28. SÜNNETE BAĞLILIK VE BİD'ATLERDEN UZAKLAŞMAK
Vaaz
(Öğüt Vermek) Davetçinin Görevlerindendir.:
3-
Başarılı Bir Vaazın Nitelikleri:
4-
Etkileyici bir vaizde aranan nitelikler:
Bu
Ümmetin Selefinin Fazileti:
Allah'tan
Korkmayı (Takvayı) Tavsiye Etmek:
1-
Yöneticilere İtaat, Ma'ruf Olmak Şartına Bağlıdır.
1-
Ayrılığın Ve İhtilâfın Meydana Gelmesi:
2-
Ayrılık Ve Tefrikadan Koruyan:
Hadis-i
Şeriften Anlaşılan Bazı Hükümler:
Ebu Necih el-Irbâd b.
Sâriye (r.a)'den, dedi ki: Rasulullah (s.a) bize öyle bir vaazda bulundu ki,
ondan dolayı kalpler titredi, gözler yaş akıttı. Ey Allah'ın Rasulü, dedik bu
veda edecek bir kişinin öğüdüne benziyor. Haydi bize vasiyette bulun. Şöyle
buyurdu: "Ben size Aziz ve Celil olan Allah'ın :akvâsı ile (hareket
etmenizi), başınıza Habeşli bir köle emir olarak tayin 2dilecek olsa dahi
dinleyip itaat etminizi tavsiye ediyorum. Çünkü şüphesiz aranızdan (uzun bir
ömür) yaşayacak olanlar pek çok ayrılıklar görecektir. Ben size benim Sünnetime
ve hidâyet bulmuş Râşid Halifelerin sünnetine sarılmanızı tavsiye ediyorum. Ona
sımsıkı sarılın, azı dişlerinizle ona yapışın. Sonradan uydurma işlerden de
çokça sakının. Çünkü sonradan uydurma her bir iş bir bid'attir, her bir bid'at
de bir sapıklıktır.[1]
Bu hadis-i şerif
oldukça özlü ve kapsamlı bir Peygamberi vasiyeti kapsamaktadır. Bu hadiste
Rasulullah (S.A.S.) bize Allah'tan korkmayı (takvayı) yöneticilere itaati,
Sünnet-i Seniyyeye sarılıp bidatlerden sakınmayı tavsiye etmektedir. Bunlar son
derece önemli hususlardır. Ümmet bu hususlara sımsıkı sarılacak olursa, dünyada
da âhirette de mutluluğa kavuşur. [2]
Allah yoluna davet
edenin yerine getirmesi gereken görevler pek çoktur. Bunlardan birisi de vaaz
etmek (öğüt vermek)tir. Vaazın umulan meyvelerini verebilmesi için bu görev
ile ilgili bazı hususları sıralayalım: [3]
-Vaaz nasihat etmek,
öğüt vermek, akıbetleri hatırlatmak demektir. İbn Side der ki: Vaaz insana
kalbini yumuşatacak şekilde mükâfat ve cezalardan söz edip hatırlatmalarda
bulunmaktır. [4]
Hadis-i şerifte
Peygamber (s.a)'in bu işi yaptığından dolayı vaazın meş-ruiyyetine delil
vardır. Yüce Alİah da şöyle buyurmaktadır: "İşte bunlar, Allah'ın,
kalplerindekini bildiği kimselerdir. Artık onlardan yüz çevir, onlara
n-Nisâ, 4/63) öğüt ver
ve kendileri hakkında onlara etkileyici sözler söyle.'Ver, Yüce Allah,
Rasulullah (s.a)'a, içinde bulundukları sapıklıktan ayılıp kendilerine
gelirler ümidiyle münafıklara vaaz vermesini emretmekte, bir başka yerde de
şöyle buyurmaktadır: "Rabb'inin yoluna hikmetle ve güzel öğüt ile davet
et!"(en-NahI, 16/125)
Aynı şekilde bu ayet-i
kerimede de insanların hikmet ile ve güzel öğüt ile davet edilmesini
emretmektedir. Nitekim Yüce Allah, hanımın serkeşlik etmesi, kocasının
emirlerine karşı çıkıp ondan yüz çevirmesi halinde de ona öğüt verilmesini
teşri1 buyurmakta ve şöyle buyurmaktadır: "Serkeşliklerinden endişe
ettiğiniz kadınlara gelince, onlara da öğüt verin!"(en-Ntsa, 4/34)
İşte bu
açıklamalardan, öğüt vermenin (vaazın) meşru olduğu sonucunu çıkartmaktayız.
Çünkü Yüce Allah, öğüt verenin vasıtası ile pek çok hayırlar
gerçekleştirebilir. [5]
a)
İnsanların gerek duyacakları uygun konuyu seçmek. Meselâ kişi insanların
dünyayı âhirete tercih ettiklerini ve itaati ihmal ederek dünyaya gömülüp
gittiklerini görecek olursa, onları âhirete yönelmeye teşvik eder, dünyaya
rağbetlerini azaltmaya (zühde) davet eder.
Muhatapları istenen
şekilde henüz farz ve vacibleri yerine getirmiyor iken, söz gelimi itaatte
iktisada (orta yollu olmaya) davet etmeye gelince bu, konunun seçiminde
hikmetli davranmamaktır.
b) Vaazda
belagat: Vaazda fesahat (açık-seçik ve anlaşılan bir konuşma) istenen bir
husustur. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve onla-rs kendileri
hakkında oldukça beliğ (özlü ve etkileyici) sözler söyle!" (en-Nrsâ, 4/63)
Nitekim Ashâb-ı Kiram, Rasulullah (s.a)'ın öğütlerini: "Rasulullah (s.a)
bize oldukça beliğ (etkileyici) bir vaazda bulundu." diye nitelemişlerdir.[6]
O halde vaazda
bulunacak kimsenin anlatmak istediği hususları dinleyicilerine bu maksadına
delâlet edecek en güzel şekil ve en uygun surette, kulağa en güzel gelecek,
kalpleri en çok etkileyecek şekilde ulaştırmahdır.
c) Uygun
zaman ve fırsatı kollamak. Öyle ki, dinleyicinin bu işe zaman ayırmış olması,
zihninin özel ihtiyaçlarıyla meşgul olmaksızın arı-duru olması aranmalıdır.
el-Irbâd b. Sâriye'nin sözünü ettiği bu hadis-i şerifteki öğüt, sabah
namazından sonra yapılmıştı. Bu zamanda ise kul, gayretinin zirvesinde ve zihni
bakımdan arı ve duru bir haldedir. Buhâri ile Müslim, Ebu Vâil'den, şöyle
dediğini rivayet ederler: Abdullah b. Mes'ud insanlara her perşembe günü öğüt verir,
hatırlatmalarda bulunurdu. Adamın birisi O'na şöyle dedi: Abdurrahman'ın
babası, gerçekten senin bize her gün öğüt vermiş olmanı çok arzu ederdim. Şu
cevabı verdi: Beni bu şekilde davranmaktan alıkoyan husus, size usanç vermek
istemeyişimdir. Rasulullah (s.a)'ın, bizi usandırır korkusuyla vaaz için uygun
zamanlarımızı seçtiği gibi, ben de sizin uygun zamanlarınızı seçiyorum.[7]
d) Vaazın
kısa olması: Ebu Vâil dedi ki: Ammâr (r.a.) bize bir hutbe irad etti, oldukça
kısa ve beliğ bir hutbe okudu. Minberden inince biz O'na: Ey Kadbâmn babası,
gerçekten kısa ve beliğ bir hutbe verdin. Keşke biraz daha uzun konuşsaydın.
Bunun üzerine (Ammâr) şöyle dedi: Ben Rasulullah (s.a)'ı şöyle buyururken
dinledim: "Kişinin namazı uzun kıldırması, hutbeyi kısa tutması, onun
fıkhının alâmetlerindendir. O bakımdan namazı uzun kıldırınız, hutbeyi kısa
kesiniz. Şüphesiz ki kimi sözler büyüleyicidir.[8] O
bakımdan (hutbe ve vaazın) uzun tutulmaması, âlemlerin Rabb'inin en sevgili
kulunun bir Sünnetidir. Çünkü uzun konuşma usanç verir, sıkıntı verir,
beklenen faydanın kalkmasına sebep olur. Hem işlerin en hayırlısı mutedil
olanıdır. Ne usanç verecek şekilde uzatmak ne de maksadı ifade etmeyecek kadar
kısa konuşmak gerekir. [9]
Yapılan vaazın
kalplere nüfuz edebilmesi ve: "Yeri boynunu bükmüş (kurumuş) olarak görmen
de onun âyetlerindendir. Onun üzerine suyu indirdiğimizde o hareket eder ve
kabarır. Onu dirilten şüphesiz ki ölüleri de diriltebilir. Şüphesiz ki O, her
şeye gücü yetendir."(Fussiiet, 41/38) buyruğunda dile getirdiği şekilde,
yağmurun ölmüş araziyi dirilttiği gibi kalpleri ölümünden sonra diriltebilmesi
için, aşağıdaki niteliklere sahip bir vaizin bu öğüdü yapması kaçınılmazdır:
1- Sözüne
bizzat inanan, ondan etkilenen ve dinleyicilerine bunu ulaştırmaya tutkun olan
bir kişi tarafından yapılması. Bazı kimseler Abdullah b. el-Mübarek'e vaaz
sırasında kendisinden etkilendikleri halde başkalarından etkilenmeyişlerinin
sebebini sordular, şu cevabı verdi-. "Musibete uğradığı için feryad edip
ağıt yakan bir kimse hiçbir zaman ücretiyle ağıt yakmak için tutulan kiralık
ağıtçı gibi olamaz." İşte bu, bu inancın yüzde de işaretlerinin
görülmesi, söz ve davranışlarının titreşiminde kendisini hissettirmesi sonucunu
verir. Rasulullah (S.A.S.) öğüt verdiği vakit sesi yükselir, gözleri kızarır,
şah damarları kabarır, elleriyle işaretlerde bulunurdu. O kadar ki Ashab-ı
Kiram'ın, minberden düşeceğinden korktukları zamanlar olmuştur. Bu bakımdan
O'nun verdiği öğütler Ashabının kalplerine nüfuz ederdi. Nitekim el-İrbâd b.
Sâriye bunu şöyle ifade etmektedir: "Kalpler ondan dolayı titredi"
yani korktu, "gözler de ondan dolayı yaş döktü."
2- Kalbin
mübtelâ olabildiği hastalıklardan vaizin kalbinin uzak olması. Çünkü kalbi
sağlıklı olan bir kimsenin sözü muhataplarının kalplerine işler. Kalbi hasta
olanın sözü ise kulakları aşamaz. Bundan dolayı vaizin kendisini ve kalbini
ıslah etmeye özel bir gayret harcaması gerekmektedir.
3- Söz ve
davranışlarıyla, kendisini dinleyenlere güzel bir örnek olmalıdır. Çünkü onu
dinleyenler onun söz ve davranışlarını gözetleyeceklerdir. Eğer kendilerine
verdiği öğütlere muhalefet ettiğini görecek olurlarsa, onu küçümserler, ondan
ve kendilerine verdiği öğütlerden yüz çevireceklerdir.
Bundan dolayı Şuayb
(a.s.) kavmine şöyle demişti: "Size yasakladığım şeyde kendim size
muhalefet ederek (o işi yapmak) istemiyorum."(Hud, n/88) Şanı Yüce Allah
da başkalarına öğüt verdikleri halde o öğüdü tutmayan kitap ehlinin bu
tutumlarını red eden bir üslupla şöyle buyurmaktadır: "Siz insanlara
iyiliği emredip de kendinizi unutur musunuz? Aklınız ermiyor mu
sizin?"(el-Bakara, 2/44)
Nitekim Şanı Yüce
Allah, davranışı ile sözleri birbirini tutmayan kimselere buğzettiğini şöylece
beyân etmektedir: "Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi niçin
söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah yanında büyük bir hışmı
gerektirmektedir."/es-so//, 60/2-3) [10]
İrdab b. Sâriye
(r.a)'nin: "Biz Ey Allah'ın Rasulü, bu adetâ veda edici birisinin öğüdünü
andırıyor, dedik." şeklindeki sözüyle ilgili olarak İbn Receb şunları
söylemektedir: Bu, Rasulullah (S.A.S.)'in verdiği diğer öğütlerinde yaptığından
daha ileri derecede beliğ konuştuğunu, üzerinde ısrarla durduğunu
göstermektedir. Bundan dolayı Ashab-ı Kiram, bunun veda edici birisinin öğüdü
olduğunu anlamışlardı. Çünkü veda edecek olan kişi, başkasının yapacağından
daha ileri derecede söz ve davranışlarını ileriye götürür. Bundan dolayı
Rasulullah (s.a) kişinin adetâ veda eden birisinin namaz kılışı gibi namaz
kılmasını emretmektedir.[11]
Çünkü kıldığı namazın veda edici birisinin namazı olduğu şuuruna varan bir
kimse, onu en mükemmel şekliyle kılar. Belki de Peygamber (s.a), irâd etmiş
olduğu bu hutbede veda etmek durumunda olduğunu üstü kapalı ifade eden sözler
de sarfetmiş olabilir. Nitekim Veda haccı hutbesinde de bunu bu şekilde ifade
etmiş ve şöyle buyurmuştu: "Bilemiyorum belki de bu yıldan sonra (böyle
bir yerde) sizinle bir daha karşılaşamam.[12]
er-Irbâd b.
Sâriye'nin: "Kalpler ondan dolayı titredi, gözler ondan dolayı yaş
döktü" sözlerinde Ashab-ı Kirâm'ın fıtratlarının ne kadar temiz, ruhlarının
ne kadar arı-duru, kalplerinin ne derece kötülükten uzak olduğunu,
Peygamberlerinin sözüyle ne kadar etkilendiklerini, Rab'lerinin sözünden dolayı
ne derece korkup kalplerinin titrediğini ortaya koymaktadır. Bu ise imanın,
dosdoğru yol üzere olmanın ve salâhın bir belirtisidir. Nitekim Yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: "Müminler ancak, Allah anıldığı zaman kalpleri
titreyenlerdir. Ayetleri karşılarında okuduğu zaman da bu, onların imanlarını
artırır ve onlar ancak Rab'Ierine güvenip dayanırlar.'Vef-En/a/, 8/2) Yine Yüce
Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Karşılarında Rahman (olan
Allah)'ın âyetleri okunduğu vakit, ağlayarak secdeye kapanırlar."(Meryem,
19/58)
O bakımdan Ashab-ı
Kiramı sevmek, onlara gereken saygıyı göstermek, Allah'ın onlardan razı
olmasını dilemek, onlara uymak gerekmektedir. Çünkü onlar bize Allah'ın
Kitabını ve Peygamberimizin Sünnetini nakletmiş bulunan bu ümmetin selefidir.
Onlara dil uzatmak, bir zındıklıktır, bir sapıklıktır. Nitekim Ebu Zür'a[13]
şöyle demiştir: Sen bir kimsenin Rasulullah (s.a)'ın Ashabından herhangi bir
kimsenin kadrini küçülttüğünü görecek olursan bilesin ki o, bir zındıktır.
Çünkü Rasulullah (s.a) bize göre hak peygamberdir, Kur'ân hak kitaptır. Bu
Kuranı ve Peygamberimizin Sünnetini ise Rasulullah (s.a)'m Ashabı bize
ulaştırmışlardır. Bunlar, Kitap ve Sünneti iptal etmek için bize tanıklık eden
bu kimseleri tenkid etmek istiyorlar. Onları tenkid edenleri tenkid etmek ise,
daha uygundur. Boyleleri zındıktır.[14]
İşte bu gibi
kimselerin zındıklığına dair fetva veren Ebu Zür'a hakkında Ahmed b. Hanbel
şöyle demektedir: Böyle bir köprüyü Ebu Zür'a'dan daha çok hadis belleyen bir
kimse geçmiş değildir. [15]
Rasulullah (S.A.S.)'in
"Ben size Aziz ve Celil olan Allah'ın takvasını tavsiye ediyorum."
buyruğuna gelince; kulun Yüce Allah'a karşı takvâh olması, kendisi ile
Rabb'inin gazap kızgınlık ve ceza vermesinden korktuğu şeyler arasına kendisini
koruyacak bir engel koyması demektir. Bu da itaat olan işleri yapmak,
masiyetten uzak durmak ile olur. Takva, Yüce Allah'ın öncekilere de
sonrakilere de bir emridir. Dünya ve âhiret hayırlarını elde etmeye sebeptir.
18'inci hadisi açıklarken buna dair açıklamalar geçmiş olduğundan tekrara
gerek duymuyoruz. [16]
Rasulullah
(S.A.S.)'in: "Üzerinize Habeşli bir köle dahi emir tayin edilecek olursa
dinleyip itaat etmenizi tavsiye ediyorum." buyruğu, yöneticilere itaatin
vâcib olduğuna delildir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah'a
itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de."
(en-Nisa, 4/59) Yine bu hadisin bir başka tanığı da Ebu Hureyre (r.a)'den şöyle
dediğine dair gelen rivayettir: Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu: "Bana
itaat eden Allah'a itaat etmiş demektir. Bana isyan eden de Allah'a isyan etmiş
demektir. Benim tayin ettiğim emire itaat eden bana itaat etmiş demektir,
benim tayin ettiğim emire isyan eden de bana isyan etmiş demektir.[17]
Yöneticilerden kasıt
ise, makamlarına Şeriat'ın kuralları çerçevesinde gelmiş Şer'i ve meşru
yöneticilerdir. Ateş ve demir ile ümmetin tepesine musallat olan zorbalara
gelince, bunlara itaat meselesine maslahat ve mef-sedet açısından bakılır. [18]
Rasuîullah (s.a) şöyle
buyurmaktadır: "Allah'a isyan hususunda itaat söz konusu değildir, itaat
ancak maruf olandadır.[19] Yine
şöyle buyurmaktadır: "Yaratıcıya itaat hususunda hiçbir yaratılmışa itaat
olmaz.[20]
İmran ile el-Hakem b.
Amr el-Gıfâri'den, şöyle dedikleri nakledilmektedir: "Allah'a itaat
etmeyene itaat olmaz.[21]
İşte bu rivayetler,
müslümanların Allah'a masiyeti emreden yöneticilere itaat etmelerinin haram
olduğunu, onlara ancak mâruf hususlarda itaat edilebileceğini göstermektedir.
Bunlar ister hakim yönetici, ister ilim adamı, ister anne baba olsunlar,
değişen birşey yoktur.
İşte buradan,
kendilerine Allah'a isyanı gerektirecek hususları emretse-ler dahi, hakikatte
masiyet olmadığını ileri sürüp, şeyhlerin, müridin görmediği şeyleri gördüğünü
gerekçe göstererek itaat eden bazı mutasavvıfların bu kanaatlerinin yanlış
olduğu ortaya çıkmaktadır.
Yine mezhepler indeki
görüşe tabi olmayı Peygamberin görüşüne tabi olmaya tercih eden birtakım
mutaassıp taklitçilerin de bu yaklaşımlarının yanlışlığını ortaya koymaktadır.
Yöneticilerine itaat
eden ve yahudi ya da hristiyanlardan alınma, insanların ortaya koymuş olduğu
yasaların hükmüne başvurma isteklerini kabul eden ve buna karşı çıkmaksızın
Rab'lerinden ölüm kendilerine gelinceye kadar devam eden birtakım halk
kesimlerinin tutumlarının yanlışlıklarını da ortaya koymaktadır. Böylelerinin
karşı karşıya kaldığı tehlike çok büyüktür. [22]
Rasulullah (s.a) şöyle
buyurmuştur: "İnsanlar hayırda da serde de Ku-reyş'e tabidirler.[23]
Yine Rasulullah
(S.A.S.) şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz bu husus Ku-reyş arasındadır. Kim
bu hususta onlara karşı düşmanlık edecek olursa, mutlaka Allah onu yüzüstü
(Cehennem'e) yıkar; dini uyguladıkları sürece.[24]
İşte bu ve benzeri
rivayetler, imametin (İslâm devleti başkanlığının, halifeliğin) şartlarından
birisinin de imamın Arapların Kureyş kabilesinden olması gerektiğini
göstermektedir. Hafız İbn Hacer; Fethu'l-Bâri'de şunları söylemektedir:
"İlim ehlinin cumhuru İmamın Kureyşli olmasının şart olduğu görüşündedir.[25] Kadı
Iyad da şöyle demektedir: "İmamın Kureyşli olmasının şart oluşu, genel
olarak ilim adamlarının kabul ettiği görüştür. Hatta icma olunan meseleler
arasında da saymışlardır. Bu hususta seleften herhangi bir kimsenin farklı
görüşü nakledilmemiştir. Onlardan sonra gelenler arasında da İslâm âleminin
bütün bölgelerindeki fukahâdan da farklı bir görüş nakledilmiş değildir."
Yine Kadı Iyad der ki: "Bu hususta Hâriciler ile onlara uygun kanaat
belirten Mutezilenin görüşüne itibar olunmaz. Çünkü bu görüşleriyle onlar
müslümanların geneline muhalefet etmektedirler.[26]
Kurtubi de:
"Onlardan iki kişi kalacak olsa dahi bu iş Kureyş arasında kalmaya devam
edecektir.[27] hadisi ile ilgili olarak
şunları söylemektedir:
"Buhâri'nin
rivayet ettiği bu hadis imamın meşruiyyetine dair bir haber vermektedir. Yani
imamet-i kübra (halifelik) onlardan bu makama gelecek bir kişi bulunduğu
takdirde ancak bir Kureyşli hakkında tahakkuk eder.[28]
Halifelik dışındaki
yönetim görevlerine gelince, Kureyşli olmayanın yönetim başına getirilmesi
caizdir. Nitekim Rasulullah (S.A.S.) Abdullah b. Revâ-ha, Zeyd b. Harise, Üsâme
ve başkalarını da komutan olarak tayin etmiştir.
Rasulullah
(S.A.S.)'in: "Başınıza bir köle dahi görevlendirilecek olursa"
şeklindeki ifadesine gelince; bu az önce geçen açıklamalara aykırı değildir ve
kölelerin imam oluşunu caiz kılmamaktadır. Rasulullah {S.A.S.) bunu vukuu
sahih olacak olsa dahi, sadece örnek olsun diye zikretmiştir. Nitekim şöyle
buyurmuştur: "Her kim bir kekliğin yumurtalarını bırakacağı bir yer veya
ondan daha küçük dahi olsa Allah için bir mescid inşa edecek olursa, Allah da o
kimseye Cennet'te bir ev bina eder.[29]
Bilindiği gibi bir kekliğin yumurtasını bırakacağı kadar küçük bir yer mescid
olamaz, oraya bir kişi dahi sığmaz.
Yahut da bu,
müslümanların Hanif dinlerinin öğreti ve direktiflerine rağmen, içine
düşecekleri durumlar hakkında gaybe dair haber vermek kabilinden de olabilir.
Müslümanlar imamet-i uzmâyı hak olmayan yerlerine teslim edeceklerdir,
anlamında olabilir. Böyle bir durumda Rasulullah (S.A.S.)'in bu gibi
yöneticilere itaati emretmiş olması, fitnelerin körüklenmemesi kabilindendir.
Çünkü müslüman olan yöneticilere karşı ayaklanmak, âdeten sonuçlarını
Allah'tan başka hiçbir kimsenin bilemeyeceği fitnelerin ortaya çıkmasına sebep
teşkil eder. [30]
Rasulullah
(S.A.S.)'in: "Aranızdan yaşayanlar pek çok ihtilâflar göreceklerdir"
buyruğunda, yönetim, dinin asılları ve fürûu hakkında içine düşecekleri
ayrılıklara dair verdiği bir haberdir. Aynı şekilde Muaviye b. Ebi Süfyân (r.a)'dan gelen şu rivayet de buna tanıklık
etmektedir: Şunu bilin ki Rasulullah (s.a) aramızda hutbe irad etmek üzere
kalkıp dedi ki: "Şunu bilin ki, sizden önceki Kitap Ehli kimseler yetmiş
iki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunun
yetmiş ikisi Cehennem'dedir, bir tanesi de Cennet'tedir. Cennette olacak olan
ise cemaattir.[31]
O doğru sözlü olan ve
doğru sözlü olduğu tasdik edilmiş bulunan yüce önder (Allah'ın salât ve selâmı
üzerine olsunj'in haber verdiği dinin asıllarına ve fürûuna dair hususlardaki
ayrılıklar gerçekleşmiştir. Sapık pek çok fırka da ortaya çıkmıştır. Vahdet-i
vücud kanaatini kabul eden, aşırıya kaçmış sufiler gibi. Meselâ, onlardan
birisi şöyle der: Ben kendimi tenzih ederim, ben kendimi tenzih ederim, cübbede
Allah'tan başka kimse yoktur.
Oysa Allah zalimlerin
söylediklerinden çok çok yücedir ve münezzehtir.
Rasulullah (s.a)'ın
Ashabına sövmeyi, onları tekfir etmeyi kendi kanaat-lerince Allah'a
yakınlaştırıcı bir amel kabul eden Râfıziler de buna örnektir. Meselâ,
Râfızilerin güvenilir kitaplarından birisi olan Miftâhu'l-Cinân adlı kitaplarında
şu bâtıl dua yer almaktadır: "Allah'ım, Muhammed'e ve Muham-med'in âline
salat-u selam getir. Kureyş'in iki put ve iki tâğutuna ve onların iki kızına da
lanet et.[32]
Burada sözü geçen
"Kureyş'in iki pufundan kasıt, Ebu Bekir es-Sıddîk ile Ömer el-Fâruk
-Allah ikisinden de razı olsun- dur. Allah ise o ikisine lanet edenlere
dünyada da âhirette de lanet etsin, âmin.
"İki kızlarfndan
kasıt ise, Hz. Âişe ile Hz. Hafsa (r.a.)dırlar.
Kaderiyye, Cebriyye ve
Ali (r.a)'yi tekfir eden, müslümanların kanlarını helâl kabul eden Hâriciler,
Mutezile ve diğerleri de bu sapık fırkalara örneklerdir[33]
Yüce Allah'ın
Kitab'ına ve Rasulünün Sünnetine sımsıkı sarılmak, bu iki kaynağı nefislerin
verdiği vesveseleri çok iyi bilen ve her şeyden haberdar olan Yüce Allah'ın
tezkiye etmiş olduğu ümmetin selefinin anladığı gibi anlamaktır. Nitekim Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "İleri geçen muhacirler ve ensâr ile onlara
güzel bir şekilde uyanlardan Allah razı olmuştur. Onlar da O'ndan razı
olmuşlardır. Onlar için orada ebediyyen kalmak üzere, altından ırmaklar akan
Cennetler hazırlamıştır. İşte en büyük kurtuluş budur.(el-Teube, 9/100)
Nitekim âlemlerin
Rabb'inin yüce sevgilisi de onları şöylece tezkiye etmiştir: "Ümmetimin
en hayırlıları aralarında Peygamber olarak gönderildiğim bu nesildir. Sonra
onlardan sonra gelecek olanlar." -üçüncü nesli de zikretti mi etmedi mi
Allah en iyi bilendir-; sonra şöyle buyurdu: "Sonra onların yerine
şişmanlığı seven ve şahidlik etmeleri istenmeden önce şahidliğe koşan bir
topluluk gelecektir.[34]
Abdullah b. Ömer
(r.a.) şu sözlerinde doğruyu dile getirmiştir: "Her kim birilerine uymak
istiyorsa vefat etmiş kimselere uymaya baksın. Sözünü ettiğim bu kimseler
Muhammed (s.a)'in Ashabıdır. Onlar bu ümmetin en hayırlıları idi. Kalpleri en
iyi, ilimleri en derin, buna karşılık kendilerini gereksiz külfete sokmaktan
en uzak kimselerdi. Allah'ın, Peygamberi Muham-med'in sohbetine seçtiği bir
topluluktu. Ka'benin Rabb'i olan Allah hakkı için onlar dosdoğru bir hidayet
üzere yürüyorlardı."
İşte bundan dolayı
yüce Rasulümüz de bu mübarek hadisinde bizlere kendisinin Sünnetine ve hakkı
kendisinden biHp öğrenmiş ve kendisine tabi olmuş bulunan halifeleri Ebu Bekir,
Osman, Ömer ve Ali (r.a.)'nin sünnetine sımsıkı sarılmamızı tavsiye (emr)
etmiştir. Onların izledikleri yolu azı dişlerimizle kavramamızı istemiştir.
Böyle bir emir ise ona (Sünnete) sımsıkı sarılmaktan ve ondan sapmamak
gereğinden bir kinayedir.
Ve Rasulullah (S.A.S.) şöyle
buyurmuştur: "Size benim Sünnetime ve hidayet bulmuş Râşid Halifelerin
Sünnetine sarılmanızı tavsiye ediyorum. Azı dişlerinizle o sünneti kavrayınız.[35]
Rasulullah
(S.A.S.)'in: "Sonradan ortaya çıkartılan işlerden uzak durunuz. Çünkü her
bid'at bir sapıklıktır" buyruğunda geçen, dinde sonradan uydurulan
hususlar, Kitaptan da Sünnetten de herhangi bir dayanağı olmayan işlerdir. İşte
bundan dolayı Rasulullah (s.a) bizi bunlardan sakındırmış-tır. Çünkü bunlar
ümmetlerin helak oluşlarının, yıkılıp gidişlerinin sebebidir. Rasulullah
(S.A.S.) şöyle buyurmaktadır: "Sizden öncekileri helak eden ancak,
onların çokça soru sormaları ve Peygamberlerine çokça muhalefet etmeleridir.[36]
Onbeşinci hadisi açıklarken
de bidatin mahiyeti, tehlikesi ve bid'atlerden uzak durma gereğine dair
açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. O bakımdan bunları tekrarlamaya gerek
yoktur. [37]
1- Bu
hadis-i şerif dünya ve âhiret maslahatını ihtiva eden hususların vedalaşma
esnasında vasiyet edilmesinin teşvik edildiğini göstermektedir.
2- Bu
hadis-i şerif, bid'at ortaya çıkarmaktan sakındırmaktadır.
3- Bu
hadis-i şerif, Râşid Halifelerin önemli yerini ortaya koymaktadır.
4- Günümüzde
ümmetin içine düştüğü bu durum, Hz. Peygamberin verdiği haberin doğruluğunun
delili ve tanığıdır. [38]
[1] Nevevt der ki: Bu hadisi Ebu Dâvud ve Tirmizi rivayet
etmiş olup, Tirmizi: Bu, hasen sahih bir hadistir, demiştir. Hadis sahihdir.
Bk. ei-Elbani, Sahihu'i-Câmi', 4546. (Tirmizi, İlim 16, Ebu Dâvud, Sünne 5; İbn
Mâce, Mukaddime, 6; Dârimi, Mukaddime 16; Müsned, IV, 126-127. -Çeviren).
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 291-292.
[2] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 292.
[3] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 292.
[4] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 292.
[5] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 292-293.
[6] Hadisi Tirmizi, Ahmed ve Ebu Davud rivayet etmiştir.
{Bk. Bir önceki, notumuz. -Çeviren-)
[7] Buhâri, I, 25, İlim, 12; Muhtasaru Müslim. Müslim,
el-Cumua, 47.
[8] Müsiim Şerhi, II, 520. (Müs/im, Cumua 47; Dârimi,
SaSât 199; Müsned, IV, 263. -Çeviren-)
[9] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 293-294.
[10] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 294-295.
[11] İbn Mâce, Zühd, 15; Müsned, V, 412. (Çeviren)
[12] Câmiu'l-Uiumi ve'l-Hikem, 246.
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 295-296.
[13] Ibnü'i-lrâki {762-826 h.) Adı Ahmed b. Abdürrahim b.
Hüseyin'dir. Künyesi Ebu Zür'a Veiiyüddin'dir. Ibnü'l-Iraki diye bilinir, aslen
Kurttur. Kahire'de dünyaya gelmiş, orada vefat etmiştir. Şafii'nin mezhebinin
önder ilim adamlarındandır. Hadis, fıkıh, usûl ve Arapça ilimlerinde oldukça
ileri seviyede bir ilim adamıydı. Hakimlik, müftülük yapmış, tedris ve tasnif
ile uğraşmıştır. Eserlerinden bazıları: 1) El-Beyânu ve't-Tavdih limen Uhrice
lehu fi's-Sahih ve Kad Müsse Bidarbin mine't-Tecri'h 2) Ahbaru'l-Müdellisin.
(Ancak muhterem müellifin sözünü ettiği "Ebu Zür'a" künyeli bu şahıs
ile İbnu'l-Arabi'nin el-Avasım adîı eserinde kendisinden nakilde bulunduğu Ebü
Zur'a aynı kişiler değildir. İbnu'l-Arabi'nin sözünü ettiği Ebu Zür'a'mn
adı: Ubeydullah b. Abdilkerim er-Râzi
olup velâ yoluyla Mahzumoğuiları'na mensuptur. H. 264 yıiında vefat etmiştir.
Ahmed b. Hanbel'in metinde nakledilen Ebu Zür'a hakkındaki bu sözü de,
el-Avâsım'dan nakiedilmiştir. Zaten (468-546 H.) yılları arasında yaşamış
İbnu'l-Arabi'nin, el-Avâsim., adlı eserinde; (762-826 H.) yıiları arasında
yaşamış birisinden nakilde bulunması imkansızdır. Ahmed b. Hanbel'in onu
değerlendirmesine de imkân yoktur. İbnu'I-Irakİ
için bk. Kehhale, Mu'cemu'l-Müeilifin, I, 270; Ebu Zür'a için bk. Îbnu'l-Arabi,
el-Aoâsım, 34. -Çeviren-)
[14] el-Auâsım Mine'l-Kavâstm, 34.
[15] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 296-297.
[16] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 297.
[17] Buhâri, VIII, 104, Ahkâm, I; Müslim Şerhi, IV, 501
[18] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 298.
[19] Buharı, Vlll, 132, Ahbâru'1-Ahâd, 1; Müslim Şerhi. IV,
505
[20] Ahmed rivayet etmiştir. Bk. Sahihu'l-Câmi, 7396
[21] A.g.e., 7397
[22] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 298-299.
[23] Müslim rivayet etmiştir, bk. Müs/im Şerhi, IV, 481
[24] Buhdri, IV, 155; Menakıb, 2
[25] Fethu'l-Bâri, XVI, 236
[26] Fethu'l-Bâri, XVI, 236
[27] Buharı, Ahkâm 2, Menâkıb 2; Müslim, İmâre 4; Müsned,
II, 29 (-Çeviren-)
[28] Fethu'1-Bâri, VI, 235
[29] Sahihu’l-Cami, 6004
[30] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 299-300.
[31] Sahihu'l-Câmi, 2138
[32] Miftâhü'l-Cinân, 114.
[33] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 300-301.
[34] Müslim Şerhi, V, 394. {Müslim, Fedâilu's-Sahâbe
214-215. Ancak şişmanlık sevgisinden söz edilmiyor. Çeviren)
[35] Sahihu'lCâmi, 2546
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 301-302.
[36] Buhari, VIII, 139, el-ftisâm, 2; Müslim Şerhi, V, 205.
[37] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 302-303.
[38] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 303.