42. YÜCE ALLAH'IN MAĞFİRETİNİN GENİŞLİĞİ
Hauf
Ve Reca (Korku Île Ümid):
Allah'ın
Rahmetinden Ümid Kesmek, Büyük Günahlardandır:
"Peygamberlerin
Ümid Kesmesi" Ayetinin Anlamı:
Günahlar
Büyük Olsa Dahi Mağfiret Dilemek
Günahlardan
Mağfiret Dilemenin Vücûbu:
Günahlardan
Mağfiret Dilemenin Fazileti:
İstiğfarın
Tevbe İle Birlikte Yapılması:
Hadislerden
Çıkartılan Bazı Hükümler
Enes (r.a)'den, dedi ki:
Rasulullah (s.a)'i şöyle buyrurken dinledim: Yüce Allah buyurdu ki: "Ey
Ademoğlu, sen bana dua edip benden umdukça, ben de senin neler yaptığına
bakmaksızın sana bağışlarım ve hiç aldırış etmem. Ey Âdemoğlu eğer günahların
göğe kadar yükselecek olsa, sonra benden mağfiret isteyecek olursan, ben de
sana günahlarını bağışlarım. Ey Âdemoğlu, eğer sen bana yeryüzü dolusu kadar
günahla gelecek olsan, sonra da benim huzuruma bana hiçbirşey ortak koşmamış
olarak gelsen, ben de yer dolusu kadar mağfiretle sana gelirim.[1]
Bu, şanı büyük bir
hadistir. Çünkü tevhidin şanının, Yüce Allah'ın mu-vahhidlere hazırlamış olduğu
ecrin büyüklüğünü gösterdiği gibi, Yüce Allah'ın kullarına mağfiretinin
genişliğini de göstermektedir.
Diğer taraftan hadis, çok
büyük bir ölçüde Allah'tan mağfiret dilemeyi, O'na tevbe etmeyi ve O'na dönüşü
de teşvik etmektedir. [2]
Hadis-i şerifteki:
"Yüce Allah buyurdu ki: Ey Ademoğlu" buyruğunda sözü geçen Adem,
insanlığın babasıdır. O'na bu ismin veriliş sebebi, Hafız İbn Hacer'in dediğine
göre şöyledir: "Adem Süryanice bir isim olup Kitap ehlince bu isim, Dal
harfinin üstününün uzatılması suretiyle "Âdâm" şeklindedir. Bu
kelimenin gayr-i munsarıf oluş sebebi, Arapça olmayışı ve özel isim oluşudur.
es-Sa'lebi der ki: Toprak İbranice'de Adam diye ifade edilir. İşte Adem
(A.S.)'e de bu isim verilmiş ve Dal'dan sonraki ikinci Elif hazfedil-miştir.
Bunun Arapça olduğu da söylenmiştir. el-Cevheri ve el-Cevâliki bunu kesin
olarak ifade etmişlerdir. "Adem" kelimesinin esmerlik anlamına gelen
"el-Edeme"den geldiği söylendiği gibr (gökyüzü, yeryüzü ve tabaklanmış
deri gibi anlamlar ihtiva eden) "edim" den geldiği de söylenmiştir.
Çünkü Adem (A.S.) yeryüzünden yaratılmıştır. Bu görüş, İbn Abbâs'tan nakledilmiştir.
Bu görüşe göre ise munsarıf olmaması, fiil vezninde olması ve özel isim olması
dolayısıyladır. Bunun iki şeyi birbirine karıştırmak demek olan
"edeme" fiilinden geldiği de söylenmiştir, çünkü Adem su ve çamurdan
meydana gelmiş ve bunlar bir arada karıştırılmıştır.[3]
Adem {a.s.), şerefli
bir Peygamberdir. Yüce Allah O'nu seçmiş ve üstün kılmıştır: "Gerçekten
Allah Adem'i, Nuh'u, İbrahim'i ve İmrân ailesini seçip âlemlere üstün
kılmıştır. Hepsi birbirinden bir zürriyetti. Allah her şeyi işitendir,
bilendir."(An imr&n, 3/33-34) Yüce Allah O'nu kendi eliyle yaratmış,
ona kendi ruhundan üflemiş, meleklere emrederek O'na secde etmişlerdir. Bu
hususlar Kitap ve Sünnet'te sabittir. Nitekim uzunca şefaat hadisinde de
nakledildiğine göre insanlar (hesabın bir an önce görülmesi hususunda kendilerine
şefaat etmek üzere) Adem (A.S.)'e gidecekler ve şöyle diyeceklerdir: Ey Adem,
sen insanların atasısın. Allah seni eliyle yaratmış, sana kendi ruhundan
üflemiştir. Meleklere emir vermiş, onlar da sana secde etmişlerdir.[4]
Yüce Allah O'na her
şeyin adını öğretmiştir, Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "(Allah) Adem'e
bütün isimleri öğretti. Sonra onları meleklere gösterip: Eğer siz doğru
söylenenler iseniz, bunların isimlerini bana haber verin, dedi..."(ei-Bakara,
2/3i)Y\ne Şanı yüce ve mübarek Rabb'imiz, bize İblis ile kıssasını zikretmiş,
şeytanın kendisine nasıl vesvese verip O'nu Allah'a isyana düşürdüğünü
anlatmış, İblis'in Adem (A.S.)'e nasıl yumuşak ve teşvik edici bir üslupla
yaklaştığını zikretmiş bulunmaktadır: "Ve: Rabb'inizin sizi bu ağaçtan
alıkoymasının tek sebebi, melekler olmamanız, yahut ebediyyen (Cennet'te)
kalmamanız içindir, dedi. Bir de onlara: Şüphesiz ki ben size içtenlikle öğüt
verenlerdenim, diye yemin etti."(ef-AVo/, 7/20-23) Onlara içtenlikle öğüt
verdiğine ve doğru söylediğine yemin etti, Yüce Allah da onun bu durumunu
şöylece nakletmektedir: "Şeytan O'na vesvese verip dedi ki: Ey Adem, sana
ebedilik ağacını ve sonu gelmez bir mülkü göstereyim mi?Va-Hâ, 20/120)
İşte bunlar İblis'in insanları
sapıklığa ve Allah'ın yolundan uzaklaşmaya davet ettiği üslûplarıdır. O
çağırdığı kimseleri teşvik etmekte, zaaf kapılarından onlara etkili olmaya
çalışmaktadır. Ta ki, onları mevlâlarına isyan ettirsin. Onları isyana düşürdü
mü de, onlardan uzak olduğunu ilân eder: İş olup bitince şeytan da der ki:
Doğrusu Allah size gerçeği vadetmişti. Ben de size vadettim, ama size verdiğim
sözde durmadım. Zaten benim sizin üzerinizde hiçbir sultam ve nüfuzum yoktu;
ben sizi çağırdım siz de çağırımı kabul ettiniz. O halde beni kınamayınız,
aksine kendinizi sınayınız. Ne ben sizi kurtarabilirim ne siz beni
kurtarabilirsiniz. Ben zaten önceden, beri beni ortak tutmanızı da şüphesiz
kabul etmemiştim. Elbette zalimler için çok acıklı bir azab vardır."(ibmhim,
14/22) İşte şeytanın Kıyamet gününde takınacağı tavır budur. O halde kula
düşen, onun türlü üslûplarından ve yollarından çekinmesi, sakınmasıdır. Şanı
Yüce ve Mübarek Allah'ın bunu bizlere anlatmasının tek sebebi, yalnızca ibret
almak, öğüt almak ve ondan sakınmak, ona karşı uyanık olmaktır. Eğer kul bir
masiyet işleyecek olursa, çabucak tevbe etmeli, Yüce Allah'a dönmelidir. Çünkü
Şanı Yüce Allah bu hadiste de belirtildiği gibi mağfireti çok geniş olandır.
Bundan dolayı Adem
{a.s.) de Rabb'ine döndü ve tevbe etti. Yüce Allah da O'nun tevbesini kabul
buyurdu. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Rabb'imiz, biz kendi kendimize
zulmettik. Eğer bize mağfiret etmez ve merhamet buyurmazsan, herhalde zarara
uğrayanlardan oluruz, dediler.'Vef A'râf, 7/23jBir başka yerde de şöyle
buyurmaktadır: "Sonra Rabb'i onu seçti, tevbesini kabul buyurdu ve doğruya
iletti."cra-Hâ, 20/122)
Belki de tevbe, istiğfar ve
Allah'a dönüşe çağırıp teşvik ederken, Rasu-lullah (S.A.S.)'ın bu hadis-i
şerifte, "Ey Ademoğlu" sözünü kullanmasının nüktesi de budur. [5]
Bu hadis-i şerifte
Yüce Allah'ın kullarının günahlarını bağışlamasının sebepleri açıklanmaktadır.
Bunlar da aşağıdaki gibidir:
1) Dua:
Hadisi şerifte geçen: "Muhakkak ki sen bana dua ettikçe..." bölümü
hakkında ilim adamları şöyle demişlerdir: Yani sen bana dua edip beni
(rahmetimi) ummaya devam ettiğin süre boyunca, ben de sana hiçbir-şeye aldırış
etmeksizin mağfirette bulunurum ve ben böyle bir durumda da seni bağışlamaktan
uzak duracak değilim.
Duâ, kelimesi Kur'ân-ı
Kerim'de birden çok anlamda kullanılmıştır ki, bunların bazıları şanı Yüce
Allah'ın: "Bana dua edin ben de sizin duanızı kabul
edeyim."fef-Mü'min, 40/60} buyruğunda olduğu gibi; dilekte bulunmak anlamındadır.
Şer'i anlamı ile duâ, kimilerinin tarif ettiği gibi Yüce Allah'ın nez-dinde
bulunan hayırları arzu ederek yalvarıp yakarmak, dilekte bulunmak ve istenenin
gerçekleşmesi, umulanın elde edilmesi içinde Yüce Allah'a niyaz etmektir. [6]
Şanı Yüce Allah, bize,
kendisine dua edip O'ndan istekte bulunmamızı emrederek şöyle buyurmaktadır:
"Rabb'iniz buyurdu ki: Bana dua edin, ben de duanızı kabul edeyim.
Şüphesiz bana ibadeti büyüklüklerine yedirme-yenler Cehennem'e pek yakında hor
ve zelil olarak gireceklerdir. VMü'mm,
40/60)
Dua Allah'a bir ibadet ve
Allah'a bir yakınlaşmadır. Rasulullah (S.A.S.) de Yüce Allah'ın kendisinden
dilekte bulunmayanlara gazab edeceğini beyan etmiştir: "Allah'tan dilekte
bulunmayanlara Allah gazab eder.[7]
Rasuluilah (s.a) bizi
duaya da teşvik etmiştir: "Herhangi bir müslüman günahı bulunmayan,
akrabalık bağını kesmeyi gerektirmeyen bir duada bulunacak olursa, mutlaka
Allah ona şu üç husustan birisini verir: Ya onun dua edip istediğini ona acilen
verir ya onu âhirette o kimse için saklar yahut da ondan (duasında istediği
şeyin) bir benzerini uzaklaştım. Ashab: O halde biz de çok dua ederiz, deyince
Rasulullah (s.a) "Allah'ın vereceği ise daha çoktur." diye buyurdu.[8]
Yine Rasulullah (s.a) şöyle
buyurmuştur: "Şüphesiz Allah çokça haya eder ve çok kerem sahibidir. Kulun
kendisine ellerini uzatıp da o elleri bomboş geri çevirmekten haya eder.[9]
Dua şartlarına riayet
olunduğu ve kabulünü engelleyen hususlardan uzak kalındığı takdirde, kulun
günahlarının bağışlanmasına sebep teşkil eder. Bundan dolayı dua esnasında
mağfiret istendiği vakit, kalbin uyanık ve şuurlu olması, söylediğinin ve kime
hitap ettiğinin farkında olması gerekir. Rasulullah (S.A.S.) şöyle
buyurmaktadır: "Yüce Allah'a duanızın kabul edileceğine dair kesin bir
kanaat ile dua ediniz. Biliniz ki, şüphesiz Allah gafil ve başka şeylerle
oyalanan kalbin duasını kabul etmez.[11] Aynı
şekilde duasının kabul edileceğini ummalı, isteğinde kesin ifadeler kullanıp
Allah'ım dilersen bana mağfiret et dememelidir; Nitekim Rasulullah (s.a) şöyle
buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse dua ettiği vakit duasında kesin
ve kararlı olsun. Allah'ım dilersen, demesin, çünkü Şanı Yüce Allah'ı zorlayacak
hiçbir güç yoktur.[12]
Bundan dolayı duada
alabildiğine ısrar etmek, Şanı Yüce Allah'ın huzurunda muhtaçlığımızı açıkça
ortaya koymak gerekir. Çünkü Allah'tan koruyacak ve O'ndan gelene karşı
kurtaracak yine O'dur. Ayrıca günahlarının şanı Yüce Allah'tan başkası
tarafından bağışlanacağını umut etmemelidir. Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Ve günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir
ki?"(Âii imrân, 3/135) [13]
Hadis-i şerifteki:
"Ve beni umarsan" ifadesi ile ilgili olarak Hafız İbn Ha-cer,
Fethu'î-Bâri'de Reca hakkında şunları söylemektedir: "Eğer kusurlu bir
davranışı olursa, Allah hakkında güzel zan beslesin. O'nun günahlarını bağışlayacağını
umsun. Yine bir itaatte bulunan kişi de, onun kabul edileceğini umsun. Bir
masiyeti ısrarla işleyip ona dalarken, pişmanlık duymaksızın ve ondan
vazgeçmeksizin sorgulanmayacağını uman kimse ise, aldanış içerisindedir.[14]
Enes (r.a)'den,
Peygamber (s.a) ölüm döşeğinde bir gencin yanına girdi, O'na "Kendini
nasıl buluyorsun?" diye sorunca O: Allah'tan umudum var, günahlarımdan da
korkuyorum, dedi. Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu-. "Bir kulun kalbinde
böyle bir durumda bu ikisi bir arada bulunacak oldu mu, mutlaka Allah ona
umduğunu verir ve korktuğundan onu emin kılar.[15]
Bundan dolayı hem
korku, hem de ümidi gerektirici va'd ve vaid (teh-did) i kapsayan bir çok
hadis-i şerif vârid olmuştur. Ebu Hureyre (r.a)'den, dedi ki: Rasulullah
(s.a)'ı şöyle buyururken dinledim: "Şüphesiz Allah rahmeti yarattığı günü
yüz rahmet olarak yarattı. Kendi nezdinde bunun dok-sandokuz tanesini alıkoydu;
bütün yaratıkları arasında da bir tanesini saldı. Eğer kâfir Allah'ın yanındaki
rahmetin tümünü bilecek olsaydı, Cennet'ten ümid kesmezdi ve eğer mü'min
Allah'ın yanındaki bütün azabı bilmiş olsaydi Cehennem'den emin olmazdı.[16]
Hafız İbn Hacer
(Allah'ın rahmeti üzerine olsun) der ki: "Eğer kul Allah'ın sıfatları
arasında rahmet etmeyi dilediği kimselere rahmet etmek ve dilediği kimselerden
de intikam almanın da bulunduğunu bilirse, hiç şüphesiz Allah'ın rahmetini
uman hiçbir kimse, O'nun intikamından yana kendisini emin görmez, O'nun
intikamından yana korkan kimse de O'nun rahmetinden umut kesmez. Bu ise küçük
dahi olsa, kötülükten uzak durmaya, az dahi olsa itaate devam etmeye iter.[17]
O bakımdan müslüman kimsenin
korku ile ümidin kanatları arasında olması gerekir. Yüce Allah'ın şu
buyruğunda olduğu gibi-. "O'nun rahmetini umarlar, azabından da
korkarlar.u(ei4srû, n/57) [18]
Bu kudsi hadiste şanı
Yüce Allah günahları, masiyetleri işlemek suretiyle, farzları eda etmekte
kusurlu davranmak suretiyle haddi aşan günahkârların önünde mağfiretinin
kapılarını sonuna kadar açmaktadır. Ta ki onun rahmet ve mağfiretinden ümid
kesmesinler. Çünkü onun rahmetinden ümid kesmek, büyük günahlardandır. Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve Allah'ın rahmetinden de ümidinizi kesmeyin.
Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümidini
kesmez."(Yusuf, 12/87)
Kurtubi bu âyet-i
kerime ile ilgili olarak şunları söylemektedir: "İşte bu buyruk, Allah'ın
rahmetinden ümit kesmenin yani ye'sin büyük günahlar-. dan olduğuna delil teşkil etmektedir."
Şanı Yüce Allah, İbrahim (a.s.)den şöyle dediğini haber vermektedir:
"Rabb'inin rahmetinden sapıklardan başka kim ümid keser ki,
dedi.'Vei-Hîcr, 15/66) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "De ki: Ey
öz nefisleri aleyhine aşın giden kullarım, Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyin.
Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Muhakkak ki O, çok çok bağışlayandır,
merhamet buyurandır."(e^zümer, 39/53)
Bu âyet-i kerimede Allah'ın
rahmetinden ümid kesmek yasaklanmaktadır. Yasak (nehiy) ise, eğer mekruh
olduğunu ortaya koyacak bir başka karine yoksa haramlığı gerektirir. Bu âyet-i
kerime de İbn Abbâs'ın dediğine göre şu sebepten ötürü nâzü olmuştur:
Müşriklerden bazı kimseler adam öldürmüş, bu işi alabildiğine çok işlemişti.
Zina etmiş ve bu işi alabildiğine çok işlemişti. Muhammed (s.a)'e gelip şöyle
dediler: Şüphesiz söylediğin ve kendisine davet ettiğin şey güzeldir ve bu
işlediklerimize bir keffâret bulunduğunu bildirmektedir. Bunun üzerine şu buyruk
nazil oldu:[19] "Onlar ki, Allah ile
birlikte başka bir ilâha ibadet etmezler. Allah'ın haram kıldığı canı da
öldürmezler. Meğer ki hak ile ola. Zina da etmezler..."(d-Furkan, 25/68)
Ayrıca: "De ki: "Ey nefisleri aleyhine ileri giden kullarım..."
ayeti de indi. [20]
Burada şu âyet-i
kerimenin anlamını açıklamamız gerekmektedir: "Nihayet Peygamberler
ümidlerini kesip de artık kendilerinin yalanlanacaklarını zannettikleri
sırada, onlara yardımımız gelmiş ve dilediğimiz kurtuluşa erdirilmişti. Fakat
günahkârlar topluluğundan ise azabımız asla döndürül-mez "(Yusuf, 12/ıiû)
Bu buyruğu açıklamamız gerekir; ta ki bu hususta bir karışıklık olmasın ve ta
ki bu âyet-i kerimenin sundukları ile diğer âyetlerin anlattıkları arasında
bir çatışma olduğu zannedilmesin. "Nihayet o Peygamberler ümidlerini
kesip..." âyetinin anlamı ile ilgili olarak Kurtubi şunları söylemektedir:
"Yani nihayet kavimlerinin iman edeceklerinden ümid kestiklerinde...
demektir.[21]
İbn Abbâs'dan da:
"Kendilerinin yalanlanacaklarını zannettikleri..." buyruğu hakkında
şunları söylemektedir: Peygamber kavimlerinin, iman edeceklerinden ümid
kestiler ve onların kavimleri de artık Peygamberlerin, kendilerine yalan
söylediklerini zannettiler...[22]
O halde bu hususta İbn
Abbas'tan gelen bu açıklamaya dayanmak gerekir. Çünkü O, kendisinin ne demek
istediğini başkasından daha iyi bilen birisidir.
Aişe (r.anhâ) de bu
âyetin tefsiri ile ilgili olarak şunları söylemektedir: "Bunlar Rab'lerine
iman eden, Peygamberleri doğrulayan kimselerdi. Sıkınti ve belâları uzayıp
gitti ve ilâhi yardım gecikti. Nihayet Peygamberler artık kavimlerinden
kendilerini yalanlayanlardan ümid kesip yine Peygamberler kendilerine uyanların
dahi kendilerini yalanlayacak noktaya geldiklerini sandıkları bir zamanda, o
vakit Allah'ın yardımı onlara geldi.[23]
Peygamberler -selâm onlara-
masumdurlar ve Allah'ın rahmetinden ümid kesmekten yahut da Yüce Allah hakkında
hak olmayan bir zan beslemekten münezzehtirler. İşte bu, âyet-i kerimenin özlü
bir açıklamasıdır. Bu hususta geniş açıklamaları okumak isteyenler
Fethu'l-Bâri'ye başvurabilirler. Orada Hafız İbn Hacer bu mes'elede Tefsir
bölümünde[24] geniş açıklamalar
getirmektedir. Bu hadis-i şerifte de şu belirtilmektedir: Kulun günahları ne
kadar çok olur ve artarsa, hadisteki ifadesi ile: "günahların göklere kadar
ulaşacak olsa dahi[25] yani
eğer günahların çokluğundan dolayı bulutlara kadar erişecek olsa, bir
açıklamaya göre de gözün görebileceği noktaya kadar dahi çıkarsa, sonra kul
Allah'tan mağfiret dileyecek olursa, Allah'ın Gafur ve Rahim olduğunu
görecektir. Aynı şekilde yüz kişiyi öldüren adam ile ilgili kıssanın
zikredildiği hadis de Şanı Yüce Allah'ın kullarına ne kadar' geniş mağfiretli
olduğunun delilidir. Bundan dolayı müslüman bir kimsenin Şanı Yüce Allah'ın
rahmetinden ümid kesmesi helâl değildir. [26]
Hadisteki: "Sonra benden
mağfiret dileyecek olursan" ifadesinde geçen istiğfar, ilim adamlarının
tarif ettiği üzere; kelimenin asıl anlamı birşeye kendisini kirletecek şeylere
karşı koruyacak birşey giydirmektir. Her birşe-yin kirlenmesi ise kendisine
göre değişir. Allah'ın kulunu bağışlaması (gufranı) ise onu azabdan koruması
ile olur. İstiğfarın Yüce Allah'tan mağfiret istemek, günahların örtülmesi,
onları cezalandırmaktan vazgeçmesi ve o günahların kötülüklerinden onu koruması
demek olduğu da söylenmiştir. [27]
Şanı Yüce Allah pek
çok âyet-i kerimede günahlardan mağfiret dilemeyi emretmektedir. Meselâ, şöyle
buyurmuştur: "Allah'tan mağfiret isteyin.
Şüphesiz Allah Rahim'dir,
Gafurdur."(ei-Müzzemmii, 73/20) Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Hemen Rabb'ini hamd ile teşbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O
tevbeleri pek çok kabul edendir "(en-Nasr, 110/3) O bakımdan kulun günah
işlemesi halinde Rabb'inden mağfiret dilemesi gerekir ki, O da onun günahını
bağışlasın. [28]
Şanı Yüce Rabb'imiz,
mağfiret dileyenden övgüyle şöylece söz etmektedir: "Ve onlar seher vakitlerinde
mağfiret dileyenlerdir."(Antmrdn, mi) Nitekim Yüce Allah mağfiret
dileyenleri azab etmeyeceğini de beyân etmektedir: "Onlar mağfiret isteyip
dururlarken de Allah onlara azab edecek değildir. "(ei-Enfâi. s/33)
Mağfiret dilemek, yağmur yağmasının, gücün artışının, evlâtların çoğalışının,
hayır ve bereketlerin inişinin sebepleri arasındadır. Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Arkasından onlara dedim ki: Rabb'iniz-den mağfiret
dileyin, çünkü O çok mağfiret edicidir. Böylece üzerinize semâyı "(gökten
yağmuru) bol bol salıverir. Mallarla, oğullarla size yardım eder; size mallar,
bahçeler verir, nehirler akıtır..."(Nuh, 71/10-12)
Yine Yüce Rabb'imiz
bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Ey kavmim, Rabb'inizden mağfiret
dileyin, sonra O'na tevbe edin. Ta ki üstünüze gökten bol bol (yağmur)
göndersin. Gücünüze daha çok güç katsın. Günahkârlar olarak yüz
çevirmeyin."(Hud, 11/52)
Büyük ilim adamı
Kurtubi der ki: Bu iki âyet-i kerime Allah'tan mağfiret dilemenin nzık ve
yağmurların inişine sebep teşkil ettiklerine dair delil vardır. [29]
Sünnet-i seniyyede
birtakım istiğfar şekilleri sabittir. Müslümanın bunlara özel bir itina
göstermesi gerekir. Buna sebep ise bu istiğfar, şekillerinin büyük bir sevap
almayı gerektirmeleridir. Bu şekilde istiğfarda bulunmakta Allah Rasulüne tabi
olmak da sözkonusudur. Çünkü O Yüce Allah'a mağfiret deliyip O'na dönenlerin
en hayırlısıdır. Şeddâd b. Evs'den, O Rasulullah (s.a)'tan, dedi ki:
"İstiğfarın başı: Allah'ım, sen benim Rabb'imsin, senden başka ilâh
yoktur. Sen beni yarattın ve ben senin kulunum. Gücüm yettiğimce ben senin
va'din üzereyim. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Üzerimdeki nimetini
itiraf ediyorum, yine günahlarımı sana itiraf ediyorum. Sen günahlarımı bana
bağışla! Çünkü hiç şüphesiz günahları senden başka hiçbir kimse
bağışlayamaz." Kul bu sözleri sabah ve akşam olduğunda söyleyecek olursa,
Cennet'e girer. -Yahut Cennet ehlinden olur- Sabahı ettiğinde bu sözleri
söyleyip de o gün ölürse, onun için aynı şey sözkonusudur.[30]
et-Tıbi der ki: Bu
dua, tevbenin bütün hususiyetlerini topladığı için bu duaya "baş
(es-Seyyid, efendi)" adı kullanılmıştır. Seyyid ise aslında ihtiyaçlarda
kendisine başvurulan başkan demektir.[31]
Bilâl b. Yesâr b. Zeyd (r.a)den, dedi ki: Babam bana dedemden
anlattığına göre O, Rasulullah (s.a)'ı şöyle buyururken dinlemiş: kim:
Kendisinden başka ilâh olmayan, i iayy ve Kayyum olan Allah'tan mağfiret diler
ve O'na tevbe ederim." diyene Allah mağfiret eder. İsterse cihaddan kaçmış
olsun...[32]
Bu, birtakım büyük
günahların bazı salih amellerle bağışlanacağına delildir. Çünkü cihaddan
kaçmak, büyük günahlardandır; fakat bu, günahı işleyene can ve mal hakkında
herhangi bir cezai hüküm vermeyi gerektirmeyen büyük günahlardandır.
Âişe (r. anhâ) den
dedi ki: Rasulullah (s.a) vefatından önce çokça: Allah'ı, hamd ile teşbih ve tenzih
ederim. Allah'tan mağfiret diler ve ona tevbe ederim.[33]
İbn Ömer
(r.anhumâ)'den, dedi ki: Bir tek mecliste Rasulullah (s.a)'ın yüz defa
(şöylece) istiğfarda bulunduğunu sayardım:
Rabb'im, bana mağfiret
buyur, benim tevbemi kabul eyle. Çünkü şüphesiz ki sen, tevbeleri çokça kabul
edensin, çok mer. [34]
Kurtubi, tevbeyi
şöylece tarif etmektedir: Tevbe, senin hakikaten veya takdiri olarak önceden
yapmış olduğun bir günahı sırf Allah için terketmendir.[35]
Tevbe günahlardan dönmektir. Ve çoğunlukla tevbe mağfiret dilemekle birlikte
sözkonusu edilmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlar Allah'a
tevbe etmeli ve O'ndan mağfiret dilemeli değiller mi?"(ei-Mâide, 5/74)
Tevbenin birtakım şartları vardır; bunları açıklayalım:
Hasiyetten vazgeçmek.
Çünkü Şanı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bir de işledikleri üzerinde
bilip durdukları halde ısrar etmeyenler..."(Animin,3/135)
Hafız İbn Hacer
-Allah'ın rahmeti üzerine sağanak sağanak yağsın- şöyle demektedir: Burada
Allah'tan mağfiret dilemenin kabul ediliş şartlan arasında mağfiret dileyenin
günahından vazgeçmesi gerektiğine işaret vardır. Aksi taktirde dil ile mağfiret
dilemekle birlikte, günah ile iç içe olmak, oyun oynamaya benzer. Eğer tevbe
Yüce Allah'ın hakkına taalluk ediyor ise, o günahı terketmek ve -eğer
gerekiyorlarsa- keffâret ya da kazasını yapmak yeter lidir.[36]
Yalnızca Yüce. Allah
İçin günahı terketmek suretiyle ihlas. Çünkü insanlar kendisini ayıplar
korkusuyla veya ondan başkası için günahı terke-decek olursa, ittifakla böyle
bir kimse tevbe etmiş olmaz. Bu husustaki delil ise: "Halbuki onlar
dinlerini O'na halis kılanlar olarak yalnız Allah'a ibadet etmekten başkasıyle
emrolunmamışlardı.'Vei-Beyyine, 9$5) Meşhur; "Ameller niyetler iledir.[37]
hadisi de bunu ortaya koymaktadır.
Tevbesi yapılan günah
eğer kul hakkına taallûk eden bir masiyet ise, hak sahibinden ibra olmak. Bu da
Rasulullah (S.A.S.)'ın şu hadisinden ötürü böyledir: "Her kimin bir başkasına
ırzı (namus, şeref ve haysiyeti) yahut da herhangi birşey ile ilgili bir
haksızlığı sözkonusu olmuşsa, bugün o hakkından dolayı o kimseden helâllik
dilesin. - Hiçbir dinar ve hiçbir dirhemin olmayacağı gün gelmeden önce- (O
gün geleceği vakit) şayet salih bir ameli varsa, haksızlığı kadar o salih
amelinden alınır. Eğer hasenatı yok ise bu sefer haksızlık yaptığı adamın
günahlarından alınır, ona yükletilir.[38]
Canın boğaza gelip
dayanmasından önce tevbeyi çabuklaştırmak. Çünkü böyle bir durumda Rasulullah
(s.a)'ın şu buyruğu dolayısıyla tevbe kabul olunmaz: "Muhakkak Aziz ve
Celil olan Allah, kulun tevbesini can boğazına gelip dayanıncaya kadar kabul
eder.[39] Yüce
Allah da şöyle buyurmaktadır: "Yoksa kötülükleri işleyip durup da
onlardan herhangi birine ölüm gelip çattığında: Ben şimdi gerçekten tevbe
ettim, diyenlerin ve kâfir olarak öleceklerin de tevbesi tevbe
değildir."(en-Ntsâ, 4/ıs)
Tevbe güneşin batıdan
doğuşundan önce yapılmalıdır. Çünkü Rasulullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Kim güneş, batısından doğmadan önce tevbe ederse, Allah da onun
tevbesini kabul eder.[40]
Masiyeti işlemekten
dolayı pişman olmalı ve ebediyyen bir daha ona dönmemeyi kararlaştırmayıdır.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler, Allah'a nasuh
(bir daha o günaha dönmemek üzere) bir tevbe ile tevbe ediniz."(et-Tahnm,
66/8) Katâde de der ki: Nasuh tevbe, samimi ve doğru tevbedir. el-Kelbi de der
ki: Nasuh tevbe, kalp ile pişmanlık duymak, dil ile mağfiret dilemek, o
günahtan vazgeçmek ve bir daha ona dönmeyeceğini rahatlıkla kararlaştırmaktır.[41]
Hadis-i şerifte geçen:
"Şüphesiz sen yeryüzü dolusu günahlarla bana gelecek olsan, sonra da
huzuruma bana hiçbirşeyi ortak koşmaksızın çıkacak olsan, elbette ben de sana
yeryüzü dolusu mağfiretle gelirim." Eğer kul, Yüce Allah'ın huzuruna
yeryüzü dolusu günah işlemiş olmakla birlikte, Allah'a ibadetinde hiçbir şeyi
ortak koşmamış ise, Allah onun günahlarını bağışlar, onları affeder. Çünkü
tevhid, Allah'ın kuluna mağfirette bulunmasının en büyük sebepleri arasındadır.
Şirk ise kulun Allah'ın kendisine tahsis etmiş olduğu ibadeti O'ndan başkasına,
bir veliye, bir Peygambere, bir yöneticiye veya bundan başka bir cihete
yöneltmesidir. Mesela, dua Allah'tan başkasına yapılmaması gereken
ibadetlerdendir. Kim içinde bulunduğu bir sıkıntının giderilmesi için Allah'tan
başkasına veya bundan başka herhangi bir ibadeti başkasına yapacak olursa,
şirke düşmüş olur. Nitekim şairlerden birisinin söylediği şu beyitler bu
kabildendir:
"Ey efendim, ey
Allah'ın sevgilisi, işte kapının eşiğine geldim. Hastalığımın ızdırabından
sana şikayet ediyorum-
Efendim, bedenimdeki
hastalık uzayıp gitti. O kadar ki, hastalığın şiddetinden ne uyuyabiliyor ne
uyumayabiliyorum;
Uzun bir süre yaşayıp
durdum, hep didindim, bu gün ise söz söylemekten ve kalemden başka elimden
birşey gelmiyor;
Efendim, cihada şevkim
uzayıp gitti; acaba benim için Allah'a bir daha sancağımın yükselmesi için dua
eder misin?"
O, bu sözleriyle
Rasulullah (s.a)'a dua ediyor. Halbuki Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır:
"Allah'tan başka ve kendisine Kıyamete kadar cevap veremeyecek {duasını
kabul edemeyecek) ve esasen kendileri de bu dualarından gafil olan kimseye dua
eden kişiden daha sapık kim olabilir?'7e/-Ahkûf. 46/5)
Aynı şekilde bir başka
kutbun, müslümanlar arasından milyonlarca kişinin içine düştüğü evliyayı, şirk
koşup temiz kabirlerinde onlara sığınmalarını, sıkıntılı zamanlarda da bu
kabirlerde duâ edişlerini temize çıkarmaya ve razı olunacak bir İş olarak
göstermeye çalıştığını okuyoruz.
Aynı şekilde bu kişi diyor
ki: Biz ne diye Allah'ın veli kullarına, onları ziyaret edenlere, kabir ve
makamları yanında dua edenlere hücum edelim ki? Yine bu kişi diyor ki: "Bu
gibi davranışları şiddetli bir tepki ile karşılayanlara derim ki: Yavaş olunuz!
Bu işte ne şirk vardır ne putperestlik ne de inkâr!"
Halbuki bu, âlemlerin
Rabb"inin sevgili kulunun ümmetini sakındırdığı şirkin kendisidir. Oysa
İslâm'i kılıklara bürünmüş olanlar, müslüman kimselere bunun dinden olduğunu,
Allah'a yakınlaştırıcı bir amel olduğunu söyleyerek temize çıkarmaktadırlar.
İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciun. [42]
Şirk, en büyük
zulümdendir. Alemlerin Rabb'ine karşı yapılan en büyük isyandır. Nitekim Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "Hani Lukman oğluna öğüt verirken şöyle
demişti: "Oğulcağızim, Allah'a ortak koşma! Çünkü şüphesiz bu, çok büyük
bir zulümdür."(Lukman, 31/13) Zulmün akıbeti ise dünyada da vahimdir:
Zillet, hakirlik ve bedbahtlık. Ahirette ise hor kılan bir azabdır.
Yüce Allah, ibadetinde
kendisine herhangi bir kimseyi ortak koşanın Cennet'e girmesini yasaklamıştır:
"Şüphe yok ki kim Allah'a ortak koşarsa, şüphesiz Allah ona Cennet'i haram
kılar. Onun barınağı Cehennem'dir, zalimlerin de hiçbir yardımcısı
olmayacaktır."(ei-Mâide, 5/72)
Yüce Allah, kendisine
ortak koşana asla mağfiret etmeyecektir: "Şüphesiz Allah kendisine ortak
koşulmasını bağışlamaz. Bununla birlikte bundan başkasını dilediğine
bağışlar."(en-msâ, 4/116)
Şirk, amellerin boşa
çıkmasına sebeptir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki, sana da
senden öncekilere de şu vahyolunmuştur: Eğer şirk koşarsan muhakkak amelin boşa
çıkar ve sen elbette zarara uğrayanlardan Olursun."fez-Zümer, 39/65)
Bu ayet-i kerime, Yüce
Allah'ın şu buyruğunu da andırmaktadır: "Eğer şirk koşacak olsalar,
elbette onların yaptıkları boşa çıkar."(ei-En'&m, e/88)
O halde salih amelin
kabul edilmesinin şartı, amel sahibinin muvahhid olmasıdır. Meselâ, müşrik bir
kimsenin sadaka vermesinin, bol bol malını harcamasının Allah nezdinde hiçbir
kıymeti yoktur ve böyle bir kimse Kıyamet gününde bundan yararlanmayacaktır.
Aişe (r.a.) den, dedi
ki: Ey Allah'ın Rasulü, Ced'an'in oğlu câhiîiye döneminde akrabalık bağını
gözetir, yoksula yemek yedirirdi. Bunun kendisine bir faydası olur mu?
Rasulullah (S.A.S.) şöyle buyurdu: "Bunun ona hiçbir faydası olmayacaktır.
Çünkü o bir gün olsun, Rabb'im Kıyamet günü günahımı bana bağışla, demiş
değildir." Hatta bir kimse eğer müşrik ise, söylediği hak sözün, dine
yardımcı olmasının dahi, kişiyi kurtarması söz konusu değildir. Gerçekten Ebu
Talib Muhammed {s.aj'e yardımcı olmuş ve O'nu savunmuştu. Öyle ki, şu beyitler
onundur:
"Andolsun, asla
bütün kalabalıklarına rağmen sana el uzatamayacaklar-dır. Ta ki ben toprağa
yatırılıp görnülmedikçe;
Sen işini açığa vur,
seni küçültecek hiçbir şey olmayacaktır. Bu benim sana müjdem olsun ve gözün
aydın olsun bununla;
Andolsun ki
Muhammed'in dininin yaratılmışların dinleri arasında en hayırlı olduğunu
biliyorum;
Sen beni (dinine)
davet ettin ve bana samimiyetle öğüt verdiğini söyledin. Andolsun doğru
söyledin ve sen bunda da emin idin; Fakat kınanmam olmasaydı, yahut bana
sövüleceğinden çekinmesey-dim, gerçekten benim bunu rahatlıkla kabul ettiğimi
ve açıkça ortaya koyduğumu görecektin."
Fakat buna rağmen
ateşten kurtulamayacaktır. Ayağının çukur tarafının altında iki parça kor ateş
bırakılacak, bundan dolayı Cehennem ateşinde
beyni kaynayacaktır.
O bakımdan, kulun
şirkten sakınması gerekir ki, malın da evlâtların da faydalı olmayacağı günde
kurtulması mümkün olabilsin, Rasulullah (s.aj'ın bu hadis-i şerifte beyân
ettiği mağfiretin sebeplerini yerine getirsin ki, Allah da günahlarını ona
bağışlasın... [43]
1- Hadis-i
şerifte niyyetin imandan olduğuna delil vardır. Çünkü niyyet kalbin amelidir.
İman da Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat'e göre kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve
rükünler ile amel etmektir. Bundan dolayı İmam Buhârî, bu hadisi
Kitâbu'l-İman'da zikretmiştir.
2- Hadis
aynı şekilde müsiümanın bir işi yapmaya kalkışmadan önce onun hükmünü bilmesi
gerektiğine delildir. Yapacağı bu işin meşru' olup olmadığını, vacib mi
müstehab mı olduğunu bilmelidir. Çünkü hadis-i şerifte eğer o amel için meşru
görülen niyyet bulunmayacak olursa, amelin kabul olunmayacağı
belirtilmektedir.
3- Hadis-i
şerif itaat olan amellerde niyyetin şart olduğuna ve niyyet olmaksızın yapılan
amellerin hiçbir değer taşımadığına delildir. [44]
1- İlim
adamına bilmediği birşey hakkında soru sorulacak olursa, "bunu
bilmiyorum" demesi gerekir. Bu onun mevkiini küçültmez. Aksine, onun dininin
sağlamlığına delâlet eder. Alim bir kişinin yeterli bilgi olmaksızın bütün
ilimlerin her bir tarafına dalışlarda bulunması dinine bağlılığının gevşekliğine
delâlet eder. Nitekim Said b. Ebi Meryem yoluyla Rasulullah (s.a)'ın:
"Şüphesiz Allah'ın Peygamberi Eyyûb -salât ve selâm O'na- kendisi için
bela teşkil eden hastalığı ile onsekiz yıl geçirdi. Sabahları kendisine uğrayan
kardeşlerinden iki adam müstesna, yakın da, uzak da O'ndan uzaklaştı."
şeklindeki hadis hakkında muasır ilim adamlarından birisi bu sahih hadis
hakkında şöyle demektedir: Hadisin senedini iyice tetkik etmeden (söylenen
sözler) Davud'a yalan ve iftiradır. İşte bu gibi şeyleri tetkiksiz söylemek
bilmediği hususlara dalmak kabilindendir. Yüce Allah'tan esenlik dileriz.
2- Aynı şekilde
hadis-i şerifte Öğrenim yollarından birisine de delâlet edilmektedir. Bu da
soru ve cevap yoludur. O bakımdan davetçi bir kirnsenin sahip olduğu bilgileri
sunmakta değişik teknik ve usûlleri bilmesi, tek bir üslûp üzere donup
kalmaması gerekir. Çünkü aynı üslûbu devam ettirmek onu dinleyenlerin usanması
sonucunu verir. Aksine davetçinin ümmet için hayır ihtiva eden yeni her şeyden
yararlanması gerekir. Bu sözleri söyleyişimin sebebi şudur: Bazı kimselerin
yeni olan her şeye karşı olumsuz bir tavrı vardır. Halbuki bu yol (soru cevap)
en yeni usûllerden ve eğitimciler nezdinde öğretimde pratikte kullanılan en
güzel yollardan birisidir.
3-Yine
hadiste meleklerin insan suretinde şekillendiklerine dair delil vardır.
Kur'ân-ı Kerim'den birtakım naslar da buna tanıklık etmektedir. Nitekim Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "Kitapta Meryem'i de an. Hani o kendi
ailesinden doğudaki bir yere çekilmişti. Sonra onlarla kendisi arasına bir
perde germişti. Derken biz ona ruhumuzu gönderdik de, ona tam bir ademoğlu suretinde
görünmüştü."(Meryem, 19/16-17) Burada "Ruhumuz" dan kasıt,
Cebrail'dir.
Yine Şanı Yüce Allah,
meleklerin İbrahim (A.S.)'e insan suretinde geldiklerini ve kendisine durumu
bildirinceye kadar onları tanımadığını haber vermektedir. Aynı şekilde melekler
Lût (A.S.)'a güzel yüzlü genç delikanlılar suretinde gelmişti. Buna dair
deliller pek çoktur.
4-Yine
hadis-i şerifte, ihtiyaç duyulmayan şekilde bina yapmanın ve gereksiz yere
binaları yükseltmenin mekruh olduğuna delâlet vardır. Birisi kalkıp şöyle diyebilir:
"Hadis-i şerifte yüksek bina yapmanın yeriîdiğine dair açık ve net bir
delil yoktur. Sadece bunun Kıyametin yaklaştığının alâmetlerinden birisi
olduğu haber verilmektedir." Ancak böyle bir itiraz şu şekilde red olunur:
Söylediğimize delil teşkil edecek başka hadisler de vardır. Resu-lullah (S.A.S)
şöyle buyurmuştur: "Kulun yaptığı her bir harcama dolayısıyla ecir alması
söz konusudur. Bina bundan müstesnadır."
Rasûlullah (s.a)'ın
hoşlanmadığı bu durum -Rabb'inin korudukları müstesna- ümmetin içine düştüğü
bir hal olmuştur. Müslümanlar bina inşaatında aşırıya gitmeye başladılar. Pek
çok malları bu uğurda harcamaya koyuldular. Halbuki evlâ olan, bu malların
insanların Allah'a davet edilmesi yolunda harcanması, içinde bulundukları
azgınlık ve sapıklıklardan kurtarılması için harcanmasıdır.
5- Yine
hadis-i şerifte ilim adamlarının huzuruna fazilet sahibi kimselerle âdil
yöneticilerin huzuruna girileceği vakit güzel elbise giyip güzel bir görünüşe
ve temizliğe özen göstermenin müstehap oluşuna delil vardır.
6- Hadis-i
Şerifte ilim halkalarında oturuşun âdabı da açıklanmaktadır. Cebrail (A.S.)
Rashulullah (s.a)'ın yakınında oturmuştur. İşte ilim talep eden bir kimsenin
ilmi dikkatle belleyebilmesi ve âlimlerin ağzından sağlam bir şekilde ilim
öğrenebilmesi için böyle davranması gerekir.
Diğer taraftan,
hadis-i şerifte ilim halkalarında oturuşun keyfiyeti de açıklanmaktadır.
Cebrail (A.S.) teşehhüdde oturur gibi oturmuş, ellerini baldırları üzerine
koymuştu. O bakımdan ilim talep edene ilim talep ettiği sırada zihin ve
duygularını bu işe yöneltmesi gerekir ki, ilim adamları ile birlikte oturup
kalkmaktan gereği gibi yararlanabilsin.
7- Hadis-i
Şerifte gaybı Yüce Allah'tan başka kimsenin bilmediğine delâlet vardır. Bu hakikate Kur'an-ı
Kerim'den pek çok naslar da tanıklık etmektedir ki, Yüce Allah'ın şu buyrukları
bunlar arasındadır: "De ki: Ben size yanımda Allah'ın hazineleri vardır,
demiyorum. Ben gaybı da bilmiyorum. Ben hiç şüphesiz bir meleğim de demiyorum.
Ben ancak bana vah- yolunana uyarım."(ei-En'ûm, 6/50) Resulullah (S.A.S.)
Yüce Rabbinin kendisine öğrettiğinden
başka gayba dair birşey bilmezdi. Nitekim Yüce Rabb'imiz şöyle buyurmaktadır:
"Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. Kendisinden başkası bunları
bilmez."(ej-En'âm, 6/59) Bir başka yerde de şöyle buyurulmakta-dır:
"De ki: Ben kendim için Allah'ın dilediğinden başka ne bir fayda sağlayabilirim,
ne de bir zararı önleyebilirim. Eğer ben gaybı bilseydim, elbette daha çok
hayır işlerdim ve bana hiçbir fenalık da dokunmazdı. Ben ancak azabın habercisi
ve iman edecek bir topluluğu müjdeleyenim."fef-AYâ/, 7/188) İşte bu ve
diğer naslardan, kendi imamlarının gaybı bildiğini iddia eden Şîa'nın görüşünün
tutarsızlığı ortaya çıkmaktadır. Nitekim el-Kâfî'de şöyle denilmektedir:
"İmamlar -onlara
selâm olsun- ne zaman öleceklerini bilirler. Onlar ancak kendilerinin
tercihleri ile ölürler."
"İmamlar -onlara
selâm olsun- bilmek istedikleri vakit bilirler."
Yine el-Kâfî 260'ıncı
sahifede şöyle denilmektedir: "İmamlar olmuş ve olacağı bilirler, onlara hiçbir
şey de gizli kalmaz." [45]
İlim adamlarımız bu
hadisten pek çok hüküm çıkarmışlardır. Bunların bazısını söz konusu edeceğim.
Çıkartılan bu hükümler üzerinde dikkatle düşünen bir kimse, Yüce Allah'ın, bu
ilim adamlarına insanların en hayırlısının hadislerini inceden inceye anlayıp
kavrayabilme nimetini ne denli lütfetmiş olduğunu görecektir. Rasûlullah (s.a)
da şu buyruğunda ne kadar da doğru buyurmuştur: "Benim sözümü işitip de
onu ezberleyen, belleyen ve onu (öylece) başkasına aktaran bir kimsenin, Allah
yüzünü ak etsin.
Çünkü nice fıkıh
(elinde ince bilgi) taşıyıcısı vardır ki, fakih değildir ve nice fıkıh
taşıyıcısı vardır ki ,o da kendisinden daha fakîh olana bunu taşır." Çünkü
kişi Kitap ve Sünnet'ten pek çok şey bellemiş olmakla birlikte, nas-ları
anlayamaz ve onların inceliklerine vâkıf olamaz. Bazan bir nassı olmadık yerde
delil gösterir. Kimi zaman da nassın delâlet ettiği noktayı görmeden geçer,
bunun farkına varmaz ve bu dikkatini de çekmez.
Şanı yüce ve mübarek
Allah'tan bize ve ilim adamlarımıza dinini fıkh edip kavramak nimetini
lütfetmesini dileriz. Rasulullah (S.A.S.) şöyle buyurmaktadır: "Allah bir
kimse hakkında hayır murad edecek olursa, onu dinde fakîh kılar."
Bu hadisten çıkartılan
hükümlerden bazısını aşağıda kaydedelim:
1- Din üzere
sebat için duaya teşvik. Nitekim Rasululiah (S.A.S.) bu şekilde Allah'a
kavuşuncaya kadar din üzere sebat vermesi için yüce Rabb'ine dua ederdi. Enes
{r.a)'den, dedi ki: Rasulullah {s.a) şöyle buyurmuştur: "Ey kalpleri
evirip çeviren, kalplerimize dinin üzere sebat ver."
2- Kötü
akıbetten Allah'a sığınmaya teşvik. Bundan dolayı ümmetin selefi kötü
akıbetten korkarlardı. O kadar ki, onlardan kimisi şöyle demiştir:
"Ezelden takdir edilmiş (e!-Kitabu's-Sâbık)in ağlattığı kadar gözleri hiçbir
şey ağlatmamıştir." İbn Receb de selefin bu hususta kötü akıbetten korku
ve dehşetlerini açıklayan pek çok şey nakletmiştir.
O halde kula düşen,
ameline ve salâhına aldanmamaktır. Aksine o her zaman için korku ile ümid
arasında bir yerde olmalıdır.
3- Ameller
Cennet veya Cehennem'e girişe sebeptir.
4- Nasıl
yaratılıp varedildiğini bilen bir kimseye, kendisini varedip en güzel surette
yaratana şükretmek, emrettiği hususlarda O'na itaat etmek, yasakladığı ve
vazgeçilmesini istediği şeylerden vazgeçmek görevi düşer.
5- Mutluluk
ve bedbahtlığı Aziz ve Celil olan Allah'tan başka kimse bilmez.
6-
Dinleyenin ruhunda daha bir etkileyici olmasını sağlamak kasdıyla doğru habere
dair yemin etmek.
7- Rızıktan
yana endişe etmemek ve sebeplere yapışmakla birlikte kanaatkârlık gösterip bu
hususta hırs göstermeyerek dini ve vicdanını -bazılarının yaptığı gibi- satmak
derecesine düşmemek.
8- Hayat
Allah'ın elindedir. Hiçbir kimse ömrünü tamamlamadan asla ölmez. Bu da kulun
Allah yolunda hiçbir kimseden korkmamasını ve kahraman olmasını gerektirir.
9- Kötü ve iyi ameller sadece birtakım
alâmetlerdir. Yoksa mutlaka Cennet ve Cehennem'i gerektirici şeyler olarak
görülmemelidir.
10- Bazı
ilim ve hikmet adamları, ceninin geçirmiş olduğu bu aşamaların, anneye bir
şefkat olduğunu söylemişlerdir. Çünkü Yüce Allah cenini bir defada da
yaratabilir.
11- Bazı
ilim adamları cenine ruh üflenmediği sürece ceninin düşürülmesine ruhsat
vermişler ve bunu azle kıyas etmişlerdir. Şu kadar var ki, bu görüş sununla
reddedilir: Ceninin yaratılışı, rahimde yerleştikten sonra nut-fe ile başlar.
Nitekim Rasulullah (S.A.S.)'in şu buyruğu da buna tanıklık etmektedir;
"Nutfe üzerinden kırk iki gün geçtikten sonra -bir rivayette de kırk küsur
gün geçtikten sonra- Allah bir melek gönderir. Nutfeye suret verir. Onun
kulaklarını, gözlerini, derisini, etini ve kemiklerini yaratır." İşte bu
da modern ilmin lehine tanıklık ettiği bir husustur.
İbn Receb der ki:
"Fukahâdan bir kesim kadına, karnında bulunan cenini, ona ruh üflenmediği
sürece düşürme ruhsatı vermişler ve bunu azl gibi değerlendirmişlerdir. Ancak
bu zayıf bir görüştür. Çünkü cenin, hilkati başlamış, hatta belki de suret
kazanmış bir yaratıktır. Azilde ise herhangi bir şekilde insan yavrusunun
yaratılışı söz konusu olmamaktadır. Azil böyle bir hilkatin bir araya gelmesini
engellemeye sebeptir. Hatta Yüce Allah o kişiyi yaratmayı dileyecek olursa,
azil bile bunu önleyemeyebilir."
12- Yine bu
hadiste öldükten sonra dirilişe dikkat çekilmektedir. Çünkü insanı hakir bir
sudan yaratmaya kadir olan onu tekrar yaratmaya kadirdir.
13- Bazı
ilim adamları bunu, dört ay sonra cenin düşürülecek olursa namazının
kılınacağına delil göstermişlerdir. Çünkü ona ruh üflenmiş bulunmaktadır. İşte
İmam Ahmed'in benimsediği görüş budur. Aynı zamanda bu, Said b. el-Müseyyeb'den
de nakledilmiştir. Nitekim Şafiî'nin iki görüşünden biri de budur, İshak da bu
görüştedir. [46]
1- Yasak,
amelin fâsid olmasını gerektirir. Nevevî der ki: "Hadis-i şerifte, usûl
âlimleri arasından şöyle diyenlerin lehine delii vardır: Yasak, fâsid oluşu
gerektirir. Fâsid olmasını gerektirmez, diyenler ise; bu vâhid bir haberdir,
derler. Bu derece önemli bir kaideyi tesbit etmek için yeterli değildir. Ancak
bu da tutarsız bir cevaptır." Hafız (İbn Hacer) ise der ki: "Bu hadis-i
şerifte yasağın (nehyin) fesadı gerektirdiğine dair delil vardır."
2- Hadis-i
şerif, İslâm'ın eksiksiz ve kâmil bir din olduğunu ortaya koymaktadır. [47]
1- Hadis-i
şeriften anlaşıldığına göre, müslüman Allah'ın haram kıldığı şeylerden uzak
kalmalı, kendisi ile Allah'ın haram kıldığı şeyler arasında bir engel
koymalıdır.
2- Müslüman
ırzını (haysiyet ve şerefini) korumaya gayret etmeli, kendisi için ayıp teşkil
edecek her şeyden, ırzının da eleştirilmesine sebep olacak her şeyden uzak durmalıdır.
3- Hadis-i
şerifte haram şeylere giden yollan tıkamak (seddü'z-zerâi1) ve onlara giden
yolları haram kılmak kaidesini kabul edenler lehine delâlet vardır. Nitekim
İslâm'ın kaideleri de buna delâlet etmektedir. Meselâ, sarhoşluk veren şeyin
azı da haram kılındığı gibi, yabancı bir kadınla halvet (başbaşa kalmak) da
haram kılınmıştır. Buna dair deliller pek çoktur.
4- Yine
hadis-i şerif, hayvanını başkasının ekininden otlayacak şekilde serbest bırakan
kimsenin, hayvanının telef edip bozduğu ekinlerin tazminatını ödeyeceğine
delil gösterilmiştir. Aynı şekilde köpek ve benzeri av hayvanını Harem
bölgesine yakın yerde ava salacak olup da bu av hayvanı Harem bölgesi
içerisinde avı yakalarsa -İmam Ahmed'in bu husustaki fetvasında da olduğu gibi-
avladığının tazminatını vermesi gerekir.
5- Hadis-i
şerifte kalbin önemine işaret edildiği gibi, onu düzeltmek için gayret
harcamaya da teşvik vardır. Çünkü kalb azaların komutanıdır. Onun düzelmesiyle
diğer organlar da düzelir, bozulmasıyla da bozulurlar. [48]
1- Hafız İbn
Hacer, Fethul-Bârî'de şunları söylemektedir: "Hadiste yer alan: "Biz;
kime? diye sorduk" ifadesinden hareketle, beyânın hitab vaktinden
sonrasına ertelenmesinin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Nasihat, aynı zamanda
din ve İslam diye de adlandırılabilir. Çünkü din sözlü olarak yapılan işler
hakkında kullanıldığı gibi, amel hakkında da kullanılabilir.
2-
Buhâri'nin Sahih'inde: Peygamber (s.a)'in: "Din Allah'a, Rasûlüne,
müslümanların yöneticilerine ve genel olarak hepsine bir nasihattir." buyruğu
ile Yüce Allah'ın: "Allah'a ve Rasûlüne nasihat etmeleri şartıyla"
(et-Tevbe, 9/91) buyruğu diye bir başlığı Kitabu'l-İman'da açmış olması, nasihatin
imandan olduğunu açıklamak içindir. [49]
1- Hafız İbn
Hacer der ki: İmanın kabul edilmesi hususunda -delilleri öğrenmeyi gerekli
görenlerin kanaatine hilaf en- kesin itikâd ile yetinilir.
2- İbn Receb
der ki: Rasulullah (S.A.S.)'in: "Benden kanlarını ve mallarını
korurlar" buyruğu şuna delildir: Rasulullah (S.A.S.) bu sözü söylediği sırada
savaşmakla emrolunmuştu. İslâm'ı kabul etmeyeni de öldürüyordu. Bütün bunlar
ise Medine'ye hicretten sonra olmuştur.
3- Hadis-i
şerifte, imanın ayrıca amellere ihtiyaç bırakmadığını iddia eden Mürcienin
kanaatleri reddedilmektedir. Bundan dolayı Buharı bu hadisi Mürcienin
kanaatlerini reddetmek üzere Kitabuİ-İman adlı bölümde kaydetmiştir.
4- Hadis-i
şerifte, zahir amellerin kabul edileceğine, bu zahir gereğince lehlerine hüküm
verilip içyüzlerinin Allah'a havale edileceğine delil vardır.
5- Aynı
şekilde bu hadis-i şeriften, Allah'ın Şer'î hükümlerini uygulayıp Tevhidini
ikrar eden bid'at sahiple, inin tekfir edilmeyeceği de anlaşılmaktadır. [50]
1- Nevevî
der ki: Rasûlulîah (s.a)'ın: "Sizi terkettiğirn hususlarda siz de beni bırakınız."
buyruğunda hükümlerde asloianın vacib olmamak olduğuna, Şeriat'ın vürûdundan
önce hükmün olmadığına delil vardır. Usûl âlimlerinin muhakkıklarına göre sahih
olan görüş de budur. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz Peygamber
göndermedikçe azab ediciler
değiliz.
"(el-İsrâ, U/15)
2- Hafız İbn
Hacer der ki: Hadis-i şerifte halihazırda kendisine ihtiyaç duyulmayan
şeylerden önce acilen kendisine gerek duyulan daha önemli şeylerle uğraşmanın
önceliğine işaret vardır.
3- Hacc
ömürde bir defa farzdır, bu da icmâ' ile kabul edilmiş hususlardan birisidir. [51]
1- Hadis-i
şerifte dünyada da, âhirette de kula fayda sağlayacak şeyler ile ilgilenmek
suretiyle zamanın verimli kullanılması teşvik edilmektedir.
2- Aynı
şekilde basit, sıradan işlerle uğraşmaktan uzak durup, üstün ve değerli işlerle
uğraşmaya da teşvik vardır.
3- Yine
hadis-i şerifte, nefse karşı mücâdeleye ve nefsi güzelliklerle bezemeye de
teşvik vardır. Bu ise kişinin, nefsini, küçük düşüren eksiklik ve
bayağılıklardan uzak tutmakla mümkün olur.
4-
İlgilendirmeyen, faydası olmayan işlere müdahale etmek, insanlar arasında
ayrılıklara ve düşmanlıklara götürür. [52]
1- Hadis-i
şerif bencilliğin, kıskançlığın, başkasından hoşlanmamanın ve kin duymanın
yerilen huylar olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü bu niteliklere sahip bir
kimse, hiçbir şekilde kendisi için sevdiği hayrı başkası için sevmez.
2- Hadisin
muhtevası gereğince amel etmek, İslâm toplumunun bireyleri arasında sevginin
yaygınlık kazanması sonucunu verir. Bu da tek bir vücudmuş gibi bir bütün
haline gelinceye kadar birbirlerine kenetlenmeleri sonucunu verir. Rasulullah
(S.A.S.) şöyle buyurmaktadır: "Birbirlerini sevmeleri, birbirlerine
merhamet duymaları bakımından müminlerin tek bir vücut gibi olduklarını
görürsün. O vücudun herhangi bir organı rahatsızlanacak olursa, vücudun diğer
bölümleri uykusuz kalmak ve ateş yükselmesiyle ona karşılık verir." Bu
şekilde birbirine kaynaşmış bir ümmet hiçbir şekilde yenik düşürülmez, baskı
altına alınmaz ve onun hiçbir sancağı yere düşmez.
3- Hadis-i
şerif imanın artıp eksildiğine, itaatle hayır işlemekle arttığına, masiyet
sebebiyle de eksildiğine delâlet etmektedir. [53]
1- Hadis-i
şerif ırzın (şeref ve haysiyetin) korunması ve temizliğinin muhafaza edilmesi
gerektiğine delâlet etmektedir.
2- Aynı
şekilde hadis-i şerif müsîüman cemaatle birlikte olmaya, onlardan ayrılmamaya
da teşvikte bulunmaktadır.
3- Allah,
canilerin cinayet işlemelerini önlemek, toplumu korumak ve suçlara karşı himaye
etmek kastı ile hadleri teşri buyurmuştur.
4- Hadis-i şerif aynı zamanda Allah'ın haram
kıldığı canı öldürmekten de sakındtrmaktadır. [54]
1- İslâm,
İsiâm toplumunun fertleri arasında sevgi ve ülfeti yaygınlaştıran her şeye
davet etmiştir.
2- Hadis-i
şerif sözün önemine delildir. Çünkü kul bazan Allah'ı gazab-landiracak bir söz
söyler ve buna hiç önem vermez; ama bundan dolayı da yetmiş yıllık bir süre ile
Cehennem'de yuvarlanabilir.
3- Hadis-i
şerifte ahlâkın üstün değerlerini kazanmaya, kötülerinden uzaklaşmaya teşvik
vardır.
4- Hadis-i
şerifte aynı şekilde başkaları ile güzel bir şekilde geçinmek de teşvik
edilmektedir. [55]
1- Müslüman nasihata, hayır yollarını
araştırmaya ve bu yolları izlemeye özel bir tutku sahibi olmalıdır.
2- Dinleyen kişi iyice belleyinceye, önemini
kavrayıncaya kadar sözü tekrar etmek (uygundur).
3- Kızgın
bir kimse tasarruflarından sorumludur. Kızgınlığı sırasında herhangi bir malı
telef edecek olursa tazminatını öder. Birisini Öldürecek olursa, Şeriat'ın nass
ile tesbit ettiği şekilde, öldürmenin gerektiği hükümler onun hakkında
sozkonusu olur. Bununla birlikte, bazı tasarruflarda gazabından dolayı mazur
görülebilir. Özellikle de mazur görüleceğine dair herhangi bir nas ve sahih
bir kıyas varsa. Meselâ, kızgın kimsenin talâkının tahakkuk etmeyeceğini kabul
eden görüşler delil gösterilebilir. [56]
1- Hadis-i
şerifte hayvana merhamet ve şefkat teşvik edilmektedir. Avrupa toplumlarında
insanoğlu tepelerine çöreklenen zulümden inim inim inlerken, orada ve başka
yerlerde son zamanlarda kurulan hayvanlara yumuşak davranma cemiyyetlerinden
önce İslam bu alanda ileriye geçmiştir.
2- Hadis-i
şerif, aynı şekilde Öldürüldükten sonra haklı herhangi bir gerekçe olmaksızın
insana müsle yapmayı da yasaklamaktadır. [57]
1-
Öğreticinin, öğrencisinin dikkatini yeterince çekmesi ve gerekli bilgileri ona
vermeden önce onu hazırlaması gerekmektedir. Bu ise Rasulullah (S.A.S.)'in:
"Ey delikanlı, ben sana bazı sözler öğreteceğim..." buyruğundan
anlaşılmaktadır.
2-
Çocukların terbiyesine ve onlara dinlerinin öğretilmesine teşvik vardır.
3 Zamanın
güzel bir şekilde kullanılması ve dünyada ve âhirette mükellefe fayda
sağlayacak şekilde değerlendirilmesine özel gayret gösterilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
İşte Allah Rasulü zamanı bir yerden bir başka yere yolculuk yaptığı sırada
bile değerlendirmeye çalışmaktadır. Çünkü Rasulullah (S.A.S.), İbn Abbâs'a bu
vasiyeti, İbn Abbâs binek üzerinde terkisinde bulunduğu sırada yapmıştır.
4- Akıllıca
davranmak ve sebepleriyle yerine getirmek suretiyle, kahramanlık ve
atılganlığı bir ahlâk haline getirmek. Bu ise zararın da faydanın da Allah'ın
eliyle olduğunu bilmekten, insana zarar olsun, fayda olsun hak-
kında takdir edilenden
başkasının isabet etmeyeceğine inancından gelmektedir. Bu inanç da kişiyi
kahramanlığa ve cesaretle ileri atılmaya iter.
[58]
1- Bu
hadis-i şerif, hayanın bütünüyle hayır olduğunu göstermektedir. Hayası çoğalan
kimsenin hayrı da çoğalır, faydası yaygınlaşır. Hayası azalanın hayrı da
azalır.
2-
Öğrenmekten ve hakkı talep etmekten alıkoyan haya yerilmiş bir
hayadır.
3- Veli
kimsenin, çocuklarına hayanın huy olarak yerleşmesi için çalışması görevidir.
4- İffet ve
vefakârlık hayanın bir ürünüdür.
5- Hayanın
zıddı yüzsüzlüktür. Bu ise kişiyi kötülük işlemeye, kötülüğe dalmaya, açıktan
açığa masiyetleri işlemeye götüren yerilmiş bir haslettir. Rasululiah (S.A.S.)
şöyle buyurmaktadır: "Bütün ümmetim esenliktedir, ancak kötülükleri
açıktan açığa işleyenler müstesna."
6- Haya,
imanın sahip olunması gereken dallarındandır. [59]
1- Ashab-ı
Kiramın nasihate ve dini öğrenmeye ileri derecedeki-tutkunluğu,
2- İman ve
onun gerekleri üzerinde ölünceye kadar dosdoğru yürüme
emri,
3-
Rasulullah (S.A.S.)'e verilmiş özlü sözlere bir örnek. [60]
1- Müslüman,
dini ile ilgili bilmediği hususları ilim ehline sormakla görevlidir.
2- Öğretici
kimse, ilmi öğrenecek kişiye ulaştırmadan önce, kaldırabileceği şeyleri
verebilmek amacıyla, öğrenecek olanın durumunu gözönünde bulundurmalıdır.
3- İlmi
yayarken müjdelemek, kolaylaştırmak ve teşvik etmeye dikkat etmek gerekir.
4- Farzları
ifa etmek, yasaklan terketmekle yetinmek, kişiyi Cennet'e girdirir. [61]
1- İman, söz
ve ameldir. İtaat ile artar, masiyet ile eksilir.
2- Çokça
zikir teşvik edilmiştir.
3- Temizlik
de bu hadis ile teşvik edilmektedir. [62]
1- Bu
hadis-i şerifte insanın ihtiyaç duyacağı ister diniyle, ister dünyasıyla
ilgili her türlü menfaate dair dilediğini Allah'tan istemesi gerektiğine delil
vardır. Çünkü hayır, bütünüyle Allah'ın elindedir.
2- Yine
hadis-i şerifte kalbin önemine de delil vardır. Çünkü takvada da günahkârlıkta
da asıl olan kalplerdir. Kalp istikamet üzere oldu mu, sair organlar da
istikamet üzere olurlar. Kalp günaha yöneldi mi, diğer organlar
da bozulurlar.
3- Hadis-i
şerifte hayır ve faziletin, lütfün tümüyle Allah'tan geldiğine işaret
edilmektedir. O kullan böyle bir şeyi fiilen hak etmemiş olmakla birlikte,
kendi lütfundan bunları kullarına ihsan eder. Kötülük ise kendilerinden
{yaptıklarından ötürü) gelir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Sana bir iyilik isabet ederse o Allah'tandır, sana bir kötülük isabet
ederse o da kendinden (dolayıJdır.'Ven-NiM, 4/79)
4- Nitekim
hadis-i şerifte: "Kendisinden başkasını kınamasın." buyruğunda
nefsin hesaba çekilmesine, günahlardan dolayı da pişmanlık duymak gereğine de
işaret edilmektedir. [63]
1- İlmin
neşri esnasında söylenen sözü, delil ile desteklemek. Çünkü bu, hakkın kabulüne
bir yardımcı unsurdur. Mükelleflerin kalbinde de hakkı ' daha bir yerleştirir.
O bakımdan ilim adamlarının kendilerine delile dair soru sorulacak olursa,
bundan dolayı kalplerinin daralmaması gerekir. Diğer taraftan delile dair soru
sormak, onlara olan güvenin sarsıldığı anlamına da
kabul edilmemelidir.
2- Hanımla
güzel geçinmek ve ona iyilikte bulunmak kulun kendisiyle
Rabb'ine
yakınlaşabileceği, Allah'a yakınlaştırıcı amellerdendir.
3- İşleri
ele alırken bu gibi konularda hikmet yolunu kullanmak.
4-Yüce
Allah'a yakınlaştırıcı amellere özel bir tutku gösteren Ashab-ı Kiram
topluluğunun fazileti de bu hadisten anlaşılmaktadır.
5- Şükreden
zenginin sabreden fakirden üstün olduğu da bu hadisten anlaşılmaktadır. [64]
1- Hadis-i
şerifte kamuya ait yerlerin temizliği teşvik edilmektedir. Eğer müslümanlar bu
Peygamberi irşada gerektiği gibi bağlı kalacak olurlarsa, onların ülkeleri
dünya ülkelerinin en temizlerinden olur. Fakat maalesef kâfirlerin, özellikle
de Avrupa ve Amerikalıların buna daha çok önem verdiklerini, müslümanların ise
ihmal ettiklerini görmekteyiz.
2- Hadis-i
şerifte adalet teşvik edilmektedir. Çünkü gökler ve yer adaletle ayakta durur.
3- Sadaka
adı bütün iyilik (mâruf) çeşitleri hakkında kullanılabilir.
4- Hadiste
nafilelerin işlenmesi teşvik edilmektedir. Çünkü bunlar Allah'ın sevgisini
kazanmanın ve O'na yaklaşmanın bir sebebidir. [65]
1- Hadis,
kalbin yerinin ve kanaatinin önemine işaret etmektedir.
2- Semâdan
gelen Şeriat'a uymaya iten unsur insanın içinden gelir. Oysa insanlar
tarafından konulmuş yasalar böyle değildir. Bu yasalara uymayı sağlayan etken
dış bir etkendir.
3- Hadis-i
şerifte kalbin önemine büyük bir işaret vardır. O düzeldiği, doğru yol üzere
olduğu, dinin esas ve kaidelerini iyice bildiği takdirde, kalbin vereceği
hükmün şüpheli hususlarda doğru olacağına, kalbin huzur bulduğu şeyin iyilik ve
hayır olduğuna, hoşlanmadığı şeyin de günah ve kötülük olduğuna işaret vardır.
4- Hadis-i
şerif, insanın şüpheli hususlarda ve benzerleri bazı konularda, herhangi bir
işi yapmak istediği takdirde kalbine başvuracağına delildir. [66]
1- Bu
hadis-i şerif dünya ve âhiret maslahatını ihtiva eden hususların vedalaşma
esnasında vasiyet edilmesinin teşvik edildiğini göstermektedir.
2- Bu
hadis-i şerif, bid'at ortaya çıkarmaktan sakmdırmaktadır.
3- Bu
hadis-i şerif, Râşid Halifelerin Önemli yerini ortaya koymaktadır.
4- Günümüzde
ümmetin içine düştüğü bu durum, Hz. Peygamber'in verdiği haberin doğruluğunun
delili ve tanığıdır. [67]
1- Bu
hadiste Muâz b. Cebel (r.a)'in salih amellere ileri derecede önem verdiğine bir
delil vardır.
2- Bu
hadiste öğretim yollarından bir yola dikkat çekilmektedir. Bu da oldukça
müstesna bir eğitim yoludur ve bu soru sorma yöntemidir ki, Rasu-lullah
(S.A.S.)'ın: "Sana haber vereyim mi, bildireyim mi?" sözünde ortaya
çıkmaktadır.
3- İnsanlara
öğretimde tedrici metodu izlemek. İşe dinin esas ve kaidelerini öğretmekle
başlanır, sonra da tedrici olarak diğer hususlara geçilir.
4- Nafilelerle
Allah'a yakınlaşmanın fazileti büyüktür.
5- Aynı şekilde Allah yolunda cihadın mevkii ve
önemi de dile getirilmektedir. [68]
1- Bu hadis,
iyiliği emredip münkerden alıkoymanın imanın özelliklerinden olduğunu
göstermektedir. Bundan dolayı Müslim bu hadisi "îman bölümü, münkeri
alıkoymanın imandan olduğunun beyanı" başlığı altında
zikretmiştir.
2- İmanın
özelliklerinden herhangi birisini yerine getirebilip de bunun gereğini ifa eden
bir kimse, acizlikten dolayı -bu hususta mazur olsa bile-onu terkeden kimseden
hayırlıdır. Meselâ, kadın ay hali olduğu sırada namazı terketmekte mazurdur.
Bununla birlikte Rasulullah (s.a) böyle bir şeyi kadının dinindeki bir eksiklik
(sevap kazanma imkânını bulamama) olarak
değerlendirmiştir.
3- Her kim
kendisinin dövülmesinden yahut öldürülmekten çekinecek ya da malının zayi
olmasından korkacak olursa, el ve dil ile münkeri değiştirme yükümlülüğü ondan
kalkar.
4- Diğer
taraftan, bayram gününde önce namaz kılınır, sonra hutbe okunur. Ümmetin selefinin
kabul ettiği budur.
5- Hadis-i
şerif, yöneticilere karşı elle cihadın olabileceğine delâlet etmektedir. Ebu
Said (r.a)'in yaptığı gibi. Bir kimsenin bu yöneticilerin şaraplarını dökmesi,
kendilerine ait olan eğlence âletlerini kırması da bunun gibidir. Onlara karşı
kılıçla ayaklanmaya gelince, bu (namaz kılıp, kıldırdıkları sürece -çeviren-)
bu hususta nehyedici hadislerin sabit oluşu dolayısıyla sözkonusu olmaz. [69]
1- Kalbin
büyük önemine işaret vardır. Çünkü kalp, Yüce Allah'tan korkmanın, O'nun
huzurunda saygı ile eğilme duygusunun kaynağıdır.
2- Takva ve
iyi niyet, şanı Yüce Allah'ın kullarında kendisiyle ölçtüğü ve gereğince
haklarında hüküm verdiği ana mikyas (ölçü)dır.
3- İslâm,
4- İslâm mu
üzerinde
akide, ibâdet, ahlâk
ve karşılıklı ilişkilerdir, kötü ahlâka karşı savaş açar. Çünkü kötü ahlâkın
islâm toplu-olumsuz etkileri vardır. [70]
1- Hadis|-i
şerifte, amellerin türüne göre, karşılıklarının verileceği belirtilmektedir.
2- Hadis-i
şerif, Allah'ın kullarına ihsanda bulunmayı {iyilik yapmayı) teşvik etmektedir.
3- Hadis-i
şerif, küçük ve büyük günahlardan tevbe hususunda eli çabuk tutmayı teşvik
etmektedir.
4- Hadis-i
şerirYüce Allah'ın Kitab'ına gereken ihtimamı göstermeyi teşvik etmektedir.
5- İlmi
müzâkere ve okumak için, Allah'ın evlerinde oturanın faziletini dile
getirmektedir. [71]
1- Teşvik ve
korkutma, eğitim üslûplarının en üstünlerindendir.
2- İbn
Battal der ki: Bu hadiste şanı Yüce Allah'ın bu ümmete büyük lütfü beyân
edilmektedir. Çünkü bu lütuf olmasaydı kimse Cennet'e giremeyecekti. Zira
kulların günahları onların iyiliklerinden fazladır.
3- Yine bu
hadis-i şerifte, eğer kul yüce Mevlâsı için O'nun nezdindeki sevabı
arzulayarak, Kıyamet günü de ceza göreceği korkusu ile zevk aldığı şeyleri
terkedip arzularından ve nefsinin hoşuna giden şeylerden vazgeçecek olursa,
bunlara dair verilecek büyük mükâfat da bu hadiste söz konusu edilmektedir.
4- Hafız
(İbn Hacer) der ki: Bu hadis, Hafaza meleklerinin işlenen mubahları
yazmadıklarına delil gösterilmiştir. Çünkü hadis hesenat ve seyyiât (iyilikler
ve kötülükler) kaydı ile zikredilmiştir.
5- Hadis-i
şerifte belirtildiği gibi Yüce Allah lütuf, kerem ve inayetiyle günaha cezayı
ona denk kılmıştır. Hatta bu hususta adil cezadan ayrı olarak lütfunu da ilâve
etmiş ve işlenen bir günahın cezalandırılmasının da affedilmesinin de
sözkonusu olduğunu belirtmiştir: "Ve Allah onu siler. Allah'ın bunca
lütfuna rağmen ise ancak helak olanlar (bunca lütfa rağmen kendisini helake
sürükleyenler) helak olurlar." buyruğu ile: "Kim bir kötülük
işleyerek gelirse, onun cezası ya onun misli bir kötülüktür yahut da ben onu
mağfiret ederim." hadisleri ile buna işaret etmektedir.
Yüce Allah iyiliğin
pek çok kat fazlasıyla karşılığını vereceğini tesbit ettiği halde, kötülüğün
karşılığında fazlasıyla cezalandırmayı takdir buyurmamıştır.
6- Hafız
(İbn Hacer) der ki: Bu hadis-i şerif ile: Şeriat'te amel eden kimse hakinda
mubah diye birşey yoktur. Kişi ya asi olur ya sevap kazanır, şeklinde bir
kanaate sahip olan el-Ka'bi'nin bu görüşü reddedilmektedir.
7- Yine
hadis-i şerif, meleğin Yüce Allah'ın kendisine imkân verdiği bir yol ile
insanın kalbine muttali olduğuna da delildir. [72]
1- Hadis-i
şeriften, kişinin ileri süreceği mazeretlerinin bırakılmaması-nm, uyarıp
korkutmadan önce geldiği anlaşılmaktadır.
2- Hafız
(İbn Hacer) der ki: Hadisteki: "Kul bana...yakınlaşmadı" ifadesinden
şu anlaşılmaktadır: Nafile, farzın önüne geçirilmez. Çünkü nafileye
"nafile" adının veriliş sebebi, farzdan fazla olarak yapılması
dolayısıyladır. Farz edâ edilmedikçe, nafile de tahakkuk etmez. Önce farzı edâ
edip sonra da buna nafileyi ilâve eden ve bunu sürdüren bir kimse ise,
gerçekten Allah'a yakınlaşmak istediğini ortaya koymuş olur.
3- Nafile,
farzlardaki eksiklikleri telâfi eder. Çünkü Rasulullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Bakın bakayım kulumun nafile bir ibadeti var mı? Onunla farizası (ndaki
eksiklikler) tamamlanır.”
4- Yine
Hadis-i şeriften anlaşıldığına göre kul yüksek derecelere ne kadar ulaşırsa
ulaşsın, Yüce Allah'tan isteklerini kesmemelidir. Zira Allah'tan istekte
bulunmak, O'nun Önünde zilletini, huzurunda boyun eğişini açığa vurmak
demektir. [73]
1-
Rasulullah (s.a)'ın Abdullah b. Ömer'in omuzlarını yakalaması, ilim talep edenin
anlatılacak hususlara dikkatini çeken bir davranıştır. Ayrıca Öğrenciye
öğretmeninin kendisine önem verdiğini, öğrettiği bilgiyi ruhunun derinliklerine
ulaştırmak için özel bir gayret harcadığını hissettirmektedir. Bu ise ilmin
iyice bellenmesi sonucunu verir. Zira kendisine bu şekilde dav-ranılan kimsenin
bunu unutmasına imkân yoktur.
Aynı şekilde bu
hadisten, Rasulullah (s.a)'ın Abdullah b. Ömer'i ne kadar sevdiği de
anlaşılmaktadır. Çünkü böyle bir davranışı kişi çoğunlukla sevdiklerine yapar.
2- Hadis-i
şeriften Rasulullah (s.a)'ın ümmetine hayır ve salâhı ulaştırmaya olan
tutkunluğu anlaşılmaktadır.
3- Yine
hadii Şerifte mutlaka gerekli şeylerle yetinmeye işaret vardır.
4- İtaatleri
işlemekte eli çabuk tutmak da teşvik edilmektedir. [74]
[1] Nevevi der ki: Bu hadisi Tirmizi rivayet etmiş ve
Hasen, sahih bir hadistir, demiştir. el-Elbâni de bu hadisin hasen olduğunu
belirtmiştir. Bk. es-Silsile, 127; el-Mişkât, 4336. Tahricü't-Terğib, II, 268
ve Sohihu'I-Cömi, 4214
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 431-432.
[2] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 432.
[3] Fethu'l-Bûri,V\\, 171
[4] Sahih bir hadis olup Ahmed rivayet etmiştir, bk.
el-Akidetü't-Tahaviyye, el-Elbâni tahkikiyle, 254
[5] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 432-434.
[6] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 434.
[7] Tirmizi ve başkaları rivayet etmiş olup hasen bir
hadistir.
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 434.
[8] Bk. Mişkötü'l-Mesabih, 2259
[9] Sahihu'l-Câmi', 2066
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 434-435.
[10] 10'ncu hadis açıklanırken dua iie ilgili bazı
hususlara dair açıklamalar da geçmişti.
[11] Bk. Sahihu'l-Câmi', 243
[12] Müslim Şerhi, V, 536
[13] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 435-436.
[14] Fethu'1-Bdri, XIV, 81
[15] Tirmizi rivayet etmiştir. (Tirmizi, Cenaiz 9; İbn
Mace, Zühd 31. -Çeviren-)
[16] Buhâri, VII, 183, (Rikaak 20).
[17] Fethu'l-Bdri,XIV,83
[18] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 436-437.
[19] Kurtubi, XIII, 76
[20] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 437-438.
[21] Kurtubi, IX, 275
[22] Nesai rivayet etmiş olup, Hafız İbn Hacer İsnadı
hasendir, demiştir. Fethu'1-Böri, IX, 440
[23] Fethu'i-Bdri,IX, 440
[24] Fethu7-Bâri,K,438
[25] Sahihu'l-Câmi, 4214
[26] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 438-439.
[27] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 439.
[28] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 439-440.
[29] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 440.
[30] Buhâri, Deavât 15.
[31] Fethu'l-Bâri, XIII, 343
[32] El-Elbâni, Sahih olduğunu belirtmiştir.
Riyâzu's-Sâlihin, 1882
[33] Müslim Şerhi, Kitabu's-Salat, (Müellif ciit ve sayfa
numarası vermemiştir. Müslim, Salât, 220. -Çeviren-)
[34] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 440-441.
[35] FethuV-Bari, XIII, 347
[36] Fethu7-Bdri, XIII, 343
[37] Buhâri, I, 2, (Bed'u'i-Vahy 1)
[38] Buhdri, III, 99, (Mezâlim 10)
[39] Bk. Sahîhu't-Cûml', 1899
[40] Muhtasaru Müslim, 1920
[41] Kurtubi, XVIII, 198
Nazım Muhammed Sultan,
Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 442-443.
[42] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 443-444.
[43] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 444-446
[44] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 447.
[45] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 447-449.
[46] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 449-451.
[47] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 451.
[48] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 452.
[49] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 452.
[50] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 452-453.
[51] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 453.
[52] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 453.
[53] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 454.
[54] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 454.
[55] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 454.
[56] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 455.
[57] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 455.
[58] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 455-456.
[59] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 456.
[60] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 456.
[61] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 456.
[62] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 457.
[63] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 457.
[64] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 457.
[65] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 458.
[66] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 458.
[67] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 458.
[68] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 458-459.
[69] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 459.
[70] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 459-460.
[71] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 460.
[72] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 460-461.
[73] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 461.
[74] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi
Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 461-462.