38. YÜCE ALLAH'A YAKIN OLMANIN VE SEVGİSİNE ERİŞMENİN
YOLLARI
Yüce
Allah'ın Dostlarının Nitelikleri:
Yüce
Allah'ın Dostlarına (Velilerine) Düşmanlığın Haram Oluşu:
Kulu
Rabb'ine Yaklaştıran Şeylerin En Faziletlisi:
Nafilelerle
Allah'a Yaklaşmak:
Allah'ın
Veli Kullarım Sevmesinin Etkileri:
Hadisin
Anlaşılmasında Tehlikeli Bir Sapma:
Hadisten
Çıkartılan Bazı Hükümler:
Ebu Hureyre (r.a)'den, dedi
ki: Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu: "Yüce Al-:\ lah buyurdu ki: Kim benim
bir dostuma (velime) düşmanlık ederse, ben ona ;p savaş ilân ederim. Kulum
üzerine farz kıldığım şeyden daha çok sevdiğim ,, herhangi birşeyle bana
yakınlaşmaz. Kulum nafilelerle bana yaklaşmayı sürdürür; sonunda ben de onu
severim. Onu sevdim mi, artık kendisiyle .... işittiği kulağı, kendisiyle
gördüğü gözü, kendisiyle yakaladığı eli, kendisiyle yürüdüğü ayağı olurum. Eğer
benden birşey dileyecek olursa andolsun ki a veririm. Ve andolsun ki, bana
sığınacak olursa, şüphesiz ki ben de u himayeme alırım.[1]
Şevkâni der ki:
"Kim benim bir dostuma düşmanlık ederse" hadisi, hak-;la anlayıp
üzerinde gerektiği gibi düşünen kimseler için faydalan pek k, kadri pek yüksek
bir çok hususu kapsar.[2]
et-Tufi de der ki: Bu hadis
Yüce Allah'a giden yolu izlemekte, O'nu tana ve onu sevme mertebesine
ulaşmakta, batini farzlar olan imanı ve hiri farzlar olan İslâm'ı yerine
getirme ve her ikisinden meydana gelen >ânı -Cibril hadisinin ihtiva ettiği
şekilde- gereği gibi yerine getirmekte lemli bir esastır. İhsan ise Allah'a
giden yolda yürüyenlerin zühd, ihlâs, urakabe ve benzeri makamları kapsamına
alır.[3]
Şanı Yüce Allah,
dostlarını nitelendirmek sadedinde şöyle buyurmakta: "Şunu bilin ki,
Allah'ın gerçek dosttan (veli kulları) için hiçbir korku yok-r, onlar
kederlenecek de değillerdir. Onlar iman edip takvaya devam enlerdir.'Vvunus,
ıo/62) Buna göre, Allah'ın gerçek veli kullarının birinci nite-i, şanı Yüce
Allah'a samimi bir iman ile bağlanmaları, ikinci nitelikleri ise lah'a karşı
takvâlı olmalarıdır. Hafız İbn Hacer der ki: Allah'ın veli kulun-ın kasıt,
Allah'ı bilen, ona itaate eden devam eden, O'na ibadette ihlâsı den bırakmayan
kimse demektir.[4] Yüce Allah'ın veli kullan
arasına gire-İmek için insanların önünde kapılar açıktır. Bunun ise Yüce
Allah'ın >yân ettiği gibi çeşitli mertebeleri vardır: "Sonra
kullarımızdan seçtikleri-dze Kitab'ı miras verdik. Onlardan kimisi nefsine
zulmedicidir, kimisi orta di üzere gitmektedir; kimisi de Allah'ın izniyle
hayırlarda öne geçmiştir. İş-; bu, büyük lütfün ta kendisidir."/patır.
35^32)
1- Nefsine
zulmedenler günah işleyen kimselerdir. İbn Kasir der ki: birtakım vacibleri
yerine getirmekte kusurlu davranan, birtakım haramlarıda işleyen kimselerdir.[5]
2- Orta
yollu hareket eden kimse ise, Allah'ın farzlarını yerine getiren, haramlardan
uzak duran, bazan müstehabları terkedip kimi mekruhları da işleyen kimsedir.
3-
Hayırlarda ileri giden kimse ise, farzları ve müstehapları yerine getiren,
haram ve mekruhlardan kaçınan kimselerdir. Yüce Allah'ın veli kullarının
(dostlarının) en faziletlileri elbetteki Peygamberler ve Rasullerdir. Ancak bu
hususta sufilerin aşırıya kaçanları istisna teşkil ederek velinin mertebesini
Allah'ın Rasul ve Peygamberlerinden daha yukarıda tesbit etmiştir. Nitekim onlardan
bir şair şöyle demektedir.
"Peygamberlik
makamı berzahtadır (ara yerdedir) Rasulden biraz yukarıda, fakat veliden
aşağıdadır."
Buna göre bu gibi
kimselerce Nübüvvet makamı, rasullerin mertebelerinden daha yukarıda, fakat
velilerden daha aşağıdadır. Yine bu açıklamaya göre Peygamber Rasulden daha iyi
durumdadır. Peygamber ile Rasul ise her ikisi de velinin altındadır.
Ebu Yezid el-Bistami
de şöyle der: Biz öyle bir denize daldık ki, Peygamberler onun kıyısında
durmuşlardır.
Allah'ın Peygamber ve
Rasullerinden sonra velilerin en faziletlileri ise şüphesiz ki Rasulullah
(s.a)'ın Ashabıdır. Yüce Allah Kitab-ı Kerim'inde onları şöylece
nitelendirmektedir: "Muhammed, Allah'ın Rasutüdür. O'nunla birlikte
olanlar da kâfirlere karşı haşin, kendi aralannda merhametlidirler. Sen onları
rüku' edenler ve secde edenler olarak görürsün. Onlar Allah'tan bir lütuf ve
bir rızâ isterler. Secde izinden nişanlan yüzlerindedir. Onların Tevrat'taki
vasıfları işte budur. İncil'deki vasıflarına gelince; önce filizini yarıp
çıkarmış, sonra onu gittikçe kuvvetlendirmiş, sonra kalınlaşıp gövdesi üzerine
doğrulmuş bir ekin gibidirler. O ekin de ekincilerin hoşuna gider, (Allah)
bununla kâfirleri öfkelendirsin diye (bu örneği verdi). Allah iman edip salih
amel işleyenlere bir mağfiret ve büyük bir ecir va'detmiştir.'VeJ-Fat/ı, 48/29)
Ashâb-ı Kiram (Allah
onlardan razı olsun) Yüce Allah'a velilik makamının tahkiki hususunda en üstün
örnektirler. Yüce Allah'ın rızasını elde etmek isteyenlerin bu yüce insanlara
uyması gerekir.
Yüce Allah'ın veli
kullarının ise, kendilerince bilinen özel alâmet ve şiarları yoktur.
Şeyhülislâm İbn Teymiyye der ki: "Allah'ın veli kullarının mubah işler
hususunda zahiren diğer insanlar kendilerini ayırdedici herhangi bir
özellikleri bulunmamaktadır. İnsanlar farklı ve kendilerine ayrıcalık
kazandıran belli bir elbiseleri, bir saç tıraşlan yahut kısaltmak veya örük
yapmak gibi -eğer tercih edilmek istenen iki işin her biri de mubah ise-
söz-konusu değildir. Nitekim: "Nice dost vardır cübbe içinde, nice zındık
vardır aba içinde" denilmiştir.[6]
Diğer taraftan,
Allah'ın veli kullan masum (günahtan korunmuş) değillerdir. Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Sıdk ile gelen ve onu tasdik eden var ya, işte onlar
sakınanların ta kendileridir. Onlar için Rab'lerinin nezdin-de diledikleri
şeyler vardır. İşte bu, ihsan edicilerin mükâfatıdır. Ta ki, Allah yaptıkları
kötü amellerini örtsün ve onları yapageldiklerinin en güzeli ile mükâfatlandırsın."fez-Zümer,39/33-35J
İşte bu âyet-i
kerimeler, Yüce Allah'ın veli kullarının niteliklerini ortaya koymaktadır. Bu
âyet-i kerimelerde Yüce Allah'ın onları yaptıklarının en güzeli ile
mükâfatlandıracağını belirtmektedir. Bu da onların yaptıkları kötülüklerden
tevbe etmelerinin bir karşılığı olarak verilecektir. O halde âyet-i kerimeler,
Allah'ın veli kullarının Rasullerin dışında ve kimi zaman birtakım günahları
işleyebilen kimseler olduklarını ispatlamaktadır.
Buna tanıklık eden
hususlardan birisi de şudur: Rasullerden sonra Allah'ın veli kullarının en
faziletlileri olan Ashâb-ı Kiram, birtakım hususlarda pek çok hatalara
düşmüşlerdir. Aralarında savaşlar meydana gelmiştir. Nitekim onların pek
çoğunun da isabet etmedikleri ictihâdları da vardır. Bu hususta fıkıh
kitaplarında olsun, başka eserlerde olsun, onların sözlerine muttali olanlarca
bilinen pek çok delil vardır.
Hafız İbn Hacer der ki:
Tecelli ve riyazet ehlinin câhillerinden bazıları bu hadisi delil diye
göstererek şöyle demişlerdir: Eğer kalp Allah tarafından beraber muhafaza
altında ise kalbe gelen şeyler (havâtır) hatadan masundur. Ancak tarikat
mensubu tahkik ehli kimseler buna şöylece itiraz etmişlerdir: Bu gibi şeylere
Kitap ve Sünnet'e uygun düşmedikçe asla iltifat edilmez. Hatadan korunmuştuk
ise yalnızca Peygamberlere aittir. Peygamber dışında kalanlar ise, hata
edebilir. Meselâ, Ömer (r.a) ilhama mazhar olanların başı olmakla birlikte,
kimi zaman bir görüş ortaya atar, fakat Ashâbdan herhangi birisi O'na bu
görüşüne muhalif bir haber bildirir, O da bu görüşü terkeder, onun bildirdiği o
habere dönerdi. Her kim kalbine doğan ilham ile yetinerek Rasulullah (s.a)'ın
getirdiklerine ihtiyacı bulunmadığını zannedecek olursa, işlenebilecek en
büyük bir hatâyı işlemiş olur. Onlardan aşırıya kaçıp da: Kalbim bana
Rabb'imden nakletti, diyenlere gelince; bunların hataları ise daha ağırdır.
Böyle bir kimsenin kalbine doğan ilhamın şeytandan gelmediğinden emin
olunamaz. Allah'tan yardım dileriz.[7]
Yüce Allah'ın
dostlarından dost edinmek vacip olduğu gibi, onlara düşmanlık beslemek de
haramdır. Çünkü hadis-i şerifte: "Her kim benim bir dostuma düşmanlık
ederse, ben de ona savaş ilan ederiz.[8] diye
buyurmaktadır. Yüce Allah'ın şu buyruğu da bunu gerektirmektedir: "Sizin
veliniz (gerçek dostunuz) Allah'tır, O'nun Peygamberidir. O'nun emirlerine
boyun eğen, zekâtı veren, namazı kılan müminlerdir. Kim Allah'ı, Rasulünü ve
mü'minleri veli (dost) edinirse, şüphe yok ki onlar, Allah'ın hizbidir. Şüphesiz
Allah'ın hizbi galip geleceklerin ta kendileridir."(ei-Mmde, 5/55-56)
Hadis-i şerif ayrıca
bedenlerinde, şeref ve haysiyetlerinde yahut mallarında Allah'ın dostlarına
eziyet verenlere ağır bir tehdit vardır. Yüce Allah ise zalimlere mühlet verse
dahi, onlara cezayı ihmal etmez.
"... ona savaş
ilan ederim." buyruğunun anlamı ise, benim kendisine savaş açtığımı ona
bildirmiş olurum demektir ki, bu da onu helak etmekle olur.
Hafız İbn Hacer der
ki: Bazılarına göre veliye düşmanlık edecek herhangi bir kimsenin bulunması
şeklindeki ifadenin izahı zor görülmektedir. Çünkü düşmanlık iki taraftan olur.
Velinin özelliği ise, kendisine karşı cahillik edenleri affedip bağışlamaktır.
Buna şöyle cevap
verilmiştir: Düşmanlık yalnızca -meselâ- dünyevi muameleler ve davalara
münhasır görülmemelidir. Aksine, kimi zaman taas-subdan kaynaklanan bir
nefretten de ortaya çıkabilir. Râfizi bir kimsenin Ebu Bekir (R.A.)'e
buğzetmesi, bid'atçi bir kimsenin Sünnete bağlı olana buğzetmesi gibi. Bu
takdirde her iki taraftan da düşmanlık sözkonusu olur.
Allah'ın veli kulu bu
düşmanlığı Yüce Allah için ve Allah yolunda yapar. Diğeri ise az önce
belirtilen husus dolayısıyla düşmanlığını yapar. Açıktan açığa fâşıklık yapana
da Allah'ın gerçek veli kulu buğzeder. Diğeri ise, kendisinin bu fışkını tepki
ile karşılaması ve canının çektiği şeyleri işlemekten sürekli olarak kendisini
alıkoymaya devam etmesi dolayısıyla veliye buğzeder.
Diğer taraftan,
karşılıklı düşmanlık tabiri kullanılmakla birlikte, bununla her iki taraftan
birisinin bunu fiilen yapmakla birlikte, diğerinin ise kuvve (potansiyel)
olarak bu duyguyu içinde beslemesi kastedilebilir.[9]
Yüce Allah'ın dostlarına
düşmanlık edenleri, sebebiyle tehdit ettiği düşmanlığa gelince; bu Allah
dostuna Allah'ın emirlerine bağlanması, O'nun yasaklarından kaçınıp Allah'ın
yoluna davet etmesi dolayısıyla beslenen düşmanlıktır. Şayet bu düşmanlık,
herhangi bir anlaşmazlık yahut anlaşmazlığı gerektiren bir dava sebebiyle
sözkonusu olmuşsa, böyle bir düşmanlık hadisin kapsamına girmez. Nitekim Yüce
Allah'ın gerçek dostlarının en faziletlileri olan Ebu Bekir ile Ömer, Abbâs ile
Ali ve benzerleri arasında meydana gelen anlaşmazlıklar bu kabildendir. [10]
Hadis-i şerifteki:
"Kulum bana, benim kendisine farz kıldığım şeylerden daha çok sevdiğim
herhangi birşeyle yakınlaşamaz" buyruğu ile ligili olarak, Ömer b.
el-Hattâb (r.a) şöyle demiştir: "Amellerin en faziletlisi Allah'ın farz
kıldığı şeyleri edâ etmek, Allah'ın haram kıldığı şeylerden çekinmektir. Bir de
Yüce Allah'ın nezdinde bulunan şeyleri samimi niyyet ile taleb etmektir.[11]
Kulu Rabb'ine
yakınlaştırıcı bedeni farzların en büyüğü ise namazdır. Nitekim Yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: "O halde O'na secde et ve yaklaş.( 96/19)
Rasulullah (S.A.S.) de
şöyle buyurmuştur: "Kulun Rabb'ine en yakın olduğu hal, secdedeki
halidir.[12]
Aynı şekilde Allah'a
yaklaştıncı farzlar arasında, sorumlu olan bir kimsenin sorumluluğu
çerçevesinde adaletle hareket etmesi de vardır. Bu sorumluluk, ister kamuyu
ilgilendiren bir sorumluluk olsun, ister özel, ister ailesi hakkında olsun.
Abdullah b. Ömer, Rasulullah (s.a)'ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir:
"Muhakkak adaletle hareket edenler, Allah nezdinde nurdan minberler
üzerinde, Rahman'ın sağında -ki onun her iki eli de sağdır ya- dırlar. Onlar
ise hükümlerinde, aileleri hakkında ve yönetimleri altında bulunanlara âdil
davrananlardır.[13]
Farzları edâ etmek suretiyle
Allah'a yakınlaşmanın kapsamına aynı şekilde, Allah'a isyanı gerektiren işleri
terketmek de girmektedir. [14]
Hadis-i şerifteki:
"Kulum nafilelerle bana yaklaşmaya devam eder..." ifadesinde geçen
nafilelerle Allah'a yaklaşmak, farzları edâ etmek suretiyle yaklaşmaktan sonra
olur. Nafileler kapısı pek geniştir. Müslüman bir kimsenin gücü çerçevesinde
bu hususta gayret göstermesi gerekir. Namaz, oruç, sadaka, umre, anlamlan
üzerinde dikkatle düşünmek suretiyle Kur'ân okumak, Yüce Allah'ı zikretmek
gibi.
İşte ruhların
temizlenip arınma yolu budur. Ta ki, böyle bir kimse şanı Yüce Allah'ın
sevgisini ve sevabını kazanmaya hazır hale gelsin: "Kulum bana
nafilelerle yaklaşmaya devam eder ve sonunda ben de onu severim."
Allah'ın sevgisine
mazhar olmak ise, çok büyük bir iştir. Buna muvaffak s kılınan bir kimse, hayrı
tümüyle elde etmiş demektir. Gökte de yerde de onun için kabule mazhar olmak
takdir edilir ve Allah, onun üzerine nimetlerini yağdırır.
Rasulullah (S.A.S.)
şöyle buyurmaktadır: "Yüce Allah bir kulu sevdi mi Cebrail'e şöyle
seslenir: Şüphesiz Yüce Allah filân kişiyi seviyor, sen de onu sev. Bunun
üzerine Cebrail de onu sever. O da semâdakiler arasında şöyle seslenir:
Şüphesiz Allah filân kişiyi seviyor, siz de onu seviniz.
Semadâkiler de onu sever.
Sonra da onun için yeryüzünde kabule mazhar oluş vaz' olunur.[15]
Hadis-i şerifteki:
"Ben onu sevdim mi artık onun kendisiyle işittiği kulağı, kendisiyle
gördüğü gözü, kendisiyle yakaladığı eli, kendisiyle yürüdüğü ayağı olurum"
buyruğu ile ilgili olarak Hafız (İbn Hacer) hadisin bu bölümünü şerhederken
şunları söylemektedir.[16] Şanı
Yüce Allah, kulun nasıl işitmesi ve görmesi olur? Bunun anlaşılması güç kabul
edilmiştir. Buna birkaç türlü cevap verilebilir:
1- Bu ifade
temsili olarak kaydedilmiştir. Yani ben emrimi tercih etmek bakımından onun
işitmesi ve görmesi olurum. Yani o bana itaati sever ve -bana hizmeti tercih
eder. Tıpkı bu azalarını sevdiği gibi.
2- Yani o
bütünüyle benim rızamı elde etmek için uğraşmaktadır. Kulağıyla ancak beni
razı edecek şeyleri dinler, gözüyle ancak benim kendisine emrettiğim şeyleri
görür...
3- Yani ben
onun bütün maksatlarını elde etmesini sağlarım. Âdeta o bu isteklerini
kulağının işitmesiyle, gözünün görmesiyle... elde eder gibi olur.
4- Ona
yardım hususunda işitmesi, görmesi, eli ve ayağının düşmanına karşı kendisine
yardımcı olması gibi, yardımcı olurum.
5-
el-Fâkihâni -ve bu anlamda ondan önce de İbn Hubeyre[17]
-şöyle demiştir: Bu husus gördüğüm kadarıyla bir muzâfm takdiri ile
anlaşılabilir. ifadenin takdiri de şöyle olur: Bu sefer ben onun kendisiyle
işittiği kulağının koruyucusu olurum. Ancak işitilmesi helâl olan şeyleri
işitir. Aynı şekilde kendisiyle gördüğü gözünün de koruyucusu olurum...
6-
eI-Fâkihâni[18] de der ki: Bunun, bundan
öncekinden daha da ince bir anlama gelme ihtimali vardır, o da şudur:
"İşitme", işittiği şeyler manasına kullanılmış olabilir. Çünkü
masdar bazan meful (fiilin edilgeni) anlamına da gelebilir. Meselâ, filan kişi
benim emelimdir, ifdesi benim arzuladığım-dır, anlamına kullanılır. Buna göre
hadisteki ifadenin anlamı şöyle olur: Böyle bir kimse ancak benim zikrimi
işitir ve ancak benim Kitab'ımı okumaktan lezzet alır. Ancak bana münacât
etmekle teselli bulur. O ancak benim melekutumun hayret verici yanlarına
bakar, elini ancak beni razı edecek şeylere uzatır; ayağını da. Bu anlamdaki
bir açıklamayı yine İbn Hübey-re de yapmıştır.
7-
el-Hattâbi de der ki: Bununla Yüce Allah'ın böyle bir kimsenin duasını çabucak
kabul etmesini, isteğini gerçekleştirmesini ifade etmiş olabilir. Çünkü insanın
bütün faaliyetleri sözü geçen bu organlarla ortaya konur.
Hâfız'ın açıklamış olduğu bu
görüşler arasında herhangi bir çelişki yoktur, onların her birisinin de doğru
olma ihtimali vardır. [19]
et-Tufi der ki: Sözüne
itimad edilir ilim adamları ittifakla şunu kabul etmişlerdir: Hadisteki bu
ifadeler Allah'ın kuluna destek vermesinin, yardımcı olmasının, muavenet
etmesinin mecazi bir anlatımı ve kinaye yoluyla bir ifadesidir. Adeta şanı Yüce
Allah, kendi zatını kulunun kendisi ile yardım aldığı organları imiş gibi ifade
etmektedir. O bakımdan rivayetlerden birisinde: "Benimle işitir, benimle
görür, benimle yakalar, benimle yürür" şeklinde gelmiştir.
et-Tufi der ki:
"Ancak ittihâdiler (Allah'ın sair mahlûkat ile bir olduğunu söyleyenler)
bu ifadelerin hakikati üzere olduğunu ve Cenab-ı Hakk'in kulun bizzat kendisi
olduğunu iddia etmişlerdir. Onlar Cebrail (A.S.)'in Dihye (r.a)'nin suretinde
gelişini buna delil göstererek şöyle derler: Cebrail ruhani bir varlıktır,
Fakat o asli suretini bir kenara bırakarak insanların sureti ile görünmüştür.
Yine bunlar derler ki: Allah ise külli vücut suretinde veya kısmen onun
suretinde görülmeye daha kadirdir. Yüce Allah zalimlerin söylediklerinden
alabildiğine münezzehtir, büyüktür.
Hafız (İbn Hacer) der
ki: Sufilerin müteahhirlerinden kimisi bu hadisi sözünü ettikleri Fena ve Mahv
(Nirvana) ve hiçlik demek olan nihâi noktaya yorumlamışlardır. Bu ise kişinin
Allah'ın kendisini var kılmasiyla var olması, Allah'ın kendisine duyduğu sevgi
ile sevgi duyup onun kendisine bakışıyla bakarak onunla beraber isim ile
anılacak yahut surete bağlı kalacak yahut emre bağlanacak veya herhangi bir
şekilde nitelendirilebilecek bir varlığının kalmaması halidir. Bu ifadenin
anlamı ise onun, Allah'ın kendisini ayakta tutmasına şahid olması ve böylelikle
varolması, Allah'ın kendisini sevmesinin sonunda onun da Allah'ı sevmesi,
Allah'ın kuluna bakması ve bunun sonunda artık onun kalbiyle Allah'a bakacak
hale gelmesi demektir.
Sapık bazı kimseler de
bu hadisi şu iddialarına göre yorumlamışlardır: Kul, zahiri ve batini ibadete
devam edecek ve bunu çeşitli tortulardan arı-nıncaya kadar sürdürecek olursa,
artık o Hak gibi olur. Şanı Yüce Allah bundan münezzehtir. Bu durumdaki kişi
tamamiyle fena mertebesine ula-, şır, sonunda kendi kendisini zikreden, kendi
kendisini tevhid eden, kendi kendisini seven Allah'ın kendisi olduğunu görür.
Bütün bu sebep ve şekiller ise onun şuhûd makamında yok olur. İsterse dışarıda
bunlar yok olmasalar dahi.[20]
Bu gibilerinin anlayışı elbetteki
eğridir, hastadır. Bu anlayışa dair hiçbir delilleri yoktur. Kitap ve Sünnetin
naslarının zahirinden anlaşılana aykırıdır. Nitekim hadis-i şerifte:
"Benden dilekte bulunursa..." ifadesi, onların heveslerini ve
sapıklıkları içerisinde serserice dolaşmalarını açıkça reddetmektedir. [21]
Hadis-i şerifteki:
"Andolsun, benden dilekte bulunacak olursa muhakkak ona veririm. Yine
andolsun, bana sığınacak olursa, elbette onu himaye ederim" ifadesi ile
hadis-i şerif, Allah'ın veli kulunun duasının kabul edildiğine delildir.
Ashab-ı Kiram'ın pek çoğu duası kabul edilenler arasındaydı, el-Berâ b. Mâlik,
el-Berâ b. Âzib, Sa'd b. Ebi Vakkâs ve Said b. Zeyd gibi...
Câbir b. Semûra
(r.a.)dan dedi ki: Kûfeliler, Sa'd b. Ebi Vakkâs (r.a)'ı Ömer b. el-Hattâb
(r.a)'a şikayet ettiler. Ömer (R.A.) onlara Ammar'ı vali gönderdi. Sa'd b. Ebi
Vakkâs'tan O'nun doğru dürüst namaz kılamadığını sözkonusu edinceye kadar
şikâyetlerini ileri götürdüler. Bu sefer Ömer (R.A.) (Sa'd (R.A.)'a) haber
gönderip dedi ki: Ey Ebu İshak, bunlar senin doğru dürüst namaz kıldıramadığını
iddia ediyorlar? Şu cevabı verdi: Allah'a yemin ederim, ben onlara Rasulullah
{s.a)'ın kıldığı namaz gibi namaz kıldırıyordum. Ondan hiçbir şey
eksiltmiyordum. Yatsı namazını kıldırdığımda ilk iki rek'atte ağır (uzunca)
kıldırır, son iki rek'ati çabukça kıldırırım. Ömer (R.A.) şöyle dedi: Ey Ebu
İshak, bizim de esasen senin hakkındaki kanaatimiz budur.
O'nunla beraber bir
adam -yahut birkaç adam- Kufe'ye onun hakkında Kufelilere sormak üzere
gönderdi. Hakkında soru sormadık hiçbir mescid bırakmadı. Onlar güzel bir
şekilde O'ndan övgüyle söz ediyorlardı. Nihayet Abs oğullarına ait bir mescide
girdi. Onlardan Üsâme b. Katâde adında Ebu Sade künyesiyle tanınan bir adam
ayağa kalkıp şöyle dedi: Madem and verdirerek bizden birşey sordun, şunu bil
ki, Sa'd, seriyye ile birlikte yola koyulmaz, (ganimetleri) eşit bir şekilde
paylaştırmaz, kendisine başvurulan konularda da adaletle hüküm vermezdi. Sa'd
(r.a) dedi ki: Ben de Allah'a yemin ederim, beddua ederek üç istekte
bulunacağım-. Allah'ım, eğer senin bu kulun yalan söylüyor ve riyakârlık olsun,
başkaları da işitsin diye ayağa kalkmış (ve bu sözleri) söylemiş ise, sen de
uzun bir süre onu yaşat ve fitnelere maruz bırak. Bundan sonra bu kişiye sorulduğunda
şu cevabı verirdi: Ben kocamış, fitneye maruz kalmış yaşlı birisiyim. Sad'ın
bedduası beni tuttu. Hadisi Cabir b. Semûra'dan rivayet eden Abdulmelik b.
Umeyr der ki: Daha sonraları o adamı ben gördüm. Yaşlılıktan dolayı kaşları gözlerinin
üzerine sarkmıştı, buna rağmen yollarda gidip gelen cariyelere el uzatır,
onları çimdiklerdi.[22]
Urve b. ez-Zubeyr'den
rivayete göre Said b. Zeyd b. Amr b. Nufeyl (r.a)'i Evs kızı Ervâ, Mervân b.
el-Hakem'e şikâyet etti ve O'nun arazisinden bir parçasını almış olduğunu iddia
etti. Said dedi ki: Rasulullah (s.a)'tan bunca işittiklerime rağmen onun
arazisinden ben mi birşey alacakmışım? Mer-van: Rasulullah (s.a)'tan ne
işittin? diye sorunca O da: Ben Rasulullah (s.a)'ı şöyle buyururken dinledim,
dedi: "Her kim haksızca başkasına ait bir araziden bir karış dahi alacak
olursa, yedi kat dibine kadar o arazi onun boynuna dolanır." Bunun
üzerine Mervan O'na şöyle dedi: Artık ben bundan sonra senden herhangi bir
delil istemeyeceğim. Bu sefer Said şöyle dedi: Allah'ım, eğer bu kadın yalan
söylüyor ise, onun gözünü kör et, arazisinde onu katlet. (Hadisin ravisi) dedi
ki: Kör olmadan Ölmedi. O kendi arazisinde yürürken bir çukura düşüp orada
öldü. Hadis Buhâri ve Müslim tarafından rivayet edilmiştir.
Müslim'in, Muhammed b. Zeyd
b. Abdullah b. Ömer'den de bu manada bir rivayeti daha vardır. Buna göre O, bu
kadını duvarları yoklarken yürümeye çalışan, gözleri görmez halde görmüş ve
şöyle diyormuş: Said'in bedduası beni tuttu. Bu kadın onunla davalaştığı evde
bulunan bir kuyunun yanından geçerken o kuyuya düştü ve orası da onun kabri
oldu.[23]
1- Hadis-i
şeriften, kişinin ileri süreceği mazeretlerinin bırakılmaması-nın, uyarıp
korkutmadan önce geldiği anlaşılmaktadır.
2- Hafız
(İbn Hacer) der ki: Hadisteki: "Kul bana...yakınlaşmadı" ifadesinden
şu anlaşılmaktadır: Nafile, farzın önüne geçirilmez. Çünkü nafileye
"nafile" adının veriliş sebebi, farzdan fazla olarak yapılması dolay
ısıyladır. Farz eda edilmedikçe, nafile de tahakkuk etmez. Önce farzı eda edip
sonra da buna nafileyi ilâve eden ve bunu sürdüren bir kimse ise, gerçekten Allah'a
yakınlaşmak istediğini ortaya koymuş olur.[24]
3- Nafile,
farzlardaki eksiklikleri telâfi eder. Çünkü Rasulullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Bakın bakayım kulumun nafile bir ibadeti var mı? Onunla farizası (ndaki
eksiklikler) tamamlanır.[25]
4- Yine
Hadis-i şeriften anlaşıldığına göre kul yüksek derecelere ne kadar ulaşırsa
ulaşsın, Yüce Allah'tan isteklerini kesmemelidir. Zira Allah'tan istekte
bulunmak, O'nun önünde zilletini, huzurunda boyun eğişini açığa vurmak
demektir. [26]
[1] Buharı, VII, 190, (Rikaak 38)
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 401-402.
[2] el-Vâfi fi Şerhi'İ-Erbain en-Neueuiyye, 320
[3] Fethu'l-Bâri, XIV, 130
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 402.
[4] Fethu'i-Bâri, XIV, 126
[5] İbn Kesir, VI, 532
[6] el-Kâsımi, Mehösinü't-Te'uİİ, K, 3372
[7] Fethu'!-Bâri,XIV, 130
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları:402-405.
[8] Buhârl, VII, 190
[9] Fethu'l'Bâri,Nt 126-127
[10] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 405-406.
[11] Câmiu'KJ/umi ve'i-Hikem.
[12] Muhtasaru Müslim, 298
[13] Müslim Şerhi, IV, 490
[14] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 406-407.
[15] Buhâri, IV, 79, (Bed'u'1-halk 6); Müs/im Şerhi, V, 490
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 407-408.
[16] Fethu'l-Bâri, XIV, 128-129
[17] İbn Hubeyre (499-560 H.): Adı: Muhammed b. Yahya b.
Hubeyre'dir. Nisbeti ez-Zühri eş-Şeybâni'dir, künyesi Ebu'l-Muzaffer
Avnuddin'dir, Iraklıdır. Hanbeli Mezhebine mensup bir fakih olup, edebiyatçı,
âbid, âmildir. el-Muktefi ile el-Müstencid adındaki halifelere vezirlik
yapmıştır. İbnü'l-Cevzi O'nun öğrencilerindendir. İbnu l-Cevzi, İbn Hubeyre'den
"Fevâid'i derlemiş ve bunları "el-Kitabu'1-Muktabes
Mine'l-Fevaidi'l-Avniyye" adıyla kitaptaştırmıştır.
[18] el-Fâkihâni (654-734 H.): Adi: Ömer b. Ebi Ali b.
Salim b. Sadaka el-Lahmi'dir. Künyesi, Taciddün Ebu Hafs'tır. İskenderiye'de
doğmuş, orada vefat etmiştir. Mâliki Mezhebine mensup bir fakihtir. İbn
Dakiki'l-İd'den el-Bedr b. Cemaa ve başkalarından ilim tahsil etmiştir. Usûl,
hadis, Arapça ilimleri, edebiyat ve şiirde otorite idi. el-Tahrir ve't-Tahbir,
Şer-hu'1-Urnde, el-Menhecu'1-Mübin fi Şerhi'l-Erbain gibi eserleri vardır.
[19] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 408-409.
[20] Fetfıu7-Bdri,XrV, 129-130
[21] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları:409-410.
[22] Buhâri ve Müslim, bk. Riyâzu's-Sâlihin, el-Elbâni'nin
tahkiki ile, 528
[23] Buhâri ve Müslim, aynı eser, 529
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 410-412.
[24] Fethu'!-Bâri,XNt 128
[25] Bk. Sahihu'l'Câmi1, no: 2016
[26] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 412.