Kur'ân-I
Kerim İle Kudsi Hadis Arasındaki Fark:
Yüce
Allah Zulmetmekten Münezzehtir.
Kullar
Muhtaç Olmayan Yüce Allah'a Muhtaçtır:
İnsan
İslâm'ı Kabul Edecek Fıtratta Yaratılmıştır:
Allah'ın,
Mahlûkatına İhtiyacı Yoktur:
Allah'ın
Hazineleri Bitip Tükenmez:
Allah'a
Nimetlerine Karşı Hamdetmek:
Bu
Hadisten Anlaşılan Bazı Hükümler:
Ebu Zerr el-Gıfâri
(r.a)den, O Peygamber {s.a)'den, (Peygamber de) Aziz ve Celil olan Rabb'inden
şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Kullarım, gerçekten ben zulmü kendime
yasak kıldım. Onu da aranızda haram kıldım. O bakımdan birbirinize zulmetmeyin.
Kullarım, hepiniz dalâlettesiniz, kendisine hidâyet verdiğim müstesna. O
bakımdan benden hidayet dileyiniz, ben de sizi doğru yola ileteyim. Kullarım,
hepiniz açsınız, benim yedirdiklerim müstesna. O bakımdan benden yedirmemi
isteyiniz, ben de size yedireyim. Kullarım, hepiniz çıplaksımz, benim
giydirdiklerim müstesna. O bakımdan benden giydirmemi isteyiniz, ben de sizi
giydireyim. Kullarım, hepiniz gece gündüz günah işlemektesiniz, ben de bütün
günahları bağışlarım. O bakımdan benden mağfiret dileyin, ben de günahlarınızı
bağışlayayım. Kullarım, sizler asla bana zarar veremezsiniz ki, bana zarar vermeniz
söz konusu olabilsin. Asla bana fayda ulaştıramazsınız ki, bana fayda vermeniz
söz konusu olsun. Kullarım, ilkinizle sonunuzla, cinninizle insanınızla
aranızdan en muttaki olan bir kişinin kalbi gibi takva üzere olsanız, bu dahi
benim mülküme hiçbir şey ilâve etmez. Kullarım, ilkinizle sonunuzla,
insanınızla cinninizle aranızdan en günahkâr olan kimsenin kalbi üzere
bulunsanız, bu dahi benim mülkümden hiçbir şey eksiltmez. Kullarım, ilkinizle
sonunuzla, insanınızla cinninizle hep birlikte bir tümsekte toplansalar, hepsi
benden dilekte bulunsalar ben de her insana dileğini verecek olsam, bu benim
yanımdaki şeylerden ancak iğnenin denize sokulduğu (ve çıkarıldığı) vakit
eksilttiği kadar birşey eksiltir. Kullarım ne yaparsanız onlar sizin
amellerinizdir. Ben sizin için onları sayıp tesbit ediyorum. Sonra da onları
size eksiksiz vereceğim. Her kim hayır bulursa, bundan dolayı Allah'a
hamdetsin. Her kim bundan başka birşeyle karşılaşırsa kendisinden başka hiçbir
kimseyi kınamasın.[1]
Bu hadisin önemi çok
büyüktür. Çünkü dinin birtakım esas ve fer'i meselelerini kapsamaktadır:
Zulmün haram olduğunu,
adaleti uygulamanın gerektiğini açıkça ifade etmektedir. Bu ise Muhammed (s.a)
ile gönderilen Şeriat'ın en büyük maksatlarından birisidir.
Allah'tan hidâyet
istemek, ihtiyaçları talep etmek için duayı, duanın da kulun Aziz ve Celil olan
Rabb'ine kendisi vasıtasıyla yaklaştığı ibâdetlerin en büyüklerinden olduğunu;
Yüce Allah'ın birtakım sıfatlarını tesbit ettiğini, açıkça ortaya koymaktadır.
Şanı Yüce Allah, yaratıklara muhtaç değildir (Gani'dir). Masiyet O'na zarar
vermediği gibi, itaatin de O'na faydası olmaz. Ayrıca Allah'ın tazim ve
tenzihi, tevhidin esaslarındandır.
Hadis aynı zamanda bir
kısım âdabı da açıkça dile getirmektedir. [2]
'Ebu Zerr el-Gıfâri
(r.a)'den, O Rasulullah (s.a)'tan (O da) Aziz ve Celil olan Rabb'inden şöyle
buyurduğunu rivayet etmektedir:..."
İşte bu kudsi hadise,
aynı zamanda ilâhi hadis, Rabbani hadis de denilir. Bu da Rasulullah (s.a)
tarafından Yüce Allah'a isnad edilmek suretiyle nakledilen hadise denilir. Bu
tür hadislerin rivayetinde iki siga kullanılır:
1- Kudsi
hadisi rivayet eden kişi: Rasulullah (s.a) Aziz ve Celil olan Rab-binden
rivayetle şöyle buyurmaktadır, der.
2- Bu hadisi
rivayet eden kişi: Rasulullah (s.a) buyurdu ki: Yüce Allah buyurdu ki; yahut
Yüce Allah buyurmaktadır ki; der. İlk ibare Selefin kullandığı ibaredir.
Bundan dolayı Nevevi -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- onu tercih etmiştir. [3]
1- Kur'ân-ı
Kerim, lafzıyla da manasıyla da Allah'tandır. Kudsi hadis ise manası Allah
tarafından Rasulullah (S.A.S.)'e telkin edilir, Rasulullah (s.a)da bu anlamı
kendi değerli sözlerine büründürür.
2- Kur'ân
tümüyle sübutu kafidir. Zira Kur'ân-ı Kerim tevatür yoluyla nakledilmiş olup,
Şanı Yüce Allah onun değiştirilmesinden ve değişikliğe uğratılmasmdan korumayı
tekeffül etmiştir: "Muhakkak Zikr'i (Kuran'ı) Biz indirdik ve şüphesiz onu
koruyacak olanlar da bizleriz."(ei-Htcr, ıs/9) Kudsi hadis ise tevatür
ile nakiedilmeyebilir ve onun arasında da sahih olanı da var, zayıf olanı da
var, mevzu olanı da var.
3- Kur'ân
tilâvetiyle teabbüd olunur, namazda kıraat edilir. Mücerred okunması dahi
ibadettir. Kur'ân okuyan bir kimse okuduğu her harf karşılığında on hasene
alır. Kudsi hadis için ise böyle birşey söz konusu değildir.
4- Kur'ân-ı Kerim'in her bir cümlesine bir
âyet-i kerime, bağımsız âyetler topluluğuna sûre denilir. Kudsi hadiste ise
böyle birşey söz konusu değildir.
5- Kur'ân
lafzında icaz vardır. Allah onun lafzıyla arapların fesahat ve balagat erbabına
meydan okumuştur. Kudsi hadiste ise böyle birşey sözko-nusu değildir. [4]
Nebevi hadis,
Peygamber (s.a)'in söylediği ve metluvv olmayan vahiydir. Nitekim Yüce Allah:
"O kendi hevâsından konuşmaz. O ancak vahyolunan bir
vahiydir."fen-Necm, 53/3) diye buyurmaktadır. Vahiy, genel olarak
Rasulullah (S.A.S.)'in hadislerinde de söz konusudur. Çünkü Rasuîuliah (s.a)
Kur'ân'ı açıklamakla ve Kur'ân'ın gölgesinde Şeriat'ın kaidelerini ve
esaslarını koymakla mükellef idi.
Vahiy ise, O'nun doğru
yaptığını takrir ile karşılardı. Eğer içtihadında doğruyu isabet ettirmemiş
ise, derhal vahiy onu doğrulturdu. Bu ise her bir hadis muayyen olarak ona
vahyolunmuş anlamında değildir. Aksine bu şu demektir: Bu, hadisler genel
olarak vahiy kapsamı dışına çıkmazlar, demektir. Kudsi hadisin ise anlamı Yüce
Allah tarafından Rasulüne vahiy yollarından bir yolla telkin olunur, sonra da
Rasulullah (s.a) onun anlamlarını kendi lafızlarına döker.
Kudsi hadisin Yüce
Allah'a nisbet edilmesi lafzı itibariyle değil de, muhtevasının ona nisbet
edilmesi kabilindendir. Böyle bir üslûp ise Kur'ân-ı Kerim'de çokça kullanılmış
bir yoldur. Yüce Allah her bir Peygamberin kavmi ile hitablarını Arapça
konuşmamış olmalarına rağmen, bu olayları Arapça bir dille aktardığı konumlar
pek çoktur. [5]
Zulüm, herhangi bir
şeyi olması gereken yerden başka bir yere koymak demektir.
Zulüm, aslı itibariyle
haksızlık ve haddi aşmak demektir. Zulüm, yine mutedil olanı bırakıp uzaklaşmak
anlamına da kullanılır. Araplar; bu doğruya bağlı kalmaya devam et ve ondan
zulmetme, yani ondan uzaklaşma, derler.[6]
1- Kulun
kendi nefsine zulmetmesi: Bunun en büyüğü de Yüce Allah'a ortak koşmaktır.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz şirk çok büyük bir
zulümdür."(Lakman, 3i/i3) Bundan sonra büyüğü ile küçüğü ile masi-yetleri
işlemek gelir. Allah'a isyanı,gerektiren işler yapan kimse,.kendi nefsine
zulmetmiş olur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Yalnız onlara
zulmedebilmeniz için zararlarına olmak üzere onları tutmayın. Kim bunu yaparsa
şüphesiz kendi kendisine zulmetmiş olur."(ei-Bakara, 2/231) Bir başka
yerde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa,
şüphesiz ki o kendi kendisine zulmetmiş olur."(et-Taiâk, 65/i) Bu hususta
âyet-i kerimeler pek çoktur.
2- Kulun
başkasına zulmetmesi: Bu hususta da kullara zulümden sakındıran pek çok nass
vârid olmuştur. [7]
Rasulullah (S.A.S.)'in
naklettiği: "Ve onu aranızda haram kıldım; o halde birbirinize
zulmetmeyin" buyruğu, bütün suret ve şekilleriyle zulmün haram kılınmış
olduğunu göstermektedir. Zulme düşmekten korkutan, kaçındıran pek çok nass
vârid olmuştur. Bunların bazılarını aktaralım:
1- Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "Sizden kim zulmederse, biz de ona çok büyük
bir azab tattırırız."KFuHcan, 25/19) Hakimler hakimi zulme düşen-kimseyi
büyük azab ile tehdit etmektedir. Bu ise mükellefleri zulme sapmaktan
korkutmakta, tehdit etmektedir.
2- Yine Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "Rabb'in zulmedenler oldukları halde bulunan
ülkeleri yakaladığı zaman işte böyle yakalar. Şüphesiz onun yakalayışı pek
acıklı, pek şiddetlidir."(Hud, 11/102) Bu ise zulmü kabul eden, zulmü
mubah gören toplumlara büyük bir tehdit anlamındadır,
3- Câbir
{r.a) den, Rasulullah (s.a) buyurdu ki: "Zulümden sakının, çünkü zulüm
Kıyamet gününde zalumâtdır.[8]
Zulümden sakının, buyruğunun anlamı ise, ondan uzak durun, ona yaklaşmayın
demektir.
4- Ebu Umâme
{r.a) den, dedi ki: Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu: "Ümmetimden iki sınıf
vardır ki, benim şefaatime asla nail olamayacaklardır: Zalim ve gözü zulümden
başka birşey görmeyeYı yönetici[9] ile,
(haktan) uzaklaşan ve hırsızlık (özellikle de ganimetten hırsızlık) yapan
herkes.[10]
5- Ebu Musa
(r.a)'dan, dedi ki: Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah zalime
mühlet verir. Nihayet onu yakaladı mı, artık bırakmaz.[11]
Aziz ve Celil olan
Allah, zalime mühlet verir ve kendisinin bildiği ve bizim için saklı kalan bir
hikmet dolayısıyla onun cezasını erteleyebilir. Fakat hiçbir şekilde o zalim
Allah'ın azabından ve cezasından kurtulamaz. Acaba insanların tepesine
dikilmiş, onlara musallat olmuş bu zalimler bu tehdidin farkında mıdırlar? Bu
tehdidi kavrayıp da vakit geçmeden Allah'ın yoluna dönecekler midir? Burada
İmam Şafii'nin hatırımıza gelen şu beyitlerini kaydedelim:
Herhangi bir zalim
zulmü güzel bir yol olarak görecek olur da
Büyüklüğe kapılarak o
çirkin amelleri kazanmaya dalarsa,
Artık, sen onu
gecelerin musibetlerine havale et,
Çünkü onlar o zalimin
hesabına katmadığı şeyleri çağıracaklardır;
Nice zalim ve azgın
kişi gördük,
Büyükîendiği için,
yıldızın bineğinin gölgesinde kaybolduğu kanaatine kapılır.
Fazla zaman geçmeden
o, gafletleri içerisine dalmışken
Yiyip bitiren
musibetler onun kapısına (bineğini) çöktürür,
Bir de bakmış ki ne
mal kalmış, ne umulacak bir mevki
Ne de kitabına
yazılacak hasenat
Vaktiyle yapmış olduğu
şeylerin aynısıyla karşılık verilir ona
Ve Allah ona azabının
kamçısını yağdırıverir.[12]
O bakımdan zulümden
kaçınmak, müslüman için bir görevdir. Çünkü zulüm Allah'ın gazab ve cezasına
sebeptir. İnsanlar arasında kin ve düşmanlığın yayılmasına sebeptir.
Savaşlara, ayaklanmalara sebeptir. Toplumların çöküşüne, uygarlıklarının
yıkılıp gidişine sebeptir. [13]
Rasulullah (S.A.S.J'in
bize naklettiği: "Kullarım, şüphesiz ben zulmü kendime haram kıldım"
buyruğunda Yüce Allah'ın, kendi yüce zatına zulmetmeyi yakıştırmadığını ifâde
etmektedir. Rabb'imizin Kitab'ında bu hususa tanıklık edecek pek çok nass da
vardır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ben asla kullara zulmedici
değilim. "m, 50/29); "Allah âlemlere zulüm dilemez.'Vah irmân,
3/108); "Allah kullara zulüm dilemez."fei-Mü'mm, 40/31); "Allah
kullara asla zulmedici değildir."(Fussüet 41/46)
Yine Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Şüphesiz Allah insanlara en ufak bir miktar bile
zulmetmez."(Yunus, \o/u)\ "Muhakkak Allah, bir zerre ağırlığı kadar
dahi zulmetmez."(en-Msö, 4/40)
O her türlü
eksiklikten münezzeh, büyük bir Rab'dır. İbadete, tazime ve azameti önünde
eğilmeye lâyık olan yalnız O'dur. Çünkü O, zulmetmek di-leseydi, hiç kimse O'na
karşı koyamazdı. Fakat O, kendi zatını bu büyük-noksanlıktan tenzih
buyurmuştur. O bakımdan müslüman kimsenin Rabb'ini zulümden tenzih etmesi,
O'nun bütün emir ve yasaklarında, bütün buyruklarında biricik adaletli hüküm
koyucu olduğuna inanması gerekmektedir.
Nevevi der ki: Zulüm,
Allah hakkında müstahil (imkânsız)dir. Kendisinden yukarıda ve kendisine itaat
edeceği hiçbir kimse olmadığı için, O'nun sınırı aşması nasıl söz konusu
olabilir ve bütün âlem O'nun egemenliği ve saltanatı altında olup her şey O'nun
mülkü olduğuna göre mülkü olmayan bir şeyde tasarrufu nasıl sözkonusu olabilir?[14]
"Kullarım, hepiniz sapıksınız. Kendisine
hidâyet verdiğim müstesna. O halde benden hidâyet isteyin ki, ben de sizi
hidâyete ileteyim. Kullarım, hepiniz açsınız, kendisini yedirdiklerim
müstesna. O bakımdan benden sizi yedirmemi isteyiniz, ben de sizi yedireyim.
Kullarım, hepiniz çıplaksınız, kendisini giydirdiklerim müstesna. Benden sizi
giydirmemi isteyiniz, ben de sizi giydireyim. Kullarım, sizler gece ve gündüz
günah işleyip duruyorsunuz, bense bütün günahları bağışlarım. O halde benden
mağfiret dileyin, ben de size mağfiret edeyim" buyruğu, bütün yaratıkların
dünyada da âhirette de fayda elde etmek ve zararı önlemek için Aziz ve Celil
olan Allah'a muhtaç 'olduklarına delildir. Kur'ân-ı Kerim'de bizim
muhtaçlığımın!, acizliğimizi, zayıflığımızı, dünya hayatımız ve âhiretimiz ile
ilgili bütün hususlarda O'na muhtaç olduğumuzu hatırlatan birçok âyet-i kerime
bulunmaktadır.
Bizim Yüce Allah'ın
hidâyetine muhtaç oluşumuz ile ilgili olarak Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Allah kime hidayet ederse o, doğru yola erdirilmiş, kimi de saptırırsa,
artık onun için doğruya iletici bir dost ve yardımcı (veli)
bulamazsın."(ei-Kehj, ıs/17)
Yüce Allah'ın rızkına
ihtiyacımız hakkında da şöyle buyurulmaktadır: "Yeryüzünde yürüyen ne
kadar canlı varsa, hepsinin rızkını vermek Allah'a aittir."(Hud, n/6)
Bizim Rabb'imizin
rahmetine muhtaç oluşumuz hakkında da şöyle bu-yurulmaktadır: "Allah
insanlara herhangi bir rahmet açacak olursa, onu tutacak olmaz, tuttuğunu da
artık ondan sonra bıraktıracak olmaz. O Azizdir {her şeye galiptir), hikmeti
sonsuzdur.'Vratır, 35/2)
Rabb'imizin
mağfiretine muhtaç oluşumuz ile ilgili olarak da şöyle buyu-rulmaktadır:
"Rabb'imiz, biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize merhamet
buyurmazsan, hiç şüphesiz zarara uğrayanlardan oluruz."(ei-A'râf, 7/23)
İşte bundan dolayı
İbrahim (a.s.), kavmini Allah'ın ibâdetine çağırırken, onlara yemek yedirenin,
doğru yola iletip hidâyet verenin, hastalıktan şifa verenin, su verenin,
öldürenin ve hayat verenin O olduğunu belirterek delil getirmişti. İşte Yüce
Allah, İbrahim (A.S.)'in kavmine söylediklerini bize şöylece nakletmektedir:
"Gördünüz mü şu sizin ve önceki atalarınızın taptıklarını! Onlar şüphesiz
benim düşmanımdır. Alemlerin Rabb'i müstesna. Çünkü O beni yaratan, bana doğru
yolu gösterendir. Beni yediren ve bana içiren O'dur. Hastalandığımda bana şifa
veren O'dur. Beni öldüren, sonra diriltecek oları da odur. Kıyamet gününde
günahımı mağfiret etmesini ümid ettiğim de O'dur. Rabb'im bana bir hüküm ver ve
beni salihlere kat.'Vş^m, 26/75-83)
Bu niteliklere sahip
olan ise, kendisine ibadet edilmesi, kendisine sığınılması ve ondan başkasına
iltifat olunmaması gereken hak ilâhın ta kendisidir. [15]
Hadisteki:
"Hepiniz sapıksınız, kendisine hidayet verdiklerim müstesna" ifadesi,
yine Rasulullah (S.A.S.)'in Yüce Allah'tan naklettiği: "Ben kullarımı
hanifler olarak yarattım.[16]
mealindeki hadisine aykırı değildir. Bir rivayette de: "Şeytanlar gelip
onları önlerine katarak doğru yoldan saptirdi.[17] şeklindedir.
Kul İslâm'ı kabul edecek fıtratta yaratılmıştır. Fakat insanın fiilen İslâmı
öğrenmesi gerekir. Zira o İslâmı öğrenmeden önce, bilmeyen bir câhildir.
Nitekim Yüce Allah Peygamberine hitaben şöyle buyurmaktadır: "Ve seni
yolunu şaşırmış buldu da doğruya iletmedi m\?%d-Duhâ, 9W) Ayet-i kerimeden
maksat ise O, senin bilgisiz olduğunu görüp sana vermiş olduğu Kitap ve Hikmet
sayesinde seni doğruya iletti, demektir. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde
şöyle buyurmaktadır: "Böylece sana da emrimizden bir ruh vahyettik.
Kitab'ın da imanın da ne olduğu bilmezdin. Fakat biz onu kendisiyle
kullarımızdan dilediğimizi hidâyete ilettiğimiz bir nur kıldık.'Ves-Surâ.
42/52}
O halde insan, hakkı
kabul edebilecek bir fıtrata sahip olarak dünyaya gelir. Eğer Allah kendisine
hidayet verecek olursa, kendisine hidayeti öğretecek ve böylelikle potansiyel
olarak hidayete iletilme özelliğine sahip iken fiilen hidayet bulan bir kimse
olur. Eğer Allah onu yardımsız bırakmayı mu-rad ederse, bu sefer fıtratını
değiştirecek kimseler ona musallat olur ve bunlar da onu dosdoğru yoldan
saptırıp uzaklaştırır. Nitekim Rasulullah (S.A.S.) de şöyle buyurmaktadır:
"Ve her doğan fıtrat üzere doğar. Ta ki dili kendisi hakkında açıklamada
bulununcaya kadar. Sonra da annesi babası, onu yahudi, hıristiyan yahut da
mecusi yapar.[18]
Genel anlamıyla
İslâm'a ve imana hidâyet, her mü'min için söz konusudur. İman ve İslâmın
çeşitli bölümlerinin tafsilâtını bilmek şeklindeki mufassal hidayet ve Yüce
Allah'ın, bunun gereğini yapması için kula yardımcı olmasına gelince; işte
mü'minin gece gündüz muhtaç olduğu hidâyet budur. Bundan dolayı Yüce Allah farz
namazların her bir rekatında bu hidâyeti talep etmeyi bize farz kılmaktadır:
"Bizi dosdoğru yola ilet!'V«/-fistJho, ve) Müslüman kimsenin duâ ederek
hidâyeti talep etmesiyle birlikte, hidâyete ulaştıracak sebeplere yapışmak
konusunda da nefsiyle gereken mücadeleyi vermesi gerekir. [19]
"Kullarım, sizler
gece gündüz hatâ etmektesiniz, ben de bütün günahları bağışlarım, O halde
benden mağfiret dileyin ki, ben de size mağfiret edeyim" buyruğunda, küçük
ve büyük günahlardan ötürü Allah'tan mağfiret talep etmek teşvik edilmektedir.
Bundan dolayı Rasulullah (s.a) bir günde yüz defadan daha fazla Allah'tan
mağfiret dilerdi. Rasulullah (S.A.S.) şöyle buyurmaktadır: "Allah'a yemin
olsun, şüphesiz ki ben bir günde yetmiş defadan daha fazla Allah'tan mağfiret
diler ve O'na tevbe ederim.[21]
Hadisteki:
"Kullarım, şüphesiz ki sizler bana zarar verebilecek noktaya erişemezsiniz
ki, bana zarar verebilesiniz. Siz asla bana fayda verebilecek noktaya
gelemezsiniz ki bana faydalı olabilesiniz." buyruğundan anlaşıldığına
göre, kullar hiçbir şekilde Allah'a herhangi bir fayda ya da zarar veremezler.
O, zatı itibariyle itaatlere muhtaç değildir.
İtaatten asıl
yararlananlar kulların kendileridir. Yine masiyetten zarar görenler kullardır.
Bu husustaki âyet-i kerimeler pek çoktur. Bunların bazılarını kaydedelim:
"Küfürde süratle koşuşanlar, seni üzmesin, çünkü şüphesiz onlar Allah'a
hiçbir zarar veremezler.'VAiı /mrân, m7(,y, "Kim de ökçeleri üzerine
gerisin geri dönerse, asla Allah'a hiçbir zarar veremez."(An /mrân,
3/144); "(Kestiğiniz o kurbanların) etleri de kanlan da Allah'a ulaşmaz,
fakat O'na ulaşan sizin takvânızdır."fei-Hacc, 22-37) Ama Yüce Allah
kullarının kendisine itaat etmelerini, kendisinden sakınıp korkmalarını sever,
buna karşılık masiyet etmelerinden hoşlanmaz, küfre sapmalarına razı olmaz. [22]
Hadisteki:
"Kullarım, ilkinizle sonunuzla, insanınızla cinninizle hep birlikte bir
tepe üzerinde dikilseniz ve hepsi benden dilekte bulunup ben de onların her
birisine ayrı ayrı dilediğini verecek olsam, bu dahi benim ya-nımdakinden ancak
iğnenin denize sokulup (çıkartıldığı) zaman eksilttiği kadar bir şey
eksiltir." Allah'ın hazineleri asla bitip tükenmez. Bağışları, o hazineleri
eksiltmez. İlkiyle, sonlarıyla bütün cinlere ve insanlara istedikleri her şeyi
verse bile.
Ebu Hüreyre (r.a)den,
Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu: Aziz ve Celil olan Allah buyurdu ki: "Sen
infak et, ben de sana infâk edeyim." Yine şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın eli dopdoludur. Hiçbir harcama onu eksiltmez. O gece ve gündüz
her zaman için kullarına bağışlarda bulunmaktadır." Yine devamla şöyle
buyurdu: "Göğü ve yeri yarattığından beri verdiklerini bir düşününüz.
Bunlar dahi elinde bulunanları eksiltmiş değildir. Arşı suyun üzerinde idi,
mizan onun elindedir, alçaltıp yükseltir. [23]
Hadiste geçen:
"Kullarım, ne yaparsanız onlar sizin amellerinizdir, onları sizin için
sayıp tesbit ediyorum, sonra size onların karşılıklarını eksiksiz
vereceğim." buyruğu Yüce Allah'ın kulların amellerini sayıp tesbit
ettiğine, sonra da amellerinin karşılığını kendilerine vereceğine delildir.
İman edip salih amel işleyene en güzel mükâfat vardır. Küfre sapıp isyan edene
de kötü akıbet vardır. Bu hadis Yüce Allah'ın şu buyruğunu andırmaktadır:
"Kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onu görecektir, kim de zerre ağırlığı
kadar bir kötülük işlerse onu görecektir."(ez-zuzâi, 99/7-8); "Ve ne
işlemişlerse onu hazır bulacaklardır. Rabb'in kimseye zulmetmez."iei-Keh/r
ıs/49); "Allah'ın hepsini dirilteceği o günde, ne işlediklerini
kendilerine haber verecektir. Allah onları (yaptıklarını) bir bir saymış,
onlarsa o yaptıklarını unutmuş olacaklardır. " (el-Mücâdele, 58/6)
İfadeden anlaşıldığına
göre maksat, Kıyamet gününde amellerin eksiksiz verileceğidir. Nitekim Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak Kıyamet gününde mükâfatlarınız size
eksiksiz verilecektir."(An imrân, 3/185) Amellerin karşılığının
verilmesinin hem dünyada hem âhirette olması ihtimali vardır. Nitekim Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim bir kötülük işlerse ona karşılığı
verilir.'Ven-Ni«ı, 4/123) Mü'min bazan dünyada yaptıklarının cezasını
görebilir, iyilikleri de Kıyamet günü için ona saklanabilir ve o gün mükafatı
hem eksiksiz verilir, hem de yaptığı iyilikler ona kat kat fazlasıyla
artırılır.
Kafire gelince; Yüce
Allah yaptığı iyiliklerin karşılığını ona dünyada acilen verebilir,
kötülüklerinin karşılığı ise Kıyamet gününe saklanır ve fazlalık sözkonusu
olmaksızın kötülüklerinin misliyle cezalandırılır. Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Ta ki, kötülük işleyenleri, yaptıklarının karşılığı ile
cezalandırsın.'Ven-Necm, 53/31) [24]
Hadiste yer alan:
"Kim bir hayır bulursa bundan dolayı Allah'a hamdet-sin, kim de bundan
başkasını bulursa kendisinden başka kimseyi kınamasın" buyruğuna gelince;
şu anlamda olması muhtemeldir: Her kim salih amelleri dolayısıyla dünyada hayır
ile karşılaşırsa, o kimsenin bundan dolayı Allah'a hamdetmesi gerekmektedir.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Erkek olsun, kadın olsun kim mü'min
olduğu halde salih bir amel işlerse, şüphesiz biz ona çok güzel bir hayat
yaşatırız ve elbette işlediklerinin daha güzeliyle onları
mükâfatlandınnz.'Ven-Nahi, ıe/97)
Her kim kötü
amellerinin âkibetini dünya hayatında bulacak olursa, o kimse de bundan dolayı
yalnızca kendisini kınamalı, Allah'tan mağfiret dileyip O'na tevbe etmelidir:
"Biz onlara en büyük azabdan önce (dünyada) yakın azabdan da mutlaka
tattıracağız. Olur ki dönerler."(es-secde, 32/21)
Hadisteki bu ifade,
başka bir anlamda da olabilir. Yani pişmanlığın fayda vermeyeceği bir zamanda
kendisinden başkasını kınamasın. Buna göre "Allah'a hamdetsin"
buyruğundaki emir ile "kendisinden başka kimseyi kınamasın"
buyruğundaki emrin anlamı, haber vermek olur (yani Allah'a hamdedecektir;..
kendisinden başka kimseyi kınamayacaktır... anlamında).
Yüce Allah,
Cennetliklerin Allah'ın kendilerine ihsan edeceği nimetlerden dolayı Allah'a
hamdedeceklerini bize haber vermektedir: "Bizi buna kavuşturan Allah'a
hamdoîsun. O bizi bu yola iletmeseydi, biz kendiliğimizden bunu bulamazdık,
diyeceklerdir."(ei-A-raj, 7/43) Yine Yüce Allah bize Cehennemliklerin
kendilerini kınayacaklarını da şöylece haber vermektedir: "O halde beni
kınamayanız, bilakis kendinizi kınayıniz.'V/brahim, 14/22) [25]
1- Bu
hadis-i şerifte insanın ihtiyaç duyacağı ister diniyle, ister dünyasıyla
ilgili her türlü menfaate dair dilediğini Allah'tan istemesi gerektiğine delil
vardır. Çünkü hayır, bütünüyle Allah'ın elindedir.
2- Yine
hadis-i şerifte kalbin önemine de delil vardır. Çünkü takvada da günahkârlıkta
da asıl olan kalplerdir. Kalp istikamet üzere oldu mu, sair organlar da
istikamet üzere olurlar. Kalp günaha yöneldi mi, diğer organlar da bozulurlar.
3- Hadis-i
şerifte hayır ve faziletin, lütfün tümüyle Allah'tan geldiğine işaret
edilmektedir. O kullan böyle bir şeyi fiilen hak etmemiş olmakla birlikte,
kendi lütfundan bunları kullarına ihsan eder. Kötülük ise kendilerinden
(yaptıklarından ötürü) gelir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sana
bir iyilik isabet ederse o Allah'tandır, sana bir kötülük isabet ederse o da
kendinden (dolayı)dır.'7en-Nisa,479;
4- Nitekim
hadis-i şerifte: "Kendisinden başkasını kınamasın." buyruğunda
nefsin hesaba çekilmesine, günahlardan dolayı da pişmanlık duymak gereğine de
işaret edilmektedir. [26]
[1] Müslim Şerhi, V, 439 (Müslim, Birr 55; Müsned, V, 160.
-Çeviren-)
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 253-255.
[2] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 255.
[3] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 255.
[4] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 256.
[5] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 256-257.
[6] Lisânu'l-Arab,X\l, 373.
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 257.
[7] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 257.
[8] Müslim Şerhi, V, 441.
[9] Yani insanlara zulmeden hakim, yönetici ve deviet
başkanı demektir. Şüphesiz yöneticilerin içine düştükleri en büyük zulüm,
Allah'ın Kitab'ını hakim kılmamaktır. Zaten Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır:
"Allah'ın İndirdikleriyle hükmetmeyenler, işte onlar zalimlerin ta
kendileridir." (el-Mâide, 5/45)
[10] Hadisi Taberâni rivayet etmiş olup el-Elbâni hasen
olduğunu belirtmiştir. Bk. Sahi-hu'l-CÖmi, 3692
[11] Buharı, V, 214; Tefsir, ll'nci Sûre; Müslim Şerhi, V,
444; Lafız Buhâri'nin.
[12] İmâm Şafii, Divânı, 23-24.
[13] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 258-259.
[14] Müslim Şerhi, V, 439
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 259-260.
[15] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 260-261.
[16] MüsHmŞerhi,V, 716.
[17] Aynı yer.
[18] Bk. Sahlhu'l-Câmi, no-. 4435. (Bk. Müsned II, 233,
275, 393, 111, 353, 435, IV, 24; Buharı, Cenaiz 80, 93; Müslim, Kader 22, 25.
-Çeviren-)
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 261-262.
[19] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 262.
[20] 42'nci hadisin şerhi sırasında tevbe ile ilgili
hususlara dair geniş açıklamalar gelecektir.
[21] Buhar! ,VH, 145 (Davet 3).
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 262-263.
[22] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 263.
[23] Buharı, VII, 213, (Tefsir, 11 nci sure);Müslim Şerhi,
III, 33.
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 263-264.
[24] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 264.
[25] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 265.
[26] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 265-266.