İlim
Adamlarının Bu Vasiyete Dair Sözleri:
Faydalı
Şeylerle Ömrü Değerlendirmek:
Hadisten
Çıkartılan Bazı Hükümler
İbn Ömer (r.a.) den, dedi ki:
Rasulullah {s.a) omuzlarımı yakalayıp şöyle buyurdu: "Dünyada bir garip
yahut bir yolcu gibi ol!" İbn Ömer (r.a.) de şöyle derdi: Akşamı ettin mi
sabahı bekleme. Sabahı ettin mi, de akşamı bekleme. Sağlığından hastalığın için
birşeyler hazırla, hayatından da ölümün için.[1]
Bu dünya nice
mükellefin yolunda, mutlak egemenin emirlerine bağlanmasına engel teşkil etmiştir.
Dünya sevgisi nice mükellefin kalbinde yer etmiş, bunun sonucunda da o, artık
dünyanın ve dünya ehlinin esiri oluvermiştir. Nice mükellef dünya sebebiyle
dinini, vicdanını ve ümmetini satmıştır. Bundan dolayı İslâm'ın yüce Rasûlü
(salât ve selâm O'na) mükellefin dünyada nasıl olması gerektiğini
açıklamaktadır. Ta ki, bu dünyadan esenlikle geçip Daru's-Selâma (esenlik
yurdu olan Cennet'e) ulaşabilsin.
Bu hadis dünyaya karşı zahid
olmanın, dünyayı küçük görmenin, ondan âhirete kendisini ulaştıracak az şeyle
kanaat etmenin gerektiğini ortaya koyan asli bir delil teşkil etmektedir. [2]
Rasulullah
(S.A.S.)'ın: "Dünyada bir garibmişsin yahut bir yolcu imişsin gibi
ol" buyruğu ile ilgili olarak Hafız İbn Hacer, bu büyük vasiyete dair ilim
adamlarının faydalı bazı sözlerini aktarmaktadır. Ben de onları aynen
aktarıyorum[3]:
et-Tîbî der ki:
Buradaki
"veya" şüphe ifade etmek için değildir. Aksine muhayyerlik ve mübahhk
bildirmek içindir. Daha güzeli, onun burada ("hatta" manasını veren)
"bel" anlamında olmasıdır. Rasuiullah (S.A.S.) burada Allah'a ibadet
eden, Allah yolunu izleyen kimseyi, barınacağı meskeni ve kendisini koruyacak
yuvası bulunmayan bir yabancıya benzetmektedir. Daha sonra daha da ileri
giderek bu benzetmeyi bir kenara bırakıp onu yolcuya benzetmektedir. Çünkü
garip bir kimse yabancı olduğu beldede yer tutabilir. Oysa uzak bir beldeye
gitmek isteyen ve gideceği yer ile bulunduğu yer arasında insanı ölüme
götürecek vadiler, helak edici çetin yollar, önünde yol kesicilerin bulunduğu
yolcu böyle değildir. Böyle bir yolcunun bir an dahi ikamet etmemesi, bir göz
açıp kırpacak kadar bir süre dahi yerinde durmaması gerekir.
İbn Battal da der ki:
Garip kişi diğer
insanlara az açılır. Hatta onlara karşı yabancılık çeker.
Zira o, hemen hemen
yolunun uğradığı kimseler arasında tanıdığı, ünsiyet sağlayacağı hiçbir kimse
bulamaz. O bakımdan o, kişi olarak,
kederli ve korkuludur. Bir yoldan geçip giden de böyledir. Yolculuğunu
tamamlayabilmesi ancak o yolculuğa güç yetirmesi, ağır yüklerini hafifletmesi
ile mümkün olabilir. Bununla birlikte, yolculuğunu kesecek şeylerin
bulunmayacağından da emin değildir. Beraberinde kendisini maksadına
ulaştıracak azığı ve bineği vardır. İşte kişinin durumu bunlara benzetilmiştir.
Bu ise dünyada zühdü tercih etmeye ve dünyadan yetecek, kişiyi menzile
ulaştıracak kadarını almak ve bununla yetinmek gerektiğine işaret vardır.
Nasıl ki yolcu, kendisini menziline ulaştıracak miktardan fazlasına muhtaç
değilse, mü'min bir kimsenin de dünyada kendisini asıl varılacak yere
ulaştıracak miktardan fazlasına ihtiyacı yoktur.
Nevevî der ki:
Hadisin anlamı şudur:
Sen dünyaya meyletme, onu vatan edinme! Kendine orada kalacağını söyleme!
Yabancı bir kimsenin, vatanı olmayan yerlerde bağlanmadığı şeylere, sen de
dünyadan benzeri şeylerle bağlanma.
Diğer taraftan Hafız İbn
Hacer, ilim adamları arasından isimlerini vermediği iki âlimin de sözlerini
zikretmektedir: [4]
Yolcu, vatanına gitmeyi
isteyen yoldan geçen kimse demektir. Dünyada insan, efendisi tarafından bir
ihtiyacını görmek üzere bir başka beldeye gönderilen köleye benzer. Bu kölenin
yapması gereken, ne için gönderilmişse o işi bir an önce yapmasıdır, sonra da
vatanına dönerek kendisini ilgilendirmeyen başka herhangi birşeyle
ilgüenmemesidir. [5]
Bir başka ilim adamı
da şöyle demektedir: Hadis-i şeriften maksat şudur: Mü'min kişinin kendisi
dünyada bir garip konumundadır. O bakımdan kalbi bu garip bulunduğu beldeden
herhangi birşeye bağlanmaz. Aksine onun kalbi kendisine döneceği vatanına
bağlıdır. Dünyadaki ikametini vatanına geri dönmek için, ihtiyacını ve yol
hazırlıklarını sağlamak için değerlendirir. İşte yabancının hali budur. Ya da
mü'min dünyada bir yolcu gibi olmalıdır. Muayyen bir yerde durmaz, aksine o
her zaman ikamet yurduna doğru yol alır gider.
tbn Ömer (r.a)'in söylediği:
"Akşamı ettin mi sabahı bekleme, sabahı ettin mi de akşamı bekleme"
sözüne gelince; bu da Rasulullah (s.a)'ın O'na yaptığı vasiyetten
çıkartılmıştır. İşte bu söz, bu dünyada emeli kısa tutma gereğini
göstermektedir. Kul her zaman için ecelinin kendisine yetişmek üzere olduğunun
idrâkinde olmalıdır. Bu şuur ise dünyadan aza kanaat etmeye, öldükten sonra
diriliş günü için hazırlıklarda bulunmaya ve mükellef kılınmış olduğu farz ve
müstehab itaatleri en güzel şekilde yapmaya iter. [6]
İbn Ömer der ki:
"Sağlığından hastalığın için, hayatından da ölümün için birşeyler almaya
bak!" Bu da bu üstün Sahabiden oldukça büyük bir vasiyettir ve bu
vasiyet, Rabb'imizin Kitab'ından ve Rasulümüzün Sünnetinden alınmadır.
O bize, sağlık ve
afiyet zamanlarımızı farz ve müstahab itaatlerle değerlendirmemizi tavsiye
etmektedir. Çünkü insan hastalığı esnasında birçok itaati yerine getirmekten
aciz düşebilir, bu itaatleri edada kusur işleyebilir. O bakımdan sağlık ve
esenlik zamanlarında yapmış oldukları, hastalığı esnasında yaptığı kusurlarını
telâfi edebilir.
Hafız (tbn Hacer) der
ki: Yani sağlıklı iken itaat ile uğraş. Çünkü hastalıkta yapılan kusurlar
ancak böyle telâfi edilebilir.[7]
İbnul-Cevzi de der ki:
İnsan sağlıklı olmakla birlikte maişet ile uğraşmasından ötürü, itaat için boş
vakit bulamayabilir. Bununla birlikte, geçime muhtaç olmadığı vakitlerde de
sağlıklı olmayabilir. Bunların ikisi bir arada bulunacak olursa ve tenbellik de
itaate baskın gelirse, işte böyle bir kişi al-danmış olur. Oysa işin gerçek
mahiyeti dünyanın, âhiretin tarlası olduğudur. Kârı âhirette ortaya çıkacak
olan ticaret dünyada yapılır. Bu bakımdan boş zamanlarını ve sağlığını Allah'a
itaat uğrunda değerlendiren kimse, işte gıpta edilecek kişi odur. Bunları
Allah'a isyanda kullanan ise, aldanan kişidir; çünkü boş zamanın akabinde
meşguliyet gelir, sağlığın akabinde de hastalık gelir.[8]
İbnü'l-Cevzi'nin bu
sözünü Hafız İbn Hacer Rasulullah (S.A.S.)'ın: "İki büyük nimet vardır ki
insanların birçoğu bunlar hakkında aldanış içerisindedir.[9]
Sıhhat ve boş vakit...[10]
hadisini şerhederken kaydetmektedir.
İbn Ömer (r.a) aynı
şekilde ömrümüzün günlerini Allah'a ve Rasulüne itaat ile değerlendirmemizi,
Kıyamet günü için hayrın geniş kapılarından azıklar biriktirerek
değerlendirmemizi tavsiye etmektedir. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır:
"Azık edinin. Şüphesiz ki azığın en hayırlısı takvadır."(ei~Bakara,
2/i97)Ö\üm insana ansızın gelir. Kişi azıksiz olarak Rabb'inin huzuruna çıkmak
zorunda kalabilir. Böyle bir halde ise helak olur, hüsrana öğrar, yaptıkları
boşa gider. Şairlerden birisi şöyle der:
"Senin azığın
bulunmadığı halde, azıkları bulunan bir topluluğun yol arkadaşı olmak seni
memnun eder mi?"
İşte o vakit Ademoğlu,
Allah'ın huzurunda dünyada iken kusurlu hareketi dolayısıyla pişman olacaktır;
fakat o vakit de pişmanlık zamanı değildir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Bir kimse: Vay, yazık bana, Allah'ın yanında işlediğim taksirlerden
dolayı ve gerçekten de ben şüphesiz alay edenlerdendim; diyecek veya diyecek
ki: Allah bana hidayet verseydi elbette takvâîı kimselerden olurdum. Yahut
azabı gördüğünde: Eğer benim için bir kere daha dönüş imkânı olsaydı, ihsan
edicilerden olurdum; diyecektir. "(ez-Zümer, 39/56-58)
Bir başka yerde Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "Yüzlerinin ateşte çevrileceği o günde
diyecekler ki: N'olaydı, biz Allah'a ve Rasulüne itaat etseydik!
"(el-Abzâb, 33/66)
Halbuki âhiret, hesap
yurdudur, amel yurdu değildir. Nitekim Rasulullah (s.a) şöyle buyurmaktadır:
"İnsan öldü mü artık onun ameli şu üç şey müstesna kesilir: Devam edip
giden bir sadaka yahut kendisinden yararlanılan bir ilim veya kendisine dua
edecek salih bir evlât.[11]
Ademoğlu dünyanın fani
ve geçici olduğunu kesinlikle bilir. Bununla birlikte o, dünyaya dalması
sebebiyle ve dünya uğrunda çalışıp çabalarken, bu gerçekten gafil olabiliyor,
unutabiliyor. Bundan dolayı Yüce Allah birden çok yerde bize bu gerçeği
hatırlatmaktadır: "Onun üzerinde kim varsa, hepsi
iânıdır."(er-Rahmân, 55/26) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır:
"Dünya hayatı ancak gökten indirdiğimiz bir suya benzer ki, onunla
yeryüzünde insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışır. Nihayet
yeryüzü zi-netini takınıp süslendiği, sahipleri de ona herhalde güç
yetireceklerini sandıklan bir sırada, geceleyin veya gündüzün emrimiz ona
geliverir. Sanki dün yerinde yokmuş gibi onu biçilmiş bir hale getiriveririz.
İşte biz düşünen bir topluluk için âyetleri böyle açıklarız."(Yunus,
10/24)
Bu dünyanın gerçek mahiyetini
bildirmek suretiyle, Allah'ın kalbini nur-landırdığı, uyanık kulu bu geçici
dünya aldatamaz ve böyle bir kul, dünyanın nimet ve süsüne de rahatlıkla
bağlanamaz. Aksine o, dünyayı âhiret için bir tarla olarak değerlendirir. [12]
1-
Rasulullah (s.a)'ın Abdullah b. Ömer'in omuzlarını yakalaması, ilim talep
edenin anlatılacak hususlara dikkatini çeken bir davranıştır. Ayrıca öğrenciye
öğretmeninin kendisine önem verdiğini, öğrettiği bilgiyi ruhunun derinliklerine
ulaştırmak için özel bir gayret harcadığını hissettirmektedir. Bu ise ilmin
iyice bellenmesi sonucunu verir. Zira kendisine bu şekilde dav-ranılan kimsenin
bunu unutmasına imkân yoktur.
Aynı şekilde bu
hadisten, Rasulullah (s.a)'ın Abdullah b. Ömer'i ne kadar sevdiği de
anlaşılmaktadır. Çünkü böyle bir davranışı kişi çoğunlukla sevdiklerine yapar.
2- Hadis-i şeriften Rasulullah (s.a)'ın ümmetine
hayır ve salâhı ulaştırmaya olan tutkunluğu anlaşılmaktadır.
3- Yine
hadis-i şerifte mutlaka gerekli şeylerle yetinmeye işaret vardır.
4- İtaatleri
işlemekte eli çabuk tutmak da teşvik edilmektedir. [13]
[1] Buhâri, VII, 170, Rikaak 3.
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları:421.
[2] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 422.
[3] Fethu'İ-Bâri, XIV, 8-9
[4] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 422-423.
[5] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 423.
[6] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 423-424.
[7] Fethu1-Bâri,XN, 9
[8] Fetfıu7-Bdri,XIV, 4
[9] Yani iki büyük nimet vardır ki, İnsanlar o nimetler
hakkında aldanış içerisindedirler. Burdaki "aldanış" kelimesi (ğabn)
alışverişte birkaç kat pahalıya aldanmaktır yahut da birşeyi satarken gerçek
değerinden daha aşağıya satmaktır. Rasulullah (S.A.S.) mükellefi, ticaretle
uğraşan kimseye, bedeni sağlığı ve kişiyi itaatte bulunmaktan alıkoyacak
mesuliyetlerinin bulunmamasını da sermayeye benzetmektedir. Çünkü bunlar kâr
sağlamanın sebepleri ve başarıya ulaşmanın ön şartlarıdır. Allah'ın emirlerini
yerine getiren, sıhhatini ve boş vaktini de
gereği gibi
değerlendiren bir kimse kârlı olur. Sermayesini kaybeden kişi ise, pişmanlığın
fayda vermeyeceği bir zamanda pişmanlık duyar. Nitekim Riyazu's-Salihin'de de
böyle açıklanmıştır.
[10] Buharı rivayet etmiştir. (Buhdri, Rikaak 1; Tirmizi,
Zühd 1; İbn Mâce, Zühd 15; Dârimi, Rikaak 2; Müsned I,
258, 344. -Çeviren-)
[11] Müslim Şerhi, IV, 167. (Müsîim, Vasiyyet 14; Hbu
Dâuud, Vasâyâ 14; Tirmizi, Ahkâm 36; Nesai, Vasâyâ 8. -Çeviren-)
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 424-425
[12] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 426.
[13] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 426.