40-Dediklerine Göm; Aklın Ve Düşüncenin Delillerinin Yalanladığı Bir Hadis..
41-Dediklerine Göre Birbirini Nakzedip Reddeden İki Hadis...
42-Dediklerine Göre Birbirini Reddeden.Çeüşik İki Hadis....
43-Dediklerine Göre Birbirini Reddeden Çelişik İki Hadis...
44-Dediklerine Göre Recm Hakkın Da.Kur'an'ın Reddettiği Bir Hüküm...
45-Dediklerine Göre Vasiyet Hususunda Kur'an'ın Reddettiği Hüküm
46-Dediklerine Göre Nikâh Hususunda .Kur'an'ın Reddettiği Bir Hüküm:
47-Dediklerine Göre,Cuma Günü Gusletmek Hakkında Tutarsız Bir Hüküm..
48-Dediklerine Göre Tecrübe1 Nın Yalanladığı Bir Hadis...
49-Dediklerine Göre Kur'an'ın Nakzettiği Bir Hadis...
50-Kur'an'ın Ve İcmâin İptal Ettiğini Söyledikleri Bir Hadis...
51-Dediklerine Göre Sonu.Baş Tarafını İptal Eden Bir Hadis....
52-Dedıklerıne Göre Kur'an'ın Ve Aklın Yalanladığı Bir Hadis...
53-Dediklerine Göre Kur'an1 İn Ve Aklî Delillerin Yalanladığı,Teşbih İfade Eden Bir Hadis....
54- Dediklerine Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis...
55- İddialarına Göre Teşbih (Anthropomorphism) İfade Eden Bir Hadis...
56- Dediklerine Göre Teşbih (Anthropomorphism) İfade Eden Bir Hadis...
57-Teşbih İfade Eden Bir Hadis...
58- Dediklerine Göre Teşbih (Anthropomorphism) İfade Eden Bir Hadis...
59-Iddıalarına Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis..
60-Dedıklerıne Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis..
61- İddialarına Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis...
62-Dedıklerıne Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis...
63-Dedıklerıne Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis
64- İddialarına Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis ...
65-Dedıklerıne Göre Icma Ve Kur'an'ın İptal Ettiği Bir Hadis...
66-Çeuşkili Olduğunu Söyledikleri İki Hadis...
67- Çelışıkılı Dedikleri Ikı Hadis...
68-Dediklerine Göre Akıl Ve Mantığın Yalanladığı Bir Hadis...
70-Kader İle İlgili Bir Hadis...
71-İddialarına Göre Düşüncenin (Nazar) Yalanladığı Bir Hadis...
72- Namaz Hakkında T Dediklerine Göre Çelişkili Hadisler...
73- Abdest Hakkında Güya Çelişkili Hadisler...
74-Dediklerine Göre Çelişkili İki Hadis...
75- Dediklerine Göre Oruç Hakkında Çelişkili İki Hadis...
76-Oruç Hakkında Çelişkili İki Hadis
77- Dediklerine Göre Akıl Ve Düşün Cenin (=Nazar) İptal Ettiği Bir Hadis...
78- Dediklerine Göre Kur'an"In İki Yönden Yalanladığı Hadis...
79-Dedıklerıne Göre Aklın Ve Düşüncenin (Nazar) İptal Ettiği Bir Hadis..
80-İddialarına Göre, Düşüncenin Yalanladığı Bir Hadis...
81-Dediklerine Göre Kur'an'ın Yaratılmış Olduğuna Delalet Eden Bîr Hadis...
82-Îcmâ'a Aykırı Olduğunu Söyledikleri Hadisler...
83-Müşriklerın Çocukları Hakkında İki Farklı Hadis..
84- Dediklerine Göre Bir Kısmı Dıgerı-Ni Nakzeden Bir Hadis...
85-Dedıklerıne Göre Düşüncenin Yalanladığı Bir Hadis...
87-Dediklerine Göre Düşüncenin Yalanladığı Bir Hadis...
88- Dediklerine Göre Düşüncenin Yalanladığı Bir Hadis...
89- Çelişkili Dedikleri Hadisler....
91- Çelişik Dedikleri Hadisler...
92- Çelişkili Dedikleri Hadisler
93- Dediklerine Göre Kur'an'ın Nakzettiği Bir Hadis ...
94- Dediklerine Göre Çelişkili Hadisler..
95- Dediklerine Göre Kur'an'ın Ye Aklın Delillerinin (Huccetu'1-Akl) Reddettiği Bir Hadis...
96- Dediklerine Göre Aklın Delilleri (Huccetu'1-Akl) Tarafından Reddedilen Bir Hadis ...
97- Dediklerine Göre Aklın Ve Mantığın İptal Ettiği Bir Hadis...
98-Çelişik Dedikleri İki Hadis...
99, Dediklerine Göre İcma'ın Ve Kur'an1 İn İptal Ettiği Bir Hadis...
100- Dediklerine Göre Aklın Delillerinin (=Huccetu'l-Akl) İptal Ettiği Bir Hadis...
101- Dediklerine Göre Çelişik İki Hadis...
102- Dediklerine Göre Su İçme Hakkında İki Çelişik Hadis..
103 - Necis (=Pis) Hale Gelen Sular Hakkında Güya Çelişik İki Hadis...
104 - Hacc İle İlgili, Çelişik Gördükleri İki Hadis :
105- İddialarına Göre Akun. Dedillerinin (=Huccetu'l-Akl) İptal Ettiği Bir Hadis...
106- Alışveriş Hakkında Çelişik Ol Ouklarını Söyledikleri İki Hadis
107-Hayız Hakkında Çelişik Dedikleri İki Hadis...
108- Aklın Delillerinin (Hucçetu'1-Akl) İptal Ettiğini Söyledikleri Bir Hadis..
I09-Düşüncenin Ve Aklın Yalanladığını Söyledikleri Bir Hadis.
İDDİA:Rasûlullah'a büyü yapıldığını;büyü yapmada kullanılan şeyin Zûervân (veya Zervân) [1]kuyusuna konulmuş olduğunu,Hz.Ali'nin onu kuyudan çıkardığını ve büyü yapılan her bir düğümü çözdüğü zaman Rasûlullahın.genç bir deveden daha çevik imişçesine kendisinde bir hafiflik hissettiğini [2]rivayet ettiniz.
Bu Allah'ın peygamberi (S.A.V) için caiz değildir. Çünkü sihir küfürden ve dediklerine göre şeytanın işlerinden bir iştir.
Allah'ın onu korumasma,melekleri ile ona doğruyu göstermesine ve vahyi şeytandan muhafaza etmesine rağmen;sihir Rasûlullaha nasıl tesir edebi-lir?Allah (C.C) Kur'an'ı kasdederek,"Ona ne önünden ,ne ardından (hiçbir sûretie) bâtıl yaklaşamaz."(41.Fussılet:42) buyurmuş tur .Ve siz buradaki bâtıl'ın,şeytan olduğunu iddia ediyorsunuz.
Yine Allah/'O bütün gaybı bilendir.Gayba dair ilmini ise,kimseye açmaz.Ancak bir peygamber olarak seçtiği müstesnadır.Çünkü Allah,peygamberin önünden ve ardından muhafız melekler tayin eder [de onu korurlar)." (72.el-Cinn:26,27) buyurmaktadır. YanirOnun önüne ve ardına meleklerden muhafız tayin eder.Melekler onu muhafaza eder,şeytanın,aslında olmayan birşeyi sokuşturmasından vahyi korur.
(Akılcılar) Sihir hakkında onun.kişiyle kardeşinin arasını açan,adamı karısından ayıran,tılsım ve asılsız şeyler kabilinden bir hile olduğunu söylediler .Ve dediler ki:Bu (sihir) okuyup üflemeden ibarettir.Zehir[3] de bir tür büyüdür,zehir adama içirilir ve onu kadınlardan uzaklaştırır .Adamın şeklini şemailini bozar.saçının sakalının dökülmesine sebep olur.
Keza Firavun'un sihirbazlarının,Musa'ya (A.S) gösterdikleri şeyi,ona hakikatmış gibi.hile ile gösterdiklerini söylediler.ve,"Bunun gibi,biz cıvayı ahnz.ve onu yılan şeklindeki bir kaba boşaltırız.Sonra sıcak bir yere onu salarsak,cıva yılanın kıvrılıp gittiği gibi kıvnla kıvnla gider." dediler.
Dediler ki:Bunun (sihrin) bir hile olduğunun bir delili de,"Bir de ne görsün! Onların ipleri ve sopaları,yaptıkları sihirden ötürü,kendisine koşuyormuş hayalini verdi."(20.Tâ-Hâ::66) âyetidir.Bu sadece bir hayaldir. (Öyle gösterme öyle hayal ettirmedir Hakikatta ise, ortada birşey yoktur.
Allâhu taâlânın ve Süleyman'ın (A.S) saltanatı aleyhine,şeytanların okudukları şeye (sihre) tâbi oldular.Süleyman sihir yapıp kâfir olmadı.Fakat şeytanlar.insanlara sihir öğrettiklerinden kâfir oldular.Bâbildeki,Hârut ve Mârut isimli iki meleğe indirilen şeyleri (-mâ unzile alâ'l-melekey-ni) öğretiyorlardı." (2.el-Bakara:102) âyeti hakkında da "mâ '"nın nefy manasına olduğunu yani,iki (meleğe) sihir indirilmediğini söylediler.el-melekeyni (=iki melek) kelimesi de.Lam'ın kesresi ile "el-melikeyni (=iki sultan) dir, dediler.el-Hasen el-Basrî'n in (22-110) [4]de, bu kelimeyi böyle (kesre ile) okuduğunu ve "Bâbil halkından iri ve kuvvetli iki adamdır." dediğini zikrettiler.
CEVAB:Biz deriz ki: Bu fikirleri kabul eden-ler,muhakkak ki Müslümanlara,Yahûdilere,Hrisü-yanlara ve bütün Ehl-i Kitâb'a muhaliftirler.Bütün ürnmetlere;Hindlilere-ki onlar üfürükçülüğe,nazar-uk ve muskaya en fazla inanırlar-,Rumlara.Cahiliyye devrindeki ve İslâm'daki Araplara da muhaliftir-ter.Kur'an'a aykırı olduğu tevil götürmez (şekilde acıktır.)Çünkü Allah (Azze ve Celle) Rasûlüne,"De ki:Sığımnm ben karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran Rabbe.Yarattığı şeylerin fenalığından. Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden.(Büyü yapmak İçin) düğümlere üfleyip tüküren kadınların şerrinden." (H3.el-Felak:l-4) buyurmuş ve bize .sihlrbazlann-okuyup üfleyenlerin ve (nazarlık takarak Jkötülükten korunmak için okuyanların tükür(üp üfle)dikleri gibi-düğümledikleri bir düğüme üflediklerini haber vermiş, bildirmiş tir.
Kureyş,sihre,el-ıdah derdi.
Rasûlullah da el-âdiha'ya ve el-musta'dıha'ya lanet etmiştir.(Rasûlullah )el-Âdıha ile.sihir yapanı; el-musta'dıha ile de sihir yaptıranı kasdetmiştir.
Şâir de sihribazlan kasdederek:
"Sihirbaz düğümlerine (=ukadu'l-âdıhî ve'l-mu'dıh) üfleyen kadınlardan Rabbime sığınnırım." demiştir.
İbnu Numeyr-Hişâm b.Urve'den.o da babasından ,o da Âişe'den (R~A) -ki bu sened sahih ve makbul bir isnaddır.-kendisine büyü yapıldığı zaman Rasû-lullah,"Bana iki adam geldi.Biri baş taranma.diğeri de ayaklarımın ucuna oturdu.
Birincisi:(Bu) adamın derdi nedir? dedi. İkİncisİ:(Ona) sihir yapılmış! dedi... Birincisi:Sihri kim yapmış? dedi. İkİncisi:Lebîd b. el-A'sam (yapmış) ! dedi.
Birincisi:Neyin içersine yapmış (sihri)? dedi.
İkincisİ:Taraktsaç ve erkek hurmanın kapçığı İle (yapmış)! dedi.
Birincisi:Şİmdi nerede o (büyü yapılan şeyler)? dedi.
İkincisi:Zû Ervân kuyusunda! dedi." buyurduğunu rivayet etti. [5]
Bu (hadis) insanların onun vasıtasıyla kendilerine bir menfaat celbettikleri ve kendilerinden bir za-ran defettikleri birşey değildir ki bununla Rasûlulla-ha medhu senâ'da bulunmuş olsunlar.Bu hadisi nakledenlenyalancı,itham olunan ve Rasûlullaha karşı düşmanlık eden kimseler de değildirler.
Yahudiler ondan önce Zekeriyyâ b.Âzen'i (A.S) bir ağaç içersinde öldürmüş,onu testere ile parça parça doğramışlarken;bu yahudi Lebîd b.eî-A'sam'ın Rasûlullaha sihir yapmış olması yadırganamaz.
Vehb b.Munebbih'in (34-114,6) [6]anlattığına göre Zekeriyyâ (AS) testere,kaburga kemiklerine vardığında inlemiş.Bunun üzerine Allah (C.C) ona;"İster inlemeni (acını) dindireyim,istersen yeryüzünü ve üzerindekiler! helak edeyim." diye ona vah-yetmiş.
Ondan sonra Yahudiler, oğlu Yahya'yı (A.S) kendilerini kandıran fahişe bir kadının sözüne bakarak öldürmüşlerdir. [7]
Yahudiler (îsâ) Mesih'i (A.S) öldürdüklerini ve çarmıha gerdiklerini iddia etmişledir.Eğer Allah (C.C),"Onu öldürmediler.asmadılar da.Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı.(Onlardan biri îsâ şeklinde kendilerine gösterildi ve bu adam öldürüldü)» (4,en-Nisâ: 157) buyurmasaydı;biz,başka birinin isa'ya (A.S) benzetildiğini bilemezdik.Çünkü Ya hudiler onun düşmanıdırlar .Yahudiler bu iddiada bulunuyorlar,Hristiyanlar da onların dostları olup,onların bu iddialarını kabul ediyorlar..
Keza Peygamberleri Öldürmüşler, onlan ateşte yakmışlar ve çeşitli işkenceler yapmışlardır.Eğer Allah(C.C) dileseydi,onları bütün bunlardan korurdu.
Rasûlullah da,kızartılmış bir koyun kolu ile zehirlenmiştir.Onu.bir Yahudi kadın zehirlemiş ve zehir,Rasûlullah Ölünceye kadar tesirini nöbet nöbet devam ettirmiştir. [8]
Rasûlullah (S.A.V) (bu hususu kasdederek),"Hayber lokması [o zamandan beri) beni zehir leyegeldi.îşte şimdi bu an,haya t damarının kesilme vaktidir. [9] demiştir.
Burada Allah,Yahudi kadınına,Rasûlullahı zehirleme fırsatı vermiş ve neticede kadın.onun ölümüne sebep olmuştur.
Bundan önce ise.Allah onların Peygamber'i (S.A.V) [10]öldürmelerine fırsat tanımamıştır. (?)
Sihir ise;öldürmekten ,ateşte yakmaktan ve işkence etmekten daha hafiftir.
Eğer(akılcılar) bunu sadece;Allah ne Peygambe-s re (S.A.V),ne de diğer peygamberlere şeytanın musallat olmasına müsaade etmeyeceğinden dolayı inkâr ediyorlarsa;onlar Kur'an1 daki"Biz senden evvel hiçbir rast,hiçbir nebî göndermedik ki,o (birşey) arzu ettiği zaman şeytan onun dileği hakkında İlle (bir fitne meydana atmış olmasın!" (22.el-Hacc:52)âyetini okusunlar.Yani:Rasûlullah Kur'an okuduğu zaman şeytan,bazı şeyleri karıştınp,Kur'an' dan birşeymiş gibi göstermek istediği zaman, (yani) namazda,"İşte yüce garânîkler.Muhakkak onların şe-faatları umulur." sözünü,Rasûlullahın lisanına ka-nşürdığı zaman[11]onu teselli etmek için (bu âyeti indirmiştir).. Şu kadar ki şeytan, Kur'an'a ne birşey ilâve edebilir ne de birşeyi eksiltebilir.
Allah'ın (yukarıdaki âyetin devamında) ,"Bunun üzerine Allah.Şeytamn bıraktığı (ilkâ ettiği) fitneyi giderir.Sonra da Allah âyetlerini tesbit
eder,kuwetlendirİr."(22.el-Hacc:52) buyurduğunu (hiç) duymadın mı? Yani:Şeytanın ilkâ ettiği şeyi ibtal eder, demektir.
Bundan sonra da,tf(Allah'ın şeytana İmkân verip de sonra fitneyi gidermesi) şeytanın atacağı fit-neyi.kalblerinde bir maraz bulunanlara bir imtihan vesilesi yapmak içindir." (22.el-Hacc:53) buyurmuştur.
İşte,"Ona (Kur'an'a) ne önünden,ne ardından (hiçbir suretle) bâtıl yaklaşamaz." (41.Fussılet: 42) âyeti de böyledir.Yani şeytan ne başlangıçta ne de sonra.Kur'an'da bir ilâve yapmağa kadir olamaz,de-mektir...
EBÛ MUHAMMED:Bana Ebû'l-Hattâb tahdis etti (ve) dedi:Bana Bişr b.el-Mufaddal Yunus'dan.o da el-Hasen (el-Basri)'den haber verdi.(el-Hasen) Cibril.bana geldi ve "Cinlerden bir ifrit sana kötülük yapmayı planhyor.Sen yatağına uzandığında 'Allâhu lâ ilahe illâ huvel-Kayyûm" de",ve âyetu'l-kürsîyi sonuna kadar oku!"buyurdu" [12]demiştir.
Allahu taâlâ.Eyyûb'un (A.S),"Gerçekten şeytan beni zorluk ve musibete uğrattı." (38.Sâd:dediğini de (Kur'an'da) hikâye etmiştir.
EBÛ MUHAMMED :Musâ'nın (A.S) gördüğü sihir hakkında.bu bir hayal (öyle gösterme,zannettirme) dir,hakikatta öyle bir şey yoktur,demelerine ge-lince:Bunu biz inkâr da etmiyoruz, red de etmiyo-ruz.Biz katiyetle biliyoruz ki.bütün mahlûkatın hep-si.bir sinek yaratmak için biraraya gelseler,yine de buna güç yetiremezler.Şu kadar ki,o hayalin (hayal olunan şeyin) onların iddia ettikleri gibi,yılan gömleğine cıva koyarak haraket ettirmek suretiyle mi.yoksa başka bir şekilde mi olduğunu bilmiyoruz.Bu işin hakikatini ancak sihirbaz olan veya bu hususta sihirbazlardan birşeyler dinlemiş olanlar bilebilir.
Onların (akılcıların)"...ve Süleyman'ın saltanatı aleyhine, şeytanların okudukları şeye (sihre) tabi oldular." (2.el-Bakara:lO2) ve"...Babil'deki iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı."(2.el-Bakara:102) âyetleri hakkında,bunların tevili şudur: "Ba-bil'deki iki meleğe (birşey) indirilmedi" demektir." demelerine gelince:Bu,onlann muhal ve ters tevillerinden daha az yadırganır birşey değildiriÇünkü Ba-bil'deki iki meleğe birşey indirilmedikten sonra.bu sözün söylenmesi lüzumsuz ve manasız olmuş olur.
Bir kimse ancak şunu iddia ederse onların bu tevilleri caiz olabilir. :Yani sihir.bu iki meleğe indiril miştir;bu takdirde de mesele evvelce anlatıldığı gibi olur.Yahut da aksine bir delil olur ki-dedikleri gibi iki meleğe sihir indirilmemişse-.Allah, "Ona tabî oldular" buyururdu....
Bunun misali .durup dururken "allemtu ha-za'rracule'l-Kur'âne ve mâ unzile alâ Musa (= Bu adama Kur'an'ı ve Musa'ya indirileni (Tevrat'ı) öğrettim." denilmesidir.Bu sözü işiten kimse buradaki "mâyı.nefy manasına alıp da senin,"Kur'an Musa'ya indirilmedi, "demek istediğini aklına getirmez.Çünkü bu sözden önce birisi."Kur'an Musa'ya indirilmiştir."dememiştir.Bu özü işitenin aklına sadece senin o adama Kur'an'ı ve Tevrat'ı öğrettiğin gelir.
Bu âyetin tevili (yorumu) İse bizce,bu hususta rivayet edilen bir haber ile açıklanmıtır. İbnu Abbas'm anlattığına göre bu haber -özet olarak şu-dur:Süleyman (A.S) cezalandırıldığı ve saltanatının başına bir şeytan geçirildiği zaman;sihir,muska vetılsım yoluyla şeytanlar, onun hazinesine,musallâsınm olduğu yere defnedilmişti.Süleyman (A.S) vefat edince,şeytanlar insanlara gelir, "Biz size rüzgârları ve cinleri Süleyman'ın emrine verdiren,insanları ona boyun eğdiren şeyi haber verelim mi?" derler.İnsanlar da:"Evet" derler.Bunun üzerine Süleyman'ın musal lasına ve tahtının olduğu yere varırlar ve sihri oradan Çıkarırlar.
Bunun üzerine İsrail oğullarının âlimleri:"Bu Allah'ın dininden değildir.Süleyman sihirbaz değildi." derler.
însanlarm ayak takımı ise; "Süleyman bizden âlim idi.O nasıl (sihir) yaptıysa.biz de yapaca-Sjz- (derler.Bu konuda Allahu taâlâ "...ve Süleyman m saltanatı aleyhine şeytanların okudukları
şeye (=mâ tetlu'ş-şeyâtînu) (sihre) tabi oldular."
(2.el-Bakara: 102) buyurmuştur. Yani:Yahudiler,şey. tanın rivayet ettiği (anlattığı) şeye tabi oldular, de-mektir.Çünkü (âyetteki) tilâvet (=okumak) ile rivayet aynı şeydir.
Sonra da (Allah}:"Süleyman sihir yapıp kâfir olmadı.Fakat şeytanlar insanlara sihir öğrettiklerinden kâfir oldular.Hârut ile Mârut İsimli iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı." (2.el-Bakara:102) buyurmuştur.
Bunlar iki melek idi .Âdem oğullan günah işledikleri vakit,insanların aralarında hükmetmeleri için yeryüzüne indirilmiş idiler. Onların ( iki meleğin) kalplerine kadınlara karşı şehvet duygusu konulmuş ve zina etmemek, kimseyi öldüremek ve içki içmemekle emrolunmuşlardı.Zühre (Venüs) dâvada bulunmak kasdıyla ikisine geldi.Onlar Zühre'den hoşlandılar ve onu arzuladılar.Zühre de onunla göğe çıktıkları ismi (duayı) kendisine öğretmedikçe razı olmadı.Onlar da öğrettiler.Tekrar Zühreyi arzuladılar.Zühre yi-ne,onlar içki içmedikçe razı olmadı. Onlar içki de içtiler, ve arzuladıkları ihtiyaçlarını giderdiler. Sonra çıktılar ve bir adam gördüler.Kendilerinin yaptıkları şeyleri görmüştür zannıyla adamı öldürdüler.Zühre,o ismi (duayı) söyledi ve göğe yükselerek kayboldu .Allah da onu (ceza olarak) akan yıldız haline soktu.Allah iki meleğe de kızdı ve onlara Hârut ve Mârut ismini ver-di.Onlara dünya azabı ile âhiret azabı arasında bir seçme yapmalarını söyledi.Onlar da dünya azabın1 seçtiler.Bu yüzden ikisi, insanlara,kişi ile karısının arasını açan şeyleri öğrettiler[13]
Ehl-i nazar (akılcılar) a göre,Allah'm iki meleğe indirdiği şey-Allah daha iyi bilir-Zühre'nin onunla eöğe çıktığı Ism-i âzâm'dır.Bu iki melek Zühre 'den ve
Allah kendilerine kızmadan önce,bu isimle göğe çıkıyorladı.Zühre o ismi şeytanlara öğretti. Şey tanlar da onu dostlarına öğrettiler. Onlara sihri de öğrettiler.
Denilir kûSihirbaz bir söz söyler ve yerle gök arasında uçar.suyun üzerinde yürür.
EBÛ MUHAMMED:Bana Zeyd b.Ahzem et-Tâî tahdis etti (ve) dedi:Bize Abdussamed haber verdi, (ve) dedi: Bize Hemmâm,Yahya b. Kesîr'den rivayet et-ti.fYahya) şöyle dedi:"Uman âmili (=valisi)Ömer b.Ab-dilaziz'e "Bize bir sihirbaz kadın getirildi.Biz de onu suya attık.fakat suya batmadı." diye yazmış...Ömer b.Abdilaziz de ona:Su konusu bizi ilgilendirmez! Eğer (aleyhinde) açık bir delil varsa (ne âlâ) aksi takdirde bırak gitsin..!" diye cevab yazmıştır.
Yine bana Zeyd b.Ahzem et-Tâî tahdis etti (ve) dedi:Bize Abdussamed haber verdi (ve) dedi:Bize Zeyd b.ebî Leylâ haber verdi (ve) dedi:Bize Amîrafveya Umeyra) b.Şukeyr[14]haber verdi (ve) dedi:Biz Sinan b.Seleme ile Bahreynde idik.Bir sihirbaz kadın getirildi. (Sinan) emretti ve suya aüldı.Kadın suya bat-jnadı.Bu defa kadının idam edilmesini emretti.Biz de Udam sehpası için) bir ağaç yonttuk.
Bu sırada kadının kocası geldi.Sanki yanmış bir Ş1? gibiydi.(Sinan'a):"Ona emret de.benden boşan-!' dedi.Sinan da kadına:"O'ndanboşan!" dedi Fakat) bana bir kapı ve bir İp dedi.Kadm kapının üzerine oturdu.ve ipe okuyup üflemeğe ve onu düğümlemeye başladı.Birden kapı yükseldi ve ikisiyle beraber sağa sola gitmeğe başladi.Kadını ve kocasını yakalamak mümkün olmadı."
Bize Ebû Hâtim,el-Asmaî'den tahdis etti (ve) de-di:Bana Muhammed b.Muslim et-Tâifî [15]şöyle bir hadis nakletti:"Şeytanlar fizikî yapılannı değiştirmeğe kadir olamazlar. Fakat sihir ile değişmiş görünürler."
Bana Ebû Hatim tahdis etti (ve ) dedi:el-Asmaî Ebû Amr b.el-Alâ'dan naklederek şöyle dedi:"ĞûI (=Dev,gulyabânî) cinlerden bir sihirbazdır."...
Bize Ebu'l-Hattâb tahdis etti (ve) dedi:Bize el-Mu'temir b.Süleyman haber verdi (ve) dedi:Mansûr'u;Rıb'î b.Hırâş'dan ,o da Huzeyfe'den (RA) olmak üzere Rasûlullahın şöyle dediğini zikrederken işittim :(Rasûlullah) demiş ki:Şüphesiz,Deccahn yanında ne bulunduğunu en İyi bilen benim.Onun yanında yakıcı bir ateş ve soğuk sudan bir nehir vardır.Biri-niz onu görürse sakın korkmasın.Gözlerini yumsun ve ateş olarak gördüğüne dalsın.Çünkü o ateş (aslında ) soğuk sudan bir nehirdir[16]
Yine bana Ebû Hâtim,el-Asmaî'den,o da Ebu'z-Zinad'dan tahdis etti.(Ebu'z-Zinâd) şöyle dedi:Bir kadın geldi.Fetva soracakmış.Rasûlullahın vefat etmiş olduğunu gördü.Sadece Rasûlullahın hanımlarından birini buldu.Onun Hz.Âişe olduğu söylendi.Kadın Âişe'ye :"Ey mü'minlerin annesi! Kadının biri bana,
"Sana «kocanın yüzünü sana çevirecek birşey yapmamı ister misin?" dedi.(el-Asmaî devamla}:Zannederim Ebu'z-Zinâd şöyle devam etti: "Kadın iki köpek getir-di.Birine kendi.diğerine de ben bindim.ve Allah'ın dilediği kadar gittik.Sonra (büyücü) kadm,diğer kadı-na:"Bâbil'de olduğunu biliyor musun?" dedi.Sonra bir adamın (veya "iki adamın" dedi) yanma gir-dim.Adamlar bana:"Şu külün üzerine işe!" dedi-ler.Ben gittim fakat işeyemeden o iki adamın yanına döndüm.Bana:"Ne gördün?" dediler.Ben: "Hiçbir şey görmedim." dedim.Bana:"Sen daha işin basındasın" dedi!er"Kadın (devam ederek) rTekrar döndüm kendimi zorlayarak işedim.Benden peçeli bir süvari gibi birşey çıktı ve göğe yükseldi.Tekrar iki adama dön-düm.Bana:"Ne gördün?" dediler.Ben de onlara (olanları) anlattım.Bana:"O (senden çıkan şey) senin imanın idi,seni terketti." dediler.Büyücü kadına vardım ve:"Vallâhi o iki adam bana birşey öğretmediler.Nasıl davranacağımı da söylemediler." dedim.Büyücü ka-dın:"Ne görmüştün?" dedi.Ben :"Şunu şunu..." dedim. O :"Sen araplann en sihirbazı oldun artık sihir yap ve istediğini iste!" dedi.Sonra büyücü,kanallar açü ve 'Tarla ol!" dedi.Bir de baktım ki ekinler sallanıp duruyor.
Sonra"Olgunlaş!" dedi.Bir de baktım ki ekin ku-rumuş.Büyücü,ekini aldı,kabuğunu soydu,ve bana verdi.Bana :"Bunu öğüt,ondan kavut yemeği yap ve kocana yedir."dedi.Ben ise bunların hiçbirini yapma-dım.Mesele bu dereceye vardı.Tevbe etsem (günahım affedilmiş ) olur mu? dedi.
Kadın,"Emece[17]de oturan Huzâa kabilesinden, bir adam görmüş ve :"Ey mü'minlerin anası bu adam Hârut ve Mârût'a insanlann en çok benzeyeni
EBÛ MUHAMMED:Bunu İbnu Muleyke'den.o da Âişe'den (RA) olmak üzere,îbnu Curayc da rivayet etmiştir.
EBÛ MUHAMMED: Bu öyle birşeydir ki biz,bun-lara aklî deliller ve kıyas bakımından inanmıyo ruz.Fakat biz, (Mukaddes) kitaplar ve peygamberlerin haberleri ve -Gördükleri ve müşâhade ettikleri şeyler hakkında ancak düşüncenin (aklın) gerekli kıldığı ve kıyasın delâlet ettiği şeye inanan şu adamlar (akılcılar) hâriç-ümmetlerin her devirde bunun üzerinde ittifak etmiş olmaları sebebiyle inanıyoruz.
el-Hasen fel-Basrî'n) in (22-110) [18] (Hârutve Mârut hakkında):O ikisi Bâbil halkından iri ve kuvvetli iki adamdır." sözüne ve "el-melikeyni (= iki hükümdar)"şeklinde okumasına gelince;bildiğim kadarıyla, ne Kurrâ'dan ve ne de tefsircilerden hiç kimse,bu hususta ona uymamiştır.Üstelik bu görüş hiç hoş olmayan birşeydir ve açıklama olmaktan da uzaktır.
İki adama.kişi ile karısının arasını ayıran birşey indirilmesi nasıl caiz olabilir?[19]
İDDİÂ:Rasûlullahın,"Benden sonra nebi yok-tur.Ümmetimden sonra başka ümmet de yoktur.Helâl;Allah tebarake ve taâlâ'nin benim ağzımdan Kıyamet gününe kadar helâl kildığıdır.Ha-ram da .Allah'ın benim ağzımdan Kıyamet gününe kadar haram kıldığıdır, "buyurduğunu [20] rivayet
Sonra da Mesih'in ineceğini ve domuzları öldüreceğini, haç'ı kıracağını ve helâl olan şeyleri arttıracağını [21]rivayet ettiniz.
Keza Âişe'den,onun:"Rasûlullah hakkında Hâtemu'l-Enbiyâ (Nebilerin sonuncusu) deyiniz.On-dan sonra nebi yoktur,demeyiniz. [22] dediğini rivayet ettiniz.
Bu ise bir çelişkidir.
CEVAB:Biz deriz ki :Bunda herhangi bir tutarsızlık veya çelişki yoktur.Çünkü Mesîh (Isâ) geçmiş bir peygamberdir.Allah onu yükseltmiştir ve âhir za-manda,kıyamet alâmeti olarak tekrar indirecektir.Allahu taâlâ:""Gerçek-ten o (isa'nın nüzulü) kıyamet için bir beyandır."(43.ez-Zuhruf:61) buyurmuş-tur.Kurrâ (Kıraat imamların) dan kimisi bunu "Gerçekten o kıyamet için bir alâmettir." mânasına gelmek üzere (âyetteki ılm'i ,alem olarak) okumuşlardır.
Mesih indiği zaman,Muhammed'in (S.A.V) şeriatından hiçbir şey neshetmeyecek bilâkis,onun ümmetinden olan imam öne geçecek.Mesîh de onun arkasında namaz kılacaktır.
"Helâl olan şeyleri arttıracaktır.." sözüne gelince:Bir adam Ebû Hurayra'ya (RA) "Helâl olarak ancak kadım arttırır.der.O da :"Evet (kasdedilen) budur!" der.Sonra da güler.
EBÛ MUHAMMED :Helâl olan şeyleri arttıracaktır." sözünden maksad,o bir kimsenin.beş veya altı hanımla evlenmesini helâl kılar demek değildir.Sadece :Mesih (A.Ş) Allah kendini yükseltinceye kadar bir hanımla evlenmemiştir .Allah onu yeryüzüne indirin,bir hanımla evlenir ve bu suretle,Allah'ın ona hela kıldığı şeyler artmış olur...demek istemiştir.
Ve o vakit Ehl-i Kitaptan,Mesih'in Allah'ın kulu olduğunu bilmeyen ve onun beşer olduğunu inanmayan hiçbir kimse kalmaz.
Hz.Âişe 'nin"Rusûlullah hakkında "Hâtemu'l-Enbiyâ (Peygamberlerin sonuncusu) deyiniz, ondan sonra nebî yoktur." demeyiniz." sözüne gelin-ce:Hz.Âişe (RA) İsâ'nin ineceğini düşünerek bu sözü söylemiştir.Onun bu sözü Rasûlullahm,"Benden sonra nebî yoktur" sözü ile tezad teşkil etmez.Çünkü Rasûlullah: "Benden sonra - Peygamberlerin bir önceki şeriatı nesh ederek gönderildiği gibi-benim şeriatımı neshedecek (kaldıracak) bir peygamber yoktur." demek istemiş;Hz.Âişe (R.A) de,"Rasûlullahtan sonra Mesih (İsâ) inmeyecek,demeyin." demek istemişür.[23]
İDDİÂ Rasûlullahın,borcunun ödenmesi için karşılığını bırakmayan borçlunun cenaze namazını kılmadığını rivayet ettiniz.. [24]
Sonra yine O'nun :"Kim mal bırakırsa ailesi-nindir.Kim borç bırakırsa o(nu Ödemek) benim üzerime (düşer) [25]ve başka bir hadiste:
"Kim bir keli bırakırsa .Allah ve Rasûlüne (bırakmış) dır.[26] buyurduğunu rivayet ettiniz. (Keli: Fakir aüeler veya bakacak kimsesi olmayan çocuklar demektir.)
Rasûlullah;borcunu ödemeyi ve ölümünden sonra onun çocuk ve ailesine bakmayı kendine gerekli kıldığı birinin namazını kılmayı nasıl terkedebilir?
Bu bir çelişkidir.
CEVAB: Biz deriz ki burada-Allah'a hamdolsun-herhangi bir çelişki yoktur.Çünkü borçlu olup (Ölen) ve borcunun ödenmesi için birşey bırakmayan kimsenin cenaze namazını kılmaması;İslâm'ın başlangıcında,ve fetihler genişleyip.kensine ganimet malları gelmeden önce idi.Ve o .böyle davranmakla,borcun hafife alınmamasını ve ödeyemiyecekleri şeyi borç almamalarını kasdetmiştir.Vaktaki Allah kendisine ganimet ihsan edip fetihler genişleyince ve ona mallar gelince,fakirler ve çocuklar için ganimetten bir pay ayırmış ve bu paydan, müslümanların borçlarını ödemiştir. [27]
İDDİÂ: Rasûlullahm Mâiz'i (R.A) ;zina ettiğini huzurunda dört kere ikrar etmedikten ve her ikrarında kendisinden yüzçevirmedikten sonra rec-metmediğini.sonra dördüncü ikrarında onu recmettiğini [28] rivayet ettiniz.
Sizin fakihlerinizden bir kısmı bu hadisi kabul ettiler ve: ""Bir kimsenin (suçunu ) ikrarı,aleyhindeki Şahidlerin adedi kadar olmadıkça onu recmetmeyiz." dediler.
Ali b.ebî Tâlib de bu görüşte idi.
Sonra yine rivayet ettiniz ki:İki adam Rasûlullah'a geldi.Birisi şöyle dedi:Benim oğlum bunun yanında işçi i di. Onun hanımı ile zina etmiş. Oğlumun bu suçundan dolayı ona.yüz koyun ve bir de köle verdim.Sonra biz ehl-i ilimden bir adama (bu meseleyi) sorduk. Oğluna yüz sopa ve bir sene sürgün cezası;kadına da recm gerekir." dedi."Rasûlullah (S.A.V):"Nefsim elinde olan (Allah)a andolsun ki aranızda Allah'ın kitabı İle hükmedeceğim:Yüz koyun ve köle sana geri verUmiştir.Oğluna yüz sopa ve bir sene sürgün cezası,bu adamın karısına da recm cezası!" buyurdu ve aralarında böylece hükmetti.Sonra ;"Gît yâ Un ey s, şunun hanımına! Eğer zina ettiğini itiraf ederse,onu recmet." dedi.Kadın da itiraf etti,o da recmetti.[29]
Halbuki hiçbir kimse.Rasûlullahın bir mecliste hattâ birkaç mecliste "Kadın suçunu dört kere itiraf etsin",dediğini söylememiştir.
Bu ise Mâiz hadisine ayladır.
CEVAB Biz deriz ki burada-Allah'a hamd olsun-herhangi bir tutarsızlık veya çelişki yoktur.Çünkü Rasûlullahm Mâiz'den dört kere yüz çevirmesi,onun zina ettiğini itiraf etmesinden ve Allah'ın örttüğü bir suçu açığa çıkarmasından hoşlanmadığı içindir.Yoksa huzurunda dört kere suçunu ikrar etmesini istediğinden değil!...
Bir de onun durumunu iyice öğrenmek ve "Aklı yerinde mi,yoksa aklî durumu bozuldu mu?" bunu bilmek istemiştir.Onun durumunu öğrenmek için dört kere itiraf etmesini uygun görmüştür.Eğer iki,üç veya beş , altı kere itiraf etmesini uygun görseydi.bu yine de bağlayıcı bir delil teşkil etmezdi.
Şu rivayet,Rasûlullahın;huzurunda zinanın itiraf edilmesinden hoşlanmadığını göstermekte-dir:Bu,Mâlik'in,Zeyd b.Eslem'den "Rasûlullah zamanında zina ettiğini itiraf eden bir adam hakkındaki" rivayetidir: Rasûlullah adama yüz sopa vurulmasını emretti ve:"Ey insanlar! Sizin için Allah'ın yasakladıklarından vazgeçme vakti gelmiştir.Kim bu pisliklerden bir iş işlerse,Allah'ın kendi suçunu örttüğü gibi o da suçunu örtsün.Çünkü kim bize (kendisine ceza verilmesi için) yanağını uzatırsa.biz onun hakkında Allah'ın kitabının gerektirdiği şeyi tatbik ederiz.[30] buyurdu.
Suçunu inkâr edenin durumu hakkında şüphe kalmazsa,bu takdirde itirafın dörtten fazla veya eksik olabileceğine şu hadis delâlet etmektedir:
Yahya b.Saîd ,Hişâm ed-Dustuvâî'den,o Yahya b.ebî Kesîr'den,o Ebû Kılâbe'den (RA] rivayet o Ebu'l-Muhelleb'ten, o da Imrân b.Husayn'dan etti ki: (Imrân b.Husayn şöyle) dedi:Rasûlullah ile beraber-dik.Kendisine.zinadan hamile kalan,Cuheyne kabilesinden bir kadm geldi ve:"Yâ Rasûlallah! Ben.haddi gerektirecek bîr günah İşledim.Cezayı bana tatbik et." dedi.Rasûlullah kadının velîsini çağırdı ve kadına iyi bakmasını,çocuğunu doğurunca kadım kendisine getirmesini emre t ti.Kadın doğumunu yaptı .Bunun üzerine Rasûlullah kadi-na.çocuğu emzirmesini .sütten kesince de kendisine gelmesini emretti.Kadın da öyle yaptı.Sonra velîsi kadını getirdi.Rasûlullah emretti .kadının (üst) elbiseleri yırtıldı ve recmedildi.Soma da Samazını kıldı."
Ba hadiste kadının suçunu dört defa itiraf ettiği zikredilmemektedir.[31]Bu ise Rasûlullahm:"Git yâ Uneys! Şunun hanımına! Eğer (zina ettiğini) itiraf ederse onu recmet" dediği zikredilen hadis için (onu destekleyen) bir şâhlddir.
Yine dediğimize diğer bir delil de şudunMâiz b.Mâlik ,recmedildiği vakit buna dayanamadı ve kaçtı.Buna rağmen onu recmettiler.Rasûlullaha onun acıya dayanamadığını haber verdikleri vakit Rasûlullah:"Onu bana getirseydiniz de tekrar onun durumuna bakaydım ya[32]buyurmuştur....
Eğer cezayı gerektiren şey; onun dört defa ikrar etmesi olmuş olsaydı,Rasûlullahm,"Onu bana geri getirseydiniz ya!"sözünün manası olmazdı.Çünkü o, adam hakkında Allah'ın hükmünü infaz etmişti.Adam dört kere ikrar ettikten sonra-eğer döner-se.onun dönmesinin kabul edilmesi caiz olmaz.Fakat ikrar için bir aded tayin edilmezse, o zaman adamın ikrarından dilediği zaman dönmesi ve onun bu dönüşünün kabul edilmesi caiz olur. [33]
İDDİA :Siz Rasûlullahm recmettiğini,ondan sonra imamların (devlet başkanlarının) da recm ceza-lannı tatbik ettiğini rivayet ettiniz.Halbuki Allah,câri-yeler,hakkında:"Eğer bir fuhuş yaparlarsa,o vakit hür kadınlar üzerine gerekli olan cezanın yarısı kendilerine lâzım geIir."(4.en-Nisâ:25) buyurmaktadır.Recm cezası ise,insanı öldürüp telef etmektir,ve parçalanma kabul etmez.O halde hür kadına verilen cezanın yansı cariyeye nasıl verilir?
(Ebû Muhammed}:Âyetteki el-muhsanât'ın evli kadınlar olduğunu söylediler ve :"Bu âyet,(zina eden) evli kadının cezasının sopa (değnek) olduğuna delâlet eder." dediler.
CEVAB:Biz deriz ki:el-muhsanât,eğer burada "evli kadınlar" manasına olsaydı.dedikleri doğru olurdu.Ve bu delil geçerli olurdu...el-muhsanat ise burada,"bekâr hür kadınlar" dan başkası değil-dir.Bâkire oldukları halde onlara el-muhsanât (evli kadınlar) denmiştir.Çünkü ihsan (^evlilik) hür kadınlara mahsustur ve onlarla evlenilir.Çâriyelerle evlilik (akdi) olmaz.
Sanki Allah (C.C):ftKendUerine;hür kadınlar üzerine gereken cezanın yansı verilmelidir." derken,hür kadınlar ile bakire olanları kasdetmiştir gibi-
Araplar bazan sığıra-hiçbir yeri sürmediği el-musıra (=çift süren) derler.Çünkü başka hayvanla değll.sadece sığırla çift sürülür...
Otlaklanndaki develere de el-hedy (kurbanlık) Kr'kÜnkü Ka'be'ye kurbanlık, onlardan götürülür eye kurt)an için götürülmeseler bile,onlara bu ım verilir.
Bizim el-muhsanât hakkındaki .yapmış olduğu, muz "el-muhsenât bu âyette- bakire ve hür kadınlar demektir." şeklindeki tevilimizi destekleyen diğer bir şahid de ,AlIahu taâlânın başka bir yerdeki:"Içiniz. den iman etmiş hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse,mâlik olduğunuz iman etmiş genç kızlannizfolan cariyeler) den alsın" (4.en-Nisâ:25) âyetidir, el-muhsanât-burada-hür olan kadınlardır.Buradaki el-muhsanâtın "evli kadınlar" olması caiz değildir. Çünkü evli kadınlar tekrar nikâh edilemez. [34]
ÎDDİÂ:Rasûlullahın:"Vâris (mirasçı) İçin vasiyet yoktur.[35] buyurduğunu rivayet ettiniz.Alla-hu taâlâ ise:"Sizden birinize ölüm alâmetleri belirdiği zaman, geriye mal birakacaksa,babasına,anasına ve akrabasına vasiyet etmesi farz kılındı."(2.d-Bakara: 180) buyurmaktadır.Ana ve baba ise her halükârda mirasçıdırlar. Onları mirastan kimse menedemez.
İşte bu rivayet Allah'ın kitabına aykırıdır.
CEVAB:Biz deriz ki :Bu âyet neshedilmişÜr.Onu miraslar hakkındaki âyet [36]neshetmiştir.
Eğer, "Miraslar hakkındaki âyette, (yukarıdaki) âyeti neshedecek birşey yoktur.Çünkü bazan ana babaya hem mirastaki hakkını hem de vasıyyet edilen haklanı vermek caizdir." derse,biz ona deriz ki:"Bu caiz değildir. Çünkü Allah ana babanın mirastaki haklarının.sadece veraset yoluyla hak kazandıkları mikdar kadar olduğuna hükmetmiş tir. Miraslar hakkındaki âyetten sonra Allah:"(Yetimler ve vârisler hakkındaki )bütün bu hükümIer,Allah'ın şeriatı ve çizdiği sınırlandır.Kim Allah'a ve peygamberine itaat ederse.Allah onu.ağaçlan altından ırmaklar akan Cennetlere koyar ki,orada ebedî olarak kalıcıdırlar.İşte bu,en büyük kurtuluş ve saadet-tir.Kim de Allah'a ve peygamberine isyan eder,şe-riat hükümlerini çiğneyip geçerse,onu da içinde ebedi olarak kalmak üzere ateşe koyar.Onun için rusvây edici,aşağı düşürücü bir azab vardır."(4.en-Nisâ:13.14) buyurmuştur.
Allah,miraslar hususunda çizdiği sınırlara itaat etmeğe karşılık,en büyük sevabı vadetmiş,bu sınırlara isyan etmeğe karşılık da.en şiddetli azabla korkut-muştur.Hiç kimse, vâris e, Allahu taâlânın tayin edip farz kıldığından daha fazla bir mal veremez.
Vasiyet âyetinin,Rasûlullahın:'Vâris için vasiy-yet yoktur." sözü ile neshedildiği de söylenebilir.
Sünnet'in Kur'an'ı nasıl neshettiğîni ise,inşâal-lah ileride açıklayacağız.. [37]
İDDIÂ:RasûIullahın,"Kadın,halası ve teyzesi «zerine nikâh edilemez.[38] ve'Neseb yoluyla (nikahı) haram, olanlar.aynı şekilde süt (emme) yoluyla da haram olurlar" [39]buyurduğunu rivayet ettiniz.
Allah ise:"Size şunları nikahlamak haram ki-hndı:AnaIanniz,kızlannız..."(4.en-Nisâ:23} buyurmaktadır .Allah (C.C) âyette;kadın ile,onun hala ve teyzesinin bir nikâh altında cemedilmesinden bah-s etmemiş tir.Süt (emmek) ile de sadece süt anne ile süt kızkardeşi haram kılmıştır.
Sonra Allah (C.C):"Haram kılınanlar dışında kalanlar size helâl kılındı."(4.en-Nisâ:24) buyur-muştur.Bu suretle kadını,hala ve teyzesiyle birlikte nikahlamak ve aynı şekilde süt anne ve süt kızkardeş dışındaki bütün süt akrabalan,Allah'ın helâl kıldıklarının şümulüne girmektedir.
CEVAB:Biz deriz kî:Allah azze ve celle (insanların ) itaatkârlıklannm veya isyankarlıklarının nasıl olduğunu denemek ve iyilik ve kötülük yapana karşılığını vermek için -helâl veya haram kıldığı şeyler-deionlan helâl veya haram kılacak bir illet (=sebep) ol-maksızın-farzlarla kullarını imtihan eder..
Yalan ,koğuculuk,iftira,gıybet,cimrilik,zulüm ve benzerleri gibi, Allah'ın bize fıtraten çirkin kaldığı şeyler hariç;bütün çirkin olan şeyler,Allah'ın o şeylerden nehyetmesi ile çirkin olur.Güzel de,Allah'ın onu emretmesi ile güzel olur.
Allah (Azze ve Celle) bir peygamberi.bir şeriat ile gönderir.Uzun müddet bu şeriat ile'amel edilir.Bu şeriatla amel edenler Allah'a itaat etmiş olurlar. Sonra ikinci bir peygamberi, ikinci bir şeriat ile gönderir, ve birinci şeriatı nesheder. Bu ikinci şeriatla amel eden ler de Allah'a îtaat etmiş olurlar. Tıpkı Musa'yı (A.S)Cumartesi yasağı ile göndermesi ve bunu, İsâ (A.S) ile neshetmesi; yine Musâ,yı, yedinci günü (doğan çocuğun) sünnet edilmesi hükmü ile göndermesi ve bunu da İsâ (A.S) ile neshetmesi gibi; aynı şekilde Allah'ın, bir tek peygamberin zamanında, kullarına bir şeyi farz kılması ve sonra onu neshetmesi caizdir.
Allah (C.C): "Biz, bir âyetin hükmünü diğer bir âyetle değiştirirsek veya unutturursak (geri bırakırsak) ondan daha hayırlısını yahud onun benzerini getiririz.." (2. el-Bakara: 106) buyuruyor. "...Ondan daha hayırlısı..." ile, "Ondan daha kola-yı"nı kastetmektedir.
O halde: Kur'an'ın Kur'an'la neshedilmesi caiz olunca, Kur'an'ın sünnetle de nesheditmesi caiz olur. Çünkü sünneti kendisine Cebrail, Allah'tan getirmektedir. Bu taktirde Kur'an olan (neshedilmiş) Allah kelâmı, Kur'an olmayan Allah'ın vahyi ile neshedilmiş olur. Bundan dolayıdır ki Rasûlullah: "Bana Kur'an ve onunla beraber, onun misli (benzeri) verildi.[40]buyurmuştur. Bununla; kendisine Kur'an, ve sünnetten de onun misli verildiğini kasdet-mistir. Bu sebeple Allah (C.C.) da: "Peygamber size ne yi verdiyse onu alın, size neyi yasak ettiyse ondan uzak durun." (59.el-Haşr:7) buyurmuştur. Allah (C.C.) Rasûlullahtan Allah kelamı olarak bize ne ulaşırsa onu alacağımızı bilmektedir. Lâkin o, Rasûlulla-ha vahyetmek suretiyle, Kur'an'ın bazı âyetlerini nes-hedeceğini de bildirmektedir.
Bu (neshetme) vuku bulunca, bazılarının kalplerine dokunmuş ve anlayışlarına tesir etmiş bunun üzerine Allah da bize: "Peygamber size neyi verdiy se onu alın..." (59. el-Haşr:7) Yani: Kur'anda olmayan bir hüküm veyahutta Kur'an'ı nesheden bir hü kum getirdiği zaman onu alın (kabul edin), buyurmuştur.
EBÛ MUHAMMED : Sünnetler bize göre üç türlüdür.
BirincİsirCebrâil'in Allahu Taâlâ'dan getirdiği sünnet..."Kadın halası ve teyzesi üzerine nikâh edilmez." ve "Nesep yoluyla (nikahı )haram olanlar,aynı şekilde süt ( emme] yoluyla da haram olurlar." ve "Bir veya İki emme ile haramhk (hükmü) cereyan etmez.[41] ve "Diyet kişinin asabesl-ne (baba tarafından akrabalarına) düşer, "hadisleri ve bunlara benzer esaslar (temel hükümler) gibi...
ikincisi Allah'ın Rasûlullaha sünnet kılmasını mubah kıldığı,bu hususta kendi görüşüne (=reyi-ne) başvurmasını emrettiği sünnettir.Bu nevi sünnette Rasûlullahın, dilediğine -ÜUet ( sebep) ve mazeretine göre-ruhsat tanıma hakkı vardır.İpeği erkeklere haram kılması ve Abdurrahman b.Avfa (R.A)-ondaki bir hastalıktan dolayı-tpek kullanması için izin vermesi; [42] ve Mekke hakkında" Oranın otu koparılmaz, ağacı kesilmez." buyurması gibi...Ab-bas b. Abdilmuttalib[43]bu söz üzerine: "Ya Rasûlullah! izhir hariç (olsun).Çünkü o.bizim kabirleri mizfveya evlerimizin çatışım örtmek) için[44]ge rekdir."uedi.Rasûlullah da:"(Pekâlâ) izhir hariç!" [45]dedi.
Eğer Allahu taâlâ ,Mekke'nin bütün ağaçlarının kesilmesini haram kılmış olsa idi,Abbas'ın (R.A) izhir'in mubah kılınması isteğine muvafakat etmez-di.Fakat Allah,onun,faydalı gördüğü şeyi mubah kılmasına müsaade etmiş,o da Mekke'lilere olan faydasından dolayı izhir otunu mubah kılmıştır.
Rasûlullahın münâdisi:"(Mekke'nin ) feth (in) den sonra hicret yoktur." diye bağınr.Sonra Abbas (R.A) Mucâşî1 b. Mes'ûd [46]un kardeşinin ,Fe-tih'den sonra Muhacir olabilmesi için şefaatçi olarak Rasûlullaha gelir.Rasûlullah ona:"Amcamın şefaatim (^aracılığını) (istisna olarak) kabul ettim.(Fakat aslında) hicret yok"[47]buyurmuştur..Eğer bu hüküm,nazil olmuş olan (değişmez bir hüküm) olsay-dı.onda şefaat caiz olmazdı.
"Eski (ölü) topraklar Allah'a ve Rasûlüne ait-tir.Bilâhare bu topraklar,benden size verilmiştir. Binaenaleyh her kim ölü bir araziyi (işleyip) ihya ederse,orası onundur[48]buyurmuştur.
Umre ile alâkalı olarak da:"Şayet şimdiki görüşüme daha önce sahip olmuş olsaydım.umre için ih rama girerdim. [49]buyurmuştur
Yatsı namazı hakkında da:Eğer ümmetime meşakkat vermeyecek olsaydım,bu namazın vaktini ,şu an (içinde olduğum gecenin son kısmı) olarak tayin ederdim. [50] buyurmuştur. Ayrıca,kurban etlerinin üç günden fazla sak Ummasını,kabir ziyaretini ,(içki saklamaya mahsus) kaplardaki nebiz'İ[51]İçmeyi yasakla-miş;sonra da "Ben sizin kurban etlerini üç günden fazla saklamanızı yasaklamıştım .Sonra anladım ki,İnsanlar bunu misafirlerine takdim ediyorlar ve o anda mevcut olmayanlar için sakhyorlar.Binae-naleyh artık yiyiniz ve dilediğiniz kadar saklayınız. Sizi kabir ziyaretinden de nehyetmiştim.Şİm-di artık kabirleri ziyaret edebilirsiniz.(Fakat feryâd-u figân ederek) haddi aşmayın!...Çünkü kabir ziyaretinin kapleri incelttiğini (yumuşattığı) gördüm ve fikrimi değiştirdim. [52] Sizi (İçki saklamaya mahsus) kaplardaki nebizl içmekten neh-y etmiş tim. Artık içiniz, fakat sarhoş eden şeyleri içmeyiniz!.. [53]
EBÜ MUHAMMED:Muhammed b.Hâlid b. Hıdâş'ın rivayet ettiği şu hadis,bu hususu daha iyi açıklamaktadır:
Bana Muhammed b.Hâlid b.Hidâş tahdis et-ti.Bana Müslim b.Kuteybe tahdis etti (ve) dedi:
Yûnus ,Mudrik b.Umâra'dan (R.A) bize haber verdi (ve) dedi ki:"RasûlulIah (S.A.V) Ansârdan birinin bahçesine girdi.Yanmda nakîr [54]içersinde nebiz bulunan bir adam gördü ve:"DÖk onu! " buyurdu.
Adam :"(Son olarak) onu içmeme müsaade etmez misin? Sonra bir daha içmem! " dedi.
Rasûlullah :"Onu (son olarak) iç.Fakat (bundan sonra) bir daha İçme![55] buyurdu.
İşte bütün bunlar Allah'ın, Rasûllahın birşeyi menetmesini ve menettikten sonra,dilediği kimse için müsaade etmesini ona mubah kıldığını sana gösterir.
Eğer bu hususlarda,bu şekilde haraket etmesi
caiz olmasaydı,"Kelâle[56] hakkında sorulduğu zaman tevakkuf ettiği gibi o hususlarda da tevakkuf ederdi.Kelâleden sorana:"Bana bildirilen budur .Bana daha fazla bîrşey bildirilinceye kadar sana bundan fazla birşey söyleyecek değilim!" [57] demiştir.
Yine bunun gibi,kocası ile anlaşamayan bir kadın gelip,zıhar'dan sorduğu zaman tevakkuf etmiş ve ona bir cevap vermeyerek. :"Bu hususta Allah.hükmünü verecektir[58] demiştir.
Ona (S.A.V);İhramh olan ve üzerinde yünden bir cübbe ve koku eseri olan biri geldi.(Durumu hakkında) ondan fetva istedi.Rasûlullah ona ce vab vermedi.Elbisesine büründü ve kendisinden erkek devenin hırıltısına benzer bir hırıltı duyuldu. [59] Sonra kendine geldi ve adama cevab ver. [60]
Üçüncü tür Sünnet:Bize ,edep maksadıyla sünnet kıldığı şeydir.Eğer bu sünneti işlersek,bundan dolaya sevab kazanmış oluruz.Yok eğer terk edersek, -inşaallah - bize herhangi bir günah yoktur.
Sarığın çene altından bağlanmasını emretmesi ve pislik yiyen hayvanın etini yemekten [61]ve hacamat (kan almajdan elde edilen kazançtan [62]nehyetmesi gibi.
Allah (C.C):"De ki :"Bana vahyolunanlar içinde bir kimsenin yiyeceği arasında,dediğiniz gibi haram edilmiş birşey bulmuyorum. Ya İniz haram olarak şunlar var:Leş,yahut akmış kan,yahut domuz e ti,ki o şüphesiz bir pisliktir. Yahut Allah'tan başkasının adına bir fısk olarak boğazlanan."(6.el-En'âm:145) buyurduğu halde;ehli eşeklerin [63]azi dişli bütün yırtıcı hayvanların ve pençeli kuşların [64]etlerini haram kılması da böyledir.
RasûlulIah,"Bu sûre indiği zaman,zikredilenlerden daha fazla,haram kılınacak birşey bulamıyorum?"demek istemiştir.Sonra Mâide sûresi nazil olmuş ve bu sûrede; henüz canlı iken yetişip kesmedi-ğimiz;boğulmuş (sert bir cisimle) vurulmuş ,(yüksek bir yerden) yuvarlanmış,başka bir hayvan tarafından boynuzlanmış «yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanmış hayvanlar haram kılınmıştır. [65]
Allah , Kur'an ile bize haram kıldıklarını (bu su retle arttırmıştır.Yine bu hususta, Rasûlullanin dilinden, yırtıcı vahşî hayvan ve yırtıcı kuşları ,ehli e-şeklerin etlerini haram kılmıştır.
Allah ,(C.C) "Kâfirlerin size bir fenahk yapmasından korkarsanız dört rekâtlı namazları kısalt manızda üzerinize bir günah yoktur."(4.en-Nisa: 101) buyurmasına rağmen,ernniyyette olunduğu zamanda namazı kısaltmak hususunda da aynı şeyi söyleriz:
Allah (C.C),korku bulunduğu zaman namazı kısaltmamızda üzerimize bir günah olmadığını bize bildirmiştir. [66]
"...yüzünüzü ve ellerinizi yıkayın,başınızı mesnedin ve ayaklanızı da yıkayın "(5.el-Mâide:6) âyetine rağmen mestlere meshedilmesi de [67]böyledir.
İsa b.Yûnus el-Evzâîden, ,o da Yahya b.ebî Kesîr'den ( -129) [68]rivayet etti ki o, şöyle demiştir: "Sünnet, Kur'an üzerinde hüküm vericidir.Kur'an ise sünnet üzerinde hüküm verici değildir." [69]Yani demek istiyor ki:Sürmet Kur'an'ı açıklayıcıdır.Al-Iah'ın Kur'an'da ne murad ettiğini (sünnet) haber verir. [70]
IDDIÂ:Mâlik-SafVân b.Süleym -Atâ b. Yesâr Ebû Saîd el-Hudrî isnadıyla.Rasûlullahın (S.A.V):"Cuma günü gusletmek,âkil ve baliğ olan herkese vaciptir. [71] buyurduğunu rivayet ettiniz.
Sonra Hemmân -Katâde-el-Hasen (el-Basrî) -Semûre (b.Cundeb) isnadıyla rivayet ettiniz ki (Se-mure) şöyle demiştir:"Rasûlullah (S.A.V) "Kim Cuma günü abdest alırsa iyi ve güzeldir.Fakat kim gusleder (boy abdesti alır) sa ,o daha iyidir.[72] buyurdu.
Bu hadis birincisine aykırıdır.
CEVAB Biz deriz ki:Rasûlullah,"Cuma günü gusletmek,âkil ve baliğ olan herkese vaciptir." sözü ile onun farz olduğunu kasdetmemiştir.Kirlerden temizlenmiş, kötü kokulan izale edilmiş bir şekilde camiye gelmeleri için;faziletini sevabını kazanmak isteyenlere bayram namazları için gusletmek [73] vacip olduğu gibi; bu da Rasûlullahın aynı şekilde vacip kıldığı birşeydir.....
Rasûlullah ayrıca;koku sürünmeyi [74] elbiseleri temizlemeyi,İş elbiselerinin dışında Cu-ma'ya mahsusu elbise giyinmeyi de emretmiştir[75]
Bütün bunların hepsi; Rasûlullahın tercih ettiği ve farz olarak değil de fazilet cihetinden vacip kıldığı şeylerdir.Sonra Rasûlullah.insanların içersinde hasta ve meşguliyeti olanların bulunabileceğini.bir memlekette gusledüemeyecek kadar şiddetli soğuk olabileceğini ve ancak zor şartlar altında gusledilebileceğini düşünerek: "Kim abdest alırsa iyi ve güzel-ir.Yani caizdir." buyurmuş,sonra bunu müteakib.yapabilen için gusletmenin daha iyi ve faziletli olduğunu açıklamıştır.
Üç günden fazla,kurban etlerinin saklanmasını yasaklaması ve sonra: "Sonra anladım ki insanlar inisafırlerine takdim ediyorlar ve o an mevcud olma-yanlan için saklıyorlar.Binaenaleyh artık yiyin ve dilediğiniz kadar (et) saklayın." demesi,
Kabir ziyaretinden nehyetmesi ve sonra da :"Çünkü kabir ziyaretinin kalpleri yumuşattığını gördüm ve iıkrimi değiştirdim. Şimdi artık kabirleri ziyaret edin, (Fakat feryad-u figân ederek) haddi aşmayın..." buyurması da böyledir. [76]
IDDİÂ :İbnu Lehî'a'dan.o ,Mişrah b. Âhân'dan,o da Ukbe b.Amir'den;onun Rasûlullahı "Eğer Kuran deri içine konsa .sonra ateşe atılsa yanmaz.[77]derken işittiğini rivayet ettiniz...
Bu,asılsız olduğundan şüphe etmediğimiz bir hadistir.Çünkü biz mushaflann yandığını, diğer eşyalara ve kitaplara ânz olan şeylerin onlara da arız olduğunu görüyoruz.
CEVAP:Biz deriz ki:Bu hadisin;onların unuttukları ve bilemedikleri bir tevili (yorumu) vardır.Ben inşâallah
Bana Yezîd b.Amr tahdis etti (ve) dedi:el-As-î'ye (122-213) [78]bu hadisi sordum.Bana:'Yani eğer Kur'an insanın içine konsa (insan onu ezberlese) sonra bu insan ateşe aülsa,yanmaz." dedi.
el-Asmafnin kasdettiği şudur:Allah,müsIü-manlardan kime Kur'an'ı öğretir ve ezberlettirirse; günahlarından dolayı içine atılsa bile,Kıyamet günü ateş onu yakmaz." [79]
de:"Kur'an'ı ezberleyiniz.Veya Kur'an'ı okuyunuz.Bu mushaflara aldanfıp ta ezberlememezlik etjmeyi-niz. Çünkü Allah Kur'an'ı ezberlemiş olan bir kalbe ateş ile azab etmez." demiştir.
Ebû Uraâme (yukarıdaki sözü ile) insanın cismini, deri(el-ihâb) gibi.Kur'an için kılıf yapmıştır.el-İhâb dibağatlanmamış deridir.
Eğer el-ihâb 'in " dibağatlanmış deri" olması caiz olsaydı;onu cisimden kinaye olarak zikretmesi caiz olmazdı.
Bunun benzeri,Âişe'nin (R.A) bir konuşma yaptığı ve babasınfm mürtedleri öldürmesin) den bahsettiği zaman-Başları omuzlara düşürdü,kanlan da derilerin (=uhub) içinde topladı." sözüdür.Hz.Âişe'nin derilerden kasdı,cesedlerdir.
Bu hadisin tevili (yorumu) hususunda başka bir görüş daha vardır.Bazısı demiştir ki:"Bu,Hz.Peygam ber'in(S.A.V) devrinde idi.Bu (deri içindeki Kur'an'm yanmaması) onun peygamberliğine alâmet ve Kur'an'ın Allah'ın kelâmı olduğuna.omın katından nazil olduğuna delil idi.Allah bu hususu bir vakitler müşrikler Kur'an'a hakaret ettikleri zaman bu mucize ile açıklamıştır.Hz.Peygamberden sonra ise.bu mucize ortadan kalkmıştır.
Aynı bunun gibi, peygamberlerin kendi zamanlarında mucizeler meydana gelir.Ölü dirlUr;kurt konuşur[80]eve şikâyette bulunur[81]kabir.içindeki ölüyü dışarı fırlatir[82]Fakat peygamberlerden sonra bunlar ortadan kalkar.yok olur.'
Bu husustaki diğer bir görüş de:"...yanmaz" sözünün deriye değil,Kuran'a aid olmasıdır.
Yani:Eğer Kur'an bir deriye yazılsa,sonra ateşe atılsa;yanan şey deri ve mürekkebtir.Kur'an de-ğiI.Sanki Allah (Azze ve Celle) Kur'an'ı deriden kaldırıp yükseltmekte ve onu ateşten korumaktadır.Biz kelâmcılann:"Mushafta olan Kur'an'a delâlet eden (mânâlâr)dır.yoksa kendisi değil" dedikleri gibi;Kur'an'm mushailarda mecazi olarak bulunduğuna değü.hakikaten bulunduğuna şüphesiz inanırız.
Zira Allah tabâreke ve taâlâ da: "Muhakkak ki o Levh-i mahfuzda saklı bir Kuran-ı Kerîm'dir.Ona tertemiz olanlardan başkası el süremez."(56. el-Vâkıa:77-79) buyurmuş;
Rasûlullah da "Düşman topraklarına yanınızda Kur'an varken girmeyin. [83] buyururken mus hafi kasdetmiştir. [84]
RasûIullahm:1(Sıla-i rahim (akraba ziyareti) ömrü arttınr[85]buyurduğunu rivayet et ™^.Halbuki Allah (CC):"...ecelIeri gelince bir an geri kalmazlar ve öne de geçmezler.t((7.el-A'raf: 34) buyurmaktadır.
Sıla-i rahlm,ne geri kalacak ne de ileri geçecek olan bir eceli nasıl uzatabilir?
CEVAP:Biz deriz ki:Ömrün artması iki mânaya gelir.
Birisi:Zenginlik,refah,rızık bolluğu,vücud sıhhatidir. Nitekim "Fakirlik en büyük ölümdür" denil-miştir.Bir hadiste şöyle denmiştir : Allah (C.C) Musa'ya (A.S) ,onun düşmanını öldüreceğini bildirir.Sonra Mûsâ (A.S) düşmanının (ölmeyip) hurma yapraklan ile birşeyler ördüğünü görür ve:'Yâ Rabbi! Bana,onu öldüreceğini vadetmiştin?" der.Allah (C.C) da:(Vadettiğimi) yaptım.Onu fakirleştirdim." der... .
Şâir de şöyle demiştir:
"Ölüp de rahata kavuşan,ölü değildir. Ölü ancak,dirilerin ölüşüdür."
Yani, dirilerin ölüsü ilejakiri kasdediyor.
Fakirliğe.ölüm denmesi ve hayattan azalma ola rak kabul edilmesi caiz olunca;zenginliğe de hayat ismi verilmesi ve ömrün artması olarak kabul edilmesi caiz olur.
Hadisin başka bir mânası da şudunAllah kulunun ömrünü,kendi nezdinde yüz sene olarak yazar.Fakat onun bünyesini ,terkîbini,şeklini seksen senelik bir ömre göre takdir eder.Bu kimscakrabalarını ziyaret ederse, o terkibi ve bünyeyi arttırır.Adam seksen sene yaşar.buna ilâveten yirmi sene daha yaşar, ve yüz seneye ulaşır.îşte bu yüz sene,arük ne ileri ne de geri bırakılmayan eceldir. [86]
İDDİÂ:Allah (C.C):"Biz bir şeyi dilediğimiz za-man.ona sözümüz sadece "Ol!" dememtzdino da hemen oluverir.M(16.en-Nahl: 40) buyurduğu ve insanlar "Allah'ın takdirini geri çevirecek hiçbir şey ol-
madığına ve O'nun hükmünü değiştirecek,iptal edecek birşeyin bulunmadığına" icma ettikleri halde siz.sadakanın kaçınılmaz kazayı (=kaderi) defedeceğini rivayet ediyorsunuz.
CEVAB:Bunun tevili (yorumu) için deriz ki:Kişi günahları dolayısıyla,kendisine bir ceza takdir edilmesine müstehak olur.Ne zaman sadaka verirse, müstehak olduğu cezayı kendisinden uzaklaştırmış olur.
Nitekim, "Gizlice (gösteriş yapmadan) verilen sadaka Rabbin gazabını (öfkesini) söndürür.[87] hadisi de bu hususu ispat etmektedir.
Görmüyor musun,Allah (C.C) bir kimseye gazablandığı zaman ,o kimse kendisini O'nun azabına »maruz bırakmış olur. Kişi bu sadakasıyla bu gazabı ortadan kaldırınca,azabı da ortadan kaldırmış olur.Bu,şuna benzer:
Ben bir adama karşı büyük bir suç işledim BUH: 78/12. Bundan dolayı onun belâsından ve hemen bana karşılık vermesinden korktum ve ona bir hediye verdim ve bu suretle ona mâni oldum,ve dedim ki:"Hediye.hakkedilmiş bir cezayı defeder (uzaklaştırır). [88]
İDDİÂ:"Başınıza öyle imamlar (idareciler) gelecek ki;onlara itaat ettiğiniz takdirde azmiş yan ettiğiniz takdirde İse sapıtmış olacaksınız.[89]hadisini rivayet ettiniz.
Bu.aklen mümkün değildir.Nasıl olur da ona is yan etmekle sapıtmış.ve ona itaat etmekle de azmış olurlar?!
CEVAB:Biz deriz ki:Bu hadiste.tevil edildikten sonra herhangi bir çelişki mevzuubahis değildir.Görüldüğü kadarıyla hadisin mânası şudur: Onlar eğer,Allah'a karşı isyankâr lığı, halka zulmetmeyi, ve haksız yere kan dökmeyi emredenlere itaat ederlerse,itaat edenler azıp sapıtmış olurlar.Eğer-Haricîlerin yaptığı gibi onlara isyan edilir ve onlara başkaldınlır
da müslümanlar arasında ihtilâfa sebep olunursa,bu isyan edenler doğru yoldan sapmış olurlar.
Yani hadis,şu mânaya gelir:"Ne onların dedikleri yapılır.ne de onlara isyan edilir."
Yine Rasûlullahın.onlann kürsülerden iyiyi emretmelerini ,eğer buna isyan edilirse isyan edenlerin doğru yoldan sapmış olacağını;veya onlarm,bu makamın (kürsülerin) dışında,kötülüğü emretmelerini ve buna itaat edilirse.itaat edenlerin azmış ve sapıtmış olacağını kasdetmiş olması da mümkündür. [90]
İDDİÂ:Siz, Rasûlullahın:"Kıyamet günü Rabbinizi.ondördünde ay'ı gördüğünüz gibi göreceksiniz. Onu görmek için İzdihama mâruz kalmayacaksınız.[91]dediğini rivayet ettiniz. Halbuki Allah (C.C) '."Hiçbir göz onu ihata ve idrak edemez.Fakat O, bütün gözleri İhata eder." (6.el-En'am:alO3) ve "Onun misli gibi (O'na benzer) hiçbir şey yoktur." (42,Şûrâ,l 1) buyurmaktadır.
Aklen,Hâhk'ın hangi sıfatla olursa olsun mahlûka enzemesi caiz değüdir.Mûsâ (A.S) da:"Rabbim, kendini bana göster,sana bakayım (dediğinde) Allah:"-Beni hiçbir zaman göremezsin ,."(7.el-A'râ'f:143) demişür,
Eğer bu hadis sahih ise,o takdirde Allah'ın (C.C) da:"Rabbinin kudretine bakmazmısın,gölgeyi nasıl yayıyor!?"(25.el-Furkân:45) ve "Görmez misin ki Allah herşeye gücü yetendir.[92] buyurduğu gibi;hadisteki görmek,bümek mânasına gelir.
CEVAB:Biz deriz ki:Hiç şüphe yok ki bu hadis sahihtir.Bu hadis,sika (güvenilir) râvilerden,çeşitli tarîk (isnad)lardan rivayet edildiği için,bu gibi hadislerin yalan olması iriıimkün değildir.Eğer bu gibi hadislerin yalan olması mümkün olsaydı;teşehhüd gibi, deve sığır ve koyunun zekâtı[93],mallann ve paraların zekâtı gibi; boşama .köle azad etme ve buna benzer,ancak hadislerle bilebildiğimiz ve ;bu hususta Kur'an'da hiçbir açıklama bulunmayan ve amel etmekte olduğumuz dini hususların da asılsız ve hükümsüz olması gerekirdi.
"Hiçbir göz onu ihata ve idrak edemez.Fakat O,bütün gözleri ihata eder." ve Mûsâ'nın,"Rabbim kendini bana göster,sana bakayım (dediğinde)Allah:"-Beni hiçbir zaman göremezsin.?"sözüne gelin-ce,bu Rasûlullahın "Kıyamet günü Rabbinizi göreceksiniz." sözü ile tezad teşkil etmez.Çünkü Allah (C.C) "...hiçbir göz onu ihata ve idrak edemez." sözü ile,gözlerin O'nu bu dünyâda göremiyeceğini kasdet miştir.Mûsâ'ya (A.S) "...Beni hiçbir zaman göremezsin." demekle de bu dünyada göremiyeceğini kasdet-mişür.Çünkü Allah (C.C) dünyada kendisini bütün yarattıklarından perdelemiştir.Onlara hesap günü ,ceza ve kısas günü tecellî edecektir. O zaman mü'minler,ondördünde ay'ı gördükleri gibi O'nu göreceklerdir. Ondördünd eki Ay(ı görme) hususunda nasıl ihtilaf etmiyorlarsa ,0'nun (görülmesi) hususunda da ihtilâfa düşmeyeceklerdir.
Burada ay'ın bütün halleriyle -onun dönme-si,haraketi, büyüklüğü ve şekli -benzetme yapılmamıştır. Buradaki teşbih (benzetme) sadece; ondör-dünde ay'a baktığımız gibi O'nu göreceğimiz ve dolunay halideki ayı görme konusunda ihtilâf etmediğimiz gibi O'nu görme konusunda da ihtilâfa düşmeyeceğimiz noktasından yapılmıştır.
Araplar birşeyin meşhur ve gayet açık olduğunu ifade etmek için ay'ı örnek verirler ve:"Bu güneşten daha aşikâr, sabah aydınlığından daha açık ve ay'dan daha meşhurdur." derler.
Zu'r-Rumme [94] de şöyle der: "Gerçekten öyle parladın ki.hiçkimseye gizli değilsin.
Ancak ay'dan haberi olmayan bir kimseye gizlisin."
Hadisteki, "O'nu görmek için izdihama mâruz kalmayacaksınız, "sözü de dediğimizin diğer bir deliü-dir.Zira izdiham aybaşında,hilâli ararken olur.O zaman insanlar toplanırlar ve birisi:"İşte hilâl.işte hilâl der.Diğeri de "Hilâl değil o" der .Halbuki kamer-de(hilal safhasından sonraki ayda) böyle ihtilâf edilmez.herkes onu bulunduğu yerden görebilir ve onu görmek için birbirlerini sıkıştırmasına ve izdihama lüzum kalmaz.
Rasûlullahın hadisi (bu mevzuda) Kur'an üzerine hâkim ve onu açıklayıcıdır.
Allah (C.C),"....hiçbir göz onu ihata edemez." buyurduğunda,Rasûlullahdan da,"Kıyamet günü Rab-binizi göreceksiniz." dediği sahih bir haberle gelirse;anlayış akıl ve temyiz gücüne sahip bir kimse-ye,bunun (Allah'ı görmenin),(dünyadakinden) farklı bir zamanda olduğu gizli kalmaz.
Mûsâ'nın/'Rabbim kendini bana göster.sana bakayım." sözü,Allah'ın kıyamette görüleceğine en açık bir şekilde delâlet etmektedir.Eğer Allah,hangi halde olursa olsun asla görülemiyecek olsa ve O'na bakılması mümkün olmasaydı, onların (akılcıların) bildikleri (Allah'ın) bir sıfatmı.Mûsâ (A.S) bileme-miş,bu sıfat ona gizli kalmış olurdu.
Kıyamet günü Allah'ın gözle görüleceğini söyleyen bir kimse,onlara göre Allah'ı bir sınırla sınırlamış olur.Ve kimin nazarında Allah sınırlı ise.o kimse Allah'ı yaratılanlara benzetmiş ve kim de Allah'ı yaratılmışlara benzetmişse, hiç şüphesiz kâfir olmuş olur?[95]
Peki o halde ,"Rabbim kendini bana göster,sana bakayım." dediği vakitte.Mûsâ 'nın;Allah'ın kendisine vahyettiğini ve ağaçtan kendisine konuştuğunu açıklamasına ne diyecekler?!Mûsâ 'nın Allah'ı (yaratılan) birşeye benzettiğine ve Allah'ı sınırladığına mı hükmedecekler?
HayırîAllah'a andolsun ki Mûsâ (A.S) Onlann düşündüğü şekilde olsaydı-bu dereGe cahil olamazdı!..
Mûsâ (A.S) Allah'ın kıyamet günü görüleceğini biliyordu.Fakat o.Kıyamet günü Allah'ın Peygamberlerine ve velîlerine vereceği şeyi,Allah'm kendisine dünyada vermesini istemiş,Allah (C.C)da,dünyayı kasdederek 'Beni hiçbir zaman göremezsin.Fakat şu dağa bak.Eğer o yerinde durursa, s en de beni görürsün." (7.el-A'raf: 143) demiştir.
Allah (C.C) ona.dağın kendisinin tecellisine da-yanamıyarak toz olacağını,eğer dağlar buna dayanmaktan âciz ve zayıf kalırsa ,Adem oğlunun Kıyamet günü Allah'ın,kendilerinin görme kudretlerini kuvvetlendirmesine ve dünya da mevcud olan perdeyi onların gözünden kaldırmasına muhtaç olacak kadar zayıf olmağa en lâyık olduklarını bildirmiştir.
Tecelli,zuhur etme,ortaya çıkma demektir.Bu mâna kasdedilerek,"celevtul-arûsa= gelinin duvağını kaldırdım" denir.Keza kılıç ve aynayı paslarından ortaya çıkarınca da "celevtu'l-mir'âte ve's-seyfe=kılıcı ve aynayı pasından temizleyip ortaya çıkardım." denilir.
"Kıyamet günü Rabbinizi göreceksiniz..." sözündeki ru"yet (=görme)-Allah'ın "Görmez misin ki Allah herşeye gücü yetendir.[96]Yanl: Bilmez misin ki..?"-dediği gibi.bilmek manasınadır."demelerine gelince,bu muhaldir.Çünkü biz Allah'ı dünyada da biliyoruz.Dünyada da,Kıyamet gününde de vaziyet aynı olduktan sonra bu haberi vermenin ne faydası var?!
İncil'de okudum kijsâ (A.S) vahyi açıklamağa başladığı zaman şöyle demiştir:"Merhamet edenlere saadetler ve müjdeler (olsun).Rahmet de onlann üze-rinedir.Kalpleri İhlaslı olanlara saadet ve müjdeler olsun. Çünkü Rablerini göreceklerdir." [97]
Allah tabârake ve taâlâ da:"Nice yüzler vardır ki,o gün (kıyamette) güzelliği İle parıldar.(O yüzler) Rablerine bakarlar."(75.el-Kıyâme:22,23)bu-yurmaktadır.
Allah (C.C) öfkelendiği bir kavim hakkında ise:"Hayir, muhakkak ki onlar,kıyamet günü Rab-lerinden perdelen mislerdir. Sonra onlar muhakkak ateşe gireceklerdir. "(23. el-Mutaffifîn: 15,16)buyurmuştur.Bu sözlerde »parlayan ve Rablerine bakan yüzlerin-diğer yüzler perdelendiği vakitte-perdelenmeyen yüzler olduğuna delil yok mudur?!
Eğer bize:"Bu "bakma"riın ve "bakılan şey"in mahiyeti nedir?" derlerse,biz deriz ki: "Biz Allanın sıfatlan hakkında ancak Rasûlullahın (S.A.V) vardığı noktaya kadar varabiliriz.Rasûlullahtan sahih olarak sabit olan şeyleri reddetmeyiz.Çünkü o.bizim mantığımıza ve tasavvurumuza sığınmaz.Bilakis biz keyfiyetinden bahsetmeksizin bir şekil Üe sınırla maksızın ve bize gelen (bildirilenlerle bize gelmeyenleri kıyaslamaksızm bunlara iman eder,ve bu husustaki söz ve inanç (imiz) m kıyamet günü inşallah kurtuluş yolu ve bütün nefsâni arzulardan (veya: sapık inançlardan) kurtulmamiz(a vesile) olmasını ümid ederiz. [98]
İDDİÂ:Siz;mü'minin kalbinin Allah'ın parmaklarından iki parmağı arasında olduğunu [99]rivayet ettiniz.
Eğer siz,parmaklardan,nimetleri kasdediyorsa-nız,-hadis sahihtir. bu da bir izah şeklidir.Yok eğer »hakikaten parmaklan kasdediyorsanız,bu muhaldir.Çünkü Allah,uzuvlarla vasıflandırılamaz ve mâhlûkâta (yaratılmışlara) da benzetilemez.
Arapların: "Fulanın kendi malı üzerinde ne güzel parmağı var." sözüne bakarak,hadiste geçen "parmaklar"! nimet ve iyilik olarak tevil etme cihetine gittiler .Bu söz İle araplar adamın tesir ve iyiliğini kasde-derler.Nitekim çoban da devesini anlatırken şöyle demiştir.
"Zayıf bacaklı ve fırtlak damarlıdır. İnsanların kıtlığa uğradığı zamanda onun üzerinde deve çobanının parmağını görürsün" .Yani deve üzerinde çobanın ihtimamının izini (iyiliğini,nimetini) görürsün .demektir.
CEVAP:Biz deriz ki:Şüphesiz bu hadis sahihtir. "Parmak" in tevili hususunda onların kabul ettikleri anlayış hadise uymamaktadır. Çünkü"Rasûlul-lah dua ederken:"Ey kalpleri (halden hale) çeviren.kalbimi dîn'in üzre sabit kıl." demiştir.Bunun üzerine hanımlarından biri:"Sen de Yâ RasûlulIah-nefsinden korkuyormusun?" demiş,Rasûlullah da cevaben:"Müminin kalbi.Allahın (C.C) parmaklarından iki parmağı arasındadır." buyurmuştur.
Eğer kalb onlara göre.Allahın nimetlerinden iki nimet arasında ise,o kalb bu iki nimetle korunmuş demektir. O halde niçin Rasûlullah,Allahın kendisini
sabit kılması İçin dua etmiş ve niçin kendisine, "Sen de nefsinden korkuyormusun?" diyen hanımına.onun sözünü te'yid eden bir cevab vermiştir.Hal-buki.eğer kalp iki nimet ile korunmuş ise.korkmama-sı gerekirdi.
Eğer bize: "Buradaki parmak size göre ne demektir?" derse,biz deriz ki:O (parmak),başka bir hadisteki/Yeryüzünü parmağınm-veya iki parmağının üzerinde taşır.[100] hadisine benzer.
Buradaki parmağın ,nimet manasına gelmesi caiz değildir.
Keza Cenab-ı Hakkın, "O kafirler AÜahı gereği gibi takdir edemediler. Halbuki kıyamet günü yer küresi tamamen O'nun avucundandır.Gökler de elinde dürülmüşîerdir."(39.ez-Zumer:67) âyetine benzer.Buradaki el ve avuc'un (= kabza) da nimet manasına olması caiz değildir.
Biz,Allahın parmağının bizim parmaklanınız gibi.elinin bizim elimiz gibi.avucunun da bizim avcumuz gibi olduğunu söylemiyoruz. Çünkü Allanın hiçbir şeyi .bizim hiçbir şeyimize benzemez. [101]
İDDİÂ.-"Allahın her iki eli de sağ (el) dir." hadisini rivayet ettiniz.Eğer "iki el" ile iki uzvu kasdediyor-sanız bu muhaldir.Iki el'in .ikisinin de sağ olmasını akıl nasıl kabul edebilir?
CEVAB:Biz deriz ki:Bu hadis sahihtir ve manası muhal (akıl dışı) değildir.Rasûlullah bununla sadece
tamlık ve mükemmelliği kasdetmiştir.Çünkü herşe-yin solu;kuwet,güç,ve tamlık bakımından sağdan: noksandır.
Araplar her işe sağdan başlamayı sever,soldaı başlamaktan hoşlanmazlardı.Çünkü sağda,tam-lık.solda da noksanlık vardır.Bu sebeple arap-l lar,"uğur(=el-yumn ) ve uğursuzluk (=eş-Şu'm)u ka-j bul etmişlerdir.Uğur (=yumn),sağ el.'den (=el-yedu'l-[ yumnâ),uğursuzluk (=şu'm) da sol el'den,el-yedu'ş-| şu'mâ,yani (=el-yedu'l-yusrâ) dandır.Bu,açik biı izahtır.
Rasûlullah'ın,"iki el ile birden ihsanda bulunma" yi kasdetmiş olması da caizdir.Çünkü sağ el veren eldir.Ellerin ikisi de "sağ" olursa.ihsan da ikisi ile birlikte olur.
Başka bir hadiste Rasûlullahın:"Allahm sağ eli (gece gündüz) nimet ve ihsan akıtıcıdır.Onu hiçbir
şey tüketmez.[102]buyurduğu rivayet edilmiştir...Yani:îhsan ve bağışlarını akıtır, döker. Onu hiçbir şey azaltmaz,demektir. el-Merrâr[103] da:
"Akîl'in[104] kuyusunun başında.iki eli de sağ olan bir genç duruyor." dediği zaman,bu manayı kasdetmiştir. [105]
IDDIÂ:Rabbİniz,sizin yana yakıla inlemenize.ümidsizliğe düşmenize ve kendisinin,sizin duanıza süratle icabet etmesine hayret eder (şaşar) [106]buyurduğunu ve yine "...şuna güldüğünü [107]rivayet ettiniz.
Halbuki;ancak birşeyi önceden bilmeyen kim-se,sonradan öğrenince şaşar, hayret; eder ve güler.
CEVAB:Biz deriz ki:"Hayret etmek" ve "gül-mek"onlann zannettikleri gibi değildir. Onun mânası sadece şudur:"Şu,şu O'nun (C.C} nazannda şaşılacak ve gülünecek birşey durumundadır." demektir. Çünkü gülen kimse ancak , kendisini şaşırtan birşeye güler.Bu sebeple Rasûlullah (S.A.V) kendisine misafir gelen ve kendi yiyeceğinden fazla olarak misafire, yetecek kadar yemeği olmayan.bunun üzerine misafirin yemesi için lâmbayı söndürmesini hanımına emreden-halbuki misafir,ev sahibinin yemediğini (karanlıktan dolayı) farketmemektedir-Ansârdan bir zata:"Gerçekten Rabbiniz.dün ikinizin yaptığına şaşmıştır. [108] buyurmuştur.Yani:'Taptığınız (iyilik)O'nun (C.C) katında "insanla nn hayret ettikleri birşey" durumunda olmuştur." demektir.
Allahu taâlâ Peygamberine:"Ey Rasûlüm eğer (kâfirlerin seni yalanlamalarına) şaşıyorsan »asıl şu sözleri şaşılacak şeydir:..."(13,er-Ra'd:5)buyur-muştur.Bu sözle Allah (C.C) "Benim katımda şaşılacak bir şeydir." demek istememiş;sadece kâfirlerin sözünün.o sözü işiten kimsenin nazannda şaşılacak birşey olduğunu kasdetmiştir. [109]
IDDİÂ:Rasûlullahın, "Rüzgâra sövmeyî-niz, çünkü o Rahman'm nefesindendir.[110] buyurduğunu rivayet etüniz.Öyleyse sizin nazarınızda rüzgârın yaratılmamış olması icabeder. Çünkü Rahman'dan (C.C) olan birşey,mahlûk (yaratılmış) olamaz.
CEVAB:Biz deriz ki:Rasülulîah nefes ile.onlann nefes denince anladıkları şeyi kasdetmemiş; ancak rüzgârın, Rahman'ın verdiği ferahlık ve rahatlık olduğunu kasdetmiştir.
Nitekim,"Ey Allahım, (uğradığım) eziyetten beni kurtar,ferahlık ver." denilir (Yani ferahlık ver.mana-sına .nefes ile aynı kökten gelen bir fiil "neffis anni=beni ferahlat" fiili kullanılmıştır.)
Yine Allah (C.C) Ahzâb (savaşı) günü Rasûlünü rüzgar ile rahaÜatmış,ferahlatmıştır.Allahu Taâlâ bu hususta.:"....biz onların üzerine bir rüzgâr ve görmediğiniz (meleklerden ibaret) ordular salıvermiştik."(33.el-Ahzâb:9) buyurmuştur.
"Ben.Rabbinizin nefesini Yemen tarafından duyuyorum (hissediyorum) [111]hadisi de aynı şekildedir.
EBÛ MUHAMMED:Bu, bir çeşit kinayedir.Çünkü bunun manası şudur:Rasûlulîah (bu sözü ile şöyle demiş gibidir):"Ben Mekkelilerden dolayı sıkıntı keder ve üzüntü içindeydim,Allah beni Ansâr ile ferahlandırdı: [112]
Yani Rasûlullah ferahlığa,Ansâr vasıtasıyla kavuşmuştur nsâr ise (aslen) Yemenlidir.
İşte Ansâr nasıl Allah'ın (verdiği) ferahlığı ise rüzgar da Allah'ın verdiği ferahlık ve rahatlıktır.
EBÛ MUHAMMED:Ben bu hususu "Ğarîbu'l-Hadîs" kitabımda daha geniş bir şekilde açıkladım.Bu kitabın, onların hücum ettikleri ilim konusunda kapsamlı bir eser olması için, bu açıklamaları burada (tekrar) zikretmeye lüzum gördüm. [113]
İDDİÂ:Rasûlullahın;kızınm iki oğlundan birisi için "Vallahi siz (çocuklar) yokmusunuz ya,sizler insanı korkak ve cimri edersiniz! Vallahi sizler Allah'ın (yarattığı) çiçeklerden birer çiçeksiniz.[114] Ve Allah attığı son adımını "Vecc" e atmıştır[115] dediğini rivayet ettiniz.
CEVAB:Biz deriz ki: Bu hadisin bazı akılcılar (=ehl-i nazar) ve hadisçier taraündan kabul edilen güzel bir açıklaması vardır.
Onlar dediler ki:Allah'ın müşrikleri hezimete uğrattığı en son yer Tâif dir.Rasûlullahın en son çıktığı sefer "Vecc" e yaptığı seferdir. "Vecc" Tâif den önce bir vâdinin ismidir.
Sufyân b.Uyeyne ( -198) [116] de bu görüşü kabul ederdi.(Süfyân şöyle) demiştir:Bu,Rasûlullahın dua ederken:"Ey Allah'ım Mudar üzerine baskını arttır ve onların üzerine Yûsuf un (A.S) (kıtlık) seneleri gibi seneler gönder." demesi gibidir.[117]Bu dua üzerine yedi sene ardarda kıtlığa uğradılar.Hattâ öyle ki,yeni doğmuş kuzu ve oğlakların derileri ve kemiklerini bile yediler.
Sen,"Sultanın,tebaası üzerindeki adımı ağırlaştı (=baskısı arttı) onlara.ayakları bağlı birine ayakla bastığı gibi ayağını basıyor(=baskı ve zulüm yapıyor.) " dersin.
Şâir (Zuheyr) de şöyle demiştir.
"Kin ve öfke üçayakları bağlı olan birini veya bir yere kımıldayamayıp ezilen otu çiğnediğin gibi bizi çiğnedin[118]
Ayakları bağlanan bir kimseye yapılan baskı, baskıların en ağındır. Çünkü o, bukağı içinde yürür ve yürürken iki ayağını birden yere basmak mecburiyetinde kalır.
Şiirdeki el-herm;zayıf bir ottur,birisi üzerine bastığı zaman kırılıp ezilir.
Bu görüş (açıklama) beğenilmemekten uzak, akla yakın bir görüştür.
Şu kadar ki ben,Rasûlullahın kasdettiği şeyin kesinlikle bu olduğuna kani d eğilim. Çünkü ben,sa-hih İncil'de okudum ki..Mesîh (Isâ) havarilerine: "Ev-velkilere,"Allah'ın adı ile yemin ettiğiniz zaman,yemi-ninizden caymayın.Bilâkis yemininizi yerine getirin." dendiğini duymadınız mı?
Ben size diyorum ki: "Hiçbir şey ile yemin etmeyin. Ne gökyüzü ile- çünkü o Allah'ın kürsüsü (=tahtadır-,ne yeryüzü ile çünkü O'nun AYAKLARININ BASTIĞI yerdir-,ne de Urşelîm (Jerusalem-Kudüs) ile-çünkü o ,en büyük Melik'in (=Süleyman) şehridir yemin etme! Başın ile de yemin etme,çünkü sen başındaki siyah veya beyaz bir saçı dahi arttırmağa kadir değilsin.Sözünüz ancak"Evet,evet;hayır,hayır" olsun.Bundan gayrisi şeytandandır.[119]
EBÛ MUHAMMED:Bu anlatüklanm,bana Yezîd b.Amr'ın tahdis ettiği bir hadise de uymaktadır .Yezîd dedi:Bize Abdullah b.ez-Zubeyr el-Mekkî tahdis etti (ve) dedi: Bize Abdullah b.el-Hâris,Ebûbekr b.Abdir-rahman'dan ,o da Ka'b (b.el-Ahbâr) ( -32) [120]dan tahdis etti ki (Ka'b şöyle) demiştir:Vecc,mukaddes-tir. Yeryüzü nün yaratılmasına karar verdiği gün Rab,oradan göğe yükselmiştir[121]
İDDİÂ:Rasûlullahm,"Kâfîrin dişi cehennemde.Uhud dağı btiyüklüğündedir.Derisinin kalınlığı da cebbâr'm zirâi ile kırk zirâ'dır." [122] dediğini rivayet ettiniz
CEVAB:Bu hadisin güzel bir açıklaması var-dır.Eğer Rasûlullah onu kasdettiyse,o da şudur:"Bu-rada Cebbar (Cenâb-ı Hak değil) hükümdar demek-tir.Nitekim Allah (C.C) da :"Sen de onlara karşı (îmana ) zorlayıcı (=cebbâr) değilsin" (5O.Kâf: 45) buyur-muştur.Yani onları hükmü altına alan bir hükümdar değilsin.demektir.el-Cebâbîra da,hükümdarlar de-mektir.Bu,insanlann:"O,hükümdar zirâ'ı ile şu şu kadar zirâ'dır." demeleri gibidir....Bu sözleriyle onlar, en uzun zirâ'ı kasd etmektedirler.
Zannedersem Cebbâr,Acem hükümdarlarından idi. Onun zırâ'ı en uzun idİ.Bu yüzden en uzun zira' ona izafe edilmiştir. [123]
İDDİÂ İbnu Abbâs'm (RA):"Hacer-i Esved Allah'ın yeryüzündeki sağ elidİr.Onunla,insanlardan dilediği ile musafaha eder.[124] dediğini rivayet ettiniz.
CEVAB:Biz deriz ki:Bu bir misal ve benzetme-dir.Bunun aslı şudur:
Hükümdar biriyle (tokalaşıp) musafaha ettiğin-de.insanlar da onun elini öper.Sanki Hacer-i Esved de Allah için,hükümdarın sağ eli mesabesindedir.ona el sürülür ve öpülür.
Hz.Âişe'nin de şöyle dediği bana ulaştı:Allah [C.C) Âdem oğullarından misak (bağlılık ahdi) aldığı ve onları "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diyerek, nefisleri üzerine şahid kıldığı.onlar da "Evet (Sen bizim Rabbimizsin)" dediği zaman bu misakı Hacer-i Esved'in içine koymuştur.
İnsanların (Hac esnasında Hacer'i) istilam eder (el sürer) ken:"Sana inanarak ve ahdini yerine getirerek..." dediklerini duymadın mı? Bunun mânası ^'Sana verdiğimiz sözü (ahdi) yerine getirdik.şüphesiz Rabbimiz Sen'sin sen!"demektir.Böyle söylenmesinin sebebi şudunCahiliyye devrinde de Hacer'i islam ederlerel sürerler) di.Fakat onlar müşrik idiler ve Hacer'i hakkıyla istilam etmiyorlardı. Çünkü onlar kâfir idiler. [125]
IDDIÂ:Rasûlullahın,"Rabbimi en güzel surette gördüm.Elini İki omuzura arasına koydu.Öyle ki parmaklarının soğukluğunu iki göğsüm arasında hissettim.[126]buyurduğunu rivayet ettiniz.
CEVAB:Biz deriz ki:Allah'ı gözler idrak ve ihata edemez.fakat O bütün gözleri ihata eder.Yani:Dünya-da (gözler O'nu göremez)...Fakat Kıyamet günü olunca mü'minler Allah'ı (C.C) ,ondördünde ay'ı gördükleri gibi göreceklerdir.
Mûsâ (A.S) da Allah'ı görmek istemiş ve "Rabbim kendini bana göster de sana bakayım." "(7.el-A'raf: 143) demişti.(Bu sözüyle Mûsâ (A.S)) Allah'ın kendisi ve kendi emsali Allah dostları için Kıyamet gününe tehir ettiği ru'yet'in öne alınmasını istemiştir .Allah (C.C) da"Beni (dünyada) hiçbir zaman göremez sln!"(7.el-A'raf: 143) buyurmuştur. .Bu sebeple bazıları/Peygamberimiz O'nu ancak rüyasında ve vahiy kendisini etkisi altına aldığı zaman görmüştür.İsrâ gecesi vuku bulan gece yürüyüşü ise cesedi ile değil ruhu ile olmuştur.Nitekim Cenâb-ı Hakkın:İsrâ gecesi sana gösterdiğimiz rüyayı ve Kur'an'da lanet edilen (ve Cehennemin dibinde biten Zakkum isimli) ağacı da yalnız insanlara bir imtihan yaptık (İnsanlardan kimi İsrâ hâdisesini kimi de Cehennemde ağaç biteceğini inkâr etti.) (17.el-İsrâ:60) buyurduğunu duymadın mı? demişlerdir.
(Cenâb-ı Hak) rüya ile,Rasûlullahm İsrâ gecesi gördüklerini kastetmektedir..
Rasûlullah İsrâ hâdisesini anlatıncajnsanlar-dan bir kısmı bunu inkâr etti ve :"Bir gecede nasıl olur da Beytu'l-Makdis'e gider.sonra göğe çıkar ve sonra da yeryüzüne tekrar iner?" dediler ve Rasûlullahın İsrâ'ının cismen vuku bulduğunu iddia ettiğini zannettüer.Ebûbekr (R.A) ise buna inanıp tasdik eden ve (buna inanma hususunda ) inkarcılarla tartışanlardan idi.Bu sebeple ona Sıddîk denilmiştir.
(Yine o birkısım insanlar) sözlerine devamla şöyle dedilenO'nun (S.A.V) hanımlarından birisi,"Gerçekten biz.O'nun (S.A.V) cisminin kaybolfup gitjtiğini görmedik." demiştir.
Bize Ebu'l-Hattâb tahdis etti (ve) dedi:Bize Mâlik b.Saîd haber verdi (ve) dedi: Bize el-A'meş haber verdi (ve) dedi:el-Velîd b.el-'Ayzâr'ı,Allahu taâlânın "Andol-sun ki Peygamber onu açık ufukta gördü" (81.et-Tekvîr: 23) âyeti hakkında Ebu'l-Ah-vas'ın[127]Rasûlullah Cebrail'i kendi (aslî) suretin de,yediyüz [128]kanadı ile gördü." [129] dediğini naklederken işittim.
Dediler ki:İsrâ'nın ruhen olduğuna delâlet eden hususlardan birisi de Abdullah b.Vehb'in rivayet ettiği şu hadistinAbdullah b.Vehb, Amr b.el-Hâris'den,o da Saîd b.ebî Hilâl 'den,o da Mervân b.Osmân'dan,o da Umara b.Âmir'den [130]o da Ubeyy b.Ka'b'ın (RA) hanımı Ummu't-Tufeyl'-den.onun Rasûlullahı,"Rabbini rüyasında uzun saçlı,çok yakışıklı bir genç suretinde gördüğünü.yeşillik bir yerde durmuş olup,altından bir döşek üzerinde bulunduğunu[131],ayaklannda da altından nalınlar olduğunu" anlatırken İşittiğini,rivayet etmiştir. [132]
EBÛ MUHAMMED:Biz bu hadisi bu şekilde tevil edenin tevilini;doğru kabul ettiğimizden anlatmış değiliz.Onu ancak.bir kısım insanların bu hadisi tevil ettiğini ve bu hadis için,bizim zikrettiğimiz diğer iki hadisi delil olarak kullandıklarını göstermek için zikrettik.
Allah (C.C)."Her türlü noksanlıktan münezzeh olan O Allah'dır ki kulunu gece (...) götürdü"! I7.el-İsrâ: 1) buyurup dururken.bu hâdise nasıl onların tevil ettikleri şekilde olabilir?!
Bu âyeti böyle tevil etmek caiz değildir,ve âyet (in zahiri mânası) bu gibi hadislerle reddedilemez.Biz sapıtmaktan ve Allah'ın Muhammed (AS) için fazilet kıldığı İsrâ hâdisesini tevil etmekten Allah'a siğını-nz.Biz,hadisi kabul eder,Kur'an'ı da zahiri (mânası) ne hamlederiz. [133]
İDDİA:Rasûlullahtan,Allah'ın (C.C) Âdem'i kendi suretinde yarattığını rivayet ettiniz.[134]Allah tabârake ve taâlâ ise, kendisinin sureti veya benzeri bulunmaktan münezzehtir.
CEVAB:Biz de onların dedikleri gibi,Allah'm -hamd O'na mahsustur- sureti veya benzeri bulunmaktan münezeh olduğunu kabul ediyoruz.Şu kadar var ki, insanlar bazan birşeye alışırlar ve ona birşey demezler de,ona benzer (alışmadıkları başka) bir şeyi inkâr ederler.
Görmüyor musun,Allah (C.C) kendini vasfeder-ken:"O'nun misli gibi (O'na benzer) hiçbir şey yok-tur.O Semî'dir.Basîr'dir." (42.eş-Şûrâ:l 1) buyurmaktadır.
Bu âyetin zahiri, O'nun mislinin hiçbir şeye benzemediğine delâlet etmektedir.Bir şeyin misli.onun - kendisinden başka birşeydir.Binaenaleyh âyetin bu zahirine göre Allâhu taâlâ için bir misil (benzer) vardır gibi gelir.
Bunun lûgatta manası şudur ki:Birşeyin misli,o şeyin kendisinin yerine ikame edilir.Bu yüzden bir kimse:"Benim gibi birisine bü söz söylenmez! Ve benim gibi birinin emri olmadan hiçbir şey yapıla-maz!"der.Bu sözüyle,"Benim nazîrlme (benim gibi birine) bu söz söylenmez ve onun emri olmadan hiçbir şey yapılamaz." manasını kasdetmez..Sadece: "Bizzat bana bu söz söylenmez." demek ister.
İşte Allâhu taâlâ: "O'iiun misli gibi hiçbir şey yoktur." derken"O'nun gibi hiçbir şey yoktur." demek istemiştir.Böylece bu söz Arapların ifade tarzına tamamen uygun olur.
Senin,"Bana.mızrağa benzer (sivri) bir dille konuştu (=keîlemenî bi-lisânin ke misli's-sinâni) ve "Kadının anem"e [135]benzeyen parmakları var (=lehâ benânun ke misli'-l-anemi)" dediğin gibi (nasıl burada kef {= ke) harfi zâid ise) âyetteki "kemislihi" deki kef in de zâid olması câizdtr(mümkündür).
Yine recez'ci bir şâirin[136]ve sâliyâtin ke kemâ yuesfeyni=...ve konduğu gibi duran ocak taşlan..." sözü de böyledir.
Buradaki "kekemâ" kelimesindeki " kemâ"nm başına ikinci bir kef (=ke) harfi getirilmiştir ki.bu misi (benzer,gibi Jmanasınadır.
İnsanlar Rasûlullahın:Allah Âdem'i kendi suretinde yarattı." sözünün tevilinde müşkilât çekmişlerdir.
Kelâmcılardan bir gurup :"Allah,Âdem1I Âdem suretinde yarattığını murad etti ye buna birşey İlâve etmedi." dediler.
Eğer bu sözden murad bu olsaydı,bu sözün söylenmesinde hiçbir fayda olmazdı.Allah'ın insanidendi suretinde, yırtıcı hayvanları ve diğer hayvanları da kendi suretlerinde yarattığından kim şüphe edebilir?
Başka bir gurup ise:"Allah,Âdem'i,kendi katında mevcud bir syret üzre yarattı" demiştir.
Bu mümkün değildir.Çünkü Allah yarattıklarının hiçbirini bir modele göre.yaratmaz.
Bazıları dat'üz'ü çîrkinleştirmeyin! Muhakkak ki Allah,Âdem'i kendi suretinde yaratmıştır."hadîsi hakkında Rasûlullahm Allah'ın Âdem'i yüz suretinde yarattığını kasdettiğini söylemişlerdir.
Bu da aynen birinci tevil mesabesindedir.Bu tevilde de fayda yoktur.
İnsanlar Allah'ın Âdem'i,çocukîarının yaratılı-şmda;yüzünü de onların yüzü gibi yarattığını bilirler.
Bazıları hadise şu ilâveyi yaptılar:"Rasûlullah (A.S) birinin yüzüne vuran bir adama rast geldi ve :"Yüzüne vurma! Muhakkak ki Allah Âdem'i onun suretinde yaratmiştır.."[Yani,yüzüne vurulan adamın suretinde) buyurmuştur.
Bu sözde de.birincisindeki gibi tutarsızlık vardır.
Vaktâ ki,hoş olmayan bu tevilleF yapılıp.bu hususta münakaşa çoğalınca bu meseledeki husûmetleri bazı kimseleri, ha dişe bir ilâve yapmağa zorladı.Ve dediler ki:
İbnu Ömer,Rasûlullahtan onun (S.A.V),7Allah Âdem'i Rahmanın suretinde yaratmıştır." dediğini rivayet etmiştir.
Onlar "kendi suretinde (=sûretihi)." kelimesindeki zamirinin Allah'a ait olmasını istiyorlar ki, böylece onların "h" zamiri yerine "er-Rahmân" kelimesini koymalarıfnın sebebi) de anlaşılmış olu-yor.Bu,senin"Rahman Âdem'i kendi suretinde yarattı" demen gibidir.Böylece onlar çirkin bir hata işlemiş oldular.
(Onların bu hatâya düşmelerinin) sebebi şudur ki,bizim;"Allah gökyüzünü Rahmân'ın meşîeti(=dilemesi) ile yarattı" veya "Rahman'm iradesi ile yarattı" dememiz caiz değildir.Bu ancak .ikinci isim,birinci isimden farklı olduğu zaman caizdir.
Veya rivayet ,'Yüz'ü çirkinleştirmeyin.Çünkü o.Rahmân'ın suretinde yaratılmıştır." şeklinde olsaydı,Rahmân,"Allah" 'dan başkası veya "Allah", "Rah-man'"dan başkası olurdu.
Eğer İbnu Ömer'in Rasûlullahtan bu şekilde bir hadis rivayet ettiği doğru ise.o takdirde hadis,Rasûlullahm dediği gibidir.Hadisin tevil edilmesine veya hadis hakkında münakaşa edilmesine lüzum yoktur.
EBÛ MÜHAMMED:Bu teviller içersinde gördüğüm, tutarlılığa en yakın ve beğenilmemekten en uzak tevîl,Ehl- nazar1 dan (= akılcılar) birinin şu tevi-lidir.O,şöyle demiş tir: Allah (C.C) Âdem'i Cennet-te,yeryüzündeki suretinde yarattı."
Sanki bazıları:-Cennetteki şeyler dünyadakiler-den farklı olduğu için-"Âdem'in boyu Cennette şu ka-dardı,nûru (yüzünün parlaklığı,güzelliği) şöyley-
di.güzel kokusu böyleydi.." demişler de Rasûlullah da:"Aîlah Âdem'i yaratmıştır" sözüyle onu Cennette yarattığını;"...kendi suretinde." sözüyle de "...dünyadaki suretinde" yarattığını söylemek istemiştir...
Ben bu şekilde bir tevili ne kabul ederim,ne de bu tevilin Rasûlullahın kasdettiği mâna olduğuna hükmederim.Çünkü ben Tevrat'ta şunu oku-dum:"Allah(C.C) göğü ve yeri yarattığında,"Biz kendi suretimizde bir beşer (insan) yaratacağız." dedi've yeryüzünün toprağının alt tabakasından Âdem'i yarattı ve onun yüzüne hayat rüzgârını üfledi[137]Yukarıdaki tevil ise, buna uymaz.
İbnu Abbas 'in şu hadisi de böyledir:"Mûsâ (A.S) İsrail oğulları için kayaya (asâsıyla } vurdu ve su.fışkırdı.fMûsâ da):"Ey merkepler,içiniz!" dedi.Bunun üzerine Allah (C.C) ona şöyle vahyetti:"Sen (bu sözünle)benim yarattıklarımdan kendi suretimde olan insanları kasdettin ve onlan merkeplere benzettin. "Çok geçmedi (Mûsâ) cezalandınldı[138]Hadis bu mânadadır.
EBÛ MUHAMMED:Benim kanaatim odur ki-Hiç şüphesiz en iyi bilen Allahtır-suret;iki el.parmaklar ve göz'den daha çok şaşılacak birşey değildir.Bunlara olan alışkanlığımız.sadece bunların Kur'an'da zikredilmesi sebebiyledir.Sûret kelimesinden ürkülmesi ise,bu kelimenin Kur'an 'da bulunmayışmdandır.
Biz.bütün bunların (eller,parmak,göz ve suret) hepsine inanır,onlardan hiçbirinin ne keyfıyyeti,ne de haddi (smın,şeklij olduğu hakkında herhangi birşey söyleriz. [139]
İDDIÂ:Hammâd b.Seleme tankıyla rivayet ettiğiniz Ebû Razîn el-Akîlî'nin hadisinde (Ebû Razîn'in) Rasûlullaha,"Gökleri ve yeri yaratmazdan önce Rabbimiz nerede idi?" diye sorduğunu,Rasûlullahın da:"Bir bulut içersindeydi.Üstü hava, al ti hava idi [140]buyurduğunu söylediniz.
Bu bir tahdîd (Allah'a sınır ve mekân tayin etme) ve Allah'ı yaratılmışlara benzetmedir...
CEVAB:Biz deriz ki:Ebû Razîn'in (R.A) bu hadisi hakkında ihtilâf edilmiştir.Hadis bu senedden başka bir senedle de,aynı şekilde çirkin bir ifade İle vârid ol-muştur.Hadisi nakledenler de (cahil) bedeviler-dir.Kendisinden Hammad b.Seleme'nin hadisi rivayet edilen Vekî b.Hudus[141] de meçhuldür.
Şu kadar ki.bu hadisin tefsirinde Ebû Ubeyd el-Kâsım b.Sellâm (-224) [142] söz söylemiştir.
Ahmed b.Saîd el-Lıhyânî,Ebû Ubeyd'den bize,"Hadisteki el-amâ kelimesi bulut demektir." dediğini tahdis etti.
el-amâ kelimesi, med (=uzatma) ile olursa.arap-lann günlük konuşmalarında zikredüdiği gibi (bulut mânasına dır.Eğer maksûr (yani elifsiz) ise.o takdir de mâria:Sanki "O,körlük içindeydi."şeklinde olur.Bununla Rasûlullah,Allah 'ın,insanlann bilgisinden gizli olduğunu kasdetmiş olur.
Tıpkı bunun gibi.birşey senin için mübhem ol-duğu,bir şeyi ve onun nerede olduğunu bilmediğin zaman sen:"Umiytu an hâza'l-emrje ene a'mâ anhu aman" Yani:"Bu meseleye karşı kör oldum.ben ona karşı bir körlük içindeyim." dersin.Ve sana gizli kalan herşey «senden yana bir körlük içinde demektir.
"Üstü hava,altı hava (idi)" sözüne gelince.bazıla-rı hadise bir (nefy) "mâ"sı eklediler ve Allah'ın altında ve üstünde hava bulunmasından ve Allah'ın da,bu ikisinin arasında bulunmasından ürkerek:"Ne üstünde hava (vardı) ne de altında" dediler [143]
Fakat esas olan rivayet,birinci rivayettir.
(Allah 'a yakışmayan bir mânaya karşı olan) ürküntü;hadîse "mâ" ilave etmekle ortadan kalkmaz.Çünkü ("mâ ilâve edilse bile) alt ve üst mefhumları yine de mevcuttur.-Vallâhu a'lem[144]
IDDIÂ Rasûlullahın (S.A.V):"Zamâna (=dehr) sövmeyiniz.Çünkü Allah zamanın tâ kendisidir. [145]buyurduğunu rivayet etüniz.Böylece bu rivayette bulunmakla, "Dehriyye(=MateryaIistler)"ye uymuş oldunuz.
CEVAB:Biz deriz ki:Câhiliyye devrindeki arap-lar:"Dehr «malıma musibet (zarar) getirdi," ve "Bana dehrin felâketleri, âfetleri ve musibetleri erişti, "derlerdi.
İhtiyar birisi de: "Dehr(Felek) beni iki büklüm etti." deri.
Araplar,Allah'ın, takdiri ile meydana getirdiği,ölüm,hastahk,sevdiklerini kaybetmek veya ihtiyarlık gibi herşeyi dehr'e nisbet ederlerdi..
Yine:"Allah,bu dehr'e lanet etsin?" derler.ona "el-menûn=Ölüm" ismini verirlerdi.Çünkü araplara göre onlara ölümü celbeden odur.
el-menûn "ölüm" demektir.Nitekim Ebû Zueyb de şöyle demektedir:
(e mine'l-Menûni ve raybihi teteveccau ve'd dehru leyse bimu'tibin men yeczau")
"Zamandan ve onun musibetinden dolayı mı.acıdan sızlanıyorsun?
Zaman,sabredemiyenleri kınayıcı değildir.
EBÛ MUHAMMED:er-Rıyâşî de,el-Asmafden,o da İbnu ebî Tarfete el-Huzelî'den.o da Ebû Zu-eyb'den.bu şiiri bana bu şekilde okudu.Bazıları ise bunu "ve raybihâ tetevecceu" şeklinde naklediyorlar ve el-menûn kelimesini.el-meniyye (=ölüm) olarak kabul ediyorlar.Bu yanlıştır."Zaman sabredemiyenleri kmayıcı değildir." sözü sana bunun yanlış olduğunu gösterir.Sanki şâir: mine'd-DEHRİ ve raybihi teteveccau, ve'd-dehru leyse bimu'tibin men yeczau." demiş gibidir.
Allah (C.C) da Kur'an' da :"natarabbasu bini ray-bel-menûn (=Biz onun felâket zamanını bekliyoruz.)" (52.et-Tûr:30) buyurmaktadır, "raybe'l-menûn" yani :"raybe'd-dehri ve havâdisehu (zamanın felâketleri ve insanın başına getirdikleri..") demektir .Arablar;"Lâ elkâke âhira'l-menûn (=zamanın sonuna kadar (ebediyyen) seninle görüşmeyeceğim) " derler."âhira'l-menûn","âhira'd-dehri (zamanın sonu)11 demektir.
Allahu Taâlâ.Cahiliyye ehlinin; Allah'm kendi takdiri ile meydana getirdiği şeyleri,ve O'nun fiillerini zamana izafe etmelerini hikâye ederek şöyle buyurmuştur: "Hem (kıyameti inkâr eden Mekke kâfirleri) şöyle dediler: "-Hayat ancak bizim bu dünya hayatımızdır. Ölürüz ve yaşarız, bizi ancak dehr (=zaman) helak eder." Halbuki onların buna dair bir ilimleri de yoktur. Onlar sadece zan peşinde koşarlar." (45. el-Câsiye:24)
Rasûlullah da :"-Size musibetler isabet ettiği za-man.zamana sövmeyin,ve musibetleri zamana izafe de etmeyin.Muhakkak ki Allah; size bunları isabet ettiren O'dur,zaman değildir.Fâile sövdüğünüz zaman .Allah'a sövülmüş olur!" demiştir.
Görmüyor musun, onların birine bir felâket veya malına.çocuklanna veya vücuduna bir musibet geldiği zaman,bunları kendisinin başına getiren faile (vasıtaya),bundan dolayı söverler.Onun niyyeti zamana sövmektir.Halbuki sövülen Allah (C.C) dır.,.
Bu anlatılanlar hakkında;benim yapmış olduğum tevili-aslinda bu tevil Allah'a hamd olsun,kolay ve anlaşılır ise dedaha iyi anlatacak bir misal vereceğim sana: Sanki Zeyd adında biri, Feth adındaki kölesine, bir adamı öldürmesini emreder.Köle de adamı öldürür.İnsanlar da Feth'e söverler, ve ona lanet ederler.Birisi onlara: "Feth'e sövmeyiniz, Çünkü Zeyd, Feth'in tâ kendisidir." der. Bu sözüyle katilin Zeyd olduğunu kasdeder.Çünkü adamın öldürülmesini emreden odur.O adam sanki:"Çünkü katil Zeyd'dir.Feth değil!" demiş olur.
Zaman da böyledir.Zaman içersinde musibetler, felâketler olur.Bu musibetler Allah'ın takdiri iledir jnsanlar, bu musibet ve felâketler zamanın içersinde meydana geldiği için.hiç suçu olmadığı halde zamana söverler.Bunun üzerine birisi:"Zamana sövmeyiniz .Allah,zamanın ta kendisidir." der. [146]
İDDİÂ:Ebû Zerr ve Ebû Hurayra'dan (R.A) ,Rasûlullahın şöyle dediğini rivayet et tiniz: "Allah (C.C.) ,Kim bana bir kanş yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim. [147]buyurmuştur.
CEVAP: Biz deriz ki: Bu, bir misal ve benzetmedir. Allah ancak şunu kastetmiş: "Kim bana süratle taat getirirse, ben ona, onun getirişinden daha süratle sevabını gönderirim." ve bundan kinaye olarak yürüme ve koşmayı zikretmiştir.
Tıpkı bunun gibi: "Fulan sapıklıkta hızlıdır (=fulân mûdıun fî'd-dalâl)" denilince, bununla, adamın hızlı yürüdüğü kasdolunmuş olmaz. Sadece, onun süratle sapıklığa gittiği kastedilmiş olur.
(Buradaki "mûdıun" kelimesinin kökü olan) "elvad, süratle yürümekten kinayedir.
"Ayetlerimiz (i red ve İbtal için) İçin koşuşanlar..." (22. el-Hacc: 51) âyeti de böyledir. Âyetteki essa'y, süratle yürümek, koşuşmak manasındadır. Burada onların devamlı olarak yürüdükleri kasdolun-muş değildir. Ancak onların, niyyetleri ve amelleri ile sürat gösterdikleri kasdolunmaktadır. -Vallâhu a'lem[148]
IDDIÂ : Ununu Mektum'un oğlunun,Rasûîullah (S.A.V) iki hamrruyla beraber iken,onun huzuruna girmek için izin ist ediğini, Rasûlullahm da o iki hanımına örtünmelerini emrettiğini,hanımlarının:" Yâ Rasûlullah o âmâdır (gözü görmez)" dediklerini .bunun üzerine Rasûlullahm iki hanımına: kör ise) siz de mi körsünüz? dediğini. [149]rivayet ettiniz.
Ulemâ, örtündükleri takdirde kadınların erkeklere bakmasının haram olmadığına icmâ etmişlerdir. Rasûlullah (S.A.V) zamanında kadınlar mescid'e gider ve erkeklerle (onların arkasında} namaz kılarlardı. [150]
Bir de siz: "Zilletlerini açıp göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zarurî olan (yüz.eller ve ayaklar) müstesnadır.."(24.en-Nûr:31) âyetinin tefsirinde; (zînetten maksadın) sürme ve yüzük olduğunu söylediniz.
CEVAB Biz deriz ki:Şüphesiz Allah (C.C),Rasûlullahm hanımlarına örtünmeyi emretmiştir. Bize. onlarla ancak perde arkasından konuşmamızı emretmiş ve :"Bir de (peygamberin) hanımlarından gerekli birşey isteyeceğiniz vakit de,perde arkasından isteyin."(33.el-Ahzâb:53) buyurmuştur.
Onların yanma arada perde olmaksızın giren ârnâ olsun veya olmasın-müsavidir.Âmâ olsa da.ol-masa da ikisi de Allaha âsi olmuş olurlar. Hanımlar da ,yanTarına girmeleri için (ama olsun veya olmasın) onlara izin verdikleri takdirde Allah'a âsi olmuş olurlar.
(Rasûlullahm hanımlarının) nikâh edilmelerinin müslümanlara haram kılınışı gibi, bu da sadece Rasûlullahm hanımlarına has bir hükümdür.
Rasûlullahm hanımları Hac ve diğer farzlar için veya zaruri olarak dışarı çıkmalarını gerektiren ihtiyaçları için evlerinden çıktıkları vakitperde (arkasından konuşma) farzı ortadari kalkar.Çünkü o takdirde onların huzuruna kimse girmiş olmamaktadır .Yolculukta da,açıkta bulundukları vakit örtünmeleri gerekir. (Perde ile tesettür) farzı sadece onların (Rasûlullahm hanımlarının) oturmakta oldukları evler için vâkî olmuştur. [151]
İDDİÂ:Siz,Rasûlullahm: "Gelir .risk karşılı-ğındadır." diye hükmettiğini [152]rivayet ettiniz.
Rasûlullah şunu kasdetmiştir:Bir müşteri bir köle satın alır,ve bir müddet onu çalıştırarak gelir elde eder.Sonra kölede bir kusur olduğunu görür ve onu bu kusurundan dolayı geri verir.Fakat kölenin hizmetinden elde ettiği geliri yani harac'ı geri vermez.Çünkü o.köle hakkında riski göze almıştı ve eğer köle ölseydi alanın malından (bir köle) ölmüş olurdu.
Sonra da Rasûlullahm: "Kim (şişkin görünsün diye) sütü memesinde bırakılmış bir hayvan (=el-musarrât) satın alırsa üç gün muhayyerdir, dilerse hayvanı geri verir ve hayvanla birlikte bir sa' (ölçek) yiyecek de verir." [153]dediğini rivayet ettiniz.
İşte bu,birinci hadisin hükmüne aykırıdır.Çünkü hayvanı satın alanın,hayvandan aldığı süt.onun gailesi(= ürünü,geliri) dir.Keza alıcı aynı şekilde riski göze almıştır.Eğer koyun ölseydi onun malından (bir koyun) ölmüş olurdu.Binaenaleyh bu hadisle "Gelir.risk karşılığıdır."hadisi aynıdır,aralarında fark yoktur.
EBÛ MUHAMMED:Biz deriz kirîki hadisin arasında açık bir fark vardır. Çünkü elmusarrat ile el-muhaffele aynı şeydir ki sütü sağılmayıp memesinde biriktirilen hayvan demektir. Günlerce süt sağılmaz ve neticede içinde süt toplandığı için hayvanın memesi büyür.Müşteri bu hayvanı satın aldığı zaman.memesindeki sütü sağar.Bir iki sağışta memedeki sütü tamamen ahr.Bundan sonra süt kesilince.hayvanın memesinin sunî olarak şişirildiğini anlar ve hayvanı geri verir.Hayvanı geri verirken bir sa'föl-çek) yiyecek de verir.Çünkü hayvanın memesinde (fazladan) toplanan sütsatıcının mülkünde idi.ahcı-nın mülkünde değildi.Bu yüzden o, sütün kıymetini (bir sa yiyecekle) öder.
(Fakat) Kusurlu bir köle kusuru belirtilmeden satıldığı zaman (kölenin çalışmasından elde edilen) geliri ile beraber satılmış değildir.Ğalle(=gelir) sadece alıcının mülkünde olur ve bu gelire karşılık satıcıya hiçbir şey ödenmez... [154]
İDDİÂ:Amr b.eş-Şerîd'in;Ebû Râfi'İn Rasûlul-lahtan:"(Şuf a hakkı bakımından) en haklı olan,bir kimsenin komşusudur.[155] sözünü işittiğini rivayet ettiniz.
Katâde'den.b el-Hasen (el-Basrî)r den ,o da Raşûlullahtan,O'nun (S.A.V):,Komşusunun evi veya arazisi üzerinde en fazla hak sahibi olan dip kontşusudur. [156] dediğini de rivayet ettiniz.
Sonra da ez-Zuhrî'den,onun:"Rasûlullah şufa hakkım,ancak taksim edilemiyen mallar için geçerli kıldı.Lâkin sınırlar belirlenip yollar ayrıldığı zaman şufa hakkı yoktur[157] buyurduğunu rivayet ettiniz.
İşte bu,birinçi hadise aykırıdır.
CEVAB:Biz bu ikinci hadis hakkında deriz ki:Burada,Câbir'in(R.A) Rasûlullahın bu hadisini.kendisinden işittiğine dair bir delil yoktur..
Görmüyor musun Câbir, "Rasûlullah şufa hakkını ancak taksim edilemeyen mallar için geçerli kıldı." diyor.Demekki bu sadece Câbir'in buna hükmetmesi veya böyle olduğunu zannetmesi veyahut da
Rasûlullahtan rivayet eden birini işitmesinden ibarettir.
İlk iki hadis ise,ikisi de muttasıldır ve üstelik iki-sininde manası aynıdır.
Birincisine gelince,manası: "Komşu, dip komşusunun evi üzerinde en fazla (satın alma) hakkına sahiptir." demektir.
Hadisteki es-sakb(=dip komşu )kelimesi,dip dibe yakınlık demektir. (Bu hususta)şâir der ki:
"Kûüyyetun nazihun mahalletuhâ Lâ ememun dâruhâ ve lâ SAKABUN" (Oturduğu yer uzak olan Kûfeli bir kadın Evi ne yakındır,ne de bitişik).,
"Lâ ememun dâruhâ" sözü ile "yakın değildir." ve "lâ sakabun" sözü ile de "bitişik değildir" demek istiyor.
İkinci hadise gelince:Rasûlullah şuf a hakkını
sadece taksim edilemeyen mallar için geçerli kıl-dı.Lâkin sınırlar belirnenip.yollar ayrıldığı zaman şuf a hakkı yoktur." (buyurmuştur.)
Sanki içersinde evler bulunan bir mahalle (var).Bu evler (ayrı ayrı değil) müştereken on kişiye aittir.Eğer onlardan birisi,bu evlerden hissesini satacak olsa o hissenin şuf a (satın almada öncelik) hakkına diğerleri hepbirlikte sahip olurlar,ve herbiri evin dokuzda birini satın alır.
Eğer bu evler, onlardan birisi evini satmadan önce taksim edilmişse,o takdirde herkesin kendi müstakil evi olmuş olur. Bunlardan birisi evini satmak istediği zaman, diğerleri için şuf a hakkı olmaz.Şufa hakkına sadece.onun dip komşusu sahip olur.
Böylece bu hadis bize, taksimat yapılınca taksim edilmemiş yer hükmünün ortadan kalkacağını göstermektedir. [158]
IDDİÂ:Rasûlullahın:Birİnizin kabına sinek düştüğü zaman,onu (kaba) daldırınız.Çünkü onun iki kanadının birisinde zehir,diğerinde de onun panzehiri (şifâsı) vardır.Sinek önce zehirini akıtır, sonra (daldırınca) da panzehirini akıtır.[159] buyurduğunu rivayet ettiniz.
Bir şeyde hem zehir, hem de onun panzehiri nasıl bulunur?! Sinek zehirin yerini nasıl biliyor da önce onu akıtıyor ve panzehirin yerini de nasıl biliyor da onu sonra akıtıyor?
CEVAB:Biz deriz ki bu hadis gerçekten sahih-tir.Aynı şekilde,bu lafızlardan başka lafızlarla da rivayet edilmiştir.
Bize Ebu'l-Hattâb tahdis etti (ve) dedi:Bize Ebû Attâb haber verdi (ve) dedi:Bana Abdullah b.el-Mu-sennâ haber verdi (ve) dedi: Bana Sumâme ( -213) [160]rivayet etti (ve) dedi:"Bİr kaba sinek düştü.Enes (R.A) parmağıyla onu tuttu ve "Bismillah" ...diyerek suya bat irdi, ve bunu üç kere tekrarladı,Sonra Iullahın kendilerine böyle yapmalarını emrettiğini ve "iki kanadından birinde zehir.diğerinde de panzehir olduğunu" söyledi.
EBÛ MUHAMMED:Deriz ki:Kim dinî hususla-rı,müşahade ettiği olaylarla açıklamaya kalkar;hay-vanın konuşamayacağmı,kuş'un (Allah'ı) teşbih ede-miyeceğini.yeryüzün bir parçasının diğerine şikâyette bulunup sızlanamayacağnı, sineğin zehir ve panzehirin yerlerini bilemeyeceğini iddia eder;hadiste varid olan anlamadığı şeylere itiraz eder,ve "Bir kırat[161]nasıl Uhud dağı kadar olur?","Beytul-Makdis nasıl-dile gelip konuşur?","Şeytan nasıl sol eliyle yer ve sol eliyle içer?", Onun sol eli mi var?" "Aralarında asırlar bulunduğu halde Âdem (A.S) Mûsâ (A.S) ile nasıl buluşur da kader hususunda birbiriyle münakaşa ederler?", "Nerede münakaşa ettiler?",derse;o kimse İslâm'dan sıyrılıp çıkan yıkıcının biri olmuştur.Şu kadar ki o, bu ve benzeri sözleri, safsataları, münakaşaları ve haber ve eserleri (Rasûlullahın,ashab ve tabiînin sözlerini) reddetmesi ile kendini gizlemek[162] istemektedir. [İşte bu kimse)Rasûlullahın getirdiklerine,Ashab ve Tabiînin en hayırlılarının kabul ettikleri şeylere karşı çıkmaktadır.
Kim Rasûlullahın getirdiklerinin [hadis ve sünnet) bir kısmını inkâr ederse,tamamını inkâr etmiş sayılır.
Eğer İslâm dinini bırakıp da,bu ve benzeri şeylere inanılmayan başka bir dine geçmek isteseydi böyle bir din bulamazdı.Çünkü Yahudiler.Hristiyan-lar,Mecüsîler,Sâbiîler ve Seneviyye (Maniheistler) [163]bu gibi şeylere inanırlar ve kitaplarında da bu gibi şeyler mevcuttur.
Benim bildiğim,bu gibi şeyleri sadece Dehriyye (Materyalistler) den bir guruptan başkası inkar etme-mektedir.Kelâmcılardan bir gurub ile Cehmiyye fırkası da bu hususta Dehriyyeye tabî olmuşlardır.
Bundan sonra (gelelim meseleye):Biz din yolunu terkedip.felsefeye başvursak [164] yine de sinekte hem zehir hem de panzehir olduğunu inkâr etmek kabil midir?
Bu meselede sinek,tıpkı bir yılan gibi değil midir? Çünkü tabibler yılanın etinin, ondan Tiryâk-ı Ekber[165] yapıldığı zaman,yılanın zehirine karşı şifa olduğunu, akreb sokmasına ,kuduz köpek ısırması" na,"dördüncü sıtması"na, [166] felcelakye [167] denilen hastalığa,titreme hastalığına ve sar'a'ya faydalı olduğunu söylerler.
Akreb hakkında da;karnı yarılıp,sonra soktuğu yere bağlanırsa fayda vereceğini;akreb yakılıp kül haline gelince,bundan kendisinde böbrek taşı olana içi-rilince fayda verdiğini ve bazan akreb felçli birini sokunca o kimsenin iyileştiğini (doktorlar) söylerler.
Yine akrebin eti bir süre iç yağı içersinde bırakılırsa bu yağ vücuttaki büyük ur ve şişkinlikleri yok eder.
Eski tabibler;sinek,sürme taşı içine konur ve öğütülür,sonra göze sürülürse gözün görme gücünü artüracağmı,göz kapağının kenarlarındaki kirpiklerin diplerini kuvvetlendireceğini ileri sürerler.
Sâhibul-Mantık (=Aristo) dan naklederler ki; Geçmişte bir kavim sinek yerler ve hiç göz hastalıklarına yakalanrnazlarmış!...
Yine tabibler (sinek hakkında derler ki: (Sinek) ezilip.akrebin soktuğu yere'konursa ağn diner.Yine bir kimseyi köpek ısırırsa, kendisini öldürmemesi için,sinek konmasın diye yüzünü örtmeğe muhtaç olur, d emişlerdir.
Bu da sineğin yapısında hem zehir.hem de panzehir bulunduğunu gösterir.
EBÛ MUHAMMED:Biz dini bırakıp felsefeye ve gözle gördüklerimize inandığımız zaman dahi, nasıl olur da hayvanların ve böceklerin anlama (kabiliyyet-lerinin olma) dığını iddia edebiliriz? Biz bakıyoruz ki küçücük bir karınca,yazdan kış için yiyecek depo eder .Bu depoladığı tanenin çürümesinden korktuğu zaman onu yeryüzüne çıkartır.Mehtaplı bir gecede onu yayar .Tanenin filizlenmesinden korkarsa,onun çimlenmemesi için ortasını oyar.
İbnu Uyeyne ( -198) [168] de;'lnsan .karınca ve fâre'den başka,yiyeceğini depo eden yoktur." demiştir.
İşte kargalar! Meyvalan var iken hurma ağacına yaklaşmazlâr.Fakat meyvalar devşirildiği zaman bu-daklardaki ağacın özünü yerler.
Felsefeciler de:Deveyı bir yılan sokunca de-ve,tatlı su yengeci yer ."derler.
İbnu.Mâseveyh dedi ki:Bu sebepten biz.yengeç lerin yılan sokmalarına iyi geldiğini zannediyoruz.
Yine (Felsefeciler) derler ki:Kaplumbağa,beyaz benekli zehirli yılanı yediği zaman,(zehirlenmemek için) yabani kekik yer.
Gelincik de yılanı öldürdüğü zaman.sedef otu denen bitkiyi yer.
Köpekler de vücudlannda kurt (şerit) olduğu zaman,buğday başağı yerler.
EBÛ MUHAMMED:Bu hayvanlar,felsefeciler cihetinden de görüyorum ki anlayışa sahip oldukları gibi tıbbı da iyi bilmektedirler.Bu ise sineğin, kanatlarındaki zehir ve panzehiri bilmesinden daha hayret vericidir...
Uzaktan demiri kendine çeken ve onu kendine itaat ettiren,böylece kendi haraketiyle demiri de sağa sola haraket ettiren taşa nasıl şaşmıyorlar?Bu taş mıknatıs taşıdır.
Keza es-sinfîl taşı hakkında Aristo'nun ^'Karnında su toplanan bir kimsenin karnına bağlanır-sa.adamın karnındaki su azalır.Bunun doğruluğunu gösteren şudur ki;bu taş,adarmn kanuna bağlandıktan sonra taruhrsa, taşın ağırlığının artmış olduğu görülür/' sözüne nasıl inanırlar?
Tabib Eyyûb'a-veya Huneyn (b.İshak)1 a -bu taştan bahsettim,taşı tanıdı ve, "Bu taş Tevrat'ta -veya Allah'ın mukaddes kitaplarından bir diğerinde - zikredilmiştir." dedi.
Yine (Aristo'nun) bahsettiği sirke içinde balık gibi yüzen taş; kadının böğrüne asılan ve onun hamile kalmasına mâni olan boncuk;firının kenarına konan ve ekmeklerin düşüşmesine sebep olan bir taş; bir kimse iki eliyle eliyle tuttuğu zaman ,o kimsenin midesinde ne varsa dışarı çıkartan taş;Yukan Mısır'da sunta(=akasya) ağacı denilen ve üzerine kılıç çekilip yüründüğü ve kesmekle tehdid edildiği zaman solu-veren ağaç ve benzeri şeyleri nasıl kabul ederler?
Bana bizim bir şeyhimiz Ali b.Âsım'dan.o da Hâlidu'l-Hazzâ'dan ,o da Muhammed b.Sîrîn'den ( 110) [169]rivayet etti ki o şöyle demiştiniki adam (Kadı) Şurayh'a gidip birbirlerinden davacı oldular.Biri-si:"Ben bu adama bir emanet verdim,şimdi emaneti bana geri vermiyor." dedi.Şurayh ona:"Adama emanetini geri ver!" dedi.Adamr'Yâ Ebâ Umeyye! O öyle bir taştır ki,hamile kadın onu gördüğü zaman çocuğunu düşürür,sirkenin içine atılsa sirke kaynamağa başlar,fınna konsa fınn soğur." dedi.
Bunun üzerine Şurayh sustu ve her ikisi kalkıp gidesiye kadar onlara birşey demedi.
Bütün bunlar,aklın almadığı ve çoğunun mukayese ile bilinemediği şeylerdir.Eğer bunlara ben-zer,acâib mahlûkâtı araştırıp zikretmiş olsak iş çoğalır ve (söz) uzardı... [170]
İDDİÂ:Rasûlulİahın şöyle dediğini rivayet ettiniz:"(Kıyamet günü) birtakım kimseler (=akvâm) elbette bana.Havz'ıma gelecekler.Sonra elbette benim Önümden alınıp götürülecekler.Ben de o za- man:"Yâ Rabbi.Ashabcağızım! Ashabcağızım! .." diyeceğim.Bunun üzerine bana:"Sen,onların senden sonra neler yaptıklarını bilmiyorsun! Sen onlardan ayrıldığın zamandan beri,gerisin geri (dinden)irtidad etmekten geri durmadılar."denecek.[171]
Bu hadis,Râfızılerin; Ali,Ebû Zerr.el-Mıkdâd, Selmân , Ammâr b.Yâsir ve Huzeyfe (R.A) hâriç, Rasûlullahm diğer ashabını küfürle itham etmede dayandıkları delilleridir.
CEVAB:Biz deriz ki :Şayet onlar (akılcılar,kelâ-mcılar) hadisin üzerinde düşünseler ve lafızlarını (iyi) anlasalardı;Rasûlullahın burada azınlık bir gurubu kasdettiği sonucuna varabilirlerdi.
"Birtakım kimseler elbette bana,Havz'ıma gelecekler, "sözü bunu ispat eder.Eğer Rasûlullah-yukarıda isimleri zikredilen Ashab hariç-Ashabının hepsini kasdetmiş olsaydı;"Siz elbette bana,Havz'ıma geleceksiniz, sonra da önümden çekilip götürüleceksiniz." derdi.
Nitekim,birisi:"Bana bugün ,Benû Temîm'den birtakım kimseler (=akvâm) ,ve Kûfelilerden de bir takım kimseler geldi." der.ve bu sözüyle sadeccçoğun-luğun az bir kısmını kasdeder.Eğer; birkaç adam hariç, (o kabilenin) hepsinin kendisine geldiğini kasdetmiş olsaydı: "Bana Benû Temî kabilesi ve Küfe halkı geldi." derdi.Burada "kavm" sözünü kullanması caiz değildir.Çünkü kavm,geride kalıp gelmeyenfaz sayıdaki) kimselerdir.
Keza:'Yâ Rabbi,Ashabcağızım!Ashabcağızırn! küçültme sîğasıyla-buyurması da bunu sana ispat eder.Rasûlullah bu sözüyle - küçültme siğasmı kul lanmakla-onlann sayılarının azlığını göstermek iste-miştir.Nitekim sen de:"(Yolda )dağmık vaziyette evciklere rastladım." ve (insan) gurupçuklannın yanından geçtim." dersin, (ve bununla onların azlığını kas-dedersin)..
Biz biliyoruz ki;bazen münafıklar,dini zayıf ve dinde şüphesi olan kimseler de ganimet gayesiyle Rasûlullah ile birlikte savaşlara katılıyorlardı.Rasûlullahın vefatından sonra birkısım kimseler irtidad etti.Uyeyne b.Hısn bunlardandır.Bu adama irtidad etti ve peygamberlik iddiasına kalkıştığında Tuleyha b.Huveylid'e [172]katıldı ve ona imanfl) etti.Tuleyha hezimete uğrayınca kaçü.Onu Hâlid b.Velid esir aldı ve eli ayağı bağlı olarak Ebûbekr'e gönderdi.Medî-ne'ye getirildi.Medine'nin çocukları hurma dallan ile onu dürtüklemeğe ve ona vurmağa başladılar,ve:"Ey Allah'ın düşrnanıjman ettikten sonra Allah'a küfret-ün (öyle mi?!) "dediler.
Bunun üzerine Allah'ın düşmanı:"ValIahi ben (zaten) iman etmemiştim." dedi.
Ebûbekr kendisiyle konuşunca (tekrar) müslü-manhğı kabul etti; Ebûbekr de onun müslümanlığını kabul etti ve kendisine bir eman yazdı. Bundan sonra o.ölünceye kadar dini zayıf olmakta devam etti.
Rasûlullahın (S.A.V) el-Ğâbe'deki [173]develerine saldıran da o idi.el-Hâris b.Avf (RA) ona: "Muham-med'e (S.A.V) karşı nankörlük ettin! Hem onun diyarında hayvanlarını beslersin ,sonra da onunla savaşırsın (öyle mi?) dedi.O da:"Dediğin gibi!" diye cevab verdi.
Rasûlullah onun hakkında:"Kendisine uyulan şu ahmak!..." demiştir
Araplar iridad ettiği zaman Uyeyne b.Hısn gibi irtidad eden birçok kimseler vardı. Onlardan kimi tekrar dine döndü ve iyi bir müslüman oldular.Kimi de münafıklıkta israr etti.Allahu taâlâ (bunlar hak-kında):"Çevrenizdeki bedevilerden ve Medine halkından birtakım münanklar vardır ki .onlar münafıklık etmeye alışmışlardır.Sen onları bilmezsin,onlan biz biliriz."(9.et-Tevbe:101) buyurmuş-tur.Rasûlullahın önünden çekilip götürülecek olan-lar,işte(mürted ve münafık) lardır...
Onların zikrettikleri altısı hariç.nasü olur da bütün Ashab,onun önünden çekilip götürülürlerTHal-buki Allah(C.C) onlar hakkında daha önce şöyle bu-yurmuştu:"Muhammed Allah'ın peygamberidir.Onun beraberinde bulunanlar(=Ashâb-ı Kiram) kâfirlere karşı çok şiddetli,kendi aralarında gayet merhametlidirler....ilâh" (48.el-Feth: 29)
Keza:"Hakikaten Allah (Hudeybiye'de) ağacın altında sana biat etmekte oldukları vakit o mü'minlerden razı oldu."(48.el-Feth: 18) buyurmuştur.
EBÛ MUHAMMED:Bana Zeyd b.Ahzem et-Tâî tahdis etti (ve) dedi:Bize Ebû Dâvud (et-Tayâîisi) haber verdi (ve) dedi:Bize Kurratu'bnu Hâlid, Katâde'den haber verdi.Katâde (öl-118) [174]şöyle dedi:"Sâid b.el-Museyyib'e ( -94)," [175]"Bey'at-ı Rıdvan'da (Ashab) kaç kişi idiler?" dedim,"Binbeşyüz kişi idiler." dedi.Ben:Câbir b.Abdülah (R.A) bindörtyüz kişi olduklarını söyledi,dedim.Bana:"AIlah ona rahmet et-sin.yanılmış.Onlann binbeşyüz kişi oldukların bana söyleyen odur".dedi
[176]Sonra onların gerisin geri irtidad edeceklerini bildiği halde Allah'ın (C.C) birtakım kimseler den(=akvâm) razı olması.onları medhetmesi.İncil ve Tevrat'ta onlar için misal vermesi nasıl caiz olabilir? Olsa olsa onlar (Kelâmcılar) in : "Allah onların irtidad edeceklerini bilemedi." demeleri gerekir ki.işte bu (sözü söyleyen) kâfirlerin en şerlisidir. [177]
İDDİÂ;Siz,Musa'nın (A.S) kaderi (=mutezilî) olduğunu,Âdem(A.S) ile münakaşa ettiğini,ve münakaşada Âdem'in (A.S) gâlib geldiğini;[178] Ebû-bekr'in de kaderi olduğunu ve Ömer ile münakaşa ettiğini ve Ömer'in ona galib geldiğini rivayet ettiniz.
CEVAB:Biz deriz ki:Bu bir yalan ve hadise iftira-etmektir.Biz ne Mûsâ 'nın ne de Ebûbekr'in kaderi olduğuna dair herhangi bir hadis vârid olduğunu bilmiyoruz. ..
Bize Ebu'l-Hattâb tahdis etti (ve) dedi:Bize Bişr b.el-Mufaddal haber verdi (ve) dedi:Bize Dâvud b.ebî Hind^Âmir'den ,o da Ebû Hurayra'dan ,o da Rasûlul-lahtan haber verdi ki(Rasûlullah) şöyle demiş-tir:"Mûsâ (A.S) Âdem (A.S) ile karşılaştı ve ^'İnsanları bedbaht yapan,onlan Cennetten çıkaran İnsanların babası(=Ebu'l-Beşer) Âdem sen (mi)sin?" dedi.O da:"-Evet" dedi ve ilâve etti:"Sen de Allah'ın risalet ve kelâm (=konuşma) ile insanlara üstün kıldığı Mûsâ değil misin?" dedi,Mûsâ:Evet dedi .Âdem (A.S):"Sen Allah'ın sana İndirdiğinde (=Tev ratî,Allah'ın -tekrar Cennete sokmadan öncebeni oradan çıkaracağını okumadın mı?"de-di.Mûsâ,evet dedi.Bunun üzerine Âdem ,Musa'ya gâlib geldi ve onu susturdu.
EBÛ MUHAMMED:Bu sözde Musa'nın kaderi olduğuna dair ne vardır?Biz biliyoruz ki herşey Allah'ın kader ve kazâ'sı iledir.Şu kadar var ki.fnlleri faillerine nisbet ediyoruz.ve güzel amel işleyeni güzel amelinden dolayı övüyor.kötüyü de kötülüğünden dolayı levmediyor,kınıyor;ve günah işleyene günahlarına göre muamele ediyoruz.
"Ebübekr (R.A) kaderi idi." demelerine gelin-ce:Bu da aynı şekilde tahrif ve hadise ilâvede bulunmaktır.
Onlar (Ebûbekr ve Ömer) sadece kader hakkında bilgileri olmadığı için münakaşa etmişlerdir. Fakat kader hakkında gerçeği öğrendiklerinde ne oldu?Bir noktada birleştiler!...Tıpkı bunun gibi onlar;Rasûlul-lah kendilerine öğretesiye.Kur'an nazil olasıya,sünnet kesinleşinceye kadar, dini meseleler ve tevhid hususunda pekçok şeyi bilmiyorlardı,daha sonra bunları öğrendiler.
Hadİs.Ebûbekr ve Ömer'den rivayet edilmesine rağmen-Hadisçüer nazarmda-zayıftır.Hadîsi İsmail b.Abdisselâm ,Zeyd b.Abdirrahman'dan ,o da'Amr b.Şuayb'dan o da babasmdan,o da dedesinden rivayet etmiştir.Yine bu hadisi Horasanlı bir adam.Mukâtü b.Hayyân'dan ,o da Amr b.Şuayb'dan rivayet ediyor.Bu ravilerin ise çoğu tanınmamaktadır. [179]
İDDİÂ:Rasûlullahın:"Hayâ imandan bir şu'bedir.[180]buyurduğunu rivayet ettiniz.
îman sonradan kazanıhr.Hayâ ise kişide yerleşmiş bir huy ve tabiattır.O halde huy ve tabiat nasıl "sonradan kazanılan birşey" olabilir?
CEVAB:Biz deriz ki:Hayâ sahibi hayası sebebiy-le-imanıyla günahlardan uzak kaldığı gibi-günahlar-dan uzak durur ve sanki haya imandan bir şu'be olmuş olur.
Birşey diğerinin misli,benzeri veya onun sebebi olduğu zaman araplar.o şeyi diğerinin yerine koyarlar.
Görmüyor musun,rükû!a ve secdelere salât (=namaz) diyorlar. Halbuki salât'ın asıl (mânâsı)ı duadır .Allah'ın (C.C) :"OnIara salât et.If(9.et-Tevbe:103) yani:Onlar için dua et,ve "Eğer duanız olmasaydı.." (25.el-Furkan:77) Yani:Namazınız olmasaydı.buyur-duğu gibi;onlar da duaya namaz (=salât) demişlerdir.
İbnu Ömer,"Rasûlullah bir velîme'ye (ziyafete) çağrıldığı zaman, eğer oruçlu değilse, yerdi.Yok eğer oruçlu ise salât ederdi- yani dua ederdi-" demiştir.
Salât'ın ash duâdır.Allahu taâlâ:"Bir de onlara salât et,çünkü senin sal ât ın(-duan) onlar için bir rahatlık ve huzurdur." (9.et-Tevbe:103) buyurmuş-tur.Salât et demek,duâ et demektir.
Yine Allah(C.C) :"Allah ve melekleri Peygambere salât ederier.Ey iman edenler siz de ona salat edin ve gönülden teslim olun."(33.el-Ahzâb:56) bu-yurmuştur.Salât edin,yani:ona duâ edin,demek-tir.Bu hususta daha pekçok ayet vardır.
İşte duâ da namazda edildiği için,namaza duâ(=salât) ismi verilmiştir.
Zekât da böyledir. Zekâ t ,mahn temizlenmesi ve çoğalmasıdır.Çoğalma da,maldan zekâtın çıkarılmasıyla olunca,zekât denmiştir.[181] Buna benzer (misaller) çoktur.
Bana Ebu'l-Hattâb tahdis etti (ve) dedi:"Bize el-Mu'temir b.Süleyman haber.verdi (ve) dedi:el-Leys b.ebî Süleym'i,Vâsıl b.Hayyân"dan,o da Ebû Vâil'den.o da İbnu Mes'ud'dan rivayet ederken işittim (ki) İbnu Mes'ud (şöyle) demiştir:"Geçmiş peygamberlerin sözlerinden insanların en son muhafaza ettikleri "Utanmadıktan sonra istediğini yap!..."sözü olmuştur. [182]
Bununla şu kasdolunuyor:Kim utanmazsa fâsık olur ve;bütün kötülükleri işler ve bütün çirkin şeyleri irtikâb eder.Çünkü onu bundan,ne din,ne de hayâ.hiçbiri menedemez.
İşte gördün mü,hayâ ile îman,her ikisi aynı şeymiş gibi.aym işi görür oldular. [183]
IDDIÂ:Şu'be'den,o Ya'lâ b.Atâ'dan,o da Câbir b.Yezîd b.el-Esved'den,o da babasından rivayet ettiniz ki(Câbir'in babası,Yezid b.el-Esved (RA) şöyle demiş tir:"Rasûlullah ile birlikte namaz kıldım.Baktım ki iki adam mescidin bir taraûnda namaz kıl-mayıp duruyorlar.Rasûlullah onları çağırdı.Bunun üzerine ikisi de boyun damarları titreyerek [184] geldiler.
Rasûlullah:"Sizi .bizimle beraber namaz kılmaktan alakoyan nedir?" dedi.Onlar:"Biz evlerimizde kılmıştık!" dediler.Rasûlullah:"Böyle yapmayınız! Biriniz evinde namazı kılar da sonra namaz kılmakta olan imama yetişirse ,onun arkasında namaza dursun.Bu (ikinci) kıldığı onun için nafile olur." dedi. [185]
Sonra Ma'n b.İsa'dan ,o Saîd b.es-Sâib et-Tâifî'den ,o da Nûh b.Sa'saa'dan.o da Yezîd b.Âmir'den rivayet ettiniz ki(Âmir (RA) şöyle ) demiştir: "Rasûlullah namazda iken geldim ve oturdum, (namaz kılmak için) onların arasına girmedim.Rasûlullah (namazı bitirip ) döndü ve;"Ey Yezid sen müslüman olmadın mı? dedi.Ben:"Evet müslümanım Yâ Rasûlallah." dedim.Rasûlul-lah:"Herkesle birlikte namaz kılmaktan seni alıkoyan nedir?" d e di. Ben :"Ben sizin namazı kıldığınızı zannederek evimde kılmıştım!" dedim...Bunun üzerine Rasûlullah :"Namaz (kılmak) için gel-diğinde.insanlan namaz kılıyor görürsen hemen onlarla beraber namaza dur.Eğer namazını kılmış idiysen.o (kıldığın) senin için nafile olur.Bu ise farz olan namaz olmuş olur." dedi. [186]
Sonra yine Yezîd b.Zuray\Huseyn'den,o da Amr b.Şuayb'dan.o da Meynv'ıne'nin mevlâsı Süleyman'dan rivayet ettiniz ki(Süleyman şöyle) demiş-tir:"îbnu Ömer'e geldim.însanlar namaz kılıyor,o ise bir döşeme taşı üzerinde oturuyordu. "Onlarla beraber namaz kılmıyor musun?" dedim."Ben kılmıştım. Çünkü Rasûlullahı :"Bir namazı.günde iki defa kılmayın." derken işittim[187]dedi.
Bu bir çelişki ve tutarsızlıktır.Ve bu hadislerin herbiri diğerinin vâcib kılmadığı şeyi vâcib kılmaktadır.
CEVAB:Biz deriz ki:Kesinlikle bu hadislerde her hangi bir çelişki ve tutarsızlık yoktur.
Birinci hadise gelİnce:Rasûlullah şöyle demiştir: "Biriniz evinde namazını kılar da,sonra namazı kılmakta olan imama yetişirse, onunla beraber namazı kılsm.Bu (ikinci) kıldığı onun için nafile (olur)."Bu sözle şunu kasdetmektedir:
İmamla kılmış olduğu namaz nafiledir.İlk kıldığı iscfarz olandır.Çünkü önce,farz namaz olarak ilk kıldığı namazın edasına niyet etmiş.namaz tamam ol-muş,ve bitmiş tir. Ameller ise niyyetlere göredir.
İkinci hadise gelince: Rasûlullah demiştir
ki: "Namaz (kılmak) için geldiğinde.insanları namaz kılıyor görürsen hemen onlarla beraber namazı kıl! Eğer namazı kılmış idiysen o senin için nafile olur,bu ise farz olan namaz olmuş olur."
Bu sözüyle Rasûlullah şöyle demek istemiştir: "İmamla kıldığın bu namaz senin için nafile olur.Evinde kıldığın namaz ise farz olan namaz olmuş olur."
Eğer, "...bu ise farz oîan namaz olmuş olur..." sözündeki (yakın işaret ismi olan) "hâzini" (=bu),yeri-ne (uzak işaret ismi olan) "tilke" (=o) koysaydı.mana daha vazıh olurdu.fAsIında) bu iki işaret sıfatı arasında fark yoktur...Buradaki müşkilât ise sadece "ve hâzihî (=bu namaz) "sözünden dolayı meydana gel-mektedir.Bazı râviler hadisteki "hâzihi" lafzın: ilk yerinde zikretmeyip,ikinci yerinde zikretmiş ve onu"tilke" yerine koymuştur.
Râvilerin bu gibi.harf veya manayı değiştirebilen basit bir şeyi ihmal edip zikretmemelerinin misallerini sana (evvelce de) vermiştim.
İçersinde İbnu Ömer'in(R.A) ."Rasûlullah.bir
namazı günde iki defa kılmayın buyurdu." dediği üçüncü hadise gelince:Aslında Rasûlullah sanki şöyle demiş gibidin'Bir farz namazı günde iki defa kılmayın." Faraza sen evinde öğle namazını kıldm.sonra onu tekrar kıldın veyahut da ilk olarak bir imamla kü-dın.sonra başka bir imamla tekrar kıldın.
İşitmemiş veya kendisine ulaşmamış olması do-layısiyle İbnu Ömer,Rasûlullahın kişinin,imamı namaz kıldırır gördüğünde onunla namazı kılmasını ve onu nafile kabul etmesini söylediği hadîsle amel et-memiş,kendi işittiği hadise uymuştur.
O halde kim evinde farzı kılar.sonra imamla bu namazı tekrar kılar ve bunu nafile yaparsa.bu namazı günde iki defa kılmış olmaz. Çünkü bu iki namaz başka başka iki namazdır.Onlann birisi farz.diğeri de[188]
İDİDÂ Sufyân ,ez-Zuhrî'den,o da Ebû Sele-me'den,o da Âişe'den (RA) olmak üzere,Rasûlullahın (S.A.V) .cünüb olduğu halde uyumak istediğinde, namaz abdesti gibi abdest aldığını[189].rivayet ettiniz.
Sonra Şu'be'den,o da el-Hakem (b.Uteybe) 'den.o da İbrahim (en-Nahaî)den,o da el-Esved (b.Ye2id en-Nahaî)'den,o da Âişe'den (R.A) rivayet ettiniz ki (Âişe):"Rasûlullah yemek yiyeceği veya uyuyacağı zaman abdest alırdi. [190] demiştir.-Hz.Âişe "cünüb iken" böyle yaptığını kasdediyor-
Sonra yine Sufyân o Uyeyne den.o Ebû İshak (eş-Şeybânî)'den o da el-Esved'den,o da Âişe(R.A)den rivayet ettiniz ki (Âişe) şöyle demiş tir: "Rasûlullah suya el sürmeden cünüb olduğu halde uyurdu. [191]
CEVAB:Biz deriz ki:Bütün bunların hepsi de câizdir.Dileyen cinsî münasebetten sonra namaz abdesti alır,sonra uyur.Dileyen de elini ve tenasül uzvunu yıkayıp uyur. İsteyen de suya dokunmaksızm uyur.Şu kadar var ki abdest almak efdaldir.
Rasûlullah bir şeyin faziletini göstermek için bükere böyle yapar; o hususta ruhsat bulunduğunu göstermek için bir kere de şöyle yapardı.însanlar bunlarla (-iki şekilde de) amel ederlerdi.
Binaenaleyh kim efdal (= en üstün) olanı yapmak isterse onu yapsın.Kim de ruhsata tabî olmak is-terse,o da onu yapsın. [192]
IDDIÂ:Sufyân (b.Uyeyne),den,ez-Zuhri'den,o da Saîd b.el-Museyyib'den,o da Ebû Huray-ra'dan:"Bir bedevinin Mescid(-i Nebevî'y)e bevlettiği-ni.bunun üzerine Rasûlullahın:"Bevlettiği yere bir kova su dökün''buyurduğunu [193]rivayet ettiniz.
Sonra Cerir b.Hâzim'den rivayet ettiniz ki (Cerîr şöyle) dedi:Abdulmelik b.Umeyr'i.Abdullah b.Ma'kıl b.Mukarrin'den bu kıssa hakkında Rasûlulla-hın:"Üzerine faevlettiği toprağı alıp atın ve onun yerine su dökün ." dediğini rivayet ederken işittim.
îşte bu birincisine aykırıdır.
CEVAB:Biz deriz ki:Buradaki aykırılık râviden gelmektedir.Ebû Hurayra'mn hadisi daha sahihtir. Çünkü o, bu kıssa esnasında orada hazır bulunmuş ve hadiseyi görmüştür.,
Abdullah b.Ma'kıl b.Mukarrin ise sahabeden değildir. Rasûlullah zamanına yetişenlerden de değil-dir.Biz onun sözünü,hâdisede hazır bulunan ve hadiseyi gören birinin sözüyle bir tutamayız.. -
Onun babası Ma'kıl b.Mukarrin,Ebû Amratu'l-Muzenî Raşûlllahtan rivayet eder,oğlu Abdullah'a ge linçe, onu(n sahabe olup olmadığım ) bilmiyoruz. [194]
İDİDÂ:Birçok hadiste:RasûIuIlaha,"YoIcuIuk esnasındaki oruçtan" sorulduğunu,Rasûlullahm da:"Dilersen tut.düersen tutma!"[195]dediğini rivayet ettiniz.
Sonra Ubeydullah b.Mûsâ'dan.o da Usâme b.Zeyd'den ,o da İbnu Şihâb (ez-Zunrî)'den.o da Ebû Seleme (b.Abdirrahman b.Av'dan ,o da babasından, olmak üzere rivayet ettiniz ki, babası (Abdurrahman b. Aiv (R.A) şöyle ) demiştir:"Rasûİullah;yolculukta orucu t utmak, o kimsenin (ramazanda) mukim iken oruç tutmaması gibidir. [196]buyurdu
CEVAB:Biz deriz ki:Bu (ikinci hadis) Rasûlulla-hm;yolculukta Allahu taâlânın ruhsatını (kolaylığını) ve kendilerine bağışladığı rahatlığı terkedip de, sıkıntı ve meşakkatleri üzerine alan kimselere söylediği bir sözüdür.
Rasûlulah onlara;yolculuk esnasında oruç tutmalarının günahının,mukim iken oruç tutmamalarının günahı gibi olduğunu bildirmiştir.
Başka bir hadiste de ; Allah'ın kendilerine verdiği nimeti ve bu hususta sağladığı kolaylığı kabul etmeyi terke ttiklerinden dolayı onlara "âsîler(=itaat etmeyenler) "adını vermiştir.
Her kim Allah'ın kolaylığından yüz çevirirse.azi-meüe (amel etiği ibadetle) rini terketmiş gibidir.Bu sebepten Rasûlullah, bütün senenin tamamında oruç tutulması hakkında:"Ne oruç tutmuş olur,ne de orucunu bozmuş olur!"[197] ve:
"Kim bütün sene aralıksız oruç tutarsa Cehennem onun üzerine sıkıştınhr. [198]buyurmuştur.
Fakat bir kimse soğuk zamanlarda ve kısa günlerde yolculuk eder veyahut da gölgelikte ve rahat bir-halde bulunur,kendisine hizmet edenleri bulunur-sa;o takdirde oruç tutmak o kimse için kolaydır. Rasûlullahın oruç tutma ile tutmama arasında muhayyer bıraktığı ve "Dilersen tut.dilersen tutma!" dediğuşte bu gibi kimselerdir... [199]
İDDİÂ Siz birçok hadiste.Rasûlullahın oruçlu iken( hanımlarını) öptüğünü rivayet ettiniz [200]
Sonra Ebû Nuaym (el-Mulâî)'den ,o da İsrail (b.Yûnus es-Seb'î)'den,o da Zeyd b.Cubeyr 'den ,o da Ebû Yezid ed-Dabbî'den,o da Rasûlullahın hizmetçisi Meymûne binti Sa'd'dan rivayet ettiniz ki:"Rasûlulla-ha (S.A.V) oruçlu iken hanımını Öpen bir kimsefnin hâlin) den soruldu .Rasûlullah;"Orucu bozulmuştur!" dedi.
CEVAB:Biz deriz ki:Öpme oruçlunun orucunu bozar. Çünkü (bu) öpme şehveti uyandırır ve mezi'nin [201]gelmesine sebep olur.Mübaşeret (dokunma.te masjhakkında da söyleyeceğimiz aynıdr.
Rasûlullaha gelince,şüphesiz ki o mâsum-dur.Onun oruçlu iken öpmesi,babanın çocuğunu, kar deşin kardeşi öpmesi gibidir.
Hz.Âişe'nin, "Hanginiz fercine(şehvetine), Rasûlullahın şehvetine sahib olduğu gibi sahib olabilir?[202] demesi de bunun böyle olduğunu isbat eder.
Biz, Rasûlullahın uykusu hakkında da aynı şeyi söylüyoruz: Onun uykusu"Benim gözlerim uyur (fakat) kalbim uyumaz. [203] sözü mûcebince,abdesti icabettirmez.Bu şebepten,hınltısı duyulacak derecede uyur.sonra abdest almadan namaz kılardı.
Rasûlullahm tâbi olduğu hükümler ise.pekçok yerde,ümmetinin tâbi olduğu hükümlerden farklıdır. [204]
İDDİÂ:Rasûlullahın,"Keçilere iyi davranınız. Çtinkü keçi hoş bir maldır ve o Cennettendir. [205] buyurduğunu rivayet ettiniz.
Keçi bizim gözümüzün önünde doğurup dururken nasıl olur da Cennetten olabilir?Eğer Cennette keçi olursa.orada inek,deve,eşek ve at da olması gerekir!...
CEVAB:Biz deriz ki:Rasûlullah bu keçinin bizzat kendisinin Cennetten olduğunu kasdetmemiştir.Bizim yanımızda durup dururken.nasü Cenneten olabilir?
O (S.A.V) .sadece.şunu kasdetmiştinCennette keçüer vardır,ve Allahu taâlâ ona benzer olarak .dünyada da keçileri yaratmış tır. Keza, aynı şekilde koyun, deve ve atlardan hepsinin Cennette misal (=ben-zer)leri vardır[206]
Cennette ancak;maymun ,domuz,akrep ve yılan gibi kötü hayvanlar bulunmaz.
Cennette et olması caiz olunca .orada keçi ve koyun bulunması da caizdir olur.Keza orada yenilecek kuş eti bulunması caiz olunca yenilecek deve.sığır ve koyun bulunması da caiz olur.Zira Cenab-ı Hak (Cenneti anlatırken):"...ve arzu ettikleri kuş etleri.." (56.el-Vâkıa:21) buyurmaktadır.
EBÛ MUHAMMED:Bana Ahmed b.el-Halîl rivayet etti (ve) dedi:Bize el-Asmaî haber verdi (ve) dedi:Bi-ze Ebû Hilâl er-Râsıbî,Abdullah b.Burayde'den,o da babası Buraydetu'l-Eslemî'den Rasûİullahın: "Dünya ve âhiret ehlinin katığının efendisi et;ve dünya ve âhiret ehlinin çiçeklerinin efendisi de el-fâğıye (=kına çiçeği)dir.buyurduğunu [207] rivayet etti.
Benim bu söylediklerime delâlet eden bir hususda,başka bir hadiste:"..(keçilerin) burunlannda-ki sümüğü silin Çünkü o Cennet hayvanlanndandır. [208] buyurmasıdır.Yani Rasûlullah:"O Cennette yaratılmış olan hayvanlardandır." demek istiyor... [209]
İDDİÂ:Rasûllahın,"Geride kalanların kendisine ağlamalarından dolayı Ölüye azab olunur.[210]buyurduğunu rivayet ettiniz.
Bu, iki yönden bâtıldır:
Birincisi:Allah (Azze ve Celle)'nin :"Günah İşleyen bir kimse,başkasının günahını çekmez."(35.Fâtır:18) âyeti sebebiyle bâtıldır.
İkincisi:Allah'ın (C.C):"De ki:"-Sizi Allah dirilti-yor,sonra sizi O öldürecek.Sonra da sizi kıyamet günü toplayacaktır." (45.el-Câsiye:26) âyeti sebebiyle bâtıldır.
Sonra Allah (C.C) ,çamur safhasından onları tekrar dirütesiye kadar yaratılmış (insam)ın hallerini anlatarak şöyle buyurmuş tur: "Andolsun biz insanı (Âdem'i) çamurun özünden yarattık.Sonra Adem'in neslini sağlam bir yerde(rahhnde) bir nut-fe yaptık.Sonra o nutfeyi embriyo haline getirdik. Ondan sonra embriyoyu bir parça et yaptık ve et parçasını da kemikler haline çevirdik.Kemiklere de et giydirdik.Sonra onu bambaşka bir yaratık yap tık.Bak ki yaratanların en güzeli olan Allah'ın şanı ne kadar yücedir.Sonra siz bunun arkasından muhakkak öleceksiniz.Sonra siz.kıyamet günü muhakkak diriitileceksiniz."(23.el-Müminûn: 12-16)
Allah (C.C),ne insanı ölüm ile ba's{=tekrar diriliş) arasında(yani kabirde) dirilteceğini ne de-gerek ölünün uzuvlarını parçaladığı ve gerek biraraya getir diği zaman-ona azab edeceğini veya mükâfatlandıracağını belirtmiştir.
CEVAB:Biz deriz ki: Şüphesiz Allah'ın Kitâb'ı (=Kur'an) İcaz, ihtisar, işaret ve İmâ kullanır.Bir yerde bir sıfat kullanır,başka yerde o sıfatı zikretmez.Başka bir yerde ortaya çıkmasıyla ,bu iki sıfattın,iki yerden birisinde hazfedildiği anlaşılır.
Rasûlullahın hadisi ise Kur'an'ı açıklayıcı ve âyetlerde ne kasdedildiğini göstericidir.
Kur'an'da hazf e misal,AlIah'm:"Sizden kim hasta yahut yolcu olursa,başka günlerde ( de oruç tutar.)" .(2.el-Bakara:184)âyetidir.
Bu âyetin zahiri manası şuna delâlet etmekte-dinsizden kim hasta veya seferde olursa.seferde veya hasta halde oruç tutsa bile (bu tuttukları kadar) başka günlerde (tekrar) oruç tutar.
Halbuki esas kasdedüen şudunSizden kim hasta veya seferde olur da oruç tutmazsa.o kimse tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç tutar.
Ayette "...oruç tutmazsa.." ibaresi hazfolunmuş (=düşürülmüş)tür.
Keza Allah'ınfC.C) :"(Hacc'da) Sizden kim hasta veya başında eziyyeti olursa,o kimseya üç gün oruç ;ya altı fakire birer fitre miktarı sadaka ya-hud bir kurban kesmekle fidye vermesi vacib
olur. (2.el-Bakara:196)âyeti de böyledir.
Âyetin zahiri,hasta olan veya başı bitlenen birine fidyenin vacib olduğuna delâlet etmektedir. Halbuki kasdedüen şudur: Sizden kim hasta olur veya başında eziyyeti olur da SAÇINI TIRAŞ EDERSE onun üzerine,oruç tutarak ,sadaka vererek veya kurban keserek fidye vermesi vaciptir.
Buna benzer misaller çoktur.
Bir âyette bir sıfatın zikredilip de, onun gibi başka bir âyette bu sıfatın zikredilmemesine ve bunlardan biriyle diğerine istidlal olunmasına bir misal de: ".. içinizden adalet sahibi iki erkeği de şahid yapın.(65.et-Talâk:2) âyetidir.
Allahu taâlâ başka bir yerde:"..erkeklerinizden 'iki kişiyi de şahid tutun."(2.el-Bakara:282) buyurmuştur'.. Öbür âyette (şahidlerin) sıfatını zikrettiği için kısa kısa keserek"..iki âdil." dememiştir.
Bir yerde:"..mü'min bir köle azad etmek gerekir." (4.en-Nisâ:92) başka bir yerde de:"birbirleriyle birleşmeden önce, bir köle azad etmek gere-kir."{58.el-Mucâdele:3) buyurmuş ve "...mü'min (bir köle) " dememiştir.
• Rasûlullahın hadisi ile istidlal edilen hususlar ise şunlardır: Namazların kılınışı ;rükû,secde-ler.ve teşehhüd nasıldır? (Namazlar) kaç rekâttır?Mallarda ne kadar zekât ve sadaka gerekir?Hırsı-zm elinin kesilmesini gerektiren malın mikdarı (nedir?) ve süt emme ile kimler(in nikahı) haram olur? Bunlara benzer pekçok şeyler.
Elbette Aîlahu taâlâ Kur'an'da ,kıyamet gününden önce bir kısım insanlara azab edeceğini bize bildirmiş tir. (Onlar hakkında şöyle) buyurmuştur. "Onlar sabah akşam ateşe arzedilecekler.Kıyamet koptuğu gün de:"-Firavn ve kavmini en şiddetli azaba sokun!" denUecektir.n(40.el-Mü'min:46)
Fakat onların sabah ve akşam ateşe arzedilme-leri Cenâb-ı Hakk'm "Kıyamet koptuğu gün de:"-Fir'avn ve kavmini en şiddetli azaba sokun." sözünden dolayı ne dünyada ,ne de âhirette caiz değil-dir.Çünkü kıyamet gününün ne sabahı ne de akşamı
vardır.Ancak,"Rizıkları da orada dir,sabah ve ak-şam!"(19.Meiyem:62) âyeündeki gibi mecaz yoluyla caiz olabüir.Oradaki (kıyametteki sabah ve akşamın) mecazi olması mümkündür,fakat burada (40,el-Mü'mln.46 ayetinde) mecazi olması mümkün değildir.
Ben bu hususu "Te'vîlu Muşkili'l-Kur'ân" adlı eserimde anlatmıştım. [211]
(Cenâb-I Hak) başka bir yerdckıyamet gününün azabını zikrettikten sonra:"Muhakkak ki o za-Iimlere,bundan (âhiret azabından) Önce de bir azab var.Fakat pek çokları bilmezIer."(52.et-Tûr: 47) buyunnuştur.
Keza;pekçok cihetten ve pekçok sika (güvenilir) ravilerin nakli ile.Rasûlullahm kabir azabından Allah'a sığındığı.kendisinden rivayet edilmiştir.
Bu hadisler cümlesinden olmak üzere şu hadisleri (zikredebiliriz):
Mâlik (b.Enes) in ,Ebû'z-Zubeyr'den,o da Tavus (b.Keysân) dan,o da İbnu Abbas'dan rivayet ettiği hadis.İbnu Abbas:"RasûluUah Deccalın fitnesinden sana sığınınm.Ve yine hayatın, ölümün ve kabir azabının fitnesinden sana sığınırım. [212] derdi." demiştir.
Yine bu hadislerden :Şu'be,Budeyİ b.Meyse-re'den.o da Abdullah b.Şakîk'den ,o da Ebû Huray ra'dan, rivayet edilen:"RasûluIah:"-Allah ım,ben kabir fitnesinden ve azabından,ve Deccalın fitnesinden sana sığimnm.[213] derdi." hadisidir...
Hişam'ın hadisi de bu rivayetlerdendir:Hişâm (ed-Dustuvâî) Katâde'den,o da Enes {b.MâlikJ'den rivayet etmiştir ki:tfRasûluUah (S.A.V):"-Allah'ım! Ben hayatın ve ölümün fitnesinden ve kabir azabından sana sığınırım!" derdi. [214]
Bunlara ,Münker ve Nekir (melekleri) ve onların sual sorması hakkındaki rivayetleri de ilâve edebili riz:
Hammâd b.Seleme'nin Âsim (b.ebi'n-Necûd) dan,onun da Zirr (b.Hubeyş) den,onun da Abdullah b.Abbas'dan rivayet ettiği hadis bu tip hadislerdendir. (Abdullah b.Abbas) dedi ki: "Muhakkak ki biriniz kabrinde öyle bir oturtuluş oturtulur ve kendisine Sen kimsin?" denilir.Bunun üzerine o: "Ben diriyken de ölüyken de Allah'ın kuluyum.Ve ben Allah'tan başka ilâh olmadığına şehadet ederim.Yine Muham-med'in O'nun kulu ve rasûlü olduğuna da şehadet edirim." der.Kendisine:"-Doğru söyledin" denilir ve kabri hemen,Allah'm dilediği kadar genişletilir ve kendisine Cennetteki yeri gösterilir.
Başka birine gelince,ona:"-Sen kimsin?" denilir.Bunun üzerine o:"-Bilmem?" der.Kendisine:"-Sen (zaten hiç) bilmedin!" denlir ve hemen kabir onun üzerine .kaburga kemikleri parçalanıncaya kadar sıkıştırılır. [215]
Bu,ancak bir peygamberin bilebileceği birşey-dir.Abdullah b.Abbâs'm bunları anlatabilmesi için mutlaka Rasûlullahtan işitmiş olması gerekir.
Yine Abbâd b.Râşid .Dâvud b.ebî Hind 'den o da Ebû Nadra (el-Abdî) den ,o da Ebû Saîd el-Hudrî'den (R.A) ,o da Rasûlullahtan (S.A.V) rivayet et mistir Rasûlullah şöyle anlatmıştir:"-Kabre konulduğu zaman kula melek gelir.Eğer kâfir veya münafık ise o kula Muhammedi kasdederek:"Bu zât hakkında ne diyorsun?" denilir. O ^'-Bilmiyorum! insanların birşeyler söylediğini duydum.ben de onu söyledim!" der.Bunun üzerine (melek) :"Sen (zaten hiç) bilme din, kulak da asmadın.hida-yete de ermedin!" der. [216]
Bütün bu hadisler kabir azabının kâfire mahsus olduğunu gösterir.
Onların (=Kelâmcüar) :"Allahu Taâlâ:"Günah işleyen bir kimse başkasının günahını çekmez,"
(35,Fâtır:18) buyururken;nasıl olur da ölü,geride kalanların kendisine ağlamalarındandolayı azab olunur? "demelerine gelince :Biz aynı şekilde geride kalanların kendisine ağlamalarından dolayı ancak kâfire azab olunduğunu zannediyoruz.
Nitekim İbnu Abbas da böyle söylemiştir: (Rasû-lullah) bir Yahudinin kabrinfin yanından) geçer-ken: "Muhakkak o azab olunuyor.geride kalanları da ona ağhyor[217] demiştir.
Eğer İbnu Abbas'm dediği gibiyse.bu ürkülecek birşey değildir.Çünkü kâfire (zaten) her hâî-u kârda azab olunur.
Yok eğer,gıybetten ve idrardan (sakınmadığı için) azab olunan [218]hakkında dediği gibi (Rasûlul-lah) günahkar bir müslümanı kasdetmişse.o takdirde Cenâb-ı Hakkın:"Günah işleyen bir kimse, baş kasının günahını çekmez."âyeti ancak dünyadaki hükümler hakkındadır.
Nitekim Câhiliyye ehli, öldürülen bir kimsenin intikamını almak ister ve karşı gurup, (katilin) karde-şini.babasmı veya herhangi bir akrabasını öldürürdü. Eğer akrabalarından veya hısımlarından birini öldüremezse onun aşiretinden iki adamı öldürürdü. Allah'u Teâlâ bunun üzerine: "Günah işleyen bir kimse başkasının günahını çekemez" ayetini indirmiştir.
Bu âyetin aynı şekilde İbrahim'e (A.S) indirildiği de bize haber verildi.
Bundan dolayı Rasûlullah.oğlu ile beraber gördüğü bir adama:"Ne sen, onun işlediği bir suçtan mes'ul olursun.ne de oğlun; senin suçundan mes'ul olur.[219] buyurmuştur.
Fakat Allah'ın azabına gelince, o azab geldi rni, umûmi ve kötülük edene de iyilik edene de şâmil olur.
Allahu taâlâ: "Bir de öyle bir musibetten korkun ki, o yalnız içinizden zulmedenlere isabet etmez." (8: el-Enfâl: 25) buyurmuştur. Yani Cenâb-ı Hak, bu musibetin umûmi olacağını, zâlime de başkalarına da isabet edeceğini kasdetmiştîr.
Yine Allah(C.C): "insanların kendi ellerinin yaptıkları işler (^günahlar) yüzünden karada ve denizde fesad çıktı ki Allah işledikleri günahlardan bir kısmının cezasını onlara (dünyada) tattırsın!.." (30. er-Rûm : 41) buyurmuştur.
Ümmü Seleme (RA.): Ya Rasûlallah, içimizde sâlih kimseler de var İken biz helak olurmu-yuz? demiş, Rasûlullah da : "Evet, kötülükler çoğaldığı zaman." cevabını vermiştir.
Allah'ın erişkinlerin işledikleri günahlardan dolayı aralarında çocuklar ve hayvanlar olduğu halde Nuh'un (A.S.) ümmetini (Tûfan'da) boğduğu da onların malûmudur.
Keza Allah (C.C.) Âd kavmini şiddetli bir rüzgarla; Semûd kavmini yıldırımlar, Lût kavmini de (gökten yağan) taşlarla helak etmiş, Sebt ashabını (=ya-hudileri) maymunlar ve domuzlar haline getirmiş ve. onlara azap ederken çocuklarına da azab etmiştir.
Kûfelilerden [220] birisi,-Allah'ın mukaddes kitaplarını okuduğunu ve bu kitaplardan birinde : "Ben kindar olan Allah'ım! Babalarının günahlarından dolayı onların çocuklarını da cezalandırırım." ibaresini gördüğünü bana söyledi.
îbnu Abbâs (R.A.) DanyâI'in{A.S.) : "Ey İsrail oğulları! Sizin günahlarınız yüzünden benim azaba uğratılmam size yakışık alır mı?" dediğini rivayet etmiştir.
Enes b. Mâlik (R.A.) de "keler bile Adem oğlunun günahlarından dolayı (meydana gelen kıtlık dolayısıyla, yiyecek bulamayarak) yuvasında zayıflayarak ölür." demiştir.
Rasûlullah, Mudar kavmine beddua etmiş ve: Ey AUahım! Mudar üzerine baskını arttır, ve onların üzerine Yûsuf un (A. S) (kıtlık) seneleri gibi seneler gönder. [221] demiş ve bunun üzerine onlar yedi sene kıtlık ve kuraklığa uğramışlardır. Hatta öyle ki,deriden yapılmış kaplan .kemikleri ve ılhiz (denilen kan ve deve tüyüden yapılan Câhüiyye devri yiyeceğin) i bile yemek mecburiyetinde kalmışlardır.Bu kıtlık Rasûlulah ve Ashabına bile ulaşmış ve Rasûlullahın bedduası sebebiyle onlar da cezaya mâruz kalmışlardır. Öyle ki Rasûlullah ve müslümanlar açlıktan karınlarına taş bile bağlamışlardır. [222]
EBÛ MUHAMMED:Şüphesiz biz ,bu çeşit haberlerden bizi müstağni kılacak şeyleri gözlerimizle gördük.İçersinde salihler,dindar insanlar.çocuklar ve küçüklerin de bulunduğu nice beldeler vardı ki.zelzele ile.dindan faciri, iyisi kötüsü,küçüğü büyüğü hepsi de helak olmuşladır."Kûmes"[223]Mih-ricân-Kuzak[224]"Rey " [225]ve Suriye ve Yemen'in pekçok şehirleri bunlardandır.
Bu, Allah'ı bilip tanıyan bütün din mensuplarının -birbirleriyle ihtilâf içinde olsalar bilebildiği şeydir.
EBÛ MUHAMMED : Tarihçilerden (=Ashâbûl-ahbâr) biri bana şunu anlattı : Bir gece (Halife) el-Mansûr sohbet etmiş ve Emevi halifelerini, onların [226]gidişatlarını, (başlangıçta) doğruluktan ayrılmadıklarını, sonra sıranın, gösterişe dalan oğullan-na geldiğini; devlet işlerinin büyüklüğü ve kadrinin yüceliği karşısında onlann,gayret ve arzulannın,şe-hevi şeylere teveccüh etmek,lezzetleri tercih etmek ve Allah'ı (C.C) öfkelendirecek şeyleri irükab etmek olduğunu; bunları işlerkefı,AIlah'ın onlan (hemen) ce-zalandırmayıp kendilerine mühlet verdiğinden habersiz,Allah'ın kendilerini (mühlet vererek) aldatmasından (=mekr-i ilâhî) emin olarak işlediklerini; Bunun üzerine Allah'ın saltanatı ve izzeti onlardan so yup aldığını ve nimetlerini de onların üzerinden (kaldırıp başkalarına) naklettiğini anlatmış.
Bunun üzerine Salih b.Ali[227](halifeye) şöyle demiştir:Ey mü'minlerin emiri! Ubeydullah b.Mervan kaçarak,kendisine tabi olanlarla "Nûbe"[228]arazisine girdiği vakit.Nûbe melik'i malûmat istedi,kendi-sine malumat verilince(Melik) ata binerek Ubeydullaha geldi ve değişik bir lisanla aklımda tutamadığım şeyler söyledi ve onu ülkesinden kovdu...Eğer mü'minlerin emiri onu hapisten çağınp.bu gece huzurumuza getirilmesini ve bunun kendisine sorulmasını muvafık görürlerse (çağınlsm) .
el-Mansur onun getirilmesini emretti ve ona başından geçeni sordu.
Ubeydullah:Ey mü'minlerin emri! Kaçırabildi-ğim çeşitli ev eşyalarıyla Nûbe arazisine geldim.Ora-da bunları döşedim ve üç gün burada ikamet ettim. Daha sonra durumumuzdan haberdar olan Nûbe meliki bana geldi.İçeriye uzun boylu .kartal burunlu yakışıklı bir adam girdi. (Vere serdiğimiz) kumaşlara yaklaşmayarak toprağa oturdu.
Ben:"Niçin kumaşlarımızın üzerine oturmuyor sunuz?" dedim.
Bana: "-Ben Melik'im .Bütün meliklere de Allah'ın azameti karşısında tevazu göstermesi yara-şır.Çünkü melik'i (bu makama )O yükseltmiştir"dedi
Sonra bana döndü ve :"Kitabınızda size haram kılındığı halde niçin içki içiyorsunuz?" dedi.
Ben :"Buna kölelerimiz ve sefihlerimiz cüret ediyor." dedim.
O:"Niçin hayvanlarınızla ekinleri çiğniyorsu-nuz?Halbuki bozgunculuk sizin Kitab'ınızda haram kılınmıştır!?dedi.
Ben:"Bunu câhillerimiz yapıyor." dedim.
O:"Size haram kılındığı halde niçin ipek ve dîbac giyiyor.gümüş ve altın (eşya) kullanıyorsunuz?" dedi.
Ben: "Saltanat bizden gitti,yardımcılarımız azal-dı.Bu esnada Acem'den bir kavme galip geldik.Onlar bizim dinimizi kabul ettiler ve hoşgörmememize rağmen bunları giydiler." dedim.
(Melik) uzun müddet başını önüne eğdi,ve elini evirip çevirerek toprağı çizmeğe başladı.Sonra da:
"Anlattıkların senin dediğin gibi değildir! Bilâkis siz.size haram kılman şeyleri helâl saydınız.Size yasaklanan günahları işlediniz. Mülkünüzdekilere (tebaanıza) zulmettiniz.Allah da kuvvet ve üstünlüğü sizden çekip aldı ve günahlarınızdan dolayı size zillet (elbisesini) giydirdi.Sizin hakkınızda Allah'ın henüz sona ermemiş bir azabı vardır.Azabın;siz benini topraklarımda iken size inmesinden ve sizinle beraber bana da dokunmasından korkarım.Misafirlik üç gündür.İhtiyacınız olan erzakı alın ve topraklarımı terkedin." dedi.Ben de dediği gibi yaptım.
Allah (C.C) Kur'an'da bize;babalanndan dolayı çocuklarım koruduğunu da haber vermiş tir .Allah (C.C) şöyle buyurmaktadır:"...Duvara gelince.bu duvar şehirde iki yetim oğlanındı.Duvarın altında bu oğlanlar İçin saklı bir define vardı .Babaları da
salih bir adamdı.Onun için Rabbin diledi ki .ikisl de rüşdlerine ersinler ve definelerini çıkarsınlar."
(I8.el-Kehf:82)
Hz.Ömer (R.A},Hz.Abbâs ile (teberrükde bulunarak) yağmur duasına çıktığı gün irad ettiği hutbesinde: ""-Ey Allahım,Senin peygamberinin amcası ve onun ashabının ululan ile sana tevessül ediyo-ruz.Çünkü Sen Hak olan şu s özünde: "...Duvara gelince bu duvar şehirde iki yetim oğlanındı.Duvann altında bu oğlanlar için saklı bir define vardı.Babaîan da salih bir adamdı.Onun için Rabbin diledi kUkisi de rüşdlerine ersinler ve definelerini çıkarsınlar." bu-yuruyorsun.Ey Allahım, amcasını korumak suretiyle, Peygamberinin de izzet ve şerefini koru! [229]Şefat ve mağfiret isteyerek onu sana aracı kıldık!.[230] demiştir.
Allah'ın (C.C),dostlarının çocuklarım babalarından dolayı koruması caiz olduğu gibi;kendisinin düşmanlarının çocuklarım babalarından dolayı korumaması da caizdir.O,dilediğini yapandır.
Hz.Âişe,bu (mevzuun başında zikredilen) hadisi kabul etmez ve: "Kim bunu kabul ederse şüphe yok ki yalan söylemiş.günaha girmiş olur."derdi [231]
Bu Hz.Âişe'nin kendi görüşü ve yorumudur. Onun şahsi kanaatından dolayı Rasûlullahın hadisini reddetmek caiz değildİr.Eğer Hz. Âişe bu mu- halefetine dair Rasûlullahtan birşey nakletsey-di, o zaman bu sözü kabul edilebilirdi.
Eğer Abdullah b.Ömer (RJ\) bu hadisi tek başına nakletmiş olsaydı-Hz.Âişe'nin de dediği gibi- onun hata ettiği düşünülebilirdi...Lâkin .İçlerinde
Hz.Ömerjmran b.Husaynjbnu Ömer ve Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin (RA) bulunduğu bir gurup sahabe bunu nakletmişlerdir. Eğer: "Bu zulümdür .Allah ise zulümden uzaktır.Çünkü Allah(C.C):"...ve Ben kullara zulmeden değilim!" (5O.Kâf: 29) buyurmuştur." derlerse.biz onlara îyâs b.Muâviye (-122) nin [232] sözü ile cevab veririz.İyâs şöyle demiştir:"-Birisine,"Arab'ın lisanında zulüm nedir?" dedim.
O:"Kişinin,kendisinin olmayan birşeyi almasıdır." dedi.
Ben de:"Lâkjn herşey,Allah'ındır." dedim. [233]
İDDİÂ:Rivayet ettiniz ki:Ebû Zerr (R.A),kişi-nin hanımıyla münasebette bulunması hakkında RasûIuHaha:"-Yâ Rasûlallah,insan hem zevkle-nlr.hem de sevab kazanır mı? [234] diye sordu.
Rasûlullah:"-Eğer bu ihtiyacını,haram yoldan tatmin etseydin .günah işlemiş olmaz mıy-dın.ne dersin?" dedi.(Ebû Zerr de): "Evet!" deyince Rasûlullah:
"İşte bu İşi helâl yoldan yerine getirmenden dolayı sevab kazanman da böyledir." buyurdu. [235]
Haram yoldan bir ihtiyacı gidermek bir gü-nah.helâl yoldan yerine getirmek ise mubah bir şey-dir.-Mübah olan bir şeyden dolayı sevab verilmesi nasıl caiz olur? Eğer bu caiz olursa.acıkınca yemek yenilmesinden ye susayınca su içmekten dolayı da sevab verilmesi caiz olur.
Dilin inceliklerini ve caiz olan ve olmayan şeyleri bilme hususunda insanların en bilgilisi olan Rasûlul-lah bunu nasıl söyleyebilir?!...
CEVAB:Biz deriz ki:Bazan bir adamın ihtiyar veya çirkin bir hanımı olur .Adamın nefsi, kendisine haram olan başka bir kadını arzular.Bunu yapmak kendisi için hazır ve mümkün iken,Allah'a itaat ederek onu terkeder ve arzulu olmadığı halde (hanımıyla) helâl yoldan bu işi yaptığı için sevab kazanır.
Yine adamın iki hanımı olabilir. Bunlardan birisi siyah ve çirkin .diğeri ise beyaz ve güzel.O.bu iki hanımından sadece birisini arzu etmesine rağmen.ikisi arasında müsavatı gözetir, diğerine sıra gelince ona da katlanır ve bundan dolayı sevab kazanır.
Eğer bir kimse .helâl olan arpa ekmeği yese ve yiyebileceği halde haram olan beyaz ekmeği yemeyi ter-ketse; insanlar nazarında, arpa ekmeği yediğinden dolayı sevab kazanmış olur.
Hattâ bir kimse,Rasûlullahın:MMü'mİn herşey-den dolayı sevab kazanır.Hattâ lokmayı ağzına götürmesinden dolayı bile".sözü üzerine, "Mümin yeme içmesinden ve cinsî münasebette bulunmasından dolayı sevab kazanmış olur dese-kanaatıma göre-ancak doğruyu söylemiş olur. [236]
IDDIÂ:Siz,maymunlann,zina ettiğinden dolayı bir maymunu recmettiğini rivayet ettiniz. [237]
Eğer maymunlar onu sadece evli olduğu için recm ettilerse,bu takdirde hadis daha da enteresan olur,ve bu kıyasa göre.siz bilmezsiniz,belki de maymunlar Tevrat'ın hükümlerinden pekçoğunu tatbik ediyorlardır ve belki de onların dini hâlâ Yahudiliktir.
Eğer maymunlar Yahudi ise, muhtemelen domuzlar da Hristiyandır. (!...)
CEVAB:Bu alay ve istihzalara cevab olarak deriz ki:Ashnda maymunlar hadisi ne Rasûlullahtan ne de Ashabından (rivayet edilmiş.) değildir.Bu sadece Amr b.Meymûn'dan ( -145) [238] naklen anlatılan bir-ş eydir..
Bana Muhammed b.Hâlid b.Hıdâş tahdis etti (ve) dedİ:Bize Müslim b.Kuteybe.Huşeym (b.Beşîr) den,o da Husayn (b.Abdirrahman es-Sulemî) den ,o da Amr b.Meymûn'dan haber verdi M (Amr) şöyle demiştir: "Câhiliyye devrinde bir maymun zina etti .Bunun üzerine diğer maymunlar onu recmetti.Ben de onlarla beraber recmettim. [239]
EBÛ MUHAMMED:Amr b.Meymun'un, rnay-munlan,diğer bir maymuna taş atarken görmüş olması ve zina ettiği için onu recmettiklerini zannetmiş olması mümkündür.Bu sadece tahminen bilenebile-cek bir şeydir.Çünkü maymunlar kendileri hakkında birşey söyleyemezler.Onların kavga ettiğini gören kimse,maymun zina etti mi.etmedi mi,bilemez.Bu sadece bir zandan ibarettir.
Belki Şeyh (Amr b.Meymun) .bizim bilemediğimiz emarelerle onun zina ettiğini bilmiş olabilir.Çün-kü maymunlar hayvanlann en çok zina edenidir..
Araplar onu misal verir ve: "Maymundan daha zinakâr." derler.Eğer maymunun zina ettiği bilinen birşey olmasaydı, onunla misal verilmezdi. Çiftleşme ve eşini kıskanma hususunda insanlara .maymundan daha çok benzeyen bir hayvan yoktur.
Bazan hayvanlar birbirine düşman olurlar,bir-birine saldınr ve birbirlerini cezalandırırlar.[240]Hayvanların kimisi ısınr,kimisi tırmalar, kimisi de kırıp parçalar..
Maymunlar da insanların taş atması gibi,Alla-hın kendisine verdiği eller ile taş atar .Eğer maymunlar birini,zina olmaksızın taşlamışlar da Şeyh (Amr b.Meymu} onların zinadan dolayı birbirlerini taşladıklarını zannetmişse.bu da uzak bir ihtimal değildir.
Yok eğer Şeyh.herhangi bir emare ile.zina olduğu ve taşlamanın da bu sebepten olduğu sonucuna varmışsa ,aynı şekilde bu da.uzak bir ihtimal değil-dir.Çünkü maymun-dediğim gibi-hayvanların eşini ençok kıskananı ve anlama bakımından insan oğullarına en yakın olanıdır.
EBÛ MUHAMMED:Ben,onlarm mesholunmuş olan maymunların ta kendisi olduğunu ve nesilden nesile çoğaldıklarını zannediyorum. Bunu Allahu Taâlâ'nın şu âyetinden çıkanyorum:"De ki:Allah katında ceza bakımından bundan daha kötüsünü size haber vereyim mi? O kimseler ki Allah kendilerine lanet etmiş »gazabına uğratmış,onlardan maymunları (=el-kıradatu) ve domuzları(=el-hanâzîru) yapmıştır." (5.el-Mâide:60)...
el-kıradatu (=maymunlan) ve el-hanâziru (=do-muzları) kelimelerindeki "el (=elif ve lâm)" kelimenin ma'rife olduğuna ve buradaki maymunun gördüğümüz maymunlar olduğuna delâlet eder.Eğer Allah (C.C) inkıraz bulmuş (yokolup gitmiş) ve geçmiş bir-şeyi kasdetmiş olsaydı "ve ceale minhumul-kıradate ve'1-hanâzîra" yerine "ve ceale minhum kıradaten ve hanâzîra" derdi [241]
Aksi takdirde Ummu Habibe'nin (RA) memsuh (=mesha uğrayanlar) hakkındaki hadisinin [242]doğru olması gerekir .Ve (mesele) Rasûlulİahın dediği gibi olur.
Biz, alaycının dediği gibi maymunların recim cezasını uyguladığını,çünkü onların Tevrat'ın (zina hakkındaki recm) hükmünü bildiğini[243] söylüyor değiliz.Lâkin biz şunu söylüyoruz:Gerçek şu ki,nasıl diğer hayvanlar tırmalar,ısırır ve parçalarsa;may-munlar da zinadan veya başka bişeyden dolayı ol-sun,elleriyle recm cezasını yerine getirmişler (taşlamışlar) dır.Çünkü orıunjnsan elleri gibi elleri vardır.Âdem oğlu da.eziyyet etmek istediği şey uzak olur da ona yetişemezse ona ancak taş atarak eziyyet eder.
Maymunların bizzat memsuh (^mesholunmuş) varlıklar olduğuna dair delilleri kuvvetlendiren diğer bir husus-Kur'an ve Hadiste bulunmadığı halde insan etinin haram kılınması hususunda icma ettikleri gibi-Kur'an ve Hadiste (hükmü) bulunmadığı halde maymunun etinin haram olduğuna dair fakihlerin ic ma etmeleridir. [244]
IDDİÂ: Siz,"Kur(an'm kalbi Yâ-Sîn (suresi) dir."Kur'anfin hörgücü eî-Bakara'dır." "er-Rahman ve Âl-i îmrân sureleri kıyamet günü sanki iki bulut veya iki karaltı veya (gökyüzünde karaltı halindeki) iki kuş sürüsü gibi gelir.[245] ve "Kur'an kişi-ye.kabrinde iken gelir ve ona şöyle, der. [246] diye rivayet ettiniz.Bütün bunların hepsi Kur'an'm mahlûk (^yaratılmış) olduğunu gösterir.
Kalbi,hörgücü olan veya bulut veya karaltı olan birşeyin yaratılmamış olması mümkün değildir.
CEVAB Biz deriz ki:Gerçekten bu adamlara (=Kelâmcılar) yakişan-çünkü onlar Kelâm ve kıyas ehlidirler-Kur'an'ın ne cisim,he de sınırlı ve şekilli bir şey olmadığını bilmeleri idi.
"Kur'an'm hörgücü el-Bakara'dır."sözü ile Rasûlullah sadece Kur'an'ın en yüksek kısmını kas-detmiştir.Nasd ki hörgüç de devenin en yüksek kısmıdır.
"Kur'an'm kalbi Yâ-Sîn'dir." sözü ile onun-Kur'andaki yerininjbedende kalbin yeri gibi olduğunu kasdetmiştir.
"el-Bakara ve Âl-i îmrân sanki iki bulut gibi ge lir." sözü ile de,bu surlerin sevabîarı,onlan okuyanlara gelir ve kıyamet günü onu gölgelendirir.Yine bu surelerin sevabı adama.kabrinde gelir ve kıyamet günü de gelir onu müdafaa eder." demek istemiştir.
Allahu Taâlânın.Kur'an'ı- adamı müdafaa eden ve onu kurtaran-bir varlık haline getirmesi de mümkündür.
EBÛ MUHAMMED:Bize Ebu'l-Hattâb Ziyâd 3.Yahya[247]tahdis etti (ve) dedi:Bize Abdula'lâ tahdis îtti (ve) dedi:Bize Muhammed b.İshak ,Amr b.Şu-iyb'dan,o da babasından.o da dedesinden tahdis et-[i. (Dedesi) dedi:Rasûlullah şöyle buyurdu:"Kur'an kıyamet günü adam şekline girer ve(Kur'an'ın) farzlarını zayi eden (tatbik etmeyen) yasaklarını çiğneyen, itaat in (i emrettiği şeyler) e aykırı davranan,günahlarını işleyen adama getirilir,.Kur'an,hasım olarak iddiaya hazırlanır,ve :"Ey Rabbim beni taşıyıcıların en kötüsüne yükle-din.Yasaklarımı çiğnedi,farzlarımı yerine getir-medi.bana İtaati terketti, (menedilen) günahlarımı işledi." der, ve durmadan onun aleyhine delilleri sıralar. Nihayet kendisine : "Ona dilediğini yap(abilirsin) ! denilir.
(Kur'an) da adamın elinden tutar ve onu yüzüstü cehenneme düşürünceye kadar ondan ayrılmaz.
(Sonra), (Kur'an'm) sınırlarını tecavüz etmeyen, farzları İle amel eden, emirlerini tutan, günahlarından kaçınan adama getirilir. Kur'an, adamı müdafaaya hazırlanır ve : "Ey Rabbim, beni taşıyıcıların en hayırlısına yükledîn. Benim yasaklarım (i İşlemek) dan sakındı, farzlarımla amel etti,emirlerimi tuttu, günahlarımı terketti" " der ve (adamın lehine) durmadan delillerini sıralar. Nihayet kendisine: "Ona dilediğini yap (abilirsin)!" denilir. (Kur1 an) da adamın elinden tutar ve ona atlas elbise giydiresiye, başına kral tacını oturtasıya ve ona Cennet kâsesinden içiresiye kadar onu bırakmaz. [248]
"Kur'an (adam) şekline girer." sözünde,Allah'ın onu okuyan ve onunla amel eden sahlbine,kendisini kurtaranın Kur'an'm ta kendisi olduğunu bildirmek için Kur'an'ı bir (adam) şekline sokacağına dair bir delil yok mudur?
Kur'an bizzat ne adam olabilir ne cisim.ne de söz söyleyebilir,çünkü o (kendisi) kelâm(=söz) dır.
Eğer bunlar (=kelâmcılar) daha derin düşünse-ler,kendilerine bir nebze de (Allanın) yardım (ı) nasib olsr ydı Kur'an'ın mahlûk olmasımn mümkün olamı-yacağmı mutlaka bilirlerdi.Çünkü o,Allah'ın kelâmı ve Allah'tan bir sÖzdür.Allah'tan olan.yaratılmış olamaz.
Meseleyi .onların anladıkları şu "konuşmamız"a havale ederek bir mukayese yapabiliriz .Çünkü bizim konuşmamız.bizim fiilimiz değildir.Konuşma sadece ses ve ayn ayrı harflerden ibarettir.Sesin de harflerin de bizim için bir fiil olması mümkün değildir.Çünkü ikisi de Allah'ın yarattığı şeylerdir.Bu ikisinde amel (=fîil) olarak bize aid olan sadece bu fiillerin edâsıdır [249] ve Allah'ın sevabı da bunun üzerine terettüb eder...
Bunun misali bir adama benzer ki,sen ona emanet olarak bir mal verirsin,sonra ondan,onu geri istersin .O da eliyle onu.sana geri verir.(Burada) ne"mal"dan,ne de "el"den dolayı onun için sevap yoktur.Sevab sadece malın geri verilmesindedir.
Kur'an'ı sesinle,tek tek harflerle okumadaki se-vab da böyledir.Kur'an bu nazmı (tertibi) ve bu te'lifi (terkîb,arrangement,composition) ile Allah'ın kelâ-mıdır.ondan sadır olmuştur.Onu okuyan herkes,Al-lah' in kelâmını okumuş olur.Bu husus o kimsenin üzerinden Kur'an'ı okuyan biri olma keyfiyetini kaldırmaz.
Eğer bir adam bir hutbe yazsa,bir kaside düzse sonra bunlar ondan naklolunsa; ne hutbe ne de şiir, nakledenin bir ameli sayılmaz.Şiir sadece müellife aiddir.Nakledenin rolü ise,sadece onu tekrar etmektir, (edâ). [250]
İDDİÂ:Eyyûb (es-Sahtıyânî)den to da İbnu Si-rin'den,o da Amr b.Vehb es-Sakafi'den,o da el-Mugira b.Şu'be'den rivayet ettiniz ki (el-MuğJra) şöyle demiştir :"RasûluIlah (S.A.V) haceti için dışarı çıktı .Ben de su ile onun peşinden gittim .Abdest aldı ve sangına mesnet t İ, sonra sabah namazını kıI(dır]dı.[251]
Keza,Ebû Muaviye (Muhammed b.Hâzim) den,o da el-A'meş'den,o da el-Hakem (b.Uteybe) den,o da Abdurrahman b.ebî Leylâ'dan,o da Ka'b b.Ucre'den,o da Bilâl'den (R.A):"RasûIullahın,başörtüsüne meshettiğini" rivayet ettiniz. [252]
Yine,el-Velid b.Müslim 'den,o da el-Evzâî'den,o da Yahya b.ebî Kesir'den,o da Ebû Seleme b.Abdir rahman'dan o da Amr b.Umeyye ed-Damrî1den,onun"RasûlulIahi gördüm,abdest aldı ve sangına meshetti.[253] dediğini rivayet ettiniz. Bunlar sizin nazarınızda sağlam isnadlar-dır.Halbuki siz bunlarla amel etmeyi;Rasûlullahtan bunları nesheden birşey rivayet etmeksizin terketti-niz...
CEVAB:Biz deriz ki:Hak ve hakikat bizim nâza-rımizda.rivayetle sabit olmaktan daha kuvvetli olarak.icma ile sabit olur.Çünkü hadislere bazan sehiv(=dalgınlık) ve iğfâl(=gaflet ve ihmal) gibi noksanlıklar ânz olur,ve hadisler şüphe, (çeşitli) tevil ve izahlar ve nesh ile karşı karşıyadır,Ve bazen hadisi.sika olan ravi sika olmayan raviden alır (ve rivayet eder.)
Bazan da.ikisi de caiz olan iki farklı hüküm geü-rir.Namazdan sonra bir kere (sağa) ve iki kere (sağa ve sola) selâm verilmesi rivayetleri gibi..
Bazan bir adam .Rasûlullah bir şeyi emrederken hazır buhınur.Sonra Rasûlullah.o adam yok iken,bu-nun aksini emreder.Adam ise birincisini nakle-der.haberi olmadığı için ikinciyi nakletmez.
İcmâ ise bütün bu arızalardan salimdir,uzak-tır.Bu sebepten İmâm Mâlik (95-179) [254] Rasûlullahtan bir hadisi rivayet eder.sonra da (beldesindeki) bu hadise aykırı bir tatbikattan dolayı: "Beldemizde ise.şu şekilde amel edilmektedir. "derdi.Çünkü onun beldesi (MedinejRasûlullahın beldesidir.
Rasûlullahın devrinde herhangi birşeyle amel edildiği zaman.ikinci asırda da onunla amel edilir.Ke-za üçüncü dördüncü ve daha sonraki asırlarda da böyle olur.
İnsanların hepsinin birden.beldelerinde kendi zamanlarında câri olan bir âdeti terkedip.başkasmı kabul etmeleri mümkün değildir.
Hele (bu değişme) ferd ferd değil de asırdan aşıra olacak olursa (daha da imkânsızdır.)
Gerçek şu ki insanlar (senedi) muttasıl pekçok hadis rivayet etmişler fakat, onunla amel etmeyi terke tmişlerdir. Bu hadislere misal olarak ,şunları zikredebiliriz:
Sufyân , ve Hamraâd b.Zeyd'in,Amr b.Dinâr"dan,onun da Câbir'den,onun da İbnu Ab: bas'tan (rivayet ettiği) hadistir ki, İbnu Abbâs:"Rasû-lullahın Medine'de öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarını emniyette olup,korkulu bir hal olmadığı halde birarada kıldığını ( =cem)"[255]naletmiştir.
Fakihlerin hepsi,bu hadise-ya neshedildiğini yahud Rasûlullahın iki namazı yağmur veya herhangi bir meşguliyet dolayısıyla zaruret halinde birarada kılmış olduğunu düşünerek-amel etmeyi terketmişlerdir[256]
(Keza) Sufyan (b.Uyeyne) nin Amr b.Dînar'dan onun Avsece'den.onun da İbnu Abbas'dan rivayet ettiği hadis de böyledir:"Rasûlullah zamanında adam biri azad ettiği kölesinden başka vâris bırakmadan ölmüş»Rasûlullah da adamın mirasını köleye vermiş.[257]
Fakihler ise ya bu hadisin ravisi Avsece'yi (hadisi uydurmakla) itham edip ona istinaden herhangi bir farz veya sünnetin sabit olamıyacağını söylemelerinden veyahut da hadisin mânâsındaki bir bozukluktan dolayı-sanki hadisin mânâsı:"..ölen (köle),azad eden efendisinden başka vâris bırakmadı." şeklin-dedir-bu hadise karşı çıkmışlardır.Bu tevile gö-re,onun vâris olması mümkündür.Çünkü o. kölenin sahibidir.
Yahut da.neshedilmiş olması sebebiyle bu hadisle amel etmemişlerdir.
(Diğer bir misal) :Şu'be'nin,Amr b.Mur-ra'dan,onun Abdurrahman b.Ebî Leylâ'dan onun da el-Berâ (b.Ma'rûr) (R.A) dan rivayet ettiği hadisür.el-Bcrâ:"RasûIullah,sabah ve akşam namazlarında kunut (duasını) okurdu. [258]demiştir.
Alimler sabah namazında kunut'un okunup okunmayacağı hususunda farklı görüştedirler.Fakat akşam namazında kunut'un okunmayacağı hususunda müttefiktirler.
Buna benzer şeyler çoktur.İşte sarığa ve baş Örtüsüne meshedilmesi de böyledir.Fakihler bu hadisin terkedilmesi üzerinde İcma etmişlerdir. Onların da kabul ettikleri bir isnadla rivayet edilmiş olmasına rağmen sadece neshedilmiş olduğu için bu hadisi terketmişlerdir.
(Diğer bir sebep de şudur) :Ravi,Rasûlullahı sanğa ve sangın altına .başına meshettiğini görmüş ve hadisi nakleden de bu iki fiilden enteresan olanını nakletmiştir. Çünkü başa meshetmek normaldir.ya-dırganmaz:Zira bütün insanlar böyle yapmakta-dır.Ancak örtü üzerine meshetmek garipsenebilir.
(Fakihler) kendilerinin bu görüşlerini destekleyen, el-Muğîra'nın başka bir hadisini delil olarak zikretmektedirler.Bu hadisi el-Velid b.Müslim.Sevr (b.Yezîd el-Kalâî)den,o da Raca b.Hayve'den.o da Verrâd (es-Sakafî) den o da el-Muğira'dan rivayet etmiştir ki( el-Mugira)Rasûlullahin başının ön kısmına ve sarığına meshettiğini söylemiştir...
Başın ön kısmına meshetmek Kur'an'da farz kı-lınmıştır.Bu farz,lafzı ihtilaflı bir hadis ile ortadan kalkmaz.
Buna benzer bir rivayet de onların bazısının Rasûlullahm çarıkları (veya sandaletleri) üzerine meshettiğine-başka bir rivayette de-çoraplarma meshettiğine dair rivayettir.Rasûlullah çarıkları içersindeki çoraplara meshetmiştir.Fakat her râvi bu ikisinden,birisini nakletmiştir. [259]
İDDİÂ:es-Sa'b b.Cessâme'nin (R.A):'Ta Rasû-lallah.gece karanlığında düşmana hücum ederken atlarımız müşriklerin çocuklarını çiğniyor." dediğini, Rasûlullahın da:"Onlar babalanndandır!" cevabını verdiğini rivayet ettiniz. [260]
Sonra yine,"Rasûlullahın bir askeri birlik gön-derdiğini,onların da kadınları ve çocukları öldürdüğünü,Rasûhıllahın buna şiddetle karşı çıktığını, bun un üzerine Ashabın :" Yâ Rasûlullah, onlar müşriklerin çocuklarıdır." dediğini ,Rasûlullahın da :"Sizin seçkinleriniz de müşriklerin çocukları değiller midir?" dediğini rivayet ettiniz.
CEVAB Biz deriz ki:İki hadis arasında aykırılık mevcud değildir.Çünkü es-Sa'b b.Cessâme,Rasûlul-laha;müslümanların atlarının düşmana hücum ederken gece karanlığında onları çiğnediğini haber vermiş,Rasûlullah da :"Onlar babalanndandır" buyurmuştur."
"Onlar babalanndandır. "sözü ile Rasûluî-lah, "onların (çocukların) dünyada hükmü babalarının hükmü gibidir,gece olup da hücuma geçildiğinde müşriklere saldırma fırsatı ortaya çıkınca,çocuklar yüzünden (hücumdan) vazgeçmeyin .Çünkü çocuklarının hükmü-onları öldürmeyi kasdetmeksizin- babalarının hükmü gibidir" demek istemiştir...
Sonra İkinci hadiste, askerî birliğin .kadınları ve çocukları öldürmelerini hoş karşılamamıştır. Çünkü bu birlikteki askerler, babaları müşrik olduğu için çocukları kasten öldürmüşlerdi. Bunun üzerine Rasûlullah:" Sizin seçkinleriniz de müşriklerin çocukları değiller midir?" buyurmuştur.Bu sözüyle de "Belki müşrik çocukları içersinde bulûğa erince iman edecek ve iyi bir müslüman olacak olanlar vardır." demek istemiştir. [261]
İDDİÂ: RasûluIlahın S a'd b.Muâz (R.A) hak-kında:"Onun Ölümünden dolayı arş titremiştir.[262] ve onu gasletmeğe yetmiş bin melek koşmuştur. Ben de (meleklerden dolayı) neredeyse onun cenazesine ulaşamıyacaktım. " dediğini rivayet ettiniz.
Sonra Rasûlullahın:"Eğer kabir azabından bir kimse kurtulacak olsaydı,muhakkak ki Sa'd b.Muâz kurtulurdu.(Buna rağmen kabir) onu öyle bir sıkıştırdı ki.göğüs kemikleri parçalandı. [263]
dediğini de rivayet ettiniz.
Allanın arşı bir kimsenin ölümünden dolayı nasıl sallanır? Eğer bu caiz ise,peygamberler buna daha lâyıktır.
Siz.Rasûlullarîtan (S.A.V)""Güneş ve Ay'ın ,bir kimsenin ölümü veya doğumu sebebiyle tutulmayacağını, [264] rivayet ettiniz.Güneş ve ay ikisi de-ri-vayet ettiğinize göre-ateşte birbirine sarılmış iki öküz olursa[265]şerefli ve yüce arş'm durumu nasıl olur? Üstelik arş kımıldayınca,onun haraketi ile gökler ve yer sallanacağına göre.arş nasıl olur da,Allah'ın kendisine azab edeceği,göğüs kemikleri parçalanacak derecede üzerine kabri sıkıştıracağı bir adamın ölümünden 'olayı hareket eder?
Yetmiş bin meleğin yıkadığı ve meleklerin izdihamından Rasûlullahın.onun cenazesine neredeyse, yetişemediği birisine Allah nasıl azab eder?...
CEVAB:Biz deriz ki:Bu hadisi birtakım kimseler tevil etmişlerdir.
Bunlar hadisteki "arşın titremesi" nin; mızrağın ve rüzgârın hareketi ile ağacın titremesi gibi sadece haraketten ibaret olduğunu söylediler.
(Hadisin) bu şekilde tevil edilmesi çirkin bir şeydir ve bu hadisi delil olarak kullanan (muhaliflerin) eline koz verilmiş olur.
Bazıları da:Arş burada-Sa'd b.Muâz'm üstünde taşındığı tabut {=serir) dir ve o tabut sarsılmış tır, dediler.
Bu şekildeki bir tevil yapıldığı zaman,bu hadiste Sa'd için bir fazilet ve söylenilen bu sözde de bir fayda olmaz.Çünkü ölülerin taşındığı her tabut (=serîr) insanların onu (taşırken) çekiştirmesinden dolayı mutlaka haraket edecektir.
Üstelik başka bir hadiste:"Ontm ölümünden dolayı Rahman'ın arşı titredi.[266] şeklinde rivayet edilmişken,arşın,Sa'd b.Muâz 'm üzerinde taşındığı tabut olması nasıl mümkün olabilir?!
Buradaki el-ihtizâz (=titreme, sarsılma) ne onların dedikleri gibi bir " hareket" tir.ne de arş,diğerleri-nin dediği gibi, (bir "tabut") tur.Bilâkis ihtizaz ^titreme sarsılma)-burada -sevinç ve sürûr,demektir.
"İnne fulânen le yehtezzu lil-ma'ruf (=fulan iyilik yapılmasından dolayı titrer)" denilir.Yani ,sevi-nir.sürûr duyar demektir.
Keza," kendisini övüp medhettiklerinde fulanı bir titreme alır." denilir.Yani,neşelenir ve yüzü güler, demektir.
Bundan dolayı şöyle bir darb-ı mesel söylenmiştir: "İnne fulânen izâ duıye ıhtezze; ve izâ suile irtezze."
Bu söz Ebul-Esved ed-Duelî'ye (- 69) [267] aiddir.
Yani şunu demek istiyonYemeğe çağrılınca onu yer ve sevinir.neşelenir.Kendisinden birşey istenildiği zaman ise olduğu yerde kalır ve neşesi kaçar .
İşte hadisteki ihtizâz'm da mânası budur.
Arş'a gelince:O da .hadiste zikredildiği gibi,Rah-man'ın arşıdır.Rasûlullah arşm titremesinden sade-ce;arşı taşıyan ve onun etrafında Sa'd b.Muâz'm ruhunu dolaştıran meleklerin sevinmesini kasdetmiştir.Allah'ın (C.C) "Nihayet (Firavn ve kavminin) üzerlerine ne gök ağladı ne yer.."(44.ed-Duhân:29) buyurduğu gibi;Rasûluİlah da arşı onu taşıyan ve onu kuşatan meleklerin yerine koymuştur.Allah (C.C) âyette:"Onlann üzerine ne göktekiler ağladı ne de yerdekiler. "demek istemiş tir. Allah (C.C) gök'ü ve yer'i ,orada bulunanların yerine ikame etmiştir.
Yine Allah (C.C) "Hem şehre sorun.,"
(12.Yûsuf: 82) buyurmuş tur. Yani: Şehrin ahalisine-sorun ,demektir.
Rasûlullah da Uhud dağı hakkında:"Bu bir dağdır (kî) bizi sever.biz de onu severiz.[268] buyurmuştur.Bu sözüyle:"Oranın ahalisi-yani ansâr- bizi sever biz de onları severiz." demek istemiştir.
İşte bu (misallerdeki) gibi.Rasûlullah arşı ,onun taşıyıcıları ve etrafında dönen melekler yerine koymuştur.
Hadiste"MeIeklerin,mü'minİn ruhundan dolayı sevindikleri ve her mü'min için gökte bir kapının mevcud olduğu;oradan amelinin yükseldiği.rızkının indiği ve ölünce ruhunun oradan yükseleceği .sonra tekrar iade edileceği",varid olmuştur. [269]
Rasûlullahm,"Onu yıkamağa yetmiş bin melek koşuştu." sözü de keza,bu tevilin doğruluğunu göstermektedir.
Bu tevil-Allah'ın lütfuyla kolay ve akla yakın bir tevildir.
(Mevzuumuz olan hadiste ) Rasûlullah sanki şöyle demiştir:"Arşı taşıyan ve arşın etrafını kuşatan melekler Sa'd 'in ruhundan dolayı sevindiler."
'Yıkanmasına yetmiş bin meleğin koşuştuğu birsine nasıl azab olunur?" demelerine gelince: Ölüm'ün.Diriliş'in ve Kıyamet'in şiddetli zelzeleleri,korkuları vardır ki.bunlardan ne bir peygamber ,ne de bir velî kurtulabilir...Nitekim Rasûlullahın kabir azabından Allah'a sığınması da bunu ispat eder.Eğer bu (kabir azabı) muhal olmuş olsa idi Rasûlullah bundan Allah'a sığınmazdı.Lâkin o .Allah'ın bütün kullan üzerine takdir ettiği, onlan ondan kor-kuttuğu,hiçbir kimseye,buna karşı emniyet ve huzur garantisi vermediği kabir azabından korkmuştur.
Kıyamet günü peygamberlerîn:"Yâ Rab-bi.nefsî nefsi [Ben n'olacağnn.ben n'olacağım.)" peygamberimizin ise:"Yâ Rabbi,ümmeti,üminetî ( =ümmetim n'olacak,ümmetim n'olacak) !" demesi[270] de sana dediklerimizin doğruluğunu gösterir.
Allah Taâlâ'nm:"İçinizden hiçbiri istisna edilmemek üzere herkes mutlaka Cehenneme va-racaktır.Bu Rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür."(19.Meryem:71) buyurması da keza bunu gösterir.
Allah (C.C) herkesin mutlaka Cehenneme varacağını,sonra kendisinin takva sahiplerini kurtaracağını,zalimleri ise diz üstü Cehennemde bırakacağını bize bildirmiştir.
Ömer b.el-Hattâb (R.A) da :"Eğer benim yeryüzü dolusu altınım olsaydı,Kıyamet gününün korkusundan [271]kurtulmak için onları verirdim. [272] demiştir.
İbnu Abbâs (R.A) da :Allah'ın (C.C) :"Allah kıyamet gününde peygamberleri toplayıp,şöyle buyurur: Ümmetinizi (dine) davet ettiğinizde size ne ce-vab verildi? Onlar da:"Bizde hiçbir bilgi yok.Sen bütün gayblan kemal üzre bilensin." derler."(5.el-Mâide:109) âyeti hakkında, "Kıyamet gününde pey gamberleri toplar" yani:Onlan kıyamet gününün korkularından dolayı şaşkınlığa uğratır." demiştir.. [273]
İDDİÂ: Abdullah b.Numeyr'den.o da Ubeydullah (b.Ömer b.Hafs) dan,o da Nâfi'den o da İbnu Ömer'den.o da Rasûlullahtan (S.A.V) rivayet ettiniz ki Rasûlullah keler hakkında:"Onu ne yerim.ne de onun yenmesini yasaklarım.Onu ne helâl ki-ianm,ne de haram! [274] demiştir.
Rasûlullah da birşeyi yemez ve yasaklamaz.haram kümaz.helâl da kılmazsa, helâl ve haram hususunda kime sığınılır?Halbuki bedeviler kelerleri yer ve ondan hoşlanırlar.
Nitekim Ebû Vâil (-82) [275]:"Karnında yumurta dolu bir keleri,etli ve yağlı bir tavuğa tercih ederim." demiştir.
Hâlid b.Velid onunla keler yemiş .Hz.Ömer ' de yemiştir.Bu zâtların şüpheli bir şeyi yemeleri mümkün değildir.
CEVAB: Biz deriz ki:Bu hadiste;onu nakledenlerin birisinden sudur etmiş olan bir sehv (-hata) mevcuddur.Hadis,"Onu ne yerim,ne de onu yasaklarım." şeklinde.sadece bu kadar idi.Ravi de Rasûlullahın yemediği ve yasaklamadığı gibi;haram veya helâl da kılmadığını zannetmiştir.Halbuki ikisi arasında fark vardır.Çünkü Rasûlullah onu yemeyi haram olduğundan değil,sadece hoşlanmadığı, içi almadığı için terketmiştir.
Hz.Ömer (R.A) de kendisine bir keler getirildiği zaman,elini kelerin iç yağma götürmüş ve Rasûlullah onu haram kılmadı. Lâkin onu pis kabul etmiş ve tiksinmiştir." demiştir...
Şu hadis de bu hususu sana açıklanVehb b.Cerîr Şu'be' den,o da Tevbetu'l-Anberî'den ,o da eş-Şabî'den,o da İbnu Ömer 'den rivayet etti ki (İbnu Ömer) şöyle demiştir:"Rasûhıllahın Ashabından bazıları birşey yiyorlardi.Aralannda Sa'd b.Mâlik de vardı.Rasûlullahın hanımlarından birisi:"O (yedi ğiniz) kelerdir." diye seslendi.Onlar da yemediler. Bun un üzerine Rasûlullah Yeyiniz.Şüphesiz o helâldir,on(u yemeniz) da bir mahzur yoktur. Lâkin o benim kavmimin yiyeceği değildir."[276] dedi.
İşte bu hadis,,İbnu Ömer'den nakleden ravinin-hatasını göstermektedir.Çünkü İbnu Ömer'in birbirine zıd iki hadisi birlikte rivayet etmesi mümkün değildir.
Rasûlullahın;kendi nazarında helâl olduğu halde onu yemeyişine gelince: Nefisler helâl olan şeylerin hepsinden hoşlanır ve helâl olan şeylerin hepsinin işlenmesi gerekir diye birşey yoktur.
Allah (C.C) bize (koyun,keçi,sığır gibi) hayvanları helâl kümıştır.Onlann sadece akan kanlarını haram kılmıştır.Böyle olduğu halde,Rasûlullah koyunun idrar kesesini,bezelerini, barsaklarını, husyelerini ve dalağını yemeyi sevmezdi.
"Anasının boğazlanması cenîn'in boğazlanması (demek) dir. [277]diye bir hadis rivayet edildiği halde,nefisler,(anası boğazlandığı zaman karnından çıkan) cenini (yavruyu) yemekten hoşlanmaz.
İnsan ve maymun eti «yılanların ve abraşların[278]kertenkelelerin,farelerin etleri ve bunların benzerleri gibi;haram kılındığına dair âyet ve hadis mev-cud olmaylan şeyler hususunda insanlar,fıtratlanna ve yaratılışlarına bırakılmışlardır.Bu sayılanlardan da hiçbirisi yoktur ki nefisler onlardan tiksinmemiş olsun.
Allah (C.C) Kur'an'daîRasûlullahın.murdar ve pis şeyleri bize haram kılacağını bize bildirmiştir [279].Bunlar ise,hepsi de (insan) fıtratınca pistirler..
İnsanın yapması uygun olmayan helâl'lere gelin-ce:Onlar şunlardır Olgun bir kimsenin hiçbir mecburiyet yok iken yolda koşması,annenin mihri [280]. hakkında münakaşa etmek,elbiseyi omuzlardan dü-şürmek,yol üstünde iplik eğirmek (bükmek),kadınların süslendiği zinetlerle süslenmek, çarşı ve pazarda birşey yemek gibi.
EBÛ MUHAMMED:Bana Ebu'l-Hattâb tahdis etti (ve) dedi:Bize Ebû Attâb.Muhammed b.el-Furât'dan,o da Saîd b.Lukmân'dan,o da Abdurrahman el-Ansârî'den,o da Ebû Hurayra'dan (RA) haber verdi ki (Ebû Hurayra) Rasûlullahı:"Çarşıda bir şey yemek düşüklüktür." derken işittim." demiştir.
Bir hadiste de: "Şüphesiz Allahu Taâlâ işlerin yüksek (=şerefU) olanlarını sever.alçak ve düşüklüklerinden hoşlanmaz." buyurulmuştur [281]
İDDİA : Allah'ın (C.C.) gecenin son üçte birinde, aşağı (dünyaya yakın) semâya İndiğini, ve : 'Tok mu bir dua eden, onun duasını kabul edeyim; veya istiğfar eden, günahını affedeyim." buyurduğunu. [282].
"Arefe günü akşam ile yatsı arasında Arafatta kilere indiğini"[283]
"Şaban ayının ortasında, geceleyin indiğini [284] rivayet ettiniz.
Bu ise Allah'ın (C.C.) :"Herhangi üç kişinin bir-fıs ild aşma lan olsa mutlaka dördüncüleri Odur. Beş kişi fisıldaşsa mutlaka altıncıları O'dur. Bunlardan (sayıca) daha az, daha çok olsalar her nerede olsalar mutlaka O, onlarla beraberdir." (58. el-Mücadele:7) âyetine aykırıdır.
Allah'ın (C.C.) şu âyetine de aykırıdır: "Gökte ilâh olan da O'dur.yerde ilah olan da O'dur." (43.ez-Zuhruf:84)
İnsanlar, Allah'ın her yerde olduğuna, Allah'ın bir şe'n (=iş,hal) de bulunmasının O'nu diğer bir işten ahkoymacağmda icma etmişlerdir.
CEVAB : "Herhengi üç kişinin bir fisıldaş maları olsa, mutlaka O (Allah} dördüncüleridir. Beş kişi fisıldaşsa mutlaka altıncıları da O'dur. Bunlardan (sayıca) daha az, daha çok olsalar1, her nerede olsalar mutlaka O onlarla beraberdir." âyeti hakkında da biz de-rizki: Gerçekte Allah, onların yaptıklarını bil-mek(=ilim) suretiyle onlarla beraberdir. Nitekim sen, uzak bir beldeye gönderdiğin ve herhangi bir işini ona havale ettiğin birine: "Sana havale ettiğim herhangi bir şey hususunda kusur ve gafletten sakın, zira ben, seninle beraberim." dersin. Bu sözünle sen," Elbette senin kusurun veya gayretin - seni denetlemek ve durumunu kontrol etmek için - bana gizli kalmaz." demeyi kasdedersin.
Bu, gaybı bilmeyen yaratılmışlar için caiz olursa; gaybı bilen Hâlık (C.C.) için evleviyyetle caizdir.
Keza: "O heryerdedir." den, şu kasdedilir: Mekanlardaki hiçbir şey O'na gizli kalmaz. O, ilim ve ihâtâ (=kuşatma) ile o mekânlardadır.
"Rahman arş üzerine istiva etti." (20. Tâ-Hâ:5) - yani: (istivanın mânası) Allah "(Ey Nuh) sen beraberindekilerle gemi üzerine istiva ettiğin zaman..." (23. el-Mü'rninûn :28)-yani: (üzerine) çıktığını zaman... dediği gibi; birşeyin üstüne çıkmak, üzerine yerleşmek demektir- âyetine rağmen, bir kimsenin; Allah'ın hulul etmek suretiyle bütün mekânlarda olduğunu söylemesi nasıl caiz olabilir?!
Yine: "İyi söz ancak O'na yükselir (kabul olunur.) Salih ameli de iyi sözler yükseltir makbul kılar." (35. FâtınlO) âyetine rağmen bu nasıl caiz olabilir?... Allah'ın kendisi ile beraber olduğu birşey [285] yine kendisine nasıl yükselir? Veya amel O'nunla beraber ise, yine O'na nasıl yükselebilir? Ve ruh ve melekler kıyamet günü O'na nasıl yükselebilir?[286]
(70, el-Ma'âric,4 âyetinde geçen) "Ta'rucu" ile "tas'adu" aynı mânaya gelir. "Araca ile's-semâi izâ saıde" (=göğe çıktığı zaman araca (=yükseldi) denilir); Allah (C.C.) "zu'1-maâric" (=yüksek makamlar sahibi) dir denüir[287]el-Maâric "merdivenler" demektir. Nedir bu merdivenler? Allah (C.C.) en yüksek yerlerde olduğu gibi, en aşağı yerlerde de olduğuna göre, melekler (insanların) amellerini kime götürüyorlar?
Eğer onlar (Muhalifler) fıtratlarına ve yaratılışlarında mevcud olan "Allahı bilme" hiss-i tabiisine dönseler, Allah'ın yüce, en yüce olduğunu; yüce bir mekânda bulunduğunu, Allah'ı zikr [288]esnasında kalplerin O'na doğru yükseldiğini, duada ellerin ona yükseldiğini, ferahlığın yukarıdan umulduğunu, yardımın gelmesinin yukardan beklenildiğini, rızkın yukardan indiğini mutlaka bilirlerdi.
Kürsi, Arş, Perdeler (=hucub) ve melekler de oradadır.
Nitekim Allah (C.C.) : "Gerçekten Rabbinin katında olanlar (Rahmetine yakın melekler) Allah'a kulluk etmekten asla kibirlenmezler. Onu tenzih eder, yüceltirler, ve yalnız O'na ibadet için secde ederler." (7.el-,A'raf:206) buyurmaktadır.
Şehidler hakkında da: "...Rableri katında diridirler. (Cennet meyvalarmdan ) nzıkîanırlar."
(3.A1-İ İmrân:169) buyurmuştur. Onlara şehidler denmiştir.Çünkü onlar Allah'ın melekûtunu müşâ-hade ederler. Müfredi şehid'dir. Alîm ve ulemâ, kefil ve kufelâ dendiği gibi..
Yine Allah (C.C.) "Eğer bir eğlence edinseydik, elbette onu KATIMIZDAN edinirdik.." (21.el-En-blyâ: 17) buyurmuştur. Yani: Eğer bir kadın ve çocuk edLiseydik, bunları bizim katımızdan edinirdik, sizin katınızdan değil;. Çünkü erkeğin hanımı ve çocuğu onun katında ve onun huzurunda olur, başkasının değil!..
Fıtratları üzere bırakılıp,eğitim ve öğretim yoluyla bundan vazgeçirilmedikleri müddetçe.ümmetlerin hepsi de Arabıyla ,Acemiyle-şöyle derler:"Şüphesiz Allah göktedir"!...
Hadiste (varid olmuştur ki):Bir adam,acemden bir cariyeyi azad etmek için Rasûlullaha (S.A.V) geldi.Rasûlullah cariyeye :"Allah nerededir?" dedi.
Cariye:"Gökte!" dedi. Rasûlullah:"Ben kimim?" dedi. Cariye:"Sen Allah'ın Rasûlüsün." dedi.
Rasûlullah: müminedir," dedi ve onun azad edilmesini emretti.-Vak'a böyle veya buna benzer bir şekildedir.[289]
Umeyye b.eb's-Salt 'da şöyle demiştir:... "Allah'ı ululayımz,O ululanmağa lâyıktır. Rabbimiz gökte yüce oldu.
İnsanları geçen (aşan) büyük binada. Ve göğün üzerinde bir serîr (=taht) kurdu. (Bu taht öyle) uzundur ki,göz ona yetişemez.
O tahtın altında sen.melekleri boyun eğmiş olarak görürsün.
Şiirdeki sûr (=boynu eğikler) .kelimesi " esvar"ın cemidir. "Boynu eğik" demektir.
"Hameletu'1-Arş (arşı taşıyan) melekler boyunları eğik bir haldedir. [290] hadisinde de böyle denmiştir.Sırtında veya omuzunda ağır birşey taşıyan herkes,muüaka boynunu eğmek durumundadır (eğmeden edemez).
Sahih İncil'de Mesih (=İsa) (A.S) şöyle demiştin "Gök ile yemin etmeyiniz çünkü o AllahuTaâlâ1 nın kürsî'sidir.[291]
Havarilerine de şöyle demiştir: Eğer siz.insanlan bağışlarsanız.muhakkak ki GÖKTEKİ RABBİNİZ de sizin zulmünüzü bağışlar. Gökteki kuşlara ba-kın.Şüphesiz onlar ne ekin eker,ne biçer, ne de gökte ambarlara toplarlar. GÖKTEKİ RABBİNİZ rızıklandı-rıyor onları.Siz kuşlardan üstün değil misiniz?" [292]
Dediklerine şahid (delil) olarak bunun gibi pek-çok misal var (ki zikretsek) kitap uzar.
"Gökte ilâh olan O'dur ,yerde de ilâh olan
O'dur."(43..ez-Zuhruf:84) âyetine gelince:Bu âyette Allah'ın göğe veya yeryüzüne hulul ettiğine delâlet eden birşey yoktur.Bu âyette kasdedüen ancak şu-dur: Allah göğün ve göktekilerin; yerin ve yerdekilerin ilâhıdır.
Günlük konuşmada da sen: "O Horasan'da, emirdir,Mısır'da da emirdir." dersin.Kasdedüen adam bu iki yerden birinde veya bu iki yerden başka bir yerde olduğu halde, o iki yerin-emirliği de kendisinde top-lanmışür.Bu gayet açık ve aşikârdır.
*Eğer bize:Allah'ın (baştaki hadiste geçen) nüzulü (inişi) nasıldır [ne dersiniz?) denilirse, deriz ki:
Biz Allah'ın nüzulü hakkında hiçbir hüküm vermeyiz.Fakat bizim için mevzuu bahis olan nüzulü ve bu lafzın ihtiva ettiği mânaları açıkla-nz.Ne kasdettiğini ise en iyi Alan (C.C) kendisi bilir. İnsanlar için olan nüzul iki mânaya gelir:
Birisi:Bir yerden diğer bir yere intikal etmektir. Senin .dağdan düze,evin çatısından yere inmen gibi...
Diğeri is e; irade ve niyyet ile bir şeye yönelmen, teveccüh etmendir.
Hubût (iniş),irtikâ' (yükselmek) ,bulûğ (ulaşmak}, masîr ( varmak) kelimeleri ve bunların benzerleri de aynı mânada kullanılır.
Bu ,birinin sana,göçebe araplardan bir kavmin yerini sormasına benzer .Adam sormakla, o kavmin yanma varmayı kasdetmemektedir.Sen ona şöyle dersin:Şu dağa vardığın zaman.oradan in.sağı taki-bet.Şu vadiye vardığın zaman oraya in,sonra solu ta-kib et.Falan yere vardığın zaman.oradaki tepeyi aş onları görürsün.
Sen bu söylediklerinin hiçbirisiyle:Dediklerirni bedeninle yap." demeyi kasdetmezsin.Sen ancak: "Niyyetin ve kasdınla bunları yap" demek istersin.
Bir kimse bazan:Hürlere vardın,sövmek için,Halifelere gittin hakaret etmek için, ilme geldin küçümseyip terketmek için .Ahlâkın yücelerinden .alçaklarına indin." der.Bunlardan hiçbirinde cismin (varmak,gelmek ve inmek) suretiyle intikali kasdedü-mez.
Bununla sadece.irade ,azim ve niyyetle birşeye yönelmek kasdedüir.
Allahu TaâIânın:"AIlah,takvâ sahipleriyle ve ihsanda bulunan kimselerle beraberdir."(16. eiv Nahl: 128) âyeü de böyledir .Allah (C.C) kendisinin bizzat o kimselerle beraber olduğunu kasdetmemek-te,ancak yardım.tevfik ve onları kuşatma suretiyle onlarla beraber olduğunu kasdetmektedir.
Allah'ın (C.C):"Kim bana bir zira1 yaklaşır-sa.ben ona bir kulaç yaklaşırım,Kim bana yürüyerek gelirse.ben ona koşarak gelirim.[293] sözü de bu şekildedir...
EBÛ MUHAMMED:Bize Abdulmun'im.babasm-dan.o da Vehb b.Munebbih'den tahdis etti ki (Vehb) şöyle demiş Ur: Musa'ya (A.S) ağaçtan "ayakkabılarını çıkar" diye nida olunduğu zaman.Mûsâ (A.S) çabucak denileni yapmış ve arkasından Lebbeyk (=Buyur Alla-hım) demiş tir. Böyle olması sadece Musa'nın ses"e alışması ve kendisinin yatışması içindir.
Mûsâ (A.S):"Ben Sen'in sesini işitiyorum, fısıl tını da hissediyorum. Ama yerini gör emiyorum, Sen neredesin?" dedi.
Cenâb-ı Hak cevaben:"Ben senin üstünde .önünde ve arkandayım.Seni kuşatmış durumda-yım.Ve sana senden daha yakınım." dedi.
Allah (C.C) bu sözüyle "Ben seni senden daha iyi bilirim.Çünkü sen önüne baksan arkandakileri göremezsin. Bakışlarını yukarıya çevirdiğin zaman.aşağı-dakileri bilemezsin.Bana gelince.hangi halde olursan ol,hiçbir şeyin bana gizli değildir." demek istemiştir.
Buna benzer bir söz de Râbiatu'l-Âbide'nin (95-185) [294]şu sözüdür:"Dünya sevgisiyle kalplerini Allah'tan meşgul (gafil) ettiler.Eğer (dünya sevgisiyle meşgul etmeyip) bıraksalardı.kalpleri melekût (âlemin) da cevelân edip dolaşır,nâdir ve hoş bilgilerle kendilerine geri dönerdi."
Râbia onların bizzat kalp ve bedenleriyle gökte cevelân edeceklerini kasdetmemiştir.Lâkin kalpler oralarda tasawur,kasd,teveccüh(i kalbi) ile (manen) cevelân ederler.
Ebû Mehdiyye el-Arabî'nin [295]"Cehenneme baktım ve şairlerini iki büklüm bir halde (=lehum kesîsu) gördüm." sözü de böyledir,(Yani bu bakış ta-sawurîdir,hakiki değil-M-)
Kesîs,eğilip bükülme demektir.Ebû Mehdiyye (bîr şiirinde) şöyle demiştir. [296]
"...cenâdibuhâ sar'â lehunne kesîsu (=Buranın çekirgeleri titreyerek büzüşürler."
Eğer birisi,Rasûlullahın:"Cennete baktım ve oradakilerin çoğunun saf ve iyi huylu kimseler olduğunu gördüm. Cehenneme baktım ve oradakilerin çoğunun da kadınlar olduğunu gördüm. [297] hadisi hakkında;"Buradaki bakış .fikren ve (kalbi) bir teveccüh iledir." dese.bu da güzel bir yorum olur. [298]
İDDİÂ:Hammâd b.Seleme'den ,o da Ammâr b.ebî Ammâr'dan,o da Ebû Hurayra'dan.o da Rasûlullahtan (S.A.V): "Musa'nın (A.S) meleku'1-mevt (=ölüm meleğin) in gözüne bir tokat vurduğunu ve onun bir gözünü kör ettiğini" rivayet ettiniz.Eğer ölüm meleğinin bir gözünün kör olması caiz olursa.iki gözünün kör olması da caiz olur.
Belki de İsâ b.Meryem (A.S) onun öbür gözüne vurmuş ve iki gözünü de kör hale getirmiştir? Çünkü İsâ (A.S) Musa'dan (A.S) daha ziyade ölümden hoşlanmazdı ve "Ey Allahım.bu kâseyi benden başkasına çe-virebileceksen,onu benden çevir.[299]derdi.
CEVAB:Biz deriz ki: Hadis çilerce bu hadisin senedi hasen'dir.Ve zannedersem eskilerin tarihi haberlerinde bunun bir aslı ölacaktır.Bu hadisin,dü-şüncenin reddedemiyeceği doğru bir açıklaması da vardır.
Bu hadis hakkında bizim görüşümüz şudur:Bu hadisteki "Allah'ın melekleri" "Ruhanîler" dİr.Rûhânî de rûh'a mensuptur.Yaraühşlarma nisbetle onlar sanki birer ruh gibidirler,bedenleri ve cisimleri yok-tur.Bizim gibi gözleri ve bizim gibi cisimleri olmadığı halde görme kudretleri vardır .Allah'ın onları ne şekilde yarattığını bilmemekteyiz.Çünkü biz ancak,müşa-hade ettiğimiz ve şeklini gördüğümüz şeyleri bilebiliriz.
Cinler,şeytanlar ve ğul (dev) ler de ruhlardan ibarettir ki.bunların da mahiyetlerini ve keyiîyyetle-rini bilmiyoruz.
Biz meleklerin sıfatlan hakkında sadece Allah ve Rasûlünün bize bildirdiği sınıra kadar varabiliriz... Allah (C.C) ise :"Melekleri ikîşer,üçer,dörder kanatlı elçiler yapan.." (35.Fâtır:l) buyurduktan sonra:" Allah yarattığı şeylerde dilediği kadar arttınr."(35.Fâtır: 1) buyurmuş tur.Sanki Allah (C.C) bu kanatlarda ve başka şeylerde dilediği kadar ziyade etmektedir.
Araplar meleklere Cin derler. Çünkü melekler de i cinler gibi görünmezler.el-A'şâ[300] Süleyman b.Dâvud (A.S) hakkında şöyle demiştir ve melek cinlerinden dokuzunu emri altına aldı.Onun huzurunda ayakta dururlar ve karşılık (üc ret) siz çalışırlar.
Allah (C.C) meleklere,çeşitli şekillere girme kudretini verrniştir.Cibril (A.S) Rasûlulluha (S.A.V) Dıh-yetu'l-Kelbî[301] şeklinde.bir bedevi kılığında[302] ve bir keresinde de .iki kanadı ile ufku kaplamış bir halde [303]görünmüştür.
Meleklere olduğu gibi,aynı şekilde cinlere de .çeşitli şekillere girme kudretini vermiştir.
Nitekim Allah (C.C) (Cebrail hakkında): "Niha- ' yet ona (=Meryeme) ruhumuzu E=Cebrâil'i) gönderdik de kendisine düzgün bir insan şeklinde göründü."(19.Meryem: 17) buyurmuştur.
Yukarıdaki zikedilen misallere hakikat nazanyla bakılamaz. Bunlar sadece (insanların) görmeleri( ni mümkün kılmak için birer temsil {^tezahür ,image) I ve tahyil(hayal,illusion} den ibarettir.
Onların hakiki yaratılışları latif ruhlardır.Da-marlarda dolaşır,kalbe ulaşır ,yer'e gir er, görür, fakat kendisi görülmez. .
İblîs hakkında Allah (C.C) Çünkü şeytan ve kabilesi sizi,kendilerini göremeyeceğiniz yerlerden görürler."(7.el-A'râf:27) buyurmuş tur. Yani: Allah (C.C) bizim onlan hakiki şekilleriyle göremeyeceğimizi kasdediyor.
Yine:"Bir de: "-Peygambere bir melek in diri İs e de görsek ya!." diyorlar.Eğer öyle bir melek indir-seydik (yine îman etmemekle.helâklerine dair) iş bitirilmiş olur,sonra tevbeîeri için kendilerine bir an bile göz actınlmazdı.Eğer peygamberi bir melek yapsaydık ,yine ONU BİR ADAM ŞEKLİNDE GÖSTERİRDİK." (6.el-En'am:8,9) buyurmuştur....Yani:Eğer bir melek indirseydik.hisleri onu idrak edemezdi.Çünkü onların hisleri meleklerin hakiki şekillerini idrak edemez.Bu yüzden bizi onu görmeleri ve dediklerini anlamaları için, kendileri gibi bir adam yapardık, demek istiyor.
İbnu Abbas'ın (R.A) "Zühre (=Venüs)" kıssasında[304]anlattığına göre,Allahu Taâlâ.yeryüzündekile-rin aralarında hükmetmeleri için iki meleği yeryüzüne İndirdiğinde,onlan insan şekline çevirmiş ve onlara şehvet hissini vermiştir.Çünkü insanlar arasında ancak insanların görebildikleri ve sesini işitebildikleri ya da kendilerine benzeyen.kendilerinin şeklinde olan birinin hüküm vermesi caizdir.
Melekü'1-mevt Musa'ya (A.S) temessül edip şekillenince-ki birisi Allah'ın meleği diğeri de O'nun peygamberidir-onunla çekişmiştir.Mûsâ (A.S) da hakikat değil de sadece bir temsil ve tahyîl (=illusion) den ibaret olan göz'ü kör edecek bir tokat vurmuş, Melekü'1-mevt de evvelce olduğu gibi hakiki ruhanî yaratılışına dönmüş ve kendisinden hiçbirşey eksilmemiştir. [305]
IDDİA Rivâyet ettiniz ki:Ûc [306]eni ve boyu bir fersah (=5762 m.) olan Musa'nın ordusu büyüklüğündeki bir dağı koparmış ve onu askerlerin üzerine atmak üzere başının üzerinde taşımış.Sonra o dağ, ölünceye kadar boynunda taşıyacağı bir halka (=tasma) ya dönüşmüş.
Yine rivayetinize göre gûyâ o denize girer.sular onun diz kapaklarını geçmezmiş!...Denizin derinliklerinden Balinaları avlar ve onları güneşin üzerinde kızartırmış . Ve öldüğü zaman Mısır'ın Nil nehrine düşmüş te (cesedi) bir sene köprü olmuş. (Yani:Neh-rîn bir kenarından diğerine geçmeleri için insanlara bir köprü vazifesi görmüş).
Musa'nın (A.S) boyu on zira (5-8 m.),asasının uzunluğu da on zira idi,ve (bu uzunluğuna rağmen) Mûsâ (AS) ona vurmak için yerden on zira daha sıçradığı halde.onun topuğuna bile erişememiş!.
Bu, akıllıların da cahillerin de anlayabileceği derecede apaçık bir yalandır.Mûsâ (A.S) zamanında, o zamanın insanlarından bu derece farklı olan bir kimse nasıl mevcud olabilir?...Kendisi ile Âdem £A.S) ara sında bu kadar fark bulunan birinin Âdem'in neslinden olması nasıl mümkün olabilir? Bir insan, eni ve boyu birer fersah olan bir dağı başında taşımaya nasıl güç yetirebilir?
CEVAB:Biz deriz ki:Bu hadis,ne Rasûlullah-tan,ne de onun Ashabından gelmiştir.Bu sadece Ehl-i Kitab'ın rivayet ettiği eski haberlerden birisidir.Bunu onlardan bazıları eskiden işitmiş ve onlar da bunu nakletmişlerdir.
Hadislere.üç cihetten karışıklık ve bozukluk girmektedir:
Birincisi:Zındıklar ve onların İslâmı tahrif etmek istemeleri ve çirkin ve akıl dışı görülen hadisleri sokuşturarak İslâmı lekelemeğe çalışmalarıdır.Daha önce zikrettiğimiz "arakul-hayl (atın teri)", "lyâde-tul-melâike (meleklerin hasta ziyareti)", "arefe gününün akşamında boz deve üzerindeki altın kafes", "zegâbu's-sadr (=göğsün kılı)", "nûru'z-zir-âayn (=iki kolun işiğı.nuru)"[307] ve bunlara benzer pekçok hadisler bu tip hadislerdendir ki, bunlarfın uydurma olduğu ) hiçbir hadisçiye gizli değildir.
Zındık İbnu ebil-Avcâ ve dehrî (=materyalist) Salih b.Abdulkuddus bu(zmdık) lardandır.
İkincisi:Geçmişteki kıssacilardır.Çünkü onlar avâmm dikkatlerini kendilerine çekerler ve rnün-ker.garib ve uydurma hadislerle onları dolandınrlar-dı.
Kıssacıların hadisi;duyulmamış,aklın almayacağı şeyler,veya kalbi hüzünlendiren veya gözü yaşartan hoş şeyler olduğu müddetçe kıssacılarla oturmak avamın işidir...
Cenneti anlattığı zaman hemen: "Cennette misk veya za'ferândan huriler vardır.Onlann kalçaları bir mil'e bir mil genişliğindedir.Ve Allah velî (dost) lanna beyaz inciden bir köşk hazırlar. Köşkün içersinde yetmiş bin has odası vardır.Her has odada yetmiş bin yataklık ,her yataklık da yetmiş bin döşek ve her döşekte yetmiş bin şu ....vardır." der.Bu,r"...her yetmişbin şeyde şu vardır.." sözleri bitmek bilmez.Sanki ona göre bu sayının yetmiş binden az veya çok olması caiz değildir.
Yine şöyle der:Cennettekilerin,Allah katındaki derecesi en küçük o lam .Allah'm kendisine dünyanın şu şu kadar katı (kıymetli şeyler) verdiği kimsedir."
Bu miktarlar çoğaldıkça,avamın hayreti de o kadar artar ki (kendisini dinlemek için) daha uzun müddet otururlar;eller de bahşiş vermede daha çabuk davranır.
Halbuki Allah (C.C) Kur'an'da bize cennette neler olduğunu;kıssacılann ve başkalarının anlattıklarından daha iyisini -Cennetin eni {= genişliği) nin yer ve gökler kadar olduğunu anlattığı sırada-haber vermektedir.
Araplar "en" kelimesini genişlikten kinaye olarak kullanırlar. Çünkü birşey genişlediği zaman enlidir ve ufaldığı ve uzadığı zaman da dardır.
Araplar:"Enli yeryüzü bana dar geldİ."derler.Ya-ni :"Geniş yeryüzü.." demekür.Keza:"Enli yeryüzünde bir yol vardır." derler .Yani"...geniş yeryüzünde." demektir.
Rasûlullah da Uhud günü hezimete uğrayanla-ra:"(Cepheyi) enli tuttunuz." Yani:geniş,tuttunuz, da-ğıldınız, demiştir,
Allahu Taâlâ da:"...artık geniş geniş duaya dalar." (41.Fussilet:5l) buyuruyor .Yani çok duâ eder demektir.
Genişliği gökler ve yer kadar olduğuna gö-re,Cennette en küçük derecedeki birine,Allah (C.C)
dünyanın birkaç katını nasıl verebilir?!
Bizi Cennete teşvik ettiği zaman Allah (C.C):"Canların isteyeceği ve gönüllerin hoşlanacağı ne varsa hepsi oradadır."(43.ez-Zuhruf:71) buyurmuştur.
Mukarrabîn'i zikrettiği zaman ise:"Mücevhe-ratla İşlemeli tahtlar üstünde, onlara yaslanarak karşı karşıya kurulmuşlardır.Dolaşır etraflarında ebediyete kavuşturulmuş genç hizmetçiler..(Tükenmez) Cennet şarabından dolu sürahiler.ibrik-ler ve kadehlerle..Ondan başları ağrımaz.sarhoş da olmazlar. .Bir de seçtikleri meyvelerle ve arzu ettikleri kuş etleri ile (hizmetçiler etraflarında dolanır) Onlar için iri gözlü huriler de vardır.Gün görmemiş inci misâli.." (56.el-Vâkıa: 15-23) buyurmuştur.
Ashâbu'l-yemin (amel defteri sağdan verilenler) hakkında da:"..dal bastı kirazlar, dolgun salkı m h muzlar altında ve yaygın bir gölgede,çağlayan bir su kenarında ve tükenmeyen,yenmesi yasaklanmayan birçok meyveler arasmda.."(56.el-Vâkıa:28-33) buyurmuştur.
Keza:"...orada altından bilezikler ve incilerle süslenecekler.Elbiselert de orada İpektir."(22.el-Hacc:23) buyurmuştur.
Bunlara benzer şeyler Kur'an'ı Kerîm'de pekçok tur.Kur'an'daki bu tip şeyler mutlaka,insanların dünyada elde ettiklerine ve zenginlik içinde yüzenlerin faydalandıkları şeylere benzer.Ancak Allahu Taâ lanın üstün kıldığı Cennet nimetleri ve ebedi (cennette kalma nimeti harici...
Sonra (mezkûr kıssacı) Âdem (A.S) bahseder onun vasıflarını zikreder ve şöyle der:"Başı buluta veya göğe değiyor ve sürtüyordu.Bu yüzden başındaki
saçlar dÖküldü.Ve yeryüzüne indiği zaman Cennetten çıktığın) a ağlaldı.0yle ki göz yaşlan deniz haline geldi ve o denizde gemiler yüzdü."
Dâvud'dan (A.S) bahseder ve :"Kırk gün Allah için secde etti ve ağladı.Hatta göz yaşlarıyla otlar bit— ti.Sonra (Dâvud) (A.S) bir iç çekiş çekti ve bütün otlar dalgalandı." der.
Musa'nın (A.S) asasından bahseder ve :"Onun dişi (ucu) uzun bir hurma ağacına benzer...Cismi de göz aha bir şimşek gibidir.Kokusu da şöyledir... "der.
Halbuki Allah (C.C) ise:"keenehâ cânnun..(=...çevik bir yılan gibi.)" (27.en-Neml:10) buyurmuştur.el-cânn,yılanların seri ve çeviklerine denir.
Cenâb-ı Hak (Musa'nın asasını) başka bir yerde de zikretmiş ve :"Hemen o anda asâ, açıkça bir ejderha oluverdi." (7.el-A'raf:107) ve (26.eş-Şuarâ,32) buyurmuştur.
Yine Lübnan dağında, Yûnus'un (AS) yanlarına vardığı birtakım insanlardan bahseder ve o insanlardan birisinin bir tek rükûunun bir sene.bir tek secde- ; sinin de keza bir sene kadar sürdüğünü,ancak şu ka- :; dar az yemek yediğini onlara anlatır.
Allah (C.C) da bizden öncekileri zikretmiş ve:" Onlar kuvvetçe sîzden daha çetin,mal ve evlâd bakımından sizden daha çok idiler." (9.et-Tevbe:69) buyurmuştur.
Yine (Tâlut) hakkında:"...ve ona bilgi ve vücud kuvveti bakımından bir üstünlük vermiştir."(2.el-Bakara:247) ve;
"Siz her tepeye bir alâmet (köşk) bina eder eğlenir misiniz? Dünyada ebedî kalacakınışsımz gibi
bir takım saraylar da ediniyorsunuz.Hem (ceza) vermek için yakaladığınız vakit,merhametsizce, zorbaca yakalıyorsunuz (döğüyor.öldürüyorsu-nuz)" (26.eş-Şuarâ: 128-130) buyurmuştur.
Allah 'in (C.C).bizden öncekilerin özellikleri hakkında anlatımış olduğu şeylerin hiçbirisinde (kıssacı-nın anlatuklanndaki) bu ifrata,aşırılığa yakın birşey yoktur.
Biz onların bizden beden bakımından daha büyük ve kuvvet bakımından daha güçlü olduklarını bi-liyoruz.Şu kadar var ki.bizimle onlar (eskiler) arasındaki fark,Allah'm bizim ömürlerimizle onların ömürleri arasında meydana getirdiği fark kadardır.
Beşerin babası Âdem'i (A.S) alalım:Ömrü sadece bin sene idi.Haberler (=târih) bize bu şekilde söylemektedir,ve ben bunu Tevrat'ta da buldum.[308]
Nuh'u (A.S) aİakm:Kavmi arasında dokuz yüz elli sene yaşadı.Nûh'dan sonra ömürler kisaldı.Ancak "Kartallar (=en-Nusûr) sahibi Lukmân " hakkında gelen tarihî malûmat hariçtir. Çünkü onun yedi kartal ömrü kadar yaşadığı zikredilmiştir. [309]Bu ise iki bin dörtyüz elli küsur seneder.,..Bu eskiden gelip geçmiş bir husustur ve bu hususta ne Kur'an'da ne de hadiste bir malûmat yoktur.Bu tarihî malûmatın bir isnadı da yoktur.Bu ,sadece Ubeyd b.Şeriyye el-Curhumî [310]ve benzerleri neseb (-soy) bilginlerinin anlattıkları birşeydir.
Eski Yemen krallarının,daha sonra da Acem krallarının ömürleri de böyledir.
Bize yakın zamanlarda da birtakım insanlara uzun ömür veri İmiş tir, ve onlarla Âdem ve Nuh'un (A.S) doğru olan ömürleri arasında daha önce anlatılmış olanlardaki gibi aşın farklılık yoktur.
Bize Ebû Hatim tahdis etti (ve) dedi:Bize el-Asmaî haber verdi (ve) dedi: bize Ebû Amr b.el-Ala (68-154) [311]haber verdi (ve) dedi:"el-Mustevğir b.Rabîa beraberinde bunamış torunu ile Ukâz çarşısına uğradı.Mustevğir onu yediyordu.Birisi ona:"-Yâhû ona iyi muamele et! O sana uzun müddet iyilik etmişti!" dedi.
el-Mustevğir:"-Kim o (biliyor musun)? dedi. Adam"Baban veya deden (olsa gerek)!" dedi.
el-Mustevğir: O vallahi- benim torunum!" dedi.
Bunun üzerine adam:"Ne böyle bir günü gördüm; ne de Mustevğir b.Rabîa'yi! "dedi.
O da: "Mustevğir benim!..."dedi.
Ebû Amr :"Mustevğir,üçyüz yirmi sene yaşadı." dedi.
EBÛ MUHAMMED :Allah , onların yüryüzünde-ki kalıntılarını,inşâ ettikleri şehir ve kaleleri, geçit vermez dağlarda açtıklan kapıları ve yont(up yap) tıkları merdivenleri,bizim için ibret alınacak »düşünülecek şeyler kılmıştır.
Bu (kalıntılarda) görülen farklılık ise.sadece bizlerle onların ömürleri arasında mevcud olan fark kadardır. Onların boyları da aynı şekildedir.
Bu farklılık hususunda,er-Riyâşî'nin bana rivayet ettiği şeyden daha mübalâğalısını duyduğumu bilmiyorum...er-Riyâşî (Abbâs b.el-Ferac),Müslim b.İbrahim'den,tahdis etti.(Müslim) dedi:Nûh b. Kays haber verdi (ve) dedi:"Hâlid b.Abdillah (66-126) [312]benli develer için bir ağıl[313]kazmakla vazifelendir-di.Ameleler bana kazıda buldukları bir öğütücü diş getirdiler.Ben onu tarthm,dokuz ntıl [314]geldi.Biz bu diş insan dişi midir,yoksa deve veya fil dişi midir, bilmiyorduk.
Bana er-Riyâşî tahdis etti (ve) dedi: Bize Abdullah b.Mesleme.Enes b.Iyâz'dan.o da Zeyd b.Es-lem'den haber verdi.Zeyd (b.Eslem) ( -136) [315]dedi ki:Amâlika kavminden bir adamın (kafatasının ) göz çukuru içersinde bir pazu kemiği ve onun küçüğü bulundu.Zeyd dedi:"Bunun deve veya başka bir hayvanın göz çukuru kemiği olması.onu görenin de,onun bir insanın göz çukuru kemiği olduğunu zannetmiş olması mümkündür.
Maamâfîh,bu bir insanın kemiği olsa büe,bunda (büyük) bir farklılık yoktur.Çünkü göz çukurunu çevreleyen kemik.içi boşalınca genişler ve sonra kafatasının üstündeki kemiğe kadar vanr.Geçmiş insanların vücudlannın büyüklüğü yamnda.onlann göz çukuru ve kafatası kemiklerinin anlatıldığı kadar olması da yadırganamaz.
Hadislere bozukluk ve karışıklık ânz olmasının üçüncü sebebine gelince;O da Cahiliyye devrinde insanların anlattikları.masala.hurafeye benzer eski haberlerdir. Onların "ed-Dabb (=büyük keler) âsî bir yahudi idi,Allah da onu keler hâline sokuverdi." demeleri bu kabil sözlerdendir.Bu sebeple de insanlar (günlük konuşmalarında):"Keler'den daha âsî..." deyimini kullanırlar .Araplar bu sözü .mezkûr sebepten dolayı sÖylememişlerdir.Bunu sadece; keler acıktığı zaman yumurtadan çıkan yavrusunu yediği için söylemişlerdir. Şair de bu hususa işaret ederek oğullarını yedin,keler'in yediği gibi,
Onlardan (yenmedik) pek azını bıraktın.." demiştir.
Yine Hüdhüd kuşu hakkında:"(Hüdhüd'ün) annesi öldü.O da onu kendi başı içine defnetti.Onun kötü kokusu da bu sebeptendir." demişlerdir.
Umeyye b.ebi's-Salt da (bu hususa işaret ederek) şöyle demiştir:
"Bulutiar,koyu karanlıklar ve fazladan tekrar bulutlar.,
Hüdhüd'ün anasını kefenlediği ve dolaştığı günler annesini saklamak için bir yer arıyor.. .ve kafa sının içine annesi için bir kabir yaptı yorularak durur,başındaki cenazenin ağırlığından..
(Bu hikâyeye dair) senedli söz çelişik değildir.."
Yine horoz ve karga hakkında.bu ikisi içki arkadaşıydılar. İçkiler bitince karga,horuzu içki satıcısının yanında rehin bıraktı gittifakat geri gelmedi.Ho-roz da da (içki satıcısına rehin olarak bırakıldığı için) içki satıcısının nöbetçisi olarak kaldı." demeleri de bu hurafelerdendir.
Umeyye b.ebî's-Salt şöyle demiştir mucize ile herşey konuşmağa başladı, karga,emaneti (olan ) horoz'a ihanet etti."
Keza onların dediklerine göre kedi,aslan'ın aksı-nğıdır.Domuz da fîl'in aksırığıdır.İstakoz terzi imiş ve, iplikleri çalarmış ve. bu yüzden meshoiunmuş (ve İstakoz haline getirilmiş),yılan balığı bir yahudi imiş,meshoiunmuş,
İşte Ûc hadisi de,bize göre bu tip hadislerdendir...
Şaşılacak taraf şudur ki,bu Ûc ,onlara göre Mûsâ (A.S) zamanında yanşamış ve bu derece acaib uzunlukta bir boyu varmış .Firavn da Mûsâ zamanında yaşamıştı.fakat el-Hasen (el-Basrî'n) in dediğine göre o (=Firavn) kısalıkta tam Ûc'un tersine imiş...
Bize Ebû Hatim veya onun yanındaki birisi rivayet etti (ve) dedi:Bize Ebû Zeyd el-Ansârî en-Nahvî haber verdi.(ve) dedi:Bize Amr b.Ubeyd ,el-Hasen'den haber verdi ki el-Hasen (el-Basrî) "Firavnun boyu sadece bir zira [316] idi,sakah da bir zira' idi" demiştir. [317]
IDDIÂ:Hemmâm'dah,o da Zeyd b.Eslem'den ,o da Atâ b.Yesâr'dan,o da Ebû Said el-Hudrî'den (R.A) rivayet ettiniz ki: Rasûlullah (S.A.V) şöyle demiştir:"Benden,Kur'anlin haricinde hiçbirşey yazma-yımz.Kim benden birşey yazdiysa onu imha etsin (=silsin)" [318]
Sonra İbnu Curayc'dan.o da Atâ (b.Yesâr) dan ö da İbnu Ömer'den (R.A) rivayet ettiniz ki,İbnu Ömer:"Ben:Yâ Rasûlullah, il mi takyîd edeyim mi? dedim,Rasûlullah :"-Evet (takyîd et) " dedi. [319] "İlmin takyidi nedir?" denildi, "Onun ya-zılmasidır." dedi." demiştir.
Yine Hammâd b.Seleme'den,o da Muhammed b.İshâk'dan ,o da Amr b.Şuayb'dan,o da babasın-dan.o da dedesinden .rivayet ettiniz ki (dedesi yani: Abdullah b.Amr b el-Âs) şöyle demiştir:"Yâ Rasûlal-lah,senden işittiğim herseyi yazayım mı?" dedim. Rasûlullah: "Evet (yaz) " dedi.
Ben:Öfkeli olsan da olraasan da mı?" dedim.
RasûIuIlah:"Evet (Öfkeli olsam da olmasam da!) çünkü ben her iki halde de sadece hakkı söyle rim!"dedi. [320]
İşte bu bir çelişki ve tutarsızlıktır.
CEVAB: Biz deriz ki:Bu hadislerin ( çelişkili olmasının) iki mânası vardır;
Birisi:Sünnetin,sünnetle nesholunmuş olmasıdır.Sanki Rasûlullah önce sözlerinin yazılmasını yasaklamış,sonra sünnetin çoğaldığını ve ezberlene-miyecek bir hale geldiğini anlayınca yazılmasına ve takyîd (=kayd) edilmesine karar vermiştir.
Diğer mânası ise:Yazma işini sadece Abdullah b.Amr b.el-Âs'a(R.A) has kılmış olmasıdır.Çünkü o eski kitapları okur,süryanice ve arapça yazardı.Onun dışındaki ashab ise ümmî (= okuma yazma bilmez) idiler. Onlardan ancak bir ikisi yazı yazabiliyordu.Yazdıklan zaman da kusurlu ve imlâsı bozuk yazarlardı.
Vaktaki (Rasûlullah) onların yazdıkları şeylerde hata yapmalarından korktu,o zaman onları nehyetti ve ne zaman M Abdullah bAmr b. el-Âs'a bu hususta güvendi,o zaman da ona (hadisleri yazması için) izin verdi.
EBÛ MUHAMMED: Bize İshak b.Râhüye rivayet etti (ve) dedi:Bize Vehb b.Cerîr,babasından haber verdi;babası da Yûnus b.Ubeyd'den,o da Amr b.Tağ-lib'den,o da Rasûlullahtan rivayet etti ki,Rasûlullah şöyle buyurmuştur:"Mahn çoğalması,kalemin ortaya çıkması ve tüccarın çoğalması kıyametin ala-metlerindendir.[321]
Amr (b.Tağlib):"Biz büyük bir mahallede bir kâtip (yazıcı) arardık ve şayet adamın birisi alışveriş muamelesi yapmak istese :"Fulan oğullarının tacirine bir danışayım." derdi.demiştir.[322]
İDDİÂ:Hammad b.Selerne'den.o da Atâ b.es-Sâib'den,o da Saîd b.Cubeyr'den,o da İbnu Ab-bas'dan (R.A) rivayet ettiniz ki:İbnu Abbâs şöyle de-mişür."Hacer-i Esved Cennet t endir. O, kardan daha beyaz idi de müşriklerin günahları onu kararttı. [323]
Sonra (Muhammed) İbnu'l-Hanefiyye'ye (-73) [324]Hacer-i esved'den sorulduğunu.onun da:"O sadece (bizim) şu vadilerin birinden (getirilmiş) dir." dediğini rivayet ettiniz.
Bu bir tezaddır:Allah'ın cennetten bir taş indirmesi nasıl caiz olabilir? Ve cennette taş var mıdır? Eğer günahlar onu karartmışsa, insanlar müslüman oldukları zaman da onun beyazlaşması ve eski haline dönmesi gerekirdi.
CEVAB: Biz deriz ki:Şüphesiz Îbnu'l-Hanefîy-ye'nin ,İbnu Abbas'a;Hz.Ali'nin Hz.Ömer'e;Zeyd b.Sâbit'in.İbnu Mes'ud'a tefsir ve ahkam ile ilgili konularda muhalefet etmesi öyle yadırganacak bir şey değildir .Yadırganacak olan, onların birbirine aykırı iki hadisUevil etmeksizin rivayet etmeleridir.
Ashabın kendi aralarındaki ihtilâfları ise pek çoktur.
Onlardan kimisi işittiği şey (= hadis) ile amel eder.kimisi zannına başvurur,kimisi de şahsi görüşüne göre amel ederdi.İşte bundan dolayıdır ki Kur'an'ın tevil (=tefsir) inde ve ahkâmının pekçoğun-da ihtilâf etmişledir.Şu kadar var ki İbnu Abbas (RA) Hacer-i esved hakkında işitmiş olduğu bir sözü söyle-miştir.Başka türlü olamaz.Çünkü onun,şahsi görüşü olarak:"...beyaz idi ve o cennettendir.."demesi imkânsızdır.
Esas zan ile konuşanjbnu'l-Haneûyye'dir.Çün-kü o,Hacer-i esved'i Ka'be'nin diğer temel taşlan gibi kabul etmiş ve onun da diğer taşların alındığı yerden alındığına hükmetmiştir.
Hacer-i esved'in cenneten olduğuna dair İbnu Abbas'ın sözünü takviye eden haberler çoktur.Bun-lardan birisi şudur: "Hacer-i esved kıyamet günü ge-lir.Dili ve dudakları vardır.Kendisini hakkıyla istilâm edenler hakkında şehadette bulunur.[325]
Diğeri de şudur:"O Allah'ın yeryüzünde sağ (el)idir.Onunla insanlardan dilediği ile musafaha eder. [326]Bu hadis daha önce geçmişti. [327]
Bir başka hadis;Vehb b.Munebbih'in anlattığı hadistir.Vehb şöyle demiştir:"Hacer(-i-Esved) beyaz bir İnci idi,onu müşrikler kararttı. [328]
Onların : "Cennette taş var mıdır?" demelerine gelince:Onlar Cennette taşın bulunuşunun nesini yadırgıyorlar? Halbuki Cennette Yakut vardır, taş-tır.Zümrüd vardır, o da taştır.Altın ve gümüş de taş tandır. [329]
Allah'ın bir taşı diğerlerinden üstün kılmasından ve taşın öpülüp ,İstilâm edilmesinden yadırga(yıp inkâr et) dikleri nedir?
Allah (C.C) dilediği söz ve amel ile kullarının kendisine ibadet etmesini ister ve bazı mahlükatını diğerlerinden üstün kılabilir!...
İşte kadir gecesi.içersinde kadir gecesi bulunmayan bir aydan hayırlıdır.
(Keza) Gök, yeryüzünden üstündür;kürsî gökten üstündür;arş da kursî'den daha üstündür.Mescid-i Haram Mescid-i Aksâ'dan daha faziletlidir.Şam (=Suriye) Irak'dan daha üstündür. [330]
Bütün bunlar ne yaptıkları bir amelne de onlardan (sadır) olan bir tâatdan d eğil, yar atılıştan üstün kılınmışlardır.
Kezâlik Hacer-i esved de Rukn-i yemânf den üs-tündür.Rukn-i yemânî'de Ka'be'nin temel taşlarından daha üstündür.
Mescid-İ Hâfâm,Harem (sınırlan içindeki topraklar) dan ,Harem de Tihâme [331]topraklarından daha üstündür.
Onların:"Eğer Hacer'i günahlar karartmış-sa,insanlar müslüman olunca da beyazlaşması gerekir" demelerine gelince:
İnsanların müslüman olması İle taşın beyazlaşmasını gerekli kılan kimdir? Eğer Allah dileseydi.ge-rekli olmaksızın bunu yapardı.
Sonra bir de şu var ki onlar,kıyasçı ve felsefeci kimselerdir, onlar nasıl oldu da siyahın boyadığını fakat kendisinin boyanmadığını;beyaz'ın da boyandığı fakat boyayıcı olmadığını gözden kaçırdılar?!.[332]
İDDİÂ:Rasûlullahın:Ben eğlence ye şaka'dan d eğilim; eğlence ve şaka da benden değildir." dediğini [333]ve:
Abdullah b.Amr'm (R.A) Rasûlullaha: Öfkeli olsan da olmasan da senden her işittiğimi yazayımmı?" dediğini,Rasûlullahın da:"Evet (yaz) ,muhak-kak ki ben her iki halde de ancak hakkı söylerim." dediğini [334]ve sonra da.onun (S.A.V) şaka yaptığını rivayet ettiniz.
Yine Rasûlullahın (S.A.V), bir adamın arkasına dolanıp,gözlerini kapattığım,ve:"Bu köleyi benden kim satın alır?" dediğini;
Habeş heyetinin (önünde) durduğunu ve oynarlarken onları seyrettiğini[335]kezâ, " direkle[336]oyuncuları oynarken onîan seyrettiğini [337]Hz.Âİşe (R.A) ile yarış ettiğini.bazan onu geçtiğini,bazan da Âişe'nİn onu geçtiğini [338]rivayet ettiniz.
CEVAB:Biz deriz ki:Allah (C.C) Rasûlünü müsamahakâr Hanif dini üzre göndermiş ve ondan (S.A.V) ve ümmetinden;İsrail oğullarının dininde mevcud olan yük ve bukağıları kaldırmış ve bunu sayıp zikrettiği nimetlerinden kılmış ve buna şükredilmesin! vacib kılmıştır.
Her kimde bir karakter, bir huy varsa.mutlaka bir başkasında o karakterin zıddı vardır.
İnsanların kimisi halîm,kimisi aceleci,kimisi korkak, kimisi cesur.kimisi haya sahibi,kimisi utanmaz,arlanmaz,kimisi tatlı huylu ', kimisi asık suratlıdır.
Tevratta Allahu Taâlâ şöyle buyurmuştur: "Âdemi yarattığım zaman.onun cesedini yaş ve ku-ru'dan;sıcak ve soğuk'tan meydana getirdim!Çünkü ben onu toprak ve sudan yarattım, sonra ona nefis ve ruh verdim.İşte her cesedin kuruluğu topraktan;yaş-lığı da su tarafından;sıcaklığı nefis cihetinden;soğukluğu da ruh cihetindendir.
Onun hiddeti,hafifliği,şehveti,oyun ve eğlence-si.gülmesi ve seiihliği .hilekârlığı (^aldatması) zorbalığı, cehaleti ve ahmaklığı nefîs'den;hilmi,vakar'ı,iffe-ti,hayâsı,anlayışı,cömerdliği, doğruluğu ve sabrı da ruh'dandır."
Görmüyor musun,eğlence ve oyun insanın tabiatında vardır.Tabiat ve huy'a ise engel oluna-maz.Eğer bir kiinse nefsine hâkim olarak bu oyun (isteğin) a engel olsa,bu huyundan.karakterinden neş1et eden şeylere hakim olsa (bile) ,çok kalmaz az sonra tekrar eski huyuna döner.
"Huy (karakter) daha kuvvetlidir." denilir.Şâir de şöyle demiştir.
"Kim nefsinin tabiatı olmayan bir şeye girişirse Tabiatı onu dinlemez ve onun nefsine galebe çalar."
Başka bir şair:
"Ey,tabiatının tersi bir ahlâkla bezenmiş kişi!
Ve yaradılışı kindarlık[339] ve münafıklık olan kişi!
Yaradılışınajyi olan alışkanlığına dön!
Çünkü tabiatında olmayanla ahîâklanman mümkün değildir." demiştir.
Bir diğer şair de şöyle demiştir:
"Herkes birgün tabiatına dönücüdür. Bir müddet başka huylarla ahlâklansa bile!..." er-Riyâşî de şöyle demiştir:
"Sakın soyunun güzelliğine bakarak bir kimse ile arkadaşlık etme!...
Çünkü ben soy( ve sop)ların ayıplanmaya mâruz kaldığını gördüm.
Onun geçmiş ümmetlerde soylu ataları var.denilmesinden sana ne!...
Bilâkis sen atalarının huy( ve ahlâk) ına sahib çık.
Her nefis yaratıldığı huy (ve karakter) üzre devam eder!."
Allah (C.C) şöyle buyurmuş tur; "Gerçekten insan haris ve cimri yaratiImıştır.Kendine bir zarar dokundu mu feryadı basar.Ona hayır (mal) İsabet edince de vermekten sakınır!,." (7O.el-Meâric:19-21)
Yine: ""İnsan acelecilikten yaratıldı (yani insanda acelecilik vardır.)"(21.el-Enbiyâ:37) buyurmuştur.
Keza,"Size Allah Rasûlünde ( takib edeceğiniz) pek güzel bir örnek vardır.(33.el-Ahzâb:21) âyeti sebebiyle Ashab.Rasûlullahı nümûne ediniyorlar.onun yoluna ve davranışına uyuyorlardı...
Eğer Rasûlullah (S.A.V) güler yüzlülüğü .mesrur olmayı,yumuşak huyluluğu bırakıp ekşi ve asık suratlı ve sert olsaydı; -kendi tabiat ve karakterlerine muhalefet etmelerinde meşakkat ve zorluk bulunmasına rağmen -insanlar yine de nefislerine bu huylan benimsettirirler.kabul ettirirlerdi.
Rasûlullah (sadece) müslümanlar da şakalaş-sın diye şaka yapmış;oynarlarken dirkele oyunu oynayanların yanına varmış ver'Tahudiler dinimizde genişlik olduğunu anlasınlar diye oynayın ey Ertede oğullan demiştir.
Rasûlullah,(dindeki genişlik ile) düğünlerde nikahı ilân için,ziyafetlerde de sürür ve sevinci izhar etmek için oynanan oyunları kasdetmektedir.
Ama onun (S.A.V):"Ben eğlenceden değilim.eğlence de benden değildir." demesine gelince;buradaki eğlence manasına gelen "ed-ded" boş ve batıl şeylerdir.
Rasûlullah şaka yapardı,fakat (şakasında bile) hak (doğru) dan başka birşey söylemezdi. O, şakasında hakdan başka birşey söylemediğine göre.bu şaka eğlence veya boş .bâtıl birşey olmuş olmaz.
Rasûlullah ihtiyar bir kadına:"İhtiyarlar Cennete giremez." demiş ve bununla ihtiyarların genç kız halinde Cennete gireceğini kasdetmiştir.
Başka birinin hanımma:"Kocan(m) gözlerinde beyazlık var."demiş,bu sözüyle gözbebeğinin etrafındaki beyazlığı kasdetmiş,kadm ise onu gözbebeğini örten (ve görmeyen mâni olan) beyaz (perde) zannetmiştir.
Yine (Rasûlullah) adamın birinin arkasından dolanmış ve:" (Bu) köleyi benden kim satın alır?"
buyurmuş ve bununla o adamın Allah'ın kulu ve kölesi olduğunu kasdetmiştir.
Allah'ın dini kolaydır «Allah'a hamd olsun,O'nun nimeti sayesinde,dinde zorluk yoktur.Amelin en üstünü de, az da olsa devamlı olanıdır.
EBÛ MUHAMMED:Bize ez-Ziyâdî rivayet etti (ve) dedi :Bize Abdulaziz ed-Derâverdî [340]haber verdi (ve) dedi:Bize Muhammed b.Talhâ,Ebû Seleme b.Ab dirrahman'dan ,o da Âişe'den (R.A) haber verdi. ..(Âişe) şöyle dedi:Rasûlullah şöyle buyur-du:"Amellerden gücünüz yettiği kadarını üstleniniz! Çünkü Allah,siz usanmadıkca usanmaz.Ve şüphesiz amelin efdali ,az da olsa devamlı olanıdır. [341]
Yine Bana Muhammed b.Yahyâ el-Kat'î rivayet etti (ve) dedi:Bize Ömer b.Ali b.Mukaddem,Ma'n el-öıfâri'den.o da (Keysân) el-Makburî'den,o da Ebû Hurayra'dan haber verdi.Ebû Hurayra dedi ki: "Rasûlul-lah:Din kolaylıktır! Bir kimse bu dini eksiksiz yap mağa kalkışirsa,mutlaka din ona galip gelecek tif.O halde mutedil olunuz elinizden geleni yapınız ve sevininiz."buyurmuştur..[342]
Bana Muhammed b.Ubeyd rivayet etti (ve) de-. di:Bize Muâviye b.Amr,Ebû İshak (es-Sebiî) den.o da Hâîid el-Hazzâ'dan o da Ebû Rılâbe'den,o da Müslim b.Yesâr'dan olmak üzere rivayet etti. (Müslim b.Yesâr ) dedi ki:"Eş'arîlerden bir gurup arkadaş yolculuk yapıyorlardı.Döndükleri vakit;"Yâ Rasülullah.biz senden sonra ,fulandan daha faziletli bir adam görmedik .Gündüzleri oruç tutuyordu.Biz konakladığımız zaman namaza başladı ve biz tekrar yola çıkıncaya kadar kılmaya devam etti." dediler.
RasûluIlah:"Kim ona hizmet ediyor ve onun ihtiyacım gideriyor veya onun için çalışıyordu?" dedi."Biz ".dediler.
RasûIullah:"Siz hepiniz ondan daha faziletlisiniz." dedi. [343]
(Bu ümmetin) seçkinlerfi) ve salîhler(i),tebes-süm.güler yüzlülük ve edep dışı olmayan, ,sÖvme ve yalandan uzak olan sözlerle şaka yapmak hususunda Rasûlullahın ahlâkı üzere yürümüşlerdir. Ali (R.A) çok lâtife ederdi.
İbnu Şîrîn (-110) [344] salyaları akıncaya kadar gülerdi[345]
Cerîr.el-Farazdak hakkında şöyle demiştir: "Farazdak'm karısı geçimsizleşti
Farazdak'ın sopasına razı olsaydı uslanırdı."
İbnu Şîrîn yine el-Farazdak'm şu sözünü misal getirmiştir.[346]
"Bana bildirdiler ki evlenmek istediğim kızın, urkûbu [347]uzunlukta oruç ayı gibidir, dişleri yüz tane veya ondan bir fazla, diğer uzuvlarını anlatmağa ise lüzum yok."
Birisi ona Hişâm b.Hassanı ( -146) [348]sordu.o da:"Dün vefat etti,bilmiyor musun? " dedi.Adam çok üzüldü ve "innâ li'1-lâhi ve innâ ileyhi râciûn" de-di.Adamın böyle üzüldüğünü görünce:"Allah nefisleri ölüm anmd£t;henüz ölmemişlerin de uyudukları sırada canlarını ahr."(39.ez-Zurner:42) âyetini okudu.
Zeyd b.Sâbit (RA) de sokağa çıktığında insanların en vakûru;evinde ise en şakacısı idi,
Ebu'd-Derdâ (R.A) da :"Usandıracak kadar hak ile meşgul etmemden korkarak nefsimi biraz da bâtıl (=eğlence) ile meşgul ederim." demiştir.
(Kadı) Şurayh da,hüküm meclisinde (mahkemede) şakalaşırdı. eş-Şa'bî (-17-104) [349]insanların en şakacısı idi.Su-heyb (er-Rûmi (RA) de şakacı idi,Ebu'l-Âliye de ( -90) [350] şakacı idi.
Bu (saydıklarımızın) hepsi de şaka ettiklerinde çirkin şeyler söylemez(sövmez,gıybet etmez ve yalan söylemezlerdi.
Şaka ancak;kendisine bu bozuklukların biri veya birkaçı karıştığı zaman mezmun (kötülenmiş) olur.
Oyunlara gelince:Ziyafet ve düğünlerde eğlenilmesinde bir beis yoktur.Zira Rasûlullah( S.A.V):" Nikâhı ilân ediniz! Ve nikâhta def çalınız!" buyurmuştur. [351]
EBÛ MUHAMMED;Bize Ebu'l-Hattâb rivayet etti (ve) dedi:Bize Müslim b.Kuteybe haber verdi (ve) de-di:Bize Şerîk.Câbir (b.Zeyd)den ,o da Ikrime'den haber verdi. (Ikrime) şöyle dedi: "İbnu Abbas oğullannı sünnet ettirdi.Beni gönderdi,ben de oyuncuları ça-ğırdım.Onlar da (geldiler) ve oynadılar.İbnu Abbas da onlara dört dirhem verdi."
Bana Ebû Hatim el-Asmaf den,,o da İbnu ebi'z-Zinâd'dan.o da babasından tahdis etti.(babası) şöyle dedi:Hârice b.Zeyd'e (-99) [352]"Düğünlerde teganni (şarkı.müzik) olur muydu?" dedim,"Olurdu (fakat) bugünkü gibi taşkınlıklar ve bayağılıklar bulunmazdı.
Dayılarımız Nâbit oğullan.blzi .verdikleri bir ziyafete çağırdılar.Ziyafete Hassan b.Sâbit ve oğlu Ab-durrahman da geldi.O sırada iki cariye şöyle teganni ediyorladı:
"Bak ey dostum,Cıllık [353] kapısına,
Belkâ [354] dan başka bir dost görür müsün!"
Bunun üzerine Hassan eliyle yüzünü kapayarak ağladı.Abdurrahman cariyelere devam etmeleri için işaret etti.Câriyelerin babasını ağlatmasından onun ne zevk aldığını bilimiyorum?" dedi.
Bize Ebû Hatim ,el-Asmaî'den tahdis etti.(el-As-maî) şöyle dedi:Bir düğünde Tuveys [355] teganni edi-yordu.O sırada en-Nu'mân b.Beşîr (el-Ansârî) [356] düğüne geldi.Tuveys o esnada şöyle diyordu.
Amrâ'mn istiğnası o kadar ciddî midir ki ter-kedip gitsin.
Yoksa bizim durumumuzla onun durumu aynı mıdır?"
Amrâ da en-Nu'man'ın annesi idi.Tuveys'e Sus! sus! "denilince en-Nu'man:"-O kötü birşey söy-lemedi,sadece...
"Amrâ,kadınlann asillerindendir.
Elbisesinin kollan misk kokusu saçar." dedi." demiştir. [357]
İDDİA: RasûIullahin:"Şüphesiz Allah (C.C) utangaç .çekingen,mütevazi ve afif olanları se~ yer;lafazan (beliğ) erkeklere buğzeder." buyurduğunu [358] rivayet ettiniz.
Sonra yine rivayet ettiniz ki Abbas (R.A) kendisine (S.A.V) "Güzellik nedir?" diye sormuş.Rasû lullah da "Güzellik lisândadır!" buyurmuştur. [359]
Yine (Rasûlullahın),Hakikaten beyânın[360] bazısı sihir (gibijdir" dediğini rivayet ettiniz[361]Halbuki Allah (C.C):"İnsanı yara, ona beyânı (duyguların ifadesini )Öğrettİ."(55.er-Rah-man:3,4) buyurmuş ve beyân'ı, saymış olduğu nimetlerden bir nimet olarak kabul etmiştir.
Yine (Allah) kadınların ifade güçlerinin azlığını anlatmış ve :"Süs içinde yetiştirilip büyütülen ve iddiasını İsbat edemeyen kimseyi (yaratılışça pek zayıf olan kızları) mı ? (Allaha çocuk isnad ediyorlar)'1 (43. ez-Zuhruf: 18) buyurmuş ve kadınların zayıf olduğu hususuna,onların ifade kabiliyyetlerininin zayıflığı ile işaret etmiştir.
İşte hep bunlar .birbirine aykırı şeylerdir.
CEVAB:Biz deriz ki:Burada-Allahın lütfü sayesinde -tutarsızlık yoktur .Anlatılanlardan herbirisi-nin yeri vardır, oraya konuldu mu aykırılık ve tutarsızlık ortadan kalkar.
Allah (C.C) "utangaç,çekingen.mütevazi ve afif olanları sever." sözüne gelince:(Rasûlullah) bu sözüyle , temiz kalpli,az konuşan ve son derece haya sahibi olduğu için (başkalarından istemeyen) ve ihtiyaç içersinde kalan kimseleri kasdetmiştir.Nitekim onun (S.A.V) bu sözünü müteakiben,"edepsizce konuşan, çok isteyen ve (ihtiyacı olmadığı halde) ısrarla isteyer lere de buğzeder." buyurması da buna delâlet eder ki.bu (vasıflar) öncekilerin zıddıdır.
Allah (C.C} kullarının husumette ileri gitmesi-ni,uzun dilli olmasını ve kurnaz ve entrikacı olmasını -her ne kadar bunlarda faydalar ve bazısında da güzellik (zînet) bulunsa da-sevmez.
Hadiste de,"Cennet ehlinin çoğu saf (kendi halinde) kimselerdir.[362] buyurulmuştur .Burada kalplerin de insanlara karşı birşey bulunmayan ve kimseyle ilgilenmeyen kimseler kasdolunmakta-dır...
(Hadiste geçen el-bulh (=saf kimseler) kelimesi ile alâkalı olarak) en-Nemir b.Tevleb [363] şu şiiri söylemiştir:
"Sırlarını bana açıklayan.saf (=belhâf) ve herkese inanan bir kız çocuğu ile oynadım. [364]
Ali (R.Â) de (gelecek) bir zamandan bahsederek şöyle demiştir: "O zamandakilerin en hayırlısı ,her nûme'dir,-yani:Kötülük yapmağa iktidarı olmayan kimseler demektir. Onlar hidayet önderleri (eimme-tu'1-hudâ) ve ilim fenerleridirler.Onlar aceleci,sırlan ifşa edici ve lâf taşıyıcı değillerdir."
Muaz b.Cebel (R.A) de Rasûlullahtan şunu rivayet etmiştir:"Allah (C.C) gizlenenleri (ahfiyâ) mut-takîleri (etkıyâ) .günahtan arınmışları (ebriyâ) sever.Onlar o kimselerdir ki,kayboldukları zaman onlan kimse arayıp sormaz;hazır bulundukları zaman da kimse tarafından farkedilmezler. [365]
Ali (R.A) bir hutbesinde: "-İyi biliniz ki,Allah'ın öyle kullan vardır.onlar Cennette ebedî Cenhetlîkle-rî;Cehennemde de azâb olunur halde Cehennemlikleri görmüş biri gibidirler. Onlann kötülük yapmayacaklarından herkes emindir;,kalpleri mahzundur, afif (iffetli) dirler,ihtiyaçlan az (basit) dir.Onlar âhiret-teki devamlı (ebedî) rahatlık için, (dünyada) birkaç gün sabrederler.Gece olunca da saf saf dururlar.Göz yaşları yanaklarından akar.Rablerine Ey Rabbimiz,ey Rabbimiz!" diye yalvarırlar.Gündüz ise on-lar,halîm,âlim,itaatkâr ve takva sahibidirler.Onlar (zayıflıktan) bir ok'a (el-kıdâh) benzerler.Bir kimse onlara bakar ve:"Bunlar hâstadır." der.Halbuki onlarda hiçbir hastalık yoktur. Onlar sıkıntılıdırlar ve onlar büyük bir işden (Kıyamet günün hesabından ) dolayı sıkıntı ve endişe içindedirler.
İbhu Abbas da şunları anlatmıştır: "Bir genç Eyyûb'a" (A.S),uğramış olduğu musibet hakkında şöyle demiştir:"-Ey Eyyûb! Kendileri şikâyet etmekten âciz veya dilsiz olmadığı halde,Allah korkusu kendisini şikâyetten alıkoyan,Allah'ın birtakım kullan olduğunu bilmez misin? Ki onlar şeref ,anlayış ve fesahat sahiplerinin tâ kendileridir .Allah'ı ve O'nun geçmiş milletlere gönderdiği azabı bilirler. Lâkin onlar,Allah'ın azametini hatırladıkları zaman,Allah korkusundan ve Allah'ın (C.C) heybetinden kalpleri parça-lanır,dilleri tutulur,akıllan başlarından giderdi."
Bu hasletler Allah'ın (C.C) sevdiği hasletîerdir,ve bu hasletler kişiyi âhirette mutluluğa eriştirir.Bu-nunla beraber iktisad (ifrat ve tefritten sakınma) ona arkadaşlık ettiği've onu akıl idare ettiği,kişinin iktida-n (iradesi) onu ,Allah indinde büyük olanı küçültme-ğe.veya küçük olanı büyültmeğe , ya da dinle alâkası olmayanların yaptıkları gibi hem birşeye hem de onun zıddına yardımcı olmaya sevketmedikçe; güzel-liğin,lisanda olması,mürüvvetin de beyânda olması, beyân'in dünya zînetlerinden bir zînet ve dünya güzelliklerinden bir güzellik olması inkâr olunamaz.
İşte bu (yukarıda sayılanların tersini yapan kimseler) Allah'ın buğzettiği beliğ (lafazan) kimsedir ki,onun hakkında Rasûlullah:"Sİzden en hoşlanmadığım kimse,çok konuşan gevezelerdir.[366] buyurrnuştur.Allah'ın (C.C) en fazla buğzettiği kimseler de ,insanlann dilinden dolayı kendisinden sakındığı kimsedir.
"Hakikaten beyân'ın bazısı sihir (gibi) dir." sözüyle de (Rasûlullah) şunu kasdetmiştinBeyân'ın bazısı uzağı yakın.yakını uzak eder,çirkinı güzel .güzeli çirkin gösterir,ve küçüğü büyültür.Sanki o (bu haliyle) sihir veya sihir makamına kâim olan birşey veyahut da ona benzeyen birşeydir ki,sihrin haram olması gibi ,bu da mekruhtur.
EBÛ MUHAMMED :Bana Huseyn b.el-Hasen el-Mervezî tahdis etti (ve) dedi:6ize Abdullah b.el-Mubâ-rek haber verdi (ve) dedi:Bize Ma'mer .(b.Râşid) .Yahya b.el-Muhtâr'dan ,o da el-Hasen (el-Basrî) den (22-110) [367]haber verdi. (el-Hasen) şöyle demiştir: "Dilersen onu görürsün, (o) kibar çehreli,parlak bakışlıdır,fakat ameli ve kalbi ölüdür.Sen onu,kendisinden daha iyi tanırsm.Birtakım bedenler görürsün ki,kalpleri yoktur.Sesini işitirsin fakat insan değildir. Çok dillidir (cerbezeli),kalbi kupkurudur." [368]
İDDİÂ:RasûluIlahm:(fBiz Peygamberler miras bırakmayız,bıraktığımız sadakadır. [369]buyurduğunu rivayet ettiniz. Bu hadis .Allahu taâlânın Ze-keriyyâ (A.S) dan hikâye ederek buyurduğu:" Gerçekten ben,arkadan yerime geçecek yakınlarımdan endişedeyim.Kanm da kısır bulunuyor.Onun İçin bana bir çocuk ihsan buyur ki,bana da mirasçı ol-sun.Yâkub al ile sin e de mirasçı olsun.Rabbim Sen onu salih bir insan yap.Ey Zekeriyyâ biz sana bir oğul müjdeliyoruz ki adı Yahyâ'dır.Bundan önce ona hiçbir kimseyi adaş yapmadık."(19.Meryem:5-7) âyetine ve "Süleyman (babası) Dâvudâ vâris oldu."(27.en-Neml:16) âyetine aykıdır.
Fâüma (R.A) da Ebûbekr'den babasının (S.A.V) mirasını istemiştir.Ebûbekr (R.A) babasının mirasını ona vermeyince,ebediyyen Ebübekrle konuşmayacağına yemin etmiş ve kendisinin cenazesinde Ebûbekr bulunmasın diye ,öldüğü zaman gece defnedilmesini vasiyyet etmiş ve gece defnedilmiştir.[370]
Ali ve Abbâs (RA) da Rasûlullahın mirası hususunda Ebûbekr'e birbirlerini dâva etmişlerdir.
CEVAB:Biz deriz ki:Rasûlullahın,"Biz Peygamberler miras bırakmayız." sözü Zekeriyya'nın/'Bana bir çocuk ihsan buyur ki,bana da mirasçı olsun.Ya-kub ailesine de mirasçı olsun." sözüne aykırı değil-dir.Çünkü Zekeriyya (A.S) "Benim malıma mirasçı olsun " dememiştir ki.mesele onların zannettikleri gibi olsun!...
Zekeriyyâ (A.S) nın hangi malı vardı ki,onu akra-balarından sakınsın ve Allah'dan kendisine,mahnâ mirasçı olacak bir evlâd vermesini istesin! O takdirde bu mal ona göre büyük kıymeti hâiz ve sırf mal için çalışan ve mal için gayret sarfeden dünya (malı) düşkünlerinin çok rağbet ettiği bir mal olmalıdır..Halbuki Zekeriyyâ b.Âzen sadece için marangoz ve aynı zamanda bir din adamı (hıbr) idi...
Vehb b.Munebbih (34-114) [371] demiştir ki:"Bu iki hususun her ikisi de ,onun malı olmadığını gösterir."
Keza Yahya ve İsa'nın (A.S) mallarının olmadı-ğı,sığınacak bir evlerinin bile olmadığı «onların ancak yeryüzünde dolaşan iki seyyah oldukları meşhurdur (herkes tarfından bilinmektedir).
Yahya'nın (A.S), (babası) Zekeriyyâ'dan (A.S) miras olarak mal almadığına diğer bir delil de şudur ki;Yahyâ (A.S) Beytu'l-Makdise- küçük yaşta iken-girmişti ve orada hizmet ediyordu.Sonra (Allah'a karşı olan ) korkusu arttı.bunun üzerine yollara düş-tü.dağlann tepelerinden ve dağ kovuklarından ayrılmadı.
EBÛ MUHAMMED:el-Leys b.Sa'd'dan.o da İbnu Lehî'a'dan,o da Ebû Kubeyl (Huyey b.Hâni b.Nâdır) dan ,o da Abdullah b.Amr b.el-Âs'dan olmak üzere bana ulaştı ki,Abdullah (şöyle) demiştin'Yahyâ b.Zeke-riyyâ (A.S) sekiz yaşında iken Beytu'l-Makdis'e girdi ve kıldan elbiseler .yünden bornoz [372]lar giymiş olan Beytu'l-Mâkdis âbidlerini gördü.Onların .köprücük kemiklerini delip,oralardan zincirler geçirmiş ve o zincirleri Beytu'l-Makdis'in kemerlerine bağlamış olan müteheccidlerini (gece ibadet edenlerini) gördü. Bu gördükleri onu korkuttu ve ebeveyninin yanına döndü.Yolda.oyun oynayan çocuklara rastladı.Ço-cuklar:'Yahya,gel oynayalım!" dediler.Yahya:"Ben oyun oynamak için yaratılmadım!" dedi.Bu sebepten âyette:"Bİr de ona (Yahyâya) daha çocukken hikmet verdik." (l9.Meryem:12) buyurulmuştur.
Yahya,hemen ebeveynine geldi ve onlardan ken dişi için kıldan bir elbise (cübbe) yapmalarını istedi.Hemen yaptıIar.Sonra Beytu'l-Makdis'e döndü. Orada gündüzleri hizmet eder,geceleri de (Allah'ı) teşbih ederdi.Önbeş yaşma geldiğinde kendisine korku geldi.Bunun üzerine yola çıktı,yeryüzünün ıssız yerlerinde [373]ve dağlardaki mağaralarda yaşamaya başladı. Annesi ve babası onu aramağa çıktılar ve el-Be,seniyye[374]dağlarından inerlerken,Ürdün gölünün başında onu buldular. Gölün başına otur-muş,ayaklarını suya sokmuş .susuzluk neredeyse kendisini helak edecek bir halde olmasına rağmen o şöyle diyordu: Senin izzetine andolsun ki,Senin yanında yerim neresidir.bunu bilmedikçe soğuk birşey içmeyeceğim!"
Ebeveyni.ondan yanlarında bulunan arpa çöreklerini yemesini ve gölden su içmesini istediler.O da denileni yaptı ve yemininden dolayı kefaret ver-di.Bu yüzden (ana babasına) iyilik yapmakla medhe-dildi.Bu yüzden Allahu taâlâ şöyle buyurmuştur: "Ebeveynine de ihsânkârdı,zorba ve isyankâr değildi."U9.Meryerh: 14)
Ebeveyni onu tekrar Beytu'l-Makdis'e bıraktılar. (Yahya) namaza durduğu zaman ağlar,Zekeriyyâ (A.S) da onun ağlamasına ağlardı,sonra bayıhrdı.Bu şekilde devam etmiş ve hattâ öyle ki,gözyaşlan yanaklarının etlerini parçalamışti.
Annesi ona:"-Ey Yahya, bana izin verirsen (ya-naklanndaki) bu yarıkları örtecek bir keçe hazırlayayım." dedi.Yahyâ :"Sen bilirsin?" dedi.Annesi hemen iki keçe parçası getirdi ve onları onun yanaklarının üzerine (koyup) yapıştırdı.Yahya ağladığı zaman gözyaşlarını keçe parçalan emiyor, annesi de onların su yunu sıkıyordu.Göz yaşlarının annesinin kollarından aktığını görünce :"-Ey Allahım,işte bunlar gözyaşla-rım.işte bu annem! Ben de senin kulunum! Sen de Rahmansm(artık sen bilirsin!) " dedi."
Duyduğuna göre,Yahya'nın sahip olduğu miras malı nedir? Zekeriyyâ'nın miras bıraktığı mal nedir? Zekeriyyâ sadece bir marangoz ve din adamı idi. kendisinden rivayetinde-Allah'ın (C.C) "...bana bir çocuk ihsan buyur ki,bana da mirasçı olsun.."
(19.Meryem:5) âyeti hakkında şöyle demiştir:Âyetin mânası ."Benden imamlığı (din adamlığını) tevarüs etsin." demektir.Zekeriyyâ din adamı (imam) idi. "Ya'kub ailesine de mirasçı olsun." (19.Mer-yem:6)âyetinin manası da ,'Yani mülke mirasçı olsun" demektir.Zekeriyyâ (AS) Dâvud (AS) un oğullarından Yahûza b.Ya'kub b. İshak b.İbrahim'in (A.S) torunlarından idi.Allah Yahya'nın din adamlığım tevarüs etmesini kabul etti fakatmal ve mülk'e mirasçı olmasını kabul etmedi.
Zekeriyyâ (A.S) din adamlığına (imamlığa) akrabalarının mirasçı olmasını istememiş ve Allah'tan kendi makamına geçecek ve ilmine vâris olacak bir evlâd vermesini arzu etmişti.Allah (C.C) da:"Zeke-riyyâ'yı da hatırla ki, hani Rabbine:"-Rabbim beni yalnız (evlâdsız) bırakma. Sen vârislerin en hayırlı-sısın." diye dua et misti.Bunun üzerine biz de duasını kabul edip kendisine (evlâd olarak) Yahya'yı verdik ve zevcesini çocuk doğurur hale getir-dik."(21.el-Enbiyâ:89',90) buyurmuştur.
"Süleyman ( babası) Davud'a vâris oldu."
(27.en-Neml:16) âyetine gelince:Allah (C.C) burada Süleyman'ın Davud'un' mülküne (hükümdarlığına) .nübüvvetine ve ilmine vâris olmasını kasdetmiş-tir.Süleyman ve Dâvud (A.S) ikisi de hem peygamber,hem de melik (hükümdar} idi.Mülk ise,kuwet ve otorite.hüküm ve siyaset demektir.mal demek değildir.
Eğer malına vâris olmasını kasdetmiş olsay-dı.bunu haber vermenin bir faydası olmazdı.Çünkü bütün herkes oğullann babalarının mallarına vâris olduğunu bilir.fakat her çocuğun ilim.mülk ve nübüvvet hususlarında babasının yerine geçeceğini bilmez.
Yine Rasûlullahm (S.A.V) miras bırakmayışına diğer bir delil de,Allah'ın kendisine vahyetmesinden sonra miras bırakmamasıdır.Kendisinin ana babasına mirasçı oluşu ise vahiyden önce idi.
EBÛ MUHAMMED :Bize Zeyd b.Ahzem et-Tâî rivayet etti (ve) dedi:Bize Abdullah b.Dâvud tahdis etti ki:"Rasûlulah (S.A.V) annesinden Ummu Ey-men'i;babasından da Şükran adh köleyi miras olarak aldı."
Allah'ın (C.C) birtakım kimseleri zemmede-rek:"Hayır,doğrusu siz yetime yardım etmezsiniz,miskini de yedirmeğe birbirinizi teşvik et-mezsiniz.Mirası helâl haram demeden habire yersiniz.Malı da pek çok seversiniz." (89.el-Fecr:17-20) buyurduğunu bildiği halde nasıl miras malı yiyebilir?!
Bize İshak b.Râhûye rivayet etti (ve) dedi:Bize Veki haber verdi (ve) dedi:Bize Mis'ar (b.Kidâm),Ab-durrahman b.el-îsbahânî'den,o da Mucâhid b.Verdân'dan.o da Urve b.ez-Zubeyr'den,o da Âişe'den (RA) haber verdi.Âişe'nin rivayet ettiğine göre Rasûlullaha (S.A.V) hurma ağacından düş(üp öl) en bir kölenin mirası(nı halletmek) için geldiler.Rasûlullah:"Geride çocuk bıraktı mı?" de-di."Hayır bırakmadı." dediler..
"Bir yakınını bıraktı mı?" dedi.Yine " Hayır" dediler.
Rasûlulah: "O halde onun mirasını, hemşeri-lerinden birine verin." buyurdu.
Sanki burada Rasûlullah onu mirasını yemekten kaçınmış da onun hemşerisi olan bir adamı tercih etmiş gibidir.
Hz.Fatıma'nın (RA) Ebûbekr (R.A). ile,Rasûlul-lahm mirası hakkında münakaşa etmesine gelin-ce:Bu kötü görülecek birşey değildir.Çünkü Fâtıma Rasûlullahın (bu hususta) ne dediğini bilmiyor-du.O,çocukların babalarına vâris olduğu gibi,kendi-sinin de babasına vâris olacağını zannetmişti.Ebû-bekr Rasûlullahın hadisini ona haber verdiğinde o bundan vazgeçmiştir.
Ebûbekr (R.A) siyaha da beyaza da (yani herkese) haklarını verip dururken bir kimsenin "Ebû-bekr'in Fâtima'yı babasının mirasından menettiğini" zannetmesi nasıl caiz olabilir?
(Rasûlullahın mirasını) ne kendisine,ne çocuklarına,ne de kabilesinden birisi için alıkoymadığına göre,Hz.Fâtıma'yı mirastan menetmekten kasdı ne olabilir?Hakkı hak sahibine vermesi daha evlâ olduğu halde Ebûbekr Rasûlullahın mirası hakkında (hadis mucebince) sadaka muamelesi yapmıştır.
Kendisi halife seçildiği andan itibaren,müslü-manların malından ( beytu'1-mâl) elinde arta kalanı kendilerine geri veren Ebûbekr,nasıl böyle bir iş yapabilir ve Fâüma'dan bu malı helâl etmesini isteyebilir? Ebûbekr bu mirası sadece ücret (maaş) olarak almış ve onların idaresiyle-meşgul olmasını da onlar için bir sadaka olarak kabul etmiştir,
Hz.Âişe'ye'de (R.A) şöyle demiştir:"-Bak yavrum! Halife seçildiğinden bu yana Ebûbekr'in malında ne kadar artına olmuşsa onu müslümanlara geri ver! Allah'a yemin ederim ki ,bize onların ( müslümanlann) malından erişen sadece;karnımızda yediğimiz, onların yiyeceklerinin en kabası ve sırtımızda giydiğimiz de onların giydiğinin en sertidir."
(Âişe) dedi ki:Ben baktım ki (artan mal) bir elbi-1 se.kıymeti "beş dirhem etmeyen eski bir örtü ve bir de kara deveden ibaret İdi...
Haberci bu haberi Ömer'e getirince,Örner (R.A) :"Allah Ebûbekr'e rahmet etsin (bu tutumuyla) kendisinden sonrakilere zahmet yüklemiş oldu."demiştir.[375]
Eğer Ebûbekr'in bu husustaki icraatı (nın maksadı) Fatma'ya zulmetmek,haksızlık etmek olsay-dı;Haüfe olunca Hz.Ali bu mirası Fâtıma'nın oğluna verirdi.
* Ali ile Abbas'ın (R.A) Ebûbekr'e gelip.Rasûlullahın mirası hakkında davalaşmalarına gelince: Bana göre böyle bir düşünce doğru değildir.
Onlar,kendilerine verilmeyen birşey hakkında nasıl dâvalaşabilir veya kendilerinin menolunduğu birşey için nasıl hak iddia edebilirler? Onlann her ikisi de biliyorlardı ki,eğer ikisi de mirasçı olsalar;Rasû-lullahın hanımlarının sekizde bir hissesinden sonra Ali,Fâtıma'dan, (kalan) mirasın yarısını,Abbas da Fâtıma İle beraber yansını alacaktı[376]O halde hangi şeyle dâvalaştılar?
Burada uygun olan mânâ,ancak Ali ile Ab-bas'ın.Ebûbekr'le münakaşa etmesidir.Onlar Ömer-le-Ömer kendilerine Fedek'i (kullanmak üzere) verdiğinde-,ve daha sonra da Osman (R.A) İle münakaşa etmişlerdir.
Bu münakaşanın bir manası ve sebebi vardir.Allah onların hepsine de rahmet etsin. [377]
İDDİÂ:Rasûlullahın:"Çocuk sütten kesildikten sonra artık süt kardeşliği yoktur,[378] buyurduğunu,
Kezâ"Erkek kardeşlerinizin kim olduğuna dikkat edin (ey hanımlar).Süt kardeşliği ancak meeâa (açlık) dan dolayı olur. [379] yani:Mecâa üe ,çocuğu açlıktan kurtaran emme'yi kadetmiştir buvurduğunu,rivayet ettiniz.
Sonra İbnu Uyeyne'den.o da Abdurrahrnan b.el-Kâsım 'dan,o da babasmdan.o da Âişe'den ('R.A) onun şöyle dediğini rivayet ettiniz:"Sehle binti Süheyl b.Amr.Rasûlullaha geldi ve:"-Sâlim'in benim yanıma girmesinden dolayı .Ebû Huzeyfe'nin yüzünde ,bana karşı bir hoşnudsuzluk görüyorum." dedi...
RasûIulIah:"Onu (Sâlim'i) emzir." dedi.Seh-le:ffKoca adamı mı emzireyim?" dedi.Bunun üzerine RasûîuUah güldü ve sonra:"Ben onun koca bir adam olduğunu bilmiyor muyum." dedi. [380]
Yine dediniz kirMâlik (b.Enes) ez-Zuhrf den rivayet etti ki:Âişe (RA) Salim hadisine bakarak sütten kesildikten sonraki emzirme dolayısıyla, (meydana gelen süt kardeşlik )haramhğı, ölesiye kadar devam eder. "diye fetva verirdi [381]
Bu isnad sizce makbul,sahih ve reddedilmesi caiz olmayan bir isnattır.
CEVAB Biz deriz ki:Hadis sahihtir. Rasûlullahm hanımlarından Ummu Seleme ve diğerleri bunun Sâlim'e has olduğunu söylemişler-dir.Şu kadar ki onlar,hangi cihetten Rasûlullahm bunu Sâlim'e has kıldığını açıklamamışlardır.İnşaallah biz,Ebû Huzefe (R.A) ve Salim (RA) kıssasını ve aralarındaki yakınlığı açıklayacağız.
Ebû Huzeyfe'ye (R.A) gelince,Utbe b.Rabîa b.Ab-dişems b.Abdi menâfin oğludur.Habeşistana yapılan her iki hicrete de katılan Habeşistan muhacirlerinden idi.Habeşistan'da ,oğlu Muhammed b.ebî Huzeyfe doğdu.Ebû Huzeyfe,Ebûbekr'in halifeliği devrinde Yemâme harbinde öldürüldü[382] (Muhammed b.ebî Huzeyfe'nin] çocuğu olmamıştır. [383]
Ebü Huzeyfe'nin mevlâsı (azadlı kölesi) Sâlim'e gelince:Bedir harbinde bulunmuştur.Rasûlullah onunla Ebûbekr'i kardeş yapmıştır.Hayır sahibi ve faziletli bir kimse idi.
Bundan dolayı Ömer (R.A) vefatı esnasmda:"-Eğer Salim hayatta olsaydı.onun hakkında herhangi bir tereddüt kafamı kanştırmazdı."-Yani:Şûrâ heyeti kendilerinden birini seçmekte ittifak edinceye ka-dar.insanlara namaz kıldırması için onu öne geçirirdim." demiştir.Sonra Suheyb (er-Rûmı) yi (R.A ) öne geçirmiştir.
Sâlim,Ebû Huzeyfe'nin Ansâr'dan olan hanımının kölesi idi.Hanımmın ismi hakkında ihtilâf edil-miştir.Bazıları:"Benû Hatme'den Selmâ'dır." demiş . bazıları da: "İsmi Sübeyte'dir" demişlerdir. (Fakat) hep si de onun Ansâr 'dan olduğunda ittifak etmişlerdir . Ebû Huzeyfe'nin hanımı onu azad etmiş.o da Ebû Hu-zeyfe'yi kendisine velî edinmiş.Ebû Huzeyfe de onu evlâdlık almiştır.Velîsi olduğu için Ebü Huzeyfe'ye nisbet edilmiştir.
Sâlim.Yemâme harbinde şehid düşmüş ve ona.azadh cariyesi mirasçı olmuştur.Çünkü Sâlim'in ne çocuğu ,ne de bu cariyenin dışında bir vârisi vardı.
İşte benim sana bu anlattıklarım Ebû Huzeyfe ve Sâlim'in İslâm'ın ileri gelenlerinden olduklarına, onların büyüklüğüne ve Rasûlullah nazanndaki güzel mevkilerine bir delildir.
Senle binti Süheyl'in anlattığı, Sâlim'in kendisinin[384] yanına girmesinden dolayı Ebû Huzeyfe'nin yüzündeki hoşnudsuzluğa gelince: Salim kendisini azad etmiş olan hanımefendisinin yanına giriyordu. Tıpkı efendisinin evinde büyüyen ve sonra azad edilen bir köle gibi. Keza o, önceki dostluğuna ve onlar tarafından yetiştirilmiş olmasına bakarak giriyordu. Bu ise, Salim gibilerine veya Sâlim'den başkalarına karşı insanların yadırgayamayacağı birşeydir. Çünkü Allah, kadınların kölelerinin ve - Çok yaşlı, çocuk, hadım, iğdiş, muhannes (hem erkek, hem kadın) olanlar gibi- kadınlara şehvet duymayanların kendilerinin yanma girmelerine ruhsat vermiş ve bu sayılanlarla, zevi'l-mehârim (= evlenilmesi haram olanlar) ı bu hususta müsavi kılmıştır. Allahu taâlâ şöyle buyurmaktadır: "zinetlerini (ve süs yerlerini) ancak şu kim selere gösterebilirler): Kocalarına, yahud babalarına, yahud kocalarının babalarına, yahud kendi oğullarına, yahud kocalarının (başka anadan olma) oğullarına, yahud kendi erkek kardeşlerine, yahud erkek kardeşlerinin oğullarına, yahud kız kardeşlerinin oğullarına, yahud kadınlarına- yani müslüman kadınlarına- yahud sağ ellerinin mâlik olduklarına yani kölelere yahud (şehvetsiz ve kadına) ihtiyacı olmayan hizmetkârlara- yani adamı takib eden ve onun yanından ayrılmayan amele (işçi), köle, halif (anlaşmalı kabile mensubu) ve buna benzer kimselere-" (24en-Nûr:31)
Salim (R.A.) de, kadınlara ihtiyacı olmayan, sözü edilen kimselerden birisi olmaktan hâli değildir. Belki Salim de böyle idi. Çünkü çocuğu olmamıştı. Yahud bu, Allah'ın ona verdiği vera\ dindarlık ve fazilet sebebiyle veya ona mahsus kilmasıyla da olabilir. (Öyle olmalı ki) Rasûlullah da bu sebeble onu, kendisi katında emniyetli ve kadınları incelemekten ve güzelliklerini bakışları ile süzmekten uzak biri olarak Ebûbekr ile kardeşliğe ehil görmüştür.
İhtiyaç anında kadı (hakim) ve şâhidlerin tanıması için ve sâlih (namuslu) komşulara, kadınların yüzlerini açmalanna Hz. Peygamber ruhsat vermiştir.
Yaşı geçkin, hayızdan ve evlenme arzusundan kesilmiş kadınların da zinetlerini göstermeksizin (üstüne giyilen) elbiselerini çıkarmalarına da ruhsat tanımıştır.
Sâlim,Ebû Huzeyfe'nin hanımın yanına giriyor ,hanım da Ebû Huzyfe'nin bu durumdan hoşlanmadığını görüyordu. Eğer girmesi caiz olmasaydı (hiç) girmezdi ve Ebû Huzeyfe de mutlaka, onu bundan menederdi.
Rasûlullah da Ebû Huzeyfe'nin hanımının kendisi nazanndaki yeri dolayısıyla; ve onları bir birine ısındırmayı , aralarından soğukluğu kaldırmayı ve . Ebû Huzeyfe'den bu hoşnudsuzluğu giderip gönlünü almayı istediğinden Ebû Huzeyfe'nin hanımına:
"Onu emzir." demiştir. Fakat bununla, "Çocuklara yapıldığı gibi memelerini onun ağzına ver." demek istememiştir. Lâkin, onun için biraz sütünden sağ ve sonra içmesi için ona ver, demek istemiştir. Bundan başka türlü olması da caiz değildir. Çünkü Sâlim'in süt haramhğı vuku bulmadıkça onun göğüslerine bakması caiz değildir. Kendisine helâl olmayan ve şehvet duymayacağından emin olunmayan birşey ona nasıl mubah kılınabilir?
Yine bu yorumu destekleyen hususlardan birisi de şudur ki, Ebû Huzeyfe'nin hanımı:"- Yâ Rasûlal-lah, koca adamı mı emzireyim?" demiş, bunun üzerine Rasûlullah da gülmüş ve : "-Ben onun koca adam olduğunu bilmiyor muyum? " demiştir. Rasûlullahın burada gülmesi, onun; Sâlim'in kadının yanına girişini haram kabul etmeksizin veya bu rıdâ' (emme) mahzurlu birşeyi helâl kılmış olmaksızın veya Salim bu emme ile onun oğlu olmuş olmaksızın; sadece soğukluğu kaldırmak ve ısındırmak için bu "emdir" sözüyle lâtife ettiğini gösterir.
*Rasûlullahın buna benzer bir latifesi de Ab-dulvâhid b. Ziyâd'ın, Âsim el-Ahval'den onun da el Hasan (el-Basri)den rivayet ettiği şu hadistir: "Bir adam ona (S.A.V.), kendisinin bir yakınını öldürmüş olan bir adam getirdi. Rasûlullah adama: "-Öldürülenin diyetini alır mısın?" dedi. (Öldürülenin yakım olan} adam: "Hayır" dedi. Rasûlullah: Onu (katili) affeder misin?" dedi. Adam yine : "Hayır" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah : "Git öyleyse öldür onu (katili) " dedi. [385]
(Ravi) dedi ki: Adam katili alıp götürünce Rasûlullah: "Eğer onu öldürürse, kendisi de onun gibi (katil olmuş olur)" dedi. Bunun üzerine adama. Rasûlullahın bu sözü haber verildi, o da katili bıraktı, ve hayvana yük bağlanan palanı (kayışı) omuzunda sürükleyerek geri döndü.
Rasûiullah bu sözüyle onun, adamı öldürdüğü takdirde; günah ve Cehenneme girmeyi icap ettirmesi bakımından (katil ile) müsavi olduklarını kasdetmemiştir. Allah (C.C.) bu adamın (katilin) kısas oiarak öldürülmesini mubah kıldığı halde, Rasûlullah bunu nasıl kasdetmiş olabilir? Bilâkis Rasûluliah onun kısas yapmasını istememiş ve affetmesini arzulamıştır. Affetmesi için de ona: eğer adamı öldürürse günah bakımından müsavi olduklarını iham etmiştir.
Rasûlullahın kast'ediği şey şu idi: Birincisi bir cana kıydığı gibi, bu da bir cana kıyarsa, bu (birinci) de katildir, o (ikinci) de katildir. Böylece iki de katil olmakla müsavi olmuş olurlar. Ancak birisi, zâlim (haksiz)dır, ikincisi ise kısâsen öldürmüştür. [386]
İDDİA: Muhammed b.İshak'dan, o da Abdullah b.Ebibekr'den, o da Amra (b.Kays) dan, o da Âişe'den (R.A.) onun şöyle dediğini rivayet ettiniz: "Recm ve "Yetişkin kimsenin emmesinin sayısı on'dur" [387]âyeti nazil olmuştu, ve bu âyet Rasûlullahın vefatı esnasında benim sedirimin altındaki bir sahifede idi. Rasûlullah Allah'ın rahmetine kavuşunca, biz onunla meşgul iken, mahallenin hayvanlarından birisi (eve) girmiş ve bu sahifeyl yemiş.[388]
Bu, Allah'ın (C.C.) : "Muhakkak ki o (Kur'an) çok şerefli bir kitaptır. Ona ne önünden, nede ardından (hiçbir suretle) batıl yaklaş a maz." (41. Fus-,sılet:41,42) âyetine aykındır. Bir koyunun yediği, bir farzını iptal ettiği ve hüccetini ıskat ettiği birşey nasıl aziz ve şerefli olabilir?
Koyun bile onu iptal ettikten sonra, onu iptal etmekten kim aciz kalabilir?
Kur'an âyetini yemek üzere bir hayvan gönderdiği halde Allah (C.C.) nasıl olur da, "Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim." (5.el-Mâide:3) der? Ve nasıl olur vahyi, koyunun yemesine maruz bırakır da onun saklanmasını ve muhafaza edilmesini emretmez? Eğer onunla amel edilmesini istemiyorsa, bu âyetleri niçin indirdi?
CEVAB: Biz deriz ki : Gerçekte, onların acaib karşıladıkları bu hususların hiç birisinde, ne şaşılacak bir taraf, ne de onların son derece çirkin gördükleri şeylerden herhangi birisi mevcud değildir.
Eğer sahifeye şaşıyorlarsa, sahifeler Rasûlulla-hın devrende, üzerine Kur'an'ın yazıldığı malzemelerin en kıymetlisi idi. Çünkü onlar Kur'an'ı, hurma dallarına, taşlara, tuğla ve kiremitlere ve buna benzer şeylere yazıyorlardı.
Nitekim Zeyd b. Sabit şöyle demiştir: "Ebûbekr (R.A.) bana, Kur'an'ı toplamamı emretti. Ben de onu (yazılı olduğu) deri parçalarından, ağaç dallarından, ve düz taşlardan dikkatle toplamağa başladım. [389]el-usub, el-asîb'in cem'idir; hurma dalı demektir, elihâf da düz taşlara denir, müfredi ellahfe'dir.
ez-Zuhri (50-124) [390] de şöyle demiştir: "Rasûlul-lahın ruhu kabzolunduğunda, Kur'an hurma dallan, parşömenler (el-kudum) ve hurma ağacının budaklan (el-kerânif) üzerinde idi."[391]
el-kudum, elkadîm'in cem'idir, parşömenler' (= deriler) demektir, el-kerânif de hurma dallarının kalın. köklerine (budaklarına) denir, müfredi "el-kürnâfe"dir.
Kur'an müslümanların ellerinde dağınık bir halde idi. Onlar da ne bir kitap[392] ne de yazı aletleri vardı. Rasûlul-lahm yeryüzündeki hükümdarlara gönderdiği mektupları deri üzerine yaz(dır) ması da bunu gösterir.
Eğer sahifeyi sedir'in altına koymasına şaşüıyorsa; (o zaman) insanlar birer hükümdar değillerdi ki onların kasaları, kilitleri, abanoz veya sâc ağacından yapılma san-, dıkları bulunsun! Onlar birşeyi muhafaza etmek, korumak istedikleri zaman, ayak altında çiğnenmekten, çoluk çocuğun veya hayvanların zarar vermesinden emin olmak için, onu sedir'in altına koyarlardı. Evinde ne bir sandık, ne bir kilit, ne de bir dolabı olan kimse-mahrumiyet, yokluk ve sıkıntı yüzünden ancak imkan dahilinde ve bulabildiği kadarıyla (kıymetli şeylerini) koruyabilir.
Rasûllah elbisesini yamar, ayakkabısını diker, mestlerim tamir eder, (ev işlerinde) ailesine yardım eder, yemeği yerde yer ve, "Ben ancak bir kul'um ve bir kulun yediği gibi yerim. [393] derdtDiğer pey gamberler de böyle yaparlardı.
Süleyman (A.S)-ki Allah ona ,ne kendisinden önce.ne de kendisinden sonra kimseye nasib olmayan bir mülk vermiştiyün elbise giyer, insanlara çeşit çeşit yemekler yedirdiği halde kendisi arpa ekmeği yerdi.
Mûsâ (A.S) Allah (C.C) ile konuştuğu vakit üzerinde laldan veya yünden bir elbise,ayaklarında da ölmüş bir eşeğin derisinden yapılmış ayakkabılar var-di.Bu yüzde kendisine .-"Hemen ayakkabılarını çıkart,çünkü sen mukaddes vâdî olan Tuva'da-sm."(20.Tâ-Hâ:12)
Yahya (A.S) da lifden ip örerdi.
Bunlar bizim sayamayacağımız kadar çok ve (bunları anlatarak) kitabı uzatmamıza hacet bırakmayacak kadar meşhur ve yaygındır.
Eğer koyuna şaşılıyorsa:Şüphesiz ki,koyun hayvanların en makbul olanıdır.
"Uzeyr'in .Rabbine münâcaaf'ında okudum.o şöyle demiştir: "Ey AllahımîSen, (dört ayaklı) hayvanlardan koyunu;kuşlardan güvercini;nebatlardan üzümü ve evlerden de Mekke'yi ve İliya'yı ,ve İliya'da da Beytu'l-Makdis'i seçtin"
Veki,el-Esved b.Âbdirrahman'dan.o da babasından, o da dedesinden rivayet etti ki( dedesi) şöyle demiştir:"Rasûlulak (S.A.V) "Allah koyundan daha kıymetli bir hayvan yaratmamıştır" buyurdu."
Koyunun o sahifeyi yemesine niçin şaşılıyor?
İşte yeryüzünün zararlı hayvanlarının en zararlısı olan fare!...Mushafları yer onların üzerine pisler. İşte güve! o da mushaflan yer..
Eğer ateş sahtfeyi yakmış olsaydı veya münafıklar onu imha etmiş olsalardı, onların hayretleri ve şaşkınlıkları daha az olurdu.
Allahu taâlâ bir şeyi yok etmek isteği zaman onu zayıfla da iptal eder.kuvvetli ile de.Yine bir kavmi karıncalarla helak ettiği gibi,bazı kavimleri de tûfân ile helak etmiştir
Bir kavme taşlarla azab ettiği gibi diğer bir kavme de kurbağalarla azab etmiştir. Nemrûd'u [394]sivrisinek ile helak etmiş ;Yemen'i de bir fare vasıtasıyla sulara garketmişür.
* Onlann (kelâmcıların ve akılcıların):" (Sahife-de yazılı olan) âyetnptal edecek olanı (koyunu) gönderdiği halde, (Allah) dini nasıl kemale erdirmiş olabilir? "demelerine gelince:Bu âyet (I5.el-Mâide,3) Rasûlullaha Veda haccmda,Allah'ın İslâm'ı aziz kıldığı.şir-ki zelil ettiği ve müşrikleri Mekke'den çıkardığı zaman nazil olmuştur.Bu senede sadece müslümanlar hac-cetmiştir[395].İşte bununla Allah (bu ) dini kemale erdirmiş ve müslümanlara olan nimetini tamamlamış olmaktadır.
Böylece dinin kemâle ermesi-burada -onun izzeti ve ortaya çıkışı ,şirkin zelil oluşu ve yok olup gidişi (demek) olur.Yoksa farzların ve sünnetlerin tamamlanıp kemâle ermesi kasdedilmemiştir. Çünkü onlar Rasûlullahın ruhu kabzoluncaya kadar nazil olmağa devam etmiştir.Bu âyet hakkında eş-Şabî'nin (17-104) [396]görüşü de bu şekildedir.
Dinin ikmal edilmesinin.bu andan sonra nesh'in kaldırılması ile tahakkuk etmiş olması da caizdir.
Allah'ın sahifedeki âyeti iptal etmesine gelin Tıpkı Hz. Ömer'in (RA) recm âyeti hakkında söylediği [397]başkalannın da -iki kapak arasında toplanmadan önce-Kur'an'dan olup,sonra kaybolan şeyler hakkında dedikleri gibi; Allah'ın bir âyet inzal etmiş olması , sonra da onun tilâvetini (okunmasını) iptal edip de onunla amel edilmesini olduğu gibi bırakmış olması da caizdir.
Okunuşunun iptal edilmeyip amel edilmesinin iptali caiz olunca ;onun tilâvetinin (okunmasının) iptal edilip,amel.edilmesinin olduğu gibi bırakılması da caiz olur.
Halanın, erkek kardeşinin kızı üzerine;teyzenin onun kızkardeşinin kızı üzerine nikâh edilmesinin haram kıhnışı;çeyrek dinar için elin kesilmesi[398],babanm ve efendinin kısas edilmemesi[399]kâtilin mirasçı olmaması gibi [400]kendisine (S.A.V) din ile alâkalı pekçok şey inzal ettiği gibi;bunu da vahiy olarak inzal etmesi,fakat bunun Kur'an olmaması da mümkündür.
Yine Rasûlullahm:"Allahu taâlâ :"Ben kullarımın hepsini Hanifler olarak yarattım." buyurmuştur." ve "Allahu taâlâ :"Kim bana bir kanş yaklaşır-sa.ben ona bir arşın yaklaşırım. buyurmuştur.[401]demesi ve buna benzer hadisler de böyledir (Yeni Allah'tan vahiy olarak geldiği halde, Kur'an'dan değildir.)
Rasûlullah (S.A.V) :" Bana Kitap (Kur'an) veril-di.bir de onun benzeri (misli)[402]buyurmuştur ki,bununla Cebrâilin sünnet olarak getirdiklerini kasdetmiştir.
Rasûlullah recm cezasını tatbik etmiş,ondan sonra müslümanlar da recm cezasını tatbik etmiş.fu-kahâ da bu tatbikatı (bir hüküm olarak) kabul etmişlerdir.
Yetişkin bir kimsenin on kere emzirilmesine gelince,biz bunuh-Muhammed b.İshak'ın (-150) [403]bir hatası olduğunu zannediyoruz.
Biz,bu sahifede olduğu zikredilen recm (âyetinin) bâtıl (asılsız) olmasından da emin olamayız. Çünkü Rasûlullah,bu vakitten önce Mâiz b.Mâlik'i (R.A) ve başkalannı recmetmiştir.O halde kendisine (bu âyet) tekrar nasıl nazil olabilir?
Çünkü Mâlik b.Enes bu hadisin aynısını Abdullah b.Ebî Bekr'den.o da Amra (b.Kays) dan.o da Âişe'den (R.A) onun şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bilinen on emme ( süt kardeşliği) haramlığına sebep olur." âyeti Kur'an'da nazil olanlar arasında idi.Sonra "Bilinen (malûm) beş emme, haramlığa sebep olur." âyetiyle neshedilmişti. Rasûlullah (S.A.V) .vefat ettiği sırada bunlar Kur'an olarak okunmaktaydı..
Fakihlerden bir kısmı,eş-Şâfiî ve İshak (b.Rahû-ye) bunlardandır-bu hadisi kabul etmiş ve "beş emme" yi ,haram kılan emme ile haram kılmayanı arasında sınır olarak kabul etmişlerdir.Tıpkı "el-kulle-teyn'i [404] necis olan su ile necis olmayan şu arasın-da sınır olarak kabul ettiikleri gibi...
Mâlik'in hadisinin ifadesi,Muhammed b.İs-hak'ın hadisinin ifade şeklinden farklıdır.Mâlik (b.Enes) ise hadisçiîer (Ashâbûl-Hadis) nazarında Muhammed b.İshak'dan daha sağlam bir kimsedir.
EBÛ MUHAMMED :Bize Ebû Hatim rivayet etti (ve) dedi:Bize el-Asmaî haber verdi (ve) dedi: Bize Ma'mer (b.Râşid) haber verdi (ve) dedi:
Babam bana: "Muhammed b.İshak'dan birşey almayın.Çünkü o çok yalancıdır." dedi.
Muhammed b.îshak.Fâtıma binti el-Munzir b.ez-Zubeyr'den-ki o Hişârn b.Urve'nin hanımı idi-rivayette bulunurdu.Bu ,Hişâm'ın kulağına gitti Bunun üzerine (Hişâm) bu hususu inkâr etti ve:"Benim hanımımın yanına o mu girîyordu.yoksa ben mi?" dedi[405]
Allahu taâlânın:"Onun ne Önünden,ne ardından (hiçbir suretle) batıl yaklaşamaz."(41.Fussüet:42) âyetine gelince:Elbette Cenâb-ı Hak batıl ile.mallara ve kıymetli şeylere isabet eden şeylerin (zarar,imhâ) mushaflara da isabet etmeceğini kasdet-memiştir.Sadeccşeytanm Kur'an'a-gerek vahiyden önce.gerekse vahiyden sonra-Kur'an'dan olmayan birşeyi sokuşturamayacağını kas d etmiş tir. [406]
İDDIÂ: Siz, Yûsuf a (A.S) güzelliğin yansının verildiğini rivayet ettiniz[407].Halbuki Allah (C.C):"...onu (Yûsufu) değersiz bir fiat ile birkaç dirheme (kafileye) sattılar (onlar Yusuf) hakkında rağbetsiz bulunuyqrlardı."(12.Yûsuf: 20) buyurmuştur. Kendisine güzelliğin yarısı verilmiş olan. bir kimsenin.ne değersiz bir iîat ile,sayılabilecek kadar az bir dirheme satılması,ne de onu alacak olanın -bir de bu fiat azlığına rağmen -onun hakkında rağbetsiz olması mümkün değildir.
Yine Allah (C.C) Yûsuf un kardeşlerinin kendisine müteaddid defalar gelmelerinden bahisle: "Yûsuf hemen onları tanıdı .Halbuki onlar Yûsuf u tanıau-yorlardı." (12.Yûsuf:58) buyurmuştur.Kendisine güzelliğin yansı verilmiş olan ve âlemde bir eşi bulunmayan bir kimse nasıl olur da tanınmaz? Onların onu tanımaları, fakat Yûsuf un onları tanımaması daha akla yakındır.
CEVAB:Biz deriz ki:İnsanlar Yûsuf a (A.S) verilen, güzelliğin yansı hakkında ,Allahu taâlânın ona güzelliğin yansını verdiğini; diğer kullarının hepsine de kalan diğer yansını .verdiğini ve bunu onlar arasında taksim ettiğini zannetmektedirler.Bu,-bizim söyleyeceklerimizi anladığı zaman-iyice düşünen bir kimseye gizli kalmayacak kadar açık bir hatadır.
Bu hususta bizim bildiğimiz ise şudunAllah (C.C) güzellik için bir sınır koymuş ve bu "güzelliğin son sınırını" dilediği mahlûkatma-ya meleklere.ya hûrilere-vermiştir. Yûsuf a (A.S) da bu güzelliğin yansını ve bu kemâlin (son sınırın) yansını vermiştir.Ba-zan başka birine bu güzelliğin üçte birini;bir başkasına dörtte birini bir diğerine de onda birini vermesi de câizdir.Başka birine güzellikten hiçbirşey vermemesi de caizdir.
Keza birisi,ona (Yûsuf a] cesaretin yansının verildiğini söylese,ona yansının verilip de diğer insanların hepsine birden diğer yansının verilmiş olması mümkün değildir.
Eğer hadisin manası bu olsaydı, kendisine cesaretin yansı verilen kimsenin .insanlann hepsine birden tek başına karşı çıkabilmesi gerekirdi.Lâkin hadisin manası: "Cesaretin .Allah'ın bildiği bir sının var-dır,ve bu (cesaretin son haddini) dilediğine ve-rir.Onun dışındakilere de bunun yansıni.bir başkasına üçte birini veya dörtte birini veya onda birini verebilir.!."şeklinde veya buna benzer bir şekildedir.
"O (Yûsuf) bu kadar güzel iken,nasıl olur da onu değersiz bir fîaüa satarlar ve onun hakkında rağbetsiz olurlar?" demelerine gelince:
Hiç şüphe yok ki güzellik ,eğer bizim kabul ettiğimiz gibi olursa.onlann zannettikleri kadar büyük bir fark olmaz. Lâkin güzel yüzlü olanlann güzelliklerine yakın bir güzellikte olur.
Vehb b.Muneebbih (34-114) [408] Yûsuf un güzelükte,(İbrahim'in (A.S) güzel hanımı) Sâra'ya çektiğini (benzediğini) zikretmiştir. Bu da bizim "güzelliğin yansı" hakkındaki te'vilimizi doğrulamaktadır...
Eğer onlar (akılcılar ve kelâmcılar):"Hânım,şe-hirdeki kadınların kendisini ayıpladıklarını işitince .onlara dâvetçi gönderdi.Onlar için dayalı döşeli bir sofra hazırladı ve her birine bir bıçak verdi.Son-ra Yûsuf a :'-Çık karşılarına!" dedi.Kadınlar onu görünce kendisini (gözlerinde) çok büyüttüler ve şaşkınlıklarından ellerini kestiler."Allah'ı tenzih ederiz,bu bir insan değildir.Bu ancak güzel bir melektir!" dediler."(12.Yûsuf:31) âyetini delil getirirler ve "Kadınların onu gördükleri zaman ellerini kesmeleri ve "Bu ancak güzel bir melektir." demelerinin se-bebi;ancak onun güzelliğinin farklı oluşu ve insanlardaki güzellikten de öte oluşudur." derlerse,biz bu âyetin yorumunda deriz ki:
Vezirin hanımı (şehirdeki) kadınlann "Vezirin karısı delikanlısına yaklaşmak istiyormuş.Ona olan aşkı kalbinin içine işlemiş.O hanımı görüyoruz ki,çıldırmış besbelli!.."(12.Yûsuf:30) dediklerini duyunca, kadınlann Yûsuf u görmelerini ve kendisinin bu fitneye düşmesine hak vermelerini istemiştir.
Bunun üzerine onlar için dayalı döşeli bir sofra (=muttekeen) hazırladı.-"Mutteke" yemek demektir. "Mutken" şeklinde de okunmuştur.Bu ise bıçakla kesilen yiyecek demektir-Bazı tefsirlerde "Bu yemek turunç idi." ,diğer bazı tefsirlerde de"Zumâverdi [409] idi" denilmiştir.Her ne olursa olsun bu yiyecek,kesil
[410]Kamusta : " Yumurta ve etten yapılan bir yemek-tir.Araplaşmiş yabancı bir kelimedir .Avam buna Zemâverd der.Kâmus sarihinin şeyhinden naklettiğine göre buna "Kadı lokması,halife lokması,-Horasan1 da :Nevâle -sofranın nergi-si,muyesser,muhennâ " isimleri de verilmiştir. meden yenmiyordu.
Âyetteki "el-metk" ile "el-betk" in asılları birdir ki,o da kesmek demektir.Mahrecleri yakın olduğu için çoğu zaman (m) harfi, (b) harfi yerine; (b) harfi de (m) harlı yerine konulur.
Sonra (vezirin hanımı) Yûsufa (A.S) a:"Çık karşılarına!" dedi...Kadınlar onu gördükleri vakit (gözlerinde) onu çok büyüttüler ve yücelttiler ve vezirin hanımının kalbine düşen onların da kalplerine düştü .Bunun üzerine donakaldılar,şaşırdılar ve ona bakıp kaldilar.Tâ ki yiyeceklerini kestikleri bıçaklarla ellerini kesince:"- Bu bir İnsan değildir.Bu ancak güzel bir meIektir."(I2.Yûsuf:31) de-diler.Kadınlar bu sözleriyle hakikaten onun insan olmadığını ve yine onun hakikten melek olduğunu kas-detmemişledir. Onlar bu sözü ancak benzetme yoluyla söylemişledir.Tıpkı -bir adamın güzelliğini vasfe-den bir kimsenin-"O ancak güneştir.",O ancak ay'dır." demesi gibi...
Onlar.hem vezirin karısının arzuladığı şeyi ondan istedikleri ve onun hapsedilmesini istedikleri halde;hem de Yûsuf un insan olmayıp ,meleklerden olduğunu nasıl kasdetmiş olabiliri er ?Halbu ki melekler kadınlarla cinsî münasebette bulunmaz ve hapishanelerde de hapsedilemezler.
"Arzu (=şehvet) ve aşk üe,son derece göz alıcı güzel bir yüz gördükleri zaman onların kendi ellerini kesmelerindcşaşmalarında ve donup kalmalarında şaşılacak birşey yoktur.
Bazan buna benzer veya bundan daha fazlası insanın başına gelir.
Urve b.-Hizam [411]şöyle demiştir:
Beni,bazan senin hatırandan dolayı bir korku sarıyor,
Derim ile kemiklerim arasında bu korkunun kıpırdanışı var,
Bunun sebebi ancak,onu ansızın görmüş olmam ve neredeyse cevab veremeyecek kadar, donup kalmam, Kabul etmekte olduğum görüşümden vazgeçirilmem, ve o kaybolurken.saydıklanmı unutmamdır..
Mecnun diye bilinen Kays b.el-Mulevvah mecnun olduğu zaman aklı gitmiş ve vahşi hayvanlarla birlikte dolaşmıştı.Leylâ'nın lafından başka birşey anlamıyordu.Ve şöyle diyordu:
Yazıklar olsun aklı çalınmış olarak akşamla yana, ve aklı tamamen götürülmüş olarak sabahlayana...
Leylâ'dan bahsedilince tekrar aklım başına geldi ve aklımın keskinlikleri, dağınık yerlerden geri geldi..
Babası Ka'be'ye iltica etmek ve onun yüzü suyu hürmetine şifa istemek için Mecnun'u Mekke'ye götürmek üzere yola çıktı.Mecnun Mina'da birisinin "Leylâ" dediğini işittihemen bayılarak düştü. Ayıklığı zaman şöyle dedi:
"ve birisi biz Mîna'nın inişinde (hayf da) iken bağırdı.
Farkında olmadan kalbi(mi)n hüzünlerini hrekete geçirdi.
(Halbuki o) "Leylâ" nın ismi ile başkasını çağırdı.sanki "Leylâ" sözüyle göğsümdeki gönül kuşunu uçurdu.[412]
Gerçekten aşk yüzünden pekçok kimse ölmüş-tür.Urve b.Hızâm;Abdullah b.Aclân en-Nehdi bunlardandır.
EBÛ MUHAMMED: Bana Abdurrahman b.Ab-dullah b.Kurayb rivayet etti (ve) dedi:Bana amcam el-Asmai rivayet etti (ve) dedi:"Abdullah b.Aclân (en-Nehdî) aşktan ölen meşhur arab âşıkların-dandır.Şâirlerden biri onu zikretmiş ve :
"Eğer aşktan ölürsem,
İbnu, Aclân da aşktan ölmüştür." demiştir...
Bize Ebû Hatim rivayet etti (ve) dedi:Bize el-As-maî, Abdulaziz b. ebî Seleme'den, o da Eyyup (es-Sah-tiyânîdan ,o da Muhammed b. Sîrîn'den haber verdi ki(İbnu Şîrîn) şöyle demiştir:Hind'in âşığı Abdullah b. Aclân şöyle demiştir:
"İyi bil ki Hind sana mahrem (haram) olmuştu. ve ben Hind'in en yakin akrabalarından oldum kılıcının kını,kılıfı gibi oldum, iki elim arasında yay ve oklan evirip çevirir oldum. [413]
(İbnu Sîrin devamla) : Bunları söylerken sesini yükseltti ve düşüp öldü,dedi.
Haber nakilcilerinin (nakaletu'l-ahbâr] rivayetleri arasında el-Hâris b.Hıllize el-Yeşkûrî'nin Amr b.Hind'in huzurunda "...Esma ayrılacağını bize bildirdi..." diye başlayan kasidesini irticalen söylediği rivayeti de vardır. Kasidesi bir hitabe gibiydi.Tam bu sırada el-Hâris 'in dayandığı ve üzerine yaslanarak hutbe irâd ettiği aneze [414]birden onun göğsüne saplandı.Fakat o bunun farkında değildi.İşte bu,kadınla-rın ellerini kesmelerinden daha çok şaşılacak bir şey dir.
Onların (kadınların ) ellerini kestiren sebep ise;el-Haris b.Hıllize'nin göğsüne aneze'yi saplayan sebepten daha kuvvetlidir.
Amma kafilenin onu değersiz bir fiata satın al-masına.hem de bununla beraber onun (Yûsuf un) hakkında rağbetsiz bulunmalarına gelince :Şüphesiz ki onlar Yûsuf u,efendisinden kaçtığı ve kusuru ol madığı için satın altılar,ve Yûsuf un kardeşlerinin iddia ettiği büyük cinayetler ve işlediği suçlardan dolayı, efendilerinin atmış olduğu kuyudan onu çıkardılar. Yûsuf un kardeşleri buna ilâveten,Mısır'a götü-rünceye kadar onu bağlamalarını ve kelepçe vurmalarını şart koştular.îşte fiatı düşüren ve müşteriyi (alıcı) rağbetsiz kılan şey bu hususların altındadır.
Bu kıssa Tevrat'ta da zikredilmiştir.[415]
Yûsuf a verilen (bu) güzelliğe rağmen kardeşleri onu nasıl tanımazlar?" demelerine gelince:Ben sana Yûsuf a verilen güzelliği anlattım.Eğer ona verilen,insanlara verilenden fazla birşey olsaydı bi-le,onun güzelliği insanlardan çok farklı olmazdı.Yine eğer ona güzelliğin yarısı,diğer insanlara da üçte biri,dörtte biri veya yarıya yakın birşey verilmiş olsaydı bile, bu kadar büyük bir farklılık meydana gelmezdi.
Kardeşleri Yûsuf u o bir çocuk iken terketmiş ve sonra onu yetişkin bir adam iken görmüşler; onu zavallı ve musibete uğramış bir esir iken terketmişler ve büyük bir melik iken karşılaşmışlardır.
Bundan daha kısa bir müddet içersinde ve bundan daha az farklı hallerde bile şekiller bozulur ve görünüşler değişebilir... [416]
İDDIÂ: Şu'be'den,o da Muhammed b.Cuhâ-de'den.o da Ebû Hâzim (Selmân el-Eşcaî) den,o da Ebû Hurayra'dan.onun şöyle dediğini rivayet ettiniz:"RasûlulIah cariyelerin kazancından nehyetti.[417]
Cariyenin kazancı helâldir.Bir adam eğer cariyesini veya kölesini kiraya verse,onlar da çalışsalar,onlarm kazandıkları müslümanların icmaı ile haram olmaz. Rasûlullah (bunu) nasıl yasaklayabilir?
CEVAB: Biz deriz ki:Rasûlullahm yasakladığı kazanç,zinadan alınan ücrettir.Cahiliyye ehli,cariyesine zina etmesini emrediyor ve onların bundan kazandıkları paralan alıyorladi.Abdullah b.Cud'ân'm kendileriyle zina edilen cariyeleri vardı.Abdullah (b.Cud'ân) Cahiliyye devrinde Teym kabilesinin seyyi-di.efendisi idi.Bunun üzerine Allah (C.C) :"Dünya hayatının geçici menfaatini kazanacaksınız diye namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın "(24.en-Nûr :33) âyetini indirmişti.
Rasûlulah (S.A.V) zemmâra'nın[418]zina eden' ve zinadan kazandığını efendisine getiren cariye'nin -kazancını yasaklamıştır...
EBÛ MUHAMMED: Bize Ebu'l-Hattab rivayet etti (ve) dedi:Bize Ebûbahr (Abdurrahman b. Osman el-Basrî) haber verdi (ve) dedi:Bize Hişâm b.Hassân, Muhammed b.Sîrîn'den,o da Ebû Hurayra 'dan onun şöyle dediğini rivayet etmiştir:Köpeğin (satışından elde edilen) kazanç ve zemmâra (fahişe) nin efendisine kazandığı ücret gayr-ı meşru kazançlardandır. [419]
İDDİA: Mâlik (b.Enes) den.o da Ebu'n-Nadr Sâlim'den ,o da İbnu Cerhed'den.o da babası (Cerhed) den [420]rivayet ettiniz ki:"BaIdırlan açık iken Rasûlullah ona (Cerhede) rastlamış ve:" - Baldırlarını ört.baldırlar da avret yerlerindendir." demiştir.
Sonra İsmail b.Ca'fer'den ,o da Muhammed b.ebî Harmele'den.o da Atâ b.Yesâr'dan ve Ebû Seleme b.Abdirrahman'dan ,o da Âişe'den (R.A) onun şöyle dediğini rivayet ettiniz:"Rasûlullah evde »baldırları açık bir halde,yan üstü yatiyordu.Ebûbekr İzin istedi,Rasûlullah hiç istifini bozmadan onun girmesine izin verdi. Sonra Ömer izin istedi.aynı halde iken ona da izin verdi.Sonra Osman İzin istedi,bunun üzerine Rasûlullah kalkıp oturdu ve elbiselerini düzeltti.(Sonra) Osman gidince Âişe (R.A) Osman'a karşı niçin böyle davrandığını sordu.RasûIullah'Meleklerin kendisinden haya ettiği bir adamdan ben haya etmez miyim?" dedi. [421]
Bu Hadis ise birincisinin aksinedir.
CEVAB:Biz deriz ki ki:Burada herhangi bir terslik yoktur.Her iki hadisin de yeri vardır,yerlerine ko nulduğu zaman,onların zannettikleri ihtilâf .terslik ortadan kalkar.
Cerhed (R.A) hadisine gelince : Rasûlullah ona rastladığı zaman o,insanlann gelip geçtikleri yol üzerinde ve onlar içersinde baldırları açık bir halde oturuyordu... Rasûlullah da ona :"Baldırlann ört,çünkü bu vaziyyette baldırlar da avrettendir." buyurmuş-tur.Fakat "Baldırlar avrettir" dememiştir.Çünkü avret olan yerler .baldırdan başka yerlerdir.
Avret de iki kısımdır:
Birisi: Kadın ve erkeğin tenasül uzuvları ve dü-bürleridir.Bizatihi avret olan ve kadın ve erkeğin her yede ,her zaman ,her halde örtmeleri gereken avret budur.
Diğeri ise:Bu avret yerlerine yakın olan,baldır ve karnın yumuşak kısmı dır. Bunlara da avret denilmiştir, çünkü bunlar avretin etrafında ve ona yakındır-lar.Işte bu avret,erkeğin hamamda,kimsenin olmadığı yerlerde,evinde ve hanımlarının yanında açması caiz olan avrettir .Fakat insanların içinde,onlann toplu olduğu yerde ,ve sokaklarda buralarını açması ona yakışmaz,hoş olmaz..
Erkeğin kendisine helâl olan herşeyi toplulukta izhar etmesi yakışık almaz. (Meselâ) yol üzerinde ve çarşıda birşey yemek helâl olduğu halde çirkin bir ha-rakettir.Kişinin cariyesiyle cinsî münasebette bulunması caizdir, fakat insanların ve gözlerin onu göreceği bir yerde bu işi yapması caiz değildir.
Onlar (Ashab) vecs'den hoşlanmazîadı.Vecs, adamın hanımı ile diğer ailelerinin kendilerinin hara-ket (kıpırtı ) ve seslerini duyabilecekleri bir şekilde cinsî münasebette bulunmasıdır.
Rasûlullah (S.A.V) evinde yalnız idi.bu yüzden baldırını haramlarının yanında açmıştı.Sonra yanına alışkın olduğu biri gelmiş ve ona karşı örtünmemiş-tir.Fakat (gelenler) üç kişi olup (bir topluluk hâlini alınca) nasıl ki Cerhed'in (RAİ topluluk arasında bal-
dirini açmasından hoşlanmamışsa,kendisi için de hoşlanmamış ve bu (üç kişilik) topluluktan dolayı örtünmüştür.[422]
İDDİÂ:eI-Haccâc (b.Osman) es-Sawâfdan,o da Yahya b.ebî Kesîr'den oda İkrime'den, o da Haccac b. Amr el-Ansârî1 den (R.A) onun Rasûlullahı:"Kimin bir tarafı kırılır veya topal olursa,ibramdan çıkmış sayıhr.Onun tekrar haccetmesi gerekir." derken işittiğini rivayet ettiniz [423]
Yine rivayet ettiniz ki) Haccac, İbnu Abbas ile Ebû Hurayra ya bu hadisi nakledince,ikisinin de "Doğru!" dediklerini söylemiştir.
İnsanlar (ulemâ) ise bunun aksini kabul etmiş-lerdir.Çünkü:"Haccı da.umreyi de Allah için tamamlayın .Fakat herhangi bir sebeple bun-ladan ahkonursaniz,kurbandan (deve,sığır ve davardan) sizin için hangisi kolaysa o vacib olur.Ve kurban mahalli olan Mina'ya varıncaya kadar başlarınızı traş etmeyin." (2.el-Bakara: 196) buyur-muştur.Kurban mahalline varmaksızın ve (kurbanını) boğazlamaksızın o kimsenin ihramdan çıkmasına müsaade etmemiştir.
CEVAB:Biz deriz ki;Rasûlullah (S.A.V) bu-nu,Mekke ahalisinden olup Hacc için Mekke'de telbi-ye getiren ,tavaf eden.sa'y eden.sonra bir tarafı kınlan veya topal olan veya hastalanan ve vakfe yerlerinde bulurîamıyan bir kimse hakkında söylemiştir.O adam bu vakitte ihramdan çıkar ve kendisine gelecek yıl haccetmesi ve kurban kesmesi vacib olur.
Aynı şekilde bir kimse ,Hac aylarında umreye niyet ederek Mekke'ye gelir ve umresini edâ eder.Son-ra Mekke'de Hac için telbiye getirir de bir tarafı kı-lır.veya başına birşey gelir ve bu yüzden ,insanlarla birlikte vakfe yerlerinde durmağa gücü de yetmez.İşte bu kimse de ihramdan çıkar.Kendisine gelecek yıl (tekrar)haccetmesi ve ayrıca kurban kesmesi gerekir.
Allahu taâlârnn.hac'dan alıkonulduğu takdir-de.kurbandan kolay olanı emrettiği ve kurban,mahalli olan Mina'ya varıncaya kadar başlarını traş etmemelerini emrettiği kimseler,Mekke'ye girmeden önce hacc'dan alıkonulan kimselerdir.Bunların hükümleri Mekkelüerin ve (Hac için ) Mekke'den ihrama girenlerin tabi olduğu hükümlerden farklıdır.Çünkü hac için telbiye getirmiş olduğu halde yolda birtarafı kırılan veya topal olan ve yolculuğa kadir olamayan veya hastalanan kimsenin hükmü,ancak Ka'be'de ihramdan çıkmasıdır .Ve o kimsenin gelecek sene tekrar haccetmesi gerekir..
Mekke 'de bir tarafı kınlan, oranın ahalisinden olan veya temettü haccına niyyet etmiş olan ve Mekke'de ,Ka'be yakınında ikamet eden kimse ise.ihram-dan çıkar ve onun gelecek sene tekrar haccetmesi gerekir. [424]
İDDİÂ:Rasülullahm bir adama (Yiyeceği) sağ elinle ye.şeytan soluyla yer." dediğini [425]rivayet ettiniz.
Şeytan ise melekler gibi (maddi olmayan) rûhâni bir varlıktır.Nasıl yer ve içer ve nasıl olur da onun yemek yediği bir eli olur?
CEVAB:Biz deriz ki:Şüphesiz Allah (C.C) ne yaratmışsa mutlaka bir de onun zıddını yaratmıştır .Aydınlık ve karanlık ,beyaz ve siyah ,itaat ve isyankâ-rlık.hayır ve şer,tamlık ve noksanlık ,sağ ve sol, adalet ve zulüm gibi.
Hayır,tamamlık ,adalet, ve aydınlık namına ne varsa,o Allah'a nisbet edilmiştir.Çünkü Allah bunları sevmiş ve bunlan emretmiştir.
Yine şer,noksanlık ve karanlık namına her ne varsa ,o da şeytana nisbet edilmiştir.Çünkü bunlara çağıran ve teşvik eden şeytandır.
Allahu taâlâ sağa mükemmellik ,tamlık vermiş ve onu yemek içmek.selâm vermek ve tutup yakalamağa tahsis etmiştir.Solda da zayıilık,noksanlık kılmış ve onu istincâ (avret yerini temizleme),istinsâr (sümkürme ) ve pislikleri gidermeye tahsis etmiştir.
Uğurluluğun sağdan,uğursuzluğun da soldan? olduğunu takdir etmiştir...
Falan uğurlu veya uğursuzdur.derler.Bu (uğur veya uğursuzluk) ancak sağ veya soldandır. [426]
Şeytanın sol eli ile yemesi.şu iki mananın dişında değildir:
Ya hakikaten yemiş olabilir ki,bu takdirde yemek;çiğneme ve yutma değil de koklama şeklinde olur.Bu husus bir hadiste rivayet edilmiştir.Yine şey tanın yemeğinin çürümüş kemik, içeceğinin de elcedef [427]yani köpük v.b. olduğu rivayet edilmiştir.
Şeytan bunlardan.ancak kokusunu almak suretiyle istifade edebilir,ve bu koklama onun için cismânî varlıkların çiğneyip yutması yerine geçer.ve onun koklaması da soldandır.BÖylelikle şeytan ,yemek yerken Allah'ın adını anmayan veya elini yıkamayan,veya yemeği üstü açık bırakıp onun bereket ve hayrını gideren kimseye ortak olmuş olur.
Şeytanın mallara ortak olmasına gelince: Bu,(malın) haram yolda sarfedilmesiyle olur.Çocuk-lara orak olması da zina ile olur.
Yuhut da mecazen sol eli ile yemiş olabilir ki,bununla insanın sol eliyle yemesinin .şeytanın bunu istemesi ve onu buna teşvik etmesiyle olduğu kasdedilir.
Bu yüzden sol eli ile yiyene:"O,şeytanın yiyişi gibi yiyor." denilir.Bu sözle şeytanın (insanlar) gibi yediği kasdedilmez.Kasdedilen ancak,o adamm.şeyta-nın sevdiği gibi yediğidir.
Kırmızı (elbise) hakkında da:" O.şeytanın süsüdür." denilir ki,bununla şeytanın kırmızı (elbise) giydiği ve bununla süslendiği kasdolunmaz...Ancak bu-rada,onun şeytan tarafından (giyilmesi) ilham edilen bir süs olduğu kasdolunur.
Yine,elktıâtki sangı çenenin altından dolaştırmadan sarmaktır.-hakkında da,onun şeytan sarığı olduğu rivayet edilir.Bununla şeytanın sarık sardığı kasdolunmuş değildir.Kasdolunan,bu şekildeki sangın şeytanın sevdiği ve onu teşvik ettiği bir sank şekli olduğudur.
( Rasûlullah'm) hayızlı kadın hakkında söylediği:" O şeytanın fiskesidir [428]hadisi hakkında da aynı şeyi söyleriz.Buradaki fiske.şu iki mânaya gelir.
Ya şeytanın ,kadının temizliğini bozarak onu namazdan alakoymak için bu damara fiske vurması ve ondan hayz kanının akması mânasına gelir ki, insanın damarlarında dolaşan birinin, [429]fiskesi ile kanı akıtmaya kadir olması şaşılacak birşey değildir.
Veyahutta,bu fiskenin,kadmın tabiatında (yaratılışında) olması ve hayız namaza mani olduğu için -sol el ile yemenin,çene altından dolaştırılmadan sanlan sangın ve kırmızı elbisenin şeytana izafe edilmesi gibi-şeytana izafe edilmesi mânasına gelir.
EBÛ MUHAMMED:Bana Ziyâd b.Yahyâ rivayet etti (ve) dedi :Bize Bişr b. el-Mufaddal ,Yûnus (b. Ubeyd) den,o da el-Hasen (el-Basrî) den Rasûlullah'ın (S.A.V) .-"Kırmızı şeytanın süsüdür.şeytan kırmızıyı sever." [430]buyurduğunu rivayet etti.Bu sebepten Rasûlullah ( S.A.V } erkeklerin usfur (za'ferân,safran) île boyanmış (koyu sarı )elbise giymesini kerih görmüştür. [431]
İbrahim [432]"Ben,şeytanm süsü olduğunu bildiğim halde za'ferânla boyanmış elbise giyerim;ve Cehennem ehlinin takındığı birşey olduğunu bildiğim halde demir yüzük takıyorum." demiştir...Böylece o demirin cehennemliklerin takı ve mücevheratı olduğunu söylemiş tir .Aslında cehennemlikler takı takma-yacaklardır.
O,bu sözüyle ancak cehennemliklerin mücevher yerine zincirler, kelepçeler ve boyunduruklar takmacaklann kasdetmiştir.Bu suretle demir,onların mücevheratı (süsü) olmuş olur.İbrahim bunu,kendini ve yaptığı amelini örtmek .gizlemek için yapardı. [433]
İDDİA: Rasûlullahın:"(Hastahğının iyileşmesi için) vücudunu dağlattıran veya (kendisine ) okutup üfiettiren (Allah'a) tevekkül etmemiştir." [434]buyurduğunu rivayet etiniz.
Sonra da Es'ad b.Zurâra'nın (R.A) dağlandığını ve :Rasûlullahın "Sizin tedavi olduğunuz şeylerde bir bayır varsa,bu olsa olsa hacamatçının (kan akıtmak için neşterle vücudu) yarmasında veya ateş ile dağlamasmdadır." [435]buyurduğunu rivayet ettiniz.Bu ise birinci hadisin aksinedir.
CEVAB:Biz deriz ki:Burada herhangi bir uyuş-j rnazlık yoktur.Her bir hadisin yeri vardır.oraya ko-[ nulduğu zaman uyuşmazlık ortadan kalkar.
Dağlamak iki çeşittir.
Birisi:Araplar dışındaki pekçok milletin yaptığı gibi,hastalığa yakalanmamak.hasta olmamak için sağlam birisini dağlamaktır. Onlar çocuklarını ve gençlerini kendilerinde hastalık olmadığı halde dağlarlar. Onlar bu d ağlamanın, onların (çocukların) sıhhatini koruyacağına ve hastalıkları onlardan uzaklaştıracağına inanırlar.
EBÛ MUHAMMED: Horasan'da Türklerce hürmet edilen,Türk tabiblerinden birini gördüm.dağla-ma ile tedavi ediyordu.Onun tercümanı bana.onun dağlama ile humma (sıtma) ve zâtu'1-cenb (göğüs zan iltihabı) hastalıklarını,solucan,akciğer veremi, felç ve bunlardan başka mühim hastalıkları da iyileştirdiğini söyledi.
Tabib hastaya geliyor ve hastalığı vücudun bir noktasına sıkıştırmak için,onu iple sıkıca bağlı-yor,sonra kızgın demiri buraya koyuyor ve orayı yakı-yormuş.Bu tabib,hasta olmamak için ve sıhhatinin devamlı olması için de (insanları) dağlıyormuş .Tabib -üstelik - yağmur yağdırabileceğini,vakitsiz olarak bulut meydana getirebileceğini .rüzgarı estirebilece-ğini ve bunlara benzer daha birçok yalanlan ve apaçık budalalıkları da iddia ediyordu.Etrafındakiler bunlara inanıyor.onun doğru söylediğine şehadet ediyorladı.
Biz ,onun iddialarının bir kısmını denedik , dediklerinin hiçbirini yapamadı.
Araplar da Cahiliyye devrinde bu inançtaydı ve ,buna benzer bir uygulamayı,develer nukbe (uyuz)
hastalığına yakalanınca yaparlardı.en-nuk-be,uyuz hastalığıdır ki,develerin yüzlerinde ve dudaklarının kenarlarında yaralar peyda olur ve sağlam develere de sirayet eder.Araplar ,uyuza yakalanmış hayvanların iyileşmesi için sağlıklı olanları dağlarlardı. en-Nâbiğa (ez-Zubyânî) -sağlıklının dağlanmasını îma ederek-en-Nu'man'a şöyle hitap etmiştir:
"Başkasının günâhını bana yükledin ve onu uyuzlu bir deve gibi terkettin (ki) (uyuzlu deve ) serbestçe otladığı halde.diğer hayvanlar dağlanır.[436]
İşte Kasûlullah'ın (S.A.V) iptal ettiği ve hakkında: "Dağlanan tevekkül etmemiştir." dediği husus da budur.Çünkü o,sınhatli olduğu halde,dağlanmak ve tabiatını ateş ile korkutmakla,kendisinden Allah'ın kaderini uzaklaklaştırabileceğini zannetmekte-dir.Eğer Allah'a tevekkül etmiş olsaydı,O'nun (C.C) kazasından insanı kurtaracak hiçbir şey olmadığını bilirdi ve sıhhatli olduğu halde tedavi olmaz ve hastalık olan yer iyileşsin diye .hastalık olmayan yeri dağla-mazdı.
* Diğer dağlamaya gelince: Yara iltihaplandığı ve,kan kesilmedği zaman yarayı dağlamaktır.Bir uzuv kesildiği zaman yapılan dağlamalarında ve bedende su toplandığı zaman damarların dağlanması da böyledir.
İbnu Ahmer (el-Bâhili) siroz hastalığına yakalandığı zamanki tedavisini alatarak şöyle demiştir:
"Şukââ [437] otunu içtim ve ağzıma ilaç damlat tim,ve dağlama demirini.damarların ağzına yaklaştırdım.[438]
İşte Rasûlullah'ın "Onda şifa vardır." dediği dağlama budur.Es'ad b.Zurâre is'cboynunda hissettiği bir hastalıktan dolayı dağlanmış tır. Bu ise birincisi gibi değildir. (Çünkü) hastalığa yakalanınca tedavi olan bir kimseye "Tevekkül etmemiştir." denilemez.
Halbuki Rasûlullah (S.A.V) tedavi olunmasını emretmiş ve :"Her hastalığın ilâcı vardır. [439]buyurmuştur.(Bunu da şu mânâda söylemiştir:) İlaç mutlaka şifâ vereceğinden değil, sadece bu ilaç ile Allah'ın kendisine afiyet vermesi umularak içi-lir.Çünkü Allahu taâlâ .herşey için bir sebep kılmıştır.
*Rızık meselesi de buna benzer:Alah (C.C) şüphesiz kullarının azıklarını garanti etmiştir.Çünkü :"Yerde yürüyen ne kadar canlı varsa hepsinin nz-kı ancak Allah'a aittir." (ll.Hûd:6) buyurmuş-tur.Sonra da Rasûlullah bize, rızkı aramamızı,kazanmamızı ve meslek sahibi olmamızı emretmiş tir .Allah (C.C) da :"Kazandiklannızin en helal ve iyisinden harcayın.." (2.el-Bakara: 267) buyurmuştur. [440]
Tehlikelerden sakınmanın Allah'ın kaderini uzaklaşürmayacağı bilinmesine rağmen;tehlikelerden sakınmak,ve Allah'ın zayi ettiğini muhafaza edecek ve Allah'ın muhafaza ettiğini telef edecek birşey olmadığı bilindiği halde malı kasalarda kilitlerle korumak da buna benzer.
Bunlara benzeyen ve bizim,,bilemediğimiz tarafını düşünmememiz gereken ve sebatla çalışmamız icab eden hususlar pekçoktur.Nitekim Rasûlul-lah:"(Deveni) bağla sonra tevekkül et." buyurmuştur..
"Allah bana kâfidir (= hasbiyallah), ben özrümü Allah'a sunarım," diyen bir adama (Rasûlullah): "Ancak bir şey seni âciz bir duruma sokarsa,o zaman hasbiyallah de!" demiştir.
* Tiryak da,iki durumda dağlamaya benzer. Rasûlullah: "Bğer ben tiryak [441] içmiş olsaydım veya nazarlık (muska) takınsaydım veya kendiliğimden şiir söyleseydim bana ne faydası olurdu,bunu bilmişim bilmemişim ne önemi var? [442]buyurmuştur.
Araplar et-tiryâku'1-ekber'in mevcudiyetini, onun Rum (-Bizans) ve İran krallarının hazinelerinde bulunduğunu, mühim hastalıklar için en uygun ve en faydalı ilaç olduğunu duyarlardı. Bu yüzden Arablar et-Tiryâkul-ekber'in mutlaka şifa olduğuna hükmetmişler ve faydalı olan her şeye tiryak adını vermişlerdir. Ve onun, ölümü bir müddet uzaklaştırdığına, ömrü arttırdığına ve hastalıklardan koruduğuna inanmışlardır.
Şâir de şarabı vasfederken:
"Bana kırmızımtırak bir şarap, bir tiryak verdi,;j kemiklerimi yumuşattıkça yumuşatır." demiş ve
tiryak ile şifâyı kastetmiştir.Sanki şâir :"Bana| bütün dertlere deva olan tiryak gibi bir şarap verdi/ demiştir.
Bazıları kadının tükürüğünü de tiryaka benzetmişledir. Bununla sanki,onun,bir tiryak gibi aşk hastalığını iyi edeceğini kasdederler.
Buna delalet eden hususladan birisi de Rasûlul-lahın tiryak içmeyi,nazarlık takma ile birlikte zikret-mesidir.Nazarlık,alaca renkli boncuğa denir.Cahiliy-ye devrinde boyuna ve pazulara asılır ve insandan hastalıkları uzaklaştırıp ömrü uzatacağı zannedilir-di.Nitekim şair de şöyle demiştir:
"(O) öldüğü takdirde artık Muzeyne kurtulamaz (felah bulmaz) onun üzerine nazarlığı tak ey Muzeyn (=fe nûtî aleyhi yâ muzeynu ettemâima"
fe nûtî aleyhi yâ muzeynu et-temâima:yani di-yorki,ona bu nazar boncuğunu tak ki onu ölümden korusun...
Urve b.Hızâm şöyle demiştir: 'Yemâme münecciminden bilgi sordum ve Necd münecciminden de; beni iyi edemediler.
Bildikleri dualardan okumadıkları, ve şifalı sulardan (= es-selve) içirmedikleri kalmadı. İkisi de dediler ki,senin şifan Allah aittir. Vallahi bizim senin göğsünün taşıdığı hastalığı iyi edecek maharetimiz yoktur.
es-selve,birtakım taşlardır ki,âşîk içinde bu taşların bulunduğu suyu içince rahatlar ve kendisindeki üzüntü ve keder gider,derlerdi.
İşte Rasûlullahın (S.A.V) içinde bu niyyet bulunduğu ve bu maksadı güttüğü zaman- kerih gördüğü tiryak da budur.
Tiryak'ın içilmesine gelince:O da diğer ilaçlar gi-bidir.Faydası da umulur.zararından da korkulur.Al lan bununla o kimseyi şifaya kavuşturabilir.İçersinde yılan eti bulunmadığı takdirde,bunu içmekte bir beis yoktur. Çünkü İbnu Şîrîn (110) [443]içinde el-hu-ma,yani yılanın etinde mevcud olan zehir bulunduğu zaman tiryakı kerih görürdü...
Tiryak'a benzeyen diğer bir husus da,okuyup üfleme (nefes etme) kür .Allanın i simi er inden, zikrinden ve mukaddes kitaplardaki sözlerinden arapça-dan başka bir dille[444]okumak suretiyle yapılan okuyup üfürmenin,mutlaka faydalı olacağına inanmak da mekruhtur.
(Rasûlullah) " Okuyup üflettiren.Allaha tevekkül etmemiştir." sözü ile bunu kasdetmiştir.
Kur'an ile, Allahm isimleri ile (okuyup üfeyerek) korunmak ise mekruh değildir.Bu sebeple Rasûlullah ;birilerine Kur'an ile okuyup üfleyen ve bundan dolayı para alan.ashabından birine : " Kim okuyup üflemekten dolayı para alırsa o batıldır. Sen ise şüphesiz hak olan bir okuyup üflemeden dolayı ücret aldın.[445] demiştir. [446]
İDDİÂ: ( Abdullah) İbnu'l-Mubârek'den,o da Ma'mer (b.Râşid)den ,o da Katâde'den.o da Enes (b.Mâlik) den onun şöyle dediğini rivayet ettiniz :"RasûIuIIah bir kimsenin ayakta su içmesini yasakladı (nehyetti) .Ben:"-(Ayakta yemek) yemeğe ne dersiniz?" dedim. (RasûlulIah):"(Ayakta) yemek yemek.su içmekten daha çok (yasaklanmağa layıktır.)11 dedi. [447]
Sonra,Abdurrazzak'dan,o da Ma'mer'den.o da Eyyûb (es-Sahtiyanı) den,o da Nâû'den.o da İbnu Ömer'den "Rasûlullahın ayakta su içtiğini" rivayet ettiniz. [448]
Bu ise evvelki hadisi nakzetmektedir
CEVAB:Biz deriz ki:Burada hiçbir çelişki yok-tur.Çünkü birinci hadiste Rasûlullah ,bir kimsenin yürüyerek yiyip içmesini yasaklamıştır.Bununla o kimsenin yeme ve içmesinin sükûnetle olmasını.bir yolculuk veya ihtiyaç için acele eden birinin yürürken içmemesini kasdetmiştir.Çünkü böyle yaparsa, ya boğazına birşey tıkanır ya da su göğsünde düğümlenir.
(Hadisteki ayakta durmak, yürümek manasınadır.) Nitekim araplar: "Bizim ihtiyacımız için kalk. " derler ve bununla o kimsenin hakikaten kalkmasını değil, sadece : "İhtiyacımız için yürü, ihtiyacımız için koş.." demeği kasdederler. el-A'şâ'nın şu sözü de bu kabildendir :
"Kavminin kin ve intikamı için kalkar (=yekû mu alâ vağmi kavmini)
Dilediği zaman affeder, veyahut intikamını alır."
'Yekûmu alâ vağmi kavilimi" sözü ile onun, intikamını almak istediğini ve alasıya kadar bu uğurda koştuğunu kasdetmiştir. Yoksa onun yürümeyip se-dece ayağa kalktığını kasdetmemiştir.
Allahu taâlânm: "(Kitap ehlinden) öylesi de vardır ki, ona emanet olarak bir altın versen sen başına dikilfip ayak direyip ısrar et) medikçe onu sana geri vermez." (3.Â1-İ İmrân :75) âyeti de böyledir. Bununla: "Sen devamlı gidip gelmeğe ve borcunu ödemesini istemeğe devam etmedikçe." demek istemiştir.
İkinci hadiste : "Rasûlullah ayakta (su) içerdi." sözüyle kasdedilen, yürümek ve koşmaksızm içme-sidir. Bu şekilde (koşup yürümeksizin) ayakta su içmekte bir beis yoktur. Çünkü bu durumda o kimse, hareketsiz ve sakin bir haldedir ve oturan bir kimse mesabesindedir. [449]
İDDİA: Siz Rasûlullahtan, onun (SAV.) birçok hadiste : "Suyu hiçbir şey necis (pis) etmez.[450] buyurduğunu rivayet ettiniz.
Sonra yine Rasûlullahtan, onun (S.A.V.) : "Su iki külle [451] olunca pislik taşımaz (pis olmaz)"
buyurduğunu rivayet ettiniz. [452]
Bu hadis, suyun iki külle miktarına varmayınca pisliği taşıdığına (pislendiğine) delildir. Bu ise birinci hadisin aksinedir..
CEVAB : Biz derizki: Bu hadis birinci hadisin aksine değildir.
Rasûlullah ; "Suyu hiçbir şey necis etmez." sözüyle, bunun çoğunlukla ve ekseriya böyle olduğunu söylemiştir. Çünkü kuyularda ve nehirlerde genellikle suyun miktarı çoktur. Dolayısıyla bu söz, hususi hallere şamil olmaz.
Bu, "Seli hiçbir şey geri çeviremez." denmesine benzer. Halbuki duvar bazı sellere mâni olup, onun önünü alabilir. Burada suyu çok olan sel kasdedilir, suyu az olan değil...
"Ateşe hiçbir şey mukavemet edemez (dayanamaz) " denilir. Bununla, bir nefeste söndürülebile-cek kadar (zayıf olan) lamba alevi veya kıvılcım kas-dedilmez.Kasdedilen yangın ateşidir.Sonra da (Rasûlullah) "kulleteyn (=iki külle)" sözü ile, necasetin galip gelemeyeceği, hiçbir şeyin pisletemeyeceği çok suyun mikdanni açıklamıştır. [453]
İDDİA : İsmail b. Uleyye, Eyyûb (es-Sahtıyânİ) den, o da Abdullah b. ebi Muleyke'den, o da el-Kâsım'dan o da Âişe'den, onun (RA.) : "Hac için telbi-, ye getirdim.[454] dediğini rivayet ettiniz.
Yine Abdullah (b. ebî Muleyke) : "Urve, bana Âişe'nin (R.A.) "Umre için telbiye getirdim." dediğini rivayet etti" demiştir [455]
CEVAB : Biz deriz ki : Eğer el-Kâsım'dan veya Urve'den bir hata vaki olmamış ise (o zaman) bu iki hadisin bir açıklaması vardır.
(Bu açıklama da) şudur : Rasûlullahm Ashabı Mekke'ye geldiler. Hac niyetiyle telbiye getirmişlerdi. Rasûlullah (S.A.V) onlara tavaf ve sa'y etmeleri-ni,sonra ihramdan çıkmalarını ve bunu umre yapmalarını emretti.Ashab da ihramdan çıktılar ve temettü haccına niyyetlendiler [456]
Rasûlullah da:"Beraberimde kurban olmasaydı ben de ihramdan çıkardım. [457] buyurmuştur
Ebû Zerr (R.A),"Bu,haccı feshetme işi onlara (ashaba) has olan birşeydir." derdi.Fukahadan da pekçokları bunu kabul etmişlerdir.
Âişe'nin (RA) önceden hac için telbiye getirmiş ve el-Kâsım 'a :"Ben hacc için telbiye getirdim." demiş ol-masi,sorira da haccını feshedip,onu umre yapmış olması ve Urve'ye de: "Ben umre için telbiye getirdim." demiş olması da mümkündür.
Hz.Âişe (RA) her iki halde de doğrudur. Çünkü onun için telbiye getirdiği hac,Rasûlullahm emri ile um-re'ye çevrilmiştir. [458]
İDDİÂ:Rasûlullahm:(Kötü) göz (=nazar değmesi ) neredeyse kader(i-ilâhfy) i geçecekti.[459]dediğini rivayet ettiniz.
Ca'fer b.ebî Talibin (R.A) iki oğlu Rasûlullaha götürüldü.Çocukların ikisi de zayıf idi.RasûIul-ah -Bu çocuklar niçin böyle zayıf!" dedi. "Onların ikisine ne nazar değdi." dediIer.RasûIulah;"İkisine de okutup üfletin." dedi. [460]
Halbuki pekçok hadiste (Rasûlullah) okuyup üfî emekten menetmiştir.
Hem göz.uzaktan nasıl tesir edib insanı hasta edebilir?Bunu ne akıl alır,ne de düşünce kabul eder!...
CEVAB:Biz deriz ki:Bu hususu,dinî ve felsefî bakımdan ki onlar (kelâmcılar ve akılcılar) felsefeyi kabul eder ve meseleleri ona havale ederler- hem akıl alır,hem de düşünce kabul eder.
İnsanların tabiatları (mizaçları) çeşit çeşittir... Onlardan kimisinin nazarı isabet ettiği zaman zarar verir.kiminin nazarı da zarar vermez.
Kimisi de ısırır ve ısırması kuduz köpeğin ısır ması veya yılanının sokması gibi zararlı olur M, ısırdığı kimse iflah olmaz.
İnsanlardan bir kısmını akreb sokar da .sokulan bundan acı duymaz,fakat akrebin kendisi ölür.
(Halife) el-Mutevekkil'e .çölden siyah tenli biri getirilmişti .O, yılanları diri diri yiyor ve yılanı başından ısırmağa başlıyordu.Ayrıca gelinciği de diri diri yiyor ve onu baş tarafından yemeğe başlıyordu.
Yine başka biri getirildi, deve kuşunun yediği gibi ateş parçasını yiyor , fakat ateş onu yakmıyordu.
Şehir ve köylerden uzak olan fakir bedeviler yılanları ve herçeşit sürüngen ve heşeratı yerler.
Kimileri de ebras [461] yer. Halbuki onun eti yılandan ve tinnîn'den [462]daha öldürücüdür.
Ebû Zeyd {Saîd b.Evs el-Ansârî} de şu şiiri söylemiştir:
'Vallahi eğer ona karşı samimî olsaydım, elbette abraşları yiyen bir köle olurdum."
(Ebû Zeyd) burada kölelerin abraslan yediğini bildirmiştir.
İnsanlar içersinde .yaratılışı (mizacı) zehirli ve zararlı kimselerin bulunmasının nesi inkâr olunabilir? Onlar gözleriyle baktıkları zaman.gördüğü şey onun hoşuna giderse.onun gözlerinden,bu mizacından veya zehirinden birşey aynhr ve gördüğü şeye eri-şir.ve onu hasta eder.
Sahibu'l-Mantık (=Aristo) adamın birinin bir yılana asası (bastonu) Üe vurduğunu ve adamın öldüğünü iddia etmiştir.
Yılanlardan öyleleri vardır ki.insana bakar ve bakışı ile insanı öldürür veya bir ses çıkarır ve onun sesini işiten kimse ölür.Bunlar hep felsefecilerin [463]söyledikleri söylerdir.
Bununla beraber bize,en-Nadr b.Şumeyl'den nakledildi, o da Ebû Hayre'den [464]şöyle nakletmiş-tinYılanlardan kuyruğu kesik, çevik, mavi renkli olanları vardır ki.herkesten kaçar.Onu kim görürse mutlaka ölür .Hangi hamile kadın ona bakarsa,mutlaka çocuğunu düşürür.Bu «yılan cinsinden bir şeytandır." .
Bu sözler Aristo'nun anlattıklarına da uymaktadır.
Bu yılan, uzak bir mesafeden insanı öldürdüğü vak£t,ancak yılanın gözünden havaya yayılan ve gördüğüne isabet eden bir zehir ile öldürdüğünü bilmiyor musun?
Keza.sesiyle öldüren de sadece sesinden yayılan bir zehir ile öldürür.Bu zehir kulağa geldiğinde insanı öldürür.
el-Asmaî de,nazar etme özelliği olan biri hakkında bunların aynısını anlatmıştır.
Duyduğuma göre el-Asmaî: "Kem gözlü bir adam gördüm. (İnsanlar) adama beddua ettiler,adam tek gözlü kaldı." demiştir.
Bu (tek gözü kör olan) adam, "Hoşuma giden birşey gördğüm zaman »gözlerimden bir sıcaklığın çıktığını hissederim." derdi.
Buna benzer diğer bir husus da şudunHayızh kadın sütü karıştırmak için kaba yaklaşır.Eli.elbise-si temiz olduğu halde ,süt yine bozulur.Bu .bilinen ve yaygın olan bir husustur .Ve bu sadece,kadından ay-nlan ve süte ulaşan birşeyden dolayı böyle olur.
Yine (hayızlı bir) kadın bahçeye girer ve onlara dokunmadığı halde bahçede ekili olanların çoğuna zarar verir.
Bazan da kavun karpuz bulunan evde ,bir hamur kesildiği vakit ,o hamur bozulur.
Ebû Cehil karpuzunu yaran kimsenin gözleri sulanır.Keza hardalı döğüp ezenin.ve soğanı kesenin de gözü sulanır.
Bazan bir insan kızarmış bir göze bakar ve gözleri sulanır.bazan da kızanr.Bu İse ancak.hasta göz-den,o kimseye hava vasıtasıyla ulaşan birşeyden dolayıdır.
Bazan bir adam esner, öbürü de esner .Araplar da (bir deyim olarak) "Esnemenin sirayetinden daha sür'atli" derler.
Üfürükçüler esneme İle insanları ne kadar çok aldatırlar!...Çünkü onlar hastaya okuyup üfledikleri zaman esnerler,hasta da onların esnemesi Üe es-ner,üfürükçü esnedikçe hasta da esner. .Bu suretle üfürükçüler.hastada bunun (esnemenin ) okuyup üflemenin tesiri ile olduğu ve ondan hastalığı çözdüğü zannını uyandırırlar.
Bazan bir evde birkaç çocuk bulunur.Bunlar-dan birisi çiçek (hastalığı) çıkarır ve bunun üzerine diğerleri de çiçek hastalığına yakalanırlar.Bu ise an-cak,hastadan havaya yayılan ve kendisi gibi çiçek
hastalığına hiç yakalanmamış birine ulaşan birşey-den dolayıdır.
Bunun sirayayetle hiçbir ilgisi yoktur.Bu sade-ce.bir kimseden diğerine nüfuz eden bir zehirdir.Bu nazar kabiliyeti olan göz için de doğrudur.
Amma Bedevilerden bazılarının şu iddialarına gelince:" Onlardan nazar (kem göz) sahibi birisUste-diğini öldürür ve dilediğini gözü (bakışı) ile hasta eder.Ve onladan biri develerin yoluna durur.Bu yol develerin suya gittiği yoldur. (Adam) develerden dilediğine nazar eder ve onu öldürür." derier.İşte bu doğru değildir.
el-Ferrâ ( -207) [465].Allah'ın (C.C) ."Doğrusu o kâfirler Kur'an'ı işittikleri vakit neredeyse gözleri ile seni devirecekledi. (68.el-Kalem:51) âyeü hak-kmda:'Yani "Sana (kötü) nazar edeceklerdi." demiştir ki,adamın,sudan geri dönen develere nazar ettiği gibi,sana da gözleri ile nazar edeceklerdi, demektir.
Bize göre bu (âyet)onun (el-Ferrâ'nın) tevil ettiği gibi değildir.Allah (C.C) sadece:"Onlar,sana olan düşmanlık ve şiddetli kinleri sebebiyle öyle bir bakış bakıyorlardı ki,şiddetinden neredeyse seni kaydırıp düşüreceklerdi." demektir. Nitekim şâirin şu sözü de dediğimizin doğruluğunu gösterir:
"Bir yerde buluştuklarında birbirilerine (öyle) bakışırlar ki, bu bakış ( baktığı adamın) ayaklarını yerden keser." ..
Yani:Nazann şiddetinden ve sertliğinden neredeyse onu ayak bastığı yerden kaydırır, demektir.Bu bakış,kindar bir düşmanın bakışıdır
İnsanlar: "Bana yan baktı;bana öfkeyle baktı (gözlerini dikerek baktı); ve ona keskin bir bakış ûrlat-üm." derler.Bunun benzeri Allah'ın (C.C):"Sana öyle bir bakış bakıyorlar ki, ölümden baygınlık gelmiş kimsenin bakışına benziyor."(47.Muhammed:20) âyetidir.Çünkü ölüm anında baygınlık geçiren bir kimsenin gözü dikilip kalır,hiç kıpırdamaz.
Keza Allah (C.C) -(r) harfini fetha ile okuyanın kı-raatına göre-"..fe izâ baraka'l-basar." (75.el-Kıyâ-me:7) buyurmuştur.Yani gözün parlaklığını kasdet-mektedir.
Eğer Bedevilerin bu hususta iddia ettikleri şeyler doğru olsaydı, onların öldürmek istedikleri adamı öldürmelerinin.hasta etmek [466]istedikleri adamı hasta edebilmelerinin mümkün olması gerekirdi.Halbuki Allah (C.C} kimseye bunu yapabilme kudreti vermemiştir.
Zannımca kem göz sahibi olan bir kimse birşey-den hoşlandığı zaman, nazarının dokunmasından korkarsa.Rasûlulahın "Bir kardeşiniz birinizin ho-şana giderse ona hayır duada bulunsun (mâşâallah desin) " buyurduğu gibi hemen mâşâallah desin.ha-yır duada bulunsun..
Göz hususunda doğru olan şudur ki,kem göz sahibi bir şeyden hoşlandığı veya bir şeyi beğendiği zaman ona gözüyle isabet eder,ve bu fiil.gözü vasıtasıyla nefsi için olur.Bu sebepledir ki göze nefs denmiş-tir.Çünkü göz nefisden dolayı isabet eder
Hadiste:"Okuyup üfleme sadece huma'dan, veya nemle'den veya nefs'den dolayı yapılır [467]buyurulınuştıır. Nefs: göz (nazar değmesi) demektir. Huma: Yılan akrep ve benzeri zehirli hayvanların sokması: Nemle de: Kan çıbanıdır.
Rasûlullah tedavi ile iştigal eden bir kadına (= şeffâ) "Hafsa'ya (R.A), kan çıbanı, nefis ve nazar değmesine karşı okuyup üflemeyi ( = nıkye) öğret..." demiştir.
İhını Abbas (R.A) da köpekler hakkında: "Köpekler hırın tâifesindendirler ki hınn da cinlerin zayıflarıdır, (köpekler) yemek esnasında yanınıza gelirse, onlara da yemekten verin. Çünkü onların da nefisleri vardır." demiştir [468]nefisleri vardır." sözüyle, onların bakışlarıyla, orada yemek yiyenlere zarar verebilecek gözleri olduğunu kasdetmişfir. [469]
İDDİA: Hammâd (b.Seleme) den, o da Katâde'den, o da el-Hascn (el-Basrî) den, o da Scmura (b.Cundub) dan
(R.A), "Rasfıhıllahın veresiye bir hayvan karşılığında hayvan satmayı yasakladığını" rivayel ettiniz. [470]
Sonra da Muhamffled b.îshak'dan, o da Yezid b.ebî HabûVdcn, o da Müslim b.Cubeyf'dcn o da Ebû Sufyân'dan o da Amr b.Harîş'den, o da Abdullah b.Amr'dan, Rasfıllahin kendisine bir orduyu tecili/ etmesini emrettiğini, fakat sonra zekât de yelerinin tükendiğini, Rasûlullahın da, ileride alınacak zekât develerinden İki deveye karşılık bir deve satın almasını emrettiğini rivayet ettiniz.
İşte bu hadis.birincisinin aksinedir.
CEVAB:Biz deriz ki:Allah'a hamdolsun.bu iki hadis arasında herhangi bir uyuşmazlık yoktur.
Çünkü birinci hadis.veresiye (belli bir vade ile) hayvana karşılık.hayvan satılmasını yasaklamış-tır.Ahcının .satıcının elinde olmayan bir şeyi satin alması,Rasûlullah bunu yasakladığı için caiz değil-dir.Bu şekildeki bir ahş-verişe el-muvâsafe satışı denir.
Sen veresiye bir hayvana karşılık bir hayvan sattırın zaman, sahibinin elinde mevcud olmayan birşey ivin para ödemiş olursun ki.bu caiz değildir.
İkinci hadis şudur: (Rasûlullah) ileride alınacak zekât develerinden iki deveye karşılık.bir deve satın almamı bana emretti." Bununla "selef satışını kas-detmiştir.Sıfatları ve teslim alınma vakti belli olan yi-yecek.hurma veya hayvan karşılığında altın, gümüş veya hayvanı peşin olarak vermek suretiyle yapılan "selef satışı.Rasûlullahm tatbikatında (sünnette ) mevcuttur.
Sen.parayı musteslife (selef satışı yapana) verdiğinde, alacak olduğun mal onun elinde değildir. Vakti geldiğinde onun sana bu malı getirmesi müsteslifin borcudur.Bu durumda selef satışı ,alış verişin hükmünden farklı olmuş oluyor.Çünkü(alış verişte) senin,satış anında sahibinin elinde mevcud olmayan bir malı alman caiz değildir.
Selefte ise senin,selef alışı yaptığında .sahibinin elinde mevcud olmayan bir mal için peşin para öde-
men caiz olmaktadır.
Develer bitince Rasûlullah (S.A.V) ona dokuz yaşında büyük ve kuvvetli develerden peşin bir deve-yi,veresiye olarak dört ve beş yaşına girmiş.şavaşa ve yolculuğa elverişli olmayan zekat develeri karşılığında satın almasını emretmiştir.
Çoğu zaman dokuz yaşında kuvvetli develer.iki üç veya dört tane zekât develerinden daha iyidir. [471]
İDDİÂ:Cerîrden,o da eş-Şeybânî (Ebû İshak) dan , o da Abdurrahman el-Esved'den'den,o da baba-sından,o da Âişe'den (RA) onun şöyle dediğini rivayet ettiniz. :"Hayız kam fazla olduğu zaman Rasululah bize izâr (peştemal) bağlanmamızı emreder,sonra bizimle mübaşeret ederdi (bize yaklaşırdı).Sizden hanginiz Rasûlullahm şehvetine sahip olduğu gibi şehvetine sahip olabilir?..[472]
Sonra da Abdulaziz b.Muhammed'den ,o da Ebu'l-Yemân (er-Rahhâl) dan, o da Ummu Zerra'dan ,o da Âişe'den (R.A) onun şöyle dediğini rivayet ettiniz: "Ben hayız gördüğüm zaman .yataktan hasıra (yerdeki sergiye) inerdim.Temizlenesiye kadar Rasûlullaha yaklaşmaz , yanaşmazdık."
Bu hadis birincisinin aksinedir.
CEVAB:Biz deriz ki:Doğru (sahih) olan birinci hadistir.Bu hadisi Şu'be de.Mansûr (b.el-Mu'temir b.Abdillah) dan,o da İbrahim (en-Nahaî) den.o da el-Esved (b.Yezîd en-Nahaî) den.o da Âişe'den (RA) rivayet etmiştir.Âişe (RA) demiştir ki:"Bizden birimiz ha yızlı olduğu zaman Rasûlullah bize izar (peştemal) kuşanmamızı emreder,sonra da onunla yatardı.[473]
Bu sened,Ebu'l-Yemân'ın Ummu Zerra'dan (RA) o da Âişe'den (RA) olan rivayete aykırıdır.
Hz.Âişe'nin bir kere:"Ben,hayızlı iken ona mübaşeret ederdim (yaklaşırdım)" demesi .diğer bir defasında da:"Ben hayızlı iken onunla mübaşerette bu-lunmazdım.Yataktan hasıra iner,temizlenesiye kadar ona (Rasûlullaha) yaklaşmazdım." demesi caiz değildir.
Çünkü bu iki,hadisten birisinin yalan olması gerekir.Yalancı ise kendi kendisini yalanlamaz.
Sâdık (doğru) .tayyib (temiz, iyi) ve tâhir (pak) olan bir kimse hakkında bu nasıl düşünebilir?
İzar (peştemal) bağladığı zaman hayızlıya dokunmakta (yanına girip çıkmakta) ne ayıp,ne de kusur (noksanlık),ne de Kur'an ve sünnete muhalefet sözkonusudur.
Hayızh ve buna benzer kadınlarla bu şekilde bir davranışı ancak mecusîler kerih görür. [474]
İDDİA: Rasûlullahm:"Kİşinin rüyası ,tabir edilmedikçe,kuşun pençesindedir.Ne zaman tabir edilirse düşer (vuku bulur)" dediğini rivayet ettiniz. [475]
Kişinin rüyası nasıl,bir kuşun pençelerinde olabilir? Tâbir sonucu sevineceği veya akıbetinden kor kaçağı birşeytâbirin gecikmeslyle- nasıl gecikebilir veya tabir edildiği takdirde vuku bulur.
Bu; rüya tabir edilmezse, onun vuku bulmayacağına delâlet eder.
CEVAB:Biz deriz ki:Bu söz (hadis) Arap dilinin ifâde hususiyetlerine uygundur. Onlar istikrarsız birşey için: "O kuşun pençelerindedir.'Ve "O kuşun pençeleri arasındadır" ve "O ceylânnın boynuzları üzerindedir." derler.Bununla o şeyin sükûn bulmadğınıtdurmadığını kasdederler.
Nitekim adamın birisi de el-Haccac b.Yûsuf [476]hakkında şöyle demiştir:
"Kalbim korkudan sanki.havada dolaşıp yükselen bir kuşun pençeleri arasında gibidir.
O kimsenin korkusu gibi ki, ne zaman kendisine bir kötülüğün geleceğini söylese, dediğinin çıktığını biliyordum."
el-Merrâr da, korkudan, rehberlerin yüreklerini hoplatan çölü anlatırken:
"Rehberlerin kalbleri sanki .ceylânların boynuzlarında asılıdır." demiştir. Bununla onların kalbleri-nin sanki ceylanların boynuzlarına asılı imişçesine hoplayıp sıçradığını kasdetmiştir. Çünkü ceylânlar yerlerinde duramazlar. Dolayısıyla onların boynuzlarında asılı olan şey de aynı halde olur.
İmru'l- Kays da:
"...Kudârda[477]h gölgelendiğim günün bir eşi yoktur.
O gün, ben ve arkadaşlarım sanki bir ceylânın boynuzunda asılı gibiydik." demiştir. Bununla, "Biz yerimizde durmuyor, sükûn bulmuyorduk. Sanki biz ceylânın boynuzunda asılı gibiydik, demek istemiştir.
Rüya da bunun gibi, tabir edilinceye kadar havada dolaştığı, tabir edilince de vuku bulduğu (rüyanın gerçekleştiği) kasdedilir.
Fakat, insanlardan kim tabir ederse etsin, rüyanın onun tabir ettiği gibi çıkacağı kasdolunmamıştır. Bununla sadece rüya tabir etmesini bilen, ve Allah'ın yardımı ile hakka (doğruya) isabet eden kimse kasdedilmiştir.
İsabet etmediği, hatta doğruya bile yaklaşmadığı halde, cahil, yanlış tabir eden birisinin tabiri ile rüya nasıl olurda tabir edilmiş olabilir? O kimse sâdece tabirinde isabet ettiği zaman, rüyayı (gerçekten) tabir etmiş sayılır. Nitekim Allah (C.C): "Eğer rüya tabir edebiliyorsanız..." (12. Yûsuf: 43) buyurmuştur. Yani, rüyayı tabir etmesini (gerçekten) biliyorsanız demek istemiştir.
Sonra Rasûlullah (S.A.V) bütün rüyaların tabir ve tevil edilebileceğini de kasdetmemiştir. Çünkü rüyaların çoğu karışık, mânâsız ve anlaşılması güç rüyalardır.
Rüyaların bir kısmı tabiatın (mizacın) galebesinden; bir kısmı şuur altından, bir kısmı da şeytandandır. Salih rüya ise, zaman zaman rüya meleğinin Ummu'l-kitâb, (Levh-i mahfuz) dan getirdiği rüyadır.[478]
EBÛ MUHAMMED :Bana Yezîd b.Amr b. el-Berâ [479] rivayet etti (ve) dedirBize Ubeydullah b.AbduI-mecid el-Hanefi haber verdi (ve) dedirBize Kurra b.Hâlid haber verdi (ve) dedi:Muhammed b.Sîrîn'i, Ebû Hurayra'dan (RA) şu hadisi rivayet ederken işit-tim:Rasûlullah (S.A.V) ,Rüya üçtür :Birisi Allah'tan bir müjdedir. Birisi şeytandan hüzünlendi-rici rüyadır.Bir diğeri de İnsanın kendi kendine kurduğu (şuur altındaki) bir şeyi uykuda görmesidir. [480]buyurmuştur.
Yine bana Sehl b.Muhammed rivayet etti (ve) de-di:Bize el-Asma^Ebu'l-Mikdâm [481]veya Kurra b.Hâlid 'den haber verdi (Ebu'l-Mikdâm veya Kurra) dedi ki:Kendisİne rüya tabiri sorulduğu zaman ben İbnu Şîrîn 'in yanında bulunurdum.Benim tahminime göre (İbnu Şîrîn) kırk rüyadan sadece birini tabir ederdi.
İşte bu (dinin ) kaynaklarını (usûl) iyi bilen, kıyâs'a vâkıf ve doğruya isabet hususunda (Allah'ın) yardımına mazhar olan bir kimse tabir edesiye kadar . havada dolaşan sahih rüyadır.Böyle bir zat rüyayı tabir ettiği zaman rüya onun tabir ettiği gibi çıkar. [482]
İDDİA:Siz,Rasûlullahın(S.A.V) AmeIden takatiniz yettiği kadarını yüklenin. Zira siz usanıp bik-madıkça,AlIah(C.C) bıkmaz. [483]Buyurduğunuri vayet ettiniz.
Allahu taâlâyı ,insanlar bıkınca bıkan bir kimse yaptınız.Halbuki Allah (C.C) hiçbir halde usanmaz ve bıkmaz.
CEVAB: Biz deriz ki:Eğer (bu) yorum onların dedikleri gibi olsaydı.büyük ve fahiş bir hata olur-du.Lâkin Rasûlullah (SAV) " Siz bıktığınız zaman. (C.C) bıkmaz." demeği kasdetmiştir.Bunun misali günlük konuşmada senin:..."Diğer atlar yorulmadık-ça,bu at yorulmaz." demene benzer.Sen bu sözün-le.diğer atlar yorulunca,bu atm da yorulacağını kas-detmezsin.Eğer kasdolunan şey bu olsaydı,bu atın diğerlerinden herhangi bir üstünlüğü olmazdı.Çünkü o da diğerleri ile beraber yorulmaktadır. O halde onun,ne gibi bir üstünlüğü olabilir? Bu sözünle sen sadece .diğer atlar yorulduğu zaman,o atın yorulmayacağım kasdedersin.
Keza ağzı laf yapan ve çok konuşan geveze biri hakkmda:"FuIan,hasımlan susmadıkça susmaz." dersin.Bununla .hasımları sussa bile onun susmayacağını kasdedersin.Eğer sen.hasımları susunca, onun da susacağını kasdetmiş olsaydın, o takdirde bu sözde onun diğerlerinden bir üstünlüğü olmaz ve bu söz onun için medhedilmiş olmayı gerektirmezdi.
Bunların aynısı ,Teebbata Şarran'ın yeğenine nisbet edilen şiirde de mevcuttur.Bu şiirin Halef el-Ahmar'a ait olduğu da söylenir:
"Huzeyl benim taarruzuma kahramanca karşı durdu.
Onlar bıkmadıkça o da (onlara) zarar vermekten usanmaz."
Bu sözüyle,onlar usanınca,onun da (onlara) zarar vermekten usanacağını kasdetraemiştir.Eğer bunu kasdetmiş olsaydı.bu sözde onun için bir medih olmazdı.Çünkü o.onlarla aynı seviyede olmuş olurdu.O (yani şâir) sadece onların usandığını,fakat Hu-zeyl'in usanmadığını kasdetmiştir. [484]
BİTTİ
12.10.1987
Ankara
[1] Medînede,Zurayk oğullarının bir kuyusu. (M)
[2] BÜH: 59 / 11; 76 / 47.HAN: 6/57 krş,HAN: 4 / 367
[3] Yani büyü için içirilen ya da yuttururalan ş ey (M).
[4] Bkz:s.l69 ve dipnotu
[5] MUS:39,Selâm,17.hadis no: 2189(IV/1719-20)
[6] Bkz:s.lOl ve dipnotu.
[7] Bkz.Matta: 14 / 1-12; Markos: 6/17 v.d..(M)
[8] BUH: 58 / 7; 64 / 41.HAN: 2 / 451
[9] BUH: 64 / 83
[10] Metinde: "...peygamberleri" şeklindedir.Fakat btf siyak "a uygun değildir.(M)
[11] Garanik kıssası" olarak bilinen bu olay uydurma olup.bunun sağlam hiçbir rivayeti mevcut değildir. Ibn Ku-«ybe de bu konuda herhangi bir rivayete dayanmış değildir. Bu sebeple .onun bu olayı doğru kabul etmesine de itibar edilemez. Bu konuda geniş bilgi için bkz:Prof.Dr. İsmail Cerra-2?^ Garanik istİsmarcüan(A.Ü.İ.F dergisiJXXIV (1981Js.69-yi:Prof.Dr. Hüseyin Hâtemi, Şeytan rivayetleri, İst.l989.(M)
[12] Krş.BUH: 40 / 10; 59 / 11 ; 66 / 10.HAN: 5/ 128.
[13] Harut ve Marût kıssası için bkz tes-Sahâvi.el-Magâs1' du'l-Hasene^SSîcl-Aclûnî.Keşfu'l-Hafa.II .329; el-F«J* tenî,Tezkiratu'I-Mavdûât,110;ez-Zerkeşî,et-Tczkîra, 205 (W
[14] Dımeşk (=Şam) nüshasında :Şukeyn
[15] Bağdad nüshasında:Muhammed b.Suleym et-Tâî (Muhammed b.Müslim et-Tâlfî için.bkz: Tehzîbu't-Tehzîb: 9 / 444) (M)
[16] BUH: 60/50
[17] Mekke ile Medine arasında ,su bulunan bir yerNıhâyedir." demiştir.
[18] Bkz:s.l69 ve dipnotu.
[19] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 283-296.
[20] Krş:HAN: 1 / 184; 2 / 182,212
[21] BUH: 34 /102; 48 / 31JMN: 2 / 240
[22] Krş: BUH: 61/18.
[23] Bu son cümle Reisu'l-Küttab nüshasında şöyledir;"O (HzJdşe) Rasûlullahtan sonra Mesih'in ineceğini kasdetmiştir."(M) İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 296-298.
[24] BÛH: 38/3 ,HAN: 2 / 290,380
[25] BUH: 65 / sure: 33,nu: 1; 69 / 15; 85 / 4.HAN: 2 / on
[26] BUH: 69 / 15.
[27] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 298-299.
[28] Krş,HAN: 3 / 61.
[29] BÜH: 53 / 5; 54 / 9; 83 / 3; bkz:es-San(ânî,Subu-lups-Selâm,IV.6-8 (M)
[30] MUVATTA: 41 / 12
[31] Krş.İBNU MÂCE: 21 / 36
[32] Bkz.HAN: 3 / 61; 4 / 66.
[33] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 299-302.
[34] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 303-304.
[35] HAN: 4 / 186,238
[36] Bkz.en-Nisâ: 7-12
[37] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 304-305.
[38] BUH: 67 / 28.
[39] BUH: 52/7 ;67/ 21.U7.HAN: l / 275.290,329; 4 /
[40] Krş,DÂRİMÎ : 1 / 145.
[41] HAN: 4 / 4,5: Krş.HAN: 1 / 432.
[42] BUH: 51 / 27; 56 / 91; 77 / 29.HAN: 3 / 122,18°
[43] RasûluIIahm amcası (M).
[44] Bir nüshaya göre de:"demircilerimiz ve kuyumcul*" nnuz için (?)..."
[45] BUH: 87/8.İzhir,bir nevi kokulu ottur (M).
[46] Sahatû (BkzTTehzîbu't-Tehzîb: 10/38) (M)
[47] BUH: 56 / 94.Krş,BUH: 63/45.
[48] BUH: 41 / 15, Krş.HAN: 3 / 304.327,338
[49] BUH: 25/ 81.Yani:Hac aylarında umre için İhrama girmeyen cahiliyye ehline muhafelefet etmeyi kasdetmiş
[50] Krş,BUH: 9/ 24.
[51] Hurma.küru üzüm.bal .buğday veya arpa suyunun köpük atması ile meydana gelen bir nevi içki. (M]
[52] HAN:3 / 237,250.
[53] A.y. Buradaki hadiste kapların çeşitlerinin isimleri de zikredilmektedir. (M)
[54] Ağaçtan yapılmış şarap kabı, (M)
[55] HANt 3 / 237,250.
[56] Ölenin,babasının veya çocuğunun olamaması ha-»•(M) Bkz.: 4.en-Nisâ: 12.176.
[57] Krş ,HAN: 4 / 295,301
[58] EBÛ DÂVUD: 13 / 17.
[59] Vahiy geldiğine işaret .(M)
[60] BUH: 26 / 10,Krş,BUH: 25 / 17.
[61] HAN:1 / 226,241
[62] Krş,BUH: 34 / 25.
[63] BUH: 72 / 28.
[64] BUH: 72 / 28; 76 / 57.HAN: I / 147,244, 326;3/323
[65] Bkz:5.el-Mâide: 3.
[66] BUH: 18 / 5,11,HAN: 1 / 30,215.
[67] Bkz:BUH: 4/48.
[68] Yahyâ b.ebî Kesîr et-Tâî. Muhaddis.Tedlis yapar-«•ITehzîbu't-Tehzîb : 11 / 268 ) (M)
[69] DÂRİMÎ: 1 / 145
[70] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 305-313.
[71] BUH: 10 / 161; 11/2 ,HAN: 3 / 6.30.
[72] Krş.BUH: 1I/5.HAN: 1 / 29.45; 2/424.
[73] Bkz:HAN:4 / 78.
[74] BUH:11 / 6
[75] krş.BUH: 11/7 .HAN: 3 / 65.
[76] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 313-315.
[77] DÂRİMÎ: 23 /I (2 / 430)
[78] eI-Asmaî,Ebû Saîd Abdulmelik b. Kurayb .En meşiniarap filologlanndandır.Hal'Ü.Ebû Amr b.el-Alâ gibi hoca-iIhnanuerS almı9tır-Harikulâde hafizası ile .devrinin bütün özeirtı îerİni kavramıŞ'bedevilerin dilini ve bu dilin bütün beri ı rinİıbütün lehçelerini öğrenmiş ve bütün şiirleri ez-eriemişti.Birçok eserleri bize kadar gelmiştir.{İslâm Aiısik- / 679) (M)
[79] Sudeyy b.Aclân b.Vehb.Umâme el-Bâhai,Sahabî (Tehzîbu't-Tehzîb: 4 / 420) (M)
[80] BUH: 62/6; 6O / 54.
[81] HAN: 4/172,173.
[82] BUH: 61 / 25.
[83] BUH:56/129,HAN: 2 /6.10.63.
[84] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 315-317.
[85] BUH: 78/12.
[86] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 317-318.
[87] TIR: S / 28.
[88] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 318-319.
[89] Krş,HAN: 2 / 161,191.
[90] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 319-320.
[91] BUH:97/ 24.HAN: 4 / 360.
[92] Metinde:"....e lem tera enne'llâhe alâ külli şey'in kadir" şeklindedir .Bu şekilde bir âyet yoktur.İbnu Kutey-be,"...e lem talem enne'llahe alâ külli şey'in kâdîr." (2.el-Ba-kara:106) âyeti ile karıştırmış olsa gerek. (M)
[93] Bkz.İBNU MACE: 8 / 9.16.DÂRIMÎ; 3/4(1/ 381)
[94] Zu'r-Rumme:ĞayIân b.Ukbe b.Buheyş.Ebu'1-Hâris. Şâir (Bkz: Kitâbu'ş-Şi'r ve'ş-ŞuarâiSaa.Leydeıı 1902 tab'ı 1 (M).
[95] Es'ad Efendi nüshasında:"...Onlara yani dört mezhebe göre ittifakla kâfir olmuş olur." şeklindedir. (M)
[96] Bkz.:Dİpnot.288.(M)
[97] Matta:V/ 7,8.
[98] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 320-325.
[99] HAN: 2/ 173; 6 / 251.
[100] Hadİ8İn değişik varyantları için bkz.:el-Esmâ ve's-Sıfât:333 v.d.(M)
[101] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 325-327.
[102] BUH:65/sûre:ll,Nu:2,HAN:2/242,S00.
[103] el-Merrâr b.Munkız el'Adevî,Şâir,(Bkz:Kitâbu'ş-Şi'r ve'ş-Şuarâ:439).(M)
[104] Reisu'l-Kuttâb nüshasında "Ukayl" şeklinde hareke-lenmiştir.(M)
[105] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 327-328.
[106] Krş,BUH: 63 / 10
[107] BUH: 56 / 28; 63 / 10.
[108] BUH: 63 / 10.MUS: 36 / 32.
[109] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 328-329.
[110] KrşHAN :2/268,409,5l8.
[111] Krş.BUH: 61/2
[112] Bu paragraf Reîsul-Kuttâb nüshasında yoktur.(M)
[113] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 329-331.
[114] Metinde geçen ve çiçek olarak tercüme ettiğimiz "reyhân"fesleğengillerden güzel kokulu bir bitkidir. (M)
[115] Musnedul- HumeydU/160,nu:334,335; HAN: 6 / 409,krş,HAN: 4/ 172.TIR: 28.Birr,ll,nu;1910,
[116] Bkz:S.l59 ve dipnotu.
[117] BUH: 60 / 19; 65 / sure: 44,nu: 3 ; MUS.IV.2156-57;HAN: 1/ 380,431,441.
[118] Lisân : 16 / 89
[119] Matta:V / 33-37.
[120] Ka'b b.Mâtı' el-Himyerî. Kalm'l-Ahbâr diye meşhurdur .Cahiliyye devrine erişti ve Ebûbekr devrinde müslü-man oldu.Medine'ye Yemen'den gelmiş,sonra da Suriye'ye gitmiş ve orada vefat etmiştir.Rivayet edilen İsrâiliyâtın büyük bir kısmı onun kanalıyla gelmiştir (Tehzîbu't-Tehzîb : 8 / 438 ) (M)
[121] Taç :2 / llO.Bu rivayetin KaVdan rivayet edilmiş olması .onun Israiliyyat'dan olduğuna açık bir delildir.Ibni Quteybe'nin böyle bir rivayeti delil olarak kullanmaması daha yerinde olurdu.(M) İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 331-333.
[122] HAN: 2 / 334-Zirâ,kolun dirseğinden parmak uçlarına kadar olan kısmı d ir.Uz unluk ölçüsü olarak kullanılan zira' 50 ile 80 cm arasında değişmektedir.(M)
[123] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 333-334.
[124] Câmiu's-sağİr: 1 / 161.
[125] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 334-335.
[126] HAN: 5 / 243; 4 / 66; 5 / 58.
[127] Avf b.Mâlik b.Nadle el-Cuşemî.Ebu'l-Ahvas.el-Kûfî.Sahabî olan babasından rivayette bulunmuştur.İbnu Mes'ud.Ebû Hurayra ve diğerlerinden rivayette bulunmuştur.
el-Hatîbul-Bağdâdî onun Nahrevan savaşında hazır bulunduğunu nakletmektedir. Ebul-Ahvas kussâs(kiâsa anlatıcısı)
İdi.(bkz: Tehzîbu't-Tehzîb: 8 / 169 ) (M)
[128] Dımeşk nüshasında "dokuzyüz" şeklindedir. -Mu-sahhih-
[129] BUH: 59 / 7:65 / sure: S3,nu: 2 ;HAN: 1/395,460.
[130] Unıârab.Âmir.Ummu't-Tufeyl'den rüyete dair bir hadis rivayet etmiştir. Kim olduğu bilinmiyor. (el-Mugnî fi'd-Duafâ: 2 / 461)
[131] Reîsu'l-Küttâb nüshasında:"...Yeşillik bir yerde altın bir yaygı üzerinde...'' şeklindedir. (M)
[132] Ebu'l-Ferac İbnu'l-Cevzî bu hadisi el-Hatîb (el-Bağdâdî) tarîkıyla ,bu isnadla serdettikten sonra hadisin uydurma olduğunu.Mervân'in kezzâb (=çok yalancı),Umâra'ıun da meçhul olduğunu ve Ahmed b.Hanbel 'e bu hadisten sorulduğu zaman hadise münker dediğini söylemiştir.es-Suyûtî de el-Leâü'1-masnûa'sında ona uymuştur.Bunun için el-Leâlî'nin Kitâbu't-Tevhîd'inin 16.(İkincrbaskısında 28,29.sahifeler -mütercim) sahifesine bakınız.Orada ,bu dipnotu sığmayacak kadar uzun bir malûmat vardır.-Musahhih-.Ayxica bkz:Ibn Huzeyme,Kitâbu't-Tevhîd,s.l98. (M)
[133] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 335-338.
[134] Krş,BUH: 79 / l.HAN: 2 / 244,251.
[135] Hicaz'da yetişen bir cins ağaçtır.Kırnuzı meyvala-rı olur.Bu meyvalar kadınların kınalı parmaklarına teşbih edİUr.-Musahhih-
[136] Bu şâir el-Hattfim el-MuçâşÜ'dİr.-Musahhih-
[137] Tekvîn I / 25; II / 7.
[138] Bütün nüshalarda "cezalandırıldı" şeklindedir .İhtimal ki doğrusu "ıtâba uğradı" olacaktır.-Musahhih-
[139] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 338-342.
[140] HAN: 4/11
[141] Vekî b.Hudus (veya "Udus"),Ebû Mus'ab el-Akîlî (Bkz:Tehzîb: 11/ 131/ (M)
[142] Ebû Ubeyd el-Kasım b.Sellâm e I-Bağdadî. İbnu Uyeyne ve Vekî'den rivayet etmiştir.Tarsus kadılığı yapmış-tır.Kur'an .fıkıh,ve Ğaribu'l-Hadîs'e dair eserler yazmıştır. Eserlerinin sayısı yirmi küsur kadardır. (Bkz.:Tabakâtu'l-Huffâz 179;Tehzîbu't-Tehzîb: 8 / 315) (M)
[143] Bkz:HAN: 4/11
[144] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 343-344.
[145] MUVATTA : 56 / 3.
[146] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 344-347.
[147] BUH: 97/5O; HAN: 2/ 251,316,413; 3/40,127
[148] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 347-348.
[149] HAN: 6/ 296.
[150] BUH: 10 / 163.
[151] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 348-349.
[152] HAN: 6 / 49r208,237;er-Risâle,s: 518-19,mı: 1503
[153] BUH:34 / 64.HAN : 1 / 430 ; 2 / 248,460,481.
[154] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 349-351.
[155] BUH: 36 / 2.HAN: 6 / 10,390.
[156] HAN: 4 / 388,390; S / 8.
[157] BUH:90 / 14.
[158] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 351-353.
[159] BUH: 59 / 17; 76 / 58.HAN: 2 / 229;3/ 67.
[160] Bkz: S. 122
[161] 0.2 gramlık bir ağırlık ölçüsü .(M)
[162] Esad Efendi nüshasında bu şekildedir.(M)
[163] Zerdüşlükten alınma.birî hayır diğeri şer ilâhı olmak üzere iki ilâha inanma .(M)
[164] ilkçağ felsefesinde tıb ilminin de felsefeye dahil edildiği hatırlansın. (M)
[165] ÇeşitÜ maddelerin karışımından meydana gelen bir nevi ilâç ,tiryak.(M)
[166] Nöbeti 4 günde bir gelen sıtma.-Musahhih-
[167] İnsanın yüzünde meydana gelen bir tür felç.-Mu sahhih-
[168] Bkz: S.159 ve dipnotu.
[169] Muhammed b.Şîrîn el-Ensârî,el-Basrî.Enes b.Mâlik'in mevlâsı ve el-Hasen el-Basrî'nin muasmdır.Fıkıh-ta geniş bilgi sahibi idi .Rüya da tabir ederdi.Sahabelerden otuz kişiyi görmüştür.(Tabakatul-Huffâz: 31,Tehzîbu't-Tehzîb: 9 / 214. (M)
[170] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 353-358.
[171] BUH: 60 / 8; 81 / 53; HAN: 1 / 235,453; 5/ 50
[172] Arabistan'ın Kuzey-Doğu'sunda bu iddiasını yaymıştır. (Bkz:Islâm Peygamberi: 1 / 364) (M)
[173] Hicaz'da bir mevki.
[174] Bkz.:s70.ve dipnotu.
[175] Bkz:s.l32. ve dipnotu.
[176] BUH: 61 / 25.
[177] Reîsul-Küttab ve Es'ad Efendi nüshalarında bu cümle şÖyledir."...İşte bu,ikİ küfür'den en kötü olanıdır." (M) İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 358-362.
[178] BUH: 60/ 31.HAN: 2 / 248,392.
[179] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 362-363.
[180] BÜH: 2 / 15, HAN: 2 / 56,147.
[181] Bkz:HAN:2 / 235,438.
[182] BUH: 60 / 54.HAN: 4 / 121,122; S / 273.
[183] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 364-365.
[184] Bu tâbir korkudan kinayedir.
[185] HAN:4/ 161.
[186] EBÛ DAVUD: 2 / S6,krş HAN: 4 / 161.
[187] Diger bir nüshada ise:"...sen Rasûlullahın....dediğini işitmedin mi7" şeklindedir.
[188] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 365-368.
[189] Krş,BUH: 4 / 75.HAN: 2 / 392;3 / 55
[190] EBÛ DÂVUD: 1/88 krş.HAN: 1 / 16,17,44.
[191] HAN: 6/43.
[192] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 369-370.
[193] BUH: 4 / S8;78 / 80.
[194] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 370.
[195] BUH: 30 / 33.HAN: 6 / 46.193.
[196] NESÂÎ : 4 / 183.
[197] HAN: 4 / 24,426,431.
[198] HAN; 4 / 414
[199] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 371-372.
[200] Bkz: BUH: 30/ 24.
[201] Diğer bir nüshada: "....meni"
[202] BUH: 6 / 5;30 / 23,HAN: 6 / 40,44, 98,126,156
[203] BUH:4 / 5;19 / 16; 61 / 24,HAN: 1 / 220,278.
[204] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 372-373.
[205] Bulunamadı(M)
[206] Krş,HAN: 5 / 352 (Deve ve at içinj;2 / 436 (koyunlar için)
[207] Hadisin birinci kısmı için bkz: Tâc:8 / 181,ikinci kısım için bkz: Tâc: 10 / 282.
[208] HAN: 2 / 436.
[209] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 373-374.
[210] BUH: 23 / 33,HAN: 4 / 414,437; 6 / 39,57.
[211] Ibn Kutcybe bu eserinde şöyle demektedir:" Sabah ve akşam ateşe arzolunurlar" ayetine gelince; (AUah) bunun âhi-rette olacağını kasdetmemişttr.Kasdedilen.onlann öldükten sonra ateşe sokulacaklarıdır .Bu, kabir azabının varlığına dair Allah'ın kitabından bir delildir.Nitekim(ayetin devamın-da)"Kıyamette de Firavun ve kavmini en şiddetli azaba so-kun,"denmiş olması da bunun doğruluğuna başka bir delildir. Onlar berzah âleminde sabah-akşam ateşe sokulurlar.kı-yamette ise en şiddetli azaba sokulurIar."(Te'vîlu Muşkili'l-Kur'ân, (Kahire, 1373/1954),s.59)(M)
[212] BUH: 92 / 26; 80 / 38,HAN: 2 / 185,288,414
[213] BUH: 80/39
[214] BUH: 80 / 37.
[215] HAN: 3 / 126; 4 / 288.
[216] BUH: 3 / 24; 4 / 37.
[217] Krş,HAN:l / 26,36
[218] BUH: 23 / 89.HAN: S / 39
[219] Krş: HAN: 3 / 499; 4 / 163
[220] BUH: 65 / sûre:44,nu:2,MUS,IV.2156-57;bkz: 12,Yûsuf, 48
[221] GoIdziher bu kelimeyi (Safilerden birisi(=raculun mine's-Sûfiyy in") olarak okumuştur.(Bkz.GS .111,34) Nitekim Esad Efendi nüshasında da bu şekildedir.Keisü'İ-Küttâb nüshasında ise "kitapçılardan birisi (=raculun mine's-suhufiy-yin)" şeklindedir. (M)
[222] Krş,BÜH: 81 / 17.HAN: 3 / 44.300.
[223] Horasan ile Taberistan arasında bir İran eyaleti Cbkz:İslâm Ansiklopedisi: 6 / 985) (M)
[224] Saymara yakimnda.blrçok şehirleri ve köyleri olan Cibal bölgesinde geniş güzel bir mıntıka..Irak Hulvan'ın-dan Hemezân'a gidenin sağına düşer,(Mu'cemu'l-buldân: 8 / 209) (M)
[225] Medya'da eski Ragha şehri olup,Tahran'ın takriben 8 km.Cenûb-Cenûb-i Şarkîsinde harabeleri görülmekte-dir.(Bkz:İslâm Ansiklopedisin / 721) (M)
[226] Es'ad efendi nüshasında ise :"...bazılarının.." şeklinde olup.bir de şu İlâve vardır:"...(Halifelerin gösterişe dalan oğullarının -Maâzallah-Ehl-i Beyt-i RasûluUaha lanet ettikleri." (M)
[227] Salih b.Ali el-Efkam (bkz: el-Beyân ve't-Tebyîn: 3 / 84) (M)
[228] Mısir'ın cenubunda ve Sudan (Mısır Sudanı) da bulunan bir memleketin ve burada yaşayan bîr kavmin adı.(Bkz:İslâm Ansiklopedisi: 9 / 339) ((M)
[229] Metnin harfiyen tercümesi şöyledir:"Amcası oğlu hakkında peygamberini şefaatçi kıl."
[230] BUH: 15 / 3 ; 62 / 11.
[231] BUH: 23 / 33.
[232] Iyâs b.Muâviye b.Kurra b.Iyâs b.Hilâl el-Mu-zeni.Basralı,oranın kadisı.Dedesi sahabe idi .Zekâsı ile meşhurdur. (Bkz:Tehzîbu't-Tehzîb: 1 / 390) (M)
[233] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 375-387.
[234] Diğer bir nüshada : "...biz hem zevklenir,hem de sevab ahr mıyız?"
[235] HAN: 5 /154,16i.
[236] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 387-388.
[237] Krş,BUH: 63/ 27.
[238] Amr b.Meymun b.Mihrân.Sahâbeden Meymûn b.Mihran'ın oğludur.Babasından,Ömer b.Abdüaziz'den.el-Ha-sen el-Basrî,eş-Şa'bî,İbnu Ömer 'in kölesi Nâfi ve başkalarından rivayette buIunmuştur.(Bkz:Tehzîbu't-Tehzîb: 8 /108 )
[239] BUH: 63 / 27.
[240] Reîsü'l-Küttâb nüshasında:"...birbirlerini ısırırlar" şeklindedir. (M)
[241] Yani belirli olan el-kıradatu ve el hanâzîra kelimelerini belirsiz olarak kullanırdı. (M)
[242] Bu hadisin mahiyeti hakkında herhangi bir açıklama yoktur .(M)
[243] Diğer iki nüshada:"..Tevrat'ın hükmü ile amel ettiğini."
[244] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 388-391.
[245] HAN: 5/26 (Kalp ve hörgüç için) ;4 / 183 (Bu-Iut,gölge ve kuş karaltısı İçin),5 / 249,361.
[246] Krş,HAN: 4 / 183.
[247] ReIsü'l-Küttab nüshasında "Ziyad b.Yahya" ibaresi yoktur. (M)
[248] Krş.BUH: 4 / 183,-5 / 249,361.
[249] Yerine getirme,tekrar etme.M
[250] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 392-395.
[251] Bkz:EBÛ DÂVUD : 1 / 58.
[252] TIR:1 / 75.HAN: 5 /281.
[253] EBÛ DÂVUD: 1 / 60.
[254] Bkz:s. 82 ve dipnotu.
[255] HAN: 1 / 223,283;2 / 33.
[256] Bilakis İbn Abbas'a Hz.Peygamberin (S^-V) niçin böyle yaptığı sorulduğunda "Ümmetime zorluk vermemek için!" cevabını verdiği hadislerde zikredilmiştir.Bkz:MUS ,6.Salâ-tu'l-musâfirin,5 (I / 490);Abdurrazzak,eİ-Musannef,II.555;el-Beyhakî,es-Sunen;III.166,167;Bu konuda daha geniş bilgi için bkz:"Seferde ve Hazarda iki namazın cemedilmesi" adlı basılmamış doktora seminerimiz,s.67 v.d.;176 v.d.(M)
[257] HAN: 1 / 221.EBÛ DÂVUD: 12 / 8 (3 / 124)
[258] TIR: 2 / 177.
[259] Mİsal olarak bkz: HAN: 4 /24S.252. İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 395-399.
[260] MUS: 32 / 28.EBÛ DÂVUD : 3 / 54.
[261] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 399-400.
[262] BUH: 63 / 12
[263] el-Câmiu's-Sağir: 2 / 132,
[264] 16 / 1,13;59 / 4,HAN:2 / 109,U8;4 /122, 245: 6 / 168,
[265] BUH: 59 / 4fBkss:s.l89. Yani: iki öküz olan ay ve güneş bile bir kimse için tutulmazsa, ondan daha yüce olan arş,birinİn ölümü için nasıl sarsılır? (M)
[266] BUH: 63 / 12
[267] Efau'I-Esved ed-DÎH,ed-Duelî de dentfir.Basra-lı. Orada kadılık yaptı.Muhadramîn'dendir.Sahabe olup olmadığı ihtilaflıdır .Nahiv ilmine dair ilk söz söyleyen o'durJVnla-yış.zekâ ve fesahat sahibi idi.(Tehzîbu't-Tehzîb: 12 / 10) (M)
[268] BUH: 96 / 16.HAN: 3 / 140.
[269] Krş,BUH: S9 / 6,HAN: 2 / 364.
[270] BUH: 97 / 36.
[271] Buhari'de ise:"Onunla karşılaşmadan önce Allahin azabından " âenmektedir.{M)
[272] BUH: 62 / 6.HAN: 3 / 208,218,239.
[273] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 400-405.
[274] HAN:2 / S ve krş.BUH: 51/ 7; 70 / 8
[275] Şakîkb.Seleme el-Esedî,Ebû Vâîl.Kûfeli.Rasûlullahın devrine yetişti fakat o'nu göremedi. Sahabenin en muş-hurlanndan hadis rivayet etmiştir.(Tehzîbu't-Tehzîb: 4 / 361 ) (M)
[276] BUH: 95 / 6
[277] HAN:3 / 31.39.45.S3.
[278] Abraş:Keler takımmdan.kertenkeleye benzer.bü-yükçe ve siyah benekli zararlı bir hayvan.(M)
[279] Bkz:7.el-A'râf: 157.
[280] Kocasi ölünce hanımın hakkı olan mihir'in mîkda-rı hakkında çocukları veya diğer vârislerle münakaşa edilme-si.(M)
[281] el-Câmiu's-Sa^r: 1 / 75) İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 405-408.
[282] BUH: 19 / 14.HAN: 4/16.
[283] Bulunamadı. (M)
[284] HAN: 6 / 238.
[285] ÇünkütAllah her yerdedir demişlerdi. (M)
[286] 70tel-Ma'ârlc,4 âyetine işaret edilmektedir. M
[287] el-Ma'âric,3 âyetine işaret edilmektedir. (M)
[288] Diğer bir nüshada:...korku.
[289] HAN: 2 / 291.
[290] EBÛ DÂVÜD: 39 / 18.
[291] Matta:V/34.
[292] Matta:VI/ 14.26.
[293] BUH: 97 / 50.HAN: 2 / 25l,316,413;3 / 40,127
[294] Râbiatu'I-Adeviyye diye de bilinir.Basra'nın meşhur kadın sûfî ve evliyası olup Kays b-Adî'nin bir kabilesi olan el-Atîk'in azadlısıdır.el-Kaysiyye nisbeti ile de tanınmış-tır.Basra'da onun etra&nı Mâlik b.Dinâr .muhaddis Sufyân es-Sevrî,ve Sûfî Şakik el-Belhî gibileri çevirmişler ve onun nasihat ye talimlerinden istifade etmişledir.Basra'da ölmüş-tür.(İslâm Ansiklopedisin / 588 ) (M)
[295] Ebû Mehdİyyetil-Arabî-Ebû Mehdî de denilir Arab'ın fusahâsından biridir. Kendisinden Basralıiar rivayet etmiştir.(Bkz:el-Beyân ve't-Tebyîn: 2 / 281 ) (M)
[296] IisânuıI-Arab" müefUfi (=îbnu Manzûr) bu şiiri im-ru'1-Kays'a İzafe etmiştir.
[297] HAN:1 / 234,359,BUH:59/8
[298] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 408-416.
[299] Matta:26 / 39,Markos: 14 / 36,Luka: 22/ 42.
[300] Cahîliyye şairlerinden .(M)
[301] HAN:2 /107.
[302] Krş,BUH: 2 / 37
[303] BUH: 59/7
[304] Bkz:s.:292
[305] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 416-420.
[306] Ûc b.Ûk ( veya Anâk) (İng :"Og") Bazan Basan kra-h,bazan da Firavunlardan birisi olarak gösterilmekte-dir.Hz.Mûsâ (A.S) zamanında yaşamış ve onun tarafından öl-dürülmüştür.(Tafsilât için bkz: The Jewish En cyclopedia:IX / 338;Kitâb-i Mukaddes,Sayüar:21 / 33) (M).
[307] Bu hadisler için bkz:s.66-67
[308] Krş:Kitâb-ı Mukaddes ;Tekvîn: V/S
[309] Lukman hayatının süresi olarak yedi kartalın hayatının süresini seçti.Bir kartal yetiştiriyor.bu ölünce bir ikincisi besliyordu.BÖylece altı kartal besledi ve kendisi hayatta kaldı.yedincisi olan Lubad ölür ölmez,kendisi de öldü .(Bkz:İslâm Ansiklopedisi :7 / 67,"Lukmân" md.) (M)
[310] Şeriyye ve Sâriye^ olarak da okunmuştur .Arapların uzun ömürlülerindendir.Islâm'a erişti ve müslüman ol-du.Müslümanlann .kendisine tarih kitabı izafe edilenlerinin ilkidir.(Bkz:el-Beyân ve't-Tebyîn: 1 / 361 ve dipnotu) (M)
[311] Bkz:s. I68ve dipnotu.
[312] Emevî Halifesi I.Velid zamanında Mekke ;Hişam b.AbdiImelik zamanında da 19 sene Irak valiliği yaptı (Bkz:Tehzîbu't-Tehzîb: 3 / 101) (M)
[313] Takriben 4-4,5 küo.(M)
[314] Diğer bir nüshada ise:"evler (için temel).."(M)
[315] Zeyd b.Eslem el-Adevî.Hz.Ömer'in mevlâsı .Fa-kih.ve müfessir bir zat idi.Kendisi,Enes ,İbnu Ömer,Ebû Hu-rayra,Hz.Âişe'den;kendisinden de İbnu CuraycEyyub es-Sah-tiyânî.ve iki Sufyan'lar rivayette bulunmuşlardır .(Bkz:Tehz-îbu(t-Tehzîb:3/395) (M)
[316] Bir zira'50 ile 80 cm.arasında değişen bir uzunluk ölçüsüdür. (M)
[317] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 420-429.
[318] HAN: 3 / 12,21,39
[319] Krş:HAN: 2 / 215.403
[320] HAN: 2 / 162,192,207
[321] Krş,BUH: 24 / 9.
[322] Yani sahabe devrinde kâtip ve tüccar azlığına işaret edilmektedir. (M) İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 430-432.
[323] HAN: 1 / 307,329,373.
[324] Muhammed b.AIi b.ebî Tâlib.İbnul Hanefiyye diye bilinir.Hz-Ali'nin oğludur. Babasından,Osman,Ammâr.Muâvi-ye.Ebû Hurayra ve İbnu Abbâs'dan rivayette bulunmuştur. (Bkz: Tehzîbu't-Tehzîb:9 /354 ) (M)
[325] HAN: 1 / 266
[326] el-Câmiu's-Sağir: 1 / 151.
[327] Bkz: 59 no'lu bolüm (M)
[328] HAN: 1 / 307,329,373.
[329] Bkz: 2 2. el-Ha cc : 23;76,ellnsân:l5
[330] Bkz:HAN: 4 /11O;5 /184;6 / 457.
[331] Tihame:Hicaz ve Yemen'in deniz ile dağ arasındaki sahil kısmı.(M)
[332] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 432-435.
[333] Yani:Eglence ile benim alâkam yoktur.eğlence benim işim de değildir.Bkz: Tâc: 2 / 346.
[334] HAN: 2 / 162,192,207.
[335] BUH: 8 / 69;S6 / 81.
[336] Dirkile ve dirkele şeklinde de okunur.bir nevi oyun. (M)
[337] Lisân :13 / 259;BUH: 56 / 81.
[338] HAN:6/39.129.
[339] Metİnde:eI-İksâd şeklinde olup manası isabet etmek, yaralamak demektir .Bu kelime uygun düşmediği İçin.biz de musahhihin açıklamasına uyarak yukarıdaki şekilde terceme ettik. (M)
[340] Takrîb'de "ed-Dâraverdi " (Takribu't-Tehzib : 1 / 512 ) (M)
[341] BUH:77 / 43.
[342] BUH: 2/29.
[343] Krş.BÜH: 30 / 5İ.
[344] Bkz:s. 358 ve dipnotu.
[345] Reisü'l-Küttâb nüshasında "ve Cerîr'in sözünü misal verirdi." ilâvesi vardır. (M)
[346] Bu cümle Reîsü'I-Küttâb nüshasında şöyledir: "...aynı şekilde misal vererek şöyle dedi." (M)
[347] Topuğun üst kısmındaki kalın sinir (M)
[348] Hişâm b.Hasan el-Ezdî.Basralı.Muhammed b.Şîrîn ve el-Hasen el-Basrî'nin muasırıdır.Bu ikisinden ,Enes b. Mâlik ve Hİşâm b.Urve'den rivayette bulunmuştur.Kendisinden de İbnu ebî Arûbe.Şu'be.ikİ Hammâd'lar.iki Suf yânlar.huHt Curayc .Fudayl b.Iyâz ve başkaları rivayet etmiştir. (Bkz: Tehzîbu't-tehzib :11 / 34 (M)
[349] Bkz:s. 90ve dipnot.(M)
[350] Rufey' b. Mihrân.Ebû'l-Âliye er-Riyâhî.Cahiliyye devrini idrak etti ve Rasûlüüahın vefatından sonra müslüman oldu. Kıraat ilminde Sahabe'den sonra en âlim kimse olduğu zikredilmektedir .Ashabın pekçoğundan rivayette bulunmuştur. (Tehzîbu't-Tehzîb:3 / 284 ) (M)
[351] Bkz:Lisân 14/3 ."Def " için bkz: BUH : 67 / 49.
[352] Hârice b.Zeyd b. Sabit el-Ansârî.TabİÎ .Hz.Osman'a erişti.babasmdan ve amcasmdan rivayette bulundu. (Tehzi-bu't-Tehzîb :3 /74 ) (M)
[353] Suriye'de bir yer.Neresi olduğunun tayininde ihtilâf edilmiştir. Belkâ 'ya oldukça yakındır. (Tafsilat için bkz: İslâm Ansiklopedisi :3 / 189 ) (M)
[354] el-Belkâ :Şarkî Şeria (Ürdün) havalisinin cenub taraflarının aragça ismi .Belkâ daima Şam (=Suriye ) eyâletine bağh idi.(Bkz:Islâm Ansiklopedisi :2 / 491 ) (M)
[355] Kendisine Tavus adı verilen kadınlaşmış biriydi. Kadınlaştığı vakit kendisine Tuveys (=Tâvuscuk) denil-di.Künyesi Ebû Abdunnaîm'dir.Islâm'da ilk teganni eden kİm-sedir."Tuveys'den daha uğursuz" sözü bir deyimdir.Tuveys şöyle derdi:"Annem Ansârın kadınları arasında lâf taşır-dt.Sonra beni Rasûlullahm vefat ettiği gece dünyaya getir-di.Ebûbekr'in öldüğü gün beni sütten kesti. Ömer'in öldüğü gün ergenliğe eriştim.Osman'ın öldürüldüğü gün evlen-dim.Ali'ıün öldürüldüğü gün de bir çocuğum oldu.Var mı benim gibisi"?
[356] Emevi şairlerinden.
[357] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 435-444.
[358] HAN: 2 / 165,187.
[359] el-Câmiu's-Sagir.l / 145
[360] Bir tek mânâyı çeşitli şekil ve üslûpta ifade etme sanatı ve bununla uğraşan ilmin adı. (M}
[361] BUH: 76 / 51.HAN: 1 / 269.
[362] HAN:1 4234,359;BUH: 59/8; bkz:s. 416
[363] en-Nemir b.Tevleb:Cahüî şairlerden İdi,İslama erişti ve müslüman oldu. Şiirlerinin güzelliğinden kendisine el-Keyyis denilmiştir. (Bkz: Kitâbu'ş-Şi'r ve'ş-Şuarâ: 173,Ley-den 1902 tab'i) (M)
[364] Diğer bir nüshada : " ...rastladım".
[365] İBNU MACE: 36 / 16.
[366] HAN: 2 / 369;4 / 193.
[367] Bkz:s.l69 ve dipnotu
[368] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 444-448.
[369] BUH; 57 / 1 ; 64 / 14.
[370] Krş.hmu Sa'd: 8 / 17,18
[371] Bkzrs.lOlve dipnotu
[372] Bornoz : Başlılıkh elbise
[373] Diğer bir nüshada:...dağların tepelerinde...
[374] Bkz: İslâm Ansiklopedisi: 2 / 567 "Beseniye "maddesi (M)
[375] İhnu Sa'd : m / l,s: 136.
[376] Esad Efendi nüshasında :".. J\bbas da kalanı alacaktır." şeklindedir. (M)
[377] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 448-455.
[378] Krş-BUH: 67 / 22
[379] BUH: 52 / 7;67 / 22
[380] HAN: 6 / 39,356.
[381] Krş.BUH: 67 / 22
[382] Bk«:İbn Sa'd.m .85.
[383] Matbu nüshada " qutile (öldürüldür yerine "kîİe ( de-nİldi) " şeklindedir ki yanlışlığı açıktır. (M)
[384] Matbü nüshada "aleyhi" denmektedir ki yanlış-tır .Doğrusu Reîsu'l-Kuttâb nüshasında olduğu gibi " aleyhâ " olacaktır. (M)
[385] İCrş.EBÛ DÂVUD: 38 / 3 (4 / 169,170)
[386] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 455-461.
[387] Süt kardeşliğinin tahakkuk etmesi için. (M)
[388] HAN: 5 / 13l,132,183;6 / 269
[389] BUH: 65/sûre:9,nu:20;HAN: 5/185.
[390] Bkz: s. 134 ve dipnotu.
[391] Kr.Lİsân: 11/207
[392] Kitap kelimesi bilinen kitap olabileceği gibi, yazı yazma manasına da gelebilir. Bu kelimeyi kuttâb (yazanlar) şeklinde okumak da mümkündür. (M)
[393] Krş, BUH; 60/48
[394] Esad Efendi nüshasında: "...Nemrud b.Kenân'ı...' şeklindedir. (M)
[395] BUH: 25 / 67.HAN: 1/3, 79.
[396] Bkz: s.90ve dipnotu
[397] BUH: 86 / 3O.HAN: : 1 / 23.
[398] BUH: 86 / 13
[399] HAN : 1 / 6 ,22,49
[400] HAN: 1/46.
[401] BUH: 97 / 50.HAN: 2 / 251,316,413;3 / 40,127.
[402] DÂRIMİ : 1 / 45.
[403] Muhammed b.İshak.Ebû Abdullah .Kısaca İbnu İs-hak diye meşhurdur.İsiâmın ilk tarihçisidir.Eseri bize kadar henüz tam olarak intikal etmemiştir. İbnu îshak'ın iki cildlİk eserinin yarısına kadar olan bölümü Prof .Dr.Muhammed Ha-midullah tarafından 1396 / 1976' da Rabat (Fas) da neşredilmiştir." Kitâbu'l-Magâzî" adlı bu eseri.bize üzerinde işlenmek suretiyle İbnu Hişâm tarafından da nakledilmiştir. İbnu Is-hak'ın "Kitâbu'l-Mubtedâ" veya "Mubtedâ el-halk" veyahutta "Kitâbul-mebde' ve kısas el-Enbiyâ" adlı bir eseri daha olduğu zikredilmektedİr.Enes b.Mâlik ve Saîd b.el-Museyyible görüşmüştür. (Bkz: İslâm Ansiklopedisi : 5 / 2-s : 757; Tchzib: 9 / 38-46 ) (M)
[404] Büyük iki küp .(M)
[405] Burada Hişam'ın itirazı yerinde değildir.Zira Ibnu Is-hak'ın Fâtıma b.el-Munzir'den ,perde arkasından veya yazışma (kitabet) sureti ile rivayette bulunmuş olması mümkün-dür.Bu meselenin daha geniş izahı için bkz: (Tehzîbu't-Tehz-îb: 9 / 40-41-42- 43-45-46 ) (M)
[406] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 461-469.
[407] HAN: 3 / 286 .
[408] Bkz: s .101 ve dipnotu.
[409] Şair.Kendisim aşkın öldürdüğü âşıklardan biridir. (Kitâbu'ş-Şi'r ve'ş-Şuarâ : 394,Leyden 1902 tab'ı) (M)
[410] Kitâbu'ş-Şi'r ve'ş-Şuarâ : 395 Leyden 1902 tab'ıIM)
[411] A.g.e. 358
[412] A.g.e : 360 (Leyden 1002 tab'ı) (M)
[413] Anlaşıldığına göre Hind.tm şairin yakınlarından "yle evlenmiş ;dolayısıyla şair de onun akrabalarından biri ve Hind'in visali kendisi için imkânsızlaşmıştır .Nasıl kını.kılıcı korursa,ben de akraba olduğum için Hind'i yn bir kın'a be nZedim.de m ek olur.Yay ve oklan elinde.şaşkınlıktan kinaye dir. Çünkü kılıç kullanılacak bir y rde yay ve ok kullanmak ancak şaşkınlıkla olur.
[414] Asâ ile mızrak arasındaki bir büyüklükte ucu de- baston..
[415] Kitâb-ı Mukaddes :Tekvîn; 37 / 12-36
[416] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 469-476.
[417] BUH: 34 / 113:37 / 20.HAN: 2 / 287,347,382.
[418] Zemmâra: remz'den remmâze de denmiştir .Remz ise kaş göz ile veya dudak ile işaret edilmesidir ki.fahişeler böyle yaparladı.Sa'leb "Zemmâr.güzel fahişe'ye denir.ez-zemmîr de güzel oğlan demektir." demiştir.el-Ezherî de,Rasûlullahın şarkıcı kadını kasdetmiş olması da muhtemeldir." demiştir. "Ğmaun zemîrun" denilir ki güzel şarkı demektir.Bir kimse şarkı söyledği zaman da "zemera" denir.-Nihaye'den-
[419] Tâc : 3 / 240 İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 476-478.
[420] Cerhed b.Rizâh b.Adiyy el-Eslemî ,Ebû Adirrah-man.Ehli suffa'dan İdi.61 senesinde vefat ettiği söylenir. (Bkz: Tehzîbu't-Tehzîb: 2 / 69 ) (M)
[421] Krş,HAN: 1 / 71.
[422] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 478-480.
[423] TIR: 7 / 96.
[424] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 480-481.
[425] HAN: 2 / 8,33
[426] Yani uğurlu (meymûn) kelimesi "yemîn (sağ) " kelimesinden, uğursuz (meş'ûm) kelimesi de" şimal (Şu'm) " kelimesinden alınmadır. (M)
[427] en-Nihâye'de: elcedef,Yemen'de yetişen bir bitkidir ki,onu yiyen susamaz.Onun .üzeri açık bırakılan içecek ve diğer şeyler olduğu da söylenmiştir,Müellif "Ğarîbul-Hadîs"inde şöyle demiştir:"Cedefİn aslı kesmek demek-tir.Burada içeceğin .köpük, pislik gibi atılan kısmı kasdedil-miştir.Sanki bunlar içecekten kesilmiş ve atılmış gibidir, el-Herevî'de bu şekilde söyle mistir.-Musahhih- Hadis için bkz:Lisân : 10 / 367 (M)
[428] HAN: 6 / 439,464.
[429] Yani şeytamn,bkz:BUH: 33/ 8,11,12;59 / 11;93 / 21 ,HAN:3 / 156.285,309; 6 / 337.
[430] Krş,HAN: 1 / 105,119
[431] BUH: 77 / 33.HAN: 1 / 71,81
[432] İbrâhim b.Edhem olabilir.Te'vil'in fransızca raü-tercimi.İbrâhim en-Nazzâm olabileceğini söylemektedir. (BkzrLe Traite des divergences du hadith : 362) (M)
[433] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 481-485.
[434] HAN: 4 / 249.251.
[435] BUH: 76 / 4 ; MUS: 39,es Selâm, 26,hadis no: 2205
[436] Kitâbu'şŞi'r ve'ş-Şuarâ :72 (Leyden 1902 tab'ı) (M)
[437] eş-şukââ: Köken 'in çiçeği.Bazılarına göre bir dikenli ottur ki,güz mevsiminde sahralarda rüzgâr önünde yuvarlandığı için farsçada "Bâd-averd" derler.Bittiği yerde iki dirsek uzunluğunda o otun gövdesi olur.Içi boş tüylüce yaprağı ve tepesinde dikenli başı içinde kızılca ufak çiçeği olur.Ta-bibler katında kabız yapıcı ve kuratucudur.Müfredİ ve cem'î birdir.Lâkin Sibeveyh.mtifredi şukâât'dır der.(Ahterî kebîr'den sadeleştirilerek ) (M)
[438] Kitâbu'ş-Şi'r ve"ş-Şuarâ : 208 (Leyden 1902 tab'ı)(M)
[439] BUH: 76/1 ,HAN: 1 / 377,413;3/ 156;4 / 278.
[440] Âyet.metİnde "kulu min tayyibâti mâ kesebtum" şekündedir.Bu şekilde bir âyet bulamadık .Ancak "kulu" yerine "enfikû" fiili konmuş şekliyle mevcuttur ki,meâlini yukarıda verdik. (M)
[441] Bir devayı mürekkep (bileşik) tir ki.Mağnîs hakim ihtira (İcad) edib,Andromax (Andromachus) nâm hakîm-i kadîm ona yüan etlerim ilâve eylemekle tekmil (mükemmel) eylemiştir.Ve ondan garaz ve maÇlub.o yılan etleriyie kâmil olmuştur.Tiryak ismini veren merkum ( Andromax) dur.Ze-hirli haşerât sokmalarına iyi gelir. (Bkz: Kamus tercemesi: 3 / 796 ) (M)
[442] HAN: 2 /167.223.
[443] Bkz:s. 358 ve dipnotu.
[444] Arapçayı diğer dillerden üstün gören bu anlayışın Kur'an ve sünnet'in ruhunun telkin ettiği ırk ve dillerin nrensihine uvmadığinı sövlemek gerekir. (Mİ
[445] HAN: 5/211
[446] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 485-491.
[447] HAN: 3 / 277
[448] BUH: 74 / 16.
[449] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 492-493.
[450] EBÛ DÂVUD: 1 / 34.35.HAN: 1 / 235.
[451] İki büyük küp demektir.Tahminen 95 kg. suya tekabül eder. (M)
[452] HAN: 2 / 12,23.26.
[453] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 493-494.
[454] EBU DAVUD: 5 / 23.HAN: 1 / 280;2 / 97.
[455] A.g.e: 5 / 23 (2 / 153)
[456] A.g.e :5 / 23 (2 /153) ,Krş, BUH:25 /31.33.
[457] BUH: 2S/ 33,34.
[458] Krş,MUS:15 / 17 (Hadis nu: 129) İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 494-495.
[459] HAN:1 / 294;2 / 222
[460] MUS ,39 es-Selâm.21, hadis no: 2198 (İV/ 1726) Krş, BUH: 76 / 35.
[461] Keler cinsinden.üzerİ benekli zehirli bir hay-van.(M)
[462] Tinnîn.büyük yılan demektir.Şam nüshasında böyledir.Diğer iki nüshada ise tinnîn yerine "el-bîş" vardır.Bu iki nüshanın birinde bîş'in açıklaması vardır:"Agır bir ot" Kamus' da ise: el-bîş,zencefil gibi bir ottur.Yaş ve kuru olur.Bazan içinde her hayranı öldürebilen bir zehir bulunan ota da denir.Bunun panzehiri blş faresi ve bıldırcındır ki.ikisi de bu ot ile beslenirler fakat ölmezler.Misk ilâcı da fayda verir. (el-Bîş : Düğün çiçeğigillerden uzun saplı ,koyu mavi çiçekli bir bitki ki,yapraklan ve kökü çok zehirli olur.-Arapça -Türkçe büyük lügat: 176) (M)
[463] Hkçağ felsefesine göre tıb ve benzeri ilimlerin de felsefe içersinde mütâlea edildiği tekrar hatırlansın .(M)
[464] Hz.Ali'nin a sh abında n.Bkz:el-Muğnî fî'd-du'afâ, 11.783. (M)
[465] el-Ferrâ (Ebû Zekeriyyâ ed-Deylemî J Kûfell meşhur filolog. el-Kisâî'nin talebesİdir. "Hudûdu'l-i'râb" ve "Maâ-ni'1-Kur'ân" adlı eserleri yardır (Bkz: Keşfu'z-Zunûn: 1 / 635; 2/1730) (M)
[466] Diğer iki nüshada:" zarar vermek".
[467] HAN: 3/118, BUM: 16/11
[468] Bkz: 2.12
[469] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 495-502.
[470] Madisçilere tanınmıyor. (Bkz: Tcnzîlut't-Tehzîb: 12/113) (M)
[471] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 502-504.
[472] BUH: 6/5
[473] BUH: 6 / S.HAN: 6 / 336.
[474] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 504-505.
[475] HAN: 4/10
[476] Geniş tafsiât için bkz: İslâm Ansiklopedisi :5 / l,s: 18.Halk arasında Haccac-ı zâlim olarak meşhurdur. (M)
[477] Rum diyarında bir geçit adı .Bkz: Mu'cemu m'a'sta'cem.III.lOSO. (M)
[478] Kitab-ı Mukaddes: Tekvin; 41/1-7
[479] el-Asmaî'nîn talebesi .(M)
[480] BÜH: 91 / 26.HAN: 2 / 269,395
[481] Ebul-Mikdâm .Sabit b.Hürmüz'ün bu zat olması muhtemeldir. (Bkz: Tehzîbu't-Tehzîb : 2 / 16 (M)
[482] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 505-508.
[483] BUH: 19/18
[484] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 508-510.