32. ZARAR VE ZARARLA KARŞILIK VERMEK
Zarar
Ve Zararla Karşılık Vermenin Tanımı:
Müslümana
Zarar Vermek Haramdır:
Nikâhta
Ric'at (Yani Boşamış Olduğu Kadını İddeti Bitmeden, İddeti Uzasın Diye Geri
Dönmek):
Ebu Said Sa'd b. Sinan
el-Hudri (r.a)'den, Rasulullah (s.a) buyurdu ki: "Zarar da yoktur, zarara
zararla karşılık vermek de yoktur.[1]
Ebu Davud'un bu hadis-i
şerifin fıkhın etrafında dönüp dolaştığı hadislerden birisi olduğuna dair sözü
önceden geçmiş idi. Bu hadis-i şerif fukahânın birtakım hususları kıyaslarında
esas almış oldukları "zarar da yoktur, zarara zararla karşılık vermek de
yoktur" kaidesinin esasını teşkil etmektedir. Özellikle de ortaya çıkan
çeşitli hususlarda bu kaidenin geçerliliği vardır. Meselâ, sigaranın haram
olduğu hükmünü verenlerin buna dair gösterdikleri deliller arasında şu
"zarar da yoktur, zarara zararla karşılık vermek de yoktur" kaidesi
de vardır. Çünkü teşri'in nazil olduğu dönemlerde sigaranın varlığı sözkonusu
değildi. [2]
Zarar, menfaatin
zıddıdır. Rasulullah (S.A.S.)'ın hadis-i şerifteki: "Zarar da yoktur,
zarara zararla karşılık da verilmez" hadisinde geçen "zarar yoktur"
ifadesi şu demektir: Bir kişi müslüman kerdeşine iptidâen zarar veremez. Bu
ise ibtidâen fayda vermenin zıddıdır.
Zarara zararla karşılık
vermek (dırâr)e gelince: Onlardan herhangi birisi diğerine karşılık olmak üzere
zarar veremez. Buna göre karşılıklı zarar (dırâr) her iki tarafın birbirine
zarar vermesi demek iken, sadece zarar onlardan birisinin işidir. Buna göre
hadisin anlamı şöyle olur: Kendisine zarar veren kimseye bu zararına karşılık
zarar vermez, ama onun yerine o kişiyi affeder.[3]
Görüldüğü gibi İbn
Manzur, zarar ile dırâr (zarara zararla karşılık vermek) in arasında fark
gözetmiştir ki, meşhur olan görüş de budur.
İlim adamları arasında bu
ikisi arasında fark gözetmeyerek şöyle diyenler de vardır: Bunlar aynı anlama
gelen iki ayrı lafızdır. Rasulullah (S.A.S.) tekid olmak üzere bu iki lafzı
kullanmıştır. İbn Receb, ilim ehlinin bu iki lafza dair görüşlerini
naklettikten sonra şunları söylemektedir: Durum ne olursa olsun, Peygamber
(s.a) haksız yere verilecek zararı veya ona karşılık olarak zarar vermeyi
reddetmektedir.[4]
Hadis-i şerif,
müslüman bir kimsenin haksız yere herhangi bir kimseye zarar vermesinin caiz
olmadığına delildir. Bir kimse kendisine zarar verene zarar veremez yahut da
kendisine sövene sövmemeli, kendisini döveni dövmemelidir. Aksine kendisi
sövmekle karşılık vermeksizin hakkını hakimden talep eder. Rasulullah (s.a)
birden çok yerde müslümanlara zarar vermeyi yasaklamıştır. Şöyle buyurmaktadır:
"Muhakkak kanlarınız ve mallarınız birbirinize haramdır.[5]
Müslümanın ırzına (şeref ve
haysiyetine), malına yahut da canına zarar vermek, şanı Yüce Allah'ın haram
kılmış olduğu, zulmün en büyük çeşitleri arasında yer alır. Rasulullah (s.a)
Rabb'inden naklettiği rivayette şöyle buyurmaktadır: "Kullarım şüphesiz
ki ben zulmü kendime haram kıldım ve onu kendi aranızda da haram kıldım. O
halde, birbirinize zulmetmeyiniz.[6]
Mükellef kişinin zarar
verme kastı iki türlü olur:
Birincisi, kullara
zarar vermekten başka herhangi bir kastın bulunmaması halidir. Bunun çirkin ve
haram olduğunda şüphe yoktur.
İkincisi ise meşru ve
sahih bir maksadı olmakla birlikte, bu maksat sebebiyle başkalarına zarar
vermesi mümkün olabilir.
Birinci türün değişik
şekilleri olabilir, bunların bazıları:
Vasiyette zarar
vermek. Şanı yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Hepsi de edeceği vasiyet ve
borcun yerine getirilmesinden sonradır. Ancak zarar verici
olmamalıdır.fen-Nisâ, 4/12} Vasiyette zarar verme şekli ise mirasçılardan
herhangi birisine gerçek payından fazla bir miktarı tahsis etmesi ile olur. Bu
durumda mirasçıların geri kalan bölümü zarar görür. Böyle bir vasiyet ise
geçerli değildir. Rasulullah (S.A.S.) şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak Allah
her bir hak sahibine hakkını vermiş bulunmaktadır. Artık hiçbir mirasçıya
vasiyet yoktur.[7]
Mirasçıların böyle bir
vasiyeti geçerli kabul etmeleri ise müstesnadır. Diğer bir şekil; miras
bırakacak olanın yabancı bir kimseye üçte birden fazlasını vasiyet etmesi
şeklinde olabilir. Mirasçılar bundan da zarar görürler. Böyle bir vasiyet de
mirasçıların geçerli kabul etmeleri dışında, geçerli değildir. Çünkü Sa'd: Ey
Allah'ın Rasulü, ben mal sahibi bir kimseyim. Bir kız çocuğundan başka mirasçım
da yoktur. Malımın üçte ikisini sadaka olarak vereyim mi? diye sorunca
Rasulullah (S.A.S.). "Hayır" diye buyurmuş. Peki yarısını (sadaka
vereyim mi)? dedim, yine: "Hayır" diye buyurdu. Daha sonra
"Üçte bir, bununla birlikte üçte bir büyük yahut çoktur. Çünkü senin, mirasçılarını
zengin olarak terketmen, onları insanlara avuç açacak fakirler olarak
terketmenden hayırlıdır" diye buyurmuştur.[8]
Yabancı bir kimseye,
mirasçılara zarar vermek kastıyla malının üçte birini vasiyet edecek olur ise,
o bu kastı dolayısıyla günah kazanır, bununla birlikte cumhurun dediği gibi
vasiyeti geçerli olur. [9]
Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Artık onları ya iyilikle tutun veya iyilikle salın.
Yalnız onları sırf zulmedebilmeniz için ve zararlarına olmak üzere tutmayın.
Kim bunu yaparsa, şüphesiz kendi nefsine zulmetmiş olur.'Vej-Bakara, 2/231) Her
kim kadına bu şekilde ric'at yapmak suretiyle zarar vermeyi kastederse, bundan
dolayı günah kazanır. Nitekim cahili gelenekleri sürdürenler böyle
yapmaktadırlar. Önce hanımını boşar, ondan sonra iddetinin-sona ermesi yaklaştı
mı, bu sefer ona ric'at yapar. Böylelikle kadın ne boşanmış, ne de nikâh altında
tutulmuş olur, askıda imiş gibi kalır.
İlâ ile zarar: ilâ,
kocanın hanımı ile cima' etmemek üzere yemin etmesi demektir. Câhiliyye dönemi
insanlarından herhangi birisi bir yıl, iki yıl hanımına yaklaşmamak üzere yemin
eder ve bununla ona zarar verme maksadını güderdi. Bu haliyle kadın askıda
kalır; ne boşanmış, ne de kocasının hanımı gibi olurdu. İslâm böyle bir zarara
sınır koymuş ve ilâ süresini yalnızca dört ay ile sınırlandırmıştır. Şayet bu
sırada yahut da bu sürenin sonunda hanımına ric'at edecek olursa, yemininin
keffâretini yerine getirir, aksi taktirde hanımını boşamış olur.
Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Hammlarıyla cinsi temasta bulunmamaya yemin edenler için
dört ay beklemek vardır. Şayet dönerlerse, şüphesiz Allah Ğafur'dur, Rahim'dir.
Eğer boşamaya karar verirlerse, şüphesiz Allah her şeyi işitendir,
görendir.'VeJ-Bofcara, 2/226-227)
Süt Emzirmek: Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "Ne bir anne çocuğu sebebiyle ne de bir baba
çocuğu yüzünden zarara sokulsun..."lei-Baka™, 2/233) Kurtubi bu âyet-i
kerimenin tefsirinde şunları söylemektedir: "Anne babasına zarar vermek
kasdıyîa ya da mislinin ecrinden daha fazlasını istemek suretiyle çocuğuna süt
emzirmeyi reddetmeye kalkışmasın. Babanın da çocuğuna süt emzirme arzusuna
rağmen annenin süt vermesini engellemesi helâl değildir. Müfessirlerin
çoğunluğunun görüşü budur.[10]
Alışverişte Zarar: İslâm,
Allah'ın kullarına zarar ihtiva eden bütün satış çeşitlerini, yasaklamaktadır.
Meselâ, 'îne satışını yasaklamıştır. Rasulullah {S.A.S.) şöyle buyurmuştur:
"Ve 'îne alışverişini yaptığpız vakit ... Allah üzerinize öyle bir zillet
musallat eder ki, tekrar dininize geri dönünceye kadar onu üzerinizden
kaldırmaz.[11] Yine Rasulullah (S.A.S.)
Bey'ul-Hasat ve Garar alışverişlerini de yasaklamıştır. Anne ile çocuğunu
alışverişte ayırmayı da yasakladığı gibi. Eğer annenin yavrusu küçük ise,
böyle bir alşıveriş ittifakla haramdır. Nitekim Rasulullah (s.a) şöyle
buyurmuştur: "Her kim anne ile çocuğunu birbirinden ayıracak olursa,
Allah da Kıyamet gününde onunlasevdiklerinin arasını ayırır.[12] [13]
Bu: "Zarar da
yoktur zarara zararla kırşılık vermek de yoktur" hadisi bir usûl kaidesi
olup (Mecelle, 19) bu kaidenin fıkhi fürûundan bazıları şöyledir: Bir kişi
başkasına ait olan bir malı telef edecek olursa, malı telef olunan diğer
kişinin misliyle muamele kabilinden olmak üzere kardeşinin malını telef etmesi
caiz değildir. Çünkü böyle bir davranış faydasız yere zarar dairesini
genişletmek demektir. Öncelikle başkasının malını telef eden kişi de telef
ettiği malın tazminatını öder. Bu kaideden çıkan fer'i diğer hususlara gelince:
1- Zarar
imkân ölçüsünde izâle olunur (Mecelle M. 31). Yani meydana gelmiş olanın izâle
edilmesi ve bunun meydana geliş sebebiyle ortaya çıkan etkilerin de ortadan
kaldırılması gerekir. Suyu yola aktığı için giden gelene
eziyet veren oiuk
gibi. Böyle bir durumda bunun izâle edilmesi gerekir. Bu oluğun sahibi de telef
olan şeylerin tazminatını öder.
2- Zarar
izâle olunur (Mecelle M. 20). Yani zararın meydana gelmeden önce önlenmesi
gerekir. Çünkü böyle bir önlem zararın meydana gelişinden sonra ortadan
kaldırılmasından kolaydır.
3- Zarar
misliyle İ2âle olunmaz {Mecelle, M. 25). Yani meydana gelmiş bir zararın misli
bir zarar veya ondan büyük bir zarar meydana getirmekle ortadan kaldırılması
caiz değildir.
4- Daha ağır
bir zarar daha hafif bir zarar ile izâle olunur (Mecelle, M. 27). Yani hakim
(yönetici) eğer zekât fukaranın ihtiyacına yeterli gelmiyor ise zenginlerden
zekâttan fazla bir miktar alabilir. Yine "iki şerrin daha hafif olanı
tercih olunur" (Mecelle, M. 29) kaidesi de bu anlamdadır. İki kötülük
karşı karşıya geldiği taktirde, onlardan zararı daha büyük olan tesbit edilerek
hafif olan tercih edilir.
5- Kamu için
zararlı olan bir şeyi bertaraf etmek için özel zarara katlanılır (Mecelle, M.
26). Hakim'in, ihtikâr yapan kimseleri ellerinde bulundurdukları mallan piyasa
fiyatına satmaya mecbur etmesi caizdir. Velev ki bu karaborsacıların aleyhine
bir zarar olsun. Çünkü kamuya gelebilecek bir zararı önlemek, özel olarak
karaborsacılara gelecek zarardan daha önemlidir.
6-
Kötülüklerin bertaraf edilmesi menfaatlerin sağlanmasından ÖnCelİk-lidir
(Mecelle, M. 30). Bir kötülük ile bir maslahat arasında bir çatışma söz-konusu
olduğu taktirde, maslahat ortadan kalkacak olsa dahi, o kötülüğün ortadan
kaldırılması gerekir.
7- Engel ile
gerektirici arasında bir tearuz (çatışma) sözkonusu olduğu taktirde engel
önceliklidir (Mecelle, M. 46}. Yani ortada herhangi bir iş için yapılmamasını
gerektiren birtakım sakıncalar olmakla birlikte, ona müsamaha gösterilmesini
gerektiren birtakım sebepler de varsa, böyle bir durumda engele öncelik
tanınır. Buna ortağın ortağıyla arasında ortak bulunan maldan ortağına zarar
verecek şekilde tasarrufta bulunmasının engellenmesi örnek gösterilir. Çünkü
ortağın hakkı diğer ortağın bu şekilde tasarrufuna bir engeldir. Her ne kadar
ortaklık hakkı diğer ortağın tasarrufunu gerektiriyor ise de bu böyledir.
8- Zarar
kadim olamaz (Mecelle, M. 7). Yani zararlı olan her bir şey, ister yeni ister
eski olsun, izâle olunur. Mesalâ, mükellef bir kimsenin komşusunun arazisine
bakan bir penceresi bulunup da komşusu o arazi üzerine bina yapacak olur ve
diğerinin pencereleri yeni binada bulunacak kadınlara ve bina sahibinin
başkalarından saklanması gereken avretlerine muttali olmasına sebep teşkil
ediyor ise, o taktirde ilk bina sahibinin pencerelerinin izâle olunması
gerekir. Böyle bir durumda o pencerelerin kadim oluşlarına bakılmaz.
Mükelleflerin elinde
bulunup da mükellefler için faydalı olan, bununla birlikte başkalarına bir
zararı da dokunmayan bir şeyin kadim oluşu nazarı itibare alınır ve o
mükelleflerin sahib bulundukları o haktan yararlanmaları meşrudur. Burada ise
"kadim, kadimliği üzere terkolunur" (Mecelle, M. 6) kaidesi söz
konusu olur.
İkinci tür zarara
gelince; kişi kendi mülkünde tasarruf etmekle birlikte, bu tasarrufu sebebiyle
böyle bir kastı olmamakla birlikte başkasına zarar verme halidir. Meselâ,
alışılmadık ve görülmemiş bir şekilde tasarrufta bulunması gibi. Buna da şöyle
bir Örnek verilebilir: Oldukça şiddetli rüzgarın estiği bir günde kişi kendi
arazisinde bir ateş yakar ve bu ateş dolayısıyla çevresinde birtakım şeylerin
yanmasına sebep teşkil eder. Böyle bir durumda kişi telef ettiği şeylerin
tazminatını öder.
Kişinin alışılmış bir şekilde
normal bir yolla tasarrufta bulunması da örnek olur. Sözgelimi; bir kişi kendi
arazisinde bir kuyu kazar ve onun kazdığı bir kuyu komşusunun suyunu çeker.
Yine bir kimse kendi arazisi üzerinde komşusunun güneş ışığı ve aydınlık
almasını engelleyecek şekilde yüksek tutar ve komşusunun avretlerine muttali
olursa, böyle bir durumda ilim ehlinin farklı bakışları vardır. Kimisi böyle
bir şeye engel olunur, demektedir. Ahmed b. Hanbel gibi. Mâlik de bazı hallerde
ona muvafakat etmektedir. Böyle bir kanaat ise müslümana zarar vermeyi
yasaklayan, ona iyilikte bulunup ona kendisini tercih etmeyi teşvik eden pek
çok delile de uygun düşmektedir. Buna göre, kişi komşusunun kendi mülkünden
yararlanmasına eğer bu yararlanma kendi mülküne zarar veriyorsa engel olabilir.
Kendisinin mevcut yükünden fazlasını kaldıramayacak kadar güçsüz bir duvarı bulunuyor
ise, komşusunu bu duvarda tasarrufta bulunmaktan engelleyebilir. Eğer bundan
bir zarar görmeyecekse, komşusunun o duvarında tasarrufunu engellemesi caiz
değildir. Ebu Hüreyre (r.a)'den; o Rasulullah (s.a)'tan; buyurdu ki:
"Kişi, komşusunun kendi duvarına bir kütük yerleştirmesine engel olmaz.[15]
[1] Nevevi der ki: Bu hadis hasen bir hadistir. Bunu İbn
Mâce, Dârakutni ve başkaları müsned olarak rivayet etmişlerdir. Mâlik de
Muvatta'ında Amr b. Yahya'dan, O babasından O da Peygamber (s.a)'den senediyle
mürsel olarak rivayet edip, Ebu Said'i rivayet zincirinden düşürmüştür.
Bununla birlikte biri diğerini pekiştiren başka rivayet yollan da vardır.
Hadis sahihdir. Bk.
el-Elbâni'nin, Sa/ıı7ıu7-Câmı, No: 7393; ehlrvâ, 888 ile es-Silsile-tü's-Sahiha,250.
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 329.
[2] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 329-330.
[3] Lisânu'i-Arab, IV, 484
[4] Cömiu'l-Ulumi ve'l-Hikem, 288
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 330.
[5] Müslim Şerhi, III, 343
[6] Müslim Şerhi, V, 439
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 330-331.
[7] el-Elbâni, Sahihu'i-Câmi, 1784
[8] Buhdri, II, 82; ayrıca bk. Müslim Şerhi, IV, 159
[9] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 331-332.
[10] Kurtubi, 111, 167
[11] Sahihu’l-Cami, no:416
[12] Sohihu'l'Cami, no: 6288
[13] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 332-333.
[14] el-Vâfi fi Şerhil-Erba'in adlı eserden özetle. (Anılan
hkhi.kaideler mümkün mertebe anlaşılır bir dille tercüme edilmiş ve Mecelle-i
Ahkâm-i Adliyedeki madde numaralan tarafımızdan kaydedilmiştir.
-Çeviren-)
[15] Buhari, III, 102; Müslim Şerhi, IV, 130
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 333-335.