Katıksız
Helâl Ve Haram Olan Şeyler Apaçıktır:
İnsanların
Şüpheli Şeyler Karşısındaki Tutumları:
Yüce Allah'ın
Haram Kıldıklarından Uzak Durmak:
1- Kalbe Bu
Adın Veriliş Sebebi:
Hadis-i Şeriften
Çıkartılan Hükümler:
Ebû Abdullah en-Nu'mân
b. Beşîr -r.a.-den dedi ki: Rasûlullah (s.a)'ı şöyle buyururken dinledim:
"Şüphesiz helâl de apaçık bellidir, haram da apaçık bellidir. Ama ikisinin
arasında benzeşen {müteşâbih) bazı hususlar vardır ki, insanların bir çoğu
bunları{n hükmünü) bilmezler. Her kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dini ve ırzı
(şeref ve haysiyeti) lehine korunmuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse,
harama düşmüş olur. Tıpkı yasak bölge çevresinde (koyunlarını) otlatan çobanın
o yasak bölgede güttüklerini ot-layarak sınıra yaklaşması gibi. Şunu bilin ki,
her bir hükümdarın bir yasak bölgesi vardır. Yine şunu bilin ki, Allah'ın yasak
bölgesi de O'nun haram kıldığı şeylerdir. Şunu da bilin ki, insan vücudunda bir
lokmacık et parçası vardır. O düzelirse, bedenin tümü düzelir, bozulursa
bedenin tümü bozulur. Bilin ki o, kalbdir.[1]
Bu hadis-i şerif
Şeriat'in kaidelerinden büyük bir kaidedir. Ebu Davud es-Sicistânî[2]
-Allah'ın rahmeti üzerine olsun- bu hadis hakkında şunları söylemektedir: İslâm
dört hadis etrafında dönüp dolaşır... Daha sonra bunlar arasında bu hadisi
zikretmektedir.[3] İlim adamlarından bazısı
da şöyle demektedir:
"Bize göre dinin
esasları, yaratıkların en hayırlısının sözünden sened ile rivayet edilen
birtakım sözlerdir:
Şüpheli olan şeyleri
terket[4],
zâhid davran, sana faydası dokunmayan ve seni ilgilendirmeyen şeyleri terket ve
bir de amellerini niyetle yap[5] hadisleridir." [6]
Rasulullah (S.A.S.)'İn:
"Şüphesiz Helâl De Apaçık Bellidir, Haram Da Apaçık Bellidir"
Buyruğu İle İlgili Olarak, Hafız İbn Hacer şöyle demektedir: "Yani helâl
ve haram kendileri ile ilgili açık deliller ile bizzat ve durumları itibariyle
besbellidir.[7]
Katıksız helâl
apaçıktır, bellidir, onda herhangi bir şüphe yoktur. Evlenmek, helâl ve temiz
şeyleri yemek, insanın ihtiyaç duyacağı pamuk ve yünlü elbiseleri giymek gibi.
Katıksız haram da aynı şekilde apaçık bellidir. İçki içmek, mahrem olan
kadınları nikahlamak, erkekler için ipek elbise giymek, faiz ve zina gibi.
Rasulullah (s.a)
ümmetine Yüce Allah'ın kendilerine helâl kıldığı şeyler ile haram kıldığı
şeyleri gereği gibi beyân ettikten sonra vefat etmiştir. Nitekim şöyle
buyurmaktadır: "Andolsun, sizi gecesi gündüzünü andıran apaydınlık yol
üzerinde bıraktım. Kendisini helake teslim edenden başkası, bu yolu kimse
bırakıp sapmaz.[8]
Helâl ve haram ile
ilgili açıklamaların kimisi kimisinden daha açık ve anlaşılırdır. Ortada dinden
oldukları zorunlu olarak (kesinlikle) bilinen hususlar vardır. Bunların böyle
oluşu ise delillerinin açık, net olması ve yaygınlık kazanmış olmasıdır.
Müslümanlar arasında yaşayan herhangi bir kimse bu kabilden olan şeyleri
bilmemekten dolayı mazur görülemez.
Ortada ancak Şeriat'i
bilenlerin bildiği ve müslümanların avamının çoğu için gizli kalan birtakım
hususlar bulunduğu gibi, ancak ilimde derinleşmiş alimler (er-Rasihûn
fi'l-ilm)in bildiği birtakım hususlar vardır. [9]
Peygamber (s.a)'in:
"Bu ikisi arasında insanlardan pek çoğunun bilmediği benzeşen (şüpheli)
hususlar vardır" buyruğu ile kastettiğine gelince; apaçık ve belli olan
helâl ile apaçık ve belli olan haram arasında, insanların bir çoğu için şüpheli
olan bazı hususlar vardır. Bunlar acaba helâller arasındamıdır, yoksa haramlar
kapsamında mıdır? İnsanların çoğu bunu bilmezler. Ancak derinleşmiş ilim
adamları için, nâdir hususlar müstesna, bunlar şüpheli değildir. Bu da, onlar
için iki delilden birisini tercih edebilmek için ortaya çıkan tercih edici
sebep halinde sözkonusu olur. [10]
(Hadis-i şerifte
şüpheli şeyler anlamında kullanılan) el-Müştebihât, "müştebih"
kelimesinin çoğuludur. Bu kelime nitelik itibariyle "müşkil"dir.
Çünkü bunda helâl ve haramlık hakkında herhangi bir açıklık bulunmamak-tadır.[11]
en-Nevevî der ki: ' Müştebihât'ın anlamı helâl ve haramlığı açık olmayan
demektir. Bundan dolayı insanların bir çoğu onları bilmezler. İlim adamları ise
bir nass veya kıyas yoluyla bunların hükmünü bilirler. Herhangi bir şey helâl
veya haram arasında gidip geliyor ve bu hususta nass ve icmâ da bulunmuyor ise,
onun hakkında müctehid ictihad eder ve Şer'î delile dayanarak onlardan
birisine o şeyi ilhak eder.[12]
Ehl-i Sünnet
ve'1-Cemaat'in imamlarından Ahmed b. Hanbel ise, müştebihât'ı katıksız helâl
ile haram arasındaki bir durum diye açıklamış ve bir başka seferinde de,
"malına haram karışan kimsenin durumunda olduğu gibi, helâl ile haramın
birbirine karışması" diye de yorumlamıştır.
Bundan dolayı şöyle
bir fetva vermiştir: Eğer maldaki haram helâlden daha fazla olursa ondan uzak
durmak icabeder. Helâl haramdan daha çok olup haram nisbeten az ise, kullanımı
caiz olur.
İlim adamlarımızın
şüpheli şeylere dair açıklamalarının özeti Hafız İbn Hacer'in Fethu'l-Bârî'âe
de belirttiği gibi şöyledir:
1- Birtakım
ibadet ile ilgili muamelât ve başka meselelerle ilgili hususlarda görüldüğü
gibi, zahiren delillerin tearuzu (birbirine aykırı görülmesi, çatışması).
Hafız İbn Hacer'in tercih ettiği açıklama şekli budur.
2- İlim
adamlannın bu konudaki farklı görüşleri. Bu da birincisinin kapsamına
girmektedir.
3- Mekruh
diye adlandırılan şeyler. Çünkü yapmak ya da terketmek yönlerinden birisi ağır
basmaktadır.[13] Yine Hafız İbn Hacer'in
görüşüne göre bu yorum da muhtemeldir. Özellikle ilim adamları hakkında
böyledir. O bakımdan şöyle demiştir: "Kavrayışlı bir ilim adamı için
hükümleri birbirinden ayırdetmek gizli bir şey olarak kalmaz. O böyle bir
duruma (şüphelileri işleme haline) ancak mubah veya mekruhu pek çok işlemesi
halinde düşer. -Önceden de açıklandığı üzere- bunun dışındaki hallerde ise
durumların değişmesine göre sözü geçen bütün bu hususlarda şüpheye düşmesi söz
konusudur. Açıktır ki çokça, mekruh işleyen bir kimsede genel olarak yasak
kılınan şeyleri işlemeye karşı bir cesaret oluşur. Ya da onun haram olmayan
yasak şeyleri (mekruhları) işlemeyi itiyat haline getirmiş olması, kendisini
-onun türünden olması halinde yahut bu yasak kılma ondaki bir şüphe dolayısıyla
verilmiş ise- haram olarak yasak kılınmış şeyleri işlemeye itebilir. Kendisine
yasak kılınan şeyleri işlemek sonucunda vera' ve takva nurunu kaybetmiş
olacağından, kalbi kararan bir kişi haline gelir, bunun sonucunda da harama
düşer. İsterse, harama düşmeyi iradesiyle tercih etmiş olmasın. Nitekim
Musannif (Buhârî) buyu' (alışveriş) bölümünde Ebû Fer-ve'nin Şa'bî'den, (O,
en-Nu'mân b. Beşîr'den; O, Rasulullah (S.A.S.)'den) naklettiği bu hadis ile
ilgili olarak şu rivayeti yer almaktadır: "Her kim günah olduğu şüpheli
olan şeyleri terkedecek olursa, açık olarak günah gördüğü şeyleri daha çok
terkeder ve her kim günah olduğu şüphesini taşıyan şeylere cüretkârca yönelecek
olursa, haram olduğu açık olan şeylere düşme ihtimali de pek çoktur."
Bu ise az önce de
işaret ettiğimiz gibi, birinci açıklama şekline ağırlık kazandırmaktadır,
4- (Şüpheli
şeyler), mubah şeyler demektir. Ancak bu görüşü kabul eden bir kimsenin şüpheli
olan şeyleri her bakımdan, her iki yönü {yapılması veya terkedilmesi) eşit
olan şeyler diye açıklamasına imkân yoktur. Bu görüşe göre, mubahın daha evlâ
olana muhalif olan şeyler kabilinden diye yorumlanması mümkün olur. Bu da
bizzat kendisi açısından her iki yönü (yapmak veya terketmek) eşit olmakla
birlikte, yapılması yahut da terkedilmesi haricî bir sebeple (yani o mesele
hakkındaki özel nassın dışındaki bir karine ve benzeri işaretlerle) daha ağır
basan iştir. el-Kabarî der ki: Mubah, mehrûhun önündeki bir tümsektir. Onu
çokça işleyen bir kimse, mekruha doğru yol ahr.[14]
Yani helâl olan
birşeyin yapılmasının mutlak olarak bir mekruha yahut bir harama götüreceğinden
korkuluyor ise, ondan kaçınmak gerekir. Meselâ, hoş ve güzel şeylerden çokça
faydalanmak hak edilmeyen şeyleri almaya götüren çokça kazanma ihtiyacını
doğurabilir, yahut da nefsin azıp şımarması sonucunu verebilir. En azından
böyle birşey Allah'a kulluktan uzaklaşarak başka şeylerle uğraşmak gibi bir
sonuç verir.
Benim daha uygun
gördüğüm görüş ise, Hafız İbn Hacer'in tercih ettiği görüştür. Çünkü
müştebihâtın mefhûmuna, kelime olarak ondan anlaşılana uygun düşmektedir. Diğer
görüşlere gelince, göründüğü kadarıyla kastedil-niş olmaları ihtimali uzaktır.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. [15]
Tutumları itibariyle
insanlar, şüpheli şeyler karşısında iki türlüdür:
1- Kimisi
Allah rızası ve günaha karşı korunmak için bu şüpheli şeyleri terkeder. Çünkü
bu gibi işler o kimseler için şüphelidir ve onlar hakkındaki hüküm açık
değildir. Böyleleri şüpheli şeyleri terketmek suretiyle dinlerinin esenliğe
kavuşması ve haysiyet (ırz) lerini tenkid edilmekten uzak tutmanın yolunu
seçmiş olurlar.
Irz -ilim
adamlarımızın da belirttiği gibi- insanın Övülmesi ve yerilmesine konu olan, o
şeyden güzelce söz edildiği vakit kişinin övülmesini sağlayan, çirkin olarak
ondan söz edildiğinde ise olumsuz eleştiriyi gerektiren hususlardır ve bu,
kimi zaman insanın kendi nefsinde sözkonusu olabilir, kimi zaman da
geçmişlerinde veya ailesi halkında olabilir.[16]
İşte Rasulullah
(S.A.S.)'in: "Kim şüpheli şeylerden sakınırsa o hem dini lehine, hem de
ırzı (şeref ve haysiyeti) lehine kötülüklerden uzak kalmış olur."
2- Kimi
insanlar da kendisi açısından değil de başka kimselere göre şüpheli olan
şeylere düşer. Bunun böyle oluşu ise
mesele hakkında hükmün onun için açıklık kazanmış olmasıdır. Böyle
birisi için kendisi açısından Şer'î delile binâen şüphe sözkonusu
olmadığından, böyle bir işi işlemekte bir sakınca yoktur. Fakat insanlara
karşı haysiyetini (ırzını) korumak üzere terkedecek olursa, böylesi güzel ve
övülecek bir davranıştır. Çünkü müslümandan, ırzının esenliğini koruması
istenmiştir. Buna da Rasulullah (s.a)'ın, mü'minlerin annesi Safiyye bint Huyey
ile birlikte olduğunu gören kimseye; "yanımdaki Safiyye'dir"
şeklindeki sözü delil teşkil etmektedir.[17]
Kimisi de, kendisi
açısından da şüpheli olmakla birlikte, hevâsına uyarak şüpheli şeylere düşer.
Böyle birisinin hükmü, harama düşmesidir. Nitekim Rasulullah (S.A.S.):
"Kim şüpheli şeylere düşerse, harama düşmüş olur[18] buyurmuştur.
İlim adamları ise harama düşmeyi iki şekilde açıklamışlardır:
1- Şüpheli
olduğuna inanmakla birlikte onu işlemesi harama düşmesine bir sebep teşkil
eder, bu da tedrici ve bu konuda işi gevşek tutmak suretiyle olur.
Buna da Rasulullah
{S.A.S.)'in şu buyruğu şahidlik etmektedir: "Her kim günah türünden şüphe
ettiği şeylere cüretkârca yönelecek olursa, açık olan (haram) şeylere düşme
ihtimali de yakındır.[19]
2- Bir kimse
helâl mi haram mı bilemediği için kendisince şüpheli olan bir hususu işlemeye
kalkışacak olursa, o işin haram olup olmayacağından, dolayısıyla haramı
işlemeyeceğinden -haram olduğunu bilmeksizin- emin olamaz.[20]
Hafız İbn Hacer
-Allah'ın rahmeti üzerine olsun- der ki: Şüpheli şeylerin hükmü hakkında görüş
ayrılığı vardır. Bunun haram olduğu söylenmiş ise de, bu görüş red olunur. Bir
görüşe göre hükmü mekruhtur, bir görüşe göre ise hakkında hüküm verilmez
(tevakkuf edilir).[21]
Şüpheleri terketmek
Rasulullah (s.a)'m teşvik ettiği ve özendirdiği vera' kapsamına girer. Bundan
dolayı Buhârî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-, bu hadisi Sahîh'inde
Kitâbu'l-îman'da zikretmekte ve şöyle demektedir: "Dini lehine şüpheli
şeylerden uzak duranın fazileti (ki bab numarası 39'dur [Çeviren]). Bu hadisi
iman bölümünde zikretmesinin sebebi ise, vera'ın (şüpheli şeylerden kaçınmanın)
imanın tamamlayıcı unsurları olduğunu açıklamaktadır. Müteşâbih'in -İbn
Hacer'in kimi ilim adamlarından naklettiği gibi- mekruh olduğu görüşü doğruya
yakın bir görüştür. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. [22]
"(Şüpheli şeylere
düşen kimse...) tıpkı yasak böîge[23]
etrafında (davarlarını) otlatan çobanın o yasak bölge içerisinde güttüklerinin
otlayarak sınıra yaklaşmasına benzer. Şunu bilin ki[24] her
bir hükümdarın bir yasak bölgesi vardır ve şunu da bilin ki, şüphesiz Allah'ın
yasak bölgesi onun haram kıldığı şeylerdir."
Kimi hükümdarlar
kendilerine ait ve başkalarına yasak bir bölge tesbit ederek, başkalarının o
bölgeye geçmelerini yasaklamaktadır. Bu ise haklı ya da haksızca olabilir.
Bir kimse koyunlarını
tesbit edilmiş bu yasak bölgeye yakın yerlerde otlatacak olursa, davarlarının
o yasak bölgeden yemeyeceklerinden emin olamaz. Böylelikle o, yeryüzü
hükümdarları karşısında kendisini sorumlu düşmeye maruz bırakır.
Bu, Rasulullah (S.A.S.)'in
şüpheli şeylere düşen kimseye gösterdiği bir misaldir. Böyle birisinin harama
düşmesi oldukça yakındır. Bu yolla da kendisini hakimler hakiminin cezasına
maruz bırakır.
İbn Receb der ki:
"İşte bu ifadede, haram şeylerden uzak durmak gerektiğine ve insanın
kendisi ile bu haram şeyler arasında bir engel bırakması gerektiğine bir
işaret vardır." [25]
Peygamber (s.a)'in:
"Şunu bilin ki, şüphesiz vücutta bir çiğnemlik[26] et parçası
vardır. O düzelirse vücudun tümü düzelir, o bozulursa vücudun tümü bozulur.
Şunu bilin ki, o da kalbdir." [27]
Kalbe kalb adının
veriliş sebebi, işler ile ilgili kararlarında tekallübü (evrilip çevrilmesi,
karar değiştirmesi) dolayı-sıyladır. Ya da bedende bulunanların özü olduğundan
dolayı bu ismi almıştır. Çünkü her şeyin özüne kalb denilir. Yahut da onun
vücutta başaşağı (maklûb) konulmuş olmasından dolayıdır.[28]
Göründüğü kadarıyla, bir ve ikinci açıklamalar doğruya yakındır. Sonuncusu ise
uzaktır. [29]
Kalbin Önemi insanın
işleri, incelikleriyle onun vasıtasıyla anlamasından gelmektedir. Buna da Yüce
Allah'ın şu buyrukları tanıktır: "Andolsun ki, biz Cehennem için cin ve
insanlardan çok kimseler yaratmışızdir. Onların kalpleri vardır, ama bunlarla
idrâk etmezler. "(ei-A-râf, 7/i79h "Muhakkak ki bunda kalbi olan...
kimse için elbette bir öğüt vardır."(Ko/, 50/37)
Tefsir âlimleri derler
ki: Maksat akıldır. Ondan kalb diye söz edilmesi aklın karar yerinin orası
oluşundan dolayıdır. Hafız (İbn Hacer) der ki: "Bu hadis aklın kalbde
oluşuna delil gösterilebilir.[30]
Şafiî Mezhebi
âlimlerinin kabul ettiği görüş budur. Çünkü kalbin düzelmesi ile -ki bu da
imanın kalbde yer etmesiyle olur- bütün azalar düzelir, dinin emirleri
doğrultusunda dosdoğru yol alır. Kalbin bozulması ile birlikte de diğer
organlar da bozulur. İbn Hacer der ki: "Kalbin bu özelliği onun bedenin
emiri oluşundan gelmektedir. Emirin düzelmesi sonucunda yönetimi altındakiler
de düzelir, onun bozulması da yönetimi altındakilerin bozulması sonucunu verir.[31]
Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Onların kalblerinde hastalık mı vardır, yoksa şüpheye mi
düştüler?"fen-Nûr, 24/50); "Kalplerinde hastalık vardır onların,
Allah da hastalıklarını artırmıştır."<ei-Bakara, 2/ıo)B\r başka yerde
de şöyle buyurmaktadır: "Kalplerinde hastalık bulunanlar Allah'ın
kinlerini meydana çıkarmayacağını mı sandılar?"(Muhammed, 47/29)
Bu âyet-i kerimeler ve
diğer benzeri âyetler kalplerin hastalanabileceği cevabını vermektedir. Kalb
hastalıklarından maksat ise, kalplerin uğradığı münafıklıktır, şüphe, katılık,
kibir, kin ve hased gibi musibetlerdir.
Müslümana, kalbini bu
hastalıklardan korumaya özel bir gayret göstermesi, Allah'ın yolunu izlemek
üzere nefsi ile cihâd etmesi düşmektedir. Yüce Allah ise kendi yolunu izleyip
hidayet ve istikamet ile bu uğurda nefsiyle cihâd eden kimselere vaadlerde
bulunmuştur: "Bizim uğrumuzda cihâd edenleri elbette biz kendi yollarımıza
ileteceğiz. Şüphesiz ki Allah, ihsan edicilerle beraberdir."(ei-Ankebat, 29/69) [32]
1- Hadis-i
şeriften anlaşıldığına göre, müslüman Allah'ın haram kıldığı Şeylerden uzak
kalmalı, kendisi ile Allah'ın haram kıldığı şeyler arasında bir pngel
koymalıdır.
2- Müslüman
ırzını (haysiyet ve şerefini) korumaya gayret etmeli, kendisi için ayıp teşkil
edecek her şeyden, ırzının da eleştirilmesine sebep olacak her şeyden uzak
durmalıdır.
3- Hadis-i
şerifte haram şeylere giden yollara tıkamak (sedduz-zerâi') ve onlara giden
yolları haram kılmak kaidesini kabul edenler lehine delâlet vardır. Nitekim
İslâm'ın kaideleri de buna delâlet etmektedir. Meselâ, sarhoşluk veren şeyin
azı da haram kılındığı gibi, yabancı bir kadınla halvet (başbaşa kalmak) da
haram kılınmıştır. Buna dair deliller pek çoktur.
4- Yine
hadis-i şerif, hayvanını başkasının ekininden otlayacak şekilde serbest bırakan
kimsenin, hayvanının telef edip bozduğu ekinlerin tazminatını Ödeyeceğine
delil gösterilmiştir. Aynı şekilde köpek ve benzeri av hayvanını Harem
bölgesine yakın yerde ava salacak olup da bu av hayvanı Harem bölgesi
içerisinde avı yakalarsa -İmam Ahmed'in bu husustaki fetvasında da olduğu gibi-
avladığının tazminatını vermesi gerekir.
5- Hadis-i
şerifte kalbin önemine işaret edildiği gibi, onu düzeltmek için gayret harcamaya
da teşvik vardır. Çünkü kalb azaların komutanıdır. Onun düzelmesiyle diğer
organlar da düzelir, bozulmasıyla da bozulurlar. [33]
[1] Hadisi Buharı (İman, 39'da) ve Müslim rivayet
etmiştir.
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 99-100.
[2] Ebû Dâvûd (202-275 h.): Adı Süleyman b. el-Eş'as b.
Beşîr'dir. Ezdli'dir, Sicistân'dan-dır. Hadiste imamdır. Hadis talebi için ilim
merkezlerine yolculukları vardır. Çokça hadis toplamış ve ezberlediği yarım
milyon hadis arasından 4800 hadis derlemiştir. (Bu, Ebû Davud'un, kitabındaki
hadislerin sayısı ile ilgili olarak bizzat verdiği rakamdır. -Muhammed
Muhyiddin Abdulharriid neşri, I, 10.- Muhammed Muhyiddin'in hadisleri
rakamlamasına göre sayıları 5274'ü bulmaktadır. Buna sebep olarak da iki
hususu göstermektedir: Bazı nüshalar arasındaki farklılıklar ve birinde
bulunup diğerinde bulunmayan hadislerin varlığı İle Ebû Davud'un mükerrer
hadisleri saymamış olma ihtimali, I, 16. -Çeviren-) Ebû Dâvûd, imam Ahmed'in
arkadaşları arasında sayılır, ondan el-Mesâil'i rivayet etmiştir. Hadisi yaygınlaştırmak
üzere Basra'ya yerleşmiş ve orada vefat etmiştir. -Sünen'i dışında- ilmî
eserleri: el-Merâsil, el-Ba's gibi eserleri sayılabilir.
[3] Sözü geçen bu dört hadis-i şerif bunlardır: 1- Ameller
niyyetler iledir, 2- Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terketmesi
müslümanlığının güzelliklerindendir, 3- Sizden hiçbir kimse kendisi için
sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş olamaz.
[4] Helâl da apaçıktır, haram da apaçıktır. Sünen-i Ebû
Dâvûd tercüme ve şerhine İ. L. Çakanın yazdığı mukaddime, İstanbul 1987, s. 29.
(Çeviren)
[5] Açıklamakta olduğumuz bu hadis-i şerifi
kastetmektedir.
[6] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 100.
[7] Fethu'l-Bârî, I, 137 (Ebû Davud'un zikrettiği dört
hadis ile burada zikredilenler arasındaki fark ise, burada Ebû Davud'un:
"Sizden herhangi bir kimse... iman etmiş olmaz" -ki kırk hadisin
onüçüncüsüdür- hadisi yerine; "dünyada zahid ol ki, Allah seni sevsin;
insanların elinde bulunanlara karşı zahid ol ki, insanlar da seni sevsin"
hadisini saymasıdır. -Çeviren-)
[8] Fethu'l-Bârî, I, 135)
[9] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 101.
[10] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 101-102.
[11] et-Elbânî, Sahihu't-Tergîb, 58
[12] el-Vâfi fî Şerhi'l-Erbaîn, 32
[13] Aynı yer.
[14] İbnü'l-Münîr, Hocası el-Kabarînin Menakıb'ında şöyle
dediğini nakletmektedir: Mekruh, kul ile haram arasındaki bir tümsektir. Kim çokça
mekruh işleyecek olursa, harama giden yola girmiş olur.
[15] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 102-104.
[16] Fethu'1-Bârî, I, 145-146
[17] Câmiu'lVlûmi ve'I-Hikem, 68
[18] Muhtasaru'l-Buhdrî, 465; Muhtasaru Müs/im, 378, h. no:
1437
[19] Sahihu'l-Câmi', 3188
[20] Buhârî, Buyu, I
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 104-105.
[21] Câmiu'l-Ulûmi ve'l-Hlkem, 69
[22] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 105-106.
[23] Fethu'l-BÖrî, I, 135
[24] Yasak bölge (el-Himâ); koruma altına alınmış yer demek
olup, sahibi dışındakilere yasak olan yer demektir. Halife'nin veya naibinin
mücahidlerin binekleri için koruma altına aldığı, başkasının kullanımlarının
engellendiği, mubah (kamunun yararlanmasına açık) olan arazi bölümüdür. el~Vâfî
fî Şerhi'iErbaîn, 32
[25] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 106.
[26] Şunu bilin ki (diye anlamı verilenin: Ela) hakkında
Hafız İbn Hacer şöyle demektedir: Bundan sonra gelecek ifadenin doğruluğuna
dikkat çekmek içindir. Bunun tekrarlanması ise ifade ettiği mananın
büyüklüğüne, azametine delildir {Fethu'l-Bârî, I, 137)
[27] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 106-107.
[28] Fethu'l-Bârî'de
(I, 137)
şöyle denilmektedir: Bir
çiğnemlik et parçası: Çiğnenebüecek miktardaki parça
demektir. Burada görünüş itibariyle kalbin miktarı, yani büyüklüğü ifade
edilmek istenmektedir.
[29] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 107.
[30] Fethu'lBân, I, 137
[31] Aynı yer
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 107.
[32] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 107-108.
[33] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 108.