28. SÜNNETE BAĞLILIK VE BİD'ATLERDEN UZAKLAŞMAK.. 1

Bu Hadisin Önemi: 1

Vaaz (Öğüt Vermek) Davetçinin Görevlerindendir.: 1

1-  Vaazın tarifi: 2

2- Meşruiyyeti: 2

3- Başarılı Bir Vaazın Nitelikleri: 2

4- Etkileyici bir vaizde aranan nitelikler: 3

"Veda Edicinin Öğüdü": 4

Bu Ümmetin Selefinin Fazileti: 4

Allah'tan Korkmayı (Takvayı) Tavsiye Etmek: 5

Yöneticilere İtaat: 5

1- Yöneticilere İtaat, Ma'ruf Olmak Şartına Bağlıdır. 6

2- Yöneticiler Kureyş’tendir: 6

Sünnet'e Bağlılık: 7

1- Ayrılığın Ve İhtilâfın Meydana Gelmesi: 7

2- Ayrılık Ve Tefrikadan Koruyan: 8

3- Bid'atlerden Sakındırma: 9

Hadis-i Şeriften Anlaşılan Bazı Hükümler: 9

 

 

 

28. SÜNNETE BAĞLILIK VE BİD'ATLERDEN UZAKLAŞMAK

 

Ebu Necih el-Irbâd b. Sâriye (r.a)'den, dedi ki: Rasulullah (s.a) bize öyle bir vaazda bulundu ki, ondan dolayı kalpler titredi, gözler yaş akıttı. Ey Al­lah'ın Rasulü, dedik bu veda edecek bir kişinin öğüdüne benziyor. Haydi bi­ze vasiyette bulun. Şöyle buyurdu: "Ben size Aziz ve Celil olan Allah'ın :akvâsı ile (hareket etmenizi), başınıza Habeşli bir köle emir olarak tayin 2dilecek olsa dahi dinleyip itaat etminizi tavsiye ediyorum. Çünkü şüphesiz aranızdan (uzun bir ömür) yaşayacak olanlar pek çok ayrılıklar görecektir. Ben size benim Sünnetime ve hidâyet bulmuş Râşid Halifelerin sünnetine sarılmanızı tavsiye ediyorum. Ona sımsıkı sarılın, azı dişlerinizle ona yapı­şın. Sonradan uydurma işlerden de çokça sakının. Çünkü sonradan uydur­ma her bir iş bir bid'attir, her bir bid'at de bir sapıklıktır.[1]

 

Bu Hadisin Önemi:

 

Bu hadis-i şerif oldukça özlü ve kapsamlı bir Peygamberi vasiyeti kapsa­maktadır. Bu hadiste Rasulullah (S.A.S.) bize Allah'tan korkmayı (takvayı) yöneticilere itaati, Sünnet-i Seniyyeye sarılıp bidatlerden sakınmayı tavsiye etmektedir. Bunlar son derece önemli hususlardır. Ümmet bu hususlara sımsıkı sarılacak olursa, dünyada da âhirette de mutluluğa kavuşur. [2]

 

Vaaz (Öğüt Vermek) Davetçinin Görevlerindendir.:

 

Allah yoluna davet edenin yerine getirmesi gereken görevler pek çok­tur. Bunlardan birisi de vaaz etmek (öğüt vermek)tir. Vaazın umulan mey­velerini verebilmesi için bu görev ile ilgili bazı hususları sıralayalım: [3]

 

1-  Vaazın tarifi:     

             

-Vaaz nasihat etmek, öğüt vermek, akıbetleri hatırlatmak demektir. İbn Side der ki: Vaaz insana kalbini yumuşatacak şekilde mükâfat ve cezalar­dan söz edip hatırlatmalarda bulunmaktır. [4]

 

2- Meşruiyyeti:

 

Hadis-i şerifte Peygamber (s.a)'in bu işi yaptığından dolayı vaazın meş-ruiyyetine delil vardır. Yüce Alİah da şöyle buyurmaktadır: "İşte bunlar, Al­lah'ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir. Artık onlardan yüz çevir, onlara

n-Nisâ, 4/63) öğüt ver ve kendileri hakkında onlara etkileyici sözler söyle.'Ver, Yüce Allah, Rasulullah (s.a)'a, içinde bulundukları sapıklıktan ayılıp ken­dilerine gelirler ümidiyle münafıklara vaaz vermesini emretmekte, bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Rabb'inin yoluna hikmetle ve güzel öğüt ile davet et!"(en-NahI, 16/125)

Aynı şekilde bu ayet-i kerimede de insanların hikmet ile ve güzel öğüt ile davet edilmesini emretmektedir. Nitekim Yüce Allah, hanımın serkeşlik etmesi, kocasının emirlerine karşı çıkıp ondan yüz çevirmesi halinde de ona öğüt verilmesini teşri1 buyurmakta ve şöyle buyurmaktadır: "Serkeşlik­lerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince, onlara da öğüt verin!"(en-Ntsa, 4/34)

İşte bu açıklamalardan, öğüt vermenin (vaazın) meşru olduğu sonucunu çıkartmaktayız. Çünkü Yüce Allah, öğüt verenin vasıtası ile pek çok hayır­lar gerçekleştirebilir. [5]

 

3- Başarılı Bir Vaazın Nitelikleri:

 

a) İnsanların gerek duyacakları uygun konuyu seçmek. Meselâ kişi insanların dünyayı âhirete tercih ettiklerini ve itaati ihmal ederek dünyaya gömülüp gittiklerini görecek olursa, onları âhirete yönelmeye teşvik eder, dünyaya rağbetlerini azaltmaya (zühde) davet eder.

Muhatapları istenen şekilde henüz farz ve vacibleri yerine getirmiyor iken, söz gelimi itaatte iktisada (orta yollu olmaya) davet etmeye gelince bu, konunun seçiminde hikmetli davranmamaktır.

b) Vaazda belagat: Vaazda fesahat (açık-seçik ve anlaşılan bir konuş­ma) istenen bir husustur. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve onla-rs kendileri hakkında oldukça beliğ (özlü ve etkileyici) sözler söyle!" (en-Nrsâ, 4/63) Nitekim Ashâb-ı Kiram, Rasulullah (s.a)'ın öğütlerini: "Rasulullah (s.a) bize oldukça beliğ (etkileyici) bir vaazda bulundu." diye nitelemişlerdir.[6]

O halde vaazda bulunacak kimsenin anlatmak istediği hususları dinleyi­cilerine bu maksadına delâlet edecek en güzel şekil ve en uygun surette, kulağa en güzel gelecek, kalpleri en çok etkileyecek şekilde ulaştırmahdır.

c) Uygun zaman ve fırsatı kollamak. Öyle ki, dinleyicinin bu işe zaman ayırmış olması, zihninin özel ihtiyaçlarıyla meşgul olmaksızın arı-duru olması aranmalıdır. el-Irbâd b. Sâriye'nin sözünü ettiği bu hadis-i şerifteki öğüt, sabah namazından sonra yapılmıştı. Bu zamanda ise kul, gayretinin zirvesinde ve zihni bakımdan arı ve duru bir haldedir. Buhâri ile Müslim, Ebu Vâil'den, şöyle dediğini rivayet ederler: Abdullah b. Mes'ud insanlara her perşembe günü öğüt verir, hatırlatmalarda bulunurdu. Adamın birisi O'na şöyle dedi: Abdurrahman'ın babası, gerçekten senin bize her gün öğüt vermiş olmanı çok arzu ederdim. Şu cevabı verdi: Beni bu şekilde dav­ranmaktan alıkoyan husus, size usanç vermek istemeyişimdir. Rasulullah (s.a)'ın, bizi usandırır korkusuyla vaaz için uygun zamanlarımızı seçtiği gibi, ben de sizin uygun zamanlarınızı seçiyorum.[7]

d) Vaazın kısa olması: Ebu Vâil dedi ki: Ammâr (r.a.) bize bir hutbe irad etti, oldukça kısa ve beliğ bir hutbe okudu. Minberden inince biz O'na: Ey Kadbâmn babası, gerçekten kısa ve beliğ bir hutbe verdin. Keşke biraz daha uzun konuşsaydın. Bunun üzerine (Ammâr) şöyle dedi: Ben Rasulul­lah (s.a)'ı şöyle buyururken dinledim: "Kişinin namazı uzun kıldırması, hut­beyi kısa tutması, onun fıkhının alâmetlerindendir. O bakımdan namazı uzun kıldırınız, hutbeyi kısa kesiniz. Şüphesiz ki kimi sözler büyüleyicidir.[8] O bakımdan (hutbe ve vaazın) uzun tutulmaması, âlemlerin Rabb'inin en sevgili kulunun bir Sünnetidir. Çünkü uzun konuşma usanç verir, sıkıntı ve­rir, beklenen faydanın kalkmasına sebep olur. Hem işlerin en hayırlısı mu­tedil olanıdır. Ne usanç verecek şekilde uzatmak ne de maksadı ifade etme­yecek kadar kısa konuşmak gerekir. [9]

 

4- Etkileyici bir vaizde aranan nitelikler:

 

Yapılan vaazın kalplere nüfuz edebilmesi ve: "Yeri boynunu bükmüş (kurumuş) olarak görmen de onun âyetlerindendir. Onun üzerine suyu in­dirdiğimizde o hareket eder ve kabarır. Onu dirilten şüphesiz ki ölüleri de diriltebilir. Şüphesiz ki O, her şeye gücü yetendir."(Fussiiet, 41/38) buyruğunda dile getirdiği şekilde, yağmurun ölmüş araziyi dirilttiği gibi kalpleri ölümün­den sonra diriltebilmesi için, aşağıdaki niteliklere sahip bir vaizin bu öğüdü yapması kaçınılmazdır:

1- Sözüne bizzat inanan, ondan etkilenen ve dinleyicilerine bunu ulaş­tırmaya tutkun olan bir kişi tarafından yapılması. Bazı kimseler Abdullah b. el-Mübarek'e vaaz sırasında kendisinden etkilendikleri halde başkalarından etkilenmeyişlerinin sebebini sordular, şu cevabı verdi-. "Musibete uğradığı için feryad edip ağıt yakan bir kimse hiçbir zaman ücretiyle ağıt yakmak için tutulan kiralık ağıtçı gibi olamaz." İşte bu, bu inancın yüzde de işaretle­rinin görülmesi, söz ve davranışlarının titreşiminde kendisini hissettirmesi sonucunu verir. Rasulullah (S.A.S.) öğüt verdiği vakit sesi yükselir, gözleri kızarır, şah damarları kabarır, elleriyle işaretlerde bulunurdu. O kadar ki Ashab-ı Kiram'ın, minberden düşeceğinden korktukları zamanlar olmuştur. Bu bakımdan O'nun verdiği öğütler Ashabının kalplerine nüfuz ederdi. Ni­tekim el-İrbâd b. Sâriye bunu şöyle ifade etmektedir: "Kalpler ondan dolayı titredi" yani korktu, "gözler de ondan dolayı yaş döktü."

2- Kalbin mübtelâ olabildiği hastalıklardan vaizin kalbinin uzak olması. Çünkü kalbi sağlıklı olan bir kimsenin sözü muhataplarının kalplerine işler. Kalbi hasta olanın sözü ise kulakları aşamaz. Bundan dolayı vaizin kendisini ve kalbini ıslah etmeye özel bir gayret harcaması gerekmektedir.

3- Söz ve davranışlarıyla, kendisini dinleyenlere güzel bir örnek olmalı­dır. Çünkü onu dinleyenler onun söz ve davranışlarını gözetleyeceklerdir. Eğer kendilerine verdiği öğütlere muhalefet ettiğini görecek olurlarsa, onu küçümserler, ondan ve kendilerine verdiği öğütlerden yüz çevireceklerdir.

Bundan dolayı Şuayb (a.s.) kavmine şöyle demişti: "Size yasakladığım şeyde kendim size muhalefet ederek (o işi yapmak) istemiyorum."(Hud, n/88) Şanı Yüce Allah da başkalarına öğüt verdikleri halde o öğüdü tutmayan ki­tap ehlinin bu tutumlarını red eden bir üslupla şöyle buyurmaktadır: "Siz in­sanlara iyiliği emredip de kendinizi unutur musunuz? Aklınız ermiyor mu sizin?"(el-Bakara, 2/44)

Nitekim Şanı Yüce Allah, davranışı ile sözleri birbirini tutmayan kimse­lere buğzettiğini şöylece beyân etmektedir: "Ey iman edenler, yapmayaca­ğınız şeyi niçin söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah yanında büyük bir hışmı gerektirmektedir."/es-so//, 60/2-3) [10]

 

"Veda Edicinin Öğüdü":

 

İrdab b. Sâriye (r.a)'nin: "Biz Ey Allah'ın Rasulü, bu adetâ veda edici birisinin öğüdünü andırıyor, dedik." şeklindeki sözüyle ilgili olarak İbn Receb şunları söylemektedir: Bu, Rasulullah (S.A.S.)'in verdiği diğer öğütlerinde yaptığından daha ileri derecede beliğ konuştuğunu, üzerinde ısrarla durdu­ğunu göstermektedir. Bundan dolayı Ashab-ı Kiram, bunun veda edici biri­sinin öğüdü olduğunu anlamışlardı. Çünkü veda edecek olan kişi, başkası­nın yapacağından daha ileri derecede söz ve davranışlarını ileriye götürür. Bundan dolayı Rasulullah (s.a) kişinin adetâ veda eden birisinin namaz kılışı gibi namaz kılmasını emretmektedir.[11] Çünkü kıldığı namazın veda edici bi­risinin namazı olduğu şuuruna varan bir kimse, onu en mükemmel şekliyle kılar. Belki de Peygamber (s.a), irâd etmiş olduğu bu hutbede veda etmek durumunda olduğunu üstü kapalı ifade eden sözler de sarfetmiş olabilir. Ni­tekim Veda haccı hutbesinde de bunu bu şekilde ifade etmiş ve şöyle bu­yurmuştu: "Bilemiyorum belki de bu yıldan sonra (böyle bir yerde) sizinle bir daha karşılaşamam.[12]

 

Bu Ümmetin Selefinin Fazileti:

 

er-Irbâd b. Sâriye'nin: "Kalpler ondan dolayı titredi, gözler ondan dolayı yaş döktü" sözlerinde Ashab-ı Kirâm'ın fıtratlarının ne kadar temiz, ruhları­nın ne kadar arı-duru, kalplerinin ne derece kötülükten uzak olduğunu, Peygamberlerinin sözüyle ne kadar etkilendiklerini, Rab'lerinin sözünden dolayı ne derece korkup kalplerinin titrediğini ortaya koymaktadır. Bu ise imanın, dosdoğru yol üzere olmanın ve salâhın bir belirtisidir. Nitekim Yü­ce Allah şöyle buyurmaktadır: "Müminler ancak, Allah anıldığı zaman kalp­leri titreyenlerdir. Ayetleri karşılarında okuduğu zaman da bu, onların imanlarını artırır ve onlar ancak Rab'Ierine güvenip dayanırlar.'Vef-En/a/, 8/2) Yine Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Karşılarında Rahman (olan Allah)'ın âyetleri okunduğu vakit, ağlayarak secdeye kapanırlar."(Meryem, 19/58)

O bakımdan Ashab-ı Kiramı sevmek, onlara gereken saygıyı göster­mek, Allah'ın onlardan razı olmasını dilemek, onlara uymak gerekmektedir. Çünkü onlar bize Allah'ın Kitabını ve Peygamberimizin Sünnetini nakletmiş bulunan bu ümmetin selefidir. Onlara dil uzatmak, bir zındıklıktır, bir sapıklıktır. Nitekim Ebu Zür'a[13] şöyle demiştir: Sen bir kimsenin Rasulullah (s.a)'ın Ashabından herhangi bir kimsenin kadrini küçülttüğünü görecek olursan bilesin ki o, bir zındıktır. Çünkü Rasulullah (s.a) bize göre hak pey­gamberdir, Kur'ân hak kitaptır. Bu Kuranı ve Peygamberimizin Sünnetini ise Rasulullah (s.a)'m Ashabı bize ulaştırmışlardır. Bunlar, Kitap ve Sünneti iptal etmek için bize tanıklık eden bu kimseleri tenkid etmek istiyorlar. On­ları tenkid edenleri tenkid etmek ise, daha uygundur. Boyleleri zındıktır.[14]

İşte bu gibi kimselerin zındıklığına dair fetva veren Ebu Zür'a hakkında Ahmed b. Hanbel şöyle demektedir: Böyle bir köprüyü Ebu Zür'a'dan daha çok hadis belleyen bir kimse geçmiş değildir. [15]

 

Allah'tan Korkmayı (Takvayı) Tavsiye Etmek:

 

Rasulullah (S.A.S.)'in "Ben size Aziz ve Celil olan Allah'ın takvasını tav­siye ediyorum." buyruğuna gelince; kulun Yüce Allah'a karşı takvâh olması, kendisi ile Rabb'inin gazap kızgınlık ve ceza vermesinden korktuğu şeyler arasına kendisini koruyacak bir engel koyması demektir. Bu da itaat olan işleri yapmak, masiyetten uzak durmak ile olur. Takva, Yüce Allah'ın önce­kilere de sonrakilere de bir emridir. Dünya ve âhiret hayırlarını elde etmeye sebeptir. 18'inci hadisi açıklarken buna dair açıklamalar geçmiş olduğun­dan tekrara gerek duymuyoruz. [16]

 

Yöneticilere İtaat:

 

Rasulullah (S.A.S.)'in: "Üzerinize Habeşli bir köle dahi emir tayin edile­cek olursa dinleyip itaat etmenizi tavsiye ediyorum." buyruğu, yöneticilere itaatin vâcib olduğuna delildir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahipleri­ne de." (en-Nisa, 4/59) Yine bu hadisin bir başka tanığı da Ebu Hureyre (r.a)'den şöyle dediğine dair gelen rivayettir: Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu: "Bana itaat eden Allah'a itaat etmiş demektir. Bana isyan eden de Allah'a isyan etmiş demektir. Benim tayin ettiğim emire itaat eden bana itaat etmiş de­mektir, benim tayin ettiğim emire isyan eden de bana isyan etmiş demektir.[17]

Yöneticilerden kasıt ise, makamlarına Şeriat'ın kuralları çerçevesinde gelmiş Şer'i ve meşru yöneticilerdir. Ateş ve demir ile ümmetin tepesine musallat olan zorbalara gelince, bunlara itaat meselesine maslahat ve mef-sedet açısından bakılır. [18]

 

1- Yöneticilere İtaat, Ma'ruf Olmak Şartına Bağlıdır.

 

Rasuîullah (s.a) şöyle buyurmaktadır: "Allah'a isyan hususunda itaat söz konusu değildir, itaat ancak maruf olandadır.[19] Yine şöyle buyurmakta­dır: "Yaratıcıya itaat hususunda hiçbir yaratılmışa itaat olmaz.[20]

İmran ile el-Hakem b. Amr el-Gıfâri'den, şöyle dedikleri nakledilmekte­dir: "Allah'a itaat etmeyene itaat olmaz.[21]

İşte bu rivayetler, müslümanların Allah'a masiyeti emreden yöneticilere itaat etmelerinin haram olduğunu, onlara ancak mâruf hususlarda itaat edi­lebileceğini göstermektedir. Bunlar ister hakim yönetici, ister ilim adamı, ister anne baba olsunlar, değişen birşey yoktur.

İşte buradan, kendilerine Allah'a isyanı gerektirecek hususları emretse-ler dahi, hakikatte masiyet olmadığını ileri sürüp, şeyhlerin, müridin gör­mediği şeyleri gördüğünü gerekçe göstererek itaat eden bazı mutasavvıfla­rın bu kanaatlerinin yanlış olduğu ortaya çıkmaktadır.

Yine mezhepler indeki görüşe tabi olmayı Peygamberin görüşüne tabi olmaya tercih eden birtakım mutaassıp taklitçilerin de bu yaklaşımlarının yanlışlığını ortaya koymaktadır.

Yöneticilerine itaat eden ve yahudi ya da hristiyanlardan alınma, insan­ların ortaya koymuş olduğu yasaların hükmüne başvurma isteklerini kabul eden ve buna karşı çıkmaksızın Rab'lerinden ölüm kendilerine gelinceye ka­dar devam eden birtakım halk kesimlerinin tutumlarının yanlışlıklarını da ortaya koymaktadır. Böylelerinin karşı karşıya kaldığı tehlike çok büyüktür. [22]

 

2- Yöneticiler Kureyş’tendir:

 

Rasulullah (s.a) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar hayırda da serde de Ku-reyş'e tabidirler.[23]

Yine Rasulullah (S.A.S.) şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz bu husus Ku-reyş arasındadır. Kim bu hususta onlara karşı düşmanlık edecek olursa, mutlaka Allah onu yüzüstü (Cehennem'e) yıkar; dini uyguladıkları sürece.[24]

İşte bu ve benzeri rivayetler, imametin (İslâm devleti başkanlığının, hali­feliğin) şartlarından birisinin de imamın Arapların Kureyş kabilesinden ol­ması gerektiğini göstermektedir. Hafız İbn Hacer; Fethu'l-Bâri'de şunları söylemektedir: "İlim ehlinin cumhuru İmamın Kureyşli olmasının şart oldu­ğu görüşündedir.[25] Kadı Iyad da şöyle demektedir: "İmamın Kureyşli ol­masının şart oluşu, genel olarak ilim adamlarının kabul ettiği görüştür. Hat­ta icma olunan meseleler arasında da saymışlardır. Bu hususta seleften her­hangi bir kimsenin farklı görüşü nakledilmemiştir. Onlardan sonra gelenler arasında da İslâm âleminin bütün bölgelerindeki fukahâdan da farklı bir gö­rüş nakledilmiş değildir." Yine Kadı Iyad der ki: "Bu hususta Hâriciler ile onlara uygun kanaat belirten Mutezilenin görüşüne itibar olunmaz. Çünkü bu görüşleriyle onlar müslümanların geneline muhalefet etmektedirler.[26]

Kurtubi de: "Onlardan iki kişi kalacak olsa dahi bu iş Kureyş arasında kalmaya devam edecektir.[27] hadisi ile ilgili olarak şunları söylemektedir:

"Buhâri'nin rivayet ettiği bu hadis imamın meşruiyyetine dair bir haber ver­mektedir. Yani imamet-i kübra (halifelik) onlardan bu makama gelecek bir kişi bulunduğu takdirde ancak bir Kureyşli hakkında tahakkuk eder.[28]

Halifelik dışındaki yönetim görevlerine gelince, Kureyşli olmayanın yö­netim başına getirilmesi caizdir. Nitekim Rasulullah (S.A.S.) Abdullah b. Revâ-ha, Zeyd b. Harise, Üsâme ve başkalarını da komutan olarak tayin etmiştir.

Rasulullah (S.A.S.)'in: "Başınıza bir köle dahi görevlendirilecek olursa" şeklindeki ifadesine gelince; bu az önce geçen açıklamalara aykırı değildir ve kölelerin imam oluşunu caiz kılmamaktadır. Rasulullah {S.A.S.) bunu vu­kuu sahih olacak olsa dahi, sadece örnek olsun diye zikretmiştir. Nitekim şöyle buyurmuştur: "Her kim bir kekliğin yumurtalarını bırakacağı bir yer veya ondan daha küçük dahi olsa Allah için bir mescid inşa edecek olursa, Allah da o kimseye Cennet'te bir ev bina eder.[29] Bilindiği gibi bir kekliğin yumurtasını bırakacağı kadar küçük bir yer mescid olamaz, oraya bir kişi dahi sığmaz.

Yahut da bu, müslümanların Hanif dinlerinin öğreti ve direktiflerine rağmen, içine düşecekleri durumlar hakkında gaybe dair haber vermek ka­bilinden de olabilir. Müslümanlar imamet-i uzmâyı hak olmayan yerlerine teslim edeceklerdir, anlamında olabilir. Böyle bir durumda Rasulullah (S.A.S.)'in bu gibi yöneticilere itaati emretmiş olması, fitnelerin körüklen­memesi kabilindendir. Çünkü müslüman olan yöneticilere karşı ayaklan­mak, âdeten sonuçlarını Allah'tan başka hiçbir kimsenin bilemeyeceği fitne­lerin ortaya çıkmasına sebep teşkil eder. [30]

 

Sünnet'e Bağlılık:

 

1- Ayrılığın Ve İhtilâfın Meydana Gelmesi:

 

Rasulullah (S.A.S.)'in: "Aranızdan yaşayanlar pek çok ihtilâflar görecek­lerdir" buyruğunda, yönetim, dinin asılları ve fürûu hakkında içine düşecek­leri ayrılıklara dair verdiği bir haberdir. Aynı şekilde Muaviye b. Ebi Süfyân  (r.a)'dan gelen şu rivayet de buna tanıklık etmektedir: Şunu bilin ki Rasulul­lah (s.a) aramızda hutbe irad etmek üzere kalkıp dedi ki: "Şunu bilin ki, siz­den önceki Kitap Ehli kimseler yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunun yetmiş ikisi Cehennem'dedir, bir tane­si de Cennet'tedir. Cennette olacak olan ise cemaattir.[31]

O doğru sözlü olan ve doğru sözlü olduğu tasdik edilmiş bulunan yüce önder (Allah'ın salât ve selâmı üzerine olsunj'in haber verdiği dinin asılları­na ve fürûuna dair hususlardaki ayrılıklar gerçekleşmiştir. Sapık pek çok fır­ka da ortaya çıkmıştır. Vahdet-i vücud kanaatini kabul eden, aşırıya kaçmış sufiler gibi. Meselâ, onlardan birisi şöyle der: Ben kendimi tenzih ederim, ben kendimi tenzih ederim, cübbede Allah'tan başka kimse yoktur.

Oysa Allah zalimlerin söylediklerinden çok çok yücedir ve münezzehtir.

Rasulullah (s.a)'ın Ashabına sövmeyi, onları tekfir etmeyi kendi kanaat-lerince Allah'a yakınlaştırıcı bir amel kabul eden Râfıziler de buna örnektir. Meselâ, Râfızilerin güvenilir kitaplarından birisi olan Miftâhu'l-Cinân adlı ki­taplarında şu bâtıl dua yer almaktadır: "Allah'ım, Muhammed'e ve Muham-med'in âline salat-u selam getir. Kureyş'in iki put ve iki tâğutuna ve onların iki kızına da lanet et.[32]

Burada sözü geçen "Kureyş'in iki pufundan kasıt, Ebu Bekir es-Sıddîk ile Ömer el-Fâruk -Allah ikisinden de razı olsun- dur. Allah ise o ikisine la­net edenlere dünyada da âhirette de lanet etsin, âmin.

"İki kızlarfndan kasıt ise, Hz. Âişe ile Hz. Hafsa (r.a.)dırlar.

Kaderiyye, Cebriyye ve Ali (r.a)'yi tekfir eden, müslümanların kanlarını helâl kabul eden Hâriciler, Mutezile ve diğerleri de bu sapık fırkalara örnek­lerdir[33]

 

2- Ayrılık Ve Tefrikadan Koruyan:

 

Yüce Allah'ın Kitab'ına ve Rasulünün Sünnetine sımsıkı sarılmak, bu iki kaynağı nefislerin verdiği vesveseleri çok iyi bilen ve her şeyden haberdar olan Yüce Allah'ın tezkiye etmiş olduğu ümmetin selefinin anladığı gibi an­lamaktır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "İleri geçen muhacirler ve ensâr ile onlara güzel bir şekilde uyanlardan Allah razı olmuştur. Onlar da O'ndan razı olmuşlardır. Onlar için orada ebediyyen kalmak üzere, altın­dan ırmaklar akan Cennetler hazırlamıştır. İşte en büyük kurtuluş budur.(el-Teube, 9/100)

Nitekim âlemlerin Rabb'inin yüce sevgilisi de onları şöylece tezkiye et­miştir: "Ümmetimin en hayırlıları aralarında Peygamber olarak gönderildi­ğim bu nesildir. Sonra onlardan sonra gelecek olanlar." -üçüncü nesli de zikretti mi etmedi mi Allah en iyi bilendir-; sonra şöyle buyurdu: "Sonra on­ların yerine şişmanlığı seven ve şahidlik etmeleri istenmeden önce şahidliğe koşan bir topluluk gelecektir.[34]

Abdullah b. Ömer (r.a.) şu sözlerinde doğruyu dile getirmiştir: "Her kim birilerine uymak istiyorsa vefat etmiş kimselere uymaya baksın. Sözünü et­tiğim bu kimseler Muhammed (s.a)'in Ashabıdır. Onlar bu ümmetin en ha­yırlıları idi. Kalpleri en iyi, ilimleri en derin, buna karşılık kendilerini gerek­siz külfete sokmaktan en uzak kimselerdi. Allah'ın, Peygamberi Muham-med'in sohbetine seçtiği bir topluluktu. Ka'benin Rabb'i olan Allah hakkı için onlar dosdoğru bir hidayet üzere yürüyorlardı."

İşte bundan dolayı yüce Rasulümüz de bu mübarek hadisinde bizlere kendisinin Sünnetine ve hakkı kendisinden biHp öğrenmiş ve kendisine tabi olmuş bulunan halifeleri Ebu Bekir, Osman, Ömer ve Ali (r.a.)'nin sünneti­ne sımsıkı sarılmamızı tavsiye (emr) etmiştir. Onların izledikleri yolu azı diş­lerimizle kavramamızı istemiştir. Böyle bir emir ise ona (Sünnete) sımsıkı sarılmaktan ve ondan sapmamak gereğinden bir kinayedir.

Ve Rasulullah (S.A.S.) şöyle buyurmuştur: "Size benim Sünnetime ve hidayet bulmuş Râşid Halifelerin Sünnetine sarılmanızı tavsiye ediyorum. Azı dişlerinizle o sünneti kavrayınız.[35]

 

3- Bid'atlerden Sakındırma:

 

Rasulullah (S.A.S.)'in: "Sonradan ortaya çıkartılan işlerden uzak duru­nuz. Çünkü her bid'at bir sapıklıktır" buyruğunda geçen, dinde sonradan uydurulan hususlar, Kitaptan da Sünnetten de herhangi bir dayanağı olmayan işlerdir. İşte bundan dolayı Rasulullah (s.a) bizi bunlardan sakındırmış-tır. Çünkü bunlar ümmetlerin helak oluşlarının, yıkılıp gidişlerinin sebebidir. Rasulullah (S.A.S.) şöyle buyurmaktadır: "Sizden öncekileri helak eden an­cak, onların çokça soru sormaları ve Peygamberlerine çokça muhalefet et­meleridir.[36]

Onbeşinci hadisi açıklarken de bidatin mahiyeti, tehlikesi ve bid'atler­den uzak durma gereğine dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. O bakım­dan bunları tekrarlamaya gerek yoktur. [37]

 

Hadis-i Şeriften Anlaşılan Bazı Hükümler:

 

1- Bu hadis-i şerif dünya ve âhiret maslahatını ihtiva eden hususların vedalaşma esnasında vasiyet edilmesinin teşvik edildiğini göstermektedir.

2- Bu hadis-i şerif, bid'at ortaya çıkarmaktan sakındırmaktadır.

3- Bu hadis-i şerif, Râşid Halifelerin önemli yerini ortaya koymaktadır.

4- Günümüzde ümmetin içine düştüğü bu durum, Hz. Peygamberin verdiği haberin doğruluğunun delili ve tanığıdır. [38]

 

 



[1] Nevevt der ki: Bu hadisi Ebu Dâvud ve Tirmizi rivayet etmiş olup, Tirmizi: Bu, hasen sahih bir hadistir, demiştir. Hadis sahihdir. Bk. ei-Elbani, Sahihu'i-Câmi', 4546. (Tirmizi, İlim 16, Ebu Dâvud, Sünne 5; İbn Mâce, Mukaddime, 6; Dârimi, Mukaddime 16; Müsned, IV, 126-127. -Çeviren).

Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 291-292.

[2] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 292.

[3] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 292.

[4] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 292.

[5] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 292-293.

[6] Hadisi Tirmizi, Ahmed ve Ebu Davud rivayet etmiştir. {Bk. Bir önceki, notumuz. -Çeviren-)

[7] Buhâri, I, 25, İlim, 12; Muhtasaru Müslim. Müslim, el-Cumua, 47.

[8] Müsiim Şerhi, II, 520. (Müs/im, Cumua 47; Dârimi, SaSât 199; Müsned, IV, 263. -Çeviren-)

[9] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 293-294.

[10] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 294-295.

[11] İbn Mâce, Zühd, 15; Müsned, V, 412. (Çeviren)

[12] Câmiu'l-Uiumi ve'l-Hikem, 246.

Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 295-296.

[13] Ibnü'i-lrâki {762-826 h.) Adı Ahmed b. Abdürrahim b. Hüseyin'dir. Künyesi Ebu Zür'a Veiiyüddin'dir. Ibnü'l-Iraki diye bilinir, aslen Kurttur. Kahire'de dünyaya gelmiş, orada vefat etmiştir. Şafii'nin mezhebinin önder ilim adamlarındandır. Hadis, fıkıh, usûl ve Arapça ilimlerinde oldukça ileri seviyede bir ilim adamıydı. Hakimlik, müftülük yapmış, tedris ve tasnif ile uğraşmıştır. Eserlerinden bazıları: 1) El-Beyânu ve't-Tavdih limen Uhrice lehu fi's-Sahih ve Kad Müsse Bidarbin mine't-Tecri'h 2) Ahbaru'l-Müdellisin. (Ancak muhterem müellifin sözünü ettiği "Ebu Zür'a" künyeli bu şahıs ile İbnu'l-Arabi'nin el-Avasım adîı eserinde kendisinden nakilde bulunduğu Ebü Zur'a aynı kişiler değildir. İbnu'l-Arabi'nin sözünü ettiği Ebu Zür'a'mn adı:  Ubeydullah b. Abdilkerim er-Râzi olup velâ yoluyla Mahzumoğuiları'na mensuptur. H. 264 yıiında vefat etmiştir. Ahmed b. Hanbel'in metinde nakledilen Ebu Zür'a hakkındaki bu sözü de, el-Avâsım'dan nakiedilmiştir. Zaten (468-546 H.) yılları arasında yaşamış İbnu'l-Arabi'nin, el-Avâsim., adlı eserinde; (762-826 H.) yıiları arasında yaşamış birisinden nakilde bulunması imkansızdır. Ahmed b. Hanbel'in onu değerlendirmesine de imkân yoktur. İbnu'I-Irakİ için bk. Kehhale, Mu'cemu'l-Müeilifin, I, 270; Ebu Zür'a için bk. Îbnu'l-Arabi, el-Aoâsım, 34. -Çeviren-)

[14] el-Auâsım Mine'l-Kavâstm, 34.

[15] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 296-297.

[16] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 297.

[17] Buhâri, VIII, 104, Ahkâm, I; Müslim Şerhi, IV, 501

[18] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 298.

[19] Buharı, Vlll, 132, Ahbâru'1-Ahâd, 1; Müslim Şerhi. IV, 505

[20] Ahmed rivayet etmiştir. Bk. Sahihu'l-Câmi, 7396

[21] A.g.e., 7397

[22] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 298-299.

[23] Müslim rivayet etmiştir, bk. Müs/im Şerhi, IV, 481

[24] Buhdri, IV, 155; Menakıb, 2

[25] Fethu'l-Bâri, XVI, 236

[26] Fethu'l-Bâri, XVI, 236

[27] Buharı, Ahkâm 2, Menâkıb 2; Müslim, İmâre 4; Müsned, II, 29 (-Çeviren-)

[28] Fethu'1-Bâri, VI, 235

[29] Sahihu’l-Cami, 6004

[30] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 299-300.

[31] Sahihu'l-Câmi, 2138

[32] Miftâhü'l-Cinân, 114.

 

 

[33] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 300-301.

[34] Müslim Şerhi, V, 394. {Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 214-215. Ancak şişmanlık sevgisinden söz edilmiyor. Çeviren)

[35] Sahihu'lCâmi, 2546

Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 301-302.

[36] Buhari, VIII, 139, el-ftisâm, 2; Müslim Şerhi, V, 205.

[37] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 302-303.

[38] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 303.