Abdulfettah Ebu Gudde

Çeviren: Enbiya Yıldırım

Rağbet Yayınları

 

İMAM-I A’ZAM EBU HANİFE’nin HADİS İLMİNDEKİ YERİ. 3

Takdim... 3

Önsöz. 3

Ebû Hanîfe’nin Hadis Öğrenmeye Verdiği Önem... 5

Ebû Hanîfe’nin Hadiste İmam Oluşu. 6

Beyhakî’nin Değerlendirmesi: 6

Tirmizî’nin Değerlendirmesi: 7

Hâkim’in Değerlendirmesi: 8

İbn Teymiyye’nin Değerlendirmesi: 8

İbn Kesir'in Değerlendirmesi: 9

İbn Hacer'in Değerlendirmesi: 9

İbnu'l-Kayyım'ın Değerlendirmesi: 9

Diğer Değerlendirmeler Ve Sonuç: 9

Zehebi’nin Ebu Hanife’yi Övmesi 11

Değerlendirme: 14

İbn Teymiyye’nin Ebû Hanîfe'yi Övmesi 14

Değerlendirme: 15

Ebû Hanîfe’nin Adaletiyle Meşhur İmamlardan Biri Olduğu. 16

Ebû Hanîfe’nin Mezhebine Tabi Olanların Çokluğu, Mezhebinin Dünyanın Dört Bir Tarafına Yayılıp Meşhur Oluşu  17

Ebû Hanîfe’nin Güvenilir, Hüccet, Kendi Döneminde Hadisi En İyi Bilenlerden Biri Olduğu. 17

İmam Ebû Hanîfe’nin Hadis Hafızları İçinde Sayılması 18

Makdisi’nin Değerlendirmesi: 18

İbn Nâsır'ın Değerlendirmesi: 18

İbnu'l-Mibred'in Değerlendirmesi: 19

Suyûtî’nin Değerlendirmesi: 19

Bedahşî’nin değerlendirmesi: 19

Sâlihî’nin Değerlendirmesi; 20

Aclûnî’nin Değerlendirmesi: 20

Cerh-Ta'dil İmamı Olarak Ebu Hanîfe. 21

İbn Teymiyye’nin Tesbiti: 21

Zehebî’nin Tesbiti: 21

Sehâvî’nin Tesbiti: 22

Abdulkadir Kureşî’nin Tesbiti: 22

İbn Hibbân'ın Tesbiti: 23

İbn Adiy'in Tesbiti: 24

İbn Abdilber'in Tesbiti: 24

Beyhakî’nin Tesbiti: 24

İbn Hazm'ın Tesbiti: 24

Hâkim'in Tesbiti: 25

Zehebî’nin Diğer Tesbiti: 25

Ebû Hayyan'ın Tesbiti: 25

Değerlendirme: 25

En Sahih İsnad Tartışmasında Ebû Hanîfe’nin Konumu. 25

Değerlendirme: 26

Kütüb-i Sıtte Ricalini Tanıtan Hafızların Ve Diğer Muhaddis İmamların, Ebû Hanîfe’nin Terceme-i Halinden Cerh İfadelerini Çıkarmada Mutabık Oluşları 28

Mizzî’nin Bakış Açısı: 28

Zehebî’nin Bakış Açısı: 28

Hüseynî'nin Bakış Açısı: 32

Sibt İbnu'l-Acemî’nin Bakış Açısı: 32

İbn Hacer'in Bakış Açısı: 33

İbn Kesîr'in Bakış Açısı: 33

Tebrîzî’nin Bakış Açısı: 34

Nevevî’nin Bakış Açısı: 34

İbnu'l-Esîr'in Bakış Açısı: 34

İbn Allan’ın Bakış Açısı: 36

Şa'rânî’nin Bakış Açısı: 37

Elbânî’nin İmam Ebû Hanîfe'ye Dil Uzatması 38

İbn Abdilber’in Ebû Hanîfe'yi Suçlayanlara Verdiği Cevabın Elbanî’nin İbret Alması Gereken Bir Durum Olduğu  41

Hafız İbnu't-Turkmânî’nin İmamın Cerhedilmesine Verdiği Cevap. 45

Ebû Hanîfe’nin Hadis Ve Arapça Bilgisi Hakkında Şüphe Uyandırmaya Çalışanlara İbnu'l-Vezîr El-Yemânî’nin Cevabı 45

Sonuç: 50

Ek: 50

Cerh Ve Tadilde Mezhep Taassubunun Rolü Ve İmam Ebû Hanîfe Örneği 50

İhtisas Yapanlar İçin Kitap Kılavuzu. 55


İMAM-I A’ZAM EBU HANİFE’nin HADİS İLMİNDEKİ YERİ

 

Takdim

 

Muttaki ve salih kulların hamisi olan Allah'a hamdolsun. Salât-u selâm her dem, alemlere rahmet olarak gönderilen hidayet peygam­beri, takva önderi Hz. Muhammed'e, âline, ashabına ve kıyamete ka­dar hakkıyla onlara tabi olan kullarına olsun.

Hocamız, değerli allame, büyük muhaddis, fıkıh ve usûl alimi Ebu'l-Mehâsin Seyyid Muhammed Yusuf el-Huseynî el-Bennûrî’nin kurucusu olduğu Pakistan/Karaçi İslâmî İlimler Üniversitesi’nin eski hadis hocalarından allame, muhakkik, muhaddis, münekkid, üstad Muhammed Abdurreşîd en-Nu’mânî’nin elinizdeki “İmamı A'zam Ebû Hanîfe’nin Hadis İlmindeki Yeri” adlı bu eseri eşsiz, çok değer­li ve son derece faydalı bir kitaptır.

Elinizdeki bu baskıyı, daha önceki Hindistan ve Pakistan baskıla­rından ayıran bir üstün özellik vardır: Bu nüsha, eserin müellifi olan Üstad'a okunmuş, o da bazı ifadelerini değiştirmiş ve son derece önemli bir takım ilavelerde bulunmuştur. Üstadımız, kitabın konuları­nı genişletici, hazırlanış gayesini ikmai edici ilavelerde bulunmayı hâ­lâ sürdürmektedir.

Müellif, konuyla ilgili değerlendirmelerin özünü teşkil eden malu­matı bu eserinde biraraya getirmiş, yüzüğü toprakta kaybolmuş cim­rinin parçaları biraraya getirmesi misali dağınık bilgileri derleyip tan­zim etmiştir.

Müellif bu bilgileri, araştırıcı bilimsel kafa yapısı, ince eleyip sık dokuyan keskin-zekası, karşılaşılan sıkıntılara göğüs geren sabrı, gizli kalmış incileri bulundukları karanlıklardan çıkaran kudreti ile toplamış­tır. Kıymetli cevherleri elde etmek, incileri toplamak için, elbette böy­le bir sabır gösterilmesi gerekmektedir.

 

Sabra da dayanıp göğüs gerdi;

Sabır dahi ondan yardım diledi.

Sabırlı zevat bile ona seslendi:

“Ey sabır” diyerek imdat istedi.

 

Hanefilerin dışındaki muhaddis, (akih ve tarihçilerden pekçok bü­yük imam, bazı mutaassıp kimselerin Ebû Hanîfe'ye yönelik yaydıkla­rı fitne ve iftiraları cevaplayıp reddetmek için müstakil eserler telif et­mişlerdir.

Fakih, muhaddis, Mağrib hafızı Ebû Ömer İbn Abdilber el-Mâlikî; imam, hafız, muhaddis Şemseddin ez-Zehebî eş-Şâfiî; İbnu'l-Mibred diye tanınan imam, fakih, muhaddis Yusuf b. Hasan b. Abdulhâdî el-Hanbeli ed-Dimaşkî es-Sâlihî; imam, muhaddis, hafız es-Suyûtî eş-Şâ­fiî; imam, hafız, muhaddis Muhammed b. Yusuf es-Salihî eş-Şâfiî ile büyük Şafiî bilgin, imam ve fakih İbn Hacer el-Heytemî el-Mekkî ve diğerleri bu büyük imamlardan bazılarıdır.

Birçok alim Ebû Hanîfe’nin faziletlerini, menkıbelerini, dinde bü­yük bir imam olduğunu anlatan geniş çalışmalar yapmışlar; onu, ge­rek kendi mezheplerinden ve gerekse diğer mezheplerden olan bazı hasetçilerin ve kin besleyenlerin dillerinden korumuşlardır.

Okuyucunun elindeki bu kitap, İmam Ebû Hanîfe’nin yalnızca ha­disteki yerine tahsis edilmiş bir çalışma olmasıyla diğerlerinden ayrıl­maktadır.

Ben, Hindistan ve Pakistan'da defalarca basılmasının ardından, kitabın Arap ülkelerinde de basılması gerektiğini düşündüm. Çünkü bu ülkelerin bazısında, İmam Ebû Hanîfe’nin konumunu hadis açısından hakir gören bir anlayış yayılmıştı. Gözler, İmam Ebû Hanîfe'ye yöne­lik fitneyi uzaklaştıracak; onun şahsını ve ilmini, fıkhı birikimini, dini yaşantısını, verâsını ve büyük bir imam oluşunu öven, yücelten, değer­li bir insan olduğunu ortaya koyan -hadis ilmi ve ricaline yönelik çalış­malardaki- belgeleri sunacak böyle bir eseri beklemeye çevrilmişti. Bu nedenle bu çalışma, doğruyu bulmak isteyenlere bir fener, mutaassıp hoyrat kimselere de bir öğüt olacaktır. Mamafih, doğru yola eriştire­cek olan Allah Teâlâ'dır.

Allah nebimiz ve rasûlümüz olan efendimiz Muhammed Musta­fa'ya salât etsin. Alemlerin rabbı olan Allah'a hamd olsun.

                                                                                                           Abdulfettah Ebû Gudde Riyad/l-Zilkade-1415

 

Önsöz

 

Alemlerin rabbı olan Allah'a hamd olsun. Güzel akıbet muttakîlerindir. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur. Salât-u selam nebîlerin ve rasûllerin önderi, peygamberlerin sonuncusu efendimiz Mu­hammed Mustafa'ya, temiz ailesine, pâk sahabilerine, diğer din ada­mı fakihlere, müctehidlere ve muhaddis hafızlara, özellikle de imamı­mız, kendilerine tabi olunan müctehidlerin ilki olan İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe Numan b. Sâbit'e olsun.

Apaçık hakikatlardan biri de, başta İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe ol­mak üzere, kendilerine tabi olunan imamların hidayet üzere bulunduk­ları, tedkiklerini hakkını vererek yaptıkları hususunda müslümanların hemfikir olduklarıdır. Onların faziletleri, ilmî birikimleri, Allah'a, Ra-sûl'üne ve Kitab’ına karşı son derece samimi oldukları müslümanlarca tevatüren bilinen bir husustur. Allah onları gökteki yıldızlar gibi yapmış; hakikati arayan her müslüman onlarla doğru yolu bulmakta; Allah'a kulluk eden, ibadet ehli kimseler onlara uymaktadırlar. Onlar, bizlerin her türlü muhabbetini ve övgüsünü hak etmektedirler. Çünkü, onların üzerimizde çok haklan ve hepimizi kuşatan hizmetleri vardır.

Bunlar ve diğer selef alimleri ile onlardan sonra gelen tarih, ha­dis, fıkıh ve ictihad alanındaki bilginler sadece hayırla yâd edilirler. Onları kötü bir şekilde ananlar ise, Kitab'ın, sünnetin keza ümmetin alimlerinin işaret ettiği üzere, doğru yoldan sapmış olurlar.

Bu gerçeğe rağmen, son asırda, ne demesi ve ne yapması gerek­tiğini bilmeyen yeni bir akım ortaya çıktı. Bunlar imamlara tamamen münezzeh oldukları şeyleri yakıştırmaya, konumlarını küçümsemeye, kendilerini ise onların seviyesinde veya daha yukarısında görmeye başladılar. İmam Ebû Hanîfe'yi ise bir tarafa ayırıp, Allah'ın kendisini berî kıldığı bir takım şeylerle çok ağır biçimde suçladılar ve saldırdılar. Oysa O, Allah katında değerli bir kişiydi.

Bu akımda yer alan bazı insanlar, dinde İmam olduğu hususunda icma edilmiş İnsanlardan biri olan Ebû Hanîfe’nin imanına, dinine ve fıkhına yönelik batıl suçlamaları ve eleştirileri yaymaya başladılar. Esa­sında mütekaddimundan ve müteehirundan pekçok alim bunların ba­tıl iddialar olduğunu açıklamışlar ve iltifat etmekten sakındırıp insanla­rı uyarmışlardı. Ancak uyanlar bu insanlar için faydalı olmamıştır. Di­ğer bir grup insan da cerh ve tadil kitaplarında yer alan birkaç söze yapıştılar. Oysa bu sözler çeşitli illetler nedeniyle kabul edilecek du­rumda değildir; durumları kapalı ve şüpheli olduğundan onlarla yapı­lacak cerhe itibar edilmez. Sözkonusu kişiler, bu sözlere sarılıp İmam Ebî Hanife’nin hafızasını ve zabtını eleştirmeye başladılar. Mutekaddimûn muhaddis imamların onun şahsına, ilmine, hıfzına ve zekasına yönelik övgülerini ya görmediler ya da görmezlikten geldiler. Oysa bu imamlar cerh ve tadil ilminin temel direkleridir ve bu iki ilmin sancak­ları onların ellerindedir. Yine bu kişiler seçkin, mütehassıs, münekkid müteehhirun bilginlerin Ebû Hanîfe'ye yönelik eleştirileri ve illetli söz­leri değerlendirmeye almayıp kabul etmemelerini; Ebû Hanîfe'yi övme, yüceltme ve medhetmede hemfikir oluşlarını da unutmuş göründüler.

Mutaassıp inatçıları rüsvay etmek İçin, bunlara aldanmış olan an­layışı kıt kimselere de acıdığımdan dolayı, mütekaddimun ve müteeh­hirun bilginlerin Ebû Hanîfe’nin yalnızca hadis ve sünnet ilmindeki yüksek yerine yönelik övgülerini bu eserde biraraya getirmek suretiy­le, onun bu alandaki üstünlüğünü ve seçkin durumunu açıklamak iste­dim. Allah'tan ümidim odur ki, haktan sapan kimseler bu eser vesile­siyle hakikati görüp kurtulsunlar, helak olanlarla birlikte helak olma­sınlar.

Bu büyük imamın fazilet ve menkıbeleri o kadar çoktur ki, saymak isteyen saymakla bitiremez. Mütekaddimundan büyük bir alim toplu­luğu ile müteehhirundan pekçok insan bu hususta müstakil risaleler veya kitaplar yazmışlar; tarih ve terceme-i hal kitapları içinde ondan bahsetmişlerdir. Fakat bu çalışmaların önemli bir kısmı okuyucu kitle­nin büyük kısmının elinde bulunabilecek eserler değildir. Bu çalışma­mız, çeşitli eserlerde yer alan bilgileri seçerek biraraya getirmemiz so­nucunda, okuyucuların zikri geçen kitaplarda bolca yer alan menkıbe­ler ile yüklü fazilet bilgilerinden derlenmiş bir demete ulaşmaları açı­sından güzel bir vesile olacaktır.

Okuyucunun elindeki bu kitapta bulunan bilgiler, benim zikretme­yi düşündüğüm bütün bilgileri içermemektedir. Çünkü eserde, bugüne kadar tesbit edebildiğim bilgileri okuyuculara sunuyorum. Allah Teâlâ'dan dileğim, hoşnud ve razı olduğu şekilde bu çalışmamı ikmal edip nihayetlendirmeyi bana nasip etmesidir. Allah Teâlâ, hidayet üzre bulunan ve insanları hidayete yönlendiren imamların cümlesinden razı olsun. İslama ve müslümanlara yaptıkları hizmetler nedeniyle on­ları, katındaki ikram yurduyla ve yüksek bir dereceyle mükafatlandır­sın. Yüce şanını teşbih ettiğim Rabbimden boynumu bükerek tazarru ediyor ve bu amelimi kabul buyurmasını, ahiretim için bir azık kılma­sını niyaz ediyorum. Şüphesiz O, kendisinden ümid edilenlerin en hayırlısıdır; istenildiğinde icabet edendir. Her dem Allah'a hamd olsun. Allah, peygamberlerin sonuncusu efendimiz Muhammed'e, ailesine, seçkin kullarının başında yer alan sahabesine, kıyamete kadar gelecek olan dost kullarına salât-u selam etsin.

                                                                                    Muhammed Abdurreşîd en-Nu’mânî Karaçi/20-Şaban-1415.

 

Alemlerin rabbı olan Allah'a hamdolsun. Yüce Allah efendimiz Muhammed'e, âline ve tüm sahabilerine salât etsin.

Bu kitapta derlediğimiz bilgiler İmam Azam Ebû Ebû Hanîfe’nin hadis ilmindeki yerini açıklamaya yöneliktir. Yüce Allah'tan temen­nim, bu araştırmamı, onun hadisteki ezber kabiliyeti, güvenilirliği ve eminliği hakkında düşmanlarının yaymış oldukları şüphelerin kaldırıl­masına bir vesile kılmasıdır. Yine O'ndan niyazım, çalışmamı kabul buyurması, günahlarımı bağışlamasıdır. Şüphesiz O, en iyi ümit kapı­sıdır; isteklere icabet etmek şanındandır.

Ebû Hanîfe fıkıh, ilim, verâ', ezber, okuyup duyduğunu belleme yönüyle dünyadaki imamlardan biriydi. Dine ve ibadete düşkünlüğü, teheccüde devam etmesi, çok Kur'ân okuması ve gece ibadetini sürdürmesiyle tanınmak yanında eli açık, cömert ve keskin zekalı zevat arasında sayılmaktaydı.

Ebû Hanîfe, Kitap ve sünnete son derece ehemmiyet veren, ha­dis öğrenmek için çabalayan ve bu uğurda yolculuklara çıkan kimse­lerdendi. Hz. Peygamber'in hadislerini başkalarına tercih ettiğinden dolayı sünnetlere, onları derleyip toplamaya, harici şeylerden koru­maya, muhalif olanları ayıklamaya ve engellemeye çok büyük önem vermişti. Rivayetlerde sika ravilerin en sağlam olanlarına dayanıp, za­yıfları terkeden ilk kişi odur. Hadis ve fıkıh çalışmalarını aralıksız sür­düren tmam, verâ' ve takva üzere bir ömür sürmüştür. Nihayet, şehir­lerde müracaat edilen bir kaynak, uzak beldelerde rehber edinilen bir önder olmuştur.

Ebû Hanîfe’nin ilim, ezberleme, ezberlediğini koruma, sağlama alma; genel anlamda ilmi, özelde de fıkhı hem öğrenme hem de yay­madaki çabası, saraydan uzak durmak için gösterdiği sabır ve başarısı, bedenini ilim yaymaya, ibadete ve cömertliğe adayışı, dünyaya hiç ehemmiyet vermemesi, fani ve yok olacak olan geçici şeylere aldırmayışı yanında dindarlığı, istikamet üzere bulunuşu, pekçok güzelliği şahsında toplaması açısından vasıfları sayılamayacak kadar çoktur; ayrıca anlatıp tanıtmaya gerek bıraktırmayacak kadar meşhurdur.

Onun dinde imam olduğu, yüksek bir konumda bulunduğu, dere­cesinin üstün olduğu, son derece faziletli biri olduğu hususunda icma vaki olmuştur. Geçmiş alimlerin onun verâsını, zühdünü, ibadete düş­künlüğünü, sultandan uzak duruşunu, kadılık teklifini reddedişini, ge­niş ilmi birikimini, naklettiği hadislerin çokluğunu, fıkıh ilmindeki seç­kinliğini, sünnete, tabi oluşunu öven pekçok sözleri vardır. Keza kendi döneminde bütün İslam coğrafyasının önde gelen alimlerinden gelen ve onu öven, meziyetlerini itiraf eden haberler boldur ve meşhurdur. Bütün bunlar tarih ve biyografi kitaplarında genişçe anlatılmaktadır. Bu nedenle burada tekrarlamaya gerek yoktur.

 

Ebû Hanîfe’nin Hadis Öğrenmeye Verdiği Önem

 

Münekkid alimler ile önde gelen muhaddisler onun hadis öğren­meye ehemmiyet verdiğini, bu amaçla yolculuklara çıktığını ve bu uğurda nice sıkıntılarla karşı karşıya kaldığını anlatmışlardır.

Hafız Zehebî Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ adlı eserinde Ebû Hanî­fe’nin terceme-i halini verirken şöyle demiştir: “Rivayetleri öğrenme­ye önem vermiştir. Bu amaçla yolculuklara çıkmıştır.”[1]

Zehebî yine şöyle demiştir: “İmam Ebû Hanîfe hadisleri öğrenme­ye önem vermiş, h. 100 yılı ve sonrasında bu uğurda daha yoğun bir çaba göstermiştir.” [2]

Zehebî, Ebû Hanîfe’nin menkıbelerine dair yazdığı kitapçıkta ho­calarını anlatırken de şöyle demiştir: “Ebû Hanîfe hadisi Mekke'de Ata b. Ebî Rabâh'dan dinlemiş ve şöyle demiştir: Atâ'dan daha üstün birini görmedim.” [3]

Burada şunu ilave edeyim: Ebû Hanîfe, hocası Atâ'nın üstün biri olduğunu söylediği gibi hocası Atâ da onu talebelerinden üstün tutardi. Nitekim aşağıda geleceği üzere, Ebû Hanîfe hadis dinlemek için meclise geldiğinde Atâ ona yer açtırır ve yakınına oturturdu.

Zehebî Duvelu'l-İslâm'da da şöyle demiştir: “Hocalarının en yaş­lısı Atâ b. Ebî Rabâh'tı. Fıkıhtaki hocası da Hammâd b. Ebî Süley­man'dı.”[4]

Hafız Ebû Bekr el-Hatîb Târîhu Bağdâd'ında şunu aktarmakta­dır: “Saîd b. Salim el-Basrî, Ebû Hanîfe'den dinlediği şu olayı anlattı: Atâ'yla Mekke'de görüştüm. Ona birşey sordum. Bana:

“Sen nereli­sin?” dedi.

“Kûfeliyim” cevabını verdim.

“Yoksa sen, dinlerinde tefri­ka çıkaran Şiî bölge halkından mısın?” diye sorunca,

“Evet” dedim.

“Peki sen hangi gruptansın?” diye sordu.

“Ben, selefe küfretmeyen, kadere inanan, günahı sebebiyle hiç kimseyi tekfir etmeyenlerdenim” diye cevapladım. Bunun üzerine bana

“Doğru bildiğin bu yoldan ayrıl­ma” tavsiyesinde bulundu.” [5]

Hatîb Bağdadî’nin hocası İmam, muhaddis, fakih, Kâdî Ebû Abdillah Hüseyin b. Ali es-Saymerî Ahbâru Ebî Hanîfe ve Ashâbih ad­lı eserinde Haris b. Abdurrahman'dan şunu nakleder: “Atâ'nın mecli­sinde bulunurken birbirimizin ardı sıra otururduk. Ebû Hanîfe geldiğin­de ise  ona yer açtırır ve yakınına oturturdu.” [6]

Bu rivayete bakarak şunu söyleyebiliriz: Atâ'nın böyle davranma­sı, Ebû Hanîfe’nin hadisteki en seçkin talebelerinden biri olduğunu göstermektedir. Nitekim İmam Abdulvehhab Şa'rânî, el-Mîzânu'l-Kubrâ adlı eserinde Kitap ve sünnetle ictihad eden imamların senedlerinden bahsetmiştir. Burada Mâlik'inkini Mâlik -Nâfi' - İbn Ömer olarak verirken, Ebû Hanîfe’ninkini de Ebû Hanîfe - Atâ - İbn Abbas olarak zikretmiştir. [7]

Aynı ilgiyi fıkıhtaki hocası Hammâd b. Ebî Süleyman'ın gösterdi­ğini görmekteyiz. O da Ebû Hanîfe'yi ders halkasının en başına, ken­di hizasına oturturdu. Nitekim Hafız Ebû Bekr el-Hatîb Târîhu Bağdad'ında Zufer b. Huzeyl'den Ebû Hanîfe’nin şöyle söylediğini naklet­mektedir: “Önceleri kelam ilmiyle meşgul oluyordum. Bunda parmakla gösterilir bir dereceye ulaşmıştım. (Mescidde) Hammâd b. Ebî Sü­leyman'ın ders halkasına yakın bir yerde otururduk. Birgün bir kadın yanıma geldi ve

“Bir adamın cariye bir hanımı var. Onu sünnete uy­gun olarak boşamak istiyor. Kaç talak vermeli?” diye sordu. Ne cevap vereceğimi bilemedim. Gidip Hammâd'a sormasını, dönüşte cevabını bana söylemesini tembihledim. Kadın soruyu Hammâd'a yöneltince Hammâd şöyle demiş:

“Kadın hayızlı değilken cima etmeden bir talak­la boşar. Ardından iki hayız görene dek kadına yaklaşmaz. Kadın bu­nun ardından guslettiğinde evlenmesi helal olur.” Kadın dönüşte ceva­bı aktarınca, kendi kendime “bundan sonra bana kelam ilmi lazım de­ğil” deyip ayakkabılarımı alarak Hammâd'ın dersine gelip oturdum. Onun derslerini dikkatlice dinliyor, anlattıklarını belliyordum. Ertesi gün anlattıklarını tekrar ettiriyordu. Ben anlattıklarını bellemiş oluyor­dum, talebeleri ise yanlıyorlardı. Bunun üzerine Hammâd,

“Ders hal­kasının başına, tam hizama Ebû Hanîfe'den başkası oturmasın” dedi. “[8]

Bu rivayet İmam'ın ne kadar mükemmel bir hafıza ve zekaya sa­hip olduğunu göstermektedir.

Hafız Ebû Bekr el-Hatîb Târîhu Bağdâd’ında Ebû Mutî'den de şu­nu nakletmektedir: “Ebû Hanîfe bize şunu anlattı: Emîrulmüminîn Ebû Ca'fer'in huzuruna girdim. Bana

“Ebû Hanîfe! İlmi kimlerden al­dın” diye sordu. Bende

“Hammâd vasıtasıyla İbrahim en-Nehaî'den aldım. O da Ömer b. el-Hattâb, Ali b. Ebî Tâlib, Abdullah b. Mes'ûd ile Abdullah b. Abbas'dan almış” dedim. Ebû Ca'fer de

“Bravo, aferin Ebû Hanîfe” dedi.

“Öğrendiklerini iyi ve mübarek insanlara dayandı­rarak sağlam bilgi almışsın.” [9]

Matbu Târîhu Bağdâd'da ifade bu şekilde yer almıştır. Allame Zâhid el-Kevserî’nin Te'nîb'de açıkladığı gibi, metnin bir kısmının doğru hali şöyledir: “Hammâd vasıtasıyla İbrahim en-Nehaî'den aldım. O da Ömer b. el-Hattâb, Ali b. Ebî Tâlib, Abdullah b. Mes'ûd ile Abdullah b. Abbas'ın öğrencilerinden almış.” [10] Burada şunu eklemek yerinde olacaktır: İmam hadis tahsilinde kendi dönemindeki üstadlarını bile geçmiştir. Nitekim Hafız Zehebî Menâkibu Ebî Hanîfe adlı eserinde İmam Mis'ar b. Kidâm'dan şunu nakletmiştir:

“Ebû Hanîfe ile birlikte hadis tahsil ettim. Ancak bizi geç­ti. Zühde giriştik. Bunda da bizden üstün oldu. Fıkıh tahsiline başla­dık. Onun bu alandaki başarısını zaten görüyorsunuz.”[11]

Zehebî, zikri geçen Mis'ar b. Kidâm'ı Tezkiretu'l-Huffâz''ında zik­retmiş; Siyeru A'lâmi'n-Nubela'sında da onu “imam, sebt [12], Irak'ın üstadı, hafız” sıfatlarıyla övmüştür.

Sadru'l-Eimme e!-Mekkî de şöyle demiştir: “Mis'ar b. Kidâm hafı­zası ve zühdü ile Kûfe’nin medâr-ı iftiharlarından birisiydi. Ebû Hanîfe’nin hocalarındandı. Ebû Hanîfe Musned’inde ondan rivayet etmek­tedir.”[13]

 

Ebû Hanîfe’nin Hadiste İmam Oluşu

 

Önceki alimlerle sonrakiler Ebû Hanîfe’nin hadiste imam olduğu­na şahitlik etmektedirler. İmam, muhaddis, Mağrib hafızı Ebû Ömer Yusuf b. Abdilber en-Nemerî el-Kurtubî el-Endelûsî, meşhur kitabı Câmiu Beyâni'l-İlm ve Fadlihî ve mâ Yenbağî fî Rivâyetihî ve Hamlih adlı eserinde Ebû Davud Süleyman b. Eş'as es-Sicistânî'den şunu nak­letmektedir: “Allah Mâlik'e rahmet etsin. O imamdı. Allah Şafiî'ye rahmet etsin. O da imamdı. Allah Ebû Hanîfe'ye rahmet etsin. O da imamdı. [14]

İbn Abdilber üç imama tahsis ettiği el-İntikâ fî Fedâili's-Selâseti'l-Fukahâ: Mâlik, eş-Şâfiî ve Ebî Hanîfe. Radıyellahu anhum. Ve Zikri Uyûnin min Ahbârihim ve Ahbâri Ashâbihim li't-Ta'rîfi bi Celâleti Akdârihim adlı eserinde de Ebû Davud'dan şunu nakletmek­tedir: “Allah Mâlik'e rahmet etsin. O imamdı. Allah Şafiî'ye rahmet etsin. O da imamdı. Allah Ebû Hanîfe'ye rahmet etsin. O da imam­dı.” [15]

Görüldüğü gibi, Sünen müellifi, imam, sebt, hafızların önderi, sünnet ilminin üstadı Ebû Davud es-Sicistânî üç alimin imamlığına şehadet etmektedir. İmam, allame, Horasan'ın üstadı Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakî’nin Delâilu'n-Nubuvve ve Ma'rifetu Ahvâli Sâhibi'ş-Şerîa kitabının girişinde (Medhal'de) bu 'imamlık' kavramı­nın detaylı açıklamasını görebilirsiniz. Beyhakî burada şöyle demekte­dir:

 

Beyhakî’nin Değerlendirmesi:

 

“Bu konuda mutlaka bilinmesi gereken hususlardan birisi de şu­dur: Yüce Allah elçisi Hz. Muhammed'i hak ile göndermiştir. Kitab'ını ona inzal etmiş ve korumasını da bizzat üzerine aldığını şu ayetiyle bil­dirmiştir:

“Hiç şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” [16]

Allah, Rasûl'ünü de dinini ve kitabını açıklayan kişi olarak göster­miştir. Nitekim bu hususu şöyle açıklamaktadır:

“Sana da bu zikri (Kur'ân'ı) indirdik ki, kendilerine indirilen­leri insanlara açıklayasın, tâ ki düşünüp öğüt alsınlar.” [17]

Allah, kendisiyle gönderileni tamamen açıklayıncaya kadar Nebi'sıni ümmeti içinde tutmuş, vazifesini ikmal etmesinin ardından rah­met katına almıştır. Hz. Peygamber ümmetini apaçık düz bir yolda bı­rakmıştır. Şöyle ki, müslümanlarm karşılaşmış oldukları herbir proble­min açıklaması gerek açık beyanla, gerekse delalet yoluyla Kur'ân'da ve Rasûlullah'ın sünnetinde bulunmaktadır. Ayrıca Allah her asırda di­nini açıklayan, ümmetinin inancını koruyan ve bidatleri ondan uzak­laştıran imamlar ihsan etmiştir.

İbrahim b. Abdurrahman el-Uzrî bu hususta Hz. Peygamberden şunu nakletmektedir:

“Bu ilmi her nesilden adil olanlar alırlar. Haddi aşanların tahrifini, ifsad edicilerin katıştırdıklarını keza cahillerin yanlış yorumlarını ondan uzaklaştırırlar.”...

Bu haberin doğruluğu sahabe zamanında, ardından günümüze ka­dar geçen bütün asırlarda görülmüştür. Her asırda, hadis ravilerini tanıma işini üstlenen insanlar bulunmuş, bunlar cerh-tadil açısından ravilerin durumlarını tedkik etmişlerdir. Bu bilgileri, elde etmek isteyen­lerin kolayca ulaşabileceği şekilde kitaplarda biraraya getirip açıkla­mışlardır. Esasında, cerh ve tadil konusunda bilgi sunan insanlar sade­ce hadis bilginleri değildi. Büyük ilim merkezlerindeki fıkıhçılar da cerh-tadil alanında değerlendirmelerde bulunmuşlardır.

Nitekim Abdulhamid el-Himmânî, Ebû Hanîfe’nin şöyle dediğini nakletmiştir: “Câbir el-Cu'fî'den daha yalancı, Atâ'dan da daha fazi­letli birini görmedim.”

Himmânî şunu da nakleder: Ebû Saîd es-Sağânî Ebû Hanîfe’nin yanına varıp

“Sufyânu's-Sevrî'den hadis alma hususunda ne dersiniz” diye sordu. O da şu cevabı verdi:

“Ondan yaz. Çünkü o sika bir kim­sedir. Ancak, İbn İshak’ın Hâris'ten naklettikleriyle Cabir el-Cu'fî’nin hadislerini alma.”

Harmele de Şafiî'den şunu nakletmiştir: “Haram b. Osman'dan rivayet etmek haramdır.”

Yahya b. Saîd el-Kattân da şunu anlatmıştır: “Naklettiği hadisler nedeniyle itham edilen ve rivayetlerini iyi ezberlemeyen kimsenin du­rumunu Şu'be, Sufyânu's-Sevrî, Mâlik b. Enes ve Sufyân b. Uyeyne'ye sordum. Hepside 'durumunu insanlara açıkla' dediler.”

Ebû Bekr b. Hallâd da şunu aktarmıştır: Yahya b. Saîd el-Kattân'a

“Hadislerini bıraktığın kimselerin kıyamet günü Allah'ın huzurunda hasmın olmalarından korkmuyor musun” diye sorulunca, şu cevabı verdi:

“Bu kişilerin Allah katında hasmım olması, Rasûlullah'ın 'yalan olduğu belli olan bir hadisi bana niçin nispet ettin' deyip hasmım ol­masından çok daha iyidir.”

Harmele b. Yahya aktarıyor: Şafiî'den şunu dinledim: “Şu'be ol­masaydı Irak'ta hadis bilinmezdi. Yanına vardığı (hadiste ehil olmayan) kimseye 'hadis rivayet etmeyeceksin. Edersen sultanı aleyhine kışkır­tırım' derdi.”

Buradaki birkaç örnekten de anlaşılacağı üzere onlar sünneti koru­mak için savunuyorlardı. Benzer örnekler pekçoktur ancak burada ak­tardıklarımız, konuyu uzatmaya gerek bıraktırmayacak kadar açıktır.”[18]

İmam, Hafız Ebû İsa Muhammed b. İsa et-Tirmizî de Cdmi'inin Kitâbu'l-İlel bölümünde şöyle demektedir:

 

Tirmizî’nin Değerlendirmesi:

 

“Bu mevzuyu anlayamayan bazı kimseler raviler hakkında konu­şan hadisçileri ayıplamışlardır. Oysa tabiîn imamlarından birçoğunun raviler hakkında değerlendirmelerde bulunduğunu görmekteyiz. Ör­neğin, Hasan Basrî ile Tâvûs, Ma'bed el-Cuhenî hakkında konuşmuş­lardır. Keza Saîd b. Cubeyr, Talk b. Habîb hakkında, İbrahim en-Nehaî ile Âmir eş-Şa'bî de Haris el-A’ver hakkında konuşmuşlardır.

Yine Eyyûb es-Sehtiyânî, Abdullah b. Avn, Süleyman et-Teymî, Şu'be b. el-Haccâc, Sufyan es-Sevrî, Mâlik b. Enes, Evzâî, Abdullah b. Mübarek, Yahya b. Saîd el-Kattân, Vekî' b. el-Cerrâh, Abdurrahman b. Mehdî ile diğer ilim erbabının raviler hakkında değerlendirme­lerde bulundukları ve onları zayıf gördükleri rivayet edilmiştir.

En iyisini Allah bilir, bize göre onları böyle davranmaya sevk eden şey müslümanlara nasihat etme, doğruyu gösterme düşüncesidir. Yok­sa bundan, insanları suçlamayı ve gıybetlerini yapmayı amaçladıkları sanılmasın. Kanaatimiz odur ki, bu kişilerin zayıf olduklarını açıkla­maktaki muradları zayıf ravilerin tanınmasıdır. Çünkü zayıf oldukları belirtilen kimselerin bir kısmı bidatçi, bir kısmı naklettiği hadisler ne­deniyle suçlanmış, bir kısmıda dalgın ve çok hata yapan kimselerdi. İmamlar, dine olan ihtimamlarından ve rivayetleri sağlama alma gayretlerinden dolayı, bu kimselerin durumlarını ortaya koymak istemiş­lerdir. Çünkü dinde şahitlik etmek, insanların hakları ve mallan hak­kında şahitlik yapmaktan çok daha fazla titizlik ve ciddiyet gerektiren bir husustur. (Tirmizî böyle dedikten sonra imamların bazı ravileri cerh ettikle­rine dair örnekler verir ve şöyle der): Ebû Yahya el-Himmânî Ebû Ha-nîfe'den şöyle işittiğini söylemiştir: “Câbir el-Cu'fî'den daha yalancı, Atâ b. Ebî Rabâh'dan da daha faziletli birini görmedim.” [19]

 

Hâkim’in Değerlendirmesi:

 

Beyhakî’nin hocası büyük hadisçi, muhaddislerin imamı İbnu'l-Beyyi' diye meşhur Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah en-Neysâbûri el-Hâkim ei-Mustedrek ale's-Sahîhayn adlı eserinde “velisiz ni­kah olmaz” hadisinin tariklerini verirken şöyle der: “Zikrettiklerimizin dışında, imamlardan bir grup bu rivayeti Ebû İshak'dan mevsul olarak rivayet etmişlerdir. Ebû Hanîfe Nu’mân b. Sabit, Varaka b. Maskale el-Abdî, Mutarrif b. Tarif el-Hârisî, Abdulhamid b. Hasan el-Hilâlî ile Zekeriya b. Ebî Zaide ve diğerleri bunlardan bir kısmıdır. Nitekim bun­ları bu bölümde zikrettik.” [20]

Hâkim Ma'rifetu Ulûmi'l-Hadîs kitabında da şunları söyler: Hadis ilimlerinin kırkdokuzuncusu: ezberlemek, müzakere ve bere­ketlenmek için hadisleri alınan, şöhretleri doğudan batıya ulaşmış olan tabiîn ve tebeittâbiînden meşhur sika imamları tanımaya yöneliktir. (Hâkim böyle dedikten sonra çeşitti beldelerdeki önde gelen hadisçilerden pekçok kimseyi zikreder. Biz bunların bir kısmını alıntılıyoruz).

Medine'li olanlar: Muhammed b. Müslim ez-Zuhri, Muhammed b. Munkedir el-Kureşî, Rebîa b. Ebî Abdurrahman er-Râî, Mâlik b. Enes el-Esbahî, Cafer b. Muhammed es-Sâdik ve diğerleri.

Mekke'li olanlar: Mücahid b. Cebr, Amr b. Dînâr, Abdulmelik b. Cureyc, Fudayl b. lyâd ve diğerleri.

Mısır'lı olanlar: Amr b. el-Hâris, Yezîd b. Ebî Habîb, Hayve b. Şureyh et-Tucîbî ve diğerleri.

Yemenli olanlar: Tâvûs, Abdullah b. Tâvûs ve diğerleri. Yemâme'li olanlar: Yahya b. Ebî Kesîr ve diğerleri.

Kufe'li olanlar: Âmir b. Şerâhîl eş-Şa'bî, Saîd b. Cubeyr el-Esedî, İbrahim en-Nehaî, Ebû İshak es-Sebîî, Hammad b. Ebî Süleyman, Mansur b. Mu'temir, Muğîre b. Miksem ed-Dabbî, A’meş el-Esedî, Mis'ar b. Kidâm el-Hilâlî, Ebû Hanîfe Nu’mân b. Sabit et-Teymî, Sufyan b. Saîd es-Sevrî, Davud b. Nusayr et-Tâî, Zufer b. Huzeyf, Afi­ye b. Yezîd el-Kâdî ve diğerleri.

Mezopotamya'lı olanlar: Meymun b. Mihrân, Amr b. Meymun b. Mihrân, Halid b. Ma'dân el-Âbid ve diğerleri.

Basra'lı olanlar: Eyyub b. Ebî Temîme es-Sehtiyânî, Şu'be b. el-Haccâc, Hişam b. Hassan, Katâde b. Diâme ve diğerleri.

Vasıflı olanlar: Avvâm b. Havşeb, Ebû Halid Yezîd b. Abdurrah­man ed-Dâlânî ve diğerleri.

Horasan'h olanlar: Fâkih, âbid İbrahim b. Tahmân, Belh'li zahid İbrahim b. Edhem, zahid Şakîk b. İbrahim, Nadr b. Muhammed eş-Şeybânî ve diğerleri. Allah hepsine rahmet etsin.” [21]

 

İbn Teymiyye’nin Değerlendirmesi:

 

İbn Teymiyye el-Hanbelî diye meşhur olan Şeyhu'l-İslam Allâme Ebu'l-Abbas Takiyyuddîn Ahmed b. Abdulhalîm, Minhâcu's-Sunneti'n-Nebeviyye fi Nakzı Kelâmi'ş-Şîati ve'l-Kaderiyye adlı eserinde şöyle demiştir:

Beşşâr b. Dirâ' anlatıyor: Ebû Hanîfe, Muhammed b. Nu’man ile karşılaşınca, ona

“Güneşin Hz. Ali için geri döndürüldüğü hadisini kimden rivayet ettin” [22] diye sordu. O da:

“Senin 'ey Sariye! Dağa çe­kil' hadisini rivayet ettiğinden başka bir kimseden” dedi. [23]

Burada şunu söyleyeyim:[24] Bu rivayet, ilim ehlinin güneşin geri döndürülmesi rivayetini kabul etmediklerini göstermektedir. Çünkü bunu müslümanların imamlarından hiç biri rivayet etmemiştir. İşte meşhur imamlardan biri olan Ebû Hanîfe. Kendisi Hz. Ali'ye olan sev­gisi nedeniyle suçlanmayan kimselerdendir. Çünkü o, Şiîliğin merkezi olan Kufe'dendir. Şiîlerden pekçok insanla karşılaşmış ve onlardan Hz. Ali’nin faziletine dair sayısız şeyler dinlemiştir. Bunun yanında o, Hz. Ali'yi seven ve baştacı yapan birisiydi. Buna rağmen Muhammed b. Nu'man’ın rivayet ettiği bu rivayeti kabul etmemiştir. Hiç şüphe yok ki Ebû Hanîfe, Tahâvi ve emsallerinden çok daha bilgili ve kavrayışlı­dır.

İbnu'n-Nu’mân onun sorusuna doğru cevap vermemiş, bunun ye­rine “senin 'ey Sariye! Dağa çekil' hadisini rivayet ettiğinden başka bir kimseden” demiştir. Ona verilecek cevap şudur: Ebû Hanîfe’nin riva­yet ettiği şeyinde yalan olduğunu farzet. Peki bu durumda, Ebû Ha­nîfe’nin naklettiği yalan haberde senin naklettiğin şeyi doğrulayan ne var? [25] Ebû Hanîfe’nin naklettiği rivayet yalan olmuş olsa bile, Ebû Hanîfe Hz. Ömer, Hz. Ali ve başkalarının kerametleri olmasını inkar etmemektedir ki! Bilakis o pekçok delille yalan olduğu görülen ayrıca dine ve akla aykırı olduğundan dolayı bu hadisi kabul etmemektedir. Kaldı ki, sahabeden rivayet eden tabiîn ve tebeut tabiînin meşhur ha­dis alimlerinden bir tek kimse bile bunu rivayet etmemiştir. Bunu riva­yet edenler ya yalancılardır ya da adalet ve zabtı bilinmeyen meçhul kimselerdir. Bu durumda böyle bir rivayet böylesi insanlardan nasıl olur da kabul edilir? Diğer İslam bilginleri de, Hz. Peygamber'in mu­cizelerini ve büyük bir sevgi atfettikleri Hz. Ali’nin faziletlerini ihtiva ettiğinden dolayı böylesi rivayetlerin sahih olmasını arzu ederler, an­cak onlar, yalan bir şeyin tasdik edilmesine cevaz vermezler ve dinî açıdan böyle şeyleri reddederler.”[26]

İbn Teymiyye söz konusu kitabının başka bir yerinde de şöyle söy­ler: “...Hadis, tefsir, tasavvuf, fıkıh imamları aynen dört mezhep imamları ve onlara tabi olanlar gibidirler.” [27]

 

İbn Kesir'in Değerlendirmesi:

 

Hafız Ebu'1-Fidâ İbn Kesîr ed-Dimaşkî de “el-Bidâye ve'n-Nihâye” adlı eserinde şöyle demektedir:

“Tahâvi’ye hadisin (güneşin Hz. Ali'ye geri döndürülmesi) durumu kapalı kalsa da, Ebû Hanîfe’nin bu rivayeti reddettiği ve ravileriyle is­tihza ettiği nakledilmiştir... Beşşâr b. Dirâ' anlatıyor: Ebû Hanîfe Mu­hammed b. Nu’man ile karşılaşınca ona

“Güneşin Hz. Ali için geri döndürüldüğü hadisini kimden rivayet ettin” diye sordu. Oda

“Senin 'ey Sariye! Dağa çekil' hadisini rivayet ettiğinden başka bir kimseden” cevabını verdi.

Ebû Hanîfe güvenilir imamlardan biridir. Kûfe'lidir. Hz. Ali'ye olan sevgisi keza Allah ve Rasûlü'nün faziletli kıldığı yönleri nedeniyle Hz. Ali'yi daha üstün tutması nedeniyle suçlanmamış biridir. Buna rağmen o, bunu nakleden ravinin rivayetini kabul etmemiştir.

Muhammed b. Numan’ın sözüne gelince, bu bir cevap değildir. Bilakis anlamsız bir karşı yanıttır. Yani, “ben Hz. Ali’nin faziletiyle il­gili olarak -garip de olsa- bu rivayeti naklettim. Bu rivayet gariplikte senin Hz. Ömer'in faziletiyle ilgili naklettiğin 'ey Sariye! Dağa çekil' sözüne benzemektedir”, demek istemektedir. Ancak Muhammed b. Numan'ın verdiği bu cevap yerinde bir cevap değildir çünkü onun ri­vayet ettiği şey sened ve metin açısından Hz. Ömer'den bahseden rivayet gibi değildir. Ayrıca, Şârî'in kendisi hakkında bazı iyi şeyleri daha önceden sezdiğine şahitlik ettiği bir imamın gözünden perde kal­karak uzakta olan bir olayı gözlemlemesi nere, (Hz. Ali’nin olayında iddia edildiği gibi) kıyametin en büyük alametlerinden sayılan güneşin battıktan sonra yeniden doğması olayı nere? [28]

 

İbn Hacer'in Değerlendirmesi:

 

Hafız îbn Hacer, Lisânu’l-Mîzân'ında şöyle demektedir:

“Muhammed b. Ali b. Numan b. Ebî Tarîfe el-Becelî el-Kûfî, Ebû Cafer. Kufe'de Tâku'l-Mehâmil'deki bir çarşıya nisbet edilerek Şeytânu't-Tâk (Tâk'daki Şeytan) lakabıyla anılmıştır. Zikri geçen çarşıda o, para bozma işiyle uğraşırdı... Denildiğine göre, ona Şeytânu't-Tâk lakabını ilk takan insan Ebû Hanîfe idi. Ebû Hanîfe, bu zatın Harûriye fırkasından bir kimseyle kendisinin huzurunda yaptığı münazara nedeniyle ona bu lakabı takmıştır... Hz. Ali’nin faziletiyle ilgili bir hu­susta Ebû Hanîfe ile aralarında vaki olan bir münazara esnasında, de­desine nisbet edilerek kendisine Muhammed b. Numan denmiştir. Bu münazarada Ebû Hanîfe kabul etmediğini gösterircesine 'güneşin Hz. Ali'ye geri döndürülmesi hadisini kimden rivayet ettin? diye sormuş, o da “Senin 'ey Sariye! Dağa çekil' hadisini rivayet ettiğin kimseden” ce­vabını vermiştir.” [29]

 

İbnu'l-Kayyım'ın Değerlendirmesi:

 

İbn Kayyım el-Cevziyye diye maruf üstad, imam, hafız, hüccet, Şemseddin Ebû Abdullah Muhammed, İ'lâmu'l-Muvakki î n an Rabbi'l-Âlemîn adlı eserinde şöyle demiştir: “Dört büyük imam ile fıkıhçıların hepsi Amr b. Şuayb'ın babası vasıtasıyla dedesinden rivayet et­tiği nüshayla ihticac etmişlerdir. Fetva veren imamların hepsi buna ih­tiyaç duymuş ve onu delil olarak kullanmışlardır. Ancak Ebû Hatim el-Bustî ve İbn Hazm gibi fıkhın ve fetva vermenin ağır yükünü taşıyamamış olan bazı kimseler bu sahifeyi eleştirmişlerdir.” [30]

İbnu'l-Kayyım başka bir yerde de şöyle demiştir: “Sahabe ve tabi­în ile Şafiî, İmam Ahmed, Mâlik, Ebû Hanîfe, Ebû Yusuf, Buhârî ve İshak gibi hadis imamlarının yolu... [31]

 

Diğer Değerlendirmeler Ve Sonuç:

 

Görüldüğü üzere, Ebû Davud, Tirmizî, Hâkim, Beyhakî, İbn Abdilber, İbn Teymiyye, İbnu'l-Kayyım ve İbn Kesîr gibi büyük seçkin alimler, hadis tenkidinde mütehassıs olan üstadlar, İmam Ebû Hanî­fe’nin cerh-tadil, hadislerin sıhhatini keza illetini tesbitte, diğer münekkid hadis alimleri gibi sözüne itibar edilen meşhur hadis imamla­rından biri olduğunu kabul etmişlerdir.

Hakikat şu ki, mütekaddimun ve müteehhirunun önde gelen ha­dis uzmanları ile hafızları, onun hadisteki başarısını, rivayetlerde ki zabtını, sağlam bilgisini, hıfzını ve takvasını itiraf etmişlerdir.

Hafız Ebû Bekr Ahmed b. Ali el-Hatîb el-Bağdâdî Târîhu Bağdâd'ında şöyle demektedir:

“Abdullah b. Davud el-Hureybî dedi ki: “Müslümanların namazla­rında Ebû Hanîfe'ye dua etmeleri gerekir.” Hureybî böyle dedikten sonra, Ebû Hanîfe’nin sünnetleri ve fıkhı hıfzettiğini meclisinde bulu­nanlara anlattı.” [32]

Bu sözü diyen Hureybî, hadis hafızlarının ileri gelenlerindendir. Zehebî, Tezkiretu'l-Huffâz’ında onu zikretmiş ve “hafız, imam, ör­nek insan” ifadeleriyle taltif etmiştir. Vekî'den de “Abdullah b. Da­vud'un yüzüne bakmak ibadettir” dediğini nakletmiştir.

Eserinde yine şunu zikretmiştir: “Hureybî'ye 'Ebû Hanîfe pekçok meselede önceki görüşlerinden döndü' denilince, şu cevabı verdi: il­mi genişleyen fıkıhçı önceki fetvalarından döner.”[33]

İşte imam, hafız, örnek insan Hureybî, Ebû Hanîfe'yi geniş ilim sahibi ve sünnetleri hıfzetmiş biri olarak tanıtmaktadır.

Hattb şunu da nakletmiştir: “Muhammed b. Hafs aktarıyor: Ha­san b. Süleyman, “ilim ortaya çıkıp yayılmadan kıyamet kopmaz” ha­disinin açıklaması sadedinde şöyle demiştir: Burada Ebû Hanîfe’nin il­mi ve rivayetleri açıklaması kastedilmektedir.”

Bu açıklamayı getiren Hasan b. Süleyman hadis hafızları arasın­da sayılmaktadır. Nitekim Zehebî Tezkiretu 'l-Huffâz'ında [34]ve Sıyeru A'lami'n-Nubela'da [35] onun terceme-i halini vermiştir. Siyerde şöyle demiştir: “Kubbeyta [36], hafız, yaptığı işi sağlam yapan İmam Ebû Ali Hasan b. Süleyman el-Basrî. Mısır'a yerleşmiştir. İbn Yunus hadis hafızı olduğunu söylemiştir.”

İşte bu imam Ebû Hanîfe'yi övmekte, ilmine, hadisleri ve diğer ri­vayetleri hakkıyla açıklamasına medh-u senada bulunmaktadır.

Hatîb, Târîhu Bağdâdında şöyle demektedir: “Muhammed b. Seleme, Halef b. Eyyub'un şöyle dediğini aktarmıştır: 'İlim Allah Teâlâ'dan Hz. Muhammed'e, sonra ashabına, ardından tabiîne, onların ardından da Ebû Hanîfe ve ashabına intikal etmiştir. Dileyen bu duru­ma razı olsun, isteyen de kızsın.” [37]

Burada şunu söyleyeyim: Halef b. Eyyub'un bu sözü İbn Hazm'ın Muhammed b. Nasr el-Mervezî hakkında söylediği söze benzemekte­dir. Nitekim Zehebî, Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ adlı eserinde İbn Nasr el-Mervezî’nin terceme-i halinde şöyle söylemiştir:

“Ebû Muhammed b. Hazm eserlerinden birinde şöyle demiştir: “İnsanların en bilgilisi, sünnetleri en çok toplayıp tesbit eden, bunları en iyi zapteden, manalarını en iyi öğrenip kavrayan, sıhhatlerini keza insanların sıhhati konusunda icma ettikleriyle ihtilaf ettiklerini en iyi bilen kimsedir.”

İbn Hazm sözünün devamında şöyle demiştir: 'Sahabeden sonra bu sıfatları Muhammed b. Nasr el-Mervezî kadar şahsında toplayan bi­rini bilmiyoruz. Bir kimse “Hz. Peygamber'e ve sahabesine ait ne ka­dar hadis varsa bu rivayet Muhammed b. Nasr'ın yanında vardır' de­se, bu söz hakikattan uzak değildir.”

Ben de derim ki:[38] İbn Hazm'in, İbn Nasr'ın bu derece geniş biri­kim ve ihatası olduğu yönündeki iddiası, İbn Nasr'ın eserlerini incele­yip tedkik ettikten sonra söylenebilecek bir sözdür. Onun bu iddiasını Ahmed b. Hanbel ve benzeri alimler için de söylemek mümkündür. [39]

Burada ben de şunu söylemek istiyorum: Muhammed b. Nasr'la ilgili bu iddia, İbn Hazm nezdinde; Ahmed ve benzerlerinin durumu da Zehebî nezdinde doğru olduğuna göre; aynı iddia İmam-ı Azam Ebû Hanîfe hakkında doğru olmaya daha layıktır. Çünkü o, kendisine tabi olunan müctehidlerin öncüsü, en bilgilisi, en fakihi ve en kıdemlisidir. Ahmed b. Hanbel ve İbn Maîn'in hocası Halef b. Eyyub'un onunla ilgili değerlendirmesine gelince; o bu tesbiti, Ebû Hanîfe’nin fıkhını ve mezhebini sağlam temeller üzerine bina ettiğini titiz bir şe­kilde tedkik ettikten sonra yapmıştır. Bu, Allah'tan korkan büyük bir üstad tarafından yapılmış doğru bir tanıklıktır. Hem bu nasıl doğru ol­masın ki? İbnu'n-Nedîm'in Fihrist'te belirttiği gibi o, karayla, denizle, doğuyla, batıyla, yakınla ve uzakla ilgili her ilmi tedvin etmiştir. [40]

Naklî ve aklî ilimleri şahsında toplayan, sünnet-i nebeviyye alanın­da otorite, zeka ve hıfzıyla meşhur alimlerin önde gelenlerinden olan Mişkât şârihi Molla Ali el-Kâri, Senedu'l-Enâm fî Şerhi Musnedi'l-İmam adlı eserinde şöyle demektedir: “Ebû Hanîfe hakkında yapıla­cak hüsn-ü zan şudur: O, sahih ve zayıf hadisleri kapsamlı şekilde bil­mekteydi.” [41]

Yine imamların önde gelen simalarından olan Muvaffak b. Ah­med el-Mekkî, Menâkibu'l-İmam el-A'zam adlı eserinde zikri geçen Halef için şöyle demektedir: Halef b. Eyyûb Belh'li idi. Ebû Hanî-fe'den değil de Ebû Yusuf dan rivayet etmiştir. Kendi dönemindeki in­sanların en zahidi ve ibadete en düşkünü idi. Abdullah b. Mubarek'i ziyarete gelmiş, Abdullah da onu kucaklamış ve ikramda bulunmuştu. Yanından kalkıp gittiğinde, Abdullah onun için “simasi cennet ehlinin yüzlerine ne kadar da benziyor” demişti. Halef Hammad b. Seleme'den de hadis dersi alırdı. Birgün yanından kalkınca Hammad onun için şöyle dedi:

“Bu zatın görünümü ve hali ne kadar da güzel. Horasan'dan bize bundan daha iyi bir insan gelmedi.” Halef hicrî 205 yılında vefat etti. Belh valisi Nuh b. Esed cenazesine kaltıldı ve tabu­tunu musalla taşına kadar omuzunda taşıdı. Cenaze namazını yine o kıldırdı. Selam verince semadan bir ses işitti:

“Ey Nuh b. Esed! Yeryü­zünün en hayırlı insanının, Halef b. Eyyub'un cenaze namazını kıldın ve sevabı kazandın.” [42]

Zehebî de Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ adlı eserinde şöyle demekte­dir: “Halef b. Eyyub. İmam, muhaddis, fakih, şarkın müftüsü. Ebû Saîd el-Âmirî el-Belhî el-Hanefî. Zahid. Belhlilerin üstadı. Fıkhı Ebû Yusuf'dan öğrendi. İbn Ebî Leyia'dan, Avf el-A'râbî'den, Ma’ıner b. Râ-şid'den ve başkalarından hadis dersleri aldı. Bir müddet İbrahim b. Edhem'le arkadaşlık etti. Yahya b. Maîn, Ahmed b. Hanbel, Ebû Kureyb, Alt b. Seleme el-Lakabî ile kendi şehrindeki insanlar ondan ri­vayet etmişlerdir.” [43]

Gelecek bölümlerde, önceki muhaddis imamların ve sonraki ha­dis hafızlarının Ebû Hanîfe’nin hıfzının kuvvetli oluşunu, geniş ilmî bi­rikimini öven övgülerini bulacaksınız. Buniar Halefin yukarıdaki sözü­nü tasdik etmekte, hatta daha da fazlasını söylemektedirler.

 

Zehebi’nin Ebu Hanife’yi Övmesi

 

Rical tenkidinde araştırma ve incelemeyi hakkıyla yapanlardan biri olan Zehebî’nin en doğru tesbitlerinden biride, hiç kuşkusuz, Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ adlı eserinde, allâme, imam, Irak'ın fakihi Hammad b. Ebî Süleyman'ın terceme-i halini verirken söylediği şu sözlerdir:

Küfe ehlinin en fakihi Hz. Ali ile Abdullah b. Mes'ûd'dur. Bu iki­sinin en fakih öğrencileri Alkame'dir. Alkame’nin öğrencilerinin en fa­kihi de ibrahim en-Nehaî'dir. İbrahim'in öğrencilerinin en fakihi Hammâd, Hammâd'ın öğrencilerinin en fakihi de Ebû Hanîfe'dir. Ebû Ha­nîfe’nin öğrencilerinin en fakihi ise Ebû Yusuf'dur. Ebû Yusuf'un öğ­rencileri her tarafa yayılmıştır. Bunların içinde en fakih olan Muham-med b. Hasan'dır. Muhammed'in öğrencilerinin en fakihi ise Ebû Ab­dullah eş-Şâfifdir.” [44]

Zehebî Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ'da Ebû Hanîfe’nin terceme-i ha­lini verirken de şöyle demiştir:

“İmam, dinin fakihi, Irak'ın alimi Ebû Hanîfe... Rivayetleri öğren­meye ehemmiyet verdi. Bu amaçla seyahatlara çıktı. Fıkıh keza kapa­lı/ince noktalarını tedkik etme açısından rey alanında en zirvedeki in­sandır. İnsanlar bu hususta ona muhtaçtırlar.” [45]

Yine şöyle demiştir: “Ebû Hanîfe’nin fıkıhta ve onun inceliklerin­de imam olduğu kabul edilmiştir. Bu şüphe edilmeyecek bir gerçektir.

Bir delil aranırsa gündüzün varlığına, Hiçbir şey makul gelmez artık akıllara.” [46]

Zehebî, İmam Mâlik'in terceme-i halinde İmam Şafiî’nin 'ilim üç kişinin etrafında dönmektedir: Mâlik, Leys ve İbn Uyeyne' dediğini naklettikten sonra şöyle söyler:

“Ben de derim ki: Bilakis ilim, onlarla beraber yedi kişinin etrafın­da döner: Evzâî, Sevrî, Ma’mer, Ebû Hanîfe, Şube ve iki Hammad (Hammâd b. Seleme ve Hammad b. Zeyd) [47]

Zehebî yine onun terceme-i halinde Ebû Yusuf'dan şöyle dediğini nakleder:

“Ebû Hanîfe, Mâlik ve İbn Ebî Leylâ'dan daha bilgili insan görme­dim. [48]

Zehebî, Mâlik ile Ebû Hanîfe’nin ilminin karşılaştırılmasını içeren ve Muhammed ile Şafiî'ye nisbet edilen hikayeyi de Mâlik'in terceme-i halinde verir ve tenkid eder:

“İbn Abdulhakem anlatıyor: Şafiî'den dinledim: Muhammed bir-gün Ebû Hanîfe ile Mâlik'i kastederek bana sordu:

“Bizim hocamız mı sizin hocanız mı daha bilgilidir?” Ben de

“İnsaf ölçülerine göre mi” di­ye sordum.

“Evet” cevabını verdi. Bunun üzerine sordum:

“Allah için söyie! Kur'ân'ı hangisi daha iyi biliyor?”

“Sizin hocanız” dedi.

“Peki sünneti kim daha iyi biliyor?” Yine

“Sizin hocanız” dedi.

“Peki saha­benin ve öncekilerin sözlerini en iyi bilen kimdir” diye sordum. Yine

“Sizin hocanız” karşılığını verdi. Bu sefer de şunu söyledim:

“Geriye kıyastan başka bir şey kalmadı. Kıyas ise ancak bunların üzerine yapı­lır. Usulü bilmeyen bir insan neyi baz alarak kıyas yapacak?”

Zehebî bu hikayeyi aktardıktan sonra eleştirerek şöyle der:

“İnsaflı olmak gerekirse, bir insanın şöyle demesi gerekir: Bilakis her ikisi de Kitap bilgisinde eşittiler. Birincisi kıyası daha iyi bilmektey­di, ikincisi de sünneti. İkincisinin yanında pekçok sahabinin sözlerine dayalı büyük bir ilim vardı; birincisi de Hz. Ali’nin, İbn Mes'ûd'un ve Kufe'de bulunmuş olan diğer sahabilerin sözlerini daha iyi bilmektey­di. Allah her iki imamdan da razı olsun. Artık konuşmalarda bile in­sanların insaf ölçüleri içinde takdir edilmediği bir zamana geldik. Al­lah'tan selamet diliyoruz.” [49]

Zehebî İmam Mâlik'in terceme-i halinde şunu da demiştir:

(1) Kendilerine uyulacak insanlar, Hz. Peygamberin sahabileridir. Ancak bunun şartı, onlara isnad edilen şeyin sabit olmasıdır.

(2) Sahabilerden sonra Alkame, Mesrûk, Abîde es-Selmânî, Saîd b. Museyyeb, Ebu'ş-Şe'sâ, Saîd b. Cubeyr, Ubeydullah b. Abdullah, Urve, Kasım, Şa'bî, Hasan, İbn Şîrîn ve İbrahim en-Nehâî gibi tabiîn imamları gelir.

(3) Bunlardan sonra Zuhrî, Ebu'z-Zinâd, Eyyub es-Sehtiyânî, Rebîa ve onların dönemindeki diğer zevat gelir.

(4) Bunlardan sonra da Ebû Hanîfe, Malik, Evzâî, İbn Cureyc, Ma’mer, İbn Ebî Arûbe, Sufyan es-Sevrî, Hammad b. Zeyd, Hammad b. Seleme, Şu'be, Leys, İbnu'l-Mâcişûn, İbn Ebî Zi'b gelir.

(5) Bunlardan sonra da İbnu'l-Mubârek, Müslim ez-Zencî, Kâdî Ebû Yusuf, Hikl b. Ziyad, Vekî', Velid b. Müslim ve onların dönemin­deki diğer bilginler gelir.

(6) Bunlardan sonra da Şafiî, Ebû Ubeyd, Ahmed b. Hanbel, İshak, Ebû Sevr, Buveytî, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe gibiler gelir.

(7) Bunların ardından Muzenî, Ebû Bekr el-Esrem, Buhârî, Davud b. Ali, Muhammed b. Nasr el-Mervezî, İbrahim el-Harbî ve Kâdî İsma­il gibiler gelir.

(8)  Bunlardan sonra ise Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Ebû Bekr b. Huzeyme, Ebû Abbas b. Sureye, Ebû Bekr b. el-Munzir, Ebû Cafer et-Tahâvî ve Ebû Bekr el-Hallâl gibiler gelir.

Zikri geçen bilginlerden sonra ietihad çabası azaldı. İhtisar çalış­maları yapılmaya başlandı. Fakihler meseleyi en çok bilenin kim oldu­ğuna bakmadan, sadece meselede ittifak edilip edilmediğini, arzuları­nı, sevdikleri hocalara hürmet ve saygıyı, adetleri keza bulundukları şehrin durumunu göz önünde bulundurarak taklide yönelmeye başla­dılar. Bugün bir öğrenci Mağrib'de (Fas tarafında) Ebû Hanîfe mezhebine uymak istese bu onun için çok zor olur. Keza Buhara ve Semerkand'da bulunan bir öğrenci Hanbelî mezhebine uymak istese bu da onun için çok zor olur. Buradan bir Hanbeli çıkmayacağı gibi Fas'dan da bir Hanefî çıkmaz. Keza Hindistan'dan da bir Maliki çıkmaz. [50]

Zehebî, Yahya b. Adem'in terceme-i halinde Mahmud b. Ğaylân'dan şunu nakleder: “Ebû Usame'den dinledim: Hz. Ömer kendi zamanında insanların önderi idi. İlimleri şahsında cem etmişti. Daha sonra sırasıyla İbn Abbas, Şa'bî, Sevrî, Yahya b. Âdem kendi dönem­lerinde ilimde önder idiler.”

Zehebî bunu aktardıktan sonra şöyle söyler:

Ben de şunu söylemek isterim: Yahya b. Adem de ietihad alanın­da imamların büyüklerindendi. Kendi dönemlerinde ilmin öncüleri şunlardı:

(1) Hz. Ömer kendi döneminde onun dediği gibiydi.

(2) Ondan sonra Hz. Ali, İbn Mes'ûd, Muâz ve Ebu'd-Derdâ ken­di dönemlerinde ilmin önderiydiler.

(3) Bunlardan sonra Zeyd b. Sabit, Hz. Âişe, Ebû Musa ve Ebû Hureyre kendi dönemlerinde böyleydiler.

(4) Bunlardan sonra İbn Abbas ile İbn Ömer kendi zamanlarında böyleydiler.

(5) Sonra Alkame, Mesrûk, Ebû İdrîs, İbnu'l-Museyyeb.

(6) Sonra Urve, Şa'bî, Hasan, İbrahim en-Nehaî, Mücahid, Tavus ve pekçokları.

(7) Sonra Zuhrî, Ömer b. Abdulaziz, Katâde ve Eyyub.

(8)  Sonra A’meş, İbn Avn, İbn Cureyc, Ubeydullah b. Ömer.

(9) Sonra Evzâî, Sufyan es-Sevrî, Ma’mer, Ebû Hanîfe ve Şu'be.

(10) Sonra Malik, Leys, Hammad b. Zeyd ve İbn Uyeyne.

(11) Sonra İbnu'l-Mubârek, Yahya el-Kattân, Vekî', Abdurrahman, İbn Vehb.

(12) Sonra Yahya b. Adem, Affân, Şafiî ve diğerleri.

(13) Sonra Ahmed, İshak, Ebû Ubeyd, Ali b. el-Medînî ve İbn Maîn.

(14) Sonra Ebû Muhammed ed-Dârimî, Muhammed b. İsmail el-Buhârî ile diğer ilim ve ictihad imamları. [51]

Zehebî, İbn Hazm'ın terceme-i halinde, onun “ben hakka tabi olur ve ictihad ederim. Kendimi bir mezheple kayıtlandırmam” dedi­ğini aktardıktan sonra şöyle der:

“Evet. İctihad mertebesine ulaşan ve pekçok imamın böyle oldu­ğunu ifade ettiği bir insanın taklid etmesi doğru olmaz. Tıpkı fıkha ye­ni başlayan bir talebenin veya halktan birinin Kur'ân'in tamamını ve­ya büyük bir bölümünü ezberledikten sonra ictihad etmesinin asla doğru olmaması gibi. Hem nasıl ictihad edecek, ne diyecek ve söylediklerini neye dayandıracak ki? Yeterli donanımı yokken bunun altın­dan nasıl kalkabilir ki?

İctihad ve taklid açısından üçüncü gurup şudur: Fıkıhta üst seviye­ye çıkmış, basiretli, kavrayışı iyi, hadisleri bilen, furû' meselelerle ilgi­li muhtasar bir çalışma yanında usul kaidelerine yönelik bir kitabı ez­berlemiş, nahvi okumuş, Allah'ın kitabını ezberleyip tefsirle meşgul ol­muş, kuvvetli bir münazara yeteneğine sahip, tüm bunların yanında diğer faydalı ilimlerle de meşgul olmuş kişiler.

Bu, sınırlı ictihad seviyesine ulaşan, imamların delillerini inceleye­cek uzmanlığa erişen kimsenin durumudur. Bu kimse için herhangi bir meselede hakikat ayan olur, nass da mevcut bulunur ve de Ebû Hanîfe, Mâlik, Sevrî, Evzâî, Şafiî, Ebû Ubeyd, Ahmed ve İshak gibi büyük İmamlardan birisi onunla amel etmiş olursa, bu insanın hakka tabi ol­ması, ruhsatların peşine takılmaması, Allah'tan korkması gerekir. Vel­hasıl, deli! ortada dururken taklide yönelmesi doğru olmaz.” [52]

Zehebî, Ebû Hanıfe’nin terceme-i halini verirken, Hatîb Bağdâdî’nin Târih'inde Ebû Yusuf vasıtasıyla Ebû Hanîfe'den naklettiği hi­kayeyi de eserine alır. Hikayede Ebû Hanîfe’nin ilme başlaması ve di­ğer ilim dalları arasından fıkhı tercih edişi anlatılmaktadır. Zehebî çok güzel bir tarzda hikayenin mevzu ve uydurma olduğunu.ortaya koyar. Zehebî şöyle söyler:

“Ebû Yusuf'dan nakledilmiştir:                                    .

Ebû Hanîfe dedi ki: “İlim yoluna atılmaya karar verdiğim za­man, bilim dalları arasında karar veremiyor ve herhangi birinde derinleştiğimde sonuçta ne olacağımı etrafıma soruyordum. Bana

“Kur'ân öğren” denildi. Bende

“Öğrendiğim zaman nihayetinde ne olacağım” diye sordum.

“Mescidde oturursun. Çocuklarla gençler senden Kur'ân dersi alırlar. Çok geçmeden içlerinden biri Kur'ân'ı senden daha iyi ezberler veya sana eşit seviyeye gelir. Se­nin hocalığın da gider” dediler.

Şunu söyleyeyim:[53] İlmi, önde ve başta olmak için öğrenmek is­teyen kimse böyle düşünür. Oysa Hz. Peygamber'in “sizlerin en fazi­letlileri Kur'ân öğrenen ve öğretenlerinizdir” sahih hadisi vardır. Fesubhânellah! Mescidden daha faziletli bir yer var mı ki? İlmi yaymak Kur'ân öğretmenin derecesine ulaşabilir mi? Hayır vallahi! Günah iş­lememiş çocuklardan daha hayırlı talebe mi olur? Bu hikayenin uydur­ma olduğunu düşünüyorum. Ayrıca senedinde güvenilir olmayan kim­seler var.

Hikayenin devamı şöyledir:

Sordum:

“Hadisleri dinleyip yazsam. Sonunda dünyada ben­den daha çok hadis ezberlemiş biri olmazsa ne olur?” Şu cevabı verdiler:

“Yaşlanıp zayıf düştüğünde, etrafında toplanan çocuk ve gençlere rivayet ettiğin hadislerde yanlış yapmaktan kurtulamazsın. Bu durumda seni yalancılıkla suçlarlar. Böylece son dönemin­de lekelenmiş olursun.” Bu cevap karşısında:

“Öyleyse ben de bun­dan uzak dururum” dedim.

Şunu söylemek isterim [54]: Daha önce kesin bir dille belirttiğim gi­bi, bu hikaye uydurmadır. Çünkü İmam Ebû Hanîfe hadis tahsilinde bulunmuştur; hicri 100 yılı ve sonrasında buna daha da çok eğilmiş­tir. O vakitler çocuklar hadis öğrenimi görmezlerdi. Çocukların ve gençlerin hadis dinleyip öğrenmek amacıyla talebelik yapmaları, hic­ri 300 yılından sonra ortaya çıkmış bir kavram ve olgudur. Bilakis ha­disleri öğrenimek isteyen kişiler o dönemler (Ebû Hanîfe zamanında) büyük alimlerdi, yoksa çocuklar değil. Hatta fakihlerin Kur'ân'ın ardından, hadis dışında tahsil edecekleri bir ilim yoktu. Fıkıh kitapları ise, o dönemler -kesinlikle- tedvin edilip yazılmamıştı.

Ebû Hanîfe daha sonra şöyle der.

“O zaman nahiv öğreneyim diye düşündüm.

“Nahvi ve Arapçayı öğrendiğimde sonunda ne olurum” diye sordum. Bana dediler ki:

“Muallim olarak bir köşeye oturursun. En fazla kazanacağın rıztk, iki dinarla üç dinar ara­sındadır.” Ben de “Bunun da iyi bir sonu yokmuş” dedim.

“Peki şi­irle ilgilensem ve benden daha büyük bir şair olmasa ne olur” di­ye sordum.

 “Birini medhedersen sana elbise verir veya lütufta bulunur. Bir şey vermezse, bu sefer de hicvedersin” dediler. Ben de

“Bundan da uzak duracağım” dedim.

“Peki kelamla uğraşsam, so­nunda ne olurum” diye sordum.

“Kelamla uğraşan onun zararlarından korunamaz. Ya zındıklıkla suçlanır öldürülür, ya da öldü­rülmez de kurtulur ancak kötü biri olarak anılır” dediler.

Şunu söyleyeyim [55]: Bu saçmalığı uydurana Allah lanet etsin! O vakitler kelam İlmi var mıydı ki?

Ebû Hanîfe diyor ki:

“Peki fıkıh öğrensem nasıl olur” diye sor­dum.

“Sana sorular sorulur; sen de insanlara fetva verirsin. Genç olsan bile kadılık teklif edilir” dediler. Bunun üzerine dedim ki:

“Bundan daha faydalı bir ilim yokmuş.” Böyle dedikten sonra fı­kıh eğitimine başladım ve bu ilmi öğrendim.”[56]

Hafız Zehebî, Tezkiretu'l-Huffâz adlı eserinde Sufyanu’s-Sevrî’nin terceme-i halini verirken, onun “(sırf rivayet toplamak amacıy­la) hadis öğrenmek, ahiret hazırlığı değildir. Bilakis kişinin meşgul ol­duğu bir hastalıktır” sözüne yazdığı notta şöyle der:

“Vallahi doğru söylemiş! Çünkü hadis(leri toplayıp) öğrenmek, ha­dis ilmi dışında başka bir faaliyettir. Hadisin muhtevasının ne olduğunu kavrayıp anlamanın ötesinde yapılan ilave faaliyetlere verilen örfî bir isimdir. Bu faaliyetlerin çoğu ilme olan heves ve merakdan dolayı yapılır. Yine bu çalışmaların ekseriyeti, muhaddîsin kendisini kaptırdı­ğı güzel nüshaları elde etme, âlî nüshalara ulaşma, hadis aldığı hoca sayısını artırma, çeşitli unvanlarla anılma arzusu; medhedilme isteği; uzun ömür geçirip çok hadis rivayet etme hırsı; bazı rivayetleri sade­ce kendisinin rivayet edebilmesi çabası gibi pekçok nefsânî İstekler için yapılan işlerdir, yoksa Rızâ-i Bârî'yi kazanmak için gösterilen ça­balar değildir.

Eğer senin de Nebevi hadise olan isteğin bu afetlerle çevriliyse, ne vakit bunlardan kurtulup samimi ve ihlaslı olacaksın? Rivayetlere yö­nelik ilim böyle şeylere maruzsa, bu durumda mantık, cedel ve yaratılışın hikmetleri gibi insanın imanını çekip alan, içinde şüpheler uyan­dıran ve şaşırtan İlim dallan hakkındaki kanaatin nedir? Vallahi bunlar ne sahabenin, ne de tabiînin uğraştığı ilimlerdi. Ne de Evzâî, Mâlik, Ebû Hanîfe, İbn Ebî Zi'b ve Şu'be’nin meşgul olduğu sahalardı.

Hayır vallahi! Ne İbnu'l-Mubarek, ne de “dini kelam yoluyla öğ­renmek isteyen zındıklığa düşer” diyen Ebû Yusuf bunları tahsi! etme­diler. Keza Vekî', İbn Mehdî, İbn Vehb, Şafiî, Affân b. Müslim, Ebû Ubeyd, İbnu'l-Medînî, Ahmed, Ebû Sevr, Muzenî, Buhârî, Esrem, Müslim, Nesâî, İbn Huzeyme, İbn Sureye, İbnu'l-Munzir ve benzerleri de bunları öğrenmediler. Bilakis onların eğildikleri: Kur'ân, hadis, fı­kıh, nahiv ve benzeri ilimler idi. Nitekim, Sufyan'ın kendisinden nak­lettiğine göre, Firyâbî şöyle demiştir: “Niyet doğru olduğu takdirde, hadis öğrenmekten daha faziletli bir amel yoktur” demiştir.” [57]

Zehebî, Ebû Hanîfe, Malik, Evzâî ve Sufyan'ı zikrettiği beşinci ta­bakanın sonunda da şöyle der: “Bu tabakadaki insanların zamanında İslam ve müslümanlar tam bir izzet içinde ve yoğun bir ilim atmosfe­rinde idiler... Bu dönemde Ebû Hanîfe, Malik ve Evzâî gibi fakihler ge­lip geçmiştir.” [58]

 

Değerlendirme:

 

Zehebî'den naklettiğimiz açıklamalarından şu sonuçlar ortaya çık­maktadır:

1- Ebû Hanîfe’nin meşgul olduğu ilimler, Kur'ân, hadis, fıkıh, na­hiv ve benzeri ilimler idi.

2- İmam Ebû Hanîfe hadis öğrenimiyle meşgul oldu. Bu çabasını hicri 100 yılı ve sonrasında yoğunlaştırdı. Ayrıca o denemlerde fakihlerin Kur'ân'dan sonra meşgul olacakları başka bir ilim yoktu. Ebû Hanîfe de bu amaçla hadis tahsili için yolculuklara çıktı.

3- Ebû Hanîfe Hz. Ali, İbn Mes'ûd gibi Kufe'de bulunmuş sahabilerin sözlerini en iyi bilen insandı.

4- Ebû Hanîfe kendi zamanında ilmin direği olan on imamdan bi­riydi. Kur'ân ve sünnet ilminde Malik, Evzâî, Sevrî, Leys, İbn Uyeyne, Ma’mer, Şu'be, Hammâd b. Seleme, Hammâd b. Zeyd'e denkti.

5- Müctehid imamların büyükierinden, önde gelen imamlardan bi­riydi. Fıkıhta zirvedeydi. İnsanlar bu alanda ona muhtaçtırlar.

İşte bunlar, rical tenkidinde tam araştırma yapan, İslam tarihçisi, hafız, müdakkik, münekkid Şemseddin Zehebî’nin İmam-ı Azam Ebû Hanîfe en-Nu’mân hakkındaki görüşleridir. 

 

İbn Teymiyye’nin Ebû Hanîfe'yi Övmesi

 

Zehebî’nin hocası, raviler ve hadislerdeki illetler hususunda uz­man olan üstad, imam, hafız, münekkid, fakih, müfessir, şeyhülislam Takiyyuddin Ebu'l-Abbas Abdulhalîm el-Harrânî (İbn Teymiyye) Minhâcu's-Sunneti'n-Nebeviyye fî Nakdi Kavli'ş-Şîa ve'l-Kaderiyye ad­lı eserinde şöyle demektedir:

“İşte bunlar gece gündüz ilmî araştırma yapan insanlardır. Bunla­rın herhangi bir kimseyle alıp veremedikleri yoktur. İnceledikleri şer'î delillere göre bazan bir sahabinin sözünü tercih ederler, bazan da bir başka sahabinin. Saîd b. el-Museyyeb ile Urve b. Zubeyr, Kasım b. Muhammed, Ali b, Hüseyin, Ebû Bekr b. Abdurrahman, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, Süleyman b. Yesar, Harice b. Zeyd, Salim b. Ab­dullah b. Ömer gibiler ile bunlardan sonra gelen İbn Şihab ez-Zuhrî, Yahya b. Saîd, Ebu'z-Zinâd, Rebîa, Malik b. Enes, İbn Ebî Zi'b, Abdu-lazîz el-Mâcişûn gibi Medineli fakihler böyledir.

Keza Tavus el-Yemânî, Mücahid, Atâ, Saîd b. Cubeyr, Ubeyd b. Umeyr, İbn Abbas'ın azadlısı İkrime ile onlardan sonra gelen Amr b. Dinar, İbn Cureyc, İbn Uyeyne ve diğer Mekkeli alimler de böyledir.

Ayrıca Hasan Basrî, Muhammed b. Şîrîn, Ebu'ş-Şe'sâ Cabir b. Zeyd, Mutarrif b. Abdullah b. Şihhîr; bunlardan sonra gelen Eyyub es-Sehtiyânî, Abdullah b. Avn, Süleyman et-Teymî, Katâde, Saîd b. Ebî Arûbe, Hammâd b. Seİeme ve Hammad b. Zeyd de böyledir.

Yine onların emsali olan Alkame, Esved, Kâdî Şureyh ve benzer­leri; bunlardan sonra gelen İbrahim en-Nehaî, Amir eş-Şa'bî, Hakem b. Uteybe, Mansur b. Mu'temir'den Sufyan es-Sevrî, Ebû Hanîfe, İbn Ebî Leyla; Şerîk'e, bunlardan da Vekî' b. el-Cerrâh, Ebû Yusuf'a, Mu­hammed b. Hasan ve emsallerine kadar olan kimseler böyledir.

Bunlardan sonra gelen Şafiî, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Râhûye, Ebû Ubeyd Kasım b. Sellam, Abdullah b. Zubeyr el-Humeydî, Ebû Sevr, Muhammed b. Nasr el-Mervezî, Muhammed b. Cerîr et-Taberî ve Ebû Bekr b. el-Munzir de böyledir.” [59]

Görüldüğü üzere, İbn Teymiyye, Ebû Hanîfe, Ebû Yusuf ve Mu­hammed b. Hasan'ı gece gündüz iimî araştırma yapan, herhangi bir kimseyle alıp veremedikleri olmayan, inceledikleri şer'î delillere göre bazan bir sahabinin, bazan da başka bir sahabinin sözünü tercih eden kimseler arasında zikretmekte ve akranlarının isimlerini bir bir say­maktadır.

İbn Teymiyye aynı kitabının başka bir yerinde, Ebû Hanîfe ve öğ­rencilerinin ümmet içindeki doğru sözlü bilginlerden olduklarını açık­lamaktadır. [60]

Minhâcu's-Sunne'in başka bir yerinde de şöyle söylemektedir:

“Ümmetin tarihine bakarsak, bunlardan sonra da herkesin zeka­larını ve doğruluklarını takdir edip tasdik ettiği kimseler gelip geçmiş­tir. Saîd b. Museyyeb, Hasan Basrî, Atâ b. Ebî Rabâh, İbrahim en-Nehaî, Alkame, Esved, Abîde es-Selmânî, Tavus, Mücahid, Saîd b. Cu­beyr, Ebu'ş-Şe'sâ Cabir b. Zeyd, Ali b. Zeyd, Ali b. Hüseyin, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, Urve b. Zubeyr, Kasım b. Muhammed b. Ebû Bekr, Ebû Bekr b. Abdurrahman b. Haris b. Hişâm, Mutarrif b. Şih­hîr, Muhammed b. Vâsi', Habîb el-Acemî, Malik b. Dînar, Mekhûl, Hakem b. Uteybe, Yezîd b. Ebî Habîb ve sayılarını sadece Allah'ın bi­lebileceği diğerleri.

Bunlardan sonra Eyyub es-Sehtiyânî, Abdullah b. Avn, Yunus b. Ubeyd, Cafer b. Muhammed, Zuhri, Amr b. Dînâr, Yahya b. Saîd el-Ensârî, Rebîa b. Ebî Abdurrahman, Ebu'z-Zinâd, Yahya b. Ebî Kesir, Katâde, Mansur b. Mu'temir, A’meş, Hammad b. Ebî Süleyman, Hişam ed-Destuvâî, Saîd b. Ebî Arûbe gibiler.

Bunlardan sonra da Malik b. Enes, Hammad b. Zeyd, Hammâd b. Seleme, Leys-b. Sa'd, Evzâî, Ebû Hanîfe, İbn Ebî Leylâ, Şerik, İbn Ebî Zi'b, Îbnu'l-Mâcişûn gibiler.

Bunlardan sonra da Yahya b. Saîd el-Kattân, Abdurrahman b. Mehdî, Vekî' b. el-Cerrâh, Abdurrahman b. Kasım, Eşheb b. Abdulazîz, Ebû Yusuf, Muhammed b. Hasan, Şafiî, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Râhûye, Ebû Ubeyd, Ebû Sevr gibi, makam ve mal uğruna fazilet­li olmayanı öne almak gibi bir amaçları olmayan, gerek ilmî tedkik açı­sından ve gerekse ilmin inceliklerini ortaya çıkarma açısından insan­ların en önde gelenlerinden olan ve sayılarını sadece Allah'ın bilebile­ceği kimseler. “ [61]

İbn Teymiyye Minhâcu's-Sunne adlı eserinin başka bir yerinde şöyle söyler:

“...Hadis, tefsir, tasavvuf, fıkıh imamları aynen dört mezhep imamları ve onlara tabi olanlar gibidirler.” [62]

İbn Teymiyye Minhâcu's-Sunne nin başka bir yerinde de şunu der:

“...Malik, Sevrî, Evzâî, Leys b. Sa'd, Şafiî, Ahmed, İshak, Ebû Hanîfe, Ebû Yusuf gibi dinde imamlıkla tanınan İslam alimleri...” [63]

Yine bir yerde de şöyle söyler:

“...İşte bu, Malik b. Enes, Sevrî, Leys b. Sa'd, Evzâî, Ebû Hanîfe, Şafiî, Ahmed b. Hanbel, İshak, Davud, Muhammed b. Huzeyme, Mu­hammed b. Nasr el-Mervezî, Ebû Bekr b. Munzir, Muhammed b. Cerîr et-Taberî gibi kendilerine tabi olunan imamların ve öğrencilerinin görüşüdür.” [64]

 

Değerlendirme:

 

Bu büyük alimlerin, değerli ilim önderlerinin terceme-i hallerini ri­cal ve tarih kitaplarında okuyanlar, onların kadr-u kıymetlerini ve din­de imam olduklarını ikrar edeceklerdir. Nitekim Hafız İbn Teymiyye de İmam ve iki öğrencisini büyük insanlar içinde saymıştır. Bazan on­ları “tabi olunan imamlar” olarak tanımlarken, bazan “dinde imamlık­la tanınan İslam alimleri” olarak tavsif etmekte, bazan “hadis, tefsir, tasavvuf, fıkıh üstadların” olarak belirtmekte, yerine göre “ilmi tedkik ve ilmin inceliklerini ortaya çıkarma açısından insanların en önde gelenleri” derken, bazan da “herkesin zekalarını ve doğruluklarını takdir edip tasdik ettiği kimseler” diye nitelemekte, bir yerde de “gece gün­düz ilmî araştırma yapan insanlar” diye tanımlamaktadır.

Bu mümtaz sıfatları taşıyan kimselerin hadiste imam, rivayetlerde sika oluşları; son derece sağlam tedkik sahibi kimseler oldukları; zapt­ları, hafızalarının ve kabiliyetlerinin üstün olduğu; Kur'ân ve sünnet ilimlerinde otorite oluşları hususunda artık bir inceleme yapma, sorup araştırma. Çünkü bunlar köprüyü çoktan geçmiş, ilimde en zirveye çıkmış insanlardır. Rical ve tabakat kitapları onların faziletleri ve menkıbeleriyle doludur. Onlar üstün başarıları ve zirveye ulaşmalarıyla meşhur olmuşlardır. Allah, diğerleri gibi onlara da doğru bir lisan na­sip etmiş, fetvalar onların sözlerine göre şekillenmiş, ümmet onlara tabi olmuştur. Bu nedenle, onlara çirkin iftira atanların ya da ilim ve rivayet alanında eksik olduklarını söyleyenlerin hezeyanları kabul edi­lemez. Allah, doğruyu söyleyendir. O aynı zamanda doğru yola sevkedendir. [65]

 

Ebû Hanîfe’nin Adaletiyle Meşhur İmamlardan Biri Olduğu

 

Adaletiyle [66] tanınıp meşhur olan imamlar hakkında üstad, önder, müctehid, Şeyhülislam Ebû İshak eş-Şîrâzî eş-Şâfiî, ei-Luma' fî Usûli'l-Fıkh adlı eserinde “bâbu'l-kavli fi'1-cerh ve't-ta'dîl” bölümünde şöyle demektedir:

“Ezcümle, ravi şu durumlardan birinde bulunur:

(a) Ya adaleti bili­nir,

(b) Ya fasıklığı bilinir,

(c) Ya da durumu tesbit edilemez. (Mechûlu'l-hâl). Eğer ravi, adaleti bilinen sahabî [67], tabiînin en faziletlileri olan Hasan, Ata, Şa'bî, Nehaî gibilerden veya Sufyan, Ebû Hanîfe, Şafiî, Ahmed, İshak ve onlar gibi olan büyük imamlardan biriyse, naklettiği haberin kabul ediimesi gerekir. Böyle bir kimsenin adaletinin araştırıl­ması icap etmez. [68]

İmam, hafız, müftü, Şeyhülislam Takıyyuddin Ebû Amr Osman b. Selahaddin Abdurrahman eş-Şehrezûri eş-Şâfiî (İbnu's-Salâh) meşhur eseri Ulûmu'l-Hadîs'de şöyle demektedir:

“Nakil bilginleri nezdirıde meşhur olan, sika ve güvenilir oluşları nedeniyle medh-u sena edilen kimsenin adaletini ortaya koyacak bir delil aranmaz, Şafiî mezhebinde doğru olan budur; usul-ü fıkıh ilmin­de de bu şekilde kabul edilmiştir.

Hadisçilerden konuyu bu şekilde zikredenlerden biri de Hafız Ebû Bekr el-Hatîb'dir. O, buna örnek olarak Malik, Şu'be, Sufyan es-Sevrî, Sufyan b. Uyeyne, Evzâî, Leys, İbnu'l-Mubârek, Vekf, Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Maîn, Ali b. el-Medînî ile adalet ve doğrulukta bun­lar gibi tanınanları örnek vermiştir. Böylesi kimselerin adaletlerinden sual edilmez. Durumu araştırıcılara kapalı olan kimselerin adaleti so­rulup araştırılır. [69]

İmam, allâme, usul alimi, münekkid, muhaddis, Hanefilerin müdakkik araştırıcısı Kemâl b. Humam Tahrîru'l-Usûl adlı eserinde şöy­le demektedir:

Malum olduğu üzere, bir insanın meşhur olması onun adaletini ve zabtını gösterir. Malik, Sufyan es-Sevrî, Sufyan b. Uyeyne, Evzâî, Leys, İbnu'l-Mubârek ve diğerleri gibi. Hiç şüphe yok ki, haklarında oluşan müspet kanaat, onları tezkiye etmenin sağladığının çok üstün­de bir durum arz eder. Bundan dolayıdır ki, Ahmed b. Hanbel kendi­sine İshak'ın durumunun sorulmasını yadırgamış, İbn Maîn de Ebû Ubeyd'in nasıl olduğu sorusuna “bilakis insanlar ondan sorulur” kar­şılığını vermiştir. [70]

Üstad, imam, büyük alim, allame, ilim deryası, alimlerin önderi Abdulalî b. Nizameddin el-Ensârî es-Sihâlevî el-Leknevî de şöyle de­miştir:

“Adaleti tanıtan ölçütler meselesi: Adalet, bir takım kıstaslarla bilinir. Bunlardan biri de şöhret ve hakkındaki olumlu bilgilerin teva­tür derecesine ulaşmasıdır. İmam Maİik, Evzâî, Abdullah b. Mübarek ve diğerleri ile imam, büyük üstad Ebû Hanîfe ve iki öğrencisi yanın­da diğer (meşhur) talebeleri, İmam Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve öteki büyük imamlar böyledir. Bunların şöhretleri, ilim zaviyesinden adil olduklarını söylemenin çok üstünde bir durum arz eder. Şöhretleri tez­kiye edilmelerinin üstünde bir durum arz ettiğinden dolayıdır ki, Ah­med b. Hanbel, İshak b. Râhûye hakkında 'adil midir değil midir' di­ye soran kimsenin sorusunu yadırgamıştır. Aynı şekilde Yahya b. Ma­în de Ebû Ubeyd'in durumunu soran kişiye, sen onun durumunu so­ruyorsun, “bilakis insanlar ondan sorulur” demiştir. Yani senin duru­munu sorduğun kişi adaletiyle meşhur biridir, birilerini tezkiye etmek için ona müracaat edilir, sense kalkmış onun durumunu soruyorsun.” [71]

İmam, allâme, büyük hafız, Mısır böjgesinin hafızı ve fakihi Ebû Cafer Ahmed b. Muhammed et-Tahâvî el-Hanefî Beyânu İ'tikâdi Ehli's-Sunne ve'l-Cemâa alâ Mezhebi Fukahâi'l-Mille: Ebî Hanîfe en-Nu’mân b. Sabit el-Kûfi ve Ebî Yusuf Ya'kûb b. İbrahim el-Ensârî ve Ebî Abdi ilah Muhammed b. el-Hasan eş-Şeybânî adlı eserinde şöyle demektedir:

“Geçmiş selef bilginleri ile haber, rivayet, fıkıh ve istidlal uzmanı olan tabiîn alimleri ancak güzellikle yâd edilirler. Onlardan kötü bir şe­kilde bahseden kişi yanlış yol üzerindedir.”

İşte Zehebî’nin İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe'yi, Büyük İmam Şa­fiî'yi, İmam Buhârî'yi el-Muğnî ani'd-Duafa'da ve Mfzân'ında zikretmemesinin nedeni budur. Mîzânu'l-İ'tidâl’inin mukaddimesinde bu durumu şöyle açıklamaktadır:

“Ebû Hanîfe, Şafiî ve Buhârî gibi kendilerine tabi olunan imam­lardan hiçbir kimseyi bu kitabımda zikretmeyeceğim. Çünkü onlar İs­lam'da çok yüce bir yere sahiptirler ve insanların gönüllerinde taht kurmuşlardır.” [72]

 

Ebû Hanîfe’nin Mezhebine Tabi Olanların Çokluğu, Mezhebinin Dünyanın Dört Bir Tarafına Yayılıp Meşhur Oluşu

 

İmam Ebû Hanîfe'yi diğer imamlardan ayırt eden bir özellik de, mezhebine mensup olanların sayısının fazlalığı ve mezhebinin dünya­nın dört bir tarafına yayılıp meşhur olmasıdır. Yeryüzü müslümanlarının yarısı, hatta üçte ikisi onun mezhebine bağlıdır. Ayrıca onun mez­hebi ilk tedvin edilen mezheptir.

Hafız Zehebî Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ'da şöyle demektedir:

“Evzâî’nin mezhebi bir müddet meşhur otup yayıldı ancak daha sonra mensupları kaybolup gitti. Sufyan ve isimlerini verdiğimiz diğer­lerinin mezhepleri de aynı akibete uğradılar. Bugüne kadar sadece dört mezhep varlığını sürdürdü. Müctehid olmaları bir tarafa, kaybo­lan mezhepleri hakkıyla öğrenerek ayakta tutan insan sayısı azdı. Ebû Sevr'in mezhebinin de 300 yılından sonra mensubu kalmadı. Da­vud'un mezhebinin de az mensubu kaldı. İbn Cerîr'in mezhebi ise 400 yılından sonraya dek kaldı... Davud'un mezhebinde de bir sapma yok­tur; içinde güzel değerlendirmeler vardır, naslara tabiiyet söz konusu­dur. Bazı alimler ondan farklı düşünmezler. Ancak, bir kısım meselelerdeki yaklaşımları mezhebinin itibarını düşürmüştür.” [73]

Zehebî, Tezkiretu'l-Huffâz'da da şöyle demektedir: “Şamlılar, ar­dından da Endülüslüler bir müddet Evzâî’nin mezhebine tabi oldular. Sonra bu mezhebi bilenler kalmadı. Ondan geriye, ihtilaflı konuiarı iş­leyen kitaplarda bulunan bilgiler kaldı.” [74]

Efendim İmam Rabbani Abdulvehhab Şa'rânî Mîzân kitabında şöyle demektedir:

“Ebû Hanîfe’nin mezhebi ilk tedvin edilen mezhepdir. Bazı keşif ehli insanların belirttiği gibi, en son kaybolacak mezhep te odur. Al­lah Ebû Hanîfe'yi dini ve kulları için imam olarak seçmiştir. Her asır­da mensupları artarak devam etmektedir ve bu durum kıyamete kadar sürecektir. Eğer bu mezhep mensuplarından birisi hapsedilip kırbaçlansa, bu mezhebi bırakacaksın dense, yine de bu yoldan ayrılmaz. AlIah o imamdan, tabiilerinden, ona ve diğer imamlara saygıda kusur et­meyenlerden razı olsun.” [75]

Şa'rânî Mizdân'da şunu da demektedir:

“Allah Teâlâ (mana aleminde) dinin kaynağını gözleme imkanı bahşedince, bütün mezheplerin ona bağlı olduğunu gördüm. (Bu kay­naktan beslenen) dört imamın mezheplerinin su arklarının hepsinin de aktığını müşahede ettim. Bu arada kaybolup gitmiş, hiç mensubu kalmamış mezhepleri de gördüm. Arkları taşlaşmıştı. İmamlar içinde arkı en uzun olanın Ebû Hanîfe olduğunu müşahede ettim. Bunu sıra­sıyla İmam Maiik'inki, İmam Şâfiî’ninki, İmam Ahmed b. Hanbel'inki takip etmekteydi. Arkı en kısa olanları ise İmam Davud'un mezhebi idi. Bu mezhep beşinci hicri asırda kaybolup gitmiştir. Arkların uzun­luğuyla kısalığını, imamların mezhepleriyle amel edilmesi sürelerine yordum. Keşif ehli, İmam Ebû Hanîfe’nin mezhebi ilk tedvin edilen mezhep olduğu gibi son kaybolacak mezhep olduğunu söylemiştir.” [76]

 

Ebû Hanîfe’nin Güvenilir, Hüccet, Kendi Döneminde Hadisi En İyi Bilenlerden Biri Olduğu

 

Şemsuleimme İmam Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed b. Ebî Sehl es-Serahsî Usûlu’ı-Fıkh’ında şöyle demektedir:

“İmam Ebû Hanîfe kendi döneminde hadisi en iyi bilen insandı. Ravinin hadisi hakkıyla zabtetmiş olma şartını aradığından dolayı nak­lettiği hadisler az olmuştur.” [77]

İmam Alaaddin Ebû Bekr Mes'ûd el-Kâsânî de, Bedâiu's-Sanâi' fî Tertibi'ş-Şerâi' adlı eserinde şöyle demektedir:

“Ebû Hanîfe hadis sarraflarından idi. Onun takip ettiği metod şu idi: Haberleri vahid de olsalar kıyasa tercih ederdi. Aradığı şart ravi­nin adil olması, bu yönünün aşikâre bilinmesiydi.” [78]

Kâsânî mezkur kitabının bir başka yerinde, “Ebû Hanîfe bir hadi­se sahihtir dediği zaman, hiçkimse o hadisi eleştirecek bir nokta bula­maz” [79] demektedir.

 

İmam Ebû Hanîfe’nin Hadis Hafızları İçinde Sayılması

 

Hadis hafızlarının tabakalarına dair eserler yazan mütehassıs, seç­kin hadis hafızları Ebû Hanîfe'yi hafızlar içinde zikretmekte mutabık­tırlar. İşte İmam Zehebî. Tezkiretu'l-Huff'âz'ında onu zikretmekte ve medh-u senada bulunmaktadır. Kitabının giriş kısmında ise şöyle de­mektedir: “Bu eserde anılacak olanlar, Nebevi ilmi yüklenmiş, adil ka­bul edilen, ravilerin güvenilir veya zayıf kabul edilmesinde keza riva­yetlerin sahih veya zayıf kabul edilmesinde değerlendirmelerine müra­caat edilen kimselerdir.”[80] Zehebî’nin zikri geçen Tezkiretu'l-Huffâzı matbu olup, pekçok defa basılmıştır.

İmam, muhaddis, hafız, pekçok ilimde derinleşmiş Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Abdulhâdî el-Makdisî el-Hanbelî de, el-Muhtasar fî Tabakâti Ulemâi'l-Hadîs adlı eserinde Zehebî'ye tabi ol­muş ve Ebû Hanîfe'yi zikretmiştir. Terceme-i halini vermiş ve hayırla yad etmiştir. Kitap şimdiye dek basılmamıştır.[81] Ben konuyla ilgili de­ğerlendirmenin bütününü buraya almak istiyorum:

 

Makdisi’nin Değerlendirmesi:

 

Ebû Hanîfe, Nu’man b. Sabit b. Zûtâ et-Teymî mevlâhum el-Kûfî. İmam, Irak'ın fakihi. 80 yılında doğdu. Kufe'ye geldiğinde Enes b. Malik'i birçok defa görmüştür. Bunu İbn Sa'd, Seyf b. Câbir'den nakletmiştir. Seyfde bunu bizzat Ebû Hanîfe'den duyduğunu söylemiştir.

Ebû Hanîfe, Atâ, Nâfi', Abdurrahman b. Hürmüz el-A'rec, Adiy b. Sabit, Seleme b. Kuheyl, Ebû Cafer Muhammed b. Ali, Katâde, Amr b. Dînâr, Ebû İshak ve başkalarından hadis rivayet etmiştir.

Zufer b. Huzeyl, Davud et-Tâî, Ebû Yusuf, Muhammed, Esed b. Amr, Hasan b. Ziyad el-Lu'luî, Nuh el-Câmi', Ebû Mutf el-Belhî ve başkaları fıkıh eğitimini ondan almışlardır. Kendisi de Hammad b. Ebî Süleyman ve başkalarından fıkıh eğitimini almıştır.

Kendisinden hadis rivayet edenlere gelince: Vekf, Yezid b. Ha­run, Sa'd b. Salt, Ebû Âsim, Abdurrezzak, Ubeydullah b. Musa, Ebû Nuaym, Ebû Abdirrahman el-Mukrî ve diğerleri.

Ebû Hanîfe dinde imam idi. Verâ sahibi, alim, ibadet ehli, çok de­ğerli bir insandı. Sultanın hediyelerini kabul etmezdi. Bunun yerine ti­caretle meşgul olur ve kendi kazancını kendisi temin ederdi.

Dırar b. Surad anlatıyor: Yezid b. Harun

“Hangisi daha fakihtir. Sevrî mi, Ebû Hanîfe mi?” sorusuna şu cevabı vermiştir:

“Ebû Hanî­fe daha fakihtir. Sufyan ise hadisi daha iyi bilirdi.”

İbnu'l-Mubarek de şöyle demiştir: “Ebû Hanîfe insanların en faki­hi idi.” Şafiî de “insanlar fıkıhta Ebû Hanîfe'ye muhtaçtırlar” demiştir. Yezîd de “Ebû Hanîfe'den daha verâ sahibi ve daha akıllı birini gör­medim” derken, Ebû Davud da “Allah Ebû Hanîfe'ye rahmet etsin. O dinde imam idi” demiştir.

Bişr b. Velid, Ebû Yusuf dan naklediyor: Ebû Hanîfe ile birlikte yü­rürken bir adam diğerine

“İşte geceleri hiç uyumayan, ibadetle geçi­ren Ebû Hanîfe geçiyor” dedi. Bunun üzerine Ebû Hanife

“Yapmadığım şeyler söylenmiyor” dedi. Ebû Hanîfe gecelerini namaz, dua, ni­yaz ile geçirirdi. Menakıb ve faziletleri pekçoktur. Vefatı hicrî 150 yılı Recep ayı idi. Allah rahmet etsin. [82]

Makdisî kitabının başında da şöyle demiştir: “Bu muhtasar bir ça­lışma olup, sahabeden, tabiînden, tebeuttâbiînden hadis ilmiyle iştigal eden kişinin mutlaka tanıması gereken bazı hafızları kapsamaktadır.”

Kitap muhtasar bir çalışma olmasına rağmen Ebû Hanîfe'yi zik­retmiştir. Bu da Ebû Hanîfe’nin, terceme-i hali bilinmesi gereken sa­yılı hafızlardan biri olduğunu göstermektedir.

 

İbn Nâsır'ın Değerlendirmesi:

 

Buraya kadar zikri geçenlerden sonra imam, allame, hafız, Şam bölgesinin, tarihçisi ve hadisçisi, İbn Nasır diye meşhur olan Şemseddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû Bekr eş-Şâfiî, Bedîatu'l-Beyân an Mevti'l-A'yân adlı manzum eseri ile bunun şerhi olan et-Tibyân li Bedîati'l-Beyânında Ebû Hanîfe'yi hafızlar arasında zikretmiştir. Birarada basılan eser nazım ve nesir haiinde hafızların tabakalarını ver­mektedir. Bunun bir nüshasını 1387/1967 yılındaki hac yolculuğum sırasında Medine'deki Şeyhülislam Arif Hikmet Kütüphanesi'nde gör­düm. Kitap, tarih kitapları arasında 48 numarada bulunmaktadır. On­da şu bilgiler yer almaktaydı:

Bu ikisinin ardındaki kişi: Cureyc ed-Dânî’nin genci, Ebû Hanîfe en-Nu’mân gibi.

Yani Haccâc ile Zubeydî’nin vefatından bir yıl sonra [83] İbn Cureyc ile İmam Ebû Hanîfe vefat etti.

Birinci kişi, Ebu'l-Velîd Abdulmelik b. Abdulazîz b. Cureyc'dir. Ebû Halid el-Umevî mevlâhum el-Mekkî olduğu da söylenmiştir.

İkinci kişi de, Numan b. Sabit b. Zûtâ et-Teymî mevlâhum el-Kûfî'dir. Farslı olduğu söylenmiştir. (Torunu) İsmail b. Hammad b. Ebî Hanîfe'den nakledildiğine göre şöyle demiştir: “Ben İsmail b. Ham­mad b. Numan b. Sabit b. Numan b. Merzubân. Hür Farslılardan. Val­lahi biz hiçbir zaman köle olmadık.”

Seyf b. Cabir'in bizzat Ebû Hanîfe'den işittiğine göre İmam, Kufe'ye geldiğinde Enes b. Mâlik'i pek çok kez görmüştür. Ebû Hanîfe, Atâ, Nâfi', Amr b. Dînâr, A'rec, Katâde ve diğer pekçok seçkin kim­seden hadis dinlemiştir.

Büyük kentlerdeki imamlarından biriydi. Irak'ın fakihiydi. İbadet ehli olan çok değerli bir insandı. Ticaretle meşgul olur, sultanın hedi­yelerini kabul etmezdi.

Ebû Hanîfe bir. rekatta Kur'ân'ı hatmeden bir insandı. 40 yıl yat­sının abdestiyle sabah namazını kılmıştır. Faziletleri pekçoktur ve meş­hurdur. Şafiî onun hakkında şöyle demiştir: “İnsanlar fıkıhta Ebû Hanîfe'ye muhtaçtırlar” [84]

 

İbnu'l-Mibred'in Değerlendirmesi:

 

İbnu'l-Mibred diye meşhur olan imam, muhaddis, Cemaleddin Yusuf b. Hasan b. Ahmed b. Abdulhadi es-Sâlihî ei-Hanbelî de Taba­kâtu'l-Huffâz adlı eserinde Ebû Hanîfe'yi zikretmiştir. Üstad, allame, muhaddis Abdullatif b. el-Mahdûm Muhammed Hâşim es-Sindî de bu­nu ondan Zebbu Zubâbâti'd-Dirâsât ani'l-Mezâhibi'l-Erbaati'l-Mutenâsibât adlı eserinde aktarmıştır. [85]

 

Suyûtî’nin Değerlendirmesi:

 

Yukarıdakilerden sonra hafızların sonuncusu İmam Celaleddin Suyûtî Tabakâtu'l-Huffâz adlı eserinde Ebû Hanîfe'yi zikretmiştir. Hafız Suyûtî’nin Ebû Hanîfe’nin terceme-i halinde söylediklerini et-Ta'likât ala Zebbi Zubâbâti'd-Dirâsât ani'l-Mezâhibi'l-Erbaati'l-Mutenâsibât adlı eserimde zikrettim. Oraya bakabilirsiniz. Ayrıca Suyûtî’nin Tabakâtu'l-Huffâzı Avrupa ve Beyrut'ta basılmıştır. Suyûtî kitabının başında şöyle demiştir [86]:

“İmdi; hadis hafızlarına yönelik Tabakâtu'l-Huffâz adlı bu kitap, Nebevî ilmi taşıyan, adil kabul edilmiş, ravilerin güvenilir veya zayıf ka­bul edilmesinde keza hadislerin zayıf veya sahih sayılmasında değerlendirmelerine müracaat edilen kişilere yönelik bir çalışmadır. Bu eser Hafız Ebû Abdillah ez-Zehebî’nin Tabakat’ından özetledim. Ondan sonra yaşamış kimseleri de çalışmaya ekledim.”

 

Bedahşî’nin değerlendirmesi:

 

Suyûtî'den sonra hadis ve rical ilminin mütehassıslarından- olan üstad, allame, muhaddis Muhammed b. Rüstem b. Kubâd el-Hârisî el-Bedahşî, Terâcimu'l-Huffâz adlı eserinde Ebû Hanîfe'yi zikretmiştir. Bu çalışma, hafızların terceme-i hallerine yönelik kalın bir cilttir. Kita­bını imam, hafız Sem'ânî’nin Kitâbu'l-Ensâb’ından derleyerek hazırlamıştır. Bazı terceme-i hallerde özetlemeye gitmiş, çoğunda da son derece faydalı ilavelerde bulunmuştur. Çalışmasını Hindistan'ın baş­kenti Delhi'de 1146/1733 yılı Rebîulevvel'in 9'u Perşembe günü bi­tirmiştir. Kitabında şöyle demektedir:

“İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe Numan b. Sabit el-Kûfî. Kendisine ta­bi olunan dört imamdan biridir. Sem'ânî onu Hazzâz (İpek tüccarı) madde başlığı altında zikretmiştir. Bazı Irak'lı din bilginleri bu meslek­le şöhret olmuşlardır. Kufelilerden bu sıfatla Ebû Hanîfe Numan b. Sa­bit el-Kûfî meşhur olmuştur. İlimde derinleşmesine, ince manalara ve kapalı hususlara vâkıf olmasına rağmen ipek satıyor, helal kazanç için maîşetini bundan temin ediyordu. Bu işi ilk başlarda yaptığı da söylen­miştir. Kazanmış olduğu şöhret, ondan uzunca bahsetmeye gerek braktırmamaktadır. Hicrî 70 yılında doğmuş, 150 yılında vefat etmiş­tir. Sem'ânî Hazzâz başlığı altında bunları söylemiştir.

Sem'ânî daha sonra Râî (Reyle ictihad eden) maddesinde Ebû Hanîfe'yi tekrar zikretmiştir. Râî kelimesinin ne anlama geldiği Rebîa b. Ebî Abdurrahman’ın terceme-i halinde geçmişti [87]Sem'ânî burada şunları söyler:

Ebû Hanîfe Numan b. Sabit b. Numan b. Merzubân et-Teymî el-Kûfî. Rey üstadı. Rey ekolünün İmamı. Iraklıların imamı. Sahabeden Enes b. Mâlik'i görmüştür.

Atâ b. Ebî Rabâh, Ebû İshak es-Sebîî, Muhârib b. Disâr, Hammad b. Ebî Süleyman, Heysem b. Habîb, Kays b. Müslim, Muhammed b. Munkedir, İbn Ömer'in azadlısı Nâfi', Hişam b. Urve ve Sımak b. Harb'dan hadis dinlemiştir.

Kendisinden de Huşeym b. Beşîr, Abbâd b. Avvâm, Abdullah b. Mübarek, Vekî' b. Cerrah, Yezid b. Harun, Kâdî Ebû Yusuf, Muham­med b. Hasan eş-Şeybânî, Amr b. Muhammed el-Ankazî, Hevze b. Halife, Ebû Abdurrahman el-Mukrî, Abdurrezzak b. Hemmam ve baş­ka kimseler rivayet etmişlerdir.

Ebû Hanîfe Kufe'li olup Teym kabilesindendir. Hamza b. Habib ez-Zeyyât'ın obasındandır. Kufe'de doğmuştur. Halife Ebû Cafer el-Mansur onu Bağdad'a  göç ettirmiştir. O da vefat edene kadar burada kalmıştır. Babası Sabit b. Numan b. Merzubân'ın hür Farslılardan olduğu söylenmiştir. Babası Sabit küçükken Hz. Ali’nin yanına varmıştır. Hz. Alide hem onun hem de nesli için hayır dualar etmiştir. Ayrıca Nevruz günü Hz. Ali'ye pelte tatlısı hediye eden kişinin dedesi Numan b. Merzubân olduğu, Hz. Ali’nin de “bizim hergünümüz Nev­ruzdur” dediği nakledilmiştir. Bir rivayette de bu olay Mihricân günü [88] gerçekleşmiş, Hz. Ali de “bizim hergünümüz Mihricândır” demiştir.

Birgün İbn Hubeyra, kadılığı teklif etti. Ancak o buna yanaşmadı. O da her gün 10 tane vurulmak üzere 110 kırbaç cezası verdi. İmam ise cezaya sabretti ve kabule yanaşmadı. İbn Hubeyra, sonucu görün­ce onu serbest bıraktı.

O sürekli ilim tahsiliyle meşgul olmuş, sonunda hiç kimsenin ula­şamadığı bir noktaya erişmiştir. Birgün Halife Mansûr'un yanına gir­miş. Yanında da İsa b. Musa varmış. İsa onun için “bu zat, bugün yer­yüzünün en büyük alimidir” demiş.

Ebû Hanîfe birgün rüyasında kendisini Hz. Peygamber'in kabrini kazıp açarken görmüş. Rüya Muhammed b. Sîrîn'e aktarılınca şöyle demiş:

“Bu rüyayı gören kişi, kendisinden önce hiç kimseye nasip ol­mamış bir şekilde ilim yayacaktır.”

Mis'ar b. Kidâm da şöyle derdi: “Kufe'de iki kişiye gıpta ediyo­rum: Fıkhından dolayı Ebû Hanîfe'ye. Zühdünden dolayı Hasan b. Sa­lih'e.” Mis'ar şunu da diyordu: “Kim kendisiyle Allah arasında Ebû Hanîfe’nin hükümlerini koyup uygularsa, o kimsenin akibetinden korkmaması gerektiğini düşünüyorum. Böyle düşünüp yapan insanın kendisi için ihtiyat payını bırakarak ölçüyü kaçırmış olduğunu sanmı­yorum.”

Fudayl b. Iyâd anlatıyor: Ebû Hanîfe fıkhıyla maruf, takvasıyla meşhur, çok servet sahibi, etrafındaki herkese ihsanda bulunmakla ta­nınmış bir insandı. Gece gündüz ilim öğretmeye çabalayan, dini ya­şantısı güzel, çok susan, ancak haram helale yönelik bir sorun getiril­diğinde konuşan bir insandı. Doğruyu çok güzel bir şekilde ortaya ko­yardı. Sultanın hediyelerinden ve malından kaçınırdı. Kendisine soru­lan meselede sahih hadis varsa ona tabi olurdu. Sahabe ve tabiînden bir şey bulursa onu da alırdı. Bunları bulamazsa çok güzel bir şekilde kıyasda bulunurdu.

Hicrî 80 yılında doğdu, 150 yılının Recep ayında vefat etti. Bağdad'da Bâbu't-Tâk'da Hayzurân Kabristanı'na defnedildi. İzdiham ne­deniyle cenaze namazı tam altı kez kılındı. En son namazını kılan kişi de oğlu Hammad idi. Cenazesini Hasan b. Umare bir kişiyle birlikte yıkadı. Ben de kabrini birkaç kez ziyaret ettim. [89]

Zehebî keza İbn Nâsıruddin Tabakâtu'l-Huffaz kitaplarında Ebû Hanîfe'yi zikretmişlerdir.” [90]

Ben Bedahşî’nin kitabının bir yazma nüshasını Hindistan Leknev'de Alimler Cemiyeti’nin merkezi Dâru'l-Ulûm'daki kütüphanede gördüm.

 

Sâlihî’nin Değerlendirmesi;

 

es-Sîretu'ş-Şâmiyye müellifi üstad, allame, güvenilir insan, bilge şahsiyet, hafız, tabi olunan zat, Şeyhülislam Şemseddin Muhammed b. Yusuf es-Sâlihî ed-Dimeşkî eş-Şâfiî, Ukûdu'l-Cumân fî Menâk'ıbi’l-İmami'l-A'zam Ebî Hanîfe en-Nu’man adlı eserinde 23. bölümü “Ebû Hanîfe’nin hadislerinin çokluğu, muhaddis hafızların önde ge­lenlerinden biri olduğu” husuna ayırmıştır. Burada şöyle demektedir:

“Şunu bil ki, İmam Ebû Hanîfe hadis hafızlarının büyüklerindendir. Hafız Münekkid Ebû Abdullah ez-Zehebî, eî-Mumti' ve Tabakâtu'l-Huffâzi'l-Muhaddisin kitaplarında onu zikretmiş ve çok da isa­betli bir iş yapmıştır. Eğer hadislere fazla eğilip itina göstermemiş ol­saydı fıkhî meselelerde kolay İstinbat edemezdi. Şüphesiz o, delillerden istinbat eden ilk insandır.” [91]

 

Aclûnî’nin Değerlendirmesi:

 

Allame, muhaddis İsmail b. Muhammed Cerrah eş-Şâfiî el-Aclİûnî Îkdu'l-Cevheri's-Semîn fî Erbaine Hadisen min Ehâdîsi Seyyidi'l-Murselîn adlı risalesinde -er-Risâletu'l-Aclûniyye diye meşhur olan bu sebet'inde [92] şöyle demektedir: “İlaveten İmam Ebû Hanîfe en-Nu’mân'ın Musned’inde bulunanları da ekledim. Bunu da onun bu işin (hadisin) alimlerinden olduğunu göstermek için yaptım.”

Aclûnî daha sonra “İmam Ebû Hanîfe en-Nu’mân” ifadesinin ya­nma haşiyede şunu yazmıştır: “İmamların imamı, ümmetin kılavuzu Ebû Hanîfe Numan b. Sabit el-Kûfî. Hicrî 80 yılında doğdu. 150 yı­lında hakkın rahmetine kavuştu.

Tabiînden sayılan Ebû Hanîfe tartışmasız müctehidlerin imamıdır. Herkesin ittifakıyla, ictihad kapısını ilk açan odur. Onun fıkıh ve furû' meselelerdeki durumunu tedkik eden insan, ilminin genişliği, büyük birikimi, Kitap ve sünneti en iyi bilen kişi olduğu hususunda şüpheye kapılmaz. Çünkü din, Kitap ve sünnetten alınır. Bu nedenle, hadiste yeterli olmayan insanların, dini sahih kaynaklardan, hükümleri dinin tebliğcisi zattan (s.a.v) öğrenmek için, ciddi ve gayretli bir şekilde ha­dis tahsiliyle ve öğrenimiyle meşgul olmaları gerekir.

Ebû Hanîfe'den nakilde bulunan usûl ve hadis alimleri, onun sa­hih hadisi muteber kıyasa takdim ettiğinde icma etmişlerdir. Evet, o diğer imamlar gibi çok hadis rivayet eden biri değildi ancak imam ol­manın, müctehid olmanın şartları arasında çok hadis rivayet etmek yoktur. Ayrıca ictihad etmek, sünnetleri bilmek ve onlar hakkında ma­lumat sahibi olmakla olur, yoksa onları başkalarına aktararak değil.

Örneğin, sahabenin imamı, onların en fakihi ve hadisleri en çok bileni olan Ebû Bekr es-Sıddîk. Bir müslüman onun çok hadis rivayet etmediği hususunda şüphe etmez. Çünkü sayılı hadis rivayet etmiştir. Keza, icmayla muhaddislerin imamı olan, hicret yurdu Medine’nin üs­tadı Malik de böyledir. Onun nezdinde sadece Kitâbu'l-Muvatta'da bulunan hadisler sahihtir. [93] Peki onun için berşey diyen biri var mı?

Biz bunları söylerken, sünnetlerden bazısının İmam Ebû Hanîfe'ye ulaşmadığını veya ulaştığı halde sıhhatini tesbit edememiş oluşunu in­kar ediyor değiliz. Fakat bu durum bir insanın müctehidliğine zarar vermez. Nitekim Hz. Ömer bir meselede içtihadına göre fetva veriyor, daha sonra sünnet kendisine ulaştığında bu fetvasından dönüyordu. Oysa Hz. Ömer, rivayet bilginlerince kabul edildiği üzere, Hz. Ebû Bekr'den sonra sahabenin en fakihi idi.

Ebû Hanîfe'ye cephe alanlar, bilmedikleri konularda onun imam olduğunu, önde bulunduğunu ikrar etmekle birlikte onu reyci diye suç­lamaktaydılar. Halbuki selef alimlerimiz nezdinde rey, şer'î nassların manalarına, Şâri'in koymuş olduğu hükümlerin doğru hikmetlerine vukûfiyet gücü demektir. Şu bir gerçektir ki, ictihad hatta ilim, hadis bilgisi ve hadislerin İçerdikleri fıkhı kavramadan tamam olmaz.

Ebû Hanîfe ise hafız, hüccet ve fakih bir insandı. Çok hadis riva­yet etmemişti çünkü ravilerle, hadis alımıyla, rivayetlerin kabulüyle il­gili koyduğu şartlar ağırdı. [94]

Ebû Hanîfe’nin, bu işin üstadı olduğu, büyük ilim merkezlerindeki imamlarından keza hadis hafızlarının önde gelenlerinden biri olduğu bir gerçektir. Hadis ilmiyle meşgu! olan bir insanın Ebû Hanîfe'yi bil­memesi düşünülemez. O ilm-i Nebevî'yi taşıyanlardandır; alimlerce adil kabul edilmiş seçkin kimselerdendir. Keza o, ravilerin güvenilir ve­ya zayıf kabul edilmesinde, hadislerin sahih veya zayıf diye değerlen­dirilmesinde görüşlerine müracaat edilen zevattandır. O Kitap ve sün­neti en iyi bilenlerden biridir.

 

Cerh-Ta'dil İmamı Olarak Ebu Hanîfe

 

İbn Teymiyye’nin Tesbiti:

 

İbn Teymiyye diye meşhur olan Ebu'l-Abbas Ahmed b. Abdulhalim er-Redd ale'l-Bekrî diye tanınan Telhîsu Kitabi'l-İstiğâse adlı eserinde şöyle demektedir: “Yahya b. Maîn, Buhârî, Müslim, Ebû Ha­tim, Ebû Zur'a, Nesâî, Ebû Ahmed b. Adiy, Dârekutnî ve benzerleri­nin raviler, sahih ve zayıf hadisler hakkındaki değerlendirmeleri Mâlik, Sevrî, Evzâî, Şafiî ve benzerlerinin ahkam, helal ve haramın tanınma­sı yönünde verdikleri hükümler gibidir. Bununla beraber, imamlardan bir kısmı her iki gruptaki imamlar gibidir. Guruplardan birinde sayıl­maya daha uygun olsalar da her iki gruba da dahildirler.

Nitekim Malik, Şafiî, Ahmed, İshak b. Râhûye, Ebû Ubeyd keza Evzâî, Sevrî, Leys gibi alimler hem hadiste hemde fıkıhta en öndeki imamlardır. Ebû Hanîfe’nin öğrencisi Ebû Yusuf ile Ebû Hanîfe’nin kendisi de böyledir. Ancak bu imamlardan bazısı her iki ilimde diğer­lerine göre üstündür. Bir kısmı da bu ilim dallarından birinde diğerle­rine göre üstündür. Allah bütün ilim ve İman ehli insanlardan razı ol­sun.” [95]

 

Zehebî’nin Tesbiti:

 

Hafız, mütehassıs, münekkid Şemseddin Zehebî, Zikru Men Yu'temedu Kauluhû fi'l-Cerh ve't-Ta'dîl adlı eserinde şöyle der:

“Sahabe döneminin sonuna doğru ravileri tezkiye ve cerh eden ilk insanlar:                                                                                           

1- Şa'bî.

2- İbn Şîrîn ve diğerleri. Bir kısım ravilerin güvenilir, bir kısmının da zayıf olduğu bunlardan öğrenilmiştir.

Bu dönemde zayıf ravilerin az olmasının nedenine gelince: Ken­dilerinden hadis alman zayıf raviler az idi. Hadis alınanların çoğu adil olan sahabilerdi. Sahabilerin dışındakilerin çoğu da sika idi. Bunlar ri­vayet ettikleri hadisleri hakkıyla belliyorlardı. İşte,bunlar tabiînin bü­yükleridir. İçlerinde, zayıf sayılan kişiler tek tüktü. Haris el-A'ver, Âsim b. Damre gibi.

Evet, onların içinde Haricîler, Şia ve Kaderiyye gibi bidat ehlinin pekçok önderi bulunuyordu. (Ancak bunlardan hadis alınmıyordu). Abdurrahman b. Mulcem, Muhtar b. Ebû Ubeyd el-Kezzâb, Ma'bed el-Cuhenî gibi. Daha sonra ikinci yüzyılın başlarında tabiînin orta yaş gurubundan ve küçüklerinden oluşan bir gurup zayıf ravi ortaya çıktı. Bunlar ya hafızaları ya da bidatleri nedeniyle cerh edildi. Atiyye el-Avfî, Ferkad es-Sebahî, Cabir el-Cu'fî, Ebû Harun el-Abdî gibi.

Hicrî 150'ye doğru yani tabiînin büyük kısmının vefat ettiği döne­me gelindiğinde, mütehassıs bir gurup, ravilerin güvenilir veya zayıf olduğunu belirtici değerlendirmeler yapmaya başladı ve:

3- Ebû Hanîfe “Cabir el-Cu'fî'den daha yalancı birini görmedim” dedi.

4- A’meş bir gurup ravinin zayıf, diğer bir gurubun da güvenilir ol­duğunu belirtti.

5- Şu'be bazı ravileri tenkid etti.

6- Malik de aynı şeyi yaptı.” [96]

 

Sehâvî’nin Tesbiti:

 

Hafız İbn Hacer'in öğrencisi Hafız Ebu'1-Hayr Muhammed b. Abdurrahman es-Sehâvî şöyle demektedir:

“Zehebî’nin belirttiği gibi, sahabeden bir topluluk rical tenkidinde bulundu. Bunlardan sonra Şu'be, İbn Şîrîn gibi tabiînden bazı insan­lar ricai tenkidinde bulundular. Ancak tabiîn içinde bu işi yapan insan sayısı fazla değildi. Çünkü hadisleri alınan zevat içinde zayıf raviler az­dı. Zira o dönemdeki ravilerin çoğu adil sahabilerdi. Kendilerinden ha­dis alınan sahabi dışındaki insanlara gelince, bunların çoğu sika idi. Geçen ilk asırda, sahabe ile birkaçı dışında- tabiînin büyüklerinden zayıf kabul edilen kimse neredeyse yoktu. Haris el-A'ver, Muhtar el-Kezzâb gibi.

Birinci asır geçip ikinci asır girince, yüzyılın başlarında, tabiînin orta yaş gurubundan bir gurup ravi zayıf kabul edildi. Bunlar hadisle­ri almalarındaki ve zabtetmeîerindeki kusurlarından dolayı zayıf sayıl­dılar. Bunların mevkuf hadisi merfu olarak naklettiklerini, çok defa aradaki raviyi atlayarak Hz. Peygamberden direk hadis rivayet ettikle­rini, bunun yanında bir takım hatalarının daha olduğunu görürsünüz. Ebû Harun el-Abdî bunlardan biridir.

Tabiînin döneminin sonu olan hicri 150'ye doğru, imamlardan bir topluluk ravilerin güvenilir veya zayıf oldukları hususunda değer­lendirmelerde bulunmaya başladılar, örneğin Ebû Hanîfe şöyle dedi: “Cabir el-Cu'fî'den daha yalancı birini görmedim.” A’meş de bir gu­rup raviyi zayıf olarak değerlendirdi, bir gurubun da güvenilir olduğu­nu söyledi. Şu'be de ravileri o derece inceliyor ve titiz davranıyordu ki, neredeyse sika olmayan hiç kimseden hadis rivayet etmiyordu. Malik de böyleydi.” [97]

 

Abdulkadir Kureşî’nin Tesbiti:

 

İmam, allame, hafız Abdulkadir el-Kureşî et-Cevâhiru'1-Mudiyye fî Tabakâti't-Hanefiyye adlı eserinde şöyle demiştir:

“İmam Ebû Hanîfe’nin cerh-tadildeki tesbitlerine itibar edilir. Bu ilmin bilginleri onun bu alandaki değerlendirmelerini almışlar ve uygu­lamışlardır. Tıpkı İmam Ahmed, Buhârî, İbn Maîn, İbnu'l-Medînî ve di­ğer bu işin üstadı olan kimselerden aldıkları gibi. Bu durum sana Ebû Hanîfe’nin büyüklüğünü, geniş ilmi birikimini ve üstadlığını göster­mektedir.

Tirmizî’nin el-Câmiu'1-Kebîr'inin sonundaki Kitâbu'l-İlel'de Ebû Hanîfe'den naklettiği şu rivayet bunu teyid etmektedir: “Câbir el-Cu'fî'den daha yalancı, Atâ'dan da daha faziletli birini görmedim.”

Hafız Beyhakî’nin el-Medhal li Ma'rifeti Delâili'n-Nubuvve adlı eserinde Abdulhamîd el-Himmânî'den naklettiği rivayet te bu hususu teyid etmektedir:

Ebû Saîd es-Sağânî'den dinledim: Kendisi Ebû Hanîfe’nin yanına varıp

“Ebû Hanîfe! Sufyânu's-Sevrî'den hadis alma hususunda ne der­siniz” diye sordum. O da şu cevabı verdi:

“Ondan yaz. Çünkü o sika bir kimsedir. Ancak, İbn İshak’ın Hâris'ten naklettikleriyie Cabir el-Cu'fî’nin hadislerini alma.”

Ebû Hanîfe şunu da demiştir: “Talk b. Habîb, Kaderi anlayışı be­nimsiyordu. Zeyd b. Ayyaş zayıf biriydi.”

Sufyan b. Uyeyne de şöyle demiştir: “Beni hadis rivayetine başla­tan kimse Ebû Hanîfe'dir. Kufe'ye geldiğimde Ebû Hanîfe insanlara dedi ki: “Bu zat Amr b. Dînâr'ın naklettiği hadisleri en iyi bilen insan­dır.” Böyle deyince insanlar etrafıma toplandılar. Ben de onlara hadis­leri rivayet ettim.”

Yakub b. Şeybe de şöyle demiştir: “Sufyan b. Uyeyne’nin Ebû Hanîfe'den naklettiği Rakabe b. Maskale’nin sözünü İbnu'l-Medînî ha­tırladı ve “(anımsadım) ancak yanımdaki evraklarda rivayeti bulama­dım” dedi. [98]

Ebû Süleyman el-Cûzecânî de şöyle demiştir: Hammad b. Zeyd'den dinledim: “Bizler Amr b. Dînâr'ın künyesini Ebû Hanîfe'den öğrendik. Bu şu şekilde oldu: Kabe'deyken Ebû Hanîfe Amr b: Dinar ile birlikteydi. “Ebû Hanîfe ona söyle de bize hadis rivayet etsin” de­dik. Bunun üzerine Amr'a

“Ebû Muhammed! Şunlara hadis rivayet etsene” dedi. Ona

“Amr” diye seslenmedi.

Ebû Hanîfe şöyle demiştir: “Allah Amr b. Ubeyd'e lanet etsin. Çünkü insanlara kelam ilmine giden bir kapı açmıştır. Allah Cehm b. Safvan ile Mukatil b. Süleyman'ı kahretsin. Biri nefyde (Allah'ın sıfatlarını kabul etmemede), diğeri de teşbihde (Allah'ı mahlukatına ben­zetmede) haddi aşmıştır.” [99]

Hafız Abdulkadir el-Kureşî et-Cevâhiru'l-Mudiyye fi Tabakâti'l-Hanefiyye'de yine şunu nakletmektedir: Ebû Yusuf, Ebû Hanîfe'den naklediyor: ‘Muhaddise gereken şey, duyduğu günden nakledeceği güne kadar hadisi iyi bir şekilde hafızasında tutmasıdır.'

Bunu aktaran Tahâvî diyor ki: Hocamız, allame, hüccet Zeynud-din b. el-Kinânî'den Mansûriyye Medresesi'nde verdiği hadis dersinde -kendisi alimlerin sultanlarından biriydi. Aşağıdaki sözü onun bu yö­nünü teyid etmektedir- şunu dinledim: “Benim Rasûlullah'ın sadece şu sözünü rivayet etmem helaldir:

“Yatan değil ben peygamberim Abdulmuttalib'in torunuyum” [100]

Ben bu hadisi duyduğum andan bu güne kadar aklımda tuttum.”

Ben de derim ki: O böyle demektedir lakin insanların çoğunluğu bunun hilafına hareket etmektedir. Ebû Hanîfe’nin az rivayet etmesi­nin nedeni işte budur. Yoksa ona saldıranların iddia ettiği gibi başka bir sebebi yoktu.

Ebû Âsim da Ebû Hanîfe'den duyduğu şu sözü nakletmektedir: “Hadisi hocaya kıraat (yani kitabı arz) etmek caizdir.” Ebû Asım yine diyor ki: İbn Cureyc'den de şunu dinledim: “Bu (yani kitabı hocaya kı­raatle arz etmek) caizdir.”

Ebû Âsim yine diyor ki: Malik b. Enes ve Sufyan'dan dinledim; ke­za Ebû Hanîfe'ye sordum:

“Hadis hocaya okunduğunda, ravi bunu ri­vayet ederken “ahberanâ (bize filanca haber verdi) veya benzeri bir ifade kullanabilirmi?” Üçü de bunda bir sakınca olmadığını söylediler.

Yine Ebû Âsım'dan: İbn Cureyc, İbn Ebî Zi'b, Ebû Hanîfe, Malik b. Enes, Evzâîve Sevrî’nin hepsinden şöyle dediklerini dinledim: “Ali­me okuduğun hadisi rivayet ederken “ahberanâ” demende bir beis yoktur.”

Ebû Katan anlatıyor: Ebû Hanîfe bana şöyle dedi: “Hadisi bana oku ve rivayet ederken de “haddesenî” (bana rivayet etti) de.” Mâlikde bana şunu dedi: “Hadisi bana oku, rivayet ederken de “haddesenî” de.”

İbn Bukeyr şöyle demiştir: Muuatta’ın okumasını bitirdiğimizde, biri Mâlik'in yanına varıp dedi ki:

“Ebû Abdullah! Bunu rivayet ederken ne diyeceğiz?” O da şunu söyledi:

“Dilersen haddesenî, de. Di­lersen ahberam,de. Dilersen de ahberanâ (bize rivayet etti), de.” Sa­nırım şunu da söyledi:

“Arzu edersen de semi'tu (hadisi ondan işit­tim), de.”

Bunu nakleden Tahâvî diyor ki: Ebû Hanîfe, Ebû Yusuf ve Muhammed de aynı şeyi söylemişlerdir.

Ebû Hanîfe şunu da demiştir: “Hz. Peygamber'İn don giydiği hu­susunda benim nezdimde sahih olan bir hadis yok ki, bu yönde bir fet­va vereyim.” [101]

 

İbn Hibbân'ın Tesbiti:

 

İbn Hibbân, Sahîh'inde Ebû Hanîfe'den şunu nakleder:

“Karşılaştığım kimseler içinde Atâ'dan daha faziletli birini görme­dim. Keza karşılaştığım kimseler için Cabir el-Cu'fî'den daha yalancı birini görmedim. Kendi reyime göre söylediğim her meselede bana bir hadis zikretti. Ayrıca iddiasına göre, yanında henüz aktarmadığı şu kadar bin hadis varmış.” İşte bu sebeple Ebû Hanîfe Cabir el-Cu'fî'yi cerh ediyor ve yalancı biri olduğunu söylüyordu.” [102]

İbn Hibbân Kitâbu's-Sikât'ında.Ebû Muhammed Musa b. es-Sindî’nin terceme-i halinde şöyle demektedir:

“Muemmel b. İsmail şöyle demiştir: Ebû Hanîfe'den şunu dinle­dim: “Sakalı uzun olanın aklı olmaz diyorlar. Ama ben Alkame b. Mersed'i gördüm. Sakalları uzun olmasına rağmen son derece akıllıydı.” [103]

 

İbn Adiy'in Tesbiti:

 

Hafız Ebû Ahmed Abdullah b. Adiy el-Curcânî de, el-Kâmil fi'd-Duafâ kitabında Cabir b. Yezîd el-Cu'fî’nin terceme-i halinde şöyle demiştir:

Ebû Yahya el-Himmânî anlatıyor: Ebû Hanîfe'den dinledim:

“Karşılaştığım kimseler içinde Atâ'dan daha faziletli birini görme­dim. Keza karşılaştığım kimseler için Cabir el-Cu'fî'den daha yalancı birini görmedim. Kendi reyime göre söylediğim her meselede bana bir hadis zikretti. Ayrıca iddiasına göre, yanında henüz ortaya çıkar­madığı şu kadar bin hadis varmış.”

Ebû Sa'd es-Sâğânî anlatıyor:

“Bir adam Ebû Hanîfe'ye gelip

“Sufyânu's-Sevrî'den hadis alma hususunda ne dersiniz” diye sordu. O da şu cevabı verdi:

“Ondan yaz. Çünkü o sika bir kimsedir. Ancak, İbn İshak’ın Hâris'ten naklettikleriyle Cabir el-Cu'fî’nin hadislerini alma.”

Abdulhamîd el-Himmânî Ebû Hanîfe'den aktarıyor:

“Cabir'den daha yalancı birini görmedim.” Yine onun “Cabir el-Cu'fî'den daha yalancı birini görmedim” dediği nakledilmiştir.” [104]

 

İbn Abdilber'in Tesbiti:

 

Hafız Ebû Ömer Yusuf b. Abdilber el-Kurtubî Câmiu Beyâni'l-İlm ve Fadlih adlı eserinde şöyle demektedir:

“Ebû Hanîfe Hammad'la en çok görüşen insandı. Ancak o, Atâ'nın Hammad'dan daha bilgili olduğunu söylerdi.” Keza o, “Atâ b. Ebî Rabâh'dan daha faziletli birini görmedim” demiştir. Yine o, “Atâ b. Ebî Rabâh'dan daha faziletli birini görmedim. Keza Cabir el-Cu'fî'den daha yalancı birini görmedim” demiştir.” [105]

 

Beyhakî’nin Tesbiti:

 

Beyhakî Kitâbu'l-Kırâe Halfe'l-İmâm'da şöyle demektedir: Cu'fî'yi Ebû Hanîfe dışında cerh eden bulunmasaydı, bu bile onu kö­tü biri olarak kabul etmeye yeterli olurdu. Çünkü Ebû Hanîfe onu gör­müş, nasıl biri olduğunu tecrübe etmiş, yalancı biri olarak kendini ele veren şeyleri ondan dinlemiş ve gördüğü bu durumu diğer muhaddislere haber vermiştir.”

Ebû Yahya e!-Himmânî de Ebû Hanîfe'den şunu aktarmıştır:

“Karşılaştığım kimseler içinde Atâ'dan daha faziletli birini görme­dim. Keza karşılaştığım kimseler içinde Cabir el-Cu'fî'den daha yalan­cı birini görmedim. Kendi reyime göre söylediğim her meselede bana bir hadis zikretti. Ayrıca iddiasına göre, yanında henüz ortaya çıkar­madığı şu kadar bin hadis varmış.”

Ebû Sa'd es-Sâğânî de şunu anlatmaktadır:

“Bir adam Ebû Hanîfe'ye gelip

“Sufyânu's-Sevrî'den hadis alma hususunda ne dersiniz” diye sordu. O da şu cevabı verdi:

“Ondan yaz. Çünkü sika bir kimsedir. Ancak, İbn İshak'ın Hâris'ten naklettikleriyle Cabir el-Cu'fî’nin hadislerini alma.”

Ebû Yahya el-Himmânî de Ebû Hanîfe'den şunu dinlediğini söyle­mektedir:

“Karşılaştığım kimseler içinde Cabir el-Cu'fî'den daha yalancı bi­rini görmedim.” [106]

 

İbn Hazm'ın Tesbiti:

 

İmam, pekçok ilim dalında mütehassıs olan, hafız, edîp Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Saîd b. Hazm ez-Zâhirî el-Muhallâ fi Şerhi'l-Mucellâ bi'l-Huceci ve'l-Âsâr adlı eserinde şöyle demektedir:

“Cabir el-Cu'fî yalancıdır. Onun yalancılığını ilk açıklayan Ebû Ha­nîfe' dir.” [107]

İbn Hazm yine şöyle söyler:

“Mucâlid zayıf biridir. Onu zayıf olarak değerlendiren ilk insan Ebû Hanîfe'dir.”[108]

 

Hâkim'in Tesbiti:

 

Hakim, Târîhu Neysâbûr'da Hafız Ahmed b. Abbas b. Hamza'nın terceme-i halinde Ebû Hanîfe'den şöyle dediğini nakleder: “Er­keklerden ilk müslüman olan Hz. Ebû Bekr'dir. Kadınlardan Hz. Ha­tice. Çocuklardan da Hz. Ali.” [109]

 

Zehebî’nin Diğer Tesbiti:

 

Hafız Zehebî de, Tezkiretu'l-Huffaz'da Atâ b. Ebî Rabâh'ın ter­ceme-i halinde şöyle söyler: “Ebû Hanîfe şöyle demiştir: Atâ'dan da­ha faziletli birini görmedim.” [110]

Zehebî Medine’nin fakihi Ebu'z-Zinâd'ın terceme-i halinde de şöy­le söyler: “Ebû Hanîfe şöyle demiştir: Rebîa ve Ebu'z-Zinâd'ı gördüm. En fakihleri Ebu'z-Zinâd idi.” [111]

Zehebî, Cafer es-Sâdik'ın terceme-i halinde de Ebû Hanîfe'den şunu nakleder: “Cafer b. Muhammed'den daha fakih birini görme­dim.” [112]

 

Ebû Hayyan'ın Tesbiti:

 

Büyük muhaddis, Arapların tercümanı, edebiyatçıların sözcüsü Esîruddin Ebû Hayyan Muhammed b. Yusuf el-Endelûsî el-Garnâtî ez-Zâhirî el-Bahru'l-Muhît adıyla maruf tefsirinde şöyle demektedir:

“Sufyanu's-Sevrî, Ebû Hanîfe ve Yahya b. Adem şöyle demişler­dir: “Hamza, Kur'ân ve ferâiz ilminde diğer insanlara üstünlük sağla­mış biridir.” [113]

 

Değerlendirme:

 

Sonuç itibarıyla, üstadımız İmam-ı Azam Ebû Hanîfe en-Numan, kendi dönemindeki cerh-tadil imamlarının büyükler indendi; bu husus­taki değerlendirmeleri kabul edilenlerdendi. Bir ravinin zayıf veya gü­venilir biri olduğunu söylediğinde sözü kabul görürdü. Şu'be ve Malik gibi son derece titiz bir insan olduğundan, neredeyse sadece sika kim­selerden rivayet ederdi. İmamlar içinde ricali ayıklayan, sika olmayan­lardan yüz çeviren ilk kişi odur. Sadece sahih gördüğü hadisleri rivayet ederdi. Yine yalnızca ezberlediği hadisleri aktaran biriydi. Malik de onun yolunu takip etmiştir.

İbn Kesîr'in el-Bidâye ve'n-Nihâye sinde, geçtiği üzere, muhaddislerin pîri, cerh-tadilin imamı Yahya b. Maîn şöyle demiştir: “Alimler dört kişidir: Sevrî, Ebû Hanîfe, Malik ve Evzâî.” [114]

Bunlar ilimde birbirine denk kimselerdir. Ebû Hanîfe ile Malik ri­cal tenkidinde Sevrî ile Evzâî'den üstündür. Her ikisi de hafız ve hüc­cettirler: Ebû Hanîfe’nin Kitâbu'l-Âsâr'da veya Malik'in el-Muvatta'da rivayetleriyle ihticac ettikleri raviler makbuldür. Çok az olmakla birlikte, farklı değerlendirmelerde bulundukları kimseler söz konusu olduğunda, ravinin durumunun tedkik edilmesi ve ona göre karar ve­rilmesi gerekir. Zeyd b. Ayyaş böylesi ravilerdendir.

 

En Sahih İsnad Tartışmasında Ebû Hanîfe’nin Konumu

 

Ebû Hanîfe’nin hadis ilmindeki büyüklüğüne, zabtına, rivayetleri tedkikteki titizliğine, naklettiği hadislerin sahih olduğuna ve bu alanda yüksek bir konumda bulunduğuna delil olan hususlardan birisi de şu­dur:

Buhârî hadis senedleri içinde en sahih isnad (esahhu'l-esânid) [115] şudur demiştir: Malik- Nâfi’- İbn Ömer. İmam Ebû Mansur Abdulkahir b. Tahir et-Temîmî buna bir ilavede bulunarak, isnadların en sa­hihinin şu olduğunu söylemiştir: Şâfii - Malik -Nâfi'-İbn Ömer. Ancak üstad, allame, hafız Alaaddin Moğoltay buna itiraz etmiş ve şöyle demiştir: “Dârekutnî’nin bahsettiğine göre Ebû Hanîfe de Mâlik'den hadis rivayet etmiştir.[116]

Bulkînî Mehâsinu'l-Istılâh adlı eserinde bu itiraza şu cevabı ver­miştir: “Ebû Hanîfe Dârekutnî’nin bahsettiği gibi Malik'den hadis riva­yet etmiş olsa bile, bu, Şafiî’nin Mâlik'den rivayeti gibi meşhur değil­dir.”

Irâkî de şöyİe demiştir: Dârekutnî’nin Garâib'inde ve Mudebbec'de zikrettiğine göre, Ebû Hanîfe Mâlik'den rivayet etmektedir. Ancak onun bu rivayeti Nâfi'-İbn Ömer tarikiyle gelmemektedir. Dolayısıyla Ebû Hanîfe’nin bu konuya dahil edilmesi varsayıma da­yanmaktadır. Bununla beraber Hatîb, Ebû Hanîfe vasıtasıyla Malik'den gelen böyle bir hadis zikretmiştir.

Şeyhülislam İbn Hacer el-Askalânî de bu hususta şöyle demiştir: “Moğoltay'ın Ebû Hanîfe'yi zikrederek böyle bir itirazda bulunması uygun değildir. Çünkü Ebû Hanîfe’nin Mâlik'den rivayeti tesbit edile­memiştir. Dârekutnî daha sonra da Hatîb, Ebû Hanîfe’nin Mâlik'den aktardığı iki hadis rivayet etmiştir ancak bu iki isnad tenkid edilmiştir. Aynı şekilde, (Hatîb'in bahsettiği) Ebû Hanîfe’nin Mâlik'den rivayeti, Ebû Hanîfe’nin müzakere anında zikrettiği birşeydir. O bunu aktarır­ken, Malik'le uzun süre birlikte bulunmuş ve bizatihi ona Muvattaı okumuş olan Şafiî’nin amaçladığı gibi, Mâlik'den hadis rivayet etme­yi murad etmemiştir.” [117]

 

Değerlendirme:

 

Sayın okuyucu! Burada şuna dikkat etmelisiniz: Hafız Moğoltay Ebû Hanîfe'yi Malik-Nâfi' -İbn Ömer şeklindeki en sahih hadis senedinin başında zikredince, bu büyük hadis İmamları, Ebû Hanî­fe’nin hafızasının nahif, rivayet hususunda zayıf olduğunu söyleyip onu suçlamadılar. Onun hadisteki celaletini, rivayetlerde gereken titiz­liği hakkıyla yerine getirdiğini reddediyoruz demediler. Onların itiraz­ları şu noktalardadır:

(a) Ebû Hanîfe’nin Mâlik'den rivayetinin Şafiî ka­dar meşhur olmaması nedeniyle, Moğoltay'ın bu silsileye Ebû Hanî­fe'yi dahil etmesi yerinde değildir,

(b) Ebû Hanîfe’nin Mâlik'den rivayeti müzakere esnasında gerçekleşmiştir. Ebû Hanîfe bu hadisi akta­rırken Malik'den rivayet etmeyi murad etmemiştir,

(c) Ebû Hanîfe’nin Malik'den rivayet ettiği hadisi Malik Nâfi'den rivayet etmemiştir,

(d) Ebû Hanîfe’nin Malik'den rivayeti sahih olarak tesbit edilememiştir.

Buradan, tenkit ilmi üstadı, İmam Hafız Moğoltay, İmam Hafız Bulkînî, Hafız Irâkî, Şeyhülislam İbn Hacer el-Askalânî, Hafız Suyûtî gibi büyük hadis alimlerinin şu hususta ittifak ettikleri sonucu ortaya çıkmaktadır: Ebû Hanîfe, kadrinin yüceliği ve hadisteki titizliği husu­sunda Mâlik ve Şafiî gibidir.

Eğer Moğoltay en sahih senedlerden bin' de Ebû Hanîfe-Nâfi'-İbn Ömer tarikidir deseydi bu başka bir zaviyeden meseleye yaklaş­tığı için doğru olacak ve itiraza uğramayacaktı. Hiç şüphe yok ki, en sahih senedlerden birisi de Ebû Hanîfe- Atâ b. Ebî Rabâh-İbn Abbas senedidir. Bu senedi İmam Abdulvehhab eş-Şa'rânî el-Mizânu'l-Kubrâ'da zikretmiştir. Aynı müellif Mâlik'in Nâfi -İbn Ömer ta­rikini de zikretmiştir. [118]

Hafız Zehebî Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ'da Abîde es-Selmânî’nin terceme-i halini zikrederken şöyle der: “Ebû Amr b. es-Salâh şöyle de­miştir: 'Amr b. Ali el-Fellâs'ın şöyle dediği bizlere rivayet edildi: İsnadların en sahihi ibn Şîrîn -Abîde -Ali isnadıdır.”

Ben de derim ki[119]: Bu sened kuvvetli bir isnad oİmasına rağmen İbrahim - Alkame -Abdullah senedinden keza Zuhrî-Salim- babası Abdullah b. Ömer senedinden daha kuvvetli değildir. Sonra, bu iki isnad vasıtasıyla Sahîhayn 'da pekçok hadis rivayet edilmiştir ancak, onun bahsettiği sened böyle değildir. Şöyle ki, Sahîhayn'da Abîde’nin Hz. Ali'den rivayet ettiği tek bir hadis yer almaktadır.” [120]

Zehebî, Alkame b. Kays en-Nehaî el-Kûfî’nin terceme-i halinde de şöyle demektedir:

“Bazı hadis hafızları güzel demişlerdir: İsnadların en sahihi şudur: Mansur- İbrahim -Alkame -İbn Mes'ûd. Bu isnadın yukarısı için en sahih isnad ise Şu'be ile Sufyan'ın Mansur'dan rivayetidir. Bundan yukarısı için de Yahya el-Kattân üe Abdurrahman b. Mehdî’nin bu iki­sinden rivayetidir. Daha yukarısı için Ali b. el-Medînî’nin Yahya ile Abdurrahman'dan rivayetidir. Bundan daha yukarısı için de Ebû Abdul­lah el-Buhârî’nin Ali b. el-Medînî'den rivayetidir.”- [121]

Zehebî Vekf b. el-Cerrâh'ın terceme-i halinde de şöyle söyler:

“Irak ve dışında en sahih isnad şudur: Ahmed b. Hanbel - Vekî' -Sufyan - Mansur -İbrahim - Alkame - Abdullah - Hz. Pey­gamber. Bu isnadla Musned'de pekçok hadis metni yer almaktadır.

Abdullah b. Hâşim da şöyle demiştir: “Vekî' birgün yanımıza gel­di ve “şu iki isnaddan hangisi sizce daha iyidir” diye sordu. “A’meş - Ebû Vâil - Abdullah isnadı mı yoksa Sufyan -Mansur - İbrahim- Alkame - Abdullah senedi mi?” Bizler de “A’meş senedi. Çünkü bu sened diğerine göre âlîdir (daha kısadır)” [122] dedik. O ise “bilakis ikincisi daha üstündür. Çünkü bu sened fakihlerin birbirlerinden riva­yet ettiği bir isnaddır. Diğeri ise (fakih olmayan) hocaların birbirlerin­den rivayet ettiği bir hadistir. Fakihlerin birbirlerinden naklettiği bir ha­dis, hocaların birbirinden naklettiği bir hadisten elbette daha üstündür.” [123]

Zehebî Abdullah b. Hâşim'in terceme-i halinde de şöyle söyler:

“Abdullah b. Hâşim anlatıyor: Vekî' bizlere sordu: “Şu iki isnad­dan hangisi sizce daha iyidir” diye sordu. “A’meş -Ebû Vâil -Abdullah isnadı mı yoksa Sufyan -Mansur - İbrahim - Alkame - Ab­dullah senedi mi?” Bizler “birinci isnad” dedik. O ise

“A’meş bir ha­dis hocasıdır. Ebû Vâil de öyle. Sufyan ise fakihtir. Mansur, İbrahim, Alkame de öyle. Bu nedenle fakihlerin birbirlerinden naklettiği bir ha­dis hocaların birbirinden naklettiği bir hadisten elbette daha üstün­dür. “

Ben de derim ki [124]: “Bilakis A’meş ve hocası Ebû Vâil de fıkıh ve ilim sahibi büyük insanlardı. [125]

Yukarıdaki değerlendirmelere bakarak burada şunu söyleyebiliriz: Irak'taki isnadların en sahihi ve en kıymetlisi Ebû Yusuf ve Muhammed'in İmam-i A'zam Ebû Hanîfe'den, onun Hammad b. Ebî Süley­man'dan, onun İbrahim'den, onun Alkame veya Esved'den, onların Abdullah b. Mes'ûd'dan, onun da Hz. Peygamber'den rivayet ettiği hadistir. [126] Bunların hepsi üstün fakihlerdir, son derece bilgili büyük İnsanlardır. Aynı şekilde Ebû Yusuf ile Muhammed, Vekî'den daha fa­kih ve bilgili ilim adamlarıdır. Ebû Hanîfe de hem Sufyan'dan hem de A’meş'den daha fakih ve bilgili bir insandır. Ebû Hanîfe’nin hocası Hammad da Mansûr'dan daha fakihdir.

Hafız İbn Hacer Şerhu Nuhbeti'l-Fiker fi Mustalahi'l-Eser adlı eserinde şöyle demektedir:

“Meşhur, aziz, garib diye kısımlara ayrılan âhâd haberlerin bir kıs­mı -tercih edilen görüşe göre- destekleyici bazı unsurların bulunması durumunda nazarî (kesin olmayan ancak istidlal ve istişhad açısından ilim ifade eden) bilgi arz ederler... Bazı unsurlarla desteklenen böyle haberlerin birçok çeşidi vardır.

Sahîhayn müelliflerinin kitaplarında rivayet ettikleri hadisler -te­vatür derecesine ulaşmamış olsalar bile- bu guruba dahildir...

Farklı tarikleri olan ve ravileri zayıf olmayan, illeti de bulunma­yan... meşhur hadisler de bu guruptandır...

Hafız, otorite hadis imamlarının birbirlerinden rivayet ettiği ve garîb olmayan (başka sahih isnadları bulunan) hadisler de böyledir. Ör­neğin Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği ve kendisiyle beraber bir baş­kasının da Şafiî'den rivayet ettiği; Şafiî'yle beraber bir başkasının da Malik b. Enes'den rivayet ettiği hadis böyledir. Çünkü böyle bir hadis, dinleyen kimse nezdinde istidlal için ilim ifade eder. Zira ravileri büyük insanlardır; sahip oldukları özellikler onları adeta kendileri gibi olma­yan pekçok sayıdaki ravi topluluğu gibi yapar. Bu konum, rivayetleri­ni kabul etmeyi icap ettirir.

İlimle ve insanların naklettikleri rivayetlerle birazcık mümaresesi olan bir insan, diyelim ki Malik kendisine bir haber nakîetse, onun doğru söylediğini bilir. Onunla aynı derecede bulunan bir başkası da bunu naklettiğinde haberin sağlamlığı daha da artar ve endişe edilen yanılma uzak bir ihtimal halini alır.” [127]

Bu durumda şunu söyleyebiliriz: İmam Leys b. Sa'd'ın İmam Ebû Yusuf'dan (ki başkası da aynı rivayeti Ebû Yusuf dan rivayet etmiştir}, onun da İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe'den (ki başkası da aynı rivayeti Ebû Hanîfe'den nakletmiştir) rivayet ettiği bir hadis; aynı şekilde İmam Şafiî’nin İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî'den (ki başka­sı da aynı hadisi Muhammed'den rivayet etmiştir), onun da İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe'den (ki başkası da aynı rivayeti Ebû Hanîfe'den ak­tarmıştır) rivayet ettiği bir haber yukarıdaki hüküm çerçevesinde de­ğerlendirilir. Çünkü böyle bir hadis bir takım unsurlarla desteklenmek­te, hafız ve hadis otoritesi üstadların birbirlerinden rivayetiyle nakledil­mektedir.

Böylesi imamların birbirlerinden rivayet ettiği hadisler Sahîhayn'daki hadislere bile üstün tutulur. Nitekim İbn Hacer, Şerhu'n-Nuhbe'de şöyle demektedir: “Bazan aşağıda görülen hadisi üste çıka­rıcı bir unsur bulunabilir. Örneğin Müslim'de bulunan ve tevatür de­recesinden aşağıda olan meşhur bir hadis, ilim ifade ettirecek bir ta­kım karîne ve unsurlarla desteklense, böyle bir hadis Buhârî’nin riva­yet ettiği ferd mutlak [128] hadise takdim edilir. Aynı şekilde, Sahîhayn'in rivayet etmedikleri hadis, Mâlik-Nâfi' -İbn Ömer tariki gi­bi en sahih olduğu belirtilen senedlerden biriyle gelse, bu rivayet, Sahîhayn'dan birinde yer alan hadise takdim edilir; hele de isnadında tenkid edilen biri varsa.”

Buna göre, Malik'in Nâfi'-İbn Ömer tarikiyle rivayet ettiği ha­dis, en sahih İsnadlardan olduğu belirtilen tariklerden biriyle gelmemiş olan Sahîhayn rivayetine takdim edilir. Aynı şekilde Ebû Hanîfe’nin Nâfi' - İbn Ömer tarikiyle veya Ebû Hanîfe’nin - Atâ b. Ebî Rabâh - İbn Abbas tarikiyle veyahutta yine Ebû Hanîfe’nin - hocası Hammad -İbrahim - Alkame - ibn Mes'ûd tarikiyle rivayet ettiği hadis de böyledir. (Bu rivayet Sahîhayn rivayetine takdim edilir).

 

Kütüb-i Sıtte Ricalini Tanıtan Hafızların Ve Diğer Muhaddis İmamların, Ebû Hanîfe’nin Terceme-i Halinden Cerh İfadelerini Çıkarmada Mutabık Oluşları

 

Altı temel hadis kitabının ricalini toplayan ve bunlardaki şahısları tanıtan imam ve hafızlar, Ebû Hanîfe'yi övme, yüceltme, ve son dere­ce sitayişde bulunma hususunda mutabıktırlar. Onu hafızası kötüdür veya gafildir gibi cerhedici bir takım kusurlarla tenkit etmezler. Bilakis hıfzının ne kadar kuvvetli olduğunu ve ilimde yüksek bir konumda ol­duğunu söylerler, ondan bütünüyle iyi bir şekilde bahsederler. Bu da onların, kimden gelirse gelsin, Ebû Hanîfe'yi ta'n edenlerin sözlerine itibar etmediklerini göstermektedir.

 

Mizzî’nin Bakış Açısı:

 

İşte Şam bölgesinin hafızı, İmam, hafız, alim zat, bilge, biricik in­san Cemaleddin Ebu'l-Haccac Yusuf b. Zeki Abdurrahman el-Mizzî ed-Dimaşkî eş-Şâfiî, Tehzîbu'l-Kemâl adlı eserinde İmam Ebû Hanî­fe’nin terceme-i halini vermiş ve biyografiyi uzun tutmuştur. Hafız Suyûtî’nin, Tebyîdu's-Sahîfe’de Hatîb'e atfen naklettiği herşey Mizzî’nin Tehzîbu’l-Kemâl'inden aktarılmıştır.

Mizzî’nin bu eserinde cerh ve ta'dil imamlarından nakledilenlerin büyük çoğunluğu, İbn Ebî Hâtim'in Kitâbu'1-Cerh ve't-Ta'dîl'inden, İbn Adiy'in Kâmil'inden, Hatîb'in Târîhu Bağdâd'ından ve İbn Asâkir'in Târîhu Dımaşk'ından aktarılan bilgilerdir.

İmam Mizzfnin Tehzîbu'l-Kemâl’inde İmam Ebû Hanîfe’nin ko­numuna layık olmayan birşeyi zikretmeyişi dikkate değerdir. Bu ince anlayışına bravo doğrusu! Bu takdiri neden hak etmesin ki; bakın Zehebî Tezkiretu'l-Huffâz’ında onun için ne demektedir: “Rical bilgisi­ne gelince, Mizzî bu işin sancaktarıdır; bu ilmin yükünü yüklenen, göz­lerin onun gibisini görmediği biridir.” [129]

Hafız Zehebî de Tezhib'inde Ebû Hanîfe’nin terceme-i halini ve­rirken Hafız Mizzî’nin bu tutumunu övmüş ve şöyle demiştir: “Üstadı­mız Ebu'l-Haccâc, Ebû Hanîfe'yi zayıf gösteren bir görüşe eserinde yer vermemekle çok iyi davranmıştır.”

Üstelik Mizzî Tehzîbu'l-Kemâl’inde rical ilminin üstadı, hafızların önderi Yahya b. Maîn'den şunları nakleder: “Ebû Hanîfe sika idi. Sa­dece ezberlediği hadisleri naklederdi. Ezberlemediklerini nakletmezdi.” Yine Yahya b. Maîn şöyle demiştir: “Ebû Hanîfe hadiste güvenilir biriydi.” Yahya b. Maîn şunu da demiştir: “Ebû Hanîfe'de bir beis yok­tur. Bir defasında da şöyle demiştir: Ebû Hanîfe bizim nezdimizde güvenilir kimselerdendi. Yalancılıkla itham edilmemiştir.”

Hafız Mizzî yetişmediği kimselerden senedsiz yaptığı nakiller hu­susunda Tehzîbu'l-Kemâl’in mukaddimesinde şu açıklamayı yapmış­tır: “Söyleyeniyle aramızdaki isnad zikredilmemiş sözlere gelince: Söyleyeninden kesin ifadeyle nakledilen sözler, sözün nakledildiği kimseden bizlere kadar gelen senedde bir problem görmediğimiz na­killerdir. Sözün sahibinden temrîz sigasıyla [130] nakledilen nakillere ge­lince, sözün sahibine kadar ulaşan isnadda problem olabilmektedir.”

Bu açıklamadan anlaşıldığı üzere, İbn Maîn'in İmam Ebû Hanî-fe'yi sika saymasına yönelik nakiller sahih ve sabit olup şüphe gerek­tirmeyen rivayetlerdir.

 

Zehebî’nin Bakış Açısı:

 

İmam Hafız Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî, Tezhîbu Tehzîbi'l-Kemâl adlı eserinde Mizzî'ye uymuş ve şöyle demiştir:

“İmam Ebû Hanîfe Numan b. Sabit b. Zûtâ el-Kûfî. İrak'ın fakihi, rey ekolünün imamıdır. Farslılardan olduğu söylenmiştir. Teym b. Sa'lebe oğullarının himayesine girmişti. Enes b. Malik’i görmüştür. Şu kimselerden hadis rivayet etmiştir:

1- Ata b. Ebî Rabâh,

2- Nâfi'.

3-Adiy b. Sabit.

4- Abdurrahman b. Hurmuz el-A'rec.

5- İkrime.

6- Muhârib b. Disâr.

7- Alkame b. Mersed.

8- Seleme b. Kuheyl.

9- Hammad b. Ebî Süleyman.

10- Hakem b. Uteybe.

11- Ebû Cafer el-Bâkır.

12- Katâde.

13- Amr b. Dînar ve diğerleri.

Onun şunlardan da riva­yet ettiği söylenmiştir:

14- Şa'bî.

15-Tâvûs.

Kendisinden rivayet edenlere gelince:

1- Oğlu Hammad.

2- Hamza ez-Zeyyât.

3- Davud et-Tâî.

4- Zufer b. Huzeyl.

5- Nuh b. Ebî Mer­yem.

6- Kâdî Ebû Yusuf.

7- Muhammed b. Hasan.

8- İbnu'l-Mubarek.

9- Ebû Yahya el-Himmânî.

10- Vekî'.

11- Hafs b. Abdurrahman el-Belhî.

12- Sa'd b. es-Salt.

13- Ebû Nuaym.

14- Ebû Abdurrahman el-Mukrî.

15- Hasan b. Ziyad el-Lu'luî.

16- Ebû Âsim en-Nebîl.

17- Abdurrezzâk.

18- Ubeydullah b. Musa ve diğer pekçok kimse.

Ahmed el-İclî şöyle demiştir: Ebû Hanîfe, Hamza ez-Zeyyât'ın aşiretindendir. İpek satıyordu. Torunu Ömer b. Hammad b. Ebî Hanîfe şöyle demiştir: “(Ebû Hanîfe’nin dedesi) Zûtâ Kabil'lidir. (Ebû Hanîfe’nin babası) Sabit müslüman bir ailede dünyaya gelmiştir. Ebû Hanî­fe ipekçilik yapıyordu. Dükkanı Amr b. Hureys mahallesinde bilinen bir yerdir.” Ebû Hanîfe’nin aslen Nesâ'lı veya Tirmiz'li olduğu da söy­lenmiştir.

Torunu İsmail b. Hammad b. Ebî Hanîfe şöyle demiştir: Ben İs­mail b. Hammad b. Numan b. Sabit b. Numan b. Merzuban. Hür Farslılardan. Vallahi biz hiçbir zaman köle olmadık... Dedem hicrî 80 yılında doğdu. Babası Sabit küçükken Hz. Ali’nin yanına varmış, Hz. Ali de hem onun hem de nesli için hayır dualar etmiştir. Sâbit'in ba­bası Numan da, Nevruz günü Hz. Ali'ye pelte tatlısı hediye eden, Hz. Ali’nin de “bizim hergünümüz Nevruzdur” dediği kişidir.”

İbn Maîn, Ebû Hanîfe için “onda bir beis yoktur” demiştir. İbn Hu-beyra kâdî olması için ona kırbaç attırmış ama o yine de kabul etme­miştir.

Zufer b. Huzeyl de şöyle demiştir: Ebû Hanîfe'den şunu dinledim:

“Önceleri kelam ilmiyle meşgul oluyordum. Bunda (parmakla gösterilir bir dereceye) [131] ulaşmıştım. (Mescidde) Hammad b. Ebî Sü­leyman'ın ders halkasına yakın bir yerde otururduk. Birgün bir kadın yanıma geldi ve

“Bir adamın cariye bir hanımı var. Onu sünnete uy­gun olarak boşamak istiyor. Kaç talak vermeli?” diye sordu. Ne cevap vereceğimi bilemedim. Gidip Hammâd'a sormasını, dönüşte cevabını bana söylemesini tembihledim. Kadın soruyu Hammâd'a yöneltince Hammad şöyle demiş:

“Kadın hayızlı değilken cima etmeden bir talak­la boşar. Ardından iki hayız görene dek kadına yaklaşmaz. Kadın bu­nun ardından guslettiğinde evlenmesi helal olur.” Kadın dönüşte ceva­bı aktarınca, kendi kendime

“Bundan sonra bana kelam ilmi lazım de­ğil” deyip ayakkabılarımı alarak Hammâd'ın dersine gelip oturdum.

Onun derslerini dikkatlice dinliyor, anlattıklarını belliyordum. Ertesi gün anlattıklarını tekrar ettiriyordu. Ben anlattıklarını bellemiş oluyor­dum, talebeleri ise yanılıyorlardı. Bunun üzerine Hammâd

“Ders hal­kasının başına, tam hizama Ebû Hanîfe'den başkası oturmasın” dedi.” 10 yıl onun yanında bulundum. Sonra içimde kendi ders halkamı kur­ma arzusu uyandı. Hammad'dan ayrılıp ders halkamı kurmayı iste­dim. Bir akşam vakti evden çıktım. Niyetim bunu gerçekleştirmekti. Mescide girip hocamı görünce gönlüm ondan ayrılmaya kıyamadı. Gelip ders halkasına oturdum. Ancak o gece Basra'daki bir akrabası­nın vefat ettiği haberini aldı. Geride mal da bırakmıştı. Hocamdan başka varisi yoktu. Bunun üzerine makamına oturmamı emretti ve Basra'ya gitti. Bağdat'tan ayrılmasının ardından ondan hiç duymadı­ğım meseleler bana sorulmaya başladı. Bunlara cevap veriyor, verdiğim cevaplan da yazıyordum. Hocam iki ay geçtikten sonra çıkageldi. 60 kadar meseleyi kendisine arz ettim. Bunların yirmisinde bana katılmadı. Bunun üzerine ölünceye kadar ondan ayrılmamaya yemin ettim.”

İbnu'l-Mubârek anlatıyor: “Allah Ebû Hanîfe ve Sufyan'la yardımı­ma koşmasaydı sıradan bir insan olurdum.”

Hucr b. Abdulcebbar anlatıyor:

“Kasım b. Ma'n el-Mes'ûdî'ye so­ruldu:

“Ebû Hanîfe’nin talebelerinden olmak ister miydin?” Şu cevabı verdi:

“İnsanlar Ebû Hanîfe’nin meclisinden daha faydalı bir meclisde oturmamıştır.”

Şafiî anlatıyor: Mâlik'e soruldu:

“Ebû Hanîfe'yi gördünüz mü?” Şu cevabı verdi:

“Evet. Onu öyle biri olarak gördüm ki, eğer şu direk al­tındır deseydi, bunu delilleriyle ispat ederdi.”

İbn Ravh anlatıyor: “Hicrî 150 yılında İbn Cureyc'in yanınday­dım. Ebû Hanîfe’nin vefat ettiği haber verilince innâ lillah... dedi, de­rin bir üzüntüye kapıldı ve

“Ne ilim gitti” diye iç geçirdi.”

Dırâr b. Surad anlatıyor: Yezid b. Harun'a Ebû Hanîfe’ıni Sufyan mı daha fakihtir diye soruldu. O da

“Sufyan hadisi daha iyi bilir. Ebû Hanîfe ise daha fakihtir” cevabını verdi.

İbnu'l-Mubârek şöyle demiştir: “Fıkıhta Ebû Hanîfe gibi birini gör­medim. Sufyan ve Ebû Hanîfe bir hususta aynı görüşü paylaştığında, kim onlara karşı durup fetva verebilir? Bir insanın kendi reyiyle görüş belirtmesi gerekirse, bu kişi Ebû Hanîfe olacaktır.”

Muhammed b. Bişr anlatıyor: Ebû Hanîfe ile Sufyanu's-Sevrî'ye gidip gelirdim. Ebû Hanîfe'ye gittiğimde

“kimin yanından geliyorsun” diye sorar, ben de

“Sufyan'ın yanından” derdim. O da

“öyle bir kim­senin yanından geliyorsun ki, eğer Alkame ile Esved yaşasalardı onun gibi birine ihtiyaç duyarlardı” derdi. Sufyan'ın yanına gittiğimde

“ki­min yanından geliyorsun” diye sorar, ben de

“Ebû Hanîfe’nin yanın­dan” derdim. O da

“yeryüzünün en fakih insanının yanından geliyormuşsun” derdi.

Yahya b. Zebbân anlatıyor: Ebû Hanîfe bana dedi ki:

“Basralılar! Sizler bizden daha verâlısınız. Ama biz de sizden daha fakihiz.”

Mekkî b. İbrahim diyor ki: “Ebû Hanîfe kendi döneminin en fakihi idi.”

Yahya b. Saîd el-Kattân da diyor ki: “Allah'a karşı ne yalan söy­leyeyim: Ebû Hanîfe’nin reyinden daha isabetli rey görüp duymadık. Biz onun görüşlerinin çoğunu benimsiyoruz.”

Şafiî de diyor ki: “İnsanlar fıkıhta Ebû Hanîfe'ye muhtaçtırlar.”

Yine Şafiî şöyle demektedir: “İnsanlar şu kimselere muhtaçtırlar. Fıkıhda derinleşmek isteyen kişi Ebû Hanîfe'ye, megâzî alanında de­rinleşmek isteyen İbn İshak'a, tefsir alanında mütehassıs olmak iste­yen Mukâtil b. Süleyman'a muhtaçtır. Şiir alanında uzman olmak is­teyen Zuheyr b. Ebî Süleyman'a muhtaçtır. Dilde derinleşmek isteyen de Kisâî'ye muhtaçtır.”

Esed b. Amr anlatıyor: Rivayete göre, Ebû Hanîfe 40 yıl yatsı abdestiyle sabah namazını kıldı. Gecenin büyük kısmında Kur'ân'ın ta­mamını bir rekatta okurdu. Gece ağlayıp yakarmalarını duyan komşu­ları ona acırlardı. Yine nakledildiğine göre, vefat ettiği yerde Kur'ân'ı 70.000 kere hatmetmiştir.

Bu rivayet hakkında şunu söylemek İsterim: Bu rivayet munkerdir çünkü ravileri içinde tanınmayan kimseler var: Fakih Abdullah b. Mu­hammed b. Yakub el-Hârisî el-Buhârî bunu Ahmed b. Hüseyin el-Belhî - Hammad - Esed tarikiyle rivayet etmiştir.

Oğlu Hammad b. Ebî Hanife anlatıyor: “Babam vefat edince Ha­san b. Umâre'den cenazesini yıkamasını rica ettik. O da bunu yerine getirdi. Yıkamayı bitirince dedi ki:

“Allah sana rahmet etsin! Seni ba­ğışlasın! 30 yılı oruçlu geçirdin. 40 yıldır, başın uyumak için yastığa değmedi. Kendinden sonrakileri, (senin gibi çalışmaları keza bıraktığın ilmi kavramaya çalışmaları gerekeceğinden dolayı) zora soktun. Kurrâları da rüsvay ettin.”

Ebû Yusuf anlatıyor: “Ebû Hanîfe ile birlikte yürürken bir adam di­ğerine

“İşte geceleri hiç uyumayan, ibadetle geçiren Ebû Hanîfe geçi­yor” dedi. Bunun üzerine Ebû Hanîfe

“Yapmadığım şeyler söylenmi­yor” dedi. Ebû Hanîfe gecelerini namaz, dua ve niyaz ile geçirirdi.”

Mis'ar anlatıyor: “Bir gece mescide girdim. Baktım ki bir adam namaz kılıyor. Kur'ân'ın yedide birini okudu. Şimdi rükûya gider de­dim. Sonra Kur'ân'ın üçte birini, ardından yansını okudu. Böyle okuya okuya Allah'ın kitabını hatmetti. Kimmiş diye bir baktım; Ebû Hanîfe'ymiş.”

Hârice b. Mus'ab diyor ki: “Bir rekatta Kur'ân'ı hatmederek na­maz kılanlar dört kişidir: Hz. Osman, Temîm ed-Dârî, Saîd b. Cubeyr ve Ebû Hanîfe.

Yahya b. Nasr da diyor ki: “Ebû Hanîfe’nin ramazanda Kur'ân'ı 60 kez hatmettiği olurdu.”

İbnu'l-Mubârek anlatıyor: Kûfe'ye gelince

“Buranın en verah insa­nı kimdir” diye sordum.

“Ebû Hanîfe'dir” dediler.

Mekkî b. İbrahim diyor ki: “Kufe'lilerle oturdum. Onlar içinde Ebû Hanîfe'den daha verâlı bir insan görmedim.”

İbnu'l-Mubarek şunu da demiştir: “Ebû Hanîfe'den daha verâlı bir insan görmedim. Bu, hem kırbaç hem de malla tecrübe edilmiştir. (İki­siyle de sınanmıştir).”

Ubeydullah b. Ömer er-Rakkî anlatıyor: İbn Hubeyra, Ebû Hanî­fe'den Küfe kâdîsı olmasını istedi. O buna yanaşmadı. Bunun üzerine İmam'a hergün 10 taneden 110 kırbaç vurdurttu. Sonra da serbest bıraktı.”

Rebî' b. Âsim anlatıyor: Yezid b. Ömer b. Hubeyra beni Ebû Hanîfe'ye gönderdi. Ebû Hanîfe'yi yanına getirince ondan beytulmalın başına geçmesini istedi. Kabul etmeyince de kırbaçlattı.

Hârice b. Mus'ab anlatıyor: Bir defasında Halife Mansur, Ebû Hanîfe'ye 10.000 dirhem ihsan etmek istedi. Parayı alması için saraya çağrıldı. Benimle istişare etti.

“Verdiği bu hediyeyi almasam bana kı­zacak” dedi. Ona dedim ki:

“Sana ihsan ettiği bu meblağ, onun gö­zünde çok önemlidir. (Almazsan sonucu kötü olabilir). Alman için çağrıldığında şöyle de:

“Benim müminlerin emirinden beklentim asla pa­ra değildi.” Bilahere halifenin ihsanını alması için saraya davet edildi. Orada benim tavsiye ettiğim sözü söylemiş. Bu söz halifeye aktarılın­ca ihsanı vermekten vazgeçmiş.”

Yezid b. Harun anlatıyor: “Pekçok insanla karşılaştım ancak, bun­lar içinde Ebû Hanîfe'den daha akıllı, daha verâ sahibi, daha faziletli birini görmedim.”

Muhammed b. Abdullah el-Ensârî de şöyle demiştir: “Ebû Hanî­fe’nin aklının üstünlüğü konuşmasında, yürümesinde, girişinde çıkışın­da kendini gösterirdi.”

Torunu İsmail b. Hammad b. Ebî Hanîfe anlatıyor: “Rafızî bir komşumuz vardı. Değirmencilik yapardı. İki tane katın vardı. Katırlar­dan birine Ebû Bekr, diğerine Ömer adını vermişti. Birgün hayvanlar­dan biri adamı üzerinden attı ve adam öldü. Bunun üzerine Ebû Ha­nîfe şöyle dedi:

“Üzerinden atan katıra bir bakın bakalım. Ömer adı­nı taktığı katır mı?” Baktıklarında durumun Ebû Hanîfe’nin dediği gi­bi olduğunu gördüler.

İbnu'l-Mubârek bir şiirinde şöyle demiştir:

 

Ben şöyle görmüştüm Ebû Hanîfe'yi;

Artıyordu hergün zekasıyla güzelliği

 

Doğruyu konuşurdu seçerek kelimeyi,

Yanlış konuştuğunda zalimlerden biri.

 

Akıllıca karşılaştıran, anlar durumunu

Ona denk sayacağınız biri olur mu?

 

Hammad'ın vefatı dert olarak yetti;

Göçü bizlere büyük bir musibet idi.

 

Ondan sonra büyük bir ilim sergiledi;

Düşmanların bize sevinmesini kesti.

 

Ebû Hanîfe'ye bir sorun aktarılınca,

Ben onu görüyordum koca bir derya.

 

Bir konuda cedelleşip boğuşurken ilim ehli,

Problemin çözüm yolunu gayet iyi bilirdi.

 

Hureybî şöyle demiştir: “Ebû Hanîfe’nin aleyhinde konuşan in­sanlar hasetçilerle cahillerdir. Kanaatimce, en iyileri cahillerdir.”

Yezid b. Harun da şöyle demiştir: “Ebû Hanîfe diğer insanlar gi­bidir. Hatası diğer insanların hatası gibi, doğrulanda diğer insanların doğruları gibidir.”

Ebû Hanîfe Bağdad'da vefat etmiştir. Saîd b. Ufeyr ve başkaları hicrî 150 yılının Recep ayında vefat ettiğini söylemişlerdir. 151 veya 153 yılında vefat ettiğini söyleyenler yanılmaktadır.

Hasan b. Yusuf da şöyle demiştir: “Aşırı kalabalık nedeniyle, Ebû Hanîfe'ye altı kez cenaze namazı kılındı.”

Tirmizî de ilerde Ebû Hanîfe’nin Atâ'yla ilgili “Atâ'dan daha fa­ziletli birini görmedim” sözünü nakleder. Nesâîde es-Sunenu'î-Kubrâ'da “hayvanlarla cinsel ilişkiye giren kimse (bâbu men vakaa ala behîme)” bölümünde şöyle demiştir: “Ebû Hanîfe Numan; Âsim b. Behdele - Ebû Rezîn tarikiyle İbn Abbas'ın şöyle dediğini nakletmiştir: “Hayvanlarla cinsel ilişkiye giren kimseye had uygulanmaz.” [132]

Ben de şunu söyleyeyim [133]: Üstadımız Ebu'l-Haccâc, Ebû Hanîfe'yi zayıf gösteren bir görüşe eserinde yer vermemekle çok iyi dav­ranmıştır.” [134]

İmam, hafız, asrının muhaddisi, hafızların sonuncusu, İslam tarih­çisi, çağının biricik insanı, hadis ilminin yükünü yüklenmiş bir şahsiyet olan Şemseddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Osman b. Kaymaz et-Turkmânî summe'd-Dimaşkî’nin Ebû Hanîfe’nin terceme-i halinde zikrettikleri işte bunlardır.

 

Hüseynî'nin Bakış Açısı:

 

İmam, hafız, tarihçi Ebu'l-Mehâsin Muhammed b. Ali b. Hasan el-Hüseynî, et-Tezkire bi Ma'rifeti Ricâli'l-Aşere adlı Kütüb-i Süte, Muvatta', Ahmed b. Hanbel'in Musned'i, Şafiî’nin Musned”i ve Ebû Hanîfe’nin Musned’ınin ricalini içeren çalışmasında [135] şöyle demiştir:

Ebû Hanîfe Numan b. Sabit et-Temîmî el-Kûfî. Kendisinden Şafiî Musned'de, Ahmed b. Hanbel Musned'de, Tirmizî keza Nesâî riva­yette bulunmuşlardır. Iraklıların fakihi, Rey ekolünün imamıdır. Farslı olduğu söylenmiştir.

Enes b. Mâlik'i görmüş; Hammad b. Ebî Süleyman, Atâ, Âsim b. Ebi'n-Necûd, Zuhrî, Katâde, Ebu'z-Zubeyr, Muhammed b. Munkedir, Ebû Cafer el-Bâkir, Şa'bî ve başkalarından rivayet etmiştir.

Kendisinden de oğlu Hammad, Vekî' b. el-Cerrâh, İsa b. Yunus, Abdurrezzak, Kâdî Ebû Yusuf, Muhammed b. Hasan, Züfer b. Huzeyl ve pekçok insan rivayet etmiştir.

İclî şöyle demiştir: Kûfeli olup Teym kabilesindendir. Hamza ez-Zeyyât'ın obasmdandır. İpek tüccarı idi. Yahya b. Maîn onun hakkın­da şöyle demiştir: “Ebû Hanîfe sika idi. Sadece ezberlediği hadisleri naklederdi. Ezberlemediklerini nakletmezdi. Ebû Hanîfe bizim nezdimizde güvenilir kimselerdendi. Yalancılıkla itham edilmemiştir.”

İbn Hubeyra ona kadılık teklifinde bulunmuş. Kabul etmemesi üzerine kırbaçlatmıştır.

Dırar b. Surad anlatıyor: Yezid b. Harun

“Hangisi daha fakihtir: Sevrî mi Ebû Hanîfe mi” sorusuna şu cevabı vermiştir:

“Sufyan hadi­si daha iyi bilirdi. Ebû Hanîfe ise daha fakihti.”

İbnu'l-Mubârek şöyle demiştir: “Fıkıhta Ebû Hanîfe gibi birini gör­medim. Sufyan ve Ebû Hanîfe bir hususta aynı görüşü paylaştığında, kim onlara karşı durup fetva verebilir?”

Mekkî b. İbrahim diyor ki: “Ebû Hanîfe kendi döneminin en bilgi­lisi idi. Ben Kufe'lilerle oturdum. Onlar içinde Ebû Hanîfe'den daha verâlı bir insan görmedim.”

Yahya b. Saîd el-Kattân da diyor ki: “Allah'a karşı ne yalan söy­leyeyim: Ebû Hanîfe’nin reyinden daha isabetli rey görüp duymadım. Biz onun görüşlerinin çoğunu benimsiyoruz.” İbn Maîn de şöyle de­miştir: “Yahya b. Saîd fetvalık konularda Kulelilerin görüşlerine müra­caat ederdi. Bunlar içinde Ebû Hanîfe’nin görüşünü tercih eder, asha­bı arasından onun reyine tabi olurdu.”

Şafiî de şöyle demiştir: “İnsanlar fıkıhta Ebû Hanîfe'ye muhtaçtır­lar. O, fıkıh alanında muvaffak kılınanlardandır.”

Yine Şafiî şöyle demiştir: Ebû Hanîfe'ye 'fecir doğana kadar yeyip içen ve cima yapan kimsenin orucunun durumu' soruldu. Ebû Hanîfe’nin yanında akıllı (!) bir insan vardı. Atılıp (soruyu sorana) “fecir ya gece yansı doğacak olursa, bunu hiç hesap ettin mi” deyiverdi. Ebû Hanîfe de ona dönüp “sen susmaya devam et ey (kafası basmayan) topal” diye sitem etti.

Ebû Yusuf’da diyor ki: Ebû Hanîfe ile birlikte yürürken bir adam diğerine

“İşte geceleri hiç uyumayan, ibadetle geçiren Ebû Hanîfe ge­çiyor” dedi. Bunun üzerine Ebû Hanîfe

“Yapmadığım şeyler söylenmi­yor” dedi. Ebû Hanîfe gecelerini namaz, dua ve niyaz ile geçirirdi.

Ebû Nuaym ve bir gurup alim onun hicrî 80 yılında doğduğunu, 150 yılında vefat ettiğini söylemiştir. İbn Maîn ise 151 yılında, başka­ları da 153'de vefat ettiğini söylemişlerdir.

Vekî' şöyle demiştir: Ebû Hanîfe bize rivayet etti (ve şöyle dedi): Ebu'z-Zubeyr'den, o Cabir b. Abdullah'dan, oda Hz. Peygamber'den: “Kişi, malı olan köleyi satarsa, alıcı şart koşmadığı takdirde, (kö­lenin) mal(ı) satıcınındır.” Ebû Davud bu hadisi Ahşeveriş (Buyu') bahsinde, Nesâî de Köle Azadı (Itk) ile Şartlar (Şurût) bölümlerinde Atâ vasıtasıyla Cabir'den rivayet etmişlerdir.” [136]

 

Sibt İbnu'l-Acemî’nin Bakış Açısı:

 

Halep bölgesinin tartışmasız üstadı olan imam, allame, Burhaneddin Ebu'1-Vefâ İbrahim b. Muhammed b. Halil et-Tarablûsî summe'l-Halebî eş-Şâfiî (Sibt ibnu'l-Acemî) Nihâyetu's-Sûl fî Ricâli's-Sitteti'l-Usûl adlı eserinde [137] şöyle demektedir:

“Numan b. Sabit b. Zûtâ Kuselmâ. İmam, müctehid. Ebû Hanîfe el-Kûfî. Irak'ın fakihi. Rey ekolünün üstadı. Farslı olduğu söylenmiştir. Teym b. Sa'lebe Oğullarının himayesindeydi. Zûtâ'ya gelince, Kabil'lidir. (Ebû Hanîfe’nin babası) Sabit müslüman bir ailede dünyaya gel­miştir. Zûtâ, Teymullah b. Sa'lebe Oğullarının kölesi idi. Bilahere azad edildi ve bu kabilenin himayesine girdi. Torunu İsmail b. Hammad b. Ebî Hanîfe ise şöyle demiştir: 'Ben İsmail b. Hammad b. Numan b. Sabit b. Numan b. Merzuban. Hür Fârisîlerden. Vallahi biz hiçbir za­man köle olmadık.'

Ebû Hanîfe ipekçilik yapıyordu. Dükkanı Amr b. Hureys mahalle­sinde bilinen bir yerdir.

Ebû Nuaym Fadl b. Dukeyn de şöyle demiştir: “Ebû Hanîfe’nin asiı Kabil'dendir.” Ebû Abdurrahman el-Mukrî ise aslının BabiS'den ol­duğunu söylemiştir. Yahya b. Nasr el-Kureyşî Ebû Hanîfe’nin babası­nın Nesâ'İı olduğuni öne sürerken, Haris b. İdris de aslının Tirmiz'e dayandığını söylemiştir. İshak b. Buhlûl'un babası ise, Ebû Hanîfe’nin babası Sâbit'in Enbâr'lı olduğunu belirtmiştir.

Ebû Hanîfe Enes b. Malik'i görmüştür. Ebû İshak el-Fîrûzâbâdi’nin dediği gibi, “Ebû Hanîfe’nin zamanında dört sahabe hayattaydı: Enes, Abdullah b. Ebî Evfâ, Sehl b. Sa'd ve Ebu't-Tufeyl. Ebû Hanîfe bunla­rın hiçbirinden hadis almamıştır.”

Bunun yanında Ebû Hanîfe’nin Şa'bî ile Tavus'dan hadis rivayet ettiği söylenmiştir.

Kâdıyu'l-kudât Cemaleddin Mahmud b. Ahmed b. Sirâc “Ebû Ha­nîfe sahabeden yedi kişiden rivayette bulundu” demiş, bunların isim­lerini iki beyitte zikretmiş, Ebû Hanîfe'den rivayet edilen bu tür hadis­leri bir risalede toplamış, Mâ Ravâhu Ebû Hanîfe ani's-Sahâbe (Ebû Hanîfe’nin Sahabeden Rivayet Ettiği Hadisler) adını vermiştir... Ben Hanefî mezhebine mensup bir değerli insanda Molla Yakub isnadıyla gelen Mâ Ravâhu Ebû Hanîfe ani's-Sahâbe kitapçığını gördüm.

Hatîb Bağdadî Tarîh'inde şöyle demiştir:

Enes b. Mâlik'i görmüştür. Atâ b. Ebî Rabâh, Ebû İshak es-Sebîî, Muhârib b. Disâr, Heysem b. Habîb es-Savvâf, Kays b. Müslim, Muhammed b. Munkedir, İbn Ömer'in azadlısı Nâfi’, Hişam b. Urve, Yezîd el-Fakîr, Simak b. Harb, Alkame b. Mersed, Atiyye el-Avfî, Abdulaziz b. Rufey' ve Ebû Umeyye Abdulkerim'den hadis dinlemiştir.

Kendisinden de Ebû Yahya el-Himmânî, Huşeym b. Beşîr, Abbâd b. Avvâm, Abdullah b. Mübarek, Vekî' b. Cerrah, Yezid b. Harun, Ali b. Âsim, Yahya b. Nasr, Kâdî Ebû Yusuf, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, Amr b. Muhammed el-Ankazî, Hevze b. Halife, Ebû Abdur­rahman el-Mukrî, Abdurrezzak b. Hemmam ve başka kimseler rivayet etmişlerdir.

Kufe'li olup Halife Ebû Cafer Mansur onu Bağdad'a göç ettirmiş­tir. Üstad Ebû İshak Tabakât'ta şöyle demiştir: “Hicrî 70 yılında doğ­muş, 150 yılında 80 yaşında iken Bağdad'da vefat etmiştir.

Ebû Hanîfe fıkhı Hammad b. Ebî Süleyman'dan öğrenmiştir. Menkıbeleri çok olup kitaplarda zikredilmektedir. Onun zühdü, nama­za düşkünlüğü, ibadet ehli oluşu bilinmektedir. Menkıbeleri hakkında müstakil kitaplar yazılmıştır.

Doğrusu onun hapiste vefat ettiğidir. Ebû Cafer Mansur ondan kâdî olmasını istemiş, kabul etmeyince hapsetmiştir. Bu kıssası kitap­larda zikredilmekte olup malumdur.” [138]

 

İbn Hacer'in Bakış Açısı:

 

Hafız, Şihabeddin, Şeyhülislam, kendi dönemi hafızlarının imamı, Mısır diyarının hafızı, İbn Hacer el-Askalânî diye tanınan Ebu'1-Fadl Ahmed b. Ali el-Askalânî eş-Şâfiî de Mizzî, Zehebî, Hüseynî ve Bur­han el-Halebî’nin yolundan gitmiş ve Tehzîbu't-Tehzîb'inde İmam Ebû Hanîfe’nin terceme-i halinde onu zayıf gösteren bir değerlendir­meye yer vermemiştir.

İmam Hafız Celaleddin Suyûtî Zeylu Tabakâti'l-Huffâz adlı ese­rinde Mizzî, Zehebî, İrâkî, İbn Hacer gibi imamlar hakkında şöyle de­mektedir: “Benim dediğim şudur: Muhaddisler rical ve diğer hadis ilimlerinde şu dört kimseye muhtaçtırlar: Mizzî, Zehebî, Irâkî, İbn Ha­cer.”  [139]

 

İbn Kesîr'in Bakış Açısı:

 

İmam, muhaddis, hafız, büyük üstad İmaduddin Ebu'1-Fidâ İsmail b. Ömer b. Kesîr ed-Dimaşkî eş-Şâfiî (İbn Kesîr), el-Bidâye ve'n-Nihâye'de Ebû Hanîfe için güzel bir terceme-i hal yazmış ve 150 yılın­da vefat edenler arasında zikretmiştir. Onun için şunları söylemiştir:

“Bu yıl İmam Ebû Hanîfe de vefat etmiştir... İsmi Numan b. Sabit et-Teymî mevlâhum el-Kûfî. İrak'ın fakihi, İslamın imamlarından, ön­de gelen büyüklerinden biri, ulemanın kurmaylarından, tabi olunan dört mezhep imamından biri. Dört imam içinde en önce vefat eden odur. Sahabe dönemine yetişmiş ve Enes b. Malik'i görmüştür. Başka sahabileri gördüğü de söylenmiştir. Bazı ilim adamları onun yedi sahabiyi gördüğünü söylemişlerdir.

Bir gurup tabiîden hadis rivayet etmiştir. Hakem, Hammad b. Ebî Süleyman, Seleme b. Kuheyl, Âmir eş-Şa'bî, îkrime, Atâ, Katâde, Zuhrî, İbn Ömer'in azadlısı Nâfi', Yahya b. Saîd el-Ensârî ve Ebû İs­hak es-Sebîî bunlardan bazılarıdır.

Ondan rivayet edenlerin bir kısmı da şunlardır: Oğlu Hammad, İb­rahim b. Tahmân, İshak b. Yusuf el-Ezrak, Kâdî Esed b. Amr, Hasan b. Ziyad el-Lu'luî, Hamza ez-Zeyyât, Davud et-Tâî, Züfer, Abdurrezzak, Ebû Nuaym, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, Huşeym, Vekî', Kâdî Ebû Yusuf.

Yahya b. Maîn onun için “Ebû Hanîfe bizim nezdimizde güvenilir kimselerdendi. Yalancılıkla itham edilmemiştir” demiştir. İbn Hubeyre teklif ettiği kadılığı kabul etmediği için onu kırbaçlatmıştır. Yahya b. Saîd fetva konularında onun görüşlerini tercih ederdi. Yahya şöyle de­mekteydi: “Allah'a karşı ne yalan söyleyeyim: Ebû Hanîfe’nin reyin­den daha isabetli rey görüp duymadık. Biz onun görüşlerinin çoğunu benimsiyoruz.” Abdullah b. Mübarek de şöyle demekteydi: “Allah, Ebû Hanîfe ve Sufyan'la bana yardım etmeseydi sıradan bir insan olurdum.”...

Abdullah b. Davud el-Hureybî şunu demiştir: “Fıkıh ve sünneti ko­ruduğundan dolayı, müslümanların namazlarında Ebû Hanîfe'ye dua etmeleri gerekir.” Sufyanu's-Sevrî ile İbnu'l-Mubârek da şöyle demiş­lerdir: “Ebû Hanîfe kendi döneminde insanların en fakihi idi.” Ebû Nuaym da “meseleleri derinlemesine inceleyebilen bir insandı” der­ken, Mekkî b. İbrahim de “Ebû Hanîfe yeryüzü insanlarının en bilgilisiydi” [140] demiştir.

 

Tebrîzî’nin Bakış Açısı:

 

Mişkâtul-Mesâbîh müellifi üstad, imam, alîame Veliyyuddin Mu­hammed b. Abdullah el-Hatîb et-Tebrîzî eş-Şâfiî el-İkmâl fî Esmâi'r-Ricâî'dâ şahısların isimlerini verirken İmam'ın terceme-i halinde şöy­le der:

“Şerik en-Nehaî şöyle demiştir: “Çok susan, devamlı düşünen, in­sanlarla az konuşan biriydi.” Bu onun, bâtını ilimlerdeki durumunu, dinin temel meseleleriyle ilgilendiğini gösteren en açık delillerdendir.

Çünkü suskunluğu ve zühdü birarada bulunduran kişiye ilmin tamamı verilmiş demektir. Biz burada onun menkıbelerini ve faziletlerini açık­lamaya dursak konu bir hayli uzar ve asıl maksadımıza ulaşamayiz. Ancak şunu söyleyelim: Ebû Hanîfe alim, amel ehli, verâ'lı, zahid ve âbid bir insandı. Din ilimlerinde imamdı. Mişkât'ta ondan bir tek ha­dis rivayet etmememize mukabil bu kitapta zikredilmesinin nedeni, yüksek mertebesi ve geniş ilmi birikiminden teberrüklenmektir.”

 

Nevevî’nin Bakış Açısı:

 

Yukarıda kitaplarından nakilde bulunduklarımızdan zevattan önce; imam, hafız, biricik insan, şeyhülislam, evliyanın sembolü Muhyiddin Ebû Zekeriya Yahya b. Şeref b. Murrî el-Hizâmî el-Havrânî en-Nevevî eş-Şâfiî, Tehzîbu'l-Esmâ ve'l-Luğât adlı eserinde Ebû Hanîfe’nin terceme-i halini verirken onun faziletlerinden, menkıbelerinden, ilmi­ne ve verâma olan övgülerden başka bir şey zikretmemiştir.

 

İbnu'l-Esîr'in Bakış Açısı:

 

Nevevî’den önce, Câmiu'l-Usûl ile en-Nihâye fî Garîbi'l-Hadîs eserlerinin yazarı, hicrî 606 yılında vefat etmiş olan allame, üstün zat, biricik insan, dil üstadı, yazar Kâdî Mecduddin Ebu's-Seâdât Mübarek b. Muhammed eş-Şeybânî el-Cezerî summe'l-Mevsılî eş-Şâfiî (İbnu'l-Esîr) İmam Ebû Hanîfe’nin terceme-i halini Câmiu's-Usûl kitabının [141] üçüncü kısmında zikretmiş, ona beüğ övgülerde bulunmuş, suçlayıcı ifadelerde bulunanlara da karşılık vermiştir. O, şunları söylemiştir:

“Numan b. Sabit: Ebû Hanîfe Numan b. Sabit b. Zûtâ b. Mâh el-Kûfî. İmam, fakih. Teymullah b. Sa'lebe Oğullarının himayesindeydi. Hamza ez-Zeyyât'ın obasındandır. İpek satıyordu. Kitâbu'l-Hac'da İş'ar bölümünde kendisinden bahsedilmiştir. Dedesi Zûtâ Kâbil'liydi. Bâbil'İi olduğu da söylenmiştir. Keza Enbar'lı oiduğu da ifade edilmiş­tir. Teymullah b. Sa'lebe Oğullarının kölesiydi, sonra azad edildi. Ba­bası Sabit ise müslüman bir ailede dünyaya geldi.

Torunu İsmail b. Hammad b. Ebî Hanife şöyle demiştir: “Ben İs­mail b. Hammad b. Numan b. Sabit b. Numan b. Merzuban. Hür Farslılardan. Vallahi biz hiçbir zaman köle olmadık. Dedem hicri 80 yılında doğdu. Sabit küçükken Ali b. Ebî Talib'e gitmiş. Hz. Ali de hem onun hem de nesli için hayır dua etmiş. Allah Teâlâ'nın, Hz. Ali’nin yapmış olduğu bu duayı kabul buyurduğunu ümid ediyoruz.”

Ebû Hanîfe hicri 80 yılında doğdu. 150 yılında Bağdad'da vefat etti. 151 keza 153 yılında vefat ettiği de söylenmiştir ancak, birinci görüş hem daha sahih hem de daha meşhurdur. Hayzurân Kabristanı'na defnedilmiştir. Bağdad'daki kabri herkesçe bilinmektedir.

Ebû Hanîfe’nin zamanında dört sahabe hayattaydı: Basra'da Enes. Kufe'de Abdullah b. Ebî Evfâ. Medine'de Sehl b. Sa'd. Mek­ke'de Ebu't-Tufeyl Âmir b. Vasile. Ebû Hanîfe bunların hiçbirine yetişememiş, dolayısıyla onlardan hadis almamıştır. Ebû Hanîfe’nin asha­bı ise şöyle demektedirler: 'Sahabeden bir gurupla görüşmüş ve on­lardan rivayet etmiştir.' Onların bu sözleri rivayet alimleri nezdinde tesbit edilmiş bir husus değildir. [142]

Fıkhı Hammad b. Ebî Süleyman'dan öğrenmiştir. Ata b. Ebî Rabâh, Ebû İshak es-Sebîî, Muhârib b. Disâr, Heysem b. Habîb, Muham­med b. Munkedir, İbn Ömer'in azadlısı Nâfi', Hişam b. Urve ve Simâk b. Harb'dan hadis dinlemiştir.

Ondan da Abdullah b. Mübarek, Vekf b. el-Cerrâh, Yezîd b. Ha­run, Ali b. Âsim, Kâdî Ebû Yusuf, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî ve başkaları rivayet etmiştir. Halife Ebû Cafer el-Mansur onu Bağdad'a göç ettirmiştir. Oda vefat edene kadar burada kalmıştır. İbn Hubeyra, Mervan b. Muhammed el-Emevî’nin saltanatı döneminde onu Küfe kâdîsı olmaya zorlamış, kabul etmeyince de on gün boyun­ca onar taneden 100 kırbaç attırmıştır. Buna rağmen kadılığı kabul et­mediğini görünce, serbest bırakmıştır. Mansur onu zorla Bağdad'a göçtürünce burada kadılık makamına getirmek istemiş ancak, o buna yanaşmamış. O da mutlaka kâdî yapacağına yemin etmiş, Ebû Hanîfe de yapmayacağına yemin etmiş, böylece aralarında karşılıklı yeminleşmeler olmuş. Sonuç alınamayınca Mansur onu hapsettirmiştir. İmam zindandayken hayata veda etmiştir. (İmam'ın, kendisi için boş ve aşağılayıcı olan) tuğla sayma işine bakma karşılığında serbest kaldı­ğı söylenmiştir ancak bu sahih değildir.

İmam orta boyluydu. Uzunca olduğu da söylenmiştir. Buğday ten­li, güzel yüzlüydü. İnsanların en güzel ve tatlı konuşanıydı. Onunla oturmak çok hoştu. Çok cömert, din kardeşlerine karşı son derece lü­tuf kar ve ihsankârdı.

Şafiî şöyle demiştir: Mâlik'e soruldu:

“Ebû Hanîfe'yi gördünüz mü?”

“Evet. Onu öyle biri olarak gördüm ki, eğer şu direk altındır de­seydi, bunu delilleriyle ispat ederdi.”

Şafiî şunu da söylemiştir: “Fıkıhta derinleşmek isteyen kişi Ebû Hanîfe'ye muhtaçtır.”

Biz burada onun menkıbelerini ve faziletlerini açıklamaya devam etsek konu bir hayli uzar, biz de asıl maksadımıza ulaşamayız. Ancak şunu söyleyelim: Ebû Hanîfe alim, amel ehli, zahid, âbid, verâ'lı, mut­taki bir insandı. Din ilimlerinde kendisinden razı olunmuş bir imamdır.

Ebû Hanîfe'ye nisbet edilen keza ondan nakledilen uydurma bir takım sözler vardır. Ancak imam bunlardan münezzehtir. Kur'ân'ın mahluk olduğu, Kaderî görüşü benimsediği, İrca inanışını kabul ettiği yönündeki sözler gibi. Bunları zikretmeye keza kimlerin bunları dile getirdiğini anmaya hiç gerek yok.  Doğrusu o bunlardan uzaktır.

Allah'ın şöhretini, yeryüzünü kaplayan ilmini her tarafa yayması, mezhebinin ve fıkhi yaklaşımının benimsenmesi, sözleriyle fiillerine müracaat edilmesi, İmam'ın bu tür şeylerden uzak oluşunun hakikatin ta kendisi olduğunu gösteren delillerden bir kısmıdır. Allah katından gelen gizii bir sır ve hoşnudluk olmasaydı, Ailah onu muvaffak kılmaz, İslam ümmetinin yarısı veya buna yakın sayıda insan onun mezhebini, ictihadlarını ve görüşleriyle amel etmeyi seçmezdi. Sonuçta, yaklaşık 444 yıldır Allah'a ve dinine onun fıkıh çerçevesinden kulluk yapıldı; onun ictihadlarıyla ve mezhebiyle amel edildi; onun görüşleri alındı.

Bütün bunlar, onun mezhebinin ve akidesinin doğruluğunu göste­ren ve hakkında söylenen olumsuz şeylerden uzak olduğunu isbat eden en güzel delillerdir. Hanefî mezhebini benemseyenlerin en önde gelenlerinden olan Ebû Cafer et-Tahâvî Akîdetu Ebî Hanîfe adlı ese­rinde onun yaklaşımlarını ele almıştır. Burada geçenler bütünüyle ehl-i sünnet ve'1-cemaatın yaklaşımlarıdır. Burada ona nisbet edilen veya söylediği iddia edilen aykırı hususlardan bir şey yoktur, öğrencileri ve müntesipleri onun halini ve sözlerini başkalarından çok daha iyi bilirler. Bu durumda onların naklettiklerine bakmak başkalarının söyledik­lerine göz atmaktan çok daha iyidir. [143]

Onun aleyhinde bir takım şeyler söyleyenlerin buniarı demelerinin keza İmam'a nisbet edilen bu tür şeylere sarılıp İmam'a yüklenmeleri­nin nedenleri açıklanmıştır. Ancak, biz burada onların söyledikleri şey­leri aktarma ihtiyacı hissetmiyoruz çünkü Ebû Hanîfe gibi İsİamda yüksek bir konumda bulunan bir insan, kendisine nisbet edilen şeye İzahat getirilip mazeret üretilmesine muhtaç değildir.” [144]

Bunların hepsinden önce hafız, üstad, allame, İslamın tacı Ebû Sa'd Abdulkerim es-Sem'ânî el-Mervezî eş-Şâfiî, Ensâb'da Ebû Hanîfe’nin terceme-i halini oldukça güzel sunmuş, burada faziletlerini ve menkıbelerini zikretmiştir. Ona leke getiren şeyler üzerinde hiç dur­mamıştır.

Söz konusu bu alimlerden sonra gelmiş olan ve Ebû Hanîfe’nin hal tercümesini yazan, ya da menkıbelerini kitap ve cüzler halinde derleyen değerli mütehassıs hafızlar, imamlar ile diğer ilim ehli aynı minval üzere hareket etmişlerdir. Onlar eserlerinde, imamın faziletle­ri, menkıbeleri, dini, takvası, Kitap ve sünnete yönelik ilminin genişli­ği üzerinde yaptıkları övgüler dışında hiçbir şeyi dercetmemişlerdir.

 

İbn Allan’ın Bakış Açısı:

 

Ben burada 11. asrın önde gelen alimlerinden olan, Hicaz bölge­sinde sünneti ihya eden, buradaki tefsir alimlerinden ve muhaddis imamlardan biri olan imam, allame Muhammed Ali b. Muhammed Allân b. İbrahim es-Sıddîkî el-Alevî eş-Şâfiî (İbn Allan)'in sözlerini aktarmak istiyorum. Kendisi hicrî 996 yılında doğmuş, 1057'de vefat etmiştir. İmam Ebû Hanîfe’nin terceme-i halini el-Futuhâtu'r-Rabbânı'yye ale'l-Ezkâri'n-Neveviyye adlı eserinde zikretmiştir. İsmi şerh et­tiği Ezkâr'ın metninde geçen Ebû Hanîfe’nin terceme-i halini şerhin­de verir ve şunları söyler:

İmam Ebû Hanîfe. İmam-ı A'zam. Biricik önder, yüksek insan, İmamların İmamı. Mertebesinin yüceliği, ilminin genişliği, zühdü, dönemindekilerden üstün olduğu, zahiri ilimler bir tarafa bâtını ilimlerde de nasipkâr olduğu hususunda ittifak edilmiştir. Bunların yanında o, güzel övgüye sahip olması ve adının her tarafa yayılması açısından da kendi dönemindekilere üstünlük sağlamıştır. Tabiînin büyüklerindendir. Adı Numan b. Sabit b. Zûtâ b. Mâh mevlâ Teymillah b. Salebe el-Kûfî'dir.

Hatîb Bağdadî, torunu Ömer b. Hammâd b. Ebî Hanife'den “(Ebû Hanîfe’nin babası) Sabit müslüman bir ailede dünyaya geldi” dediğini aktarmıştır. Zûtâ, Teym Oğullarının kölesiydi. Bilahere onu azad etti­ler. Velayeti ise onlarda kaldı. Ebû Hanîfe’nin torunu Ömer'in karde­şi İsmail bunu kabul etmemiş, Sâbit'in babasının Farslılardan olduğu­nu ve hür olduklarını belirtmiş, “vallahi biz hiçbir zaman köle olma­dık” demiştir. Yine şunu demiştir: “Zûtâ küçükken oğlu Sâbit'i Ali b. Ebî Talib'e götürmüş. Hz. Ali de hem onun hem de nesli için hayır dua etmiş. Allah Teâlâ'nın Hz. Ali’nin yapmış olduğu bu duayı kabul buyurduğunu ümid ediyoruz.”

İsmail'in umduğu şey olmuştur. Allah Teâlâ dedesi Ebû Hanîfe'ye sonsuz ve sınırsız bir lütufta bulunmuş, ona tabi olanlara bereket ih­san etmiş ve dünyanın dört bir tarafına yayılıp çoğalmışlardır. Bütün dünyada şöhret bulan sıdk ve emanetinin bereketi müntesipleri üze­rinde de tezahür etmiştir.

Ebû Hanîfe fıkhı Hammad b. Ebî Süleyman'dan almıştır. Sahabe­den dört hatta sekiz kişiye yetişmiştir. Enes, Abdullah b. Ebî Evfâ, Sehl b. Sa'd, Ebu't-Tufeyl bunlardandır. Bir zat, İmam Ebû Hanîfe’nin kendilerinden rivayet ettiği bazı sahabilerin isimlerini şiir haline getir­miştir:

 

Tabiîlerin süsüdür Ebû Hanîfe

Şunlardan hadis nakletmekte

Cabir, İbn Cez', Hureysî [145], Ma'kil,

İyi insan Enes, Bint Acred, Vâsıle

Güzellerin ilmini elde etmişti işte.

 

Sahabeden kimseyle görüşmediği de söylenmiştir.

Atâ ve onun dönemindekilerden hadis dinlemiştir. İbnu'1-Mubârek, Vekî' b. Cerrah ve başkaları da kendisinden rivayet etmişlerdir.

Halife Mansur kadılık makamına gelmesini istemiş ancak, o bun­dan imtina etmiştir. Bunun üzerine hapsettirmiş ve kırbaçlatmıştır. O ise kabul etmemekte direnmiş ve cezaevinde vefat etmiştir.

Abdullah b. Mübarek onun hakkında şöyle demiştir: “Dünya her-şeyiyle kendisine sunulduğu halde bunlardan kaçan bir şahıs biliyor musunuz?”

İmam güzel giyinir, hoş kokular sürünürdü. Daha uzaktan gelirken kullandığı hoş koku hissedilir, geldiği belli olurdu. Onunla oturmak bir zevkti. Çok cömert, din kardeşlerine karşı son derece ihsankârdı. Or­ta boyluydu. Uzunca olduğu da söylenmiştir. İnsanların en güzel ve tatlı konuşanıydı.

Ebû Hanîfe şöyle demiştir: 'Basra'ya geldiğimde, bana sorulan her bir soruya cevap veririm sanırdım. Ancak öyle şeyler soruyorladı ki, cevaplarını bilmiyordum. Bunun üzerine ölünceye kadar Hammad'dan ayrılmamaya yemin ettim. 18 yıl onunla birlikte bulundum. Vefatından sonra her namazda ebeveynimle birlikte onun için istiğfar ediyorum. Kendilerinden ilim aldığım diğer hocalarım ile benden ilim alanlar için de Allah'tan bağışlanma diliyorum.'

Sehl b. Muzâhim şöyle demiştir: “Dünya ona bahşedildi ancak, is­temedi. Kabul etmediğinden dolayı kırbaç yedi; yine de kabul etme­di.”

Ebû Hanîfe ipek satıyordu. Dükkanı Amr b. Hureys mahailesindeydi.

İbn Cureyc'e Ebû Hanîfe’nin vefat haberi ulaşınca derin bir üzün­tüye kapılmış ve “ne ilim gitti” diye iç geçirmiştir.

Fudayl b. Iyâd da diyor ki -Doğrusu bu büyük bilgenin şahitliği sa­na yeterlidir-: “Ebû Hanîfe fıkhıyla maruf, takvasıyla meşhur, geniş ilmi birikimi, etrafındaki herkese ihsanda bulunmasıyla tanınmış bir in­sandı. Gece gündüz ilim öğretmeye çabalayan, az konuşan, haram helale yönelik bir mesele kendisine getirildiğinde konuşan bir insan­dı.”

Faziletleri daha pekçoktur...

Bağdad kâdîsı Hasan b. Umâre cenazesini yıkayınca şöyle dedi: 'Allah sana rahmet etsin! Seni bağışlasın! 30 yılı oruçlu geçirdin. 40 yıldır, başın uyumak için yastığa değmedi.'

Hicri 80 yılında doğmuş, Bağdad'da vefat etmiştir. Kadılık mese­lesi yüzünden atıldığı hapiste vefat ettiği söylenmiştir. Meşhur olan gö­rüşe göre 150 yılında vefat etmiştir. 151 veya 153 yılında vefat etti­ği de söylenmiştir. Recep ayında vefat etmiştir. Kabri Bağdad'da olup ziyaret edilmektedir.

İmam Şafiî’nin onun hakkındaki şu sözü faziletini gösteren delil­lerden biridir: “İnsanlar fıkıhta Ebû Hanîfe'ye muhtaçtırlar.” [146]

İşte, cerh-tadil imamı münekkid hadis hafızları eserlerinde düş­manlarının ve haset edenlerin ona yönelik suçlamaları ve ithamların­dan hiçbirini zikretmemişlerdir. Bu bilginlerin hepsinin aynı minvalde davranması, bazı rical kitaplarındaki Ebû Hanîfe'yi cerh edici bütün sözlerin duvara çarpılması gerektiğini göstermektedir.

 

Şa'rânî’nin Bakış Açısı:

 

Kuşkusuz, onu bir sözü nedeniyle suçlayanlar ya Ebû Hanîfe’nin delilini bilmediklerinden veya Ebû Hanîfe’nin ince kıvrak zekasının onlardan üstün oluşundan dolayı (yani meseleyi onun gibi kavrayama­malarından ötürü) eleştirdiler. Hiç şüphe yok ki, selef ve halef alimle­ri onun geniş ilmî birikimi, verâsı, ibadet ehli oluşu, tedkik ve araştırmalarındaki zihni kabiliyetinde müttefiktirler. Bu nedenle kullandığı delilleri bilmeyenlerin, haset edenlerin, düşmanlarının ona yönelik sözlerine hiçbir şekilde itibar edilmez. Nitekim İmam Abdulvehhab eş-Şa'rânî el-Mîzânu'l-Kubrada şöyle demektedir:

“Reyin yerilmesi hususunda dört büyük imamdan nakledilenlere gelince; ilk olarak İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe Numan b. Sabit, -bir ta­kım mutaassıp kimselerin ona izafe ettiği şeylerin hilafına- dinin zahi­rine muhalif olan her reyden uzak durup kaçınmıştır. Kıyamet günün­de imamla yüzyüze geldiklerinde bu durum kendileri İçin ne kadar utanç verici olacaktır. Gerçek şu ki, kalbinde ufacık bir nur bulunan kimse hiçbir imam hakkında kötü söz söylemeye cesaret edemez.

İnsanların konumlan nasıldır peki? İmamlar gökteki yıldızlar gibi­dir. Diğerleri ise yıldızları sadece suya vuran yansımalarından tanıyan yeryüzündeki insanlar gibidir. Şeyh Muhyiddin İbn Arabî, el-Futuhâtu'l-Mekkiyye adlı eserinde senediyle birlikte Ebû Hanîfe'den onun her zaman şöyle dediğini nakletmiştir: “Allah'ın dininde reyle görüş belirtmekten sakının. Sünnete tabi olun. Bu yoldan sapan kimse sapı­tır.” [147]

Şa'rânî yine şöyle demiştir: “Alimler, Rasûlullah'dan sonra dini koruyan emin kullardır. İnsanlara açıkladıkları hususlarda, dinden çı­kardıkları hükümlerde onlara itiraz edilmez. Özellikle de Ebû Hanî-fe'ye. Hiç kimsenin ona itiraz etmemesi gerekir. Çünkü o imamların büyüğü, mezhebini ilk oluşturan kişidir. Zaman olarak Rasûlullah'a en yakın olandır. Keza o, tabiînin büyüklerinden olan imamların yaptık­larını da müşahede etmiştir.

Bütün insanlar onun büyüklüğü, ilmi, verâsı, zühdü, iffeti, ibadeti, Allah'ın muradını her zaman göz önünde bulundurması, ömrü boyun­ca her dem ondan korkması hususunda icma etmişlerdir. Bu durum­da bizim gibi İnsanların böylesine büyük bir İmama itiraz etmeleri na­sıl doğru olabilir ki! Allah'a yemin ederim ki, böyle bir itiraz ancak ba­siretsiz olanlar için söz konusu olur...

Benliklerini, imamlara bilgisizce saldırmaya kaptıranlarla birlikte olma sakın! Yoksa hem dünyada hem de ahirette hüsrana uğrarsın. Çünkü bu kitabımızın pekçok yerinde belirttiğimiz gibi, İmam Kur'ân ve sünnete son derece bağlıydı, reyden uzak biriydi.

Mezhebini inceleyen insan, onu dini konularda en ihtiyatlı mez­hep olarak görecektir. Tersini söyleyen kimse ise, hasta anlayışıyla hi­dayet imamlarını inkar eden mutaassıp cahiller zümresindendir. Bu büyük imam böyle şeylerden kesinlikle münezzehtir. Bilakis o, mez­heplerin tamamı kaybolana kadar peşinden gidilen en büyük imam ol­maya devam edecektir.

Zaman ilerledikçe, mezhebine mensup insanların sayısı her geçen gün arttığı gibi, onun ve etbâmın görüşlerine olan itimat ta artmaktadır. Daha önce imamımız Şafiî’nin şu sözünü aktarmıştık: “İnsanların hepsi fıkıhta Ebû Hanîfe'ye muhtaçtır.”

Ona tabi olanlardan bazıları, başka imamlara tabi olmaları yönün­de baskılara maruz kalıp zindanlara atıldılar, eziyetlere uğratıldılar. Al­lah'a yemin olsun ki, bu yaptıklarının bir faydası olmadı. Keza bir kı­sım mutaassıp kimselerin, İmam hakkındaki beyanatları ile “o ehli reyden biridir” sözlerinin bir kıymeti yoktur. Bilakis, imamı suçlayan kimselerin bu tür sözleri müdakkik alimler nezdinde sadece birer he­zeyandır. Bu suçlayan kimseler, müctehidlerin ihtilaf ettikleri konuları, istinbatİarındaki titizlik ve derinliği bilselerdi, vardığı nokta kapalı kal­mış olan Ebû Hanîfe'yi müctehidlerin büyük çoğunluğuna üstün tutar­lardı.

Ey kardeşim! Şunu bil! Diğerlerine oranla daha ziyade Ebû Hanîfe’nin konumu üzerinde durmamın nedeni, imama muhalefet eden, dini konularda düşüncesizce davranan bazı farklı mezhep mensubu öğrencilere olan şefkatimdir. Çünkü bunlar, diğer imamların aksine, bu imamın vardığı noktadan habersiz oldukları için, onun bazı ictihadlarını zayıf gösterme hatasına düştüler. Kuşkusuz, anlama kabiliyeti olan ve meselelerde varılan noktalan görme yeteneğine sahip ilim ta­lipleri için, imamların Kitap ve sünnetten istinbat etme yöntemleri ga­yet açıktır.” [148]

 

Elbânî’nin İmam Ebû Hanîfe'ye Dil Uzatması

 

Konumuz çerçevesindeki değerlendirmelerine itibar edilmesi ge­reken nakil üstadları ile rical bilginlerinden aktardığımız İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe'yle ilgili alıntılar, onun hafızasını, tedkiklerini hakkıyla ya­pışını ve yüksek bir ilme sahip oluşunu övmektedir. Hafız Ebu'1-Haccac el-Mizzî, Tehzîbu'l-Kemâl'inin mukaddimesinde şöyle demekte­dir:

“Bu kitapta yer alan cerh-tadil imamları ile diğer bilginlerin sözle­rinin büyük kısmı Hafız Ebû Hatim'in oğlu Hafız Ebû Muhammed Abdurrahman b. Ebî Hatim er-Râzî’nin Kitâbu'1-Cerh ve't-Ta'dîl'inden, Hafız Ebû Ahmed Abdullah b. Adiy el-Curcânî’nin eJ-Kamil’inden, Hafız Ebû Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit el-Hatîb el-Bağdâdî’nin Târîhu Bağdâd’ından, İbn Asâkir ed-Dimaşkî diye maruf Hafız Ebu’l-Kâsım Ali b. Hasan b. Hibetullah'ın Târîhu Dımaşk'ından alınmadır. (Konu­nun durumuna göre), bu dört kitaptan veya bir kısmından nakledilen­ler diğer eserlerden nakledilenlerden çok daha fazladır...

Bu kitap hadis ravilerinin, rivayetleri nakledenlerin, din imamları­nın, takva-zühd-verâ' ve ibadet ehli kimselerin büyük çoğunluğundan bahseden bir çalışmadır. Bu çalışmada zikri geçen ilim guruplarından -çok azı müstesna- meşhurların büyük çoğunluğu anılmaktadır.

Burada zikredilen bilgilere ilaveten daha fazla malumat sahibi ol­mak isteyenler zikri geçen dört kitap dışında şu kitaplara bakabilirler: Vâkidî’nin katibi Muhammed b. Sa'd'ın et-Tabakâtu't-Kubrâ'sı. Ebû Bekr Ahmed b. Ebî Hayseme Zuheyr b. Harb'ın Târîh'i. Ebû Hatim Muhammed b. Hibbân el-Bustî’nin Kitâbu's-Sikât'ı. Ebû Saîd Abdurrahman b. Ahmed b. Yunus b. Abdula'lâ es-Sadefî’nin Târîhu Mısfı. Hâkim Hafız Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah en-Neysâbûrî’nin Târîhu Neysâbûru. Hafız Ebû Nuaym Ahmed b. Abdullah b. Ahmed el-Esbehânî’nin Târîhu Esbehânı. Bu on kitap rical alanında yazılmış temel kitaplardır.” [149]

İbn Adiy'in, Ebû Hanîfe olayında haddi aşıp sınırı geçtiği malum­dur. Aynı şekilde, Hatîb Bağdadî de İmam'a yöneltilen suçlamaların hepsini kitabında zikretmiş, denizlerin yıkamaya kifayet etmeyeceği kadar pisliği getirip ortaya dökmüştür.

İlim ehlinin müracaat ettiği ve bizim kendilerinden İmam-ı A'zam’ın konumunu aktardığımız Sem'ânî, Nevevî, Mizzî, Zehebî, İbn Kesîr, Hüseynî, el-Burhân el-Halebî ve İbn Hacer gibi bilginlere gelin­ce...

Evet, zikri geçen bilginler bu alanın imamları olmalarına rağmen Ebû Hanîfe hakkında söylenen olumsuz şeylere hiç iltifat etmediler. Onu bir takım şeylerle suçlayanların aksine, Ebû Hanîfe'yİ hafızlardan saymışlar, güvenilir biri olduğunu belirtmişler, hadislerin sahih veya za­yıf kabul edilmesinde keza ravilerin güvenilir mi zayıf mı olduğunu an­lamada görüşlerine müracaat edilen tenkid ilmi imamlarından kabul etmişler ve yeri geldikçe görüşlerini zikretmişlerdir.

İşte İmam Ebu'l-Haccac el-Mizzî. Tehzîbu'l-Kemâl’inde zikrettiği şeylerin tamamını Hatîb Bağdâdfnin Târîhu Bağdâd’ından almıştır ancak, onun hakkında söylenen bir takım sözlerin nefsânî ve taassup kaynaklı olduğunu bildiğinden dolayı, İmam'ın itibarını zedeleyen hiç­bir şey üzerinde durmamıştır. Çünkü İmam düşmanlarının kendisine iftira ettiği şeylerden beridir. Bu nedenle böylesi şeylerin hiçbirinin zik­redilmesine gerek yoktur.

İmam Zehebî bu kitap için “Tehzîbu'l-Kemâl sika ravileri tanıma­nın kaynağıdır” demiş ve -daha önce geçtiği üzere [150]kitabındaki me­todunu övmüştür: “Üstadımız Ebu'l-Haccâc, Ebû Hanîfe'yi zayıf gös­teren bir görüşe eserinde yer vermemekle çok iyi davranmıştır.”

Mizzî’nin ardından Zehebî, İbn Kesîr, Hüseynî, el-Burhan el-Halebî ve İbn Hacer gibi Şafiî mezhebinin büyükleri aynı doğrultuda hare­ket etmiş, bu tutum bugüne kadar devam etmiştir. Ancak, günümüz­de hadisçiliği kendine mal eden bir zat, -ki bu Üstad Nasır el-Elbânî'dir- aykırı davranmış ve yoldan saparak böyle bir İmam'a saldırma­ya başlamıştır. Onun hafızası ve ilmi ciddiyeti hakkında konuşmaya başlamış, zayıf biri olduğu iftirasında bulunarak hafıza zayıflığıyla suç­lamış, zabt ve ezberlemesinin olmadığını iddia etmiştir.

Elbânî, imam, hüccet, hafız, şeyhülislam Ebû Bistam Şu'be b. el-Haccac el-Ezdî; imam, meşhur üstad, hadisçilerin önderi Ebû Saîd Yahya b. Saîd el-Kattân; imam, hafız, cerh-tadil bilginlerinin üstadı Ebu'l-Hasan Ali b. el-Medînî; imam, biricik insan, hafızların pîri, cerh-tadilin sultanı Yahya b. Maîn; imam, güvenilir insan, hafızların bilgesi Ebû Davud Süleyman b. Eş'as es-Sicistânî ve bu alanın üstadı olan di­ğer insanların Ebû Hanîfe’nin güvenilir biri olduğunu belirten sözleri­ni görmezlikten gelmiş, Silsiletu't-Ehâdîsî'd-Daîfe adlı eserinde “yıl­dız doğduğunda her belde halkından afetler uzak tutulur” hadisini de­ğerlendirirken şöyle demiştir:

“Bu hadis zayıftır. İmam Muhammed b. Hasan, Kitâbu'l-Âsâr'da [151]bunu Ebû Hanîfe tarikiyle Ebû Hureyre'den merfu ola­rak rivayet etmiştir. Yine Ebû Hanîfe tarikiyle Sekafî Fevâid'de[152], Taberânî el-Mu'cemu's-Sağîr [153]ile el-Mu'cemu'l-Evsat'ta [154]rivayet etmişlerdir. Yine Ebû Nuaym Ahbâru Esbahân'da [155] Ebû Hanîfe'den rivayet etmiş ve “hadisteki necm (yıldız), Süreyya yıldızıdır” demiştir.

Bu isnadın ricali sikadır ancak Ebû Hanîfe fıkıhta çok yüksek bir konumda bulunmasına rağmen Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Adiy ve diğer hadis imamları onu hafızası açısından zayıf kabul et­mişlerdir. Bu nedenle İbn Hacer Takrîb'de onun terceme-i halini verirken “meşhur bir fakihtir” demenin ötesinde bir şey dememiştir.” [156]

Şimdi biz Elbânî'ye sormak durumundayız: Ebû Hanîfe, İbn Ha­cer nezdinde zayıf biri olarak kabul ediliyorsa, o zaman niye zayıf bi­ri olduğunu dile getirmedi de “meşhur bir fakihtir” demekle yetindi? Oysa Takrîb'in mukaddimesinde şöyle bir açıklaması vardır: “Ben bu kitabımdaki her bir şahıs için, haklarında söylenen en doğru ve en adil değerlendirmeyi kapsayan hükmü en veciz ifade ve işaretlerle verece­ğim.”

Elbânî herhangi bir usûl kitabında “meşhur bir fakihtir” sözünün 'zayıf biridir' anlamında kullanıldığını gösteren açık bir ifade veya îmâya rastladıysa bunu bizlere açıklasın. Ravinin fakihlik ve meşhur biri olarak takdim edilmesi, acaba onun zayıflığına ve terk edildiğine mi delalet eder, yoksa onu tanınmazlık ve kapalılık durumundan şöhrete ve tanınıp bilinmeye mi çıkarır? Keza bu tanınma ve şöhret onun il­mini ve azametini ifade etmez mi? Son derece hayırlı bir İnsan oldu­ğunu ortaya koymaz mı? Halbuki Hz. Peygamberden şöyle bir sahih hadis gelmektedir: “Allah bir kulu için hayır murad ederse onu dinde fakih kılar.” Fıkıhtan sonra istenip talep edilecek başka bir hayır var mı? Ayrıca “fakih” sözcüğü selef alimlerinin geleneğinde sadece müctehidler için kullanılmaktaydı. Eibânî'ye ne oluyor ki, durumu çarpıtıp, öveceği yerde yeriyor? Allah hiç şüphe yok ki, ondan bunun hesabı­nı soracaktır.

Elbânî’nin “İbn Hacer Takrîb'de onun terceme-i halini verirken “meşhur bir fakihtir” demesinin ötesinde bir şey dememiştir” sözüne gelince, bu tamamen bir iftira ve yalandır! Ebû Hanîfe hakkında söy­lenen diğer sözleri reddetmektir ve bu doğru da değildir. Nasıl doğru olsun ki, Hafız İbn Hacer eserin iki yerinde Ebû Hanîfe’nin imam ol­duğunu dile getirmiştir. Takrîb'in künyeler bölümünde “Ebû Hanîfe Numan b. Sabit. Meşhur imam” derken, Nûn harfinde de “Numan b. Sabit el-Kûfî. Ebû Hanîfe. İmam. Aslen Farslı olduğu söylenmiştir. Ke­za Teym Oğullarının mevlâsı (onların himayesinde) olduğu da söylenmistir. Meşhur bir fakihtir. Altıncı tabakadandır. Sahih olan görüşe gö­re, 150 yılında 70 yaşında vefat etmiştir.”

Cerh tadil kitaplarında bir insan hakkında yalın ifadeyle 'imam' denir ve bu kelime başka bir kelimeyle kayıtlandırılmazsa, bunun anlamı şudur: İmam, bir ravinin güvenilir olduğunu belirtmede kullanılan ifadelerin en üstünüdür ve sika, mutkin, sebt, adi gibi güvenilir oldu­ğunu belirten sözlerden daha yukarı bir dereceyi gösterir. Ancak, in­san büyük imamlar hakkında konuşmaya başladığı zaman, üzerine ga­zap iner ve aklı başından giderek herşeyi birbirine karıştırır.

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Hafız İbn Hacer, bu kimselerin Ebû Hanîfe'yi zayıf saymalarını kesinlikle kabul etme­miştir. Kullandığı “fakih”, “imam” ifadelerinde onun rivayetlerini fakih keza imam olmayan diğer ravilerin rivayetlerine tercih ettiğine işaret vardır. Biz, bildiği halde gizledi demiyorsak da, Elbânî bunu düşünüp anlayamamış ve durumu çarpılmıştır. Çünkü “meşhur bir fakihtir” ta­nımının ravinin zayıflığına delalet ettiğini iddia etmiştir. Aklı kullara taksim eden Allah'ı tesbih ederim.

İmam, zeki insan Yusuf b. Haccac el-Mizzî Tehzîbu 'l-Kemâl'in mukaddimesinde şöyle demektedir:

Ebû Bekr b. Huzeyme, Abdullah b. Hâşim et-Tûsî'den şöyle dedi­ğini nakletmiştir: Bizler Vekî'in yanındaydık. Bize sordu:

“Şu iki isnaddan hangisi sizce daha iyidir: A’meş -Ebû Vâil  Abdullah isnadı mı yoksa Sufyan- Mansur - İbrahim - Alkame - Abdullah sene­di mi?” Bizler

“A’meş'in Ebû Vâil'den naklettiği sened. Çünkü bu sened diğerine göre daha kısadır” dedik. O ise

“A’meş bir hadis hoca­sıdır. Ebû Vâil de öyle. Sufyan - Mansûr - İbrahim - Alkame - Ab­dullah tariki ise fakihlerin birbirlerinden rivayet ettiği bir tariktir” de­di. Bir başkası onun şunu da dediğini söylemiştir: “Fakihlerin birbirle­rinden naklettiği bir hadis, hocaların birbirinden naklettiği bir hadisten elbette daha üstündür.” [157]

Ayrıca şu da var: Elbânî’nin isteği doğrultusunda olmasa da, Ha­fız İbn Hacer el-Askalânî'nin diğer eserlerinde de hiçbir İlim adamın­dan İmam Ebû Hanîfe'yi zayıf sayan bir değerlendirme nakletmediği malumdur. Bilakis Tehzîbu't-Tehzîb''de İmam’ın güvenilir bir insan ol­duğunu cerh-tadii ilminin üstadı Yahya b. Maîn'den nakletmiştir. İşte söylediği:

“Yahya b. Maîn şöyle demiştir: 'Ebû Hanîfe sika idi. Sadece ez­berlediği hadisleri naklederdi. Ezberlemediklerini nakletmezdi. Ebû Hanîfe hadiste güvenilir biriydi.'

İbn Davud el-Hureybî şöyle demiştir: 'Ebû Hanîfe’nin aleyhinde konuşan insanlar hasetçilerle cahillerdir.'

Rey kadısı Ahmed b. Abde babasından naklediyor: İbn Âişe’nin yanındaydık. Ebû Hanîfe’nin rivayet ettiği bir hadisi zikrettikten sonra şöyle dedi: Onu görmüş olsaydınız keşke hayatta olup yaşasaydı der­diniz.

Onun ve sizin misaliniz şu şiirde söylendiği gibidir:

 

Yazıklar size, onları yermeyi artık azaltın

Ya da kapattıkları gediği kapatmaya bakın. [158]

 

İbn Hacer bu eserinde, İmam Ebû Hanîfe’nin terceme-i halini şu sözleriyle bitirir: “Ebû Hanîfe’nin menkıbeleri gerçekten çoktur. Allah ondan razı olsun, Firdevs cennetinde oturtsun. Amin.” [159]

Hureybî’nin kim olduğuna gelince: İmam, üstad Ebû Abdullah b. Davud b. Âmir el-Hemdânî eş-Şa'bî el-Kûfî. Basra'daki Hureybe ma­hallesinde otururdu. Zehebî kendisini Tezkiretu'l-Huffâz'da zikret­miştir.

İbn Hacer zikri geçen bu Hureybî’nin Takribideki terceme-i halin­de şöyle söyler: “Abdullah b. Davud b. Âmir el-Hemdânî el-Hureybî, Ebû Abdurrahman. Aslen Kûfelidir. Güvenilir bir insandır, âbiddir. Dokuzuncu tabakadandır. Hicrî 213 yılında 87 yaşında iken vefat et­miştir. Vefatından önce hadis rivayetini bıraktı. Bu nedenle Buhârî kendisinden hadis dinleyemedi.”

İbn Hacer Tehzîbu't-Tehzib’de de şunu demektedir: “İbn Sa'd onun için 'Hureybî güvenilir, âbid ve zahid bir insandır' derken, İbn Maîn de 'doğru ve güvenilir bir insandır' demiştir. Osman ed-Dârimî de şöyle demiştir: İbn Maîn'e Hureybî'yi ve Ebû Âsım'ı sordum. İkisi güvenilirdirler, dedi.' Dârimî’nin kendisi de 'Hureybî daha üstündür' demiştir. Ebû Zur'a ve Nesâî de 'güvenilir' bir insandır derken, Ebû Hatim de 'reye temayülü vardı ve doğru bir insandı' demiştir. Dârekutnî de 'güvenilir ve zahid bir insandır' demiştir. İbn Uyeyne ise 'eş­siz insanlardan biridir' demiş, başka bir keresinde de 'o bizim kadîm hocamızdır' diye övgüyîe bahsetmiştir.”

Ey mutaassıb Elbânî! Gözlerini yummadan bir bak: Eşsiz insanlar­dan biri olan, İbn Uyeyne’nin hocası, güvenilir, doğru, zâhid, âbid, emin İnsan Hureybî ne demektedir: Ebû Hanîfe’nin aleyhinde konu­şan insanlar hasetçilerle cahillerdir. Bu hasetçi ve cahillerin İmam hak­kında söylediklerine sakın kanma.

Gelelim (yukarıdaki şiiri okuyan) İbn Âişe'ye. Adı Ebû Abdurrahman Ubeydullah b. Muhammed b. Hafs el-Ayşî'dir. İbn Hacer onu Takrîb'de zikretmiş ve şöyle demiştir: “Ubeydullah b. Muhammed b. Aişe. Dedesinin adı Hafs b. Ömer b. Musa b. Ubeydullah b. Ma’mer et-Teymî'dir. Ona İbn Âişe keza el-Ayşî denmiştir. Ayşî denmesi soyu­nun Aişe bnt. Talha'ya uzanmasındandır. Güvenilir aynı zamanda cö­mert bir insandı. Kaderi olmakla suçlanmış ancak bu tesbit edileme­miştir. Onuncu tabakanın büyüklerinden olup hicri 228 yılında vefat etmiştir.”

İbn Hacer Tehzîbu't-Tehzîb'de de şöyle demiştir: “Ahmed b. Hanbel onun için 'hadis rivayetinde doğru biridir' demiştir. Ebû Hatim de 'doğru, güvenilir biridir” demiştir. Ahmed b. Hanbel kendisinden ri­vayet etmiştir. Yanında Hammad b. Seleme'den gelen 9.000 hadis vardı. Son derece edîbane konuşurdu, akıcı bir lisana sahipti. Güzel ahlaklı ve cömert idi. Ebû Davud 'pekçok ilim Öğrenmiştir' derken, Sâcî de şöyle demiştir: 'Tartışmasız olarak, Basralıların ilimde ileri gelenlerindendi. Eli açık ve cömert bir insandı.' İbrahim el-Harbî de 'gö­züm onun gibisini görmedi' derken, İbn Hibban da 'Arapların nesep­lerini ezbere çok iyi bilirdi” [160] demiştir.

Zehebî de Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ adlı eserinde onu şu sözleriy­le övmektedir: “İmam, allame, güvenilir zat,... tarih bilgini, doğru in­san.”

İşte Ahmed b. Hanbel'in hocası, İmam, allame, hafız, doğru in­san, güvenilir zat, pekçok ilimde derinleşmiş üstad, Basra'nın ilimde önde gelenlerinden olan İbn Aişe. Bu zat, Ebû Hanîfe’nin naklettiği bir hadisi aktarıyor. Orada bulunanlardan biri (çağımızda Elbânî’nin dediği gibi) 'biz onun naklettiği hadisi istemeyiz' diyor. O da ona şunu söylüyor: Onu görmüş olsaydınız keşke hayatta olup yaşasaydı derdi­niz. Onun ve sizin misaliniz şairin dediği gibidir:

 

Yazıklar size, onları yermeyi artık azaltın

Ya da kapattıkları gediği kapatmaya bakın

 

Elbânî akıl ve iz'an sahibi kimselerden olmuş olsa, burada onun için ibret alınacak bir durum vardır.

İbn Maîn, Ebû Hanîfe için 'güvenilir bir insandı. Sadece ezberle­diği hadisleri naklederdi, ezberlemediklerini nakletmezdi' demiş, İbn Hacer de bunu nakledip katılmış ve tenkit etmemiştir. Bu durumda, nasıl olur da İbn Hacer, Ebü Hanîfe muhaliflerinin cerhedici ifadeleri­nin tesirinde kalmıştır sanılabilir? Elbânî'ye ne oluyor da bu açık ve net ifadeyi kavrayamıyor? Onun bu sözü görüp anlamasına mani olan tek şey, Ebû Hanîfe'ye karşı olan taassubu ve derin kinidir.

Hafız, imam, Şemseddin Muhammed b. Abdurrahman es-Sehavî’nin el-Cevâhir ve'd-Durer fi Tercemeti Şeyhilislam İbn Hacer ki­tabında şöyle geçmektedir:

“Hafız İbn Hacer'e, Nesâî’nin ed-Duafâ ve'l-Metrûkîn kitabında zikrettiği 'Ebû Hanîfe hadiste güvenilir değildir. Az hadis rivayet etme­sine karşın çok hataları ve yanılgıları vardır' değerlendirmesi doğru mudur, hadis imamlarından bu değerlendirmeye muvafakat eden biri var mıdır, diye sorulunca şu cevabı vermiştir:

Nesâî hadis imamlarından biridir. Söylemiş olduğu şey, tesbit ede­bildiği kadarıyla gördüğü ve kanaatinin kendisini sevkettiği tesbittir. Herkesin her dediği kabul edilecek diye bir şey yoktur. [161] Muhaddislerden bir gurup da böyle düşünme hususunda Nesâî'ye katılmıştır. Hatîb Bağdadî Târîhu Bağdâdında onların sözlerini nakletmiştir. Bunlar içinde kabul edilecekler var, edilmeyecekler var. Ancak İmam için şu gerekçe gösterilmiştir: Ebû Hanîfe, sadece duyduğu'andan nakledene kadar hafızasında sakladığı hadisleri rivayet ediyordu. Bu nedenle kendisinden az hadis rivayet edilmiş, bununla bağlantılı ola­rak da, rivayeti az olmuştur. Yoksa kendisi çok hadis rivayet edebile­cek durumdaydı.

Sözün özü, böyle şeylere kendini kaptırmamak daha evlâdır. Çün­kü İmam ve benzeri alimler köprüyü çoktan geçmişlerdir. Birilerinin onlar hakkında söylemiş olduğu olumsuz sözler hiçbir zaman etkili ol­mamıştır. Bilakis onlar, Allah'ın kendilerini yükselttiği makamdadırlar çünkü, kendilerine uyulmakta, görüşleriyle amel edilmektedir. Bunun bu şekilde kabul edilmesi gerekir.” [162]

Elbânî’nin söylediği şeylerden dolayı Allah'tan korkması gerekir. İbn Hacer'e ve başkalarına söylemedikleri şeyleri nisbet ederek hile ve iftiralardan kaçınması icap eder.

Böylece, İmam'ı cerh etme hususunda Nesâî'ye katılanlara verile­cek cevap belli olmuş oldu. İbn Hacer'in öğrencileri içinde en iyisi olan İmam ve hafız Sehâvî, el-İ'lân bi't-Tevbîh li men Zemme't-Târîh adlı eserinde, Ebû Hanîfe hakkında sadece cerh edip suçlayanla­rın değerlendirmeleriyle yetinmemek gerektiği hususunda tavsiyede bulunmakta ve şöyle demektedir:

“İmamlar özellikle de birbirine muhalif olanlar arasında, münaza­ralarda ve tartışmalarda vaki olan şeyleri iyi bir şekilde yorumlamaya çalışmalı ve bunlardan bahsetmekten kaçınmalıdır. Hafız Ebu'ş-Şeyh b. Hayyân'ın Kitabu’s-Sunne'sinde naklettiği, keza Ebû Ahmed b. Adiy'in Kâmilinde, Hafız Ebû Bekr el-Hatîb'in Târîhu Bağdâdında, onlardan önce de İbn Ebî Şeybe’nin Musannef'inde naklettikleri ile Buhârî’nin ve Nesâî’nin kendisine tabi olunan imamlardan biri hak­kındaki söyledikleri sözler, iyi niyetle hem de müctehid imamlar tara­fından söylenmiş olmasına karşın, benim nakletmekten uzak durdu­ğum şeylerdir. Böyle durumlarda onların peşinden gitmemek gerekir. Bundan dolayıdır ki, seçkin kadılardan olan bir hocamız, böyle bir zat hakkında konuştuğu söylenen bir şahsı azarlamıştır. Hocamız Hafız İbn Hacer de, Herevî’nin Kitâbu Zemmi'l-Hevâ adlı eserinin kendisi­ne okunmasını dinlememizin ardından, içinde bu tür şeyler içermesi nedeniyle, “bu kitaptan bir şey rivayet etmeyin” dedi.” [163]

 

İbn Abdilber’in Ebû Hanîfe'yi Suçlayanlara Verdiği Cevabın Elbanî’nin İbret Alması Gereken Bir Durum Olduğu

 

İmam, Şeyhülislam, Mağrib hafızı Ebû Ömer Yusuf b. Abdilber en-Nemerî el-Kurtubî el-İntikâ fî Fedâili's-Selâseti'l-Eimmeti'l-Fukahâ ile Câmiu Beyâni'l-Ilm ve Fadlihî ve mâ Yenbağî fî Rivâyetihî ve Tahammulih adlı eserlerinde İmam'a saldıranların yüzlerindeki maskeyi düşürerek gerçeği bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir. Nitekim, întikâ'da şunu demiştir: “Yahya b. Maîn onu över ve güve­nilir biri olduğunu söylerdi. Diğer hadisçiler ise Ebû Hanîfe ve öğren­cilerine düşman gibidirler.”

Ey Elbânî sana soruyoruz: Ümmet onun büyüklüğü, ilmi ve takva­sı karşısında saygıya geçmişken, üstelik yüzyıllar geçmesine rağmen yeryüzünün yansı ona tabi olmuşken, iddia edegeldikleri şeylerde de­lilleri dahi bulunmayan düşmanların îmam hakkındaki hezeyanları ka­bul edilebilir mi? Seni bu tür çıkmazlara dalmaktan alıkoyacak bir ak­lın da mı yok?

İmam İbn Abdilber Câmiu Beydai’l-İlm'de de şöyle demektedir:

“Hadisçiler Ebû Hanîfe'yi kötülemek hususunda ileri gittiler ve haddi aştılar. Onlara göre, kendilerini buna sevk eden şey, Ebû Hanîfe’nin rey ve kıyası rivayetleri değerlendirmede kullanması ve bu ikisi­ne itibar etmesidir. Oysa ilim ehlinin çoğunluğu şöyle demektedir: Ri­vayet sahih olduğunda kıyas ve rey batıl olur.

Halbuki Ebû Hanîfe’nin reddettikleri, doğruluğu muhtemel olan teville reddettiği âhâd haberlerdir. Ayrıca ondan önce başkaları bunla­rın pekçoğunu zaten reddetmişlerdi; Ebû Hanîfe gibi rey ekolünü be­nimsemiş olanlar da bunlara tabi olmuşlardı. Nitekim onun bu yönde­ki yaklaşımlarının büyük çoğunluğu kendi şehrindeki -İbrahim en-Nehaî ve İbn Mesud'un öğrencileri gibi- tabi olduğu alimlerin uygulama­lardır. Ancak kendisi ve öğrencileri, gelen problemlere reyleri ve istihsan prensipleriyle cevap vermede ifrata düşmüş ve ölçüyü kaçırmış­lardır. Bu nedenle de selef ile arasında pekçok ihtilaflar söz konusu ol­muştur. Bu farklı yaklaşımlar karşı taraftakiler tarafından çirkinlik ve bidat olarak değerlendirilmiştir.

İlim ehlinden hiçbir kimse bilmiyorum ki, herhangi bir ayeti tevil etmiş olmasın veya bir sünnet hakkındaki görüşünden dolayı başka bir sünneti kendince daha uygun bir teville veya nesh iddiasıyla reddetmiş olmasın. Bu durum diğer ilim ehlinde az rastalanan bir durumken Ebû Hanîfe'de çok olmuştur.

Bu babda Yahya b. Selâm şunu zikretmiştir: İbrahim b. Ağleb'in meclisinde Abdullah b. Gânim'den dinledim. Leys b. Sa'd'dan şöyle dediğini aktardı: “Malik b. Enes'in kendi reyiyle karar verdiği ve sün­nete muhalif olan 70 mesele tesbit ettim. Bunu bir mektupla kendisi­ne bildirdim.”

Hiçbir alim, Hz. Peygamberden sabit olan bir hadisi şu iddiaların­dan biri olmaksızın reddetmemiştir:

(a) Benzeri bir hadis,

(b) İcma ve­ya

(c) Dayandığı şey itibarıyla uyulmayı gerektiren bir amel tarafından neshedilmiştir.

(d) İlgili hadisin senedinde cerh edilen bir ravi vardır; bu ravinin yaptığını yapan kimsenin imam olarak kabul edilmesi bir ya­na, adaleti düşer, fasık olarak nitelenmesi gerekir.

Keza irca görüşünü benimsiyor diye Ebû Hanîfe'ye yüklendiler. Oysa ilim ehlinden bu görüşü benimseyen çok insan vardır.

Tarih boyunca, Ebû Hanîfe kadar, şahsı ve imameti hakkında söy­lenmiş çirkin sözlerin bu kadar çok nakledildiği, kendisine bu derece hücum edilen bir başka kimse yoktur. Bunun yanında o kıskanılıyor, ilgisi olmayan şeyler şahsına nisbet ediliyor ve hakkında asılsız şeyler uyduruluyordu.

Bunlara rağmen, alimlerden bir gurup onu övmüş ve faziletini be­yan etmişlerdir. Uzun zamandır rivayet imamları ile ilgili bir kitap yaz­mak istiyorduk. İnşallah kendimizde bir gayret bulursak, Ebû Hanî­fe’nin, Mâlik'in, Sevrî’nin, Şafiî’nin ve Evzâî’nin faziletlerini ihtiva eden bir kitap yazmak arzusundayız. [164]

Yahya b. Maîn şöyle demiştir:

“Arkadaşlarımız Ebû Hanîfe ve öğ­rencileri hakkında ölçüyü kaçırıyorlar.” Ona

“Ebû Hanîfe yalancı mıy­dı” diye sorulunca da,

“O böyle şeylerden beri, şerefli bir insandı” ce­vabını vermiştir.

Hafız Muhammed b. Hüseyin el-Ezdî de Duafâ kitabının sonunda zikrettiği nakiller arasında, Yahya b. Maîn'den şunu nakleder:

“Vekî'den daha üstün bir insan görmedim. Ebû Hanîfe’nin reyine göre fetva veriyordu. Ebû Hanîfe’nin rivayet ettiği hadislerin hepsini bil­mekteydi. Ondan pekçok hadis dinlemişti.”

Ali b. el-Medînî de şöyle demiştir: “Sevrî, İbnu'l-Mubarek, Hammad b. Zeyd, Huşeym, Vekî' b. el-Cerrâh, Abbâd b. Avvâm, Cafer b. Avn, Ebû Hanîfe'den rivayet etmişlerdir. Güvenilirdir. Onda bir prob­lem yoktur.' Yahya b. Saîd de 'bazan Ebû Hanîfe’nin değerlendirme­lerinden birini güzel görüp aldığımız olur” demiştir. Yahya, Ebû Yu­suf'dan el-Câmiu's-Sağîr'in kıraatini dinlediğini de söylemiştir. Ezdî de Ebû Hanîfe'yi zikretmiş ve Ali b. el-Medînî’nin yukarıdaki sözlerini aynen aktarmıştır.

Ebû Hanîfe'den hadis rivayet edenler ile güvenilir olduğunu söy­leyenler keza övgüde bulunanlar, hakkında konuşanlardan fazladır.

Hadisçilerden hakkında konuşanlar ise, onu ekseriya reye ve kı­yasa dalmakla, irca görüşünü benimsemekle suçlamışlardır.

Eskiden şöyle denirdi: “İnsanların geçmiş bir zat hakkında farklı görüşler belirtmeleri o insanın büyüklüğüne işaret eder.” Bu bağlamda şunu demişlerdir:

“Bak işte Ali b. Ebî Tâlib. Onun uğrunda iki gurup helak oldu. Bir taraf sevgide, diğer taraf kin ve nefrette ölçüyü kaçır­dı. Zaten hadis-i şerifte şöyle denmiştir: 'Onun nedeniyle iki şahıs (gu­rup) helak olacaktır: Aşırı seven ile aşırı buğzeden.” Bu durum meşhur zevatın, dinde ve fazilette zirveye ulaşmış insanların karşılaştığı bir hal­dir.” [165]

İbn Abdilber bâbu hükmi kavli'l-ulemâi ba'dihim fî ba'd (Alim­lerin birbirleri hakkında söyledikleri sözlerin değeri) bölümünde de şöyle demektedir:

“Pekçok kişi bu konuda hatalara düşmüş, böyle durumlarla karşı­laştıklarında ne yapacaklarını bilemeyen yeniyetme cahil ve bilgisiz in­sanlar da hak yoldan sapmışlardır. Bu konuda takınılacak doğru tavır şudur: Adil olduğu sahih olarak belli, hadis alanında güvenilir olduğu anlaşılmış, sağlamlığı ve hadisle iştigali açıkça tesbit edilmiş olan bir insan hakkında herhangi bir kimsenin söylemiş olduğu söze iltifat edil­mez. Ancak, şahitlikteki gibi, cerhedilmesini ve bu cerhle amel edil­mesini gerektirecek bizatihi görüp tanıklık ettiği geçerli açık bir kanıt getirirse, bu müstesna. Çünkü hem hukuk hem de akıl zaviyesinden bu kimsenin sözünün kabulü gerekir.

İmamlığı sabit olmamış, hıfzı ve hakkıyla eda ehliyeti bulunmadı­ğı için rivayetleri de sahih addedilmeyen kişiye gelince; rivayetinin ilim ehlinin ittifak ettiği hadis olup olmadığına bakılır; keza, tedkikin götür­düğü sonuca göre naklettiği rivayet kabulü hususunda karar vermeye çalışılır.

Müslümanların büyük kısmının dinde imam kabul ettiği bir kimse hakkında suçlayıcı ifadelerde bulunan bir kimsenin sözünün kabul edil­meyeceğinin delili şudur:

(a) Selef alimlerinin kızgınlık anında birbirle­ri aleyhine söz sarf ettikleri olmuştur. Bu sözlerin bir kısmı, -İbn Abbas, Mâlik b. Dînâr ve Ebû Hâzim'in işaret ettiği gibi- hasetlikten do­layı söylenmiştir. [166]

(b) Bir kısmı da getirdikleri yorum nedeniyle suçlanmışlardır ancak suçlayanların sözleri suçlananları bağlamaz, suçla­nanlar bunlarla muaheze edilmez. Nitekim geçmiş bazı bilginler farklı yorumlar ve ictihadlar nedeniyle karşıdakilerine yalın kılıç saldırmışlar­dır. Bu tür suçlamalarda açık bir delil, ikna edici bir kanıt olmadıktan sonra, bu sözlerin hiçbirine tabi olmak gerekmez. Biz bu bölümde, gü­venilir büyük imamların birbirleri hakkında söyledikleri ve hiç de iltifat edilmesi, üzerinde durulması gerekmeyen sözlerinden bazı örnekler zikredeceğiz. Böylece, demek istediğimiz husus daha iyi anlaşılacak­tır... (İbn Abdilber böyle dedikten sonra bilginlerin birbirleri hakkında söyledikleri dikkate alınmayacak sözlerden pekçok örnek zikreder. Ar­dından da şöyle söyler):

Ashab-ı kiram ile bilginlerin önderleri arasında kızgınlık anında söylenen sözler bundan çok daha fazladır. Lakin anlayışlı, ilim ehli, neyin ne zamanda söylendiğini ayırt edebilen insanlar bu tür sözlere kulak vermezler. Çünkü bilirler ki onlar da insandırlar; kızgınlık ve hoşnudluk halleri vardır. Hoşnudluk anında söylenen ise kızgınlık anında söylenen gibi değildir. Şair ne de güzel söylemiştir:

 

Yumuşak başlılık ancak öfke anında belli olur.

 

Mâlik ve Şafiî gibi imamlar hakkında konuşan kimsenin durumu A'şâ'nın dediği gibidir:

 

Birgün parçalamak için kayaya gidip te toslayan,

Boynuzunu kıran keçi gibi, kayaya zararı olmayan.

 

Bunların durumu Hüseyin b. Muhammed'in dediğine de benze­mektedir:

 

Ey yaralamak için başını yüce dağa toslayan,

Başına merhamet et, gerekmez dağa acıman.

 

Ebu'l-Atâhiye de çok güzel söylemiştir:

 

İnsanların dilinden kim kurtulmuş ki;

Zanla kîl-u külleri hiç son bulmaz ki...

 

Şu sözün sahibi de çok hoş söylemiştir:

 

Bir laf söylenmişse hakkında,

Artık ne diyesin ki sen buna?

 

Gerçek şu ki, eskiden beri saldırganlıklara ve kıskançlıklara şahit olmaktayız. Görmüyor musun Kûfe'liyi, Sa'd b. Ebî Vakkas hakkında ne diyor: 'O, tebâsı arasında adaletli davranmaz. Seriyyelerle savaşa katılmaz. Ganimet mallarını adaletli taksim etmez.' Oysa Sa'd Bedir savaşına katılanlardandır. Cennetle müjdelenen 10 meşhur sahabe­den biridir. Hz. Ömer'in şura görevi verdiği 6 kimseden biridir. Keza Hz. Ömer'in 'Hz. Peygamber ondan hoşnud olarak vefat etti' dediği kimsedir.

Rivayet edildiğine göre, Hz. Musa şöyle münacaat etmiş:

“Allah’ım! Beni İsrâîloğullarının dillerinden koru!” Allah da ona şöyle vahyetmiş:

“Ey Musa! Ben kendimi bundan korumamışken seni nasıl ko­rurum?'

İnsanlar gıybet ve yermede ölçüyü öyle kaçırdılar ki, havas yerine avamı, alimler yerine cahilleri gıybet edip kötülemekle yetinmediler. Bu tamamen cehalet ve kıskançlıktan kaynaklanmaktadır. Nitekim İbnu'1-Mubârek'e 'filan adam Ebû Hanîfe hakkında konuşuyor' dendi­ğinde, İbnu'r-Rukayyât'ın şu şiirini okumuştur:

 

Seçkin zevatın faziletli kılındığı şeylerle,

Allah'ın seni faziletli kıldığını gördüler.

İşte bu yüzden sana haset etmektedirler.

 

Ebû Asım en-Nebîl'e 'filanca Ebû Hanîfe hakkında konuşuyor' dendiğinde, şu cevabı vermiştir: 'Ebû Hanîfe, Nusayb’ın dediği gibidir:

 

Gösterdiği çabayı gösteremediler,

Onun vardığı noktaya varamadılar,

Delikanlıya bu yüzden haset ettiler,

Topyekün hepsi ona düşmandırlar.

 

Güvenilir imamların birbirleri hakkında söylemiş oldukları sözleri kabul edecek olan kişi, (ilk önce) -yukarıda zikrettiğimiz- sahabenin birbirleri hakkında söyledikleri sözleri kabul etsin. Eğer bunu yaparsa şüphesiz çok açık bir sapıklığa keza büyük bir hüsran çukurunun içi­ne düşmüş olur. Aynı şey, İkrime’nin Saîd b. el-Museyyeb hakkındaki sözlerinin; Şa'bî, Nehaî, Hicazlılar, Kufeliler ile Şamlılar'ın tamamı hakkında söylenen sözlerin keza Mâlik ve Şafiî hakkında söylenenle­rin, bu bölümde zikrettiğimiz alimlerin birbirleri hakkında söyledikleri diğer şeylerin kabul edilmesi durumunda da geçerlidir.

Kişi bundan kaçınır ve bu tür haberlere itibar etmezse, Allah da kendisine hidayet nasip eder ve doğruyu gösterirse, hiçbir zaman bun­lara kulak asmaz. Adaleti sabit olan, hadis ilmiyle ilgilendiği bilinen, büyük günahlardan salim, kişilik sahibi, yardımsever, hayrı fazla, şerri amel kısmının azını oluşturan kimse hakkında gelen bu tür haberlerin kabul edilmeyeceği yönündeki kuralımız gereği, bu tür rivayetler kar­şısında duraksamak icap eder. Bu, delili olmayan hiçbir kimsenin olumsuz sözünün kabul edilmeyeceği bir alandır. Yine bu, tersi müm­kün olmayan hakikattir. Ebu'l-Atâhiye şöyle demiştir:

 

İslam alimleri onun tasasına ağladılar,

Baktılar dertten ağlıyor, ağıtı bıraktılar.

 

Çoğunun metodu şöyle görmektir onların:

Muhalifin hatasını güzel, doğrusunu çirkin.

 

Hangisinin dini yaşantısı bizce muteberdir,

Hangisinin görüşüne bizde itimad edilir?

 

Saîd b. el-Museyyeb'e, zikrettiğimiz tabiînin ve müslümanların di­ğer imamlarına övgüde bulunan zevatın sayısı sayılamayacak kadar çoktur. Bazı kimseler onların faziletlerini biraraya getirmiş, hayat hi­kayelerini yazmıştır. Kim sahabe ve tabiînden sonra Mâlik'in, Şa­fiî’nin, Ebû Hanîfe’nin faziletlerini okur, bunlara önem verir ve güzel yaşantılarıyla istikamet üzere bulunuşlarını mütalaa ederse; bu onun için güzel bir amel olur. Allah onlara olan sevgimiz nedeniyle bizleri mükafatlandırsın. Nitekim Sevri şöyle demiştir: 'Sahabe anıldığında rahmet iner.' Fakat her kim onların faziletlerini önemsemez, güzel ha­berlerini bellemez de sadece kıskançlık, dil sürçmesi, ihtiras ve öfke sebebiyle birbirleri hakkında söylediklerini akılda tutmaya çalışırsa; başarılı olamaz, yaptığı gıybet olur ve yoldan sapar. Yüce Allah sizi ve bizleri işittiği sözlerin en güzeline tabi olan kullarından eylesin.

Bu bahsi, Hz. Peygamber'in 'sizden önceki ümmetlerin hastalı­ğı olan kıskançlık ve nefret sizlere de sirayet etti' hadisiyle açmış­tık. Bu, meramı anlatmaya kafidir... Hakkı bulmaya muvaffak kılınan insan, bildiğini doğru anlayıp gereğini yerine getirirse; az bir hikmet, küçük bir nasihat ona yeterli olur. Benim başarım da elbette Allah'tan­dır. O bana yeter. O ne güzel vekildir.

Ebû Davud Süleyman b. Eş'as şöyle demiştir: 'Allah Mâlik'e rah­met etsin. O imamdı. Allah Şafiî'ye rahmet etsin. O da imamdı. Allah Ebû Hanîfe'ye rahmet etsin. O da imamdı.” [167]

İbn Abdilber Câmiu Beyâni’l-İlm'de şunu da nakletmektedir:

Ebû Recâ anlatıyor: Rüyamda Muhammed b. Hasan'ı gördüm.

'Neyle karşılaştın' diye sordum. Şu cevabı verdi:

'Bağışlandım. Ardın­dan bana dendi ki: Sana bu ilmi vermemizin nedeni seni bağışlamak istememizdendir.'

'Ebû Yusuf ne yaptı' diye sordum.

“Bizden bir dere­ce yukarı çıktı' dedi.

'Peki Ebû Hanîfe' dedim.

'O en üst makamdadır' karşılığını verdi.” [168]

 

Hafız İbnu't-Turkmânî’nin İmamın Cerhedilmesine Verdiği Cevap

 

İbnu't-Turkmânî diye maruf kâdıyulkudât, imam, allame, hafız, üstad Alaaddin Ali b. Osman el-Mardînî el-Cevheru'n-Nakî fi'r-Red ale'l-Beyhaki adlı eserinde İbn Abbas'ın 'din değiştiren bayanlar öldü­rülmezler' sözünü değerlendirirken şöyle der:

“Bazıları hakkında söz söylemiş olsalar da, pekçok kişi Ebû Hanî­fe’nin güvenilir olduğunu söylemiştir. İbn Hibban onun rivayetini Sahîh’ınde nakletmiş [169]Hâkim de Mustedrek'inde, rivayetini şahid ola­rak getirmiştir. Dinde ve ilimde onun gibi olan insanların değer ve iti­barlarını bu kimselerin sözleri düşürmez. Ayrıca İmam'ın hasımlarının çok olduğunu pekçok selef alimi bildirmektedir. Ebû Ömer b. Abdil­ber el-İntikâ fî Fedâili's-Selâseti'l-Fukahâ adlı eserinde Hatim b. Davud'dan şunu nakletmiştir: 'Fadl b. Musa'ya, Ebû Hanîfe hakkında konuşanlar için ne diyeceksiniz diye sordum. Bana şunu söyledi: Ebû Hanîfe onların önüne hem anlayacakları ve hem de anlamayacakları bilgiler getirip geriye bir şey bırakmadığı için ona haset ediyorlar.” [170]

 

Ebû Hanîfe’nin Hadis Ve Arapça Bilgisi Hakkında Şüphe Uyandırmaya Çalışanlara İbnu'l-Vezîr El-Yemânî’nin Cevabı

 

İmam, hafız, allame, büyük insan Ebû Abdullah Muhammed b. İb­rahim b. el-Vezîr el-Yemânî (ö. 840) er-Ravdu'l-Bâsim fi'z-Zebbi an Sünneti Ebi'l-Kâsım adlı eserinde Ebû Hanîfe’nin hadis ve Arapça bilgisi hususunda şüphe uyandırmak isteyen Seyyid Cemaleddin Ali b. Muhammed b. Ebi'l-Kasım'a verdiği cevapta şöyle demektedir:

“Bu muteriz, İmam’ın ehlî bir insan olarak fetva verdiğini, selef ve halef alimlerinin onun ictihadlarını naklettiklerini ya inkar edecek ya da kabul edecek. Eğer inkar ederse kesin bilgiyi inkar etmiş olur ki, onunla münazara yapmanın anlamı olmaz. Eğer inkar etmez kabul ederse, bu da Ebû Hanîfe’nin ictihad ettiğini (dolayısıyla müctehidliğini) ortaya koymuş olur. Biz burada, onun ictihad ehli biri olduğunu göstermek için bazı yollar izleyeceğiz:

Birinci yol: Ebû Hanîfe’nin fazileti, dürüstlüğü, takvası ve eminliği tevatürle sabittir. Eğer Ebû Hanîfe bilmeden, buna ehil olmadan fetva vermiş olsaydı, bu onun güvenilirliğini kaldırır, dinine ve eminliğine zarar verir, aklı ve şahsiyetinde noksanlık olduğunu gösterirdi. Çünkü İnsanın hakkını veremediği bir işle meşgul olması, bilmediği halde anladığını iddia etmesi sefihlerin, hayasızların, alçak ve karak­tersiz insanların yoludur. Ebû Hanîfe'ye gelince, onun hayat sayfalan bu tür çirkin noksanlıklardan, habis kötülüklerden uzaktır, tertemizdir.

İkinci yol: Alimlerin Ebû Hanîfe’nin görüşlerini rivayet etmeleri, doğru yolu gösteren kitaplarda, İslamın hazinesi olan eserlerde bunla­rı biraraya getirmeleri, onların Ebû Hanîfe’nin müctehid olduğunu gö­rüp kabullendiklerini göstermektedir. Çünkü bir insanın ilmî durumu­nu tesbit etmeden görüşünü nakletmeleri helal olmazdı; nitekim, bir insanın bu yönünü tedkik etmeden böyle olduğu havasını vermek ha­ramdır. Zira onun ictihadlarını nakletmekle şer'î hükümler açısından ortaya şu vb. sonuçlar çıkmaktadır:

1- İcma edilen şer'î hükümler açısından: Farklı görüşüyle kendi dönemindeki İcma bozulmaktadır.

2- İhtilaflı konular açısından:

a) İçtihadı nedeniyle kendisinden sonrakilerin icması engellenmiş olmaktadır. (Çünkü kendisine tabi olanlar mutlaka olacaktır),

 b) Vefatından sonra bu fetvasının taklid edilmesi caiz olmaktadır.

Üçüncü yol: Şunu demek durumundayız: Bazıları muhalefet etse de, Ebû Hanîfe’nin müctehid olduğu hususunda icma vardır. Vefatın­dan sonra da aynı icma devam etmiştir. Biz bunu söylerken, dayana­ğımız şudur: Tabiin döneminden yani hicrî 150 yılından itibaren bu­güne, hicri dokuzuncu asrın başlarına kadar, onun ictihadlarına seçkin İslam alimierince müracaat edilmekte, doğusuyla batısıyla, Yemen'iyle Şam'ıyla bütün bir İslam coğrafyasında bunlarla amel edilmektedir. Onun ictihadiarını rivayet edenler ile bunları kendisine dayanak olarak alanlar yerilmemektedir. Müslümanların bir kesimi onun ictihadlarıyla amel etmekte, etmeyen diğer kesim de edenleri tenkit etmemek­tedir. Çoğu konulardaki icma iddiası da zaten bu yolla ispat edilmek­tedir.

Dördüncü yol: Pekçok imam ve alim şunu demişlerdir: Bir kim­senin müctehid olduğunu gösteren delillerden birisi de; fetva vermesi, insanların onun fetvalarına müracaat etmesi, bilginlerin ve faziletli ze­vatın da bunu yadırgamamasıdır. Alimlerin bu yöndeki açıklamaları usûl kitaplarında yazılıdır. Buralarda, bir alimin müctehid olduğunu ve taklid edilebilirliğini anlamak için bu delilin yeterli olacağı anlatılmaktadır. Safuet kitabında bunu zikreden Zeydiyye’nin imamlarından Mansûrbillah ile Mutemed’inde bahseden Mutezile’nin üstadlarından Ebu'l-Hüseyin el-Basrî bu hususu anlatan imamlardan ikisidir.

Diğer bilginlerin, fetva veren bir insana ses çıkarmaması onun müctehid olduğunu gösteriyorsa; Peygamberlerin efendisi Hz. Muhammed'in ifadesiyle en hayırlı dönemlerin birine mensup olan seç­kin din önderlerinin, İslamın rüknü tabiin bilginlerinin bir kişi hakkın­da sükut etmesi nasıl olur acaba? İleride geleceği üzere, Ebû Hanî­fe’nin kendisi de bu ilk seçkin kuşakla muasır olan bir insandı.

Her iki gurup da, yani hem Ehl-i sünnet hem de Mutezile mezhe­bi Ebû Hanîfe'yi büyük bir bilgin olarak kabul etmede ve hürmette hemfikirdir.

Ehl-i sünnetin bu yaklaşımı güneşten daha açıktır, şüpheye küçük bir mahal bırakmayacak şekilde nettir.

Gündüzün varlığına bir delil aranırsa, Hiçbirşey makul gelmez artık akıllara. Mutezile'ye gelince; pekçoğu kendisini ona nisbet edip (Hanefî ol­duğunu belirtip) mukallidi olduğunu dile getirerek bunu bir şeref paye­si olarak kullanmıştır. Mutezilenin mütekaddimîninden Ebû Ali, oğlu Ebü Hâşim ile müteehhirûnundan Ebu'l-Hasan el-Basrî ve Zemahşerî gibiler böyledir. Bizler bu insanların ictihad keza taklidi bırakma iddi­alarını düşünecek olursak, bunun ilim tahsillerinden sonra, uzun bir zaman sürecinin ardından gerçekleştiğini görürüz. Bu noktadan önce, keza bu noktaya gelene kadar geçirdikleri süreçte Ebû Hanîfe’nin ictihadlarına tabi olduklarını dile getiriyorlardı. Vardıkları noktadan (ehl-i sünnetten ayrıldıktan) sonra da kendilerini Ebû Hanîfe'ye (Hanefi mezhebine) nisbet etmekten, ameli konularda onun çizdiği yola tabi olmaktan imtina etmediler.

Mutezile’nin allamesi olan Zemahşerî bir sözünde şöyle demiştir: “Allah Hanefi mezhebini Ebû Hanîfe’nin bilgileriyle sağlamlaştırdığı gibi, yeryüzünü (dini) de mükemmel alimlerle, Hanîf dinin önderleri olan büyük Hanefî imamlarıyla sağlamlaştırdı. Cömertlik ve yumuşak başlılık Hatim'den ve Ahnef'ten öğrenilir. Din ve ilim de hanîftir, Hanefîdir (Hanefî mezhebinden öğrenilir).”

Hâkim Ebû Saîd de Sefînetu'l-Ulûm adlı eserinde Ebû Hanîfe’nin faziletlerine ve ilmî birikimine dair bir bölüm açmıştır.

Tarih alimleri Ebû Hanîfe’nin büyük bir alim olduğu hususunda müttefiktirler. Tarihçilerden biri Ebû Hanîfe’nin hayatına dair Şakâiku'n-Nu’mân fî Menâkibi'n-Nu’mân adlı müstakil bir eser yazmış­tır.

İmam Ebû Hanîfe cahil, ilim ziynetinden mahrum bir insan olmuş olsaydı, Hanefî olan ilim dağlan Kâdî Ebû Yusuf, Muhammed b. Ha­san eş-Şeybânî, Tahâvî, Ebu'l-Hasan el~Kerhî gibilerle bunlardan kat be kat fazla sayıdaki insan Ebû Hanîfe’nin ictihadlanyla meşgul ol­makta hemfikir olmazdı.

Hanefi alimleri hicrî 150 tarihinden günümüze kadar geçen 600 sene zarfında, başta Hindistan, Şam, Mısır, Yemen, Mezopotamya, Mekke, Medine, Basra, Küfe olmak üzere devamlı artmaktadır. Bin­lerce sayıdaki bu alimleri bir sayıyla kayıtlamak; ilim, fetva, verâ ve takva ehlinden olan bu büyük zümreyi tek tek saymak mümkün değil­dir.

Bu muteriz, nasıl cüret ediyor da bu bilginlerin, avamdan cahil bi­rine, be harfinin kendisinden sonraki ismi cer ettiğini bilmeyen, ağzın­dan çıkan hadisten neyin murad edildiğini idrakten yoksun bir insana dayanmakta hemfikir olduklarını mümkün görmektedir. Bu olsa olsa sıradan bir İnsanın veya karanlıkta şaşıran ve oraya buraya çarpıp sendeleyen bir âmânın sözüdür.

Farzet ki gündüze gece diyorsun sen, ışığı görmüyor mu bütün bir evren.

İmam Ebû Hanîfe'yi Arapça'yı bilmemekle suçlamasına gelince, şüphesiz bu doğru çizgiden sapan zalim ve insafsız bir insanın sözü­dür. Oysa Ebû Hanîfe eski dili ve fasih lügati çok iyi bilen bir insandı.

Bir filolog gibi konuşurken ağzını sağa sola bükmez, Lakin çok akıcı konuşur, dil kurallarını da ihlal etmez.

Ebû Hanîfe’nin Arapçayı hakkıyla bilmesine gelince: Arapların dönemine, dilin doğru konuşulduğu zamana yetişmiş, Cerîr ve Ferazdak ile aynı dönemi paylaşmış, Rasûlullah'ın hizmetkarı Enes b. Mâ­lik'i iki kez görmüştür. Enes'in vefatı hicri 93'dür. Buradan anlaşılan şudur: Ebû Hanîfe Enes'i beşikteyken değil, temyiz çağlarındayken görmüştür. Enes'i görmesi Ebû Hanîfe’nin uzun ömür süren insaniardan olduğunu da göstermektedir. Çünkü 150 yılında 90 yaşını geç­kinken vefat etmiştir. [171]

Bu bilgiler, onun Enes'le görüştüğü sıralarda buluğ çağında oldu­ğunu ve Hz. Peygamberin vefatından yaklaşık 80 yıl sonrasına yetiş­tiğini gösteriyor. Çünkü Hz. Peygamber hicretten on yıl geçtikten sonra vefat etmiştir. Yine bu, Ebû Hanîfe’nin oldukça erken bir döne­me, (henüz başka ırklarla dejenere olmamış) Arapların zamanına yetiştiğini göstermektedir. O, dönem olarak mezhep imamlarının en kı­demlisi ve en yaşlısıdır. Nitekim Malik önce yaşayan bilginlerden biri olmasına rağmen, Ebû Hanîfe'den 30 yıl kadar bir süre sonra vefat etmiştir.

Hiç şüphe yok ki bu dönemde Arapça az bir değişime uğramıştı. Ayrıca bu dönemde, kendilerine ittiba edilen güvenilir İmamlardan hiçbir tanesi -o vakitler böyle bir şeye ihtiyaç olmadığından dolayı- fi­loloji ile meşgul olmadılar. Ebu's-Seâdât İbnu'l-Esîr en-Nihâye adlı ki­tabının mukaddimesinde bu hususa değinmektedir. Ayrıca tarih ilmiy­le ünsiyeti olan kişiler de bunun böyle olduğunu gayet iyi bilirler.

Eğer bizler bu dönemde bir müctehidin filoloji okumasını şart ko­şarsak bunu sadece Ebû Hanîfe'den istememeliyiz. Aynı şekilde filo­logların (Ebû Hanîfe’nin muasırı) Cerîr ve Ferazdak'dan delil olarak zikrettikleri şiirlere de itibar edilmemeli. Oysa bu, hiçkimsenin söyle­diği bir şey değil. Ancak şu bir gerçektir: Bu asırdan sonra bir kısım insanların lisanlarında büyük bir karmaşa ve karışıklık meydana geldi. Şehirlerdeki Acemlerle (Arap olmayanlarla) haşir neşir olmayan saf Araplar ise dillerini koruyabildiler. Zemahşerî badiyelerde yaşayan bu tür insanların pekçoğuna yetişmiş ve görüşmüştür. Zemahşerî, altıncı asırda yaşayan ve hicrî 538 yılında vefat eden bir insandır. Dejeneras­yona en hızlı biçimde uğrayanların büyük kısmını, Arapça olan keli­melerle olmayanları birbirinden ayırt edemeyen halk oluşturuyordu.

Alim zat Emîr Hüseyin b. Muhammed'in Şifâu'l-Uuâm adlı kita­bında belirttiğine göre, İmam Yahya b. Hüseyin bir eğitim almadığı halde Arapça'yı Hicaz şivesince konuşan bir insandı. Şia mezhebi allâmelerinden Ali b. Abdullah b. Ebi'1-Hayr ise İmam Yahya'nın 40 gün Arapça eğitimi aldığını rivayet etmiştir. İmam Yahya'nın vefatı hicrî 300 yılının başıdır.

Hakikati yanlışlardan ayırt edebilen insanlardan hiçbiri, hicrî 80 yılında yaşayan bilginlerin Arapça eğitimi almadan Allah kelamının manalarına vakıf olamadıklarına inanmaz. Eğer durum böyle olmuş olsaydı, bu mutlaka onlardan nakledilir ve tabiîne Arap edebiyatı eği­timi veren hocaların isimleri bilinirdi.

Eğer durum böyle değilse, o dönemlerde yaşayan Alkame b. Kays, Ebû Müslim el-Havlânt, Mesrûk el-Ecda', Cubeyr b. Nufeyr ve Ka'bu'l-Ahbâr’ın hocaları kimlerdir acaba, bilmek isterim? Keza onlardan sonra gelen ve yine tabiînden olan Hasan Basrî, Ebu'ş-Şe'sâ, Zeynelâbidîn, İbrahim et-Teymî, Nehaî, Saîd b. Cubeyr, Tâvûs, Ata, Mücahid, Şa'bî ve benzerlerinin hocaları kimlerdi acaba? O halde ne diye sadece Ebû Hanîfe'den Arapça eğitimi alması isteniyor? Hem o vakitler hangi basit kitaplar okunuyordu acaba?

Muterizin, Ebû Hanîfe’nin (harf-i cer'i devreye sokmayarak) 'bi Ebâ Kubeys' dediğini delil getirmesine gelince; buna birkaç açıdan cevap verebiliriz:

a) Bu rivayetin sahih bir senede ihtiyacı vardır. Ebû Hanîfe’nin ko­numuna karşı çıkan Seyyid Cemaleddin Ali, sözün sahibinden işitildiği ve gerektiği şekilde korunduğu meşhur olmasına rağmen sahih ri­vayetlerin söyleyenine nisbetinde çok sıkı ve titiz davranmışken, bu ri­vayet karşısında niye böyle bir tavır takınıyor?

b)  Bu rivayet sahih bir tarikle sabit oisa bile, meşhur değildir; ke­za İmam Ebû Hanîfe’nin fetva ehli ve müctehid olduğu iddiası kadar da sahih değildir. Oysa Ebû Hanîfe’nin ilmi durumu, fazileti tevatür derecesindedir ve bu hususta herkes hemfikirdir. Bu nedenle malum olan bir gerçeğe zanla hatta zan bile sayılamayacak birşeyle zarar ve­rilemez.

c) Rivayetin Ebû Hanîfe'den sağlam yollarla geldiğini ve sahih ol­duğunu farz etsek; bu, Ebû Hanîfe’nin konumuna bir zarar vermez; çünkü bir hata değildir. Bilakis doğru bir lehçedir. Nitekim Ferrâ bazı Araplardan bunu nakletmekte ve şu şiiri söylemektedir:

İnne ebâhâ ve ebâ ebâhâ [172] kad belağâ fi'l-mecdi ğâyetâhâ

 

Hanımın babası ile babasının babası

Son derece ulu insanlardı her ikisi

 

d) Bunun hiçbir şekilde izah edilemez bir hata olduğunu kabul et­sek bile bu, Ebû Hanîfe’nin Arapçayı bilmediği anlamına gelmez. Çünkü (bugün) pekçok filolog ammîce konuşmakta ve (hatalı söyle­miyle yerleşmiş kelimeye) alışan dil bilerek yanlış yapmaktadır. Bun­dan da öte, Araplar’ın kendileri bile yabancı dil konuşmakta ve bu onların Arapçalarını olumsuz etkilememekte, keza onlar için bir kusur sayılmamaktadır.

Sözün özü, nasıl ortaya atılmış olursa olsun, bu mesele İmam Ebû Hanîfe’nin bilgisizliğine ve kifayetsizliğine delalet etmez. Aksine, mu­terizin gafletini ve basiretsizliğini, bu büyük alimi lekelemek ve cahil göstermek için ne kadar cüretkar olduğunu ortaya koyar.

Ebû Hanîfe zayıf ravilerden rivayet ederdi diyerek onu lekeleme­ye çalışmasına ve 'bunun nedeni Ebû Hanîfe’nin hadis bilgisinin azlı­ğıdır' demesine geiince, bu apaçık bir hatadır. İnsaflı bir insan bunu söylemez. Buna birkaç yolla cevap verilebilir:

Birinci yol: Ebû Hanîfe’nin meçhul kimselerin rivayetlerini kabul ettiği bilinmektedir. Daha önce zikrettiğimiz gibi, pekçok alim aynı şe­kilde düşünmektedir. [173] Hiç şüphe yok ki onlar, adaleti bilinen sika ravinin rivayetine muhalif olmayan meçhul kimsenin rivayetini kabul et­mekteydiler. Çünkü hadislerin tearuz etmesi durumunda bir taraftaki ravinin sikalık ve hafızasının sağlamlığıyla karşı tarafa üstün olması du­rumunda berideki rivayetin tercih edileceği icma edilmiş bir husustur.

Yine şüphe yok ki, o dönemlerdeki hadis ravilerinin büyük çoğun­luğu adil insanlardı. Meşhur sahih hadis de bu hususu teyid etmekte­dir: “Sizlerin en hayırlı dönemi benim yaşadığım dönemdir. Sonra onları takip edenler. Sonra da onları takip edenler. Bunların ar­dından yalan yayılır.”

Hz. Ali de bazı ravileri doğru mu söylüyor diye ilk önce sınıyor, daha sonra yemin ettirerek rivayetlerini kabul ediyordu. Bu, tanınma­yan veya benzeri durumu olan raviler için söz konusu olmaktaydı. Ni­tekim Mikdâd mezinin hükmünü kendisine aktarınca ondan yemin et­mesini istememiştir.

Hafız İbn Kesîr, hayvan yarıştırmakla ilgili hadisleri topladığı cüz­de Ahmed b. Hanbel'den, bir konuyla ilgili aykırı sahih bir hadis bu­lunmadığı takdirde zayıflığı bulunan hadisle amel etmeyi benimsediği­ni nakletmiştir. Nitekim Musned’ınde bu tür pekçok hadis rivayet et­miştir. Bu, hadisin zayıflığını, zayıflığın ölçüsünü, rivayetin kabul edil­mesinde icmayla kabul edilmiş şartları veya ihtilaf edilen koşullan bil­memekten değil ihtiyat nedeniyle başvurulan bir yöntemdir.

Hafız Ebû Abdullah b. Mende şöyle demiştir: “Ebû Davud ele al­dığı konuda başka hadis bulamadığında zayıf hadisleri rivayet ediyor­du. Çünkü bunlar onun nezdinde şahısların görüşlerinden daha sağ­lamdı.”

Buradan açıkça ortaya çıkmaktadır ki, zayıf hadis rivayet etmek o kişinin hadis bilgisi olmadığını göstermez. Ahmed b. Hanbel ile Ebû Davud'un tartışmaya gerek olmayacak çapta hadis imamları oldukları malumdur.

Ayrıca zikretmiş oldukları zayıf hadisler, yalancıların veya hskları-nı aleni iîan edenlerin rivayetleri değildir. Onların nezdinde bu tür ri­vayetlere zayıf denmezdi; batıl, mevzu, sakıt, metruk ve benzeri isim­ler kullanılırdı.

Zayıf rivayete gelince, şudur:

(a) Doğru sözlü olan ancak hadisi iyi ezberleyemeyen kimsenin ri­vayet ettiği hadis.

(b) Hadisin merfu olup olmayışında keza isnadında ihtilaf edilen ve bu açıdan küçük bir probleme neden olan hadis.

(c) Alimlerin hadisi veya raviyi zayıf saymakta ihtilaf ettikleri hu­suslardan birini içeren ve kabulünü veya reddini gerektirecek kuvvetli bir delilin bulunmadığı rivayet.

Ravilerin zayıf sayılması ekseriya hadisleri ezberlemelerindeki ku­surlardan kaynaklanmaktadır. Usûlcülerin kabulüne göre, hataları doğru rivayetlerinden fazla veya ikisi e|it olmadığı sürece, bu durum raviye zarar vermez. Ayrıca hatalarıyla, doğrularının eşit olması duru­munda ne olacağında da ihtilaf vardır. Bu konu hem hadis usûlü hem de fıkıh usûlü eserlerinde yer almaktadır.

Bu durumda, Ebû Hanîfe’nin bazı zayıf ravilerden rivayeti kendi tercihi ve ihtiyarıdır, yoksa cahilliği veya durumu fark edemeyip aldan­ması değildir.

İkinci yol: Ebû Hanîfe’nin kendilerinden rivayet ettiği ravilerin za­yıflığı, zayıflık kabul edilip edilmeyeceği ihtilaflı olan hususlardan ola­bilir. Ebû Hanîfe bu tür ravilerin rivayetlerinin kabul edilmesi gerekti­ğini, onları zayıftır diye gösteren bu türdeki değerlendirmelere itibar etmemeyi benimsemiş olabilir. Örneğin, cerhedilen ravinin hangi se­bepten ötürü cerhedildiğinin belirtilmemiş olması veya mezhebi nede­niyle cerhedilmiş olması gibi nedenler. Pekçok alim ve hafız aynı şeyi yapmıştır. Hatta Sahîhayn müelliflerinde de bu tutum görülür.

Aynı tutumu hadis ilminin diğer bilginleri de sergilemiştir. İşte İmam Şafiî. İbrahim b. Ebî Yahya el-Eslemî'den çokça hadis rivayet etmiş ve onun güvenilir biri olduğunu söylemiştir. Oysa çoğunluk bu hususta kendisine muhalefet etmiştir. İbn Abdilber bu konuda Temhîd'de şöyle demiştir: Şafiî dışındakiler İbn Ebî Yahya'yı cerh etmek­te icma etmişlerdir.

(Burada şunu ara not olarak söylemek durumundayım: Şafiî dışın­daki herkesin onu cerh etmekte icma ettikleri değerlendirmesi doğru değildir. Çünkü hadis hafızlarının büyüklerinden dört kişi daha Şafiî gi­bi düşünmekte, onu güvenilir kabul etmektedir: İbn Cureyc, Hamdan b. Muhammed el-Esbahânî, İbn Adiy, İbn Ukde.

Zehebî de Tezkire'de şöyle demiştir: “İbn Ebî Yahya hadis uydu­ran kimseler kategorisinde değildir.” Bununla beraber, onun zayıf ka­bul edilmesi hadisçilerin çoğunluğunun kabulüdür. Şâfiîlerden Nevevî, Zehebî, İbn Kesîr, (Hafız İbn Hacer'in hocası İbnu'l-Mulakkin yani) İbnu'n-Nahvî ve diğerleri nezdinde doğru olan da budur.)

Aynı şekilde Şafiî, İbn Halid ez-Zincî el-Mekkî'den rivayet etmiş­tir. Bu kimse de güvenilir olup olmadığında ihtilaf edilen biridir.

Aynı durum îmam Ahmed b. Hanbel'de de var. O da haklarında ihtilaf edilen ravilerden rivayet etmektedir.

Aynı şekilde Kasım b. İbrahim ile Yahya b. Hüseyin de, hakkında ihtilaf edilmiş oian İbn Ebî Uveys'den rivayet etmişlerdir.

Rical bilgini alimler, haklarında ihtilaf edilen raviler konusunu ele almışlar ve usûl kitaplarında ravilere yönelik verh ve tadilin hangisinin kabul edileceğini, bir taraf raviyi cerh ederken diğer taraf güvenilir de­diğinde ortaya çıkan zıtlık durumunda ne yapılacağını açıklamışlardır.

Üçüncü yol: Ebû Hanîfe bu zayıf ravilerden 'destek olsun' diye ri­vayette bulunmuş olabilir. Esasında konuyu dayandırdığı mesned on­ların hadisi değil de ayetin umumu, başkalarının rivayet ettiği bir hadis, kıyas veya istidlal olabilir. Nitekim aynı şeyi Malik, Abdulkerim b. Ebi'l-Muharik el-Basrî'den rivayette yapmıştır. İbn Abdilber bu husus­ta Temhîd'de şöyle demektedir: “Bu ravinin cerhi hususunda icma edilmiştir. Ondan sadece Malik tek bir hadis rivayet etmiştir. Bu hadis Malik'in başka tarikle de rivayet ettiği bilinen bir hadisdir. Mezkur ha­dis namazda sağ eli sol elin üzerine koyma hadisidir. Malik bunu Muvatta'ında sahih tarikle tabiînin büyüklerinden Ebû Hazım - sahabı Sehl b. Sa'd tarikiyle rivayet etmiştir.”

Aynı durumu Kasım b. İbrahim ile Zeydiyye’nin imamlarından olan torunu Yahya b. Hüseyin'de görmekteyiz. Bunlar İbn Ebî Damra'dan ahkam bahislerinde pekçok hadis rivayet etmişler ve bunlarla ihticac etmişlerdir. Oysa rivayet bilginleri bu ravinin cerhi ve rivayeti­nin zayıf kabul edilmesinde hemfikirdirler.

Keza hadisteki otoriteliğine, rivayetlerin naklinde çok sıkı olması­na, hatta Şuayb b. Cerir'in rivayetine göre 'eşeğin idrarını içerek su­suzluğumu gidermeyi Ebân b; Ebî Ayyaş bize şu hadisi rivayet etti de­meye tercih ederim' demesine, keza İbn İdris ve başkaları onun, 'bir insan, Ebân'dan rivayet etmektense zina etsin daha iyidir' dediğini nakletmesine rağmen, Şu'be, Ebân b. Ebî Ayyâş'dan rivayet etmiştir.

Burada şöyle diyebilirsin: Haram olduğuna inanmasına rağmen nasıl oluyor da ondan hadis rivayet ediyor? Buna şu cevabı verebiliriz: O bu tür kimselerden rivayet etmenin haram olduğunu söylerken hak­la batılı birbirinden ayırt edemeyen kimsenin rivayet etmesini keza ravilerin durumlarını bilen kimselerin raviler hakkında bilgisi olmayan kimselerin huzurunda terk edilmiş ravilerden rivayet etmesini kasdetmiştir. Nitekim Sevrî bazı terk edilmiş ravilerden rivayeti men edince

'Ama sen onlardan rivayet ediyorsun' denmiş, o da şu cevabı vermiş­tir:

'Ben bildiğim şeyleri rivayet ediyorum.” Bahsettiğimiz bu husus, hadis ilminin inceliklerindendir.

Müslim'in de senedi âlî [174] olduğu için sadece zayıf isnadlı hadisi rivayet ettiğini, nazil  [175] olduğundan ve de hadis erbabı onu bildiğinden dolayı sahih isnadı eserine almadığını görmekteyiz. Nevevî bu metodu bizzat Müslim'den rivayet etmiştir. Buradan da anlaşılmakta­dır ki, bir alimin zayıf bir kimsenin rivayetini nakletmesi rivayetin za­yıf olduğunu bilmediği anlamına gelmez.

Aynı şekilde Buhârî, Sahih'inde kendilerinden hadis rivayet ettiği bazı kimseleri zayıf kabul etmiştir. Zehebî bu raviieri Mîzân 'da zikret­miştir. Bu da, aynı konuyla ilgili diğer sahih hadisler olmasa idi, Buhârî’nin zayıf kabul ettiği ravilerin hadislerini eserine almayacağını göstermektedir. Bu da hadis ilminin inceliklerindendir.

Bundan ötürü Nevevî şöyle demiştir: “Bir kimse Müslim'in şartla­rına uymaktadır çünkü ravisi Müslim ravisidir diyerek bir hadisi sahih kabul ederse, bu hükmünde hata etmiş olur.”

Dördüncü yol: İmam Ebû Hanîfe kendisine ulaşmış olan sahih ve zayıf hadislerin tedvin edilmesi gayesiyle bunları rivayet etmiş olabilir. Nitekim bu, sünen ve müsned yazarı pekçok kimsenin adetidir. Onla­rın bu tür hadisleri rivayet ederken ki maksatları, diğer tariklerinin ve benzer muhtevalılarının araştırılması amacıyla gelen hadisleri ümmet için muhafaza etmekti. Böyle yaptıklarında naklettikleri hadisin diğer tarikleri var mı diye bakılır, sahih olduğu anlaşılırsa onunla amel edi­lir, batıl olduğu tesbit edilirse bırakılırdı. Şayet rivayet tartışmalı bir du­rum arz ederse, bu durumda da alimler kendi ictihadlarına göre o ha­dis hakkında karar verirlerdi.

Nitekim Buhâri'den gelen meşhur rivayette 300.000 hadis bildi­ği, bunların 200.000’nin zayıf olduğu geçmektedir.

İshak b. Râhûye de şöyle demiştir: “Gözlerimle görür gibi 100.000 hadisin metnini biliyorum. 70.000 hadis de ezberimde. 4.000 de uydurma rivayet biliyorum.” Kendisine uydurma hadisleri niçin ezberlediği sorulunca şu yanıtı vermiştir: “Sahih hadisler arasın­da bunlardan biri geçtiği zaman ayıklamak için.”

Beşinci yol: İmam Ebû Hanîfe'ye nisbet edilen pekçok zayıf ha­disin zayıflığı Ebû Hanîfe'den veya hocalarından değil de kendisinden rivayet eden ravilerden kaynaklanabilir. Aynı durum Cafer es-Sâdık'a ve başka sika kimselere nisbet edilen hadislerde de söz konusudur. Ni­tekim Hafız Zehebî Mizan'da İbn Hibbân'dan şunu nakletmiştik. “Ebân b. Cafer, Ebû Hanîfe adına 300'den fazla hadis uydurmuştur. Oysa Ebû Hanîfe bunların bir tekini bile rivayet etmemiştir.” Zehebî bu bilgiyi Ebân b. Cafer'in terceme-i halinde zikretmektedir.

Bunu öğrendiğine göre, şunu da bil: İmam Ebû Hanîfe yaşı bir hayli olmuşken hadis tahsiline girişmiştir. [176] Meşhur bir hafızın hadis öğrenimi yaşı bir hayli ilerlemişken olursa, hafızası da bir nebze zayıf­lamış olur. Dolayısıyla Ebû Hanîfe hafıza olarak doruk noktada değil­di. Diğer imamlar da böyleydiler. İmam Ahmed b. Hanbel ise dört imam içinde hadis bilgisi ve ezberi en fazla olan insan idi. Dolayısıyla bulundukları durum onlar için bir ayıp, ictihadlarını tenkid için bir ne­den değildi.

Nitekim İbnu'l-Museyyeb'in, Muhammed b. Şîrîn'in, İbrahim en-Nehaî’nin rivayetleri; Atâ'nın, Hasan Basri’nin, Ebû Kılâbe’nin riva­yetlerinden daha sahih ve daha güvenilirdir. İbnu'l-Museyyeb ise bun­lar içinde rivayeti en sahih olan kişidir. Bu elbette kendisi gibi olma­yan diğerlerinin rivayetlerinin konumuna zarar vermez.

Yukarıdaki gerekçe nedeniyle bazı hafızlar İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe’nin hadisleri hakkında söz söylemişlerdir. Bazı cahiller de sanmış­tır ki, bu durum Ebû Hanîfe’nin ictihadlarını ve imamlığını zedeler. Oysa durum hiç te öyle değildir. Bu babta söylenecek en son söz şu­dur: Diğerleri hadis ezberi açısından ondan daha iyiydiler. Bu, diğer­lerinin her yönüyle ondan daha üstün ve daha bilgili olduğu anlamına gelmez. Nitekim sahabenin ençok hadis ezberleyeni olan Ebû Hureyre sahabilerin en bilgilisi, en fakihi ve en faziletlisi değildi. Muâz en fakihleri, Zeyd ferâizi en iyi bilenleri, Ali davalarda en isabetli karar ve­renleri, Ubey en iyi kıraat bilgisi olanları, hulefâ-i râşidîn de en fazilet­lileriydi. Dahası, fazilet ve meziyetler Allah'ın dilediği kullara ihsan et­tiği lütuflardır.

Zehebî, İmam Ebû Hanîfe ve emsallerini zikretmesi, onlar hakkın­daki farklı değerlendirmeleri aktarması nedeniyle kendisinin kınanamayacağı hususunda mazeret beyan etmiştir. Mizanın mukaddime­sinde bu hususta şöyle demiştir: “Furûatta kendilerine tabi olunan imamlardan hiçbirini zikretmeyeceğim. Çünkü bunlar İslam içinde çok büyük bir yere sahiptirler, gönüllerde çok değerli yerleri vardır. Eğer bunlardan birini zikredeceksem insaf ölçüleri içinde ondan bahsedeceğim. Bu anlatacağım şeyler ne Allah katında ne de kullar nezdinde onun konumuna bir zarar vermez. İnsana zarar verecek şey, yalan, hatada ısrar etmek, batıiı başka türlü göstermeye çalışmaktır. Böylesi bir tavır hıyanettir, cinayettir. Müslüman kişi herşeyi yapabilir ama hı­yanet ve yalana asla sapmaz.” [177]

Ebû Abdullah ez-Zehebî’nin şu edebine bir bak. İslamda kendile­rine tabi olunan imamiarın büyüklüğünü dile getirmekte, cerh-tadil ki­taplarında isimlerinin geçmesinin ne Allah ne de kullar nezdinde iti­barlarına bir halel getirmeyeceğini belirtmektedir. İşte, alimin kendi­sinden daha üstün birinden bu şekilde bu şekilde edep, tevazu, hür­met ve saygı ile bahsetmesi gerekir. Allah bizleri imamların kadr-u kıy­metini anlayan kullarından eylesin; ümmetin icmasına muhalefet et­mekten korusun.

Bu açıklamalar sonucunda, müslümanlar nezdinde en büyük imamlardan biri olan ve seçkin din büyüklerinin dinde imam olduğun­da hemfikir oldukları bir zata yönelik iki zayıf şüphenin dayanaktan yoksun olduğu ortaya çıkmış oldu. Ben bu birkaç satırla Allah Teâlâ'ya yakın olmayı, imamın kıymetli anısına hizmet etmek suretiyle şeref­lenmeyi, değerli ilmî mirasını korumayı arzuladım. Yoksa bilinmeyen faziletlerini anlatmayı, aşağı düşürülmeye çalışılan itibarini yükseltme­yi murad etmedim; çünkü, onun makamı çok yüksek, şanı da yücedir. Dolayısıyla böyle şeylere gerek yoktur.

 

Güneş parlayan ışıkları arasında durmakta,

Onu vasfedenin tarifine ihtiyaç duymamakta. [178]

 

Sonuç:

 

İbnu'l-Vezîr'den yaptığımız uzun alıntı burada bitmektedir. Hem onun açıklamalarında, hem de daha önceki değerlendirmelerde ge­çen Mâliki, Şafiî, Hanbelî ve diğer mezheplerden olan mutekaddimun imamların, müteehirundan mütehassıs hafızların İmam Ebû Hanîfe'yi övmeleri, Kitap ve sünnete yönelik geniş ilmi birikimini methetmele­ri, onu cerh eden ve kabul etmeyenlere karşı açık delilier ve sağlam kanıtlarla verdikleri cevaplar, son zamanlarda İmam'a hücum eden kindar saldırganların suçlamalarını geçersiz kılmaktadır.

Keza bu değerlendirmeler, doğruyu bulmaya muvaffak kihnırlarsa, onların ağrılı gözleriyle hasta kalplerindeki perdeyi de kaldıracaktır. Yine buralarda, din önderlerine saygılı olan ilim ehlinin gözlerini ısıta­cak bilgiler yer almaktadır.

Allah Teâlâ'dan niyazım odur ki, bu kitabı okuyan ve inceleyen herkesi istifade ettirsin. Beni de lütfü ve keremiyle bu büyük imamın konumunu ortaya koyan, onun yüce makamına yönelik saldırıları uzaklaştıran daha geniş bir çalışma yapmaya muvaffak kılsın. Şüphe­siz başarılı kılacak odur; dualara icabet edendir.

Allah efendimiz ve peygamberimiz Hz. Muhammed'e, âl ve asha­bının tamamına salât etsin. Hamd olsun alemlerin rabbı olan Allah'a.

                                                                       Muhammed Abdurreşîd en-Nu’mânî Karaçi /15-Rebîulewel-1415.

 

Ek:

 

Cerh Ve Tadilde Mezhep Taassubunun Rolü Ve İmam Ebû Hanîfe Örneği

 

İsmail Hakkı Ünal

İslam dininin iki temel kaynağından biri olan hadis ve sünnete bağlılık, asırlar boyu, Hz. Peygamber'e gösterilen sevgi ve saygının mihenk taşı olmuştur. Bu bağlılığı sadece Peygamber sevgisiyle açık­lamak yeterli değildir. Zira Hz. Peygamber'in söz ve tatbikatı olma­dan, daha doğrusu onun örnekliği göz önüne alınmadan İslamı hak­kıyla anlayabilmek mümkün değildir. İslam tarihi boyunca, İslamı ya­şama ve yaşatma gayretinde olan hiçbir müslüman kendini bundan müstağni görmemiştir. Bunlar arasında İslam alimleri başta gelir.

Buna rağmen, İslam kültür tarihinde, genellikle, hadisçilerden kay­naklanan değerlendirmelere göre bazı alimlerin, bu arada özellikle Ebû Hanîfe’nin hadislere muhalefetinden ve bu konudaki yetersizliğin­den söz etmek adet haline gelmiştir. Kendi çağdaşı bazı alimlerden başlayarak hicri 8. asra kadar devam eden ve günümüzde de zaman zaman görülen bu suçlamaların büyük ölçüde sübjektif olduğu ve aynı yoldan hareketle her alimin böyle bir ithama maruz kalabileceği bilin­mekledir. Ancak suçlamaları yöneltenlerin, başka bir deyişle Ebû Ha­nîfe'yi hadisçiliği yönünden cerh edenlerin, kendi alanlarında büyük şöhrete sahip alimler olduğu gerçeği birçok kimseyi tereddüte sevketmiştir. Bunlar arasında, İbn Ebî Şeybe (ö. 235), Ahmed.b. Hanbel. (ö. 241), Buhâri (ö. 256), Müslim (ö. 261), İbn Kuteybe (ö. 276), Nesâî (ö. 303), Ukaylî (ö: 322), İbn Ebî Hatim (ö. 327), İbn Hibbân (ö. 354), İbn Adiyy (ö. 365), Dârekutnî (ö. 385), Beyhakî (ö. 458), Hatîb Bağdadî (ö. 463), Cuveynî (ö. 478), Gazâlî (ö. 505), Fahreddîn Râzî (ö. 606) gibi alimleri sayabiliriz. Bu alimlerin hemen hepsi Şafiî geleneğini sürdüren veya onun mezhebine mensub kimselerdir. Mese­la Ahmed b. Hanbei şöyte der: “Meselelerimiz, yani ashab-ı hadisin meseleleri, Şafiî'ye kadar Ebû Hanîfe’nin ellerinde idi. Ne zaman ki Allah'ın kitabı ve Rasûiünün sünnetinde insanların en fakîhi olan Şa­fiî'yi gördük, artık o (Ebû Hanîfe) yetmez oldu. Çünkü o hadis talebi az birisiydi.” [179]

Ebû Hanîfe'yi hadîse muhalefetle ciddi olarak suçlayan ilk Badisçi Ahmed b, Hanbel’nin çağdaşı İbn Ebî Şeybe'dir. O, on dört ciltlik “Musannef “inin son cildinde bir bölümü bu konuya tahsis etmîş ve şu başlığı koymuştur: “Bu bölüm, Ebû Hanîfe’nin Rasûlullah'dan (s.a.v) gelen haberlere muhalefet ettiği konulan ihtiva eder.” [180] Burada İbn Ebî Şeybe, 125 meseleyle ilgili olarak zikrettiği hadislerin sonunda sa­dece bir cümleyle, “Ebû Hanîfe buna muhalefet etti”, veya “Ebû Ha­nîfe şöyle dedi'' derken, nasıl muhalefet ettiği, gerekçeleri, varsa bun­lara karşı tercih ettiği rivayetler konusunda hiç bilgi vermemiştir. Bü­tün hadis rivayetleri dikkate alınır ve mezhep imamlarının bunlardan kendilerince sahih ve uygun gördüklerini fıkhî meselelerde delil atıp, diğerlerini terkettikleri düşünülürse, İbn Ebî Şeybe’nin mantığına gö­re bütün müctehid imamların hadislere muhalefet etmiş olmaları îcab eder. Halbuki hadisleri kabul veya red ayrı bir konu, onları hüküm is­tihsalinde kullanıp kullanmamak ayrı bir konudur. Ebû Hanife’nin ve bu arada diğer fakihlerin izlediği yol, ikinci yoldur.

Büyük hadis alimi Buharı de, Ebû Hanîfeyi cerh edenler arasında­dır. “Onun Murciî olduğunu, rey ve hadisinin terkedildiğini” belirtir. [181] Buhârî’nin Ebû Hanîfe'ye esas muhalefeti fıkıh alanındadır. “Sahih”inde “Bazı insanlar şöyle dediler” diyerek eleştirdiği görüşlerin Ebû Hanîfe'ye ait olduğu ve “bazı insanlar” tabiriyle de Ebû Hanîfe ve ashabının kastettiği belirtilmiştir. [182] Fıkhî görüş farklılığının bir insanın hadisçiliğine hücum vesilesi yapılmaması gerekirken, daha sonraki hadisçiler bunu adeta gelenek haline getirmişlerdir.

Zayıf raviler hakkında yazdığı 4 ciltlik “Kitâbu'd-Duafâi'i-Kebîr” isimli eseriyle tanınan hadisçi Ebû Ca'fer el-Ukaylî bu kitabında, Ebû Hanîfe hakkında, onun muasırlarından ve daha sonrakilerden varid olduğu kabul edilen cerhleri bir araya toplayarak onu, yalancı, hadisi­ne ve reyine güvenilmez, sahtekar, zaman zaman küfre düşen bir in­san olarak takdim etmiştir. [183] Tamamen taassub eseri olan bu suçla­malara, Ukaylî’nin kendi öğrencilerinden İbnu'd-Dahîl (ö. 388) ta­hammül edememiş ve bunu reddeden bir cüz kaleme almıştır. [184]

Mezhep taassubuyla Ebû Hanîfe'ye hücum eden başka bir hadis­çi, cerh ve ta'dil konusunda en kapsamlı eserlerden biri olan “Kitâbul-Cerh ve't-Ta'dîlin müellifi İbn Ebî Hatim er-Râzî'dir.

Şafiî mezhebinden olan ve “Âdâbu'ş-Şâfiî ve Menâkıbuh” isim­li bir eseri de bulunan İbn Ebî Hatim bu kitabında, Ebû Hanîfe'yi kü­çük düşürücü rivayetlere yer vermiştir. Ebû Hanîfe’nin, Kur'an ve ha­dis cahili olduğunun Şafiî tarafından bizzat İmam Muhammed'e ikrar ettirildiği uydurma diyalog da bu kitapta yer almaktadır. [185] Görüldüğü gibi, mezhep taassubu Ebû Hanîfe'yi, onun en seçkin talebesi İmam Muhammed'e cerhettirmektedir. Yine bu yüzden, Ebû Hanîfe’nin ter­ceme-i halinde, aleyhindeki bütün rivayetleri bir araya toplayan İbn Ebî Hatim, Şafiî’nin terceme-i halinde ona toz konduracak en ufak bir rivayete bile yer vermez. Üstelik burada da Ebû Hanîfe'yi Şafiî karşı­sında küçültücü rivayetleri zikreder. [186]

Hicrî 354 yılında vefat eden meşhur hadisçilerden İbn Hibbân da Ebû Hanîfe’nin hadisçiliğiyle ilgili bütün olumsuz nakilleri, “Kitâbu'l-Mecrûhîn “inde bir araya toplamıştır. [187] Kitabı tahkik edenin ifadesi­ne göre, bu yüzden kitapta yer alan en uzun terceme-i hal Ebû Hanî­fe’nin olmuştur. Üstelik İbn Hibbân, Ebû Hanîfe'yi cerh eden rivayet­leri zikrederken, kendi şartına uymamış, zayıf ve uydurma haberlere de yer vermiştir. [188]

Şafiî olan İbn Hibbân'ın, menakıblarda ve diğer kitaplarda yer alan Ebû Hanîfe lehindeki rivayetleri ve ona isnad edilen görüşleri çü­rütmek için onar ciltlik iki kitap yazdığı belirtilmekledir. [189] Bu yüzden, “Kitâbu'l-Mecrûhîn” kitabının muhakkiki, onun Ebû Hanîfe'ye hücu­munun taassubdan başka bir sebebi olmadığını ifade etmiştir. [190]

Diğer bir Şafiî hadisçi İbn Adiyy el-Curcânî de, Ebû Hanîfe'yi cerhde İbn Hibbân'dan geri kalmamış, “el-Kâmil fî Duafâi'r-Ricâl” isimli hacimli eserinde Ebû Hanîfe aleyhindeki bütün rivayetlere yer vermiştir. [191] Bu haberler arasında Ebû Hanîfe'yi şeytan yapanlar ol­duğu gibi, cerhine kabul edilebilirlik unsuru katmak için Hz. Peygamber'e müracaat edenler de vardır.

Zahid Kevserî’nin belirttiği gibi, İbn Adiyy'in şu ifadesi, Ebû Hanî­fe'ye hücumunda mezhep taassubuyla hareket ettiğini gösteren bir ipucudur. İbn Adiyy, Şafiî’nin hocası İbrahim b. Muhammed b. Yah­ya el-Eslemî hakkında şöyle der: “Onun hadislerinin çoğunu gözden geçirdim ve onlar arasında munker bir hadise rastlamadım. [192] Halbu­ki Kevserî’nin ifadesine göre Ahmed b. Hanbel, İbn Hibbân ve diğer rical tenkitçilerinin bu zat aleyhindeki görüşleri bilinmekledir. İclî, İb­rahim el-Eslemî hakkında, “O, Medineli, Rafızî, Cehmî ve Kaderiyecidir. Hadisi yazılmaz” demiş, hadis tenkitçilerinin çoğu da onu yalan­cı saymışlardır [193]

Ebû Hanîfe'yi hadis yönünden zayıf sayan muhaddislerden Dârekutnî de ulema nezdinde, mutaassıb bir Şafiî taraftarı ve aynı zaman­da mutaassıb bir Ebû Hanîfe aleyhtarıdır. [194]

Meşhur “hilyetü'l-Evliyâ” müellifi Ebû Nuaym el-İsbahânî, “Kitabu'd-Duafâ”sında, “Ebû Hanîfe’nin hatası ve evhamı çok birisi” oldu­ğunu söyler.  [195]Tabiatıyla böyle birisine, “Hityetu'l-Evliya” içinde yer vermemiş olması normaldir. Halbuki aynı eserinde Ebû Hanîfe ve as­habından derece itibariyle çok daha aşağıda oîanlara yer vermiştir. Burada da mezhep asabiyeti ön plandadır. Hızlı bir Şafiî olan Ebû Nuaym'a göre, “Kureyş'e sövmeyiniz, çünkü onun alimi yeryüzünü ilim­le dolduracaktır” rivayetindeki âlim, Şafiî'den başkası değildir [196]

Kureyş'le ilgili yukarıdaki haberi kitabında naklettikten sonra, “Şa­fiî’nin dışında, yeryüzünü ilimle dolduran Kureyş'li kimse bilmiyo­ruz” [197] diyen meşhur muhaddis Beyhakî de koyu bir Şafiî taraftan olarak, Irak ehli ve Ebû Hanîfe hakkında müsbet görüş sahibi değildir. Çünkü ona göre, Ebû Hanîfe, bazen kıyası terkederek zayıf hadisle amel ediyor, bazen sahih ve ma'ruf bir hadisi kıyasla terkediyor, meç­hul ravinin haberini ve munkatı hadisi deîil olarak kabul ediyordu.” [198]

Beyhakî’nin Hanefîlere karşı mezhep asabiyeti içinde hareket et­tiği Hanefî ulemasınca da bilinmekledir. Nitekim, “Ukûdu'l-Cevâhiri'l-Munîfe” müellifi Murtazâ ez-Zebîdî, “alışverişte tarafların muhay­yerliği” konusunda Ebû Hanîfe'ye isnad edilen bir rivayete Sünen 'in­de yer veren Beyhâki'yi tenkit ederken bu hususa şöyle işaret etmiş­tir: “Hocalarımın, Beyhakî’nin mutaassıb biri olduğunu söylediklerini hep işitirdim. Ancak, kitabında Ebû Hanîfe'ye yakışmayan bu çirkin hikayeye yer verdiğini görünceye kadar bunu doğrulamamış ve hak­kında hüsn-ü zanda bulunmuştum. [199]

Ebû Hanîfe’nin leh ve aleyhindeki rivayetlerin hemen hemen ta­mamına, meşhur eseri “Târîhu Bağdâd”da yer veren Hatib Bağdadî de Şafiî bir âlim olarak Ebû Hanîfe ve ashabına karşı olumlu bir tavır içinde değildir. Onun, bu konuda mezhep asabiyetiyle hareket ettiği­ni söyleyenler vardır.[200] Ancak Hatîb Bağdadî, Ebû Hanîfe aleyhinde bulunan diğer hadisçilerden farklı olarak, sadece Ebû Hanîfe ve asha­bı aleyhindeki rivayetleri toplamakla yetinmemiş, Ebû Hanîfe'yi ta'dil eden, metheden ulemanın beyanlarına da geniş bir biçimde yer vermiştir. Tarihçi kişiliğinden, kaynaklanan bu durum, diğer hadisçilerin tutumu karşısında takdir edilecek bir davranıştır.

Mezhep taassubuna önemli bir örnek, “İmamul-Harameyn” lakablı Abdulmelik el-Cuveynî’nin “Mugîsü'l-Halk fî Tercihi'l-Kavli'l-Hak” isimli eseridir. Cuveynî bu kitabında, Ebû Hanîfe ile Şafiî, Ha­nefî mezhebi ile Şafiî mezhebi arasında birtakım mukayeseler yaparak kendi imamını yüceltmek pahasına Ebû Hanîfe'yi her konuda küçük düşürmeye çalışmıştır.

Arap ve üstelik Kureyş'ten olması hasebiyle Şafiî’nin doğuştan bir üstünlüğe sahip olduğuna işaret eden Cuveynî, Ebû Hanîfe’nin Arap değil, nebtî (Iraklı) olduğunu, dolayısıyla, “İmamlar Kureyş'tendir”, “Kureyş'i öne geçiriniz, siz onların önüne geçmeyiniz” hadisleri [201] doğrultusunda Şafiî’nin ve mezhebinin ittibaya diğerlerinden daha layık olduğunu belirtir. [202]

Cuveynî, Ebû Hanîfe’nin hadisçiliği konusunda ise şunları söyler: “Ebû Hanîfe’nin hadis ilminden malumatı çok az idi. Ashab-ı hadisin onu ayıplamada serî davranmaları buna delildir.” [203]

Cuveynî’nin adı geçen kitabında yer alan ve mezhep taassubuna örnek olması bakımından fevkalade önemli uydurma bir hikayeyi bu­rada nakletmek yerinde olacaktır;

“Gazne Sultanı Mahmud b. Sebüktekin (ö. 421) Ebû Hanîfe mez­hebine bağlı idi. Aynı zamanda hadis ilmine merakı vardı. Huzurun­da, hadis şeyhlerinden hadis alaniarı dinler, hadisler konusunda araş­tırma yapardı. Hadislerin çoğunun Şafiî mezhebine uygun olduğunu gördü. Bu arada cildinde bir kaşınma hası! olmuştu. Her iki mezhep­ten fakihleri Merv'de topladı ve onlardan, iki mezhepten birinin diğe­rine tercihi konusunda konuşmalarını istedi. Fakihîer, Sultan'ın huzu­runda her iki mezhebe göre iki rekat namaz kılınmasında anlaştılar. Böylece Sultan'ın görüp, düşünüp en güzelini seçmesi kolaylaşacaktı. Önce Şâfiîlerden Gaffal el-Mervezî (ö. 417), her uzvun hakkını vere vere güzel bir abdest alarak, örtünme, kıbleye dönme gibi bütün mu­teber şartları yerine getirerek, rükunlarını, ta'dil-i erkânını, farzlarını, sünnetlerini, adabını mükemmel bir şekilde tamamlayarak namaz kıl­dı. Çünkü Şafiî, bunun haricinde kılınan bir namaza cevaz vermezdi.

Sonra Ebû Hanîfe’nin caiz gördüğü şekilde iki rekat namaz kıldı. Tabaklanmış köpek derisi giyindi. Vücudunun dörtte birine pislik bu­laştırdı. Hurma nebîzi ile abdest aldı. Bu, tam yaz ortasında ve sahra­da cereyan ettiği için bütün sinek ve sivrisinekler üzerine toplandı. Abdesti tersyüz etti. (Tertibe riayet etmedi.) Sonra kıbleye yöneldi. Niyet­siz namaza başladı. İftitah tekbirini Farsça getirdi. Sonra, “mudhâm-metân [204] ayetini, “dü bergeki sebz” (iki yeşil yaprakçık) şeklinde Farsça okudu. Sonra horoz gagalaması gibi rükûsuz ve fasılasız iki secde yaptı. Teşehhüde oturdu. Nihayet, selam vermeden, yellenerek namazdan çıktı ve “Ey Sultan, işte bu, Ebû Hanîfe’nin namazıdır” de­di.

Sultan şöyle dedi; “Eğer bu, onun (Ebû Hanîfe’nin) namazı olma­saydı seni öldürürdüm. Çünkü böyle bir namazı din sahibi kimse tec­viz edemez.”

Hanefîler bu namazın Ebû Hanîfe'ye ait olduğunu inkar ettiler. Gaffâl, her iki mezhep kitaplarının getiriimesini istedi. Sultan, hristi-yan bir katibe bu kitapları okumasını emretti. Her iki mezhebin görü­şü birlikte okundu. Hanefî mezhebinin namazının Gaffarın anlattığı şekiide olduğu görüldü. Bunun üzerine Sultan Hanefî mezhebinden ayrılarak Şafiî mezhebine bağlandı. [205]

Cuveynî bu hikayeyi naklettikten sonra şöyle diyor: “Şayet Ebû Hanîfe’nin caiz gördüğü bu namaz halktan birine arz edilse, kabul et­mekten kaçınırdı. Namaz dinin direğidir. Namaz konusundaki fâsid iti­kadı, mezhebinin batıl oluşunu açık bir biçimde göstermek için sana yeterlidir. [206]

Naklettiğimiz bu hikaye, mezhep taassubunun bir İslam alimini ne durumlara düşürdüğünün acı bir göstergesidir.[207]

Hocası Cuveynî’nin etkisinde kalarak Ebû Hanîfe'yi tenkit eden meşhur alimlerden Gazâlî de, Şafiî mezhebindendir. “ei-Menhûl” ad­lı eserinde “Ebû Hanîfe’nin müctehid olmadığını, hadis bilgisi az oldu­ğu için, zayıf hadisleri kabul, sahihleri reddedecek derecede cüretkar

olduğunu” söyler. [208] Gazâli, kitabının sonunda Şafiî mezhebi ile diğer mezhepler ve özellikle Hanefî mezhebi arasında mukayese yaparak kendi mezhebinin her konuda tercihe şayan olduğunu ispata çalı­şır.  [209]

Gazâlî’nin bu kitabı gençliğinde yazdığı, sonradan Ebû Hanîfe hakkındaki görüşlerini değiştirdiği belirtilmiştir [210]Nitekim İhyâu Ulûmi'd-Dîn adlı eserinde dört mezhep imamını ve bu arada Ebû Hanîfe'yi hayırla yadetmekte ve ondan övgüyle bahsetmektedir. [211]

Koyu bir Şafiî taraftan olan meşhur müfessir Fahreddin Râzî de mezhep asabiyetiyle Ebû Hanîfe'ye yüklenenlerden biridir. Şafiî için kaleme aldığı menâkıbında, Ebû Hanîfe’nin, kendi beldesinden oldu­ğu sürece, zayıf bile olsa, meçhul ravilerin rivayetini, maktu' ve mursel haberleri kabul ettiğini, bundan dolayı kıyası terkettiğini, sahih da­hi oisa diğer beldelerin hadislerini reddederek, İstihsan ve kıyasa yö­neldiğini belirtir. [212]

Ebû Hanîfe'ye hadisçiliği konusunda yöneltilen suçlamalar, 8. hi­cri yüzyıldan İtibaren hızını kaybetmiştir. Nitekim bu dönemde ye­tişmiş önemli Şafiî âlimierden Zehebî (ö. 748), Suyûtî (ö. 911), Muhammed Yusuf es-Sâlihî (ö. 942) ve İbn Hacer el-Heytemî (ö. 973) Ebû Hanîfe hakkında birer menakıb kitabı yazmışlardır. Ayrıca diğer bir Şafiî âlimi olan Abdulvehhab eş-Şa'rânî de (ö. 973), “el-Mîzan” isimli eserinde, yapılan hücumlara karşı Ebû Hanîfe'yi savunmuş­tur.  [213]

Yukarıda verdiğimiz örnekler gösteriyor ki, Ebû Hanîfe'ye özelli­kle hadisçilîği yönünden yapılan ithamlar büyük ölçüde mezhep taas­subuna dayanmaktadır. Bu taassubdan uzak kalan âlimler ise aşırılık­lara kapılmayarak insaflı davranmışlardır. Bunu söylerken Ebû Hanî­fe’nin hadis ve sünnet malzemesinin hepsine ulaşmış olduğunu ve kendisine ulaşanları değerlendirmede yüzde yüz başarı gösterdiğini de iddia etmiyoruz. Zira, bu hiç bir imam ve müçtehide nasip olmuş bir şey değildir. Ancak insafla bağdaşmayan suçlamaların kabul edilmesi de mümkün değildir.

Bütün bunlardan sonra Ebû Hanîfe’nin hadise karşı tutumu ne idi? Bunu kendi ağzından ve kısaca zikretmekte yarar vardır. O şöyle der: “Rasûlullah'ın söylediği her şey, biz duyalım duymayalım başı­mız, gözümüz üstünedir. Buna iman eder ve Allah'ın Rasûlünün (s.a.v.) söylediğine, olduğu gibi şehadet ederiz [214]

Osman el-Bettî'ye yazdığı risalede ise, “Bilmiş ol ki, öğrendiğiniz ve insanlara öğrettiğiniz şeylerin efdali sünnettir” demektedir [215]

Ebû Hanîfe’nin, istidlal kaynaklarını sayarken önce Allah'ın kita­bına, sonra Rasûlünün sünnetine baktığı, sonrada sahabe görüşlerin­den dilediğini tercih ettiği nakledilir. [216]

Bir rivayete göre, hadise muhalefet ithamını bizzat kendisi reddet­miştir. Bir meselede, kendisine, hadise muhalefet ettiği bildirilince, da­yandığı hadisi zikrederek, “Allah, Rasûiüne muhalefet edene lanet et­sin. Allah, onunla bize ikram etti, bizi onunla kurtardı” demiştir. [217]

Bu görüşünü teyit eden bir örnek de şudur: Ebû Hanîfe, davacı için şahitlerin yanısıra yeminin gerekli olmadığı görüşündedir. Şöyle der “Çünkü Rasûlullah'dan (s.a.v.) bize, “Yemin davalıya, delil davacı­ya gerekir” hadisi ulaşmıştır. Allah'ın Rasûlünün davacı üzerine koy­madığı bir yükümlülüğü biz koyamayız. Yemin mükellefiyetinide, Ra­sûlullah'ın (s.a.v.) koyduğu yerden başka bir yere değiştiremeyiz. [218]

Ebû Hanîfe burada “Rasûlullah'ın verdiği bir hükmü değiştirme­yiz” derken, adeta, Ahzab suresinin şu ayetine imtisal etmekledir: “Al­lah ve Rasûlü, bir işte hüküm verdikleri zaman artık inanmış bir kadın ve erkeğe, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Al­lah'a ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” [219]

Ebû Hanîfe’nin, bir konuda hadis olduğu zaman kıyası terkettiği de bilinmektedir. Mesela, abdestte ve gusulde ağıza ve burna su alma­yı unutan ve sonra bu şekilde namaz kılan kimse hakkındaki görüşü­nü soran İmam Muhammed'e Ebû Hanîfe şöyle cevap vermiştir: “Abdest alıp ağzına ve burnuna su almayı unutanın namazı tamamdır. Cünüplükten veya hayızdan dolayı gusledip mazmaza ve istinşakı unutan kimse, ağzına ve burnuna su alır ve namazını iade eder.” İmam Muhammed'in, aralarındaki farkın ne olduğunu sorması üzerine Ebû Hanîfe, “Kıyas bakımından ikisi de aynıdır. Fakat İbn Abbas'dan gelen bir rivayet üzerine burada kıyası terkediyoruz” demiştir [220]Ebû Hanîfe’nin hadise istinaden kıyası terkettiği bir çok mesele Hanefî fıkıh kaynaklarında yer almaktadır [221]

Bu kısa malumattan anlaşılacağı üzere, Ebû Hanîfe’nin, Hz. Peygamber'in hadisi ve sünnetine kasdi muhalefeti söz konuşu değildir. Hadis ve sünnete ittîbada ve onu teşriî kaynak olarak kabul etmede diğer mezhep İmamları ve müctehidlerden bir farkı yoktur: Fark, bu malzemeyi fıkıh alanında kullanırken ortaya çıkmaktadır. Yani Ebû Hanîfe’nin hadis tercih ve tefsin doğal olarak diğer imamlardan farklı­dır. Muhtemelen, bütün şimşekleri de bu yüzden üzerine çekmekte­dir. Çünkü o hadisleri değerlendirmede akla diğerlerinden daha fazla yer vermiştir. Bunun yanısıra bazı hadis metinlerini Kur'an'a arzetmesi, bazılarını değişen şartlan dikkate alarak yorumlaması da onun önemli özelliklerindendir.

Ebû Hanîfe’nin hadise muhalefeti ve onu hafife alması söz konu­su olmadığına ve Hanefi mezhebinin temel kaynaklan incelendiğinde hadis konusundaki bilgisi de yetersiz sayılamayacağına göre, birçok meşhur muhaddisin Ebû Hanîfe'yi hadise muhalefetle ve bu konuda bilgisizlikle suçlamasının sebebi nedir?

Ebû Hanîfe'ye yönetilen cerhler genellikle, gerekçesiz, mübhem ve gayrimüfesserdir. Hücum edenlerin hemen hepsi de Hanefî mez­hebi dışındaki mezhep mensuplarıdır. O halde burada, mezhep taas­subunun önemli bir rol oynadığını kabul etmek gerekir. O yüzden Ebû Hanîfe'ye yönetilen suçlamaları, büyük ölçüde sübjektif değerlendir­meler olarak kabul ediyoruz. Bu ithamlar dikkate alınırsa, bundan kur­tulacak hiçbir mezhep imamı ve müctehid bulunamaz. Zira fukahanın mesleği, sadece hadislerle uğraşmak olmadığı gibi, her birinin delil al­dığı farklı rivayetleri, hadise muhalefet olarak değerlendirmek de doğ­ru değildir.

Ebû Hanîfe'yi hadisçiliği yönünden cerhedenler ve onu, sahih ha­dise muhalefet ve zayıf hadisle amel ettiği gerekçesiyle tenkit edenler, genellikle kendisinden çok sonra yaşamış hadisçilerdir ve dayandıkla­rı ölçüler de yine Ebû Hanîfe'den en az bir asır sonra gelmiş hadisçilerin tesbit ettikleri kriterlerdir. Ebû Hanîfe gibi bir İslam âliminin, nisbeten erken bir devirde hüküm istihsali için tercih edip kullandığı ha­dislerin, sadece, daha sonra tesbit edilmiş kriterlere uymadığı gerek­çesiyle zayıf sayılması, kabul edilebilecek bir husus değildir. Kanaatimizce hadislerin sıhhatinin tesbitinde, Hz. Peygamber dönemine ya­kınlık önemli bir faktördür ve bu açıdan bakılınca Ebû Hanîfe, kendin­den sonra gelmiş bir çok hadisçiden daha şanslı bir durumdadır. Bu­na ilaveten, hadislerin tashih ve taz'îfinde (sahih ve zayıf kabul edilme­sinde) hadisçilerin kriterleri yanısıra, fakihlerin tercih ve değerlendir-melerini dikkate almak da son derece önemli ve gereklidir.

 

İhtisas Yapanlar İçin Kitap Kılavuzu

 

1- Hz. Ömer'in Irak'taki Sariye'ye Medine'den seslenmesi s. 24-26

2- Güneşin Hz. Ali İçin geri döndürülmesi s. 24-26

3- İctihad, taklid meselesi s. 32, 34

4- Ahberanâ, haddesenî ve semi'tu ifadelerinin kullanılacağı yerler 58

5- Sahîhayn dışındaki bir hadisin Sahîhayn'da yer alan bir hadisten daha sahih olabileceği s. 68

6- Kelam ilminin kötü oluşu s. 17-18, 36-37, 57

7- Bir hadisin sahih kabul edilmemesi için gerekenler s. 114

8- Alimlerin birbirleri aleyhinde söyledikleri sözlerin değeri s. 102

9- Mutezile mezhebine mensup alimlerin kendilerini Hanefî olarak nitelemeleri s. 109

10- Arapça eğitiminin ikinci asırda söz konusu olmadığı s. 111-112

11- Hangi rivayetlerin zayıf olduğu s. 114

12- Bilginlerin zayıf ravilerden rivayet etmelerinin nedeni s. 115-117

13- Zehebî’nin Mîzân'ına katıştırmalar söz konusudur 71 nolu dipnot.

 



[1] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, VI/392. Beyrut-1405. Üçüncü baskı.

[2] Siyeru A'lâmi'n-Nubetû, VI/396.

[3] Menâkibu'l-İmâm Ebî Hanîfe ve Sâhibeyh, s. 11. Mısır baskısı.

[4] Duvelu'l-İslâm, I/79. Hindistan/Haydarabad/Dekkan-1337. Dâiretu'l-Meârifi'n-Nizâmiyye baskısı.

[5] Târîhu Bağdâd, XIII/331.

[6] Ahbâru Ebî Hanîfe ve Ashâbih, s. 83. Hindistan/Haydarabad/Dekkan-1394.

[7] Bkz. el-Mîzânu'l-Kubrâ, 1/48.

 

[8] Târîhu Bağdâd, XIII/332-3.

[9] Târîhu Bağdâd, XIII/334.

[10] Te'nîbu'l-Hatîb, s. 29.

[11] Menâkibu Ebî Hanîfe, s. 27.

[12] Sebt: Özü sözü doğru, zabtı tam, hüccet sayılan ravi. Bkz. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 136. (Mütercimin notu).

[13] Sadru'l-Eimme el-Muvaffak, Menâkibu'l-İmâm el-A'zam, 11/37. Hindistan/Haydarabad/Dekkan. Dâîretu'l-Meârif baskısı.

[14] Câmiu Beyâni'l-İlm, 11/163. Mısır-İdâretu't-Tıbâati'l-Munîre baskısı.

[15] el-İntikâ. s. 232. Kahire-1350. Mektebe tu'1-Kudsî baskısı.

[16] Hicr: 15/9.

[17] Nahl: 16/44.

[18] Delailu'n-Nubuvve, 1/43-6. Beyrut-1405, Birinci baskı.

[19] Tirmizî, XlII/305-9 (Ârtzatu'l-Ahuezî ile birlikte). Mısır-1352.

[20] el-Mustedrek   ale's-Sahîhayn. 11/171 (Kitâbu'n-Nikâh). Hindistan/Haydarabad/Dekkan-1340. Dâiretu'l-Meârif baskısı.

[21] Ma'rifetu Ulûmi'l-Hadîs, s. 240-9. Kahire baskısı.

[22] Bu ifadede istihza sezilmektedir çünkü "rivayet eden ravi kimmiş bakalım" demek istemektedir. (Mütercimin notu).

[23] Yani sen Hz. Ömer'in Irak'taki Sariye'ye seslenişini kabul edip nasıl birilerinden ri­vayet ettiysen, ben de bunu birilerinden rivayet ettim. (Mütercimin notu).

[24] Bunu diyen İbn Teymiyye'dir.

[25] Ebû Hanîfe'nin naklettiği rivayeti kendi rivayetin için delil getirmen anlamsız. Çün­kü ikisini ayrı ayrı değerlendirmek gerekir. Onun rivayeti mevzu ise, bundan senin rivayetinin doğru olduğu anlamı çıkmaz. Keza onun rivayeti doğru ise, bundan se­nin rivayetinin doğru olduğu sonucu yine çıkmaz. (Mütercimin notu).

[26] Minhâcu's-Sunne, IV/194-5. Mısır/Bulak-1322. Emîriyye baskısı.

[27] Minhâcu's-Sunne, 1/172-3.  

[28] el-Bidâye ve'n-Nihâye, VI/85-6. Beyrut-1966. Mektebetu'l-Meârif yayını-Birinci baskı.

[29] Lisânu'l-Mîzân, V/300-1.

[30] İ'lâmu'l-Muvakkiîn, 1/35. Hindistan/Delhi-1314.

[31] İ'lâmu'l-Muvakkiîn, 1/359.

 

[32] Târîhu Bağdâd, XIII/344.

[33] Tezkiretu'l-Huffâz, 1/338.

[34] Tezkiretu'l-Huffâz, 11/572.

[35] Siyeru A'lami'n-Nubeiâ, XII/508.

[36] Hoş insan.

[37] Târîhu Bağdâd, XIıI/336.

[38] Bunu diyen Zehebî'dir.

[39] Siyeru A'lûml'n-Nubela, XIV/40.

[40] Fihrist, s. 299. Kahire-Matbaatu'l-îstikâme baskısı.

[41] Senedu'l-Enâm, s. 52 (Keler yeme bahsi). Delhi-1330. Muctebâî baskısı. Kitabı yayına hazırlayan Abdulfettâh Ebû Gudde'nin notu: Ali el-Kârî'nin bu sözü ile İbn Hazm'ın daha önce geçen Muhammed b. Nasr ile ilgili değerlendirmesi, hadis­lerin ve sünnetlerin çoğu itibarıyla söylenmiş sözler olarak alınmalıdır. Yoksa tüm ha­disleri ve sünnetleri ümmetten bir tek insanın ihata edip bilmesi mümkün değildir.

[42] Menâkibu'l-İmam el-A'zam, II/61-2. Hindistan/Haydarabad/Dekkan-Dâiretu'l-Meârifi'n-Nizâmiyye baskısı.

[43] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, IX/541-2. Beyrut-1405. Üçüncü baskı.

[44] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, V/236.

[45] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, VI/390, 392.

[46] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, VI/403.

[47] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, VIII/94.

[48] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, VIII/94.

[49] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, VIII/112-3.

[50] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, VIII/91-2.

[51] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, IX/525.

[52] Sıyeru A'tâmi'n-Nubelâ, XVIII/191.

[53] Bunu diyen Zehebî'dir

[54] Bunu diyen Zehebî'dir.

[55] Bunu Zehebî söylemektedir.

[56] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, VI/395-7.

[57] Tezkiretu'l-Huffâz, 1/204-5.

[58] Tezkiretu'l-Huffâz, 1/244.

[59] Minhâcu's-Sunne, III/142. Bulak-1322.

[60] Minhâcu's-Sunne, N/77.

[61] Minhâcu's-Sunne, 1/167-8.

[62] Minhâcu's-Sunne, 1/172-3.

[63] Minhâcu's-Sunne, 1/215-6.

[64] Minhâcu's-Sunne, 1/173,

[65] Muhammed Abdurreşid en-Nu’mani, İmam-ı A’zam Ebu Hanife’nin Hadis İlmindeki Yeri, Rağbet Yayınları: 40-41.

[66] Adalet: Kişiyi, Allah ve Rasûlü'nün emirlerini yapıp yasaklarından kaçınmaya, halk nazarında kişiliğini zedeleyici söz ve işlerden uzak durmaya sevkeden meleke, hâl. Hadis ravisinde bulunması gereken bu vasfın içinde müslüman olmak, akıl ve bu­luğ şartları da mütalaa edilir. Bkz. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 31. (Mü­tercimin notu).

[67] Sahabenin güvenilirliği hususunda bkz. Yıldırım, Enbiya, Hadis Problemleri, s. 35- 62. (Mütercimin notu).

[68] El-Luma' fî Usûli'i-Fıkh, s. 41. Mısır-1358. Mustafa el-Bâbî el-Halebî baskısı.

[69] Ulûmu'I-Hadîs (Mukaddimetu İbni's-Salâh), s. 115- Yirmiüçüncü hadis ilminde.

[70]  Bkz- et-Takrîr ve't-Tohbîr şerhu't-Tahrîr, II/247. Mısır/Bulak-1316. Birinci bas­kı.

[71] Fevâtihu'r-Rahamût Şerhu Müsellemi's-Subût (el-Mustasfâ ile birlikte), II/148. Mısır/Bulak-1324. Birinci baskı.

[72] Daha önce el-İmam İbn Mâce ve Kitâbuhu's-Sunen adlı eserimde (s. 245) belirt­tiğim gibi, Mîzân'ın bazı nüshalarında İmam Ebû Hanîfe'nin terceme-i hali yer al­maktadır. Bu, müellifin haberi olmadan kitaba katılmış birşeydir. Abdulfettah Ebû Gudde bunu Leknevî'nin er-Ref ve't-Tekmîl adlı eserine yazdığı dipnotta bu husu­su genişçe açıklamıştır, s. 121-6. Üçüncü baskı. 

[73] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, VIII/92.

[74] Tezkiretu'l-Huffâz, 1/182.

[75] el-Mîzânu'l-Kubrâ, 1/59. Mısır-1344. Ezher baskısı.

[76] el-Mîzânu'l-Kubrâ, 1/27.

[77] Usûlu'l-Fıkh, 1/350. Dâru'l-Kutubi'l-Arabî-1372.

[78] Bedâiu's-Sanâi' fî Tertibi'ş-Şerâi', V/188. Mısır-1328.

[79] Bedâiu's-Sanâi' fî Tertîbi'ş-Şerâi', 11/97.                 

[80] Eserin girişinde bayie diyen Zehebî'nin çalışmasına Ebû Hanîfe'yi alması bu açıdan önemlidir.

 [81]Kitabı yayına hazırlayan Ebû Gudde'nin notu: Kitabın fotokopi nüshası Medine'de el-Câmiatu'1-İslamiyye'nin kütüphanesinde bulunmaktadır. Bir kısmı da basılmıştır. Müellif yukarıdaki nakli yaptığında bu kısım basılmamıştı. (Bu eser, Tabakâtu Ulemai'l-Hadîs adıyla, Ekrem el-Bûşî ve İbrahim ez-Zeybek'in tahkikiyle 1996 yılında Beyrut'ta 4 cilt halinde basılmıştır. (Mütercimin notu).

[82] el-Muhtasar'dan alıntı burada bitmektedir.

[83] Haccâc: Ebû Ertât Haccâc b. Ertât e!-Kûfî en-Nehaî. İmam. büyük alimlerden biri. Zubeydi’ye gelince: Ebu'l-Huzeyl Muhammed b. Velîd b. Âmir ez-Zubeydî el-Hımsî. Hıms kadılığı yaptı. Her ikisi de 149 yılında vefat etmişlerdir. Yani 150 yılında vefat eden İbn Cureyc ile Ebû Hanîfe'den bir yıl önce.

[84] et-Tibyân'dan alıntı burada bitmektedir.

[85] 1/445- Karaçi'deki Lecnetu İhyâi'l-Edebi's-Sindî (Sind Edebiyatını İhya Komisyonu) basmıştır. 1379.

[86] Buradaki sözleri Ebû Hanîfe'yi eserinde zikretmesi açısından mühimdir. (Müterci­min notu).

[87] Müellif, bahsettiği yerde râî kelimesini açıklamış ve şöyle demiştir: Râî denmesinin nedeni rey bilgisine sahip olmasındandı. Yani sünneti bilen, rey ile de görüş belir­ten demektir.

[88] İran mecusilerinin Nevruzdan sonraki en büyük bayramları. (Mütercimin notu).

[89] Sem'ânî'den yaptığı alıntı burada bitmektedir.

[90] Bedahşî'nin zikrettikleri burada bitmektedir.

[91] Ukûdu'l-Cumân, s. 319. Hindistarı/Haydarabad/Dekkan-1394. Lecnetu İhyâi'l-Meârifi'n-Nu'mâniyye neşri.

[92] Sebet; Bir kimsenin içinde hocalarının adlarını, senedlerini, semâ ettiği hadisleri, bu semâ'da kendisine eşlik eden ravilerin isimlerini topladığı mecmua. Bkz. Aydın­lı, Hadis İstılahları Sözlüğü, s. 136. (Mütercimin notu).

[93] Kitabı yayına hazırlayan Ebû Gudde'nin notu: Yani, sadece Muvatta'da derlediği hadisleri göz önünde bulunduracak olursak durum böyledir.

[94] er-Risâletu’l-Aclûniyye, s. 4-6. Mısır-1322.

[95]er-Redd ale'l-Bekri, s. 13-4. Mısır baskısı.

[96] Zikru Men Yu'temedu Kavluh, S: 159-162. Kaide fi'l-Cerh ve't-Ta'dîl ile birlik­te, Ebû Gudde'nin tahkikiyle Lahor'da el-Mektebetu'1-İlmiyye tarafından 1402 yı­lında basılmıştır.

[97] Fethu'l-Muğîs bi Şerhi Elfiyyeti'l-Hadîs, s. 479. Hindistan/Leknev-Envâr Muhammedî baskısı.

[98] Bu rivayet Ebû Hanîfe'nin hadis rivayetiyle meşguliyetini göstermektedir. (Müterci­min notu).

[99] el-Cevâhiru'1-Mudiyye, 1/30-1. Hindistan baskısı.

[100] Nebi oluşum, Abdulmuttalib'in torunu oluşum gibi kesindir. (Mütercimin notu).

[101] el-Cevâhiru'l-Mudiyye, 1/30-2. Kitabı yayına hazırlayan Ebû Gudde'nin notu: Son kısım kitapta bu şekilde gelmiş­tir ancak, son derece özetlenmiştir. Anlatılan olay İbn Abdilber'in intikâ'sında (s. 140-1) bütünüyle geçmektedir. Şöyle ki: Davud b. el-Mubabber anlatıyor: Ebû Ha­nîfe'ye soruldu:

"Giymek için peştemal bulamayan İhramlı kişi don giyebilir mi?" O da

"Hayır" dedi. "Ancak peştemal giyebilir." Bu sefer

"Peştemalı yoksa" deni­lince,

"Donu satar, parasıyla bir peştemal alıp giyer" cevabını verdi. Bu defa

"An­cak Hz. Peygamber irad ettiği hitabesinde 'ihramlı kişi peştemal bulamadığında don giyebilir' buyurmuştur" denilince şu cevabı verdi: "Hz. Peygamber'İn don giy­diği hususunda benim nezdimde sahih olan bir hadis yok ki bu yönde bir fetva ve­reyim. Herkes işittiği şeyle amel eder. Oysa bizim nezdimizde Hz. Peygamberin 'ihramlı kişi don giyemez' hadisi sabit olmuştur. Bu nedenle biz işittiğimiz hadisi alıyoruz." Bu cevap karşısında

"Sen Hz. Peygamber'e muhalefet mi ediyorsun" de­nilince, şu cevabı verdi:

"Rasûlullah'a muhalefet edene Allah lanet etsin. Allah onun vesilesiyle bizlere ikramda bulunmuş ve yine onun vasıtasıyla dalaletten kurtarmıştır."

[102] el-İhsân bi Tertibi Sahihi İbn Hibbân, III/273. Dâru'l-Kutubi'l-İlmiyye-Beyrut.

[103] Kitâbu's-Sikât, 1X/162.

[104] el-Kâmil fi'd-Duafâ, III/537. Pakistan/el-Mektebetu'l-Eseriyye baskısı.

[105] Câmiu Beyani’l-İlm ve Fadlih, 11/153. Mısır-İdâretu't-Tıbâati'l-Munîriyye baskısı.

[106] Kitâbu'l-Kırâe Halfe'l-İmâm, s. 108-9. Delhi-1915.

[107] el-Muhallâ, 1/378. Beyrut baskısı.

[108] el-Muhallâ, V/243.

[109] Sehâvî, Fethu'l-Muğîs bi Şerhi Elfiyyeti'l Hadîs, s. 388.

[110] Tezkiretu'l-Huffâz, 1/98.

[111] Tezkiretu't-Huffâz, 1/135.

[112] Tezkiretu'l-Huffâz, 1/166.

[113] el-Bahru'l-Muhît, III/159. Beyrut-1403. İkinci baskı.

[114] el-Bidâye ve'n-Nihâye, X/116.

[115] Esahhu'l-Esânîd: İçinde bulunan ravilerin sikalıkları bakımından en üstün derece­de bulunan veya öyle kabul edilen sened. isnad. Bunlar alimlere göre değişik ola­bildikleri gibi, "fulan sahabiden gelen İsnadlann en sahihi" şeklinde ravi sahabiye göre de farklı olabilmektedirler. Örnek:Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûye'ye göre: Zuhrî - Salim b. Abdullah b. Ömer - babası. Buhârî'ye göre: Malik - Nâfi' - İbn Ömer.

Hz. Ebû Bekr es-Sıddîk'den gelen senedlerin en sahihi: İsmail b. Halid - Kays İbn Ebî Hazim -es-Sıddîk.

Hz. Ömer'in esahhu'l-esânîdi: Zuhrî - Salim -Ömer. Bkz. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 36. (Mütercimin notu).

[116] Bu nedenle Şafiî'nin yerine Ebû Hanîfe'nin zikredilmesi gerekir veya ikisinin aynı kanalla rivayetleri eş değerde görülmesi icap eder. (Mütercimin notu).

[117] Bunu Suyûtî, Tedrîbu'r-Râvi Şerhu Takribi'n-Nevevî'de nakletmiştir. s. 30. Hayriyye baskısı-1307.

[118] el-Mizânu'1-Kubrâ, 1/48.

[119] Diyen Zehebî.

[120] Siyeru A'lûmi'n-Nubelâ, IV/41.

[121] Siyeru A'lâmi’n-Nubelâ, IV/60-1.

Bunu şöyle formüle edebiliriz: Ebû Abdullah el-Buhârî -Ali b, el-Medînî -Yah­ya el-Kattân, Abdurrahman b. Mehdî - Şu'be, Sufyan - Mansur - İbrahim - Alkame - İbn Mes'ûd. (Mütercimin notu).

[122] Âlî: Bir metnin muhtelif senedlerinden veya metinleri farklı da olsa birkaç sened-den ravi sayısı hakikaten veya hükmen en az olanı. Bkz. Aydınlı, Hadis Istılahla­rı Sözlüğü, s. 35. (Mütercimin notu).

[123] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, IX/158.

[124] Diyen Zehebî.

[125] Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, XII/328-9. Görüldüğü gibi Zehebî, A'meş ile Ebû Vâil'in sıradan birer hadis ravisi olarak kabul edilmelerine tahammül edememektedir.

[126] Bunu şöyle formüle edebiliriz: Ebû Yusuf, Muhammed - Ebû Hanîfe -Ham­mad fa. Ebî Süleyman - İbrahim -Alkame, Esved - Abdullah b. Mes'ûd - Hz. Peygamber. (Mütercimin notu).

[127] Şerhu Nuhbeti'L-Fiker'den yapılan özet alıntı burada bitmektedir.

[128] Ferd mutlak: Sadece bir senedle rivayet edilmiş olan (her tabakada ravi adedi bir­den fazla olmayan hadis). Bkz. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 57. (Müter­cimin notu).

 

[129] Tezkiretu'l-Huffâz, IV/1498.

[130] temrîz sigası: Hadisin hocadan muteber bir yolla alınmış olduğuna kesinlikle de­lalet etmeyen ve ekseriya meçhul fiillerle yapılmış olan edâ sigası. Bkz. Aydınlı. Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 154. (Mütercimin notu).

[131] Parantez arası  Tezhîbu't-Tehzîb'de düşmüş olduğundan burayı Tehzîbu'1-Kemâl'den tamamladım.

 

[132] Rivayet için bkz. en-Nesâî, es-Sunenu'!-Kubrâ, IV/322-3 (Esbabu't-Ta'zîrat ve'ş-Şuhûd).

[133] Söyleyen Zehebî'dir.

[134] Tezhibu Tehzîbi'l-Kemâl'den yapılan alıntı burada bitmektedir. Tezhib'in bir foto­kopi nüshası Medine'deki el-Câmiatu'l-İslâmiyye kütüphanesinde bulunmaktadır. Üstad Abdulkayyûm es-Sindî bu terceme-i hali bana gönderme lütfunda bulunmuş­tur. Allah kendisinden razı olsun.

[135] Bu eserin bir nüshasının mikrofilmi Medine'deki el-Câmiatu'l-İslâmiyye kütüpha­nesinde 123 numarada bulunmaktadır. Üstad Mesud Ahmed es-Seyyid, İmam'ın bu eserdeki terceme-i halini bize gönderme lütfunda bulunmuştur. Allah bana ve diğer müslümanlara yaptığı bu iyilik sebebiyle onu mükafatlandırsın.

[136] et-Tezkireden alıntı burada bitmektedir.

[137] Lahzu'l-Elhâz bi Zeyli Tezkireti'l-Huffâz adlı eserde kitabın ismi Ğâyetu's-Sûl...olarak geçmektedir. Bu kitabın mikrofilmi Medine'deki el-Cârniatu'1-İslamiyye kü­tüphanesinde bulunmaktadır. Üstad Mesud Ahmed es-Seyyid, İmam'ın bu eserde­ki terceme-i halinin mikrofilmini bize gönderme lütfunda bulunmuştur. Ancak, iba­re çok kötü bir yazıyla yazılmış olduğundan okunması son derece güçtür. Bazı sa­tırlar mikrofilmde çıkmamış, neredeyse okunamayacak durumda.

[138]  Sibt İbnu'l-Acemî el-Burhân el-Halebî eş-Şâfiî'den yapılan alıntı burada bitmekte­dir.

[139] Zeylu Tabakâtî'l-Huffâz, s. 348.

 

[140] el-Bidâye ve'n-Nihâye'den yapılan özet alıntı burada bitmektedir.

[141] Bu kitabın çok güzel yazılı bir nüshasını Hindistan/Râcbûtâne valilerinden Muhammsd Âbâd Tûnek'in kütüphanesinde gördüm. Merhum İmran Han b. İrfan Han et-Tûnekî, Câmiu'l-Usûl'deki bu bölümü bize gönderme lütfunda bulunmuş­tur. (Câmiu'l-Usûl, Abdulkadir el-Arnavut'un tahkikiyle 1983 yılında Beyrut'ta 11 cilt halinde basılmıştır. (Mütercimin notu)).

[142] Allame Şemseddin el-Kuhustânî Câmiu'r-Rumûz Şerhu Muhtasari'l-Vikâyeti'l-Musemmâ bi'n-Nukâye adlı eserinde (1/6. Kalküta-1274) şöyle demiştir: "İmam tâbiîndendir. Üstad Cezerî'nin Esmâu'l-Kurrâ'da belirttiği gibi, Enes b. Mâlik'i görmüştür. Hatta Keşfu'l-Keşşaf'da Nur suresinin tefsirinde belirtildiği üzere, tabi­înin büyüklerindendir. Bu bilgiler Câmiu'1-Usûl'de geçen "onların bu sözleri nakil alimleri nezdinde tesbit edilmiş bir husus değildir" değerlendirmesine aykırı değil­dir. Çünkü başka bir yerde de şöyle demektedir: "Öğrencileri ve müntesipleri onun haiini ve sözlerini başkalarından çok daha iyi bilirler. Bu durumda onların naklet­tiklerine bakmak başkalarının anlattıklarına bakmaktan iyidir." Buhara'da kadılık yapmış imam, alim, zahid, fakih, mütehassıs insan, allame Şem­seddin Muhammed el-Kuhustânî'ye gelince, duyduğu şeyi hiç unutmadığı söylenmiştir. Terceme-i hali Şezerâtu'z-Zeheb'de hicrî 953'de vefat edenler arasında zikredilmiştir.

[143] Kitabı yayına hazırlayan Ebû Gudde'nin notu: İmam İbnu'l-Kayyım, İ'lâmu'l-Muvakkiîn adlı eserinde (111/222) şöyle demektedir: Allah'ın göğsünü İslama açtığı kimseye gerekli olan şey şudur: İmamlardan birinden kendisine zayıf bir söz ulaşırsa, bunu o imama tabi olan kimseye aktarmamalıdır. Sözün sahih olduğunu yakinen tesbit etse bile, bunu ona anlatmamahdır. Sıhhatini kesin tesbit edememişse, kabul etmek hususunda duraksamalıdır. Doğrusu, imamlardan hikaye edilen şeylerden pekçoğu asılsız şeylerdir."

[144] Câmiu'l-Usûl'den yaplan alıntı burada bitmektedir.

[145] Yani Amr b. Hureys el-Mahzûmî.

[146] el-Futuhâtu'r-Rabbaniye, II/155-6 (bâbu tekbîrati'l-ihrâm).

[147] el-Mîzanu'l-Kubrâ, 1/54-5.

[148] el-Mîzânu'l-Kubra, 1/69.

[149] Tehzibu'l'Kemâl, 1/3. Dâru'l-Me’mûn li't-Turâs/Birinci baskı-1402.

[150]  S. 76.

[151] s. 159

[152] 111/12, 1 nolu hadis

[153] s. 20.

[154] I/140, 2 nolu hadis.

[155] 1/121

[156] Silsiletu'l-Ehadisi'd-Daîfe, I/IV/77-8. el-Mektebu'l-İslâmî yayını.

[157] Tehzîbu'l-Kemâl, 1/5.

[158] Hafız ibn Hacer bu kıssayı Tehzîbu't-Tehzîb'de özetle zikretmiştir. Tamamı Teh-zîbu'l-Kemâl'de yer almaktadır: XXIX/442. Beyrut- Muessesetu'r-Risâle basımı.

[159] Tehzîbu't-Tehzîb, X/452.

[160] Tehzîb'den yapılan alıntıda özetlemeye gidildi

[161] Görünen o ki, Nesâî İmam Ebû Hanîfe'yi zayıf saymaktan vazgeçmiştir- Çünkü kendisi es-Sunenu'l-Kubrâ'da (IV/322-3) Ebvâbu't-Ta'zîrât ve'ş-Şuhûd bölümü­nün bâbu men vekaa aiâ behîme (hayvanlarla cinsel ilişkiye giren kimse) kısmında İmam Ebû Hanîfe'nin Âsim - Ebû Rezîn - Abdullah b. Abbas tarikiyle nakletti­ği "hayvanlarla cinsel ilişkiye giren kimseye had uygulanmaz" hadisini nakletmiş ve "bu hadis sahih değildir. Âsim b. Amr hadis rivayetinde zayıf biridir" demiştir. Dikkat edilirse, Nesâî hadisin zayıflık yönü olarak Ebû Hanîfe'nin hocası Asım'ı göstermektedir. Eğer Ebû Hanîfe, Nesâî'nin ed-Duafâ ve'l-Metrûkîride dediği gi­bi zayıf biri olsaydı, hadisi ilk önce Ebû Hanîfe nedeniyle zayıf sayacaktı ancak bu­rada öyle bir şey yapmadı. Yaptığı şey, Âsırn'ın zayıf olduğunu belirtmekten iba­rettir. Görünen o ki, Nesâî Duafâ kitabında İmam hakkında söylediği sözden dön­müştür

Bu şekilde, tesbit ettikleri yeni deliller nedeniyle daha önce vermiş oldukları hü­kümlerden dönen nice münekkit hadisçiler vardır.

Ayrıca şu da var: Nesâî, Ebû Hanîfe'nin hadisi naklettiği hocası Âsim'in zayıf bir ravi olan Âsim b. Ömer el-Medenî olduğunu sanmıştır. Aslında bu kişi, Ebu'n-Necûd Âsim b. Behdele'dir. Nitekim İmam Muhammed'in Ebû Hanîfe'den rivayeti olan Kitâbu'f-Âsdr'da (s. 311. bâbu der'i'l-hudûd) bu açıkça ifade edilmektedir. İbn Hacer de Tehzîbu't-Tehzîb'de (X/415) böyle demiştir. (Tehzîb'in matbu nüs­hasında Ebu'n-Necûd ifadesi yanlışlıkla Ebû Zer diye yazılmıştır. Bunun düzeltilme­si gerekir). Mizzî ise Tehzîbu'l-Kemâl’de Ebû Hanîfe'nin hocaları arasında Âsim b. Ömer diye birini anmamış, bunun yerine Ebu'n-Necûd Âsim b. Behdele'yi zik­retmiş, Önüne de Ebû Hanîfe'nin naklettiği bu hadisin Nesâî'nin kitabında geçtiği­ne işaret etmek için sin harfi koymuştur. Nesâî'nin kitabında ise Ebû Hanîfe'den sadece bu hadis vardır. Buradan şu anlaşılmaktadır; Mizzî de, Nesâî'nin 'bu hadisi rivayet eden Asım. Asım b. Ömer'dir' değerlendirmesine katılmamıştır. Âsim b. Behdele'ye gelince; tanınan bir hadis ravisidir. Naklettiği hadisler Kütüb-i Sitte'de yer almaktadır. Nesâî onun için 'rivayetlerinde bir beis yoktur' demiştir. Bazıları hafızasının zayıf olduğunu söylemişse de, bir gurup münekkit güvenilir ol­duğunu belirtmiştir. Benim kanaatim, hadisin hasenle sahih arası bir konumda ol­duğudur.

[162] Cevâhir'deki bu bölümü Muhammed Avvâme Eseru'l-Hadîsi'ş-Şerîf fi İhtilâfı'l-Eimme Radıyellahu Anhum adlı eserinde (s. 116-7) zikretmiştir. Dâru's-Selâm baskısı. 1407-İkinci baskı. (Kitabın ilk hali. Hayri Kırbaşoğlu tarafından İmamla nn Fıkhı ihtilaflarında Hadislerin Rolü adıyla tercüme edilmiştir. İstanbul-1988. (Mütercimin notu).

[163] el-İ'lân, s. 65. Dimaşk-1349. Kudsî baskısı.

[164] İbn Abdilber daha sonra bahsettiği gayesini el-İntikâ fî Fedâili's-Selâseti'1-Fukahâ: Mâlik, Şâfii ve Ebi Hanîfe adlı eserinde yerine getirmiştir.

[165] Câmiu Beyânil-İlm, 11/148-150. el-Munîriyye baskısı.

[166] İbn Abbas şöyle demiştir: 'Alimlerin ilimlerini dinleyip istifade edin ancak, birbir­leri hakkında söylediklerini onaylamayın. Canım kudretinde olan Allah'a and ol­sun ki! Alimler ağıllarındaki keçilerden daha çok kıskançtırlar.'

Mâlik b. Dinar da şöyle demiştir: 'Alimler ve kurrâların sözleri her hususta alınır. Birbirleri haklarında söyledikleri sözler müstesna. Çünkü onlar keçilerden daha çok birbirlerine haset ederler.'

Ebû Hâzim'in dediği de şudur: 'Eskiden bir alim kendisinden daha bilgili biriyle karşılaştığı zaman bunu ganimet bilir, kendi gibi biriyle karşılaştığında onunla mü­zakere eder, kendisi kadar bilgili olmayan biriyle karşılaştığında ise ona üstünlük taslamazdı. Fakat bu zamanda kişi, irtibatını kesmek dolayısıyla ona artık ihtiyacı olmadığını göstermek için kendisinden üstün alimi insanlara kötüler, kendisi gibiy­le müzakere etmez, daha az bilgili insanı da küçümser oldu. İnsanlar artık helak ol­dular.' İbn Abdilber bunların hepsini senediyle birlikte bâbu hukmi kavli'l-ulemâi ba'di­him fî ba'd'ın baş tarafında zikretmektedir.

 

[167]   Câmiu Beyâni'l-İlm, 11/152-163. (Özetleyerek alındı).

[168]  Câmiu Beyâni'l-İlm. 1/47, 213. (Yeni tahkikli baskıdan).

[169] Üstelik İbn Hibban, Kitâbu's-Sikât'ta (VIII/467) hadislerine güvenileceğini belirt­tiği Ali b. Ma'bed b. Şeddâd el-Abdî el-Mısrî'nin terceme-i halinde şöyle söyler: A'meş, Ebû Hanîfe'ye

'bu mesele hakkında ne diyorsun' diye sordu. O da buna cevap verdi. A'meş,

 'bunu neye dayanarak söylüyorsun' deyince,

"sen bize filan­cadan şöyle bir hadis naklettin ya" karşılığını verdi. A'meş bunun üzerine şöyle de­di:

"Ey fakihler! Sizler doktorlar bizler ise eczacılarız."

[170] el-Cevheru'n-Nakî fi'r-Red ale't-Beyhakî, VIII/203 (Beyhaki’nin es-Sunenu'l-Kubra'sının alt kısmında yer almaktadır).

 

 

[171] Bu değerlendirme. Ebû Hanîfe'nin doğumunun hicrî 61 olduğunu söyleyenlerin-kine göredir Doğrusu onun 80 yılında doğduğudur. Bu durum İbnu'l-Vezir'in tesbitine zarar vermez. Her iki durumda da değerlendirmesi doğrudur. Bu gayet açık bir husustur.

[172] İsim tamlaması nedeniyle ebâhâ kelimesinin ebî (hâ) olması gerekiyordu ancak, bu şiirden anlaşıldığına göre, ebâ(hâ) şeklinde de gelmektedir. Bu nedenle başına harf-i cer de gelse kelime ebâ olarak kalmaktadır. (Mütercimin notu).

[173] Bkz. er-Ravdu'l-Bâsim, 1/20-6.

 

[174] Bir metnin muhtelif senedlerinden veya metinleri farklı da olsa birkaç sened-den ravi sayısı hakikaten veya hükmen en az olanı. Bkz. Aydınlı, Hadis Istılahla­rı Sözlüğü, s. 35, 77. (Mütercimin notu).

[175] Nâzil: Aynı metnin müteaddid isnadlarından veya metin aynı olmasa da birkaç isnaddan, ilk kaynağa, diğer(ler)ine oranla daha fazla ravi ile ulaşan isnad. Bkz. Ay­dınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 78. (Mütercimin notu).

[176] Daha önce sayfa 16'da Hafız Zehebî'den nakledildiği üzere, Ebû Hanîfe 100 yı­lında veya daha sonra hadis tahsiline başlamıştır. Sahih olan görüşe göre. doğu­mu 80 yılıdır. Buradan. Ebû Hanîfe'nin o vakitler 20 yaşında olduğu anlaşılmak­tadır. Ancak İbnu'l-Vezîr'in yukarıdaki değerlendirmesi onun 61 yılında doğduğu yaklaşımına göredir.

[177] Ebû Hanîfe'nin terceme-i hali. Mtzân'ın bazı yazma nüshalarında yer almaktadır. Bu, müellifin haberi olmaksızın bir başkası tarafından esere sokuşturulmuştur. Ni­tekim daha önce bu hususu el-İmam İbn Mâce ve Kitâbuhu's-Sunen adlı eserim­de zikrettim. Allame Abdulfettah Ebû Gudde de, Leknevî'nin er-Ref ve't-Tekmil'inde yazdığı (s. 121-6. Üçüncü baskı) dipnotta bunu delilleri ve şahitleriyle bir­likte açıklamıştır. Esere katıştırılmış bu terceme-i hal kesinlikle İnsafsız bir metin­dir. Oysa Zehebî tâbi olunan imamların terceme-i hallerinde insaflı davranacağını belirtmişti. Okuyucu buradaki terceme-i hal ile yine Zehebî'nin Tezkiretu'l-Huffâz, Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, Tezhîbu't-Tehzib'indeki Ebû Hanîfe'nin terceme-i hallerine baktığında aralarında dağlar kadar fark olduğunu görecektir. Nitekim da­ha önce sayfa 70'de Tezhîbu''t-Tehzîb'deki tercemei halini bütünüyle nakletmiş­tik. Keza Sryeru A'lâmi'n-Nubelâ'da terceme-i halinin başında zikrettiği övücü ifadeleri aktarmıştık. Bu ifadelerle Tezhib'deki terceme-i hali okuyan insan, bazı Mizan nüshalarında yer alan terceme-i halin kesinlikle katıştırma olduğunu anlar. Hiç gerek olmamasına rağmen, İbnu'l-Vezîr'in burada Zehebî adına mazeret be­yan etmeye çalışması, onun Mîzân'ın sahih nüshalarını görememesinden kaynak­lanmaktadır. Nitekim İbnu'l-Vezîr el-Avâsım ve'l-Kavâsım adlı eserinde, muhaddislerin kitaplarının pek azına sahip olmasından dert yanmaktadır.

[178] İbnu'l-Vezîr, er-Ravdu'l-Bâsim, 1/158-66.

[179] İbn Ebî Hatim er-Râzî, Kitâbul-Cerh uet-Ta'dîi, VII/203 (I-IX, Beyrut, ty.).

[180] İbn Ebî Şeybe, Kitâbul-Musannaf fi'l-Ahâdîs ve'l-Âsâr, XIV/148 (1-XIV, 1. Bas­kı, Bombay 1983).

[181] et-Buhârî, Muhammed b. İsmail, et-Târîhul-Kebîr, VIII/81 (I-IX, Diyarbakır).

[182] et-Buhârî, Muhammed b. İsmail, et-Târîhul-Kebîr, VIII/81 (I-IX, Diyarbakır).

[183] el-Ukaylî, Ebû Cafer Muhammed, Kitâbu'd-Duafâil-Kebîr, IV/268-285 (I-IV. 1. Baskı, Beyrut 1984).

[184] Bkz. M- Zahid Kevserî, Te'nîbul-Hatîb alâ mâ Sakâhu fî Tercemeti Ebî Hanîfe mine'l-Ekâzîb, 53 (I. baskı, Kahire 1942).

[185] Bkz. M- Zahid Kevserî, Te'nîbul-Hatîb alâ mâ Sakâhu fî Tercemeti Ebî Hanîfe mine'l-Ekâzîb, 53 (I. baskı, Kahire 1942).

[186] İbn Ebî Hatim, Kitâbu'l-Cerh, VII, 201-204.

[187] İbn Hibbân, Muhammed b. Ahmed, KitâbuhMecrûh'm mine'l-Muhaddis'in ve'd-Duafâi vel-Metrûkîn. 111/61-73. (I-III, Mekke, ty.).

[188] A.g.e.. (Muhakkikin girişi), h.

[189] Aynı yer.

[190] Aynı yer.

[191] İbn Adîyy el-Curcânî, el-Kâmil fî Duafa'i-Ricâl, V1I/2472-2479 (I-VII, 2 baskı Beyrut 1985).

[192] ez-Zeylaî, Abdullah b. Yusuf, Nasbu'r-Râye li Ehâdisi'l-Hîdaye (Kevserî'nin mu­kaddimesi), 1/57. (I.IV. 2. baskı. Beyrut 1973).

[193] A.g.e., 157.

[194] Abdulhayy el-Leknevî, er-Ref'u ve't-Tekmîl fi'l-Cerhi ve't-Ta'dil (Abdulfettah Ebû Gudde'nin notu), 70. (3. baskı, Beyrut 1987).

[195] Ebû Nuaym el-İsbahânî, Kitâbu'd-Duafâ, 154 (1. baskı. Mağrib 1984).

[196] Ebû Nuaym, Hityetu'l-Evliya ve Tabakâtu'l-Asfîyâ. VI. 295 (1-X, Mısır 1974-79).

[197] el-Beyhaki, Ebû Bekr b. Ahmed, Kitâbu Beyâni Hata-i Men Ahtae ale'ş-Şâfiî, 26 (1. baskı, Riyad 1980).

[198] Beyhakî, Menâkibu'ş-Şâfiî, 166-167. (1. baskı, Kahire 1971).

[199] Muhammed Murtaza ez-Zebîdî, Ukûdul-Cevâhiri'l-Munîfe fî Edilleti Mezhebi'l-İmam Ebî Hanîfe, D/9-10 (MI, 2. baskı, İstanbul 1309 h.).

[200] Bkz. Leknevî, A.g.e.. 77.

[201] Hadislerin tenkidi için bkz. M. Said Hatiboğlu. İslamda İlk siyasi Kavmiyetçilik, Hilafetin Kureyşliliği, Ank. Univ. İlahiyat Fak. Dergisi, XXHI/121-213 (Ankara 1978).

[202] Abdulmelik el-Cuveynî, Muğîsu'1-Halk fî Tercihi'l-Kavli'i-Hakk, 25 (1 baskı Mı­sır 1934).

[203] A.g.e.. 35-36.

[204] Rahman: 55/64.

[205] Cuveyni, A.g.e., 57-59.

[206] A.g.e..59.

[207] Hikayenin uydurma  olduğu konusunda bkz. M. Zahid Kevserî, İhkâku'l-Hak bi İbtâii'l-Bâtıl fî Muğîsi'1-Halk. 39-43. (1. baskı, Mısır 1360 h.).

[208] Ebû Hamid el-Gazâlî, ei-Menhûl min Ta'likâti'l-Usûl, 471. (2. baskı, Dımaşk 1980).

[209] A.g.e., 488-504.

[210] İbn Hacer el-Heytemî, el-Hayrâtu'l-Hısân fi Menâkibi'l-İmami'l Azam Ebî Ha­nifeti'n-Numan, 26 (1. Baskı, Beyrut 1983).

[211] Gazâlî, İhyau Ulûmi'd-Dîn, 1/25-26. (I-1V. 1. baskı. Mısır 1289 h.).

[212] Fahreddîn er-Râzî, Menâkibu'-Şâfiî, 142. (yy. 1279 h.).

[213] Abdulvehhab eş-Şa'ranî, el-Mîzân, 1/60 (I-II. Mısır 1321 h.].

[214] Ebû Hanîfe, erı-Nu'mân b. Sabit, el-Âlim  vel-Müteallim, 27. (İmam-ı A'zam'ın Beş Eseri içinde, Çev: Mustafa Öz, İstanbul 1981)

[215] Ebû Hanîfe, Risale ilâ Osman el-Bettî, (İmam-t A'zam'm Beş Eseri İçinde, Çev. M. Öz, İstanbul 1981).

[216] İbn Abditberr, el-İntikû fî Fedâili's-Selâseti'1-Eimmeti'l-Fukahâ, 142, (Beyrut, t.y).

[217] A,g.c, 141. r

[218] Ebû Yusuf, Yakub b. İbrahim, İhtitâfu Ebî Hanife ve İbn Ebî Leylâ, 78-79 (1. bas­kı, Mısır 1357 h.)

[219] Ahzab: 33/36.

[220] Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî, el-Asl, 41-43, (I-V, Karaçi, TY).

[221]  Mesela bkz, Ebû Zeyd ed-Debbûsî, Te'sîsu'n-Nazar, 48-49, (Mısır, 1355 h.).