasında aranması bildirilmektedir. Fakat bundan sonraki hadîs-i şerifte, «Son on günün gecelerinde kadir gecesini arayınız,» buyurulmuş-tur. Bu rivayete nazaran yirmiden sonra ayın bitimine kadar olan gecelerin hepsi bu aramaya dahil demektir.

îmam Azam Hazretlerin^ göre, en kuvvetli ihtimal Ramazan ayı­nın yirmi yedinci gecesidir. îmam Şaii'ye göre yirmiyedi ve yirmi üçüncü gecelerde olması kuvvetli bir ihtimaldir,

Bugün islâm ülkelerinde Ramazan'm yirmiyedinci gecesi KA­DİR gecesi kabul edilerek, o gece kandiller yakılmakta ve bu müba­rek gece ibadetlerle ihya edilmektedir.

 

568- Ebû Saîd El-Hudri (Radıyallahu Anh)  der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte Ramazan ayı­nın onundan yirmisine kadar itikâfa girmiştik. Ramazanın yirminci günü sabahı olunca Hazreti Peygamber itikâftan çıktı. Bize bir hut­be okuyarak şöyle buyurdu: «Bana KADİR gecesi gösterildi; fakat sonra unutturuldum veya unuttum. Siz kadir gecesini son on gün­lerin tek gecelerinde arayınız. Bir de rüyamda, su ve çamur içinde secde ettiğimi gördüm. Kim Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile (benimle) evvelce Ramazan'm ondan yirmisine kadar itikaf et­mişse, yeniden itikâfa dönsünler, (bu son on günü itikâfla geçirsin-ler.)» Biz de topluca son on gün için tekrar itikâfa niyet ettik. Sonra Ramazan ayının yirmi birinci günü gecesi olunca gökte hiç bu­lut yokken bulut geldi ve yağmur yağdı, seller aktı. Mescid'in ta­vanı, aktı. Mescid'in tavanı zaten hurma budaklarındandı. Sonra sabah namazı kılındı. Baktım ki Hazreti Peygamberin yüz ve alınla­rında su ve çamur izleri var. Anladım ki, yirmi birinci gece Kadir gecesidir. Çünkü Hazreti Peygamber böyle rüya görmüştü. Gördüğü gibi de oldu.

 

569- İbni Abbas'dan rivayet edilmiştir: «Siz KADİR gecesini Ramazan ayının son on gününde arayınız: Ramazanın bitmesine kalan  (gecelerden) dokuzuncu    veya yedinci  veya beşincide,..

Mütercim ;

Arabların usulüne göre, ayın on beşinci günü geçtikten sonra, tarihler geri kalan günlerle    belirtilir ve tesbit edilir. Geçmiş gün söylenmez. Meselâ: Muharrem ayının yirmi birinci gününü yazmak gerektiği zaman, Muharrem ayının sonuna   dokuz    gün kala, diye ifade ederler = Fi tis'in bakayne min Muharrem, derler. Bu hadîs-i şerifin manası da budur, dediler. Yine bu sözlere Şerkavi şerhinde böyle mana verilmiştir. Fakat bu acize kalırsa, hadis-i şerifte geçen sözlerin manası, yirmidokuzuncu,  yirmiyedinci,  yirmibeşinci  gece­lerinde arayınız, manasına da gelmesi ihtimali vardır.

 

570- ibni Abbas'dan (RadıyaUahu Anh) rivayet edilmiştir: «Kadir gecesi, Ramazan aymm son on günü^ için dedir .Ya yir­midokuzuncu gecesi veya y^miüçüncü gecesmd^Bn- nvay de «Ramazan'm yirmi yedinci gecesmdedır,» buyurulmuştur.

Mütercim :

Übeyy ibni Kâb, Kadir gecesinin yirmiye dinci gece olduğunu ke­sinlikle söyler. Bu hususta yemin bile etmiştir.

Ahmed bin Hanbel'in Müsnedinde İbni Ömer'den rivayete göre, Kadir gecesi Ramazan'm  yirmiyo<.!inci   gecesidir, diye   açık şekilde hadîs-i   şerif vardır. İbni  Abbe^   üîadıyallahu   Anhüma)   da çeşitli yönlerle delil getirerek yirmiyedmci gece olduğunu ifade  etmiştir. Meselâ: Gökler yedi, arz tabakaiarı yedi, Tufan yedi gün, şeytanın taşlanması yedi, secde azalan yedi diyerek neticeye varmıştır. Haz-1 reti Ömer  (Radıyallahu Anh) de bunu güzel bulmuştur.

İmam Şafiî Hazretlerine göre; Kadir muhakkak Ramazan ayı­nın son on günleri içindedir. Hadîs-i şeriflerin en kuvvetlileri, yir­mi birinci veya yirmiüçüncü gecesinde olduğu kanısındayım, hadi­sidir.

Hanbeli mezhebinde en kuvvetli ihtimal, yirmi yedinci gecenin . kadir gecesi olmasıdır. Hanefî mezhebinde de böyle olduğundan öte-denberi islâm ülkelerinde buna riayet edilmektedir.

Kadir gecesi bu ümmete mahsus Allah'ın bir ihsanı olduğun­dan kıyamete kadar bakîdir. Kadir gecesinde keşif ehli olanlar için--birtakım özel alâmetler meydana çıkar. Meselâ: Ağaçları, taşlan ve diğer her şeyi secde eder halde görür. Her yerin ilahi nurlarla nurlandiğım müşahade eder. Hatta gece karanlık yerleri bile nur­la dolu olarak görür. Sabahleyin göğe yükselen meleklerin kanat­larından güneşin ışınları sönük olarak görülür. Fakat asıl maksad bunları görmek değil, o mübarek Kadir Gecesini salih amellerle, ibadetlerle ihya etmektir. Dosdoğru olmaktan daha büyük keramet olmaz. Daha doğrusu bunları müşahade eden bazı kimselerden, müşahade etmeyip te istikamet üzere bulunan zatlar daha hayırlı­dır.

En doğrusu, her geceyi Kadir gecesi bilmeli ve görüleni Hızır bil­meli. Bu'Türk atasözü doğru ve pek yolunda bir sözdür. Bunun için Kadir gecesini Allah Teaîâ kullarından gizledi.

İmam Azam Hazretlerinin görüşüne göre, bütün senenin her ge­cesi Kadîr gecesi olmak ihtimali vardır. Çünkü Kadir gecesi her yıl dolaşır. İbni Mesud'dan da böyle rivayet edilmiştir. (Allah Tealâ o geceyi görmeyi bize ihsan edip o gecede makbul ibadet etmeyi de nasib kılsın.)

 

571- îbni Ömer'den (Radıyallahu Anhüma) rivayet edilmiş­tir:

Babam Ömer (Radıyallahu Anh) Huneyn gazasından dönerek cirrane adındaki yerde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile ömre1 için İhrama girmişti: Mekke'ye vardıkları zaman Hazreti Ömer:

— Ya Resûlallah! Cahiliyet zamanında, Mescid-i Haram'da bir gece itikâfa girmeyi adamıştım, dedi Peygamber' Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona şöyle buyurdu: «Adağını yerine getir.»

Mütercim:

İmam Ahmed bin Hanbel Hazretleri bu hadîs-i şerife bakarak bir kâfirin adağı sahih olacağına ve müslüman olduktan sonra ada-ğm yerine getirilmesi gerektiğine kail olmuştu. Diğer müctehid imamlar ise, bu müstahabtır, yoksa adağın yerine getirilmesi vacib değildir.

Yine bu hadîs-i şerife dayanarak İmam Şafiî ve İmam Ahmed Hazretleri, itikâf için oruç tutmanın lüzumlu olmadığını söylüyorlar.

İmam Azam ile İmam Malik Hazretleri de, ittikâfa girenin oruç­lu olması lazımdır, diyorlar. Çünkü Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem oruçsuz olarak itikâfa girmemiştir.

İtikâf müekked bir sünnettir. Çünkü Ramazan'da itikâfa girme­yi Hazreti Peygamber ömrünün sonuna kadar terk etmemiştir. Bir defa özür sebebiyle terk etti ise de, sonra şevval ayının onunda ka­za etmiştir. Bu duruma göre, bir belde halkı topluca itikâfı terk ederlerse dinin makbul ibadetlerinden büyük bir ibadeti terk et­miş olacaklarından, bu işe elverişli birini bulup itikâf yaptınrlar-sa, hepsi sevab kazanır. Bu güzel ibadet, islâm ülkelerinin çok köylerinde yerine getirilmektedir. İtikâfta bulunanlara da, müs­lüman cemaat yardım, etmeli, kolaylık sağlamalıdır ki, sevab ka­zanmış olsunlar.

İmam Ebû Yûsuf'a göre, ittikâfın en azı bir saattir. İmam Şafiî'ye göre, üç defa sübhanellah diyecek kadar beklemektir.  İmam Muhammed'e göre, itikâfm en az müddeti yarım gündür. İmam Azam Hazretlerine göre, bir gün bir gecedir. Fakat kemali on gündür.

İtikâfm niyeti de şöyle: Niyet ettim Allah rızası için bu camide şu kadar zaman itikâf yapmaya. Kalben bunu niyet eder ve isterse dili ile de söyler. Abdest almak, gusletmek ve abdest bozmak gibi meşru özürler olmadıkça camiden dışarı çıkamaz. Zevcesi ile cinsi temasta bulunamaz. Eğer bulunursa itikâf bozulacağı gibi, günah işlemiş olur.

Yemek ve içmek hususu diğer gecelerde olduğu gibi caizdir. Kur'an okumakla, nafile namaz kılmakla, salât ve selâm getir­mekle meşgul olmak daha faziletlidir. İtikâf yalnız bu ümmete mah­sus olmayıp Hazreti İbrahim Aleyhiss elam'dan ve daha evvelden beri mevcud ve meşru bir ibadettir. Nitekim: «Kabe'yi, onu tavaf edenlere, orada ibadet kasdı ile oturanlara, rükû ve secde eden na­maz kılıcılara tertemiz tutun, diye İbrahim'e ve İsmail'e emretmiş­tik.» mealindeki ayeti kerime açıktır. (Bakare: Ayet 125)

Bir de, itikâf adanırsa yerine getirilmesi vacib olur.

 

572- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir sene ramazan ayı­nın son on gününde itikâfa girmek üzere itikâf yerine gittiği zaman, mescid içinde üç çadırın kurulmuş olduğunu gördü. Bunun üzerine şöyle buyurdu:

«Bunlar nedir?» Orada bulunanlar dediler ki: Ya resûîallah, bunlar muhterem zevcelerinizden Aişe, Hafsa ve Zeyn'eb'in çadırları­dır. Onlar siz efendimize uyarak itikâfa gireceklermiş, bunun için hazırlanmışlardır. Sonra Hazreti Peygamber:

«Kadınlarda bunun (mescidlerde itikâfm) salih bir ibadet mi olduğunu sanıyorsunuz?» buyurdu ve .hemen mescid'den geri döne­rek o yıl Ramazan ayının itikâfını tamamen bıraktı. Sonra Şevval ayının on gününü itikâfa girerek kaza etti. Bayram namazından son­ra on gün itikâf etmiş oldular.

Mütercim :

Eğer bayram günü itikâf tan sayılırsa, itikâf için oruç  tutmak şart değildir. Çünkü Hazreti Aişe, Şevvalin on gününde itikâfm ya­pılmış olduğunu söylemektedir. Onun için İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed ve İmam Şafiî Hazretlerine göre itikâfta oruç şart de­ğildir. F*akat İmam Azam ve İmam Malik Hazretlerine göre, Şev­valin on günü demek, bayramdan sonra gelen on gün demektir.

 

573- Hazreti Aişe'den  (Radıyallahu Anha)    rivayet edilmiştir;

Ramazan ayının son on gününde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri itikâfa girmek üzere Mescid'e vardığı, zaman zevcelerine ait itikâf çadırlarını görünce,

«Kadınların (meseidlerdeî itikâfma iyi bir hareket mi diyorsu­nuz?» buyurdu. Bir rivayete göre de: «Kadınlar, bununla tmesçidler de itikâfla) iyi bir hareket mi kasdettiler? Ben itikâf" yapmayacağım.» buyurdu ve itikâftan vazgeçtiler. Bayramı yapınca da, Şevval ayın­dan on gün itikâfa girdiler.

 

574- Hazreti Peygamberin muhterem   zevcelerinden    Safiyye Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem itikâfta iken ziyaret maksadı ile gece vakti yanına varmıştım. Bir müddet konuştuktan sonra beni uğurlamak için Mescidin kapısına kadar geldiği zaman, Ensar'dan iki kişi selâm verip hızlı adımlarla yanımızdan, geçtiler. Resulü Ekrem, onlara «yavaş yürüyünüz! Bu Huyey kızı Safiyye'dir, benim zevcenidir» buyurdular. Onlar da, suhhanellah ya,, ResûIIal-]ah! dediler (hiç sizin hakkınızda kötü bir şey içimizden geçer mi?). Peygamber'in durumu izah eden sözü kendilerine ağır gelmişti. Re-sûl-i Ekrem şu mukabelede bulundular:

«Ne var ki Şeytan insanoğlunun damarlarında kan dolaşımı gibi dolaşır. Bu yüzden gönlünüze bir sr\* (kuşku) atmasından kork­tum.»

Mütercim :

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize öğretmek için böyle buyurdu, İnsanların kötü zan beslemelerine sebep olacak işler­den ve yerlerden korunmak gereklidir. Umumî yerlerde bile olsa gece vakti, mahremi olmayan bir kadınla bulunmanın caiz olma­dığına ve şüpheyi davet ettiğine de işaret buyurulmuş oluyor.[34]

 

ÜÇÜNCÜ CUZ

 

575- Ebû Hüreyre'den   (Radıyallahu Anhî  rivayet  edilmiştir:

Benim çok hadîs rivayet ettiğimi soyuyorsunuz; ben diğer Ensar ve Muhacirler gibi çarşılarda ahş-verişlerle uğraşmadım. Onların unuttukları hadîs-i şerifleri ben unutmadım. Bunun 'hikmeti de şu­dur:

Bir gün Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Selem bize va'z ve na-sihatta bulunurlarken:

«Hanginiz, esvabını (n eteklerini) sözümü tamamlayıncaya ka­dar yere serer ve sonra kendine toplarsa söylediklerimi muhakkak surette kavrar» buyurdular. Ben, hemen esvabımı yere serdim. Son­ra topladım: Bu hadiseden sonra Hazreti Peygamberden işittiğimi bir daha unutmadım.

Mütercim :

îlim bahsinde bu hadisin bir kısmı geçmişti. Alış-veriş bahsinde daha geniş bir mana ile tekrarlandı. Ebû Hüreyre'nin bu sözlerin­den ashabı kiramın çarşılarda alış verişle meşgul oldukları anlaşı­lıyor. Onun için alış-veriş bahsinde bu hadîs-i şerif tekrarlanmıştır.

Bir de tarikat şeyhlerinin bazı müridlerine hırka giydirmelerine bu hadîs-i şerif güzel bir delil olabiliyor. Çünkü adı geçen hırka­dan mürşidin hal ve irfanı müride geçer diye hayırlı bir yorumla bu iş yapılır. Nitekim Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, unutmama halini hırka giyenlere naklettirmiştir. Şeyh­ler de «Kim bir topluma kendini benzetirse, o kimse onlardandır.» kaidesi uyarınca, hiç olmazsa taklid ve benzetme şerefine kavuşa­rak sevab kazanırlar.

 

576- Abdurrahman bir Avf'dan (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

Abdurrahman, Medine'nin Kaynuka çarşısında ticaretle uğra­şırken, yeni damatların süründüğü kokudan sürünerek Hazreti Pey­gamberin huzurlarına vardı. Hazreti Peygamber,

«Evlendin mi?» buyurdu. Abdurrahman, evet! dedi. Hazreti Pey­gamber sordu:

«Kiminle evlendin?» Abdurrahman, Ensar'dan bir kadınla, dedi. Hazreti Peygamber yine sordu:

«Mehir olarak ne verdin?» Abdurrahman: Bir çekirdek Cbeş dir­hem) ağırlığında altın verdim dedi. Peygamber Sallalîahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki:

«Bir koyun bile olsa, düğün ziyafeti yap!» (Böyle düğün ziyafeti için davet sünnettir.)

 

577- Numan bin Beşir'den rivayet edilmiştir:

«Helâl belli ve haram da bellidir. Ancak ikisi arasında bir takım şübheli şeyler vardır. Günah bakımından şüpheli bulduğu şeyi terk eden kişi, .apaçık günah bildiği şeyi daha kuvvetle terk eder. Günah bakımından şübheli bulduğu şeye cüret eden kimse de, apaçık gü­nah bildiği şeye düşmesi pek muhtemeldir.Zira günahlar, Aiîah Tea-lâ Hazretlerinin yasak korularıdır. Kim bu yasak koru çevresinde sürüsünü atlatırsa, o yasak koruya düşmesi an meselesidir.»

 

578- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der kî:

Sa'd bin Ebi Vakkas'ın CRadıyallahu anh) islâraı kabul etmeyen ve küfür üzere ölen Utbe bin Ebi Vakkas adında bir kardeşi vardı. Bu kâfir ölürken kardeşi Sa'd Hazretlerine şöyle vasiyet etmişti: Zem'an'm cariyesinden doğan Abdurrahman adındaki çocuk benden­dir. Bu çocuğu Zem'anm oğlu Abd'den dava ederek al.

Sonra Mekke'nin fethinde Sa'd Hazretleri, adı geçen kardeşinin vasiyeti üzerine, Zem'a'mn cariyesinden doğmuş olan Abdurrahman'ı ele geçirerek, bu, ölen kardeşim Utbe'nin çocuğudur, diye dava et­ti. Nihayet Zem'anm oğlu Abd ile Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurlarına çıkarlar. Abd bin Zem'a der ki: Abdurrahman benim babadan kardeşimdir ve babanım cariyesinden doğmuştur, onun sulbündendir.

Sa'd Hazretleri de: Bu çocuk benim kardeşimin sulbündendir ve gayri meşru olarak Zem'anm cariyesinden doğmuştur. Kardeşi­min oana vasiyyeti böyledir, der. Bunun üzerine Peygamber Sallalla­hu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:

«Ya Abd bin Zem'a, bu çocuk sana düşer. Çocuk yatağındır, (kimin mülkü veya nikâhı altında doğmuşsa ona aittir). Zina edenin hakkı da (evli ise) taşlanmaktır.» Zem'a, Şevde validemizin babası olduğundan cahiliyet zamanına ait bu iddiadan   dolayı   Peygamber efendimiz hanımına şöyle buyurdu: «Ya Şevde! Bundan böyle    sen de (kardeşin)  Abdurrahman'dan kaç, ona görünme., Hazreti Şevde (Radıyallahu Anha)  da ömrünün sonuna kadar kardeşi Abdurrah man'a görünmedi.

Mütercim:

Bir kimse çocuğunu red ve inkâr etmedikçe ve meşru usûle göre lian olmadıkça, çocuk kendisinin olur. Başkası tarafından bu çocu­ğun dava edilmesi sahih olmaz.

Utbe adındaki kâfir, Uhud savaşında Hazreti Peygamberin mü­barek dişini kıran mel'undur. Sahih olan görüşe göre küfür hali üzere göçmüş ve cehenneme gitmiştir.

 

579- Hazreti Aişe  (Radıyallahu Anha} der ki:

Ashabdan bazıları, ya Resûlallah! Bazı kimseler bize kesilmiş ve kurutulmuş /pastırma) et getiriyorlar.. Bu etlerin besmele ile ke­silip kesilmediğinde şübhe ediyoruz. Acaba bunları yiyebilir miyiz? diye sordular.

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: «Allah'ın adının anılıp anılmadığı (besmele çekilip çekilmediği) bilinmeyen ete siz besmele getiriniz ve onu yiyiniz.»

Mütercim :

Bu hadisi şerif, İmanı Şafiî Hazretlerinin delili olup bir hayvanın kesiminde besmele şart değildir, müstahabdır, diye ictihad etmiştir.» «Üzerine Allah'ın adı anılmamış hayvan etlerinden yemeyiniz» mealindeki ayeti kerime, putlar adına kesilen hayvan etlerinden ye­meyiniz, anlamındadır, diyor. İmam Azam Hazretlerine göre, ayeti kerimenin zahirine nazaran, bir hayvan kesilirken muhakkak bes­mele getirmek icab eder. Kasden besmele terk edilerek kesilen hay­vanın eti yenmez. Ancak besmele unutularak hayvan kesilmiş olursa, eti yenir. Bu hadis-i şerifin manası ise, siz iyi zan besleyerek bes­mele ile kesilmiştir, hükmünü veriniz ve besmele ile yeyiniz de­mektir.

 

580- Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir:

-İnsanlara öyle bir zaman gelecektir ki, kişi aldığı şeyin nereden geldiğine, helâldan mı yoksa haramdan mı geldiğine aldırmayacak­tır.»

Mütercim:

îşte bu hadîs-i şerif de Hazreti Peygamberin mucizelerindendir. Zamanımızda insanların çoğu böyledir; helâl-haram aradığımız yok­tur. Nereden gelirse gelsin, menşei araştırılmıyor.

 

581- Berâ bin Âzib (R.A) ile Zeyd bin Erkam (Radıyallahu Anhümal derler ki: Hazreti Peygamberin zamanında ticaret yapıyor­duk. Altın ile gümüşün karşılıklı olarak değiştirilip satılması hak­kında kendilerine fetva sorduk. Bize şöyle buyurdular:

«Eğer peşin olursa, beis yoktur. Fakat veresiye olursa, sahih, de­ğildir.»

Mütercim:

Sarraflıkta (parayı para karşılığında değiştirmekte) her iki ta­rafın, (müşteri ile satıcının) değiş tokuş yapmaları şarttır. Bunda bütün alim ve müctehidler ittifak etmişlerdir. Yalnız sarraflıkta zi­yade almak, sarraflık adı altında bir şey almak caizmidir? Bunda alimler ihtilaf etmişlerdir. Sahih olan hüküm şu: Eğer cinsleri bir olursa, altın altın karşılığında veya gümüş gümüş karşılığında satılıp değiştirilecekse, fazlalık caiz değildir. Cinsleri değişik olursa, ya­ni altun gümüş karşılığında satılırsa fazlalık caizdir. Ancak her iki­sinin peşin olarak verilip alınması şarttır. Delil de, bu hadîs-i şerifle bundan sonra gelecek olan hadîs-i şeriftir.

 

582- Enes (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Her kim rızkının bol yahud ömrünün uzun olmasını isterse, ya­kınlarına iyilik ve ihsan etsin (Sılâ-i rahîm yapsın).»

Mütercim:

Ömrünün uzamasını veya rızkının bol olmasını seven kimse, ak­raba ve yakınlarına sıla yapsın. Bu da, her yönden yakınlarıyla il­gilenmekle olur. Doğrusu, insanın Ömrü ve rızkı muayyen ise de, ih­timal ki bu iyilik ve sıla sebebiyle Cenabı Hak insanın ömrüne ve rızkına bereket verir. Yahud Levh-i Mahfuz'da falan kimsenin rızkı veya ömrü şu kadardır; fakat sıâ-i rahim yaparsa şu Kadar sene da­ha fazla yaşayacaktır ve rızkı çoğalacaktır, diye yazılmış olabilir. Cenab-ı Hakk'ın ezelî olan ilminde ise değişiklik olmaz. «Allah dile­diğini kaldırır ve dilediğini tesbit eder. Levh-i Mahfuz onun katın-dadır.» mealindeki ayeti kerimenin manası da budur, dediler. Ümü'l-Kitab (ana yazı veya yasa), Allah Tealâ Hazretlerinin ezelî olan ilmidir.

 

583- Enes bin Malik (Radıyallahu Anh) derki:

" Sellem efendimîz- Söyto ^ur-«Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ailesi yanında bir sâ (yaklaşık olarak üç kilo) buğday veya bir sâ' tahıl akşamlama­mı ştır.«

Mütercim:

Hazreti Peygamberin, bu sözü, zekât ve sadaka olarak gelen yi­yecekleri bekletmeden muhtaçlara dağıttığını beyan etmek için söy­ledikleri düşünülebilir. Nitekim bazı hadîs-i şeriflerde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ailelerinin geçimi için bir senelik erzak edindiği rivayet edilir. Bu da ümmetine erzak edinmeyi öğretmek ve bu kadarının meşru olduğunu bildirmek içindir,

Baharî'yi şerh eden Aynî Hazretleri bu hadis-i şerife itiraz ede­rek: Bu söz, Hazreti Peygamberin sözü olmayıp Enes Hazretlerinin kendi sözüdür, dedi. Enes Hazretlerinden bu Hadîsi alan Katâde der ki: Ben, Enes bin Maiik'in dilinden kulağımla böyle işittim.. Yoksa bu sözün Hazreti Peygamberden işitilmiş olduğu manası bundan çık­maz. Sonra sarihlerden Sindi de, Ayni'nin bu itirazını savunarak: Hazreti Peygamber ümmetine zühdü ve tevekkülü öğretmek için ve meşruiyetini bildirmek için böyle buyurmuştur. Bunda hiç bir şekilde itiraza yer yoktur, demiştir. Bununla beraber Buharî Hazretlerinin rivayetinin devamından da bu sözü Hazreti Peygamberin buyurdu­ğu anlaşılmaktadır. Sarih Aynî Hazretlerinin burada isabet edeme­diği meydana çıkıyor. Allah en iyi bilendir..

 

584- Mikdam'dan rivayet edilmiştir:

«Hiç kimse, kendi el emeğinden yediği yemekten daha hayırlı bir yemek asla yemiş değildir. Allah'ın peygamberi Davud Aleyhis-selâm da kendi el emeğinden yerdi.»

Mütercim :

Davud Aleyhisselâm, demirden zırh yaparak onları satar ve el­de ettiği kazançla geçinirdi. İnsanın kendi el emeği şübheden arî en faziletli kazanç olduğundan bu yol seçilmiştir. Hazreti Peygamber de, kazançların en şereflisi olan cihad geliri ile geçinirlerdi.

Diğer peygamberlerin de kendilerine mahsus birer sanatları vardı, diye bağı hadislerde nakledilmiştir. Meselâ.- Davud Aleyhisse-lâm zırh yapardı. Adem Aleyhisselâm ziraat ederdi. Nûh Aleyhis-selâm ticaret yapardı İdris Aleyhisselâm terzilik ederdi. Musa ko­yun güderdi. Bu halde kazanmak ve ticaret etmek tevekküle engel değildir; daha doğrusu tevekküle yardımcı olmaktır. Çünkü insan çalışır, uğraşır ve çalıştığının semeresini görürse de bazan zarar eder. îşte çalışan adamın işinde başarılı olması mutlaka kendi elin­de olmayıp başarılı olacağını umarak çalışmış olması tevekküldür.

 

585- Cabir'den rivayet edilmiştir:

«Allah Tealâ o adama rahmet etsin ki, sattığı zaman, satın aldığı zaman ve alacağını tahsil ederken cömert davranır.»

 

586- Hüzeyfe'den rivayet edilmiştir:

«Sizden önce yaşamış ümmetlerden bir adamın ruhunu melekler aldılar ve ona, dünyada hayırlı bir amel işledin mi? diye sordular. Adam dedi ki : Ben (alacaklarımı toplamak için gönderdiğim) adamlarıma, eli dar olana mühlet vermelerini ve durum müsait ola­nı Cbir mazereti varsa) geçmelerini emrederdim. Bu cevap üzerine melekler de onu geçtiler.» Bazı rivayetlerde, «varlıklı olana kolaylık gösterir, eli dar olana mühlet verirdim» veya «varlıklıya mühlet tann eli dar olana bağışladım» veya «varlıklıdan alır ve eli dar olana bırakırdım.» diye varid olmuştur.

Mütercim;

Eli darda olan bir borçluyu, sıkıştırmamak ve alacağı ertelemek vacibdir. Onu tamamen ibra edip kurtarmak ise müstahabdır. Bun­dan dolayı dinî bir bilmece olarak sorulur: Vacibdan daha faziletli olan müstahab hangisidir? Bunun cevabı, alacağı ertelemek yerine bağışlamaktır. Çünkü zor durumda olanın borcunu ertelemek vacib, tamamen bağışlamak müstahabdır. Bununla beraber müstahab olan bağışlama daha faziletlidir.

 

587- Hâkini bin Hizam'dan rivayet edilmiştir:

«Satıcı ile müşteri, birbirlerinden ayrılmadıkça, yahud birbirle­rinden ayrılıncaya kadar ahş-verişlerinde serbesttiler, (alış verişi kabul veya red edebilirler). Eğer ikisi de doğru konuşurlar ve malın durumunu olduğu gibi açıklarlarsa (kusurunu ve ayıbını saklamaz­larsa) , onların alış-verişinde bereket olur. Eğer durumu saklarlar ve yalan konuşurlarsa, alış verişlerinin bereketi kalkar.»

Mütercim :

Burada ayrılmanın manası, İmam Azam Hazretlerine göre «Sat­tım ve satın aldım» sözlerini söyleyinceye taraflar muhayyerdir, imam Şafiî Hazretlerine göre, alış-veriş meclisinden ayrılıncaya kadar muhayyer olurlar. Hulâsa, İmam Azam'a göre, sözü bitirmek ayrılış demektir. İmam Şafii'ye göre meclisten ayrılmak mufarekat-tır.

 

588- Ebû Saîd el-Hudii (Radıyallahu Anlı) der ki:

Hazreti Peygamberin mutlu devrinde bize zekât ve öşür malla­rından kalitesiz hurma verilirdi. Biz de bu kalitesiz hurmamızdan iki ölçeğini bir ölçek iyi hurma ile değişirdik. Bu alış verişimiz için Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem  şöyle buyurdu:

«Bir ölçek (iyi hurma) karşılığında iki ölçek (adi hurma) olamaz.. Bir dirhem karşılığında iki dirhem do olamaz.» Bu şekilde alışveriş yapmayınız; faiz olur. Buğday, arpa. ve diğer hububat da böyledir. Aynı cinsten olan malların mübadelesinde tefâ/ıl (ölçü veya tartı bakımından farklılık) caiz değildir,

 

589- Ebû Hüreyre  (R.A.) 'den rivayet edilmiştir :

«Aiış-verişte yemin etmek, malın sürümüne yardımcı olursa da, bereketin kalkmasına sebep olur.»

 

590- Cabir (R.AJ'den rivayet edilmiştir:

Bir gazada Peygamber Saîlallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri ile beraberdim. Dönüşümüzde devem yoruldu. Yolda arkadaşlarım­dan geri kaldım. Sonra Hazreti Peygamber yanıma gelerek:

«Cabir, neyin var senin?» diye sordu. Ben de: Ya Resûlallah! devem yoruldu, geri kaldım, dedim. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Seilem devesinden indi ve bastonuyla devemi dürttü. Sonra bana:

«Bini» buyurdu. Ben  de  bindim Devemin birden hızlandığını gördüm ve onu, Hazreti Peygamberi geçmesin diye, güçlükle zab-tediyordum. Bir ara Hazreti Peygamber bana, «evlendin mi?» diye sordu. Evet! dedim.

«Kız mı, yoksa dul mu *ıldm?» buyurdu. Ben de: Dul aldım, dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdular:

«Niçin kız almadın? Birbirinizle oynaşır (daha iyi anlaşır) diniz.» Ben de şu mukabelede bulundum: Benim (bakıma muhtaç) bacıla­rım var. Onları toplayacak, üstlerini başlarını yıkayıp tarayacpk ve ihtiyaçlarını görecek bir (olgun) kadınla evlenmek istedim. Bunun üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«Şimdi sen dönüyorsun. Ailene vardığın zaman onlara var gü­cünle sahip çık.» Sonra:

«Deveni satar mısın?» buyurdu. Ben de: Evet! dedim. Hazreti Peygamber de dokuz mıskal altın karşılığında devemi satın aldı. Fa­kat ykıe Medine'ye kadar hayvana binmem için ban müsaade etti. Peygamber Saîlallahu Aleyhi ve Sellem, benden önce (Medine'ye) vardı. Ben de kuşluk vaktinde varabildim. Mescide geldik ve Pey­gamber Saîlallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerini Mescid'in kapısı önünde buldum. Hayvanımdan indim ve Hazreti Peygamberin huzu-.runa vararak, selâm verdim. Selâmımı aldılar. Sonra bana: «Şimdi mi geldin?» buyurdu. Ben de, evet! dedim. «O halde deveni bırakarak Mescid'e gir ve iki rekât namaz kıî,» buyurdular. Ben de Mescid'e girdim ve iki rekât namaz kıldım (sefer dönüşü müstahab olan iki rekât namazı kıldım). Sonra Resûl-i Ekrem, Bilâl'a, dokuz miskal altın tartmasını emrettiler. Bilâl da bana tarttı ve terazinin altın ke­fesini ağır bastırdı. Sonra yürüdüm. Fakat dönüp gitmekte iken Haz­reti Peygamber, Bilâl Habeşiye hitaben.- «Bana Cabir'i çağır» diye emretti. Bilâl Hazretleri beni çağırınca, hatırıma şu geldi: Peygamber Saîlallahu Aleyhi ve Sellem devemi beğenmedi. Onu bana geri vere­cek. Halbuki bu deve kadar sevmediğim bir mal dünyada yoktu. Nihayet Hazreti Peygamberin huzurlarına vardım. Bana. şöyle bu­yurdular.-

«Al deveni, bedeli (olan altın) da senin olsun.»

Mütercim :

Bir. şarta bağlı olarak alış-verişin yapılması hususunda mücte-hid imamlar ihtilâf etmişlerdir. Bu ihtilâf da bu hadîs-i şerife daya­nılarak olmuştur. Çünkü Cabir Hazretleri yolda devesini Peygamber Saîlallahu Aleyhi ve Selleme satmış ve Medine'ye kadar da satıştan sonra ona binmiştir. Bu, bir nevi Medine'ye kadar hayvana binmek şartı ile yapılan bir satıştır. O halde satış, şarta bağlanmış demektir, diyorlar.

İmam Ahmed'e göre böyle satış caizdir. İmam Malik'e göre mesa­fe yakın ise caizdir, İmam Şafiî'ye göre, böyle falan yere kadar bin­mek şartı ile sattım, demek caiz değildir. Satış sözleşmesi yapılırken böyle bir şart koşulamaz. Burada Cabir'i memnun etmek için ona yapılan bir ikram vardır. Hazreti Peygamber bü ikramı Cabir'e ken­diliğinden yapmıştır. Şartlı satışın Nfecelle'de geniş açıklaması var­dır.

 

591- Hazreti Aişe  (Radıyallahu Anha) der ki:

Üzerlerinde bazı hayvan resimleri bulunan minderler satın al­mıştım. Sonra Hazreti Peygamber odamdan içeri girerken bunları görür görmez durdular. Mübarek yüzlerinden anladım ki, hoşlanma­dıkları bir şey gördüler. Kabahat işlediğimi anladım ve .hemen, Ya resûlallah! Allah'a ve size karşı bir kusur işledimse tevbe ettim/ dedim. Hazreti Peygamber:

«Bu yastıkların işi ne (burada)?» buyurdu. Ben de: üstüne otur­manız ve yaslanmanız için satın aldım, dedim. Buyurdular ki:

«Bu resimleri çizenlere kıyamet günü azab edilecek ve onlara, yarattığınız (çizdiğiniz) bu resimlere hayat verin, denilecektir. İçin­de resimler bulunan eve melekler (rahmet melekleri) girmez.»

Mütercim ;

Buradaki tehdit, canlı olan şeyin resmini çizmek hakkındadır. Bunları kullanmak hususuna gelince: Eğer bir canlı, yaşayabileceği bir aza ile şekillendirilmişse bu caiz değildir. Aksi halde caizdir.

Fakat yine Buharî'de LÎBAS bölümünde mevcud başka bir ha-dîs-i şerifte, gölgesi olmayan resim ve şekiller istisna edilerek bu yasağın dışında bırakılmıştır. Ancak fetva yine bu hadîs-i şerife gö­redir. Bununla beraber böyle kâğıt ve kumaş üzerine resim çizenler öteki hadîs-i şerife uyarak amel edebilirler. Zaten Sultan Abdülaziz zamanında Şeyhülislâm Turşucuzade de adı geçen hadîs-i şerifle fet­va vermiş ve Şeyhülislâm olmasına da bu fetvası sebep olmuştur, derler. Hadîs-i şerifin meali şu: «Ebû Talhadan rivayet edildiğine gö­re, melekler, içinde resim olan eve girmezler; ancak elbisede (kumaş­ta) olan çizme ve işleme resimler bundan müstesnadır.»

 

592- İbni Ömer (Badıyallahu Anhüma) der ki: Biz Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile bir seferde idik. Ben, babamın genç ve hırçın bir erkek devesine binmiştim. Bu hırçın deveyi zabtedemediğimden herkesin önüne geçer, babam Ömer de onu ürküterek geri çevirirdi. Hazreti Peygamber, babam Ömer'e hi­taben:

«Bu deveyi bana sat!» buyurdu. Babam da: Deve sizindir, ceva­bını verdi. Yine Hazreti Peygamber:

«Bana deveyi sat!» buyurdu. Babam da bu emre uyarak deveyi sattı. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem hemen bana hitaben:

«Bu deve senin olsun, ey Abdullah bin Ömer! Onu istediğin gibi kullan» buyurdular.

Mütercim:

Alış-veriş tamamlandıktan sonra, satılan malın artık müşteriye ait olduğunu ve bağlantı yapıldıktan sonra satışta caymanın caiz olmadığını, müşteri satın aldığı malı istediği kimseye bağışlayabile­ceğim veya satabileceğini İmam Azam Hazretleri bu hadîs-i şeriften çıkarıyor.

îmam Şafiî ise, satış tamamlandıktan sonra taraflar, satış mec­lisinden ayrılmadıkça satılan malda tasarrufta bulunamazlar. Çünkü mecliste oldukları müddetçe herhangi birinin, satışı feshetme hakkı) vardır, diyor. îmam Şafiî'ye göre, Resûl-i Ekrem'in, Hz. Ömer'den sa-tın aldığı devreyi oğluna bağışlaması, Ömer'in satış meclisinden ay­rılmasından sonra vuku bulmuştur.

 

593- İbni Ömer (Radıyallahu Aniıüma) der ki:

Bir kimse, Hazreti Peygamberin hu? uruna ge 'rek, alış - verişte daima aldandığını söyledi. Buna "--vahen Peyf: ^nber Sallallahu Aleyhi ve Seliem şöyle buyurdu:

«Ahş-veriş yaptığın zaman, dinde aldatma yoktur, de!»

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifin bir rivayetinde, alıç-verişten sonra üç güne kadar muhayyersin. Ondan sonra istersen malı satıcıya geri verirsin, istersen kabul edersin, diye varid olmuştur. Müctehid İmamlar bu hadis-i şeriften dolayı ihtilâf etmişlerdir.

Hanbeli mezhebine göre, alış-verişte aldanma varsa da, aldanan kimse ister böyle hile ile aldansın, ister hilesiz aldansın, alış-verişi bozmakta serbesttir. Fahiş bir aldanmadan dolayı ister kabul eder, ister ahş-verişi geçersiz kılar. Yine Hanbeli mezhebinde, malın ger­çek değerinin üçte biri derecesinde aldanimşsa, bu fahiş bir aldan­ma olur. İki liralık bir eşyayı üç liraya almak gibi.

Hanefi ve Şafiî mezheblerinde, alış-verişte hile yapılarak fahiş şekilde aldatilsa, alıcı alış-veriş t e muhayyer olur; isterse kabul eder, isterse kabul etmez. Fakat bir kimse fahiş şekilde aldatılmış olduğu­na dair karar almaksızın yapılan alış-verişi bozamaz. Ancak fahiş aldanma yetim malı üzerinde ise, karar .olmaksızın aliş-veriş bozu­lur. Vakıf olan mallarla hazine mallan da böyledir.

Bir de Hanefî mezhebinde fahiş aldanma, fiyat biçenlerin takdir­lerinin üstünde olan kıymettir. Ayrıca satıcı veya alıcı yahu d Her ikisi birden muayyen müddet içinde alış-verişi feshetmek veyahud kabul etmek hususun da muhayyerlik şartı koşmaları caizdir. Yine muhayyerlik şartı ile muhayyer olan taraf, muhayyer olduğu müd­det içinde dilerse alışverişi fesheder, dilerse kabul eder. Fakat İmam Azam ile İmam Şafiî Hazretlerine göre üç günden çok muhayyerlik şartı caiz değildir; İmameyn'e göre caizdir. Burada İmameyn'in sözü tercih edilmiştir.

 

594- Hazreti Aişe (Radıyallahu Aııha) der ki: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

«Bir ordu, Ka'be'ye karşı savaşa çıkacaktır. (Mekke ile Medine arasında) Beydâ denilen yere vardıkları zaman başında sonuna ka­dar  (tamamen)   yere batacaktır.» Hz. Aişe diyor ki: Yâ Resûlaîlah!

dedim bunların hepsi nasıl yere batırılacaktır! Oysa içlerinde satıcı­lar ve kendilerinden olmayanlar da bulunabilir. Resûl-i Ekrem şöyle buyurdular:

«Onlar baştan sona kadar yere batırılacaklar ve sonra niyetle­rine göre mahşere kaldırılacaktır.»

Mütercim:

Ordu saf lan. arasında ticaretle meşgul olmanın meşru olduğuna delil olarak bu hadîs-i şerif, alış-veriş bölümünde zikredilmiştir. Bir de böyle zulüm ile ve müslümanlar aleyhine olarak savaşa gidecek­lerle beraber bulunanların hepsi, azaba ve helak edilmeye hak kaza­nırlar.

Medine ile Mekke arasında yere batacak olan ordunun Süfyaııi adındaki bir zalimin askerleri olacağı söylenmiştir.

 

595- Hazreti Enes der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyih ve Sellem Hazretleri, bir gün çar­şıda iken bir adam, Ebe'l-Kasım! diye seslenince Hazreti Peygamber adama döndü. Adam, ya Resûlaîlah! dedi, sizi çağırmadım, şu adamı çağırıyorum. Bunun üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurdu-«Sız Benim ismimle isimleniniz; fakat bana ait olan  (Elbe'1-Ka sjm) künyemle künyelemeyiniz.

Mütercim :

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sağlığında böyle isim karıştırılması olmasın diye, kendi künyesini kullanmak yasak-lanmıştır.dediler.

 

596- Ebû Hüreyre   (Radıyallahu Anh)  der ki :

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, bir gün (be­nimle beraber) çıkıp yolda hiç konuşmaksızm Kaynuka çarşısına vardı, sonra Hz. Fatıma'nm (Radıyallahu Anha) evinin avlusunda oturdu ve : Yaramaz çocuk (Hasan) orada mı? » diye sordu. Hazreti Fatma, çocuğun üst-başmı düzeltmek için olsa gerek, çocuğu biraz eğledikten sonra.Hasan, olunca kuvveti ile koşarak geldi. Hazreti Pey­gamber onu kucakladı, sarılıp öptü. Sonra şöyle buyurdu:

«Allahım! Bu çocuğu sev ve onu seveni de sev,»

Mütercim :

Metinde geçen «Lükâ» kelimesi, lügat kitaplarında «yaramaz» ço­cuk manasında olduğundan, bu hadîs-i şerifin açıklamasında müş­külata düşülmektedir. Hatta merhum Abdurrahman paşa Edirnede vali iken bu kelimenin manasını benden sordu. Ben de dedim ki: lurkıyede her çocuk hakkında hoş tutmak maksadı ile, yaramaz­lık yapıyormu, şunu bunu karıştırıyor mu?, koşar oynar manasına Kullanırlar. Arabcada bu «Lükâ» kelimesi çocuk hakkında olursa bir ovgu sıfatıdır. Fakat büyükler hakkında olursa yermek ve kötü­lemek sıfatıdır. Bu sözlerimden adı geçen zat çok hoşlanmıştır.

 

597- îbni Ömer'den (Radıyallahu Anhüma) rivayet edilmiş­tir:

«Zahire satın alan kimse, o zahireyi tamamen tesellüm etmedik­çe onu başkasına satamaz (satmasın).»

Mütercim :

İmam Azam ve İmam Ebû Yûsuf'a göre, bu müşteri satın aldığı bir şeyi, eğer akar ise, eline geçirmeden başkasına satabilir. Eğer taşınır mal ise tesellüm etmeden satamaz. Çünkü malı teslim alma­dan önce ahş-verişin bozulmasını gerektiren bir hal meydana gelme­si veya satıcının elinde taşınır malın helak olması mümkündür. Fa­kat akar ile demir gibi taşınır eşyalarda helak nadir olduğu cihetle bunlarda teslim almadan satış caizdir, dediler.

İmam Şafiî, İmam Muhammed ve İmam Züfer'e göre, bu hadisi-şerife dayanılarak gerek taşınır ve gerek taşınamaz mallarda malı teslim olmadan satmak caiz değildir, hükmü çıkarılmaktadır. Her ne kadar bu hadîs-i şerif zahire hakkında varid olmuşsa da hükmü bütün mallara şamildir. Çünkü helak olmak mülk ve akarlarda da düşünülebilir, dediler.

 

598- Hazreti Câbir (Radıyallahu Anh) der ki:

Babam Abdullah, Uhud savaşında şehid olmuştu. Zimmetinde falana ve falana borç vardı. Alacak sahihleri ile babamın bu borçlan üzerinde anlaşmak üzere Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'-den yardım istedim. Benim arzum üzerine Hazreti Peygamber alacak­lıları davet ederek onlara alacaklarının bir kısmım bağışlamalarım teklif etti. Fakat alacaklıların hepsi Yahudi olduğundan anlaşmaya ve alacaklarından bir miktar düşürmeye razı olmadılar. Bunun üze­rine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana şöyle buyurdular:

«Hurma bahçene git ve.hurmalarını, cins cins ayırıp Acve'sini ayrı ve Azk-i Zeyd'ini ayrı harman ettikten sonra bana haber gön­der.»

Ben de bahçeme giderek Hazreti Peygamberin bana emrettiği şekilde hurmaları cinslerine göre ayn ayrı harman yaptım ve Haz­reti Peygambere emirlerini yerine getirdiğime dair haber gönder­dim. Peygamber Salallahu Aleyhi ve Sellem bahçeme gelip hurma harmanlarının yanı başında durdu. Bütün alacaklılar da orada bulu­nuyorlardı. Hazreti Peygamber bana:

«Alacaklılar (dan herbiri) için ölçüp ver!» buyurdular. (Bir ri­vayette, «bunun alacağım ayır ve kendisine ver!» denilmektedir,) Ben de hemen kile (ölçek) -ile herkesin hakkını ölçüp verdim. Böy­lece borçların tamamım ödedim. Bir de baktım ki, benim hurma har­manlarını, üzerlerinden alınmamış gibi, eski vaziyetinde bulunuyor. (Bu da Hazreti Peygamberin açık mucizelerinden biri olarak bilin­mektedir.)

 

599- Mikdâm bin Ma'dî Kerib'den rivayet edilmiştir.-

«Zahirenizi bîr ölçekle ölçünüz; zira böyle ölçülen zahire    (Al­lah tarafından) size bereketli kılınır.»

Mütercim :

Ölçü, tartı ve sayıya giren maddeler, ölçülerek tartılarak ve sayılarak satılabildiği -gibi, bir yığın halinde satmak da caizdir. Me­sela bir satıcı; bir yığın buğdayı, bir denk samanı, bir yığm tuğlayı satsa sahih olur. Bu hadîs-i şerif bize müstahab olanı- göstermek­tedir. Kesin bir emir değildir; zira bereket . için olduğu manadan anlaşılmaktadır. Fakat cinsi cinsine, meselâ ak buğday kızıl buğday ile değiştirilecek olursa, böyle yığın yığm, götürü şekilde değiştirmek caiz olmaz. Muayyen bir kab ile fazlalık olmaksızın değiştirilmeleri gerekir ki, faiz olmasın. Çünkü yığm halinde değiştirilirse, muhakkak ziyade ve noksanlık olur ki, bu da caiz değildir. Fakat buğday arpa ile yığın vaziyetinde değiştirilebilir; çünkü bunların cinsleri değişiktir. Biri diğerinden fazla veya eksik olabilir.

 

600- Abdullah bin Zeyd'den rivayet edilmiştir:

«İbrahim Aleyhîsselâm Mekke'yi harem yaptı ve Mekke için dua etti. Ben de Medine'yi, İbrahim Aleyhisselâm'm Mekkeyi harem yapması gibi harem yaptım, ibrahim Aleyhîsselâm Mekke için dua ettiği gibi, ben de Medine'nin batmanı ve ölçeği (zirai ürünlerinin bereketi) için dua ettim.»

Mütercim ;

Allah Tealâ Hazretleri gerek Mekke için.İbrahim Aleyhisselâ-mın duasını ve gerek Medine için Resûli Ekremin duasını kabul bu­yurmuştur. Bunun için hac mevsiminde yüzbinlerce hacının her Harem.'de toplanmaları halinde hiç bir erzak noksanlığı olmamakta, her şey bolca mevcud bulunmaktadır.

 

601- Hazreti Ömer'den (Radıyallahu   Anh) rivayet edilmiştir:

«Altının altın ile değiştirilmesi faizdir (haramdır), ancak al-ver şeklinde olursa haram değildir. Buğdayın buğday karşılığında değiş* tirilmesi haramdır; ancak al-ver olursa değildir. Hurma hurma karşilığında- değiştirilirse haramdır; ancak al-ver olursa değildir. Arpayı arpa ile değiştirmek haramdır, ancak al-ver şeklinde olursa değildir.»

Mütercim:

Buğday ile arpanın ayrı ayrı birer cins olduklarına bu hadîs-i şe­rif delildir. İmam Malik, buğday ile mfiyi bir cins saymıştır.

Bir de altın gümüş ile, buğday arpa ile veya hurma arpa ile de­ğiştirilince bunların peşin olması lazımdır. Bir- taraftan veresiye olarak değiştirmek caiz değildir. Fakat para ile hububatın satın alınmalarında veresiye de caizdir. Bir de var ki, ödünç para alıp sonra aynen bunu ödemek veya ödünç buğday alıp sonra aynen bu­nu ödemek satış kabilinden olmadığı için sırf ödünç manasını taşı­dığından bunlar caizdir.

 

602- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Salallahu Aleyhi ve Sellem, şehirlinin taşralı admâ satış yapmasını, [köylüye, sen bu malını yanmda bulundur; ben azar azar pahalı olarak satarım, demesini) yasakladı. Bir de şöyle buyur­du:

«Müşteri değilken sırf malın değerini yükseltmek için yapıl­makta olan alışverişe müdahale etmeyiniz. Kişi, (din) kardeşinin talib olduğu kıza talip olamaz. Kadın da, fdin kardeşi olan) bacısı­nın, kabındaki aşma konmak için boşanmasını isteyemez.»

Mütercim:

imam Azam ve îmam Şafii Hazretlerine göre, alıcı olmadığı hal de malın bedelini yükseltmek için yapılan müdahale sonucu vuku bulan satış, dinen sakıncalı olmakla beraber hukukan geçerlidir. An­cak bu yola baş vuranlar tazir edilir ve müşteri, fahiş fiyat ödemiş ise nıuheyyer kılınır; dilerse kabul ve dilerse red eder.

îmam Malik Hazretlerine göre, tazir olunca, ister fahiş aldan­ma olsun ve ister olmasın, müşteri muhayyerdir.

İmam Ahmed'e göre, böyle ahş-veriş hiç bir şekilde sahih değil­dir. Fakat bu aldatma işinde satıcının bir ilgisi ve muvafakati yok­sa ve alıcı olmayan kişi kendiliğinden müdahale etmiş ise o zaman bu alış-veriş diğer İmamların görüşünde olduğu gibi hukukan geçer­lidir.  Hadisi şerif, aynı zamanda aracıların faaliyetinin önlenmesi

hükmünü de getirmektedir, t

 

603- Cabir (Radıyallahu Anh)  der ki:

Ashabdan bir kimse, kendi kölesini nıüdebber olarak (ölümün­den sonra hür olmak şartı ile) azad etmişti. Sonra bu adam iflâs ederek muhtaç duruma düştü. Bunun üzerine Peygamber Salallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri o müdsbber kılınan köleyi satışa arzede-rek:

«Bu köleyi benden satın alacak var mı?» buyurdu. Böylece kö­leyi açık artırmaya koydu ve sonra onu Nuaym bin Abdullah adın­da bir zat aldı. Sekizyüz dirhem para karşılığında köle ona kaldı. Son­ra alınan bu parayı muhtaç duruma düşen adama (kölenin efendi­sine ki, adı Ebû Mezküre'dir) verdi. Müdebber köleyi de Nuâym'a teslim etti.

Mütercim:.

İmam Şafiî üe İmam Hanbeli. Hazretlerine göre, bu hadîsi şeri­fin delaletiyle müdebber olan kölenin ihtiyaç halinde satılması caiz­dir. Hele iflâs durumunda satış daha geçerlidir. Fakat imam Azam ile îmam Malik Hazretlerine göre. müdebber kölenin satılması caiz değildir.  Böyle bir köle,  efendisinin ölmesiyle hürriyete kavuşur. Ancak efendisinin ölümüne kadar hizmetine devam eder.

Bir malın artırma usulü ile satılmasının caiz olduğuna bu ha-dis-i şerif delildir.

 

604- Ebû Hüreyre'den   (Radıyallahu Anh)  rivayet  edilmiştir: «(Sütü bol olduğu sanılsın diye birkaç günlük) sütü memesinde bırakılan bir koyunu satın alan kimse, sağdıktan sonra onu beğenir­se tutarı beğenmezse sağdığı süt karşılığında sahibine bir sa (takri­ben üç kilo) hurma vererek koyunu sahibine geri verir.»

Mütercim:

İmam Şafiî, İmam Hanbeîî ve İmam Malik Hazretleri bu hadîs-i şerifi olduğu gibi kabul ederek gereği üzere, hüküm vermişlerdir. Böyle süt toplansın diye iki-üç gün sağılmayarak sütü memesinde saklanan bir koyun hile ile satılınca, koyunun alıcısı muhayyer olur; isterse sağmış olduğu sütün karşılığında bir sa (takriben üç kilo) hurma ile koyunu satıcıya geri verir, isterse aldığı gibi koyunu kabul eder.

Ayrıca hayvan sağılmadan önce hileyi alıcı anlarsa yalnız koyu­nu geri verir. İmam Azam Hazretlerine göre,.bu hadîs-i şerif kıyas ve kaideye aykırı düştüğünden bu hadisle amel bırakılmıştır. Öyle ki, bu şekilde aldanan müşteriye muhayyerlik bile yoktur; çünkü böyle bir koyuna, sahib olarak satın alman malın ürünü olan süt sağıldık­tan sonra, o süt koyunun geri verilmesine engeldir, Fakat bu alış verişte fahiş bir aldanma olduğu sabit görülürse, o zaman mesele değişir, satın alman böyle bir mal geri verilebilir. Bir de: «Size kim tecavüz (bir haksızlık) ederse, siz de ona misliyle mukabele edin.» mealindeki ayeti kerimeye aykırı düşer, diye ictihad etmişlerdir.

 

605- İbni Abbas'dan (Radıyallahu Anhüma) rivayet edilmiştir:

«Mallarını satmak üzere çarşı-pazara gelmekte olanların karşı­sına çıkmayınız, (onları dışarda karşılamayınız). Şehirdeki bir kim­se de köylüye simsarlık etmesin.»

Mütercim ;

Çevre köylerden zahire, yağ, peynir, yumurta, bal ve tavuk gibi şeyleri satmak için şehir ve kasaba pazarlarına gelmekte olan satı­cıları daha şehre gelmeden şehrin dışında karşılamak suretiyle onla­rın malları açık gözlülük yapılarak satın alınmasın.

Bir de malını çarşıda satmak üzere gelecek olan bir adama: Sen şimdi bu malı ucuz satma. Benim yanıma, dükkânıma bırak da sonra ben azar azar senin malını yüksek fiyatla satarım, deyip şehirli sim­sarlık yapmasın. İmam Azam Hazretlerine göre bu türlü muamele­nin yasak edilmesi pahalılık ve kıtlık zamanına mahsustur. Bu da zaruri ihtiyaç maddesi olan zahireye aittir. Çünkü bu hareket bir ih-tikârlıktır.

İmam Şafiî Hazretlerine,göre, bu şekilde yapılan muamele tah-rim yolu ile mekruh olup alış-veriş sahihdir.

îmanı Hanbeli'ye göre, hadîs-i şerifin zahiri üzere böyle bir muamele haramdır. Böyle yapılacak alış-veriş sahih değildir. Bir köylü şehirdeki bir satıcıya: Şu malımı sana bırakayım, sonra sen bunu yüksek fiyatla satarsın, şeklinde malını bırakması Hanbelî mezhebinde haramdır ve aüş-veriş de batıldır. Şehirlinin de köylüye bu şekilde teklifte bulunması yine haramdır. Fakat bir köylü : Bugün malım ucuz gidiyor, nasıl hareket edeyim? diye istişare yolu ile şehir­deki esnafa sorar da, esnaf: benim dükkânıma bırakınız. Sonra yavaş yavaş satarım, diyerek köylüye yol gösterirse bir sakınca yoktur.

Bir de kıtlık ve pahalılık zamanı dışında zahirenin depo edil­mesi ittifakla caizdir.

 

606- Abdullah'dan  ÎRadıyallahu Anh)   rivayet edilmiştir:

«Birbirinizin" satışına karşı satış yapmayınız. Taşradan    çarşıya gelmekte olan mal çarşıya inmedikçe onu dışarda karşılamayınız.»

Mütercim ;

Taşradan bir şehrin çarşı veya pazarına gelmekte olan satıcılara karşı çıkıp da şehir dışında mal almak haramdır; Fakat alışveriş sa­hihtir.

 

607- Ebû Bekre (Radıyallahu Anh) 'den rivayet edilmiştir:

«Altını altın karşılığında ancak birbirine eşit olmak şartı ile (peşin) satınız. Gümüşü de gümüş karşılığında birbirine eşit olmak şartı ile satınız, Altını gümüş karşılığında ve gümüşü de altın kar­şılığında istediğiniz gibi satınız.»

Mütercim,;

Altının altın ile ve gümüşün gümüş ile değiştirilmesinde üç şart vardır: . Ağırlıklarında ziyade ve noksanlık farkı olmayacak, eşit bulunacaklardır. Ahş-yeriş bir mecliste peşin olacaktır. Satıcı ve alıcı karşılıklı olarak, müsavi ağırlıktaki altınları ve gümüşleri tesel­lüm etmiş olacaklardır.

Altının gümüş karşılığında veya gümüşün altın karşılığında değiştirtmelerinde eşitlik şart değildir. Bunların tabiatiyle.ağırlıkları değişik olacaktır. Fakat bunların da^bir mecliste peşin olarak alınıp verilmeleri şarttır. İmam Azam'la İmam Şafiî Hazretlerinin görüşleri budur.

İmam Malik Hazretlerine göre, icab ve kabul ile her iki taraf be­delleri tesellüm etmedikçe değiştirme ameliyesi caiz değildir. Diğer arpa ve buğday gibi tahıllar da böyledir. Buğday buğday ile arpa arpa ile değiştirilecekleri zaman yine bunların ölçeklere müsavi ve peşinolarak değiştirilmeleri ye'bir mecliste tesellüm edilmiş olmaları gerekir. k Ancak buğday arpa karşılığında değiştirilirse bunda eşitlik yoktur. İstendiği şekilde farklı ölçülerle ve yine peşin olarak değişti­rilebilirler,

îmam Azam Hazretlerine göre, bu bibi satışlarda harama sebeb olan şey, cinslerin bir olması ile ayni ölçülere bağlı bulunmalarıdır. Meselâ ağırlık ölçüleriyle satılan ve satın alman altın ve gümüş gibi, bakır, demir ve benzeri şeyler de kendi cinsleriyle ancak peşin ve mü­savi değiştirilebilirler.

Buğday, arpa ve benzeri tahıllada da harama sebeb olan yine cinslerin bir olması ve ölçü birimi olan ölçeğe bağlı bulunmalarıdır. îmam Şafiî Hazretlerine göre, altın ve gümüşte haram sebebi cinslerin bir olması ve bir de nakit olmasıdır. Bu durumda faiz yal­nız altın ve gümüşte olur. Demir ve kumaş gibi şeylerde düşünülmez. Buğday, arpa, hurma ve tuz gibi şeylerde haram sebebi, cinslerin bir olması ile beraber değiştirelecek şeylerin yiyelecek ve içilecek mad­de olmalarıdır. Bu duruma göre elma, armut gibi bütün meyvalarda, hatta ilâçlarda bile fazlalık olabilir.

Özetlenirse, Hanefî mezhebinde ribanm (faizin) illeti, tartı ile cins veya ölçü ile cinstir. Şafii mezhebinde ise, nakit ile cins ve öl­çü ile cinstir.

 

608- Ebû Saîd (R.A.) 'den rivayet edilmiştir: «Altın mukabilinde altın,  (satışta)  misli mislinedir. Gümüş mu­kabilinde gümüş de, misli mislinedir.»

 

609- Ebû Saîd (R.A.) 'dan rivayet edilmiştir:

«Altını altın karşılığında ancak misli misline satınız ve birbirin­den eksik veya fazla yapmayınız. Gümüşü de gümüş karşılığından ancak misli"misline.satnuz ve birbirinden eksik veya fazla  yapmayınız. Bunlardan peşini veresiye mukabilinde satmayınız.»

 

610- Usame (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Ribâ (faiz), ancak veresiye (vadeli) satışlardandır.» Buğ­dayın arpa karşılığında farklı tartı ve ölçü ile peşin olarak değiştiril­melerinde riba=faiz yoktur.

Mütercim:

Bu hadîsin manası, cinsi cinsine olmayarak satılan ve değiştiri­len mallarda peşin oldukça riba yoktur. Altın gümüş ile veya buğday arpa ile satılması halinde, riba ancak veresiye muamelesinde olur. Peşin olarak satılır ve değiştirilirlerse, aralarında ziyadelik olsa bile riba olmaz.

Bu hadîs-i şerifi İbni Abbas Hazretleri Üsame Hazretlerinden işitmiş; fakat sonra İbni Abbas'm bu fikirden dönmüş olduğu da ri­vayet edilmiştir.

 

611- îbni Ömer'den (Radıyallahu Anhüma) rivayet edilmiştir:

«Dalındaki meyveyi, iyice belli olmadan satmayınız? devşiril-miş meyve karşılığında dalındaki meyvayı da satmayınız, değiştir­meyiniz.»

Mütercim:

Tamamen belirmiş olan meyvayı - yemeğe elverişli olsun veya olmasın - ağaci üzerinde satmak, Hanefi mezhebinde sahihtir; çünkü meyvanın belirli hale gelmesi, afet ve bozulmadan emin olacak de­receye gelmesi demektir.

Şafii mezhebinde meyvenin iyice belli olması, yenir hale gelme­sidir. Yahut herkesin rağbeti olacak dereceye gelmesidir.

Ağacın hiç belirmemiş olan meyvasım satmak ittifakla batıldır; çünkü meyva bu durumda yok hükmündedir. Yok olan şey ise satıla­maz. Ancak bir bitkinin meyvalarından bazıları belirmiş ve bazıları belirmemiş olur da arkadan yavaş yavaş yetişme durumu olursa belirmişlere tabi olarak henüz belirmemişleri de satmanın sahih ol­duğuna bazı Hanefî alimleri fetva vermişlerdir. Her ne kadar bu fetva tercih- edilen hüküm değilse de, insanların işlerini kolaylaş­tırmak için bu mesele Mecelle'nin 207. maddesinde sahih" olarak gösterilmiştir.

Bir de bu hadîs-i şerifin soiî kısmında, harman, olmuş kuru hur­ma ile ağaç üzerinde bulunan hurmayı birbiri karşılığında satma-' yınız, sözünün manası şu; Yerde harman olmuş bulunan kuru hur­ma kaç kile ise onu ölçüp, sonra ağaç üzerinde olan hurmayı tah­min ederek ayni miktar karşılığında satmak caiz değildir. Alimlerin çoğuna göre hüküm böyle ise de, İmam Şafiî Hazretlerine göre yasak îieğildir; çünkü Buharî'nin diğer bir rivayetinde şöyle nakledilmek­tedir: Ashabın bazı fakirleri bu şekilde satıştan dolayı şikâyette bulundular. Ellerinde geçim için hurma bulunmayanlar, kendi ağaçlarında olup henüz toplanmayan hurmaları toplanmış hurmalar karşılığında satarak ihtiyaçlarını karşılamk istediler. Bu zruret üze­rine yalnız fakir ve muhtaç olanlar için ağaçlar üzerinde olan mey-valan, toplanmış kuru meyvalar karşılığında satmaya izin ve mü­saade verildi. İşte yerde harman vaziyetinde olan kuru hurmanın tahmin edilerek ağaçlar üzerindeki yaş hurmalarla değiştirilme­sine müsaade edilmiştir. Yaş üzüm ile kuru üzüm de buna kıyas edil­miştir. Yine başakta henüz tanesini tutmuş ve kuvvetlenmiş buğday ile toplanmış kuru buğdayı da kıyas yolu ile satmak caiz görülmüş­se de, diğer meyvalarm- bu şekilde satılmasına izin verilmemiştir.

Ölçüleri eşit olmak şartı ile peşin olarak yaş hurmayı kuru hur­ma ile, yahut yaş üzümü kuru üzüm ile satıp değiştirmek ittifakla caizdir.

 

612- Zeyd bin Sabit (Radıyallahu Anh)  der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in mübarek devirlerin­de bazıları henüz kemâle ermemiş hurma meyvalarım ağaç üzerin­de pazarlık edip satar ve alırlardı. Sonra meyvalan toplama zamanı gelince, ağaçtaki meyvalan satın alan adam derdi ki: Bu meyvalara hastalık geldi karardılar, bozuldular. Böylece alıcı ile satışı arasında anlaşmazlık'çıkardı. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Seîlem, bu tür-davalarm önünü olmak için meşveret olarak şöyle buyurdular:

«Eğer bu satıştan vazgeçmiyorsanız bari dalındaki meyveyi, ol­gunlaşma durumu meydana çıkıncaya kadar satmayınız.»

Zeyd ibni Sabit Hazretleri, Hazreti, Peygamberin bu tür satışa çıkmaları kesin bir yasak olmayıp istişare makammdadır, demiştir.

Mütercim:

Yukarıda açıklandığı üzere nıeyvanm afetlerden kurtulma hali belirinceye kadar ağaçlarda satılmaları sahih değildir. Fakat mey-vanın afetten kurtulma zamanı, iman Azama göre, meyvamn tama­men belirmiş olmasıdır; ister yenebilir halde olsun, ister olmasın. İmam Şafii'ye göre, meyvanın yenebilir hale gelmesidir, yahut her­kesin rağbet edebileceği dereceye gelmesidir. Bir de bu hadîs-i şerifte yasağın kesin olmayıp istişare makamında olduğu açıklanmışsa da, diğer hadis-i şeriflerde kesin olarak yasaklanmıştır.

 

613- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Hayber hal; kının öşür ve zekâtlarını toplamak için birini görevlendirmişti.

Hayber'den dönüşünde, Cenîb adı verilen çok iyi hurma getirdi. Haz-reti Peygamber buna hayret ederek zekât memuruna sordu:

«Hayberin hurması hep böylemkiir? »Tahsildar: — Vallahi yâ Resûlallah! dedi, biz bu cins hurmanın bir ölçeği­ni  (kalitesiz hurmanın)  iki ölçeği    mukabilinde   ve iki ölçeğini üç ölçek mukabilinde alıyoruz Hazreti Peygamber  jşöyle   buyurdular.: «Böyle yapma. Kalitesiz hurmanın hepsini sat ve parasıyle Cenîb satın al.»

 

614- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki : Ebû Süfyan'ın kansı Hind, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem Hazretlerine gelerek : Ya Resûlallah! Kocam Ebû Süfyan çok cimri ve hasis bir adamdır. Onun malından habersiz olarak alıp har­carsam bana bir günah olur mu? diye sordu. Hazreti Peygamber söy­le buyurdu:

«Sen ve çocukların israf etmeyerek kendinize yetecek kadar alıp harcayınız. »

Mütercim: 

Bu bir fetvadır; gıyabi bir hüküm yerine değildir. Hakim huzu­runda bir meselenin hükmünü öğrenmek için böyle, hasis ve cimri gi­bi hoş olmayan sıfatları sayıp dökmek gıybet sayılmaz.

Bir de, Hind hakkında şöyle bir rivayet vardır: Hind, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna gelip dedi ki, ey Allah'ın Resulü! Ben îslâmı kabulden önce, yeryüzünde sönmesini arzu etti­ğim bir ocak varsa oda senin ocağın idi; Fakat bugün yeryüzünde en çok payidar olmasın? istediğim ancak senin ocağındır. Sonra Pey­gamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri : «Nefsim kudret elin­de olan Allah'a yemin ederim ki, kalbinizde iman kararlaştıkça bana sevginiz çoğalır ve gittikçe îman nuru ile cihanın nurlanmasmı ister­siniz.» Bundan sonra Hind, kocasının malından harcama işini sordu ve metinde geçen cevabı aldı.   '

 

615- Ebû Hüreyre'den  (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

Kardeşim olduğunu söyledim. Vallahi bu ülkede benden ve senden başka mümin yokturîdedi. Son­ra Sare'yi o hunhar hükümdara gönderdi. Hunhar, Hazreti Sâre için kalkınca Hazreti Sare de abdest alıp namaz kılmaya kalktı ve şöyle dua etti: AHahım! Sana ve senin Peygamberine iman etmiş ve namu­sumu kocamdan bankasından korumuşsam bu kâfiri başıma musal­lat etme. Derken o kâfir, boğuk sesler çıkararak, tepinmeye başladı. Hazreti Sare, Allahım!, dedi, eğer geberirse.onu bu kadın öldürdü, denilecek. Bunun üzerine kâfir salıverildi ve yine Sare için ayaklan­dı Tekrar Hazreti Sare, de abdest alıp namaz kılmaya kalktı ve dua etti:

— Allahım! Eğer sana ve senin Peygamberine iman etmişsem ve namusumu kocamdan başkasından korumuşsam bu kâfiri bana musallat etme. Kafir, yine boğuk boğuk sesler çıkarıp tepinmeye baş­ladı. Hazreti Sare

  Aîlahım! Eğer bu kâfir ölürse, onu benim öldürdüğüm söy­lenir,  diyerek salıverilmesini     diledi,  tkitifci ve  üçüncü  defa  kâfir salıverilince dedi ki: Vallahi, siz bana (kadın değil)  düpedüz şeytan gönderdiniz. Bunu İbrahim"e   (Aleyhisselam)   iade edin ve   Hacer'i de ona verin, Hazreti Sare, (ganimetle) Hazrsti İbrahim'e döndü ve:

  Biliyor musun, Allah Tealâ o kâfiri yıkıp perişan etti ve bize hizmet için de bir cariye ihsan etti, dedi.»

Mütercim ;

Bir kâfirin vermiş olduğu hediyeyi almanın caiz ve helâl olduğu­na bu hadîs-i şerif delildir. Bir de tevilli yalan söylemenin, haranı ol­mayıp caiz olduğu bu hadîs-i şeriften çıkmaktadır,

İbrahim Aleyhisselâm'm böyle tevil yokfile söz söylemesinin hik­meti: Şayet bu benim zevcenidir, demiş olsaydı, belki zalim kıskanç­lığından Hazreti İbrahim'i öldürür ve yahut onu boşamaya mecbur tutardı. Yahut bir kıza tecavüz edilmez ihtimali ile Hazreti İbrahim Aleyhisselam, zevcesi için «bu benim kardeşimdir,» demek mecburi­yetinde kalmıştı.

Böyle zaruret ve çaresizlik halinde, uygun bir hal için yalan söy­lemek de caizdir. Öyle ki, öldürülmekten kurtulmak için, kalbde iman köklü olmak şartı ile küfrü telafuz etmek caizdir. Nitekim son Bulgar savaşında Bulgar ve Yunan haydutlarının zorlamaları üzerine müslümanlardan bir çok kimse bu duruma düşmüşler ve  sonra yine Al­lah'a hamd olsun kurtulmuşlardır.

Hazreti Sare hediye edilen cariye Hacer'i Hazreti İbra­him Aleyhisselâm'a verdi. Hazreti İbrahim de Hacer'i azad ederek kendisine nikahladı. Ondan Hazreti İsmail dünyaya geldi. Sonra Haz­reti Sare'ye kıskançlık geldi. Sare'nin İsrarı üzerine Hazreti İbrahim, Hacer ile oğlu İsmail'i Şam'dan Mekke'ye götürdü ve oraya bıraktı. Hazreti İbrahim bunları ziyaret için Şam'dan Mekke'ye gider gelirdi. İşte bizim Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz, Hazreti İsmail'in soyundan ve pak neslin­den dünyaya şeref vermiştir. Sonra Sare'den de İshak Aleyhisse^am dünyaya geldi. İsrail Oğulların Peygamberlerinin hepsi Hazreti İs­hak Aleyhisselâm'ın soyundan geldiler.

 

616- Ebû Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

«Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, gökten sizin aranıza hakim ve adil olarak îsa Aleyhisselâm'ın inişi yakın gele­cekte olacaktır. Haçları kıracak, domuzları yok edecek, cizye alma usulünü kaldıracak (gayri müslim kalmayacak) ve servet taşıp dö­külecek de hiç kimse onu kabul etmeyecektir.»

Mütercim:

Kıyamete yakın Hazreti îsa AJeyhisselâm'ın gökten inmesi, Dec-cal'iri ortaya çıkması, Ye'cüc ve Me'cüc'ün zuhur etmesi, Dabbetü'l-Arz'm -çıkışı gibi, Hazreti Peygamberin haber vermiş olduğu kıyamet alâmetlerinin meydana gelmesi haktır ve tevilsiz olarak her müminin bunlara inanması lazımdır. Hazreti îsâ Aîeyhisselâm yeni bir şeriat ile gelmeyip Hazreti Muhammed Aleyhisselâm'ın şeriatı ile amel edecektir. Kur'an'ın bütün hükümlerini tamamen uygulayan bir hakim ve adil olarak teşrif edecektir. Cizye, kâfirlere İslâm ülkesinde yaşama hakkı tanımak ve İslâm'ın yüce idaresi altında huzur ve güven için­de bulunmalarım sağlamaktır. Bu hadisi şerifte cizyenin Hz. îsa tara­fından kaldırılacağı belirtilmektedir. Yani Hz. İsa,, ya İslâm veya kılıç, prensibinden hareket edecektir.

 

617- îbni Abbas'dan (Radıyallanu Anhüma) rivayet edilmiştir:

«Allah Tealâ Hazretleri bir canlının resmini çizen kimseyi, tâ o çizdiği resme ruh verinceye kadar azaba sokar. Halbuki o ressam çiz­miş olduğu resme hiç bir zaman ruh veremeyecektir.»

Mütercim :

Bir ressam, haram olan resim ve sureti kesinlikle halal itikad ede­rek çizer ve suretlendirirse ebedî olarak azab çeker, yahud böyle bir ressam kâfir ise, çizdiği resim için ayrıca ebedî azab çeker. İslâm inan­cını taşıyan kimse, bu haramı işlemekle ebedî olarak cehennemde kalmaz. Allah dilerse onu bağışlar, dilerse geçici bir zaman için ona cehennemde azab eder ve sonra cennetine koyar. Çünkü haram işle­mekle bir mümin kâfir olmaz, günah işlemiş olur. Müşrik ve kâfirden başka hiç bir mümin ebedî olarak cehennemde kalmaz. Ehli sünne­tin inancı budur. Hele gölgesi olmayan resimler hakkında hüküm daha hafiftir. Buna dair hadîs-i şerif, Libas (elbise) bölümünde riva­yet edilmiştir.

 

618- Ebû Hüreyre'den   (Radıyallahu Anh)    rivayet edilmiştir:

«Allah Tealâ buyurdu ki: Üç sınıf insanın kıyamet gününde ben hasmıyım. Benim adıma yemin ederek söz verip de hiyanet eden adam. Hür bir insanı satıp bedelini yiyen adam. Bir ücretliyi kiralayarak emeği ondan tam alıp da ücretini (tam hakkını) vermeyen adam.»

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, «Allah buyurdu» diyerek, bunu kudsî hadîs olarak beyan etti.

 

619- Cabir bin Abdullah (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

Allah Tealâ ve Peygamberi şarab, ölü hayvan, domuz ve putla­rın satışını kesinlikle haranı kılmıştır.» Ashabdan biri sordu:

— Ya resûlallah, ölü hayvanını iç yağları hakkında ne buyurur­sunuz? Bunlarla su vasıtaları sıvanır, deriler yağlanır ve halk tara­fından da aydınlatma aracı olarak kullanılır. Buna cevaben Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :

«Hayır, onlar haramdır! Allah Yaahudileri helak etsin: çünkü onlara hayvanların iç yağlarını haram kılınca, bu yağları erittiler sonra satıp parasını yediler.»

Mütercim:

Şarap, ölü hayvan, domuz ve putlar gibi, nıüslümanlar arasında kıymeti olmayan malları satmak yahut satın almak batıldır. Fakat domuzdan başka, ölü bir hayvanın derisinden segilenerek faydalan mak caizdir. Yine domuzdan başka ölü hayvanın kuyruk ve iç- yağ­larından sabun yaparak faydalanmak caizdir. Yapılan sabun temiz olur. Şarab Sirke haline çevrilerek, temiz olduğu gibi,   bunlar da sa bun haline çevrilmekle ismiz olurlar,

Şafiî mezhebinde, şarabin satılması haram olduğa gibi, şarab yapan imalatçılara da bir müminin üzümünü satması haramdır. Fakat Hanefî mezhebinde bunlara üzüm satmak haram değildir.

Bir de altın ve benzeri mücevherattan -yapılmış kıymetli resim ve şekillerin satılması ve satın alınması cevazına dair îmanı Şafii Hazretlerinin bir fetvası vardır; çünkü asıl maksad, resim ve şekil olmayıp kıymetli maden olduğundan bunlar kıymet ifade eden mal­lardan sayılırlar.

Yine domuzdan başka ölü hayvanların kıllarından, boynuzların­dan ve kemiklerinden sanayide faydalanmak İmam Azam Hazretle­rine göre caizdir. Fakat îmanı Şafiî Hazretlerine göre caiz değildir. Hatta kendi başına ölen hayvanın derisinde kıllar bulunduğu takdir­de bu deri temiz değildir. Fakat giderilmesi güç olan, deri dibinde kal­mış küçük tüyler engel değildir; bunlar temiz sayılır. Bununla bera­ber, Şam halkı Şafiî mezhebine bağlı oldukları halde, vahşi hayvan­ların derilerinden kürk yaparlar ve giyerler. Bu hususta Hanefî-mezhebini taklid ederler. Tilki ve porsuk boğazlanarak kanları akı-tılırsa, bu takdirde Safî mezhebinde de derilerini kullanmak helâl­dir; böyle derileri seyilemek (tabaklamak) bile şart değildir, yine temiz olurlar.[35]

 

SELEM BAHSİ

 

620- îbni Abbas'dan (Radıyallahu anhüma) rivayet edilmiştir:

«Peşin para ile veresiye mal alan kimse, belli bir ölçü veya belli bir, tartı ile belirli bir süre (vade) üzerinde anlaşsın.» Bir rivayette de: «Belli bir ölçü ve belirli bir vade hususunda anlaşsın.» buyurul-muştur.

Mütercim :

Selem satışı, veresiyeyi peşine satmaktır. Daha doğrusu peşin para ile veresiye mal almaktır ki, buna-alevra satış denir. Diğer alış­verişler gibi, selem de icab-kabul ile gerçekleşir. Meselâ, bir buğday satıcısına gelen bir müşteri: Sana yüz kilo buğday için üç yüz lira verdim, üç ay sonra teslim alacağım, der de, satıcı, kabul ettim, ceva­bını verirse selem suretiyle alış-veriş gerçekleşmiş olur. Ancak.selem suretiyle alış-verişiri sahih olabilmesi için bazı şartlar vardır. Satın alınacak malın cinsini ye vasıflarını açıklamak, alınacak malın cin­sine göre miktarını belli etmek, malın fiyatını tesbit etmek, malın tes­lim zamanım tayin etmek gibi. Ceviz ve yumurta benzeri malların büyüklükleri birbirine yakın olduğu için bunların miktarları sayı ile belirlenebilir, ölçek ve tartı ile de tesbit edilebilir.

Muayyen bir kalıpla imal edilen tuğla, kerpiç ye benzeri madde­lerin miktarları sayı ile gösterilir.

Kumaş ve bez gibi malların cinsleri gösterildikten sonra bunla­rın eni, boyu ile incelik ve kalınlıklarını ve uzunluklarını da tayin et­mek gerekir. Bununla beraber malın teslim edilme yeri de gösteril­mek şarttır.

Şartlarına uyularak yapılan sözleşmede peşin olarak paranın teslimi gerekir. Eğer para teslim edilmeden satıcı ile alıcı birbirle­rinden ayrılırlarsa, bu ahş-veriş geçersiz olur.

Hanefi mezhebinde, selem suretiyle satın alınacak malın en az bir ay sonra teslim alınması lazımdır. İmam Malik'e göre en az on beş gün sonra teslim alınmalıdır. Şafiî mezhebinde malının teslimi­nin yapılması şart değildir. Mal ve para karşılıklı olarak peşin alınıp verilmiş olsalar selem yine sahih olur; fakat malın teslimi ertelendi­ği zaman, teslim vaktinin belirlenmesi şarttır. Hadîs-i şerifte geçen «şey» kelimesi, hayvanlara da şamil olduğu için, hayvanlarda da se­lem yolu ile alış verişin caiz olduğunu İmam Şafii kabul etmektedir. Halbuki Hanefî mezhebinde, hayvanlarda selem alış verişi caiz de­ğildir.

Mütercim :

Selem satışı, veresiyeyi peşine satmaktır. Daha doğrusu peşin para ile veresiye mal almaktır ki, bunaalevra satış denir. Diğer alış­verişler gibi, selem de icab-kahul ile gerçekleşir. Meselâ, bir buğday satıcısına gelen bir müşteri: Sana yüz kilo buğday için üç yüz lira verdim, üç ay sonra teslim alacağım, der de, satıcı, kabul ettim, ceva­bını verirse selem suretiyle alış-veriş gerçekleşmiş olur. Ancak selem suretiyle alış-verişin sahih olabilmesi için bazı şartlar vardır. Satın alınacak malın cinsini ve vasıflarını açıklamak, alınacak malın cin­sine göre miktarını belli etmek, malın fiyatını tesbit etmek, malın tes­lim zamanını tayin etmek gibi. Ceviz ve yumurta benzeri malların büyüklükleri birbirine yakın olduğu için bunların miktarları sayı ile belirlenebilir, ölçek ve tartı ile de tesbit edilebilir.

Muayyen bir kalıpla imal edilen tuğla, kerpiç ye benzeri madde­lerin miktarları sayı ile gösterilir.

Kumaş ve bez gibi malların cinsleri gösterildikten sonra bunla­rın eni, boyu ile incelik ve kalınlıklarını ve uzunluklarını da tayin et­mek gerekir. Bununla beraber malın teslim edilme yeri de gösteril­mek şarttır.

Şartlarına uyularak yapılan sözleşmede peşin olarak paranın teslimi gerekir. Eğer para teslim edilmeden satıcı ile alıcı birbirle­rinden ayrıhrlarsâ, bu alış-veriş geçersiz olur.

Hanefi mezhebinde, selem suretiyle satın alınacak malın en az bir ay sonra teslim alınması lazımdır. İmam Malik'e göre en az on beş gün sonra teslim alınmalıdır. Şafii mezhebinde malının teslimi­nin yapılması şart değildir. Mal ve para karşılıklı olarak peşin alınıp verilmiş olsalar selem yine sahih olur; fakat malın teslimi ertelendi­ği zaman, teslim vaktinin belirlenmesi şarttır. Hadîs-i şerifte geçen «şey» kelimesi, hayvanlara da şamil olduğu için, hayvanlarda da se­lem yolu ile alış verişin caiz olduğunu îmam Şafiî kabul etmektedir. Halbuki Hanefî mezhebinde, hayvanlarda selem alış verişi caiz de­ğildir.[36]

 

ŞUF'A  BAHSİ

 

621- Ebû Râfi'den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerinin azadhsı olan Ebû Râfi' (radıyallahu anh) der ki: Sa'd bin Ebi Vakkas'a, yâ sa'd! dedim, evinizdeki iki odamı benden satın al. Sa'd, vallahi on­ları satın almam! dedi. Misver, vallahi o iki odayı satın alacaksın, dedi. Sa'd, vallahi parça parça veya taksit taksit dört bin Dirhem'den fazla vermem, dedi. Bu odalara karşılık bana beş yüz Dinar verildi. Ancak Peygam Sallallahu Aleyhi vesselem'in, «komşu, yanıbaşmda-kine herkesten daha müstahaktır.

Buyurduğunu işitmemiş olsaydım, odalarımı size vermezdim, de­dim ve bu odaları Hazreti Peygamberin emirlerine uyarak Sa'd bin Ebi Vakkas'a verdim.

Mütercim :

Satılacak akarm piyasa değeri ne ise o değer üzerinde ona sahib olmaya Şuf'a denir. Hanefi mezhebinde şuf'a hakkı, ilk önce satılık akarda ortaklığı olana aittir. Sonra satılık akarda iç içe'bulunan (akarın yol ve su gibi menfaatlerini paylaşan) kişi gelir. Bunlardan sonra da bitişik komşuya, aittir. Birinci derecede hakka sahib olan, satılan mala talib ise, diğerleri hak iddia edemezler. İkinci derecede hakka sahib olan talib ise, üçüncü derecedeki hak isteyemez. Bu du­rumda şuf,a sebepleri üçtün 1) Gayri menkulün (taşınmaz malın) mülkiyetine ortak olmak, 2) Akarın yolunda veya suyunda kullan­mak hakkı bulunmak, 3) Akarın komşusu olmak.

Şafiî mezhebinde, bitişik komşunun şuf'ada hiç bir hakkı yok­tur. Ebû Râfi'in bu nakledilen hadîsi ise, satılan malda Sa'd bin Ebî Vakkas'm bir ortaklığı bulunma ihtimaline yorumlanmaktadır. Bu da Hazreti Cabir'in: Şuf'a ancak ortak malda olur; hisseler ayrıldık­tan sonra ve hudutlar gösterdikten soi.ra, kimsenin şuf'a hakki ola­maz, sözüne dayandırılmaktadır.

İmam Azam Hazretleri, Ebû Râfi'den rivayet edilen Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerinin sözü ile amel ettiler. Şafii alimleri bu Ebû Râfi'den rivayet edilen hadîs-i şerifin isnadında zaaf görmektedirler. Halbuki Hazreti Câbir'in rivayetinin isnadında zaaf yoktur.

Hanefî mezhebinde şuf'ada üç şart lâzımdır:

1- Müvasebe: Malın satıldığını duyan kimse, hemen o mecliste şüf'a hakkına sahip bulunduğunu ve hakkım taleb edeceğini söy­lemelidir.

2- Şahid: Satılan yanına    giderek    en az iki kişi    yanında: Siz şahid olun, bu mülkün şüf'a hakkı benimdir, haberim olmaksızın falancaya satılmıştır. Ben dava açacağım. İşittiğim anda şuf'a taleb ettim ve şimdi de taleb ediyorum, gibi sözler söylemek. Yahud bu söz­leri müşterinin yanma giderek bizzat ona söylemek. Müşteri.uzak bir yerde ise ona mektupla bu haberi iletmek.

3- Dava.- Mahkemeye başvurarak davacı olmak. Bu üç şarttan bîri bulunmazsa şuf'a hakkı kalmaz. Bu üç şarta dikkat edilmelidir.

 

622- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha)  der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sordum: Benîm iki komşum var. Onlardan birine hediye veya bağış   yapacağım zaman hangisine yapayım? Bana şöyle buyurdular.-

«Bunlardan sana kapısı en yakın olana.»

Mütercim:

Birkaç komşusu bulunan kimse, bunlar arasında tercih yapacağı zaman en yakın olan komşuyu seçmelidir. Ondan başlayarak diğer yakın komşulara vermelidir. Buhari Hazretleri Şuf'a bölümünde bu hadîs-i şerifi zikretmelerinin sebebi, bitişik komşunun şuf'a hakkı varken diğer komşulara tercihi gerektiğini göstermektir. Komşuların yakın ve uzaklığı, ev kapıları itibariyle olması gerekir. Fakat İmam Şafiî Hazretleri, bu hâdîs-i şerif esas itibariyle şuf'a hakkında ol­mayıp açıkça hediyeye dair olduğundan bitişik komşunun şuf'a hak­kına sahib olacağına delil olamaz, diye ictihad eyledi.[37]

 

İCARE BAHSÎ

 

623- Ebû Musa El-Eş'arî (Radıyallahu Anh) der ki:

Yanımda Eş'arî kabilesinden iki kişi olduğu halde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellemin huzuruna vardık. Bu adamlar çalış­mak ve hizmet etmek için Hazreti Peygamberden valilik istediler. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana dönerek kırgın bir ba­kışla: «Ebû Musa...» deyince, hemen dedim ki: Ya Resûlallah, seni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim! Bu iki kişi­nin, sizden memuriyet isteyeceklerini bilmiyordum ve bu isteklerini bana açmadılar. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Haz­retleri o iki kişiye hitaben şöyle buyurdu:

«Memuriyetlerimize, talip olanları atamayız (ancak ehil buldu­ğumuz kişileri atarız).»

(Çünkü istekte bulunanların bir maksadı olabilir).

Mütercim :

İmam Buhari Hazretleri bu hadîs-i şerifi icare bölümünde zik­retti. Sebebi şu: Hükümetin memuru, amme işlerini gören kişi de­mektir. Adam için iş değil, iş için ehil adam . aramalıdır, meşhur ata sözü, bu hadîs-i şerife uygun düşmektedir. Gerek kadılık göre­vine, gerek diğer memuriyetlere ehliyetli kimselerin tayini gerekir. Kadılık görevine talip olmak din yönünden iyi olmadığı gibi, diğer memuriyetleri de istemek bu hadîs-i şerif ile iyi bulunmamaktadır.

 

624- Ebû Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, «Allah Tealâ Hazretle­rinin gönderdiği her peygamber koyun gütmüştür.» buyuranca as-hab sordu: Sen de mi? Resûli- Ekrem.                       -       .

«Evet, Mekke'lilerin, Kararît bölgesinde koyunlarını güderdim.» buyurdular. Yahut «Mekke'lilerin koyunlarını, karârît (ücret) karşı­lığında güderdim.»

îbni Hacer el-Askalanî, Fethu'1-Barî adlı eserinde, bir miktar ücretle güderdim, manasını tercih etmiştir. Mekke'lilerin kırat keli­mesini kullanmaları büyük miktarlarda" görülmüştür. Paralarda, altın ve gümüşlerde kullanılmaz. Nitekim «Her kîrât, Uhud kadardır», hadîs-i şerifinde büyük miktar manasında beyan edilmiştir.

Mısırlıların dilinde ise kırat ancak parada, altın ve gümüşte kullanılır. Bir kırat beş arpa tanesi ağırlığıdır.

îbni Hacer'in Mekke'de kırat adında bilinen bir yer olmadığı düşüncesi ile ilk mânayı kabul etmemesini bazı alimler isabetli bul­mamışlardır. Çünkü zamanımızda bile bir yerin meşhur olarak bi­linmemesi onun mevcut bir yer olmadığına delil olamaz. Zamanla isimler ve şöhretler değişebilir de. Ayrıca Hazreti Peygamberin o yerde bu adı vermesi ihtimâli de Vardır. Bu sebeplerden dolayı akla ve mantığa uygun düşen: «Mekke koyunlarını çocukluğumda Kara­rît belgesinde güderdim», manasını vermektir.

Peygamberlere nübüvvetten önce koyun gütme görevi vermek onlara bir noksanlık olmayıp şefkat ve merhamete, idare ve siyasete alıştırmak, tevazu ve yüksek ahlâkla ahlaklanmak hikmetine bağlı­dır.

 

625- Ebû Musa'dan (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir: «Müslümanlar, Yahudiler ve Hıristiyanların örneği, şuna benzer Bir adam, birtakım kimseleri muayyen bir ücretle bir gün akşama kadar kendisine bir iş yapmak üzere kiralar.. Bu adamlar da ona gün ortasına kadar çalışırlar; sonra derler ki, senin bize vermeyi kabul­lendiğin ücrete ihtiyacımız yok ve şimdiye kadar çalıştığımız da hü­kümsüzdür. Adam bu işçilerine der: Hayır,bunu yapmayın, işinizin geri kalanını tamamlayın ve ücretinizin tamamını alın. Onlar bunu yapmaktan kaçınırlar ve işi bırakırlar.

Adam bunlardan sonra başkalarını ücretle çalıştırır ve onlara der ki: Bu gününüzün geri kalanını çalışarak tamamlayın, size o ça­lışmayı bırakanlara şart koştuğum ücreti vereceğim. Bunlar da ça­lışırlar; nihayet ikindi olunca, sana yaptığımız iş hükümsüz (karşı­lıksız) dır ve bize tayin ettiğin ücret de senin olsun, derler. Adam, onlara: Geri kalan işinizi tamamlayınız, zira günün bitmesine kısa süre kaldı, der. Bu işçiler de çalışmaktan kaçınırlar. Adam, geri ka­lan zamanı çalışmak için başka kimseleri ücretle çalıştırır. Bunlar da günün geri kalan kısmını çalışırlar; nihayet güneş batar ve daha Önce çalışan iki gurubun ücretini tamamen hak kazanırlar. îşte bu milletlerin ve onların ilahi nuru kabul etmelerinin örneği budur.»

Mütercim:

Yahudilerin ameli, Hazreti îsâ Aleyhisselâm'ın peygamber ola­rak gönderilmesi ve Yahudilerin onu inkâr etmeleriyle hükümsüz kaldığı gibi, hıristiyanların ameli de, Hazreti Muhammed Aleyhisse-lâm'ı inkârları sebebiyle karşılıksız kalmıştır, diye bu temsil açıkla­nabilir.

 

626- îbni Ömer'den (Radıyallahu Anhüma) rivayet edilmiş­tir:

«Sizden önceki ümmetlerden üç kimse yolda giderlerken (yağ­mura tutulduklarından) bir mağaraya sığındılar. Derken dağdan yu­varlanan bir kaya mağaranın ağzını kapadı. İçerdeki adamlar dediler ki, bu kayadan sizi, ancak salih bir amelinizi vesile ederek Allah'a dua etmeniz kurtarır. Onlardan biri şöyle dua etti:

  Allah'ım! Benim çok ihtiyar anne ve babam vardı. Onlara ak­şam sütünü içirmeden aile ve elim altmdakilerden hiç. kimseye içir-mezdim. Bir gün bir iş takibinde oluşum, beni geciktirdi ve geldiğim zaman ikisi de uyumuştu. Akşam sütlerini sağdım ve (yanlarına var­dığımda) kendilerini uykuda buldum. Onlardan" önce aile veya elim altmdakileri içirmek istemedim. İki elimde süt kadehi (bardağı) ola­rak durup uyanmalarını bekledim. Nihayet şafak sökünce uyandılar ve akşam sütlerini (sabahın bu erken saatinde) içtiler.

Allah'ım! Eğer ben bunu senin rızanı kazanmak için yaptımsa, içinde bulunduğumuz şu kaya derdinden bizi kurtar.

Bu dua üzerine kaya, biraz (mağaradan dışarıya çıkılamayacak kadar) aralandı. Diğer şöyle dua etti:

  Allah'ım! amcamın bir kızı vardı; bana insanların en sevim­lisi idi. Kendisini bana teslim etmesini istedimse de, kaçındı. Sonra bu kız, açlık ve kıtlık senelerinden birine uğrayarak bana geldi. Bana kendini teslim etmek şartı ile ona yüz yirmi Dinar (sarı lira) verdim. Kızcağız (çaresiz kalarak) istediğimi yaptı. Nihayet ona istediğimi yapabilecek duruma geldiğim zaman dedi ki; Nikâhsız olarak halkayi (kızlığımı) bozmanı sana helâl etmem. Bu durumda ona yaklaş mayı ağır buldum ve verdiğim altınları kendisine bırakarak bana insanların en sevimlisi olan o kızın yanından ayrıldım. Allah'ım! Eğer bunu senin rızan için yapmışsam, içinde bulunduğumuz darlık­tan bizi kurtar. Bu dua üzerine kaya biraz daha aralandı; fakat çık­mayı başarabilecekleri kadar değildi. Üçüncüleri şöyle dua etti:

Allah'ım! Ben birtakım işçiler kiraladım. Sonra onların yev­miyelerini ödedim; yalnız içlerinden bin ücretini almadan bırakıp gitti. Onun alacağını ticarette çalıştırdım ve bu alacaktan bir sürü mal meydana geldi. Bir müddet sonra yanıma gelerek dedi ki: Ey Allah'ın kulu, benim ücretimi bana Öde! Ben de ona dedim ki, şu gördüğün develer, sığırlar, koyunlar ve köleler senin ücretindendir. Adam dedi ki, ey Allah'ın kulu, benimle alay etme! seninle alay et­miyorum, dedim. Bunun üzerine malların hepsini alıp götürdü.

Allah'ım! Eğer bunu senin rızanı kazanmak için işlemiş isem, içinde bulunduğumuz sıkıntıdan bizi kurtar. Bu dua üzerine kaya açıldı ve onlar da yürüyerek çıktılar.»

Mütercim :

Bazı rivayetlerde üçüncü adamın üç sa1 (takriben dokuz kilo) pirinç karşılığında işçisini çalıştırdığı nakledilmektedir. Bir işçinin izni olmaksızın onun ücretinde iş verenin istediği gibi tasarruf hakkı yoksa da, henüz işçinin eline geçmemiş olan bir ücretin üzerine ilâ­ve bir bağış olacağından işçinin lehine olarak caizdir.

Ayrica bu hadîs-i şerif, iyi amellerin ahirette kişiler için kur­tuluş vesilesi olacağına işaret etmektedir.

 

627- Ebû Saîd El-Hudrî (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem-in emirleri ile ashabdan bir kaç kişilik bir müfreze (birlik) halinde gazaya çıkmıştık. Yolda Arap kabilelerinden birine uğradığımızda, bizi müsafir etmelerini' istedik. Onlar kabul etmediler. O sırada bu kabilenin reisini akrep sokmuş olduğundan bütün halk çeşitli ilâçlarla onun tedavisine çalı­şıyorlardı. Fakat hiç bir fayda elde edilememişti. Sonra bize baş vu­rulmasını düşünmüşler ve bize gelip dediler ki: Reisimizi akrep sok­tu. Biz de her çareye baş vurduk fakat fayda vermedi. İçinizden her­hangi birinizin buna dair bildiği bir ilâç veya afsun (okuyacağı ha­vas) var mıdır? İçimizden biri (ben) onlara cevaben: Evet vallahi ben, Allah'ın izniyle sizin reisinizi afsunlarım. Ancak biz sizden mü-safirliğe kabul edilmemizi istedik, siz razı olmadınız. Şimdi bize bir ücret tayin etmezseniz afsun yapmam, dedi. Sonra onlardan otuz baş koyun almak üzere sözleşme yapıldı. Teminat alınınca Ebû Said El-Hudri bu kabile reisinin yanma vardı-ve Fatiha sûresini okuyup ona üfledi. Allah Tealâ Hazretlerinin izni ile adam hemen iyileşti. Kendisinde hiç hastalık eseri kalmadı. Onlar da sözleşme gereği otuz baş koyunu teslim ettiler.

Koyunlar teslim alındıktan sonra bunları aramızda bölüşmeyi istedikse de, afsun yapan Ebû Saîd, durumu Hazreti peygambere arz etmeyi uygun buldu ve sorduktan sonra bölüşelim, dedi. Son­ra bu koyunlarla Medine'ye dönülünce mesele Hazreti Peygambere arz edildi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ebû Said'e hi­taben:

«Fatiha sûresinin afsun olduğunu sana kim bildirdi? Gerçekten isabet ettiniz. Koyunları aranızda bölüşünüz ve bana da bir hisse ayırınız» buyurdu ve gülümsedi. (Yaptığınız iş o derece helâl ki, ben ele yiyebilirim.)

Mütercim:

Bir kimse böyle şifa için afsun yapınca karşılığında verilecek üc­reti almanın helâl olduğuna bu hadîs-i şerif delildir. Verilecek ücret yalnız okuyana ait ise de, bütün hazırdaki arkadaşlar arasında, bö­lünmesi iyi ahlâklardan bir örnektir. Burada Hazreti Peygamberin «bana da bir" hisse.ayırın» buyurması, alman ücrette bir şübhe olma­dığım ifade etmek içindir. Yoksa onlardan hisse almamıştır.[38]

 

HAVALE BAHSİ

 

628- Ebû Hüreyre'den  (Radıyallahu   Anh)  rivayet edilmiştir:

«Varlıklı olan kimsenin borcunu ödemeyip geciktirmesi, bu zu­lüm ve haksızlıktır. O halde sizden biriniz varlıklı bir adama havale edildiği zaman onun arduıa düşsün (alacağını ondan talep etsin).»

Mütercim :

Borçlu olan kimse, borcunu ödemeye imkânı varken meşru bir özür olmaksızın bu borcunu ödemeyip bugün, yarın diye alacaklıyı oyalarsa, alacaklıya eziyet ve sıkıntı verdiğinden zulüm işlemiş olur. Bu şekilde eziyet etmek ise haramdır. Ancak, alacaklı, alacağını borç­ludan istedikten sonra oyalamanın haram olduğunu, alacak isten­meden geciktirmenin haram olmadığını alimler söylemişlerdir.

Bir borçlu, üzerinde olan bu borcunu, kendisine borçlu olan baş­ka birisine havale ederek alacaklısına ödenmesini isteyebilir. Bu du­rumda alacaklısı olan şahıs, üzerine havale edilen şahsı zengin bul­duğu takdirde bu havaleyi kabul edip ondan alacağını isteyebilir ve onu takib etme hakkına sahip olur. İşte böyle bir işleme havale deni­lir. Havale, borçlu ile alacaklı arasında bağlantı haline gelir. Yani havale eden muhil (borçlu ile lehine havale edilen Muhalün Leh (alacaklı) arasında sözleşme yapılır; kendisine havale edilen Muha­lün Aleyhin (üçüncü şahsın) hazır bulunması gerekmez. Ancak.bu üçüncü şahsa havale haberi ulaşıp ta onu kabul ederse havale ta­mam olur.

Böylece bir borçlu, kendi borcunu başkasına olan alacağına, karşılık o borçluya hava-le ederse, alacaklısının bu havaleyi kabul, etmesi ve alacağını bu üçüncü şahıstan takıp etmesi icab eder, ki, hadîs-i şerif buna delâlet etmektedir. Bu hadîs-i şerifte olan emir vâ-cibliğe değil, müstehablığa hamledilnıiştir.

 

629- Seleme bin Ekvâ, IRadı-yallahu Anh) der ki: Biz Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'ln huzurlarında iken . bir cenaze getirildi ve denildi ki: Ya Resûlallah, bu cenazenin na­mazını kılınız. Hazreti Peygamber sordu:

«Bu ölünün bir kimseye borcu var mıydı?» Oradakiler:

  Hayır, borcu yoktu, dediler. Yine sordu:                        

«Geriye mal olarak bîr şey bırakmış im?» Onlar :

  Hayır, mal diye bir şey bırakmadı, dediler. Bunun üzerine Hazreti Peygamber ona cenaze namazı kıldı. Sonra başka bir cenaze getirildi, ve ya resûlallah, buna cenaze namazı kılınız, dediler. Haz­reti Peygamber onlara sordu:

«Bunun borcu Var mıydı?» Kendisine:

  Evet, vardı. Diye cevab verildi. Yine Hazreti Peygamber sor-

«Geriye mal olarak bir şey bırakmış mı?» Oradakiler:

  Üç dinar bıraktı, dediler. Bunun üzerine Hazreti Peygamber, o cenazenin namazını kıldı.

Sonra üçüncü bir cenaze getirildi ve dediler ki, bunun cenaze namazım kıl. Hazreti Peygamber sordu:

«Mal olarak geriye bir şey bıraktı mı?» Oradakiler :

  Hayır, bırakmadı. Dediler. Yine sordu: «Zimmetinde borç var mıydı?»  Onlar:

  Üç dinar borcu vardı. Dediler. Peygamber Salîallahu Aleyhi ve Selleni: «Arkadaşınızın cenaze namazım siz kılın.» buyurdu. Ebû Katade dedi ki: Ya Resûlalîah, onun borcunu üzerime alıyorum. Bu­nun üzerine Hazreti Peygamber onun da namazını kıldı.

Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Allah Tealâ, Hazreti Peygamber'e fetihler ihsan edince (ganimetler çoğalınca), Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«Ben, müminlere, kendi nefislerinden daha yakınım. Müminler­den kim (miras yerine) borç bırakarak Ölürse onun borcunu öde­meyi üzerime alıyorum. Kim miras bırakırsa veresesine aittir.

Mütercim;

İslâm'ın ilk zamanlarında korkutmak ve ibret olmak için Hazreti Peygamber, borçlu ölenlerin cenaze namazını kılmamiştir. Fakat bu borçlu olarak ölenlerin cenaze namazları diğer ashab tarafından kı­lınırdı. Sonra fetihler çoğalıp ganimetler bollaşmca, artık Hazreti Peygamber, ölen müslümanlann borçlu olup olmadığım soruşturma­yarak namazlarını kılardı. Çünkü borçlu olarak ölüp de borcunu karşılayacak mal bırakmamış ise bu borcu ödemeyi üzerlerine almış­lardı.-

«Ben, müminlere kendi nefislerinden daha yakınım. Bundan böy­le müminlerden borçlu olarak ölenin borcunu ödemek bana aittir. Geriye mal bırakanın malı veresesi içindir.»

Hadîs-i şerifte adı geçen ölünün borcunu ödemeyi Ebû Katade üzerine aldığından ölüden borç düşmüş oldu. Bu şekilde kefalet ve tazmin ittifakla sahihtir.

 

630- Hazreti Câbir (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Salîallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri bana mal va'd ederek şöyle buyurmuşlardı: «Eğer Bahreyn'den para gelmiş olsaydı sana şöyle şöyle (avuç dolusu) verecektim.» Fakat Bahreyn bölgesin­den para ancak Hazreti Peygamberin irtihallerinden sonra gelebildi.

Bu malın gelişinde Hazreti Ebû Bekir (Radıyallahu Anh) bir duyu­rucu vasıtası ile çarşı ve sokaklarda şu ilânı yaptırdı:

— Her kime Hazreti Peygamberin bir va'di veya taahhüdü var­sa yanımıza gelsin, ödeyeyim. Bu haberi duyunca Hazreti Ebû Be­kir'in (Radıyallahu Anh) yanma gittim. Hazreti Peygamberin bana buyurduğunu ona arz ettim. Bunun üzerine Hazreti Ebû Bekir; iki defa iki avuç dolusu bana para verdi. Bunların beşyüz dirhem ol­duğunu saydım. Sonra Hazreti Ebû Bekir bana hitaben: Verdiğimin iki katını da kendin avuçlayip al, buyurdu. Ben de avuç avuç aldım ve paraların tümü bin beşyüz dirhem oldu.[39]

 

VEKÂLET BAHSİ

 

631- Ukbe bin Âmir (Radıyallahu Anh) der ki;

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve, Sellem Hazretleri asha>ı kiram arasında bölünmek üzere kurbanlık davarlar vermişti. Hepsini as-hab arasında böldükten sonra yalnız bir yaşında bir oğlak kalmıştı. Bu durumu Hazreti Peygambere arzettiğim zaman bana şöyle bu­yurdular:

«Onu da sen kurban kes.»

Mütercim :

Ukbe bin Âmir Hazretleri, Peygamber Salaîlahu Aleyhi ve Sel­lem tarafından veya ortaklar tarafındarv v£kil olarak o dayarların dağıtılmasına memur edilmişti. Yapilacak işlerde ortağın vekâleti caiz olduğuna bu hadîs-i şerif delildir.

 

632- Ebû Hüreyre'den   (Radıyallahu Anh)   rivayet edilmiştir:

Bir adamın Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'de muayyen bir yaşta bir deve alacağı vardı. Onu istemeğe geldi; fakat bu ala­cağını isterken sert ve kaba davrandı. Oradaki ashabdan bazıları bu adama haddini bildirmek isteyince, Hazreti Peygamber şöyle bu­yurdu:

«Bırakın onu: (dilediği gibi) konuşmak, hak sahibinin hakkıdır. Bu adama, devesi yaşında bir deve veriniz.» Ashab dediler ki: Ya Re-sûlailah, biz onun alacaklı olduğu deveden daha büyüğünü bulabi­liyoruz, emsalini bulamadık. Bunun üzerine Hazreti Peygamber:

«Onu veriniz; zira sizin en iyi Ödeme yapanınız, en hayırlınizdir.» buyurdular.

Mütercim;

Vekâletin caiz olduğu hükmü bu hadîs-i şeriften çıkarılmakta­dır. Yine deve ve buna benzer hayvanların ödünç alınmasının cevazı Şafiî ve Maliki fakihlerin çoğunluğuna göre bu hadîs-i şeriften. alın­mıştır. Ancak Hanefî mezhebinde böyle veresiye olarak hayvanı hay­van karşılığında satmak caiz değildir. Bu konuda açık olarak başka hadis-i şerif varid olmuştur. Hanefî alimlerinden İmam Tahavî'ye göre bu hadîs-i şerifin hükmü kalkmıştır. İmam Şafiî'ye göre hük­mü kalkmamıştır, bu hüküm halen de geçerlidir.

Bu hadîs-i şerife karşı olarak gösterilen diğer hadîs-i şerif, ha­dîs alimlerince «Mürseî» dir. Hükmün kalkması bu derecedeki ha­dîsle olamaz, demişler ve İmam Tahavî'y© red cevabı vermişlerdir.

Görünüşte hadîste geçen iki deve arasında olan kıymet farkı bir menfaat sağlamaktadır. Ödünç muamelelerinde ise menfaat sağla­mak haramdır. Fakat bu. menfaat, akid esnasında şart koşulmadığmdan bir hediye hükmündedir, bu caizdir. Ancak İmam Malik Haz­retlerine göre ziyadelik şartı akid esnasında olmasa bile, yine yasak­tır.

Netice olarak Hanefi mezhebinde böyle veresiye olarak hayva­nın cinsine satılması, Ödünç verilmesi veya değiştirilmesi caiz de­ğildir. Delil ise, diğer bir hadîs-i şeriftir.

 

633- Mervan bin Hakem (R.A.İ ve Misver İbni Mahreme (R.A.) den rivayet edilmiştir:

Peygamber Salallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine Havazin kabilesinden İslâm'ı kabul eden heyetler geldi. Bunlar, daha önce ken­dileriyle müslümanlar arasında yapılan savaşta ganimet olarak alınan mallarını, esir edilen, adamlarını geri almak istediler. Peygamber efendimiz onlara hitaben şöyle buyurdu:

«Bence sözün en değerlisi en doğru olanıdır. îki gruptan birini seçiniz:'Ya esirleri veya malı. (Bu ikisinden birini size geri verece­ğim) Esasen sizi beklemekte idim Cfakat geç geldiniz).» Onlar ya Re-sûllallah! dediler, adamlarımızın geri verilmesini istiyoruz. Bunun üzerine Hazreti Peygamber, müslümanlara bir konuşma yaparak, Ci­lala Tealâ Hazretlerine, şanına lâyık şekilde hamd-ü senada bulun­du ve sonra şöyle buyurdu:

«tmdi biliniz ki, din kardeşleriniz tevbe ederek (müslüman olarak) bize geldiler. Onlardan alman esirleri kendilerine geri ver­meyi ben uygun gördüm. İçinizden bunu karşılıksız olarak yapmak İsteyen varsa yapsın. Kendi payını korumak isteyenler de varsa Allah Teâlâ'mn bize ihsan edeceği ilk ganimet mallarından kendi­lerine paylarının karşılığı tarafımızdan verilmek üzere bunu yap­sınlar.» Müslümanlar dediler ki: Biz, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Seîlem'in öngördüğünü gönül hoşluğu ile kabul ettik. (Bir karşılık beklemeksizin onlara esirlerini geri vermeyi kabul ediyoruz.) Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:,

«Biz, hanginizin bunu şahıs olarak kabul ettiğini, hanginizin ka­bul etmediğini bilemeyiz. Yerlerinize dönünüz. Düşüncelerinizi ko­mutanlarınıza söyleyin de onlar bize arz etsinler.» Sonra bütün as-hab yerlerine gidip fikirlerini açıkladılar ve hepsi esirlerin karşılık­sız  olarak geri verilmesine razı oldular.

Mütercim :

Bu hadîs-i şeriften, vekilin ikrarı ve söz söylemesi" müvekkilin ikrarı demek olduğunu meydana çıkıyor. Çünkü her birliğin komutam emrindekilerin vekili sayılmıştır. İmam Ebû Yûsuf Hazretleri bu gö­rüşü benimsedi. îmam Azam, İmam Şafiî, imam Muhammed Haz­retlerine göre, komutanlar idareci ve hakim durumunda olup mai­yeti hakkında onların sözlerinin kabulü, tıpkı hakimin ve idarecinin memurlar hakkında olan sözlerinin kabulü gibidir.

 

634- Ebû Hüreyre  (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri beni bir va­kit zekâtı muhafazaya memur etmişti, (anbar memuru olmuştum). Bir gece adamın biri gelip hurma erzakından avuçlayarak aldı. Ben de onu yakalayarak, seni Hazreti Peygambere götüreceğim, dedim. O hırsız bana dedi ki: Gerçekten ben buna muhtacım. Benim çoluk-ço-cuğum var ki, son derece ihtiyaç içindedirler. Ben de acıyarak onu bıraktım. Sonra sabah olunca Hazreti Peygamber bana şöyle bujvr-du:

Ebû HÜreyre! Dün gece yakaladığın adam ne yaptı?»  Ben de :

Ya Resûlallah! dedim. O adam, çoluk-çocuğunun ihtiyaç ve zarure­tinden şikâyet ettiği için kendisini acıdım ve bıraktım. Hazreti Pey­gamber,

«Ne var ki, o adam sana yalan söyledi ve yine dönecektir.» bu­yurdu. Tekrar erzak çalmak için geleceğini bildiğimden onu gözet­ledim. Bir gece yine geldi. Zekât mallardan avuç avuç almağa baş­ladı. Kendisini yakaladım ve: Seni Hazreti Peygamberin huzuruna, götüreceğim, dedim. Adam bana yalvardı:

— Beni bırakınız. Sonderece fakir ve muhtacım. Çoluk-çocuğum da son derece zaruret içindedir. Bir daha gelmeyeceğim. Bu defa. da beni bağışla, dedi. Yine acıyarak onu salıverdim. Sabah olunca Pey­gamber SallaRâhu Aleyhi ve Sellem Hazretleri:

«Efoû Hüreyre! Gece yakaladığın adamı ne yaptın?» buyurdu. Ben de:

  Yâ Resûlallah! Son derece    ihtiyacından,    çoluk-çocuğunun zaruretinden şikâyet etti, merhamet diledi. Ben de onu acıyarak sa­lıverdim, dedim. Hazreti Peygamber bana şöyle buyurdu:

«Ne var ki, o yalan söylemiştir ve yine dönecektir.» Sonra ben üçüncü gece yine onu gözetledim. Bir de baktım ki, avuç avuç hur­ma çalıyor. Hemen onu yakaladım ve : Bu defa muhakkak seni Haz­reti Peygamber götüreceğim; çünkü bir daha gelmeyeceğim diye söz verdiğin halde tekrar geldin, bu üçüncü defa oldu, dedim. Adam bana şu cevabı verdij Bu defa da beni bırak; ben sana çok değerli keli­meler öğreteceğim ki, bunlar sebebiyle Allah Tealâ sana çok fay­dalar ihsan ve ikram eder.

  Öğreteceğin kelimeler nedir? diye sordum. Dedi ki:

  Yatacağın zaman «Ayete'1-Kürsî» yi sonuna kadar oku. Her akşam böyle okursan, sabaha    kadar Allah Tealâ Hazretleri sana koruyucu Melekler gönderir ve seni korurlar. Şeytan da sana yakla-şamaz, dedi. Bu sözüne karşılık ben de onu salıverdim. Sabah olun­ca yine Peygamber SallalJahu Aleyhi ve Sellem sordu:

«Geceki tutsağı ne yaptın?» Ben de, hırsızın bana söylediği sözleri ve öğrettiği kelimeleri Hazreti Peygambere anlattım ve bunun üze­rine adamı salıverdiğimi; söyledim. Hazreti Peygamber Bana şöyle buyurdu:

«Yalancı olduğu halde, (ayete'l-Kürsü'nün özelliğine dair) sana doğruyu söylemiştir. Ya Eba Hüreyre! üç geceden beri seninle konu­şan kimdir, biliyor musun?» Ebû Hüreyre: Hayır, bilmiyorum, dedi. Hazreti Peygamber:

«O şeytandır,» buyurdu.

Mütercim:

Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh), öşür ve sadaka anbannı ko­rumaya memurdu ve Hazreti Peygamberin vekili idi. Böyle vekil ola­nın, vekâlet ettiği maldan zaruret dolayısı ile bir şey vermek veya harcamak halinde müvekkilin muvaffakatmı alması gerektiğine bu hadîs-i şerif delil olmaktadır.

 

635- Ebû Saîd El-Hudrî (Radıyallahu Anh) der ki:

Bilâl Habeşî Hazretleri bir kere «Berna» adı verilen sarı ve yu­varlak biçimde hurma ile Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna gelince, ona sordu;

«Bu hurma nereden?» Bilâl dedi ki:

— Ya Resûlallah, yanımda bulunan kalitesiz hurmadan iki öl­çek verip bu berna hurmasından bir ölçek aldım ve size ikram için özel olarak getirdim. Hazreti Peygamber Bilâl'a şöyle buyurdu:

«Eyvah, eyvah! Ribanın tâ kendisi, ribanın tâ kendisi... Bunu yapma. Böyle iyi hurma satın almak istediğin zaman, sendeki kalite­siz hurmayı para ile sat ve aldığın para ile bu iyi hurmayı satın al.» Sonra o hurmaların hemen sahibine geri verilmesini Hazreti Pey­gamber emretti.[40]

 

ZİRAAT BAHSİ

 

636- Enes'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

«Herhangi bir müslüman bir ağaç diker, yahud bir ekin eker de ondan kuş yahut insan veya hayvan yerse, bu- yüzden kendisine mutlaka sadaka sevabı yazılır.»

Mütercim:

Ziraat, kazançların en fazileti sidir. Sonra ticaret,  sonra atlardır. Bazı alimlere göre de, insanoğlunun ihtiyaca amanın ahvaline bağlı olarak faziletleri değişik olurdu ihl yaç olduğu zaman ziraat daha faziletlidir. San'ata ihtivar  zaman san'at faziletli olur.

 

637- Ebû Ümame EI-BahiK  CRadıyallahu Anh)  der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, saban ve bazı ziraat aletleri görünce:

«Bunlar Wr toplumun evine girerse o eve ancak zillet girer.»

Mütercim:

Bundan önceki hadis-i şerifte ziraat ve ağaç dikme övülmüştü. Burada ise, bir toplum tüm olarak ziraatla uğraşır da diğer san'at ve ticaret işlerini bırakırsa, o toplumda zillet ve hakir duruma düşme hali doğar ki, bu' bir cemiyet için kurtuluş ve yükseliş yolu değildir. Ziraat yanında san'at, ticaret, cihad gibi çeşitli bölümlerde çalışma lâzımdır ki, o toplum zilletten kurtulsun.

 

638- Ebû Hüreyre  (Radıyallahu Anh)   der ki:

 veya çoban köpeğinden başka bir köpek tutar-- sevabından bir kırat eksilir.»

Mütercim:

Av köpekleri, hayvan sürülerini koruyan köpekler, evleri hır­sızdan koruyan köpekler beslenebilir ve bulundurulabilir. Fakat süs için olsun, eğlence için olsun evlerde köpek bulundurulması yasak­tır. Hele başkalarına zarar verecek ısırıcı köpekleri barındırmak ha­ramdır. Barın diri İmal arı caiz olpaı köpeklere ittifakla sahip olüna-bildiğinden İmam Malik Hazretleri köpeğin tahir Ctemiz) olduğu görüşündedir. Çünkü böyle av köpekleriyle meşgul olmak sebebiyle onlardan sakınmak zordur. Ayrıca bir şeye izin verilmesi, o şey ile ilgili hususları da kapsar ve izin bunlara da şamildir, diye hüküm vermiştir, İmam Azam Hazretlerine göre, köpek domuz gibi aynen pis olmayıp kılları ve kemikleri temizdir. Derisi de tabaklanabilir. Yalnız köpeğin salyası pistir.

İmam Şafiî ve İmam Muhammed Hazretlerine göre, köpek do­muz gibi aynen pistir. Her parçası da böyle pistir. Yine İmam $afiî Hazretlerine göre, ıslak olarak bir kimsenin elbise veya bedenine köpek dokunursa, o yeri yedi kez yıkamak gerekir. Bu yedi kere te­mizlemeden birisinin toprakla olması lazımdır. Halk arasında söy­lenen ve Şafiîlere isnad edilen: Bir kimseye köpek dokunursa abdesti bozulur, sözünün aslı yoktur.

 

639- Ebû Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

« İsrail oğulları zamanında) biri öküze binmiş giderken Öküz binicisine dönüp baktı ve dedi ki: Ben bunun için (binilmek için) ya­ratılmadım; ancak ziraat için yaratıldım.» Ashab, öküzün konuşma­sına şaşarak (hadiseyi yadırgayarak), sübhanellah!   dediler. Bunun ne Hazreti Peygamber buyurdular ki:

«Ben buna inandım, Ebû Bekir ve Ömer de inandılar. Bir kurt da koyun kaptı. Çoban kurdun ardına düştü (ve koyunu kurtardı) Kurt çobana dedi ki: Canavarlar gününde, sürünün benden başka çobanı bulunmayacağı günde onu (koyunu) kim kurtaracaktır?» Bu

da Ashab'm hayretini mucip oldu. Hazreti Peygamber şöyle buyur­du: «Bu olaya ben inandım, Ebû Bekir ve Ömer de inandılar»

Bu lıadîs-i şerifi Ebû Hürsyre'den rivayet eden Ebû Seleme, Haz­reti Peygamber bu sözleri buyurduğu zaman o mecliste Ebû Bekir ile Ömer bulunmuyorlardı. Bu ikisinin de ayni inancı taşıyacaklarını onların gıyabında olarak Hazreti Peygamber haber vermişti, dedi.

 

640- Ebû Hüreyre CRadıyaJlahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Medine'ye hicretlerinde Medineli ashab CEnsar) dediler ki: Bizim mülkiyetimiz altındaki hurma bahçelerini kardeşlerimiz olan muhacirlerle (Mek­ke'den hicret edenlerle) aramızda böl ya resûlallah! Hazreti Peygam­ber onların bu dileklerine karşı, «hayır!» diye cevap verdiler. Sonra Hazreti Peygamberin muvafakati üzere muhacirler, Medine'lilerin hurmalarının bakım işlerini yürütmek şartı ile hurma ürünlerini ara­larında paylaşmayı kararlaştırdılar.

Mütercim :

Böyle hurma bahçelerinin bakımı, sulanması ve budanması muhacirler tarafından olup da ürünlerinin ortak olması müsâkat (zi­raat ortaklığı) dernektir. Fıkıh kitablarında beyan edilen müsâkat, bir taraftan ağaç ve diğer taraftan bakım olmak üzere elde edilen meyvalarm taraflar arasında bölünmesinden ibaret bir ortaklıktır. Müsâkatm rüknü, icab ve kabuldür. Ağaç sahibi meyvalarda şu ka­dar hisse almak şartı ile bu ağaçların bakımını sanaverdim, der. Kar­şı taraf da kabul ettim, cevabını verir ve ortalık bağlantısı kurulur. Ayrıca sözleşmeyi yapan iki tarafın da akıl sahibi olmaları şarttır. Bulûğa ermiş olmaları şart değildir. Yine hisselerin 1/2, 1/3, 2/3 gibi tayin edilmeleri lazımdır. Bu hadîs-i şerifte hisselerin gösterilmiş ol­maması, örf ve adete bağlı olarak hisse alınması kasdedildiği cihetle­dir ki, bu da ayrıca aralarında kararlaştırılmıştı.

 

641-  îbni Abbas'dan (Radıyallahu Anhünıa) rivayet edilmiştir.

««Herhangi birinizin, tarlasını ücret almaksızın bir din kardeşine (ziraat edip faydalanması için) vermesi, ondan belirli bir ücret al­masından daha hayırlıdır.»

Mütercim:

Bir kimse tarlasını ziraat etmesi için belirli bir ücret karşılığın­da verebilir. Ancak ücret almadan vermesi daha uygun, Allah katın­da da büyük sevaba vesile olur.

Ziraat için araziyi icara vermek caizdir. Bir kimse dilediğini ek­mek üzere kiraladığı arazide yaz ve kış, bir yıl içinde bir kaç defa ziraat edebilir. Bu hadîs-i şerifte, arazilerin kiralanamayacağına dair bir işaret yoktur. Yalnız ücretsiz olarak başkasına verilmesin­de fazilet vardır.

 

642- Hâzreti Aişe'den (Radıyallahu Anha)  rivayet edilmiştir: «Her kim, sahipsiz bir araziyi onarırsa ona herkesten daha müs­tahaktır.»

Mütercim :

.İmam Azam Hazretlerine göre, bir kimse hükümet izni ile boş araziden bir yeri imar ve ihya ederse ona sahib olur. Eğer böyle bir yerden yalnız faydalanma izni verilmişse, mülk edinilmesine mü­saade edihnemişse, o yerde yalnız' kullanma hakkı bulunur, mülki­yet hakkı olamaz. Her halde hükümet izni İmam Azam'a göre şart­tır.

İmam Şafiî, İmam Muhammed, Ebû Yûsuf hazretlerine göre pey-gamber'in izni kâfidir; hükümetin iznini almak şart değildir. Böyle bir araziyi ihya ve imar eden kimse, yaptığı imar sebebiyle o arazi­ye malik olur.



[1] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi: 7

[2] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:9

[3] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:11-12

[4] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:14

[5] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:15

[6] Mümin ve müslim kelimeleri ayni manayı taşırlarsa da, bazan burada olduğu gibi, görünüş hali İle islâmı kabullenene müslim ve kalben iman eden­lere de mümin denir. Gerçekten kalben olan imanı Allah bilir.   (A.F.Y.)

[7] Bu a'rabi, bunlardan başka yapmam gereken bir  şey var mı? diye  de sormuştu

[8] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:16-51

[9] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:52-61

[10] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:61-64

[11] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:64-66

[12] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:67-68

[13] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:68-92

[14] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:93-105

[15] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:105-145

[16] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:145-154

[17] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:154-155

[18] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:155-303

[19] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:158-159

[20] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:159-163

[21] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:163-1666

[22] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:166-167

[23] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:167-174

[24] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:174-177

[25] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:177-178

[26] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:178-210

[27] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:210-243

[28] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:243-254

[29] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:254-269

[30] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:269-272

[31] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:272-280

[32] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:280-291

[33] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:292-317

[34] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:317-324

[35] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:325-359

[36] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:359-360

[37] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:361-362

[38] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:363-369

[39] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:370-373

[40] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:373-379