Abdulfettah Ebu Gudde
Çeviren: Enbiya Yıldırım
Rağbet Yayınları
İMAM-I A’ZAM EBU HANİFE’nin HADİS İLMİNDEKİ YERİ
Ebû Hanîfe’nin Hadis Öğrenmeye Verdiği Önem
Ebû Hanîfe’nin Hadiste İmam Oluşu
İbn Teymiyye’nin Değerlendirmesi:
İbnu'l-Kayyım'ın Değerlendirmesi:
Diğer Değerlendirmeler Ve Sonuç:
Zehebi’nin Ebu Hanife’yi Övmesi
İbn Teymiyye’nin Ebû Hanîfe'yi Övmesi
Ebû Hanîfe’nin Adaletiyle Meşhur İmamlardan Biri Olduğu
Ebû Hanîfe’nin Güvenilir, Hüccet, Kendi Döneminde Hadisi En İyi
Bilenlerden Biri Olduğu
İmam Ebû Hanîfe’nin Hadis Hafızları İçinde Sayılması
İbnu'l-Mibred'in Değerlendirmesi:
Cerh-Ta'dil İmamı Olarak Ebu Hanîfe
Abdulkadir Kureşî’nin Tesbiti:
En Sahih İsnad Tartışmasında Ebû Hanîfe’nin Konumu
Sibt İbnu'l-Acemî’nin Bakış Açısı:
Elbânî’nin İmam Ebû Hanîfe'ye Dil Uzatması
Hafız İbnu't-Turkmânî’nin İmamın Cerhedilmesine Verdiği Cevap
Cerh Ve Tadilde Mezhep Taassubunun Rolü Ve İmam Ebû Hanîfe Örneği
İhtisas Yapanlar İçin Kitap Kılavuzu
Muttaki ve salih
kulların hamisi olan Allah'a hamdolsun. Salât-u selâm her dem, alemlere rahmet
olarak gönderilen hidayet peygamberi, takva önderi Hz. Muhammed'e, âline,
ashabına ve kıyamete kadar hakkıyla onlara tabi olan kullarına olsun.
Hocamız, değerli
allame, büyük muhaddis, fıkıh ve usûl alimi Ebu'l-Mehâsin Seyyid Muhammed Yusuf
el-Huseynî el-Bennûrî’nin kurucusu olduğu Pakistan/Karaçi İslâmî İlimler
Üniversitesi’nin eski hadis hocalarından allame, muhakkik, muhaddis, münekkid,
üstad Muhammed Abdurreşîd en-Nu’mânî’nin elinizdeki “İmamı A'zam Ebû Hanîfe’nin
Hadis İlmindeki Yeri” adlı bu eseri eşsiz, çok değerli ve son derece faydalı
bir kitaptır.
Elinizdeki bu baskıyı,
daha önceki Hindistan ve Pakistan baskılarından ayıran bir üstün özellik
vardır: Bu nüsha, eserin müellifi olan Üstad'a okunmuş, o da bazı ifadelerini
değiştirmiş ve son derece önemli bir takım ilavelerde bulunmuştur. Üstadımız,
kitabın konularını genişletici, hazırlanış gayesini ikmai edici ilavelerde
bulunmayı hâlâ sürdürmektedir.
Müellif, konuyla ilgili
değerlendirmelerin özünü teşkil eden malumatı bu eserinde biraraya getirmiş,
yüzüğü toprakta kaybolmuş cimrinin parçaları biraraya getirmesi misali dağınık
bilgileri derleyip tanzim etmiştir.
Müellif bu bilgileri,
araştırıcı bilimsel kafa yapısı, ince eleyip sık dokuyan keskin-zekası,
karşılaşılan sıkıntılara göğüs geren sabrı, gizli kalmış incileri bulundukları
karanlıklardan çıkaran kudreti ile toplamıştır. Kıymetli cevherleri elde
etmek, incileri toplamak için, elbette böyle bir sabır gösterilmesi gerekmektedir.
Sabra da dayanıp göğüs
gerdi;
Sabır dahi ondan
yardım diledi.
Sabırlı zevat bile ona
seslendi:
“Ey sabır” diyerek
imdat istedi.
Hanefilerin dışındaki
muhaddis, (akih ve tarihçilerden pekçok büyük imam, bazı mutaassıp kimselerin
Ebû Hanîfe'ye yönelik yaydıkları fitne ve iftiraları cevaplayıp reddetmek için
müstakil eserler telif etmişlerdir.
Fakih, muhaddis,
Mağrib hafızı Ebû Ömer İbn Abdilber el-Mâlikî; imam, hafız, muhaddis Şemseddin
ez-Zehebî eş-Şâfiî; İbnu'l-Mibred diye tanınan imam, fakih, muhaddis Yusuf b.
Hasan b. Abdulhâdî el-Hanbeli ed-Dimaşkî es-Sâlihî; imam, muhaddis, hafız
es-Suyûtî eş-Şâfiî; imam, hafız, muhaddis Muhammed b. Yusuf es-Salihî eş-Şâfiî
ile büyük Şafiî bilgin, imam ve fakih İbn Hacer el-Heytemî el-Mekkî ve
diğerleri bu büyük imamlardan bazılarıdır.
Birçok alim Ebû Hanîfe’nin
faziletlerini, menkıbelerini, dinde büyük bir imam olduğunu anlatan geniş
çalışmalar yapmışlar; onu, gerek kendi mezheplerinden ve gerekse diğer
mezheplerden olan bazı hasetçilerin ve kin besleyenlerin dillerinden
korumuşlardır.
Okuyucunun elindeki bu
kitap, İmam Ebû Hanîfe’nin yalnızca hadisteki yerine tahsis edilmiş bir
çalışma olmasıyla diğerlerinden ayrılmaktadır.
Ben, Hindistan ve
Pakistan'da defalarca basılmasının ardından, kitabın Arap ülkelerinde de
basılması gerektiğini düşündüm. Çünkü bu ülkelerin bazısında, İmam Ebû Hanîfe’nin
konumunu hadis açısından hakir gören bir anlayış yayılmıştı. Gözler, İmam Ebû
Hanîfe'ye yönelik fitneyi uzaklaştıracak; onun şahsını ve ilmini, fıkhı
birikimini, dini yaşantısını, verâsını ve büyük bir imam oluşunu öven,
yücelten, değerli bir insan olduğunu ortaya koyan -hadis ilmi ve ricaline
yönelik çalışmalardaki- belgeleri sunacak böyle bir eseri beklemeye
çevrilmişti. Bu nedenle bu çalışma, doğruyu bulmak isteyenlere bir fener,
mutaassıp hoyrat kimselere de bir öğüt olacaktır. Mamafih, doğru yola eriştirecek
olan Allah Teâlâ'dır.
Allah nebimiz ve
rasûlümüz olan efendimiz Muhammed Mustafa'ya salât etsin. Alemlerin rabbı olan
Allah'a hamd olsun.
Abdulfettah
Ebû Gudde Riyad/l-Zilkade-1415
Alemlerin rabbı olan
Allah'a hamd olsun. Güzel akıbet muttakîlerindir. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık
yoktur. Salât-u selam nebîlerin ve rasûllerin önderi, peygamberlerin sonuncusu
efendimiz Muhammed Mustafa'ya, temiz ailesine, pâk sahabilerine, diğer din adamı
fakihlere, müctehidlere ve muhaddis hafızlara, özellikle de imamımız,
kendilerine tabi olunan müctehidlerin ilki olan İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe Numan
b. Sâbit'e olsun.
Apaçık hakikatlardan
biri de, başta İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe olmak üzere, kendilerine tabi olunan
imamların hidayet üzere bulundukları, tedkiklerini hakkını vererek yaptıkları
hususunda müslümanların hemfikir olduklarıdır. Onların faziletleri, ilmî
birikimleri, Allah'a, Ra-sûl'üne ve Kitab’ına karşı son derece samimi oldukları
müslümanlarca tevatüren bilinen bir husustur. Allah onları gökteki yıldızlar
gibi yapmış; hakikati arayan her müslüman onlarla doğru yolu bulmakta; Allah'a
kulluk eden, ibadet ehli kimseler onlara uymaktadırlar. Onlar, bizlerin her
türlü muhabbetini ve övgüsünü hak etmektedirler. Çünkü, onların üzerimizde çok
haklan ve hepimizi kuşatan hizmetleri vardır.
Bunlar ve diğer selef
alimleri ile onlardan sonra gelen tarih, hadis, fıkıh ve ictihad alanındaki
bilginler sadece hayırla yâd edilirler. Onları kötü bir şekilde ananlar ise,
Kitab'ın, sünnetin keza ümmetin alimlerinin işaret ettiği üzere, doğru yoldan
sapmış olurlar.
Bu gerçeğe rağmen, son
asırda, ne demesi ve ne yapması gerektiğini bilmeyen yeni bir akım ortaya
çıktı. Bunlar imamlara tamamen münezzeh oldukları şeyleri yakıştırmaya,
konumlarını küçümsemeye, kendilerini ise onların seviyesinde veya daha
yukarısında görmeye başladılar. İmam Ebû Hanîfe'yi ise bir tarafa ayırıp,
Allah'ın kendisini
berî
kıldığı bir takım şeylerle çok ağır biçimde suçladılar ve saldırdılar. Oysa O,
Allah katında değerli bir kişiydi.
Bu akımda yer alan
bazı insanlar, dinde İmam olduğu hususunda icma edilmiş İnsanlardan biri olan
Ebû Hanîfe’nin imanına, dinine ve fıkhına yönelik batıl suçlamaları ve
eleştirileri yaymaya başladılar. Esasında mütekaddimundan ve müteehirundan
pekçok alim bunların batıl iddialar olduğunu açıklamışlar ve iltifat etmekten
sakındırıp insanları uyarmışlardı. Ancak uyanlar bu insanlar için faydalı
olmamıştır. Diğer bir grup insan da cerh ve tadil kitaplarında yer alan birkaç
söze yapıştılar. Oysa bu sözler çeşitli illetler nedeniyle kabul edilecek durumda
değildir; durumları kapalı ve şüpheli olduğundan onlarla yapılacak cerhe
itibar edilmez. Sözkonusu kişiler, bu sözlere sarılıp İmam Ebî Hanife’nin
hafızasını ve zabtını eleştirmeye başladılar. Mutekaddimûn muhaddis imamların
onun şahsına, ilmine, hıfzına ve zekasına yönelik övgülerini ya görmediler ya
da görmezlikten geldiler. Oysa bu imamlar cerh ve tadil ilminin temel
direkleridir ve bu iki ilmin sancakları onların ellerindedir. Yine bu kişiler
seçkin, mütehassıs, münekkid müteehhirun bilginlerin Ebû Hanîfe'ye yönelik
eleştirileri ve illetli sözleri değerlendirmeye almayıp kabul etmemelerini;
Ebû Hanîfe'yi övme, yüceltme ve medhetmede hemfikir oluşlarını da unutmuş
göründüler.
Mutaassıp inatçıları
rüsvay etmek İçin, bunlara aldanmış olan anlayışı kıt kimselere de acıdığımdan
dolayı, mütekaddimun ve müteehhirun bilginlerin Ebû Hanîfe’nin yalnızca hadis
ve sünnet ilmindeki yüksek yerine yönelik övgülerini bu eserde biraraya
getirmek suretiyle, onun bu alandaki üstünlüğünü ve seçkin durumunu açıklamak istedim.
Allah'tan ümidim odur ki, haktan sapan kimseler bu eser vesilesiyle hakikati
görüp kurtulsunlar, helak olanlarla birlikte helak olmasınlar.
Bu büyük imamın
fazilet ve menkıbeleri o kadar çoktur ki, saymak isteyen saymakla bitiremez.
Mütekaddimundan büyük bir alim topluluğu ile müteehhirundan pekçok insan bu
hususta müstakil risaleler veya kitaplar yazmışlar; tarih ve terceme-i hal
kitapları içinde ondan bahsetmişlerdir. Fakat bu çalışmaların önemli bir kısmı
okuyucu kitlenin büyük kısmının elinde bulunabilecek eserler değildir. Bu
çalışmamız, çeşitli eserlerde yer alan bilgileri seçerek biraraya getirmemiz
sonucunda, okuyucuların zikri geçen kitaplarda bolca yer alan menkıbeler ile
yüklü fazilet bilgilerinden derlenmiş bir demete ulaşmaları açısından güzel
bir vesile olacaktır.
Okuyucunun elindeki bu
kitapta bulunan bilgiler, benim zikretmeyi düşündüğüm bütün bilgileri içermemektedir.
Çünkü eserde, bugüne kadar tesbit edebildiğim bilgileri okuyuculara sunuyorum.
Allah Teâlâ'dan dileğim, hoşnud ve razı olduğu şekilde bu çalışmamı ikmal edip
nihayetlendirmeyi bana nasip etmesidir. Allah Teâlâ, hidayet üzre bulunan ve
insanları hidayete yönlendiren imamların cümlesinden razı olsun. İslama ve
müslümanlara yaptıkları hizmetler nedeniyle onları, katındaki ikram yurduyla
ve yüksek bir dereceyle mükafatlandırsın. Yüce şanını teşbih ettiğim Rabbimden
boynumu bükerek tazarru ediyor ve bu amelimi kabul buyurmasını, ahiretim için
bir azık kılmasını niyaz ediyorum. Şüphesiz O, kendisinden ümid edilenlerin en
hayırlısıdır; istenildiğinde icabet edendir. Her dem Allah'a hamd olsun. Allah,
peygamberlerin sonuncusu efendimiz Muhammed'e, ailesine, seçkin kullarının
başında yer alan sahabesine, kıyamete kadar gelecek olan dost kullarına salât-u
selam etsin.
Muhammed
Abdurreşîd en-Nu’mânî Karaçi/20-Şaban-1415.
Alemlerin rabbı olan
Allah'a hamdolsun. Yüce Allah efendimiz Muhammed'e, âline ve tüm sahabilerine
salât etsin.
Bu kitapta derlediğimiz
bilgiler İmam Azam Ebû Ebû Hanîfe’nin hadis ilmindeki yerini açıklamaya
yöneliktir. Yüce Allah'tan temennim, bu araştırmamı, onun hadisteki ezber
kabiliyeti, güvenilirliği ve eminliği hakkında düşmanlarının yaymış oldukları
şüphelerin kaldırılmasına bir vesile kılmasıdır. Yine O'ndan niyazım,
çalışmamı kabul buyurması, günahlarımı bağışlamasıdır. Şüphesiz O, en iyi ümit
kapısıdır; isteklere icabet etmek şanındandır.
Ebû Hanîfe fıkıh,
ilim, verâ', ezber, okuyup duyduğunu belleme yönüyle dünyadaki imamlardan
biriydi. Dine ve ibadete düşkünlüğü, teheccüde devam etmesi, çok Kur'ân okuması
ve gece ibadetini sürdürmesiyle tanınmak yanında eli açık, cömert ve keskin
zekalı zevat arasında sayılmaktaydı.
Ebû Hanîfe, Kitap ve
sünnete son derece ehemmiyet veren, hadis öğrenmek için çabalayan ve bu uğurda
yolculuklara çıkan kimselerdendi. Hz. Peygamber'in hadislerini başkalarına
tercih ettiğinden dolayı sünnetlere, onları derleyip toplamaya, harici
şeylerden korumaya, muhalif olanları ayıklamaya ve engellemeye çok büyük önem
vermişti. Rivayetlerde sika ravilerin en sağlam olanlarına dayanıp, zayıfları
terkeden ilk kişi odur. Hadis ve fıkıh çalışmalarını aralıksız sürdüren tmam,
verâ' ve takva üzere bir ömür sürmüştür. Nihayet, şehirlerde müracaat edilen
bir kaynak, uzak beldelerde rehber edinilen bir önder olmuştur.
Ebû Hanîfe’nin ilim,
ezberleme, ezberlediğini koruma, sağlama alma; genel anlamda ilmi, özelde de
fıkhı hem öğrenme hem de yaymadaki çabası, saraydan uzak durmak için
gösterdiği sabır ve başarısı, bedenini ilim yaymaya, ibadete ve cömertliğe
adayışı, dünyaya hiç ehemmiyet vermemesi, fani ve yok olacak olan geçici
şeylere aldırmayışı yanında dindarlığı, istikamet üzere bulunuşu, pekçok
güzelliği şahsında toplaması açısından vasıfları sayılamayacak kadar çoktur;
ayrıca anlatıp tanıtmaya gerek bıraktırmayacak kadar meşhurdur.
Onun dinde imam
olduğu, yüksek bir konumda bulunduğu, derecesinin üstün olduğu, son derece
faziletli biri olduğu hususunda icma vaki olmuştur. Geçmiş alimlerin onun
verâsını, zühdünü, ibadete düşkünlüğünü, sultandan uzak duruşunu, kadılık
teklifini reddedişini, geniş ilmi birikimini, naklettiği hadislerin çokluğunu,
fıkıh ilmindeki seçkinliğini, sünnete, tabi oluşunu öven pekçok sözleri
vardır. Keza kendi döneminde bütün İslam coğrafyasının önde gelen alimlerinden
gelen ve onu öven, meziyetlerini itiraf eden haberler boldur ve meşhurdur.
Bütün bunlar tarih ve biyografi kitaplarında genişçe anlatılmaktadır. Bu
nedenle burada tekrarlamaya gerek yoktur.
Münekkid alimler ile
önde gelen muhaddisler onun hadis öğrenmeye ehemmiyet verdiğini, bu amaçla
yolculuklara çıktığını ve bu uğurda nice sıkıntılarla karşı karşıya kaldığını
anlatmışlardır.
Hafız Zehebî Siyeru
A'lâmi'n-Nubelâ adlı eserinde Ebû Hanîfe’nin terceme-i halini verirken şöyle
demiştir: “Rivayetleri öğrenmeye önem vermiştir. Bu amaçla yolculuklara
çıkmıştır.”[1]
Zehebî yine şöyle
demiştir: “İmam Ebû Hanîfe hadisleri öğrenmeye önem vermiş, h. 100 yılı ve
sonrasında bu uğurda daha yoğun bir çaba göstermiştir.”
[2]
Zehebî, Ebû Hanîfe’nin
menkıbelerine dair yazdığı kitapçıkta hocalarını anlatırken de şöyle demiştir:
“Ebû Hanîfe hadisi Mekke'de Ata b. Ebî Rabâh'dan dinlemiş ve şöyle demiştir:
Atâ'dan daha üstün birini görmedim.”
[3]
Burada şunu ilave
edeyim: Ebû Hanîfe, hocası Atâ'nın üstün biri olduğunu söylediği gibi hocası
Atâ da onu talebelerinden üstün tutardi. Nitekim aşağıda geleceği üzere, Ebû
Hanîfe hadis dinlemek için meclise geldiğinde Atâ ona yer açtırır ve yakınına
oturturdu.
Zehebî Duvelu'l-İslâm'da
da şöyle demiştir: “Hocalarının en yaşlısı Atâ b. Ebî Rabâh'tı. Fıkıhtaki
hocası da Hammâd b. Ebî Süleyman'dı.”[4]
Hafız Ebû Bekr
el-Hatîb Târîhu Bağdâd'ında şunu aktarmaktadır: “Saîd b. Salim el-Basrî, Ebû
Hanîfe'den dinlediği şu olayı anlattı: Atâ'yla Mekke'de görüştüm. Ona birşey
sordum. Bana:
“Sen nerelisin?”
dedi.
“Kûfeliyim” cevabını
verdim.
“Yoksa sen, dinlerinde
tefrika çıkaran Şiî bölge halkından mısın?” diye sorunca,
“Evet” dedim.
“Peki sen hangi
gruptansın?” diye sordu.
“Ben, selefe
küfretmeyen, kadere inanan, günahı sebebiyle hiç kimseyi tekfir etmeyenlerdenim”
diye cevapladım. Bunun üzerine bana
“Doğru bildiğin bu
yoldan ayrılma” tavsiyesinde bulundu.”
[5]
Hatîb Bağdadî’nin
hocası İmam, muhaddis, fakih, Kâdî Ebû Abdillah Hüseyin b. Ali es-Saymerî
Ahbâru Ebî Hanîfe ve Ashâbih adlı eserinde Haris b. Abdurrahman'dan şunu
nakleder: “Atâ'nın meclisinde bulunurken birbirimizin ardı sıra otururduk. Ebû
Hanîfe geldiğinde ise ona yer açtırır
ve yakınına oturturdu.”
[6]
Bu rivayete bakarak
şunu söyleyebiliriz: Atâ'nın böyle davranması, Ebû Hanîfe’nin hadisteki en
seçkin talebelerinden biri olduğunu göstermektedir. Nitekim İmam Abdulvehhab
Şa'rânî, el-Mîzânu'l-Kubrâ adlı eserinde Kitap ve sünnetle ictihad eden imamların
senedlerinden bahsetmiştir. Burada Mâlik'inkini Mâlik -Nâfi' - İbn Ömer olarak
verirken, Ebû Hanîfe’ninkini de Ebû Hanîfe - Atâ - İbn Abbas olarak
zikretmiştir.
[7]
Aynı ilgiyi fıkıhtaki
hocası Hammâd b. Ebî Süleyman'ın gösterdiğini görmekteyiz. O da Ebû Hanîfe'yi
ders halkasının en başına, kendi hizasına oturturdu. Nitekim Hafız Ebû Bekr el-Hatîb
Târîhu Bağdad'ında Zufer b. Huzeyl'den Ebû Hanîfe’nin şöyle söylediğini nakletmektedir:
“Önceleri kelam ilmiyle meşgul oluyordum. Bunda parmakla gösterilir bir
dereceye ulaşmıştım. (Mescidde) Hammâd b. Ebî Süleyman'ın ders halkasına yakın
bir yerde otururduk. Birgün bir kadın yanıma geldi ve
“Bir adamın cariye bir
hanımı var. Onu sünnete uygun olarak boşamak istiyor. Kaç talak vermeli?” diye
sordu. Ne cevap vereceğimi bilemedim. Gidip Hammâd'a sormasını, dönüşte
cevabını bana söylemesini tembihledim. Kadın soruyu Hammâd'a yöneltince Hammâd
şöyle demiş:
“Kadın hayızlı
değilken cima etmeden bir talakla boşar. Ardından iki hayız görene dek kadına
yaklaşmaz. Kadın bunun ardından guslettiğinde evlenmesi helal olur.” Kadın
dönüşte cevabı aktarınca, kendi kendime “bundan sonra bana kelam ilmi lazım değil”
deyip ayakkabılarımı alarak Hammâd'ın dersine gelip oturdum. Onun derslerini
dikkatlice dinliyor, anlattıklarını belliyordum. Ertesi gün anlattıklarını
tekrar ettiriyordu. Ben anlattıklarını bellemiş oluyordum, talebeleri ise
yanlıyorlardı. Bunun üzerine Hammâd,
“Ders halkasının
başına, tam hizama Ebû Hanîfe'den başkası oturmasın” dedi. “[8]
Bu rivayet İmam'ın ne
kadar mükemmel bir hafıza ve zekaya sahip olduğunu göstermektedir.
Hafız Ebû Bekr
el-Hatîb Târîhu Bağdâd’ında Ebû Mutî'den de şunu nakletmektedir: “Ebû Hanîfe
bize şunu anlattı: Emîrulmüminîn Ebû Ca'fer'in huzuruna girdim. Bana
“Ebû Hanîfe! İlmi kimlerden
aldın” diye sordu. Bende
“Hammâd vasıtasıyla
İbrahim en-Nehaî'den aldım. O da Ömer b. el-Hattâb, Ali b. Ebî Tâlib, Abdullah
b. Mes'ûd ile Abdullah b. Abbas'dan almış” dedim. Ebû Ca'fer de
“Bravo, aferin Ebû
Hanîfe” dedi.
“Öğrendiklerini iyi ve
mübarek insanlara dayandırarak sağlam bilgi almışsın.”
[9]
Matbu Târîhu Bağdâd'da
ifade bu şekilde yer almıştır. Allame Zâhid el-Kevserî’nin Te'nîb'de açıkladığı
gibi, metnin bir kısmının doğru hali şöyledir: “Hammâd vasıtasıyla İbrahim
en-Nehaî'den aldım. O da Ömer b. el-Hattâb, Ali b. Ebî Tâlib, Abdullah b.
Mes'ûd ile Abdullah b. Abbas'ın öğrencilerinden almış.”
[10] Burada
şunu eklemek yerinde olacaktır: İmam hadis tahsilinde kendi dönemindeki
üstadlarını bile geçmiştir. Nitekim Hafız Zehebî Menâkibu Ebî Hanîfe adlı eserinde İmam Mis'ar b.
Kidâm'dan şunu nakletmiştir:
“Ebû Hanîfe ile
birlikte hadis tahsil ettim. Ancak bizi geçti. Zühde giriştik. Bunda da bizden
üstün oldu. Fıkıh tahsiline başladık. Onun bu alandaki başarısını zaten
görüyorsunuz.”[11]
Zehebî, zikri geçen
Mis'ar b. Kidâm'ı Tezkiretu'l-Huffâz''ında zikretmiş; Siyeru A'lâmi'n-Nubela'sında
da onu “imam, sebt
[12],
Irak'ın üstadı, hafız” sıfatlarıyla övmüştür.
Sadru'l-Eimme e!-Mekkî
de şöyle demiştir: “Mis'ar b. Kidâm hafızası ve zühdü ile Kûfe’nin medâr-ı
iftiharlarından birisiydi. Ebû Hanîfe’nin hocalarındandı. Ebû Hanîfe Musned’inde
ondan rivayet etmektedir.”[13]
Önceki alimlerle
sonrakiler Ebû Hanîfe’nin hadiste imam olduğuna şahitlik etmektedirler. İmam,
muhaddis, Mağrib hafızı Ebû Ömer Yusuf b. Abdilber en-Nemerî el-Kurtubî
el-Endelûsî, meşhur kitabı Câmiu Beyâni'l-İlm ve Fadlihî ve mâ Yenbağî fî
Rivâyetihî ve Hamlih adlı eserinde Ebû Davud Süleyman b. Eş'as es-Sicistânî'den
şunu nakletmektedir: “Allah Mâlik'e rahmet etsin. O imamdı. Allah Şafiî'ye
rahmet etsin. O da imamdı. Allah Ebû Hanîfe'ye rahmet etsin. O da imamdı.
[14]
İbn Abdilber üç imama
tahsis ettiği el-İntikâ fî Fedâili's-Selâseti'l-Fukahâ: Mâlik, eş-Şâfiî ve Ebî
Hanîfe. Radıyellahu anhum. Ve Zikri Uyûnin min Ahbârihim ve Ahbâri Ashâbihim li't-Ta'rîfi
bi Celâleti Akdârihim adlı eserinde de Ebû Davud'dan şunu nakletmektedir: “Allah
Mâlik'e rahmet etsin. O imamdı. Allah Şafiî'ye rahmet etsin. O da imamdı. Allah
Ebû Hanîfe'ye rahmet etsin. O da imamdı.”
[15]
Görüldüğü gibi, Sünen
müellifi, imam, sebt, hafızların önderi, sünnet ilminin üstadı Ebû Davud es-Sicistânî
üç alimin imamlığına şehadet etmektedir. İmam, allame, Horasan'ın üstadı Ebû
Bekr Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakî’nin Delâilu'n-Nubuvve ve Ma'rifetu Ahvâli
Sâhibi'ş-Şerîa kitabının girişinde (Medhal'de) bu 'imamlık' kavramının detaylı
açıklamasını görebilirsiniz. Beyhakî burada şöyle demektedir:
“Bu konuda mutlaka
bilinmesi gereken hususlardan birisi de şudur: Yüce Allah elçisi Hz.
Muhammed'i hak ile göndermiştir. Kitab'ını ona inzal etmiş ve korumasını da
bizzat üzerine aldığını şu ayetiyle bildirmiştir:
“Hiç şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik; elbette onu
yine biz koruyacağız.”
[16]
Allah, Rasûl'ünü de
dinini ve kitabını açıklayan kişi olarak göstermiştir. Nitekim bu hususu şöyle
açıklamaktadır:
“Sana da bu zikri (Kur'ân'ı) indirdik ki, kendilerine
indirilenleri insanlara açıklayasın, tâ ki düşünüp öğüt alsınlar.”
[17]
Allah, kendisiyle
gönderileni tamamen açıklayıncaya kadar Nebi'sıni ümmeti içinde tutmuş,
vazifesini ikmal etmesinin ardından rahmet katına almıştır. Hz. Peygamber
ümmetini apaçık düz bir yolda bırakmıştır. Şöyle ki, müslümanlarm karşılaşmış
oldukları herbir problemin açıklaması gerek açık beyanla, gerekse delalet
yoluyla Kur'ân'da ve Rasûlullah'ın sünnetinde bulunmaktadır. Ayrıca Allah her
asırda dinini açıklayan, ümmetinin inancını koruyan ve bidatleri ondan uzaklaştıran
imamlar ihsan etmiştir.
İbrahim b. Abdurrahman
el-Uzrî bu hususta Hz. Peygamberden şunu nakletmektedir:
“Bu ilmi her nesilden
adil olanlar alırlar. Haddi aşanların tahrifini, ifsad edicilerin
katıştırdıklarını keza cahillerin yanlış yorumlarını ondan uzaklaştırırlar.”...
Bu haberin doğruluğu
sahabe zamanında, ardından günümüze kadar geçen bütün asırlarda görülmüştür.
Her asırda, hadis ravilerini tanıma işini üstlenen insanlar bulunmuş, bunlar
cerh-tadil açısından ravilerin durumlarını tedkik etmişlerdir. Bu bilgileri,
elde etmek isteyenlerin kolayca ulaşabileceği şekilde kitaplarda biraraya
getirip açıklamışlardır. Esasında, cerh ve tadil konusunda bilgi sunan
insanlar sadece hadis bilginleri değildi. Büyük ilim merkezlerindeki
fıkıhçılar da cerh-tadil alanında değerlendirmelerde bulunmuşlardır.
Nitekim Abdulhamid
el-Himmânî, Ebû Hanîfe’nin şöyle dediğini nakletmiştir: “Câbir el-Cu'fî'den
daha yalancı, Atâ'dan da daha faziletli birini görmedim.”
Himmânî şunu da
nakleder: Ebû Saîd es-Sağânî Ebû Hanîfe’nin yanına varıp
“Sufyânu's-Sevrî'den
hadis alma hususunda ne dersiniz” diye sordu. O da şu cevabı verdi:
“Ondan yaz. Çünkü o
sika bir kimsedir. Ancak, İbn İshak’ın Hâris'ten naklettikleriyle Cabir
el-Cu'fî’nin hadislerini alma.”
Harmele de Şafiî'den
şunu nakletmiştir: “Haram b. Osman'dan rivayet etmek haramdır.”
Yahya b. Saîd
el-Kattân da şunu anlatmıştır: “Naklettiği hadisler nedeniyle itham edilen ve
rivayetlerini iyi ezberlemeyen kimsenin durumunu Şu'be, Sufyânu's-Sevrî, Mâlik
b. Enes ve Sufyân b. Uyeyne'ye sordum. Hepside 'durumunu insanlara açıkla'
dediler.”
Ebû Bekr b. Hallâd da
şunu aktarmıştır: Yahya b. Saîd el-Kattân'a
“Hadislerini
bıraktığın kimselerin kıyamet günü Allah'ın huzurunda hasmın olmalarından
korkmuyor musun” diye sorulunca, şu cevabı verdi:
“Bu kişilerin Allah
katında hasmım olması, Rasûlullah'ın 'yalan olduğu belli olan bir hadisi bana
niçin nispet ettin' deyip hasmım olmasından çok daha iyidir.”
Harmele b. Yahya
aktarıyor: Şafiî'den şunu dinledim: “Şu'be olmasaydı Irak'ta hadis bilinmezdi.
Yanına vardığı (hadiste ehil olmayan) kimseye 'hadis rivayet etmeyeceksin.
Edersen sultanı aleyhine kışkırtırım' derdi.”
Buradaki birkaç
örnekten de anlaşılacağı üzere onlar sünneti korumak için savunuyorlardı.
Benzer örnekler pekçoktur ancak burada aktardıklarımız, konuyu uzatmaya gerek
bıraktırmayacak kadar açıktır.”[18]
İmam, Hafız Ebû İsa
Muhammed b. İsa et-Tirmizî de Cdmi'inin Kitâbu'l-İlel bölümünde şöyle
demektedir:
“Bu mevzuyu
anlayamayan bazı kimseler raviler hakkında konuşan hadisçileri
ayıplamışlardır. Oysa tabiîn imamlarından birçoğunun raviler hakkında
değerlendirmelerde bulunduğunu görmekteyiz. Örneğin, Hasan Basrî ile Tâvûs,
Ma'bed el-Cuhenî hakkında konuşmuşlardır. Keza Saîd b. Cubeyr, Talk b. Habîb
hakkında, İbrahim en-Nehaî ile Âmir eş-Şa'bî de Haris el-A’ver hakkında
konuşmuşlardır.
Yine Eyyûb
es-Sehtiyânî, Abdullah b. Avn, Süleyman et-Teymî, Şu'be b. el-Haccâc, Sufyan
es-Sevrî, Mâlik b. Enes, Evzâî, Abdullah b. Mübarek, Yahya b. Saîd el-Kattân,
Vekî' b. el-Cerrâh, Abdurrahman b. Mehdî ile diğer ilim erbabının raviler
hakkında değerlendirmelerde bulundukları ve onları zayıf gördükleri rivayet
edilmiştir.
En iyisini Allah
bilir, bize göre onları böyle davranmaya sevk eden şey müslümanlara nasihat
etme, doğruyu gösterme düşüncesidir. Yoksa bundan, insanları suçlamayı ve
gıybetlerini yapmayı amaçladıkları sanılmasın. Kanaatimiz odur ki, bu kişilerin
zayıf olduklarını açıklamaktaki muradları zayıf ravilerin tanınmasıdır. Çünkü
zayıf oldukları belirtilen kimselerin bir kısmı bidatçi, bir kısmı naklettiği
hadisler nedeniyle suçlanmış, bir kısmıda dalgın ve çok hata yapan kimselerdi.
İmamlar, dine olan ihtimamlarından ve rivayetleri sağlama alma gayretlerinden
dolayı, bu kimselerin durumlarını ortaya koymak istemişlerdir. Çünkü dinde
şahitlik etmek, insanların hakları ve mallan hakkında şahitlik yapmaktan çok
daha fazla titizlik ve ciddiyet gerektiren bir husustur.
(Tirmizî böyle dedikten sonra imamların
bazı ravileri cerh ettiklerine dair örnekler verir ve şöyle der): Ebû Yahya
el-Himmânî Ebû Ha-nîfe'den şöyle işittiğini söylemiştir: “Câbir el-Cu'fî'den
daha yalancı, Atâ b. Ebî Rabâh'dan da daha faziletli birini görmedim.”
[19]
Beyhakî’nin hocası
büyük hadisçi, muhaddislerin imamı İbnu'l-Beyyi' diye meşhur Ebû Abdullah
Muhammed b. Abdullah en-Neysâbûri el-Hâkim ei-Mustedrek ale's-Sahîhayn adlı
eserinde “velisiz nikah olmaz” hadisinin tariklerini verirken şöyle der: “Zikrettiklerimizin
dışında, imamlardan bir grup bu rivayeti Ebû İshak'dan mevsul olarak rivayet
etmişlerdir. Ebû Hanîfe Nu’mân b. Sabit, Varaka b. Maskale el-Abdî, Mutarrif b.
Tarif el-Hârisî, Abdulhamid b. Hasan el-Hilâlî ile Zekeriya b. Ebî Zaide ve
diğerleri bunlardan bir kısmıdır. Nitekim bunları bu bölümde zikrettik.”
[20]
Hâkim Ma'rifetu
Ulûmi'l-Hadîs kitabında da şunları söyler: Hadis ilimlerinin kırkdokuzuncusu:
ezberlemek, müzakere ve bereketlenmek için hadisleri alınan, şöhretleri
doğudan batıya ulaşmış olan tabiîn ve tebeittâbiînden meşhur sika imamları
tanımaya yöneliktir. (Hâkim böyle dedikten sonra çeşitti beldelerdeki önde
gelen hadisçilerden pekçok kimseyi zikreder. Biz bunların bir kısmını
alıntılıyoruz).
Medine'li olanlar: Muhammed b. Müslim ez-Zuhri, Muhammed b. Munkedir el-Kureşî, Rebîa b.
Ebî Abdurrahman er-Râî, Mâlik b. Enes el-Esbahî, Cafer b. Muhammed es-Sâdik ve
diğerleri.
Mekke'li olanlar: Mücahid b. Cebr, Amr b. Dînâr, Abdulmelik b. Cureyc, Fudayl b. lyâd ve
diğerleri.
Mısır'lı olanlar: Amr b. el-Hâris, Yezîd b. Ebî Habîb, Hayve b. Şureyh et-Tucîbî ve
diğerleri.
Yemenli olanlar: Tâvûs, Abdullah b. Tâvûs ve diğerleri. Yemâme'li olanlar: Yahya b. Ebî
Kesîr ve diğerleri.
Kufe'li olanlar: Âmir b. Şerâhîl eş-Şa'bî, Saîd b. Cubeyr el-Esedî, İbrahim en-Nehaî,
Ebû İshak es-Sebîî, Hammad b. Ebî Süleyman, Mansur b. Mu'temir, Muğîre b.
Miksem ed-Dabbî, A’meş el-Esedî, Mis'ar b. Kidâm el-Hilâlî, Ebû Hanîfe Nu’mân
b. Sabit et-Teymî, Sufyan b. Saîd es-Sevrî, Davud b. Nusayr et-Tâî, Zufer b.
Huzeyf, Afiye b. Yezîd el-Kâdî ve diğerleri.
Mezopotamya'lı olanlar: Meymun b. Mihrân, Amr b. Meymun b. Mihrân, Halid b.
Ma'dân el-Âbid ve diğerleri.
Basra'lı olanlar: Eyyub b. Ebî Temîme es-Sehtiyânî, Şu'be b. el-Haccâc, Hişam b. Hassan,
Katâde b. Diâme ve diğerleri.
Vasıflı olanlar: Avvâm b. Havşeb, Ebû Halid Yezîd b. Abdurrahman ed-Dâlânî ve
diğerleri.
Horasan'h olanlar:
Fâkih, âbid İbrahim b. Tahmân, Belh'li zahid İbrahim b. Edhem, zahid Şakîk b.
İbrahim, Nadr b. Muhammed eş-Şeybânî ve diğerleri. Allah hepsine rahmet etsin.”
[21]
İbn Teymiyye
el-Hanbelî diye meşhur olan Şeyhu'l-İslam Allâme Ebu'l-Abbas Takiyyuddîn Ahmed
b. Abdulhalîm, Minhâcu's-Sunneti'n-Nebeviyye fi Nakzı Kelâmi'ş-Şîati ve'l-Kaderiyye
adlı eserinde şöyle demiştir:
Beşşâr b. Dirâ'
anlatıyor: Ebû Hanîfe, Muhammed b. Nu’man ile karşılaşınca, ona
“Güneşin Hz. Ali için
geri döndürüldüğü hadisini kimden rivayet ettin”
[22] diye
sordu. O da:
“Senin 'ey Sariye!
Dağa çekil' hadisini rivayet ettiğinden başka bir kimseden” dedi.
[23]
Burada şunu söyleyeyim:[24] Bu
rivayet, ilim ehlinin güneşin geri döndürülmesi rivayetini kabul etmediklerini
göstermektedir. Çünkü bunu müslümanların imamlarından hiç biri rivayet
etmemiştir. İşte meşhur imamlardan biri olan Ebû Hanîfe. Kendisi Hz. Ali'ye
olan sevgisi nedeniyle suçlanmayan kimselerdendir. Çünkü o, Şiîliğin merkezi
olan Kufe'dendir. Şiîlerden pekçok insanla karşılaşmış ve onlardan Hz. Ali’nin
faziletine dair sayısız şeyler dinlemiştir. Bunun yanında o, Hz. Ali'yi seven
ve baştacı yapan birisiydi. Buna rağmen Muhammed b. Nu'man’ın rivayet ettiği bu
rivayeti kabul etmemiştir. Hiç şüphe yok ki Ebû Hanîfe, Tahâvi ve emsallerinden
çok daha bilgili ve kavrayışlıdır.
İbnu'n-Nu’mân onun
sorusuna doğru cevap vermemiş, bunun yerine “senin 'ey Sariye! Dağa çekil'
hadisini rivayet ettiğinden başka bir kimseden” demiştir. Ona verilecek cevap
şudur: Ebû Hanîfe’nin rivayet ettiği şeyinde yalan olduğunu farzet. Peki bu
durumda, Ebû Hanîfe’nin naklettiği yalan haberde senin naklettiğin şeyi
doğrulayan ne var?
[25] Ebû
Hanîfe’nin naklettiği rivayet yalan olmuş olsa bile, Ebû Hanîfe Hz. Ömer, Hz.
Ali ve başkalarının kerametleri olmasını inkar etmemektedir ki! Bilakis o
pekçok delille yalan olduğu görülen ayrıca dine ve akla aykırı olduğundan
dolayı bu hadisi kabul etmemektedir. Kaldı ki, sahabeden rivayet eden tabiîn ve
tebeut tabiînin meşhur hadis alimlerinden bir tek kimse bile bunu rivayet
etmemiştir. Bunu rivayet edenler ya yalancılardır ya da adalet ve zabtı
bilinmeyen meçhul kimselerdir. Bu durumda böyle bir rivayet böylesi insanlardan
nasıl olur da kabul edilir? Diğer İslam bilginleri de, Hz. Peygamber'in mucizelerini
ve büyük bir sevgi atfettikleri Hz. Ali’nin faziletlerini ihtiva ettiğinden
dolayı böylesi rivayetlerin sahih olmasını arzu ederler, ancak onlar, yalan
bir şeyin tasdik edilmesine cevaz vermezler ve dinî açıdan böyle şeyleri
reddederler.”[26]
İbn Teymiyye söz
konusu kitabının başka bir yerinde de şöyle söyler: “...Hadis, tefsir,
tasavvuf, fıkıh imamları aynen dört mezhep imamları ve onlara tabi olanlar
gibidirler.”
[27]
Hafız Ebu'1-Fidâ İbn
Kesîr ed-Dimaşkî de “el-Bidâye ve'n-Nihâye” adlı eserinde şöyle demektedir:
“Tahâvi’ye hadisin
(güneşin Hz. Ali'ye geri döndürülmesi) durumu kapalı kalsa da, Ebû Hanîfe’nin
bu rivayeti reddettiği ve ravileriyle istihza ettiği nakledilmiştir... Beşşâr
b. Dirâ' anlatıyor: Ebû Hanîfe Muhammed b. Nu’man ile karşılaşınca ona
“Güneşin Hz. Ali için
geri döndürüldüğü hadisini kimden rivayet ettin” diye sordu. Oda
“Senin 'ey Sariye!
Dağa çekil' hadisini rivayet ettiğinden başka bir kimseden” cevabını verdi.
Ebû Hanîfe güvenilir
imamlardan biridir. Kûfe'lidir. Hz. Ali'ye olan sevgisi keza Allah ve
Rasûlü'nün faziletli kıldığı yönleri nedeniyle Hz. Ali'yi daha üstün tutması
nedeniyle suçlanmamış biridir. Buna rağmen o, bunu nakleden ravinin rivayetini
kabul etmemiştir.
Muhammed b. Numan’ın
sözüne gelince, bu bir cevap değildir. Bilakis anlamsız bir karşı yanıttır.
Yani, “ben Hz. Ali’nin faziletiyle ilgili olarak -garip de olsa- bu rivayeti
naklettim. Bu rivayet gariplikte senin Hz. Ömer'in faziletiyle ilgili
naklettiğin 'ey Sariye! Dağa çekil' sözüne benzemektedir”, demek istemektedir.
Ancak Muhammed b. Numan'ın verdiği bu cevap yerinde bir cevap değildir çünkü
onun rivayet ettiği şey sened ve metin açısından Hz. Ömer'den bahseden rivayet
gibi değildir. Ayrıca, Şârî'in kendisi hakkında bazı iyi şeyleri daha önceden
sezdiğine şahitlik ettiği bir imamın gözünden perde kalkarak uzakta olan bir
olayı gözlemlemesi nere, (Hz. Ali’nin olayında iddia edildiği gibi) kıyametin
en büyük alametlerinden sayılan güneşin battıktan sonra yeniden doğması olayı
nere?
[28]
Hafız îbn Hacer, Lisânu’l-Mîzân'ında
şöyle demektedir:
“Muhammed b. Ali b.
Numan b. Ebî Tarîfe el-Becelî el-Kûfî, Ebû Cafer. Kufe'de Tâku'l-Mehâmil'deki bir
çarşıya nisbet edilerek Şeytânu't-Tâk (Tâk'daki Şeytan) lakabıyla anılmıştır.
Zikri geçen çarşıda o, para bozma işiyle uğraşırdı... Denildiğine göre, ona
Şeytânu't-Tâk lakabını ilk takan insan Ebû Hanîfe idi. Ebû Hanîfe, bu zatın
Harûriye fırkasından bir kimseyle kendisinin huzurunda yaptığı münazara
nedeniyle ona bu lakabı takmıştır... Hz. Ali’nin faziletiyle ilgili bir hususta
Ebû Hanîfe ile aralarında vaki olan bir münazara esnasında, dedesine nisbet
edilerek kendisine Muhammed b. Numan denmiştir. Bu münazarada Ebû Hanîfe kabul
etmediğini gösterircesine 'güneşin Hz. Ali'ye geri döndürülmesi hadisini kimden
rivayet ettin? diye sormuş, o da “Senin 'ey Sariye! Dağa çekil' hadisini
rivayet ettiğin kimseden” cevabını vermiştir.”
[29]
İbn Kayyım el-Cevziyye
diye maruf üstad, imam, hafız, hüccet, Şemseddin Ebû Abdullah Muhammed, İ'lâmu'l-Muvakki
î n an Rabbi'l-Âlemîn adlı eserinde şöyle demiştir: “Dört büyük imam ile fıkıhçıların
hepsi Amr b. Şuayb'ın babası vasıtasıyla dedesinden rivayet ettiği nüshayla
ihticac etmişlerdir. Fetva veren imamların hepsi buna ihtiyaç duymuş ve onu
delil olarak kullanmışlardır. Ancak Ebû Hatim el-Bustî ve İbn Hazm gibi fıkhın
ve fetva vermenin ağır yükünü taşıyamamış olan bazı kimseler bu sahifeyi
eleştirmişlerdir.”
[30]
İbnu'l-Kayyım başka
bir yerde de şöyle demiştir: “Sahabe ve tabiîn ile Şafiî, İmam Ahmed, Mâlik,
Ebû Hanîfe, Ebû Yusuf, Buhârî ve İshak gibi hadis imamlarının yolu...
[31]
Görüldüğü üzere, Ebû
Davud, Tirmizî, Hâkim, Beyhakî, İbn Abdilber, İbn Teymiyye, İbnu'l-Kayyım ve
İbn Kesîr gibi büyük seçkin alimler, hadis tenkidinde mütehassıs olan üstadlar,
İmam Ebû Hanîfe’nin cerh-tadil, hadislerin sıhhatini keza illetini tesbitte,
diğer münekkid hadis alimleri gibi sözüne itibar edilen meşhur hadis imamlarından
biri olduğunu kabul etmişlerdir.
Hakikat şu ki,
mütekaddimun ve müteehhirunun önde gelen hadis uzmanları ile hafızları, onun
hadisteki başarısını, rivayetlerde ki zabtını, sağlam bilgisini, hıfzını ve
takvasını itiraf etmişlerdir.
Hafız Ebû Bekr Ahmed
b. Ali el-Hatîb el-Bağdâdî Târîhu Bağdâd'ında şöyle demektedir:
“Abdullah b. Davud
el-Hureybî dedi ki: “Müslümanların namazlarında Ebû Hanîfe'ye dua etmeleri
gerekir.” Hureybî böyle dedikten sonra, Ebû Hanîfe’nin sünnetleri ve fıkhı
hıfzettiğini meclisinde bulunanlara anlattı.”
[32]
Bu sözü diyen Hureybî,
hadis hafızlarının ileri gelenlerindendir. Zehebî, Tezkiretu'l-Huffâz’ında onu
zikretmiş ve “hafız, imam, örnek insan” ifadeleriyle taltif etmiştir. Vekî'den
de “Abdullah b. Davud'un yüzüne bakmak ibadettir” dediğini nakletmiştir.
Eserinde yine şunu
zikretmiştir: “Hureybî'ye 'Ebû Hanîfe pekçok meselede önceki görüşlerinden
döndü' denilince, şu cevabı verdi: ilmi genişleyen fıkıhçı önceki
fetvalarından döner.”[33]
İşte imam, hafız,
örnek insan Hureybî, Ebû Hanîfe'yi geniş ilim sahibi ve sünnetleri hıfzetmiş
biri olarak tanıtmaktadır.
Hattb şunu da
nakletmiştir: “Muhammed b. Hafs aktarıyor: Hasan b. Süleyman, “ilim ortaya çıkıp yayılmadan kıyamet kopmaz”
hadisinin açıklaması sadedinde şöyle demiştir: Burada Ebû Hanîfe’nin ilmi ve
rivayetleri açıklaması kastedilmektedir.”
Bu açıklamayı getiren
Hasan b. Süleyman hadis hafızları arasında sayılmaktadır. Nitekim Zehebî
Tezkiretu 'l-Huffâz'ında
[34]ve
Sıyeru A'lami'n-Nubela'da
[35] onun
terceme-i halini vermiştir. Siyerde
şöyle
demiştir: “Kubbeyta
[36],
hafız, yaptığı işi sağlam yapan İmam Ebû Ali Hasan b. Süleyman el-Basrî.
Mısır'a yerleşmiştir. İbn Yunus hadis hafızı olduğunu söylemiştir.”
İşte bu imam Ebû
Hanîfe'yi övmekte, ilmine, hadisleri ve diğer rivayetleri hakkıyla
açıklamasına medh-u senada bulunmaktadır.
Hatîb, Târîhu
Bağdâdında şöyle demektedir: “Muhammed b. Seleme, Halef b. Eyyub'un şöyle dediğini
aktarmıştır: 'İlim Allah Teâlâ'dan Hz. Muhammed'e, sonra ashabına, ardından
tabiîne, onların ardından da Ebû Hanîfe ve ashabına intikal etmiştir. Dileyen
bu duruma razı olsun, isteyen de kızsın.”
[37]
Burada şunu
söyleyeyim: Halef b. Eyyub'un bu sözü İbn Hazm'ın Muhammed b. Nasr el-Mervezî
hakkında söylediği söze benzemektedir. Nitekim Zehebî, Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ
adlı eserinde İbn Nasr el-Mervezî’nin terceme-i halinde şöyle söylemiştir:
“Ebû Muhammed b. Hazm
eserlerinden birinde şöyle demiştir: “İnsanların en bilgilisi, sünnetleri en
çok toplayıp tesbit eden, bunları en iyi zapteden, manalarını en iyi öğrenip
kavrayan, sıhhatlerini keza insanların sıhhati konusunda icma ettikleriyle
ihtilaf ettiklerini en iyi bilen kimsedir.”
İbn Hazm sözünün
devamında şöyle demiştir: 'Sahabeden sonra bu sıfatları Muhammed b. Nasr
el-Mervezî kadar şahsında toplayan birini bilmiyoruz. Bir kimse “Hz.
Peygamber'e ve sahabesine ait ne kadar hadis varsa bu rivayet Muhammed b.
Nasr'ın yanında vardır' dese, bu söz hakikattan uzak değildir.”
Ben de derim ki:[38] İbn
Hazm'in, İbn Nasr'ın bu derece geniş birikim ve ihatası olduğu yönündeki
iddiası, İbn Nasr'ın eserlerini inceleyip tedkik ettikten sonra söylenebilecek
bir sözdür. Onun bu iddiasını Ahmed b. Hanbel ve benzeri alimler için de
söylemek mümkündür.
[39]
Burada ben de şunu
söylemek istiyorum: Muhammed b. Nasr'la ilgili bu iddia, İbn Hazm nezdinde;
Ahmed ve benzerlerinin durumu da Zehebî nezdinde doğru olduğuna göre; aynı
iddia İmam-ı Azam Ebû Hanîfe hakkında doğru olmaya daha layıktır. Çünkü o,
kendisine
tabi olunan
müctehidlerin öncüsü, en bilgilisi, en fakihi ve en kıdemlisidir. Ahmed b.
Hanbel ve İbn Maîn'in hocası Halef b. Eyyub'un onunla ilgili değerlendirmesine
gelince; o bu tesbiti, Ebû Hanîfe’nin fıkhını ve mezhebini sağlam temeller
üzerine bina ettiğini titiz bir şekilde tedkik ettikten sonra yapmıştır. Bu,
Allah'tan korkan büyük bir üstad tarafından yapılmış doğru bir tanıklıktır. Hem
bu nasıl doğru olmasın ki? İbnu'n-Nedîm'in Fihrist'te belirttiği gibi o,
karayla, denizle, doğuyla, batıyla, yakınla ve uzakla ilgili her ilmi tedvin
etmiştir.
[40]
Naklî ve aklî ilimleri
şahsında toplayan, sünnet-i nebeviyye alanında otorite, zeka ve hıfzıyla
meşhur alimlerin önde gelenlerinden olan Mişkât şârihi Molla Ali el-Kâri,
Senedu'l-Enâm fî Şerhi Musnedi'l-İmam adlı eserinde şöyle demektedir: “Ebû
Hanîfe hakkında yapılacak hüsn-ü zan şudur: O, sahih ve zayıf hadisleri kapsamlı
şekilde bilmekteydi.”
[41]
Yine imamların önde
gelen simalarından olan Muvaffak b. Ahmed el-Mekkî, Menâkibu'l-İmam el-A'zam
adlı eserinde zikri geçen Halef için şöyle demektedir: Halef b. Eyyûb Belh'li
idi. Ebû Hanî-fe'den değil de Ebû Yusuf dan rivayet etmiştir. Kendi dönemindeki
insanların en zahidi ve ibadete en düşkünü idi. Abdullah b. Mubarek'i ziyarete
gelmiş, Abdullah da onu kucaklamış ve ikramda bulunmuştu. Yanından kalkıp
gittiğinde, Abdullah onun için “simasi cennet ehlinin yüzlerine ne kadar da
benziyor” demişti. Halef Hammad b. Seleme'den de hadis dersi alırdı. Birgün
yanından kalkınca Hammad onun için şöyle dedi:
“Bu zatın görünümü ve
hali ne kadar da güzel. Horasan'dan bize bundan daha iyi bir insan gelmedi.”
Halef hicrî 205 yılında vefat etti. Belh valisi Nuh b. Esed cenazesine kaltıldı
ve tabutunu musalla taşına kadar omuzunda taşıdı. Cenaze namazını yine o
kıldırdı. Selam verince semadan bir ses işitti:
“Ey Nuh b. Esed! Yeryüzünün
en hayırlı insanının, Halef b. Eyyub'un cenaze namazını kıldın ve sevabı
kazandın.”
[42]
Zehebî de Siyeru
A'lâmi'n-Nubelâ adlı eserinde şöyle demektedir: “Halef b. Eyyub. İmam,
muhaddis, fakih, şarkın müftüsü. Ebû Saîd el-Âmirî el-Belhî el-Hanefî. Zahid. Belhlilerin
üstadı. Fıkhı Ebû Yusuf'dan öğrendi. İbn Ebî Leyia'dan, Avf el-A'râbî'den, Ma’ıner
b. Râ-şid'den ve başkalarından hadis dersleri aldı. Bir müddet İbrahim b. Edhem'le
arkadaşlık etti. Yahya b. Maîn, Ahmed b. Hanbel, Ebû Kureyb, Alt b. Seleme
el-Lakabî ile kendi şehrindeki insanlar ondan rivayet etmişlerdir.”
[43]
Gelecek bölümlerde,
önceki muhaddis imamların ve sonraki hadis hafızlarının Ebû Hanîfe’nin
hıfzının kuvvetli oluşunu, geniş ilmî birikimini öven övgülerini bulacaksınız.
Buniar Halefin yukarıdaki sözünü tasdik etmekte, hatta daha da fazlasını
söylemektedirler.
Rical tenkidinde
araştırma ve incelemeyi hakkıyla yapanlardan biri olan Zehebî’nin en doğru
tesbitlerinden biride, hiç kuşkusuz, Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ adlı eserinde,
allâme, imam, Irak'ın fakihi Hammad b. Ebî Süleyman'ın terceme-i halini
verirken söylediği şu sözlerdir:
Küfe ehlinin en fakihi
Hz. Ali ile Abdullah b. Mes'ûd'dur. Bu ikisinin en fakih öğrencileri
Alkame'dir. Alkame’nin öğrencilerinin en fakihi de ibrahim en-Nehaî'dir.
İbrahim'in öğrencilerinin en fakihi Hammâd, Hammâd'ın öğrencilerinin en fakihi
de Ebû Hanîfe'dir. Ebû Hanîfe’nin öğrencilerinin en fakihi ise Ebû Yusuf'dur.
Ebû Yusuf'un öğrencileri her tarafa yayılmıştır. Bunların içinde en fakih olan
Muham-med b. Hasan'dır. Muhammed'in öğrencilerinin en fakihi ise Ebû Abdullah
eş-Şâfifdir.”
[44]
Zehebî Siyeru
A'lâmi'n-Nubelâ'da Ebû Hanîfe’nin terceme-i halini verirken de şöyle demiştir:
“İmam, dinin fakihi,
Irak'ın alimi Ebû Hanîfe... Rivayetleri öğrenmeye ehemmiyet verdi. Bu amaçla
seyahatlara çıktı. Fıkıh keza kapalı/ince noktalarını tedkik etme açısından
rey alanında en zirvedeki insandır. İnsanlar bu hususta ona muhtaçtırlar.”
[45]
Yine şöyle demiştir: “Ebû
Hanîfe’nin fıkıhta ve onun inceliklerinde imam olduğu kabul edilmiştir. Bu
şüphe edilmeyecek bir gerçektir.
Bir delil aranırsa
gündüzün varlığına, Hiçbir şey makul gelmez artık akıllara.”
[46]
Zehebî, İmam Mâlik'in
terceme-i halinde İmam Şafiî’nin 'ilim üç kişinin etrafında dönmektedir: Mâlik,
Leys ve İbn Uyeyne' dediğini naklettikten sonra şöyle söyler:
“Ben de derim ki:
Bilakis ilim, onlarla beraber yedi kişinin etrafında döner: Evzâî, Sevrî, Ma’mer,
Ebû Hanîfe, Şube ve iki Hammad (Hammâd b. Seleme ve Hammad b. Zeyd)
[47]
Zehebî yine onun
terceme-i halinde Ebû Yusuf'dan şöyle dediğini nakleder:
“Ebû Hanîfe, Mâlik ve
İbn Ebî Leylâ'dan daha bilgili insan görmedim.
[48]
Zehebî, Mâlik ile Ebû
Hanîfe’nin ilminin karşılaştırılmasını içeren ve Muhammed ile Şafiî'ye nisbet
edilen hikayeyi de Mâlik'in terceme-i halinde verir ve tenkid eder:
“İbn Abdulhakem
anlatıyor: Şafiî'den dinledim: Muhammed bir-gün Ebû Hanîfe ile Mâlik'i
kastederek bana sordu:
“Bizim hocamız mı
sizin hocanız mı daha bilgilidir?” Ben de
“İnsaf ölçülerine göre
mi” diye sordum.
“Evet” cevabını verdi.
Bunun üzerine sordum:
“Allah için söyie!
Kur'ân'ı hangisi daha iyi biliyor?”
“Sizin hocanız” dedi.
“Peki sünneti kim daha
iyi biliyor?” Yine
“Sizin hocanız” dedi.
“Peki sahabenin ve
öncekilerin sözlerini en iyi bilen kimdir” diye sordum. Yine
“Sizin hocanız”
karşılığını verdi. Bu sefer de şunu söyledim:
“Geriye kıyastan başka
bir şey kalmadı. Kıyas ise ancak bunların üzerine yapılır. Usulü bilmeyen bir
insan neyi baz alarak kıyas yapacak?”
Zehebî bu hikayeyi
aktardıktan sonra eleştirerek şöyle der:
“İnsaflı olmak
gerekirse, bir insanın şöyle demesi gerekir: Bilakis her ikisi de Kitap
bilgisinde eşittiler. Birincisi kıyası daha iyi bilmekteydi, ikincisi de
sünneti. İkincisinin yanında pekçok sahabinin sözlerine
dayalı büyük bir ilim vardı; birincisi de
Hz. Ali’nin, İbn Mes'ûd'un ve Kufe'de bulunmuş olan diğer sahabilerin sözlerini
daha iyi bilmekteydi. Allah her iki imamdan da razı olsun. Artık konuşmalarda
bile insanların insaf ölçüleri içinde takdir edilmediği bir zamana geldik. Allah'tan
selamet diliyoruz.”
[49]
Zehebî İmam Mâlik'in
terceme-i halinde şunu da demiştir:
(1)
Kendilerine uyulacak insanlar, Hz. Peygamberin sahabileridir. Ancak bunun
şartı, onlara isnad edilen şeyin sabit olmasıdır.
(2) Sahabilerden
sonra Alkame, Mesrûk, Abîde es-Selmânî, Saîd b. Museyyeb, Ebu'ş-Şe'sâ, Saîd b.
Cubeyr, Ubeydullah b. Abdullah, Urve, Kasım, Şa'bî, Hasan, İbn Şîrîn ve İbrahim
en-Nehâî gibi tabiîn imamları gelir.
(3) Bunlardan
sonra Zuhrî, Ebu'z-Zinâd, Eyyub es-Sehtiyânî, Rebîa ve onların dönemindeki
diğer zevat gelir.
(4) Bunlardan
sonra da Ebû Hanîfe, Malik, Evzâî, İbn Cureyc, Ma’mer, İbn Ebî Arûbe, Sufyan
es-Sevrî, Hammad b. Zeyd, Hammad b. Seleme, Şu'be, Leys, İbnu'l-Mâcişûn, İbn
Ebî Zi'b gelir.
(5) Bunlardan
sonra da İbnu'l-Mubârek, Müslim ez-Zencî, Kâdî Ebû Yusuf, Hikl b. Ziyad, Vekî',
Velid b. Müslim ve onların dönemindeki diğer bilginler gelir.
(6) Bunlardan
sonra da Şafiî, Ebû Ubeyd, Ahmed b. Hanbel, İshak, Ebû Sevr, Buveytî, Ebû Bekr
b. Ebî Şeybe gibiler gelir.
(7) Bunların
ardından Muzenî, Ebû Bekr el-Esrem, Buhârî, Davud b. Ali, Muhammed b. Nasr
el-Mervezî, İbrahim el-Harbî ve Kâdî İsmail gibiler gelir.
(8) Bunlardan sonra ise Muhammed b. Cerîr
et-Taberî, Ebû Bekr b. Huzeyme, Ebû Abbas b. Sureye, Ebû Bekr b. el-Munzir, Ebû
Cafer et-Tahâvî ve Ebû Bekr el-Hallâl gibiler gelir.
Zikri geçen
bilginlerden sonra ietihad çabası azaldı. İhtisar çalışmaları yapılmaya
başlandı. Fakihler meseleyi en çok bilenin kim olduğuna bakmadan, sadece
meselede ittifak edilip edilmediğini, arzularını, sevdikleri hocalara hürmet
ve saygıyı, adetleri keza bulundukları şehrin durumunu göz önünde bulundurarak
taklide yönelmeye başladılar. Bugün bir öğrenci Mağrib'de (Fas tarafında) Ebû
Hanîfe mezhebine uymak istese bu onun için çok zor olur. Keza Buhara ve Semerkand'da
bulunan bir öğrenci Hanbelî mezhebine uymak istese bu da onun için çok zor
olur. Buradan bir Hanbeli çıkmayacağı gibi Fas'dan da bir Hanefî çıkmaz. Keza
Hindistan'dan da bir Maliki çıkmaz.
[50]
Zehebî, Yahya b.
Adem'in terceme-i halinde Mahmud b. Ğaylân'dan şunu nakleder: “Ebû Usame'den dinledim:
Hz. Ömer kendi zamanında insanların önderi idi. İlimleri şahsında cem etmişti.
Daha sonra sırasıyla İbn Abbas, Şa'bî, Sevrî, Yahya b. Âdem kendi dönemlerinde
ilimde önder idiler.”
Zehebî bunu
aktardıktan sonra şöyle söyler:
Ben de şunu söylemek
isterim: Yahya b. Adem de ietihad alanında imamların büyüklerindendi. Kendi
dönemlerinde ilmin öncüleri şunlardı:
(1) Hz. Ömer
kendi döneminde onun dediği gibiydi.
(2) Ondan
sonra Hz. Ali, İbn Mes'ûd, Muâz ve Ebu'd-Derdâ kendi dönemlerinde ilmin
önderiydiler.
(3) Bunlardan
sonra Zeyd b. Sabit, Hz. Âişe, Ebû Musa ve Ebû Hureyre kendi dönemlerinde
böyleydiler.
(4) Bunlardan
sonra İbn Abbas ile İbn Ömer kendi zamanlarında böyleydiler.
(5) Sonra
Alkame, Mesrûk, Ebû İdrîs, İbnu'l-Museyyeb.
(6) Sonra
Urve, Şa'bî, Hasan, İbrahim en-Nehaî, Mücahid, Tavus ve pekçokları.
(7) Sonra
Zuhrî, Ömer b. Abdulaziz, Katâde ve Eyyub.
(8) Sonra A’meş, İbn Avn, İbn Cureyc, Ubeydullah
b. Ömer.
(9) Sonra
Evzâî, Sufyan es-Sevrî, Ma’mer, Ebû Hanîfe ve Şu'be.
(10) Sonra
Malik, Leys, Hammad b. Zeyd ve İbn Uyeyne.
(11) Sonra
İbnu'l-Mubârek, Yahya el-Kattân, Vekî', Abdurrahman, İbn Vehb.
(12) Sonra
Yahya b. Adem, Affân, Şafiî ve diğerleri.
(13) Sonra
Ahmed, İshak, Ebû Ubeyd, Ali b. el-Medînî ve İbn Maîn.
(14) Sonra
Ebû Muhammed ed-Dârimî, Muhammed b. İsmail el-Buhârî ile diğer ilim ve ictihad
imamları.
[51]
Zehebî, İbn Hazm'ın
terceme-i halinde, onun “ben hakka tabi olur ve ictihad ederim. Kendimi bir
mezheple kayıtlandırmam” dediğini aktardıktan sonra şöyle der:
“Evet. İctihad
mertebesine ulaşan ve pekçok imamın böyle olduğunu ifade ettiği bir insanın
taklid etmesi doğru olmaz. Tıpkı fıkha yeni başlayan bir talebenin veya
halktan birinin Kur'ân'in tamamını veya büyük bir bölümünü ezberledikten sonra
ictihad etmesinin asla doğru olmaması gibi. Hem nasıl ictihad edecek, ne
diyecek ve söylediklerini neye dayandıracak ki? Yeterli donanımı yokken bunun
altından nasıl kalkabilir ki?
İctihad ve taklid
açısından üçüncü gurup şudur: Fıkıhta üst seviyeye çıkmış, basiretli,
kavrayışı iyi, hadisleri bilen, furû' meselelerle ilgili muhtasar bir çalışma
yanında usul kaidelerine yönelik bir kitabı ezberlemiş, nahvi okumuş, Allah'ın
kitabını ezberleyip tefsirle meşgul olmuş, kuvvetli bir münazara yeteneğine
sahip, tüm bunların yanında diğer faydalı ilimlerle de meşgul olmuş kişiler.
Bu, sınırlı ictihad
seviyesine ulaşan, imamların delillerini inceleyecek uzmanlığa erişen kimsenin
durumudur. Bu kimse için herhangi bir meselede hakikat ayan olur, nass da
mevcut bulunur ve de Ebû Hanîfe, Mâlik, Sevrî, Evzâî, Şafiî, Ebû Ubeyd, Ahmed
ve İshak gibi büyük İmamlardan birisi onunla amel etmiş olursa, bu insanın
hakka tabi olması, ruhsatların peşine takılmaması, Allah'tan korkması gerekir.
Velhasıl, deli! ortada dururken taklide yönelmesi doğru olmaz.”
[52]
Zehebî, Ebû Hanıfe’nin
terceme-i halini verirken, Hatîb Bağdâdî’nin Târih'inde Ebû Yusuf vasıtasıyla
Ebû Hanîfe'den naklettiği hikayeyi de eserine alır. Hikayede Ebû Hanîfe’nin
ilme başlaması ve diğer ilim dalları arasından fıkhı tercih edişi
anlatılmaktadır. Zehebî çok güzel bir tarzda hikayenin mevzu ve uydurma
olduğunu.ortaya koyar. Zehebî şöyle söyler:
“Ebû Yusuf'dan
nakledilmiştir: .
Ebû Hanîfe dedi ki: “İlim
yoluna atılmaya karar verdiğim zaman, bilim dalları arasında karar veremiyor
ve herhangi birinde
derinleştiğimde
sonuçta ne olacağımı etrafıma soruyordum. Bana
“Kur'ân öğren”
denildi. Bende
“Öğrendiğim zaman
nihayetinde ne olacağım” diye sordum.
“Mescidde oturursun.
Çocuklarla gençler senden Kur'ân dersi alırlar. Çok geçmeden içlerinden biri
Kur'ân'ı senden daha iyi ezberler veya sana eşit seviyeye gelir. Senin
hocalığın da gider” dediler.
Şunu söyleyeyim:[53]
İlmi, önde ve başta olmak için öğrenmek isteyen kimse böyle düşünür. Oysa Hz.
Peygamber'in “sizlerin en faziletlileri Kur'ân öğrenen ve öğretenlerinizdir”
sahih hadisi vardır. Fesubhânellah! Mescidden daha faziletli bir yer var mı ki?
İlmi yaymak Kur'ân öğretmenin derecesine ulaşabilir mi? Hayır vallahi! Günah işlememiş
çocuklardan daha hayırlı talebe mi olur? Bu hikayenin uydurma olduğunu
düşünüyorum. Ayrıca senedinde güvenilir olmayan kimseler var.
Hikayenin devamı
şöyledir:
Sordum:
“Hadisleri dinleyip
yazsam. Sonunda dünyada benden daha çok hadis ezberlemiş biri olmazsa ne olur?”
Şu cevabı verdiler:
“Yaşlanıp zayıf
düştüğünde, etrafında toplanan çocuk ve gençlere rivayet ettiğin hadislerde
yanlış yapmaktan kurtulamazsın. Bu durumda seni yalancılıkla suçlarlar. Böylece
son döneminde lekelenmiş olursun.” Bu cevap karşısında:
“Öyleyse ben de bundan
uzak dururum” dedim.
Şunu söylemek isterim
[54]:
Daha önce kesin bir dille belirttiğim gibi, bu hikaye uydurmadır. Çünkü İmam
Ebû Hanîfe hadis tahsilinde bulunmuştur; hicri 100 yılı ve sonrasında buna daha
da çok eğilmiştir. O vakitler çocuklar hadis öğrenimi görmezlerdi. Çocukların
ve gençlerin hadis dinleyip öğrenmek amacıyla talebelik yapmaları, hicri 300
yılından sonra ortaya çıkmış bir kavram ve olgudur. Bilakis hadisleri
öğrenimek isteyen kişiler o dönemler (Ebû Hanîfe zamanında) büyük alimlerdi,
yoksa çocuklar değil. Hatta fakihlerin Kur'ân'ın ardından, hadis dışında tahsil
edecekleri bir ilim yoktu. Fıkıh kitapları ise, o dönemler -kesinlikle- tedvin
edilip yazılmamıştı.
Ebû Hanîfe daha sonra
şöyle der.
“O zaman nahiv
öğreneyim diye düşündüm.
“Nahvi ve Arapçayı
öğrendiğimde sonunda ne olurum” diye sordum. Bana dediler ki:
“Muallim olarak bir
köşeye oturursun. En fazla kazanacağın rıztk, iki dinarla üç dinar arasındadır.”
Ben de “Bunun da iyi bir sonu yokmuş” dedim.
“Peki şiirle
ilgilensem ve benden daha büyük bir şair olmasa ne olur” diye sordum.
“Birini medhedersen sana elbise verir veya
lütufta bulunur. Bir şey vermezse, bu sefer de hicvedersin” dediler. Ben de
“Bundan da uzak
duracağım” dedim.
“Peki kelamla
uğraşsam, sonunda ne olurum” diye sordum.
“Kelamla uğraşan onun
zararlarından korunamaz. Ya zındıklıkla suçlanır öldürülür, ya da öldürülmez
de kurtulur ancak kötü biri olarak anılır” dediler.
Şunu söyleyeyim
[55]: Bu
saçmalığı uydurana Allah lanet etsin! O vakitler kelam İlmi var mıydı ki?
Ebû Hanîfe diyor ki:
“Peki fıkıh öğrensem
nasıl olur” diye sordum.
“Sana sorular sorulur;
sen de insanlara fetva verirsin. Genç olsan bile kadılık teklif edilir”
dediler. Bunun üzerine dedim ki:
“Bundan daha faydalı
bir ilim yokmuş.” Böyle dedikten sonra fıkıh eğitimine başladım ve bu ilmi
öğrendim.”[56]
Hafız Zehebî,
Tezkiretu'l-Huffâz adlı eserinde Sufyanu’s-Sevrî’nin terceme-i halini verirken,
onun “(sırf rivayet toplamak amacıyla) hadis öğrenmek, ahiret hazırlığı
değildir. Bilakis kişinin meşgul olduğu bir hastalıktır” sözüne yazdığı notta
şöyle der:
“Vallahi doğru
söylemiş! Çünkü hadis(leri toplayıp) öğrenmek, hadis ilmi dışında başka bir
faaliyettir. Hadisin muhtevasının ne olduğunu kavrayıp anlamanın ötesinde
yapılan ilave faaliyetlere verilen örfî bir isimdir. Bu faaliyetlerin çoğu ilme
olan heves ve merakdan dolayı yapılır. Yine bu çalışmaların ekseriyeti,
muhaddîsin kendisini kaptırdığı güzel nüshaları elde etme, âlî nüshalara
ulaşma, hadis aldığı hoca sayısını artırma, çeşitli unvanlarla anılma arzusu;
medhedilme isteği; uzun ömür geçirip çok hadis rivayet etme hırsı; bazı
rivayetleri sadece kendisinin rivayet edebilmesi çabası gibi pekçok nefsânî
İstekler için yapılan işlerdir, yoksa Rızâ-i Bârî'yi kazanmak için gösterilen
çabalar değildir.
Eğer senin de Nebevi
hadise olan isteğin bu afetlerle çevriliyse, ne vakit bunlardan kurtulup samimi
ve ihlaslı olacaksın? Rivayetlere yönelik ilim böyle şeylere maruzsa, bu
durumda mantık, cedel ve yaratılışın hikmetleri gibi insanın imanını çekip alan,
içinde şüpheler uyandıran ve şaşırtan İlim dallan hakkındaki kanaatin nedir?
Vallahi bunlar ne sahabenin, ne de tabiînin uğraştığı ilimlerdi. Ne de Evzâî,
Mâlik, Ebû Hanîfe, İbn Ebî Zi'b ve Şu'be’nin meşgul olduğu sahalardı.
Hayır vallahi! Ne
İbnu'l-Mubarek, ne de “dini kelam yoluyla öğrenmek isteyen zındıklığa düşer”
diyen Ebû Yusuf bunları tahsi! etmediler. Keza Vekî', İbn Mehdî, İbn Vehb,
Şafiî, Affân b. Müslim, Ebû Ubeyd, İbnu'l-Medînî, Ahmed, Ebû Sevr, Muzenî,
Buhârî, Esrem, Müslim, Nesâî, İbn Huzeyme, İbn Sureye, İbnu'l-Munzir ve
benzerleri de bunları öğrenmediler. Bilakis onların eğildikleri: Kur'ân, hadis,
fıkıh, nahiv ve benzeri ilimler idi. Nitekim, Sufyan'ın kendisinden naklettiğine
göre, Firyâbî şöyle demiştir: “Niyet doğru olduğu takdirde, hadis öğrenmekten
daha faziletli bir amel yoktur” demiştir.”
[57]
Zehebî, Ebû Hanîfe,
Malik, Evzâî ve Sufyan'ı zikrettiği beşinci tabakanın sonunda da şöyle der: “Bu
tabakadaki insanların zamanında İslam ve müslümanlar tam bir izzet içinde ve
yoğun bir ilim atmosferinde idiler... Bu dönemde Ebû Hanîfe, Malik ve Evzâî
gibi fakihler gelip geçmiştir.”
[58]
Zehebî'den
naklettiğimiz açıklamalarından şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır:
1- Ebû
Hanîfe’nin meşgul olduğu ilimler, Kur'ân, hadis, fıkıh, nahiv ve benzeri
ilimler idi.
2- İmam Ebû
Hanîfe hadis öğrenimiyle meşgul oldu. Bu çabasını hicri 100 yılı ve sonrasında
yoğunlaştırdı. Ayrıca o denemlerde fakihlerin Kur'ân'dan sonra meşgul
olacakları başka bir ilim yoktu. Ebû Hanîfe de bu amaçla hadis tahsili için
yolculuklara çıktı.
3- Ebû
Hanîfe Hz. Ali, İbn Mes'ûd gibi Kufe'de bulunmuş sahabilerin sözlerini en iyi
bilen insandı.
4- Ebû
Hanîfe kendi zamanında ilmin direği olan on imamdan biriydi. Kur'ân ve sünnet
ilminde Malik, Evzâî, Sevrî, Leys, İbn Uyeyne, Ma’mer, Şu'be, Hammâd b. Seleme,
Hammâd b. Zeyd'e denkti.
5- Müctehid
imamların büyükierinden, önde gelen imamlardan biriydi. Fıkıhta zirvedeydi.
İnsanlar bu alanda ona muhtaçtırlar.
İşte bunlar, rical
tenkidinde tam araştırma yapan, İslam tarihçisi, hafız, müdakkik, münekkid
Şemseddin Zehebî’nin İmam-ı Azam Ebû Hanîfe en-Nu’mân hakkındaki görüşleridir.
Zehebî’nin hocası,
raviler ve hadislerdeki illetler hususunda uzman olan üstad, imam, hafız,
münekkid, fakih, müfessir, şeyhülislam Takiyyuddin Ebu'l-Abbas Abdulhalîm
el-Harrânî (İbn Teymiyye) Minhâcu's-Sunneti'n-Nebeviyye fî Nakdi Kavli'ş-Şîa
ve'l-Kaderiyye adlı eserinde şöyle demektedir:
“İşte bunlar gece
gündüz ilmî araştırma yapan insanlardır. Bunların herhangi bir kimseyle alıp
veremedikleri yoktur. İnceledikleri şer'î delillere göre bazan bir sahabinin
sözünü tercih ederler, bazan da bir başka sahabinin. Saîd b. el-Museyyeb ile
Urve b. Zubeyr, Kasım b. Muhammed, Ali b, Hüseyin, Ebû Bekr b. Abdurrahman,
Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, Süleyman b. Yesar, Harice b. Zeyd, Salim b. Abdullah
b. Ömer gibiler ile bunlardan sonra gelen İbn Şihab ez-Zuhrî, Yahya b. Saîd,
Ebu'z-Zinâd, Rebîa, Malik b. Enes, İbn Ebî Zi'b, Abdu-lazîz el-Mâcişûn gibi
Medineli fakihler böyledir.
Keza Tavus el-Yemânî,
Mücahid, Atâ, Saîd b. Cubeyr, Ubeyd b. Umeyr, İbn Abbas'ın azadlısı İkrime ile
onlardan sonra gelen Amr b. Dinar, İbn Cureyc, İbn Uyeyne ve diğer Mekkeli alimler
de böyledir.
Ayrıca Hasan Basrî,
Muhammed b. Şîrîn, Ebu'ş-Şe'sâ Cabir b. Zeyd, Mutarrif b. Abdullah b. Şihhîr;
bunlardan sonra gelen Eyyub es-Sehtiyânî, Abdullah b. Avn, Süleyman et-Teymî,
Katâde, Saîd b. Ebî Arûbe, Hammâd b. Seİeme ve Hammad b. Zeyd de böyledir.
Yine onların emsali
olan Alkame, Esved, Kâdî Şureyh ve benzerleri; bunlardan sonra gelen İbrahim
en-Nehaî, Amir eş-Şa'bî, Hakem b. Uteybe, Mansur b. Mu'temir'den Sufyan
es-Sevrî, Ebû Hanîfe, İbn Ebî Leyla; Şerîk'e, bunlardan da Vekî' b. el-Cerrâh,
Ebû Yusuf'a, Muhammed b. Hasan ve emsallerine kadar olan kimseler böyledir.
Bunlardan sonra gelen
Şafiî, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Râhûye, Ebû Ubeyd Kasım b. Sellam, Abdullah b.
Zubeyr el-Humeydî, Ebû
Sevr,
Muhammed b. Nasr el-Mervezî, Muhammed b. Cerîr et-Taberî ve Ebû Bekr b.
el-Munzir de böyledir.”
[59]
Görüldüğü üzere, İbn
Teymiyye, Ebû Hanîfe, Ebû Yusuf ve Muhammed b. Hasan'ı gece gündüz iimî
araştırma yapan, herhangi bir kimseyle alıp veremedikleri olmayan,
inceledikleri şer'î delillere göre bazan bir sahabinin, bazan da başka bir
sahabinin sözünü tercih eden kimseler arasında zikretmekte ve akranlarının
isimlerini bir bir saymaktadır.
İbn Teymiyye aynı
kitabının başka bir yerinde, Ebû Hanîfe ve öğrencilerinin ümmet içindeki doğru
sözlü bilginlerden olduklarını açıklamaktadır.
[60]
Minhâcu's-Sunne'in
başka bir yerinde de şöyle söylemektedir:
“Ümmetin tarihine
bakarsak, bunlardan sonra da herkesin zekalarını ve doğruluklarını takdir edip
tasdik ettiği kimseler gelip geçmiştir. Saîd b. Museyyeb, Hasan Basrî, Atâ b.
Ebî Rabâh, İbrahim en-Nehaî, Alkame, Esved, Abîde es-Selmânî, Tavus, Mücahid,
Saîd b. Cubeyr, Ebu'ş-Şe'sâ Cabir b. Zeyd, Ali b. Zeyd, Ali b. Hüseyin, Ubeydullah
b. Abdullah b. Utbe, Urve b. Zubeyr, Kasım b. Muhammed b. Ebû Bekr, Ebû Bekr b.
Abdurrahman b. Haris b. Hişâm, Mutarrif b. Şihhîr, Muhammed b. Vâsi', Habîb
el-Acemî, Malik b. Dînar, Mekhûl, Hakem b. Uteybe, Yezîd b. Ebî Habîb ve
sayılarını sadece Allah'ın bilebileceği diğerleri.
Bunlardan sonra Eyyub
es-Sehtiyânî, Abdullah b. Avn, Yunus b. Ubeyd, Cafer b. Muhammed, Zuhri, Amr b.
Dînâr, Yahya b. Saîd el-Ensârî, Rebîa b. Ebî Abdurrahman, Ebu'z-Zinâd, Yahya b.
Ebî Kesir, Katâde, Mansur b. Mu'temir, A’meş, Hammad b. Ebî Süleyman, Hişam
ed-Destuvâî, Saîd b. Ebî Arûbe gibiler.
Bunlardan sonra da
Malik b. Enes, Hammad b. Zeyd, Hammâd b. Seleme, Leys-b. Sa'd, Evzâî, Ebû
Hanîfe, İbn Ebî Leylâ, Şerik, İbn Ebî Zi'b, Îbnu'l-Mâcişûn gibiler.
Bunlardan sonra da
Yahya b. Saîd el-Kattân, Abdurrahman b. Mehdî, Vekî' b. el-Cerrâh, Abdurrahman
b. Kasım, Eşheb b. Abdulazîz, Ebû Yusuf, Muhammed b. Hasan, Şafiî, Ahmed b.
Hanbel, İshak b. Râhûye, Ebû Ubeyd, Ebû Sevr gibi, makam ve mal uğruna faziletli
olmayanı öne almak gibi bir amaçları olmayan, gerek ilmî tedkik açısından ve
gerekse ilmin inceliklerini ortaya çıkarma açısından insanların en önde
gelenlerinden olan ve sayılarını sadece Allah'ın bilebileceği kimseler. “
[61]
İbn Teymiyye
Minhâcu's-Sunne adlı eserinin başka bir yerinde şöyle söyler:
“...Hadis, tefsir,
tasavvuf, fıkıh imamları aynen dört mezhep imamları ve onlara tabi olanlar
gibidirler.”
[62]
İbn Teymiyye
Minhâcu's-Sunne nin başka bir yerinde de şunu der:
“...Malik, Sevrî,
Evzâî, Leys b. Sa'd, Şafiî, Ahmed, İshak, Ebû Hanîfe, Ebû Yusuf gibi dinde
imamlıkla tanınan İslam alimleri...”
[63]
Yine bir yerde de
şöyle söyler:
“...İşte bu, Malik b.
Enes, Sevrî, Leys b. Sa'd, Evzâî, Ebû Hanîfe, Şafiî, Ahmed b. Hanbel, İshak,
Davud, Muhammed b. Huzeyme, Muhammed b. Nasr el-Mervezî, Ebû Bekr b. Munzir,
Muhammed b. Cerîr et-Taberî gibi kendilerine tabi olunan imamların ve
öğrencilerinin görüşüdür.”
[64]
Bu büyük alimlerin,
değerli ilim önderlerinin terceme-i hallerini rical ve tarih kitaplarında
okuyanlar, onların kadr-u kıymetlerini ve dinde imam olduklarını ikrar
edeceklerdir. Nitekim Hafız İbn Teymiyye de İmam ve iki öğrencisini büyük
insanlar içinde saymıştır. Bazan onları “tabi olunan imamlar” olarak
tanımlarken, bazan “dinde imamlıkla tanınan İslam alimleri” olarak tavsif
etmekte, bazan “hadis, tefsir, tasavvuf, fıkıh üstadların” olarak belirtmekte,
yerine göre “ilmi tedkik ve ilmin inceliklerini ortaya çıkarma açısından
insanların en önde gelenleri” derken, bazan da “herkesin zekalarını ve
doğruluklarını takdir edip tasdik ettiği kimseler” diye nitelemekte, bir yerde
de “gece gündüz ilmî araştırma yapan insanlar” diye tanımlamaktadır.
Bu mümtaz sıfatları
taşıyan kimselerin hadiste imam, rivayetlerde sika oluşları; son derece sağlam
tedkik sahibi kimseler oldukları; zaptları, hafızalarının ve kabiliyetlerinin
üstün olduğu; Kur'ân ve sünnet ilimlerinde otorite oluşları hususunda artık bir
inceleme yapma, sorup araştırma. Çünkü bunlar köprüyü çoktan geçmiş, ilimde en
zirveye çıkmış insanlardır. Rical ve tabakat kitapları onların faziletleri ve
menkıbeleriyle doludur. Onlar üstün başarıları ve zirveye ulaşmalarıyla meşhur
olmuşlardır. Allah, diğerleri gibi onlara da doğru bir lisan nasip etmiş,
fetvalar onların sözlerine göre şekillenmiş, ümmet onlara tabi olmuştur. Bu
nedenle, onlara çirkin iftira atanların ya da ilim ve rivayet alanında eksik
olduklarını söyleyenlerin hezeyanları kabul edilemez. Allah, doğruyu
söyleyendir. O aynı zamanda doğru yola sevkedendir.
[65]
Adaletiyle
[66]
tanınıp meşhur olan imamlar hakkında üstad, önder, müctehid, Şeyhülislam Ebû
İshak eş-Şîrâzî eş-Şâfiî, ei-Luma' fî Usûli'l-Fıkh adlı eserinde “bâbu'l-kavli
fi'1-cerh ve't-ta'dîl” bölümünde şöyle demektedir:
“Ezcümle, ravi şu
durumlardan birinde bulunur:
(a) Ya
adaleti bilinir,
(b) Ya
fasıklığı bilinir,
(c) Ya da
durumu tesbit edilemez. (Mechûlu'l-hâl). Eğer ravi, adaleti bilinen sahabî
[67],
tabiînin en faziletlileri olan Hasan, Ata, Şa'bî, Nehaî gibilerden veya Sufyan,
Ebû Hanîfe, Şafiî, Ahmed, İshak ve onlar gibi olan büyük imamlardan biriyse,
naklettiği haberin kabul ediimesi gerekir. Böyle bir kimsenin adaletinin araştırılması
icap etmez.
[68]
İmam, hafız, müftü,
Şeyhülislam Takıyyuddin Ebû Amr Osman b.
Selahaddin
Abdurrahman eş-Şehrezûri eş-Şâfiî (İbnu's-Salâh) meşhur eseri Ulûmu'l-Hadîs'de
şöyle demektedir:
“Nakil bilginleri
nezdirıde meşhur olan, sika ve güvenilir oluşları nedeniyle medh-u sena edilen
kimsenin adaletini ortaya koyacak bir delil aranmaz, Şafiî mezhebinde doğru
olan budur; usul-ü fıkıh ilminde de bu şekilde kabul edilmiştir.
Hadisçilerden konuyu
bu şekilde zikredenlerden biri de Hafız Ebû Bekr el-Hatîb'dir. O, buna örnek
olarak Malik, Şu'be, Sufyan es-Sevrî, Sufyan b. Uyeyne, Evzâî, Leys,
İbnu'l-Mubârek, Vekf, Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Maîn, Ali b. el-Medînî ile
adalet ve doğrulukta bunlar gibi tanınanları örnek vermiştir. Böylesi
kimselerin adaletlerinden sual edilmez. Durumu araştırıcılara kapalı olan
kimselerin adaleti sorulup araştırılır.
[69]
İmam, allâme, usul
alimi, münekkid, muhaddis, Hanefilerin müdakkik araştırıcısı Kemâl b. Humam
Tahrîru'l-Usûl adlı eserinde şöyle demektedir:
Malum olduğu üzere, bir
insanın meşhur olması onun adaletini ve zabtını gösterir. Malik, Sufyan
es-Sevrî, Sufyan b. Uyeyne, Evzâî, Leys, İbnu'l-Mubârek ve diğerleri gibi. Hiç
şüphe yok ki, haklarında oluşan müspet kanaat, onları tezkiye etmenin
sağladığının çok üstünde bir durum arz eder. Bundan dolayıdır ki, Ahmed b.
Hanbel kendisine İshak'ın durumunun sorulmasını yadırgamış, İbn Maîn de Ebû
Ubeyd'in nasıl olduğu sorusuna “bilakis insanlar ondan sorulur” karşılığını
vermiştir.
[70]
Üstad, imam, büyük
alim, allame, ilim deryası, alimlerin önderi Abdulalî b. Nizameddin el-Ensârî
es-Sihâlevî el-Leknevî de şöyle demiştir:
“Adaleti tanıtan
ölçütler meselesi: Adalet, bir takım kıstaslarla bilinir. Bunlardan biri de
şöhret ve hakkındaki olumlu bilgilerin tevatür derecesine ulaşmasıdır. İmam
Maİik, Evzâî, Abdullah b. Mübarek ve diğerleri ile imam, büyük üstad Ebû Hanîfe
ve iki öğrencisi yanında diğer (meşhur) talebeleri, İmam Şafiî, Ahmed b. Hanbel
ve öteki büyük imamlar böyledir. Bunların şöhretleri, ilim zaviyesinden adil olduklarını
söylemenin çok üstünde bir durum arz eder. Şöhretleri tezkiye edilmelerinin
üstünde bir durum arz ettiğinden dolayıdır ki, Ahmed b. Hanbel, İshak b.
Râhûye hakkında 'adil midir değil midir' diye soran kimsenin sorusunu
yadırgamıştır. Aynı şekilde Yahya b. Maîn de Ebû Ubeyd'in durumunu soran
kişiye, sen onun durumunu soruyorsun, “bilakis insanlar ondan sorulur”
demiştir. Yani senin durumunu sorduğun kişi adaletiyle meşhur biridir,
birilerini tezkiye etmek için ona müracaat edilir, sense kalkmış onun durumunu
soruyorsun.”
[71]
İmam, allâme, büyük
hafız, Mısır böjgesinin hafızı ve fakihi Ebû Cafer Ahmed b. Muhammed et-Tahâvî
el-Hanefî Beyânu İ'tikâdi Ehli's-Sunne ve'l-Cemâa alâ Mezhebi Fukahâi'l-Mille:
Ebî Hanîfe en-Nu’mân b. Sabit el-Kûfi ve Ebî Yusuf Ya'kûb b. İbrahim el-Ensârî
ve Ebî Abdi ilah Muhammed b. el-Hasan eş-Şeybânî adlı eserinde şöyle
demektedir:
“Geçmiş selef
bilginleri ile haber, rivayet, fıkıh ve istidlal uzmanı olan tabiîn alimleri
ancak güzellikle yâd edilirler. Onlardan kötü bir şekilde bahseden kişi yanlış
yol üzerindedir.”
İşte Zehebî’nin İmam-ı
A'zam Ebû Hanîfe'yi, Büyük İmam Şafiî'yi, İmam Buhârî'yi el-Muğnî ani'd-Duafa'da
ve Mfzân'ında zikretmemesinin nedeni budur. Mîzânu'l-İ'tidâl’inin
mukaddimesinde bu durumu şöyle açıklamaktadır:
“Ebû Hanîfe, Şafiî ve
Buhârî gibi kendilerine tabi olunan imamlardan hiçbir kimseyi bu kitabımda
zikretmeyeceğim. Çünkü onlar İslam'da çok yüce bir yere sahiptirler ve
insanların gönüllerinde taht kurmuşlardır.”
[72]
İmam Ebû Hanîfe'yi
diğer imamlardan ayırt eden bir özellik de, mezhebine mensup olanların
sayısının fazlalığı ve mezhebinin dünyanın dört bir tarafına yayılıp meşhur
olmasıdır. Yeryüzü müslümanlarının yarısı, hatta üçte ikisi onun mezhebine
bağlıdır. Ayrıca onun mezhebi ilk tedvin edilen mezheptir.
Hafız Zehebî Siyeru
A'lâmi'n-Nubelâ'da şöyle demektedir:
“Evzâî’nin mezhebi bir
müddet meşhur otup yayıldı ancak daha sonra mensupları kaybolup gitti. Sufyan
ve isimlerini verdiğimiz diğerlerinin mezhepleri de aynı akibete uğradılar.
Bugüne kadar sadece dört mezhep varlığını sürdürdü. Müctehid olmaları bir
tarafa, kaybolan mezhepleri hakkıyla öğrenerek ayakta tutan insan sayısı azdı.
Ebû Sevr'in mezhebinin de 300 yılından sonra mensubu kalmadı. Davud'un
mezhebinin de az mensubu kaldı. İbn Cerîr'in mezhebi ise 400 yılından sonraya
dek kaldı... Davud'un mezhebinde de bir sapma yoktur; içinde güzel
değerlendirmeler vardır, naslara tabiiyet söz konusudur. Bazı alimler ondan
farklı düşünmezler. Ancak, bir kısım meselelerdeki yaklaşımları mezhebinin
itibarını düşürmüştür.”
[73]
Zehebî,
Tezkiretu'l-Huffâz'da da şöyle demektedir: “Şamlılar, ardından da Endülüslüler
bir müddet Evzâî’nin mezhebine tabi oldular. Sonra bu mezhebi bilenler kalmadı.
Ondan geriye, ihtilaflı konuiarı işleyen kitaplarda bulunan bilgiler kaldı.”
[74]
Efendim İmam Rabbani
Abdulvehhab Şa'rânî Mîzân kitabında şöyle demektedir:
“Ebû Hanîfe’nin
mezhebi ilk tedvin edilen mezhepdir. Bazı keşif ehli insanların belirttiği
gibi, en son kaybolacak mezhep te odur. Allah Ebû Hanîfe'yi dini ve kulları
için imam olarak seçmiştir. Her asırda mensupları artarak devam etmektedir ve
bu durum kıyamete kadar sürecektir. Eğer bu mezhep mensuplarından birisi
hapsedilip kırbaçlansa, bu mezhebi bırakacaksın dense, yine de bu yoldan
ayrılmaz. AlIah o imamdan, tabiilerinden, ona ve diğer imamlara saygıda kusur
etmeyenlerden razı olsun.”
[75]
Şa'rânî Mizdân'da şunu
da demektedir:
“Allah Teâlâ (mana
aleminde) dinin kaynağını gözleme imkanı bahşedince, bütün mezheplerin ona
bağlı olduğunu gördüm. (Bu kaynaktan beslenen) dört imamın mezheplerinin su
arklarının hepsinin de aktığını müşahede ettim. Bu arada kaybolup gitmiş, hiç
mensubu kalmamış mezhepleri de gördüm. Arkları taşlaşmıştı. İmamlar içinde arkı
en uzun olanın Ebû Hanîfe olduğunu müşahede ettim. Bunu sırasıyla İmam
Maiik'inki, İmam Şâfiî’ninki, İmam Ahmed b. Hanbel'inki takip etmekteydi. Arkı
en kısa olanları ise İmam Davud'un mezhebi idi. Bu mezhep beşinci hicri asırda
kaybolup gitmiştir. Arkların uzunluğuyla kısalığını, imamların mezhepleriyle
amel edilmesi sürelerine yordum. Keşif ehli, İmam Ebû Hanîfe’nin mezhebi ilk
tedvin edilen mezhep olduğu gibi son kaybolacak mezhep olduğunu söylemiştir.”
[76]
Şemsuleimme İmam Ebû
Bekr Muhammed b. Ahmed b. Ebî Sehl es-Serahsî Usûlu’ı-Fıkh’ında şöyle
demektedir:
“İmam Ebû Hanîfe kendi
döneminde hadisi en iyi bilen insandı. Ravinin hadisi hakkıyla zabtetmiş olma
şartını aradığından dolayı naklettiği hadisler az olmuştur.”
[77]
İmam Alaaddin Ebû Bekr
Mes'ûd el-Kâsânî de, Bedâiu's-Sanâi' fî Tertibi'ş-Şerâi' adlı eserinde şöyle
demektedir:
“Ebû Hanîfe hadis
sarraflarından idi. Onun takip ettiği metod şu idi: Haberleri vahid de olsalar
kıyasa tercih ederdi. Aradığı şart ravinin adil olması, bu yönünün aşikâre
bilinmesiydi.”
[78]
Kâsânî mezkur
kitabının bir başka yerinde, “Ebû Hanîfe bir hadise sahihtir dediği zaman,
hiçkimse o hadisi eleştirecek bir nokta bulamaz”
[79]
demektedir.
Hadis hafızlarının
tabakalarına dair eserler yazan mütehassıs, seçkin hadis hafızları Ebû
Hanîfe'yi hafızlar içinde zikretmekte mutabıktırlar. İşte İmam Zehebî.
Tezkiretu'l-Huff'âz'ında onu zikretmekte ve medh-u senada bulunmaktadır.
Kitabının giriş kısmında ise şöyle demektedir: “Bu eserde anılacak olanlar,
Nebevi ilmi yüklenmiş, adil kabul edilen, ravilerin güvenilir veya zayıf kabul
edilmesinde keza rivayetlerin sahih veya zayıf kabul edilmesinde
değerlendirmelerine müracaat edilen kimselerdir.”[80]
Zehebî’nin zikri geçen Tezkiretu'l-Huffâzı matbu olup, pekçok defa basılmıştır.
İmam, muhaddis, hafız,
pekçok ilimde derinleşmiş Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Abdulhâdî el-Makdisî
el-Hanbelî de, el-Muhtasar fî Tabakâti Ulemâi'l-Hadîs adlı eserinde Zehebî'ye
tabi olmuş ve Ebû Hanîfe'yi zikretmiştir. Terceme-i halini vermiş ve hayırla
yad etmiştir. Kitap şimdiye dek basılmamıştır.[81] Ben
konuyla ilgili değerlendirmenin bütününü buraya almak istiyorum:
Ebû Hanîfe, Nu’man b.
Sabit b. Zûtâ et-Teymî mevlâhum el-Kûfî. İmam, Irak'ın fakihi. 80 yılında
doğdu. Kufe'ye geldiğinde Enes b. Malik'i birçok defa görmüştür. Bunu İbn Sa'd,
Seyf b. Câbir'den nakletmiştir. Seyfde bunu bizzat Ebû Hanîfe'den duyduğunu
söylemiştir.
Ebû Hanîfe, Atâ,
Nâfi', Abdurrahman b. Hürmüz el-A'rec, Adiy
b. Sabit, Seleme b. Kuheyl, Ebû Cafer Muhammed b. Ali,
Katâde, Amr b. Dînâr, Ebû İshak ve başkalarından hadis rivayet etmiştir.
Zufer b. Huzeyl, Davud
et-Tâî, Ebû Yusuf, Muhammed, Esed b. Amr, Hasan b. Ziyad el-Lu'luî, Nuh
el-Câmi', Ebû Mutf el-Belhî ve başkaları fıkıh eğitimini ondan almışlardır.
Kendisi de Hammad b. Ebî Süleyman ve başkalarından fıkıh eğitimini almıştır.
Kendisinden hadis
rivayet edenlere gelince: Vekf, Yezid b. Harun, Sa'd b. Salt, Ebû Âsim,
Abdurrezzak, Ubeydullah b. Musa, Ebû Nuaym, Ebû Abdirrahman el-Mukrî ve
diğerleri.
Ebû Hanîfe dinde imam
idi. Verâ sahibi, alim, ibadet ehli, çok değerli bir insandı. Sultanın
hediyelerini kabul etmezdi. Bunun yerine ticaretle meşgul olur ve kendi
kazancını kendisi temin ederdi.
Dırar b. Surad
anlatıyor: Yezid b. Harun
“Hangisi daha
fakihtir. Sevrî mi, Ebû Hanîfe mi?” sorusuna şu cevabı vermiştir:
“Ebû Hanîfe daha
fakihtir. Sufyan ise hadisi daha iyi bilirdi.”
İbnu'l-Mubarek de
şöyle demiştir: “Ebû Hanîfe insanların en fakihi idi.” Şafiî de “insanlar
fıkıhta Ebû Hanîfe'ye muhtaçtırlar” demiştir. Yezîd de “Ebû Hanîfe'den daha
verâ sahibi ve daha akıllı birini görmedim” derken, Ebû Davud da “Allah Ebû
Hanîfe'ye rahmet etsin. O dinde imam idi” demiştir.
Bişr b. Velid, Ebû
Yusuf dan naklediyor: Ebû Hanîfe ile birlikte yürürken bir adam diğerine
“İşte geceleri hiç
uyumayan, ibadetle geçiren Ebû Hanîfe geçiyor” dedi. Bunun üzerine Ebû Hanife
“Yapmadığım şeyler
söylenmiyor” dedi. Ebû Hanîfe gecelerini namaz, dua, niyaz ile geçirirdi.
Menakıb ve faziletleri pekçoktur. Vefatı hicrî 150 yılı Recep ayı idi. Allah
rahmet etsin.
[82]
Makdisî kitabının
başında da şöyle demiştir: “Bu muhtasar bir çalışma olup, sahabeden,
tabiînden, tebeuttâbiînden hadis ilmiyle iştigal eden kişinin mutlaka tanıması
gereken bazı hafızları kapsamaktadır.”
Kitap muhtasar bir
çalışma olmasına rağmen Ebû Hanîfe'yi zikretmiştir. Bu da Ebû Hanîfe’nin,
terceme-i hali bilinmesi gereken sayılı hafızlardan biri olduğunu
göstermektedir.
Buraya kadar zikri
geçenlerden sonra imam, allame, hafız, Şam bölgesinin, tarihçisi ve hadisçisi,
İbn Nasır diye meşhur olan Şemseddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû Bekr
eş-Şâfiî, Bedîatu'l-Beyân an Mevti'l-A'yân adlı manzum eseri ile bunun şerhi
olan et-Tibyân li Bedîati'l-Beyânında Ebû Hanîfe'yi hafızlar arasında
zikretmiştir. Birarada basılan eser nazım ve nesir haiinde hafızların
tabakalarını vermektedir. Bunun bir nüshasını 1387/1967 yılındaki hac
yolculuğum sırasında Medine'deki Şeyhülislam Arif Hikmet Kütüphanesi'nde gördüm.
Kitap, tarih kitapları arasında 48 numarada bulunmaktadır. Onda şu bilgiler
yer almaktaydı:
Bu ikisinin ardındaki
kişi: Cureyc ed-Dânî’nin genci, Ebû Hanîfe en-Nu’mân gibi.
Yani Haccâc ile
Zubeydî’nin vefatından bir yıl sonra
[83] İbn
Cureyc ile İmam Ebû Hanîfe vefat etti.
Birinci kişi,
Ebu'l-Velîd Abdulmelik b. Abdulazîz b. Cureyc'dir. Ebû Halid el-Umevî mevlâhum
el-Mekkî olduğu da söylenmiştir.
İkinci kişi de, Numan
b. Sabit b. Zûtâ et-Teymî mevlâhum el-Kûfî'dir. Farslı olduğu söylenmiştir.
(Torunu) İsmail b. Hammad b. Ebî Hanîfe'den nakledildiğine göre şöyle demiştir:
“Ben İsmail b. Hammad b. Numan b. Sabit b. Numan b. Merzubân. Hür
Farslılardan. Vallahi biz hiçbir zaman köle olmadık.”
Seyf b. Cabir'in
bizzat Ebû Hanîfe'den işittiğine göre İmam, Kufe'ye geldiğinde Enes b. Mâlik'i
pek çok kez görmüştür. Ebû Hanîfe, Atâ, Nâfi', Amr b. Dînâr, A'rec, Katâde ve
diğer pekçok seçkin kimseden hadis dinlemiştir.
Büyük kentlerdeki
imamlarından biriydi. Irak'ın fakihiydi. İbadet ehli olan çok değerli bir
insandı. Ticaretle meşgul olur, sultanın hediyelerini kabul etmezdi.
Ebû Hanîfe bir.
rekatta Kur'ân'ı hatmeden bir insandı. 40 yıl yatsının abdestiyle sabah
namazını kılmıştır. Faziletleri pekçoktur ve meşhurdur. Şafiî onun hakkında
şöyle demiştir: “İnsanlar fıkıhta Ebû Hanîfe'ye muhtaçtırlar”
[84]
İbnu'l-Mibred diye
meşhur olan imam, muhaddis, Cemaleddin Yusuf b. Hasan b. Ahmed b. Abdulhadi
es-Sâlihî ei-Hanbelî de Tabakâtu'l-Huffâz adlı eserinde Ebû Hanîfe'yi
zikretmiştir. Üstad, allame, muhaddis Abdullatif b. el-Mahdûm Muhammed Hâşim
es-Sindî de bunu ondan Zebbu Zubâbâti'd-Dirâsât ani'l-Mezâhibi'l-Erbaati'l-Mutenâsibât
adlı eserinde aktarmıştır.
[85]
Yukarıdakilerden sonra
hafızların sonuncusu İmam Celaleddin Suyûtî Tabakâtu'l-Huffâz adlı eserinde Ebû
Hanîfe'yi zikretmiştir. Hafız Suyûtî’nin Ebû Hanîfe’nin terceme-i halinde
söylediklerini et-Ta'likât ala Zebbi Zubâbâti'd-Dirâsât ani'l-Mezâhibi'l-Erbaati'l-Mutenâsibât
adlı eserimde zikrettim. Oraya bakabilirsiniz. Ayrıca Suyûtî’nin Tabakâtu'l-Huffâzı
Avrupa ve Beyrut'ta basılmıştır. Suyûtî kitabının başında şöyle demiştir
[86]:
“İmdi; hadis
hafızlarına yönelik Tabakâtu'l-Huffâz adlı bu kitap, Nebevî ilmi taşıyan, adil
kabul edilmiş, ravilerin güvenilir veya zayıf kabul edilmesinde keza
hadislerin zayıf veya sahih sayılmasında değerlendirmelerine müracaat edilen
kişilere yönelik bir çalışmadır. Bu eser Hafız Ebû Abdillah ez-Zehebî’nin
Tabakat’ından özetledim. Ondan sonra yaşamış kimseleri de çalışmaya ekledim.”
Suyûtî'den sonra hadis
ve rical ilminin mütehassıslarından- olan üstad, allame, muhaddis Muhammed b.
Rüstem b. Kubâd el-Hârisî el-Bedahşî, Terâcimu'l-Huffâz adlı eserinde Ebû
Hanîfe'yi zikretmiştir. Bu çalışma, hafızların terceme-i hallerine yönelik
kalın bir cilttir. Kitabını imam, hafız Sem'ânî’nin Kitâbu'l-Ensâb’ından
derleyerek hazırlamıştır. Bazı terceme-i hallerde özetlemeye gitmiş, çoğunda da
son derece faydalı ilavelerde bulunmuştur. Çalışmasını Hindistan'ın başkenti
Delhi'de 1146/1733 yılı Rebîulevvel'in 9'u Perşembe günü bitirmiştir.
Kitabında şöyle demektedir:
“İmam-ı A'zam Ebû
Hanîfe Numan b. Sabit el-Kûfî. Kendisine tabi olunan dört imamdan biridir.
Sem'ânî onu Hazzâz (İpek tüccarı) madde başlığı altında zikretmiştir. Bazı
Irak'lı din bilginleri bu meslekle şöhret olmuşlardır. Kufelilerden bu sıfatla
Ebû Hanîfe Numan b. Sabit el-Kûfî meşhur olmuştur. İlimde derinleşmesine, ince
manalara ve kapalı hususlara vâkıf olmasına rağmen ipek satıyor, helal kazanç
için maîşetini bundan temin ediyordu. Bu işi ilk başlarda yaptığı da söylenmiştir.
Kazanmış olduğu şöhret, ondan uzunca bahsetmeye gerek braktırmamaktadır. Hicrî
70 yılında doğmuş, 150 yılında vefat etmiştir. Sem'ânî Hazzâz başlığı altında
bunları söylemiştir.
Sem'ânî daha sonra Râî
(Reyle ictihad eden) maddesinde Ebû Hanîfe'yi tekrar zikretmiştir. Râî kelimesinin
ne anlama geldiği Rebîa b. Ebî Abdurrahman’ın terceme-i halinde geçmişti
[87]Sem'ânî
burada şunları söyler:
Ebû Hanîfe Numan b.
Sabit b. Numan b. Merzubân et-Teymî el-Kûfî. Rey üstadı. Rey ekolünün İmamı.
Iraklıların imamı. Sahabeden Enes b. Mâlik'i görmüştür.
Atâ b. Ebî Rabâh, Ebû
İshak es-Sebîî, Muhârib b. Disâr, Hammad b. Ebî Süleyman, Heysem b. Habîb, Kays
b. Müslim, Muhammed b. Munkedir, İbn Ömer'in azadlısı Nâfi', Hişam b. Urve ve
Sımak b. Harb'dan hadis dinlemiştir.
Kendisinden de Huşeym
b. Beşîr, Abbâd b. Avvâm, Abdullah b. Mübarek, Vekî' b. Cerrah, Yezid b. Harun,
Kâdî Ebû Yusuf, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, Amr b. Muhammed el-Ankazî, Hevze
b. Halife, Ebû Abdurrahman el-Mukrî, Abdurrezzak b. Hemmam ve başka kimseler
rivayet etmişlerdir.
Ebû Hanîfe Kufe'li
olup Teym kabilesindendir. Hamza b. Habib ez-Zeyyât'ın obasındandır. Kufe'de
doğmuştur. Halife Ebû Cafer el-Mansur onu Bağdad'a göç ettirmiştir. O da vefat edene kadar
burada kalmıştır. Babası Sabit b. Numan b. Merzubân'ın hür Farslılardan olduğu
söylenmiştir. Babası Sabit küçükken Hz. Ali’nin yanına varmıştır. Hz. Alide hem
onun hem de nesli için hayır dualar etmiştir. Ayrıca Nevruz günü Hz. Ali'ye
pelte tatlısı hediye eden kişinin dedesi Numan b. Merzubân olduğu, Hz. Ali’nin
de “bizim hergünümüz Nevruzdur” dediği nakledilmiştir. Bir rivayette de bu
olay Mihricân günü
[88]
gerçekleşmiş, Hz. Ali de “bizim hergünümüz Mihricândır” demiştir.
Birgün İbn Hubeyra,
kadılığı teklif etti. Ancak o buna yanaşmadı. O da her gün 10 tane vurulmak
üzere 110 kırbaç cezası verdi. İmam ise cezaya sabretti ve kabule yanaşmadı.
İbn Hubeyra, sonucu görünce onu serbest bıraktı.
O sürekli ilim
tahsiliyle meşgul olmuş, sonunda hiç kimsenin ulaşamadığı bir noktaya
erişmiştir. Birgün Halife Mansûr'un yanına girmiş. Yanında da İsa b. Musa
varmış. İsa onun için “bu zat, bugün yeryüzünün en büyük alimidir” demiş.
Ebû Hanîfe birgün
rüyasında kendisini Hz. Peygamber'in kabrini kazıp açarken görmüş. Rüya
Muhammed b. Sîrîn'e aktarılınca şöyle demiş:
“Bu rüyayı gören kişi,
kendisinden önce hiç kimseye nasip olmamış bir şekilde ilim yayacaktır.”
Mis'ar b. Kidâm da
şöyle derdi: “Kufe'de iki kişiye gıpta ediyorum: Fıkhından dolayı Ebû
Hanîfe'ye. Zühdünden dolayı Hasan b. Salih'e.” Mis'ar şunu da diyordu: “Kim
kendisiyle Allah arasında Ebû Hanîfe’nin hükümlerini koyup uygularsa, o
kimsenin akibetinden korkmaması gerektiğini düşünüyorum. Böyle düşünüp yapan
insanın kendisi için ihtiyat payını bırakarak ölçüyü kaçırmış olduğunu sanmıyorum.”
Fudayl b. Iyâd
anlatıyor: Ebû Hanîfe fıkhıyla maruf, takvasıyla meşhur, çok servet sahibi,
etrafındaki herkese ihsanda bulunmakla tanınmış bir insandı. Gece gündüz ilim
öğretmeye çabalayan, dini yaşantısı güzel, çok susan, ancak haram helale
yönelik bir sorun getirildiğinde konuşan bir insandı. Doğruyu çok güzel bir
şekilde ortaya koyardı. Sultanın hediyelerinden ve malından kaçınırdı.
Kendisine sorulan meselede sahih hadis varsa ona tabi olurdu. Sahabe ve
tabiînden bir şey bulursa onu da alırdı. Bunları bulamazsa çok güzel bir
şekilde kıyasda bulunurdu.
Hicrî 80 yılında
doğdu, 150 yılının Recep ayında vefat etti. Bağdad'da Bâbu't-Tâk'da Hayzurân
Kabristanı'na defnedildi. İzdiham nedeniyle cenaze namazı tam altı kez
kılındı. En son namazını kılan kişi de oğlu Hammad idi. Cenazesini Hasan b.
Umare bir kişiyle birlikte yıkadı. Ben de kabrini birkaç kez ziyaret ettim.
[89]
Zehebî keza İbn
Nâsıruddin Tabakâtu'l-Huffaz kitaplarında Ebû Hanîfe'yi zikretmişlerdir.”
[90]
Ben Bedahşî’nin
kitabının bir yazma nüshasını Hindistan Leknev'de Alimler Cemiyeti’nin merkezi
Dâru'l-Ulûm'daki kütüphanede gördüm.
es-Sîretu'ş-Şâmiyye
müellifi üstad, allame, güvenilir insan, bilge şahsiyet, hafız, tabi olunan
zat, Şeyhülislam Şemseddin Muhammed b. Yusuf es-Sâlihî ed-Dimeşkî eş-Şâfiî, Ukûdu'l-Cumân
fî Menâk'ıbi’l-İmami'l-A'zam Ebî Hanîfe en-Nu’man adlı eserinde 23. bölümü “Ebû
Hanîfe’nin hadislerinin çokluğu, muhaddis hafızların önde gelenlerinden biri
olduğu” husuna ayırmıştır. Burada şöyle demektedir:
“Şunu bil ki, İmam Ebû
Hanîfe hadis hafızlarının büyüklerindendir. Hafız Münekkid Ebû Abdullah
ez-Zehebî, eî-Mumti' ve Tabakâtu'l-Huffâzi'l-Muhaddisin kitaplarında onu
zikretmiş ve çok da isabetli bir iş yapmıştır. Eğer hadislere fazla eğilip
itina göstermemiş olsaydı fıkhî meselelerde kolay İstinbat edemezdi. Şüphesiz
o, delillerden istinbat eden ilk insandır.”
[91]
Allame, muhaddis
İsmail b. Muhammed Cerrah eş-Şâfiî el-Aclİûnî Îkdu'l-Cevheri's-Semîn fî Erbaine
Hadisen min Ehâdîsi Seyyidi'l-Murselîn adlı risalesinde
-er-Risâletu'l-Aclûniyye diye meşhur olan bu sebet'inde
[92] şöyle
demektedir: “İlaveten İmam Ebû Hanîfe en-Nu’mân'ın Musned’inde bulunanları da
ekledim. Bunu da onun bu işin (hadisin) alimlerinden olduğunu göstermek için
yaptım.”
Aclûnî daha sonra “İmam
Ebû Hanîfe en-Nu’mân” ifadesinin yanma haşiyede şunu yazmıştır: “İmamların
imamı, ümmetin kılavuzu Ebû Hanîfe Numan b. Sabit el-Kûfî. Hicrî 80 yılında
doğdu. 150 yılında hakkın rahmetine kavuştu.
Tabiînden sayılan Ebû
Hanîfe tartışmasız müctehidlerin imamıdır. Herkesin ittifakıyla, ictihad
kapısını ilk açan odur. Onun fıkıh ve furû' meselelerdeki durumunu tedkik eden
insan, ilminin genişliği, büyük birikimi, Kitap ve sünneti en iyi bilen kişi
olduğu hususunda şüpheye kapılmaz. Çünkü din, Kitap ve sünnetten alınır. Bu
nedenle, hadiste yeterli olmayan insanların, dini sahih kaynaklardan, hükümleri
dinin tebliğcisi zattan (s.a.v) öğrenmek için, ciddi ve gayretli bir şekilde hadis
tahsiliyle ve öğrenimiyle meşgul olmaları gerekir.
Ebû Hanîfe'den nakilde
bulunan usûl ve hadis alimleri, onun sahih hadisi muteber kıyasa takdim
ettiğinde icma etmişlerdir. Evet, o diğer imamlar gibi çok hadis rivayet eden
biri değildi ancak imam olmanın, müctehid olmanın şartları arasında çok hadis
rivayet etmek yoktur. Ayrıca ictihad etmek, sünnetleri bilmek ve onlar hakkında
malumat sahibi olmakla olur, yoksa onları başkalarına aktararak değil.
Örneğin, sahabenin
imamı, onların en fakihi ve hadisleri en çok bileni olan Ebû Bekr es-Sıddîk.
Bir müslüman onun çok hadis rivayet etmediği hususunda şüphe etmez. Çünkü
sayılı hadis rivayet etmiştir. Keza, icmayla muhaddislerin imamı olan, hicret
yurdu Medine’nin üstadı Malik de böyledir. Onun nezdinde sadece Kitâbu'l-Muvatta'da
bulunan hadisler sahihtir.
[93] Peki
onun için berşey diyen biri var mı?
Biz bunları söylerken,
sünnetlerden bazısının İmam Ebû Hanîfe'ye ulaşmadığını veya ulaştığı halde
sıhhatini tesbit edememiş oluşunu inkar ediyor değiliz. Fakat bu durum bir
insanın müctehidliğine zarar vermez. Nitekim Hz. Ömer bir meselede içtihadına
göre fetva veriyor, daha sonra sünnet kendisine ulaştığında bu fetvasından
dönüyordu. Oysa Hz. Ömer, rivayet bilginlerince kabul edildiği üzere, Hz. Ebû
Bekr'den sonra sahabenin en fakihi idi.
Ebû Hanîfe'ye cephe
alanlar, bilmedikleri konularda onun imam olduğunu, önde bulunduğunu ikrar
etmekle birlikte onu reyci diye suçlamaktaydılar. Halbuki selef alimlerimiz
nezdinde rey, şer'î nassların
manalarına,
Şâri'in koymuş olduğu hükümlerin doğru hikmetlerine vukûfiyet gücü demektir. Şu
bir gerçektir ki, ictihad hatta ilim, hadis bilgisi ve hadislerin İçerdikleri
fıkhı kavramadan tamam olmaz.
Ebû Hanîfe ise hafız,
hüccet ve fakih bir insandı. Çok hadis rivayet etmemişti çünkü ravilerle,
hadis alımıyla, rivayetlerin kabulüyle ilgili koyduğu şartlar ağırdı.
[94]
Ebû Hanîfe’nin, bu
işin üstadı olduğu, büyük ilim merkezlerindeki imamlarından keza hadis
hafızlarının önde gelenlerinden biri olduğu bir gerçektir. Hadis ilmiyle meşgu!
olan bir insanın Ebû Hanîfe'yi bilmemesi düşünülemez. O ilm-i Nebevî'yi taşıyanlardandır;
alimlerce adil kabul edilmiş seçkin kimselerdendir. Keza o, ravilerin güvenilir
veya zayıf kabul edilmesinde, hadislerin sahih veya zayıf diye değerlendirilmesinde
görüşlerine müracaat edilen zevattandır. O Kitap ve sünneti en iyi bilenlerden
biridir.
İbn Teymiyye diye
meşhur olan Ebu'l-Abbas Ahmed b. Abdulhalim er-Redd ale'l-Bekrî diye tanınan
Telhîsu Kitabi'l-İstiğâse adlı eserinde şöyle demektedir: “Yahya b. Maîn,
Buhârî, Müslim, Ebû Hatim, Ebû Zur'a, Nesâî, Ebû Ahmed b. Adiy, Dârekutnî ve
benzerlerinin raviler, sahih ve zayıf hadisler hakkındaki değerlendirmeleri
Mâlik, Sevrî, Evzâî, Şafiî ve benzerlerinin ahkam, helal ve haramın tanınması
yönünde verdikleri hükümler gibidir. Bununla beraber, imamlardan bir kısmı her
iki gruptaki imamlar gibidir. Guruplardan birinde sayılmaya daha uygun olsalar
da her iki gruba da dahildirler.
Nitekim Malik, Şafiî,
Ahmed, İshak b. Râhûye, Ebû Ubeyd keza Evzâî, Sevrî, Leys gibi alimler hem
hadiste hemde fıkıhta en öndeki imamlardır. Ebû Hanîfe’nin öğrencisi Ebû Yusuf
ile Ebû Hanîfe’nin kendisi de böyledir. Ancak bu imamlardan bazısı her iki
ilimde diğerlerine göre üstündür. Bir kısmı da bu ilim dallarından birinde
diğerlerine göre üstündür. Allah bütün ilim ve İman ehli insanlardan razı olsun.”
[95]
Hafız, mütehassıs,
münekkid Şemseddin Zehebî, Zikru Men Yu'temedu Kauluhû fi'l-Cerh ve't-Ta'dîl
adlı eserinde şöyle der:
“Sahabe döneminin
sonuna doğru ravileri tezkiye ve cerh eden ilk insanlar:
1- Şa'bî.
2- İbn Şîrîn
ve diğerleri. Bir kısım ravilerin güvenilir, bir kısmının da zayıf olduğu
bunlardan öğrenilmiştir.
Bu dönemde zayıf ravilerin
az olmasının nedenine gelince: Kendilerinden hadis alman zayıf raviler az idi.
Hadis alınanların çoğu adil olan sahabilerdi. Sahabilerin dışındakilerin çoğu
da sika idi. Bunlar rivayet ettikleri hadisleri hakkıyla belliyorlardı.
İşte,bunlar tabiînin büyükleridir. İçlerinde, zayıf sayılan kişiler tek tüktü.
Haris el-A'ver, Âsim b. Damre gibi.
Evet, onların içinde
Haricîler, Şia ve Kaderiyye gibi bidat ehlinin pekçok önderi bulunuyordu.
(Ancak bunlardan hadis alınmıyordu). Abdurrahman b. Mulcem, Muhtar b. Ebû Ubeyd
el-Kezzâb, Ma'bed el-Cuhenî gibi. Daha sonra ikinci yüzyılın başlarında
tabiînin orta yaş gurubundan ve küçüklerinden oluşan bir gurup zayıf ravi
ortaya çıktı. Bunlar ya hafızaları ya da bidatleri nedeniyle cerh edildi.
Atiyye el-Avfî, Ferkad es-Sebahî, Cabir el-Cu'fî, Ebû Harun el-Abdî gibi.
Hicrî 150'ye doğru
yani tabiînin büyük kısmının vefat ettiği döneme gelindiğinde, mütehassıs bir
gurup, ravilerin güvenilir veya zayıf olduğunu belirtici değerlendirmeler
yapmaya başladı ve:
3- Ebû Hanîfe
“Cabir el-Cu'fî'den daha yalancı birini görmedim” dedi.
4- A’meş bir
gurup ravinin zayıf, diğer bir gurubun da güvenilir olduğunu belirtti.
5- Şu'be
bazı ravileri tenkid etti.
6- Malik de
aynı şeyi yaptı.”
[96]
Hafız İbn Hacer'in öğrencisi
Hafız Ebu'1-Hayr Muhammed b. Abdurrahman es-Sehâvî şöyle demektedir:
“Zehebî’nin belirttiği
gibi, sahabeden bir topluluk rical tenkidinde bulundu. Bunlardan sonra Şu'be,
İbn Şîrîn gibi tabiînden bazı insanlar ricai tenkidinde bulundular. Ancak tabiîn
içinde bu işi yapan insan sayısı fazla değildi. Çünkü hadisleri alınan zevat
içinde zayıf raviler azdı. Zira o dönemdeki ravilerin çoğu adil sahabilerdi.
Kendilerinden hadis alınan sahabi dışındaki insanlara gelince, bunların çoğu
sika idi. Geçen ilk asırda, sahabe ile birkaçı dışında- tabiînin büyüklerinden
zayıf kabul edilen kimse neredeyse yoktu. Haris el-A'ver, Muhtar el-Kezzâb
gibi.
Birinci asır geçip
ikinci asır girince, yüzyılın başlarında, tabiînin orta yaş gurubundan bir
gurup ravi zayıf kabul edildi. Bunlar hadisleri almalarındaki ve
zabtetmeîerindeki kusurlarından dolayı zayıf sayıldılar. Bunların mevkuf
hadisi merfu olarak naklettiklerini, çok defa aradaki raviyi atlayarak Hz.
Peygamberden direk hadis rivayet ettiklerini, bunun yanında bir takım
hatalarının daha olduğunu görürsünüz. Ebû Harun el-Abdî bunlardan biridir.
Tabiînin döneminin
sonu olan hicri 150'ye doğru, imamlardan bir topluluk ravilerin güvenilir veya
zayıf oldukları hususunda değerlendirmelerde bulunmaya başladılar, örneğin Ebû
Hanîfe şöyle dedi: “Cabir el-Cu'fî'den daha yalancı birini görmedim.” A’meş de
bir gurup raviyi zayıf olarak değerlendirdi, bir gurubun da güvenilir olduğunu
söyledi. Şu'be de ravileri o derece inceliyor ve titiz davranıyordu ki,
neredeyse sika olmayan hiç kimseden hadis rivayet etmiyordu. Malik de böyleydi.”
[97]
İmam, allame, hafız
Abdulkadir el-Kureşî et-Cevâhiru'1-Mudiyye fî Tabakâti't-Hanefiyye adlı
eserinde şöyle demiştir:
“İmam Ebû Hanîfe’nin
cerh-tadildeki tesbitlerine itibar edilir. Bu ilmin bilginleri onun bu alandaki
değerlendirmelerini almışlar ve uygulamışlardır. Tıpkı İmam Ahmed, Buhârî, İbn
Maîn, İbnu'l-Medînî ve diğer bu işin üstadı olan kimselerden aldıkları gibi.
Bu durum sana Ebû
Hanîfe’nin
büyüklüğünü, geniş ilmi birikimini ve üstadlığını göstermektedir.
Tirmizî’nin
el-Câmiu'1-Kebîr'inin sonundaki Kitâbu'l-İlel'de Ebû Hanîfe'den naklettiği şu
rivayet bunu teyid etmektedir: “Câbir el-Cu'fî'den daha yalancı, Atâ'dan da
daha faziletli birini görmedim.”
Hafız Beyhakî’nin
el-Medhal li Ma'rifeti Delâili'n-Nubuvve adlı eserinde Abdulhamîd
el-Himmânî'den naklettiği rivayet te bu hususu teyid etmektedir:
Ebû Saîd es-Sağânî'den
dinledim: Kendisi Ebû Hanîfe’nin yanına varıp
“Ebû Hanîfe!
Sufyânu's-Sevrî'den hadis alma hususunda ne dersiniz” diye sordum. O da şu
cevabı verdi:
“Ondan yaz. Çünkü o
sika bir kimsedir. Ancak, İbn İshak’ın Hâris'ten naklettikleriyie Cabir
el-Cu'fî’nin hadislerini alma.”
Ebû Hanîfe şunu da
demiştir: “Talk b. Habîb, Kaderi anlayışı benimsiyordu. Zeyd b. Ayyaş zayıf
biriydi.”
Sufyan b. Uyeyne de
şöyle demiştir: “Beni hadis rivayetine başlatan kimse Ebû Hanîfe'dir. Kufe'ye
geldiğimde Ebû Hanîfe insanlara dedi ki: “Bu zat Amr b. Dînâr'ın naklettiği
hadisleri en iyi bilen insandır.” Böyle deyince insanlar etrafıma toplandılar.
Ben de onlara hadisleri rivayet ettim.”
Yakub b. Şeybe de
şöyle demiştir: “Sufyan b. Uyeyne’nin Ebû Hanîfe'den naklettiği Rakabe b.
Maskale’nin sözünü İbnu'l-Medînî hatırladı ve “(anımsadım) ancak yanımdaki
evraklarda rivayeti bulamadım” dedi.
[98]
Ebû Süleyman
el-Cûzecânî de şöyle demiştir: Hammad b. Zeyd'den dinledim: “Bizler Amr b.
Dînâr'ın künyesini Ebû Hanîfe'den öğrendik. Bu şu şekilde oldu: Kabe'deyken Ebû
Hanîfe Amr b: Dinar ile birlikteydi. “Ebû Hanîfe ona söyle de bize hadis
rivayet etsin” dedik. Bunun üzerine Amr'a
“Ebû Muhammed! Şunlara
hadis rivayet etsene” dedi. Ona
“Amr” diye seslenmedi.
Ebû Hanîfe şöyle
demiştir: “Allah Amr b. Ubeyd'e lanet etsin. Çünkü insanlara kelam ilmine giden
bir kapı açmıştır. Allah Cehm b. Safvan ile Mukatil b. Süleyman'ı kahretsin.
Biri nefyde (Allah'ın sıfatlarını kabul etmemede), diğeri de teşbihde (Allah'ı
mahlukatına benzetmede) haddi aşmıştır.”
[99]
Hafız Abdulkadir el-Kureşî
et-Cevâhiru'l-Mudiyye fi Tabakâti'l-Hanefiyye'de yine şunu nakletmektedir: Ebû
Yusuf, Ebû Hanîfe'den naklediyor: ‘Muhaddise gereken şey, duyduğu günden
nakledeceği güne kadar hadisi iyi bir şekilde hafızasında tutmasıdır.'
Bunu aktaran Tahâvî
diyor ki: Hocamız, allame, hüccet Zeynud-din b. el-Kinânî'den Mansûriyye
Medresesi'nde verdiği hadis dersinde -kendisi alimlerin sultanlarından biriydi.
Aşağıdaki sözü onun bu yönünü teyid etmektedir- şunu dinledim: “Benim
Rasûlullah'ın sadece şu sözünü rivayet etmem helaldir:
“Yatan değil ben peygamberim Abdulmuttalib'in
torunuyum”
[100]
Ben bu hadisi duyduğum
andan bu güne kadar aklımda tuttum.”
Ben de derim ki: O
böyle demektedir lakin insanların çoğunluğu bunun hilafına hareket etmektedir.
Ebû Hanîfe’nin az rivayet etmesinin nedeni işte budur. Yoksa ona saldıranların
iddia ettiği gibi başka bir sebebi yoktu.
Ebû Âsim da Ebû
Hanîfe'den duyduğu şu sözü nakletmektedir: “Hadisi hocaya kıraat (yani kitabı
arz) etmek caizdir.” Ebû Asım yine diyor ki: İbn Cureyc'den de şunu dinledim: “Bu
(yani kitabı hocaya kıraatle arz etmek) caizdir.”
Ebû Âsim yine diyor
ki: Malik b. Enes ve Sufyan'dan dinledim; keza Ebû Hanîfe'ye sordum:
“Hadis hocaya
okunduğunda, ravi bunu rivayet ederken “ahberanâ (bize filanca haber verdi)
veya benzeri bir ifade kullanabilirmi?” Üçü de bunda bir sakınca olmadığını
söylediler.
Yine Ebû Âsım'dan: İbn
Cureyc, İbn Ebî Zi'b, Ebû Hanîfe, Malik b. Enes, Evzâîve Sevrî’nin hepsinden
şöyle dediklerini dinledim: “Alime okuduğun hadisi rivayet ederken “ahberanâ”
demende bir beis yoktur.”
Ebû Katan anlatıyor:
Ebû Hanîfe bana şöyle dedi: “Hadisi bana oku ve rivayet ederken de “haddesenî”
(bana rivayet etti) de.” Mâlikde bana şunu dedi: “Hadisi bana oku, rivayet
ederken de “haddesenî” de.”
İbn Bukeyr şöyle
demiştir: Muuatta’ın okumasını bitirdiğimizde, biri Mâlik'in yanına varıp dedi
ki:
“Ebû Abdullah! Bunu
rivayet ederken ne diyeceğiz?” O da şunu söyledi:
“Dilersen haddesenî,
de. Dilersen ahberam,de. Dilersen de ahberanâ (bize rivayet etti), de.” Sanırım
şunu da söyledi:
“Arzu edersen de
semi'tu (hadisi ondan işittim), de.”
Bunu nakleden Tahâvî
diyor ki: Ebû Hanîfe, Ebû Yusuf ve Muhammed de aynı şeyi söylemişlerdir.
Ebû Hanîfe şunu da
demiştir: “Hz. Peygamber'İn don giydiği hususunda benim nezdimde sahih olan
bir hadis yok ki, bu yönde bir fetva vereyim.”
[101]
İbn Hibbân, Sahîh'inde
Ebû Hanîfe'den şunu nakleder:
“Karşılaştığım
kimseler içinde Atâ'dan daha faziletli birini görmedim. Keza karşılaştığım
kimseler için Cabir el-Cu'fî'den daha yalancı birini görmedim. Kendi reyime
göre söylediğim her meselede bana bir hadis zikretti. Ayrıca iddiasına göre,
yanında henüz aktarmadığı şu kadar bin hadis varmış.” İşte bu sebeple Ebû
Hanîfe Cabir el-Cu'fî'yi cerh ediyor ve yalancı biri olduğunu söylüyordu.”
[102]
İbn Hibbân
Kitâbu's-Sikât'ında.Ebû Muhammed Musa b. es-Sindî’nin terceme-i halinde şöyle
demektedir:
“Muemmel b. İsmail
şöyle demiştir: Ebû Hanîfe'den şunu dinledim: “Sakalı uzun olanın aklı olmaz
diyorlar. Ama ben Alkame b. Mersed'i gördüm. Sakalları uzun olmasına rağmen son
derece akıllıydı.”
[103]
Hafız Ebû Ahmed
Abdullah b. Adiy el-Curcânî de, el-Kâmil fi'd-Duafâ kitabında Cabir b. Yezîd
el-Cu'fî’nin terceme-i halinde şöyle demiştir:
Ebû Yahya el-Himmânî
anlatıyor: Ebû Hanîfe'den dinledim:
“Karşılaştığım
kimseler içinde Atâ'dan daha faziletli birini görmedim. Keza karşılaştığım
kimseler için Cabir el-Cu'fî'den daha yalancı birini görmedim. Kendi reyime
göre söylediğim her meselede bana bir hadis zikretti. Ayrıca iddiasına göre,
yanında henüz ortaya çıkarmadığı şu kadar bin hadis varmış.”
Ebû Sa'd es-Sâğânî
anlatıyor:
“Bir adam Ebû
Hanîfe'ye gelip
“Sufyânu's-Sevrî'den
hadis alma hususunda ne dersiniz” diye sordu. O da şu cevabı verdi:
“Ondan yaz. Çünkü o
sika bir kimsedir. Ancak, İbn İshak’ın Hâris'ten naklettikleriyle Cabir
el-Cu'fî’nin hadislerini alma.”
Abdulhamîd el-Himmânî
Ebû Hanîfe'den aktarıyor:
“Cabir'den daha
yalancı birini görmedim.” Yine onun “Cabir el-Cu'fî'den daha yalancı birini
görmedim” dediği nakledilmiştir.”
[104]
Hafız Ebû Ömer Yusuf
b. Abdilber el-Kurtubî Câmiu Beyâni'l-İlm ve Fadlih adlı eserinde şöyle
demektedir:
“Ebû Hanîfe Hammad'la
en çok görüşen insandı. Ancak o, Atâ'nın Hammad'dan daha bilgili olduğunu
söylerdi.” Keza o, “Atâ b. Ebî Rabâh'dan daha faziletli birini görmedim”
demiştir. Yine o, “Atâ b. Ebî Rabâh'dan daha faziletli birini görmedim. Keza
Cabir el-Cu'fî'den daha yalancı birini görmedim” demiştir.”
[105]
Beyhakî Kitâbu'l-Kırâe
Halfe'l-İmâm'da şöyle demektedir: Cu'fî'yi Ebû Hanîfe dışında cerh eden
bulunmasaydı, bu bile onu kötü biri olarak kabul etmeye yeterli olurdu. Çünkü
Ebû Hanîfe onu görmüş, nasıl biri olduğunu tecrübe etmiş, yalancı biri olarak
kendini ele veren şeyleri ondan dinlemiş ve gördüğü bu durumu diğer muhaddislere
haber vermiştir.”
Ebû Yahya e!-Himmânî
de Ebû Hanîfe'den şunu aktarmıştır:
“Karşılaştığım
kimseler içinde Atâ'dan daha faziletli birini görmedim. Keza karşılaştığım
kimseler içinde Cabir el-Cu'fî'den daha yalancı birini görmedim. Kendi reyime
göre söylediğim her meselede bana bir hadis zikretti. Ayrıca iddiasına göre,
yanında henüz ortaya çıkarmadığı şu kadar bin hadis varmış.”
Ebû Sa'd es-Sâğânî de
şunu anlatmaktadır:
“Bir adam Ebû
Hanîfe'ye gelip
“Sufyânu's-Sevrî'den
hadis alma hususunda ne dersiniz” diye sordu. O da şu cevabı verdi:
“Ondan yaz. Çünkü sika
bir kimsedir. Ancak, İbn İshak'ın Hâris'ten naklettikleriyle Cabir el-Cu'fî’nin
hadislerini alma.”
Ebû Yahya el-Himmânî
de Ebû Hanîfe'den şunu dinlediğini söylemektedir:
“Karşılaştığım
kimseler içinde Cabir el-Cu'fî'den daha yalancı birini görmedim.”
[106]
İmam, pekçok ilim
dalında mütehassıs olan, hafız, edîp Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Saîd b. Hazm
ez-Zâhirî el-Muhallâ fi Şerhi'l-Mucellâ bi'l-Huceci ve'l-Âsâr adlı eserinde
şöyle demektedir:
“Cabir el-Cu'fî
yalancıdır. Onun yalancılığını ilk açıklayan Ebû Hanîfe' dir.”
[107]
İbn Hazm yine şöyle
söyler:
“Mucâlid zayıf
biridir. Onu zayıf olarak değerlendiren ilk insan Ebû Hanîfe'dir.”[108]
Hakim, Târîhu Neysâbûr'da
Hafız Ahmed b. Abbas b. Hamza'nın terceme-i halinde Ebû Hanîfe'den şöyle
dediğini nakleder: “Erkeklerden ilk müslüman olan Hz. Ebû Bekr'dir.
Kadınlardan Hz. Hatice. Çocuklardan da Hz. Ali.”
[109]
Hafız Zehebî de,
Tezkiretu'l-Huffaz'da Atâ b. Ebî Rabâh'ın terceme-i halinde şöyle söyler: “Ebû
Hanîfe şöyle demiştir: Atâ'dan daha faziletli birini görmedim.”
[110]
Zehebî Medine’nin
fakihi Ebu'z-Zinâd'ın terceme-i halinde de şöyle söyler: “Ebû Hanîfe şöyle
demiştir: Rebîa ve Ebu'z-Zinâd'ı gördüm. En fakihleri Ebu'z-Zinâd idi.”
[111]
Zehebî, Cafer
es-Sâdik'ın terceme-i halinde de Ebû Hanîfe'den şunu nakleder: “Cafer b.
Muhammed'den daha fakih birini görmedim.”
[112]
Büyük muhaddis,
Arapların tercümanı, edebiyatçıların sözcüsü Esîruddin Ebû Hayyan Muhammed b.
Yusuf el-Endelûsî el-Garnâtî ez-Zâhirî el-Bahru'l-Muhît adıyla maruf tefsirinde
şöyle demektedir:
“Sufyanu's-Sevrî, Ebû
Hanîfe ve Yahya b. Adem şöyle demişlerdir: “Hamza, Kur'ân ve ferâiz ilminde
diğer insanlara üstünlük sağlamış biridir.”
[113]
Sonuç itibarıyla,
üstadımız İmam-ı Azam Ebû Hanîfe en-Numan, kendi dönemindeki cerh-tadil
imamlarının büyükler indendi; bu husustaki değerlendirmeleri kabul
edilenlerdendi. Bir ravinin zayıf veya güvenilir biri olduğunu söylediğinde
sözü kabul görürdü. Şu'be ve Malik gibi son derece titiz bir insan olduğundan,
neredeyse sadece sika kimselerden rivayet ederdi. İmamlar içinde ricali
ayıklayan, sika olmayanlardan yüz çeviren ilk kişi odur. Sadece sahih gördüğü
hadisleri rivayet ederdi. Yine yalnızca ezberlediği hadisleri aktaran biriydi.
Malik de onun yolunu takip etmiştir.
İbn Kesîr'in el-Bidâye
ve'n-Nihâye sinde, geçtiği üzere, muhaddislerin pîri, cerh-tadilin imamı Yahya
b. Maîn şöyle demiştir: “Alimler dört kişidir: Sevrî, Ebû Hanîfe, Malik ve
Evzâî.”
[114]
Bunlar ilimde
birbirine denk kimselerdir. Ebû Hanîfe ile Malik rical tenkidinde Sevrî ile
Evzâî'den üstündür. Her ikisi de hafız ve hüccettirler: Ebû Hanîfe’nin
Kitâbu'l-Âsâr'da veya Malik'in el-Muvatta'da rivayetleriyle ihticac ettikleri
raviler makbuldür. Çok az olmakla birlikte, farklı değerlendirmelerde
bulundukları kimseler söz konusu olduğunda, ravinin durumunun tedkik edilmesi
ve ona göre karar verilmesi gerekir. Zeyd b. Ayyaş böylesi ravilerdendir.
Ebû Hanîfe’nin hadis
ilmindeki büyüklüğüne, zabtına, rivayetleri tedkikteki titizliğine, naklettiği
hadislerin sahih olduğuna ve bu alanda yüksek bir konumda bulunduğuna delil
olan hususlardan birisi de şudur:
Buhârî hadis senedleri
içinde en sahih isnad (esahhu'l-esânid)
[115]
şudur demiştir: Malik- Nâfi’- İbn Ömer. İmam Ebû Mansur Abdulkahir b. Tahir
et-Temîmî buna bir ilavede bulunarak, isnadların en sahihinin şu olduğunu
söylemiştir: Şâfii - Malik -Nâfi'-İbn Ömer. Ancak üstad, allame, hafız Alaaddin
Moğoltay buna itiraz etmiş ve
şöyle
demiştir: “Dârekutnî’nin bahsettiğine göre Ebû Hanîfe de Mâlik'den hadis
rivayet etmiştir.[116]
Bulkînî
Mehâsinu'l-Istılâh adlı eserinde bu itiraza şu cevabı vermiştir: “Ebû Hanîfe
Dârekutnî’nin bahsettiği gibi Malik'den hadis rivayet etmiş olsa bile, bu,
Şafiî’nin Mâlik'den rivayeti gibi meşhur değildir.”
Irâkî de şöyİe
demiştir: Dârekutnî’nin Garâib'inde ve Mudebbec'de zikrettiğine göre, Ebû
Hanîfe Mâlik'den rivayet etmektedir. Ancak onun bu rivayeti Nâfi'-İbn Ömer
tarikiyle gelmemektedir. Dolayısıyla Ebû Hanîfe’nin bu konuya dahil edilmesi
varsayıma dayanmaktadır. Bununla beraber Hatîb, Ebû Hanîfe vasıtasıyla Malik'den
gelen böyle bir hadis zikretmiştir.
Şeyhülislam İbn Hacer
el-Askalânî de bu hususta şöyle demiştir: “Moğoltay'ın Ebû Hanîfe'yi zikrederek
böyle bir itirazda bulunması uygun değildir. Çünkü Ebû Hanîfe’nin Mâlik'den
rivayeti tesbit edilememiştir. Dârekutnî daha sonra da Hatîb, Ebû Hanîfe’nin
Mâlik'den aktardığı iki hadis rivayet etmiştir ancak bu iki isnad tenkid
edilmiştir. Aynı şekilde, (Hatîb'in bahsettiği) Ebû Hanîfe’nin Mâlik'den
rivayeti, Ebû Hanîfe’nin müzakere anında zikrettiği birşeydir. O bunu aktarırken,
Malik'le uzun süre birlikte bulunmuş ve bizatihi ona Muvattaı okumuş olan Şafiî’nin
amaçladığı gibi, Mâlik'den hadis rivayet etmeyi murad etmemiştir.”
[117]
Sayın okuyucu! Burada
şuna dikkat etmelisiniz: Hafız Moğoltay Ebû Hanîfe'yi Malik-Nâfi' -İbn Ömer
şeklindeki en sahih hadis senedinin başında zikredince, bu büyük hadis
İmamları, Ebû Hanîfe’nin hafızasının nahif, rivayet hususunda zayıf olduğunu
söyleyip onu suçlamadılar. Onun hadisteki celaletini, rivayetlerde gereken
titizliği hakkıyla yerine getirdiğini reddediyoruz demediler. Onların itirazları
şu noktalardadır:
(a) Ebû
Hanîfe’nin Mâlik'den rivayetinin Şafiî kadar meşhur olmaması nedeniyle,
Moğoltay'ın bu silsileye Ebû Hanîfe'yi dahil etmesi yerinde değildir,
(b) Ebû
Hanîfe’nin Mâlik'den rivayeti müzakere esnasında gerçekleşmiştir. Ebû Hanîfe bu
hadisi aktarırken Malik'den rivayet etmeyi murad etmemiştir,
(c) Ebû
Hanîfe’nin Malik'den rivayet ettiği hadisi Malik Nâfi'den rivayet etmemiştir,
(d) Ebû
Hanîfe’nin Malik'den rivayeti sahih olarak tesbit edilememiştir.
Buradan, tenkit ilmi
üstadı, İmam Hafız Moğoltay, İmam Hafız Bulkînî, Hafız Irâkî, Şeyhülislam İbn
Hacer el-Askalânî, Hafız Suyûtî gibi büyük hadis alimlerinin şu hususta ittifak
ettikleri sonucu ortaya çıkmaktadır: Ebû Hanîfe, kadrinin yüceliği ve hadisteki
titizliği hususunda Mâlik ve Şafiî gibidir.
Eğer Moğoltay en sahih
senedlerden bin' de Ebû Hanîfe-Nâfi'-İbn Ömer tarikidir deseydi bu başka bir
zaviyeden meseleye yaklaştığı için doğru olacak ve itiraza uğramayacaktı. Hiç
şüphe yok ki, en sahih senedlerden birisi de Ebû Hanîfe- Atâ b. Ebî Rabâh-İbn
Abbas senedidir. Bu senedi İmam Abdulvehhab eş-Şa'rânî el-Mizânu'l-Kubrâ'da
zikretmiştir. Aynı müellif Mâlik'in Nâfi -İbn Ömer tarikini de zikretmiştir.
[118]
Hafız Zehebî Siyeru
A'lâmi'n-Nubelâ'da Abîde es-Selmânî’nin terceme-i halini zikrederken şöyle der:
“Ebû Amr b. es-Salâh şöyle demiştir: 'Amr b. Ali el-Fellâs'ın şöyle dediği
bizlere rivayet edildi: İsnadların en sahihi ibn Şîrîn -Abîde -Ali isnadıdır.”
Ben de derim ki[119]: Bu
sened kuvvetli bir isnad oİmasına rağmen İbrahim - Alkame -Abdullah senedinden
keza Zuhrî-Salim- babası Abdullah b. Ömer senedinden daha kuvvetli değildir.
Sonra, bu iki isnad vasıtasıyla Sahîhayn 'da pekçok hadis rivayet edilmiştir
ancak, onun bahsettiği sened böyle değildir. Şöyle ki, Sahîhayn'da Abîde’nin Hz.
Ali'den rivayet ettiği tek bir hadis yer almaktadır.”
[120]
Zehebî, Alkame b. Kays
en-Nehaî el-Kûfî’nin terceme-i halinde de şöyle demektedir:
“Bazı hadis hafızları
güzel demişlerdir: İsnadların en sahihi şudur: Mansur- İbrahim -Alkame -İbn
Mes'ûd. Bu isnadın yukarısı için en sahih isnad ise Şu'be ile Sufyan'ın
Mansur'dan rivayetidir. Bundan yukarısı için de Yahya el-Kattân üe Abdurrahman
b. Mehdî’nin bu ikisinden rivayetidir. Daha yukarısı için Ali b. el-Medînî’nin
Yahya ile Abdurrahman'dan rivayetidir. Bundan daha yukarısı için de Ebû Abdullah
el-Buhârî’nin Ali b. el-Medînî'den rivayetidir.”-
[121]
Zehebî Vekf b.
el-Cerrâh'ın terceme-i halinde de şöyle söyler:
“Irak ve dışında en
sahih isnad şudur: Ahmed b. Hanbel - Vekî'
-Sufyan
- Mansur -İbrahim - Alkame - Abdullah - Hz. Peygamber. Bu isnadla Musned'de
pekçok hadis metni yer almaktadır.
Abdullah b. Hâşim da
şöyle demiştir: “Vekî' birgün yanımıza geldi ve “şu iki isnaddan hangisi sizce
daha iyidir” diye sordu. “A’meş - Ebû Vâil - Abdullah isnadı mı yoksa Sufyan -Mansur
- İbrahim- Alkame - Abdullah senedi mi?” Bizler de “A’meş senedi. Çünkü bu
sened diğerine göre âlîdir (daha kısadır)”
[122]
dedik. O ise “bilakis ikincisi daha üstündür. Çünkü bu sened fakihlerin
birbirlerinden rivayet ettiği bir isnaddır. Diğeri ise (fakih olmayan)
hocaların birbirlerinden rivayet ettiği bir hadistir. Fakihlerin
birbirlerinden naklettiği bir hadis, hocaların birbirinden naklettiği bir
hadisten elbette daha üstündür.”
[123]
Zehebî Abdullah b.
Hâşim'in terceme-i halinde de şöyle söyler:
“Abdullah b. Hâşim
anlatıyor: Vekî' bizlere sordu: “Şu iki isnaddan hangisi sizce daha iyidir”
diye sordu. “A’meş -Ebû Vâil -Abdullah isnadı mı yoksa Sufyan -Mansur - İbrahim
- Alkame - Abdullah senedi mi?” Bizler “birinci isnad” dedik. O ise
“A’meş bir hadis
hocasıdır. Ebû Vâil de öyle. Sufyan ise fakihtir. Mansur, İbrahim, Alkame de
öyle. Bu nedenle fakihlerin birbirlerinden naklettiği bir hadis hocaların
birbirinden naklettiği bir hadisten elbette daha üstündür. “
Ben de derim ki
[124]: “Bilakis
A’meş ve hocası Ebû Vâil de fıkıh ve ilim sahibi büyük insanlardı.
[125]
Yukarıdaki
değerlendirmelere bakarak burada şunu söyleyebiliriz: Irak'taki isnadların en
sahihi ve en kıymetlisi Ebû Yusuf ve Muhammed'in İmam-i A'zam Ebû Hanîfe'den,
onun Hammad b. Ebî Süleyman'dan, onun İbrahim'den, onun Alkame veya Esved'den,
onların Abdullah b. Mes'ûd'dan, onun da Hz. Peygamber'den rivayet ettiği
hadistir.
[126] Bunların hepsi üstün
fakihlerdir, son derece bilgili büyük İnsanlardır. Aynı şekilde Ebû Yusuf ile
Muhammed, Vekî'den daha fakih ve bilgili ilim adamlarıdır. Ebû Hanîfe de hem
Sufyan'dan hem de A’meş'den daha fakih ve bilgili bir insandır. Ebû Hanîfe’nin
hocası Hammad da Mansûr'dan daha fakihdir.
Hafız İbn Hacer Şerhu
Nuhbeti'l-Fiker fi Mustalahi'l-Eser adlı eserinde şöyle demektedir:
“Meşhur, aziz, garib
diye kısımlara ayrılan âhâd haberlerin bir kısmı -tercih edilen görüşe göre-
destekleyici bazı unsurların bulunması durumunda nazarî (kesin olmayan ancak
istidlal ve istişhad açısından ilim ifade eden) bilgi arz ederler... Bazı
unsurlarla desteklenen böyle haberlerin birçok çeşidi vardır.
Sahîhayn
müelliflerinin kitaplarında rivayet ettikleri hadisler -tevatür derecesine
ulaşmamış olsalar bile- bu guruba dahildir...
Farklı tarikleri olan
ve ravileri zayıf olmayan, illeti de bulunmayan... meşhur hadisler de bu
guruptandır...
Hafız, otorite hadis
imamlarının birbirlerinden rivayet ettiği ve garîb olmayan (başka sahih
isnadları bulunan) hadisler de böyledir. Örneğin Ahmed b. Hanbel'in rivayet
ettiği ve kendisiyle beraber bir başkasının da Şafiî'den rivayet ettiği;
Şafiî'yle beraber bir başkasının da Malik b. Enes'den rivayet ettiği hadis
böyledir. Çünkü böyle bir hadis, dinleyen kimse nezdinde istidlal için ilim
ifade eder. Zira ravileri büyük insanlardır; sahip oldukları özellikler onları
adeta kendileri gibi olmayan pekçok sayıdaki ravi topluluğu gibi yapar. Bu
konum, rivayetlerini kabul etmeyi icap ettirir.
İlimle ve insanların
naklettikleri rivayetlerle birazcık mümaresesi olan bir insan, diyelim ki Malik
kendisine bir haber nakîetse, onun doğru söylediğini bilir. Onunla aynı
derecede bulunan bir başkası da
bunu
naklettiğinde haberin sağlamlığı daha da artar ve endişe edilen yanılma uzak
bir ihtimal halini alır.”
[127]
Bu durumda şunu
söyleyebiliriz: İmam Leys b. Sa'd'ın İmam Ebû Yusuf'dan (ki başkası da aynı
rivayeti Ebû Yusuf dan rivayet etmiştir}, onun da İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe'den
(ki başkası da aynı rivayeti Ebû Hanîfe'den nakletmiştir) rivayet ettiği bir
hadis; aynı şekilde İmam Şafiî’nin İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî'den (ki
başkası da aynı hadisi Muhammed'den rivayet etmiştir), onun da İmam-ı A'zam
Ebû Hanîfe'den (ki başkası da aynı rivayeti Ebû Hanîfe'den aktarmıştır)
rivayet ettiği bir haber yukarıdaki hüküm çerçevesinde değerlendirilir. Çünkü
böyle bir hadis bir takım unsurlarla desteklenmekte, hafız ve hadis otoritesi
üstadların birbirlerinden rivayetiyle nakledilmektedir.
Böylesi imamların
birbirlerinden rivayet ettiği hadisler Sahîhayn'daki hadislere bile üstün
tutulur. Nitekim İbn Hacer, Şerhu'n-Nuhbe'de şöyle demektedir: “Bazan aşağıda
görülen hadisi üste çıkarıcı bir unsur bulunabilir. Örneğin Müslim'de bulunan
ve tevatür derecesinden aşağıda olan meşhur bir hadis, ilim ifade ettirecek
bir takım karîne ve unsurlarla desteklense, böyle bir hadis Buhârî’nin rivayet
ettiği ferd mutlak
[128]
hadise takdim edilir. Aynı şekilde, Sahîhayn'in rivayet etmedikleri hadis,
Mâlik-Nâfi' -İbn Ömer tariki gibi en sahih olduğu belirtilen senedlerden
biriyle gelse, bu rivayet, Sahîhayn'dan birinde yer alan hadise takdim edilir;
hele de isnadında tenkid edilen biri varsa.”
Buna göre, Malik'in
Nâfi'-İbn Ömer tarikiyle rivayet ettiği hadis, en sahih İsnadlardan olduğu
belirtilen tariklerden biriyle gelmemiş olan Sahîhayn rivayetine takdim edilir.
Aynı şekilde Ebû Hanîfe’nin Nâfi' - İbn Ömer tarikiyle veya Ebû Hanîfe’nin -
Atâ b. Ebî Rabâh - İbn Abbas tarikiyle veyahutta yine Ebû Hanîfe’nin - hocası
Hammad -İbrahim - Alkame - ibn Mes'ûd tarikiyle rivayet ettiği hadis de
böyledir. (Bu rivayet Sahîhayn rivayetine takdim edilir).
Altı temel hadis
kitabının ricalini toplayan ve bunlardaki şahısları tanıtan imam ve hafızlar,
Ebû Hanîfe'yi övme, yüceltme, ve son derece sitayişde bulunma hususunda
mutabıktırlar. Onu hafızası kötüdür veya gafildir gibi cerhedici bir takım
kusurlarla tenkit etmezler. Bilakis hıfzının ne kadar kuvvetli olduğunu ve
ilimde yüksek bir konumda olduğunu söylerler, ondan bütünüyle iyi bir şekilde
bahsederler. Bu da onların, kimden gelirse gelsin, Ebû Hanîfe'yi ta'n edenlerin
sözlerine itibar etmediklerini göstermektedir.
İşte Şam bölgesinin
hafızı, İmam, hafız, alim zat, bilge, biricik insan Cemaleddin Ebu'l-Haccac
Yusuf b. Zeki Abdurrahman el-Mizzî ed-Dimaşkî eş-Şâfiî, Tehzîbu'l-Kemâl adlı
eserinde İmam Ebû Hanîfe’nin terceme-i halini vermiş ve biyografiyi uzun
tutmuştur. Hafız Suyûtî’nin, Tebyîdu's-Sahîfe’de Hatîb'e atfen naklettiği
herşey Mizzî’nin Tehzîbu’l-Kemâl'inden aktarılmıştır.
Mizzî’nin bu eserinde
cerh ve ta'dil imamlarından nakledilenlerin büyük çoğunluğu, İbn Ebî Hâtim'in
Kitâbu'1-Cerh ve't-Ta'dîl'inden, İbn Adiy'in Kâmil'inden, Hatîb'in Târîhu Bağdâd'ından
ve İbn Asâkir'in Târîhu Dımaşk'ından aktarılan bilgilerdir.
İmam Mizzfnin Tehzîbu'l-Kemâl’inde
İmam Ebû Hanîfe’nin konumuna layık olmayan birşeyi zikretmeyişi dikkate
değerdir. Bu ince anlayışına bravo doğrusu! Bu takdiri neden hak etmesin ki;
bakın Zehebî Tezkiretu'l-Huffâz’ında onun için ne demektedir: “Rical bilgisine
gelince, Mizzî bu işin sancaktarıdır; bu ilmin yükünü yüklenen, gözlerin onun
gibisini görmediği biridir.”
[129]
Hafız Zehebî de Tezhib'inde
Ebû Hanîfe’nin terceme-i halini verirken Hafız Mizzî’nin bu tutumunu övmüş ve
şöyle demiştir: “Üstadımız Ebu'l-Haccâc, Ebû Hanîfe'yi zayıf gösteren bir
görüşe eserinde yer vermemekle çok iyi davranmıştır.”
Üstelik Mizzî Tehzîbu'l-Kemâl’inde
rical ilminin üstadı, hafızların önderi Yahya b. Maîn'den şunları nakleder: “Ebû
Hanîfe sika idi. Sadece ezberlediği hadisleri naklederdi. Ezberlemediklerini
nakletmezdi.” Yine Yahya b. Maîn şöyle demiştir: “Ebû Hanîfe hadiste güvenilir
biriydi.” Yahya b. Maîn şunu da demiştir: “Ebû Hanîfe'de bir beis yoktur. Bir
defasında da şöyle demiştir: Ebû Hanîfe
bizim nezdimizde güvenilir kimselerdendi. Yalancılıkla itham edilmemiştir.”
Hafız Mizzî
yetişmediği kimselerden senedsiz yaptığı nakiller hususunda Tehzîbu'l-Kemâl’in
mukaddimesinde şu açıklamayı yapmıştır: “Söyleyeniyle aramızdaki isnad
zikredilmemiş sözlere gelince: Söyleyeninden kesin ifadeyle nakledilen sözler,
sözün nakledildiği kimseden bizlere kadar gelen senedde bir problem
görmediğimiz nakillerdir. Sözün sahibinden temrîz sigasıyla
[130]
nakledilen nakillere gelince, sözün sahibine kadar ulaşan isnadda problem
olabilmektedir.”
Bu açıklamadan
anlaşıldığı üzere, İbn Maîn'in İmam Ebû Hanî-fe'yi sika saymasına yönelik
nakiller sahih ve sabit olup şüphe gerektirmeyen rivayetlerdir.
İmam Hafız Ebû
Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî, Tezhîbu Tehzîbi'l-Kemâl adlı
eserinde Mizzî'ye uymuş ve şöyle demiştir:
“İmam Ebû Hanîfe Numan
b. Sabit b. Zûtâ el-Kûfî. İrak'ın fakihi, rey ekolünün imamıdır. Farslılardan
olduğu söylenmiştir. Teym b. Sa'lebe oğullarının himayesine girmişti. Enes b.
Malik’i görmüştür. Şu kimselerden hadis rivayet etmiştir:
1- Ata b.
Ebî Rabâh,
2- Nâfi'.
3-Adiy b.
Sabit.
4-
Abdurrahman b. Hurmuz el-A'rec.
5- İkrime.
6- Muhârib
b. Disâr.
7- Alkame b.
Mersed.
8- Seleme b.
Kuheyl.
9- Hammad b.
Ebî Süleyman.
10- Hakem b.
Uteybe.
11- Ebû
Cafer el-Bâkır.
12- Katâde.
13- Amr b.
Dînar ve diğerleri.
Onun şunlardan da rivayet
ettiği söylenmiştir:
14- Şa'bî.
15-Tâvûs.
Kendisinden rivayet
edenlere gelince:
1- Oğlu
Hammad.
2- Hamza
ez-Zeyyât.
3- Davud
et-Tâî.
4- Zufer b.
Huzeyl.
5- Nuh b.
Ebî Meryem.
6- Kâdî Ebû
Yusuf.
7- Muhammed
b. Hasan.
8- İbnu'l-Mubarek.
9-
Ebû Yahya
el-Himmânî.
10-
Vekî'.
11- Hafs b.
Abdurrahman el-Belhî.
12-
Sa'd b.
es-Salt.
13- Ebû
Nuaym.
14-
Ebû
Abdurrahman el-Mukrî.
15-
Hasan b.
Ziyad el-Lu'luî.
16-
Ebû Âsim
en-Nebîl.
17- Abdurrezzâk.
18-
Ubeydullah b. Musa ve diğer pekçok kimse.
Ahmed el-İclî şöyle
demiştir: Ebû Hanîfe, Hamza ez-Zeyyât'ın aşiretindendir. İpek satıyordu. Torunu
Ömer b. Hammad b. Ebî Hanîfe şöyle demiştir: “(Ebû Hanîfe’nin dedesi) Zûtâ
Kabil'lidir. (Ebû Hanîfe’nin babası) Sabit müslüman bir ailede dünyaya
gelmiştir. Ebû Hanîfe ipekçilik yapıyordu. Dükkanı Amr b. Hureys mahallesinde
bilinen bir yerdir.” Ebû Hanîfe’nin aslen Nesâ'lı veya Tirmiz'li olduğu da söylenmiştir.
Torunu İsmail b.
Hammad b. Ebî Hanîfe şöyle demiştir: Ben İsmail b. Hammad b. Numan b. Sabit b.
Numan b. Merzuban. Hür Farslılardan. Vallahi biz hiçbir zaman köle olmadık...
Dedem hicrî 80 yılında doğdu. Babası Sabit küçükken Hz. Ali’nin yanına varmış,
Hz. Ali de hem onun hem de nesli için hayır dualar etmiştir. Sâbit'in babası
Numan da, Nevruz günü Hz. Ali'ye pelte tatlısı hediye eden, Hz. Ali’nin de “bizim
hergünümüz Nevruzdur” dediği kişidir.”
İbn Maîn, Ebû Hanîfe
için “onda bir beis yoktur” demiştir. İbn Hu-beyra kâdî olması için ona kırbaç
attırmış ama o yine de kabul etmemiştir.
Zufer b. Huzeyl de
şöyle demiştir: Ebû Hanîfe'den şunu dinledim:
“Önceleri kelam
ilmiyle meşgul oluyordum. Bunda (parmakla gösterilir bir dereceye)
[131]
ulaşmıştım. (Mescidde) Hammad b. Ebî Süleyman'ın ders halkasına yakın bir
yerde otururduk. Birgün bir kadın yanıma geldi ve
“Bir adamın cariye bir
hanımı var. Onu sünnete uygun olarak boşamak istiyor. Kaç talak vermeli?” diye
sordu. Ne cevap vereceğimi bilemedim. Gidip Hammâd'a sormasını, dönüşte
cevabını bana söylemesini tembihledim. Kadın soruyu Hammâd'a yöneltince Hammad
şöyle demiş:
“Kadın hayızlı
değilken cima etmeden bir talakla boşar. Ardından iki hayız görene dek kadına
yaklaşmaz. Kadın bunun ardından guslettiğinde evlenmesi helal olur.” Kadın
dönüşte cevabı aktarınca, kendi kendime
“Bundan sonra bana
kelam ilmi lazım değil” deyip ayakkabılarımı alarak Hammâd'ın dersine gelip
oturdum.
Onun derslerini
dikkatlice dinliyor, anlattıklarını belliyordum. Ertesi gün anlattıklarını
tekrar ettiriyordu. Ben anlattıklarını bellemiş oluyordum, talebeleri ise
yanılıyorlardı. Bunun üzerine Hammâd
“Ders halkasının
başına, tam hizama Ebû Hanîfe'den başkası oturmasın” dedi.” 10 yıl onun yanında
bulundum. Sonra içimde kendi ders halkamı kurma arzusu uyandı. Hammad'dan
ayrılıp ders halkamı kurmayı istedim. Bir akşam vakti evden çıktım. Niyetim
bunu gerçekleştirmekti. Mescide girip hocamı görünce gönlüm ondan ayrılmaya
kıyamadı. Gelip ders halkasına oturdum. Ancak o gece Basra'daki bir akrabasının
vefat ettiği haberini aldı. Geride mal da bırakmıştı. Hocamdan başka varisi
yoktu. Bunun üzerine makamına oturmamı emretti ve Basra'ya gitti. Bağdat'tan
ayrılmasının ardından ondan hiç duymadığım meseleler bana sorulmaya başladı.
Bunlara cevap veriyor, verdiğim cevaplan da yazıyordum. Hocam iki ay geçtikten
sonra çıkageldi. 60 kadar meseleyi kendisine arz ettim. Bunların yirmisinde
bana katılmadı. Bunun üzerine ölünceye kadar ondan ayrılmamaya yemin ettim.”
İbnu'l-Mubârek
anlatıyor: “Allah Ebû Hanîfe ve Sufyan'la yardımıma koşmasaydı sıradan bir
insan olurdum.”
Hucr b. Abdulcebbar
anlatıyor:
“Kasım b. Ma'n
el-Mes'ûdî'ye soruldu:
“Ebû Hanîfe’nin
talebelerinden olmak ister miydin?” Şu cevabı verdi:
“İnsanlar Ebû Hanîfe’nin
meclisinden daha faydalı bir meclisde oturmamıştır.”
Şafiî anlatıyor:
Mâlik'e soruldu:
“Ebû Hanîfe'yi
gördünüz mü?” Şu cevabı verdi:
“Evet. Onu öyle biri
olarak gördüm ki, eğer şu direk altındır deseydi, bunu delilleriyle ispat
ederdi.”
İbn Ravh anlatıyor: “Hicrî
150 yılında İbn Cureyc'in yanındaydım. Ebû Hanîfe’nin vefat ettiği haber
verilince innâ lillah... dedi, derin bir üzüntüye kapıldı ve
“Ne ilim gitti” diye
iç geçirdi.”
Dırâr b. Surad
anlatıyor: Yezid b. Harun'a Ebû Hanîfe’ıni Sufyan mı daha fakihtir diye
soruldu. O da
“Sufyan hadisi daha
iyi bilir. Ebû Hanîfe ise daha fakihtir” cevabını verdi.
İbnu'l-Mubârek şöyle
demiştir: “Fıkıhta Ebû Hanîfe gibi birini görmedim. Sufyan ve Ebû Hanîfe bir
hususta aynı görüşü paylaştığında, kim onlara karşı durup fetva verebilir? Bir
insanın kendi reyiyle görüş belirtmesi gerekirse, bu kişi Ebû Hanîfe olacaktır.”
Muhammed b. Bişr
anlatıyor: Ebû Hanîfe ile Sufyanu's-Sevrî'ye gidip gelirdim. Ebû Hanîfe'ye gittiğimde
“kimin yanından
geliyorsun” diye sorar, ben de
“Sufyan'ın yanından”
derdim. O da
“öyle bir kimsenin
yanından geliyorsun ki, eğer Alkame ile Esved yaşasalardı onun gibi birine
ihtiyaç duyarlardı” derdi. Sufyan'ın yanına gittiğimde
“kimin yanından
geliyorsun” diye sorar, ben de
“Ebû Hanîfe’nin yanından”
derdim. O da
“yeryüzünün en fakih
insanının yanından geliyormuşsun” derdi.
Yahya b. Zebbân
anlatıyor: Ebû Hanîfe bana dedi ki:
“Basralılar! Sizler
bizden daha verâlısınız. Ama biz de sizden daha fakihiz.”
Mekkî b. İbrahim diyor
ki: “Ebû Hanîfe kendi döneminin en fakihi idi.”
Yahya b. Saîd
el-Kattân da diyor ki: “Allah'a karşı ne yalan söyleyeyim: Ebû Hanîfe’nin
reyinden daha isabetli rey görüp duymadık. Biz onun görüşlerinin çoğunu
benimsiyoruz.”
Şafiî de diyor ki: “İnsanlar
fıkıhta Ebû Hanîfe'ye muhtaçtırlar.”
Yine Şafiî şöyle
demektedir: “İnsanlar şu kimselere muhtaçtırlar. Fıkıhda derinleşmek isteyen
kişi Ebû Hanîfe'ye, megâzî alanında derinleşmek isteyen İbn İshak'a, tefsir
alanında mütehassıs olmak isteyen Mukâtil b. Süleyman'a muhtaçtır. Şiir
alanında uzman olmak isteyen Zuheyr b. Ebî Süleyman'a muhtaçtır. Dilde
derinleşmek isteyen de Kisâî'ye muhtaçtır.”
Esed b. Amr anlatıyor:
Rivayete göre, Ebû Hanîfe 40 yıl yatsı abdestiyle sabah namazını kıldı. Gecenin
büyük kısmında Kur'ân'ın tamamını bir rekatta okurdu. Gece ağlayıp
yakarmalarını duyan komşuları ona acırlardı. Yine nakledildiğine göre, vefat
ettiği yerde Kur'ân'ı 70.000 kere hatmetmiştir.
Bu rivayet hakkında
şunu söylemek İsterim: Bu rivayet munkerdir çünkü ravileri içinde tanınmayan
kimseler var: Fakih Abdullah b. Muhammed b. Yakub el-Hârisî el-Buhârî bunu
Ahmed b. Hüseyin el-Belhî - Hammad - Esed tarikiyle rivayet etmiştir.
Oğlu Hammad b. Ebî
Hanife anlatıyor: “Babam vefat edince Hasan b. Umâre'den cenazesini yıkamasını
rica ettik. O da bunu yerine getirdi. Yıkamayı bitirince dedi ki:
“Allah sana rahmet
etsin! Seni bağışlasın! 30 yılı oruçlu geçirdin. 40 yıldır, başın uyumak için
yastığa değmedi. Kendinden sonrakileri, (senin gibi çalışmaları keza bıraktığın
ilmi kavramaya çalışmaları gerekeceğinden dolayı) zora soktun. Kurrâları da
rüsvay ettin.”
Ebû Yusuf anlatıyor: “Ebû
Hanîfe ile birlikte yürürken bir adam diğerine
“İşte geceleri hiç
uyumayan, ibadetle geçiren Ebû Hanîfe geçiyor” dedi. Bunun üzerine Ebû Hanîfe
“Yapmadığım şeyler
söylenmiyor” dedi. Ebû Hanîfe gecelerini namaz, dua ve niyaz ile geçirirdi.”
Mis'ar anlatıyor: “Bir
gece mescide girdim. Baktım ki bir adam namaz kılıyor. Kur'ân'ın yedide birini
okudu. Şimdi rükûya gider dedim. Sonra Kur'ân'ın üçte birini, ardından yansını
okudu. Böyle okuya okuya Allah'ın kitabını hatmetti. Kimmiş diye bir baktım;
Ebû Hanîfe'ymiş.”
Hârice b. Mus'ab diyor
ki: “Bir rekatta Kur'ân'ı hatmederek namaz kılanlar dört kişidir: Hz. Osman,
Temîm ed-Dârî, Saîd b. Cubeyr ve Ebû Hanîfe.
Yahya b. Nasr da diyor
ki: “Ebû Hanîfe’nin ramazanda Kur'ân'ı 60 kez hatmettiği olurdu.”
İbnu'l-Mubârek
anlatıyor: Kûfe'ye gelince
“Buranın en verah insanı
kimdir” diye sordum.
“Ebû Hanîfe'dir”
dediler.
Mekkî b. İbrahim diyor
ki: “Kufe'lilerle oturdum. Onlar içinde Ebû Hanîfe'den daha verâlı bir insan
görmedim.”
İbnu'l-Mubarek şunu da
demiştir: “Ebû Hanîfe'den daha verâlı bir insan görmedim. Bu, hem kırbaç hem de
malla tecrübe edilmiştir. (İkisiyle de sınanmıştir).”
Ubeydullah b. Ömer
er-Rakkî anlatıyor: İbn Hubeyra, Ebû Hanîfe'den Küfe kâdîsı olmasını istedi. O
buna yanaşmadı. Bunun üzerine İmam'a hergün 10 taneden 110 kırbaç vurdurttu.
Sonra da serbest bıraktı.”
Rebî' b. Âsim
anlatıyor: Yezid b. Ömer b. Hubeyra beni Ebû Hanîfe'ye gönderdi. Ebû Hanîfe'yi
yanına getirince ondan beytulmalın başına geçmesini istedi. Kabul etmeyince de
kırbaçlattı.
Hârice b. Mus'ab
anlatıyor: Bir defasında Halife Mansur, Ebû Hanîfe'ye 10.000 dirhem ihsan etmek
istedi. Parayı alması için saraya çağrıldı. Benimle istişare etti.
“Verdiği bu hediyeyi
almasam bana kızacak” dedi. Ona dedim ki:
“Sana ihsan ettiği bu
meblağ, onun gözünde çok önemlidir. (Almazsan sonucu kötü olabilir). Alman
için çağrıldığında şöyle de:
“Benim müminlerin
emirinden beklentim asla para değildi.” Bilahere halifenin ihsanını alması
için saraya davet edildi. Orada benim tavsiye ettiğim sözü söylemiş. Bu söz
halifeye aktarılınca ihsanı vermekten vazgeçmiş.”
Yezid b. Harun
anlatıyor: “Pekçok insanla karşılaştım ancak, bunlar içinde Ebû Hanîfe'den
daha akıllı, daha verâ sahibi, daha faziletli birini görmedim.”
Muhammed b. Abdullah
el-Ensârî de şöyle demiştir: “Ebû Hanîfe’nin aklının üstünlüğü konuşmasında,
yürümesinde, girişinde çıkışında kendini gösterirdi.”
Torunu İsmail b.
Hammad b. Ebî Hanîfe anlatıyor: “Rafızî bir komşumuz vardı. Değirmencilik
yapardı. İki tane katın vardı. Katırlardan birine Ebû Bekr, diğerine Ömer
adını vermişti. Birgün hayvanlardan biri adamı üzerinden attı ve adam öldü.
Bunun üzerine Ebû Hanîfe şöyle dedi:
“Üzerinden atan katıra
bir bakın bakalım. Ömer adını taktığı katır mı?” Baktıklarında durumun Ebû
Hanîfe’nin dediği gibi olduğunu gördüler.
İbnu'l-Mubârek bir
şiirinde şöyle demiştir:
Ben şöyle görmüştüm
Ebû Hanîfe'yi;
Artıyordu hergün zekasıyla
güzelliği
Doğruyu konuşurdu
seçerek kelimeyi,
Yanlış konuştuğunda
zalimlerden biri.
Akıllıca
karşılaştıran, anlar durumunu
Ona denk sayacağınız
biri olur mu?
Hammad'ın vefatı dert
olarak yetti;
Göçü bizlere büyük bir
musibet idi.
Ondan sonra büyük bir
ilim sergiledi;
Düşmanların bize
sevinmesini kesti.
Ebû Hanîfe'ye bir
sorun aktarılınca,
Ben onu görüyordum
koca bir derya.
Bir konuda cedelleşip
boğuşurken ilim ehli,
Problemin çözüm yolunu
gayet iyi bilirdi.
Hureybî şöyle
demiştir: “Ebû Hanîfe’nin aleyhinde konuşan insanlar hasetçilerle cahillerdir.
Kanaatimce, en iyileri cahillerdir.”
Yezid b. Harun da
şöyle demiştir: “Ebû Hanîfe diğer insanlar gibidir. Hatası diğer insanların
hatası gibi, doğrulanda diğer insanların doğruları gibidir.”
Ebû Hanîfe Bağdad'da
vefat etmiştir. Saîd b. Ufeyr ve başkaları hicrî 150 yılının Recep ayında vefat
ettiğini söylemişlerdir. 151 veya 153 yılında vefat ettiğini söyleyenler
yanılmaktadır.
Hasan b. Yusuf da
şöyle demiştir: “Aşırı kalabalık nedeniyle, Ebû Hanîfe'ye altı kez cenaze
namazı kılındı.”
Tirmizî de ilerde Ebû
Hanîfe’nin Atâ'yla ilgili “Atâ'dan daha faziletli birini görmedim” sözünü
nakleder. Nesâîde es-Sunenu'î-Kubrâ'da “hayvanlarla cinsel ilişkiye giren kimse
(bâbu men vakaa ala behîme)” bölümünde şöyle demiştir: “Ebû Hanîfe Numan; Âsim
b. Behdele - Ebû Rezîn tarikiyle İbn Abbas'ın şöyle dediğini nakletmiştir: “Hayvanlarla
cinsel ilişkiye giren kimseye had uygulanmaz.”
[132]
Ben de şunu söyleyeyim
[133]:
Üstadımız Ebu'l-Haccâc, Ebû Hanîfe'yi zayıf gösteren bir görüşe eserinde yer
vermemekle çok iyi davranmıştır.”
[134]
İmam, hafız, asrının
muhaddisi, hafızların sonuncusu, İslam tarihçisi, çağının biricik insanı,
hadis ilminin yükünü yüklenmiş bir şahsiyet olan Şemseddin Ebû Abdullah
Muhammed b. Ahmed b. Osman b. Kaymaz et-Turkmânî summe'd-Dimaşkî’nin Ebû Hanîfe’nin
terceme-i halinde zikrettikleri işte bunlardır.
İmam, hafız, tarihçi
Ebu'l-Mehâsin Muhammed b. Ali b. Hasan el-Hüseynî, et-Tezkire bi Ma'rifeti Ricâli'l-Aşere
adlı Kütüb-i Süte, Muvatta', Ahmed b. Hanbel'in Musned'i, Şafiî’nin Musned”i ve
Ebû Hanîfe’nin Musned’ınin ricalini içeren çalışmasında
[135]
şöyle demiştir:
Ebû Hanîfe Numan b.
Sabit et-Temîmî el-Kûfî. Kendisinden Şafiî Musned'de, Ahmed b. Hanbel
Musned'de, Tirmizî keza Nesâî rivayette bulunmuşlardır. Iraklıların fakihi,
Rey ekolünün imamıdır. Farslı olduğu söylenmiştir.
Enes b. Mâlik'i
görmüş; Hammad b. Ebî Süleyman, Atâ, Âsim b. Ebi'n-Necûd, Zuhrî, Katâde,
Ebu'z-Zubeyr, Muhammed b. Munkedir, Ebû Cafer el-Bâkir, Şa'bî ve başkalarından
rivayet etmiştir.
Kendisinden de oğlu
Hammad, Vekî' b. el-Cerrâh, İsa b. Yunus, Abdurrezzak, Kâdî Ebû Yusuf, Muhammed
b. Hasan, Züfer b. Huzeyl ve pekçok insan rivayet etmiştir.
İclî şöyle demiştir:
Kûfeli olup Teym kabilesindendir. Hamza ez-Zeyyât'ın obasmdandır. İpek tüccarı
idi. Yahya b. Maîn onun hakkında şöyle demiştir: “Ebû Hanîfe sika idi. Sadece
ezberlediği hadisleri naklederdi. Ezberlemediklerini nakletmezdi. Ebû Hanîfe
bizim nezdimizde güvenilir kimselerdendi. Yalancılıkla itham edilmemiştir.”
İbn Hubeyra ona
kadılık teklifinde bulunmuş. Kabul etmemesi üzerine kırbaçlatmıştır.
Dırar b. Surad
anlatıyor: Yezid b. Harun
“Hangisi daha
fakihtir: Sevrî mi Ebû Hanîfe mi” sorusuna şu cevabı vermiştir:
“Sufyan hadisi daha
iyi bilirdi. Ebû Hanîfe ise daha fakihti.”
İbnu'l-Mubârek şöyle
demiştir: “Fıkıhta Ebû Hanîfe gibi birini görmedim. Sufyan ve Ebû Hanîfe bir
hususta aynı görüşü paylaştığında, kim onlara karşı durup fetva verebilir?”
Mekkî b. İbrahim diyor
ki: “Ebû Hanîfe kendi döneminin en bilgilisi idi. Ben Kufe'lilerle oturdum.
Onlar içinde Ebû Hanîfe'den daha verâlı bir insan görmedim.”
Yahya b. Saîd
el-Kattân da diyor ki: “Allah'a karşı ne yalan söyleyeyim: Ebû Hanîfe’nin
reyinden daha isabetli rey görüp duymadım. Biz onun görüşlerinin çoğunu
benimsiyoruz.” İbn Maîn de şöyle demiştir: “Yahya b. Saîd fetvalık konularda
Kulelilerin görüşlerine müracaat ederdi. Bunlar içinde Ebû Hanîfe’nin görüşünü
tercih eder, ashabı arasından onun reyine tabi olurdu.”
Şafiî de şöyle demiştir:
“İnsanlar fıkıhta Ebû Hanîfe'ye muhtaçtırlar. O, fıkıh alanında muvaffak
kılınanlardandır.”
Yine Şafiî şöyle
demiştir: Ebû Hanîfe'ye 'fecir doğana kadar yeyip içen ve cima yapan kimsenin
orucunun durumu' soruldu. Ebû Hanîfe’nin yanında akıllı (!) bir insan vardı.
Atılıp (soruyu sorana) “fecir ya gece yansı doğacak olursa, bunu hiç hesap
ettin mi” deyiverdi. Ebû Hanîfe de ona dönüp “sen susmaya devam et ey (kafası
basmayan) topal” diye sitem etti.
Ebû Yusuf’da diyor ki:
Ebû Hanîfe ile birlikte yürürken bir adam diğerine
“İşte geceleri hiç
uyumayan, ibadetle geçiren Ebû Hanîfe geçiyor” dedi. Bunun üzerine Ebû Hanîfe
“Yapmadığım şeyler
söylenmiyor” dedi. Ebû Hanîfe gecelerini namaz, dua ve niyaz ile geçirirdi.
Ebû Nuaym ve bir gurup
alim onun hicrî 80 yılında doğduğunu, 150 yılında vefat ettiğini söylemiştir.
İbn Maîn ise 151 yılında, başkaları da 153'de vefat ettiğini söylemişlerdir.
Vekî' şöyle demiştir:
Ebû Hanîfe bize rivayet etti (ve şöyle dedi): Ebu'z-Zubeyr'den, o Cabir b.
Abdullah'dan, oda Hz. Peygamber'den: “Kişi,
malı olan köleyi satarsa, alıcı şart koşmadığı takdirde, (kölenin) mal(ı)
satıcınındır.” Ebû Davud bu hadisi Ahşeveriş (Buyu') bahsinde, Nesâî de
Köle Azadı (Itk) ile Şartlar (Şurût) bölümlerinde Atâ vasıtasıyla Cabir'den
rivayet etmişlerdir.”
[136]
Halep bölgesinin
tartışmasız üstadı olan imam, allame, Burhaneddin Ebu'1-Vefâ İbrahim b. Muhammed
b. Halil et-Tarablûsî summe'l-Halebî eş-Şâfiî (Sibt ibnu'l-Acemî)
Nihâyetu's-Sûl fî Ricâli's-Sitteti'l-Usûl adlı eserinde
[137]
şöyle demektedir:
“Numan b. Sabit b.
Zûtâ Kuselmâ. İmam, müctehid. Ebû Hanîfe el-Kûfî. Irak'ın fakihi. Rey ekolünün
üstadı. Farslı olduğu söylenmiştir. Teym b. Sa'lebe Oğullarının himayesindeydi.
Zûtâ'ya gelince, Kabil'lidir. (Ebû Hanîfe’nin babası) Sabit müslüman bir ailede
dünyaya gelmiştir. Zûtâ, Teymullah b. Sa'lebe Oğullarının kölesi idi. Bilahere
azad edildi ve bu kabilenin himayesine girdi. Torunu İsmail b. Hammad b. Ebî
Hanîfe ise şöyle demiştir: 'Ben İsmail b. Hammad b. Numan b.
Sabit b. Numan b. Merzuban. Hür
Fârisîlerden. Vallahi biz hiçbir zaman köle olmadık.'
Ebû Hanîfe ipekçilik
yapıyordu. Dükkanı Amr b. Hureys mahallesinde bilinen bir yerdir.
Ebû Nuaym Fadl b.
Dukeyn de şöyle demiştir: “Ebû Hanîfe’nin asiı Kabil'dendir.” Ebû Abdurrahman
el-Mukrî ise aslının BabiS'den olduğunu söylemiştir. Yahya b. Nasr el-Kureyşî
Ebû Hanîfe’nin babasının Nesâ'İı olduğuni öne sürerken, Haris b. İdris de
aslının Tirmiz'e dayandığını söylemiştir. İshak b. Buhlûl'un babası ise, Ebû
Hanîfe’nin babası Sâbit'in Enbâr'lı olduğunu belirtmiştir.
Ebû Hanîfe Enes b.
Malik'i görmüştür. Ebû İshak el-Fîrûzâbâdi’nin dediği gibi, “Ebû Hanîfe’nin
zamanında dört sahabe hayattaydı: Enes, Abdullah b. Ebî Evfâ, Sehl b. Sa'd ve
Ebu't-Tufeyl. Ebû Hanîfe bunların hiçbirinden hadis almamıştır.”
Bunun yanında Ebû
Hanîfe’nin Şa'bî ile Tavus'dan hadis rivayet ettiği söylenmiştir.
Kâdıyu'l-kudât
Cemaleddin Mahmud b. Ahmed b. Sirâc “Ebû Hanîfe sahabeden yedi kişiden
rivayette bulundu” demiş, bunların isimlerini iki beyitte zikretmiş, Ebû
Hanîfe'den rivayet edilen bu tür hadisleri bir risalede toplamış, Mâ Ravâhu
Ebû Hanîfe ani's-Sahâbe (Ebû Hanîfe’nin Sahabeden Rivayet Ettiği Hadisler)
adını vermiştir... Ben Hanefî mezhebine mensup bir değerli insanda Molla Yakub
isnadıyla gelen Mâ Ravâhu Ebû Hanîfe ani's-Sahâbe kitapçığını gördüm.
Hatîb Bağdadî Tarîh'inde
şöyle demiştir:
Enes b. Mâlik'i
görmüştür. Atâ b. Ebî Rabâh, Ebû İshak es-Sebîî, Muhârib b. Disâr, Heysem b.
Habîb es-Savvâf, Kays b. Müslim, Muhammed b. Munkedir, İbn Ömer'in azadlısı
Nâfi’, Hişam b. Urve, Yezîd el-Fakîr, Simak b. Harb, Alkame b. Mersed, Atiyye
el-Avfî, Abdulaziz b. Rufey' ve Ebû Umeyye Abdulkerim'den hadis dinlemiştir.
Kendisinden de Ebû
Yahya el-Himmânî, Huşeym b. Beşîr, Abbâd b. Avvâm, Abdullah b. Mübarek, Vekî'
b. Cerrah, Yezid b. Harun, Ali b. Âsim, Yahya b. Nasr, Kâdî Ebû Yusuf, Muhammed
b. Hasan eş-Şeybânî, Amr b. Muhammed el-Ankazî, Hevze b. Halife, Ebû Abdurrahman
el-Mukrî, Abdurrezzak b. Hemmam ve başka kimseler rivayet etmişlerdir.
Kufe'li olup Halife
Ebû Cafer Mansur onu Bağdad'a göç ettirmiştir. Üstad Ebû İshak Tabakât'ta
şöyle demiştir: “Hicrî 70 yılında doğmuş, 150 yılında 80 yaşında iken
Bağdad'da vefat etmiştir.
Ebû Hanîfe fıkhı
Hammad b. Ebî Süleyman'dan öğrenmiştir. Menkıbeleri çok olup kitaplarda
zikredilmektedir. Onun zühdü, namaza düşkünlüğü, ibadet ehli oluşu
bilinmektedir. Menkıbeleri hakkında müstakil kitaplar yazılmıştır.
Doğrusu onun hapiste
vefat ettiğidir. Ebû Cafer Mansur ondan kâdî olmasını istemiş, kabul etmeyince
hapsetmiştir. Bu kıssası kitaplarda zikredilmekte olup malumdur.”
[138]
Hafız, Şihabeddin,
Şeyhülislam, kendi dönemi hafızlarının imamı, Mısır diyarının hafızı, İbn Hacer
el-Askalânî diye tanınan Ebu'1-Fadl Ahmed b. Ali el-Askalânî eş-Şâfiî de Mizzî,
Zehebî, Hüseynî ve Burhan el-Halebî’nin yolundan gitmiş ve
Tehzîbu't-Tehzîb'inde İmam Ebû Hanîfe’nin terceme-i halinde onu zayıf gösteren
bir değerlendirmeye yer vermemiştir.
İmam Hafız Celaleddin
Suyûtî Zeylu Tabakâti'l-Huffâz adlı eserinde Mizzî, Zehebî, İrâkî, İbn Hacer
gibi imamlar hakkında şöyle demektedir: “Benim dediğim şudur: Muhaddisler
rical ve diğer hadis ilimlerinde şu dört kimseye muhtaçtırlar: Mizzî, Zehebî,
Irâkî, İbn Hacer.” [139]
İmam, muhaddis, hafız,
büyük üstad İmaduddin Ebu'1-Fidâ İsmail b. Ömer b. Kesîr ed-Dimaşkî eş-Şâfiî
(İbn Kesîr), el-Bidâye ve'n-Nihâye'de Ebû Hanîfe için güzel bir terceme-i hal
yazmış ve 150 yılında vefat edenler arasında zikretmiştir. Onun için şunları
söylemiştir:
“Bu yıl İmam Ebû
Hanîfe de vefat etmiştir... İsmi Numan b. Sabit et-Teymî mevlâhum el-Kûfî.
İrak'ın fakihi, İslamın imamlarından, önde gelen büyüklerinden biri, ulemanın
kurmaylarından, tabi olunan dört mezhep imamından biri. Dört imam içinde en
önce vefat eden odur. Sahabe dönemine yetişmiş ve Enes b. Malik'i görmüştür.
Başka sahabileri gördüğü de
söylenmiştir. Bazı ilim adamları onun yedi sahabiyi gördüğünü söylemişlerdir.
Bir gurup tabiîden
hadis rivayet etmiştir. Hakem, Hammad b. Ebî Süleyman, Seleme b. Kuheyl, Âmir
eş-Şa'bî, îkrime, Atâ, Katâde, Zuhrî, İbn Ömer'in azadlısı Nâfi', Yahya b. Saîd
el-Ensârî ve Ebû İshak es-Sebîî bunlardan bazılarıdır.
Ondan rivayet
edenlerin bir kısmı da şunlardır: Oğlu Hammad, İbrahim b. Tahmân, İshak b.
Yusuf el-Ezrak, Kâdî Esed b. Amr, Hasan b. Ziyad el-Lu'luî, Hamza ez-Zeyyât,
Davud et-Tâî, Züfer, Abdurrezzak, Ebû Nuaym, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî,
Huşeym, Vekî', Kâdî Ebû Yusuf.
Yahya b. Maîn onun
için “Ebû Hanîfe bizim nezdimizde güvenilir kimselerdendi. Yalancılıkla itham
edilmemiştir” demiştir. İbn Hubeyre teklif ettiği kadılığı kabul etmediği için
onu kırbaçlatmıştır. Yahya b. Saîd fetva konularında onun görüşlerini tercih
ederdi. Yahya şöyle demekteydi: “Allah'a karşı ne yalan söyleyeyim: Ebû Hanîfe’nin
reyinden daha isabetli rey görüp duymadık. Biz onun görüşlerinin çoğunu
benimsiyoruz.” Abdullah b. Mübarek de şöyle demekteydi: “Allah, Ebû Hanîfe ve
Sufyan'la bana yardım etmeseydi sıradan bir insan olurdum.”...
Abdullah b. Davud
el-Hureybî şunu demiştir: “Fıkıh ve sünneti koruduğundan dolayı, müslümanların
namazlarında Ebû Hanîfe'ye dua etmeleri gerekir.” Sufyanu's-Sevrî ile
İbnu'l-Mubârek da şöyle demişlerdir: “Ebû Hanîfe kendi döneminde insanların en
fakihi idi.” Ebû Nuaym da “meseleleri derinlemesine inceleyebilen bir insandı”
derken, Mekkî b. İbrahim de “Ebû Hanîfe yeryüzü insanlarının en bilgilisiydi”
[140]
demiştir.
Mişkâtul-Mesâbîh
müellifi üstad, imam, alîame Veliyyuddin Muhammed b. Abdullah el-Hatîb
et-Tebrîzî eş-Şâfiî el-İkmâl fî Esmâi'r-Ricâî'dâ şahısların isimlerini verirken
İmam'ın terceme-i halinde şöyle der:
“Şerik en-Nehaî şöyle
demiştir: “Çok susan, devamlı düşünen, insanlarla az konuşan biriydi.” Bu
onun, bâtını ilimlerdeki durumunu, dinin temel meseleleriyle ilgilendiğini
gösteren en açık delillerdendir.
Çünkü suskunluğu ve
zühdü birarada bulunduran kişiye ilmin tamamı verilmiş demektir. Biz burada
onun menkıbelerini ve faziletlerini açıklamaya dursak konu bir hayli uzar ve
asıl maksadımıza ulaşamayiz. Ancak şunu söyleyelim: Ebû Hanîfe alim, amel ehli,
verâ'lı, zahid ve âbid bir insandı. Din ilimlerinde imamdı. Mişkât'ta ondan bir
tek hadis rivayet etmememize mukabil bu kitapta zikredilmesinin nedeni, yüksek
mertebesi ve geniş ilmi birikiminden teberrüklenmektir.”
Yukarıda kitaplarından
nakilde bulunduklarımızdan zevattan önce; imam, hafız, biricik insan,
şeyhülislam, evliyanın sembolü Muhyiddin Ebû Zekeriya Yahya b. Şeref b. Murrî
el-Hizâmî el-Havrânî en-Nevevî eş-Şâfiî, Tehzîbu'l-Esmâ ve'l-Luğât adlı
eserinde Ebû Hanîfe’nin terceme-i halini verirken onun faziletlerinden,
menkıbelerinden, ilmine ve verâma olan övgülerden başka bir şey zikretmemiştir.
Nevevî’den önce,
Câmiu'l-Usûl ile en-Nihâye fî Garîbi'l-Hadîs eserlerinin yazarı, hicrî 606
yılında vefat etmiş olan allame, üstün zat, biricik insan, dil üstadı, yazar
Kâdî Mecduddin Ebu's-Seâdât Mübarek b. Muhammed eş-Şeybânî el-Cezerî
summe'l-Mevsılî eş-Şâfiî (İbnu'l-Esîr) İmam Ebû Hanîfe’nin terceme-i halini
Câmiu's-Usûl kitabının
[141]
üçüncü kısmında zikretmiş, ona beüğ övgülerde bulunmuş, suçlayıcı ifadelerde
bulunanlara da karşılık vermiştir. O, şunları söylemiştir:
“Numan b. Sabit: Ebû
Hanîfe Numan b. Sabit b. Zûtâ b. Mâh el-Kûfî. İmam, fakih. Teymullah b. Sa'lebe
Oğullarının himayesindeydi. Hamza ez-Zeyyât'ın obasındandır. İpek satıyordu.
Kitâbu'l-Hac'da İş'ar bölümünde kendisinden bahsedilmiştir. Dedesi Zûtâ
Kâbil'liydi. Bâbil'İi olduğu da söylenmiştir. Keza Enbar'lı oiduğu da ifade
edilmiştir. Teymullah b. Sa'lebe Oğullarının kölesiydi, sonra azad edildi. Babası
Sabit ise müslüman bir ailede dünyaya geldi.
Torunu İsmail b.
Hammad b. Ebî Hanife şöyle demiştir: “Ben İsmail b. Hammad b. Numan b. Sabit
b. Numan b. Merzuban. Hür Farslılardan. Vallahi biz hiçbir zaman köle olmadık.
Dedem hicri 80 yılında doğdu. Sabit
küçükken Ali b. Ebî Talib'e gitmiş. Hz. Ali de hem onun hem de nesli için hayır
dua etmiş. Allah Teâlâ'nın, Hz. Ali’nin yapmış olduğu bu duayı kabul
buyurduğunu ümid ediyoruz.”
Ebû Hanîfe hicri 80 yılında
doğdu. 150 yılında Bağdad'da vefat etti. 151 keza 153 yılında vefat ettiği de
söylenmiştir ancak, birinci görüş hem daha sahih hem de daha meşhurdur.
Hayzurân Kabristanı'na defnedilmiştir. Bağdad'daki kabri herkesçe
bilinmektedir.
Ebû Hanîfe’nin zamanında
dört sahabe hayattaydı: Basra'da Enes. Kufe'de Abdullah b. Ebî Evfâ. Medine'de
Sehl b. Sa'd. Mekke'de Ebu't-Tufeyl Âmir b. Vasile. Ebû Hanîfe bunların
hiçbirine yetişememiş, dolayısıyla onlardan hadis almamıştır. Ebû Hanîfe’nin
ashabı ise şöyle demektedirler: 'Sahabeden bir gurupla görüşmüş ve onlardan
rivayet etmiştir.' Onların bu sözleri rivayet alimleri nezdinde tesbit edilmiş
bir husus değildir.
[142]
Fıkhı Hammad b. Ebî
Süleyman'dan öğrenmiştir. Ata b. Ebî Rabâh, Ebû İshak es-Sebîî, Muhârib b. Disâr,
Heysem b. Habîb, Muhammed b. Munkedir, İbn Ömer'in azadlısı Nâfi', Hişam b.
Urve ve Simâk b. Harb'dan hadis dinlemiştir.
Ondan da Abdullah b.
Mübarek, Vekf b. el-Cerrâh, Yezîd b. Harun, Ali b. Âsim, Kâdî Ebû Yusuf,
Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî ve başkaları rivayet etmiştir. Halife Ebû Cafer
el-Mansur onu Bağdad'a göç ettirmiştir. Oda vefat edene kadar burada kalmıştır.
İbn Hubeyra, Mervan b. Muhammed el-Emevî’nin saltanatı döneminde onu Küfe
kâdîsı olmaya zorlamış, kabul etmeyince de on gün boyunca onar taneden 100
kırbaç attırmıştır. Buna rağmen kadılığı kabul etmediğini görünce, serbest
bırakmıştır. Mansur onu zorla Bağdad'a
göçtürünce
burada kadılık makamına getirmek istemiş ancak, o buna yanaşmamış. O da mutlaka
kâdî yapacağına yemin etmiş, Ebû Hanîfe de yapmayacağına yemin etmiş, böylece
aralarında karşılıklı yeminleşmeler olmuş. Sonuç alınamayınca Mansur onu
hapsettirmiştir. İmam zindandayken hayata veda etmiştir. (İmam'ın, kendisi için
boş ve aşağılayıcı olan) tuğla sayma işine bakma karşılığında serbest kaldığı
söylenmiştir ancak bu sahih değildir.
İmam orta boyluydu.
Uzunca olduğu da söylenmiştir. Buğday tenli, güzel yüzlüydü. İnsanların en
güzel ve tatlı konuşanıydı. Onunla oturmak çok hoştu. Çok cömert, din
kardeşlerine karşı son derece lütuf kar ve ihsankârdı.
Şafiî şöyle demiştir:
Mâlik'e soruldu:
“Ebû Hanîfe'yi
gördünüz mü?”
“Evet. Onu öyle biri
olarak gördüm ki, eğer şu direk altındır deseydi, bunu delilleriyle ispat
ederdi.”
Şafiî şunu da
söylemiştir: “Fıkıhta derinleşmek isteyen kişi Ebû Hanîfe'ye muhtaçtır.”
Biz burada onun
menkıbelerini ve faziletlerini açıklamaya devam etsek konu bir hayli uzar, biz
de asıl maksadımıza ulaşamayız. Ancak şunu söyleyelim: Ebû Hanîfe alim, amel
ehli, zahid, âbid, verâ'lı, muttaki bir insandı. Din ilimlerinde kendisinden
razı olunmuş bir imamdır.
Ebû Hanîfe'ye nisbet
edilen keza ondan nakledilen uydurma bir takım sözler vardır. Ancak imam
bunlardan münezzehtir. Kur'ân'ın mahluk olduğu, Kaderî görüşü benimsediği, İrca
inanışını kabul ettiği yönündeki sözler gibi. Bunları zikretmeye keza kimlerin
bunları dile getirdiğini anmaya hiç gerek yok.
Doğrusu o bunlardan uzaktır.
Allah'ın şöhretini,
yeryüzünü kaplayan ilmini her tarafa yayması, mezhebinin ve fıkhi yaklaşımının
benimsenmesi, sözleriyle fiillerine müracaat edilmesi, İmam'ın bu tür şeylerden
uzak oluşunun hakikatin ta kendisi olduğunu gösteren delillerden bir kısmıdır.
Allah katından gelen gizii bir sır ve hoşnudluk olmasaydı, Ailah onu muvaffak
kılmaz, İslam ümmetinin yarısı veya buna yakın sayıda insan onun mezhebini,
ictihadlarını ve görüşleriyle amel etmeyi seçmezdi. Sonuçta, yaklaşık 444
yıldır Allah'a ve dinine onun fıkıh çerçevesinden kulluk yapıldı; onun
ictihadlarıyla ve mezhebiyle amel edildi; onun görüşleri alındı.
Bütün bunlar, onun mezhebinin
ve akidesinin doğruluğunu gösteren ve hakkında söylenen olumsuz şeylerden uzak
olduğunu isbat eden en güzel delillerdir. Hanefî mezhebini benemseyenlerin en
önde
gelenlerinden olan
Ebû Cafer et-Tahâvî Akîdetu Ebî Hanîfe adlı eserinde onun yaklaşımlarını ele
almıştır. Burada geçenler bütünüyle ehl-i sünnet ve'1-cemaatın yaklaşımlarıdır.
Burada ona nisbet edilen veya söylediği iddia edilen aykırı hususlardan bir şey
yoktur, öğrencileri ve müntesipleri onun halini ve sözlerini başkalarından çok
daha iyi bilirler. Bu durumda onların naklettiklerine bakmak başkalarının
söylediklerine göz atmaktan çok daha iyidir.
[143]
Onun aleyhinde bir
takım şeyler söyleyenlerin buniarı demelerinin keza İmam'a nisbet edilen bu tür
şeylere sarılıp İmam'a yüklenmelerinin nedenleri açıklanmıştır. Ancak, biz
burada onların söyledikleri şeyleri aktarma ihtiyacı hissetmiyoruz çünkü Ebû
Hanîfe gibi İsİamda yüksek bir konumda bulunan bir insan, kendisine nisbet
edilen şeye İzahat getirilip mazeret üretilmesine muhtaç değildir.”
[144]
Bunların hepsinden
önce hafız, üstad, allame, İslamın tacı Ebû Sa'd Abdulkerim es-Sem'ânî el-Mervezî
eş-Şâfiî, Ensâb'da Ebû Hanîfe’nin terceme-i halini oldukça güzel sunmuş, burada
faziletlerini ve menkıbelerini zikretmiştir. Ona leke getiren şeyler üzerinde
hiç durmamıştır.
Söz konusu bu
alimlerden sonra gelmiş olan ve Ebû Hanîfe’nin hal tercümesini yazan, ya da
menkıbelerini kitap ve cüzler halinde derleyen değerli mütehassıs hafızlar,
imamlar ile diğer ilim ehli aynı minval üzere hareket etmişlerdir. Onlar
eserlerinde, imamın faziletleri, menkıbeleri, dini, takvası, Kitap ve sünnete
yönelik ilminin genişliği üzerinde yaptıkları övgüler dışında hiçbir şeyi
dercetmemişlerdir.
Ben burada 11. asrın önde
gelen alimlerinden olan, Hicaz bölgesinde sünneti ihya eden, buradaki tefsir
alimlerinden ve muhaddis imamlardan biri olan imam, allame Muhammed Ali b.
Muhammed Allân b. İbrahim es-Sıddîkî el-Alevî eş-Şâfiî (İbn Allan)'in sözlerini
aktarmak istiyorum. Kendisi hicrî 996 yılında doğmuş, 1057'de vefat etmiştir.
İmam Ebû Hanîfe’nin terceme-i halini el-Futuhâtu'r-Rabbânı'yye
ale'l-Ezkâri'n-Neveviyye adlı eserinde zikretmiştir. İsmi şerh ettiği Ezkâr'ın
metninde geçen Ebû Hanîfe’nin terceme-i halini şerhinde verir ve şunları söyler:
İmam Ebû Hanîfe.
İmam-ı A'zam. Biricik önder, yüksek insan, İmamların İmamı. Mertebesinin yüceliği,
ilminin genişliği, zühdü, dönemindekilerden üstün olduğu, zahiri ilimler bir
tarafa bâtını ilimlerde de nasipkâr olduğu hususunda ittifak edilmiştir. Bunların
yanında o, güzel övgüye sahip olması ve adının her tarafa yayılması açısından
da kendi dönemindekilere üstünlük sağlamıştır. Tabiînin büyüklerindendir. Adı
Numan b. Sabit b. Zûtâ b. Mâh mevlâ Teymillah b. Salebe el-Kûfî'dir.
Hatîb Bağdadî, torunu
Ömer b. Hammâd b. Ebî Hanife'den “(Ebû Hanîfe’nin babası) Sabit müslüman bir ailede
dünyaya geldi” dediğini aktarmıştır. Zûtâ, Teym Oğullarının kölesiydi. Bilahere
onu azad ettiler. Velayeti ise onlarda kaldı. Ebû Hanîfe’nin torunu Ömer'in
kardeşi İsmail bunu kabul etmemiş, Sâbit'in babasının Farslılardan olduğunu
ve hür olduklarını belirtmiş, “vallahi biz hiçbir zaman köle olmadık”
demiştir. Yine şunu demiştir: “Zûtâ küçükken oğlu Sâbit'i Ali b. Ebî Talib'e
götürmüş. Hz. Ali de hem onun hem de nesli için hayır dua etmiş. Allah
Teâlâ'nın Hz. Ali’nin yapmış olduğu bu duayı kabul buyurduğunu ümid ediyoruz.”
İsmail'in umduğu şey
olmuştur. Allah Teâlâ dedesi Ebû Hanîfe'ye sonsuz ve sınırsız bir lütufta
bulunmuş, ona tabi olanlara bereket ihsan etmiş ve dünyanın dört bir tarafına
yayılıp çoğalmışlardır. Bütün dünyada şöhret bulan sıdk ve emanetinin bereketi
müntesipleri üzerinde de tezahür etmiştir.
Ebû Hanîfe fıkhı
Hammad b. Ebî Süleyman'dan almıştır. Sahabeden dört hatta sekiz kişiye
yetişmiştir. Enes, Abdullah b. Ebî Evfâ, Sehl b. Sa'd, Ebu't-Tufeyl
bunlardandır. Bir zat, İmam Ebû Hanîfe’nin kendilerinden rivayet ettiği bazı
sahabilerin isimlerini şiir haline getirmiştir:
Tabiîlerin süsüdür Ebû
Hanîfe
Şunlardan hadis
nakletmekte
Cabir, İbn Cez',
Hureysî
[145], Ma'kil,
İyi insan Enes, Bint
Acred, Vâsıle
Güzellerin ilmini elde
etmişti işte.
Sahabeden kimseyle
görüşmediği de söylenmiştir.
Atâ ve onun
dönemindekilerden hadis dinlemiştir. İbnu'1-Mubârek, Vekî' b. Cerrah ve
başkaları da kendisinden rivayet etmişlerdir.
Halife Mansur kadılık
makamına gelmesini istemiş ancak, o bundan imtina etmiştir. Bunun üzerine
hapsettirmiş ve kırbaçlatmıştır. O ise kabul etmemekte direnmiş ve cezaevinde
vefat etmiştir.
Abdullah b. Mübarek
onun hakkında şöyle demiştir: “Dünya her-şeyiyle kendisine sunulduğu halde
bunlardan kaçan bir şahıs biliyor musunuz?”
İmam güzel giyinir,
hoş kokular sürünürdü. Daha uzaktan gelirken kullandığı hoş koku hissedilir,
geldiği belli olurdu. Onunla oturmak bir zevkti. Çok cömert, din kardeşlerine
karşı son derece ihsankârdı. Orta boyluydu. Uzunca olduğu da söylenmiştir.
İnsanların en güzel ve tatlı konuşanıydı.
Ebû Hanîfe şöyle
demiştir: 'Basra'ya geldiğimde, bana sorulan her bir soruya cevap veririm
sanırdım. Ancak öyle şeyler soruyorladı ki, cevaplarını bilmiyordum. Bunun
üzerine ölünceye kadar Hammad'dan ayrılmamaya yemin ettim. 18 yıl onunla
birlikte bulundum. Vefatından sonra her namazda ebeveynimle birlikte onun için
istiğfar ediyorum. Kendilerinden ilim aldığım diğer hocalarım ile benden ilim
alanlar için de Allah'tan bağışlanma diliyorum.'
Sehl b. Muzâhim şöyle
demiştir: “Dünya ona bahşedildi ancak, istemedi. Kabul etmediğinden dolayı
kırbaç yedi; yine de kabul etmedi.”
Ebû Hanîfe ipek
satıyordu. Dükkanı Amr b. Hureys mahailesindeydi.
İbn Cureyc'e Ebû
Hanîfe’nin vefat haberi ulaşınca derin bir üzüntüye kapılmış ve “ne ilim gitti”
diye iç geçirmiştir.
Fudayl b. Iyâd da
diyor ki -Doğrusu bu büyük bilgenin şahitliği sana yeterlidir-: “Ebû Hanîfe
fıkhıyla maruf, takvasıyla meşhur, geniş ilmi birikimi, etrafındaki herkese ihsanda
bulunmasıyla tanınmış bir insandı. Gece gündüz ilim öğretmeye çabalayan, az
konuşan, haram helale yönelik bir mesele kendisine getirildiğinde konuşan bir
insandı.”
Faziletleri daha
pekçoktur...
Bağdad kâdîsı Hasan b.
Umâre cenazesini yıkayınca şöyle dedi: 'Allah sana rahmet etsin! Seni
bağışlasın! 30 yılı oruçlu geçirdin. 40 yıldır, başın uyumak için yastığa
değmedi.'
Hicri 80 yılında
doğmuş, Bağdad'da vefat etmiştir. Kadılık meselesi yüzünden atıldığı hapiste
vefat ettiği söylenmiştir. Meşhur olan görüşe göre 150 yılında vefat etmiştir.
151 veya 153 yılında vefat ettiği de söylenmiştir. Recep ayında vefat
etmiştir. Kabri Bağdad'da olup ziyaret edilmektedir.
İmam Şafiî’nin onun
hakkındaki şu sözü faziletini gösteren delillerden biridir: “İnsanlar fıkıhta
Ebû Hanîfe'ye muhtaçtırlar.”
[146]
İşte, cerh-tadil imamı
münekkid hadis hafızları eserlerinde düşmanlarının ve haset edenlerin ona
yönelik suçlamaları ve ithamlarından hiçbirini zikretmemişlerdir. Bu
bilginlerin hepsinin aynı minvalde davranması, bazı rical kitaplarındaki Ebû
Hanîfe'yi cerh edici bütün sözlerin duvara çarpılması gerektiğini
göstermektedir.
Kuşkusuz, onu bir sözü
nedeniyle suçlayanlar ya Ebû Hanîfe’nin delilini bilmediklerinden veya Ebû
Hanîfe’nin ince kıvrak zekasının onlardan üstün oluşundan dolayı (yani meseleyi
onun gibi kavrayamamalarından ötürü) eleştirdiler. Hiç şüphe yok ki, selef ve
halef alimleri onun geniş ilmî birikimi, verâsı, ibadet ehli oluşu, tedkik ve
araştırmalarındaki zihni kabiliyetinde müttefiktirler. Bu nedenle kullandığı
delilleri bilmeyenlerin, haset edenlerin, düşmanlarının ona yönelik sözlerine
hiçbir şekilde itibar edilmez. Nitekim İmam Abdulvehhab eş-Şa'rânî
el-Mîzânu'l-Kubrada şöyle demektedir:
“Reyin yerilmesi
hususunda dört büyük imamdan nakledilenlere gelince; ilk olarak İmam-ı A'zam
Ebû Hanîfe Numan b. Sabit, -bir takım mutaassıp kimselerin ona izafe ettiği
şeylerin hilafına- dinin zahirine muhalif olan her reyden uzak durup
kaçınmıştır. Kıyamet gününde imamla yüzyüze geldiklerinde bu durum kendileri
İçin ne kadar utanç verici
olacaktır. Gerçek şu ki, kalbinde ufacık bir nur bulunan kimse hiçbir imam
hakkında kötü söz söylemeye cesaret edemez.
İnsanların konumlan
nasıldır peki? İmamlar gökteki yıldızlar gibidir. Diğerleri ise yıldızları
sadece suya vuran yansımalarından tanıyan yeryüzündeki insanlar gibidir. Şeyh
Muhyiddin İbn Arabî, el-Futuhâtu'l-Mekkiyye adlı eserinde senediyle birlikte
Ebû Hanîfe'den onun her zaman şöyle dediğini nakletmiştir: “Allah'ın dininde
reyle görüş belirtmekten sakının. Sünnete tabi olun. Bu yoldan sapan kimse sapıtır.”
[147]
Şa'rânî yine şöyle
demiştir: “Alimler, Rasûlullah'dan sonra dini koruyan emin kullardır. İnsanlara
açıkladıkları hususlarda, dinden çıkardıkları hükümlerde onlara itiraz
edilmez. Özellikle de Ebû Hanî-fe'ye. Hiç kimsenin ona itiraz etmemesi gerekir.
Çünkü o imamların büyüğü, mezhebini ilk oluşturan kişidir. Zaman olarak
Rasûlullah'a en yakın olandır. Keza o, tabiînin büyüklerinden olan imamların
yaptıklarını da müşahede etmiştir.
Bütün insanlar onun
büyüklüğü, ilmi, verâsı, zühdü, iffeti, ibadeti, Allah'ın muradını her zaman
göz önünde bulundurması, ömrü boyunca her dem ondan korkması hususunda icma
etmişlerdir. Bu durumda bizim gibi İnsanların böylesine büyük bir İmama itiraz
etmeleri nasıl doğru olabilir ki! Allah'a yemin ederim ki, böyle bir itiraz
ancak basiretsiz olanlar için söz konusu olur...
Benliklerini, imamlara
bilgisizce saldırmaya kaptıranlarla birlikte olma sakın! Yoksa hem dünyada hem
de ahirette hüsrana uğrarsın. Çünkü bu kitabımızın pekçok yerinde belirttiğimiz
gibi, İmam Kur'ân ve sünnete son derece bağlıydı, reyden uzak biriydi.
Mezhebini inceleyen
insan, onu dini konularda en ihtiyatlı mezhep olarak görecektir. Tersini söyleyen
kimse ise, hasta anlayışıyla hidayet imamlarını inkar eden mutaassıp cahiller
zümresindendir. Bu büyük imam böyle şeylerden kesinlikle münezzehtir. Bilakis
o, mezheplerin tamamı kaybolana kadar peşinden gidilen en büyük imam olmaya
devam edecektir.
Zaman ilerledikçe,
mezhebine mensup insanların sayısı her geçen gün arttığı gibi, onun ve etbâmın
görüşlerine olan itimat ta artmaktadır. Daha önce imamımız Şafiî’nin şu sözünü
aktarmıştık: “İnsanların hepsi fıkıhta Ebû Hanîfe'ye muhtaçtır.”
Ona tabi olanlardan
bazıları, başka imamlara tabi olmaları yönünde baskılara maruz kalıp
zindanlara atıldılar, eziyetlere uğratıldılar. Allah'a yemin olsun ki, bu
yaptıklarının bir faydası olmadı. Keza bir kısım mutaassıp kimselerin, İmam
hakkındaki beyanatları ile “o ehli reyden biridir” sözlerinin bir kıymeti
yoktur. Bilakis, imamı suçlayan kimselerin bu tür sözleri müdakkik alimler
nezdinde sadece birer hezeyandır. Bu suçlayan kimseler, müctehidlerin ihtilaf
ettikleri konuları, istinbatİarındaki titizlik ve derinliği bilselerdi, vardığı
nokta kapalı kalmış olan Ebû Hanîfe'yi müctehidlerin büyük çoğunluğuna üstün
tutarlardı.
Ey kardeşim! Şunu bil!
Diğerlerine oranla daha ziyade Ebû Hanîfe’nin konumu üzerinde durmamın nedeni,
imama muhalefet eden, dini konularda düşüncesizce davranan bazı farklı mezhep
mensubu öğrencilere olan şefkatimdir. Çünkü bunlar, diğer imamların aksine, bu
imamın vardığı noktadan habersiz oldukları için, onun bazı ictihadlarını zayıf
gösterme hatasına düştüler. Kuşkusuz, anlama kabiliyeti olan ve meselelerde
varılan noktalan görme yeteneğine sahip ilim talipleri için, imamların Kitap
ve sünnetten istinbat etme yöntemleri gayet açıktır.”
[148]
Konumuz çerçevesindeki
değerlendirmelerine itibar edilmesi gereken nakil üstadları ile rical
bilginlerinden aktardığımız İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe'yle ilgili alıntılar, onun
hafızasını, tedkiklerini hakkıyla yapışını ve yüksek bir ilme sahip oluşunu
övmektedir. Hafız Ebu'1-Haccac el-Mizzî, Tehzîbu'l-Kemâl'inin mukaddimesinde
şöyle demektedir:
“Bu kitapta yer alan
cerh-tadil imamları ile diğer bilginlerin sözlerinin büyük kısmı Hafız Ebû
Hatim'in oğlu Hafız Ebû Muhammed Abdurrahman b. Ebî Hatim er-Râzî’nin
Kitâbu'1-Cerh ve't-Ta'dîl'inden, Hafız Ebû Ahmed Abdullah b. Adiy el-Curcânî’nin
eJ-Kamil’inden, Hafız Ebû Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit el-Hatîb el-Bağdâdî’nin
Târîhu Bağdâd’ından, İbn Asâkir ed-Dimaşkî diye maruf Hafız Ebu’l-Kâsım Ali b.
Hasan b. Hibetullah'ın Târîhu Dımaşk'ından alınmadır. (Konunun durumuna göre),
bu dört kitaptan veya bir kısmından nakledilenler diğer eserlerden
nakledilenlerden çok daha fazladır...
Bu kitap hadis
ravilerinin, rivayetleri nakledenlerin, din imamlarının, takva-zühd-verâ' ve
ibadet ehli kimselerin büyük çoğunluğundan bahseden bir çalışmadır. Bu
çalışmada zikri geçen ilim guruplarından -çok azı müstesna- meşhurların büyük
çoğunluğu anılmaktadır.
Burada zikredilen
bilgilere ilaveten daha fazla malumat sahibi olmak isteyenler zikri geçen dört
kitap dışında şu kitaplara bakabilirler: Vâkidî’nin katibi Muhammed b. Sa'd'ın
et-Tabakâtu't-Kubrâ'sı. Ebû Bekr Ahmed b. Ebî Hayseme Zuheyr b. Harb'ın
Târîh'i. Ebû Hatim Muhammed b. Hibbân el-Bustî’nin Kitâbu's-Sikât'ı. Ebû Saîd
Abdurrahman b. Ahmed b. Yunus b. Abdula'lâ es-Sadefî’nin Târîhu Mısfı. Hâkim
Hafız Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah en-Neysâbûrî’nin Târîhu Neysâbûru.
Hafız Ebû Nuaym Ahmed b. Abdullah b. Ahmed el-Esbehânî’nin Târîhu Esbehânı. Bu
on kitap rical alanında yazılmış temel kitaplardır.”
[149]
İbn Adiy'in, Ebû
Hanîfe olayında haddi aşıp sınırı geçtiği malumdur. Aynı şekilde, Hatîb
Bağdadî de İmam'a yöneltilen suçlamaların hepsini kitabında zikretmiş,
denizlerin yıkamaya kifayet etmeyeceği kadar pisliği getirip ortaya dökmüştür.
İlim ehlinin müracaat
ettiği ve bizim kendilerinden İmam-ı A'zam’ın konumunu aktardığımız Sem'ânî,
Nevevî, Mizzî, Zehebî, İbn Kesîr, Hüseynî, el-Burhân el-Halebî ve İbn Hacer
gibi bilginlere gelince...
Evet, zikri geçen
bilginler bu alanın imamları olmalarına rağmen Ebû Hanîfe hakkında söylenen
olumsuz şeylere hiç iltifat etmediler. Onu bir takım şeylerle suçlayanların
aksine, Ebû Hanîfe'yİ hafızlardan saymışlar, güvenilir biri olduğunu
belirtmişler, hadislerin sahih veya zayıf kabul edilmesinde keza ravilerin
güvenilir mi zayıf mı olduğunu anlamada görüşlerine müracaat edilen tenkid
ilmi imamlarından kabul etmişler ve yeri geldikçe görüşlerini zikretmişlerdir.
İşte İmam Ebu'l-Haccac
el-Mizzî. Tehzîbu'l-Kemâl’inde zikrettiği şeylerin tamamını Hatîb Bağdâdfnin
Târîhu Bağdâd’ından almıştır
ancak,
onun hakkında söylenen bir takım sözlerin nefsânî ve taassup kaynaklı olduğunu
bildiğinden dolayı, İmam'ın itibarını zedeleyen hiçbir şey üzerinde
durmamıştır. Çünkü İmam düşmanlarının kendisine iftira ettiği şeylerden
beridir. Bu nedenle böylesi şeylerin hiçbirinin zikredilmesine gerek yoktur.
İmam Zehebî bu kitap
için “Tehzîbu'l-Kemâl sika ravileri tanımanın kaynağıdır” demiş ve -daha önce
geçtiği üzere
[150]kitabındaki
metodunu övmüştür: “Üstadımız Ebu'l-Haccâc, Ebû Hanîfe'yi zayıf gösteren bir
görüşe eserinde yer vermemekle çok iyi davranmıştır.”
Mizzî’nin ardından
Zehebî, İbn Kesîr, Hüseynî, el-Burhan el-Halebî ve İbn Hacer gibi Şafiî
mezhebinin büyükleri aynı doğrultuda hareket etmiş, bu tutum bugüne kadar
devam etmiştir. Ancak, günümüzde hadisçiliği kendine mal eden bir zat, -ki bu
Üstad Nasır el-Elbânî'dir- aykırı davranmış ve yoldan saparak böyle bir İmam'a
saldırmaya başlamıştır. Onun hafızası ve ilmi ciddiyeti hakkında konuşmaya
başlamış, zayıf biri olduğu iftirasında bulunarak hafıza zayıflığıyla suçlamış,
zabt ve ezberlemesinin olmadığını iddia etmiştir.
Elbânî, imam, hüccet,
hafız, şeyhülislam Ebû Bistam Şu'be b. el-Haccac el-Ezdî; imam, meşhur üstad,
hadisçilerin önderi Ebû Saîd Yahya b. Saîd el-Kattân; imam, hafız, cerh-tadil
bilginlerinin üstadı Ebu'l-Hasan Ali b. el-Medînî; imam, biricik insan,
hafızların pîri, cerh-tadilin sultanı Yahya b. Maîn; imam, güvenilir insan,
hafızların bilgesi Ebû Davud Süleyman b. Eş'as es-Sicistânî ve bu alanın üstadı
olan diğer insanların Ebû Hanîfe’nin güvenilir biri olduğunu belirten sözlerini
görmezlikten gelmiş, Silsiletu't-Ehâdîsî'd-Daîfe adlı eserinde “yıldız doğduğunda her belde halkından
afetler uzak tutulur” hadisini değerlendirirken şöyle demiştir:
“Bu hadis zayıftır.
İmam Muhammed b. Hasan, Kitâbu'l-Âsâr'da
[151]bunu
Ebû Hanîfe tarikiyle Ebû Hureyre'den merfu olarak rivayet etmiştir. Yine Ebû
Hanîfe tarikiyle Sekafî Fevâid'de[152],
Taberânî el-Mu'cemu's-Sağîr
[153]ile
el-Mu'cemu'l-Evsat'ta
[154]rivayet
etmişlerdir. Yine Ebû Nuaym Ahbâru Esbahân'da
[155] Ebû
Hanîfe'den rivayet etmiş ve “hadisteki necm (yıldız), Süreyya yıldızıdır”
demiştir.
Bu isnadın ricali
sikadır ancak Ebû Hanîfe fıkıhta çok yüksek bir konumda bulunmasına rağmen
Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Adiy ve diğer hadis imamları onu hafızası açısından
zayıf kabul etmişlerdir. Bu nedenle İbn Hacer Takrîb'de onun terceme-i halini
verirken “meşhur bir fakihtir” demenin
ötesinde bir şey dememiştir.”
[156]
Şimdi biz Elbânî'ye
sormak durumundayız: Ebû Hanîfe, İbn Hacer nezdinde zayıf biri olarak kabul
ediliyorsa, o zaman niye zayıf biri olduğunu dile getirmedi de “meşhur bir
fakihtir” demekle yetindi? Oysa Takrîb'in mukaddimesinde şöyle bir açıklaması
vardır: “Ben bu kitabımdaki her bir şahıs için, haklarında söylenen en doğru ve
en adil değerlendirmeyi kapsayan hükmü en veciz ifade ve işaretlerle vereceğim.”
Elbânî herhangi bir
usûl kitabında “meşhur bir fakihtir” sözünün 'zayıf biridir' anlamında
kullanıldığını gösteren açık bir ifade veya îmâya rastladıysa bunu bizlere
açıklasın. Ravinin fakihlik ve meşhur biri olarak takdim edilmesi, acaba onun
zayıflığına ve terk edildiğine mi delalet eder, yoksa onu tanınmazlık ve
kapalılık durumundan şöhrete ve tanınıp bilinmeye mi çıkarır? Keza bu tanınma
ve şöhret onun ilmini ve azametini ifade etmez mi? Son derece hayırlı bir İnsan
olduğunu ortaya koymaz mı? Halbuki Hz. Peygamberden şöyle bir sahih hadis
gelmektedir: “Allah bir kulu için hayır murad ederse onu dinde fakih kılar.”
Fıkıhtan sonra istenip talep edilecek başka bir hayır var mı? Ayrıca “fakih”
sözcüğü selef alimlerinin geleneğinde sadece müctehidler için kullanılmaktaydı.
Eibânî'ye ne oluyor ki, durumu çarpıtıp, öveceği yerde yeriyor? Allah hiç şüphe
yok ki, ondan bunun hesabını soracaktır.
Elbânî’nin “İbn Hacer
Takrîb'de onun terceme-i halini verirken “meşhur bir fakihtir” demesinin ötesinde
bir şey dememiştir” sözüne gelince, bu tamamen bir iftira ve yalandır! Ebû
Hanîfe hakkında söylenen diğer sözleri reddetmektir ve bu doğru da değildir.
Nasıl doğru olsun ki, Hafız İbn Hacer eserin iki yerinde Ebû Hanîfe’nin imam olduğunu
dile getirmiştir. Takrîb'in künyeler bölümünde “Ebû Hanîfe Numan b. Sabit.
Meşhur imam” derken, Nûn harfinde de “Numan b. Sabit el-Kûfî. Ebû Hanîfe. İmam.
Aslen Farslı olduğu söylenmiştir. Keza Teym Oğullarının mevlâsı (onların
himayesinde) olduğu da söylenmistir. Meşhur bir fakihtir. Altıncı tabakadandır.
Sahih olan görüşe göre, 150 yılında 70 yaşında vefat etmiştir.”
Cerh tadil
kitaplarında bir insan hakkında yalın ifadeyle 'imam' denir ve bu kelime başka
bir kelimeyle kayıtlandırılmazsa, bunun anlamı şudur: İmam, bir ravinin
güvenilir olduğunu belirtmede kullanılan ifadelerin en üstünüdür ve sika,
mutkin, sebt, adi gibi güvenilir olduğunu belirten sözlerden daha yukarı bir
dereceyi gösterir. Ancak, insan büyük imamlar hakkında konuşmaya başladığı
zaman, üzerine gazap iner ve aklı başından giderek herşeyi birbirine
karıştırır.
Yukarıdaki
açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Hafız İbn Hacer, bu kimselerin Ebû
Hanîfe'yi zayıf saymalarını kesinlikle kabul etmemiştir. Kullandığı “fakih”, “imam”
ifadelerinde onun rivayetlerini fakih keza imam olmayan diğer ravilerin
rivayetlerine tercih ettiğine işaret vardır. Biz, bildiği halde gizledi
demiyorsak da, Elbânî bunu düşünüp anlayamamış ve durumu çarpılmıştır. Çünkü “meşhur
bir fakihtir” tanımının ravinin zayıflığına delalet ettiğini iddia etmiştir.
Aklı kullara taksim eden Allah'ı tesbih ederim.
İmam, zeki insan Yusuf
b. Haccac el-Mizzî Tehzîbu 'l-Kemâl'in mukaddimesinde şöyle demektedir:
Ebû Bekr b. Huzeyme,
Abdullah b. Hâşim et-Tûsî'den şöyle dediğini nakletmiştir: Bizler Vekî'in
yanındaydık. Bize sordu:
“Şu iki isnaddan
hangisi sizce daha iyidir: A’meş -Ebû Vâil
Abdullah isnadı mı yoksa Sufyan- Mansur - İbrahim - Alkame - Abdullah
senedi mi?” Bizler
“A’meş'in Ebû Vâil'den
naklettiği sened. Çünkü bu sened diğerine göre daha kısadır” dedik. O ise
“A’meş bir hadis hocasıdır.
Ebû Vâil de öyle. Sufyan - Mansûr - İbrahim - Alkame - Abdullah tariki ise
fakihlerin birbirlerinden rivayet ettiği bir tariktir” dedi. Bir başkası onun
şunu da dediğini söylemiştir: “Fakihlerin birbirlerinden naklettiği bir hadis,
hocaların birbirinden naklettiği bir hadisten elbette daha üstündür.”
[157]
Ayrıca şu da var:
Elbânî’nin isteği doğrultusunda olmasa da, Hafız İbn Hacer el-Askalânî'nin
diğer eserlerinde de hiçbir İlim adamından İmam Ebû Hanîfe'yi zayıf sayan bir
değerlendirme nakletmediği malumdur. Bilakis Tehzîbu't-Tehzîb''de İmam’ın
güvenilir bir insan olduğunu cerh-tadii ilminin üstadı Yahya b. Maîn'den
nakletmiştir. İşte söylediği:
“Yahya b. Maîn şöyle
demiştir: 'Ebû Hanîfe sika idi. Sadece ezberlediği hadisleri naklederdi.
Ezberlemediklerini nakletmezdi. Ebû Hanîfe hadiste güvenilir biriydi.'
İbn Davud el-Hureybî
şöyle demiştir: 'Ebû Hanîfe’nin aleyhinde konuşan insanlar hasetçilerle
cahillerdir.'
Rey kadısı Ahmed b.
Abde babasından naklediyor: İbn Âişe’nin yanındaydık. Ebû Hanîfe’nin rivayet
ettiği bir hadisi zikrettikten sonra şöyle dedi: Onu görmüş olsaydınız keşke
hayatta olup yaşasaydı derdiniz.
Onun ve sizin
misaliniz şu şiirde söylendiği gibidir:
Yazıklar size, onları
yermeyi artık azaltın
Ya da kapattıkları
gediği kapatmaya bakın.
[158]
İbn Hacer bu eserinde,
İmam Ebû Hanîfe’nin terceme-i halini şu sözleriyle bitirir: “Ebû Hanîfe’nin
menkıbeleri gerçekten çoktur. Allah ondan razı olsun, Firdevs cennetinde
oturtsun. Amin.”
[159]
Hureybî’nin kim
olduğuna gelince: İmam, üstad Ebû Abdullah b. Davud b. Âmir el-Hemdânî eş-Şa'bî
el-Kûfî. Basra'daki Hureybe mahallesinde otururdu. Zehebî kendisini
Tezkiretu'l-Huffâz'da zikretmiştir.
İbn Hacer zikri geçen
bu Hureybî’nin Takribideki terceme-i halinde şöyle söyler: “Abdullah b. Davud
b. Âmir el-Hemdânî el-Hureybî, Ebû Abdurrahman. Aslen Kûfelidir. Güvenilir bir
insandır, âbiddir. Dokuzuncu tabakadandır. Hicrî 213 yılında 87 yaşında iken
vefat etmiştir. Vefatından önce hadis rivayetini bıraktı. Bu nedenle Buhârî
kendisinden hadis dinleyemedi.”
İbn Hacer
Tehzîbu't-Tehzib’de de şunu demektedir: “İbn Sa'd onun için 'Hureybî güvenilir,
âbid ve zahid bir insandır' derken, İbn Maîn de 'doğru ve güvenilir bir
insandır' demiştir. Osman ed-Dârimî de şöyle demiştir: İbn Maîn'e Hureybî'yi ve
Ebû Âsım'ı sordum. İkisi güvenilirdirler, dedi.' Dârimî’nin kendisi de 'Hureybî
daha üstündür' demiştir. Ebû Zur'a ve Nesâî de 'güvenilir' bir insandır derken,
Ebû Hatim de 'reye
temayülü vardı ve doğru bir insandı' demiştir. Dârekutnî de 'güvenilir ve zahid
bir insandır' demiştir. İbn Uyeyne ise 'eşsiz insanlardan biridir' demiş,
başka bir keresinde de 'o bizim kadîm hocamızdır' diye övgüyîe bahsetmiştir.”
Ey mutaassıb Elbânî!
Gözlerini yummadan bir bak: Eşsiz insanlardan biri olan, İbn Uyeyne’nin
hocası, güvenilir, doğru, zâhid, âbid, emin İnsan Hureybî ne demektedir: Ebû
Hanîfe’nin aleyhinde konuşan insanlar hasetçilerle cahillerdir. Bu hasetçi ve
cahillerin İmam hakkında söylediklerine sakın kanma.
Gelelim (yukarıdaki
şiiri okuyan) İbn Âişe'ye. Adı Ebû Abdurrahman Ubeydullah b. Muhammed b. Hafs
el-Ayşî'dir. İbn Hacer onu Takrîb'de zikretmiş ve şöyle demiştir: “Ubeydullah
b. Muhammed b. Aişe. Dedesinin adı Hafs b. Ömer b. Musa b. Ubeydullah b. Ma’mer
et-Teymî'dir. Ona İbn Âişe keza el-Ayşî denmiştir. Ayşî denmesi soyunun Aişe
bnt. Talha'ya uzanmasındandır. Güvenilir aynı zamanda cömert bir insandı.
Kaderi olmakla suçlanmış ancak bu tesbit edilememiştir. Onuncu tabakanın
büyüklerinden olup hicri 228 yılında vefat etmiştir.”
İbn Hacer Tehzîbu't-Tehzîb'de
de şöyle demiştir: “Ahmed b. Hanbel onun için 'hadis rivayetinde doğru biridir'
demiştir. Ebû Hatim de 'doğru, güvenilir biridir” demiştir. Ahmed b. Hanbel
kendisinden rivayet etmiştir. Yanında Hammad b. Seleme'den gelen 9.000 hadis
vardı. Son derece edîbane konuşurdu, akıcı bir lisana sahipti. Güzel ahlaklı ve
cömert idi. Ebû Davud 'pekçok ilim Öğrenmiştir' derken, Sâcî de şöyle demiştir:
'Tartışmasız olarak, Basralıların ilimde ileri gelenlerindendi. Eli açık ve
cömert bir insandı.' İbrahim el-Harbî de 'gözüm onun gibisini görmedi' derken,
İbn Hibban da 'Arapların neseplerini ezbere çok iyi bilirdi”
[160]
demiştir.
Zehebî de Siyeru
A'lâmi'n-Nubelâ adlı eserinde onu şu sözleriyle övmektedir: “İmam, allame,
güvenilir zat,... tarih bilgini, doğru insan.”
İşte Ahmed b.
Hanbel'in hocası, İmam, allame, hafız, doğru insan, güvenilir zat, pekçok
ilimde derinleşmiş üstad, Basra'nın ilimde önde gelenlerinden olan İbn Aişe. Bu
zat, Ebû Hanîfe’nin naklettiği bir hadisi aktarıyor. Orada bulunanlardan biri
(çağımızda Elbânî’nin
dediği
gibi) 'biz onun naklettiği hadisi istemeyiz' diyor. O da ona şunu söylüyor: Onu
görmüş olsaydınız keşke hayatta olup yaşasaydı derdiniz. Onun ve sizin
misaliniz şairin dediği gibidir:
Yazıklar size, onları
yermeyi artık azaltın
Ya da kapattıkları
gediği kapatmaya bakın
Elbânî akıl ve iz'an
sahibi kimselerden olmuş olsa, burada onun için ibret alınacak bir durum
vardır.
İbn Maîn, Ebû Hanîfe
için 'güvenilir bir insandı. Sadece ezberlediği hadisleri naklederdi,
ezberlemediklerini nakletmezdi' demiş, İbn Hacer de bunu nakledip katılmış ve
tenkit etmemiştir. Bu durumda, nasıl olur da İbn Hacer, Ebü Hanîfe
muhaliflerinin cerhedici ifadelerinin tesirinde kalmıştır sanılabilir?
Elbânî'ye ne oluyor da bu açık ve net ifadeyi kavrayamıyor? Onun bu sözü görüp
anlamasına mani olan tek şey, Ebû Hanîfe'ye karşı olan taassubu ve derin
kinidir.
Hafız, imam, Şemseddin
Muhammed b. Abdurrahman es-Sehavî’nin el-Cevâhir ve'd-Durer fi Tercemeti
Şeyhilislam İbn Hacer kitabında şöyle geçmektedir:
“Hafız İbn Hacer'e,
Nesâî’nin ed-Duafâ ve'l-Metrûkîn kitabında zikrettiği 'Ebû Hanîfe hadiste
güvenilir değildir. Az hadis rivayet etmesine karşın çok hataları ve
yanılgıları vardır' değerlendirmesi doğru mudur, hadis imamlarından bu
değerlendirmeye muvafakat eden biri var mıdır, diye sorulunca şu cevabı
vermiştir:
Nesâî hadis
imamlarından biridir. Söylemiş olduğu şey, tesbit edebildiği kadarıyla gördüğü
ve kanaatinin kendisini sevkettiği tesbittir. Herkesin her dediği kabul
edilecek diye bir şey yoktur.
[161]
Muhaddislerden bir gurup da böyle düşünme hususunda Nesâî'ye katılmıştır. Hatîb
Bağdadî Târîhu Bağdâdında onların sözlerini nakletmiştir. Bunlar içinde kabul
edilecekler var, edilmeyecekler var. Ancak İmam için şu gerekçe gösterilmiştir:
Ebû Hanîfe, sadece duyduğu'andan nakledene kadar hafızasında sakladığı
hadisleri rivayet ediyordu. Bu nedenle kendisinden az hadis rivayet edilmiş,
bununla bağlantılı olarak da, rivayeti az olmuştur. Yoksa kendisi çok hadis
rivayet edebilecek durumdaydı.
Sözün özü, böyle
şeylere kendini kaptırmamak daha evlâdır. Çünkü İmam ve benzeri alimler
köprüyü çoktan geçmişlerdir. Birilerinin onlar hakkında söylemiş olduğu olumsuz
sözler hiçbir zaman etkili olmamıştır. Bilakis onlar, Allah'ın kendilerini
yükselttiği makamdadırlar çünkü, kendilerine uyulmakta, görüşleriyle amel
edilmektedir. Bunun bu şekilde kabul edilmesi gerekir.”
[162]
Elbânî’nin söylediği
şeylerden dolayı Allah'tan korkması gerekir. İbn Hacer'e ve başkalarına söylemedikleri
şeyleri nisbet ederek hile ve iftiralardan kaçınması icap eder.
Böylece, İmam'ı cerh
etme hususunda Nesâî'ye katılanlara verilecek cevap belli olmuş oldu. İbn
Hacer'in öğrencileri içinde en iyisi olan İmam ve hafız Sehâvî, el-İ'lân
bi't-Tevbîh li men Zemme't-Târîh adlı eserinde, Ebû Hanîfe hakkında sadece cerh
edip suçlayanların değerlendirmeleriyle yetinmemek gerektiği hususunda
tavsiyede bulunmakta ve şöyle demektedir:
“İmamlar özellikle de
birbirine muhalif olanlar arasında, münazaralarda ve tartışmalarda vaki olan
şeyleri iyi bir şekilde yorumlamaya çalışmalı ve bunlardan bahsetmekten
kaçınmalıdır. Hafız Ebu'ş-Şeyh b. Hayyân'ın Kitabu’s-Sunne'sinde naklettiği,
keza Ebû Ahmed b. Adiy'in Kâmilinde, Hafız Ebû Bekr el-Hatîb'in Târîhu Bağdâdında,
onlardan önce de İbn Ebî Şeybe’nin Musannef'inde naklettikleri ile Buhârî’nin
ve Nesâî’nin kendisine tabi olunan imamlardan biri hakkındaki söyledikleri
sözler, iyi niyetle hem de müctehid imamlar tarafından söylenmiş olmasına
karşın, benim nakletmekten uzak durduğum şeylerdir. Böyle durumlarda onların
peşinden gitmemek gerekir. Bundan dolayıdır ki, seçkin kadılardan olan bir
hocamız, böyle bir zat hakkında konuştuğu söylenen bir şahsı azarlamıştır.
Hocamız Hafız İbn Hacer de, Herevî’nin Kitâbu Zemmi'l-Hevâ adlı eserinin
kendisine okunmasını dinlememizin ardından, içinde bu tür şeyler içermesi
nedeniyle, “bu kitaptan bir şey rivayet etmeyin” dedi.”
[163]
İmam, Şeyhülislam,
Mağrib hafızı Ebû Ömer Yusuf b. Abdilber en-Nemerî el-Kurtubî el-İntikâ fî
Fedâili's-Selâseti'l-Eimmeti'l-Fukahâ ile Câmiu Beyâni'l-Ilm ve Fadlihî ve mâ
Yenbağî fî Rivâyetihî ve Tahammulih adlı eserlerinde İmam'a saldıranların yüzlerindeki
maskeyi düşürerek gerçeği bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir. Nitekim,
întikâ'da şunu demiştir: “Yahya b. Maîn onu över ve güvenilir biri olduğunu
söylerdi. Diğer hadisçiler ise Ebû Hanîfe ve öğrencilerine düşman gibidirler.”
Ey Elbânî sana
soruyoruz: Ümmet onun büyüklüğü, ilmi ve takvası karşısında saygıya geçmişken,
üstelik yüzyıllar geçmesine rağmen yeryüzünün yansı ona tabi olmuşken, iddia
edegeldikleri şeylerde delilleri dahi bulunmayan düşmanların îmam hakkındaki
hezeyanları kabul edilebilir mi? Seni bu tür çıkmazlara dalmaktan alıkoyacak
bir aklın da mı yok?
İmam İbn Abdilber
Câmiu Beydai’l-İlm'de de şöyle demektedir:
“Hadisçiler Ebû
Hanîfe'yi kötülemek hususunda ileri gittiler ve haddi aştılar. Onlara göre,
kendilerini buna sevk eden şey, Ebû Hanîfe’nin rey ve kıyası rivayetleri
değerlendirmede kullanması ve bu ikisine itibar etmesidir. Oysa ilim ehlinin
çoğunluğu şöyle demektedir: Rivayet sahih olduğunda kıyas ve rey batıl olur.
Halbuki Ebû Hanîfe’nin
reddettikleri, doğruluğu muhtemel olan teville reddettiği âhâd haberlerdir.
Ayrıca ondan önce başkaları bunların pekçoğunu zaten reddetmişlerdi; Ebû
Hanîfe gibi rey ekolünü benimsemiş olanlar da bunlara tabi olmuşlardı. Nitekim
onun bu yöndeki yaklaşımlarının büyük çoğunluğu kendi şehrindeki -İbrahim
en-Nehaî ve İbn Mesud'un öğrencileri gibi- tabi olduğu alimlerin uygulamalardır.
Ancak kendisi ve öğrencileri, gelen problemlere reyleri ve istihsan
prensipleriyle cevap vermede ifrata düşmüş ve ölçüyü kaçırmışlardır. Bu nedenle
de selef ile arasında pekçok ihtilaflar söz konusu olmuştur. Bu farklı
yaklaşımlar karşı taraftakiler tarafından çirkinlik ve bidat olarak
değerlendirilmiştir.
İlim ehlinden hiçbir
kimse bilmiyorum ki, herhangi bir ayeti tevil etmiş olmasın veya bir sünnet
hakkındaki görüşünden dolayı başka bir sünneti kendince daha uygun bir teville
veya nesh iddiasıyla reddetmiş olmasın. Bu durum diğer ilim ehlinde az
rastalanan bir durumken Ebû Hanîfe'de çok olmuştur.
Bu babda Yahya b.
Selâm şunu zikretmiştir: İbrahim b. Ağleb'in meclisinde Abdullah b. Gânim'den
dinledim. Leys b. Sa'd'dan şöyle dediğini aktardı: “Malik b. Enes'in kendi
reyiyle karar verdiği ve sünnete muhalif olan 70 mesele tesbit ettim. Bunu bir
mektupla kendisine bildirdim.”
Hiçbir alim, Hz. Peygamberden
sabit olan bir hadisi şu iddialarından biri olmaksızın reddetmemiştir:
(a) Benzeri
bir hadis,
(b) İcma veya
(c) Dayandığı
şey itibarıyla uyulmayı gerektiren bir amel tarafından neshedilmiştir.
(d) İlgili
hadisin senedinde cerh edilen bir ravi vardır; bu
ravinin yaptığını yapan kimsenin imam olarak kabul
edilmesi bir yana, adaleti düşer, fasık olarak nitelenmesi gerekir.
Keza irca görüşünü
benimsiyor diye Ebû Hanîfe'ye yüklendiler. Oysa ilim ehlinden bu görüşü
benimseyen çok insan vardır.
Tarih boyunca, Ebû
Hanîfe kadar, şahsı ve imameti hakkında söylenmiş çirkin sözlerin bu kadar çok
nakledildiği, kendisine bu derece hücum edilen bir başka kimse yoktur. Bunun
yanında o kıskanılıyor, ilgisi olmayan şeyler şahsına nisbet ediliyor ve
hakkında asılsız şeyler uyduruluyordu.
Bunlara rağmen,
alimlerden bir gurup onu övmüş ve faziletini beyan etmişlerdir. Uzun zamandır
rivayet imamları ile ilgili bir kitap yazmak istiyorduk. İnşallah kendimizde
bir gayret bulursak, Ebû Hanîfe’nin, Mâlik'in, Sevrî’nin, Şafiî’nin ve Evzâî’nin
faziletlerini ihtiva eden bir kitap yazmak arzusundayız.
[164]
Yahya b. Maîn şöyle
demiştir:
“Arkadaşlarımız Ebû
Hanîfe ve öğrencileri hakkında ölçüyü kaçırıyorlar.” Ona
“Ebû Hanîfe yalancı
mıydı” diye sorulunca da,
“O böyle şeylerden
beri, şerefli bir insandı” cevabını vermiştir.
Hafız Muhammed b.
Hüseyin el-Ezdî de Duafâ kitabının sonunda zikrettiği nakiller arasında, Yahya
b. Maîn'den şunu nakleder:
“Vekî'den daha üstün
bir insan görmedim. Ebû Hanîfe’nin reyine göre fetva veriyordu. Ebû Hanîfe’nin
rivayet ettiği hadislerin hepsini bilmekteydi. Ondan pekçok hadis dinlemişti.”
Ali b. el-Medînî de
şöyle demiştir: “Sevrî, İbnu'l-Mubarek, Hammad b. Zeyd, Huşeym, Vekî' b.
el-Cerrâh, Abbâd b. Avvâm, Cafer b. Avn, Ebû Hanîfe'den rivayet etmişlerdir.
Güvenilirdir. Onda bir problem yoktur.' Yahya b. Saîd de 'bazan Ebû Hanîfe’nin
değerlendirmelerinden birini güzel görüp aldığımız olur” demiştir. Yahya, Ebû
Yusuf'dan el-Câmiu's-Sağîr'in kıraatini dinlediğini de söylemiştir. Ezdî de
Ebû Hanîfe'yi zikretmiş ve Ali b. el-Medînî’nin yukarıdaki sözlerini aynen
aktarmıştır.
Ebû Hanîfe'den hadis
rivayet edenler ile güvenilir olduğunu söyleyenler keza övgüde bulunanlar,
hakkında konuşanlardan fazladır.
Hadisçilerden hakkında
konuşanlar ise, onu ekseriya reye ve kıyasa dalmakla, irca görüşünü
benimsemekle suçlamışlardır.
Eskiden şöyle denirdi:
“İnsanların geçmiş bir zat hakkında farklı görüşler belirtmeleri o insanın
büyüklüğüne işaret eder.” Bu bağlamda şunu demişlerdir:
“Bak işte Ali b. Ebî Tâlib.
Onun uğrunda iki gurup helak oldu. Bir taraf sevgide, diğer taraf kin ve
nefrette ölçüyü kaçırdı. Zaten hadis-i şerifte şöyle denmiştir: 'Onun
nedeniyle iki şahıs (gurup) helak olacaktır: Aşırı seven ile aşırı buğzeden.”
Bu durum meşhur zevatın, dinde ve fazilette zirveye ulaşmış insanların
karşılaştığı bir haldir.”
[165]
İbn Abdilber bâbu
hükmi kavli'l-ulemâi ba'dihim fî ba'd (Alimlerin birbirleri hakkında
söyledikleri sözlerin değeri) bölümünde de şöyle demektedir:
“Pekçok kişi bu konuda
hatalara düşmüş, böyle durumlarla karşılaştıklarında ne yapacaklarını
bilemeyen yeniyetme cahil ve bilgisiz insanlar da hak yoldan sapmışlardır. Bu
konuda takınılacak doğru tavır şudur: Adil olduğu sahih olarak belli, hadis
alanında güvenilir olduğu anlaşılmış, sağlamlığı ve hadisle iştigali açıkça
tesbit edilmiş olan bir insan hakkında herhangi bir kimsenin söylemiş olduğu
söze iltifat edilmez. Ancak, şahitlikteki gibi, cerhedilmesini ve bu cerhle
amel edilmesini gerektirecek bizatihi görüp tanıklık ettiği geçerli açık bir
kanıt getirirse, bu müstesna. Çünkü hem hukuk hem de akıl zaviyesinden bu
kimsenin sözünün kabulü gerekir.
İmamlığı sabit
olmamış, hıfzı ve hakkıyla eda ehliyeti bulunmadığı için rivayetleri de sahih
addedilmeyen kişiye gelince; rivayetinin ilim ehlinin ittifak ettiği hadis olup
olmadığına bakılır; keza, tedkikin götürdüğü sonuca göre naklettiği rivayet
kabulü hususunda karar vermeye çalışılır.
Müslümanların büyük
kısmının dinde imam kabul ettiği bir kimse hakkında suçlayıcı ifadelerde
bulunan bir kimsenin sözünün kabul edilmeyeceğinin delili şudur:
(a) Selef
alimlerinin kızgınlık anında birbirleri aleyhine söz sarf ettikleri olmuştur.
Bu sözlerin bir kısmı, -İbn Abbas, Mâlik b. Dînâr ve Ebû Hâzim'in işaret ettiği
gibi- hasetlikten dolayı söylenmiştir.
[166]
(b) Bir
kısmı da getirdikleri yorum nedeniyle suçlanmışlardır ancak suçlayanların
sözleri suçlananları bağlamaz, suçlananlar bunlarla muaheze edilmez. Nitekim
geçmiş bazı bilginler farklı yorumlar ve ictihadlar nedeniyle karşıdakilerine
yalın kılıç saldırmışlardır. Bu tür suçlamalarda açık bir delil, ikna edici
bir kanıt olmadıktan sonra, bu sözlerin hiçbirine tabi olmak gerekmez. Biz bu
bölümde, güvenilir büyük imamların birbirleri hakkında söyledikleri ve hiç de
iltifat edilmesi, üzerinde durulması gerekmeyen sözlerinden bazı örnekler
zikredeceğiz. Böylece, demek istediğimiz husus daha iyi anlaşılacaktır... (İbn
Abdilber böyle dedikten sonra bilginlerin birbirleri hakkında söyledikleri
dikkate alınmayacak sözlerden pekçok örnek zikreder. Ardından da şöyle
söyler):
Ashab-ı kiram ile
bilginlerin önderleri arasında kızgınlık anında söylenen sözler bundan çok daha
fazladır. Lakin anlayışlı, ilim ehli, neyin ne zamanda söylendiğini ayırt
edebilen insanlar bu tür sözlere kulak vermezler. Çünkü bilirler ki onlar da
insandırlar; kızgınlık ve hoşnudluk halleri vardır. Hoşnudluk anında söylenen ise
kızgınlık anında söylenen gibi değildir. Şair ne de güzel söylemiştir:
Yumuşak başlılık ancak
öfke anında belli olur.
Mâlik ve Şafiî gibi
imamlar hakkında konuşan kimsenin durumu A'şâ'nın dediği gibidir:
Birgün parçalamak için
kayaya gidip te toslayan,
Boynuzunu kıran keçi
gibi, kayaya zararı olmayan.
Bunların durumu
Hüseyin b. Muhammed'in dediğine de benzemektedir:
Ey yaralamak için
başını yüce dağa toslayan,
Başına merhamet et,
gerekmez dağa acıman.
Ebu'l-Atâhiye de çok
güzel söylemiştir:
İnsanların dilinden
kim kurtulmuş ki;
Zanla kîl-u külleri
hiç son bulmaz ki...
Şu sözün sahibi de çok
hoş söylemiştir:
Bir laf söylenmişse
hakkında,
Artık ne diyesin ki
sen buna?
Gerçek şu ki, eskiden
beri saldırganlıklara ve kıskançlıklara şahit olmaktayız. Görmüyor musun
Kûfe'liyi, Sa'd b. Ebî Vakkas hakkında ne diyor: 'O, tebâsı arasında adaletli
davranmaz. Seriyyelerle savaşa katılmaz. Ganimet mallarını adaletli taksim
etmez.' Oysa Sa'd Bedir savaşına katılanlardandır. Cennetle müjdelenen 10
meşhur sahabeden biridir. Hz. Ömer'in şura görevi verdiği 6 kimseden biridir.
Keza Hz. Ömer'in 'Hz. Peygamber ondan hoşnud olarak vefat etti' dediği
kimsedir.
Rivayet edildiğine
göre, Hz. Musa şöyle münacaat etmiş:
“Allah’ım! Beni
İsrâîloğullarının dillerinden koru!” Allah da ona şöyle vahyetmiş:
“Ey Musa! Ben kendimi
bundan korumamışken seni nasıl korurum?'
İnsanlar gıybet ve
yermede ölçüyü öyle kaçırdılar ki, havas yerine avamı, alimler yerine cahilleri
gıybet edip kötülemekle yetinmediler. Bu tamamen cehalet ve kıskançlıktan
kaynaklanmaktadır. Nitekim İbnu'1-Mubârek'e 'filan adam Ebû Hanîfe hakkında
konuşuyor' dendiğinde, İbnu'r-Rukayyât'ın şu şiirini okumuştur:
Seçkin zevatın
faziletli kılındığı şeylerle,
Allah'ın seni
faziletli kıldığını gördüler.
İşte bu yüzden sana
haset etmektedirler.
Ebû Asım en-Nebîl'e
'filanca Ebû Hanîfe hakkında konuşuyor' dendiğinde, şu cevabı vermiştir: 'Ebû
Hanîfe, Nusayb’ın dediği gibidir:
Gösterdiği çabayı
gösteremediler,
Onun vardığı noktaya
varamadılar,
Delikanlıya bu yüzden
haset ettiler,
Topyekün hepsi ona
düşmandırlar.
Güvenilir imamların
birbirleri hakkında söylemiş oldukları sözleri kabul edecek olan kişi, (ilk önce)
-yukarıda zikrettiğimiz- sahabenin birbirleri hakkında söyledikleri sözleri
kabul etsin. Eğer bunu yaparsa şüphesiz çok açık bir sapıklığa keza büyük bir
hüsran çukurunun içine düşmüş olur. Aynı şey, İkrime’nin Saîd b. el-Museyyeb
hakkındaki sözlerinin; Şa'bî, Nehaî, Hicazlılar, Kufeliler ile Şamlılar'ın
tamamı hakkında söylenen sözlerin keza Mâlik ve Şafiî hakkında söylenenlerin,
bu bölümde zikrettiğimiz alimlerin birbirleri hakkında söyledikleri diğer
şeylerin kabul edilmesi durumunda da geçerlidir.
Kişi bundan kaçınır ve
bu tür haberlere itibar etmezse, Allah da kendisine hidayet nasip eder ve
doğruyu gösterirse, hiçbir zaman bunlara kulak asmaz. Adaleti sabit olan,
hadis ilmiyle ilgilendiği bilinen, büyük günahlardan salim, kişilik sahibi,
yardımsever, hayrı fazla, şerri amel kısmının azını oluşturan kimse hakkında
gelen bu tür haberlerin kabul edilmeyeceği yönündeki kuralımız gereği, bu tür
rivayetler karşısında duraksamak icap eder. Bu, delili olmayan hiçbir kimsenin
olumsuz sözünün kabul edilmeyeceği bir alandır. Yine bu, tersi mümkün olmayan
hakikattir. Ebu'l-Atâhiye şöyle demiştir:
İslam alimleri onun
tasasına ağladılar,
Baktılar dertten
ağlıyor, ağıtı bıraktılar.
Çoğunun metodu şöyle
görmektir onların:
Muhalifin hatasını
güzel, doğrusunu çirkin.
Hangisinin dini
yaşantısı bizce muteberdir,
Hangisinin görüşüne
bizde itimad edilir?
Saîd b. el-Museyyeb'e,
zikrettiğimiz tabiînin ve müslümanların diğer imamlarına övgüde bulunan
zevatın sayısı sayılamayacak kadar çoktur. Bazı kimseler onların faziletlerini
biraraya getirmiş, hayat hikayelerini yazmıştır. Kim sahabe ve tabiînden sonra
Mâlik'in, Şafiî’nin, Ebû Hanîfe’nin faziletlerini okur, bunlara önem verir ve
güzel yaşantılarıyla istikamet üzere bulunuşlarını mütalaa ederse; bu onun
için güzel bir amel olur. Allah onlara
olan sevgimiz nedeniyle bizleri mükafatlandırsın. Nitekim Sevri şöyle demiştir:
'Sahabe anıldığında rahmet iner.' Fakat her kim onların faziletlerini
önemsemez, güzel haberlerini bellemez de sadece kıskançlık, dil sürçmesi, ihtiras
ve öfke sebebiyle birbirleri hakkında söylediklerini akılda tutmaya çalışırsa;
başarılı olamaz, yaptığı gıybet olur ve yoldan sapar. Yüce Allah sizi ve
bizleri işittiği sözlerin en güzeline tabi olan kullarından eylesin.
Bu bahsi, Hz.
Peygamber'in 'sizden önceki ümmetlerin
hastalığı olan kıskançlık ve nefret sizlere de sirayet etti' hadisiyle
açmıştık. Bu, meramı anlatmaya kafidir... Hakkı bulmaya muvaffak kılınan
insan, bildiğini doğru anlayıp gereğini yerine getirirse; az bir hikmet, küçük
bir nasihat ona yeterli olur. Benim başarım da elbette Allah'tandır. O bana
yeter. O ne güzel vekildir.
Ebû Davud Süleyman b.
Eş'as şöyle demiştir: 'Allah Mâlik'e rahmet etsin. O imamdı. Allah Şafiî'ye
rahmet etsin. O da imamdı. Allah Ebû Hanîfe'ye rahmet etsin. O da imamdı.”
[167]
İbn Abdilber Câmiu
Beyâni’l-İlm'de şunu da nakletmektedir:
Ebû Recâ anlatıyor:
Rüyamda Muhammed b. Hasan'ı gördüm.
'Neyle karşılaştın'
diye sordum. Şu cevabı verdi:
'Bağışlandım. Ardından
bana dendi ki: Sana bu ilmi vermemizin nedeni seni bağışlamak istememizdendir.'
'Ebû Yusuf ne yaptı'
diye sordum.
“Bizden bir derece
yukarı çıktı' dedi.
'Peki Ebû Hanîfe'
dedim.
'O en üst makamdadır'
karşılığını verdi.”
[168]
İbnu't-Turkmânî diye
maruf kâdıyulkudât, imam, allame, hafız, üstad Alaaddin Ali b. Osman el-Mardînî
el-Cevheru'n-Nakî fi'r-Red ale'l-Beyhaki adlı eserinde İbn Abbas'ın 'din
değiştiren bayanlar öldürülmezler' sözünü değerlendirirken şöyle der:
“Bazıları hakkında söz
söylemiş olsalar da, pekçok kişi Ebû Hanîfe’nin güvenilir olduğunu
söylemiştir. İbn Hibban onun rivayetini Sahîh’ınde nakletmiş
[169]Hâkim
de Mustedrek'inde, rivayetini şahid olarak getirmiştir. Dinde ve ilimde onun
gibi olan insanların değer ve itibarlarını bu kimselerin sözleri düşürmez.
Ayrıca İmam'ın hasımlarının çok olduğunu pekçok selef alimi bildirmektedir. Ebû
Ömer b. Abdilber el-İntikâ fî Fedâili's-Selâseti'l-Fukahâ adlı eserinde Hatim
b. Davud'dan şunu nakletmiştir: 'Fadl b. Musa'ya, Ebû Hanîfe hakkında konuşanlar
için ne diyeceksiniz diye sordum. Bana şunu söyledi: Ebû Hanîfe onların önüne
hem anlayacakları ve hem de anlamayacakları bilgiler getirip geriye bir şey
bırakmadığı için ona haset ediyorlar.”
[170]
İmam, hafız, allame,
büyük insan Ebû Abdullah Muhammed b. İbrahim b. el-Vezîr el-Yemânî (ö. 840)
er-Ravdu'l-Bâsim fi'z-Zebbi an Sünneti Ebi'l-Kâsım adlı eserinde Ebû Hanîfe’nin
hadis ve Arapça bilgisi hususunda şüphe uyandırmak isteyen Seyyid Cemaleddin
Ali b. Muhammed b. Ebi'l-Kasım'a verdiği cevapta şöyle demektedir:
“Bu muteriz, İmam’ın
ehlî bir insan olarak fetva verdiğini, selef ve halef alimlerinin onun
ictihadlarını naklettiklerini ya inkar edecek ya da kabul edecek. Eğer inkar
ederse kesin bilgiyi inkar etmiş olur ki, onunla münazara yapmanın anlamı
olmaz. Eğer inkar etmez kabul ederse, bu da Ebû Hanîfe’nin ictihad ettiğini
(dolayısıyla müctehidliğini) ortaya koymuş olur. Biz burada, onun ictihad ehli
biri olduğunu göstermek için bazı yollar izleyeceğiz:
Birinci yol:
Ebû Hanîfe’nin fazileti, dürüstlüğü, takvası ve eminliği tevatürle sabittir.
Eğer Ebû Hanîfe bilmeden, buna ehil olmadan fetva vermiş olsaydı, bu onun
güvenilirliğini kaldırır, dinine ve eminliğine zarar verir, aklı ve
şahsiyetinde noksanlık olduğunu gösterirdi. Çünkü İnsanın hakkını veremediği
bir işle meşgul olması, bilmediği halde anladığını iddia etmesi sefihlerin,
hayasızların, alçak ve karaktersiz insanların yoludur. Ebû Hanîfe'ye gelince,
onun hayat sayfalan bu tür çirkin noksanlıklardan, habis kötülüklerden uzaktır,
tertemizdir.
İkinci yol:
Alimlerin Ebû Hanîfe’nin görüşlerini rivayet etmeleri, doğru yolu gösteren
kitaplarda, İslamın hazinesi olan eserlerde bunları biraraya getirmeleri,
onların Ebû Hanîfe’nin müctehid olduğunu görüp kabullendiklerini
göstermektedir. Çünkü bir insanın ilmî durumunu tesbit etmeden görüşünü
nakletmeleri helal olmazdı; nitekim, bir insanın bu yönünü tedkik etmeden böyle
olduğu havasını vermek haramdır. Zira onun ictihadlarını nakletmekle şer'î
hükümler açısından ortaya şu vb. sonuçlar çıkmaktadır:
1- İcma
edilen şer'î hükümler açısından: Farklı görüşüyle kendi dönemindeki İcma
bozulmaktadır.
2- İhtilaflı
konular açısından:
a) İçtihadı
nedeniyle kendisinden sonrakilerin icması engellenmiş olmaktadır. (Çünkü
kendisine tabi olanlar mutlaka olacaktır),
b) Vefatından sonra bu fetvasının taklid edilmesi caiz
olmaktadır.
Üçüncü yol:
Şunu demek durumundayız: Bazıları muhalefet etse de, Ebû Hanîfe’nin müctehid
olduğu hususunda icma vardır. Vefatından sonra da aynı icma devam etmiştir.
Biz bunu söylerken, dayanağımız şudur: Tabiin döneminden yani hicrî 150
yılından itibaren bugüne, hicri dokuzuncu asrın başlarına kadar, onun
ictihadlarına seçkin İslam alimierince müracaat edilmekte, doğusuyla batısıyla,
Yemen'iyle Şam'ıyla bütün bir İslam coğrafyasında bunlarla amel edilmektedir.
Onun ictihadiarını rivayet edenler ile bunları kendisine dayanak olarak alanlar
yerilmemektedir. Müslümanların bir kesimi onun ictihadlarıyla amel etmekte,
etmeyen diğer kesim de edenleri tenkit etmemektedir. Çoğu konulardaki icma
iddiası da zaten bu yolla ispat edilmektedir.
Dördüncü yol: Pekçok
imam ve alim şunu demişlerdir: Bir kimsenin müctehid olduğunu gösteren
delillerden birisi de; fetva vermesi, insanların onun fetvalarına müracaat
etmesi, bilginlerin ve faziletli zevatın da bunu yadırgamamasıdır. Alimlerin
bu yöndeki açıklamaları usûl kitaplarında yazılıdır. Buralarda, bir alimin
müctehid olduğunu ve taklid edilebilirliğini anlamak için bu delilin yeterli
olacağı anlatılmaktadır. Safuet kitabında bunu zikreden Zeydiyye’nin
imamlarından Mansûrbillah ile Mutemed’inde bahseden Mutezile’nin üstadlarından
Ebu'l-Hüseyin el-Basrî bu hususu anlatan imamlardan ikisidir.
Diğer bilginlerin,
fetva veren bir insana ses çıkarmaması onun müctehid olduğunu gösteriyorsa;
Peygamberlerin efendisi Hz. Muhammed'in ifadesiyle en hayırlı dönemlerin birine
mensup olan seçkin din önderlerinin, İslamın rüknü tabiin bilginlerinin bir
kişi hakkında sükut etmesi nasıl olur acaba? İleride geleceği üzere, Ebû Hanîfe’nin
kendisi de bu ilk seçkin kuşakla muasır olan bir insandı.
Her iki gurup da, yani
hem Ehl-i sünnet hem de Mutezile mezhebi Ebû Hanîfe'yi büyük bir bilgin olarak
kabul etmede ve hürmette hemfikirdir.
Ehl-i sünnetin bu
yaklaşımı güneşten daha açıktır, şüpheye küçük bir mahal bırakmayacak şekilde
nettir.
Gündüzün varlığına bir
delil aranırsa, Hiçbirşey makul gelmez artık akıllara.
Mutezile'ye gelince; pekçoğu kendisini ona
nisbet edip (Hanefî olduğunu belirtip) mukallidi olduğunu dile getirerek bunu
bir şeref payesi olarak kullanmıştır. Mutezilenin mütekaddimîninden Ebû Ali,
oğlu Ebü Hâşim ile müteehhirûnundan Ebu'l-Hasan el-Basrî ve Zemahşerî gibiler
böyledir. Bizler bu insanların ictihad keza taklidi bırakma iddialarını
düşünecek olursak, bunun ilim tahsillerinden sonra, uzun bir zaman sürecinin
ardından gerçekleştiğini görürüz. Bu noktadan önce, keza bu noktaya gelene
kadar geçirdikleri süreçte Ebû Hanîfe’nin ictihadlarına tabi olduklarını dile
getiriyorlardı. Vardıkları noktadan (ehl-i sünnetten ayrıldıktan) sonra da
kendilerini Ebû Hanîfe'ye (Hanefi mezhebine) nisbet etmekten, ameli konularda
onun çizdiği yola tabi olmaktan imtina etmediler.
Mutezile’nin allamesi
olan Zemahşerî bir sözünde şöyle demiştir: “Allah Hanefi mezhebini Ebû Hanîfe’nin
bilgileriyle sağlamlaştırdığı gibi, yeryüzünü (dini) de mükemmel alimlerle,
Hanîf dinin önderleri olan büyük Hanefî imamlarıyla sağlamlaştırdı. Cömertlik
ve yumuşak başlılık Hatim'den ve Ahnef'ten öğrenilir. Din ve ilim de hanîftir,
Hanefîdir (Hanefî mezhebinden öğrenilir).”
Hâkim Ebû Saîd de
Sefînetu'l-Ulûm adlı eserinde Ebû Hanîfe’nin faziletlerine ve ilmî birikimine
dair bir bölüm açmıştır.
Tarih alimleri Ebû
Hanîfe’nin büyük bir alim olduğu hususunda müttefiktirler. Tarihçilerden biri
Ebû Hanîfe’nin hayatına dair Şakâiku'n-Nu’mân fî Menâkibi'n-Nu’mân adlı
müstakil bir eser yazmıştır.
İmam Ebû Hanîfe cahil,
ilim ziynetinden mahrum bir insan olmuş olsaydı, Hanefî olan ilim dağlan Kâdî
Ebû Yusuf, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, Tahâvî, Ebu'l-Hasan el~Kerhî
gibilerle bunlardan kat be kat fazla sayıdaki insan Ebû Hanîfe’nin
ictihadlanyla meşgul olmakta hemfikir olmazdı.
Hanefi alimleri hicrî
150 tarihinden günümüze kadar geçen 600 sene zarfında, başta Hindistan, Şam,
Mısır, Yemen, Mezopotamya, Mekke, Medine, Basra, Küfe olmak üzere devamlı
artmaktadır. Binlerce sayıdaki bu alimleri bir sayıyla kayıtlamak; ilim,
fetva, verâ ve takva ehlinden olan bu büyük zümreyi tek tek saymak mümkün değildir.
Bu muteriz, nasıl
cüret ediyor da bu bilginlerin, avamdan cahil birine, be harfinin kendisinden
sonraki ismi cer ettiğini bilmeyen, ağzından çıkan hadisten neyin murad
edildiğini idrakten yoksun bir insana dayanmakta hemfikir olduklarını mümkün
görmektedir. Bu olsa olsa sıradan bir İnsanın veya karanlıkta şaşıran ve oraya
buraya çarpıp sendeleyen bir âmânın sözüdür.
Farzet ki gündüze gece
diyorsun sen, ışığı görmüyor mu bütün bir evren.
İmam Ebû Hanîfe'yi
Arapça'yı bilmemekle suçlamasına gelince, şüphesiz bu doğru çizgiden sapan
zalim ve insafsız bir insanın sözüdür. Oysa Ebû Hanîfe eski dili ve fasih
lügati çok iyi bilen bir insandı.
Bir filolog gibi
konuşurken ağzını sağa sola bükmez, Lakin çok akıcı konuşur, dil kurallarını da
ihlal etmez.
Ebû Hanîfe’nin
Arapçayı hakkıyla bilmesine gelince: Arapların dönemine, dilin doğru
konuşulduğu zamana yetişmiş, Cerîr ve Ferazdak ile aynı dönemi paylaşmış,
Rasûlullah'ın hizmetkarı Enes b. Mâlik'i iki kez görmüştür. Enes'in vefatı
hicri 93'dür. Buradan anlaşılan şudur: Ebû Hanîfe Enes'i beşikteyken değil,
temyiz çağlarındayken görmüştür. Enes'i görmesi Ebû Hanîfe’nin uzun ömür süren
insaniardan olduğunu da göstermektedir. Çünkü 150 yılında 90 yaşını geçkinken
vefat etmiştir.
[171]
Bu bilgiler, onun Enes'le
görüştüğü sıralarda buluğ çağında olduğunu ve Hz. Peygamberin vefatından
yaklaşık 80 yıl sonrasına yetiştiğini gösteriyor. Çünkü Hz. Peygamber
hicretten on yıl geçtikten sonra vefat etmiştir. Yine bu, Ebû Hanîfe’nin
oldukça erken bir döneme, (henüz başka ırklarla dejenere olmamış) Arapların
zamanına yetiştiğini göstermektedir. O, dönem olarak mezhep imamlarının en kıdemlisi
ve en yaşlısıdır. Nitekim Malik önce yaşayan bilginlerden biri olmasına rağmen,
Ebû Hanîfe'den 30 yıl kadar bir süre sonra vefat etmiştir.
Hiç şüphe yok ki bu
dönemde Arapça az bir değişime uğramıştı. Ayrıca bu dönemde, kendilerine ittiba
edilen güvenilir İmamlardan hiçbir tanesi -o vakitler böyle bir şeye ihtiyaç
olmadığından dolayı- filoloji ile meşgul olmadılar. Ebu's-Seâdât İbnu'l-Esîr
en-Nihâye adlı kitabının mukaddimesinde bu hususa değinmektedir. Ayrıca tarih
ilmiyle ünsiyeti olan kişiler de bunun böyle olduğunu gayet iyi bilirler.
Eğer bizler bu dönemde
bir müctehidin filoloji okumasını şart koşarsak bunu sadece Ebû Hanîfe'den
istememeliyiz. Aynı şekilde filologların (Ebû Hanîfe’nin muasırı) Cerîr ve
Ferazdak'dan delil olarak zikrettikleri şiirlere de itibar edilmemeli. Oysa bu,
hiçkimsenin söylediği bir şey değil. Ancak şu bir gerçektir: Bu asırdan sonra
bir kısım insanların lisanlarında büyük bir karmaşa ve karışıklık meydana
geldi. Şehirlerdeki Acemlerle (Arap olmayanlarla) haşir neşir olmayan saf
Araplar ise dillerini koruyabildiler. Zemahşerî badiyelerde yaşayan bu tür
insanların pekçoğuna yetişmiş ve görüşmüştür. Zemahşerî, altıncı asırda yaşayan
ve hicrî 538 yılında vefat eden bir insandır. Dejenerasyona en hızlı biçimde
uğrayanların büyük kısmını, Arapça olan kelimelerle olmayanları birbirinden
ayırt edemeyen halk oluşturuyordu.
Alim zat Emîr Hüseyin
b. Muhammed'in Şifâu'l-Uuâm adlı kitabında belirttiğine göre, İmam Yahya b.
Hüseyin bir eğitim almadığı halde Arapça'yı Hicaz şivesince konuşan bir
insandı. Şia mezhebi allâmelerinden Ali b. Abdullah b. Ebi'1-Hayr ise İmam
Yahya'nın 40 gün Arapça eğitimi
aldığını rivayet etmiştir. İmam Yahya'nın vefatı hicrî 300 yılının başıdır.
Hakikati yanlışlardan
ayırt edebilen insanlardan hiçbiri, hicrî 80 yılında yaşayan bilginlerin Arapça
eğitimi almadan Allah kelamının manalarına vakıf olamadıklarına inanmaz. Eğer
durum böyle olmuş olsaydı, bu mutlaka onlardan nakledilir ve tabiîne Arap
edebiyatı eğitimi veren hocaların isimleri bilinirdi.
Eğer durum böyle
değilse, o dönemlerde yaşayan Alkame b. Kays, Ebû Müslim el-Havlânt, Mesrûk
el-Ecda', Cubeyr b. Nufeyr ve Ka'bu'l-Ahbâr’ın hocaları kimlerdir acaba, bilmek
isterim? Keza onlardan sonra gelen ve yine tabiînden olan Hasan Basrî,
Ebu'ş-Şe'sâ, Zeynelâbidîn, İbrahim et-Teymî, Nehaî, Saîd b. Cubeyr, Tâvûs, Ata,
Mücahid, Şa'bî ve benzerlerinin hocaları kimlerdi acaba? O halde ne diye sadece
Ebû Hanîfe'den Arapça eğitimi alması isteniyor? Hem o vakitler hangi basit
kitaplar okunuyordu acaba?
Muterizin, Ebû Hanîfe’nin
(harf-i cer'i devreye sokmayarak) 'bi Ebâ Kubeys' dediğini delil getirmesine
gelince; buna birkaç açıdan cevap verebiliriz:
a) Bu
rivayetin sahih bir senede ihtiyacı vardır. Ebû Hanîfe’nin konumuna karşı
çıkan Seyyid Cemaleddin Ali, sözün sahibinden işitildiği ve gerektiği şekilde
korunduğu meşhur olmasına rağmen sahih rivayetlerin söyleyenine nisbetinde çok
sıkı ve titiz davranmışken, bu rivayet karşısında niye böyle bir tavır
takınıyor?
b) Bu rivayet sahih bir tarikle sabit oisa bile,
meşhur değildir; keza İmam Ebû Hanîfe’nin fetva ehli ve müctehid olduğu
iddiası kadar da sahih değildir. Oysa Ebû Hanîfe’nin ilmi durumu, fazileti
tevatür derecesindedir ve bu hususta herkes hemfikirdir. Bu nedenle malum olan
bir gerçeğe zanla hatta zan bile sayılamayacak birşeyle zarar verilemez.
c) Rivayetin
Ebû Hanîfe'den sağlam yollarla geldiğini ve sahih olduğunu farz etsek; bu, Ebû
Hanîfe’nin konumuna bir zarar vermez; çünkü bir hata değildir. Bilakis doğru
bir lehçedir. Nitekim Ferrâ bazı Araplardan bunu nakletmekte ve şu şiiri
söylemektedir:
İnne ebâhâ ve ebâ
ebâhâ
[172] kad belağâ fi'l-mecdi
ğâyetâhâ
Hanımın babası ile
babasının babası
Son derece ulu insanlardı
her ikisi
d) Bunun
hiçbir şekilde izah edilemez bir hata olduğunu kabul etsek bile bu, Ebû Hanîfe’nin
Arapçayı bilmediği anlamına gelmez. Çünkü (bugün) pekçok filolog ammîce
konuşmakta ve (hatalı söylemiyle yerleşmiş kelimeye) alışan dil bilerek yanlış
yapmaktadır. Bundan da öte, Araplar’ın kendileri bile yabancı dil konuşmakta
ve bu onların Arapçalarını olumsuz etkilememekte, keza onlar için bir kusur
sayılmamaktadır.
Sözün özü, nasıl
ortaya atılmış olursa olsun, bu mesele İmam Ebû Hanîfe’nin bilgisizliğine ve
kifayetsizliğine delalet etmez. Aksine, muterizin gafletini ve
basiretsizliğini, bu büyük alimi lekelemek ve cahil göstermek için ne kadar
cüretkar olduğunu ortaya koyar.
Ebû Hanîfe zayıf
ravilerden rivayet ederdi diyerek onu lekelemeye çalışmasına ve 'bunun nedeni
Ebû Hanîfe’nin hadis bilgisinin azlığıdır' demesine geiince, bu apaçık bir
hatadır. İnsaflı bir insan bunu söylemez. Buna birkaç yolla cevap verilebilir:
Birinci yol:
Ebû Hanîfe’nin meçhul kimselerin rivayetlerini kabul ettiği bilinmektedir. Daha
önce zikrettiğimiz gibi, pekçok alim aynı şekilde düşünmektedir.
[173] Hiç
şüphe yok ki onlar, adaleti bilinen sika ravinin rivayetine muhalif olmayan
meçhul kimsenin rivayetini kabul etmekteydiler. Çünkü hadislerin tearuz etmesi
durumunda bir taraftaki ravinin sikalık ve hafızasının sağlamlığıyla karşı
tarafa üstün olması durumunda berideki rivayetin tercih edileceği icma edilmiş
bir husustur.
Yine şüphe yok ki, o
dönemlerdeki hadis ravilerinin büyük çoğunluğu adil insanlardı. Meşhur sahih
hadis de bu hususu teyid etmektedir: “Sizlerin
en hayırlı dönemi benim yaşadığım dönemdir. Sonra onları takip edenler. Sonra
da onları takip edenler. Bunların ardından yalan yayılır.”
Hz. Ali de bazı
ravileri doğru mu söylüyor diye ilk önce sınıyor, daha sonra yemin ettirerek
rivayetlerini kabul ediyordu. Bu, tanınmayan veya benzeri durumu olan raviler
için söz konusu olmaktaydı. Nitekim Mikdâd mezinin hükmünü kendisine aktarınca
ondan yemin etmesini istememiştir.
Hafız İbn Kesîr,
hayvan yarıştırmakla ilgili hadisleri topladığı cüzde Ahmed b. Hanbel'den, bir
konuyla ilgili aykırı sahih bir hadis bulunmadığı takdirde zayıflığı bulunan
hadisle amel etmeyi benimsediğini nakletmiştir. Nitekim Musned’ınde bu tür
pekçok hadis rivayet etmiştir. Bu, hadisin zayıflığını, zayıflığın ölçüsünü,
rivayetin kabul edilmesinde icmayla kabul edilmiş şartları veya ihtilaf edilen
koşullan bilmemekten değil ihtiyat nedeniyle başvurulan bir yöntemdir.
Hafız Ebû Abdullah b.
Mende şöyle demiştir: “Ebû Davud ele aldığı konuda başka hadis bulamadığında
zayıf hadisleri rivayet ediyordu. Çünkü bunlar onun nezdinde şahısların
görüşlerinden daha sağlamdı.”
Buradan açıkça ortaya
çıkmaktadır ki, zayıf hadis rivayet etmek o kişinin hadis bilgisi olmadığını
göstermez. Ahmed b. Hanbel ile Ebû Davud'un tartışmaya gerek olmayacak çapta
hadis imamları oldukları malumdur.
Ayrıca zikretmiş
oldukları zayıf hadisler, yalancıların veya hskları-nı aleni iîan edenlerin
rivayetleri değildir. Onların nezdinde bu tür rivayetlere zayıf denmezdi;
batıl, mevzu, sakıt, metruk ve benzeri isimler kullanılırdı.
Zayıf rivayete
gelince, şudur:
(a) Doğru
sözlü olan ancak hadisi iyi ezberleyemeyen kimsenin rivayet ettiği hadis.
(b) Hadisin
merfu olup olmayışında keza isnadında ihtilaf edilen ve bu açıdan küçük bir
probleme neden olan hadis.
(c) Alimlerin
hadisi veya raviyi zayıf saymakta ihtilaf ettikleri hususlardan birini içeren
ve kabulünü veya reddini gerektirecek kuvvetli bir delilin bulunmadığı rivayet.
Ravilerin zayıf
sayılması ekseriya hadisleri ezberlemelerindeki kusurlardan kaynaklanmaktadır.
Usûlcülerin kabulüne göre, hataları doğru rivayetlerinden fazla veya ikisi e|it
olmadığı sürece, bu durum raviye zarar vermez. Ayrıca hatalarıyla, doğrularının
eşit olması durumunda ne olacağında da ihtilaf vardır. Bu konu hem hadis usûlü
hem de fıkıh usûlü eserlerinde yer almaktadır.
Bu durumda, Ebû Hanîfe’nin
bazı zayıf ravilerden rivayeti kendi tercihi ve ihtiyarıdır, yoksa cahilliği
veya durumu fark edemeyip aldanması değildir.
İkinci yol:
Ebû Hanîfe’nin kendilerinden rivayet ettiği ravilerin zayıflığı, zayıflık
kabul edilip edilmeyeceği ihtilaflı olan hususlardan olabilir. Ebû Hanîfe bu
tür ravilerin rivayetlerinin kabul edilmesi gerektiğini, onları zayıftır diye
gösteren bu türdeki değerlendirmelere itibar etmemeyi benimsemiş olabilir.
Örneğin, cerhedilen ravinin hangi sebepten ötürü cerhedildiğinin belirtilmemiş
olması veya mezhebi nedeniyle cerhedilmiş olması gibi nedenler. Pekçok alim ve
hafız aynı şeyi yapmıştır. Hatta Sahîhayn müelliflerinde de bu tutum görülür.
Aynı tutumu hadis
ilminin diğer bilginleri de sergilemiştir. İşte İmam Şafiî. İbrahim b. Ebî
Yahya el-Eslemî'den çokça hadis rivayet etmiş ve onun güvenilir biri olduğunu
söylemiştir. Oysa çoğunluk bu hususta kendisine muhalefet etmiştir. İbn
Abdilber bu konuda Temhîd'de şöyle demiştir: Şafiî dışındakiler İbn Ebî
Yahya'yı cerh etmekte icma etmişlerdir.
(Burada şunu ara not
olarak söylemek durumundayım: Şafiî dışındaki herkesin onu cerh etmekte icma ettikleri
değerlendirmesi doğru değildir. Çünkü hadis hafızlarının büyüklerinden dört
kişi daha Şafiî gibi düşünmekte, onu güvenilir kabul etmektedir: İbn Cureyc,
Hamdan b. Muhammed el-Esbahânî, İbn Adiy, İbn Ukde.
Zehebî de Tezkire'de
şöyle demiştir: “İbn Ebî Yahya hadis uyduran kimseler kategorisinde değildir.”
Bununla beraber, onun zayıf kabul edilmesi hadisçilerin çoğunluğunun
kabulüdür. Şâfiîlerden Nevevî, Zehebî, İbn Kesîr, (Hafız İbn Hacer'in hocası
İbnu'l-Mulakkin yani) İbnu'n-Nahvî ve diğerleri nezdinde doğru olan da budur.)
Aynı şekilde Şafiî,
İbn Halid ez-Zincî el-Mekkî'den rivayet etmiştir. Bu kimse de güvenilir olup
olmadığında ihtilaf edilen biridir.
Aynı durum îmam Ahmed
b. Hanbel'de de var. O da haklarında ihtilaf edilen ravilerden rivayet
etmektedir.
Aynı şekilde Kasım b.
İbrahim ile Yahya b. Hüseyin de, hakkında ihtilaf edilmiş oian İbn Ebî
Uveys'den rivayet etmişlerdir.
Rical bilgini alimler,
haklarında ihtilaf edilen raviler konusunu ele almışlar ve usûl kitaplarında
ravilere yönelik verh ve tadilin hangisinin kabul edileceğini, bir taraf raviyi
cerh ederken diğer taraf güvenilir dediğinde ortaya çıkan zıtlık durumunda ne
yapılacağını açıklamışlardır.
Üçüncü yol:
Ebû Hanîfe bu zayıf ravilerden 'destek olsun' diye rivayette bulunmuş olabilir.
Esasında konuyu dayandırdığı mesned onların hadisi değil de ayetin umumu,
başkalarının rivayet ettiği bir hadis, kıyas veya istidlal olabilir. Nitekim
aynı şeyi Malik, Abdulkerim b. Ebi'l-Muharik el-Basrî'den rivayette yapmıştır.
İbn Abdilber bu hususta Temhîd'de şöyle demektedir: “Bu ravinin cerhi
hususunda icma edilmiştir. Ondan sadece Malik tek bir hadis rivayet etmiştir.
Bu hadis Malik'in başka tarikle de rivayet ettiği bilinen bir hadisdir. Mezkur
hadis namazda sağ eli sol elin üzerine koyma hadisidir. Malik bunu Muvatta'ında
sahih tarikle tabiînin büyüklerinden Ebû Hazım - sahabı Sehl b. Sa'd tarikiyle
rivayet etmiştir.”
Aynı durumu Kasım b.
İbrahim ile Zeydiyye’nin imamlarından olan torunu Yahya b. Hüseyin'de
görmekteyiz. Bunlar İbn Ebî Damra'dan ahkam bahislerinde pekçok hadis rivayet
etmişler ve bunlarla ihticac etmişlerdir. Oysa rivayet bilginleri bu ravinin
cerhi ve rivayetinin zayıf kabul edilmesinde hemfikirdirler.
Keza hadisteki
otoriteliğine, rivayetlerin naklinde çok sıkı olmasına, hatta Şuayb b.
Cerir'in rivayetine göre 'eşeğin idrarını içerek susuzluğumu gidermeyi Ebân b;
Ebî Ayyaş bize şu hadisi rivayet etti demeye tercih ederim' demesine, keza İbn
İdris ve başkaları onun, 'bir insan, Ebân'dan rivayet etmektense zina etsin
daha iyidir' dediğini nakletmesine rağmen, Şu'be, Ebân b. Ebî Ayyâş'dan rivayet
etmiştir.
Burada şöyle
diyebilirsin: Haram olduğuna inanmasına rağmen nasıl oluyor da ondan hadis
rivayet ediyor? Buna şu cevabı verebiliriz: O bu tür kimselerden rivayet
etmenin haram olduğunu söylerken hakla batılı birbirinden ayırt edemeyen
kimsenin rivayet etmesini keza ravilerin durumlarını bilen kimselerin raviler
hakkında bilgisi olmayan kimselerin huzurunda terk edilmiş ravilerden rivayet
etmesini kasdetmiştir. Nitekim Sevrî bazı terk edilmiş ravilerden rivayeti men
edince
'Ama sen onlardan
rivayet ediyorsun' denmiş, o da şu cevabı vermiştir:
'Ben bildiğim şeyleri
rivayet ediyorum.” Bahsettiğimiz bu husus, hadis ilminin inceliklerindendir.
Müslim'in de senedi
âlî
[174]
olduğu için sadece zayıf isnadlı hadisi rivayet ettiğini, nazil
[175]
olduğundan ve de hadis erbabı onu bildiğinden dolayı sahih isnadı eserine
almadığını görmekteyiz. Nevevî bu metodu bizzat Müslim'den rivayet etmiştir.
Buradan da anlaşılmaktadır ki, bir alimin zayıf bir kimsenin rivayetini
nakletmesi rivayetin zayıf olduğunu bilmediği anlamına gelmez.
Aynı şekilde Buhârî,
Sahih'inde kendilerinden hadis rivayet ettiği bazı kimseleri zayıf kabul
etmiştir. Zehebî bu raviieri Mîzân 'da zikretmiştir. Bu da, aynı konuyla
ilgili diğer sahih hadisler olmasa idi, Buhârî’nin zayıf kabul ettiği ravilerin
hadislerini eserine almayacağını göstermektedir. Bu da hadis ilminin
inceliklerindendir.
Bundan ötürü Nevevî
şöyle demiştir: “Bir kimse Müslim'in şartlarına uymaktadır çünkü ravisi Müslim
ravisidir diyerek bir hadisi sahih kabul ederse, bu hükmünde hata etmiş olur.”
Dördüncü yol:
İmam Ebû Hanîfe kendisine ulaşmış olan sahih ve zayıf hadislerin tedvin
edilmesi gayesiyle bunları rivayet etmiş olabilir. Nitekim bu, sünen ve müsned
yazarı pekçok kimsenin adetidir. Onların bu tür hadisleri rivayet ederken ki
maksatları, diğer tariklerinin ve benzer muhtevalılarının araştırılması
amacıyla gelen hadisleri ümmet için muhafaza etmekti. Böyle yaptıklarında
naklettikleri hadisin diğer tarikleri var mı diye bakılır, sahih olduğu
anlaşılırsa onunla amel edilir, batıl olduğu tesbit edilirse bırakılırdı.
Şayet rivayet tartışmalı bir durum arz ederse, bu durumda da alimler kendi
ictihadlarına göre o hadis hakkında karar verirlerdi.
Nitekim Buhâri'den
gelen meşhur rivayette 300.000 hadis bildiği, bunların 200.000’nin zayıf
olduğu geçmektedir.
İshak b. Râhûye de
şöyle demiştir: “Gözlerimle görür gibi 100.000 hadisin metnini biliyorum.
70.000 hadis de ezberimde. 4.000 de uydurma rivayet biliyorum.” Kendisine
uydurma hadisleri niçin ezberlediği sorulunca şu yanıtı vermiştir: “Sahih
hadisler arasında bunlardan biri geçtiği zaman ayıklamak için.”
Beşinci yol:
İmam Ebû Hanîfe'ye nisbet edilen pekçok zayıf hadisin zayıflığı Ebû Hanîfe'den
veya hocalarından değil de kendisinden rivayet eden ravilerden kaynaklanabilir.
Aynı durum Cafer es-Sâdık'a ve başka sika kimselere nisbet edilen hadislerde de
söz konusudur. Nitekim Hafız Zehebî Mizan'da İbn Hibbân'dan şunu nakletmiştik.
“Ebân b. Cafer, Ebû Hanîfe adına 300'den fazla hadis uydurmuştur. Oysa Ebû
Hanîfe bunların bir tekini bile rivayet etmemiştir.” Zehebî bu bilgiyi Ebân b.
Cafer'in terceme-i halinde zikretmektedir.
Bunu öğrendiğine göre,
şunu da bil: İmam Ebû Hanîfe yaşı bir hayli olmuşken hadis tahsiline
girişmiştir.
[176] Meşhur bir hafızın hadis
öğrenimi yaşı bir hayli ilerlemişken olursa, hafızası da bir nebze zayıflamış
olur. Dolayısıyla Ebû Hanîfe hafıza olarak doruk noktada değildi. Diğer
imamlar da böyleydiler. İmam Ahmed b. Hanbel ise dört imam içinde hadis bilgisi
ve ezberi en fazla olan insan idi. Dolayısıyla bulundukları durum onlar için
bir ayıp, ictihadlarını tenkid için bir neden değildi.
Nitekim
İbnu'l-Museyyeb'in, Muhammed b. Şîrîn'in, İbrahim en-Nehaî’nin rivayetleri;
Atâ'nın, Hasan Basri’nin, Ebû Kılâbe’nin rivayetlerinden daha sahih ve daha
güvenilirdir. İbnu'l-Museyyeb ise bunlar içinde rivayeti en sahih olan
kişidir. Bu elbette kendisi gibi olmayan diğerlerinin rivayetlerinin konumuna
zarar vermez.
Yukarıdaki gerekçe
nedeniyle bazı hafızlar İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe’nin hadisleri hakkında söz
söylemişlerdir. Bazı cahiller de sanmıştır ki, bu durum Ebû Hanîfe’nin
ictihadlarını ve imamlığını zedeler. Oysa durum hiç te öyle değildir. Bu babta
söylenecek en son söz şudur: Diğerleri hadis ezberi açısından ondan daha
iyiydiler. Bu, diğerlerinin her yönüyle ondan daha üstün ve daha bilgili
olduğu anlamına gelmez. Nitekim sahabenin ençok hadis ezberleyeni olan Ebû
Hureyre sahabilerin en bilgilisi, en fakihi ve en faziletlisi değildi. Muâz en
fakihleri, Zeyd ferâizi en iyi bilenleri, Ali davalarda en isabetli karar verenleri,
Ubey en iyi kıraat bilgisi olanları, hulefâ-i râşidîn de en faziletlileriydi.
Dahası, fazilet ve meziyetler Allah'ın dilediği kullara ihsan ettiği
lütuflardır.
Zehebî, İmam Ebû
Hanîfe ve emsallerini zikretmesi, onlar hakkındaki farklı değerlendirmeleri
aktarması nedeniyle kendisinin kınanamayacağı hususunda mazeret beyan etmiştir.
Mizanın mukaddimesinde bu hususta şöyle demiştir: “Furûatta kendilerine tabi olunan
imamlardan hiçbirini zikretmeyeceğim. Çünkü bunlar İslam içinde çok büyük bir
yere sahiptirler, gönüllerde çok değerli yerleri vardır. Eğer bunlardan birini
zikredeceksem insaf ölçüleri içinde ondan bahsedeceğim. Bu anlatacağım şeyler
ne Allah katında ne de kullar nezdinde onun konumuna bir zarar vermez. İnsana
zarar verecek şey, yalan, hatada ısrar etmek, batıiı başka türlü göstermeye
çalışmaktır. Böylesi bir tavır hıyanettir, cinayettir. Müslüman kişi herşeyi
yapabilir ama hıyanet ve yalana asla sapmaz.”
[177]
Ebû Abdullah ez-Zehebî’nin
şu edebine bir bak. İslamda kendilerine tabi olunan imamiarın büyüklüğünü dile
getirmekte, cerh-tadil kitaplarında isimlerinin geçmesinin ne Allah ne de
kullar nezdinde itibarlarına bir halel getirmeyeceğini belirtmektedir. İşte,
alimin kendisinden daha üstün birinden bu şekilde bu şekilde edep, tevazu, hürmet
ve saygı ile bahsetmesi gerekir. Allah bizleri imamların kadr-u kıymetini
anlayan kullarından eylesin; ümmetin icmasına muhalefet etmekten korusun.
Bu açıklamalar
sonucunda, müslümanlar nezdinde en büyük imamlardan biri olan ve seçkin din
büyüklerinin dinde imam olduğunda hemfikir oldukları bir zata yönelik iki
zayıf şüphenin dayanaktan yoksun olduğu ortaya çıkmış oldu. Ben bu birkaç
satırla Allah Teâlâ'ya yakın olmayı, imamın kıymetli anısına hizmet etmek
suretiyle şereflenmeyi, değerli ilmî mirasını korumayı arzuladım. Yoksa
bilinmeyen faziletlerini anlatmayı, aşağı düşürülmeye çalışılan itibarini
yükseltmeyi murad etmedim; çünkü, onun makamı çok yüksek, şanı da yücedir.
Dolayısıyla böyle şeylere gerek yoktur.
Güneş parlayan
ışıkları arasında durmakta,
Onu vasfedenin
tarifine ihtiyaç duymamakta.
[178]
İbnu'l-Vezîr'den
yaptığımız uzun alıntı burada bitmektedir. Hem onun açıklamalarında, hem de
daha önceki değerlendirmelerde geçen Mâliki, Şafiî, Hanbelî ve diğer
mezheplerden olan mutekaddimun imamların, müteehirundan mütehassıs hafızların
İmam Ebû Hanîfe'yi övmeleri, Kitap ve sünnete yönelik geniş ilmi birikimini
methetmeleri, onu cerh eden ve kabul etmeyenlere karşı açık delilier ve sağlam
kanıtlarla verdikleri cevaplar, son zamanlarda İmam'a hücum eden kindar
saldırganların suçlamalarını geçersiz kılmaktadır.
Keza bu
değerlendirmeler, doğruyu bulmaya muvaffak kihnırlarsa, onların ağrılı
gözleriyle hasta kalplerindeki perdeyi de kaldıracaktır. Yine buralarda, din
önderlerine saygılı olan ilim ehlinin gözlerini ısıtacak bilgiler yer
almaktadır.
Allah Teâlâ'dan
niyazım odur ki, bu kitabı okuyan ve inceleyen herkesi istifade ettirsin. Beni
de lütfü ve keremiyle bu büyük imamın konumunu ortaya koyan, onun yüce makamına
yönelik saldırıları uzaklaştıran daha geniş bir çalışma yapmaya muvaffak
kılsın. Şüphesiz başarılı kılacak odur; dualara icabet edendir.
Allah efendimiz ve
peygamberimiz Hz. Muhammed'e, âl ve ashabının tamamına salât etsin. Hamd olsun
alemlerin rabbı olan Allah'a.
Muhammed Abdurreşîd en-Nu’mânî Karaçi /15-Rebîulewel-1415.
İsmail Hakkı Ünal
İslam dininin iki
temel kaynağından biri olan hadis ve sünnete bağlılık, asırlar boyu, Hz.
Peygamber'e gösterilen sevgi ve saygının mihenk taşı olmuştur. Bu bağlılığı
sadece Peygamber sevgisiyle açıklamak yeterli değildir. Zira Hz. Peygamber'in
söz ve tatbikatı olmadan, daha doğrusu onun örnekliği göz önüne alınmadan
İslamı hakkıyla anlayabilmek mümkün değildir. İslam tarihi boyunca, İslamı yaşama
ve yaşatma gayretinde olan hiçbir müslüman kendini bundan müstağni görmemiştir.
Bunlar arasında İslam alimleri başta gelir.
Buna rağmen, İslam
kültür tarihinde, genellikle, hadisçilerden kaynaklanan değerlendirmelere göre
bazı alimlerin, bu arada özellikle Ebû Hanîfe’nin hadislere muhalefetinden ve
bu konudaki yetersizliğinden söz etmek adet haline gelmiştir. Kendi çağdaşı
bazı alimlerden başlayarak hicri 8. asra kadar devam eden ve günümüzde de zaman
zaman görülen bu suçlamaların büyük ölçüde sübjektif olduğu ve aynı yoldan
hareketle her alimin böyle bir ithama maruz kalabileceği bilinmekledir. Ancak
suçlamaları yöneltenlerin, başka bir deyişle Ebû Hanîfe'yi hadisçiliği
yönünden cerh edenlerin, kendi alanlarında büyük şöhrete sahip alimler olduğu
gerçeği birçok kimseyi tereddüte sevketmiştir. Bunlar arasında, İbn Ebî Şeybe
(ö. 235), Ahmed.b. Hanbel. (ö. 241), Buhâri (ö. 256), Müslim (ö. 261), İbn
Kuteybe (ö. 276), Nesâî (ö. 303), Ukaylî (ö: 322), İbn Ebî Hatim (ö. 327), İbn
Hibbân (ö. 354), İbn Adiyy (ö. 365), Dârekutnî (ö. 385), Beyhakî (ö. 458),
Hatîb Bağdadî (ö. 463), Cuveynî (ö. 478), Gazâlî (ö. 505), Fahreddîn Râzî (ö.
606) gibi alimleri sayabiliriz. Bu alimlerin hemen hepsi Şafiî geleneğini
sürdüren veya onun mezhebine mensub kimselerdir. Mesela Ahmed b. Hanbei şöyte
der: “Meselelerimiz, yani ashab-ı hadisin meseleleri, Şafiî'ye kadar Ebû Hanîfe’nin
ellerinde idi. Ne zaman ki Allah'ın kitabı ve Rasûiünün sünnetinde insanların
en fakîhi olan Şafiî'yi gördük, artık o (Ebû Hanîfe) yetmez oldu. Çünkü o
hadis talebi az birisiydi.”
[179]
Ebû Hanîfe'yi hadîse
muhalefetle ciddi olarak suçlayan ilk Badisçi Ahmed b, Hanbel’nin çağdaşı İbn
Ebî Şeybe'dir. O, on dört ciltlik “Musannef “inin son cildinde bir bölümü bu
konuya tahsis etmîş ve şu başlığı koymuştur: “Bu bölüm, Ebû Hanîfe’nin Rasûlullah'dan
(s.a.v) gelen haberlere muhalefet ettiği konulan ihtiva eder.”
[180]
Burada İbn Ebî Şeybe, 125 meseleyle ilgili olarak zikrettiği hadislerin sonunda
sadece bir cümleyle, “Ebû Hanîfe buna muhalefet etti”, veya “Ebû Hanîfe şöyle
dedi'' derken, nasıl muhalefet ettiği, gerekçeleri, varsa bunlara karşı tercih
ettiği rivayetler konusunda hiç bilgi vermemiştir. Bütün hadis rivayetleri
dikkate alınır ve mezhep imamlarının bunlardan kendilerince sahih ve uygun
gördüklerini fıkhî meselelerde delil atıp, diğerlerini terkettikleri
düşünülürse, İbn Ebî Şeybe’nin mantığına göre bütün müctehid imamların
hadislere muhalefet etmiş olmaları îcab eder. Halbuki hadisleri kabul veya red
ayrı bir konu, onları hüküm istihsalinde kullanıp kullanmamak ayrı bir
konudur. Ebû Hanife’nin ve bu arada diğer fakihlerin izlediği yol, ikinci
yoldur.
Büyük hadis alimi
Buharı de, Ebû Hanîfeyi cerh edenler arasındadır. “Onun Murciî olduğunu, rey
ve hadisinin terkedildiğini” belirtir.
[181]
Buhârî’nin Ebû Hanîfe'ye esas muhalefeti fıkıh alanındadır. “Sahih”inde “Bazı
insanlar şöyle dediler” diyerek eleştirdiği görüşlerin Ebû Hanîfe'ye ait olduğu
ve “bazı insanlar” tabiriyle de Ebû Hanîfe ve ashabının kastettiği
belirtilmiştir.
[182]
Fıkhî görüş farklılığının bir insanın hadisçiliğine hücum vesilesi yapılmaması
gerekirken, daha sonraki hadisçiler bunu adeta gelenek haline getirmişlerdir.
Zayıf raviler hakkında
yazdığı 4 ciltlik “Kitâbu'd-Duafâi'i-Kebîr” isimli eseriyle tanınan hadisçi Ebû
Ca'fer el-Ukaylî bu kitabında, Ebû Hanîfe hakkında, onun muasırlarından ve daha
sonrakilerden varid olduğu kabul edilen cerhleri bir araya toplayarak onu,
yalancı, hadisine ve reyine güvenilmez, sahtekar, zaman zaman küfre düşen bir
insan olarak takdim etmiştir.
[183]
Tamamen taassub eseri olan bu suçlamalara, Ukaylî’nin kendi öğrencilerinden
İbnu'd-Dahîl (ö. 388) tahammül edememiş ve bunu reddeden bir cüz kaleme
almıştır.
[184]
Mezhep taassubuyla Ebû
Hanîfe'ye hücum eden başka bir hadisçi, cerh ve ta'dil konusunda en kapsamlı
eserlerden biri olan “Kitâbul-Cerh ve't-Ta'dîlin müellifi İbn Ebî Hatim er-Râzî'dir.
Şafiî mezhebinden olan
ve “Âdâbu'ş-Şâfiî ve Menâkıbuh” isimli bir eseri de bulunan İbn Ebî Hatim bu
kitabında, Ebû Hanîfe'yi küçük düşürücü rivayetlere yer vermiştir. Ebû Hanîfe’nin,
Kur'an ve hadis cahili olduğunun Şafiî tarafından bizzat İmam Muhammed'e ikrar
ettirildiği uydurma diyalog da bu kitapta yer almaktadır.
[185]
Görüldüğü gibi, mezhep taassubu Ebû Hanîfe'yi, onun en seçkin talebesi İmam
Muhammed'e cerhettirmektedir. Yine bu yüzden, Ebû Hanîfe’nin terceme-i
halinde, aleyhindeki bütün rivayetleri bir araya toplayan İbn Ebî Hatim, Şafiî’nin
terceme-i halinde ona toz konduracak en ufak bir rivayete bile yer vermez. Üstelik
burada da Ebû Hanîfe'yi Şafiî karşısında küçültücü rivayetleri zikreder.
[186]
Hicrî 354 yılında
vefat eden meşhur hadisçilerden İbn Hibbân da Ebû Hanîfe’nin hadisçiliğiyle
ilgili bütün olumsuz nakilleri, “Kitâbu'l-Mecrûhîn “inde bir araya toplamıştır.
[187]
Kitabı tahkik edenin ifadesine göre, bu yüzden kitapta yer alan en uzun
terceme-i hal Ebû Hanîfe’nin olmuştur. Üstelik İbn Hibbân, Ebû Hanîfe'yi cerh
eden rivayetleri zikrederken, kendi şartına uymamış, zayıf ve uydurma
haberlere de yer vermiştir.
[188]
Şafiî olan İbn
Hibbân'ın, menakıblarda ve diğer kitaplarda yer alan Ebû Hanîfe lehindeki
rivayetleri ve ona isnad edilen görüşleri çürütmek için onar ciltlik iki kitap
yazdığı belirtilmekledir.
[189] Bu
yüzden, “Kitâbu'l-Mecrûhîn” kitabının muhakkiki, onun Ebû Hanîfe'ye hücumunun
taassubdan başka bir sebebi olmadığını ifade etmiştir.
[190]
Diğer bir Şafiî
hadisçi İbn Adiyy el-Curcânî de, Ebû Hanîfe'yi cerhde İbn Hibbân'dan geri
kalmamış, “el-Kâmil fî Duafâi'r-Ricâl” isimli hacimli eserinde Ebû Hanîfe
aleyhindeki bütün rivayetlere yer vermiştir.
[191] Bu
haberler arasında Ebû Hanîfe'yi şeytan yapanlar olduğu gibi, cerhine kabul
edilebilirlik unsuru katmak için Hz. Peygamber'e müracaat edenler de vardır.
Zahid Kevserî’nin
belirttiği gibi, İbn Adiyy'in şu ifadesi, Ebû Hanîfe'ye hücumunda mezhep
taassubuyla hareket ettiğini gösteren bir ipucudur. İbn Adiyy, Şafiî’nin hocası
İbrahim b. Muhammed b. Yahya el-Eslemî hakkında şöyle der: “Onun hadislerinin
çoğunu gözden geçirdim ve onlar arasında munker bir hadise rastlamadım.
[192]
Halbuki Kevserî’nin ifadesine göre Ahmed b. Hanbel, İbn Hibbân ve diğer rical
tenkitçilerinin bu zat aleyhindeki görüşleri bilinmekledir. İclî, İbrahim el-Eslemî
hakkında, “O, Medineli, Rafızî, Cehmî ve Kaderiyecidir. Hadisi yazılmaz” demiş,
hadis tenkitçilerinin çoğu da onu yalancı saymışlardır
[193]
Ebû Hanîfe'yi hadis
yönünden zayıf sayan muhaddislerden Dârekutnî de ulema nezdinde, mutaassıb bir
Şafiî taraftarı ve aynı zamanda mutaassıb bir Ebû Hanîfe aleyhtarıdır.
[194]
Meşhur “hilyetü'l-Evliyâ”
müellifi Ebû Nuaym el-İsbahânî, “Kitabu'd-Duafâ”sında, “Ebû Hanîfe’nin hatası
ve evhamı çok birisi” olduğunu söyler. [195]Tabiatıyla
böyle birisine, “Hityetu'l-Evliya” içinde yer vermemiş olması normaldir. Halbuki aynı eserinde Ebû
Hanîfe ve ashabından derece itibariyle çok daha aşağıda oîanlara yer
vermiştir. Burada da mezhep asabiyeti ön plandadır. Hızlı bir Şafiî olan Ebû Nuaym'a
göre, “Kureyş'e sövmeyiniz, çünkü onun alimi yeryüzünü ilimle dolduracaktır”
rivayetindeki âlim, Şafiî'den başkası değildir
[196]
Kureyş'le ilgili
yukarıdaki haberi kitabında naklettikten sonra, “Şafiî’nin dışında, yeryüzünü
ilimle dolduran Kureyş'li kimse bilmiyoruz”
[197]
diyen meşhur muhaddis Beyhakî de koyu bir Şafiî taraftan olarak, Irak ehli ve
Ebû Hanîfe hakkında müsbet görüş sahibi değildir. Çünkü ona göre, Ebû Hanîfe,
bazen kıyası terkederek zayıf hadisle amel ediyor, bazen sahih ve ma'ruf bir
hadisi kıyasla terkediyor, meçhul ravinin haberini ve munkatı hadisi deîil
olarak kabul ediyordu.”
[198]
Beyhakî’nin Hanefîlere
karşı mezhep asabiyeti içinde hareket ettiği Hanefî ulemasınca da
bilinmekledir. Nitekim, “Ukûdu'l-Cevâhiri'l-Munîfe” müellifi Murtazâ ez-Zebîdî,
“alışverişte tarafların muhayyerliği” konusunda Ebû Hanîfe'ye isnad edilen bir
rivayete Sünen 'inde yer veren Beyhâki'yi tenkit ederken bu hususa şöyle
işaret etmiştir: “Hocalarımın, Beyhakî’nin mutaassıb biri olduğunu
söylediklerini hep işitirdim. Ancak, kitabında Ebû Hanîfe'ye yakışmayan bu
çirkin hikayeye yer verdiğini görünceye kadar bunu doğrulamamış ve hakkında
hüsn-ü zanda bulunmuştum.
[199]
Ebû Hanîfe’nin leh ve
aleyhindeki rivayetlerin hemen hemen tamamına, meşhur eseri “Târîhu Bağdâd”da
yer veren Hatib Bağdadî de Şafiî bir âlim olarak Ebû Hanîfe ve ashabına karşı
olumlu bir tavır içinde değildir. Onun, bu konuda mezhep asabiyetiyle hareket
ettiğini söyleyenler vardır.[200]
Ancak Hatîb Bağdadî, Ebû Hanîfe aleyhinde bulunan diğer hadisçilerden farklı
olarak, sadece Ebû Hanîfe ve ashabı aleyhindeki rivayetleri toplamakla
yetinmemiş, Ebû Hanîfe'yi ta'dil eden, metheden ulemanın beyanlarına da geniş
bir biçimde yer vermiştir. Tarihçi kişiliğinden, kaynaklanan bu durum, diğer
hadisçilerin tutumu karşısında takdir edilecek bir davranıştır.
Mezhep taassubuna
önemli bir örnek, “İmamul-Harameyn” lakablı Abdulmelik el-Cuveynî’nin “Mugîsü'l-Halk
fî Tercihi'l-Kavli'l-Hak” isimli eseridir. Cuveynî bu kitabında, Ebû Hanîfe ile
Şafiî, Hanefî mezhebi ile Şafiî mezhebi arasında birtakım mukayeseler yaparak
kendi imamını yüceltmek pahasına Ebû Hanîfe'yi her konuda küçük düşürmeye
çalışmıştır.
Arap ve üstelik
Kureyş'ten olması hasebiyle Şafiî’nin doğuştan bir üstünlüğe sahip olduğuna
işaret eden Cuveynî, Ebû Hanîfe’nin Arap değil, nebtî (Iraklı) olduğunu,
dolayısıyla, “İmamlar Kureyş'tendir”, “Kureyş'i
öne geçiriniz, siz onların önüne geçmeyiniz” hadisleri
[201]
doğrultusunda Şafiî’nin ve mezhebinin ittibaya diğerlerinden daha layık
olduğunu belirtir.
[202]
Cuveynî, Ebû Hanîfe’nin
hadisçiliği konusunda ise şunları söyler: “Ebû Hanîfe’nin hadis ilminden
malumatı çok az idi. Ashab-ı hadisin onu ayıplamada serî davranmaları buna
delildir.”
[203]
Cuveynî’nin adı geçen
kitabında yer alan ve mezhep taassubuna örnek olması bakımından fevkalade
önemli uydurma bir hikayeyi burada nakletmek yerinde olacaktır;
“Gazne Sultanı Mahmud
b. Sebüktekin (ö. 421) Ebû Hanîfe mezhebine bağlı idi. Aynı zamanda hadis
ilmine merakı vardı. Huzurunda, hadis şeyhlerinden hadis alaniarı dinler,
hadisler konusunda araştırma yapardı. Hadislerin çoğunun Şafiî mezhebine uygun
olduğunu gördü. Bu arada cildinde bir kaşınma hası! olmuştu. Her iki mezhepten
fakihleri Merv'de topladı ve onlardan, iki mezhepten birinin diğerine tercihi
konusunda konuşmalarını istedi. Fakihîer, Sultan'ın huzurunda her iki mezhebe
göre iki rekat namaz kılınmasında anlaştılar. Böylece Sultan'ın görüp, düşünüp
en güzelini seçmesi kolaylaşacaktı. Önce Şâfiîlerden Gaffal el-Mervezî (ö.
417), her uzvun hakkını vere vere güzel bir abdest alarak, örtünme, kıbleye
dönme gibi bütün muteber şartları yerine getirerek, rükunlarını, ta'dil-i
erkânını, farzlarını, sünnetlerini, adabını mükemmel bir şekilde tamamlayarak
namaz kıldı. Çünkü Şafiî, bunun haricinde kılınan bir namaza cevaz vermezdi.
Sonra Ebû Hanîfe’nin
caiz gördüğü şekilde iki rekat namaz kıldı. Tabaklanmış köpek derisi giyindi.
Vücudunun dörtte birine pislik bulaştırdı. Hurma nebîzi ile abdest aldı. Bu,
tam yaz ortasında ve sahrada cereyan ettiği için bütün sinek ve sivrisinekler
üzerine toplandı. Abdesti tersyüz etti. (Tertibe riayet etmedi.) Sonra kıbleye
yöneldi. Niyetsiz namaza başladı. İftitah tekbirini Farsça getirdi. Sonra, “mudhâm-metân”
[204]
ayetini, “dü bergeki sebz” (iki yeşil yaprakçık) şeklinde Farsça okudu. Sonra
horoz gagalaması gibi rükûsuz ve fasılasız iki secde yaptı. Teşehhüde oturdu.
Nihayet, selam vermeden, yellenerek namazdan çıktı ve “Ey Sultan, işte bu, Ebû
Hanîfe’nin namazıdır” dedi.
Sultan şöyle dedi; “Eğer
bu, onun (Ebû Hanîfe’nin) namazı olmasaydı seni öldürürdüm. Çünkü böyle bir
namazı din sahibi kimse tecviz edemez.”
Hanefîler bu namazın
Ebû Hanîfe'ye ait olduğunu inkar ettiler. Gaffâl, her iki mezhep kitaplarının
getiriimesini istedi. Sultan, hristi-yan bir katibe bu kitapları okumasını
emretti. Her iki mezhebin görüşü birlikte okundu. Hanefî mezhebinin namazının
Gaffarın anlattığı şekiide olduğu görüldü. Bunun üzerine Sultan Hanefî
mezhebinden ayrılarak Şafiî mezhebine bağlandı.
[205]
Cuveynî bu hikayeyi
naklettikten sonra şöyle diyor: “Şayet Ebû Hanîfe’nin caiz gördüğü bu namaz
halktan birine arz edilse, kabul etmekten kaçınırdı. Namaz dinin direğidir.
Namaz konusundaki fâsid itikadı, mezhebinin batıl oluşunu açık bir biçimde
göstermek için sana yeterlidir.
[206]
Naklettiğimiz bu
hikaye, mezhep taassubunun bir İslam alimini ne durumlara düşürdüğünün acı bir
göstergesidir.[207]
Hocası Cuveynî’nin
etkisinde kalarak Ebû Hanîfe'yi tenkit eden meşhur alimlerden Gazâlî de, Şafiî
mezhebindendir. “ei-Menhûl” adlı eserinde “Ebû Hanîfe’nin müctehid olmadığını,
hadis bilgisi az olduğu için, zayıf hadisleri kabul, sahihleri reddedecek
derecede cüretkar
olduğunu” söyler.
[208]
Gazâli, kitabının sonunda Şafiî mezhebi ile diğer mezhepler ve özellikle Hanefî
mezhebi arasında mukayese yaparak kendi mezhebinin her konuda tercihe şayan
olduğunu ispata çalışır. [209]
Gazâlî’nin bu kitabı
gençliğinde yazdığı, sonradan Ebû Hanîfe hakkındaki görüşlerini değiştirdiği
belirtilmiştir
[210]Nitekim
İhyâu Ulûmi'd-Dîn adlı eserinde dört mezhep imamını ve bu arada Ebû Hanîfe'yi
hayırla yadetmekte ve ondan övgüyle bahsetmektedir.
[211]
Koyu bir Şafiî
taraftan olan meşhur müfessir Fahreddin Râzî de mezhep asabiyetiyle Ebû
Hanîfe'ye yüklenenlerden biridir. Şafiî için kaleme aldığı menâkıbında, Ebû
Hanîfe’nin, kendi beldesinden olduğu sürece, zayıf bile olsa, meçhul ravilerin
rivayetini, maktu' ve mursel haberleri kabul ettiğini, bundan dolayı kıyası
terkettiğini, sahih dahi oisa diğer beldelerin hadislerini reddederek,
İstihsan ve kıyasa yöneldiğini belirtir.
[212]
Ebû Hanîfe'ye
hadisçiliği konusunda yöneltilen suçlamalar, 8. hicri yüzyıldan İtibaren
hızını kaybetmiştir. Nitekim bu dönemde yetişmiş önemli Şafiî âlimierden
Zehebî (ö. 748), Suyûtî (ö. 911), Muhammed Yusuf es-Sâlihî (ö. 942) ve İbn
Hacer el-Heytemî (ö. 973) Ebû Hanîfe hakkında birer menakıb kitabı yazmışlardır.
Ayrıca diğer bir Şafiî âlimi olan Abdulvehhab eş-Şa'rânî de (ö. 973), “el-Mîzan”
isimli eserinde, yapılan hücumlara karşı Ebû Hanîfe'yi savunmuştur. [213]
Yukarıda verdiğimiz
örnekler gösteriyor ki, Ebû Hanîfe'ye özellikle hadisçilîği yönünden yapılan
ithamlar büyük ölçüde mezhep taassubuna dayanmaktadır. Bu taassubdan uzak
kalan âlimler ise aşırılıklara kapılmayarak insaflı davranmışlardır. Bunu
söylerken Ebû Hanîfe’nin hadis ve sünnet malzemesinin hepsine ulaşmış olduğunu
ve kendisine ulaşanları değerlendirmede yüzde yüz başarı gösterdiğini de
iddia etmiyoruz. Zira, bu hiç bir imam ve
müçtehide nasip olmuş bir şey değildir. Ancak insafla bağdaşmayan suçlamaların
kabul edilmesi de mümkün değildir.
Bütün bunlardan sonra
Ebû Hanîfe’nin hadise karşı tutumu ne idi? Bunu kendi ağzından ve kısaca
zikretmekte yarar vardır. O şöyle der: “Rasûlullah'ın söylediği her şey, biz
duyalım duymayalım başımız, gözümüz üstünedir. Buna iman eder ve Allah'ın
Rasûlünün (s.a.v.) söylediğine, olduğu gibi şehadet ederiz
[214]
Osman el-Bettî'ye
yazdığı risalede ise, “Bilmiş ol ki, öğrendiğiniz ve insanlara öğrettiğiniz şeylerin efdali sünnettir”
demektedir
[215]
Ebû Hanîfe’nin,
istidlal kaynaklarını sayarken önce Allah'ın kitabına, sonra Rasûlünün
sünnetine baktığı, sonrada sahabe görüşlerinden dilediğini tercih ettiği
nakledilir.
[216]
Bir rivayete göre,
hadise muhalefet ithamını bizzat kendisi reddetmiştir. Bir meselede,
kendisine, hadise muhalefet ettiği bildirilince, dayandığı hadisi zikrederek, “Allah,
Rasûiüne muhalefet edene lanet etsin. Allah, onunla bize ikram etti, bizi
onunla kurtardı” demiştir.
[217]
Bu görüşünü teyit eden
bir örnek de şudur: Ebû Hanîfe, davacı için şahitlerin yanısıra yeminin gerekli
olmadığı görüşündedir. Şöyle der “Çünkü Rasûlullah'dan (s.a.v.) bize, “Yemin davalıya, delil davacıya gerekir”
hadisi ulaşmıştır. Allah'ın Rasûlünün davacı üzerine koymadığı bir yükümlülüğü
biz koyamayız. Yemin mükellefiyetinide, Rasûlullah'ın (s.a.v.) koyduğu yerden
başka bir yere değiştiremeyiz.
[218]
Ebû Hanîfe burada “Rasûlullah'ın
verdiği bir hükmü değiştirmeyiz” derken, adeta, Ahzab suresinin şu ayetine
imtisal etmekledir: “Allah ve Rasûlü,
bir işte hüküm verdikleri zaman artık inanmış bir kadın ve erkeğe, o işi kendi isteklerine
göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir
sapıklığa düşmüş olur.”
[219]
Ebû Hanîfe’nin, bir
konuda hadis olduğu zaman kıyası terkettiği de bilinmektedir. Mesela, abdestte
ve gusulde ağıza ve burna su almayı unutan ve sonra bu şekilde namaz kılan
kimse hakkındaki görüşünü soran İmam Muhammed'e Ebû Hanîfe şöyle cevap
vermiştir: “Abdest alıp ağzına ve burnuna su almayı unutanın namazı tamamdır.
Cünüplükten veya hayızdan dolayı gusledip mazmaza ve istinşakı unutan kimse,
ağzına ve burnuna su alır ve namazını iade eder.” İmam Muhammed'in,
aralarındaki farkın ne olduğunu sorması üzerine Ebû Hanîfe, “Kıyas bakımından
ikisi de aynıdır. Fakat İbn Abbas'dan gelen bir rivayet üzerine burada kıyası
terkediyoruz” demiştir
[220]Ebû
Hanîfe’nin hadise istinaden kıyası terkettiği bir çok mesele Hanefî fıkıh
kaynaklarında yer almaktadır
[221]
Bu kısa malumattan
anlaşılacağı üzere, Ebû Hanîfe’nin, Hz. Peygamber'in hadisi ve sünnetine kasdi
muhalefeti söz konuşu değildir. Hadis ve sünnete ittîbada ve onu teşriî kaynak
olarak kabul etmede diğer mezhep İmamları ve müctehidlerden bir farkı yoktur:
Fark, bu malzemeyi fıkıh alanında kullanırken ortaya çıkmaktadır. Yani Ebû
Hanîfe’nin hadis tercih ve tefsin doğal olarak diğer imamlardan farklıdır.
Muhtemelen, bütün şimşekleri de bu yüzden üzerine çekmektedir. Çünkü o
hadisleri değerlendirmede akla diğerlerinden daha fazla yer vermiştir. Bunun
yanısıra bazı hadis metinlerini Kur'an'a arzetmesi, bazılarını değişen şartlan
dikkate alarak yorumlaması da onun önemli özelliklerindendir.
Ebû Hanîfe’nin hadise
muhalefeti ve onu hafife alması söz konusu olmadığına ve Hanefi mezhebinin
temel kaynaklan incelendiğinde hadis konusundaki bilgisi de yetersiz
sayılamayacağına göre, birçok meşhur muhaddisin Ebû Hanîfe'yi hadise
muhalefetle ve bu konuda bilgisizlikle suçlamasının sebebi nedir?
Ebû Hanîfe'ye
yönetilen cerhler genellikle, gerekçesiz, mübhem ve gayrimüfesserdir. Hücum
edenlerin hemen hepsi de Hanefî mezhebi dışındaki mezhep mensuplarıdır. O
halde burada, mezhep taassubunun önemli bir rol oynadığını kabul etmek
gerekir. O yüzden Ebû Hanîfe'ye yönetilen suçlamaları, büyük ölçüde sübjektif
değerlendirmeler olarak kabul ediyoruz. Bu ithamlar dikkate alınırsa, bundan
kurtulacak hiçbir mezhep imamı ve müctehid bulunamaz. Zira fukahanın
mesleği, sadece hadislerle uğraşmak
olmadığı gibi, her birinin delil aldığı farklı rivayetleri, hadise muhalefet
olarak değerlendirmek de doğru değildir.
Ebû Hanîfe'yi
hadisçiliği yönünden cerhedenler ve onu, sahih hadise muhalefet ve zayıf
hadisle amel ettiği gerekçesiyle tenkit edenler, genellikle kendisinden çok
sonra yaşamış hadisçilerdir ve dayandıkları ölçüler de yine Ebû Hanîfe'den en
az bir asır sonra gelmiş hadisçilerin tesbit ettikleri kriterlerdir. Ebû Hanîfe
gibi bir İslam âliminin, nisbeten erken bir devirde hüküm istihsali için tercih
edip kullandığı hadislerin, sadece, daha sonra tesbit edilmiş kriterlere
uymadığı gerekçesiyle zayıf sayılması, kabul edilebilecek bir husus değildir.
Kanaatimizce hadislerin sıhhatinin tesbitinde, Hz. Peygamber dönemine yakınlık
önemli bir faktördür ve bu açıdan bakılınca Ebû Hanîfe, kendinden sonra gelmiş
bir çok hadisçiden daha şanslı bir durumdadır. Buna ilaveten, hadislerin
tashih ve taz'îfinde (sahih ve zayıf kabul edilmesinde) hadisçilerin
kriterleri yanısıra, fakihlerin tercih ve değerlendir-melerini dikkate almak da
son derece önemli ve gereklidir.
1- Hz.
Ömer'in Irak'taki Sariye'ye Medine'den seslenmesi s. 24-26
2- Güneşin
Hz. Ali İçin geri döndürülmesi s. 24-26
3- İctihad,
taklid meselesi s. 32, 34
4- Ahberanâ,
haddesenî ve semi'tu ifadelerinin kullanılacağı yerler
58
5- Sahîhayn
dışındaki bir hadisin Sahîhayn'da yer alan bir hadisten daha sahih olabileceği
s. 68
6- Kelam
ilminin kötü oluşu s. 17-18, 36-37, 57
7- Bir
hadisin sahih kabul edilmemesi için gerekenler s. 114
8- Alimlerin
birbirleri aleyhinde söyledikleri sözlerin değeri s. 102
9- Mutezile
mezhebine mensup alimlerin kendilerini Hanefî olarak nitelemeleri s. 109
10- Arapça
eğitiminin ikinci asırda söz konusu olmadığı s. 111-112
11- Hangi
rivayetlerin zayıf olduğu s. 114
12-
Bilginlerin zayıf ravilerden rivayet etmelerinin nedeni s. 115-117
13- Zehebî’nin
Mîzân'ına katıştırmalar söz konusudur 71 nolu dipnot.
[1] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, VI/392. Beyrut-1405. Üçüncü
baskı.
[2] Siyeru A'lâmi'n-Nubetû, VI/396.
[3] Menâkibu'l-İmâm Ebî Hanîfe ve Sâhibeyh, s. 11. Mısır
baskısı.
[4] Duvelu'l-İslâm, I/79.
Hindistan/Haydarabad/Dekkan-1337. Dâiretu'l-Meârifi'n-Nizâmiyye baskısı.
[5] Târîhu Bağdâd, XIII/331.
[6] Ahbâru Ebî Hanîfe ve Ashâbih, s. 83.
Hindistan/Haydarabad/Dekkan-1394.
[7] Bkz. el-Mîzânu'l-Kubrâ, 1/48.
[8] Târîhu Bağdâd, XIII/332-3.
[9] Târîhu Bağdâd, XIII/334.
[10] Te'nîbu'l-Hatîb, s. 29.
[11] Menâkibu Ebî Hanîfe, s. 27.
[12] Sebt: Özü sözü doğru, zabtı tam, hüccet sayılan ravi.
Bkz. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 136. (Mütercimin notu).
[13] Sadru'l-Eimme el-Muvaffak, Menâkibu'l-İmâm el-A'zam,
11/37. Hindistan/Haydarabad/Dekkan. Dâîretu'l-Meârif baskısı.
[14] Câmiu Beyâni'l-İlm, 11/163.
Mısır-İdâretu't-Tıbâati'l-Munîre baskısı.
[15] el-İntikâ. s. 232. Kahire-1350. Mektebe tu'1-Kudsî
baskısı.
[16] Hicr: 15/9.
[17] Nahl: 16/44.
[18] Delailu'n-Nubuvve, 1/43-6. Beyrut-1405, Birinci baskı.
[19] Tirmizî, XlII/305-9 (Ârtzatu'l-Ahuezî ile birlikte).
Mısır-1352.
[20] el-Mustedrek
ale's-Sahîhayn. 11/171 (Kitâbu'n-Nikâh).
Hindistan/Haydarabad/Dekkan-1340. Dâiretu'l-Meârif baskısı.
[21] Ma'rifetu Ulûmi'l-Hadîs, s. 240-9. Kahire baskısı.
[22] Bu ifadede istihza sezilmektedir çünkü "rivayet
eden ravi kimmiş bakalım" demek istemektedir. (Mütercimin notu).
[23] Yani sen Hz. Ömer'in Irak'taki Sariye'ye seslenişini
kabul edip nasıl birilerinden rivayet ettiysen, ben de bunu birilerinden
rivayet ettim. (Mütercimin notu).
[24] Bunu diyen İbn Teymiyye'dir.
[25] Ebû Hanîfe'nin naklettiği rivayeti kendi rivayetin
için delil getirmen anlamsız. Çünkü ikisini ayrı ayrı değerlendirmek gerekir.
Onun rivayeti mevzu ise, bundan senin rivayetinin doğru olduğu anlamı çıkmaz.
Keza onun rivayeti doğru ise, bundan senin rivayetinin doğru olduğu sonucu
yine çıkmaz. (Mütercimin notu).
[26] Minhâcu's-Sunne, IV/194-5. Mısır/Bulak-1322. Emîriyye
baskısı.
[27] Minhâcu's-Sunne, 1/172-3.
[28] el-Bidâye ve'n-Nihâye, VI/85-6. Beyrut-1966.
Mektebetu'l-Meârif yayını-Birinci baskı.
[29] Lisânu'l-Mîzân, V/300-1.
[30] İ'lâmu'l-Muvakkiîn, 1/35. Hindistan/Delhi-1314.
[32] Târîhu Bağdâd, XIII/344.
[33] Tezkiretu'l-Huffâz, 1/338.
[34] Tezkiretu'l-Huffâz, 11/572.
[35] Siyeru A'lami'n-Nubeiâ, XII/508.
[36] Hoş insan.
[37] Târîhu Bağdâd, XIıI/336.
[38] Bunu diyen Zehebî'dir.
[39] Siyeru A'lûml'n-Nubela, XIV/40.
[40] Fihrist, s. 299. Kahire-Matbaatu'l-îstikâme baskısı.
[41] Senedu'l-Enâm, s. 52 (Keler yeme bahsi). Delhi-1330.
Muctebâî baskısı.
Kitabı
yayına hazırlayan Abdulfettâh Ebû Gudde'nin notu: Ali el-Kârî'nin bu sözü ile
İbn Hazm'ın daha önce geçen Muhammed b. Nasr ile ilgili değerlendirmesi, hadislerin
ve sünnetlerin çoğu itibarıyla söylenmiş sözler olarak alınmalıdır. Yoksa tüm
hadisleri ve sünnetleri ümmetten bir tek insanın ihata edip bilmesi mümkün
değildir.
[42] Menâkibu'l-İmam el-A'zam, II/61-2.
Hindistan/Haydarabad/Dekkan-Dâiretu'l-Meârifi'n-Nizâmiyye baskısı.
[43] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, IX/541-2. Beyrut-1405. Üçüncü
baskı.
[44] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, V/236.
[45] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, VI/390, 392.
[46] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, VI/403.
[47] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, VIII/94.
[48] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, VIII/94.
[49] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, VIII/112-3.
[50] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, VIII/91-2.
[51] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, IX/525.
[52] Sıyeru A'tâmi'n-Nubelâ, XVIII/191.
[53] Bunu diyen Zehebî'dir
[54] Bunu diyen Zehebî'dir.
[55] Bunu Zehebî söylemektedir.
[56] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, VI/395-7.
[57] Tezkiretu'l-Huffâz, 1/204-5.
[58] Tezkiretu'l-Huffâz, 1/244.
[59] Minhâcu's-Sunne, III/142. Bulak-1322.
[60] Minhâcu's-Sunne, N/77.
[61] Minhâcu's-Sunne, 1/167-8.
[62] Minhâcu's-Sunne, 1/172-3.
[63] Minhâcu's-Sunne, 1/215-6.
[64] Minhâcu's-Sunne, 1/173,
[66] Adalet: Kişiyi, Allah ve Rasûlü'nün emirlerini yapıp
yasaklarından kaçınmaya, halk nazarında kişiliğini zedeleyici söz ve işlerden
uzak durmaya sevkeden meleke, hâl. Hadis ravisinde bulunması gereken bu vasfın
içinde müslüman olmak, akıl ve buluğ şartları da mütalaa edilir. Bkz. Aydınlı,
Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 31. (Mütercimin notu).
[67] Sahabenin güvenilirliği hususunda bkz. Yıldırım,
Enbiya, Hadis Problemleri, s. 35-
62. (Mütercimin notu).
[68] El-Luma' fî Usûli'i-Fıkh, s. 41. Mısır-1358. Mustafa
el-Bâbî el-Halebî baskısı.
[69] Ulûmu'I-Hadîs (Mukaddimetu İbni's-Salâh), s. 115-
Yirmiüçüncü hadis ilminde.
[70] Bkz- et-Takrîr
ve't-Tohbîr şerhu't-Tahrîr, II/247. Mısır/Bulak-1316. Birinci baskı.
[71] Fevâtihu'r-Rahamût Şerhu Müsellemi's-Subût
(el-Mustasfâ ile birlikte), II/148. Mısır/Bulak-1324. Birinci baskı.
[73] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, VIII/92.
[74] Tezkiretu'l-Huffâz, 1/182.
[75] el-Mîzânu'l-Kubrâ, 1/59. Mısır-1344. Ezher baskısı.
[76] el-Mîzânu'l-Kubrâ, 1/27.
[77] Usûlu'l-Fıkh, 1/350. Dâru'l-Kutubi'l-Arabî-1372.
[78] Bedâiu's-Sanâi' fî Tertibi'ş-Şerâi', V/188.
Mısır-1328.
[79] Bedâiu's-Sanâi' fî Tertîbi'ş-Şerâi', 11/97.
[80] Eserin girişinde bayie diyen Zehebî'nin çalışmasına
Ebû Hanîfe'yi alması bu açıdan önemlidir.
[81]Kitabı
yayına hazırlayan Ebû Gudde'nin notu: Kitabın fotokopi nüshası Medine'de
el-Câmiatu'1-İslamiyye'nin kütüphanesinde bulunmaktadır. Bir kısmı da
basılmıştır. Müellif yukarıdaki nakli yaptığında bu kısım basılmamıştı. (Bu
eser, Tabakâtu Ulemai'l-Hadîs adıyla, Ekrem el-Bûşî ve İbrahim ez-Zeybek'in
tahkikiyle 1996 yılında Beyrut'ta 4 cilt halinde basılmıştır. (Mütercimin
notu).
[82] el-Muhtasar'dan alıntı burada bitmektedir.
[83] Haccâc: Ebû Ertât Haccâc b. Ertât e!-Kûfî en-Nehaî.
İmam. büyük alimlerden biri. Zubeydi’ye gelince: Ebu'l-Huzeyl Muhammed b. Velîd
b. Âmir ez-Zubeydî el-Hımsî. Hıms kadılığı yaptı. Her ikisi de 149 yılında
vefat etmişlerdir. Yani 150 yılında vefat eden İbn Cureyc ile Ebû Hanîfe'den
bir yıl önce.
[84] et-Tibyân'dan alıntı burada bitmektedir.
[86] Buradaki sözleri Ebû Hanîfe'yi eserinde zikretmesi
açısından mühimdir. (Mütercimin notu).
[87] Müellif, bahsettiği yerde râî kelimesini açıklamış ve
şöyle demiştir: Râî denmesinin nedeni rey bilgisine sahip olmasındandı. Yani
sünneti bilen, rey ile de görüş belirten demektir.
[88] İran mecusilerinin Nevruzdan sonraki en büyük
bayramları. (Mütercimin notu).
[89] Sem'ânî'den yaptığı alıntı burada bitmektedir.
[90] Bedahşî'nin zikrettikleri burada bitmektedir.
[91] Ukûdu'l-Cumân, s. 319.
Hindistarı/Haydarabad/Dekkan-1394. Lecnetu İhyâi'l-Meârifi'n-Nu'mâniyye neşri.
[92] Sebet; Bir kimsenin içinde hocalarının adlarını,
senedlerini, semâ ettiği hadisleri, bu semâ'da kendisine eşlik eden ravilerin
isimlerini topladığı mecmua. Bkz. Aydınlı, Hadis İstılahları Sözlüğü, s. 136.
(Mütercimin notu).
[93] Kitabı yayına hazırlayan Ebû Gudde'nin notu: Yani,
sadece Muvatta'da derlediği hadisleri göz önünde bulunduracak olursak durum
böyledir.
[94] er-Risâletu’l-Aclûniyye, s. 4-6. Mısır-1322.
[95]er-Redd ale'l-Bekri, s. 13-4. Mısır baskısı.
[96] Zikru Men Yu'temedu Kavluh, S: 159-162. Kaide
fi'l-Cerh ve't-Ta'dîl ile birlikte, Ebû Gudde'nin tahkikiyle Lahor'da
el-Mektebetu'1-İlmiyye tarafından 1402 yılında basılmıştır.
[97] Fethu'l-Muğîs bi Şerhi Elfiyyeti'l-Hadîs, s. 479.
Hindistan/Leknev-Envâr Muhammedî baskısı.
[98] Bu rivayet Ebû Hanîfe'nin hadis rivayetiyle
meşguliyetini göstermektedir. (Mütercimin notu).
[99] el-Cevâhiru'1-Mudiyye, 1/30-1. Hindistan baskısı.
[100] Nebi oluşum, Abdulmuttalib'in torunu oluşum gibi kesindir.
(Mütercimin notu).
[101] el-Cevâhiru'l-Mudiyye, 1/30-2. Kitabı yayına
hazırlayan Ebû Gudde'nin notu: Son kısım kitapta bu şekilde gelmiştir ancak,
son derece özetlenmiştir. Anlatılan olay İbn Abdilber'in intikâ'sında (s.
140-1) bütünüyle geçmektedir. Şöyle ki: Davud b. el-Mubabber anlatıyor: Ebû Hanîfe'ye
soruldu:
"Giymek için
peştemal bulamayan İhramlı kişi don giyebilir mi?" O da
"Hayır" dedi.
"Ancak peştemal giyebilir." Bu sefer
"Peştemalı
yoksa" denilince,
"Donu satar,
parasıyla bir peştemal alıp giyer" cevabını verdi. Bu defa
"Ancak Hz.
Peygamber irad ettiği hitabesinde 'ihramlı
kişi peştemal bulamadığında don giyebilir' buyurmuştur" denilince şu
cevabı verdi: "Hz. Peygamber'İn don giydiği hususunda benim nezdimde
sahih olan bir hadis yok ki bu yönde bir fetva vereyim. Herkes işittiği şeyle
amel eder. Oysa bizim nezdimizde Hz. Peygamberin 'ihramlı kişi don giyemez' hadisi sabit olmuştur. Bu nedenle biz
işittiğimiz hadisi alıyoruz." Bu cevap karşısında
"Sen Hz.
Peygamber'e muhalefet mi ediyorsun" denilince, şu cevabı verdi:
"Rasûlullah'a
muhalefet edene Allah lanet etsin. Allah onun vesilesiyle bizlere ikramda
bulunmuş ve yine onun vasıtasıyla dalaletten kurtarmıştır."
[102] el-İhsân bi Tertibi Sahihi İbn Hibbân, III/273.
Dâru'l-Kutubi'l-İlmiyye-Beyrut.
[103] Kitâbu's-Sikât, 1X/162.
[104] el-Kâmil fi'd-Duafâ, III/537.
Pakistan/el-Mektebetu'l-Eseriyye baskısı.
[105] Câmiu Beyani’l-İlm ve Fadlih, 11/153.
Mısır-İdâretu't-Tıbâati'l-Munîriyye baskısı.
[106] Kitâbu'l-Kırâe Halfe'l-İmâm, s. 108-9. Delhi-1915.
[107] el-Muhallâ, 1/378. Beyrut baskısı.
[108] el-Muhallâ, V/243.
[109] Sehâvî, Fethu'l-Muğîs bi Şerhi Elfiyyeti'l Hadîs, s.
388.
[110] Tezkiretu'l-Huffâz, 1/98.
[111] Tezkiretu't-Huffâz, 1/135.
[112] Tezkiretu'l-Huffâz, 1/166.
[113] el-Bahru'l-Muhît, III/159. Beyrut-1403. İkinci baskı.
[114] el-Bidâye ve'n-Nihâye, X/116.
[115] Esahhu'l-Esânîd: İçinde bulunan ravilerin sikalıkları
bakımından en üstün derecede bulunan veya öyle kabul edilen sened. isnad.
Bunlar alimlere göre değişik olabildikleri gibi, "fulan sahabiden gelen
İsnadlann en sahihi" şeklinde ravi sahabiye göre de farklı
olabilmektedirler. Örnek:Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûye'ye göre: Zuhrî -
Salim b. Abdullah b. Ömer - babası. Buhârî'ye göre: Malik - Nâfi' - İbn Ömer.
Hz. Ebû Bekr
es-Sıddîk'den gelen senedlerin en sahihi: İsmail b. Halid - Kays İbn Ebî Hazim
-es-Sıddîk.
Hz. Ömer'in
esahhu'l-esânîdi: Zuhrî - Salim -Ömer. Bkz. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü,
s. 36. (Mütercimin notu).
[116] Bu nedenle Şafiî'nin yerine Ebû Hanîfe'nin
zikredilmesi gerekir veya ikisinin aynı kanalla rivayetleri eş değerde
görülmesi icap eder. (Mütercimin notu).
[117] Bunu Suyûtî, Tedrîbu'r-Râvi Şerhu Takribi'n-Nevevî'de
nakletmiştir. s. 30. Hayriyye baskısı-1307.
[118] el-Mizânu'1-Kubrâ, 1/48.
[119] Diyen Zehebî.
[120] Siyeru A'lûmi'n-Nubelâ, IV/41.
[121] Siyeru A'lâmi’n-Nubelâ, IV/60-1.
Bunu şöyle formüle
edebiliriz: Ebû Abdullah el-Buhârî -Ali b, el-Medînî -Yahya el-Kattân,
Abdurrahman b. Mehdî - Şu'be, Sufyan - Mansur - İbrahim - Alkame - İbn Mes'ûd.
(Mütercimin notu).
[122] Âlî: Bir metnin muhtelif senedlerinden veya metinleri
farklı da olsa birkaç sened-den ravi sayısı hakikaten veya hükmen en az olanı.
Bkz. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 35. (Mütercimin notu).
[123] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, IX/158.
[124] Diyen Zehebî.
[125] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, XII/328-9. Görüldüğü gibi
Zehebî, A'meş ile Ebû Vâil'in sıradan birer hadis ravisi olarak kabul
edilmelerine tahammül edememektedir.
[126] Bunu şöyle formüle edebiliriz: Ebû Yusuf, Muhammed -
Ebû Hanîfe -Hammad fa. Ebî Süleyman - İbrahim -Alkame, Esved - Abdullah b.
Mes'ûd - Hz. Peygamber. (Mütercimin notu).
[127] Şerhu Nuhbeti'L-Fiker'den yapılan özet alıntı burada
bitmektedir.
[128] Ferd mutlak: Sadece bir senedle rivayet edilmiş olan
(her tabakada ravi adedi birden fazla olmayan hadis). Bkz. Aydınlı, Hadis
Istılahları Sözlüğü, s. 57. (Mütercimin notu).
[129] Tezkiretu'l-Huffâz, IV/1498.
[130] temrîz sigası: Hadisin hocadan muteber bir yolla
alınmış olduğuna kesinlikle delalet etmeyen ve ekseriya meçhul fiillerle
yapılmış olan edâ sigası. Bkz. Aydınlı. Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 154.
(Mütercimin notu).
[131] Parantez arası
Tezhîbu't-Tehzîb'de düşmüş olduğundan burayı Tehzîbu'1-Kemâl'den
tamamladım.
[132] Rivayet için bkz. en-Nesâî, es-Sunenu'!-Kubrâ,
IV/322-3 (Esbabu't-Ta'zîrat ve'ş-Şuhûd).
[133] Söyleyen Zehebî'dir.
[134] Tezhibu Tehzîbi'l-Kemâl'den yapılan alıntı burada
bitmektedir. Tezhib'in bir fotokopi nüshası Medine'deki el-Câmiatu'l-İslâmiyye
kütüphanesinde bulunmaktadır. Üstad Abdulkayyûm es-Sindî bu terceme-i hali bana
gönderme lütfunda bulunmuştur. Allah kendisinden razı olsun.
[135] Bu eserin bir nüshasının mikrofilmi Medine'deki
el-Câmiatu'l-İslâmiyye kütüphanesinde 123 numarada bulunmaktadır. Üstad Mesud
Ahmed es-Seyyid, İmam'ın bu eserdeki terceme-i halini bize gönderme lütfunda
bulunmuştur. Allah bana ve diğer müslümanlara yaptığı bu iyilik sebebiyle onu
mükafatlandırsın.
[136] et-Tezkireden alıntı burada bitmektedir.
[137] Lahzu'l-Elhâz bi Zeyli Tezkireti'l-Huffâz adlı eserde
kitabın ismi Ğâyetu's-Sûl...olarak geçmektedir. Bu kitabın mikrofilmi
Medine'deki el-Cârniatu'1-İslamiyye kütüphanesinde bulunmaktadır. Üstad Mesud
Ahmed es-Seyyid, İmam'ın bu eserdeki terceme-i halinin mikrofilmini bize
gönderme lütfunda bulunmuştur. Ancak, ibare çok kötü bir yazıyla yazılmış
olduğundan okunması son derece güçtür. Bazı satırlar mikrofilmde çıkmamış,
neredeyse okunamayacak durumda.
[138] Sibt
İbnu'l-Acemî el-Burhân el-Halebî eş-Şâfiî'den yapılan alıntı burada bitmektedir.
[139] Zeylu Tabakâtî'l-Huffâz, s. 348.
[140] el-Bidâye ve'n-Nihâye'den yapılan özet alıntı burada
bitmektedir.
[141] Bu kitabın çok güzel yazılı bir nüshasını
Hindistan/Râcbûtâne valilerinden Muhammsd Âbâd Tûnek'in kütüphanesinde gördüm.
Merhum İmran Han b. İrfan Han et-Tûnekî, Câmiu'l-Usûl'deki bu bölümü bize
gönderme lütfunda bulunmuştur. (Câmiu'l-Usûl, Abdulkadir el-Arnavut'un
tahkikiyle 1983 yılında Beyrut'ta 11 cilt halinde basılmıştır. (Mütercimin
notu)).
[142] Allame Şemseddin el-Kuhustânî Câmiu'r-Rumûz Şerhu
Muhtasari'l-Vikâyeti'l-Musemmâ bi'n-Nukâye adlı eserinde (1/6. Kalküta-1274)
şöyle demiştir: "İmam tâbiîndendir. Üstad Cezerî'nin Esmâu'l-Kurrâ'da
belirttiği gibi, Enes b. Mâlik'i görmüştür. Hatta Keşfu'l-Keşşaf'da Nur
suresinin tefsirinde belirtildiği üzere, tabiînin büyüklerindendir. Bu
bilgiler Câmiu'1-Usûl'de geçen "onların bu sözleri nakil alimleri nezdinde
tesbit edilmiş bir husus değildir" değerlendirmesine aykırı değildir.
Çünkü başka bir yerde de şöyle demektedir: "Öğrencileri ve müntesipleri
onun haiini ve sözlerini başkalarından çok daha iyi bilirler. Bu durumda
onların naklettiklerine bakmak başkalarının anlattıklarına bakmaktan iyidir."
Buhara'da kadılık yapmış imam, alim, zahid, fakih, mütehassıs insan, allame Şemseddin
Muhammed el-Kuhustânî'ye gelince, duyduğu şeyi hiç unutmadığı söylenmiştir.
Terceme-i hali Şezerâtu'z-Zeheb'de hicrî 953'de vefat edenler arasında
zikredilmiştir.
[143] Kitabı yayına hazırlayan Ebû Gudde'nin notu: İmam
İbnu'l-Kayyım, İ'lâmu'l-Muvakkiîn adlı eserinde (111/222) şöyle demektedir:
Allah'ın göğsünü İslama açtığı kimseye gerekli olan şey şudur: İmamlardan
birinden kendisine zayıf bir söz ulaşırsa, bunu o imama tabi olan kimseye
aktarmamalıdır. Sözün sahih olduğunu yakinen tesbit etse bile, bunu ona
anlatmamahdır. Sıhhatini kesin tesbit edememişse, kabul etmek hususunda
duraksamalıdır. Doğrusu, imamlardan hikaye edilen şeylerden pekçoğu asılsız
şeylerdir."
[144] Câmiu'l-Usûl'den yaplan alıntı burada bitmektedir.
[145] Yani Amr b. Hureys el-Mahzûmî.
[146] el-Futuhâtu'r-Rabbaniye, II/155-6 (bâbu
tekbîrati'l-ihrâm).
[147] el-Mîzanu'l-Kubrâ, 1/54-5.
[148] el-Mîzânu'l-Kubra, 1/69.
[149] Tehzibu'l'Kemâl, 1/3. Dâru'l-Me’mûn li't-Turâs/Birinci
baskı-1402.
[150] S. 76.
[151] s. 159
[152] 111/12, 1 nolu hadis
[153] s. 20.
[154] I/140, 2 nolu hadis.
[155] 1/121
[156] Silsiletu'l-Ehadisi'd-Daîfe, I/IV/77-8.
el-Mektebu'l-İslâmî yayını.
[157] Tehzîbu'l-Kemâl, 1/5.
[158] Hafız ibn Hacer bu kıssayı Tehzîbu't-Tehzîb'de özetle
zikretmiştir. Tamamı Teh-zîbu'l-Kemâl'de yer almaktadır: XXIX/442. Beyrut-
Muessesetu'r-Risâle basımı.
[159] Tehzîbu't-Tehzîb, X/452.
[160] Tehzîb'den yapılan alıntıda özetlemeye gidildi
[161] Görünen o ki, Nesâî İmam Ebû Hanîfe'yi zayıf saymaktan
vazgeçmiştir- Çünkü kendisi es-Sunenu'l-Kubrâ'da (IV/322-3) Ebvâbu't-Ta'zîrât
ve'ş-Şuhûd bölümünün bâbu men vekaa aiâ behîme (hayvanlarla cinsel ilişkiye
giren kimse) kısmında İmam Ebû Hanîfe'nin Âsim - Ebû Rezîn - Abdullah b. Abbas
tarikiyle naklettiği "hayvanlarla cinsel ilişkiye giren kimseye had
uygulanmaz" hadisini nakletmiş ve "bu hadis sahih değildir. Âsim b.
Amr hadis rivayetinde zayıf biridir" demiştir. Dikkat edilirse, Nesâî
hadisin zayıflık yönü olarak Ebû Hanîfe'nin hocası Asım'ı göstermektedir. Eğer
Ebû Hanîfe, Nesâî'nin ed-Duafâ ve'l-Metrûkîride dediği gibi zayıf biri
olsaydı, hadisi ilk önce Ebû Hanîfe nedeniyle zayıf sayacaktı ancak burada
öyle bir şey yapmadı. Yaptığı şey, Âsırn'ın zayıf olduğunu belirtmekten ibarettir.
Görünen o ki, Nesâî Duafâ kitabında İmam hakkında söylediği sözden dönmüştür
Bu şekilde, tesbit
ettikleri yeni deliller nedeniyle daha önce vermiş oldukları hükümlerden dönen
nice münekkit hadisçiler vardır.
Ayrıca şu da var:
Nesâî, Ebû Hanîfe'nin hadisi naklettiği hocası Âsim'in zayıf bir ravi olan Âsim
b. Ömer el-Medenî olduğunu sanmıştır. Aslında bu kişi, Ebu'n-Necûd Âsim b.
Behdele'dir. Nitekim İmam Muhammed'in Ebû Hanîfe'den rivayeti olan
Kitâbu'f-Âsdr'da (s. 311. bâbu der'i'l-hudûd) bu açıkça ifade edilmektedir. İbn
Hacer de Tehzîbu't-Tehzîb'de (X/415) böyle demiştir. (Tehzîb'in matbu nüshasında
Ebu'n-Necûd ifadesi yanlışlıkla Ebû Zer diye yazılmıştır. Bunun düzeltilmesi
gerekir). Mizzî ise Tehzîbu'l-Kemâl’de Ebû Hanîfe'nin hocaları arasında Âsim b.
Ömer diye birini anmamış, bunun yerine Ebu'n-Necûd Âsim b. Behdele'yi zikretmiş,
Önüne de Ebû Hanîfe'nin naklettiği bu hadisin Nesâî'nin kitabında geçtiğine
işaret etmek için sin harfi koymuştur. Nesâî'nin kitabında ise Ebû Hanîfe'den
sadece bu hadis vardır. Buradan şu anlaşılmaktadır; Mizzî de, Nesâî'nin 'bu
hadisi rivayet eden Asım. Asım b. Ömer'dir' değerlendirmesine katılmamıştır.
Âsim b. Behdele'ye gelince; tanınan bir hadis ravisidir. Naklettiği hadisler
Kütüb-i Sitte'de yer almaktadır. Nesâî onun için 'rivayetlerinde bir beis
yoktur' demiştir. Bazıları hafızasının zayıf olduğunu söylemişse de, bir gurup
münekkit güvenilir olduğunu belirtmiştir. Benim kanaatim, hadisin hasenle
sahih arası bir konumda olduğudur.
[162] Cevâhir'deki bu bölümü Muhammed Avvâme
Eseru'l-Hadîsi'ş-Şerîf fi İhtilâfı'l-Eimme Radıyellahu Anhum adlı eserinde (s.
116-7) zikretmiştir. Dâru's-Selâm baskısı. 1407-İkinci baskı. (Kitabın ilk
hali. Hayri Kırbaşoğlu tarafından İmamla nn Fıkhı ihtilaflarında Hadislerin
Rolü adıyla tercüme edilmiştir. İstanbul-1988. (Mütercimin notu).
[163] el-İ'lân, s. 65. Dimaşk-1349. Kudsî baskısı.
[164] İbn Abdilber daha sonra bahsettiği gayesini el-İntikâ
fî Fedâili's-Selâseti'1-Fukahâ: Mâlik, Şâfii ve Ebi Hanîfe adlı eserinde yerine
getirmiştir.
[165] Câmiu Beyânil-İlm, 11/148-150. el-Munîriyye baskısı.
[166] İbn Abbas şöyle demiştir: 'Alimlerin ilimlerini
dinleyip istifade edin ancak, birbirleri hakkında söylediklerini onaylamayın.
Canım kudretinde olan Allah'a and olsun ki! Alimler ağıllarındaki keçilerden
daha çok kıskançtırlar.'
Mâlik b. Dinar da şöyle
demiştir: 'Alimler ve kurrâların sözleri her hususta alınır. Birbirleri
haklarında söyledikleri sözler müstesna. Çünkü onlar keçilerden daha çok
birbirlerine haset ederler.'
Ebû Hâzim'in dediği de
şudur: 'Eskiden bir alim kendisinden daha bilgili biriyle karşılaştığı zaman
bunu ganimet bilir, kendi gibi biriyle karşılaştığında onunla müzakere eder,
kendisi kadar bilgili olmayan biriyle karşılaştığında ise ona üstünlük
taslamazdı. Fakat bu zamanda kişi, irtibatını kesmek dolayısıyla ona artık
ihtiyacı olmadığını göstermek için kendisinden üstün alimi insanlara kötüler,
kendisi gibiyle müzakere etmez, daha az bilgili insanı da küçümser oldu.
İnsanlar artık helak oldular.'
İbn Abdilber bunların hepsini senediyle birlikte bâbu
hukmi kavli'l-ulemâi ba'dihim fî ba'd'ın baş tarafında zikretmektedir.
[167] Câmiu
Beyâni'l-İlm, 11/152-163. (Özetleyerek alındı).
[168] Câmiu
Beyâni'l-İlm. 1/47, 213. (Yeni tahkikli baskıdan).
[169] Üstelik İbn Hibban, Kitâbu's-Sikât'ta (VIII/467)
hadislerine güvenileceğini belirttiği Ali b. Ma'bed b. Şeddâd el-Abdî
el-Mısrî'nin terceme-i halinde şöyle söyler: A'meş, Ebû Hanîfe'ye
'bu mesele hakkında ne
diyorsun' diye sordu. O da buna cevap verdi. A'meş,
'bunu neye dayanarak söylüyorsun' deyince,
"sen bize filancadan
şöyle bir hadis naklettin ya" karşılığını verdi. A'meş bunun üzerine şöyle
dedi:
"Ey fakihler!
Sizler doktorlar bizler ise eczacılarız."
[170] el-Cevheru'n-Nakî fi'r-Red ale't-Beyhakî, VIII/203
(Beyhaki’nin es-Sunenu'l-Kubra'sının alt kısmında yer almaktadır).
[171] Bu değerlendirme. Ebû Hanîfe'nin doğumunun hicrî 61
olduğunu söyleyenlerin-kine göredir Doğrusu onun 80 yılında doğduğudur. Bu
durum İbnu'l-Vezir'in tesbitine zarar vermez. Her iki durumda da
değerlendirmesi doğrudur. Bu gayet açık bir husustur.
[172] İsim tamlaması nedeniyle ebâhâ kelimesinin ebî (hâ)
olması gerekiyordu ancak, bu şiirden anlaşıldığına göre, ebâ(hâ) şeklinde de
gelmektedir. Bu nedenle başına harf-i cer de gelse kelime ebâ olarak
kalmaktadır. (Mütercimin notu).
[173] Bkz. er-Ravdu'l-Bâsim, 1/20-6.
[174] Bir metnin muhtelif senedlerinden veya metinleri
farklı da olsa birkaç sened-den ravi sayısı hakikaten veya hükmen en az olanı.
Bkz. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 35, 77. (Mütercimin notu).
[175] Nâzil: Aynı metnin müteaddid isnadlarından veya metin
aynı olmasa da birkaç isnaddan, ilk kaynağa, diğer(ler)ine oranla daha fazla
ravi ile ulaşan isnad. Bkz. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 78.
(Mütercimin notu).
[176] Daha önce sayfa 16'da Hafız Zehebî'den nakledildiği
üzere, Ebû Hanîfe 100 yılında veya daha sonra hadis tahsiline başlamıştır.
Sahih olan görüşe göre. doğumu 80 yılıdır. Buradan. Ebû Hanîfe'nin o vakitler
20 yaşında olduğu anlaşılmaktadır. Ancak İbnu'l-Vezîr'in yukarıdaki
değerlendirmesi onun 61 yılında doğduğu yaklaşımına göredir.
[177] Ebû Hanîfe'nin terceme-i hali. Mtzân'ın bazı yazma
nüshalarında yer almaktadır. Bu, müellifin haberi olmaksızın bir başkası
tarafından esere sokuşturulmuştur. Nitekim daha önce bu hususu el-İmam İbn
Mâce ve Kitâbuhu's-Sunen adlı eserimde zikrettim. Allame Abdulfettah Ebû Gudde
de, Leknevî'nin er-Ref ve't-Tekmil'inde yazdığı (s. 121-6. Üçüncü baskı)
dipnotta bunu delilleri ve şahitleriyle birlikte açıklamıştır. Esere
katıştırılmış bu terceme-i hal kesinlikle İnsafsız bir metindir. Oysa Zehebî
tâbi olunan imamların terceme-i hallerinde insaflı davranacağını belirtmişti.
Okuyucu buradaki terceme-i hal ile yine Zehebî'nin Tezkiretu'l-Huffâz, Siyeru
A'lâmi'n-Nubelâ, Tezhîbu't-Tehzib'indeki Ebû Hanîfe'nin terceme-i hallerine
baktığında aralarında dağlar kadar fark olduğunu görecektir. Nitekim daha önce
sayfa 70'de Tezhîbu''t-Tehzîb'deki tercemei halini bütünüyle nakletmiştik.
Keza Sryeru A'lâmi'n-Nubelâ'da terceme-i halinin başında zikrettiği övücü
ifadeleri aktarmıştık. Bu ifadelerle Tezhib'deki terceme-i hali okuyan insan, bazı
Mizan nüshalarında yer alan terceme-i halin kesinlikle katıştırma olduğunu
anlar. Hiç gerek olmamasına rağmen, İbnu'l-Vezîr'in burada Zehebî adına mazeret
beyan etmeye çalışması, onun Mîzân'ın sahih nüshalarını görememesinden kaynaklanmaktadır.
Nitekim İbnu'l-Vezîr el-Avâsım ve'l-Kavâsım adlı eserinde, muhaddislerin
kitaplarının pek azına sahip olmasından dert yanmaktadır.
[178] İbnu'l-Vezîr, er-Ravdu'l-Bâsim, 1/158-66.
[179] İbn Ebî Hatim er-Râzî, Kitâbul-Cerh uet-Ta'dîi,
VII/203 (I-IX, Beyrut, ty.).
[180] İbn Ebî Şeybe, Kitâbul-Musannaf fi'l-Ahâdîs ve'l-Âsâr,
XIV/148 (1-XIV, 1. Baskı, Bombay 1983).
[181] et-Buhârî, Muhammed b. İsmail, et-Târîhul-Kebîr,
VIII/81 (I-IX, Diyarbakır).
[182] et-Buhârî, Muhammed b. İsmail, et-Târîhul-Kebîr,
VIII/81 (I-IX, Diyarbakır).
[183] el-Ukaylî, Ebû Cafer Muhammed, Kitâbu'd-Duafâil-Kebîr,
IV/268-285 (I-IV. 1. Baskı, Beyrut 1984).
[184] Bkz. M- Zahid Kevserî, Te'nîbul-Hatîb alâ mâ Sakâhu fî
Tercemeti Ebî Hanîfe mine'l-Ekâzîb, 53 (I. baskı, Kahire 1942).
[185] Bkz. M- Zahid Kevserî, Te'nîbul-Hatîb alâ mâ Sakâhu fî
Tercemeti Ebî Hanîfe mine'l-Ekâzîb, 53 (I. baskı, Kahire 1942).
[186] İbn Ebî Hatim, Kitâbu'l-Cerh, VII, 201-204.
[187] İbn Hibbân, Muhammed b. Ahmed, KitâbuhMecrûh'm
mine'l-Muhaddis'in ve'd-Duafâi vel-Metrûkîn. 111/61-73. (I-III, Mekke, ty.).
[188] A.g.e.. (Muhakkikin girişi), h.
[189] Aynı yer.
[190] Aynı yer.
[191] İbn Adîyy el-Curcânî, el-Kâmil fî Duafa'i-Ricâl,
V1I/2472-2479 (I-VII, 2 baskı Beyrut 1985).
[192] ez-Zeylaî, Abdullah b. Yusuf, Nasbu'r-Râye li
Ehâdisi'l-Hîdaye (Kevserî'nin mukaddimesi), 1/57. (I.IV. 2. baskı. Beyrut
1973).
[193] A.g.e., 157.
[194] Abdulhayy el-Leknevî, er-Ref'u ve't-Tekmîl fi'l-Cerhi
ve't-Ta'dil (Abdulfettah Ebû Gudde'nin notu), 70. (3. baskı, Beyrut 1987).
[195] Ebû Nuaym el-İsbahânî, Kitâbu'd-Duafâ, 154 (1. baskı.
Mağrib 1984).
[196] Ebû Nuaym, Hityetu'l-Evliya ve Tabakâtu'l-Asfîyâ. VI.
295 (1-X, Mısır 1974-79).
[197] el-Beyhaki, Ebû Bekr b. Ahmed, Kitâbu Beyâni Hata-i
Men Ahtae ale'ş-Şâfiî, 26 (1. baskı, Riyad 1980).
[198] Beyhakî, Menâkibu'ş-Şâfiî, 166-167. (1. baskı, Kahire
1971).
[199] Muhammed Murtaza ez-Zebîdî, Ukûdul-Cevâhiri'l-Munîfe
fî Edilleti Mezhebi'l-İmam Ebî Hanîfe, D/9-10 (MI, 2. baskı, İstanbul 1309 h.).
[200] Bkz. Leknevî, A.g.e.. 77.
[201] Hadislerin tenkidi için bkz. M. Said Hatiboğlu.
İslamda İlk siyasi Kavmiyetçilik, Hilafetin Kureyşliliği, Ank. Univ. İlahiyat
Fak. Dergisi, XXHI/121-213 (Ankara 1978).
[202] Abdulmelik el-Cuveynî, Muğîsu'1-Halk fî
Tercihi'l-Kavli'i-Hakk, 25 (1 baskı Mısır 1934).
[203] A.g.e.. 35-36.
[204] Rahman: 55/64.
[205] Cuveyni, A.g.e., 57-59.
[206] A.g.e..59.
[207] Hikayenin uydurma
olduğu konusunda bkz. M. Zahid Kevserî, İhkâku'l-Hak bi İbtâii'l-Bâtıl
fî Muğîsi'1-Halk. 39-43. (1. baskı, Mısır 1360 h.).
[208] Ebû Hamid el-Gazâlî, ei-Menhûl min Ta'likâti'l-Usûl,
471. (2. baskı, Dımaşk 1980).
[209] A.g.e., 488-504.
[210] İbn Hacer el-Heytemî, el-Hayrâtu'l-Hısân fi Menâkibi'l-İmami'l
Azam Ebî Hanifeti'n-Numan, 26 (1. Baskı, Beyrut 1983).
[211] Gazâlî, İhyau Ulûmi'd-Dîn, 1/25-26. (I-1V. 1. baskı.
Mısır 1289 h.).
[212] Fahreddîn er-Râzî, Menâkibu'-Şâfiî, 142. (yy. 1279
h.).
[213] Abdulvehhab eş-Şa'ranî, el-Mîzân, 1/60 (I-II. Mısır
1321 h.].
[214] Ebû Hanîfe, erı-Nu'mân b. Sabit, el-Âlim vel-Müteallim, 27. (İmam-ı A'zam'ın Beş Eseri içinde, Çev:
Mustafa Öz, İstanbul 1981)
[215] Ebû Hanîfe, Risale ilâ Osman el-Bettî, (İmam-t A'zam'm
Beş Eseri İçinde, Çev.
M.
Öz, İstanbul 1981).
[216] İbn Abditberr, el-İntikû fî
Fedâili's-Selâseti'1-Eimmeti'l-Fukahâ, 142, (Beyrut, t.y).
[217] A,g.c, 141. r
[218] Ebû Yusuf, Yakub b. İbrahim, İhtitâfu Ebî Hanife ve
İbn Ebî Leylâ, 78-79 (1. baskı, Mısır 1357 h.)
[219] Ahzab: 33/36.
[220] Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî, el-Asl, 41-43, (I-V,
Karaçi, TY).
[221] Mesela bkz, Ebû
Zeyd ed-Debbûsî, Te'sîsu'n-Nazar, 48-49, (Mısır, 1355 h.).