40-Dediklerine  Göm; Aklın Ve Düşüncenin  Delillerinin Yalanladığı Bir Hadis.. 3

41-Dediklerine   Göre  Birbirini Nakzedip Reddeden İki Hadis... 6

42-Dediklerine  Göre Birbirini Reddeden.Çeüşik İki Hadis.... 7

43-Dediklerine  Göre Birbirini Reddeden Çelişik  İki  Hadis... 7

Dediklerine Göre Üzerinde İttifak Edilmiş Olan .Fakat Kur'an'ın İptal Ettiği Veya Hâriciler Tarafından Delil Olarak İleri Sürülen Hükümler:(44,45 Ve 46}. 8

44-Dediklerine   Göre Recm Hakkın Da.Kur'an'ın Reddettiği Bir Hüküm... 8

45-Dediklerine Göre Vasiyet Hususunda Kur'an'ın Reddettiği Hüküm.. 9

46-Dediklerine Göre Nikâh Hususunda .Kur'an'ın Reddettiği Bir Hüküm: 9

47-Dediklerine Göre,Cuma Günü Gusletmek Hakkında Tutarsız Bir Hüküm.. 11

48-Dediklerine Göre Tecrübe1 Nın Yalanladığı Bir Hadis... 12

49-Dediklerine Göre Kur'an'ın Nakzettiği Bir Hadis... 13

50-Kur'an'ın Ve İcmâin İptal Ettiğini Söyledikleri Bir Hadis... 13

51-Dediklerine Göre Sonu.Baş Tarafını İptal Eden Bir Hadis.... 13

52-Dedıklerıne Göre Kur'an'ın Ve Aklın Yalanladığı Bir Hadis... 13

53-Dediklerine Göre Kur'an1 İn Ve Aklî Delillerin Yalanladığı,Teşbih İfade Eden Bir Hadis.... 15

54-  Dediklerine Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis... 16

55- İddialarına Göre Teşbih (Anthropomorphism) İfade Eden Bir Hadis... 16

56-  Dediklerine Göre Teşbih (Anthropomorphism) İfade Eden Bir Hadis... 16

57-Teşbih İfade Eden Bir Hadis... 17

58- Dediklerine Göre Teşbih (Anthropomorphism) İfade Eden Bir Hadis... 17

59-Iddıalarına Göre Teşbih İfade Eden  Bir Hadis.. 18

60-Dedıklerıne Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis.. 18

61- İddialarına Göre Teşbih  İfade Eden Bir Hadis... 19

62-Dedıklerıne Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis... 20

63-Dedıklerıne Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis. 21

64- İddialarına Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis ... 21

65-Dedıklerıne Göre Icma Ve Kur'an'ın İptal Ettiği Bir Hadis... 22

66-Çeuşkili Olduğunu Söyledikleri İki Hadis... 22

67- Çelışıkılı Dedikleri Ikı Hadis... 22

68-Dediklerine Göre Akıl Ve Mantığın Yalanladığı  Bir Hadis... 23

69- Dediklerine Göre Rafızîlerın Muhammedin (S.A.V) Ashabını Tekfir Etmede Delil Olarak Kullandıkları Bir Hadis... 25

70-Kader İle İlgili Bir Hadis... 26

71-İddialarına Göre Düşüncenin (Nazar) Yalanladığı Bir Hadis... 26

72- Namaz Hakkında T Dediklerine Göre Çelişkili Hadisler... 27

73- Abdest Hakkında Güya Çelişkili Hadisler... 28

74-Dediklerine Göre Çelişkili İki Hadis... 28

75- Dediklerine Göre Oruç Hakkında Çelişkili İki Hadis... 28

76-Oruç Hakkında Çelişkili İki Hadis. 29

77- Dediklerine Göre Akıl Ve    Düşün Cenin (=Nazar) İptal Ettiği Bir Hadis... 29

78- Dediklerine Göre Kur'an"In İki Yönden Yalanladığı Hadis... 30

79-Dedıklerıne Göre Aklın Ve Düşüncenin (Nazar) İptal Ettiği Bir Hadis.. 33

80-İddialarına Göre, Düşüncenin Yalanladığı Bir Hadis... 34

81-Dediklerine Göre Kur'an'ın Yaratılmış Olduğuna Delalet Eden Bîr Hadis... 35

82-Îcmâ'a Aykırı Olduğunu Söyledikleri Hadisler... 36

83-Müşriklerın Çocukları Hakkında İki Farklı Hadis.. 37

84- Dediklerine Göre Bir Kısmı Dıgerı-Ni Nakzeden Bir Hadis... 37

85-Dedıklerıne Göre Düşüncenin Yalanladığı Bir Hadis... 39

86- İddialarına Göre Teşbih (=Anthropomorphism) E Dâir, İcmâ'ın Ve Kur'an'ın Yalanladığı Bir Hadis... 40

87-Dediklerine Göre Düşüncenin Yalanladığı Bir Hadis... 42

88- Dediklerine Göre Düşüncenin Yalanladığı Bir Hadis... 43

89- Çelişkili Dedikleri Hadisler.... 46

90-Çelişik İki Hadis... 46

91- Çelişik Dedikleri Hadisler... 47

92- Çelişkili Dedikleri Hadisler 50

93- Dediklerine Göre Kur'an'ın Nakzettiği Bir Hadis ... 51

94- Dediklerine Göre Çelişkili Hadisler.. 53

95- Dediklerine Göre Kur'an'ın Ye Aklın Delillerinin (Huccetu'1-Akl) Reddettiği Bir Hadis... 55

96- Dediklerine Göre Aklın Delilleri (Huccetu'1-Akl) Tarafından Reddedilen Bir Hadis ... 57

97- Dediklerine Göre Aklın Ve Mantığın İptal Ettiği Bir Hadis... 59

98-Çelişik Dedikleri İki Hadis... 59

99, Dediklerine Göre İcma'ın Ve Kur'an1 İn İptal Ettiği Bir Hadis... 60

100- Dediklerine Göre Aklın Delillerinin (=Huccetu'l-Akl) İptal Ettiği Bir Hadis... 60

101- Dediklerine Göre Çelişik İki Hadis... 62

102- Dediklerine Göre Su İçme Hakkında İki Çelişik Hadis.. 63

103 - Necis (=Pis) Hale Gelen Sular Hakkında Güya Çelişik İki Hadis... 64

104 - Hacc İle İlgili, Çelişik Gördükleri İki Hadis : 64

105- İddialarına Göre Akun. Dedillerinin (=Huccetu'l-Akl) İptal Ettiği Bir Hadis... 65

106- Alışveriş Hakkında Çelişik Ol Ouklarını Söyledikleri İki Hadis. 67

107-Hayız Hakkında Çelişik Dedikleri İki Hadis... 67

108- Aklın Delillerinin (Hucçetu'1-Akl) İptal  Ettiğini  Söyledikleri  Bir   Hadis.. 68

I09-Düşüncenin Ve Aklın   Yalanladığını Söyledikleri   Bir Hadis. 68


40-Dediklerine  Göm; Aklın Ve Düşüncenin  Delillerinin Yalanladığı Bir Hadis..

 

İDDİA:Rasûlullah'a büyü yapıldığını;büyü yapmada kullanılan şeyin Zûervân (veya Zervân) [1]kuyusuna konulmuş olduğunu,Hz.Ali'nin onu kuyudan çıkardığını ve büyü yapılan her bir düğümü çözdüğü zaman Rasûlullahın.genç bir de­veden daha çevik imişçesine kendisinde bir hafif­lik hissettiğini [2]rivayet ettiniz.

Bu Allah'ın peygamberi (S.A.V) için caiz değil­dir. Çünkü sihir küfürden ve dediklerine göre şeyta­nın işlerinden bir iştir.

Allah'ın onu korumasma,melekleri ile ona doğ­ruyu göstermesine ve vahyi şeytandan muhafaza et­mesine rağmen;sihir Rasûlullaha nasıl tesir edebi-lir?Allah (C.C) Kur'an'ı kasdederek,"Ona ne önünden ,ne ardından (hiçbir sûretie) bâtıl yaklaşamaz."(41.Fussılet:42) buyurmuş tur .Ve siz buradaki bâtıl'ın,şeytan olduğunu iddia ediyorsunuz.

Yine Allah/'O bütün gaybı bilendir.Gayba dair ilmini ise,kimseye açmaz.Ancak bir peygamber olarak seçtiği müstesnadır.Çünkü Allah,peygam­berin önünden ve ardından muhafız melekler ta­yin eder [de onu korurlar)." (72.el-Cinn:26,27) bu­yurmaktadır. YanirOnun önüne ve ardına melekler­den muhafız tayin eder.Melekler onu muhafaza eder,şeytanın,aslında olmayan birşeyi sokuşturma­sından vahyi korur.

(Akılcılar) Sihir hakkında onun.kişiyle kardeşi­nin arasını açan,adamı karısından ayıran,tılsım ve asılsız şeyler kabilinden bir hile olduğunu söyledi­ler .Ve dediler ki:Bu (sihir) okuyup üflemeden ibarettir.Zehir[3] de bir tür büyüdür,zehir adama içirilir ve onu kadınlardan uzaklaştırır .Adamın şeklini şemaili­ni bozar.saçının sakalının dökülmesine sebep olur.

Keza Firavun'un sihirbazlarının,Musa'ya (A.S) gösterdikleri şeyi,ona hakikatmış gibi.hile ile göster­diklerini söylediler.ve,"Bunun gibi,biz cıvayı ahnz.ve onu yılan şeklindeki bir kaba boşaltırız.Sonra sıcak bir yere onu salarsak,cıva yılanın kıvrılıp gittiği gibi kıvnla kıvnla gider." dediler.

Dediler ki:Bunun (sihrin) bir hile olduğunun bir delili de,"Bir de ne görsün! Onların ipleri ve sopala­rı,yaptıkları sihirden ötürü,kendisine koşuyor­muş hayalini verdi."(20.Tâ-Hâ::66) âyetidir.Bu sa­dece bir hayaldir. (Öyle gösterme öyle hayal ettirmedir Hakikatta ise, ortada birşey yoktur.

Allâhu taâlânın ve Süleyman'ın (A.S) salta­natı aleyhine,şeytanların okudukları şeye (sihre) tâbi oldular.Süleyman sihir yapıp kâfir olmadı.Fa­kat şeytanlar.insanlara sihir öğrettiklerinden kâfir oldular.Bâbildeki,Hârut ve Mârut isimli iki meleğe indirilen şeyleri (-mâ unzile alâ'l-melekey-ni) öğretiyorlardı." (2.el-Bakara:102) âyeti hakkında da "mâ '"nın nefy manasına olduğunu yani,iki (mele­ğe) sihir indirilmediğini söylediler.el-melekeyni (=iki melek) kelimesi de.Lam'ın kesresi ile "el-melikeyni (=iki sultan) dir, dediler.el-Hasen el-Basrî'n in (22-110) [4]de, bu kelimeyi böyle (kesre ile) okuduğu­nu ve "Bâbil halkından iri ve kuvvetli iki adamdır." de­diğini zikrettiler.

CEVAB:Biz deriz ki: Bu fikirleri kabul eden-ler,muhakkak ki Müslümanlara,Yahûdilere,Hrisü-yanlara ve bütün Ehl-i Kitâb'a muhaliftirler.Bütün ürnmetlere;Hindlilere-ki onlar üfürükçülüğe,nazar-uk ve muskaya en fazla inanırlar-,Rumlara.Cahiliyye devrindeki ve İslâm'daki Araplara da muhaliftir-ter.Kur'an'a aykırı olduğu tevil götürmez (şekilde acıktır.)Çünkü Allah (Azze ve Celle) Rasûlüne,"De ki:Sığımnm ben karanlığı yarıp sabahı ortaya çı­karan Rabbe.Yarattığı şeylerin fenalığından. Ka­ranlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden.(Büyü yapmak İçin) düğümlere üfleyip tüküren kadınla­rın şerrinden." (H3.el-Felak:l-4) buyurmuş ve bize .sihlrbazlann-okuyup üfleyenlerin ve (nazarlık taka­rak Jkötülükten korunmak için okuyanların tükür(üp üfle)dikleri gibi-düğümledikleri bir düğüme üflediklerini haber vermiş, bildirmiş tir.

Kureyş,sihre,el-ıdah derdi.

Rasûlullah da el-âdiha'ya ve el-musta'dıha'ya lanet etmiştir.(Rasûlullah )el-Âdıha ile.sihir yapanı; el-musta'dıha ile de sihir yaptıranı kasdetmiştir.

Şâir de sihribazlan kasdederek:

"Sihirbaz düğümlerine (=ukadu'l-âdıhî ve'l-mu'dıh) üfleyen kadınlardan Rabbime sığınnırım." demiştir.

İbnu Numeyr-Hişâm b.Urve'den.o da babasın­dan ,o da Âişe'den (R~A) -ki bu sened sahih ve makbul bir isnaddır.-kendisine büyü yapıldığı zaman Rasû-lullah,"Bana iki adam geldi.Biri baş taranma.diğeri de ayaklarımın ucuna oturdu.

Birincisi:(Bu) adamın derdi nedir? dedi. İkİncisİ:(Ona) sihir yapılmış! dedi... Birincisi:Sihri kim yapmış? dedi. İkİncisi:Lebîd b. el-A'sam (yapmış) ! dedi.

Birincisi:Neyin içersine yapmış (sihri)? de­di.

İkincisİ:Taraktsaç ve erkek hurmanın kapçı­ğı İle (yapmış)! dedi.

Birincisi:Şİmdi nerede o (bü­yü yapılan şeyler)? dedi.

İkincisi:Zû Ervân kuyusunda! dedi." buyur­duğunu rivayet etti. [5]

Bu (hadis) insanların onun vasıtasıyla kendile­rine bir menfaat celbettikleri ve kendilerinden bir za-ran defettikleri birşey değildir ki bununla Rasûlulla-ha medhu senâ'da bulunmuş olsunlar.Bu hadisi nakledenlenyalancı,itham olunan ve Rasûlullaha karşı düşmanlık eden kimseler de değildirler.

Yahudiler ondan önce Zekeriyyâ b.Âzen'i (A.S) bir ağaç içersinde öldürmüş,onu testere ile parça par­ça doğramışlarken;bu yahudi Lebîd b.eî-A'sam'ın Rasûlullaha sihir yapmış olması yadırganamaz.

Vehb b.Munebbih'in (34-114,6) [6]anlattı­ğına göre Zekeriyyâ (AS) testere,kaburga kemiklerine vardığında inlemiş.Bunun üzerine Allah (C.C) ona;"İster inlemeni (acını) dindireyim,istersen yeryü­zünü ve üzerindekiler! helak edeyim." diye ona vah-yetmiş.

Ondan sonra Yahudiler, oğlu Yahya'yı (A.S) ken­dilerini kandıran fahişe bir kadının sözüne bakarak öldürmüşlerdir. [7]

Yahudiler (îsâ) Mesih'i (A.S) öldürdüklerini ve çarmıha gerdiklerini iddia etmişledir.Eğer Allah (C.C),"Onu öldürmediler.asmadılar da.Fakat ken­dilerine bir benzetme yapıldı.(Onlardan biri îsâ şeklinde kendilerine gösterildi ve bu adam öldü­rüldü)» (4,en-Nisâ: 157) buyurmasaydı;biz,başka biri­nin isa'ya (A.S) benzetildiğini bilemezdik.Çünkü Ya hudiler onun düşmanıdırlar .Yahudiler bu iddiada bulunuyorlar,Hristiyanlar   da   onların   dostları olup,onların bu iddialarını kabul ediyorlar..

Keza Peygamberleri Öldürmüşler, onlan ateşte yakmışlar ve çeşitli işkenceler yapmışlardır.Eğer Allah(C.C) dileseydi,onları bütün bunlardan korurdu.

Rasûlullah da,kızartılmış bir koyun kolu ile zehirlenmiştir.Onu.bir Yahudi kadın zehirlemiş ve zehir,Rasûlullah Ölünceye kadar tesirini nöbet nö­bet devam ettirmiştir. [8]

Rasûlullah (S.A.V) (bu hususu kasdederek),"Hayber lokması [o zamandan beri) beni zehir leyegeldi.îşte şimdi bu an,haya t damarının kesil­me vaktidir. [9] demiştir.

Burada Allah,Yahudi kadınına,Rasûlullahı ze­hirleme fırsatı vermiş ve neticede kadın.onun ölümü­ne sebep olmuştur.

Bundan önce ise.Allah onların Peygamber'i (S.A.V) [10]öldürmelerine fırsat tanımamıştır. (?)   

Sihir ise;öldürmekten ,ateşte yakmaktan ve işkence etmekten daha hafiftir.

Eğer(akılcılar) bunu sadece;Allah ne Peygambe-s re (S.A.V),ne de diğer peygamberlere şeytanın musal­lat olmasına müsaade etmeyeceğinden dolayı inkâr ediyorlarsa;onlar Kur'an1 daki"Biz senden evvel hiç­bir rast,hiçbir nebî göndermedik ki,o (birşey) ar­zu ettiği zaman şeytan onun dileği hakkında İlle (bir fitne meydana atmış olmasın!" (22.el-Hacc:52)âyetini okusunlar.Yani:Rasûlullah Kur'an okuduğu zaman şeytan,bazı şeyleri karıştınp,Kur'an' dan birşeymiş gibi göstermek istediği zaman, (yani) namazda,"İşte yüce garânîkler.Muhakkak onların şe-faatları umulur." sözünü,Rasûlullahın lisanına ka-nşürdığı zaman[11]onu teselli etmek için (bu âyeti in­dirmiştir).. Şu kadar ki şeytan, Kur'an'a ne birşey ilâve edebilir ne de birşeyi eksiltebilir.

Allah'ın (yukarıdaki âyetin devamında) ,"Bunun üzerine Allah.Şeytamn bıraktığı (ilkâ ettiği) fitne­yi   giderir.Sonra   da   Allah   âyetlerini   tesbit

eder,kuwetlendirİr."(22.el-Hacc:52) buyurduğunu (hiç) duymadın mı? Yani:Şeytanın ilkâ ettiği şeyi ibtal eder, demektir.

Bundan sonra da,tf(Allah'ın şeytana İmkân ve­rip de sonra fitneyi gidermesi) şeytanın atacağı fit-neyi.kalblerinde bir maraz bulunanlara bir imti­han vesilesi yapmak içindir." (22.el-Hacc:53) bu­yurmuştur.

İşte,"Ona (Kur'an'a) ne önünden,ne ardından (hiçbir suretle) bâtıl yaklaşamaz." (41.Fussılet: 42) âyeti de böyledir.Yani şeytan ne başlangıçta ne de sonra.Kur'an'da bir ilâve yapmağa kadir olamaz,de-mektir...

EBÛ MUHAMMED:Bana Ebû'l-Hattâb tahdis et­ti (ve) dedi:Bana Bişr b.el-Mufaddal Yunus'dan.o da el-Hasen (el-Basri)'den haber verdi.(el-Hasen) Cibril.bana geldi ve "Cinlerden bir ifrit sana kötülük yapmayı planhyor.Sen yatağına uzan­dığında 'Allâhu lâ ilahe illâ huvel-Kayyûm" de",ve âyetu'l-kürsîyi   sonuna  kadar  oku!"buyurdu" [12]demiştir.                                                      

Allahu taâlâ.Eyyûb'un (A.S),"Gerçekten şeytan beni zorluk ve musibete uğrattı." (38.Sâd:dediğini de (Kur'an'da) hikâye etmiştir.

EBÛ MUHAMMED :Musâ'nın (A.S) gördüğü si­hir hakkında.bu bir hayal (öyle gösterme,zannettir­me) dir,hakikatta öyle bir şey yoktur,demelerine ge-lince:Bunu biz inkâr da etmiyoruz, red de etmiyo-ruz.Biz katiyetle biliyoruz ki.bütün mahlûkatın hep-si.bir sinek yaratmak için biraraya gelseler,yine de buna güç yetiremezler.Şu kadar ki,o hayalin (hayal olunan şeyin) onların iddia ettikleri gibi,yılan gömle­ğine cıva koyarak haraket ettirmek suretiyle mi.yoksa başka bir şekilde mi olduğunu bilmiyoruz.Bu işin ha­kikatini ancak sihirbaz olan veya bu hususta sihir­bazlardan birşeyler dinlemiş olanlar bilebilir.

Onların (akılcıların)"...ve Süleyman'ın salta­natı aleyhine, şeytanların okudukları şeye (sihre) tabi oldular." (2.el-Bakara:lO2) ve"...Babil'deki iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı."(2.el-Bakara:102) âyetleri hakkında,bunların tevili şudur: "Ba-bil'deki iki meleğe (birşey) indirilmedi" demektir." de­melerine gelince:Bu,onlann muhal ve ters tevillerin­den daha az yadırganır birşey değildiriÇünkü Ba-bil'deki iki meleğe birşey indirilmedikten sonra.bu sö­zün söylenmesi lüzumsuz ve manasız olmuş olur.

Bir kimse ancak şunu iddia ederse onların bu tevilleri caiz olabilir. :Yani sihir.bu iki meleğe indiril miştir;bu takdirde de mesele evvelce anlatıldığı gibi olur.Yahut da aksine bir delil olur ki-dedikleri gibi iki meleğe sihir indirilmemişse-.Allah, "Ona tabî oldular" buyururdu....

Bunun misali .durup dururken "allemtu ha-za'rracule'l-Kur'âne ve mâ unzile alâ Musa (= Bu ada­ma Kur'an'ı ve Musa'ya indirileni (Tevrat'ı) öğrettim." denilmesidir.Bu sözü işiten kimse buradaki "mâyı.nefy manasına alıp da senin,"Kur'an Musa'ya indi­rilmedi, "demek istediğini aklına getirmez.Çünkü bu sözden önce birisi."Kur'an Musa'ya indirilmiştir."dememiştir.Bu özü işitenin aklına sadece senin o ada­ma Kur'an'ı ve Tevrat'ı öğrettiğin gelir.

Bu âyetin tevili (yorumu) İse bizce,bu hususta rivayet edilen bir haber ile açıklanmıtır. İbnu Abbas'm anlattığına göre bu haber -özet olarak şu-dur:Süleyman (A.S) cezalandırıldığı ve saltanatının başına bir şeytan geçirildiği zaman;sihir,muska vetıl­sım yoluyla şeytanlar, onun hazinesine,musallâsınm olduğu yere defnedilmişti.Süleyman (A.S) vefat edince,şeytanlar insanlara gelir, "Biz size rüzgârları ve cin­leri Süleyman'ın emrine verdiren,insanları ona boyun eğdiren şeyi haber verelim mi?" derler.İnsanlar da:"Evet" derler.Bunun üzerine Süleyman'ın musal lasına ve tahtının olduğu yere varırlar ve sihri oradan Çıkarırlar.

Bunun üzerine İsrail oğullarının âlimleri:"Bu Al­lah'ın dininden değildir.Süleyman sihirbaz değildi." derler.

 însanlarm ayak takımı ise; "Süleyman bizden  âlim idi.O nasıl (sihir) yaptıysa.biz de yapaca-Sjz- (derler.Bu konuda Allahu taâlâ "...ve Süley­man m saltanatı aleyhine şeytanların okudukları

şeye (=mâ tetlu'ş-şeyâtînu) (sihre) tabi oldular."

(2.el-Bakara: 102) buyurmuştur. Yani:Yahudiler,şey. tanın rivayet ettiği (anlattığı) şeye tabi oldular, de-mektir.Çünkü (âyetteki) tilâvet (=okumak) ile rivayet aynı şeydir.

Sonra da (Allah}:"Süleyman sihir yapıp kâfir olmadı.Fakat şeytanlar insanlara sihir öğrettikle­rinden kâfir oldular.Hârut ile Mârut İsimli iki me­leğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı." (2.el-Bakara:102) buyurmuştur.

Bunlar iki melek idi .Âdem oğullan günah işle­dikleri vakit,insanların aralarında hükmetmeleri için yeryüzüne indirilmiş idiler. Onların ( iki meleğin) kalplerine kadınlara karşı şehvet duygusu konulmuş ve zina etmemek, kimseyi öldüremek ve içki içmemek­le emrolunmuşlardı.Zühre (Venüs) dâvada bulun­mak kasdıyla ikisine geldi.Onlar Zühre'den hoşlandı­lar ve onu arzuladılar.Zühre de onunla göğe çıktıkları ismi (duayı) kendisine öğretmedikçe razı olmadı.On­lar da öğrettiler.Tekrar Zühreyi arzuladılar.Zühre yi-ne,onlar içki içmedikçe razı olmadı. Onlar içki de içti­ler, ve arzuladıkları ihtiyaçlarını giderdiler. Sonra çık­tılar ve bir adam gördüler.Kendilerinin yaptıkları şey­leri görmüştür zannıyla adamı öldürdüler.Zühre,o is­mi (duayı) söyledi ve göğe yükselerek kayboldu .Allah da onu (ceza olarak) akan yıldız haline soktu.Allah iki meleğe de kızdı ve onlara Hârut ve Mârut ismini ver-di.Onlara dünya azabı ile âhiret azabı arasında bir seçme yapmalarını söyledi.Onlar da dünya azabın1 seçtiler.Bu yüzden ikisi, insanlara,kişi ile karısının arasını açan şeyleri öğrettiler[13]

Ehl-i nazar (akılcılar) a göre,Allah'm iki meleğe indirdiği şey-Allah daha iyi bilir-Zühre'nin onunla eöğe çıktığı Ism-i âzâm'dır.Bu iki melek Zühre 'den ve

Allah kendilerine kızmadan önce,bu isimle göğe çıkıyorladı.Zühre o ismi şeytanlara öğretti. Şey tanlar da onu dostlarına öğrettiler. Onlara sihri de öğretti­ler.

Denilir kûSihirbaz bir söz söyler ve yerle gök ara­sında uçar.suyun üzerinde yürür.

EBÛ MUHAMMED:Bana Zeyd b.Ahzem et-Tâî tahdis etti (ve) dedi:Bize Abdussamed haber verdi, (ve) dedi: Bize Hemmâm,Yahya b. Kesîr'den rivayet et-ti.fYahya) şöyle dedi:"Uman âmili (=valisi)Ömer b.Ab-dilaziz'e "Bize bir sihirbaz kadın getirildi.Biz de onu suya attık.fakat suya batmadı." diye yazmış...Ömer b.Abdilaziz de ona:Su konusu bizi ilgilendirmez! Eğer (aleyhinde) açık bir delil varsa (ne âlâ) aksi takdirde bırak gitsin..!" diye cevab yazmıştır.

Yine bana Zeyd b.Ahzem et-Tâî tahdis etti (ve) dedi:Bize Abdussamed haber verdi (ve) dedi:Bize Zeyd b.ebî Leylâ haber verdi (ve) dedi:Bize Amîrafveya Umeyra) b.Şukeyr[14]haber verdi (ve) dedi:Biz Sinan b.Seleme ile Bahreynde idik.Bir sihirbaz kadın getirildi. (Sinan) emretti ve suya aüldı.Kadın suya bat-jnadı.Bu defa kadının idam edilmesini emretti.Biz de Udam sehpası için) bir ağaç yonttuk.

Bu sırada kadının kocası geldi.Sanki yanmış bir Ş1? gibiydi.(Sinan'a):"Ona emret de.benden boşan-!' dedi.Sinan da kadına:"O'ndanboşan!" dedi Fakat) bana bir kapı ve bir İp dedi.Kadm kapının üzerine oturdu.ve ipe okuyup üflemeğe ve onu düğümlemeye başladı.Birden kapı yükseldi ve ikisiyle beraber sağa sola gitmeğe başladi.Kadını ve kocasını yakalamak mümkün ol­madı."

Bize Ebû Hâtim,el-Asmaî'den tahdis etti (ve) de-di:Bana Muhammed b.Muslim et-Tâifî [15]şöyle bir hadis nakletti:"Şeytanlar fizikî yapılannı değiştirme­ğe kadir olamazlar. Fakat sihir ile değişmiş görünür­ler."

Bana Ebû Hatim tahdis etti (ve ) dedi:el-Asmaî Ebû Amr b.el-Alâ'dan naklederek şöyle dedi:"ĞûI (=Dev,gulyabânî) cinlerden bir sihirbazdır."...

Bize Ebu'l-Hattâb tahdis etti (ve) dedi:Bize el-Mu'temir b.Süleyman haber verdi (ve) dedi:Mansûr'u;Rıb'î b.Hırâş'dan ,o da Huzeyfe'den (RA) olmak üzere Rasûlullahın şöyle dediğini zikrederken işittim :(Rasûlullah) demiş ki:Şüphesiz,Deccahn yanında ne bulunduğunu en İyi bilen benim.Onun yanında yakıcı bir ateş ve soğuk sudan bir nehir vardır.Biri-niz onu görürse sakın korkmasın.Gözlerini yum­sun ve ateş olarak gördüğüne dalsın.Çünkü o ateş (aslında ) soğuk sudan bir nehirdir[16]

Yine bana Ebû Hâtim,el-Asmaî'den,o da Ebu'z-Zinad'dan tahdis etti.(Ebu'z-Zinâd) şöyle dedi:Bir ka­dın geldi.Fetva soracakmış.Rasûlullahın vefat etmiş olduğunu gördü.Sadece Rasûlullahın hanımlarından birini buldu.Onun Hz.Âişe olduğu söylendi.Kadın Âişe'ye :"Ey mü'minlerin annesi! Kadının biri bana,

"Sana «kocanın yüzünü sana çevirecek birşey yapma­mı ister misin?" dedi.(el-Asmaî devamla}:Zannederim Ebu'z-Zinâd şöyle devam etti: "Kadın iki köpek getir-di.Birine kendi.diğerine de ben bindim.ve Allah'ın di­lediği kadar gittik.Sonra (büyücü) kadm,diğer kadı-na:"Bâbil'de olduğunu biliyor musun?" dedi.Sonra bir adamın (veya "iki adamın" dedi) yanma gir-dim.Adamlar bana:"Şu külün üzerine işe!" dedi-ler.Ben gittim fakat işeyemeden o iki adamın yanına döndüm.Bana:"Ne gördün?" dediler.Ben: "Hiçbir şey görmedim." dedim.Bana:"Sen daha işin basındasın" dedi!er"Kadın (devam ederek) rTekrar döndüm kendi­mi zorlayarak işedim.Benden peçeli bir süvari gibi birşey çıktı ve göğe yükseldi.Tekrar iki adama dön-düm.Bana:"Ne gördün?" dediler.Ben de onlara (olan­ları) anlattım.Bana:"O (senden çıkan şey) senin ima­nın idi,seni terketti." dediler.Büyücü kadına vardım ve:"Vallâhi o iki adam bana birşey öğretmediler.Nasıl davranacağımı da söylemediler." dedim.Büyücü ka-dın:"Ne görmüştün?" dedi.Ben :"Şunu şunu..." de­dim. O :"Sen araplann en sihirbazı oldun artık sihir yap ve istediğini iste!" dedi.Sonra büyücü,kanallar açü ve 'Tarla ol!" dedi.Bir de baktım ki ekinler salla­nıp duruyor.

Sonra"Olgunlaş!" dedi.Bir de baktım ki ekin ku-rumuş.Büyücü,ekini aldı,kabuğunu soydu,ve bana verdi.Bana :"Bunu öğüt,ondan kavut yemeği yap ve kocana yedir."dedi.Ben ise bunların hiçbirini yapma-dım.Mesele bu dereceye vardı.Tevbe etsem (günahım affedilmiş ) olur mu? dedi.

Kadın,"Emece[17]de oturan Huzâa kabilesin­den, bir adam görmüş ve :"Ey mü'minlerin anası bu adam Hârut ve Mârût'a insanlann en çok benzeyeni

EBÛ MUHAMMED:Bunu İbnu Muleyke'den.o da Âişe'den (RA) olmak üzere,îbnu Curayc da rivayet etmiştir.

EBÛ MUHAMMED: Bu öyle birşeydir ki biz,bun-lara aklî deliller ve kıyas bakımından inanmıyo ruz.Fakat biz, (Mukaddes) kitaplar ve peygamberlerin haberleri ve -Gördükleri ve müşâhade ettikleri şeyler hakkında ancak düşüncenin (aklın) gerekli kıldığı ve kıyasın delâlet ettiği şeye inanan şu adamlar (akılcı­lar) hâriç-ümmetlerin her devirde bunun üzerinde it­tifak etmiş olmaları sebebiyle inanıyoruz.

el-Hasen fel-Basrî'n) in (22-110) [18] (Hârutve Mârut hakkında):O ikisi Bâbil halkından iri ve kuv­vetli iki adamdır." sözüne ve "el-melikeyni (= iki hükümdar)"şeklinde okumasına gelince;bildiğim kada­rıyla, ne Kurrâ'dan ve ne de tefsircilerden hiç kimse,bu hususta ona uymamiştır.Üstelik bu görüş hiç hoş olmayan birşeydir ve açıklama olmaktan da uzaktır.

İki adama.kişi ile karısının arasını ayıran birşey indirilmesi nasıl caiz olabilir?[19]

 

41-Dediklerine   Göre  Birbirini Nakzedip Reddeden İki Hadis...

 

İDDİÂ:Rasûlullahın,"Benden sonra nebi yok-tur.Ümmetimden sonra başka ümmet de yoktur.Helâl;Allah tebarake ve taâlâ'nin benim ağ­zımdan Kıyamet gününe kadar helâl kildığıdır.Ha-ram da .Allah'ın benim ağzımdan Kıyamet gününe kadar haram kıldığıdır, "buyurduğunu [20] rivayet

Sonra da Mesih'in ineceğini ve domuzları öldü­receğini, haç'ı kıracağını ve helâl olan şeyleri arttıra­cağını [21]rivayet ettiniz.

Keza Âişe'den,onun:"Rasûlullah hakkında Hâtemu'l-Enbiyâ (Nebilerin sonuncusu) deyiniz.On-dan sonra nebi yoktur,demeyiniz. [22] dediğini riva­yet ettiniz.

Bu ise bir çelişkidir.

CEVAB:Biz deriz ki :Bunda herhangi bir tutar­sızlık veya çelişki yoktur.Çünkü Mesîh (Isâ) geçmiş bir peygamberdir.Allah onu yükseltmiştir ve âhir za-manda,kıyamet alâmeti olarak tekrar indirecektir.Allahu taâlâ:""Gerçek-ten o (isa'nın nüzulü) kıyamet için bir beyandır."(43.ez-Zuhruf:61) buyurmuş-tur.Kurrâ (Kıraat imamların) dan kimisi bunu "Ger­çekten o kıyamet için bir alâmettir." mânasına gelmek üzere (âyetteki ılm'i ,alem olarak) okumuşlardır.

Mesih indiği zaman,Muhammed'in (S.A.V) şeri­atından hiçbir şey neshetmeyecek bilâkis,onun üm­metinden olan imam öne geçecek.Mesîh de onun ar­kasında namaz kılacaktır.

"Helâl olan şeyleri arttıracaktır.." sözüne gelince:Bir adam Ebû Hurayra'ya (RA) "Helâl olarak ancak kadım arttırır.der.O da :"Evet (kasdedilen) budur!" der.Sonra da güler.

EBÛ MUHAMMED :Helâl olan şeyleri arttıracak­tır." sözünden maksad,o bir kimsenin.beş veya altı hanımla evlenmesini helâl kılar demek değildir.Sadece :Mesih (A.Ş) Allah kendini yükseltinceye kadar bir hanımla evlenmemiştir .Allah onu yeryüzüne indirin,bir hanımla evlenir ve bu suretle,Allah'ın ona hela kıldığı şeyler artmış olur...demek istemiştir.

Ve o vakit Ehl-i Kitaptan,Mesih'in Allah'ın kulu olduğunu bilmeyen ve onun beşer olduğunu inanma­yan hiçbir kimse kalmaz.

Hz.Âişe 'nin"Rusûlullah hakkında "Hâtemu'l-Enbiyâ (Peygamberlerin sonuncusu) deyiniz, ondan sonra nebî yoktur." demeyiniz." sözüne gelin-ce:Hz.Âişe (RA) İsâ'nin ineceğini düşünerek bu sözü söylemiştir.Onun bu sözü Rasûlullahm,"Benden sonra nebî yoktur" sözü ile tezad teşkil etmez.Çünkü Rasûlullah: "Benden sonra - Peygamberlerin bir önce­ki şeriatı nesh ederek gönderildiği gibi-benim şeriatı­mı neshedecek (kaldıracak) bir peygamber yoktur." demek istemiş;Hz.Âişe (R.A) de,"Rasûlullahtan sonra Mesih (İsâ) inmeyecek,demeyin." demek istemişür.[23]

 

42-Dediklerine  Göre Birbirini Reddeden.Çeüşik İki Hadis....

 

İDDİÂ Rasûlullahın,borcunun ödenmesi için karşılığını bırakmayan borçlunun cenaze namazı­nı kılmadığını rivayet ettiniz.. [24]

Sonra yine O'nun :"Kim mal bırakırsa ailesi-nindir.Kim borç bırakırsa o(nu Ödemek) benim üzerime (düşer) [25]ve başka bir hadiste:

"Kim bir keli bırakırsa .Allah ve Rasûlüne (bı­rakmış) dır.[26] buyurduğunu rivayet ettiniz. (Keli: Fakir aüeler veya bakacak kimsesi olmayan çocuklar demektir.)

Rasûlullah;borcunu ödemeyi ve ölümünden sonra onun çocuk ve ailesine bakmayı kendine gerek­li kıldığı birinin namazını kılmayı nasıl terkedebilir?

Bu bir çelişkidir.

CEVAB: Biz deriz ki burada-Allah'a hamdolsun-herhangi bir çelişki yoktur.Çünkü borçlu olup (Ölen) ve borcunun ödenmesi için birşey bırakmayan kim­senin cenaze namazını kılmaması;İslâm'ın başlangıcında,ve fetihler genişleyip.kensine ganimet malları gelmeden önce idi.Ve o .böyle davranmakla,borcun hafife alınmamasını ve ödeyemiyecekleri şeyi borç almamalarını kasdetmiştir.Vaktaki Allah kendisine ga­nimet ihsan edip fetihler genişleyince ve ona mallar gelince,fakirler ve çocuklar için ganimetten bir pay ayırmış ve bu paydan, müslümanların borçlarını öde­miştir. [27]

 

43-Dediklerine  Göre Birbirini Reddeden Çelişik  İki  Hadis...

 

İDDİÂ: Rasûlullahm Mâiz'i (R.A) ;zina ettiğini huzurunda dört kere ikrar etmedikten ve her ikra­rında kendisinden yüzçevirmedikten sonra rec-metmediğini.sonra dördüncü ikrarında onu recmettiğini [28] rivayet ettiniz.

Sizin fakihlerinizden bir kısmı bu hadisi kabul ettiler ve: ""Bir kimsenin (suçunu ) ikrarı,aleyhindeki Şahidlerin adedi kadar olmadıkça onu recmetmeyiz." dediler.

Ali b.ebî Tâlib de bu görüşte idi.

Sonra yine rivayet ettiniz ki:İki adam Rasûlullah'a geldi.Birisi şöyle dedi:Benim oğlum bunun yanında işçi i di. Onun hanımı ile zina etmiş. Oğlu­mun bu suçundan dolayı ona.yüz koyun ve bir de köle verdim.Sonra biz ehl-i ilimden bir adama (bu meseleyi) sorduk. Oğluna yüz sopa ve bir sene sür­gün cezası;kadına da recm gerekir." dedi."Rasûlullah (S.A.V):"Nefsim elinde olan (Allah)a andolsun ki aranızda Allah'ın kitabı İle hükmedeceğim:Yüz koyun ve köle sana geri verUmiştir.Oğluna yüz so­pa ve bir sene sürgün cezası,bu adamın karısına da recm cezası!" buyurdu ve aralarında böylece hük­metti.Sonra ;"Gît yâ Un ey s, şunun hanımına! Eğer zina ettiğini itiraf ederse,onu recmet." dedi.Kadın da itiraf etti,o da recmetti.[29]

Halbuki hiçbir kimse.Rasûlullahın bir mecliste hattâ birkaç mecliste "Kadın suçunu dört kere itiraf etsin",dediğini söylememiştir.

Bu ise Mâiz hadisine ayladır.

CEVAB Biz deriz ki burada-Allah'a hamd olsun-herhangi bir tutarsızlık veya çelişki yoktur.Çünkü Rasûlullahm Mâiz'den dört kere yüz çevirmesi,onun zina ettiğini itiraf etmesinden ve Allah'ın örttüğü bir suçu açığa çıkarmasından hoşlanmadığı içindir.Yok­sa huzurunda dört kere suçunu ikrar etmesini istedi­ğinden değil!...

Bir de onun durumunu iyice öğrenmek ve "Aklı yerinde mi,yoksa aklî durumu bozuldu mu?" bunu bilmek istemiştir.Onun durumunu öğrenmek için dört kere itiraf etmesini uygun görmüştür.Eğer iki,üç veya beş , altı kere itiraf etmesini uygun görseydi.bu yine de bağlayıcı bir delil teşkil etmezdi.

Şu rivayet,Rasûlullahın;huzurunda zinanın iti­raf edilmesinden hoşlanmadığını göstermekte-dir:Bu,Mâlik'in,Zeyd b.Eslem'den "Rasûlullah zama­nında zina ettiğini itiraf eden bir adam hakkındaki" ri­vayetidir: Rasûlullah adama yüz sopa vurulmasını emretti ve:"Ey insanlar! Sizin için Allah'ın yasakla­dıklarından vazgeçme vakti gelmiştir.Kim bu pis­liklerden bir iş işlerse,Allah'ın kendi suçunu örttü­ğü gibi o da suçunu örtsün.Çünkü kim bize (kendi­sine ceza verilmesi için) yanağını uzatırsa.biz onun hakkında Allah'ın kitabının gerektirdiği şeyi tatbik ederiz.[30] buyurdu.

Suçunu inkâr edenin durumu hakkında şüphe kalmazsa,bu takdirde itirafın dörtten fazla veya eksik olabileceğine şu hadis delâlet etmektedir:

Yahya b.Saîd ,Hişâm ed-Dustuvâî'den,o Yahya b.ebî Kesîr'den,o Ebû Kılâbe'den (RA] rivayet o Ebu'l-Muhelleb'ten, o da Imrân b.Husayn'dan etti ki: (Imrân b.Husayn şöyle) dedi:Rasûlullah ile beraber-dik.Kendisine.zinadan hamile kalan,Cuheyne ka­bilesinden bir kadm geldi ve:"Yâ Rasûlallah! Ben.haddi gerektirecek bîr günah İşledim.Cezayı bana tatbik et." dedi.Rasûlullah kadının velîsini çağırdı ve kadına iyi bakmasını,çocuğunu doğu­runca kadım kendisine getirmesini emre t ti.Kadın doğumunu yaptı .Bunun üzerine Rasûlullah kadi-na.çocuğu emzirmesini .sütten kesince de kendi­sine gelmesini emretti.Kadın da öyle yaptı.Sonra velîsi kadını getirdi.Rasûlullah emretti .kadının (üst) elbiseleri yırtıldı ve recmedildi.Soma da Samazını kıldı."

Ba hadiste kadının suçunu dört defa itiraf ettiği zikredilmemektedir.[31]Bu ise Rasûlullahm:"Git yâ Uneys! Şunun hanımına! Eğer (zina ettiğini) itiraf ederse onu recmet" dediği zikredilen hadis için (onu destekleyen) bir şâhlddir.

Yine dediğimize diğer bir delil de şudunMâiz b.Mâlik ,recmedildiği vakit buna dayanamadı ve kaç­tı.Buna rağmen onu recmettiler.Rasûlullaha onun acıya dayanamadığını haber verdikleri vakit Rasûlullah:"Onu bana getirseydiniz de tekrar onun duru­muna bakaydım ya[32]buyurmuştur....

Eğer cezayı gerektiren şey; onun dört defa ikrar etmesi olmuş olsaydı,Rasûlullahm,"Onu bana geri getirseydiniz ya!"sözünün manası olmazdı.Çünkü o, adam hakkında Allah'ın hükmünü infaz etmişti.Adam dört kere ikrar ettikten sonra-eğer döner-se.onun dönmesinin kabul edilmesi caiz olmaz.Fakat ikrar için bir aded tayin edilmezse, o zaman adamın ikrarından dilediği zaman dönmesi ve onun bu dönü­şünün kabul edilmesi caiz olur. [33]

 

Dediklerine Göre Üzerinde İttifak Edilmiş Olan .Fakat Kur'an'ın İptal Etti­ği Veya Hâriciler Tarafından Delil Ola­rak İleri Sürülen Hükümler:(44,45 Ve 46}

 

44-Dediklerine   Göre Recm Hakkın Da.Kur'an'ın Reddettiği Bir Hüküm...

 

İDDİA :Siz Rasûlullahm recmettiğini,ondan sonra imamların (devlet başkanlarının) da recm ceza-lannı tatbik ettiğini rivayet ettiniz.Halbuki Allah,câri-yeler,hakkında:"Eğer bir fuhuş yaparlarsa,o vakit hür kadınlar üzerine gerekli olan cezanın yarısı kendilerine lâzım geIir."(4.en-Nisâ:25) buyurmaktadır.Recm cezası ise,insanı öldürüp telef etmektir,ve parçalanma kabul etmez.O halde hür kadına verilen cezanın yansı cariyeye nasıl verilir?

(Ebû Muhammed}:Âyetteki el-muhsanât'ın evli kadınlar olduğunu söylediler ve :"Bu âyet,(zina eden) evli kadının cezasının sopa (değnek) olduğuna delâlet eder." dediler.

CEVAB:Biz deriz ki:el-muhsanât,eğer burada "evli kadınlar" manasına olsaydı.dedikleri doğru olurdu.Ve bu delil geçerli olurdu...el-muhsanat ise burada,"bekâr hür kadınlar" dan başkası değil-dir.Bâkire oldukları halde onlara el-muhsanât (evli kadınlar) denmiştir.Çünkü ihsan (^evlilik) hür kadın­lara mahsustur ve onlarla evlenilir.Çâriyelerle evlilik (akdi) olmaz.

Sanki Allah (C.C):ftKendUerine;hür kadınlar üzerine gereken cezanın yansı verilmelidir." derken,hür kadınlar ile bakire olanları kasdetmiştir gibi-

Araplar bazan sığıra-hiçbir yeri sürmediği el-musıra (=çift süren) derler.Çünkü başka hay­vanla değll.sadece sığırla çift sürülür...

Otlaklanndaki develere de el-hedy (kurbanlık) Kr'kÜnkü Ka'be'ye kurbanlık, onlardan götürülür  eye kurt)an için götürülmeseler bile,onlara bu ım verilir.

Bizim el-muhsanât hakkındaki .yapmış olduğu, muz "el-muhsenât bu âyette- bakire ve hür kadınlar demektir." şeklindeki tevilimizi destekleyen diğer bir şahid de ,AlIahu taâlânın başka bir yerdeki:"Içiniz. den iman etmiş hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse,mâlik olduğunuz iman etmiş genç kızlannizfolan cariyeler) den alsın" (4.en-Nisâ:25) âyetidir, el-muhsanât-burada-hür olan kadınlardır.Buradaki el-muhsanâtın "evli kadınlar" ol­ması caiz değildir. Çünkü evli kadınlar tekrar nikâh edilemez. [34]

 

45-Dediklerine Göre Vasiyet Hususunda Kur'an'ın Reddettiği Hüküm

 

ÎDDİÂ:Rasûlullahın:"Vâris (mirasçı) İçin vasi­yet yoktur.[35] buyurduğunu rivayet ettiniz.Alla-hu taâlâ ise:"Sizden birinize ölüm alâmetleri belir­diği zaman, geriye mal birakacaksa,babasına,ana­sına ve akrabasına vasiyet etmesi farz kılın­dı."(2.d-Bakara: 180) buyurmaktadır.Ana ve baba ise her halükârda mirasçıdırlar. Onları mirastan kimse menedemez.

İşte bu rivayet Allah'ın kitabına aykırıdır.

CEVAB:Biz deriz ki :Bu âyet neshedilmişÜr.Onu miraslar hakkındaki âyet [36]neshetmiştir.

Eğer, "Miraslar hakkındaki âyette, (yukarıdaki) âyeti neshedecek birşey yoktur.Çünkü bazan ana ba­baya hem mirastaki hakkını hem de vasıyyet edilen haklanı vermek caizdir." derse,biz ona deriz ki:"Bu caiz değildir. Çünkü Allah ana babanın mirastaki haklarının.sadece veraset yoluyla hak kazandıkları mikdar kadar olduğuna hükmetmiş tir. Miraslar hak­kındaki âyetten sonra Allah:"(Yetimler ve vârisler hakkındaki )bütün bu hükümIer,Allah'ın şeriatı ve çizdiği sınırlandır.Kim Allah'a ve peygamberine itaat ederse.Allah onu.ağaçlan altından ırmaklar akan Cennetlere koyar ki,orada ebedî olarak kalı­cıdırlar.İşte bu,en büyük kurtuluş ve saadet-tir.Kim de Allah'a ve peygamberine isyan eder,şe-riat hükümlerini çiğneyip geçerse,onu da içinde ebedi olarak kalmak üzere ateşe koyar.Onun için rusvây edici,aşağı düşürücü bir azab vardır."(4.en-Nisâ:13.14) buyurmuştur.

Allah,miraslar hususunda çizdiği sınırlara itaat etmeğe karşılık,en büyük sevabı vadetmiş,bu sınırla­ra isyan etmeğe karşılık da.en şiddetli azabla korkut-muştur.Hiç kimse, vâris e, Allahu taâlânın tayin edip farz kıldığından daha fazla bir mal veremez.

Vasiyet âyetinin,Rasûlullahın:'Vâris için vasiy-yet yoktur." sözü ile neshedildiği de söylenebilir.

Sünnet'in Kur'an'ı nasıl neshettiğîni ise,inşâal-lah ileride açıklayacağız.. [37]

 

46-Dediklerine Göre Nikâh Hususunda .Kur'an'ın Reddettiği Bir Hüküm:

 

İDDIÂ:RasûIullahın,"Kadın,halası ve teyzesi «zerine nikâh edilemez.[38] ve'Neseb yoluyla (nikahı) haram, olanlar.aynı şekilde süt (emme) yo­luyla da haram olurlar" [39]buyurduğunu rivayet ettiniz.

Allah ise:"Size şunları nikahlamak haram ki-hndı:AnaIanniz,kızlannız..."(4.en-Nisâ:23} buyur­maktadır .Allah (C.C) âyette;kadın ile,onun hala ve teyzesinin bir nikâh altında cemedilmesinden bah-s etmemiş tir.Süt (emmek) ile de sadece süt anne ile süt kızkardeşi haram kılmıştır.

Sonra Allah (C.C):"Haram kılınanlar dışında kalanlar size helâl kılındı."(4.en-Nisâ:24) buyur-muştur.Bu suretle kadını,hala ve teyzesiyle birlikte nikahlamak ve aynı şekilde süt anne ve süt kızkardeş dışındaki bütün süt akrabalan,Allah'ın helâl kıldıkla­rının şümulüne girmektedir.

CEVAB:Biz deriz kî:Allah azze ve celle (insanla­rın ) itaatkârlıklannm veya isyankarlıklarının nasıl olduğunu denemek ve iyilik ve kötülük yapana karşı­lığını vermek için -helâl veya haram kıldığı şeyler-deionlan helâl veya haram kılacak bir illet (=sebep) ol-maksızın-farzlarla kullarını imtihan eder..

Yalan ,koğuculuk,iftira,gıybet,cimrilik,zulüm ve benzerleri gibi, Allah'ın bize fıtraten çirkin kaldığı şeyler hariç;bütün çirkin olan şeyler,Allah'ın o şeyler­den nehyetmesi ile çirkin olur.Güzel de,Allah'ın onu emretmesi ile güzel olur.

Allah (Azze ve Celle) bir peygamberi.bir şeriat ile gönderir.Uzun müddet bu şeriat ile'amel edilir.Bu şe­riatla amel edenler Allah'a itaat etmiş olurlar. Sonra ikinci bir peygamberi, ikinci bir şeriat ile gönderir, ve birinci şeriatı nesheder. Bu ikinci şeriatla amel eden ler de Allah'a îtaat etmiş olurlar. Tıpkı Musa'yı (A.S)Cumartesi yasağı ile göndermesi ve bunu, İsâ (A.S) ile neshetmesi; yine Musâ,yı, yedinci günü (doğan çocuğun) sünnet edilmesi hükmü ile göndermesi ve bunu da İsâ (A.S) ile neshetmesi gibi; aynı şekilde Allah'ın, bir tek peygamberin zamanında, kullarına bir şeyi farz kılması ve sonra onu neshetmesi caiz­dir.

Allah (C.C): "Biz, bir âyetin hükmünü diğer bir âyetle değiştirirsek veya unutturursak (geri bırakırsak) ondan daha hayırlısını yahud onun benzerini getiririz.." (2. el-Bakara: 106) buyuruyor. "...Ondan daha hayırlısı..." ile, "Ondan daha kola-yı"nı kastetmektedir.

O halde: Kur'an'ın Kur'an'la neshedilmesi caiz olunca, Kur'an'ın sünnetle de nesheditmesi caiz olur. Çünkü sünneti kendisine Cebrail, Allah'tan getir­mektedir. Bu taktirde Kur'an olan (neshedilmiş) Allah kelâmı, Kur'an olmayan Allah'ın vahyi ile neshedil­miş olur. Bundan dolayıdır ki Rasûlullah: "Bana Kur'an ve onunla beraber, onun misli (benzeri) ve­rildi.[40]buyurmuştur. Bununla; kendisine Kur'an, ve sünnetten de onun misli verildiğini kasdet-mistir. Bu sebeple Allah (C.C.) da: "Peygamber size ne yi verdiyse onu alın, size neyi yasak ettiyse on­dan uzak durun." (59.el-Haşr:7) buyurmuştur. Allah (C.C.) Rasûlullahtan Allah kelamı olarak bize ne ula­şırsa onu alacağımızı bilmektedir. Lâkin o, Rasûlulla-ha vahyetmek suretiyle, Kur'an'ın bazı âyetlerini nes-hedeceğini de bildirmektedir.

Bu (neshetme) vuku bulunca, bazılarının kalp­lerine dokunmuş ve anlayışlarına tesir etmiş bunun üzerine Allah da bize: "Peygamber size neyi verdiy se onu alın..." (59. el-Haşr:7) Yani: Kur'anda olma­yan bir hüküm veyahutta Kur'an'ı nesheden bir hü kum getirdiği zaman onu alın (kabul edin), buyurmuştur.

EBÛ MUHAMMED : Sünnetler bize göre üç türlüdür.

BirincİsirCebrâil'in Allahu Taâlâ'dan getirdiği sünnet..."Kadın halası ve teyzesi üzerine nikâh edilmez." ve "Nesep  yoluyla  (nikahı )haram olanlar,aynı şekilde süt ( emme] yoluyla da haram olurlar." ve "Bir veya İki emme ile haramhk (hük­mü) cereyan etmez.[41] ve "Diyet kişinin asabesl-ne (baba tarafından akrabalarına) düşer, "hadisleri ve bunlara benzer esaslar (temel hükümler) gibi...

ikincisi Allah'ın Rasûlullaha sünnet kılması­nı mubah kıldığı,bu hususta kendi görüşüne (=reyi-ne)  başvurmasını emrettiği sünnettir.Bu nevi sün­nette Rasûlullahın, dilediğine -ÜUet ( sebep) ve maze­retine göre-ruhsat tanıma hakkı vardır.İpeği erkek­lere haram kılması ve Abdurrahman b.Avfa (R.A)-ondaki bir hastalıktan dolayı-tpek kullanması için izin vermesi; [42] ve Mekke hakkında" Oranın otu koparılmaz, ağacı kesilmez." buyurması gibi...Ab-bas b. Abdilmuttalib[43]bu söz üzerine: "Ya Rasûlullah! izhir hariç (olsun).Çünkü o.bizim ka­birleri mizfveya evlerimizin çatışım örtmek) için[44]ge rekdir."uedi.Rasûlullah da:"(Pekâlâ) izhir hariç!" [45]dedi.

Eğer Allahu taâlâ ,Mekke'nin bütün ağaçlarının kesilmesini haram kılmış olsa idi,Abbas'ın (R.A) izhir'in mubah kılınması isteğine muvafakat etmez-di.Fakat Allah,onun,faydalı gördüğü şeyi mubah kıl­masına müsaade etmiş,o da Mekke'lilere olan fayda­sından dolayı izhir otunu mubah kılmıştır.

Rasûlullahın münâdisi:"(Mekke'nin ) feth (in) den sonra hicret yoktur." diye bağınr.Sonra Abbas (R.A) Mucâşî1 b. Mes'ûd [46]un kardeşinin ,Fe-tih'den sonra Muhacir olabilmesi için şefaatçi olarak Rasûlullaha gelir.Rasûlullah ona:"Amcamın şefaa­tim (^aracılığını) (istisna olarak) kabul ettim.(Fa­kat aslında) hicret yok"[47]buyurmuştur..Eğer bu hüküm,nazil olmuş olan (değişmez bir hüküm) olsay-dı.onda şefaat caiz olmazdı.

"Eski (ölü) topraklar Allah'a ve Rasûlüne ait-tir.Bilâhare bu topraklar,benden size verilmiş­tir. Binaenaleyh her kim ölü bir araziyi (işleyip) ih­ya ederse,orası onundur[48]buyurmuştur.

Umre ile alâkalı olarak da:"Şayet şimdiki görü­şüme daha önce sahip olmuş olsaydım.umre için ih rama girerdim. [49]buyurmuştur

Yatsı namazı hakkında da:Eğer ümmetime meşakkat vermeyecek olsaydım,bu namazın vak­tini ,şu an (içinde olduğum gecenin son kısmı) ola­rak tayin ederdim. [50] buyurmuştur. Ayrıca,kurban etlerinin üç günden fazla sak Ummasını,kabir ziyaretini ,(içki saklamaya mah­sus) kaplardaki nebiz'İ[51]İçmeyi yasakla-miş;sonra da "Ben sizin kurban etlerini üç günden fazla saklamanızı yasaklamıştım .Sonra anladım ki,İnsanlar bunu misafirlerine takdim ediyorlar ve o anda mevcut olmayanlar için sakhyorlar.Binae-naleyh artık yiyiniz ve dilediğiniz kadar saklayı­nız. Sizi kabir ziyaretinden de nehyetmiştim.Şİm-di artık kabirleri ziyaret edebilirsiniz.(Fakat feryâd-u figân ederek) haddi aşmayın!...Çünkü kabir ziyaretinin kapleri incelttiğini (yumuşattığı) gör­düm ve fikrimi değiştirdim. [52] Sizi (İçki sakla­maya mahsus) kaplardaki nebizl içmekten neh-y etmiş tim. Artık içiniz, fakat sarhoş eden şeyleri içmeyiniz!.. [53]

EBÜ MUHAMMED:Muhammed b.Hâlid b. Hıdâş'ın  rivayet ettiği şu hadis,bu hususu   daha iyi açıklamaktadır:

Bana Muhammed b.Hâlid b.Hidâş tahdis et-ti.Bana Müslim b.Kuteybe tahdis etti (ve) dedi:

Yûnus ,Mudrik b.Umâra'dan (R.A) bize haber verdi (ve) dedi ki:"RasûlulIah (S.A.V) Ansârdan biri­nin bahçesine girdi.Yanmda nakîr [54]içersinde nebiz bulunan bir adam gördü ve:"DÖk onu! " bu­yurdu.

Adam :"(Son olarak) onu içmeme müsaade et­mez misin? Sonra bir daha içmem! " dedi.

Rasûlullah :"Onu (son olarak) iç.Fakat (bun­dan sonra) bir daha İçme![55] buyurdu.

İşte bütün bunlar Allah'ın, Rasûllahın birşeyi menetmesini ve menettikten sonra,dilediği kimse için müsaade etmesini ona mubah kıldığını sana göste­rir.

Eğer bu hususlarda,bu şekilde haraket etmesi

caiz olmasaydı,"Kelâle[56] hakkında sorulduğu za­man tevakkuf ettiği gibi o hususlarda da tevakkuf ederdi.Kelâleden sorana:"Bana bildirilen budur .Ba­na daha fazla bîrşey bildirilinceye kadar sana bun­dan fazla birşey söyleyecek değilim!" [57] demiş­tir.

Yine bunun gibi,kocası ile anlaşamayan bir ka­dın gelip,zıhar'dan sorduğu zaman tevakkuf etmiş ve ona bir cevap vermeyerek. :"Bu hususta Allah.hükmünü verecektir[58] demiştir.

Ona (S.A.V);İhramh olan ve üzerinde yünden bir cübbe ve koku eseri olan biri geldi.(Durumu hakkında) ondan fetva istedi.Rasûlullah ona ce vab vermedi.Elbisesine büründü ve kendisinden erkek devenin hırıltısına benzer bir hırıltı duyuldu. [59]  Sonra kendine geldi ve adama cevab ver. [60]

Üçüncü   tür Sünnet:Bize ,edep maksadıyla sünnet kıldığı şeydir.Eğer bu sünneti işlersek,bundan dolaya sevab kazanmış oluruz.Yok eğer terk eder­sek, -inşaallah - bize herhangi bir günah yoktur.

Sarığın çene altından bağlanmasını emret­mesi ve pislik yiyen hayvanın etini yemekten [61]ve hacamat (kan almajdan elde edilen ka­zançtan [62]nehyetmesi gibi.

Allah (C.C):"De ki :"Bana vahyolunanlar içinde bir kimsenin yiyeceği arasında,dediğiniz gibi ha­ram edilmiş birşey bulmuyorum. Ya İniz haram olarak şunlar var:Leş,yahut akmış kan,yahut do­muz e ti,ki o şüphesiz bir pisliktir. Yahut Allah'tan başkasının adına bir fısk olarak boğazlanan."(6.el-En'âm:145) buyurduğu halde;ehli eşeklerin [63]azi dişli bütün yırtıcı hayvanların ve pençeli kuşların [64]etlerini haram kılması da böyledir.

RasûlulIah,"Bu sûre indiği zaman,zikredilenler­den daha fazla,haram kılınacak birşey bulamıyorum?"demek istemiştir.Sonra Mâide sûresi nazil ol­muş ve bu sûrede; henüz canlı iken yetişip kesmedi-ğimiz;boğulmuş (sert bir cisimle) vurulmuş ,(yüksek bir yerden) yuvarlanmış,başka bir hayvan tarafından boynuzlanmış «yırtıcı hayvanlar tarafından parçalan­mış hayvanlar haram kılınmıştır. [65]

Allah , Kur'an ile bize haram kıldıklarını (bu su retle arttırmıştır.Yine bu hususta, Rasûlullanin di­linden, yırtıcı vahşî hayvan ve yırtıcı kuşları ,ehli e-şeklerin etlerini haram kılmıştır.

Allah ,(C.C) "Kâfirlerin size bir fenahk yapma­sından korkarsanız dört rekâtlı namazları kısalt manızda üzerinize bir günah yoktur."(4.en-Nisa: 101) buyurmasına rağmen,ernniyyette olundu­ğu zamanda namazı kısaltmak hususunda da aynı şeyi söyleriz:

Allah (C.C),korku bulunduğu zaman namazı kı­saltmamızda üzerimize bir günah olmadığını bize bil­dirmiştir. [66]

"...yüzünüzü ve ellerinizi yıkayın,başınızı mesnedin ve ayaklanızı da yıkayın "(5.el-Mâide:6) âyetine rağmen mestlere meshedilmesi de [67]böy­ledir.

İsa b.Yûnus el-Evzâîden, ,o da Yahya b.ebî Kesîr'den ( -129) [68]rivayet etti ki o, şöyle demiş­tir: "Sünnet, Kur'an üzerinde hüküm vericidir.Kur'an ise sünnet üzerinde hüküm verici değildir." [69]Ya­ni demek istiyor ki:Sürmet Kur'an'ı açıklayıcıdır.Al-Iah'ın Kur'an'da ne murad ettiğini (sünnet) haber ve­rir. [70]

 

47-Dediklerine Göre,Cuma Günü Gusletmek Hakkında Tutarsız Bir Hüküm

 

IDDIÂ:Mâlik-SafVân b.Süleym -Atâ b. Yesâr Ebû    Saîd    el-Hudrî    isnadıyla.Rasûlullahın (S.A.V):"Cuma günü gusletmek,âkil ve baliğ olan herkese vaciptir. [71] buyurduğunu rivayet ettiniz.

Sonra Hemmân -Katâde-el-Hasen (el-Basrî) -Semûre (b.Cundeb) isnadıyla rivayet ettiniz ki (Se-mure) şöyle demiştir:"Rasûlullah (S.A.V) "Kim Cuma günü abdest alırsa iyi ve güzeldir.Fakat kim gusle­der (boy abdesti alır) sa ,o daha iyidir.[72] buyur­du.

Bu hadis birincisine aykırıdır.

CEVAB Biz deriz ki:Rasûlullah,"Cuma günü gusletmek,âkil ve baliğ olan herkese vaciptir." sözü ile onun farz olduğunu kasdetmemiştir.Kirlerden temiz­lenmiş, kötü kokulan izale edilmiş bir şekilde camiye gelmeleri için;faziletini sevabını kazanmak isteyenle­re bayram namazları için gusletmek [73] vacip oldu­ğu gibi; bu da Rasûlullahın aynı şekilde vacip kıldığı birşeydir.....

Rasûlullah ayrıca;koku sürünmeyi [74] elbi­seleri temizlemeyi,İş elbiselerinin dışında Cu-ma'ya mahsusu elbise giyinmeyi de emretmiştir[75]

Bütün bunların hepsi; Rasûlullahın tercih ettiği ve farz olarak değil de fazilet cihetinden vacip kıldığı şeylerdir.Sonra Rasûlullah.insanların içersinde hasta ve meşguliyeti olanların bulunabileceğini.bir memlekette gusledüemeyecek kadar şiddetli soğuk olabileceğini ve ancak zor şartlar altında gusledilebileceğini düşünerek: "Kim abdest alırsa iyi ve güzel-ir.Yani caizdir." buyurmuş,sonra bunu müteakib.yapabilen için gusletmenin daha iyi ve faziletli ol­duğunu açıklamıştır.

Üç günden fazla,kurban etlerinin saklanmasını yasaklaması ve sonra: "Sonra anladım ki insanlar inisafırlerine takdim ediyorlar ve o an mevcud olma-yanlan için saklıyorlar.Binaenaleyh artık yiyin ve di­lediğiniz kadar (et) saklayın." demesi,

Kabir ziyaretinden nehyetmesi ve sonra da :"Çünkü kabir ziyaretinin kalpleri yumuşattığını gör­düm ve iıkrimi değiştirdim. Şimdi artık kabirleri ziya­ret edin, (Fakat feryad-u figân ederek) haddi aşma­yın..." buyurması da böyledir. [76]

 

48-Dediklerine Göre Tecrübe1 Nın Yalanladığı Bir Hadis...    

 

IDDİÂ :İbnu Lehî'a'dan.o ,Mişrah b. Âhân'dan,o da Ukbe b.Amir'den;onun Rasûlullahı "Eğer Kuran deri içine konsa .sonra ateşe atılsa yanmaz.[77]derken işittiğini rivayet ettiniz...

Bu,asılsız olduğundan şüphe etmediğimiz bir hadistir.Çünkü biz mushaflann yandığını, diğer eşya­lara ve kitaplara ânz olan şeylerin onlara da arız oldu­ğunu görüyoruz.

CEVAP:Biz deriz ki:Bu hadisin;onların unut­tukları ve bilemedikleri bir tevili (yorumu) vardır.Ben inşâallah

Bana Yezîd b.Amr tahdis etti (ve) dedi:el-As-î'ye (122-213) [78]bu hadisi sordum.Bana:'Yani eğer Kur'an insanın içine konsa (insan onu ezberlese) sonra bu insan ateşe aülsa,yanmaz." dedi.

el-Asmafnin kasdettiği şudur:Allah,müsIü-manlardan kime Kur'an'ı öğretir ve ezberlettirirse; günahlarından dolayı içine atılsa bile,Kıyamet günü ateş onu yakmaz." [79]

de:"Kur'an'ı ezberleyiniz.Veya Kur'an'ı okuyunuz.Bu mushaflara aldanfıp ta ezberlememezlik etjmeyi-niz. Çünkü Allah Kur'an'ı ezberlemiş olan bir kalbe ateş ile azab etmez." demiştir.

Ebû Uraâme (yukarıdaki sözü ile) insanın cismi­ni, deri(el-ihâb) gibi.Kur'an için kılıf yapmıştır.el-İhâb dibağatlanmamış deridir.

Eğer el-ihâb 'in " dibağatlanmış deri" olması caiz olsaydı;onu cisimden kinaye olarak zikretmesi caiz olmazdı.

Bunun benzeri,Âişe'nin (R.A) bir konuşma yap­tığı ve babasınfm mürtedleri öldürmesin) den bahset­tiği zaman-Başları omuzlara düşürdü,kanlan da derilerin (=uhub) içinde topladı." sözüdür.Hz.Âişe'nin derilerden kasdı,cesedlerdir.

Bu hadisin tevili (yorumu) hususunda başka bir görüş daha vardır.Bazısı demiştir ki:"Bu,Hz.Peygam ber'in(S.A.V) devrinde idi.Bu (deri içindeki Kur'an'm yanmaması)   onun  peygamberliğine  alâmet  ve Kur'an'ın Allah'ın kelâmı olduğuna.omın katından nazil olduğuna delil idi.Allah bu hususu bir vakitler müşrikler Kur'an'a hakaret ettikleri zaman bu muci­ze   ile açıklamıştır.Hz.Peygamberden sonra ise.bu mucize ortadan kalkmıştır.

Aynı bunun gibi, peygamberlerin kendi zaman­larında mucizeler meydana gelir.Ölü dirlUr;kurt ko­nuşur[80]eve şikâyette bulunur[81]kabir.içindeki ölüyü dışarı fırlatir[82]Fakat pey­gamberlerden sonra bunlar ortadan kalkar.yok olur.'

Bu husustaki diğer bir görüş de:"...yanmaz" sö­zünün deriye değil,Kuran'a aid olmasıdır.

Yani:Eğer Kur'an bir deriye yazılsa,sonra ateşe atılsa;yanan şey deri ve mürekkebtir.Kur'an de-ğiI.Sanki Allah (Azze ve Celle) Kur'an'ı deriden kaldı­rıp yükseltmekte ve onu ateşten korumaktadır.Biz kelâmcılann:"Mushafta olan Kur'an'a delâlet eden (mânâlâr)dır.yoksa kendisi değil" dedikleri gibi;Kur'an'm mushailarda mecazi olarak bulunduğu­na değü.hakikaten bulunduğuna şüphesiz inanırız.

Zira Allah tabâreke ve taâlâ da: "Muhakkak ki o Levh-i mahfuzda saklı bir Kuran-ı Kerîm'dir.Ona tertemiz olanlardan başkası el süremez."(56. el-Vâkıa:77-79) buyurmuş;

Rasûlullah da "Düşman topraklarına yanınız­da Kur'an varken girmeyin. [83] buyururken mus hafi kasdetmiştir. [84]

 

49-Dediklerine Göre Kur'an'ın Nakzettiği Bir Hadis...

 

RasûIullahm:1(Sıla-i rahim (akraba zi­yareti) ömrü arttınr[85]buyurduğunu rivayet et ™^.Halbuki Allah (CC):"...ecelIeri gelince bir an geri kalmazlar ve öne de geçmezler.t((7.el-A'raf: 34) buyurmaktadır.

Sıla-i rahlm,ne geri kalacak ne de ileri geçecek olan bir eceli nasıl uzatabilir?

CEVAP:Biz deriz ki:Ömrün artması iki mânaya gelir.

Birisi:Zenginlik,refah,rızık bolluğu,vücud sıh­hatidir. Nitekim "Fakirlik en büyük ölümdür" denil-miştir.Bir hadiste şöyle denmiştir : Allah (C.C) Musa'ya (A.S) ,onun düşmanını öldüreceğini bildirir.Sonra Mûsâ (A.S) düşmanının (ölmeyip) hurma yapraklan ile birşeyler ördüğünü görür ve:'Yâ Rabbi! Bana,onu öldüreceğini vadetmiştin?" der.Allah (C.C) da:(Vadettiğimi) yaptım.Onu fakirleştirdim." der...    .

Şâir de şöyle demiştir:

"Ölüp de rahata kavuşan,ölü değildir. Ölü ancak,dirilerin ölüşüdür."

Yani, dirilerin ölüsü ilejakiri kasdediyor.

Fakirliğe.ölüm denmesi ve hayattan azalma ola rak kabul edilmesi caiz olunca;zenginliğe de hayat ismi verilmesi ve ömrün artması olarak kabul edilme­si caiz olur.

Hadisin başka bir mânası da şudunAllah kulu­nun ömrünü,kendi nezdinde yüz sene olarak yazar.Fakat onun bünyesini ,terkîbini,şeklini seksen senelik bir ömre göre takdir eder.Bu kimscakrabalarını ziyaret ederse, o terkibi ve bünyeyi arttırır.Adam seksen sene yaşar.buna ilâveten yirmi sene daha ya­şar, ve yüz seneye ulaşır.îşte bu yüz sene,arük ne ileri ne de geri bırakılmayan eceldir. [86]

 

50-Kur'an'ın Ve İcmâin İptal Ettiğini Söyledikleri Bir Hadis...

 

İDDİÂ:Allah (C.C):"Biz bir şeyi dilediğimiz za-man.ona sözümüz sadece "Ol!" dememtzdino da hemen oluverir.M(16.en-Nahl: 40) buyurduğu ve in­sanlar "Allah'ın takdirini geri çevirecek hiçbir şey ol-

madığına ve O'nun hükmünü değiştirecek,iptal ede­cek birşeyin bulunmadığına" icma ettikleri halde siz.sadakanın kaçınılmaz kazayı (=kaderi) defedece­ğini rivayet ediyorsunuz.

CEVAB:Bunun tevili (yorumu) için deriz ki:Kişi günahları dolayısıyla,kendisine bir ceza takdir edil­mesine müstehak olur.Ne zaman sadaka verirse, müstehak olduğu cezayı kendisinden uzaklaştırmış olur.

Nitekim, "Gizlice (gösteriş yapmadan) verilen sadaka Rabbin gazabını (öfkesini) söndürür.[87] hadisi de bu hususu ispat etmektedir.

Görmüyor musun,Allah (C.C) bir kimseye gazablandığı zaman ,o kimse kendisini O'nun azabına »maruz bırakmış olur. Kişi bu sadakasıyla bu gazabı ortadan kaldırınca,azabı da ortadan kaldırmış olur.Bu,şuna benzer:

Ben bir adama karşı büyük bir suç işledim BUH: 78/12. Bundan dolayı onun belâsından ve hemen bana kar­şılık vermesinden korktum ve ona bir hediye verdim ve bu suretle ona mâni oldum,ve dedim ki:"Hediye.hakkedilmiş bir cezayı defeder (uzaklaştırır). [88]

 

51-Dediklerine Göre Sonu.Baş Tarafını İptal Eden Bir Hadis....

 

İDDİÂ:"Başınıza öyle imamlar (idareciler) ge­lecek ki;onlara itaat ettiğiniz takdirde azmiş yan ettiğiniz takdirde İse sapıtmış olacaksı­nız.[89]hadisini rivayet ettiniz.

Bu.aklen mümkün değildir.Nasıl olur da ona is yan etmekle sapıtmış.ve ona itaat etmekle de azmış olurlar?!

CEVAB:Biz deriz ki:Bu hadiste.tevil edildikten sonra herhangi bir çelişki mevzuubahis değildir.Görüldüğü kadarıyla hadisin mânası şudur: Onlar eğer,Allah'a karşı isyankâr lığı, halka zulmetmeyi, ve haksız yere kan dökmeyi emredenlere itaat ederlerse,itaat edenler azıp sapıtmış olurlar.Eğer-Haricîlerin yaptığı gibi onlara isyan edilir ve onlara başkaldınlır

da müslümanlar arasında ihtilâfa sebep olunursa,bu isyan edenler doğru yoldan sapmış olurlar.

Yani hadis,şu mânaya gelir:"Ne onların dedikle­ri yapılır.ne de onlara isyan edilir."

Yine Rasûlullahın.onlann kürsülerden iyiyi em­retmelerini ,eğer buna isyan edilirse isyan edenlerin doğru yoldan sapmış olacağını;veya onlarm,bu ma­kamın (kürsülerin) dışında,kötülüğü emretmelerini ve buna itaat edilirse.itaat edenlerin azmış ve sapıt­mış olacağını kasdetmiş olması da mümkündür. [90]

 

52-Dedıklerıne Göre Kur'an'ın Ve Aklın Yalanladığı Bir Hadis...

 

İDDİÂ:Siz, Rasûlullahın:"Kıyamet günü Rabbinizi.ondördünde ay'ı gördüğünüz gibi görecek­siniz. Onu görmek için İzdihama mâruz kalmaya­caksınız.[91]dediğini rivayet ettiniz. Halbuki Allah (C.C) '."Hiçbir göz onu ihata ve idrak edemez.Fakat O, bütün gözleri İhata eder." (6.el-En'am:alO3) ve "Onun misli gibi (O'na benzer) hiçbir şey yoktur." (42,Şûrâ,l 1) buyurmaktadır.

Aklen,Hâhk'ın hangi sıfatla olursa olsun mahl­ûka enzemesi caiz değüdir.Mûsâ (A.S) da:"Rabbim, kendini bana göster,sana bakayım (dediğin­de) Allah:"-Beni hiçbir zaman göremezsin ,."(7.el-A'râ'f:143) demişür,

Eğer bu hadis sahih ise,o takdirde Allah'ın (C.C) da:"Rabbinin kudretine bakmazmısın,gölgeyi na­sıl yayıyor!?"(25.el-Furkân:45) ve "Görmez misin ki Allah herşeye gücü yetendir.[92] buyurduğu gibi;hadisteki görmek,bümek mânasına gelir.

CEVAB:Biz deriz ki:Hiç şüphe yok ki bu hadis sahihtir.Bu hadis,sika (güvenilir) râvilerden,çeşitli tarîk (isnad)lardan rivayet edildiği için,bu gibi hadis­lerin yalan olması iriıimkün değildir.Eğer bu gibi ha­dislerin yalan olması mümkün olsaydı;teşehhüd gi­bi, deve sığır ve koyunun zekâtı[93],mallann ve pa­raların zekâtı gibi; boşama .köle azad etme ve buna benzer,ancak hadislerle bilebildiğimiz ve ;bu hususta Kur'an'da hiçbir açıklama bulunmayan ve amel et­mekte olduğumuz dini hususların da asılsız ve hü­kümsüz olması gerekirdi.

"Hiçbir göz onu ihata ve idrak edemez.Fakat O,bütün gözleri ihata eder." ve Mûsâ'nın,"Rabbim kendini bana göster,sana bakayım (dediğinde)Allah:"-Beni hiçbir zaman göremezsin.?"sözüne gelin-ce,bu Rasûlullahın "Kıyamet günü Rabbinizi göre­ceksiniz." sözü ile tezad teşkil etmez.Çünkü Allah (C.C) "...hiçbir göz onu ihata ve idrak edemez." sözü ile,gözlerin O'nu bu dünyâda göremiyeceğini kasdet miştir.Mûsâ'ya (A.S) "...Beni hiçbir zaman göremez­sin." demekle de bu dünyada göremiyeceğini kasdet-mişür.Çünkü Allah (C.C) dünyada kendisini bütün yarattıklarından perdelemiştir.Onlara hesap günü ,ceza ve kısas günü tecellî edecektir. O zaman mü'minler,ondördünde ay'ı gördükleri gibi O'nu göre­ceklerdir. Ondördünd eki Ay(ı görme) hususunda na­sıl ihtilaf etmiyorlarsa ,0'nun (görülmesi) hususunda da ihtilâfa düşmeyeceklerdir.

Burada ay'ın bütün halleriyle -onun dönme-si,haraketi, büyüklüğü ve şekli -benzetme yapılma­mıştır. Buradaki teşbih (benzetme) sadece; ondör-dünde ay'a baktığımız gibi O'nu göreceğimiz ve dolu­nay halideki ayı görme konusunda ihtilâf etmediği­miz gibi O'nu görme konusunda da ihtilâfa düşmeye­ceğimiz noktasından yapılmıştır.

Araplar birşeyin meşhur ve gayet açık olduğunu ifade etmek için ay'ı örnek verirler ve:"Bu güneşten daha aşikâr, sabah aydınlığından daha açık ve ay'dan daha meşhurdur." derler.

Zu'r-Rumme [94] de şöyle der: "Gerçekten öyle parladın ki.hiçkimseye gizli değilsin.

Ancak ay'dan haberi olmayan bir kimseye gizli­sin."

Hadisteki, "O'nu görmek için izdihama mâruz kalmayacaksınız, "sözü de dediğimizin diğer bir deliü-dir.Zira izdiham aybaşında,hilâli ararken olur.O za­man insanlar toplanırlar ve birisi:"İşte hilâl.işte hilâl der.Diğeri de "Hilâl değil o" der .Halbuki kamer-de(hilal safhasından sonraki ayda) böyle ihtilâf edilmez.herkes onu bulunduğu yerden görebilir ve onu görmek için birbirlerini sıkıştırmasına ve izdihama lüzum kalmaz.

Rasûlullahın hadisi (bu mevzuda) Kur'an üzeri­ne hâkim ve onu açıklayıcıdır.

Allah (C.C),"....hiçbir göz onu ihata edemez." buyurduğunda,Rasûlullahdan da,"Kıyamet günü Rab-binizi göreceksiniz." dediği sahih bir haberle gelirse;anlayış akıl ve temyiz gücüne sahip bir kimse-ye,bunun (Allah'ı görmenin),(dünyadakinden) farklı bir zamanda olduğu gizli kalmaz.

Mûsâ'nın/'Rabbim kendini bana göster.sana bakayım." sözü,Allah'ın kıyamette görüleceğine en açık bir şekilde delâlet etmektedir.Eğer Allah,hangi halde olursa olsun asla görülemiyecek olsa ve O'na bakılması mümkün olmasaydı, onların (akılcıların) bildikleri (Allah'ın) bir sıfatmı.Mûsâ (A.S) bileme-miş,bu sıfat ona gizli kalmış olurdu.

Kıyamet günü Allah'ın gözle görüleceğini söyle­yen bir kimse,onlara göre Allah'ı bir sınırla sınırlamış olur.Ve kimin nazarında Allah sınırlı ise.o kimse Al­lah'ı yaratılanlara benzetmiş ve kim de Allah'ı yaratıl­mışlara benzetmişse, hiç şüphesiz kâfir olmuş olur?[95]

Peki o halde ,"Rabbim kendini bana göster,sana bakayım." dediği vakitte.Mûsâ 'nın;Allah'ın kendisi­ne vahyettiğini ve ağaçtan kendisine konuştuğunu açıklamasına ne diyecekler?!Mûsâ 'nın Allah'ı (yaratı­lan) birşeye benzettiğine ve Allah'ı sınırladığına mı hükmedecekler?

HayırîAllah'a andolsun ki Mûsâ (A.S) Onlann düşündüğü şekilde olsaydı-bu dereGe cahil olamaz­dı!..

Mûsâ (A.S) Allah'ın kıyamet günü görüleceğini biliyordu.Fakat o.Kıyamet günü Allah'ın Peygamberlerine ve velîlerine vereceği şeyi,Allah'm kendisine dünyada vermesini istemiş,Allah (C.C)da,dünyayı kasdederek 'Beni hiçbir zaman göremezsin.Fakat şu dağa bak.Eğer o yerinde durursa, s en de beni gö­rürsün." (7.el-A'raf: 143) demiştir.

Allah (C.C) ona.dağın kendisinin tecellisine da-yanamıyarak toz olacağını,eğer dağlar buna dayan­maktan âciz ve zayıf kalırsa ,Adem oğlunun Kıyamet günü Allah'ın,kendilerinin görme kudretlerini kuv­vetlendirmesine ve dünya da mevcud olan perdeyi on­ların gözünden kaldırmasına muhtaç olacak kadar zayıf olmağa en lâyık olduklarını bildirmiştir.

Tecelli,zuhur etme,ortaya çıkma demektir.Bu mâna kasdedilerek,"celevtul-arûsa= gelinin duvağı­nı kaldırdım" denir.Keza kılıç ve aynayı paslarından ortaya çıkarınca da "celevtu'l-mir'âte ve's-seyfe=kılıcı ve aynayı pasından temizleyip ortaya çıkardım." de­nilir.

"Kıyamet günü Rabbinizi göreceksiniz..." sö­zündeki ru"yet (=görme)-Allah'ın "Görmez misin ki Allah herşeye gücü yetendir.[96]Yanl: Bilmez misin ki..?"-dediği gibi.bilmek manasınadır."demelerine gelince,bu muhaldir.Çünkü biz Allah'ı dünyada da biliyoruz.Dünyada da,Kıyamet gününde de vaziyet aynı olduktan sonra bu haberi vermenin ne faydası var?!

İncil'de okudum kijsâ (A.S) vahyi açıklamağa başladığı zaman şöyle demiştir:"Merhamet edenlere saadetler ve müjdeler (olsun).Rahmet de onlann üze-rinedir.Kalpleri İhlaslı olanlara saadet ve müjdeler ol­sun. Çünkü Rablerini göreceklerdir." [97]

Allah tabârake ve taâlâ da:"Nice yüzler vardır ki,o gün (kıyamette) güzelliği İle parıldar.(O yüz­ler) Rablerine bakarlar."(75.el-Kıyâme:22,23)bu-yurmaktadır.

Allah (C.C) öfkelendiği bir kavim hakkında ise:"Hayir, muhakkak ki onlar,kıyamet günü Rab-lerinden perdelen mislerdir. Sonra onlar muhak­kak ateşe gireceklerdir. "(23. el-Mutaffifîn: 15,16)buyurmuştur.Bu sözlerde »parlayan ve Rable­rine bakan yüzlerin-diğer yüzler perdelendiği vakitte-perdelenmeyen yüzler olduğuna delil yok mudur?!

Eğer bize:"Bu "bakma"riın ve "bakılan şey"in mahiyeti nedir?" derlerse,biz deriz ki: "Biz Allanın sı­fatlan hakkında ancak Rasûlullahın (S.A.V) vardığı noktaya kadar varabiliriz.Rasûlullahtan sahih ola­rak sabit olan şeyleri reddetmeyiz.Çünkü o.bizim mantığımıza ve tasavvurumuza sığınmaz.Bilakis biz keyfiyetinden bahsetmeksizin bir şekil Üe sınırla maksızın ve bize gelen (bildirilenlerle bize gelmeyen­leri kıyaslamaksızm bunlara iman eder,ve bu husus­taki söz ve inanç (imiz) m kıyamet günü inşallah kurtuluş yolu ve bütün nefsâni arzulardan (veya: sa­pık inançlardan) kurtulmamiz(a vesile) olmasını ümid ederiz. [98]

 

53-Dediklerine Göre Kur'an1 İn Ve Aklî Delillerin Yalanladığı,Teşbih İfade Eden Bir Hadis....

 

İDDİÂ:Siz;mü'minin kalbinin Allah'ın par­maklarından iki parmağı arasında olduğunu [99]rivayet ettiniz.

Eğer siz,parmaklardan,nimetleri kasdediyorsa-nız,-hadis sahihtir. bu da bir izah şeklidir.Yok eğer »hakikaten parmaklan kasdediyorsanız,bu muhal­dir.Çünkü Allah,uzuvlarla vasıflandırılamaz ve mâhlûkâta (yaratılmışlara) da benzetilemez.

Arapların: "Fulanın kendi malı üzerinde ne güzel parmağı var." sözüne bakarak,hadiste geçen "par­maklar"! nimet ve iyilik olarak tevil etme cihetine git­tiler .Bu söz İle araplar adamın tesir ve iyiliğini kasde-derler.Nitekim çoban da devesini anlatırken şöyle de­miştir.

"Zayıf bacaklı ve fırtlak damarlıdır. İnsanların kıtlığa uğradığı zamanda onun üzerinde deve çoba­nının parmağını görürsün" .Yani deve üzerinde çoba­nın ihtimamının izini (iyiliğini,nimetini) görürsün .demektir.

CEVAP:Biz deriz ki:Şüphesiz bu hadis sahih­tir. "Parmak" in tevili hususunda onların kabul ettik­leri anlayış hadise uymamaktadır. Çünkü"Rasûlul-lah dua ederken:"Ey kalpleri (halden hale) çeviren.kalbimi dîn'in üzre sabit kıl." demiştir.Bunun üzerine hanımlarından biri:"Sen de Yâ RasûlulIah-nefsinden korkuyormusun?" demiş,Rasûlullah da cevaben:"Müminin kalbi.Allahın (C.C) par­maklarından iki parmağı arasındadır." buyurmuştur.

Eğer kalb onlara göre.Allahın nimetlerinden iki nimet arasında ise,o kalb bu iki nimetle korunmuş demektir. O halde niçin Rasûlullah,Allahın kendisini

sabit kılması İçin dua etmiş ve niçin kendisine, "Sen de nefsinden korkuyormusun?" diyen hanımına.onun sözünü te'yid eden bir cevab vermiştir.Hal-buki.eğer kalp iki nimet ile korunmuş ise.korkmama-sı gerekirdi.

Eğer bize: "Buradaki parmak size göre ne de­mektir?" derse,biz deriz ki:O (parmak),başka bir ha­disteki/Yeryüzünü parmağınm-veya iki parmağının üzerinde taşır.[100] hadisine benzer.

Buradaki parmağın ,nimet manasına gelmesi caiz değildir.

Keza Cenab-ı Hakkın, "O kafirler AÜahı gereği gibi takdir edemediler. Halbuki kıyamet günü yer küresi tamamen O'nun avucundandır.Gökler de elinde dürülmüşîerdir."(39.ez-Zumer:67) âyetine benzer.Buradaki el ve avuc'un (= kabza) da nimet ma­nasına olması caiz değildir.

Biz,Allahın parmağının bizim parmaklanınız gibi.elinin bizim elimiz gibi.avucunun da bizim avcumuz gibi olduğunu söylemiyoruz. Çünkü Allanın hiç­bir şeyi .bizim hiçbir şeyimize benzemez. [101]

 

54-  Dediklerine Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis...

 

İDDİÂ.-"Allahın her iki eli de sağ (el) dir." hadi­sini rivayet ettiniz.Eğer "iki el" ile iki uzvu kasdediyor-sanız bu muhaldir.Iki el'in .ikisinin de sağ olmasını akıl nasıl kabul edebilir?

CEVAB:Biz deriz ki:Bu hadis sahihtir ve manası muhal (akıl dışı) değildir.Rasûlullah bununla sadece

tamlık ve mükemmelliği kasdetmiştir.Çünkü herşe-yin solu;kuwet,güç,ve tamlık bakımından sağdan: noksandır.

Araplar her işe sağdan başlamayı sever,soldaı başlamaktan hoşlanmazlardı.Çünkü sağda,tam-lık.solda da noksanlık vardır.Bu sebeple arap-l lar,"uğur(=el-yumn ) ve uğursuzluk (=eş-Şu'm)u ka-j bul etmişlerdir.Uğur (=yumn),sağ el.'den (=el-yedu'l-[ yumnâ),uğursuzluk (=şu'm) da sol el'den,el-yedu'ş-| şu'mâ,yani (=el-yedu'l-yusrâ) dandır.Bu,açik biı izahtır.

Rasûlullah'ın,"iki el ile birden ihsanda bulun­ma" yi kasdetmiş olması da caizdir.Çünkü sağ el ve­ren eldir.Ellerin ikisi de "sağ" olursa.ihsan da ikisi ile birlikte olur.

Başka bir hadiste Rasûlullahın:"Allahm sağ eli (gece gündüz) nimet ve ihsan akıtıcıdır.Onu hiçbir

şey tüketmez.[102]buyurduğu rivayet edilmiş­tir...Yani:îhsan ve bağışlarını akıtır, döker. Onu hiçbir şey azaltmaz,demektir. el-Merrâr[103] da:

"Akîl'in[104] kuyusunun başında.iki eli de sağ olan bir genç duruyor." dediği zaman,bu manayı kasdet­miştir. [105]

 

55- İddialarına Göre Teşbih (Anthropomorphism) İfade Eden Bir Hadis...

 

IDDIÂ:Rabbİniz,sizin yana yakıla inlemenize.ümidsizliğe düşmenize ve kendisinin,sizin du­anıza süratle icabet etmesine hayret eder (şaşar) [106]buyurduğunu ve yine "...şuna güldüğünü [107]rivayet ettiniz.

Halbuki;ancak birşeyi önceden bilmeyen kim-se,sonradan öğrenince şaşar, hayret; eder ve güler.

CEVAB:Biz deriz ki:"Hayret etmek" ve "gül-mek"onlann zannettikleri gibi değildir. Onun mânası sadece şudur:"Şu,şu O'nun (C.C} nazannda şaşıla­cak ve gülünecek birşey durumundadır." demek­tir. Çünkü gülen kimse ancak , kendisini şaşırtan birşeye güler.Bu sebeple Rasûlullah (S.A.V) kendisine misafir gelen ve kendi yiyeceğinden fazla olarak misa­fire, yetecek kadar yemeği olmayan.bunun üzerine misafirin yemesi için lâmbayı söndürmesini hanımı­na emreden-halbuki misafir,ev sahibinin yemediğini (karanlıktan dolayı) farketmemektedir-Ansârdan bir zata:"Gerçekten Rabbiniz.dün ikinizin yaptığına şaşmıştır. [108] buyurmuştur.Yani:'Taptığınız (iyilik)O'nun (C.C) katında "insanla nn hayret ettikleri birşey" durumunda olmuştur." demektir.

Allahu taâlâ Peygamberine:"Ey Rasûlüm eğer (kâfirlerin seni yalanlamalarına) şaşıyorsan »asıl şu sözleri şaşılacak şeydir:..."(13,er-Ra'd:5)buyur-muştur.Bu sözle Allah (C.C) "Benim katımda şaşıla­cak bir şeydir." demek istememiş;sadece kâfirlerin sözünün.o sözü işiten kimsenin nazannda şaşılacak birşey olduğunu kasdetmiştir. [109]

 

56-  Dediklerine Göre Teşbih (Anthropomorphism) İfade Eden Bir Hadis...

 

IDDİÂ:Rasûlullahın, "Rüzgâra sövmeyî-niz, çünkü o Rahman'm nefesindendir.[110] bu­yurduğunu rivayet etüniz.Öyleyse sizin nazarınızda rüzgârın yaratılmamış olması icabeder. Çünkü Rahman'dan (C.C) olan birşey,mahlûk (yaratılmış) ola­maz.

CEVAB:Biz deriz ki:Rasülulîah nefes ile.onlann nefes denince anladıkları şeyi kasdetmemiş; ancak rüzgârın, Rahman'ın verdiği ferahlık ve rahatlık oldu­ğunu kasdetmiştir.

Nitekim,"Ey Allahım, (uğradığım) eziyetten beni kurtar,ferahlık ver." denilir (Yani ferahlık ver.mana-sına .nefes ile aynı kökten gelen bir fiil "neffis anni=beni ferahlat" fiili kullanılmıştır.)

Yine Allah (C.C) Ahzâb (savaşı) günü Rasûlünü rüzgar ile rahaÜatmış,ferahlatmıştır.Allahu Taâlâ bu hususta.:"....biz onların üzerine bir rüzgâr ve gör­mediğiniz (meleklerden ibaret) ordular salıvermiştik."(33.el-Ahzâb:9) buyurmuştur.

"Ben.Rabbinizin nefesini Yemen tarafından duyuyorum (hissediyorum) [111]hadisi de aynı şe­kildedir.

EBÛ MUHAMMED:Bu, bir çeşit kinayedir.Çün­kü bunun manası şudur:Rasûlulîah (bu sözü ile şöyle demiş gibidir):"Ben Mekkelilerden dolayı sıkıntı keder ve üzüntü içindeydim,Allah beni Ansâr ile fe­rahlandırdı: [112]

Yani Rasûlullah ferahlığa,Ansâr vasıtasıyla ka­vuşmuştur nsâr ise (aslen) Yemenlidir.

İşte Ansâr nasıl Allah'ın (verdiği) ferahlığı ise rüzgar da Allah'ın verdiği ferahlık ve rahatlıktır.

EBÛ MUHAMMED:Ben bu hususu "Ğarîbu'l-Hadîs" kitabımda daha geniş bir şekilde açıkladım.Bu kitabın, onların hücum ettikleri ilim konu­sunda kapsamlı bir eser olması için, bu açıklamaları burada (tekrar) zikretmeye lüzum gördüm. [113]

 

57-Teşbih İfade Eden Bir Hadis...

 

İDDİÂ:Rasûlullahın;kızınm iki oğlundan birisi için "Vallahi siz (çocuklar) yokmusunuz ya,sizler insanı korkak ve cimri edersiniz! Vallahi sizler Al­lah'ın (yarattığı) çiçeklerden birer çiçeksiniz.[114] Ve Allah attığı son adımını "Vecc" e atmıştır[115] dediğini rivayet ettiniz.

CEVAB:Biz deriz ki: Bu hadisin bazı akılcılar (=ehl-i nazar) ve hadisçier taraündan kabul edilen gü­zel bir açıklaması vardır.

Onlar dediler ki:Allah'ın müşrikleri hezimete uğ­rattığı en son yer Tâif dir.Rasûlullahın en son çıktığı sefer "Vecc" e yaptığı seferdir. "Vecc" Tâif den önce bir vâdinin ismidir.

Sufyân b.Uyeyne ( -198) [116] de bu görüşü ka­bul ederdi.(Süfyân şöyle) demiştir:Bu,Rasûlullahın dua ederken:"Ey Allah'ım Mudar üzerine baskını arttır ve onların üzerine Yûsuf un (A.S) (kıtlık) seneleri gibi seneler gönder." demesi gibidir.[117]Bu dua üzerine yedi sene ardarda kıtlığa uğradılar.Hattâ öyle ki,yeni doğmuş kuzu ve oğlakların derileri ve ke­miklerini bile yediler.

Sen,"Sultanın,tebaası üzerindeki adımı ağırlaştı (=baskısı arttı) onlara.ayakları bağlı birine ayakla bastığı gibi ayağını basıyor(=baskı ve zulüm yapıyor.) " dersin.

Şâir (Zuheyr) de şöyle demiştir.

"Kin ve öfke üçayakları bağlı olan birini veya bir yere kımıldayamayıp ezilen otu çiğnediğin gibi bizi çiğnedin[118]

Ayakları bağlanan bir kimseye yapılan baskı, baskıların en ağındır. Çünkü o, bukağı içinde yürür ve yürürken iki ayağını birden yere basmak mecburi­yetinde kalır.

Şiirdeki el-herm;zayıf bir ottur,birisi üzerine bastığı zaman kırılıp ezilir.

Bu görüş (açıklama) beğenilmemekten uzak, ak­la yakın bir görüştür.

Şu kadar ki ben,Rasûlullahın kasdettiği şeyin kesinlikle bu olduğuna kani d eğilim. Çünkü ben,sa-hih İncil'de okudum ki..Mesîh (Isâ) havarilerine: "Ev-velkilere,"Allah'ın adı ile yemin ettiğiniz zaman,yemi-ninizden caymayın.Bilâkis yemininizi yerine getirin." dendiğini duymadınız mı?

Ben size diyorum ki: "Hiçbir şey ile yemin etme­yin. Ne gökyüzü ile- çünkü o Allah'ın kürsüsü (=tah­tadır-,ne yeryüzü ile çünkü  O'nun AYAKLARININ BASTIĞI yerdir-,ne de Urşelîm (Jerusalem-Kudüs) ile-çünkü o ,en büyük Melik'in (=Süleyman) şehridir yemin etme! Başın ile de yemin etme,çünkü sen başındaki siyah veya beyaz bir saçı dahi arttırmağa kadir değilsin.Sözünüz ancak"Evet,evet;hayır,hayır" olsun.Bundan gayrisi şeytandandır.[119]

EBÛ MUHAMMED:Bu anlatüklanm,bana Yezîd b.Amr'ın tahdis ettiği bir hadise de uymaktadır .Yezîd dedi:Bize Abdullah b.ez-Zubeyr el-Mekkî tahdis etti (ve) dedi: Bize Abdullah b.el-Hâris,Ebûbekr b.Abdir-rahman'dan ,o da Ka'b (b.el-Ahbâr) ( -32) [120]dan tahdis etti ki (Ka'b şöyle) demiştir:Vecc,mukaddes-tir. Yeryüzü nün yaratılmasına karar verdiği gün Rab,oradan göğe yükselmiştir[121]

 

58- Dediklerine Göre Teşbih (Anthropomorphism) İfade Eden Bir Hadis...

 

İDDİÂ:Rasûlullahm,"Kâfîrin dişi cehennemde.Uhud dağı btiyüklüğündedir.Derisinin kalınlığı da cebbâr'm zirâi ile kırk zirâ'dır." [122] dediğini rivayet ettiniz

CEVAB:Bu hadisin güzel bir açıklaması var-dır.Eğer Rasûlullah onu kasdettiyse,o da şudur:"Bu-rada Cebbar (Cenâb-ı Hak değil) hükümdar demek-tir.Nitekim Allah (C.C) da :"Sen de onlara karşı (îma­na ) zorlayıcı (=cebbâr) değilsin" (5O.Kâf: 45) buyur-muştur.Yani onları hükmü altına alan bir hükümdar değilsin.demektir.el-Cebâbîra da,hükümdarlar de-mektir.Bu,insanlann:"O,hükümdar zirâ'ı ile şu şu kadar zirâ'dır." demeleri gibidir....Bu sözleriyle on­lar, en uzun zirâ'ı kasd etmektedirler.

Zannedersem Cebbâr,Acem hükümdarların­dan idi. Onun zırâ'ı en uzun idİ.Bu yüzden en uzun zira' ona izafe edilmiştir. [123]

 

59-Iddıalarına Göre Teşbih İfade Eden  Bir Hadis..

 

İDDİÂ İbnu Abbâs'm (RA):"Hacer-i Esved Al­lah'ın yeryüzündeki sağ elidİr.Onunla,insanlar­dan dilediği ile musafaha eder.[124] dediğini riva­yet ettiniz.

CEVAB:Biz deriz ki:Bu bir misal ve benzetme-dir.Bunun aslı şudur:

Hükümdar biriyle (tokalaşıp) musafaha ettiğin-de.insanlar da onun elini öper.Sanki Hacer-i Esved de Allah için,hükümdarın sağ eli mesabesindedir.ona el sürülür ve öpülür.

Hz.Âişe'nin de şöyle dediği bana ulaştı:Allah [C.C) Âdem oğullarından misak (bağlılık ahdi) aldığı ve onları "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diyerek, nefisleri üzerine şahid kıldığı.onlar da "Evet (Sen bi­zim Rabbimizsin)" dediği zaman bu misakı Hacer-i Esved'in içine koymuştur.

İnsanların (Hac esnasında Hacer'i) istilam eder (el sürer) ken:"Sana inanarak ve ahdini yerine getire­rek..." dediklerini duymadın mı? Bunun mânası ^'Sa­na verdiğimiz sözü (ahdi) yerine getirdik.şüphesiz Rabbimiz Sen'sin sen!"demektir.Böyle söylenmesi­nin sebebi şudunCahiliyye devrinde de Hacer'i islam ederlerel sürerler) di.Fakat onlar müşrik idiler ve Hacer'i hakkıyla istilam etmiyorlardı. Çünkü onlar kâfir idiler. [125]

 

60-Dedıklerıne Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis..

 

IDDIÂ:Rasûlullahın,"Rabbimi en güzel surette gördüm.Elini İki omuzura arasına koydu.Öyle ki parmaklarının soğukluğunu iki göğsüm arasın­da hissettim.[126]buyurduğunu rivayet ettiniz.

CEVAB:Biz deriz ki:Allah'ı gözler idrak ve ihata edemez.fakat O bütün gözleri ihata eder.Yani:Dünya-da (gözler O'nu göremez)...Fakat Kıyamet günü olun­ca mü'minler Allah'ı (C.C) ,ondördünde ay'ı gördükle­ri gibi göreceklerdir.

Mûsâ (A.S) da Allah'ı görmek istemiş ve "Rabbim kendini bana göster de sana bakayım." "(7.el-A'raf: 143) demişti.(Bu sözüyle Mûsâ (A.S)) Allah'ın kendisi ve kendi emsali Allah dostları için Kıyamet gününe tehir ettiği ru'yet'in öne alınmasını istemiştir .Allah (C.C) da"Beni (dünyada) hiçbir zaman göremez sln!"(7.el-A'raf: 143) buyurmuştur. .Bu sebeple bazı­ları/Peygamberimiz O'nu ancak rüyasında ve vahiy kendisini etkisi altına aldığı zaman görmüştür.İsrâ gecesi vuku bulan gece yürüyüşü ise cesedi ile değil ruhu ile olmuştur.Nitekim Cenâb-ı Hakkın:İsrâ ge­cesi sana gösterdiğimiz rüyayı ve Kur'an'da lanet edilen (ve Cehennemin dibinde biten Zakkum isimli) ağacı da yalnız insanlara bir imtihan yaptık (İnsanlardan kimi İsrâ hâdisesini kimi de Cehen­nemde ağaç biteceğini inkâr etti.) (17.el-İsrâ:60) buyurduğunu duymadın mı? demişlerdir.

(Cenâb-ı Hak) rüya ile,Rasûlullahm İsrâ gecesi gördüklerini kastetmektedir..

Rasûlullah İsrâ hâdisesini anlatıncajnsanlar-dan bir kısmı bunu inkâr etti ve :"Bir gecede nasıl olur da Beytu'l-Makdis'e gider.sonra göğe çıkar ve sonra da yeryüzüne tekrar iner?" dediler ve Rasûlullahın İsrâ'ının cismen vuku bulduğunu iddia ettiğini zannettüer.Ebûbekr (R.A) ise buna inanıp tasdik eden ve (buna inanma hususunda ) inkarcılarla tartı­şanlardan idi.Bu sebeple ona Sıddîk denilmiştir.

(Yine o birkısım insanlar) sözlerine devamla şöyle dedilenO'nun (S.A.V) hanımlarından birisi,"Gerçekten biz.O'nun (S.A.V) cisminin kaybolfup gitjtiğini görmedik." demiştir.

Bize Ebu'l-Hattâb tahdis etti (ve) dedi:Bize Mâlik b.Saîd haber verdi (ve) dedi: Bize el-A'meş haber verdi (ve) dedi:el-Velîd b.el-'Ayzâr'ı,Allahu taâlânın "Andol-sun ki Peygamber onu açık ufukta gördü" (81.et-Tekvîr: 23) âyeti hakkında Ebu'l-Ah-vas'ın[127]Rasûlullah Cebrail'i kendi (aslî) suretin de,yediyüz [128]kanadı ile gördü." [129] dediğini nak­lederken işittim.

Dediler ki:İsrâ'nın ruhen olduğuna delâlet eden hususlardan birisi de Abdullah b.Vehb'in rivayet etti­ği şu hadistinAbdullah b.Vehb, Amr b.el-Hâris'den,o da Saîd b.ebî Hilâl 'den,o da Mervân b.Osmân'dan,o da Umara b.Âmir'den [130]o da Ubeyy b.Ka'b'ın (RA) hanımı Ummu't-Tufeyl'-den.onun Rasûlullahı,"Rabbini rüyasında uzun saçlı,çok yakışıklı bir genç suretinde gördüğünü.yeşillik bir yerde durmuş olup,altından bir döşek üzerinde bulunduğunu[131],ayaklannda da altından nalınlar olduğunu" anlatırken İşittiğini,rivayet etmiştir. [132]

EBÛ MUHAMMED:Biz bu hadisi bu şekilde tevil edenin tevilini;doğru kabul ettiğimizden anlatmış değiliz.Onu ancak.bir kısım insanların bu hadisi tevil ettiğini ve bu hadis için,bizim zikrettiğimiz diğer iki hadisi delil olarak kullandıklarını göstermek için zik­rettik.

 Allah (C.C)."Her türlü noksanlıktan münez­zeh olan O Allah'dır ki kulunu gece (...) götür­dü"! I7.el-İsrâ: 1) buyurup dururken.bu hâdise nasıl onların tevil ettikleri şekilde olabilir?!

Bu âyeti böyle tevil etmek caiz değildir,ve âyet (in zahiri mânası) bu gibi hadislerle reddedilemez.Biz sapıtmaktan ve Allah'ın Muhammed (AS) için fazilet kıldığı İsrâ hâdisesini tevil etmekten Allah'a siğını-nz.Biz,hadisi kabul eder,Kur'an'ı da zahiri (mânası) ne hamlederiz. [133]

 

61- İddialarına Göre Teşbih  İfade Eden Bir Hadis...

 

İDDİA:Rasûlullahtan,Allah'ın (C.C) Âdem'i kendi suretinde yarattığını rivayet ettiniz.[134]Al­lah tabârake ve taâlâ ise, kendisinin sureti veya ben­zeri bulunmaktan münezzehtir.

CEVAB:Biz de onların dedikleri gibi,Allah'm -hamd O'na mahsustur- sureti veya benzeri bulun­maktan münezeh olduğunu kabul ediyoruz.Şu kadar var ki, insanlar bazan birşeye alışırlar ve ona birşey demezler de,ona benzer (alışmadıkları başka) bir şeyi inkâr ederler.

Görmüyor musun,Allah (C.C) kendini vasfeder-ken:"O'nun misli gibi (O'na benzer) hiçbir şey yok-tur.O Semî'dir.Basîr'dir." (42.eş-Şûrâ:l 1) buyur­maktadır.

Bu âyetin zahiri, O'nun mislinin hiçbir şeye ben­zemediğine delâlet etmektedir.Bir şeyin misli.onun - kendisinden başka birşeydir.Binaenaleyh âyetin bu zahirine göre Allâhu taâlâ için bir misil (benzer) vardır gibi gelir.

Bunun lûgatta manası şudur ki:Birşeyin misli,o şeyin kendisinin yerine ikame edilir.Bu yüzden bir kimse:"Benim gibi birisine bü söz söylenmez! Ve be­nim gibi birinin emri olmadan hiçbir şey yapıla-maz!"der.Bu sözüyle,"Benim nazîrlme (benim gibi bi­rine) bu söz söylenmez ve onun emri olmadan hiçbir şey yapılamaz." manasını kasdetmez..Sadece: "Bizzat bana bu söz söylenmez." demek ister.

İşte Allâhu taâlâ: "O'iiun misli gibi hiçbir şey yoktur." derken"O'nun gibi hiçbir şey yoktur." demek istemiştir.Böylece bu söz Arapların ifade tarzına ta­mamen uygun olur.

Senin,"Bana.mızrağa benzer (sivri) bir dille ko­nuştu (=keîlemenî bi-lisânin ke misli's-sinâni) ve "Ka­dının anem"e [135]benzeyen parmakları var (=lehâ benânun ke misli'-l-anemi)" dediğin gibi (nasıl bura­da kef {= ke) harfi zâid ise) âyetteki "kemislihi" deki kef in de zâid olması câizdtr(mümkündür).

Yine recez'ci bir şâirin[136]ve sâliyâtin ke kemâ yuesfeyni=...ve konduğu gibi duran ocak taşlan..." sözü de böyledir.

Buradaki "kekemâ" kelimesindeki " kemâ"nm başına ikinci bir kef (=ke) harfi getirilmiştir ki.bu misi (benzer,gibi Jmanasınadır.

İnsanlar Rasûlullahın:Allah Âdem'i kendi sure­tinde yarattı." sözünün tevilinde müşkilât çekmişler­dir.

Kelâmcılardan bir gurup :"Allah,Âdem1I Âdem suretinde yarattığını murad etti ye buna birşey İlâve etmedi." dediler.

Eğer bu sözden murad bu olsaydı,bu sözün söy­lenmesinde hiçbir fayda olmazdı.Allah'ın insaniden­di suretinde, yırtıcı hayvanları ve diğer hayvanları da kendi suretlerinde yarattığından kim şüphe edebi­lir?

Başka bir gurup ise:"Allah,Âdem'i,kendi katın­da mevcud bir syret üzre yarattı" demiştir.

Bu mümkün değildir.Çünkü Allah yarattıkları­nın hiçbirini bir modele göre.yaratmaz.

Bazıları dat'üz'ü çîrkinleştirmeyin! Muhak­kak ki Allah,Âdem'i kendi suretinde yaratmıştır."hadîsi hakkında Rasûlullahm Allah'ın Âdem'i yüz suretinde yarattığını kasdettiğini söylemişler­dir.

Bu da aynen birinci tevil mesabesindedir.Bu te­vilde de fayda yoktur.

İnsanlar Allah'ın Âdem'i,çocukîarının yaratılı-şmda;yüzünü de onların yüzü gibi yarattığını bilir­ler.

Bazıları hadise şu ilâveyi yaptılar:"Rasûlullah (A.S) birinin yüzüne vuran bir adama rast geldi ve :"Yüzüne vurma! Muhakkak ki Allah Âdem'i onun suretinde yaratmiştır.."[Yani,yüzüne vurulan ada­mın suretinde) buyurmuştur.

Bu sözde de.birincisindeki gibi tutarsızlık var­dır.

Vaktâ ki,hoş olmayan bu tevilleF yapılıp.bu hu­susta münakaşa çoğalınca bu meseledeki husûmet­leri bazı kimseleri, ha dişe bir ilâve yapmağa zorladı.Ve dediler ki:

İbnu Ömer,Rasûlullahtan onun (S.A.V),7Allah Âdem'i Rahmanın suretinde yaratmıştır." dediğini rivayet etmiştir.

Onlar "kendi suretinde (=sûretihi)." kelimesindeki zamirinin Allah'a ait olmasını istiyorlar ki, böylece onların "h" zamiri yerine "er-Rahmân" keli­mesini koymalarıfnın sebebi) de anlaşılmış olu-yor.Bu,senin"Rahman Âdem'i kendi suretinde yarat­tı" demen gibidir.Böylece onlar çirkin bir hata işlemiş oldular.

(Onların bu hatâya düşmelerinin) sebebi şudur ki,bizim;"Allah gökyüzünü Rahmân'ın meşîeti(=dile­mesi) ile yarattı" veya "Rahman'm iradesi ile yarattı" dememiz caiz değildir.Bu ancak .ikinci isim,birinci isimden farklı olduğu zaman caizdir.

Veya rivayet ,'Yüz'ü çirkinleştirmeyin.Çünkü o.Rahmân'ın suretinde yaratılmıştır." şeklinde olsaydı,Rahmân,"Allah" 'dan başkası veya "Allah", "Rah-man'"dan başkası olurdu.

Eğer İbnu Ömer'in Rasûlullahtan bu şekilde bir hadis rivayet ettiği doğru ise.o takdirde hadis,Rasû­lullahm dediği gibidir.Hadisin tevil edilmesine veya hadis hakkında münakaşa edilmesine lüzum yok­tur.

EBÛ MÜHAMMED:Bu teviller içersinde gördü­ğüm, tutarlılığa en yakın ve beğenilmemekten en uzak tevîl,Ehl- nazar1 dan (= akılcılar) birinin şu tevi-lidir.O,şöyle demiş tir: Allah (C.C) Âdem'i Cennet-te,yeryüzündeki suretinde yarattı."

Sanki bazıları:-Cennetteki şeyler dünyadakiler-den farklı olduğu için-"Âdem'in boyu Cennette şu ka-dardı,nûru (yüzünün parlaklığı,güzelliği) şöyley-

di.güzel kokusu böyleydi.." demişler de Rasûlullah da:"Aîlah Âdem'i yaratmıştır" sözüyle onu Cennette yarattığını;"...kendi suretinde." sözüyle de "...dünya­daki suretinde" yarattığını söylemek istemiştir...

Ben bu şekilde bir tevili ne kabul ederim,ne de bu tevilin Rasûlullahın kasdettiği mâna olduğuna hükmederim.Çünkü ben Tevrat'ta şunu oku-dum:"Allah(C.C) göğü ve yeri yarattığında,"Biz kendi suretimizde bir beşer (insan) yaratacağız." dedi've yeryüzünün toprağının alt tabakasından Âdem'i ya­rattı ve onun yüzüne hayat rüzgârını üfledi[137]Yukarıdaki tevil ise, buna uymaz.

İbnu Abbas 'in şu hadisi de böyledir:"Mûsâ (A.S) İsrail oğulları için kayaya (asâsıyla } vurdu ve su.fışkırdı.fMûsâ da):"Ey merkepler,içiniz!" dedi.Bunun üzerine Allah (C.C) ona şöyle vahyetti:"Sen (bu sözünle)benim yarattıklarımdan kendi suretimde olan in­sanları kasdettin ve onlan merkeplere benzettin. "Çok geçmedi (Mûsâ) cezalandınldı[138]Hadis bu mâna­dadır.

EBÛ MUHAMMED:Benim kanaatim odur ki-Hiç şüphesiz en iyi bilen Allahtır-suret;iki el.parmaklar ve göz'den daha çok şaşılacak birşey değildir.Bunlara olan alışkanlığımız.sadece bunların Kur'an'da zikre­dilmesi sebebiyledir.Sûret kelimesinden ürkülmesi ise,bu kelimenin Kur'an 'da bulunmayışmdandır.

Biz.bütün bunların (eller,parmak,göz ve suret) hepsine inanır,onlardan hiçbirinin ne keyfıyyeti,ne de haddi (smın,şeklij olduğu hakkında herhangi bir­şey söyleriz. [139]

 

62-Dedıklerıne Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis...

 

İDDIÂ:Hammâd b.Seleme tankıyla rivayet etti­ğiniz Ebû Razîn el-Akîlî'nin hadisinde (Ebû Razîn'in) Rasûlullaha,"Gökleri ve yeri yaratmazdan önce Rabbimiz nerede idi?" diye sorduğunu,Rasûlulla­hın da:"Bir bulut içersindeydi.Üstü hava, al ti hava idi [140]buyurduğunu söylediniz.

Bu bir tahdîd (Allah'a sınır ve mekân tayin etme) ve Allah'ı yaratılmışlara benzetmedir...

CEVAB:Biz deriz ki:Ebû Razîn'in (R.A) bu hadisi hakkında ihtilâf edilmiştir.Hadis bu senedden başka bir senedle de,aynı şekilde çirkin bir ifade İle vârid ol-muştur.Hadisi nakledenler de (cahil) bedeviler-dir.Kendisinden Hammad b.Seleme'nin hadisi riva­yet edilen Vekî b.Hudus[141] de meçhuldür.

Şu kadar ki.bu hadisin tefsirinde Ebû Ubeyd el-Kâsım b.Sellâm (-224) [142] söz söylemiştir.

Ahmed b.Saîd el-Lıhyânî,Ebû Ubeyd'den bize,"Hadisteki el-amâ kelimesi bulut demektir." dedi­ğini tahdis etti.

el-amâ kelimesi, med (=uzatma) ile olursa.arap-lann günlük konuşmalarında zikredüdiği gibi (bulut mânasına dır.Eğer maksûr (yani elifsiz) ise.o takdir de mâria:Sanki "O,körlük içindeydi."şeklinde olur.Bununla Rasûlullah,Allah 'ın,insanlann bilgi­sinden gizli olduğunu kasdetmiş olur.

Tıpkı bunun gibi.birşey senin için mübhem ol-duğu,bir şeyi ve onun nerede olduğunu bilmediğin zaman sen:"Umiytu an hâza'l-emrje ene a'mâ anhu aman" Yani:"Bu meseleye karşı kör oldum.ben ona karşı bir körlük içindeyim." dersin.Ve sana gizli kalan herşey «senden yana bir körlük içinde demektir.

"Üstü hava,altı hava (idi)" sözüne gelince.bazıla-rı hadise bir (nefy) "mâ"sı eklediler ve Allah'ın altında ve üstünde hava bulunmasından ve Allah'ın da,bu ikisinin arasında bulunmasından ürkerek:"Ne üs­tünde hava (vardı)  ne de altında" dediler [143]

Fakat esas olan rivayet,birinci rivayettir.

(Allah 'a yakışmayan bir mânaya karşı olan) ürküntü;hadîse "mâ" ilave etmekle ortadan kalkmaz.Çünkü ("mâ ilâve edilse bile) alt ve üst mefhum­ları yine de mevcuttur.-Vallâhu a'lem[144]

 

63-Dedıklerıne Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis

 

IDDIÂ Rasûlullahın (S.A.V):"Zamâna (=dehr) sövmeyiniz.Çünkü Allah zamanın tâ kendisi­dir. [145]buyurduğunu rivayet etüniz.Böylece bu ri­vayette bulunmakla, "Dehriyye(=MateryaIistler)"ye uymuş oldunuz.

CEVAB:Biz deriz ki:Câhiliyye devrindeki arap-lar:"Dehr «malıma musibet (zarar) getirdi," ve "Bana dehrin felâketleri, âfetleri ve musibetleri erişti, "derler­di.

İhtiyar birisi de: "Dehr(Felek) beni iki büklüm et­ti." deri.

Araplar,Allah'ın, takdiri ile meydana getirdiği,ölüm,hastahk,sevdiklerini kaybetmek veya ihti­yarlık gibi herşeyi dehr'e nisbet ederlerdi..

Yine:"Allah,bu dehr'e lanet etsin?" derler.ona "el-menûn=Ölüm" ismini verirlerdi.Çünkü araplara göre onlara ölümü celbeden odur.

el-menûn "ölüm" demektir.Nitekim Ebû Zueyb de şöyle demektedir:

(e mine'l-Menûni ve raybihi teteveccau ve'd dehru leyse bimu'tibin men yeczau")

"Zamandan ve onun musibetinden dolayı mı.acıdan sızlanıyorsun?

Zaman,sabredemiyenleri kınayıcı değildir.

EBÛ MUHAMMED:er-Rıyâşî de,el-Asmafden,o da İbnu ebî Tarfete el-Huzelî'den.o da Ebû Zu-eyb'den.bu şiiri bana bu şekilde okudu.Bazıları ise bunu "ve raybihâ tetevecceu" şeklinde naklediyorlar ve el-menûn kelimesini.el-meniyye (=ölüm) olarak kabul ediyorlar.Bu yanlıştır."Zaman sabredemiyen­leri kmayıcı değildir." sözü sana bunun yanlış oldu­ğunu gösterir.Sanki şâir: mine'd-DEHRİ ve raybihi teteveccau, ve'd-dehru leyse bimu'tibin men yeczau." de­miş gibidir.

Allah (C.C) da Kur'an' da :"natarabbasu bini ray-bel-menûn (=Biz onun felâket zamanını bekliyoruz.)" (52.et-Tûr:30) buyurmaktadır, "raybe'l-menûn" yani :"raybe'd-dehri ve havâdisehu (zamanın felâketleri ve insanın başına getirdikleri..") demek­tir .Arablar;"Lâ elkâke âhira'l-menûn (=zamanın so­nuna kadar (ebediyyen) seninle görüşmeyeceğim) " derler."âhira'l-menûn","âhira'd-dehri (zamanın so­nu)11 demektir.

Allahu Taâlâ.Cahiliyye ehlinin; Allah'm kendi takdiri ile meydana getirdiği şeyleri,ve O'nun fiillerini zamana izafe etmelerini hikâye ederek şöyle buyur­muştur: "Hem (kıyameti inkâr eden Mekke kâfirle­ri) şöyle dediler: "-Hayat ancak bizim bu dünya ha­yatımızdır. Ölürüz ve yaşarız, bizi ancak dehr (=zaman) helak eder." Halbuki onların buna dair bir ilimleri de yoktur. Onlar sadece zan peşinde koşarlar." (45. el-Câsiye:24)

Rasûlullah da :"-Size musibetler isabet ettiği za-man.zamana sövmeyin,ve musibetleri zamana izafe de etmeyin.Muhakkak ki Allah; size bunları isabet ettiren O'dur,zaman değildir.Fâile sövdüğünüz za­man .Allah'a sövülmüş olur!" demiştir.

Görmüyor musun, onların birine bir felâket veya malına.çocuklanna veya vücuduna bir musibet gel­diği zaman,bunları kendisinin başına getiren faile (vasıtaya),bundan dolayı söverler.Onun niyyeti za­mana sövmektir.Halbuki sövülen Allah (C.C) dır.,.

Bu anlatılanlar hakkında;benim yapmış oldu­ğum tevili-aslinda bu tevil Allah'a hamd olsun,kolay ve anlaşılır ise dedaha iyi anlatacak bir misal verece­ğim sana: Sanki Zeyd adında biri, Feth adındaki kö­lesine, bir adamı öldürmesini emreder.Köle de ada­mı öldürür.İnsanlar da Feth'e söverler, ve ona lanet ederler.Birisi onlara: "Feth'e sövmeyiniz, Çünkü Zeyd, Feth'in tâ kendisidir." der. Bu sözüyle katilin Zeyd olduğunu kasdeder.Çünkü adamın öldürülmesini emreden odur.O adam sanki:"Çünkü katil Zeyd'dir.Feth değil!" demiş olur.

Zaman da böyledir.Zaman içersinde musibet­ler, felâketler olur.Bu musibetler Allah'ın takdiri ile­dir jnsanlar, bu musibet ve felâketler zamanın içer­sinde meydana geldiği için.hiç suçu olmadığı halde zamana söverler.Bunun üzerine birisi:"Zamana söv­meyiniz .Allah,zamanın ta kendisidir." der. [146]

 

64- İddialarına Göre Teşbih İfade Eden Bir Hadis ...

 

İDDİÂ:Ebû Zerr ve Ebû Hurayra'dan (R.A) ,Rasûlullahın şöyle dediğini rivayet et tiniz: "Allah (C.C.) ,Kim bana bir kanş yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim. [147]buyurmuştur.

CEVAP: Biz deriz ki: Bu, bir misal ve benzetme­dir. Allah ancak şunu kastetmiş: "Kim bana süratle taat getirirse, ben ona, onun getirişinden daha sü­ratle sevabını gönderirim." ve bundan kinaye olarak yürüme ve koşmayı zikretmiştir.

Tıpkı bunun gibi: "Fulan sapıklıkta hızlıdır (=fulân mûdıun fî'd-dalâl)" denilince, bununla, ada­mın hızlı yürüdüğü kasdolunmuş olmaz. Sadece, onun süratle sapıklığa gittiği kastedilmiş olur.

(Buradaki "mûdıun" kelimesinin kökü olan) "elvad, süratle yürümekten kinayedir.

"Ayetlerimiz (i red ve İbtal için) İçin koşuşan­lar..." (22. el-Hacc: 51) âyeti de böyledir. Âyetteki essa'y, süratle yürümek, koşuşmak manasındadır. Bu­rada onların devamlı olarak yürüdükleri kasdolun-muş değildir. Ancak onların, niyyetleri ve amelleri ile sürat gösterdikleri kasdolunmaktadır. -Vallâhu a'lem[148]

 

65-Dedıklerıne Göre Icma Ve Kur'an'ın İptal Ettiği Bir Hadis...

 

IDDIÂ : Ununu Mektum'un oğlunun,Rasûîullah (S.A.V) iki hamrruyla beraber iken,onun huzu­runa girmek için izin ist ediğini, Rasûlullahm da o iki hanımına örtünmelerini emrettiğini,hanımla­rının:" Yâ Rasûlullah o âmâdır (gözü görmez)" de­diklerini .bunun üzerine Rasûlullahm iki hanımı­na: kör ise) siz de mi körsünüz? dediğini. [149]rivayet ettiniz.

Ulemâ, örtündükleri takdirde kadınların erkek­lere bakmasının haram olmadığına icmâ etmişler­dir. Rasûlullah (S.A.V) zamanında kadınlar mescid'e gider ve erkeklerle (onların arkasında} namaz kılar­lardı. [150]

Bir de siz: "Zilletlerini açıp göstermesinler. An­cak bunlardan görünmesi zarurî olan (yüz.eller ve ayaklar) müstesnadır.."(24.en-Nûr:31) âyetinin tef­sirinde; (zînetten maksadın) sürme ve yüzük olduğu­nu söylediniz.

CEVAB Biz deriz ki:Şüphesiz Allah (C.C),Rasû­lullahm hanımlarına örtünmeyi emretmiştir. Bize. on­larla ancak perde arkasından konuşmamızı emret­miş ve :"Bir de (peygamberin) hanımlarından gerekli birşey isteyeceğiniz vakit de,perde arkasın­dan  isteyin."(33.el-Ahzâb:53) buyurmuştur.

Onların yanma arada perde olmaksızın giren ârnâ olsun veya olmasın-müsavidir.Âmâ olsa da.ol-masa da ikisi de Allaha âsi olmuş olurlar. Hanımlar da ,yanTarına girmeleri için (ama olsun veya olmasın) onlara izin verdikleri  takdirde Allah'a âsi olmuş olur­lar.

(Rasûlullahm hanımlarının) nikâh edilmeleri­nin müslümanlara haram kılınışı gibi, bu da sadece Rasûlullahm hanımlarına has bir hükümdür.

Rasûlullahm hanımları Hac ve diğer farzlar için veya zaruri olarak dışarı çıkmalarını gerektiren ihti­yaçları için evlerinden çıktıkları vakitperde (arkasın­dan konuşma) farzı ortadari kalkar.Çünkü o takdir­de onların huzuruna kimse girmiş olmamaktadır .Yol­culukta da,açıkta bulundukları vakit örtünmeleri ge­rekir. (Perde ile tesettür) farzı sadece onların (Rasû­lullahm hanımlarının) oturmakta oldukları evler için vâkî olmuştur. [151]

 

66-Çeuşkili Olduğunu Söyledikleri İki Hadis...

 

İDDİÂ:Siz,Rasûlullahm: "Gelir .risk karşılı-ğındadır." diye hükmettiğini [152]rivayet etti­niz.

Rasûlullah şunu kasdetmiştir:Bir müşteri bir köle satın alır,ve bir müddet onu çalıştırarak gelir el­de eder.Sonra kölede bir kusur olduğunu görür ve onu bu kusurundan dolayı geri verir.Fakat kölenin hizmetinden elde ettiği geliri yani harac'ı geri vermez.Çünkü o.köle hakkında riski göze almıştı ve eğer köle ölseydi alanın malından (bir köle) ölmüş olur­du.

Sonra da Rasûlullahm: "Kim (şişkin görünsün diye) sütü memesinde bırakılmış bir hayvan (=el-musarrât) satın alırsa üç gün muhayyerdir, dilerse hayvanı geri verir ve hayvanla birlikte bir sa' (öl­çek) yiyecek de verir." [153]dediğini rivayet etti­niz.

İşte bu,birinci hadisin hükmüne aykırıdır.Çün­kü hayvanı satın alanın,hayvandan aldığı süt.onun gailesi(= ürünü,geliri) dir.Keza alıcı aynı şekilde riski göze almıştır.Eğer koyun ölseydi onun malından (bir koyun) ölmüş olurdu.Binaenaleyh bu hadisle "Gelir.risk karşılığıdır."hadisi aynıdır,aralarında fark yoktur.

EBÛ MUHAMMED:Biz deriz kirîki hadisin ara­sında açık bir fark vardır. Çünkü elmusarrat ile el-muhaffele aynı şeydir ki sütü sağılmayıp memesinde biriktirilen hayvan demektir. Günlerce süt sağılmaz ve neticede içinde süt toplandığı için hayvanın me­mesi büyür.Müşteri bu hayvanı satın aldığı zaman.memesindeki sütü sağar.Bir iki sağışta meme­deki sütü tamamen ahr.Bundan sonra süt kesilince.hayvanın memesinin sunî olarak şişirildiğini anlar ve hayvanı geri verir.Hayvanı geri verirken bir sa'föl-çek) yiyecek de verir.Çünkü hayvanın memesinde (fazladan) toplanan sütsatıcının mülkünde idi.ahcı-nın mülkünde değildi.Bu yüzden o, sütün kıymetini (bir sa yiyecekle) öder.

(Fakat) Kusurlu bir köle kusuru belirtilmeden satıldığı zaman (kölenin çalışmasından elde edilen) geliri ile beraber satılmış değildir.Ğalle(=gelir) sadece alıcının mülkünde olur ve bu gelire karşılık satıcıya hiçbir şey ödenmez... [154]

 

67- Çelışıkılı Dedikleri Ikı Hadis...

 

İDDİÂ:Amr b.eş-Şerîd'in;Ebû Râfi'İn Rasûlul-lahtan:"(Şuf a hakkı bakımından) en haklı olan,bir kimsenin komşusudur.[155] sözünü işittiğini riva­yet ettiniz.

Katâde'den.b el-Hasen (el-Basrî)r den ,o da Raşûlullahtan,O'nun (S.A.V):,Komşusunun evi ve­ya arazisi üzerinde en fazla hak sahibi olan dip kontşusudur. [156]  dediğini de rivayet ettiniz.

Sonra da ez-Zuhrî'den,onun:"Rasûlullah şufa hakkım,ancak taksim edilemiyen mallar için ge­çerli kıldı.Lâkin sınırlar belirlenip yollar ayrıldığı zaman şufa hakkı yoktur[157] buyurduğunu riva­yet ettiniz.

İşte bu,birinçi hadise aykırıdır.

CEVAB:Biz bu ikinci hadis hakkında deriz ki:Burada,Câbir'in(R.A) Rasûlullahın bu hadisini.kendisinden işittiğine dair bir delil yoktur..

Görmüyor musun Câbir, "Rasûlullah şufa hak­kını ancak taksim edilemeyen mallar için geçerli kıl­dı." diyor.Demekki bu sadece Câbir'in buna hükmet­mesi veya  böyle olduğunu zannetmesi veyahut da

Rasûlullahtan rivayet eden birini işitmesinden iba­rettir.

İlk iki hadis ise,ikisi de muttasıldır ve üstelik iki-sininde manası aynıdır.

Birincisine gelince,manası: "Komşu, dip kom­şusunun evi üzerinde en fazla (satın alma) hakkına sahiptir." demektir.

Hadisteki es-sakb(=dip komşu )kelimesi,dip di­be yakınlık demektir. (Bu hususta)şâir der ki:

"Kûüyyetun nazihun mahalletuhâ Lâ ememun dâruhâ ve lâ SAKABUN" (Oturduğu yer uzak olan Kûfeli bir kadın Evi ne yakındır,ne de bitişik).,

"Lâ ememun dâruhâ" sözü ile "yakın değildir." ve "lâ sakabun" sözü ile de "bitişik değildir" demek isti­yor.

İkinci hadise gelince:Rasûlullah şuf a hakkını

sadece taksim edilemeyen mallar için geçerli kıl-dı.Lâkin sınırlar belirnenip.yollar ayrıldığı zaman şuf a hakkı yoktur." (buyurmuştur.)

Sanki içersinde evler bulunan bir mahalle (var).Bu evler (ayrı ayrı değil) müştereken on kişiye aittir.Eğer onlardan birisi,bu evlerden hissesini sata­cak olsa o hissenin şuf a (satın almada öncelik) hakkı­na diğerleri hepbirlikte sahip olurlar,ve herbiri evin dokuzda birini satın alır.

Eğer bu evler, onlardan birisi evini satmadan ön­ce taksim edilmişse,o takdirde herkesin kendi müs­takil evi olmuş olur. Bunlardan birisi evini satmak is­tediği zaman, diğerleri için şuf a hakkı olmaz.Şufa hakkına sadece.onun dip komşusu sahip olur.

Böylece bu hadis bize, taksimat yapılınca tak­sim edilmemiş yer hükmünün ortadan kalkacağını göstermektedir. [158]

 

68-Dediklerine Göre Akıl Ve Mantığın Yalanladığı  Bir Hadis...

 

IDDİÂ:Rasûlullahın:Birİnizin kabına sinek düştüğü zaman,onu (kaba) daldırınız.Çünkü onun iki kanadının birisinde zehir,diğerinde de onun panzehiri (şifâsı) vardır.Sinek önce zehirini akıtır, sonra (daldırınca) da panzehirini akıtır.[159] bu­yurduğunu rivayet ettiniz.

Bir şeyde hem zehir, hem de onun panzehiri nasıl bulunur?! Sinek zehirin yerini nasıl biliyor da önce onu akıtıyor ve panzehirin yerini de nasıl biliyor da onu sonra akıtıyor?

CEVAB:Biz deriz ki bu hadis gerçekten sahih-tir.Aynı şekilde,bu lafızlardan başka lafızlarla da rivayet edilmiştir.

Bize Ebu'l-Hattâb tahdis etti (ve) dedi:Bize Ebû Attâb haber verdi (ve) dedi:Bana Abdullah b.el-Mu-sennâ haber verdi (ve) dedi: Bana Sumâme ( -213) [160]rivayet etti (ve) dedi:"Bİr kaba sinek düştü.Enes (R.A) parmağıyla onu tuttu ve "Bismillah" ...diye­rek suya bat irdi, ve bunu üç kere tekrarladı,Sonra Iullahın kendilerine böyle yapmalarını emrettiği­ni ve "iki kanadından birinde zehir.diğerinde de panzehir olduğunu" söyledi.

EBÛ MUHAMMED:Deriz ki:Kim dinî hususla-rı,müşahade ettiği olaylarla açıklamaya kalkar;hay-vanın konuşamayacağmı,kuş'un (Allah'ı) teşbih ede-miyeceğini.yeryüzün bir parçasının diğerine şikâyet­te bulunup sızlanamayacağnı, sineğin zehir ve panze­hirin yerlerini bilemeyeceğini iddia eder;hadiste varid olan anlamadığı şeylere itiraz eder,ve "Bir kırat[161]nasıl Uhud dağı kadar olur?","Beytul-Makdis nasıl-dile gelip konuşur?","Şeytan nasıl sol eliyle yer ve sol eliyle içer?", Onun sol eli mi var?" "Aralarında asırlar bulunduğu halde Âdem (A.S) Mûsâ (A.S) ile nasıl bu­luşur da kader hususunda birbiriyle münakaşa eder­ler?", "Nerede    münakaşa ettiler?",derse;o kimse İslâm'dan sıyrılıp çıkan yıkıcının biri olmuştur.Şu kadar ki o, bu ve benzeri sözleri, safsataları, münaka­şaları ve haber ve eserleri (Rasûlullahın,ashab ve ta­biînin sözlerini) reddetmesi ile kendini gizlemek[162] is­temektedir. [İşte bu kimse)Rasûlullahın getirdiklerine,Ashab ve Tabiînin en hayırlılarının kabul ettikleri şeylere karşı çıkmaktadır.

Kim Rasûlullahın getirdiklerinin [hadis ve sün­net) bir kısmını inkâr ederse,tamamını inkâr etmiş sayılır.

Eğer İslâm dinini bırakıp da,bu ve benzeri şeyle­re inanılmayan başka bir dine geçmek isteseydi böyle bir din bulamazdı.Çünkü Yahudiler.Hristiyan-lar,Mecüsîler,Sâbiîler ve Seneviyye (Maniheistler) [163]bu gibi şeylere inanırlar ve kitaplarında da bu gibi şeyler mevcuttur.

Benim bildiğim,bu gibi şeyleri sadece Dehriyye (Materyalistler) den bir guruptan başkası inkar etme-mektedir.Kelâmcılardan bir gurub ile Cehmiyye fır­kası da bu hususta Dehriyyeye tabî olmuşlardır.

Bundan sonra (gelelim meseleye):Biz din yolu­nu terkedip.felsefeye başvursak [164] yine de sinekte hem zehir hem de panzehir olduğunu inkâr etmek kabil midir?

Bu meselede sinek,tıpkı bir yılan gibi değil mi­dir? Çünkü tabibler yılanın etinin, ondan Tiryâk-ı Ekber[165] yapıldığı zaman,yılanın zehirine karşı şifa olduğunu, akreb sokmasına ,kuduz köpek ısırması" na,"dördüncü sıtması"na, [166] felcelakye [167]  de­nilen hastalığa,titreme hastalığına ve sar'a'ya faydalı olduğunu söylerler.

Akreb hakkında da;karnı yarılıp,sonra soktuğu yere bağlanırsa fayda vereceğini;akreb yakılıp kül ha­line gelince,bundan kendisinde böbrek taşı olana içi-rilince fayda verdiğini ve bazan akreb felçli birini so­kunca o kimsenin iyileştiğini (doktorlar) söylerler.

Yine akrebin eti bir süre iç yağı içersinde bırakı­lırsa bu yağ vücuttaki büyük ur ve şişkinlikleri yok eder.

Eski tabibler;sinek,sürme taşı içine konur ve öğütülür,sonra göze sürülürse gözün görme gücünü artüracağmı,göz kapağının kenarlarındaki kirpikle­rin diplerini kuvvetlendireceğini ileri sürerler.

Sâhibul-Mantık (=Aristo) dan naklederler ki; Geçmişte bir kavim sinek yerler ve hiç göz hastalıkla­rına yakalanrnazlarmış!...

Yine tabibler (sinek hakkında derler ki: (Sinek) ezilip.akrebin soktuğu yere'konursa ağn diner.Yine bir kimseyi köpek ısırırsa, kendisini öldürmemesi için,sinek konmasın diye yüzünü örtmeğe muhtaç olur, d emişlerdir.

Bu da sineğin yapısında hem zehir.hem de pan­zehir bulunduğunu gösterir.

EBÛ MUHAMMED:Biz dini bırakıp felsefeye ve gözle gördüklerimize inandığımız zaman dahi, nasıl olur da hayvanların ve böceklerin anlama (kabiliyyet-lerinin olma) dığını iddia edebiliriz? Biz bakıyoruz ki küçücük bir karınca,yazdan kış için yiyecek depo eder .Bu depoladığı tanenin çürümesinden korktuğu zaman onu yeryüzüne çıkartır.Mehtaplı bir gecede onu yayar .Tanenin filizlenmesinden korkarsa,onun çimlenmemesi için ortasını oyar.

İbnu Uyeyne ( -198) [168] de;'lnsan .karınca ve fâre'den başka,yiyeceğini depo eden yoktur." demiş­tir.

İşte kargalar! Meyvalan var iken hurma ağacına yaklaşmazlâr.Fakat meyvalar devşirildiği zaman bu-daklardaki ağacın özünü yerler.

Felsefeciler de:Deveyı bir yılan sokunca de-ve,tatlı su yengeci yer ."derler.

İbnu.Mâseveyh dedi ki:Bu sebepten biz.yengeç lerin yılan sokmalarına iyi geldiğini zannediyoruz.

Yine (Felsefeciler) derler ki:Kaplumbağa,beyaz benekli zehirli yılanı yediği zaman,(zehirlenmemek için) yabani kekik yer.

Gelincik de yılanı öldürdüğü zaman.sedef otu denen bitkiyi yer.

Köpekler de vücudlannda kurt (şerit) olduğu zaman,buğday başağı yerler.

EBÛ MUHAMMED:Bu hayvanlar,felsefeciler ci­hetinden de görüyorum ki anlayışa sahip oldukları gibi tıbbı da iyi bilmektedirler.Bu ise sineğin, kanat­larındaki zehir ve panzehiri bilmesinden daha hayret vericidir...

Uzaktan demiri kendine çeken ve onu kendine itaat ettiren,böylece kendi haraketiyle demiri de sağa sola haraket ettiren taşa nasıl şaşmıyorlar?Bu taş mıknatıs taşıdır.

Keza es-sinfîl taşı hakkında Aristo'nun ^'Kar­nında su toplanan bir kimsenin karnına bağlanır-sa.adamın karnındaki su azalır.Bunun doğruluğunu gösteren şudur ki;bu taş,adarmn kanuna bağlandık­tan sonra taruhrsa, taşın ağırlığının artmış olduğu görülür/' sözüne nasıl inanırlar?

Tabib Eyyûb'a-veya Huneyn (b.İshak)1 a -bu taş­tan bahsettim,taşı tanıdı ve, "Bu taş Tevrat'ta -veya Allah'ın mukaddes kitaplarından bir diğerinde - zik­redilmiştir." dedi.

Yine (Aristo'nun) bahsettiği sirke içinde balık gi­bi yüzen taş; kadının böğrüne asılan ve onun hamile kalmasına mâni olan boncuk;firının kenarına konan ve ekmeklerin düşüşmesine sebep olan bir taş; bir kimse iki eliyle eliyle tuttuğu zaman ,o kimsenin mi­desinde ne varsa dışarı çıkartan taş;Yukan Mısır'da sunta(=akasya) ağacı denilen ve üzerine kılıç çekilip yüründüğü ve kesmekle tehdid edildiği zaman solu-veren ağaç ve benzeri şeyleri nasıl kabul ederler?

Bana bizim bir şeyhimiz Ali b.Âsım'dan.o da Hâlidu'l-Hazzâ'dan ,o da Muhammed b.Sîrîn'den ( 110) [169]rivayet etti ki o şöyle demiştiniki adam (Ka­dı) Şurayh'a gidip birbirlerinden davacı oldular.Biri-si:"Ben bu adama bir emanet verdim,şimdi emaneti bana geri vermiyor." dedi.Şurayh ona:"Adama ema­netini geri ver!" dedi.Adamr'Yâ Ebâ Umeyye! O öyle bir taştır ki,hamile kadın onu gördüğü zaman çocu­ğunu düşürür,sirkenin içine atılsa sirke kaynamağa başlar,fınna konsa fınn soğur." dedi.

Bunun üzerine Şurayh sustu ve her ikisi kalkıp gidesiye kadar onlara birşey demedi.

Bütün bunlar,aklın almadığı ve çoğunun muka­yese ile bilinemediği şeylerdir.Eğer bunlara ben-zer,acâib mahlûkâtı araştırıp zikretmiş olsak iş çoğa­lır ve (söz) uzardı... [170]

 

69- Dediklerine Göre Rafızîlerın Muhammedin (S.A.V) Ashabını Tekfir Etmede Delil Olarak Kullandıkları Bir Hadis...

 

İDDİÂ:Rasûlulİahın şöyle dediğini rivayet ettiniz:"(Kıyamet günü) birtakım kimseler (=akvâm) elbette bana.Havz'ıma gelecekler.Sonra elbette benim Önümden alınıp götürülecekler.Ben de o za- man:"Yâ Rabbi.Ashabcağızım! Ashabcağızım! .." diyeceğim.Bunun üzerine bana:"Sen,onların senden sonra neler yaptıklarını bilmiyorsun! Sen onlardan ayrıldığın zamandan beri,gerisin geri (dinden)irtidad etmekten geri durmadılar."denecek.[171]

Bu hadis,Râfızılerin; Ali,Ebû Zerr.el-Mıkdâd, Selmân , Ammâr b.Yâsir ve Huzeyfe (R.A) hâriç, Rasûlullahm diğer ashabını küfürle itham etmede dayandıkları delilleridir.

CEVAB:Biz deriz ki :Şayet onlar (akılcılar,kelâ-mcılar) hadisin üzerinde düşünseler ve lafızlarını (iyi) anlasalardı;Rasûlullahın burada azınlık bir gurubu kasdettiği sonucuna varabilirlerdi.

"Birtakım kimseler elbette bana,Havz'ıma gele­cekler, "sözü bunu ispat eder.Eğer Rasûlullah-yuka­rıda isimleri zikredilen Ashab hariç-Ashabının hepsi­ni kasdetmiş olsaydı;"Siz elbette bana,Havz'ıma gele­ceksiniz, sonra da önümden çekilip götürüleceksi­niz." derdi.

Nitekim,birisi:"Bana bugün ,Benû Temîm'den birtakım kimseler (=akvâm) ,ve Kûfelilerden de bir ta­kım kimseler geldi." der.ve bu sözüyle sadeccçoğun-luğun az bir kısmını kasdeder.Eğer; birkaç adam ha­riç, (o kabilenin) hepsinin kendisine geldiğini kasdet­miş olsaydı: "Bana Benû Temî kabilesi ve Küfe halkı geldi." derdi.Burada "kavm" sözünü kullanması caiz değildir.Çünkü kavm,geride kalıp gelmeyenfaz sayı­daki) kimselerdir.

Keza:'Yâ Rabbi,Ashabcağızım!Ashabcağızırn! küçültme sîğasıyla-buyurması da bunu sana ispat eder.Rasûlullah bu sözüyle - küçültme siğasmı kul lanmakla-onlann sayılarının azlığını göstermek iste-miştir.Nitekim sen de:"(Yolda )dağmık vaziyette ev­ciklere rastladım." ve (insan) gurupçuklannın yanından geçtim." dersin, (ve bununla onların azlığını kas-dedersin)..

Biz biliyoruz ki;bazen münafıklar,dini zayıf ve dinde şüphesi olan kimseler de ganimet gayesiyle Rasûlullah ile birlikte savaşlara katılıyorlardı.Rasûlullahın vefatından sonra birkısım kimseler irtidad etti.Uyeyne b.Hısn bunlardandır.Bu adama irtidad etti ve peygamberlik iddiasına kalkıştığında Tuleyha b.Huveylid'e [172]katıldı ve ona imanfl) etti.Tuleyha hezimete uğrayınca kaçü.Onu Hâlid b.Velid esir aldı ve eli ayağı bağlı olarak Ebûbekr'e gönderdi.Medî-ne'ye getirildi.Medine'nin çocukları hurma dallan ile onu dürtüklemeğe ve ona vurmağa başladılar,ve:"Ey Allah'ın düşrnanıjman ettikten sonra Allah'a küfret-ün (öyle mi?!) "dediler.

Bunun üzerine Allah'ın düşmanı:"ValIahi ben (zaten) iman etmemiştim." dedi.

Ebûbekr kendisiyle konuşunca (tekrar) müslü-manhğı kabul etti; Ebûbekr de onun müslümanlığını kabul etti ve kendisine bir eman yazdı. Bundan sonra o.ölünceye kadar dini zayıf olmakta devam etti.    

Rasûlullahın (S.A.V) el-Ğâbe'deki [173]develeri­ne saldıran da o idi.el-Hâris b.Avf (RA) ona: "Muham-med'e (S.A.V) karşı nankörlük ettin! Hem onun diya­rında hayvanlarını beslersin ,sonra da onunla sava­şırsın (öyle mi?) dedi.O da:"Dediğin gibi!" diye cevab verdi.

Rasûlullah onun hakkında:"Kendisine uyulan şu ahmak!..." demiştir

Araplar iridad ettiği zaman Uyeyne b.Hısn gibi irtidad eden birçok kimseler vardı. Onlardan kimi tekrar dine döndü ve iyi bir müslüman oldular.Kimi de münafıklıkta israr etti.Allahu taâlâ (bunlar hak-kında):"Çevrenizdeki bedevilerden ve Medine hal­kından birtakım münanklar vardır ki .onlar müna­fıklık etmeye alışmışlardır.Sen onları bilmez­sin,onlan biz biliriz."(9.et-Tevbe:101) buyurmuş-tur.Rasûlullahın önünden çekilip götürülecek olan-lar,işte(mürted ve münafık) lardır...

Onların zikrettikleri altısı hariç.nasü olur da bü­tün Ashab,onun önünden çekilip götürülürlerTHal-buki Allah(C.C) onlar hakkında daha önce şöyle bu-yurmuştu:"Muhammed Allah'ın peygamberidir.Onun beraberinde bulunanlar(=Ashâb-ı Kiram) kâfirlere karşı çok şiddetli,kendi aralarında gayet merhametlidirler....ilâh" (48.el-Feth: 29)

Keza:"Hakikaten Allah (Hudeybiye'de) ağacın altında sana biat etmekte oldukları vakit o mü'minlerden razı oldu."(48.el-Feth: 18) buyur­muştur.

EBÛ MUHAMMED:Bana Zeyd b.Ahzem et-Tâî tahdis etti (ve) dedi:Bize Ebû Dâvud (et-Tayâîisi) ha­ber verdi (ve) dedi:Bize Kurratu'bnu Hâlid, Katâde'den haber verdi.Katâde (öl-118) [174]şöyle dedi:"Sâid b.el-Museyyib'e ( -94)," [175]"Bey'at-ı Rıdvan'da (Ashab) kaç kişi idiler?" dedim,"Binbeşyüz kişi idiler." dedi.Ben:Câbir b.Abdülah (R.A) bindörtyüz kişi ol­duklarını söyledi,dedim.Bana:"AIlah ona rahmet et-sin.yanılmış.Onlann binbeşyüz kişi oldukların bana söyleyen odur".dedi

[176]Sonra onların gerisin geri irtidad edecek­lerini bildiği halde Allah'ın (C.C) birtakım kimseler den(=akvâm) razı olması.onları medhetmesi.İncil ve Tevrat'ta onlar için misal vermesi nasıl caiz olabilir? Olsa olsa onlar (Kelâmcılar) in : "Allah onların irtidad edeceklerini bilemedi." demeleri gerekir ki.işte bu (sö­zü söyleyen) kâfirlerin en şerlisidir. [177]

 

70-Kader İle İlgili Bir Hadis...

 

İDDİÂ;Siz,Musa'nın (A.S) kaderi (=mutezilî) olduğunu,Âdem(A.S) ile münakaşa ettiğini,ve mü­nakaşada Âdem'in (A.S) gâlib geldiğini;[178] Ebû-bekr'in de kaderi olduğunu ve Ömer ile münakaşa ettiğini ve Ömer'in ona galib geldiğini rivayet etti­niz.

CEVAB:Biz deriz ki:Bu bir yalan ve hadise iftira-etmektir.Biz ne Mûsâ 'nın ne de Ebûbekr'in kaderi ol­duğuna dair herhangi bir hadis vârid olduğunu bil­miyoruz. ..

Bize Ebu'l-Hattâb tahdis etti (ve) dedi:Bize Bişr b.el-Mufaddal haber verdi (ve) dedi:Bize Dâvud b.ebî Hind^Âmir'den ,o da Ebû Hurayra'dan ,o da Rasûlul-lahtan haber verdi ki(Rasûlullah) şöyle demiş-tir:"Mûsâ (A.S) Âdem (A.S) ile karşılaştı ve ^'İnsan­ları bedbaht yapan,onlan Cennetten çıkaran İn­sanların babası(=Ebu'l-Beşer) Âdem sen (mi)sin?" dedi.O da:"-Evet" dedi ve ilâve etti:"Sen de Allah'ın risalet ve kelâm (=konuşma) ile insanlara üstün kıldığı Mûsâ değil misin?" dedi,Mûsâ:Evet de­di .Âdem (A.S):"Sen Allah'ın sana İndirdiğinde (=Tev ratî,Allah'ın -tekrar Cennete sokmadan öncebeni oradan çıkaracağını okumadın mı?"de-di.Mûsâ,evet dedi.Bunun üzerine Âdem ,Musa'ya gâlib geldi ve onu susturdu.

EBÛ MUHAMMED:Bu sözde Musa'nın kaderi olduğuna dair ne vardır?Biz biliyoruz ki herşey Al­lah'ın kader ve kazâ'sı iledir.Şu kadar var ki.fnlleri faillerine nisbet ediyoruz.ve güzel amel işleyeni güzel amelinden dolayı övüyor.kötüyü de kötülüğünden dolayı levmediyor,kınıyor;ve günah işleyene günah­larına göre muamele ediyoruz.

"Ebübekr (R.A) kaderi idi." demelerine gelin-ce:Bu da aynı şekilde tahrif ve hadise ilâvede bulun­maktır.            

Onlar (Ebûbekr ve Ömer) sadece kader hakkın­da bilgileri olmadığı için münakaşa etmişlerdir. Fakat kader hakkında gerçeği öğrendiklerinde ne oldu?Bir noktada birleştiler!...Tıpkı bunun gibi onlar;Rasûlul-lah kendilerine öğretesiye.Kur'an nazil olasıya,sün­net kesinleşinceye kadar, dini meseleler ve tevhid hu­susunda pekçok şeyi bilmiyorlardı,daha sonra bun­ları öğrendiler.

Hadİs.Ebûbekr ve Ömer'den rivayet edilmesine rağmen-Hadisçüer nazarmda-zayıftır.Hadîsi İsmail b.Abdisselâm ,Zeyd b.Abdirrahman'dan ,o da'Amr b.Şuayb'dan o da babasmdan,o da dedesinden riva­yet etmiştir.Yine bu hadisi Horasanlı bir adam.Mukâtü b.Hayyân'dan ,o da Amr b.Şuayb'dan rivayet ediyor.Bu ravilerin ise çoğu tanınmamakta­dır. [179]

 

71-İddialarına Göre Düşüncenin (Nazar) Yalanladığı Bir Hadis...

 

İDDİÂ:Rasûlullahın:"Hayâ imandan bir şu'bedir.[180]buyurduğunu rivayet ettiniz.

îman sonradan kazanıhr.Hayâ ise kişide yerleş­miş bir huy ve tabiattır.O halde huy ve tabiat nasıl "sonradan kazanılan birşey" olabilir?

CEVAB:Biz deriz ki:Hayâ sahibi hayası sebebiy-le-imanıyla günahlardan uzak kaldığı gibi-günahlar-dan uzak durur ve sanki haya imandan bir şu'be ol­muş olur.

Birşey diğerinin misli,benzeri veya onun sebebi olduğu zaman araplar.o şeyi diğerinin yerine koyar­lar.

Görmüyor musun,rükû!a ve secdelere salât (=namaz) diyorlar. Halbuki salât'ın asıl (mânâsı)ı dua­dır .Allah'ın (C.C) :"OnIara salât et.If(9.et-Tevbe:103) yani:Onlar için dua et,ve "Eğer duanız olmasaydı.." (25.el-Furkan:77) Yani:Namazınız olmasaydı.buyur-duğu gibi;onlar da duaya namaz (=salât) demişler­dir.

İbnu Ömer,"Rasûlullah bir velîme'ye (ziyafete) çağrıldığı zaman, eğer oruçlu değilse, yerdi.Yok eğer oruçlu ise salât ederdi- yani dua ederdi-" demiştir.

Salât'ın ash duâdır.Allahu taâlâ:"Bir de onlara salât et,çünkü senin sal ât ın(-duan) onlar için bir rahatlık ve huzurdur." (9.et-Tevbe:103) buyurmuş-tur.Salât et demek,duâ et demektir.

Yine Allah(C.C) :"Allah ve melekleri Peygam­bere salât ederier.Ey iman edenler siz de ona salat edin ve gönülden teslim olun."(33.el-Ahzâb:56) bu-yurmuştur.Salât edin,yani:ona duâ edin,demek-tir.Bu hususta daha pekçok ayet vardır.

İşte duâ da namazda edildiği için,namaza duâ(=salât) ismi verilmiştir.

Zekât da böyledir. Zekâ t ,mahn temizlenmesi ve çoğalmasıdır.Çoğalma da,maldan zekâtın çıkarılma­sıyla olunca,zekât denmiştir.[181] Buna benzer (mi­saller) çoktur.

Bana Ebu'l-Hattâb tahdis etti (ve) dedi:"Bize el-Mu'temir b.Süleyman haber.verdi (ve) dedi:el-Leys b.ebî Süleym'i,Vâsıl b.Hayyân"dan,o da Ebû Vâil'den.o da İbnu Mes'ud'dan rivayet ederken işittim (ki) İbnu Mes'ud (şöyle) demiştir:"Geçmiş peygam­berlerin sözlerinden insanların en son muhafaza ettikleri "Utanmadıktan sonra istediğini yap!..."sözü olmuştur. [182]

Bununla şu kasdolunuyor:Kim utanmazsa fâsık olur ve;bütün kötülükleri işler ve bütün çirkin şeyleri irtikâb eder.Çünkü onu bundan,ne din,ne de hayâ.hiçbiri menedemez.

İşte gördün mü,hayâ ile îman,her ikisi aynı şey­miş gibi.aym işi görür oldular. [183]

 

72- Namaz Hakkında T Dediklerine Göre Çelişkili Hadisler...

 

IDDIÂ:Şu'be'den,o Ya'lâ b.Atâ'dan,o da Câbir b.Yezîd b.el-Esved'den,o da babasından rivayet etti­niz ki(Câbir'in babası,Yezid b.el-Esved (RA) şöyle de­miş tir:"Rasûlullah ile birlikte namaz kıldım.Bak­tım ki iki adam mescidin bir taraûnda namaz kıl-mayıp duruyorlar.Rasûlullah onları çağırdı.Bu­nun üzerine ikisi de boyun damarları titreyerek [184] geldiler.

Rasûlullah:"Sizi .bizimle beraber namaz kıl­maktan alakoyan nedir?" dedi.Onlar:"Biz evleri­mizde kılmıştık!" dediler.Rasûlullah:"Böyle yap­mayınız! Biriniz evinde namazı kılar da sonra na­maz kılmakta olan imama yetişirse ,onun arkasın­da namaza dursun.Bu (ikinci) kıldığı onun için na­file olur." dedi. [185]

Sonra Ma'n b.İsa'dan ,o Saîd b.es-Sâib et-Tâifî'den ,o da Nûh b.Sa'saa'dan.o da Yezîd b.Âmir'den rivayet ettiniz ki(Âmir (RA) şöyle ) demiş­tir: "Rasûlullah namazda iken geldim ve otur­dum, (namaz kılmak için) onların arasına girme­dim.Rasûlullah (namazı bitirip ) döndü ve;"Ey Ye­zid sen müslüman olmadın mı? dedi.Ben:"Evet müslümanım Yâ Rasûlallah." dedim.Rasûlul-lah:"Herkesle birlikte namaz kılmaktan seni alı­koyan nedir?" d e di. Ben :"Ben sizin namazı kıldığı­nızı zannederek evimde kılmıştım!" dedim...Bu­nun üzerine Rasûlullah :"Namaz (kılmak) için gel-diğinde.insanlan namaz kılıyor görürsen hemen onlarla beraber namaza dur.Eğer namazını kılmış idiysen.o (kıldığın) senin için nafile olur.Bu ise farz olan namaz olmuş olur." dedi. [186]

Sonra yine Yezîd b.Zuray\Huseyn'den,o da Amr b.Şuayb'dan.o da Meynv'ıne'nin mevlâsı Süley­man'dan rivayet ettiniz ki(Süleyman şöyle) demiş-tir:"îbnu Ömer'e geldim.însanlar namaz kılıyor,o ise bir döşeme taşı üzerinde oturuyordu. "Onlarla bera­ber namaz kılmıyor musun?" dedim."Ben kılmış­tım. Çünkü Rasûlullahı :"Bir namazı.günde iki defa kılmayın." derken işittim[187]dedi.

Bu bir çelişki ve tutarsızlıktır.Ve bu hadislerin herbiri diğerinin vâcib kılmadığı şeyi vâcib kılmakta­dır.

CEVAB:Biz deriz ki:Kesinlikle bu hadislerde her hangi bir çelişki ve tutarsızlık yoktur.

Birinci hadise gelİnce:Rasûlullah şöyle de­miştir: "Biriniz evinde namazını kılar da,sonra namazı kılmakta olan imama yetişirse, onunla beraber nama­zı kılsm.Bu (ikinci) kıldığı onun için nafile (olur)."Bu sözle şunu kasdetmektedir:

İmamla kılmış olduğu namaz nafiledir.İlk kıldığı iscfarz olandır.Çünkü önce,farz namaz olarak ilk kıl­dığı namazın edasına niyet etmiş.namaz tamam ol-muş,ve bitmiş tir. Ameller ise niyyetlere göredir.

İkinci hadise gelince: Rasûlullah demiştir

ki: "Namaz (kılmak) için geldiğinde.insanları namaz kılıyor görürsen hemen onlarla beraber namazı kıl! Eğer namazı kılmış idiysen o senin için nafile olur,bu ise farz olan namaz olmuş olur."

Bu sözüyle Rasûlullah şöyle demek istemiş­tir: "İmamla kıldığın bu namaz senin için nafile olur.Evinde kıldığın namaz ise farz olan namaz olmuş olur."

Eğer, "...bu ise farz oîan namaz olmuş olur..." sözündeki (yakın işaret ismi olan) "hâzini" (=bu),yeri-ne (uzak işaret ismi olan) "tilke" (=o) koysaydı.mana daha vazıh olurdu.fAsIında) bu iki işaret sıfatı arasın­da fark yoktur...Buradaki müşkilât ise sadece "ve hâzihî (=bu namaz) "sözünden dolayı meydana gel-mektedir.Bazı râviler hadisteki "hâzihi" lafzın: ilk yerinde zikretmeyip,ikinci yerinde zikretmiş ve onu"tilke" yerine koymuştur.

Râvilerin bu gibi.harf veya manayı değiştirebilen basit bir şeyi ihmal edip zikretmemelerinin misalleri­ni sana (evvelce de) vermiştim.

İçersinde İbnu Ömer'in(R.A) ."Rasûlullah.bir

namazı günde iki defa kılmayın buyurdu." dediği üçüncü hadise gelince:Aslında Rasûlullah sanki şöy­le demiş gibidin'Bir farz namazı günde iki defa kılma­yın." Faraza sen evinde öğle namazını kıldm.sonra onu tekrar kıldın veyahut da ilk olarak bir imamla kü-dın.sonra başka bir imamla tekrar kıldın.

İşitmemiş veya kendisine ulaşmamış olması do-layısiyle İbnu Ömer,Rasûlullahın kişinin,imamı na­maz kıldırır gördüğünde onunla namazı kılmasını ve onu nafile kabul etmesini söylediği hadîsle amel et-memiş,kendi işittiği hadise uymuştur.

O halde kim evinde farzı kılar.sonra imamla bu namazı tekrar kılar ve bunu nafile yaparsa.bu nama­zı günde iki defa kılmış olmaz. Çünkü bu iki namaz başka başka iki namazdır.Onlann birisi farz.diğeri de[188]

 

73- Abdest Hakkında Güya Çelişkili Hadisler...

 

İDİDÂ Sufyân ,ez-Zuhrî'den,o da Ebû Sele-me'den,o da Âişe'den (RA) olmak üzere,Rasûlullahın (S.A.V) .cünüb olduğu halde uyumak istediğinde, namaz abdesti gibi abdest aldığını[189].rivayet ettiniz.

Sonra Şu'be'den,o da el-Hakem (b.Uteybe) 'den.o da İbrahim (en-Nahaî)den,o da el-Esved (b.Ye2id en-Nahaî)'den,o da Âişe'den (R.A) rivayet etti­niz ki (Âişe):"Rasûlullah yemek yiyeceği veya uyuyacağı zaman abdest alırdi. [190] demiştir.-Hz.Âişe "cünüb iken" böyle yaptığını kasdediyor-

Sonra yine Sufyân o Uyeyne den.o Ebû İshak (eş-Şeybânî)'den o da el-Esved'den,o da Âişe(R.A)den rivayet ettiniz ki (Âişe) şöyle demiş tir: "Rasûlullah su­ya el sürmeden cünüb olduğu halde uyur­du. [191]

CEVAB:Biz deriz ki:Bütün bunların hepsi de câizdir.Dileyen cinsî münasebetten sonra namaz ab­desti alır,sonra uyur.Dileyen de elini ve tenasül uzvu­nu yıkayıp uyur. İsteyen de suya dokunmaksızm uyur.Şu kadar var ki abdest almak efdaldir.

Rasûlullah bir şeyin faziletini göstermek için bü­kere böyle yapar; o hususta ruhsat bulunduğunu göstermek için bir kere de şöyle yapardı.însanlar bunlarla (-iki şekilde de) amel ederlerdi.

Binaenaleyh kim efdal (= en üstün) olanı yap­mak isterse onu yapsın.Kim de ruhsata tabî olmak is-terse,o da onu yapsın. [192]

 

74-Dediklerine Göre Çelişkili İki Hadis...

 

IDDIÂ:Sufyân (b.Uyeyne),den,ez-Zuhri'den,o da Saîd b.el-Museyyib'den,o da Ebû Huray-ra'dan:"Bir bedevinin Mescid(-i Nebevî'y)e bevlettiği-ni.bunun üzerine Rasûlullahın:"Bevlettiği yere bir kova su dökün''buyurduğunu [193]rivayet ettiniz.

Sonra Cerir b.Hâzim'den rivayet ettiniz ki (Cerîr şöyle) dedi:Abdulmelik b.Umeyr'i.Abdullah b.Ma'kıl b.Mukarrin'den bu kıssa hakkında Rasûlulla-hın:"Üzerine faevlettiği toprağı alıp atın ve onun yerine su dökün ." dediğini rivayet ederken işit­tim.

îşte bu birincisine aykırıdır.

CEVAB:Biz deriz ki:Buradaki aykırılık râviden gelmektedir.Ebû Hurayra'mn hadisi daha sahih­tir. Çünkü o, bu kıssa esnasında orada hazır bulun­muş ve hadiseyi görmüştür.,

Abdullah b.Ma'kıl b.Mukarrin ise sahabeden değildir. Rasûlullah zamanına yetişenlerden de değil-dir.Biz onun sözünü,hâdisede hazır bulunan ve hadi­seyi gören birinin sözüyle bir tutamayız..    -

Onun babası Ma'kıl b.Mukarrin,Ebû Amratu'l-Muzenî Raşûlllahtan rivayet eder,oğlu Abdullah'a ge linçe, onu(n sahabe olup olmadığım ) bilmiyoruz. [194]

 

75- Dediklerine Göre Oruç Hakkında Çelişkili İki Hadis...

 

İDİDÂ:Birçok hadiste:RasûIuIlaha,"YoIcuIuk esnasındaki oruçtan" sorulduğunu,Rasûlullahm da:"Dilersen tut.düersen tutma!"[195]dediğini ri­vayet  ettiniz.

Sonra Ubeydullah b.Mûsâ'dan.o da Usâme b.Zeyd'den ,o da İbnu Şihâb (ez-Zunrî)'den.o da Ebû Seleme (b.Abdirrahman b.Av'dan ,o da babasından, olmak üzere rivayet ettiniz ki, babası (Abdurrahman b. Aiv (R.A) şöyle ) demiştir:"Rasûİullah;yolculukta orucu t utmak, o kimsenin (ramazanda) mukim iken oruç tutmaması gibidir. [196]buyurdu

CEVAB:Biz deriz ki:Bu (ikinci hadis) Rasûlulla-hm;yolculukta Allahu taâlânın ruhsatını (kolaylığını) ve kendilerine bağışladığı rahatlığı terkedip de, sıkın­tı ve meşakkatleri üzerine alan kimselere söylediği bir sözüdür.

Rasûlulah onlara;yolculuk esnasında oruç tut­malarının günahının,mukim iken oruç tutmamaları­nın günahı gibi olduğunu bildirmiştir.

Başka bir hadiste de ; Allah'ın kendilerine verdi­ği nimeti ve bu hususta sağladığı kolaylığı kabul et­meyi terke ttiklerinden dolayı onlara "âsîler(=itaat et­meyenler) "adını vermiştir.

Her kim Allah'ın kolaylığından yüz çevirirse.azi-meüe (amel etiği ibadetle) rini terketmiş gibidir.Bu se­bepten Rasûlullah, bütün senenin tamamında oruç tutulması hakkında:"Ne oruç tutmuş olur,ne de orucunu bozmuş olur!"[197] ve:

"Kim bütün sene aralıksız oruç tutarsa Ce­hennem onun üzerine sıkıştınhr. [198]buyurmuştur.

Fakat bir kimse soğuk zamanlarda ve kısa gün­lerde yolculuk eder veyahut da gölgelikte ve rahat bir-halde bulunur,kendisine hizmet edenleri bulunur-sa;o takdirde oruç tutmak o kimse için kolay­dır. Rasûlullahın oruç tutma ile tutmama arasında muhayyer bıraktığı ve "Dilersen tut.dilersen tutma!" dediğuşte bu gibi kimselerdir... [199]

 

76-Oruç Hakkında Çelişkili İki Hadis

 

İDDİÂ Siz birçok hadiste.Rasûlullahın oruç­lu iken( hanımlarını) öptüğünü rivayet ettiniz [200]

Sonra Ebû Nuaym (el-Mulâî)'den ,o da İsrail (b.Yûnus es-Seb'î)'den,o da Zeyd b.Cubeyr 'den ,o da Ebû Yezid ed-Dabbî'den,o da Rasûlullahın hizmetçisi Meymûne binti Sa'd'dan rivayet ettiniz ki:"Rasûlulla-ha (S.A.V) oruçlu iken hanımını Öpen bir kimsefnin hâlin) den soruldu .Rasûlullah;"Orucu bozulmuş­tur!" dedi.

CEVAB:Biz deriz ki:Öpme oruçlunun orucunu bozar. Çünkü (bu) öpme şehveti uyandırır ve mezi'nin [201]gelmesine sebep olur.Mübaşeret (dokunma.te masjhakkında da söyleyeceğimiz aynıdr.

Rasûlullaha gelince,şüphesiz ki o mâsum-dur.Onun oruçlu iken öpmesi,babanın çocuğu­nu, kar deşin kardeşi öpmesi gibidir.

Hz.Âişe'nin, "Hanginiz fercine(şehvetine), Rasû­lullahın şehvetine sahib olduğu gibi sahib olabilir?[202] demesi de bunun böyle olduğunu isbat eder.

Biz, Rasûlullahın uykusu hakkında da aynı şeyi söylüyoruz: Onun uykusu"Benim gözlerim uyur (fa­kat) kalbim uyumaz. [203] sözü mûcebince,abdesti icabettirmez.Bu şebepten,hınltısı duyulacak derece­de uyur.sonra abdest almadan namaz kılardı.

Rasûlullahm tâbi olduğu hükümler ise.pekçok yerde,ümmetinin tâbi  olduğu hükümlerden farklıdır. [204]

 

77- Dediklerine Göre Akıl Ve    Düşün Cenin (=Nazar) İptal Ettiği Bir Hadis...

 

İDDİÂ:Rasûlullahın,"Keçilere iyi davranı­nız. Çtinkü keçi hoş bir maldır ve o Cennetten­dir. [205] buyurduğunu rivayet ettiniz.

Keçi bizim gözümüzün önünde doğurup durur­ken nasıl olur da Cennetten olabilir?Eğer Cennette keçi olursa.orada inek,deve,eşek ve at da olması ge­rekir!...

CEVAB:Biz deriz ki:Rasûlullah bu keçinin biz­zat kendisinin Cennetten olduğunu kasdetmemiştir.Bizim yanımızda durup dururken.nasü Cenneten olabilir?

O (S.A.V) .sadece.şunu kasdetmiştinCennette keçüer vardır,ve Allahu taâlâ ona benzer olarak .dün­yada da keçileri yaratmış tır. Keza, aynı şekilde koyun, deve ve atlardan hepsinin Cennette misal (=ben-zer)leri vardır[206]

Cennette ancak;maymun ,domuz,akrep ve yılan gibi kötü hayvanlar bulunmaz.

Cennette et olması caiz olunca .orada keçi ve ko­yun bulunması da caizdir olur.Keza orada yenilecek kuş eti bulunması caiz olunca yenilecek deve.sığır ve koyun bulunması da caiz olur.Zira Cenab-ı Hak (Cen­neti anlatırken):"...ve arzu ettikleri kuş etleri.." (56.el-Vâkıa:21) buyurmaktadır.

EBÛ MUHAMMED:Bana Ahmed b.el-Halîl riva­yet etti (ve) dedi:Bize el-Asmaî haber verdi (ve) dedi:Bi-ze Ebû Hilâl er-Râsıbî,Abdullah b.Burayde'den,o da babası Buraydetu'l-Eslemî'den Rasûİullahın: "Dünya ve âhiret ehlinin katığının efendisi et;ve dünya ve âhiret ehlinin çiçeklerinin efendisi de el-fâğıye (=kına çiçeği)dir.buyurduğunu [207] rivayet etti.

Benim bu söylediklerime delâlet eden bir hususda,başka bir hadiste:"..(keçilerin) burunlannda-ki sümüğü silin Çünkü o Cennet hayvanlanndandır. [208] buyurmasıdır.Yani Rasûlullah:"O Cennette yaratılmış olan hayvanlardandır." demek istiyor... [209]

 

78- Dediklerine Göre Kur'an"In İki Yönden Yalanladığı Hadis...

 

İDDİÂ:Rasûllahın,"Geride kalanların kendi­sine ağlamalarından dolayı Ölüye azab olu­nur.[210]buyurduğunu rivayet ettiniz.

Bu, iki yönden bâtıldır:

Birincisi:Allah (Azze ve Celle)'nin :"Günah İşle­yen   bir   kimse,başkasının   günahını    çekmez."(35.Fâtır:18) âyeti sebebiyle bâtıldır.

İkincisi:Allah'ın (C.C):"De ki:"-Sizi Allah dirilti-yor,sonra sizi O öldürecek.Sonra da sizi kıyamet günü toplayacaktır." (45.el-Câsiye:26) âyeti sebe­biyle bâtıldır.

Sonra Allah (C.C) ,çamur safhasından onları tekrar dirütesiye kadar yaratılmış (insam)ın hallerini anlatarak şöyle buyurmuş tur: "Andolsun biz insanı (Âdem'i) çamurun özünden yarattık.Sonra Adem'in neslini sağlam bir yerde(rahhnde) bir nut-fe yaptık.Sonra o nutfeyi embriyo haline getir­dik. Ondan sonra embriyoyu bir parça et yaptık ve et parçasını da kemikler haline çevirdik.Kemikle­re de et giydirdik.Sonra onu bambaşka bir yaratık yap tık.Bak ki yaratanların en güzeli olan Allah'ın şanı ne kadar yücedir.Sonra siz bunun arkasından muhakkak öleceksiniz.Sonra siz.kıyamet günü muhakkak diriitileceksiniz."(23.el-Müminûn: 12-16)

Allah (C.C),ne insanı ölüm ile ba's{=tekrar diri­liş) arasında(yani kabirde) dirilteceğini ne de-gerek ölünün uzuvlarını parçaladığı ve gerek biraraya getir diği zaman-ona azab edeceğini veya mükâfatlandıracağını belirtmiştir.

CEVAB:Biz deriz ki: Şüphesiz Allah'ın Kitâb'ı (=Kur'an) İcaz, ihtisar, işaret ve İmâ kullanır.Bir yerde bir sıfat kullanır,başka yerde o sıfatı zikretmez.Baş­ka bir yerde ortaya çıkmasıyla ,bu iki sıfattın,iki yer­den birisinde hazfedildiği anlaşılır.

Rasûlullahın hadisi ise Kur'an'ı açıklayıcı ve âyetlerde ne kasdedildiğini göstericidir.

Kur'an'da hazf e misal,AlIah'm:"Sizden kim hasta yahut yolcu olursa,başka günlerde ( de oruç tutar.)" .(2.el-Bakara:184)âyetidir.

Bu âyetin zahiri manası şuna delâlet etmekte-dinsizden kim hasta veya seferde olursa.seferde veya hasta halde oruç tutsa bile (bu tuttukları kadar) baş­ka günlerde (tekrar) oruç tutar.

Halbuki esas kasdedüen şudunSizden kim has­ta veya seferde olur da oruç tutmazsa.o kimse tuta­madığı günler kadar diğer günlerde oruç tutar.

Ayette "...oruç tutmazsa.." ibaresi hazfolunmuş (=düşürülmüş)tür.

Keza Allah'ınfC.C) :"(Hacc'da) Sizden kim has­ta veya başında eziyyeti olursa,o kimseya üç gün oruç ;ya altı fakire birer fitre miktarı sadaka ya-hud bir kurban kesmekle fidye vermesi vacib

olur. (2.el-Bakara:196)âyeti de böyledir.

Âyetin zahiri,hasta olan veya başı bitlenen biri­ne fidyenin vacib olduğuna delâlet etmektedir. Halbu­ki kasdedüen şudur: Sizden kim hasta olur veya ba­şında eziyyeti olur da SAÇINI TIRAŞ EDERSE onun üzerine,oruç tutarak ,sadaka vererek veya kurban keserek fidye vermesi vaciptir.

Buna benzer misaller çoktur.

Bir âyette bir sıfatın zikredilip de, onun gibi başka bir âyette bu sıfatın zikredilmemesine ve bun­lardan biriyle diğerine istidlal olunmasına bir misal de: ".. içinizden adalet sahibi iki erkeği de şahid yapın.(65.et-Talâk:2) âyetidir.

Allahu taâlâ başka bir yerde:"..erkeklerinizden 'iki kişiyi de şahid tutun."(2.el-Bakara:282) buyur­muştur'.. Öbür âyette (şahidlerin) sıfatını zikrettiği için kısa kısa keserek"..iki âdil." dememiştir.

Bir yerde:"..mü'min bir köle azad etmek gere­kir." (4.en-Nisâ:92) başka bir yerde de:"birbirleriyle birleşmeden önce, bir köle azad etmek gere-kir."{58.el-Mucâdele:3) buyurmuş ve "...mü'min (bir köle) " dememiştir.

• Rasûlullahın hadisi ile istidlal edilen husus­lar ise şunlardır: Namazların kılınışı ;rükû,secde-ler.ve teşehhüd nasıldır? (Namazlar) kaç rekâttır?Mallarda ne kadar zekât ve sadaka gerekir?Hırsı-zm elinin kesilmesini gerektiren malın mikdarı (ne­dir?) ve süt emme ile kimler(in nikahı) haram olur? Bunlara benzer pekçok şeyler.

Elbette Aîlahu taâlâ Kur'an'da ,kıyamet günün­den önce bir kısım insanlara azab edeceğini bize bil­dirmiş tir. (Onlar hakkında şöyle) buyurmuştur. "On­lar sabah akşam ateşe arzedilecekler.Kıyamet koptuğu gün de:"-Firavn ve kavmini en şiddetli azaba sokun!" denUecektir.n(40.el-Mü'min:46)

Fakat onların sabah ve akşam ateşe arzedilme-leri Cenâb-ı Hakk'm "Kıyamet koptuğu gün de:"-Fir'avn ve kavmini en şiddetli azaba sokun." sözün­den dolayı ne dünyada ,ne de âhirette caiz değil-dir.Çünkü kıyamet gününün ne sabahı ne de akşamı

vardır.Ancak,"Rizıkları da orada dir,sabah ve ak-şam!"(19.Meiyem:62) âyeündeki gibi mecaz yoluyla caiz olabüir.Oradaki (kıyametteki sabah ve akşamın) mecazi olması mümkündür,fakat burada (40,el-Mü'mln.46 ayetinde) mecazi olması mümkün değil­dir.

Ben bu hususu "Te'vîlu Muşkili'l-Kur'ân" adlı eserimde anlatmıştım. [211]

 (Cenâb-I Hak) başka bir yerdckıyamet günü­nün azabını zikrettikten sonra:"Muhakkak ki o za-Iimlere,bundan (âhiret azabından) Önce de bir azab var.Fakat pek çokları bilmezIer."(52.et-Tûr: 47) buyunnuştur.

Keza;pekçok cihetten ve pekçok sika (güvenilir) ravilerin nakli ile.Rasûlullahm kabir azabından Al­lah'a sığındığı.kendisinden rivayet edilmiştir.

Bu hadisler cümlesinden olmak üzere şu hadis­leri (zikredebiliriz):

Mâlik (b.Enes) in ,Ebû'z-Zubeyr'den,o da Tavus (b.Keysân) dan,o da İbnu Abbas'dan rivayet et­tiği hadis.İbnu Abbas:"RasûluUah Deccalın fitnesinden sana sığınınm.Ve yine hayatın,   ölümün ve kabir azabının fitnesinden sa­na sığınırım. [212] derdi."  demiştir.

Yine bu hadislerden :Şu'be,Budeyİ b.Meyse-re'den.o da Abdullah b.Şakîk'den ,o da Ebû Huray ra'dan, rivayet edilen:"RasûluIah:"-Allah ım,ben kabir fitnesinden ve azabından,ve Deccalın fitnesin­den sana sığimnm.[213] derdi." hadisidir...

Hişam'ın hadisi de bu rivayetlerdendir:Hişâm (ed-Dustuvâî) Katâde'den,o da Enes {b.MâlikJ'den ri­vayet etmiştir ki:tfRasûluUah (S.A.V):"-Allah'ım! Ben hayatın ve ölümün fitnesinden ve kabir azabından sana sığınırım!" derdi. [214]

Bunlara ,Münker ve Nekir (melekleri) ve onların sual sorması hakkındaki rivayetleri de ilâve edebili riz:

Hammâd b.Seleme'nin Âsim (b.ebi'n-Necûd) dan,onun da Zirr (b.Hubeyş) den,onun da Abdullah b.Abbas'dan rivayet ettiği hadis bu tip hadislerden­dir. (Abdullah b.Abbas) dedi ki: "Muhakkak ki biriniz kabrinde öyle bir oturtuluş oturtulur ve kendisine Sen kimsin?" denilir.Bunun üzerine o: "Ben diriyken de ölüyken de Allah'ın kuluyum.Ve ben Allah'tan baş­ka ilâh olmadığına şehadet ederim.Yine Muham-med'in O'nun kulu ve rasûlü olduğuna da şehadet edirim." der.Kendisine:"-Doğru söyledin" denilir ve kabri hemen,Allah'm dilediği kadar genişletilir ve kendisine Cennetteki yeri gösterilir.

Başka birine gelince,ona:"-Sen kimsin?" deni­lir.Bunun üzerine o:"-Bilmem?" der.Kendisine:"-Sen (zaten hiç) bilmedin!" denlir ve hemen kabir onun üzerine .kaburga kemikleri parçalanıncaya kadar sı­kıştırılır. [215]

Bu,ancak bir peygamberin bilebileceği birşey-dir.Abdullah b.Abbâs'm bunları anlatabilmesi için mutlaka Rasûlullahtan işitmiş olması gerekir.

Yine Abbâd b.Râşid .Dâvud b.ebî Hind 'den o da Ebû Nadra (el-Abdî) den ,o da Ebû Saîd el-Hudrî'den (R.A) ,o da Rasûlullahtan (S.A.V) rivayet et mistir Rasûlullah şöyle anlatmıştir:"-Kabre ko­nulduğu zaman kula melek gelir.Eğer kâfir veya münafık ise o kula Muhammedi kasdederek:"Bu zât hakkında ne diyorsun?" denilir. O ^'-Bilmiyo­rum! insanların birşeyler söylediğini duydum.ben de onu söyledim!" der.Bunun üzerine (melek) :"Sen (zaten hiç) bilme din, kulak da asmadın.hida-yete de ermedin!" der. [216]

Bütün bu hadisler kabir azabının kâfire mahsus ol­duğunu gösterir.

Onların (=Kelâmcüar) :"Allahu Taâlâ:"Günah işleyen bir kimse başkasının günahını çekmez,"

(35,Fâtır:18) buyururken;nasıl olur da ölü,geride ka­lanların kendisine ağlamalarındandolayı azab olu­nur? "demelerine gelince :Biz aynı şekilde geride ka­lanların kendisine ağlamalarından dolayı ancak kâfi­re azab olunduğunu zannediyoruz.

Nitekim İbnu Abbas da böyle söylemiştir: (Rasû-lullah) bir Yahudinin kabrinfin yanından) geçer-ken: "Muhakkak o azab olunuyor.geride kalanları da ona ağhyor[217] demiştir.

Eğer İbnu Abbas'm dediği gibiyse.bu ürkülecek birşey değildir.Çünkü kâfire (zaten) her hâî-u kârda azab olunur.

Yok eğer,gıybetten ve idrardan (sakınmadığı için) azab olunan [218]hakkında dediği gibi (Rasûlul-lah) günahkar bir müslümanı kasdetmişse.o takdir­de Cenâb-ı Hakkın:"Günah işleyen bir kimse, baş kasının günahını çekmez."âyeti ancak dünyadaki hükümler hakkındadır.

Nitekim Câhiliyye ehli, öldürülen bir kimsenin intikamını almak ister ve karşı gurup, (katilin) karde-şini.babasmı veya herhangi bir akrabasını öldürür­dü. Eğer akrabalarından veya hısımlarından birini öldüremezse onun aşiretinden iki adamı öldürür­dü. Allah'u Teâlâ bunun üzerine: "Günah işleyen bir kimse başkasının günahını çekemez" ayetini indir­miştir.

Bu âyetin aynı şekilde İbrahim'e (A.S) indirildiği de bize haber verildi.

Bundan dolayı Rasûlullah.oğlu ile beraber gör­düğü bir adama:"Ne sen, onun işlediği bir suçtan mes'ul olursun.ne de oğlun; senin suçundan mes'ul olur.[219] buyurmuştur.

Fakat Allah'ın azabına gelince, o azab geldi rni, umûmi ve kötülük edene de iyilik edene de şâmil olur.

Allahu taâlâ: "Bir de öyle bir musibetten kor­kun ki, o yalnız içinizden zulmedenlere isabet et­mez." (8: el-Enfâl: 25) buyurmuştur. Yani Cenâb-ı Hak, bu musibetin umûmi olacağını, zâlime de baş­kalarına da isabet edeceğini kasdetmiştîr.

Yine Allah(C.C): "insanların kendi ellerinin yaptıkları işler (^günahlar) yüzünden karada ve denizde fesad çıktı ki Allah işledikleri günahlar­dan bir kısmının cezasını onlara (dünyada) tattır­sın!.." (30. er-Rûm : 41) buyurmuştur.

Ümmü Seleme (RA.): Ya Rasûlallah, içimiz­de sâlih kimseler de var İken biz helak olurmu-yuz? demiş, Rasûlullah da : "Evet, kötülükler ço­ğaldığı zaman." cevabını vermiştir.

Allah'ın erişkinlerin işledikleri günahlardan do­layı aralarında çocuklar ve hayvanlar olduğu halde Nuh'un (A.S.) ümmetini (Tûfan'da) boğduğu da onla­rın malûmudur.

Keza Allah (C.C.) Âd kavmini şiddetli bir rüzgarla; Semûd kavmini yıldırımlar, Lût kavmini de (gök­ten yağan) taşlarla helak etmiş, Sebt ashabını (=ya-hudileri) maymunlar ve domuzlar haline getirmiş ve. onlara azap ederken çocuklarına da azab etmiştir.

Kûfelilerden [220] birisi,-Allah'ın mukaddes kitap­larını okuduğunu ve bu kitaplardan birinde : "Ben kindar olan Allah'ım! Babalarının günahlarından dolayı onların çocuklarını da cezalandırırım." iba­resini gördüğünü bana söyledi.

îbnu Abbâs (R.A.) DanyâI'in{A.S.) : "Ey İsrail oğulları! Sizin günahlarınız yüzünden benim aza­ba uğratılmam size yakışık alır mı?" dediğini riva­yet etmiştir.

Enes b. Mâlik (R.A.) de "keler bile Adem oğlu­nun günahlarından dolayı (meydana gelen kıtlık dolayısıyla, yiyecek bulamayarak) yuvasında za­yıflayarak ölür." demiştir.

Rasûlullah, Mudar kavmine beddua etmiş ve: Ey AUahım! Mudar üzerine baskını arttır, ve onla­rın üzerine Yûsuf un (A. S) (kıtlık) seneleri gibi se­neler gönder. [221] demiş ve bunun üzerine onlar yedi sene kıtlık ve kuraklığa uğramışlardır. Hatta öyle ki,deriden yapılmış kaplan .kemikleri ve ılhiz (deni­len kan ve deve tüyüden yapılan Câhüiyye devri yiye­ceğin) i bile yemek mecburiyetinde kalmışlardır.Bu kıtlık Rasûlulah ve Ashabına bile ulaşmış ve Rasûlullahın bedduası sebebiyle onlar da cezaya mâruz kal­mışlardır. Öyle ki Rasûlullah ve müslümanlar açlık­tan karınlarına taş bile bağlamışlardır. [222]

EBÛ MUHAMMED:Şüphesiz biz ,bu çeşit ha­berlerden bizi müstağni kılacak şeyleri gözlerimizle gördük.İçersinde salihler,dindar insanlar.çocuklar ve küçüklerin de bulunduğu nice beldeler vardı ki.zelzele ile.dindan faciri, iyisi kötüsü,küçüğü büyü­ğü hepsi de helak olmuşladır."Kûmes"[223]Mih-ricân-Kuzak[224]"Rey " [225]ve Suriye ve Yemen'in pekçok şehirleri bunlardandır.

Bu, Allah'ı bilip tanıyan bütün din mensupları­nın -birbirleriyle ihtilâf içinde olsalar bilebildiği şey­dir.

EBÛ MUHAMMED : Tarihçilerden (=Ashâbûl-ahbâr) biri bana şunu anlattı : Bir gece (Halife) el-Mansûr sohbet etmiş ve Emevi halifelerini, onların [226]gidişatlarını, (başlangıçta) doğruluktan ayrıl­madıklarını, sonra sıranın, gösterişe dalan oğullan-na geldiğini; devlet işlerinin büyüklüğü ve kadrinin yüceliği karşısında onlann,gayret ve arzulannın,şe-hevi şeylere teveccüh etmek,lezzetleri tercih etmek ve Allah'ı (C.C) öfkelendirecek şeyleri irükab etmek ol­duğunu; bunları işlerkefı,AIlah'ın onlan (hemen) ce-zalandırmayıp kendilerine mühlet verdiğinden habersiz,Allah'ın kendilerini (mühlet vererek) aldatmasından (=mekr-i ilâhî) emin olarak işlediklerini; Bu­nun üzerine Allah'ın saltanatı ve izzeti onlardan so yup aldığını ve nimetlerini de onların üzerinden (kal­dırıp başkalarına) naklettiğini anlatmış.

Bunun üzerine Salih b.Ali[227](halifeye) şöyle demiştir:Ey mü'minlerin emiri! Ubeydullah b.Mervan kaçarak,kendisine tabi olanlarla "Nûbe"[228]arazi­sine girdiği vakit.Nûbe melik'i malûmat istedi,kendi-sine malumat verilince(Melik) ata binerek Ubeydullaha geldi ve değişik bir lisanla aklımda tutamadığım şeyler söyledi ve onu ülkesinden kovdu...Eğer mü'minlerin emiri onu hapisten çağınp.bu gece hu­zurumuza getirilmesini ve bunun kendisine sorul­masını muvafık görürlerse (çağınlsm) .

el-Mansur onun getirilmesini emretti ve ona ba­şından geçeni sordu.

Ubeydullah:Ey mü'minlerin emri! Kaçırabildi-ğim çeşitli ev eşyalarıyla Nûbe arazisine geldim.Ora-da bunları döşedim ve üç gün burada ikamet et­tim. Daha sonra durumumuzdan haberdar olan Nûbe meliki bana geldi.İçeriye uzun boylu .kartal burunlu yakışıklı bir adam girdi. (Vere serdiğimiz) ku­maşlara yaklaşmayarak toprağa oturdu.

Ben:"Niçin kumaşlarımızın üzerine oturmuyor sunuz?" dedim.

Bana: "-Ben Melik'im .Bütün meliklere de Al­lah'ın azameti karşısında tevazu göstermesi yara-şır.Çünkü melik'i (bu makama )O yükseltmiştir"dedi

Sonra bana döndü ve :"Kitabınızda size haram kılındığı halde niçin içki içiyorsunuz?" dedi.

Ben :"Buna kölelerimiz ve sefihlerimiz cüret edi­yor." dedim.

O:"Niçin hayvanlarınızla ekinleri çiğniyorsu-nuz?Halbuki bozgunculuk sizin Kitab'ınızda haram kılınmıştır!?dedi.

Ben:"Bunu câhillerimiz yapıyor." dedim.

O:"Size haram kılındığı halde niçin ipek ve dîbac giyiyor.gümüş ve altın (eşya) kullanıyorsunuz?" de­di.

Ben: "Saltanat bizden gitti,yardımcılarımız azal-dı.Bu esnada Acem'den bir kavme galip geldik.Onlar bizim dinimizi kabul ettiler ve hoşgörmememize rağ­men bunları giydiler." dedim.

(Melik) uzun müddet başını önüne eğdi,ve elini evirip çevirerek toprağı çizmeğe başladı.Sonra da:

"Anlattıkların senin dediğin gibi değildir! Bilâkis siz.size haram kılman şeyleri helâl saydınız.Size ya­saklanan günahları işlediniz. Mülkünüzdekilere (te­baanıza) zulmettiniz.Allah da kuvvet ve üstünlüğü sizden çekip aldı ve günahlarınızdan dolayı size zillet (elbisesini) giydirdi.Sizin hakkınızda Allah'ın henüz sona ermemiş bir azabı vardır.Azabın;siz benini top­raklarımda iken size inmesinden ve sizinle beraber bana da dokunmasından korkarım.Misafirlik üç gündür.İhtiyacınız olan erzakı alın ve topraklarımı terkedin." dedi.Ben de dediği gibi   yaptım.

Allah (C.C) Kur'an'da bize;babalanndan dolayı çocuklarım koruduğunu da haber vermiş tir .Allah (C.C) şöyle buyurmaktadır:"...Duvara gelince.bu duvar şehirde iki yetim oğlanındı.Duvarın altında bu oğlanlar İçin saklı bir define vardı .Babaları da

salih bir adamdı.Onun için Rabbin diledi ki .ikisl de rüşdlerine ersinler ve definelerini çıkarsınlar."

(I8.el-Kehf:82)

Hz.Ömer (R.A},Hz.Abbâs ile (teberrükde bulu­narak) yağmur duasına çıktığı gün irad ettiği hutbe­sinde: ""-Ey Allahım,Senin peygamberinin amcası ve onun ashabının ululan ile sana tevessül ediyo-ruz.Çünkü Sen Hak olan şu s özünde: "...Duvara ge­lince bu duvar şehirde iki yetim oğlanındı.Duvann al­tında bu oğlanlar için saklı bir define vardı.Babaîan da salih bir adamdı.Onun için Rabbin diledi kUkisi de rüşdlerine ersinler ve definelerini çıkarsınlar." bu-yuruyorsun.Ey Allahım, amcasını korumak suretiy­le, Peygamberinin de izzet ve şerefini koru! [229]Şefat ve mağfiret isteyerek onu sana aracı kıldık!.[230] de­miştir.

Allah'ın (C.C),dostlarının çocuklarım babaların­dan dolayı koruması caiz olduğu gibi;kendisinin düş­manlarının çocuklarım babalarından dolayı koruma­ması da caizdir.O,dilediğini yapandır.

Hz.Âişe,bu (mevzuun başında zikredilen) hadisi kabul etmez ve: "Kim bunu kabul ederse şüphe yok ki yalan söylemiş.günaha girmiş olur."derdi [231]

Bu Hz.Âişe'nin kendi görüşü ve yorumu­dur. Onun şahsi kanaatından dolayı Rasûlullahın hadisini reddetmek caiz değildİr.Eğer Hz. Âişe bu mu- halefetine dair Rasûlullahtan birşey nakletsey-di, o zaman bu sözü kabul edilebilirdi.

Eğer Abdullah b.Ömer (RJ\) bu hadisi tek başına nakletmiş olsaydı-Hz.Âişe'nin de dediği gibi- onun hata   ettiği   düşünülebilirdi...Lâkin   .İçlerinde

Hz.Ömerjmran b.Husaynjbnu Ömer ve Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin (RA) bulunduğu bir gurup sahabe bunu nakletmişlerdir. Eğer: "Bu zulümdür .Allah ise zulümden uzaktır.Çünkü Allah(C.C):"...ve Ben kullara zulmeden değilim!" (5O.Kâf: 29) buyurmuştur." derlerse.biz on­lara îyâs b.Muâviye (-122) nin [232] sözü ile cevab veririz.İyâs şöyle demiştir:"-Birisine,"Arab'ın lisanın­da zulüm nedir?" dedim.

O:"Kişinin,kendisinin olmayan birşeyi alması­dır." dedi.

Ben de:"Lâkjn herşey,Allah'ındır." dedim. [233]

 

79-Dedıklerıne Göre Aklın Ve Düşün­cenin (Nazar) İptal Ettiği Bir Hadis..

 

İDDİÂ:Rivayet ettiniz ki:Ebû Zerr (R.A),kişi-nin hanımıyla münasebette bulunması hakkında RasûIuHaha:"-Yâ Rasûlallah,insan hem zevkle-nlr.hem de sevab kazanır mı? [234] diye sordu.

Rasûlullah:"-Eğer bu ihtiyacını,haram yol­dan tatmin etseydin .günah işlemiş olmaz mıy-dın.ne dersin?" dedi.(Ebû Zerr de): "Evet!" deyince Rasûlullah:

"İşte bu İşi helâl yoldan yerine getirmenden dolayı sevab kazanman da böyledir." buyurdu. [235]

Haram yoldan bir ihtiyacı gidermek bir gü-nah.helâl yoldan yerine getirmek ise mubah bir şey-dir.-Mübah olan bir şeyden dolayı sevab verilmesi na­sıl caiz olur? Eğer bu caiz olursa.acıkınca yemek ye­nilmesinden ye susayınca su içmekten dolayı da se­vab verilmesi caiz olur.

Dilin inceliklerini ve caiz olan ve olmayan şeyleri bilme hususunda insanların en bilgilisi olan Rasûlul-lah bunu nasıl söyleyebilir?!...

CEVAB:Biz deriz ki:Bazan bir adamın ihtiyar ve­ya çirkin bir hanımı olur .Adamın nefsi, kendisine ha­ram olan başka bir kadını arzular.Bunu yapmak ken­disi için hazır ve mümkün iken,Allah'a itaat ederek onu terkeder ve arzulu olmadığı halde (hanımıyla) helâl yoldan bu işi yaptığı için sevab kazanır.

Yine adamın iki hanımı olabilir. Bunlardan birisi siyah ve çirkin .diğeri ise beyaz ve güzel.O.bu iki hanı­mından sadece birisini arzu etmesine rağmen.ikisi arasında müsavatı gözetir, diğerine sıra gelince ona da katlanır ve bundan dolayı sevab kazanır.

Eğer bir kimse .helâl olan arpa ekmeği yese ve yi­yebileceği halde haram olan beyaz ekmeği yemeyi ter-ketse; insanlar nazarında, arpa ekmeği yediğinden dolayı sevab kazanmış olur.

Hattâ bir kimse,Rasûlullahın:MMü'mİn herşey-den dolayı sevab kazanır.Hattâ lokmayı ağzına götürmesinden dolayı bile".sözü üzerine, "Mümin yeme içmesinden ve cinsî münasebette bulunmasın­dan dolayı sevab kazanmış olur dese-kanaatıma gö­re-ancak doğruyu söylemiş olur. [236]

 

80-İddialarına Göre, Düşüncenin Yalanladığı Bir Hadis...

 

IDDIÂ:Siz,maymunlann,zina ettiğinden dolayı bir maymunu recmettiğini rivayet ettiniz. [237]

Eğer maymunlar onu sadece evli olduğu için recm ettilerse,bu takdirde hadis daha da enteresan olur,ve bu kıyasa göre.siz bilmezsiniz,belki de may­munlar Tevrat'ın hükümlerinden pekçoğunu tatbik ediyorlardır ve belki de onların dini hâlâ Yahudiliktir.

Eğer maymunlar Yahudi ise, muhtemelen do­muzlar da Hristiyandır. (!...)

CEVAB:Bu alay ve istihzalara cevab olarak deriz ki:Ashnda maymunlar hadisi ne Rasûlullahtan ne de Ashabından (rivayet edilmiş.) değildir.Bu sadece Amr b.Meymûn'dan ( -145) [238] naklen anlatılan bir-ş eydir..

Bana Muhammed b.Hâlid b.Hıdâş tahdis etti (ve) dedİ:Bize Müslim b.Kuteybe.Huşeym (b.Beşîr) den,o da Husayn (b.Abdirrahman es-Sulemî) den ,o da Amr b.Meymûn'dan haber verdi M (Amr) şöyle de­miştir: "Câhiliyye devrinde bir maymun zina etti .Bu­nun üzerine diğer maymunlar onu recmetti.Ben de onlarla beraber recmettim. [239]

EBÛ MUHAMMED:Amr b.Meymun'un, rnay-munlan,diğer bir maymuna taş atarken görmüş ol­ması ve zina ettiği için onu recmettiklerini zannetmiş olması mümkündür.Bu sadece tahminen bilenebile-cek bir şeydir.Çünkü maymunlar kendileri hakkında birşey söyleyemezler.Onların kavga ettiğini gören kimse,maymun zina etti mi.etmedi mi,bilemez.Bu sadece bir zandan ibarettir.

Belki Şeyh (Amr b.Meymun) .bizim bilemediğimiz emarelerle onun zina ettiğini bilmiş olabilir.Çün-kü maymunlar hayvanlann en çok zina edenidir..

Araplar onu misal verir ve: "Maymundan daha zinakâr." derler.Eğer maymunun zina ettiği bilinen birşey olmasaydı, onunla misal verilmezdi. Çiftleşme ve eşini kıskanma hususunda insanlara .maymun­dan daha çok benzeyen bir hayvan yoktur.

Bazan hayvanlar birbirine düşman olurlar,bir-birine saldınr ve birbirlerini cezalandırırlar.[240]Hay­vanların kimisi ısınr,kimisi tırmalar, kimisi de kırıp parçalar..

Maymunlar da insanların taş atması gibi,Alla-hın kendisine verdiği eller ile taş atar .Eğer maymun­lar birini,zina olmaksızın taşlamışlar da Şeyh (Amr b.Meymu} onların zinadan dolayı birbirlerini taşla­dıklarını zannetmişse.bu da uzak bir ihtimal değil­dir.

Yok eğer Şeyh.herhangi bir emare ile.zina oldu­ğu ve taşlamanın da bu sebepten olduğu sonucuna varmışsa ,aynı şekilde bu da.uzak bir ihtimal değil-dir.Çünkü maymun-dediğim gibi-hayvanların eşini ençok kıskananı ve anlama bakımından insan oğul­larına en yakın olanıdır.

EBÛ MUHAMMED:Ben,onlarm mesholunmuş olan maymunların ta kendisi olduğunu ve nesilden nesile çoğaldıklarını zannediyorum. Bunu Allahu Taâlâ'nın şu âyetinden çıkanyorum:"De ki:Allah ka­tında ceza bakımından bundan daha kötüsünü si­ze haber vereyim mi? O kimseler ki Allah kendile­rine lanet etmiş »gazabına uğratmış,onlardan maymunları (=el-kıradatu) ve domuzları(=el-hanâzîru) yapmıştır." (5.el-Mâide:60)...

el-kıradatu (=maymunlan) ve el-hanâziru (=do-muzları) kelimelerindeki "el (=elif ve lâm)" kelimenin ma'rife olduğuna ve buradaki maymunun gördüğü­müz maymunlar olduğuna delâlet eder.Eğer Allah (C.C) inkıraz bulmuş (yokolup gitmiş) ve geçmiş bir-şeyi kasdetmiş olsaydı "ve ceale minhumul-kıradate ve'1-hanâzîra" yerine "ve ceale minhum kıradaten ve hanâzîra" derdi [241]

Aksi takdirde Ummu Habibe'nin (RA) memsuh (=mesha uğrayanlar) hakkındaki hadisinin [242]doğru olması gerekir .Ve (mesele) Rasûlulİahın dediği gibi olur.

Biz, alaycının dediği gibi maymunların recim ce­zasını uyguladığını,çünkü onların Tevrat'ın (zina hakkındaki recm) hükmünü bildiğini[243] söylüyor değiliz.Lâkin biz şunu söylüyoruz:Gerçek şu ki,nasıl diğer hayvanlar tırmalar,ısırır ve parçalarsa;may-munlar da zinadan veya başka bişeyden dolayı ol-sun,elleriyle recm cezasını yerine getirmişler (taşla­mışlar) dır.Çünkü orıunjnsan elleri gibi elleri var­dır.Âdem oğlu da.eziyyet etmek istediği şey uzak olur da ona yetişemezse ona ancak taş atarak eziyyet eder.

Maymunların bizzat memsuh (^mesholunmuş) varlıklar olduğuna dair delilleri kuvvetlendiren diğer bir husus-Kur'an ve Hadiste bulunmadığı halde in­san etinin haram kılınması hususunda icma ettikleri gibi-Kur'an ve Hadiste (hükmü) bulunmadığı halde maymunun etinin haram olduğuna dair fakihlerin ic ma etmeleridir. [244]

 

81-Dediklerine Göre Kur'an'ın Yara­tılmış Olduğuna Delalet Eden Bîr Ha­dis...

 

IDDİÂ: Siz,"Kur(an'm kalbi Yâ-Sîn (suresi) dir."Kur'anfin hörgücü eî-Bakara'dır." "er-Rahman ve Âl-i îmrân sureleri kıyamet günü sanki iki bulut veya iki karaltı veya (gökyüzünde karaltı halinde­ki) iki kuş sürüsü gibi gelir.[245] ve "Kur'an kişi-ye.kabrinde iken gelir ve ona şöyle, der. [246] di­ye rivayet ettiniz.Bütün bunların hepsi Kur'an'm mahlûk (^yaratılmış) olduğunu gösterir.

Kalbi,hörgücü olan veya bulut veya karaltı olan birşeyin yaratılmamış olması mümkün değildir.

CEVAB Biz deriz ki:Gerçekten bu adamlara (=Kelâmcılar) yakişan-çünkü onlar Kelâm ve kıyas ehlidirler-Kur'an'ın ne cisim,he de sınırlı ve şekilli bir şey olmadığını bilmeleri idi.

"Kur'an'm hörgücü el-Bakara'dır."sözü ile Rasûlullah sadece Kur'an'ın en yüksek kısmını kas-detmiştir.Nasd ki hörgüç de devenin en yüksek kıs­mıdır.

"Kur'an'm kalbi Yâ-Sîn'dir." sözü ile onun-Kur'andaki yerininjbedende kalbin yeri gibi olduğu­nu kasdetmiştir.

"el-Bakara ve Âl-i îmrân sanki iki bulut gibi ge lir." sözü ile de,bu surlerin sevabîarı,onlan okuyanla­ra gelir ve kıyamet günü onu gölgelendirir.Yine bu surelerin sevabı adama.kabrinde gelir ve kıyamet günü de gelir onu müdafaa eder." demek istemiştir.

Allahu Taâlânın.Kur'an'ı- adamı müdafaa eden ve onu kurtaran-bir varlık haline getirmesi de müm­kündür.

EBÛ MUHAMMED:Bize Ebu'l-Hattâb Ziyâd 3.Yahya[247]tahdis etti (ve) dedi:Bize Abdula'lâ tahdis îtti (ve) dedi:Bize Muhammed b.İshak ,Amr b.Şu-iyb'dan,o da babasından.o da dedesinden tahdis et-[i. (Dedesi) dedi:Rasûlullah şöyle buyurdu:"Kur'an kıyamet günü adam şekline girer ve(Kur'an'ın) farzlarını zayi eden (tatbik etmeyen) yasaklarını çiğneyen, itaat in (i emrettiği şeyler) e aykırı dav­ranan,günahlarını işleyen adama getiri­lir,.Kur'an,hasım olarak iddiaya hazırlanır,ve :"Ey Rabbim beni taşıyıcıların en kötüsüne yükle-din.Yasaklarımı çiğnedi,farzlarımı yerine getir-medi.bana İtaati terketti, (menedilen) günahları­mı işledi." der, ve durmadan onun aleyhine delille­ri sıralar. Nihayet kendisine : "Ona dilediğini yap(abilirsin) ! denilir.

(Kur'an) da adamın elinden tutar ve onu yü­züstü cehenneme düşürünceye kadar ondan ayrıl­maz.

(Sonra), (Kur'an'm) sınırlarını tecavüz etme­yen, farzları İle amel eden, emirlerini tutan, gü­nahlarından kaçınan adama getirilir. Kur'an, ada­mı müdafaaya hazırlanır ve : "Ey Rabbim, beni ta­şıyıcıların en hayırlısına yükledîn. Benim yasakla­rım (i İşlemek) dan sakındı, farzlarımla amel et­ti,emirlerimi tuttu, günahlarımı terketti" " der ve (adamın lehine) durmadan delillerini sıralar. Niha­yet kendisine: "Ona dilediğini yap (abilirsin)!" denilir. (Kur1 an) da adamın elinden tutar ve ona atlas elbise giydiresiye, başına kral tacını oturtasıya ve ona Cennet kâsesinden içiresiye kadar onu bırak­maz. [248]

"Kur'an (adam) şekline girer." sözünde,Allah'ın onu okuyan ve onunla amel eden sahlbine,kendisini kurtaranın Kur'an'm ta kendisi olduğunu bildirmek için Kur'an'ı bir (adam) şekline sokacağına dair bir de­lil yok mudur?

Kur'an bizzat ne adam olabilir ne cisim.ne de söz söyleyebilir,çünkü o (kendisi) kelâm(=söz) dır.

Eğer bunlar (=kelâmcılar) daha derin düşünse-ler,kendilerine bir nebze de (Allanın) yardım (ı) nasib olsr ydı Kur'an'ın mahlûk olmasımn mümkün olamı-yacağmı mutlaka bilirlerdi.Çünkü o,Allah'ın kelâmı ve Allah'tan bir sÖzdür.Allah'tan olan.yaratılmış ola­maz.

Meseleyi .onların anladıkları şu "konuşmamız"a havale ederek bir mukayese yapabiliriz .Çünkü bizim konuşmamız.bizim fiilimiz değildir.Konuşma sadece ses ve ayn ayrı harflerden ibarettir.Sesin de harflerin de bizim için bir fiil olması mümkün değildir.Çünkü ikisi de Allah'ın yarattığı şeylerdir.Bu ikisinde amel (=fîil) olarak bize aid olan sadece bu fiillerin edâsıdır [249] ve Allah'ın sevabı da bunun üzerine terettüb eder...

Bunun misali bir adama benzer ki,sen ona ema­net olarak bir mal verirsin,sonra ondan,onu geri is­tersin .O da eliyle onu.sana geri verir.(Burada) ne"mal"dan,ne de "el"den dolayı onun için sevap yoktur.Sevab sadece malın geri verilmesindedir.

Kur'an'ı sesinle,tek tek harflerle okumadaki se-vab da böyledir.Kur'an bu nazmı (tertibi) ve bu te'lifi (terkîb,arrangement,composition) ile Allah'ın kelâ-mıdır.ondan sadır olmuştur.Onu okuyan herkes,Al-lah' in kelâmını okumuş olur.Bu husus o kimsenin üzerinden Kur'an'ı okuyan biri olma keyfiyetini kal­dırmaz.

Eğer bir adam bir hutbe yazsa,bir kaside düzse sonra bunlar ondan naklolunsa; ne hutbe ne de şiir, nakledenin bir ameli sayılmaz.Şiir sadece müellife aiddir.Nakledenin rolü ise,sadece onu tekrar etmek­tir, (edâ). [250]

 

82-Îcmâ'a Aykırı Olduğunu Söyledikleri Hadisler...

 

İDDİÂ:Eyyûb (es-Sahtıyânî)den to da İbnu Si-rin'den,o da Amr b.Vehb es-Sakafi'den,o da el-Mugira b.Şu'be'den rivayet ettiniz ki (el-MuğJra) şöyle demiş­tir :"RasûluIlah (S.A.V) haceti için dışarı çıktı .Ben de su ile onun peşinden gittim .Abdest aldı ve san­gına mesnet t İ, sonra sabah namazını kıI(dır]dı.[251]

Keza,Ebû Muaviye (Muhammed b.Hâzim) den,o da el-A'meş'den,o da el-Hakem (b.Uteybe) den,o da Abdurrahman b.ebî Leylâ'dan,o da Ka'b b.Ucre'den,o da Bilâl'den (R.A):"RasûIullahın,başörtüsüne meshettiğini" rivayet ettiniz. [252]

Yine,el-Velid b.Müslim 'den,o da el-Evzâî'den,o da Yahya b.ebî Kesir'den,o da Ebû Seleme b.Abdir rahman'dan o da Amr b.Umeyye ed-Damrî1den,onun"RasûlulIahi gördüm,abdest aldı ve sangına meshetti.[253] dediğini rivayet ettiniz. Bunlar sizin nazarınızda sağlam isnadlar-dır.Halbuki siz bunlarla amel etmeyi;Rasûlullahtan bunları nesheden birşey rivayet etmeksizin terketti-niz...

CEVAB:Biz deriz ki:Hak ve hakikat bizim nâza-rımizda.rivayetle sabit olmaktan daha kuvvetli olarak.icma ile sabit olur.Çünkü hadislere bazan sehiv(=dalgınlık) ve iğfâl(=gaflet ve ihmal) gibi noksan­lıklar ânz olur,ve hadisler şüphe, (çeşitli) tevil ve izah­lar ve nesh ile karşı karşıyadır,Ve bazen hadisi.sika olan ravi sika olmayan raviden alır (ve rivayet eder.)

Bazan da.ikisi de caiz olan iki farklı hüküm geü-rir.Namazdan sonra bir kere (sağa) ve iki kere (sağa ve sola) selâm verilmesi rivayetleri gibi..

Bazan bir adam .Rasûlullah bir şeyi emrederken hazır buhınur.Sonra Rasûlullah.o adam yok iken,bu-nun aksini emreder.Adam ise birincisini nakle-der.haberi olmadığı için ikinciyi nakletmez.

İcmâ ise bütün bu arızalardan salimdir,uzak-tır.Bu sebepten İmâm Mâlik (95-179) [254] Rasûlul­lahtan bir hadisi rivayet eder.sonra da (beldesindeki) bu hadise aykırı bir tatbikattan dolayı: "Beldemizde ise.şu şekilde amel edilmektedir. "derdi.Çünkü onun beldesi (MedinejRasûlullahın beldesidir.

Rasûlullahın devrinde herhangi birşeyle amel edildiği zaman.ikinci asırda da onunla amel edilir.Ke-za üçüncü dördüncü ve daha sonraki asırlarda da böyle olur.

İnsanların hepsinin birden.beldelerinde kendi zamanlarında câri olan bir âdeti terkedip.başkasmı kabul etmeleri mümkün değildir.

Hele (bu değişme) ferd ferd değil de asırdan aşıra olacak olursa (daha da imkânsızdır.)

Gerçek şu ki insanlar (senedi) muttasıl pekçok hadis rivayet etmişler fakat, onunla amel etmeyi ter­ke tmişlerdir. Bu hadislere misal olarak ,şunları zikre­debiliriz:

Sufyân , ve    Hamraâd    b.Zeyd'in,Amr b.Dinâr"dan,onun da Câbir'den,onun da İbnu Ab: bas'tan (rivayet ettiği) hadistir ki, İbnu Abbâs:"Rasû-lullahın Medine'de öğle ile ikindi ve akşam ile yat­sı namazlarını emniyette olup,korkulu bir hal ol­madığı halde birarada kıldığını ( =cem)"[255]naletmiştir.

Fakihlerin hepsi,bu hadise-ya neshedildiğini yahud Rasûlullahın iki namazı yağmur veya herhan­gi bir meşguliyet dolayısıyla zaruret halinde birarada kılmış olduğunu düşünerek-amel etmeyi terketmişlerdir[256]

(Keza) Sufyan (b.Uyeyne) nin Amr b.Dînar'dan onun Avsece'den.onun da İbnu Abbas'dan rivayet et­tiği hadis de böyledir:"Rasûlullah zamanında adam biri azad ettiği kölesinden başka vâris bırak­madan ölmüş»Rasûlullah da adamın mirasını kö­leye vermiş.[257]

Fakihler ise ya bu hadisin ravisi Avsece'yi (hadisi uydurmakla) itham edip ona istinaden herhangi bir farz veya sünnetin sabit olamıyacağını söylemelerin­den veyahut da hadisin mânâsındaki bir bozukluk­tan dolayı-sanki hadisin mânâsı:"..ölen (köle),azad eden efendisinden başka vâris bırakmadı." şeklin-dedir-bu hadise karşı çıkmışlardır.Bu tevile gö-re,onun vâris olması mümkündür.Çünkü o. kölenin sahibidir.

Yahut da.neshedilmiş olması sebebiyle bu ha­disle amel etmemişlerdir.

 (Diğer   bir   misal) :Şu'be'nin,Amr   b.Mur-ra'dan,onun Abdurrahman b.Ebî Leylâ'dan onun da el-Berâ (b.Ma'rûr) (R.A) dan rivayet ettiği hadisür.el-Bcrâ:"RasûIullah,sabah ve akşam namazlarında kunut (duasını) okurdu. [258]demiştir.

Alimler sabah namazında kunut'un okunup okunmayacağı hususunda farklı görüştedirler.Fakat akşam namazında kunut'un okunmayacağı husu­sunda müttefiktirler.

Buna benzer şeyler çoktur.İşte sarığa ve baş Ör­tüsüne meshedilmesi de böyledir.Fakihler bu hadi­sin terkedilmesi üzerinde İcma etmişlerdir. Onların da kabul ettikleri bir isnadla rivayet edilmiş olmasına rağmen sadece neshedilmiş olduğu için bu hadisi terketmişlerdir.

(Diğer bir sebep de şudur) :Ravi,Rasûlullahı sanğa ve sangın altına .başına meshettiğini görmüş ve hadisi nakleden de bu iki fiilden enteresan olanını nakletmiştir. Çünkü başa meshetmek normaldir.ya-dırganmaz:Zira bütün insanlar böyle yapmakta-dır.Ancak örtü üzerine meshetmek garipsenebilir.

(Fakihler) kendilerinin bu görüşlerini destekle­yen, el-Muğîra'nın başka bir hadisini delil olarak zik­retmektedirler.Bu hadisi el-Velid b.Müslim.Sevr (b.Yezîd el-Kalâî)den,o da Raca b.Hayve'den.o da Verrâd (es-Sakafî) den o da el-Muğira'dan rivayet et­miştir ki( el-Mugira)Rasûlullahin başının ön kısmı­na ve sarığına meshettiğini söylemiştir...

Başın ön kısmına meshetmek Kur'an'da farz kı-lınmıştır.Bu farz,lafzı ihtilaflı bir hadis ile ortadan kalkmaz.                 

Buna benzer bir rivayet de onların bazısının Rasûlullahm çarıkları (veya sandaletleri) üzerine meshettiğine-başka bir rivayette de-çoraplarma meshettiğine dair rivayettir.Rasûlullah çarıkları içersindeki çoraplara meshetmiştir.Fakat her râvi bu ikisinden,birisini nakletmiştir. [259]

 

83-Müşriklerın Çocukları Hakkında İki Farklı Hadis..

 

İDDİÂ:es-Sa'b b.Cessâme'nin (R.A):'Ta Rasû-lallah.gece karanlığında düşmana hücum ederken atlarımız müşriklerin çocuklarını çiğniyor." dedi­ğini, Rasûlullahın da:"Onlar babalanndandır!" ce­vabını verdiğini rivayet ettiniz. [260]

Sonra yine,"Rasûlullahın bir askeri birlik gön-derdiğini,onların da kadınları ve çocukları öldür­düğünü,Rasûhıllahın buna şiddetle karşı çıktığı­nı, bun un üzerine Ashabın :" Yâ Rasûlullah, onlar müşriklerin çocuklarıdır." dediğini ,Rasûlullahın da :"Sizin seçkinleriniz de müşriklerin çocukları değiller midir?" dediğini rivayet ettiniz.

CEVAB Biz deriz ki:İki hadis arasında aykırılık mevcud değildir.Çünkü es-Sa'b b.Cessâme,Rasûlul-laha;müslümanların atlarının düşmana hücum ederken gece karanlığında onları çiğnediğini haber vermiş,Rasûlullah da :"Onlar babalanndandır" bu­yurmuştur."

"Onlar babalanndandır. "sözü ile Rasûluî-lah, "onların (çocukların) dünyada hükmü babaları­nın hükmü gibidir,gece olup da hücuma geçildiğinde müşriklere saldırma fırsatı ortaya çıkınca,çocuklar yüzünden (hücumdan) vazgeçmeyin .Çünkü çocuk­larının hükmü-onları öldürmeyi kasdetmeksizin- ba­balarının hükmü gibidir" demek istemiştir...

Sonra İkinci hadiste, askerî birliğin .kadınları ve çocukları öldürmelerini hoş karşılamamıştır. Çünkü bu birlikteki askerler, babaları müşrik olduğu için ço­cukları kasten öldürmüşlerdi. Bunun üzerine Rasû­lullah:" Sizin seçkinleriniz de müşriklerin çocukları değiller midir?" buyurmuştur.Bu sözüyle de "Belki müşrik çocukları içersinde bulûğa erince iman ede­cek ve iyi bir müslüman olacak olanlar vardır." demek istemiştir. [261]

 

84- Dediklerine Göre Bir Kısmı Dıgerı-Ni Nakzeden Bir Hadis...

 

İDDİÂ: RasûluIlahın S a'd b.Muâz (R.A) hak-kında:"Onun  Ölümünden dolayı arş titremiştir.[262] ve onu gasletmeğe yetmiş bin melek koş­muştur. Ben de (meleklerden dolayı) neredeyse onun cenazesine ulaşamıyacaktım. " dediğini riva­yet ettiniz.

Sonra Rasûlullahın:"Eğer kabir azabından bir kimse kurtulacak olsaydı,muhakkak ki Sa'd b.Muâz kurtulurdu.(Buna rağmen kabir) onu öyle bir sıkıştırdı ki.göğüs kemikleri parçalandı. [263]

dediğini de rivayet ettiniz.

Allanın arşı bir kimsenin ölümünden dolayı na­sıl sallanır? Eğer bu caiz ise,peygamberler buna daha lâyıktır.

Siz.Rasûlullarîtan (S.A.V)""Güneş ve Ay'ın ,bir kimsenin ölümü veya doğumu sebebiyle tutulmayacağını, [264] rivayet ettiniz.Güneş ve ay ikisi de-ri-vayet ettiğinize göre-ateşte birbirine sarılmış iki öküz olursa[265]şerefli ve yüce arş'm durumu nasıl olur? Üstelik arş kımıldayınca,onun haraketi ile gökler ve yer sallanacağına göre.arş nasıl olur da,Allah'ın ken­disine azab edeceği,göğüs kemikleri parçalanacak de­recede üzerine kabri sıkıştıracağı bir adamın ölü­münden 'olayı hareket eder?

Yetmiş bin meleğin yıkadığı ve meleklerin izdi­hamından Rasûlullahın.onun cenazesine neredeyse, yetişemediği birisine Allah nasıl azab eder?...

CEVAB:Biz deriz ki:Bu hadisi birtakım kimseler tevil etmişlerdir.

Bunlar hadisteki "arşın titremesi" nin; mızrağın ve rüzgârın hareketi ile ağacın titremesi gibi sadece haraketten ibaret olduğunu söylediler.

(Hadisin) bu şekilde tevil edilmesi çirkin bir şey­dir ve bu hadisi delil olarak kullanan (muhaliflerin) eline koz verilmiş olur.

Bazıları da:Arş burada-Sa'd b.Muâz'm üstünde taşındığı tabut {=serir) dir ve o tabut sarsılmış tır, de­diler.

Bu şekildeki bir tevil yapıldığı zaman,bu hadiste Sa'd için bir fazilet ve söylenilen bu sözde de bir fayda olmaz.Çünkü ölülerin taşındığı her tabut (=serîr) in­sanların onu (taşırken) çekiştirmesinden dolayı mut­laka haraket edecektir.

Üstelik başka bir hadiste:"Ontm ölümünden dolayı Rahman'ın arşı titredi.[266] şeklinde riva­yet edilmişken,arşın,Sa'd b.Muâz 'm üzerinde taşın­dığı tabut olması nasıl mümkün olabilir?!

Buradaki el-ihtizâz (=titreme, sarsılma) ne onla­rın dedikleri gibi bir " hareket" tir.ne de arş,diğerleri-nin dediği gibi, (bir "tabut") tur.Bilâkis ihtizaz ^titre­me sarsılma)-burada -sevinç ve sürûr,demektir.

"İnne fulânen le yehtezzu lil-ma'ruf (=fulan iyi­lik yapılmasından dolayı titrer)" denilir.Yani ,sevi-nir.sürûr duyar demektir.

Keza," kendisini övüp medhettiklerinde fulanı bir titreme alır." denilir.Yani,neşelenir ve yüzü gü­ler, demektir.

Bundan dolayı şöyle bir darb-ı mesel söylenmiş­tir: "İnne fulânen izâ duıye ıhtezze; ve izâ suile irtezze."

Bu söz Ebul-Esved ed-Duelî'ye (- 69) [267] aiddir.

Yani şunu demek istiyonYemeğe çağrılınca onu yer ve sevinir.neşelenir.Kendisinden birşey istenildi­ği zaman ise olduğu yerde kalır ve neşesi kaçar .

İşte hadisteki ihtizâz'm da mânası budur.

Arş'a gelince:O da .hadiste zikredildiği gibi,Rah-man'ın arşıdır.Rasûlullah arşm titremesinden sade-ce;arşı taşıyan ve onun etrafında Sa'd b.Muâz'm ru­hunu dolaştıran meleklerin sevinmesini kasdetmiştir.Allah'ın (C.C) "Nihayet (Firavn ve kavminin) üzerlerine ne gök ağladı ne yer.."(44.ed-Duhân:29) buyurduğu gibi;Rasûluİlah da arşı onu taşıyan ve onu kuşatan meleklerin yerine koymuştur.Allah (C.C) âyette:"Onlann üzerine ne göktekiler ağladı ne de yerdekiler. "demek istemiş tir. Allah (C.C) gök'ü ve yer'i ,orada bulunanların yerine ikame etmiştir.

Yine Allah (C.C) "Hem   şehre   sorun.,"

(12.Yûsuf: 82) buyurmuş tur. Yani: Şehrin ahalisine-sorun ,demektir.

Rasûlullah da Uhud dağı hakkında:"Bu bir dağ­dır (kî) bizi sever.biz de onu severiz.[268] buyurmuştur.Bu sözüyle:"Oranın ahalisi-yani ansâr- bizi sever biz de onları severiz." demek istemiştir.

İşte bu (misallerdeki) gibi.Rasûlullah arşı ,onun taşıyıcıları ve etrafında dönen melekler yerine koymuştur.

Hadiste"MeIeklerin,mü'minİn ruhundan dolayı sevindikleri ve her mü'min için gökte bir kapı­nın mevcud olduğu;oradan amelinin yükseldi­ği.rızkının indiği ve ölünce ruhunun oradan yük­seleceği .sonra tekrar iade edileceği",varid olmuş­tur. [269]

Rasûlullahm,"Onu yıkamağa yetmiş bin melek koşuştu." sözü de keza,bu tevilin doğruluğunu gös­termektedir.

Bu tevil-Allah'ın lütfuyla  kolay ve akla yakın bir tevildir.

(Mevzuumuz olan hadiste ) Rasûlullah sanki şöyle demiştir:"Arşı taşıyan ve arşın etrafını kuşatan melekler Sa'd 'in ruhundan dolayı sevindiler."

'Yıkanmasına yetmiş bin meleğin koşuştuğu birsine nasıl azab olunur?" demelerine gelince: Ölüm'ün.Diriliş'in ve Kıyamet'in şiddetli zelzeleleri,korkuları vardır ki.bunlardan ne bir peygamber ,ne de bir velî kurtulabilir...Nitekim Rasûlullahın kabir azabından Allah'a sığınması da bunu ispat eder.Eğer bu (kabir azabı) muhal olmuş olsa idi Rasû­lullah bundan Allah'a sığınmazdı.Lâkin o .Allah'ın bütün kullan üzerine takdir ettiği, onlan ondan kor-kuttuğu,hiçbir kimseye,buna karşı emniyet ve huzur garantisi vermediği kabir azabından korkmuştur.

Kıyamet günü peygamberlerîn:"Yâ Rab-bi.nefsî nefsi [Ben n'olacağnn.ben n'olacağım.)" peygamberimizin ise:"Yâ Rabbi,ümmeti,üminetî ( =ümmetim n'olacak,ümmetim n'olacak) !" demesi[270] de sana dediklerimizin doğruluğunu göste­rir.

Allah Taâlâ'nm:"İçinizden hiçbiri istisna edilmemek üzere herkes mutlaka Cehenneme va-racaktır.Bu Rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür."(19.Meryem:71) buyurması da keza bunu gösterir.

Allah (C.C) herkesin mutlaka Cehenneme varacağını,sonra kendisinin takva sahiplerini kurtaracağını,zalimleri ise diz üstü Cehennemde bırakacağını bize bildirmiştir.

Ömer b.el-Hattâb (R.A) da :"Eğer benim yeryüzü dolusu altınım olsaydı,Kıyamet gününün korkusun­dan [271]kurtulmak için onları verirdim. [272] demiş­tir.

İbnu Abbâs (R.A) da :Allah'ın (C.C) :"Allah kıya­met gününde peygamberleri toplayıp,şöyle buyu­rur: Ümmetinizi (dine) davet ettiğinizde size ne ce-vab verildi? Onlar da:"Bizde hiçbir bilgi yok.Sen bütün gayblan kemal üzre bilensin." derler."(5.el-Mâide:109) âyeti hakkında, "Kıyamet gününde pey gamberleri toplar" yani:Onlan kıyamet gününün kor­kularından dolayı şaşkınlığa uğratır." demiştir.. [273]

 

85-Dedıklerıne Göre Düşüncenin Yalanladığı Bir Hadis...

 

İDDİÂ: Abdullah b.Numeyr'den.o da Ubeydullah (b.Ömer b.Hafs) dan,o da Nâfi'den o da İbnu Ömer'den.o da Rasûlullahtan (S.A.V) rivayet ettiniz ki Rasûlullah keler hakkında:"Onu ne yerim.ne de onun yenmesini yasaklarım.Onu ne helâl ki-ianm,ne de haram! [274] demiştir.

Rasûlullah da birşeyi yemez ve yasaklamaz.haram kümaz.helâl da kılmazsa, helâl ve haram husu­sunda kime sığınılır?Halbuki bedeviler kelerleri yer ve ondan hoşlanırlar.

Nitekim Ebû Vâil (-82) [275]:"Karnında yumur­ta dolu bir keleri,etli ve yağlı bir tavuğa tercih ederim." demiştir.

Hâlid b.Velid onunla keler yemiş .Hz.Ömer ' de yemiştir.Bu zâtların şüpheli bir şeyi yemeleri müm­kün değildir.

CEVAB: Biz deriz ki:Bu hadiste;onu nakledenle­rin birisinden sudur etmiş olan bir sehv (-hata) mevcuddur.Hadis,"Onu ne yerim,ne de onu yasaklarım." şeklinde.sadece bu kadar idi.Ravi de Rasûlullahın ye­mediği ve yasaklamadığı gibi;haram veya helâl da kıl­madığını zannetmiştir.Halbuki ikisi arasında fark vardır.Çünkü Rasûlullah onu yemeyi haram oldu­ğundan değil,sadece hoşlanmadığı, içi almadığı için terketmiştir.

Hz.Ömer (R.A) de kendisine bir keler getirildiği zaman,elini kelerin iç yağma götürmüş ve Rasûlul­lah onu haram kılmadı. Lâkin onu pis kabul etmiş ve tiksinmiştir." demiştir...

Şu hadis de bu hususu sana açıklanVehb b.Cerîr Şu'be' den,o da Tevbetu'l-Anberî'den ,o da eş-Şabî'den,o da İbnu Ömer 'den rivayet etti ki (İbnu Ömer) şöyle demiştir:"Rasûhıllahın Ashabından ba­zıları birşey yiyorlardi.Aralannda Sa'd b.Mâlik de vardı.Rasûlullahın hanımlarından birisi:"O (yedi ğiniz) kelerdir." diye seslendi.Onlar da yemediler. Bun un üzerine Rasûlullah Yeyiniz.Şüphesiz o helâldir,on(u yemeniz) da bir mahzur yok­tur. Lâkin o benim kavmimin    yiyeceği değildir."[276] dedi.

İşte bu hadis,,İbnu Ömer'den nakleden ravinin-hatasını göstermektedir.Çünkü İbnu Ömer'in birbiri­ne zıd iki hadisi birlikte rivayet etmesi mümkün değil­dir.

Rasûlullahın;kendi nazarında helâl olduğu hal­de onu yemeyişine gelince: Nefisler helâl olan şeylerin hepsinden hoşlanır ve helâl olan şeylerin hepsinin iş­lenmesi gerekir diye birşey yoktur.

Allah (C.C) bize (koyun,keçi,sığır gibi) hayvanla­rı helâl kümıştır.Onlann sadece akan kanlarını ha­ram kılmıştır.Böyle olduğu halde,Rasûlullah koyu­nun idrar kesesini,bezelerini, barsaklarını, husyele­rini ve dalağını yemeyi sevmezdi.

"Anasının boğazlanması cenîn'in boğazlan­ması (demek) dir. [277]diye bir hadis rivayet edildiği halde,nefisler,(anası boğazlandığı zaman karnından çıkan) cenini (yavruyu) yemekten hoşlanmaz.

İnsan ve maymun eti «yılanların ve abraşların[278]kertenkelelerin,farelerin etleri ve bunların ben­zerleri gibi;haram kılındığına dair âyet ve hadis mev-cud olmaylan şeyler hususunda insanlar,fıtratlanna ve yaratılışlarına bırakılmışlardır.Bu sayılanlardan da hiçbirisi yoktur ki nefisler onlardan tiksinmemiş olsun.

Allah (C.C) Kur'an'daîRasûlullahın.murdar ve pis şeyleri bize haram kılacağını bize bildirmiştir [279].Bunlar ise,hepsi de (insan) fıtratınca pistir­ler..

İnsanın yapması uygun olmayan helâl'lere gelin-ce:Onlar şunlardır Olgun bir kimsenin hiçbir mecbu­riyet yok iken yolda koşması,annenin mihri [280]. hakkında münakaşa etmek,elbiseyi omuzlardan dü-şürmek,yol üstünde iplik eğirmek (bükmek),kadınla­rın süslendiği zinetlerle süslenmek, çarşı ve pazarda birşey yemek gibi.

EBÛ MUHAMMED:Bana Ebu'l-Hattâb tahdis et­ti (ve) dedi:Bize Ebû Attâb.Muhammed b.el-Furât'dan,o da Saîd b.Lukmân'dan,o da Abdurrahman el-Ansârî'den,o da Ebû Hurayra'dan (RA) haber verdi ki (Ebû Hurayra) Rasûlullahı:"Çarşıda bir şey yemek düşüklüktür." derken işittim." demiştir.

Bir hadiste de: "Şüphesiz Allahu Taâlâ işlerin yüksek (=şerefU) olanlarını sever.alçak ve düşük­lüklerinden hoşlanmaz." buyurulmuştur [281]

 

86- İddialarına Göre Teşbih (=Anthropomorphism) E Dâir, İcmâ'ın Ve Kur'an'ın Yalanladığı Bir Hadis...

 

İDDİA : Allah'ın (C.C.) gecenin son üçte birin­de, aşağı (dünyaya yakın) semâya İndiğini, ve : 'Tok mu bir dua eden, onun duasını kabul edeyim; veya istiğfar eden, günahını affedeyim." buyurdu­ğunu. [282].

"Arefe günü akşam ile yatsı arasında Arafatta kilere indiğini"[283]

"Şaban ayının ortasında, geceleyin indiğini [284] rivayet ettiniz.

Bu ise Allah'ın (C.C.) :"Herhangi üç kişinin bir-fıs ild aşma lan olsa mutlaka dördüncüleri Odur. Beş kişi fisıldaşsa mutlaka altıncıları O'dur. Bun­lardan (sayıca) daha az, daha çok olsalar her nere­de olsalar mutlaka O, onlarla beraberdir." (58. el-Mücadele:7) âyetine aykırıdır.

Allah'ın (C.C.) şu âyetine de aykırıdır: "Gökte ilâh olan da O'dur.yerde ilah olan da O'dur." (43.ez-Zuhruf:84)

İnsanlar, Allah'ın her yerde olduğuna, Allah'ın bir şe'n (=iş,hal) de bulunmasının O'nu diğer bir işten ahkoymacağmda icma etmişlerdir.

CEVAB : "Herhengi üç kişinin bir fisıldaş maları olsa, mutlaka O (Allah} dördüncüleridir. Beş kişi fisıl­daşsa mutlaka altıncıları da O'dur. Bunlardan (sayı­ca) daha az, daha çok olsalar1, her nerede olsalar mut­laka O onlarla beraberdir." âyeti hakkında da biz de-rizki: Gerçekte Allah, onların yaptıklarını bil-mek(=ilim) suretiyle onlarla beraberdir. Nitekim sen, uzak bir beldeye gönderdiğin ve herhangi bir işini ona havale ettiğin birine: "Sana havale ettiğim herhangi bir şey hususunda kusur ve gafletten sakın, zira ben, seninle beraberim." dersin. Bu sözünle sen," Elbette senin kusurun veya gayretin - seni denetlemek ve du­rumunu kontrol etmek için - bana gizli kalmaz." de­meyi kasdedersin.

Bu, gaybı bilmeyen yaratılmışlar için caiz olursa; gaybı bilen Hâlık (C.C.) için evleviyyetle caizdir.

Keza: "O heryerdedir." den, şu kasdedilir: Mekanlardaki hiçbir şey O'na gizli kalmaz. O, ilim ve ihâtâ (=kuşatma) ile o mekânlardadır.

"Rahman arş üzerine istiva etti." (20. Tâ-Hâ:5) - yani: (istivanın mânası) Allah "(Ey Nuh) sen beraberindekilerle gemi üzerine istiva ettiğin za­man..." (23. el-Mü'rninûn :28)-yani: (üzerine) çıktığı­nı zaman... dediği gibi; birşeyin üstüne çıkmak, üze­rine yerleşmek demektir- âyetine rağmen, bir kimse­nin; Allah'ın hulul etmek suretiyle bütün mekânlar­da olduğunu söylemesi nasıl caiz olabilir?!

Yine: "İyi söz ancak O'na yükselir (kabul olu­nur.) Salih ameli de iyi sözler yükseltir makbul kı­lar." (35. FâtınlO) âyetine rağmen bu nasıl caiz olabi­lir?... Allah'ın kendisi ile beraber olduğu birşey [285] yine kendisine nasıl yükselir? Veya amel O'nunla be­raber ise, yine O'na nasıl yükselebilir? Ve ruh ve me­lekler kıyamet günü O'na nasıl yükselebilir?[286]

(70, el-Ma'âric,4 âyetinde geçen) "Ta'rucu" ile "tas'adu" aynı mânaya gelir. "Araca ile's-semâi izâ saıde" (=göğe çıktığı zaman araca (=yükseldi) denilir); Allah (C.C.) "zu'1-maâric" (=yüksek makamlar sahibi) dir denüir[287]el-Maâric "merdivenler" demektir. Ne­dir bu merdivenler? Allah (C.C.) en yüksek yerlerde olduğu gibi, en aşağı yerlerde de olduğuna göre, me­lekler (insanların) amellerini kime götürüyorlar?

Eğer onlar (Muhalifler) fıtratlarına ve yaratılış­larında mevcud olan "Allahı bilme" hiss-i tabiisine dönseler, Allah'ın yüce, en yüce olduğunu; yüce bir mekânda bulunduğunu, Allah'ı zikr [288]esna­sında kalplerin O'na doğru yükseldiğini, duada elle­rin ona yükseldiğini, ferahlığın yukarıdan umuldu­ğunu, yardımın gelmesinin yukardan beklenildiğini, rızkın yukardan indiğini mutlaka bilirlerdi.

Kürsi, Arş, Perdeler (=hucub) ve melekler de oradadır.

Nitekim Allah (C.C.) : "Gerçekten Rabbinin ka­tında olanlar (Rahmetine yakın melekler) Allah'a kulluk etmekten asla kibirlenmezler. Onu tenzih eder, yüceltirler, ve yalnız O'na ibadet için secde ederler." (7.el-,A'raf:206) buyurmaktadır.

Şehidler hakkında da: "...Rableri katında diri­dirler. (Cennet meyvalarmdan ) nzıkîanırlar."

(3.A1-İ İmrân:169) buyurmuştur. Onlara şehidler denmiştir.Çünkü onlar Allah'ın melekûtunu müşâ-hade ederler. Müfredi şehid'dir. Alîm ve ulemâ, kefil ve kufelâ dendiği gibi..

Yine Allah (C.C.) "Eğer bir eğlence edinseydik, elbette onu KATIMIZDAN edinirdik.." (21.el-En-blyâ: 17) buyurmuştur. Yani: Eğer bir kadın ve çocuk edLiseydik, bunları bizim katımızdan edinirdik, sizin katınızdan değil;. Çünkü erkeğin hanımı ve çocuğu onun katında ve onun huzurunda olur, başkasının değil!..

Fıtratları üzere bırakılıp,eğitim ve öğretim yo­luyla bundan vazgeçirilmedikleri müddetçe.ümmetlerin hepsi de Arabıyla ,Acemiyle-şöyle derler:"Şüphesiz Allah göktedir"!...

Hadiste (varid olmuştur ki):Bir adam,acemden bir cariyeyi azad etmek için Rasûlullaha (S.A.V) geldi.Rasûlullah cariyeye :"Allah nerededir?" de­di.

Cariye:"Gökte!" dedi. Rasûlullah:"Ben kimim?" dedi. Cariye:"Sen Allah'ın Rasûlüsün." dedi.

Rasûlullah: müminedir," dedi ve onun azad edilmesini emretti.-Vak'a böyle veya buna benzer bir şekildedir.[289]

Umeyye b.eb's-Salt 'da şöyle demiştir:... "Allah'ı ululayımz,O ululanmağa lâyıktır.   Rabbimiz gökte yüce oldu.

İnsanları geçen (aşan) büyük binada. Ve göğün üzerinde bir serîr (=taht) kurdu. (Bu taht öyle) uzundur ki,göz ona yetişemez.

O tahtın altında sen.melekleri boyun eğmiş ola­rak görürsün.

Şiirdeki sûr (=boynu eğikler) .kelimesi " esvar"ın cemidir. "Boynu eğik" demektir.

"Hameletu'1-Arş (arşı taşıyan) melekler bo­yunları eğik bir haldedir. [290] hadisinde de böyle denmiştir.Sırtında veya omuzunda ağır birşey ta­şıyan herkes,muüaka boynunu eğmek durumunda­dır (eğmeden edemez).

Sahih İncil'de Mesih (=İsa) (A.S) şöyle demiştin "Gök ile yemin etmeyiniz çünkü o AllahuTaâlâ1 nın kürsî'sidir.[291]

Havarilerine de şöyle demiştir: Eğer siz.insanlan bağışlarsanız.muhakkak ki GÖKTEKİ RABBİNİZ de sizin zulmünüzü bağışlar. Gökteki kuşlara ba-kın.Şüphesiz onlar ne ekin eker,ne biçer, ne de gökte ambarlara toplarlar. GÖKTEKİ RABBİNİZ rızıklandı-rıyor onları.Siz kuşlardan üstün değil misiniz?" [292]

Dediklerine şahid (delil) olarak bunun gibi pek-çok misal var (ki zikretsek) kitap uzar.

"Gökte ilâh olan O'dur ,yerde de ilâh olan

O'dur."(43..ez-Zuhruf:84) âyetine gelince:Bu âyette Allah'ın göğe veya yeryüzüne hulul ettiğine delâlet eden birşey yoktur.Bu âyette kasdedüen ancak şu-dur: Allah göğün ve göktekilerin; yerin ve yerdekilerin ilâhıdır.

Günlük konuşmada da sen: "O Horasan'da, emirdir,Mısır'da da emirdir." dersin.Kasdedüen adam bu iki yerden birinde veya bu iki yerden başka bir yer­de olduğu halde, o iki yerin-emirliği de kendisinde top-lanmışür.Bu gayet açık ve aşikârdır.

*Eğer bize:Allah'ın (baştaki hadiste geçen) nüzulü (inişi) nasıldır [ne dersiniz?) denilirse, de­riz ki:

Biz Allah'ın nüzulü hakkında hiçbir hüküm vermeyiz.Fakat bizim için mevzuu bahis olan nüzulü ve bu lafzın ihtiva ettiği mânaları açıkla-nz.Ne kasdettiğini ise en iyi Alan (C.C) kendisi bi­lir. İnsanlar için olan nüzul iki mânaya gelir:

Birisi:Bir yerden diğer bir yere intikal etmek­tir. Senin .dağdan düze,evin çatısından yere inmen gibi...

Diğeri is e; irade ve niyyet ile bir şeye yönel­men, teveccüh etmendir.

Hubût (iniş),irtikâ' (yükselmek) ,bulûğ (ulaş­mak}, masîr ( varmak) kelimeleri ve bunların benzer­leri de aynı mânada kullanılır.

Bu ,birinin sana,göçebe araplardan bir kavmin yerini sormasına benzer .Adam sormakla, o kavmin yanma varmayı kasdetmemektedir.Sen ona şöyle dersin:Şu dağa vardığın zaman.oradan in.sağı taki-bet.Şu vadiye vardığın zaman oraya in,sonra solu ta-kib et.Falan yere vardığın zaman.oradaki tepeyi aş onları görürsün.

Sen bu söylediklerinin hiçbirisiyle:Dediklerirni bedeninle yap." demeyi kasdetmezsin.Sen an­cak: "Niyyetin ve kasdınla bunları yap" demek ister­sin.

Bir kimse bazan:Hürlere vardın,sövmek için,Halifelere gittin hakaret etmek için, ilme geldin küçümseyip terketmek için .Ahlâkın yücelerinden .alçaklarına indin." der.Bunlardan hiçbirinde cismin (varmak,gelmek ve inmek) suretiyle intikali kasdedü-mez.

Bununla sadece.irade ,azim ve niyyetle birşeye yönelmek kasdedüir.

Allahu TaâIânın:"AIlah,takvâ sahipleriyle ve ihsanda bulunan kimselerle beraberdir."(16. eiv Nahl: 128) âyeü de böyledir .Allah (C.C) kendisinin biz­zat o kimselerle beraber olduğunu kasdetmemek-te,ancak yardım.tevfik ve onları kuşatma suretiyle onlarla beraber olduğunu kasdetmektedir.

Allah'ın (C.C):"Kim bana bir zira1 yaklaşır-sa.ben ona bir kulaç yaklaşırım,Kim bana yürüye­rek gelirse.ben ona koşarak gelirim.[293] sözü de bu şekildedir...

EBÛ MUHAMMED:Bize Abdulmun'im.babasm-dan.o da Vehb b.Munebbih'den tahdis etti ki (Vehb) şöyle demiş Ur: Musa'ya (A.S) ağaçtan "ayakkabılarını çıkar" diye nida olunduğu zaman.Mûsâ (A.S) çabucak denileni yapmış ve arkasından Lebbeyk (=Buyur Alla-hım) demiş tir. Böyle olması sadece Musa'nın ses"e alışması ve kendisinin yatışması içindir.

Mûsâ (A.S):"Ben Sen'in sesini işitiyorum, fısıl tı­nı da hissediyorum. Ama yerini gör emiyorum, Sen ne­redesin?" dedi.

Cenâb-ı Hak cevaben:"Ben senin üstünde .önünde ve arkandayım.Seni kuşatmış durumda-yım.Ve sana senden daha yakınım." dedi.

Allah (C.C) bu sözüyle "Ben seni senden daha iyi bilirim.Çünkü sen önüne baksan arkandakileri göre­mezsin. Bakışlarını yukarıya çevirdiğin zaman.aşağı-dakileri bilemezsin.Bana gelince.hangi halde olursan ol,hiçbir şeyin bana gizli değildir." demek istemiştir.

Buna benzer bir söz de Râbiatu'l-Âbide'nin (95-185) [294]şu sözüdür:"Dünya sevgisiyle kalplerini Al­lah'tan meşgul (gafil) ettiler.Eğer (dünya sevgisiyle meşgul etmeyip) bıraksalardı.kalpleri melekût (âle­min) da cevelân edip dolaşır,nâdir ve hoş bilgilerle kendilerine geri dönerdi."

Râbia onların bizzat kalp ve bedenleriyle gökte cevelân edeceklerini kasdetmemiştir.Lâkin kalpler oralarda tasawur,kasd,teveccüh(i kalbi) ile (manen) cevelân ederler.

Ebû Mehdiyye el-Arabî'nin [295]"Cehenneme baktım ve şairlerini iki büklüm bir halde (=lehum kesîsu) gördüm." sözü de böyledir,(Yani bu bakış ta-sawurîdir,hakiki değil-M-)

Kesîs,eğilip bükülme demektir.Ebû Mehdiyye (bîr şiirinde) şöyle demiştir. [296]

"...cenâdibuhâ sar'â lehunne kesîsu (=Buranın çekirgeleri titreyerek büzüşürler."

Eğer birisi,Rasûlullahın:"Cennete baktım ve oradakilerin çoğunun saf ve iyi huylu kimseler ol­duğunu gördüm. Cehenneme baktım ve oradakile­rin çoğunun da kadınlar olduğunu gördüm. [297] hadisi hakkında;"Buradaki bakış .fikren ve (kalbi) bir teveccüh iledir." dese.bu da güzel bir yorum olur. [298]

 

87-Dediklerine Göre Düşüncenin Yalanladığı Bir Hadis...

 

İDDİÂ:Hammâd b.Seleme'den ,o da Ammâr b.ebî Ammâr'dan,o da Ebû Hurayra'dan.o da Rasûlullahtan (S.A.V): "Musa'nın (A.S) meleku'1-mevt (=ölüm meleğin) in gözüne bir tokat vurduğunu ve onun bir gözünü kör ettiğini" rivayet ettiniz.Eğer ölüm meleğinin bir gözünün kör olması caiz olursa.iki gözünün kör olması da caiz olur.

Belki de İsâ b.Meryem (A.S) onun öbür gözüne vurmuş ve iki gözünü de kör hale getirmiştir? Çünkü İsâ (A.S) Musa'dan (A.S) daha ziyade ölümden hoşlan­mazdı ve "Ey Allahım.bu kâseyi benden başkasına çe-virebileceksen,onu benden çevir.[299]derdi.

CEVAB:Biz deriz ki: Hadis çilerce bu hadisin se­nedi hasen'dir.Ve zannedersem eskilerin tarihi ha­berlerinde bunun bir aslı ölacaktır.Bu hadisin,dü-şüncenin reddedemiyeceği doğru bir açıklaması da vardır.

Bu hadis hakkında bizim görüşümüz şudur:Bu hadisteki "Allah'ın melekleri" "Ruhanîler" dİr.Rûhânî de rûh'a mensuptur.Yaraühşlarma nisbetle onlar sanki birer ruh gibidirler,bedenleri ve cisimleri yok-tur.Bizim gibi gözleri ve bizim gibi cisimleri olmadığı halde görme kudretleri vardır .Allah'ın onları ne şekil­de yarattığını bilmemekteyiz.Çünkü biz ancak,müşa-hade ettiğimiz ve şeklini gördüğümüz şeyleri bilebili­riz.

Cinler,şeytanlar ve ğul (dev) ler de ruhlardan ibarettir ki.bunların da mahiyetlerini ve keyiîyyetle-rini bilmiyoruz.

Biz meleklerin sıfatlan hakkında sadece Allah ve Rasûlünün bize bildirdiği sınıra kadar varabiliriz... Allah (C.C) ise :"Melekleri ikîşer,üçer,dörder kanat­lı elçiler yapan.." (35.Fâtır:l) buyurduktan sonra:" Allah   yarattığı   şeylerde   dilediği   kadar  arttınr."(35.Fâtır: 1) buyurmuş tur.Sanki Allah (C.C) bu kanatlarda ve başka şeylerde dilediği kadar ziyade etmektedir.   

Araplar meleklere Cin derler. Çünkü melekler de i cinler gibi görünmezler.el-A'şâ[300] Süleyman b.Dâvud (A.S) hakkında  şöyle demiştir ve melek cinlerinden dokuzunu emri altına aldı.Onun huzurunda ayakta dururlar ve karşılık (üc ret) siz çalışırlar.

Allah (C.C) meleklere,çeşitli şekillere girme kud­retini verrniştir.Cibril (A.S) Rasûlulluha (S.A.V) Dıh-yetu'l-Kelbî[301] şeklinde.bir bedevi kılığında[302] ve bir keresinde de .iki kanadı ile ufku kaplamış bir halde [303]görünmüştür.

Meleklere olduğu gibi,aynı şekilde cinlere de .çe­şitli şekillere girme kudretini vermiştir.

Nitekim Allah (C.C) (Cebrail hakkında): "Niha-  ' yet ona (=Meryeme) ruhumuzu E=Cebrâil'i) gönder­dik de kendisine düzgün bir insan şeklinde görün­dü."(19.Meryem: 17) buyurmuştur.

Yukarıdaki zikedilen misallere hakikat nazanyla bakılamaz. Bunlar sadece (insanların) görmeleri( ni mümkün kılmak için birer temsil {^tezahür ,image) I ve tahyil(hayal,illusion} den ibarettir.

Onların hakiki yaratılışları latif ruhlardır.Da-marlarda dolaşır,kalbe ulaşır ,yer'e gir er, görür, fakat kendisi görülmez.                          .

İblîs hakkında Allah (C.C) Çünkü şeytan ve kabilesi sizi,kendilerini göremeyeceğiniz yerler­den görürler."(7.el-A'râf:27) buyurmuş tur. Yani: Al­lah (C.C) bizim onlan hakiki şekilleriyle göremeyece­ğimizi kasdediyor.

Yine:"Bir de: "-Peygambere bir melek in diri İs e de görsek ya!." diyorlar.Eğer öyle bir melek indir-seydik (yine îman etmemekle.helâklerine dair) iş bitirilmiş olur,sonra tevbeîeri için kendilerine bir an bile göz actınlmazdı.Eğer peygamberi bir me­lek yapsaydık ,yine ONU BİR ADAM ŞEKLİNDE GÖSTERİRDİK." (6.el-En'am:8,9) buyurmuş­tur....Yani:Eğer bir melek indirseydik.hisleri onu id­rak edemezdi.Çünkü onların hisleri meleklerin haki­ki şekillerini idrak edemez.Bu yüzden bizi onu gör­meleri ve dediklerini anlamaları için, kendileri gibi bir adam yapardık, demek istiyor.

İbnu Abbas'ın (R.A) "Zühre (=Venüs)" kıssasında[304]anlattığına göre,Allahu Taâlâ.yeryüzündekile-rin aralarında hükmetmeleri için iki meleği yeryüzü­ne İndirdiğinde,onlan insan şekline çevirmiş ve onla­ra şehvet hissini vermiştir.Çünkü insanlar arasında ancak insanların görebildikleri ve sesini işitebildikleri ya da kendilerine benzeyen.kendilerinin şeklinde olan birinin hüküm vermesi caizdir.

Melekü'1-mevt Musa'ya (A.S) temessül edip şekillenince-ki birisi Allah'ın meleği diğeri de O'nun peygamberidir-onunla çekişmiştir.Mûsâ (A.S) da ha­kikat değil de sadece bir temsil ve tahyîl (=illusion) den ibaret olan göz'ü kör edecek bir tokat vurmuş, Melekü'1-mevt de evvelce olduğu gibi hakiki ruhanî yaratılışına dönmüş ve kendisinden hiçbirşey eksilmemiştir. [305]

 

88- Dediklerine Göre Düşüncenin Yalanladığı Bir Hadis...

 

IDDİA Rivâyet ettiniz ki:Ûc [306]eni ve boyu bir fersah (=5762 m.) olan Musa'nın ordusu büyüklü­ğündeki bir dağı koparmış ve onu askerlerin üzerine atmak üzere başının üzerinde taşımış.Sonra o dağ, ölünceye kadar boynunda taşıyacağı bir halka (=tasma) ya dönüşmüş.

Yine rivayetinize göre gûyâ o denize girer.sular onun diz kapaklarını geçmezmiş!...Denizin derinlik­lerinden Balinaları avlar ve onları güneşin üzerinde kızartırmış . Ve öldüğü zaman Mısır'ın Nil nehrine düşmüş te (cesedi) bir sene köprü olmuş. (Yani:Neh-rîn bir kenarından diğerine geçmeleri için insanlara bir köprü vazifesi görmüş).

Musa'nın (A.S) boyu on zira (5-8 m.),asasının uzunluğu da on zira idi,ve (bu uzunluğuna rağmen) Mûsâ (AS) ona vurmak için yerden on zira daha sıçra­dığı halde.onun topuğuna bile erişememiş!.

Bu, akıllıların da cahillerin de anlayabileceği derecede apaçık bir yalandır.Mûsâ (A.S) zamanında, o zamanın insanlarından bu derece farklı olan bir kim­se nasıl mevcud olabilir?...Kendisi ile Âdem £A.S) ara sında bu kadar fark bulunan birinin Âdem'in neslin­den olması nasıl mümkün olabilir? Bir insan, eni ve boyu birer fersah olan bir dağı başında taşımaya nasıl güç yetirebilir?

CEVAB:Biz deriz ki:Bu hadis,ne Rasûlullah-tan,ne de onun Ashabından gelmiştir.Bu sadece Ehl-i Kitab'ın rivayet ettiği eski haberlerden birisidir.Bunu onlardan bazıları eskiden işitmiş ve onlar da bunu nakletmişlerdir.

Hadislere.üç cihetten karışıklık ve bozukluk girmektedir:

Birincisi:Zındıklar ve onların İslâmı tahrif et­mek istemeleri ve çirkin ve akıl dışı görülen hadisleri sokuşturarak İslâmı lekelemeğe çalışmalarıdır.Daha önce zikrettiğimiz "arakul-hayl (atın teri)", "lyâde-tul-melâike (meleklerin hasta ziyareti)", "arefe gününün akşamında boz deve üzerindeki altın ka­fes", "zegâbu's-sadr (=göğsün kılı)", "nûru'z-zir-âayn (=iki kolun işiğı.nuru)"[307] ve bunlara benzer pekçok hadisler bu tip hadislerdendir ki, bunlarfın uydurma olduğu ) hiçbir hadisçiye gizli değildir.

Zındık İbnu ebil-Avcâ ve dehrî (=materyalist) Salih b.Abdulkuddus bu(zmdık) lardandır.  

İkincisi:Geçmişteki kıssacilardır.Çünkü onlar avâmm dikkatlerini kendilerine çekerler ve rnün-ker.garib ve uydurma hadislerle onları dolandınrlar-dı.

Kıssacıların hadisi;duyulmamış,aklın almaya­cağı şeyler,veya kalbi hüzünlendiren veya gözü ya­şartan hoş şeyler olduğu müddetçe kıssacılarla otur­mak avamın işidir...

Cenneti anlattığı zaman hemen: "Cennette misk veya za'ferândan huriler vardır.Onlann kalçaları bir mil'e bir mil genişliğindedir.Ve Allah velî (dost) lanna beyaz inciden bir köşk hazırlar. Köşkün içersinde yetmiş bin has odası vardır.Her has odada yetmiş bin ya­taklık ,her yataklık da yetmiş bin döşek ve her döşekte yetmiş bin şu ....vardır." der.Bu,r"...her yetmişbin şeyde şu vardır.." sözleri bitmek bilmez.Sanki ona gö­re bu sayının yetmiş binden az veya çok olması caiz değildir.

Yine şöyle der:Cennettekilerin,Allah katındaki derecesi en küçük o lam .Allah'm kendisine dünyanın şu şu kadar katı (kıymetli şeyler) verdiği kimsedir."

Bu miktarlar çoğaldıkça,avamın hayreti de o ka­dar artar ki (kendisini dinlemek için) daha uzun müd­det otururlar;eller de bahşiş vermede daha çabuk davranır.

Halbuki Allah (C.C) Kur'an'da bize cennette ne­ler olduğunu;kıssacılann ve başkalarının anlattıkla­rından daha iyisini -Cennetin eni {= genişliği) nin yer ve gökler kadar olduğunu anlattığı sırada-haber ver­mektedir.

Araplar "en" kelimesini genişlikten kinaye ola­rak kullanırlar. Çünkü birşey genişlediği zaman enli­dir ve ufaldığı ve uzadığı zaman da dardır.

Araplar:"Enli yeryüzü bana dar geldİ."derler.Ya-ni :"Geniş yeryüzü.." demekür.Keza:"Enli yeryüzün­de bir yol vardır." derler .Yani"...geniş yeryüzünde." demektir.

Rasûlullah da Uhud günü hezimete uğrayanla-ra:"(Cepheyi) enli tuttunuz." Yani:geniş,tuttunuz, da-ğıldınız, demiştir,

Allahu Taâlâ da:"...artık geniş geniş duaya da­lar." (41.Fussilet:5l) buyuruyor .Yani çok duâ eder demektir.

Genişliği gökler ve yer kadar olduğuna gö-re,Cennette en küçük derecedeki birine,Allah (C.C)

dünyanın birkaç katını nasıl verebilir?!

Bizi Cennete teşvik ettiği zaman Al­lah (C.C):"Canların isteyeceği ve gönüllerin hoşla­nacağı ne varsa hepsi oradadır."(43.ez-Zuhruf:71) buyurmuştur.

Mukarrabîn'i zikrettiği zaman ise:"Mücevhe-ratla İşlemeli tahtlar üstünde, onlara yaslanarak karşı karşıya kurulmuşlardır.Dolaşır etraflarında ebediyete kavuşturulmuş genç hizmetçiler..(Tü­kenmez) Cennet şarabından dolu sürahiler.ibrik-ler ve kadehlerle..Ondan başları ağrımaz.sarhoş da olmazlar. .Bir de seçtikleri meyvelerle ve arzu ettikleri kuş etleri ile (hizmetçiler etraflarında do­lanır) Onlar için iri gözlü huriler de vardır.Gün gör­memiş inci misâli.." (56.el-Vâkıa: 15-23) buyurmuş­tur.

Ashâbu'l-yemin (amel defteri sağdan verilenler) hakkında da:"..dal bastı kirazlar, dolgun salkı m h muzlar altında ve yaygın bir gölgede,çağlayan bir su kenarında ve tükenmeyen,yenmesi yasaklan­mayan birçok meyveler arasmda.."(56.el-Vâkıa:28-33) buyurmuştur.

Keza:"...orada altından bilezikler ve incilerle süslenecekler.Elbiselert de orada İpektir."(22.el-Hacc:23) buyurmuştur.

Bunlara benzer şeyler Kur'an'ı Kerîm'de pekçok tur.Kur'an'daki bu tip şeyler mutlaka,insanların dünyada elde ettiklerine ve zenginlik içinde yüzenle­rin faydalandıkları şeylere benzer.Ancak Allahu Taâ lanın üstün kıldığı Cennet nimetleri ve ebedi (cennet­te kalma nimeti harici...

Sonra (mezkûr kıssacı) Âdem (A.S) bahseder onun vasıflarını zikreder ve şöyle der:"Başı buluta ve­ya göğe değiyor ve sürtüyordu.Bu yüzden başındaki

saçlar dÖküldü.Ve yeryüzüne indiği zaman Cennetten çıktığın) a ağlaldı.0yle ki göz yaşlan deniz ha­line geldi ve o denizde gemiler yüzdü."

Dâvud'dan (A.S) bahseder ve :"Kırk gün Allah için secde etti ve ağladı.Hatta göz yaşlarıyla otlar bit— ti.Sonra (Dâvud) (A.S) bir iç çekiş çekti ve bütün otlar dalgalandı." der.

Musa'nın (A.S) asasından bahseder ve :"Onun dişi (ucu) uzun bir hurma ağacına benzer...Cismi de göz aha bir şimşek gibidir.Kokusu da şöyle­dir... "der.

Halbuki Allah (C.C) ise:"keenehâ cânnun..(=...çevik bir yılan gibi.)" (27.en-Neml:10) buyurmuştur.el-cânn,yılanların seri ve çeviklerine denir.

Cenâb-ı Hak (Musa'nın asasını) başka bir yerde de zikretmiş ve :"Hemen o anda asâ, açıkça bir ej­derha oluverdi." (7.el-A'raf:107) ve (26.eş-Şuarâ,32) buyurmuştur.

Yine Lübnan dağında, Yûnus'un (AS) yanlarına vardığı birtakım insanlardan bahseder ve o insanlar­dan birisinin bir tek rükûunun bir sene.bir tek secde-   ; sinin de keza bir sene kadar sürdüğünü,ancak şu ka-   :; dar az yemek yediğini onlara anlatır.

Allah (C.C) da bizden öncekileri zikretmiş ve:" Onlar kuvvetçe sîzden daha çetin,mal ve evlâd bakımından sizden daha çok idiler." (9.et-Tevbe:69) buyurmuştur.

Yine (Tâlut) hakkında:"...ve ona bilgi ve vücud kuvveti bakımından bir üstünlük vermiştir."(2.el-Bakara:247) ve;

"Siz her tepeye bir alâmet (köşk) bina eder eğ­lenir misiniz? Dünyada ebedî kalacakınışsımz gibi

bir takım saraylar da ediniyorsunuz.Hem (ceza) vermek için yakaladığınız vakit,merhametsizce, zorbaca yakalıyorsunuz (döğüyor.öldürüyorsu-nuz)" (26.eş-Şuarâ: 128-130) buyurmuştur.

Allah 'in (C.C).bizden öncekilerin özellikleri hak­kında anlatımış olduğu şeylerin hiçbirisinde (kıssacı-nın anlatuklanndaki) bu ifrata,aşırılığa yakın birşey yoktur.

Biz onların bizden beden bakımından daha bü­yük ve kuvvet bakımından daha güçlü olduklarını bi-liyoruz.Şu kadar var ki.bizimle onlar (eskiler) arasın­daki fark,Allah'm bizim ömürlerimizle onların ömür­leri arasında meydana getirdiği fark kadardır.

Beşerin babası Âdem'i (A.S) alalım:Ömrü sadece bin sene idi.Haberler (=târih) bize bu şekilde söyle­mektedir,ve ben bunu Tevrat'ta da buldum.[308]

Nuh'u (A.S) aİakm:Kavmi arasında dokuz yüz el­li sene yaşadı.Nûh'dan sonra ömürler kisaldı.Ancak "Kartallar (=en-Nusûr) sahibi Lukmân " hakkında ge­len tarihî malûmat hariçtir. Çünkü onun yedi kartal ömrü kadar yaşadığı zikredilmiştir. [309]Bu ise iki bin dörtyüz elli küsur seneder.,..Bu eskiden gelip geçmiş bir husustur ve bu hususta ne Kur'an'da ne de hadis­te bir malûmat yoktur.Bu tarihî malûmatın bir isnadı da yoktur.Bu ,sadece Ubeyd b.Şeriyye el-Curhumî [310]ve benzerleri neseb (-soy) bilginlerinin anlattık­ları birşeydir.

Eski Yemen krallarının,daha sonra da Acem krallarının ömürleri de böyledir.

Bize yakın zamanlarda da birtakım insanlara uzun ömür veri İmiş tir, ve onlarla Âdem ve Nuh'un (A.S) doğru olan ömürleri arasında daha önce anlatıl­mış olanlardaki gibi aşın farklılık yoktur.

Bize Ebû Hatim tahdis etti (ve) dedi:Bize el-Asmaî haber verdi (ve) dedi: bize Ebû Amr b.el-Ala (68-154) [311]haber verdi (ve) dedi:"el-Mustevğir b.Rabîa beraberinde bunamış torunu ile Ukâz çarşısına uğra­dı.Mustevğir onu yediyordu.Birisi ona:"-Yâhû ona iyi muamele et! O sana uzun müddet iyilik etmişti!" de­di.

el-Mustevğir:"-Kim o (biliyor musun)? dedi. Adam"Baban veya deden (olsa gerek)!" dedi.

el-Mustevğir: O vallahi- benim torunum!" de­di.

Bunun üzerine adam:"Ne böyle bir günü gör­düm; ne de Mustevğir b.Rabîa'yi! "dedi.

O da: "Mustevğir benim!..."dedi.

Ebû Amr :"Mustevğir,üçyüz yirmi sene yaşadı." dedi.

EBÛ MUHAMMED :Allah , onların yüryüzünde-ki kalıntılarını,inşâ ettikleri şehir ve kaleleri, geçit vermez dağlarda açtıklan kapıları ve yont(up yap) tık­ları merdivenleri,bizim için ibret alınacak »düşünüle­cek şeyler kılmıştır.

Bu (kalıntılarda) görülen farklılık ise.sadece biz­lerle onların ömürleri arasında mevcud olan fark ka­dardır. Onların boyları da aynı şekildedir.

Bu farklılık hususunda,er-Riyâşî'nin bana riva­yet ettiği şeyden daha mübalâğalısını duyduğumu bilmiyorum...er-Riyâşî (Abbâs b.el-Ferac),Müslim b.İbrahim'den,tahdis etti.(Müslim) dedi:Nûh b. Kays haber verdi (ve) dedi:"Hâlid b.Abdillah (66-126) [312]benli develer için bir ağıl[313]kazmakla vazifelendir-di.Ameleler bana kazıda buldukları bir öğütücü diş getirdiler.Ben onu tarthm,dokuz ntıl [314]geldi.Biz bu diş insan dişi midir,yoksa deve veya fil dişi mi­dir, bilmiyorduk.

Bana er-Riyâşî tahdis etti (ve) dedi: Bize Abdul­lah b.Mesleme.Enes b.Iyâz'dan.o da Zeyd b.Es-lem'den haber verdi.Zeyd (b.Eslem) ( -136) [315]dedi ki:Amâlika kavminden bir adamın (kafatasının ) göz çukuru içersinde bir pazu kemiği ve onun küçüğü bu­lundu.Zeyd dedi:"Bunun deve veya başka bir hayva­nın göz çukuru kemiği olması.onu görenin de,onun bir insanın göz çukuru kemiği olduğunu zannetmiş olması mümkündür.

Maamâfîh,bu bir insanın kemiği olsa büe,bunda (büyük) bir farklılık yoktur.Çünkü göz çukurunu çevreleyen kemik.içi boşalınca genişler ve sonra kafata­sının üstündeki kemiğe kadar vanr.Geçmiş insanla­rın vücudlannın büyüklüğü yamnda.onlann göz çu­kuru ve kafatası kemiklerinin anlatıldığı kadar olma­sı da yadırganamaz.

Hadislere bozukluk ve karışıklık ânz olması­nın üçüncü sebebine gelince;O da Cahiliyye devrinde insanların anlattikları.masala.hurafeye benzer eski haberlerdir. Onların "ed-Dabb (=büyük keler) âsî bir yahudi idi,Allah da onu keler hâline sokuverdi." de­meleri bu kabil sözlerdendir.Bu sebeple de insanlar (günlük konuşmalarında):"Keler'den daha âsî..." de­yimini kullanırlar .Araplar bu sözü .mezkûr sebepten dolayı sÖylememişlerdir.Bunu sadece; keler acıktığı zaman yumurtadan çıkan yavrusunu yediği için söy­lemişlerdir. Şair de bu hususa işaret ederek oğullarını yedin,keler'in yediği gibi,

Onlardan (yenmedik) pek azını bıraktın.." de­miştir.

Yine Hüdhüd kuşu hakkında:"(Hüdhüd'ün) an­nesi öldü.O da onu kendi başı içine defnetti.Onun kö­tü kokusu da bu sebeptendir." demişlerdir.

Umeyye b.ebi's-Salt da (bu hususa işaret ede­rek) şöyle demiştir:

"Bulutiar,koyu karanlıklar ve fazladan tekrar bulutlar.,

Hüdhüd'ün anasını kefenlediği ve dolaştığı günler annesini saklamak için bir yer arıyor.. .ve kafa sının içine annesi için bir kabir yaptı yorularak durur,başındaki cenazenin ağırlı­ğından..

(Bu hikâyeye dair) senedli söz çelişik değildir.."

Yine horoz ve karga hakkında.bu ikisi içki arka­daşıydılar. İçkiler bitince karga,horuzu içki satıcısı­nın yanında rehin bıraktı gittifakat geri gelmedi.Ho-roz da da (içki satıcısına rehin olarak bırakıldığı için) içki satıcısının nöbetçisi olarak kaldı." demeleri de bu hurafelerdendir.

Umeyye b.ebî's-Salt şöyle demiştir mucize ile herşey konuşmağa başladı, karga,emaneti (olan ) horoz'a ihanet etti."

Keza onların dediklerine göre kedi,aslan'ın aksı-nğıdır.Domuz da fîl'in aksırığıdır.İstakoz terzi imiş ve, iplikleri çalarmış ve. bu yüzden meshoiunmuş (ve İsta­koz haline getirilmiş),yılan balığı bir yahudi imiş,mes­hoiunmuş,

İşte Ûc hadisi de,bize göre bu tip hadislerden­dir...

Şaşılacak taraf şudur ki,bu Ûc ,onlara göre Mûsâ (A.S) zamanında yanşamış ve bu derece acaib uzunlukta bir boyu varmış .Firavn da Mûsâ zamanın­da yaşamıştı.fakat el-Hasen (el-Basrî'n) in dediğine göre o (=Firavn) kısalıkta tam Ûc'un tersine imiş...

Bize Ebû Hatim veya onun yanındaki birisi riva­yet etti (ve) dedi:Bize Ebû Zeyd el-Ansârî en-Nahvî ha­ber verdi.(ve) dedi:Bize Amr b.Ubeyd ,el-Hasen'den haber verdi ki el-Hasen (el-Basrî) "Firavnun boyu sa­dece bir zira [316] idi,sakah da bir zira' idi" demiştir. [317]

 

89- Çelişkili Dedikleri Hadisler....

 

IDDIÂ:Hemmâm'dah,o da Zeyd b.Eslem'den ,o da Atâ b.Yesâr'dan,o da Ebû Said el-Hudrî'den (R.A) rivayet ettiniz ki: Rasûlullah (S.A.V) şöyle demiştir:"Benden,Kur'anlin haricinde hiçbirşey yazma-yımz.Kim benden birşey yazdiysa onu imha etsin (=silsin)" [318]

Sonra İbnu Curayc'dan.o da Atâ (b.Yesâr) dan ö da İbnu Ömer'den (R.A) rivayet ettiniz ki,İbnu Ömer:"Ben:Yâ Rasûlullah, il mi takyîd edeyim mi? dedim,Rasûlullah :"-Evet (takyîd et) " dedi. [319] "İlmin takyidi nedir?" denildi, "Onun ya-zılmasidır." dedi." demiştir.

Yine Hammâd b.Seleme'den,o da Muhammed b.İshâk'dan ,o da Amr b.Şuayb'dan,o da babasın-dan.o da dedesinden .rivayet ettiniz ki (dedesi yani: Abdullah b.Amr b el-Âs) şöyle demiştir:"Yâ Rasûlal-lah,senden işittiğim herseyi yazayım mı?" de­dim. Rasûlullah: "Evet (yaz) " dedi.

Ben:Öfkeli olsan da olraasan da mı?" de­dim.

RasûIuIlah:"Evet (Öfkeli olsam da olmasam da!) çünkü ben her iki halde de sadece hakkı söyle rim!"dedi. [320]

İşte bu bir çelişki ve tutarsızlıktır.

CEVAB: Biz deriz ki:Bu hadislerin ( çelişkili ol­masının) iki mânası vardır;

Birisi:Sünnetin,sünnetle nesholunmuş olmasıdır.Sanki Rasûlullah önce sözlerinin yazılmasını ya­saklamış,sonra sünnetin çoğaldığını ve ezberlene-miyecek bir hale geldiğini anlayınca yazılmasına ve takyîd (=kayd)  edilmesine karar vermiştir.

Diğer mânası ise:Yazma işini sadece Abdullah b.Amr b.el-Âs'a(R.A) has kılmış olmasıdır.Çünkü o eski kitapları okur,süryanice ve arapça yazardı.Onun dışındaki ashab ise ümmî (= okuma yazma bilmez) idiler. Onlardan ancak bir ikisi yazı yazabiliyordu.Yazdıklan zaman da kusurlu ve imlâsı bozuk ya­zarlardı.

Vaktaki (Rasûlullah) onların yazdıkları şeylerde hata yapmalarından korktu,o zaman onları nehyetti ve ne zaman M Abdullah bAmr b. el-Âs'a bu hususta güvendi,o zaman da ona (hadisleri yazması için) izin verdi.

EBÛ MUHAMMED: Bize İshak b.Râhüye rivayet etti (ve) dedi:Bize Vehb b.Cerîr,babasından haber verdi;babası da Yûnus b.Ubeyd'den,o da Amr b.Tağ-lib'den,o da Rasûlullahtan rivayet etti ki,Rasûlullah şöyle buyurmuştur:"Mahn çoğalması,kalemin or­taya çıkması ve tüccarın çoğalması kıyametin ala-metlerindendir.[321]

Amr (b.Tağlib):"Biz büyük bir mahallede bir kâtip (yazıcı) arardık ve şayet adamın birisi alış­veriş muamelesi yapmak istese :"Fulan oğullarının tacirine bir danışayım." derdi.demiştir.[322]

 

90-Çelişik İki Hadis...

 

İDDİÂ:Hammad b.Selerne'den.o da Atâ b.es-Sâib'den,o da Saîd b.Cubeyr'den,o da İbnu Ab-bas'dan (R.A) rivayet ettiniz ki:İbnu Abbâs şöyle de-mişür."Hacer-i Esved Cennet t endir. O, kardan da­ha beyaz idi de müşriklerin günahları onu karart­tı. [323]

Sonra (Muhammed) İbnu'l-Hanefiyye'ye (-73) [324]Hacer-i esved'den sorulduğunu.onun da:"O sa­dece (bizim) şu vadilerin birinden (getirilmiş) dir." dediğini rivayet ettiniz.

Bu bir tezaddır:Allah'ın cennetten bir taş indir­mesi nasıl caiz olabilir? Ve cennette taş var mıdır? Eğer günahlar onu karartmışsa, insanlar müslüman oldukları zaman da onun beyazlaşması ve eski haline dönmesi gerekirdi.

CEVAB: Biz deriz ki:Şüphesiz Îbnu'l-Hanefîy-ye'nin ,İbnu Abbas'a;Hz.Ali'nin Hz.Ömer'e;Zeyd b.Sâbit'in.İbnu Mes'ud'a tefsir ve ahkam ile ilgili ko­nularda muhalefet etmesi öyle yadırganacak bir şey değildir .Yadırganacak olan, onların birbirine aykırı iki hadisUevil etmeksizin rivayet etmeleridir.

Ashabın kendi aralarındaki ihtilâfları ise pek çoktur.

Onlardan kimisi işittiği şey (= hadis) ile amel eder.kimisi zannına başvurur,kimisi de şahsi görü­şüne göre amel ederdi.İşte bundan dolayıdır ki Kur'an'ın tevil (=tefsir) inde ve ahkâmının pekçoğun-da ihtilâf etmişledir.Şu kadar var ki İbnu Abbas (RA) Hacer-i esved hakkında işitmiş olduğu bir sözü söyle-miştir.Başka türlü olamaz.Çünkü onun,şahsi görü­şü olarak:"...beyaz idi ve o cennettendir.."demesi imkânsızdır.

Esas zan ile konuşanjbnu'l-Haneûyye'dir.Çün-kü o,Hacer-i esved'i Ka'be'nin diğer temel taşlan gibi kabul etmiş ve onun da diğer taşların alındığı yerden alındığına hükmetmiştir.

Hacer-i esved'in cenneten olduğuna dair İbnu Abbas'ın sözünü takviye eden haberler çoktur.Bun-lardan birisi şudur: "Hacer-i esved kıyamet günü ge-lir.Dili ve dudakları vardır.Kendisini hakkıyla is­tilâm edenler hakkında şehadette bulunur.[325]

Diğeri de şudur:"O Allah'ın yeryüzünde sağ (el)idir.Onunla insanlardan dilediği ile musafaha eder. [326]Bu hadis daha önce geçmişti. [327]

Bir başka hadis;Vehb b.Munebbih'in anlattığı hadistir.Vehb şöyle demiştir:"Hacer(-i-Esved) beyaz bir İnci idi,onu müşrikler kararttı. [328]

Onların : "Cennette taş var mıdır?" demelerine gelince:Onlar Cennette taşın bulunuşunun nesini yadırgıyorlar? Halbuki Cennette Yakut vardır, taş-tır.Zümrüd vardır, o da taştır.Altın ve gümüş de taş tandır. [329]

Allah'ın bir taşı diğerlerinden üstün kılmasın­dan ve taşın öpülüp ,İstilâm edilmesinden yadırga(yıp inkâr et) dikleri nedir?

Allah (C.C) dilediği söz ve amel ile kullarının ken­disine ibadet etmesini ister ve bazı mahlükatını diğer­lerinden üstün kılabilir!...

İşte kadir gecesi.içersinde kadir gecesi bulun­mayan bir aydan hayırlıdır.

(Keza) Gök, yeryüzünden üstündür;kürsî gökten üstündür;arş da kursî'den daha üstündür.Mescid-i Haram Mescid-i Aksâ'dan daha faziletlidir.Şam (=Suriye)  Irak'dan daha üstündür. [330]

Bütün bunlar ne yaptıkları bir amelne de onlar­dan (sadır) olan bir tâatdan d eğil, yar atılıştan üstün kılınmışlardır.

Kezâlik Hacer-i esved de Rukn-i yemânf den üs-tündür.Rukn-i yemânî'de Ka'be'nin temel taşların­dan daha üstündür.

Mescid-İ Hâfâm,Harem (sınırlan içindeki top­raklar) dan ,Harem de Tihâme [331]topraklarından daha üstündür.

Onların:"Eğer Hacer'i günahlar karartmış-sa,insanlar müslüman olunca da beyazlaşması ge­rekir" demelerine gelince:

İnsanların müslüman olması İle taşın beyazlaş­masını gerekli kılan kimdir? Eğer Allah dileseydi.ge-rekli olmaksızın bunu yapardı.

Sonra bir de şu var ki onlar,kıyasçı ve felsefeci kimselerdir, onlar nasıl oldu da siyahın boyadığını fa­kat kendisinin boyanmadığını;beyaz'ın da boyandığı fakat boyayıcı olmadığını gözden kaçırdılar?!.[332]

 

91- Çelişik Dedikleri Hadisler...

 

İDDİÂ:Rasûlullahın:Ben eğlence ye şaka'dan d eğilim; eğlence ve şaka da benden değildir." dedi­ğini  [333]ve:

Abdullah b.Amr'm (R.A) Rasûlullaha: Öfkeli ol­san da olmasan da senden her işittiğimi yazayımmı?" dediğini,Rasûlullahın da:"Evet (yaz) ,muhak-kak ki ben her iki halde de ancak hakkı söylerim." dediğini [334]ve sonra da.onun (S.A.V) şaka yap­tığını rivayet ettiniz.

Yine Rasûlullahın (S.A.V), bir adamın arkası­na dolanıp,gözlerini kapattığım,ve:"Bu köleyi benden kim satın alır?" dediğini;

Habeş heyetinin (önünde) durduğunu ve oynarlarken onları seyrettiğini[335]kezâ, " direkle[336]oyuncuları oynarken onîan seyrettiğini [337]Hz.Âİşe (R.A) ile yarış ettiğini.bazan onu geçtiğini,bazan da Âişe'nİn onu geçtiğini [338]rivayet ettiniz.

CEVAB:Biz deriz ki:Allah (C.C) Rasûlünü müsa­mahakâr Hanif dini üzre göndermiş ve ondan (S.A.V) ve ümmetinden;İsrail oğullarının dininde mevcud olan yük ve bukağıları kaldırmış ve bunu sayıp zik­rettiği nimetlerinden kılmış ve buna şükredilmesin! vacib kılmıştır.

Her kimde bir karakter, bir huy varsa.mutlaka bir başkasında o karakterin zıddı vardır.

İnsanların kimisi halîm,kimisi aceleci,kimisi korkak, kimisi cesur.kimisi haya sahibi,kimisi utanmaz,arlanmaz,kimisi tatlı huylu ', kimisi asık suratlı­dır.

Tevratta Allahu Taâlâ şöyle buyurmuştur: "Âde­mi yarattığım zaman.onun cesedini yaş ve ku-ru'dan;sıcak ve soğuk'tan meydana getirdim!Çünkü ben onu toprak ve sudan yarattım, sonra ona nefis ve ruh verdim.İşte her cesedin kuruluğu topraktan;yaş-lığı da su tarafından;sıcaklığı nefis cihetinden;soğuk­luğu da ruh cihetindendir.

Onun hiddeti,hafifliği,şehveti,oyun ve eğlence-si.gülmesi ve seiihliği .hilekârlığı (^aldatması) zorba­lığı, cehaleti ve ahmaklığı nefîs'den;hilmi,vakar'ı,iffe-ti,hayâsı,anlayışı,cömerdliği, doğruluğu ve sabrı da ruh'dandır."

Görmüyor musun,eğlence ve oyun insanın ta­biatında vardır.Tabiat ve huy'a ise engel oluna-maz.Eğer bir kiinse nefsine hâkim olarak bu oyun (is­teğin) a engel olsa,bu huyundan.karakterinden neş1et eden şeylere hakim olsa (bile) ,çok kalmaz az sonra tekrar eski huyuna döner.

"Huy (karakter) daha kuvvetlidir." denilir.Şâir de şöyle demiştir.

"Kim nefsinin tabiatı olmayan bir şeye girişirse Tabiatı onu dinlemez ve onun nefsine galebe çalar."

Başka bir şair:

"Ey,tabiatının tersi bir ahlâkla bezenmiş kişi!

Ve yaradılışı kindarlık[339] ve münafıklık olan kişi!

Yaradılışınajyi olan alışkanlığına dön!

Çünkü tabiatında olmayanla ahîâklanman mümkün değildir." demiştir.

Bir diğer şair de şöyle demiştir:

"Herkes birgün tabiatına dönücüdür. Bir müddet başka huylarla ahlâklansa bile!..." er-Riyâşî de şöyle demiştir:

"Sakın soyunun güzelliğine bakarak bir kimse ile arkadaşlık etme!...

Çünkü ben soy( ve sop)ların ayıplanmaya mâruz kaldığını gördüm.

Onun geçmiş ümmetlerde soylu ataları var.denilmesinden sana ne!...

Bilâkis sen atalarının huy( ve ahlâk) ına sahib çık.

Her nefis yaratıldığı huy (ve karakter) üzre devam eder!."

Allah (C.C) şöyle buyurmuş tur; "Gerçekten in­san haris ve cimri yaratiImıştır.Kendine bir zarar dokundu mu feryadı basar.Ona hayır (mal) İsabet edince de vermekten sakınır!,." (7O.el-Meâric:19-21)

Yine: ""İnsan acelecilikten yaratıldı (yani in­sanda acelecilik vardır.)"(21.el-Enbiyâ:37) buyur­muştur.

Keza,"Size Allah Rasûlünde ( takib edeceği­niz) pek güzel bir örnek vardır.(33.el-Ahzâb:21)  âyeti sebebiyle Ashab.Rasûlullahı nümûne ediniyorlar.onun yoluna ve davranışına uyuyorlardı...         

Eğer Rasûlullah (S.A.V) güler yüzlülüğü .mesrur olmayı,yumuşak huyluluğu bırakıp ekşi ve asık su­ratlı ve sert olsaydı; -kendi tabiat ve karakterlerine muhalefet etmelerinde meşakkat ve zorluk bulunma­sına rağmen -insanlar yine de nefislerine bu huylan benimsettirirler.kabul ettirirlerdi.

Rasûlullah (sadece) müslümanlar da şakalaş-sın diye şaka yapmış;oynarlarken dirkele oyunu oy­nayanların yanına varmış ver'Tahudiler dinimizde genişlik olduğunu anlasınlar diye oynayın ey Erte­de oğullan demiştir.

Rasûlullah,(dindeki genişlik ile) düğünlerde nikahı ilân için,ziyafetlerde de sürür ve sevinci izhar etmek için oynanan oyunları kasdetmektedir.

Ama onun (S.A.V):"Ben eğlenceden değilim.eğlence de benden değildir." demesine gelince;buradaki eğlence manasına gelen "ed-ded" boş ve batıl şeylerdir.

Rasûlullah şaka yapardı,fakat (şakasında bile) hak (doğru) dan başka birşey söylemezdi. O, şakasın­da hakdan başka birşey söylemediğine göre.bu şaka eğlence veya boş .bâtıl birşey olmuş olmaz.

Rasûlullah ihtiyar bir kadına:"İhtiyarlar Cen­nete giremez." demiş ve bununla ihtiyarların genç kız halinde Cennete gireceğini kasdetmiştir.

Başka birinin hanımma:"Kocan(m) gözlerinde beyazlık var."demiş,bu sözüyle gözbebeğinin etrafın­daki beyazlığı kasdetmiş,kadm ise onu gözbebeğini örten (ve görmeyen mâni olan) beyaz (perde) zannet­miştir.

Yine (Rasûlullah) adamın birinin arkasından dolanmış ve:" (Bu) köleyi benden kim satın alır?"

buyurmuş ve bununla o adamın Allah'ın kulu ve kö­lesi olduğunu kasdetmiştir.

Allah'ın dini kolaydır «Allah'a hamd olsun,O'nun nimeti sayesinde,dinde zorluk yoktur.Amelin en üs­tünü de, az da olsa devamlı olanıdır.

EBÛ MUHAMMED:Bize ez-Ziyâdî rivayet etti (ve) dedi :Bize Abdulaziz ed-Derâverdî [340]haber verdi (ve) dedi:Bize Muhammed b.Talhâ,Ebû Seleme b.Ab dirrahman'dan ,o da Âişe'den (R.A) haber ver­di. ..(Âişe) şöyle dedi:Rasûlullah şöyle buyur-du:"Amellerden gücünüz yettiği kadarını üstleni­niz! Çünkü Allah,siz usanmadıkca usanmaz.Ve şüphesiz amelin efdali ,az da olsa devamlı olanı­dır. [341]

Yine Bana Muhammed b.Yahyâ el-Kat'î rivayet etti (ve) dedi:Bize Ömer b.Ali b.Mukaddem,Ma'n el-öıfâri'den.o da (Keysân) el-Makburî'den,o da Ebû Hurayra'dan haber verdi.Ebû Hurayra dedi ki: "Rasûlul-lah:Din kolaylıktır! Bir kimse bu dini eksiksiz yap mağa kalkışirsa,mutlaka din ona galip gelecek tif.O halde mutedil olunuz elinizden geleni yapı­nız ve sevininiz."buyurmuştur..[342]

Bana Muhammed b.Ubeyd rivayet etti (ve) de-. di:Bize Muâviye b.Amr,Ebû İshak (es-Sebiî) den.o da Hâîid el-Hazzâ'dan o da Ebû Rılâbe'den,o da Müslim b.Yesâr'dan olmak üzere rivayet etti. (Müslim b.Yesâr ) dedi ki:"Eş'arîlerden bir gurup arkadaş yolculuk yapıyorlardı.Döndükleri vakit;"Yâ Rasülullah.biz senden sonra ,fulandan daha faziletli   bir adam görmedik .Gündüzleri oruç tutuyordu.Biz konak­ladığımız zaman namaza başladı ve biz tekrar yola çıkıncaya kadar kılmaya devam etti." dediler.

RasûluIlah:"Kim ona hizmet ediyor ve onun ihtiyacım gideriyor veya onun için çalışıyordu?" dedi."Biz ".dediler.

RasûIullah:"Siz hepiniz ondan daha faziletli­siniz." dedi. [343]

(Bu ümmetin) seçkinlerfi) ve salîhler(i),tebes-süm.güler yüzlülük ve edep dışı olmayan, ,sÖvme ve yalandan uzak olan sözlerle şaka yapmak hususun­da Rasûlullahın ahlâkı üzere yürümüşlerdir.  Ali (R.A) çok lâtife ederdi.

İbnu Şîrîn (-110) [344] salyaları akıncaya ka­dar gülerdi[345]

Cerîr.el-Farazdak hakkında şöyle demiştir: "Farazdak'm karısı geçimsizleşti

Farazdak'ın sopasına razı olsaydı uslanırdı."

İbnu Şîrîn yine el-Farazdak'm şu sözünü misal getirmiştir.[346]

"Bana bildirdiler ki evlenmek istediğim kızın, urkûbu [347]uzunlukta oruç ayı gibidir, dişleri yüz tane veya ondan bir fazla, diğer uzuvlarını anlatmağa ise lüzum yok."

Birisi ona Hişâm b.Hassanı ( -146) [348]sordu.o da:"Dün vefat etti,bilmiyor musun? " dedi.Adam çok üzüldü ve "innâ li'1-lâhi ve innâ ileyhi râciûn" de-di.Adamın böyle üzüldüğünü görünce:"Allah nefisle­ri ölüm anmd£t;henüz ölmemişlerin de uyudukları sırada canlarını ahr."(39.ez-Zurner:42) âyetini oku­du.

Zeyd b.Sâbit (RA) de sokağa çıktığında insanla­rın en vakûru;evinde ise en şakacısı idi,

Ebu'd-Derdâ (R.A) da :"Usandıracak kadar hak ile meşgul etmemden korkarak nefsimi biraz da bâtıl (=eğlence) ile meşgul ederim." demiştir.

(Kadı) Şurayh da,hüküm meclisinde (mahke­mede) şakalaşırdı. eş-Şa'bî (-17-104) [349]insanların en şakacısı idi.Su-heyb (er-Rûmi (RA) de şakacı idi,Ebu'l-Âliye de ( -90) [350] şakacı idi.

Bu (saydıklarımızın) hepsi de şaka ettiklerinde çirkin şeyler söylemez(sövmez,gıybet etmez ve yalan söylemezlerdi.

Şaka ancak;kendisine bu bozuklukların biri ve­ya birkaçı karıştığı zaman mezmun (kötülenmiş) olur.

Oyunlara gelince:Ziyafet ve düğünlerde eğlenil­mesinde bir beis yoktur.Zira Rasûlullah( S.A.V):" Nikâhı ilân ediniz! Ve nikâhta def çalınız!" buyurmuştur. [351]

EBÛ MUHAMMED;Bize Ebu'l-Hattâb rivayet et­ti (ve) dedi:Bize Müslim b.Kuteybe haber verdi (ve) de-di:Bize Şerîk.Câbir (b.Zeyd)den ,o da Ikrime'den ha­ber verdi. (Ikrime) şöyle dedi: "İbnu Abbas oğullannı sünnet ettirdi.Beni gönderdi,ben de oyuncuları ça-ğırdım.Onlar da (geldiler) ve oynadılar.İbnu Abbas da onlara dört dirhem verdi."

Bana Ebû Hatim el-Asmaf den,,o da İbnu ebi'z-Zinâd'dan.o da babasından tahdis etti.(babası) şöyle dedi:Hârice b.Zeyd'e (-99) [352]"Düğünlerde teganni (şarkı.müzik) olur muydu?" dedim,"Olurdu (fakat) bugünkü gibi taşkınlıklar ve bayağılıklar bulunmaz­dı.

Dayılarımız Nâbit oğullan.blzi .verdikleri bir zi­yafete çağırdılar.Ziyafete Hassan b.Sâbit ve oğlu Ab-durrahman da geldi.O sırada iki cariye şöyle teganni ediyorladı:

"Bak ey dostum,Cıllık [353] kapısına,

Belkâ [354] dan başka bir dost görür müsün!"

Bunun üzerine Hassan eliyle yüzünü kapaya­rak ağladı.Abdurrahman cariyelere devam etmeleri için işaret etti.Câriyelerin babasını ağlatmasından onun ne zevk aldığını bilimiyorum?" dedi.

Bize Ebû Hatim ,el-Asmaî'den tahdis etti.(el-As-maî) şöyle dedi:Bir düğünde Tuveys [355] teganni edi-yordu.O sırada en-Nu'mân b.Beşîr (el-Ansârî) [356] düğüne geldi.Tuveys o esnada şöyle diyordu.

Amrâ'mn istiğnası o kadar ciddî midir ki ter-kedip gitsin.

Yoksa bizim durumumuzla onun durumu aynı mıdır?"

Amrâ da en-Nu'man'ın annesi idi.Tuveys'e Sus! sus! "denilince en-Nu'man:"-O kötü birşey söy-lemedi,sadece...

"Amrâ,kadınlann asillerindendir.

Elbisesinin kollan misk kokusu saçar." dedi." demiştir. [357]

 

92- Çelişkili Dedikleri Hadisler

 

İDDİA: RasûIullahin:"Şüphesiz Allah (C.C) utangaç .çekingen,mütevazi ve afif olanları se~ yer;lafazan (beliğ) erkeklere buğzeder." buyurdu­ğunu [358] rivayet ettiniz.

Sonra yine rivayet ettiniz ki Abbas (R.A) kendi­sine (S.A.V) "Güzellik nedir?" diye sormuş.Rasû lullah da "Güzellik lisândadır!" buyurmuştur. [359]

Yine (Rasûlullahın),Hakikaten beyânın[360] bazısı sihir (gibijdir" dediğini rivayet ettiniz[361]Halbuki Allah (C.C):"İnsanı yara, ona beyâ­nı (duyguların ifadesini )Öğrettİ."(55.er-Rah-man:3,4) buyurmuş ve beyân'ı, saymış olduğu nimet­lerden bir nimet olarak kabul etmiştir.

Yine (Allah) kadınların ifade güçlerinin azlığını anlatmış ve :"Süs içinde yetiştirilip büyütülen ve iddiasını İsbat edemeyen kimseyi (yaratılışça pek zayıf olan kızları) mı ? (Allaha çocuk isnad ediyor­lar)'1 (43. ez-Zuhruf: 18) buyurmuş ve kadınların zayıf olduğu hususuna,onların ifade kabiliyyetlerininin zayıflığı ile işaret etmiştir.

İşte hep bunlar .birbirine aykırı şeylerdir.

CEVAB:Biz deriz ki:Burada-Allahın lütfü saye­sinde -tutarsızlık yoktur .Anlatılanlardan herbirisi-nin yeri vardır, oraya konuldu mu aykırılık ve tutar­sızlık ortadan kalkar.

Allah (C.C) "utangaç,çekingen.mütevazi ve afif olanları sever." sözüne gelince:(Rasûlullah) bu sözüy­le , temiz kalpli,az konuşan ve son derece haya sahibi olduğu için (başkalarından istemeyen) ve ihtiyaç içersinde kalan kimseleri kasdetmiştir.Nitekim onun (S.A.V) bu sözünü müteakiben,"edepsizce konuşan, çok isteyen ve (ihtiyacı olmadığı halde) ısrarla isteyer lere de buğzeder." buyurması da buna delâlet eder ki.bu (vasıflar)  öncekilerin zıddıdır.

Allah (C.C} kullarının husumette ileri gitmesi-ni,uzun dilli olmasını ve kurnaz ve entrikacı olmasını -her ne kadar bunlarda faydalar ve bazısında da güzellik (zînet) bulunsa da-sevmez.

Hadiste de,"Cennet ehlinin çoğu saf (kendi ha­linde) kimselerdir.[362] buyurulmuştur .Burada kalplerin de insanlara karşı birşey bulunmayan ve kimseyle ilgilenmeyen kimseler kasdolunmakta-dır...

(Hadiste geçen el-bulh (=saf kimseler) kelimesi ile alâkalı olarak) en-Nemir b.Tevleb [363] şu şiiri söylemiştir:

"Sırlarını bana açıklayan.saf (=belhâf) ve herke­se inanan bir kız çocuğu ile oynadım. [364]

Ali (R.Â) de (gelecek) bir zamandan bahsederek şöyle demiştir: "O zamandakilerin en hayırlısı ,her nûme'dir,-yani:Kötülük yapmağa iktidarı olmayan kimseler demektir. Onlar hidayet önderleri (eimme-tu'1-hudâ) ve ilim fenerleridirler.Onlar aceleci,sırlan ifşa edici ve lâf taşıyıcı değillerdir."

Muaz b.Cebel (R.A) de Rasûlullahtan şunu riva­yet etmiştir:"Allah (C.C) gizlenenleri (ahfiyâ) mut-takîleri (etkıyâ) .günahtan arınmışları (ebriyâ) se­ver.Onlar o kimselerdir ki,kayboldukları zaman onlan kimse arayıp sormaz;hazır bulundukları za­man da kimse tarafından farkedilmezler. [365]

Ali (R.A) bir hutbesinde: "-İyi biliniz ki,Allah'ın öyle kullan vardır.onlar Cennette ebedî Cenhetlîkle-rî;Cehennemde de azâb olunur halde Cehennemlik­leri görmüş biri gibidirler. Onlann kötülük yapmaya­caklarından herkes emindir;,kalpleri mahzundur, afif (iffetli) dirler,ihtiyaçlan az (basit) dir.Onlar âhiret-teki devamlı (ebedî) rahatlık için, (dünyada) birkaç gün sabrederler.Gece olunca da saf saf dururlar.Göz yaşları yanaklarından akar.Rablerine Ey Rabbimiz,ey Rabbimiz!" diye yalvarırlar.Gündüz ise on-lar,halîm,âlim,itaatkâr ve takva sahibidirler.Onlar (zayıflıktan) bir ok'a (el-kıdâh) benzerler.Bir kimse onlara bakar ve:"Bunlar hâstadır." der.Halbuki on­larda hiçbir hastalık yoktur. Onlar sıkıntılıdırlar ve onlar büyük bir işden (Kıyamet günün hesabından ) dolayı sıkıntı ve endişe içindedirler.

İbhu Abbas da şunları anlatmıştır: "Bir genç Eyyûb'a" (A.S),uğramış olduğu musibet hakkında şöy­le demiştir:"-Ey Eyyûb! Kendileri şikâyet etmekten âciz veya dilsiz olmadığı halde,Allah korkusu kendisi­ni şikâyetten alıkoyan,Allah'ın birtakım kullan oldu­ğunu bilmez misin? Ki onlar şeref ,anlayış ve fesahat sahiplerinin tâ kendileridir .Allah'ı ve O'nun geçmiş milletlere gönderdiği azabı bilirler. Lâkin onlar,Al­lah'ın azametini hatırladıkları zaman,Allah korku­sundan ve Allah'ın (C.C) heybetinden kalpleri parça-lanır,dilleri tutulur,akıllan başlarından giderdi."

Bu hasletler Allah'ın (C.C) sevdiği hasletîerdir,ve bu hasletler kişiyi âhirette mutluluğa eriştirir.Bu-nunla beraber iktisad (ifrat ve tefritten sakınma) ona arkadaşlık ettiği've onu akıl idare ettiği,kişinin iktida-n (iradesi) onu ,Allah indinde büyük olanı küçültme-ğe.veya küçük olanı büyültmeğe , ya da dinle alâkası olmayanların yaptıkları gibi hem birşeye hem de onun zıddına yardımcı olmaya sevketmedikçe; güzel-liğin,lisanda olması,mürüvvetin de beyânda olması, beyân'in dünya zînetlerinden bir zînet ve dünya gü­zelliklerinden bir güzellik olması inkâr olunamaz.

İşte bu (yukarıda sayılanların tersini yapan kimseler) Allah'ın buğzettiği beliğ (lafazan) kimsedir ki,onun hakkında Rasûlullah:"Sİzden en hoşlanma­dığım kimse,çok konuşan gevezelerdir.[366] buyurrnuştur.Allah'ın (C.C) en fazla buğzettiği kimseler de ,insanlann dilinden dolayı kendisinden sakındığı kimsedir.

"Hakikaten beyân'ın bazısı sihir (gibi) dir." sö­züyle de (Rasûlullah) şunu kasdetmiştinBeyân'ın ba­zısı uzağı yakın.yakını uzak eder,çirkinı güzel .güzeli çirkin gösterir,ve küçüğü büyültür.Sanki o (bu haliy­le) sihir veya sihir makamına kâim olan birşey veya­hut da ona benzeyen birşeydir ki,sihrin haram olması gibi ,bu da mekruhtur.

EBÛ MUHAMMED :Bana Huseyn b.el-Hasen el-Mervezî tahdis etti (ve) dedi:6ize Abdullah b.el-Mubâ-rek haber verdi (ve) dedi:Bize Ma'mer .(b.Râşid) .Yahya b.el-Muhtâr'dan ,o da el-Hasen (el-Basrî) den (22-110) [367]haber verdi. (el-Hasen) şöyle demiş­tir: "Dilersen onu görürsün, (o) kibar çehreli,parlak bakışlıdır,fakat ameli ve kalbi ölüdür.Sen onu,kendi­sinden daha iyi tanırsm.Birtakım bedenler görürsün ki,kalpleri yoktur.Sesini işitirsin fakat insan değil­dir. Çok dillidir (cerbezeli),kalbi kupkurudur." [368]

 

93- Dediklerine Göre Kur'an'ın Nakzettiği Bir Hadis ...

 

İDDİÂ:RasûluIlahm:(fBiz Peygamberler miras bırakmayız,bıraktığımız sadakadır. [369]buyur­duğunu rivayet ettiniz. Bu hadis .Allahu taâlânın Ze-keriyyâ (A.S) dan hikâye ederek buyurduğu:" Gerçek­ten ben,arkadan yerime geçecek yakınlarımdan endişedeyim.Kanm da kısır bulunuyor.Onun İçin bana bir çocuk ihsan buyur ki,bana da mirasçı ol-sun.Yâkub al ile sin e de mirasçı olsun.Rabbim Sen onu salih bir insan yap.Ey Zekeriyyâ biz sana bir oğul müjdeliyoruz ki adı Yahyâ'dır.Bundan önce ona hiçbir kimseyi adaş yapmadık."(19.Meryem:5-7) âyetine ve "Süleyman (babası) Dâvudâ vâris oldu."(27.en-Neml:16) âyetine aykıdır.

Fâüma (R.A) da Ebûbekr'den babasının (S.A.V) mirasını istemiştir.Ebûbekr (R.A) babasının mirasını ona vermeyince,ebediyyen Ebübekrle konuşmayaca­ğına yemin etmiş ve kendisinin cenazesinde Ebûbekr bulunmasın diye ,öldüğü zaman gece defnedilmesini vasiyyet etmiş ve gece defnedilmiştir.[370]

Ali ve Abbâs (RA) da Rasûlullahın mirası husu­sunda Ebûbekr'e birbirlerini dâva etmişlerdir.

CEVAB:Biz deriz ki:Rasûlullahın,"Biz Peygam­berler miras bırakmayız." sözü Zekeriyya'nın/'Bana bir çocuk ihsan buyur ki,bana da mirasçı olsun.Ya-kub ailesine de mirasçı olsun." sözüne aykırı değil-dir.Çünkü Zekeriyya (A.S) "Benim malıma mirasçı ol­sun " dememiştir ki.mesele onların zannettikleri gibi olsun!...

Zekeriyyâ (A.S) nın hangi malı vardı ki,onu akra-balarından sakınsın ve Allah'dan kendisine,mahnâ mirasçı olacak bir evlâd vermesini istesin! O takdirde bu mal ona göre büyük kıymeti hâiz ve sırf mal için çalışan ve mal için gayret sarfeden dünya (malı) düşkünlerinin çok rağbet ettiği bir mal olmalı­dır..Halbuki Zekeriyyâ b.Âzen sadece için marangoz ve aynı zamanda bir din adamı (hıbr) idi...

Vehb b.Munebbih (34-114) [371] demiştir ki:"Bu iki hususun her ikisi de ,onun malı olmadığını gös­terir."

Keza Yahya ve İsa'nın (A.S) mallarının olmadı-ğı,sığınacak bir evlerinin bile olmadığı «onların ancak yeryüzünde dolaşan iki seyyah oldukları meşhurdur (herkes tarfından bilinmektedir).

Yahya'nın (A.S), (babası) Zekeriyyâ'dan (A.S) mi­ras olarak mal almadığına diğer bir delil de şudur ki;Yahyâ (A.S) Beytu'l-Makdise- küçük yaşta iken-girmişti ve orada hizmet ediyordu.Sonra (Allah'a kar­şı olan ) korkusu arttı.bunun üzerine yollara düş-tü.dağlann tepelerinden ve dağ kovuklarından ayrıl­madı.

EBÛ MUHAMMED:el-Leys b.Sa'd'dan.o da İbnu Lehî'a'dan,o da Ebû Kubeyl (Huyey b.Hâni b.Nâdır) dan ,o da Abdullah b.Amr b.el-Âs'dan olmak üzere ba­na ulaştı ki,Abdullah (şöyle) demiştin'Yahyâ b.Zeke-riyyâ (A.S) sekiz yaşında iken Beytu'l-Makdis'e girdi ve kıldan elbiseler .yünden bornoz [372]lar giymiş olan Beytu'l-Mâkdis âbidlerini gördü.Onların .köprü­cük kemiklerini delip,oralardan zincirler geçirmiş ve o zincirleri Beytu'l-Makdis'in kemerlerine bağlamış olan müteheccidlerini (gece ibadet edenlerini) gördü. Bu gördükleri onu korkuttu ve ebeveyninin yanına döndü.Yolda.oyun oynayan çocuklara rastladı.Ço-cuklar:'Yahya,gel oynayalım!" dediler.Yahya:"Ben oyun oynamak için yaratılmadım!" dedi.Bu sebepten âyette:"Bİr de ona (Yahyâya) daha çocukken hik­met verdik." (l9.Meryem:12) buyurulmuştur.

Yahya,hemen ebeveynine geldi ve onlardan ken dişi için kıldan bir elbise (cübbe) yapmalarını iste­di.Hemen yaptıIar.Sonra Beytu'l-Makdis'e döndü. Orada gündüzleri hizmet eder,geceleri de (Allah'ı) teş­bih ederdi.Önbeş yaşma geldiğinde kendisine korku geldi.Bunun üzerine yola çıktı,yeryüzünün ıssız yer­lerinde [373]ve dağlardaki mağaralarda yaşamaya başladı. Annesi ve babası onu aramağa çıktılar ve el-Be,seniyye[374]dağlarından inerlerken,Ürdün gö­lünün başında onu buldular. Gölün başına otur-muş,ayaklarını suya sokmuş .susuzluk neredeyse kendisini helak edecek bir halde olmasına rağmen o şöyle diyordu: Senin izzetine andolsun ki,Senin ya­nında yerim neresidir.bunu bilmedikçe soğuk birşey içmeyeceğim!"

Ebeveyni.ondan yanlarında bulunan arpa çö­reklerini yemesini ve gölden su içmesini istediler.O da denileni yaptı ve yemininden dolayı kefaret ver-di.Bu yüzden (ana babasına) iyilik yapmakla medhe-dildi.Bu yüzden Allahu taâlâ şöyle buyurmuş­tur: "Ebeveynine de ihsânkârdı,zorba ve isyankâr değildi."U9.Meryerh: 14)

Ebeveyni onu tekrar Beytu'l-Makdis'e bıraktı­lar. (Yahya) namaza durduğu zaman ağlar,Zekeriyyâ (A.S) da onun ağlamasına ağlardı,sonra bayıhrdı.Bu şekilde devam etmiş ve hattâ öyle ki,gözyaşlan ya­naklarının etlerini parçalamışti.

Annesi ona:"-Ey Yahya, bana izin verirsen (ya-naklanndaki) bu yarıkları örtecek bir keçe hazırlaya­yım." dedi.Yahyâ :"Sen bilirsin?" dedi.Annesi hemen iki keçe parçası getirdi ve onları onun yanaklarının üzerine (koyup) yapıştırdı.Yahya ağladığı zaman göz­yaşlarını keçe parçalan emiyor, annesi de onların su yunu sıkıyordu.Göz yaşlarının annesinin kollarından aktığını görünce :"-Ey Allahım,işte bunlar gözyaşla-rım.işte bu annem! Ben de senin kulunum! Sen de Rahmansm(artık sen bilirsin!) " dedi."

Duyduğuna göre,Yahya'nın sahip olduğu miras malı nedir? Zekeriyyâ'nın miras bıraktığı mal nedir? Zekeriyyâ sadece bir marangoz ve din adamı idi. kendisinden rivayetinde-Allah'ın (C.C) "...bana bir çocuk ihsan buyur ki,bana da mirasçı olsun.."

(19.Meryem:5) âyeti hakkında şöyle demiştir:Âyetin mânası ."Benden imamlığı (din adamlığını) tevarüs etsin." demektir.Zekeriyyâ din adamı (imam) idi. "Ya'kub ailesine de mirasçı olsun." (19.Mer-yem:6)âyetinin manası da ,'Yani mülke mirasçı ol­sun" demektir.Zekeriyyâ (AS) Dâvud (AS) un oğulla­rından Yahûza b.Ya'kub b. İshak b.İbrahim'in (A.S) torunlarından idi.Allah Yahya'nın din adamlığım te­varüs etmesini kabul etti fakatmal ve mülk'e mirasçı olmasını kabul etmedi.

Zekeriyyâ (A.S) din adamlığına (imamlığa) akra­balarının mirasçı olmasını istememiş ve Allah'tan kendi makamına geçecek ve ilmine vâris olacak bir evlâd vermesini arzu etmişti.Allah (C.C) da:"Zeke-riyyâ'yı da hatırla ki, hani Rabbine:"-Rabbim beni yalnız (evlâdsız) bırakma. Sen vârislerin en hayırlı-sısın." diye dua et misti.Bunun üzerine biz de dua­sını kabul edip kendisine (evlâd olarak) Yahya'yı verdik ve zevcesini çocuk doğurur hale getir-dik."(21.el-Enbiyâ:89',90) buyurmuştur.

"Süleyman ( babası) Davud'a vâris oldu."

(27.en-Neml:16) âyetine gelince:Allah (C.C) burada Süleyman'ın Davud'un' mülküne (hükümdarlığına) .nübüvvetine ve ilmine vâris olmasını kasdetmiş-tir.Süleyman ve Dâvud (A.S) ikisi de hem peygamber,hem de melik (hükümdar} idi.Mülk ise,kuwet ve otorite.hüküm ve siyaset demektir.mal demek de­ğildir.

Eğer malına vâris olmasını kasdetmiş olsay-dı.bunu haber vermenin bir faydası olmazdı.Çünkü bütün herkes oğullann babalarının mallarına vâris olduğunu bilir.fakat her çocuğun ilim.mülk ve nü­büvvet hususlarında babasının yerine geçeceğini bilmez.

Yine Rasûlullahm (S.A.V) miras bırakmayışına diğer bir delil de,Allah'ın kendisine vahyetmesinden sonra miras bırakmamasıdır.Kendisinin ana babası­na mirasçı oluşu ise vahiyden önce idi.

EBÛ MUHAMMED :Bize Zeyd b.Ahzem et-Tâî ri­vayet etti (ve) dedi:Bize Abdullah b.Dâvud tahdis etti ki:"Rasûlulah (S.A.V) annesinden Ummu Ey-men'i;babasından da Şükran adh köleyi miras olarak aldı."

Allah'ın (C.C) birtakım kimseleri zemmede-rek:"Hayır,doğrusu siz yetime yardım etmezsi­niz,miskini de yedirmeğe birbirinizi teşvik et-mezsiniz.Mirası helâl haram demeden habire yer­siniz.Malı da pek çok seversiniz." (89.el-Fecr:17-20) buyurduğunu bildiği halde nasıl miras malı yiye­bilir?!

Bize İshak b.Râhûye rivayet etti (ve) dedi:Bize Veki haber verdi (ve) dedi:Bize Mis'ar (b.Kidâm),Ab-durrahman b.el-îsbahânî'den,o da Mucâhid b.Verdân'dan.o da Urve b.ez-Zubeyr'den,o da Âişe'den (RA) haber verdi.Âişe'nin rivayet ettiğine gö­re Rasûlullaha (S.A.V) hurma ağacından düş(üp öl) en bir kölenin mirası(nı halletmek) için geldi­ler.Rasûlullah:"Geride çocuk bıraktı mı?" de-di."Hayır bırakmadı." dediler..

"Bir yakınını bıraktı mı?" dedi.Yine " Hayır" dediler.

Rasûlulah: "O halde onun mirasını, hemşeri-lerinden birine verin." buyurdu.

Sanki burada Rasûlullah onu mirasını yemek­ten kaçınmış da onun hemşerisi olan bir adamı tercih etmiş gibidir.

Hz.Fatıma'nın (RA) Ebûbekr (R.A). ile,Rasûlul-lahm mirası hakkında münakaşa etmesine gelin-ce:Bu kötü görülecek birşey değildir.Çünkü Fâtıma Rasûlullahın (bu hususta) ne dediğini bilmiyor-du.O,çocukların babalarına vâris olduğu gibi,kendi-sinin de babasına vâris olacağını zannetmişti.Ebû-bekr Rasûlullahın hadisini ona haber verdiğinde o bundan vazgeçmiştir.

Ebûbekr (R.A) siyaha da beyaza da (yani herke­se) haklarını verip dururken bir kimsenin "Ebû-bekr'in Fâtima'yı babasının mirasından menettiğini" zannetmesi nasıl caiz olabilir?

(Rasûlullahın mirasını) ne kendisine,ne çocuk­larına,ne de kabilesinden birisi için alıkoymadığına göre,Hz.Fâtıma'yı mirastan menetmekten kasdı ne olabilir?Hakkı hak sahibine vermesi daha evlâ oldu­ğu halde Ebûbekr Rasûlullahın mirası hakkında (ha­dis mucebince) sadaka muamelesi yapmıştır.

Kendisi halife seçildiği andan itibaren,müslü-manların malından ( beytu'1-mâl) elinde arta kalanı kendilerine geri veren Ebûbekr,nasıl böyle bir iş ya­pabilir ve Fâüma'dan bu malı helâl etmesini isteyebi­lir? Ebûbekr bu mirası sadece ücret (maaş) olarak al­mış ve onların idaresiyle-meşgul olmasını da onlar için bir sadaka olarak kabul etmiştir,

Hz.Âişe'ye'de (R.A) şöyle demiştir:"-Bak yavrum! Halife seçildiğinden bu yana Ebûbekr'in malında ne kadar artına olmuşsa onu müslümanlara geri ver! Al­lah'a yemin ederim ki ,bize onların ( müslümanlann) malından erişen sadece;karnımızda yediğimiz, onla­rın yiyeceklerinin en kabası ve sırtımızda giydiğimiz de onların giydiğinin en sertidir."                          

(Âişe) dedi ki:Ben baktım ki (artan mal) bir elbi-1 se.kıymeti "beş dirhem etmeyen eski bir örtü ve bir de kara deveden ibaret İdi...

Haberci bu haberi Ömer'e getirince,Örner (R.A) :"Allah Ebûbekr'e rahmet etsin (bu tutumuyla) kendi­sinden sonrakilere zahmet yüklemiş oldu."demiştir.[375]

Eğer Ebûbekr'in bu husustaki icraatı (nın mak­sadı) Fatma'ya zulmetmek,haksızlık etmek olsay-dı;Haüfe olunca Hz.Ali bu mirası Fâtıma'nın oğluna verirdi.

* Ali ile Abbas'ın (R.A) Ebûbekr'e gelip.Rasûlul­lahın mirası hakkında davalaşmalarına gelince: Bana göre böyle bir düşünce doğru değildir.

Onlar,kendilerine verilmeyen birşey hakkında nasıl dâvalaşabilir veya kendilerinin menolunduğu birşey için nasıl hak iddia edebilirler? Onlann her iki­si de biliyorlardı ki,eğer ikisi de mirasçı olsalar;Rasû-lullahın hanımlarının sekizde bir hissesinden sonra Ali,Fâtıma'dan, (kalan) mirasın yarısını,Abbas da Fâtıma İle beraber yansını alacaktı[376]O halde hangi şeyle dâvalaştılar?

Burada uygun olan mânâ,ancak Ali ile Ab-bas'ın.Ebûbekr'le münakaşa etmesidir.Onlar Ömer-le-Ömer kendilerine Fedek'i (kullanmak üzere) verdi­ğinde-,ve daha sonra da Osman (R.A) İle münakaşa etmişlerdir.

Bu münakaşanın bir manası ve sebebi vardir.Allah  onların hepsine  de rahmet etsin. [377]

 

94- Dediklerine Göre Çelişkili Hadisler..

 

İDDİÂ:Rasûlullahın:"Çocuk sütten kesildik­ten sonra artık süt kardeşliği yoktur,[378] buyur­duğunu,

Kezâ"Erkek kardeşlerinizin kim olduğuna dikkat edin (ey hanımlar).Süt kardeşliği ancak meeâa (açlık) dan dolayı olur. [379] yani:Mecâa üe ,çocuğu açlıktan kurtaran emme'yi kadetmiştir buvurduğunu,rivayet ettiniz.

Sonra İbnu Uyeyne'den.o da Abdurrahrnan b.el-Kâsım 'dan,o da babasmdan.o da Âişe'den ('R.A) onun şöyle dediğini rivayet ettiniz:"Sehle binti Sü­heyl b.Amr.Rasûlullaha geldi ve:"-Sâlim'in benim yanıma girmesinden dolayı .Ebû Huzeyfe'nin yü­zünde ,bana karşı bir hoşnudsuzluk görüyorum." dedi...

RasûIulIah:"Onu (Sâlim'i) emzir." dedi.Seh-le:ffKoca adamı mı emzireyim?" dedi.Bunun üzeri­ne RasûîuUah güldü ve sonra:"Ben onun koca bir adam olduğunu bilmiyor muyum." dedi. [380]

Yine dediniz kirMâlik (b.Enes) ez-Zuhrf den riva­yet etti ki:Âişe (RA) Salim hadisine bakarak sütten kesildikten sonraki emzirme dolayısıyla, (meydana gelen süt kardeşlik )haramhğı, ölesiye kadar devam eder. "diye fetva verirdi [381]

Bu isnad  sizce  makbul,sahih ve reddedilmesi caiz olmayan bir isnattır.

CEVAB Biz deriz ki:Hadis sahihtir.   Rasûlullahm hanımlarından Ummu Seleme ve diğerleri bunun Sâlim'e has olduğunu söylemişler-dir.Şu kadar ki onlar,hangi cihetten Rasûlullahm bu­nu Sâlim'e has kıldığını açıklamamışlardır.İnşaallah biz,Ebû Huzefe (R.A) ve Salim (RA) kıssasını ve arala­rındaki yakınlığı açıklayacağız.

Ebû Huzeyfe'ye (R.A) gelince,Utbe b.Rabîa b.Ab-dişems b.Abdi menâfin oğludur.Habeşistana yapılan her iki hicrete de katılan Habeşistan muhacirlerinden idi.Habeşistan'da ,oğlu Muhammed b.ebî Huzeyfe doğdu.Ebû Huzeyfe,Ebûbekr'in halifeliği devrinde Yemâme harbinde öldürüldü[382] (Muhammed b.ebî Huzeyfe'nin] çocuğu olmamıştır. [383]

Ebü Huzeyfe'nin mevlâsı (azadlı kölesi) Sâlim'e gelince:Bedir harbinde bulunmuştur.Rasûlullah onunla Ebûbekr'i kardeş yapmıştır.Hayır sahibi ve faziletli bir kimse idi.

Bundan dolayı Ömer (R.A) vefatı esnasmda:"-Eğer Salim hayatta olsaydı.onun hakkında herhangi bir tereddüt kafamı kanştırmazdı."-Yani:Şûrâ heyeti kendilerinden birini seçmekte ittifak edinceye ka-dar.insanlara namaz kıldırması için onu öne geçirir­dim." demiştir.Sonra Suheyb (er-Rûmı) yi (R.A ) öne geçirmiştir.

Sâlim,Ebû Huzeyfe'nin Ansâr'dan olan hanımı­nın kölesi idi.Hanımmın ismi hakkında ihtilâf edil-miştir.Bazıları:"Benû Hatme'den Selmâ'dır." demiş . bazıları da: "İsmi Sübeyte'dir" demişlerdir. (Fakat) hep si de onun Ansâr 'dan olduğunda ittifak etmişlerdir . Ebû Huzeyfe'nin hanımı onu azad etmiş.o da Ebû Hu-zeyfe'yi kendisine velî edinmiş.Ebû Huzeyfe de onu evlâdlık almiştır.Velîsi olduğu için Ebü Huzeyfe'ye nisbet edilmiştir.

Sâlim.Yemâme harbinde şehid düşmüş ve ona.azadh cariyesi mirasçı olmuştur.Çünkü Sâlim'in ne çocuğu ,ne de bu cariyenin dışında bir vârisi var­dı.

İşte benim sana bu anlattıklarım Ebû Huzeyfe ve Sâlim'in İslâm'ın ileri gelenlerinden oldukları­na, onların büyüklüğüne ve Rasûlullah nazanndaki güzel mevkilerine bir delildir.

Senle binti Süheyl'in anlattığı, Sâlim'in kendisi­nin[384] yanına girmesinden dolayı Ebû Huzeyfe'nin yüzündeki hoşnudsuzluğa gelince: Salim kendisini azad etmiş olan hanımefendisinin yanına giriyordu. Tıpkı efendisinin evinde büyüyen ve sonra azad edilen bir köle gibi. Keza o, önceki dostluğuna ve onlar tara­fından yetiştirilmiş olmasına bakarak giriyordu. Bu ise, Salim gibilerine veya Sâlim'den başkalarına karşı insanların yadırgayamayacağı birşeydir. Çünkü Al­lah, kadınların kölelerinin ve - Çok yaşlı, çocuk, ha­dım, iğdiş, muhannes (hem erkek, hem kadın) olanlar gibi- kadınlara şehvet duymayanların kendilerinin yanma girmelerine ruhsat vermiş ve bu sayılanlarla, zevi'l-mehârim (= evlenilmesi haram olanlar) ı bu hu­susta müsavi kılmıştır. Allahu taâlâ şöyle buyurmak­tadır: "zinetlerini (ve süs yerlerini) ancak şu kim selere gösterebilirler): Kocalarına, yahud babaları­na, yahud kocalarının babalarına, yahud kendi oğullarına, yahud kocalarının (başka anadan olma) oğullarına, yahud kendi erkek kardeşlerine, ya­hud erkek kardeşlerinin oğullarına, yahud kız kardeşlerinin oğullarına, yahud kadınlarına- yani müslüman kadınlarına- yahud sağ ellerinin mâlik olduklarına yani kölelere yahud (şehvetsiz ve kadına) ihtiyacı olmayan hizmetkârlara- yani adamı takib eden ve onun yanından ayrılmayan amele (işçi), köle, halif (anlaşmalı kabile mensu­bu) ve buna benzer kimselere-" (24en-Nûr:31)

Salim (R.A.) de, kadınlara ihtiyacı olmayan, sö­zü edilen kimselerden birisi olmaktan hâli değildir. Belki Salim de böyle idi. Çünkü çocuğu olmamıştı. Yahud bu, Allah'ın ona verdiği vera\ dindarlık ve fazi­let sebebiyle veya ona mahsus kilmasıyla da olabilir. (Öyle olmalı ki) Rasûlullah da bu sebeble onu, kendi­si katında emniyetli ve kadınları incelemekten ve gü­zelliklerini bakışları ile süzmekten uzak biri olarak Ebûbekr ile kardeşliğe ehil görmüştür.

İhtiyaç anında kadı (hakim) ve şâhidlerin tanı­ması için ve sâlih (namuslu) komşulara, kadınların yüzlerini açmalanna Hz. Peygamber ruhsat vermiş­tir.

Yaşı geçkin, hayızdan ve evlenme arzusundan kesilmiş kadınların da zinetlerini göstermeksizin (üstüne giyilen) elbiselerini çıkarmalarına da ruhsat tanımıştır.

Sâlim,Ebû Huzeyfe'nin hanımın yanına giriyor ,hanım da Ebû Huzyfe'nin bu durumdan hoşlanma­dığını görüyordu. Eğer girmesi caiz olmasaydı (hiç) girmezdi ve Ebû Huzeyfe de mutlaka, onu bundan menederdi.

Rasûlullah da Ebû Huzeyfe'nin hanımının ken­disi nazanndaki yeri dolayısıyla; ve onları bir birine ısındırmayı , aralarından soğukluğu kaldırmayı ve . Ebû Huzeyfe'den bu hoşnudsuzluğu giderip gönlünü almayı istediğinden Ebû Huzeyfe'nin hanımına:

"Onu emzir." demiştir. Fakat bununla, "Çocuklara yapıldığı gibi memelerini onun ağzına ver." demek is­tememiştir. Lâkin, onun için biraz sütünden sağ ve sonra içmesi için ona ver, demek istemiştir. Bundan başka türlü olması da caiz değildir. Çünkü Sâlim'in süt haramhğı vuku bulmadıkça onun göğüslerine bakması caiz değildir. Kendisine helâl olmayan ve şehvet duymayacağından emin olunmayan birşey ona nasıl mubah kılınabilir?

Yine bu yorumu destekleyen hususlardan birisi de şudur ki, Ebû Huzeyfe'nin hanımı:"- Yâ Rasûlal-lah, koca adamı mı emzireyim?" demiş, bunun üzeri­ne Rasûlullah da gülmüş ve : "-Ben onun koca adam olduğunu bilmiyor muyum? " demiştir. Rasûlullahın burada gülmesi, onun; Sâlim'in kadının yanına giri­şini haram kabul etmeksizin veya bu rıdâ' (emme) mahzurlu birşeyi helâl kılmış olmaksızın veya Salim bu emme ile onun oğlu olmuş olmaksızın; sadece soğukluğu kaldırmak ve ısındırmak için bu "emdir" sö­züyle lâtife ettiğini gösterir.

*Rasûlullahın buna benzer bir latifesi de Ab-dulvâhid b. Ziyâd'ın, Âsim el-Ahval'den onun da el Hasan (el-Basri)den rivayet ettiği şu hadistir: "Bir adam ona (S.A.V.), kendisinin bir yakınını öldür­müş olan bir adam getirdi. Rasûlullah adama: "-Öldürülenin diyetini alır mısın?" dedi. (Öldürüle­nin yakım olan} adam: "Hayır" dedi. Rasûlullah: Onu (katili) affeder misin?" dedi. Adam yine : "Ha­yır" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah : "Git öyleyse öldür onu (katili) " dedi. [385]

(Ravi) dedi ki: Adam katili alıp götürünce Rasûlullah: "Eğer onu öldürürse, kendisi de onun gibi (katil olmuş olur)" dedi. Bunun üzerine adama. Ra­sûlullahın bu sözü haber verildi, o da katili bıraktı, ve hay­vana yük bağlanan palanı (kayışı) omuzunda sürükleyerek geri döndü.

Rasûiullah bu sözüyle onun, adamı öldürdüğü takdir­de; günah ve Cehenneme girmeyi icap ettirmesi bakımın­dan (katil ile) müsavi olduklarını kasdetmemiştir. Allah (C.C.) bu adamın (katilin) kısas oiarak öldürülmesini mu­bah kıldığı halde, Rasûlullah bunu nasıl kasdetmiş olabi­lir? Bilâkis Rasûluliah onun kısas yapmasını istememiş ve affetmesini arzulamıştır. Affetmesi için de ona: eğer ada­mı öldürürse günah bakımından müsavi olduklarını iham etmiştir.

Rasûlullahın kast'ediği şey şu idi: Birincisi bir cana kıy­dığı gibi, bu da bir cana kıyarsa, bu (birinci) de katildir, o (ikinci) de katildir. Böylece iki de katil olmakla müsavi olmuş olurlar. Ancak birisi, zâlim (haksiz)dır, ikincisi ise kısâsen öldürmüştür. [386]

 

95- Dediklerine Göre Kur'an'ın Ye Aklın Delillerinin (Huccetu'1-Akl) Reddettiği Bir Hadis...

 

İDDİA: Muhammed b.İshak'dan, o da Abdullah b.Ebibekr'den, o da Amra (b.Kays) dan, o da Âişe'den (R.A.) onun şöyle dediğini rivayet ettiniz: "Recm ve "Yetişkin kim­senin emmesinin sayısı on'dur" [387]âyeti nazil olmuştu, ve bu âyet Rasûlullahın vefatı esnasında benim sedirimin altındaki bir sahifede idi. Rasûlullah Allah'ın rahmetine kavuşunca, biz onunla meşgul iken, mahallenin hayvanlarından birisi (eve) girmiş ve bu sahifeyl yemiş.[388]

Bu, Allah'ın (C.C.) : "Muhakkak ki o (Kur'an) çok şerefli bir kitaptır. Ona ne önünden, nede ar­dından (hiçbir suretle) batıl yaklaş a maz." (41. Fus-,sılet:41,42) âyetine aykındır. Bir koyunun yediği, bir farzını iptal ettiği ve hüccetini ıskat ettiği birşey nasıl aziz ve şerefli olabilir?

Koyun bile onu iptal ettikten sonra, onu iptal et­mekten kim aciz kalabilir?

Kur'an âyetini yemek üzere bir hayvan gönder­diği halde Allah (C.C.) nasıl olur da, "Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim." (5.el-Mâide:3) der? Ve nasıl olur vahyi, koyunun yemesine maruz bırakır da onun saklanmasını ve muhafaza edilmesini emret­mez? Eğer onunla amel edilmesini istemiyorsa, bu âyetleri niçin indirdi?

CEVAB: Biz deriz ki : Gerçekte, onların acaib karşıladıkları bu hususların hiç birisinde, ne şaşıla­cak bir taraf, ne de onların son derece çirkin gördükle­ri şeylerden herhangi birisi mevcud değildir.

Eğer sahifeye şaşıyorlarsa, sahifeler Rasûlulla-hın devrende, üzerine Kur'an'ın yazıldığı malzemele­rin en kıymetlisi idi. Çünkü onlar Kur'an'ı, hurma dallarına, taşlara, tuğla ve kiremitlere ve buna benzer şeylere yazıyorlardı.

Nitekim Zeyd b. Sabit şöyle demiştir: "Ebûbekr (R.A.) bana, Kur'an'ı toplamamı emretti. Ben de onu (yazılı olduğu) deri parçalarından, ağaç dallarından, ve düz taşlardan dikkatle toplamağa başladım. [389]el-usub, el-asîb'in cem'idir; hurma dalı demektir, elihâf da düz taşlara denir, müfredi ellahfe'dir.

ez-Zuhri (50-124) [390] de şöyle demiştir: "Rasûlul-lahın ruhu kabzolunduğunda, Kur'an hurma dallan, par­şömenler (el-kudum) ve hurma ağacının budaklan (el-kerânif) üzerinde idi."[391]

el-kudum, elkadîm'in cem'idir, parşömenler' (= deriler) demektir, el-kerânif de hurma dallarının kalın. köklerine (budaklarına) denir, müfredi "el-kürnâfe"dir.

Kur'an müslümanların ellerinde dağınık bir halde idi. Onlar da ne bir kitap[392] ne de yazı aletleri vardı. Rasûlul-lahm yeryüzündeki hükümdarlara gönderdiği mektupları deri üzerine yaz(dır) ması da bunu gösterir.

Eğer sahifeyi sedir'in altına koymasına şaşüıyorsa; (o zaman) insanlar birer hükümdar değillerdi ki onların ka­saları, kilitleri, abanoz veya sâc ağacından yapılma san-, dıkları bulunsun! Onlar birşeyi muhafaza etmek, korumak istedikleri zaman, ayak altında çiğnenmekten, çoluk ço­cuğun veya hayvanların zarar vermesinden emin olmak için, onu sedir'in altına koyarlardı. Evinde ne bir sandık, ne bir kilit, ne de bir dolabı olan kimse-mahrumiyet, yokluk ve sıkıntı yüzünden ancak imkan dahilinde ve bulabildiği ka­darıyla (kıymetli şeylerini) koruyabilir.

Rasûllah elbisesini yamar, ayakkabısını diker, mestlerim tamir eder, (ev işlerinde) ailesine yardım eder, yemeği yerde yer ve, "Ben ancak bir kul'um ve bir kulun yediği gibi yerim. [393] derdtDiğer pey gamberler de böyle yaparlardı.

Süleyman (A.S)-ki Allah ona ,ne kendisinden önce.ne de kendisinden sonra kimseye nasib olma­yan bir mülk vermiştiyün elbise giyer, insanlara çe­şit çeşit yemekler yedirdiği halde kendisi arpa ekmeği yerdi.

Mûsâ (A.S) Allah (C.C) ile konuştuğu vakit üze­rinde laldan veya yünden bir elbise,ayaklarında da öl­müş bir eşeğin derisinden yapılmış ayakkabılar var-di.Bu yüzde kendisine .-"Hemen ayakkabılarını çı­kart,çünkü sen mukaddes vâdî olan Tuva'da-sm."(20.Tâ-Hâ:12)

Yahya (A.S) da lifden ip örerdi.

Bunlar bizim sayamayacağımız kadar çok ve (bunları anlatarak) kitabı uzatmamıza hacet bırak­mayacak kadar meşhur ve yaygındır.

Eğer koyuna şaşılıyorsa:Şüphesiz ki,koyun hayvanların en makbul olanıdır.

"Uzeyr'in .Rabbine münâcaaf'ında okudum.o şöyle demiştir: "Ey AllahımîSen, (dört ayaklı) hayvan­lardan koyunu;kuşlardan güvercini;nebatlardan üzümü ve evlerden de Mekke'yi ve İliya'yı ,ve İliya'da da Beytu'l-Makdis'i seçtin"

Veki,el-Esved b.Âbdirrahman'dan.o da baba­sından, o da dedesinden rivayet etti ki( dedesi) şöyle demiştir:"Rasûlulak (S.A.V) "Allah koyundan daha kıymetli bir hayvan yaratmamıştır" buyurdu."

Koyunun o sahifeyi yemesine niçin şaşılıyor?

İşte yeryüzünün zararlı hayvanlarının en zarar­lısı olan fare!...Mushafları yer onların üzerine pis­ler. İşte güve! o da mushaflan yer..

Eğer ateş sahtfeyi yakmış olsaydı veya münafık­lar onu imha etmiş olsalardı, onların hayretleri ve şaş­kınlıkları daha az olurdu.

Allahu taâlâ bir şeyi yok etmek isteği zaman onu zayıfla da iptal eder.kuvvetli ile de.Yine bir kavmi ka­rıncalarla helak ettiği gibi,bazı kavimleri de tûfân ile helak etmiştir

Bir kavme taşlarla azab ettiği gibi diğer bir kav­me de kurbağalarla azab etmiştir. Nemrûd'u [394]sivri­sinek ile helak etmiş ;Yemen'i de bir fare vasıtasıyla sulara garketmişür.

* Onlann (kelâmcıların ve akılcıların):" (Sahife-de yazılı olan) âyetnptal edecek olanı (koyunu) gön­derdiği halde, (Allah) dini nasıl kemale erdirmiş olabi­lir? "demelerine gelince:Bu âyet (I5.el-Mâide,3) Rasûlullaha Veda haccmda,Allah'ın İslâm'ı aziz kıldığı.şir-ki zelil ettiği ve müşrikleri Mekke'den çıkardığı zaman nazil olmuştur.Bu senede sadece müslümanlar hac-cetmiştir[395].İşte bununla Allah (bu ) dini kemale erdirmiş ve müslümanlara olan nimetini tamamlamış olmaktadır.

Böylece dinin kemâle ermesi-burada -onun iz­zeti ve ortaya çıkışı ,şirkin zelil oluşu ve yok olup gidişi (demek) olur.Yoksa farzların ve sünnetlerin tamam­lanıp kemâle ermesi kasdedilmemiştir. Çünkü onlar Rasûlullahın ruhu kabzoluncaya kadar nazil olmağa devam etmiştir.Bu âyet hakkında eş-Şabî'nin (17-104) [396]görüşü de bu şekildedir.

Dinin ikmal edilmesinin.bu andan sonra nesh'in kaldırılması ile tahakkuk etmiş olması da caizdir.

Allah'ın sahifedeki âyeti iptal etmesine gelin Tıpkı Hz. Ömer'in (RA) recm âyeti hakkında söy­lediği [397]başkalannın da -iki kapak arasında top­lanmadan önce-Kur'an'dan olup,sonra kaybolan şeyler hakkında dedikleri gibi; Allah'ın bir âyet inzal etmiş olması , sonra da onun tilâvetini (okunmasını) iptal edip de onunla amel edilmesini olduğu gibi bı­rakmış olması da caizdir.

Okunuşunun iptal edilmeyip amel edilmesinin iptali caiz olunca ;onun tilâvetinin (okunmasının) iptal edilip,amel.edilmesinin olduğu gibi bırakılması da caiz olur.

Halanın, erkek kardeşinin kızı üzerine;teyzenin onun kızkardeşinin kızı üzerine nikâh edilmesinin haram kıhnışı;çeyrek dinar için elin kesilmesi[398],babanm ve efendinin kısas edilmemesi[399]kâtilin mirasçı olmaması gibi [400]kendisine (S.A.V) din ile alâkalı pekçok şey inzal ettiği gibi;bunu da vahiy ola­rak inzal etmesi,fakat bunun Kur'an olmaması da mümkündür.

Yine Rasûlullahm:"Allahu taâlâ :"Ben kulları­mın hepsini Hanifler olarak yarattım." buyurmuş­tur." ve "Allahu taâlâ :"Kim bana bir kanş yaklaşır-sa.ben ona bir arşın yaklaşırım. buyurmuştur.[401]demesi ve buna benzer hadisler de böyledir (Yeni Allah'tan vahiy olarak geldiği halde, Kur'an'dan de­ğildir.)

Rasûlullah (S.A.V) :" Bana Kitap (Kur'an) veril-di.bir de onun benzeri (misli)[402]buyurmuştur ki,bununla Cebrâilin sünnet olarak getirdiklerini kasdetmiştir.

Rasûlullah recm cezasını tatbik etmiş,ondan sonra müslümanlar da recm cezasını tatbik etmiş.fu-kahâ da bu tatbikatı (bir hüküm olarak) kabul etmiş­lerdir.

Yetişkin bir kimsenin on kere emzirilmesine gelince,biz bunuh-Muhammed b.İshak'ın (-150) [403]bir hatası olduğunu zannediyoruz.

Biz,bu sahifede olduğu zikredilen recm (âye­tinin) bâtıl (asılsız) olmasından da emin olama­yız. Çünkü Rasûlullah,bu vakitten önce Mâiz b.Mâlik'i (R.A) ve başkalannı recmetmiştir.O halde kendisine (bu âyet) tekrar nasıl nazil olabilir?

Çünkü Mâlik b.Enes bu hadisin aynısını Abdul­lah b.Ebî Bekr'den.o da Amra (b.Kays) dan.o da Âişe'den (R.A) onun şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Bilinen on emme ( süt kardeşliği) haramlığına se­bep olur." âyeti Kur'an'da nazil olanlar arasında idi.Sonra "Bilinen (malûm) beş emme, haramlığa se­bep olur." âyetiyle neshedilmişti. Rasûlullah (S.A.V) .vefat ettiği sırada bunlar Kur'an olarak okunmaktay­dı..

Fakihlerden bir kısmı,eş-Şâfiî ve İshak (b.Rahû-ye) bunlardandır-bu hadisi kabul etmiş ve "beş em­me" yi ,haram kılan emme ile haram kılmayanı ara­sında sınır olarak kabul etmişlerdir.Tıpkı "el-kulle-teyn'i [404] necis olan su ile necis olmayan şu arasın-da sınır olarak kabul ettiikleri gibi...

Mâlik'in hadisinin ifadesi,Muhammed b.İs-hak'ın hadisinin ifade şeklinden farklıdır.Mâlik (b.Enes) ise hadisçiîer (Ashâbûl-Hadis) nazarında Muhammed b.İshak'dan daha sağlam bir kimsedir.

EBÛ MUHAMMED :Bize Ebû Hatim rivayet etti (ve) dedi:Bize el-Asmaî haber verdi (ve) dedi: Bize Ma'mer (b.Râşid) haber verdi (ve) dedi:

Babam bana: "Muhammed b.İshak'dan birşey almayın.Çünkü o çok yalancıdır." dedi.

Muhammed b.îshak.Fâtıma binti el-Munzir b.ez-Zubeyr'den-ki o Hişârn b.Urve'nin hanımı idi-rivayette bulunurdu.Bu ,Hişâm'ın kulağına gitti Bu­nun üzerine (Hişâm) bu hususu inkâr etti ve:"Benim hanımımın yanına o mu girîyordu.yoksa ben mi?" dedi[405]

Allahu taâlânın:"Onun ne Önünden,ne ardın­dan (hiçbir suretle) batıl yaklaşamaz."(41.Fussüet:42) âyetine gelince:Elbette Cenâb-ı Hak batıl ile.mallara ve kıymetli şeylere isabet eden şeylerin (zarar,imhâ) mushaflara da isabet etmeceğini kasdet-memiştir.Sadeccşeytanm Kur'an'a-gerek vahiyden önce.gerekse vahiyden sonra-Kur'an'dan olmayan birşeyi sokuşturamayacağını kas d etmiş tir. [406]

 

96- Dediklerine Göre Aklın Delilleri (Huccetu'1-Akl) Tarafından Reddedilen Bir Hadis ...

 

İDDIÂ: Siz, Yûsuf a (A.S) güzelliğin yansının ve­rildiğini rivayet ettiniz[407].Halbuki Allah (C.C):"...onu (Yûsufu) değersiz bir fiat ile birkaç dirheme (kafileye) sattılar (onlar Yusuf) hakkında rağbetsiz bulunuyqrlardı."(12.Yûsuf: 20) buyur­muştur. Kendisine güzelliğin yarısı verilmiş olan. bir kimsenin.ne değersiz bir iîat ile,sayılabilecek kadar az bir dirheme satılması,ne de onu alacak olanın -bir de bu fiat azlığına rağmen -onun hakkında rağbetsiz olması mümkün değildir.

Yine Allah (C.C) Yûsuf un kardeşlerinin kendi­sine müteaddid defalar gelmelerinden bahisle: "Yûsuf hemen onları tanıdı .Halbuki onlar Yûsuf u tanıau-yorlardı." (12.Yûsuf:58) buyurmuştur.Kendisine gü­zelliğin yansı verilmiş olan ve âlemde bir eşi bulun­mayan bir kimse nasıl olur da tanınmaz? Onların onu tanımaları, fakat Yûsuf un onları tanımaması daha akla yakındır.

CEVAB:Biz deriz ki:İnsanlar Yûsuf a (A.S) veri­len, güzelliğin yansı hakkında ,Allahu taâlânın ona güzelliğin yansını verdiğini; diğer kullarının hepsine de kalan diğer yansını .verdiğini ve bunu onlar arasın­da taksim ettiğini zannetmektedirler.Bu,-bizim söy­leyeceklerimizi anladığı zaman-iyice düşünen bir kimseye gizli kalmayacak kadar açık bir hatadır.

Bu hususta bizim bildiğimiz ise şudunAllah (C.C) güzellik için bir sınır koymuş ve bu "güzelliğin son sınırını" dilediği mahlûkatma-ya meleklere.ya hûrilere-vermiştir. Yûsuf a (A.S) da bu güzelliğin yan­sını ve bu kemâlin (son sınırın) yansını vermiştir.Ba-zan başka birine bu güzelliğin üçte birini;bir başkası­na dörtte birini bir diğerine de onda birini vermesi de câizdir.Başka birine güzellikten hiçbirşey verme­mesi de caizdir.

Keza birisi,ona (Yûsuf a] cesaretin yansının ve­rildiğini söylese,ona yansının verilip de diğer insanla­rın hepsine birden diğer yansının verilmiş olması mümkün değildir.

Eğer hadisin manası bu olsaydı, kendisine cesa­retin yansı verilen kimsenin .insanlann hepsine bir­den tek başına karşı çıkabilmesi gerekirdi.Lâkin ha­disin manası: "Cesaretin .Allah'ın bildiği bir sının var-dır,ve bu (cesaretin son haddini) dilediğine ve-rir.Onun dışındakilere de bunun yansıni.bir başkası­na üçte birini veya dörtte birini veya onda birini vere­bilir.!."şeklinde veya buna benzer bir şekildedir.

"O (Yûsuf) bu kadar güzel iken,nasıl olur da onu değersiz bir fîaüa satarlar ve onun hakkında rağ­betsiz olurlar?" demelerine gelince:

Hiç şüphe yok ki güzellik ,eğer bizim kabul etti­ğimiz gibi olursa.onlann zannettikleri kadar büyük bir fark olmaz. Lâkin güzel yüzlü olanlann güzellikle­rine yakın bir güzellikte olur.

Vehb b.Muneebbih (34-114) [408] Yûsuf un güzelükte,(İbrahim'in (A.S) güzel hanımı) Sâra'ya çekti­ğini (benzediğini) zikretmiştir. Bu da bizim "güzelliğin yansı" hakkındaki te'vilimizi doğrulamaktadır...

Eğer onlar (akılcılar ve kelâmcılar):"Hânım,şe-hirdeki kadınların kendisini ayıpladıklarını işitin­ce .onlara dâvetçi gönderdi.Onlar için dayalı döşeli bir sofra hazırladı ve her birine bir bıçak verdi.Son-ra Yûsuf a :'-Çık karşılarına!" dedi.Kadınlar onu görünce kendisini (gözlerinde) çok büyüttüler ve şaşkınlıklarından ellerini kestiler."Allah'ı tenzih ederiz,bu bir insan değildir.Bu ancak güzel bir me­lektir!" dediler."(12.Yûsuf:31) âyetini delil getirirler ve "Kadınların onu gördükleri zaman ellerini kesme­leri ve "Bu ancak güzel bir melektir." demelerinin se-bebi;ancak onun güzelliğinin farklı oluşu ve insanlar­daki güzellikten de öte oluşudur." derlerse,biz bu âye­tin yorumunda deriz ki:

Vezirin hanımı (şehirdeki) kadınlann "Vezirin karısı delikanlısına yaklaşmak istiyormuş.Ona olan aşkı kalbinin içine işlemiş.O hanımı görüyo­ruz ki,çıldırmış besbelli!.."(12.Yûsuf:30) dediklerini duyunca, kadınlann Yûsuf u görmelerini ve kendisi­nin bu fitneye düşmesine hak vermelerini istemiş­tir.

Bunun üzerine onlar için dayalı döşeli bir sofra (=muttekeen) hazırladı.-"Mutteke" yemek demek­tir. "Mutken" şeklinde de okunmuştur.Bu ise bıçakla kesilen yiyecek demektir-Bazı tefsirlerde "Bu yemek turunç idi." ,diğer bazı tefsirlerde de"Zumâverdi [409] idi" denilmiştir.Her ne olursa olsun bu yiyecek,kesil

[410]Kamusta : " Yumurta ve etten yapılan bir yemek-tir.Araplaşmiş yabancı bir kelimedir .Avam buna Zemâverd der.Kâmus sarihinin şeyhinden naklettiğine göre buna "Kadı lokması,halife lokması,-Horasan1 da :Nevâle -sofranın nergi-si,muyesser,muhennâ " isimleri de verilmiştir. meden yenmiyordu.

Âyetteki "el-metk" ile "el-betk" in asılları birdir ki,o da kesmek demektir.Mahrecleri yakın olduğu için çoğu zaman (m) harfi, (b) harfi yerine; (b) harfi de (m) harlı yerine konulur.

Sonra (vezirin hanımı) Yûsufa (A.S) a:"Çık kar­şılarına!" dedi...Kadınlar onu gördükleri vakit (gözlerinde) onu çok büyüttüler ve yücelttiler ve vezirin hanımının kalbine düşen onların da kalple­rine düştü .Bunun üzerine donakaldılar,şaşırdılar ve ona bakıp kaldilar.Tâ ki yiyeceklerini kestikleri bıçaklarla ellerini kesince:"- Bu bir İnsan değildir.Bu ancak güzel  bir meIektir."(I2.Yûsuf:31) de-diler.Kadınlar bu sözleriyle hakikaten onun insan ol­madığını ve yine onun hakikten melek olduğunu kas-detmemişledir. Onlar bu sözü ancak benzetme yoluy­la söylemişledir.Tıpkı -bir adamın güzelliğini vasfe-den bir kimsenin-"O ancak güneştir.",O ancak ay'dır." demesi gibi...

Onlar.hem vezirin karısının arzuladığı şeyi on­dan istedikleri ve onun hapsedilmesini istedikleri halde;hem de Yûsuf un insan olmayıp ,meleklerden olduğunu nasıl kasdetmiş olabiliri er ?Halbu ki me­lekler kadınlarla cinsî münasebette bulunmaz ve ha­pishanelerde de hapsedilemezler.

"Arzu (=şehvet) ve aşk üe,son derece göz alıcı gü­zel bir yüz gördükleri zaman onların kendi ellerini kesmelerindcşaşmalarında ve donup kalmalarında şaşılacak birşey yoktur.

Bazan buna benzer veya bundan daha fazlası in­sanın başına gelir.

Urve b.-Hizam [411]şöyle demiştir:

Beni,bazan senin hatırandan dolayı bir korku sarıyor,

Derim ile kemiklerim arasında bu korkunun kıpırdanışı var,

Bunun sebebi ancak,onu ansızın görmüş olmam ve neredeyse cevab veremeyecek kadar, donup kalmam, Kabul etmekte olduğum görüşümden vazgeçirilmem, ve o kaybolurken.saydıklanmı unutmamdır..

Mecnun diye bilinen Kays b.el-Mulevvah mec­nun olduğu zaman aklı gitmiş ve vahşi hayvanlarla birlikte dolaşmıştı.Leylâ'nın lafından başka birşey anlamıyordu.Ve şöyle diyordu:

Yazıklar olsun aklı çalınmış olarak akşamla yana, ve aklı tamamen götürülmüş olarak sabahlayana...

Leylâ'dan bahsedilince tekrar aklım başına geldi ve aklımın keskinlikleri, dağınık yerlerden geri geldi..

Babası Ka'be'ye iltica etmek ve onun yüzü suyu hürmetine şifa istemek için Mecnun'u Mekke'ye gö­türmek üzere yola çıktı.Mecnun Mina'da birisinin "Leylâ" dediğini işittihemen bayılarak düştü. Ayıklığı zaman şöyle dedi:

"ve birisi biz Mîna'nın inişinde (hayf da) iken bağırdı.

Farkında olmadan kalbi(mi)n hüzünlerini hrekete geçirdi.

(Halbuki o) "Leylâ" nın ismi ile başkasını çağırdı.sanki "Leylâ" sözüyle göğsümdeki gönül kuşunu uçurdu.[412]

Gerçekten aşk yüzünden pekçok kimse ölmüş-tür.Urve b.Hızâm;Abdullah b.Aclân en-Nehdi bun­lardandır.

EBÛ MUHAMMED: Bana Abdurrahman b.Ab-dullah b.Kurayb rivayet etti (ve) dedi:Bana amcam el-Asmai rivayet etti (ve) dedi:"Abdullah b.Aclân (en-Nehdî)   aşktan   ölen   meşhur   arab   âşıkların-dandır.Şâirlerden biri onu zikretmiş ve :

"Eğer aşktan ölürsem,

İbnu, Aclân da aşktan ölmüştür." demiştir...

Bize Ebû Hatim rivayet etti (ve) dedi:Bize el-As-maî, Abdulaziz b. ebî Seleme'den, o da Eyyup (es-Sah-tiyânîdan ,o da Muhammed b. Sîrîn'den haber verdi ki(İbnu Şîrîn) şöyle demiştir:Hind'in âşığı Abdullah b. Aclân şöyle demiştir:

"İyi bil ki Hind sana mahrem (haram) olmuştu.  ve ben Hind'in en yakin akrabalarından ol­dum kılıcının kını,kılıfı gibi oldum, iki elim arasında yay ve oklan evirip çevirir ol­dum. [413]

(İbnu Sîrin devamla) : Bunları söylerken sesini yükseltti ve düşüp öldü,dedi.

Haber nakilcilerinin (nakaletu'l-ahbâr] rivayet­leri arasında el-Hâris b.Hıllize el-Yeşkûrî'nin Amr b.Hind'in huzurunda "...Esma ayrılacağını bize bil­dirdi..." diye başlayan kasidesini irticalen söylediği ri­vayeti de vardır. Kasidesi bir hitabe gibiydi.Tam bu sı­rada el-Hâris 'in dayandığı ve üzerine yaslanarak hut­be irâd ettiği aneze [414]birden onun göğsüne saplandı.Fakat o bunun farkında değildi.İşte bu,kadınla-rın ellerini kesmelerinden daha çok şaşılacak bir şey dir.

Onların (kadınların ) ellerini kestiren sebep ise;el-Haris b.Hıllize'nin göğsüne aneze'yi saplayan sebepten daha kuvvetlidir.

Amma kafilenin onu değersiz bir fiata satın al-masına.hem de bununla beraber onun (Yûsuf un) hakkında rağbetsiz bulunmalarına gelince :Şüphesiz ki onlar Yûsuf u,efendisinden kaçtığı ve kusuru ol madığı için satın altılar,ve Yûsuf un kardeşlerinin iddia ettiği büyük cinayetler ve işlediği suçlardan dola­yı, efendilerinin atmış olduğu kuyudan onu çıkardı­lar. Yûsuf un kardeşleri buna ilâveten,Mısır'a götü-rünceye kadar onu bağlamalarını ve kelepçe vurma­larını şart koştular.îşte fiatı düşüren ve müşteriyi (alı­cı) rağbetsiz kılan şey bu hususların altındadır.

Bu kıssa Tevrat'ta da zikredilmiştir.[415]

Yûsuf a verilen (bu) güzelliğe rağmen kardeş­leri onu nasıl tanımazlar?" demelerine gelince:Ben sana Yûsuf a verilen güzelliği anlattım.Eğer ona veri­len,insanlara verilenden fazla birşey olsaydı bi-le,onun güzelliği insanlardan çok farklı olmazdı.Yine eğer ona güzelliğin yarısı,diğer insanlara da üçte bi­ri,dörtte biri veya yarıya yakın birşey verilmiş olsaydı bile, bu kadar büyük bir farklılık meydana gelmezdi.

Kardeşleri Yûsuf u o bir çocuk iken terketmiş ve sonra onu yetişkin bir adam iken görmüşler; onu za­vallı ve musibete uğramış bir esir iken terketmişler ve büyük bir melik iken karşılaşmışlardır.

Bundan daha kısa bir müddet içersinde ve bun­dan daha az farklı hallerde bile şekiller bozulur ve gö­rünüşler değişebilir... [416]

 

97- Dediklerine Göre Aklın Ve Mantığın İptal Ettiği Bir Hadis...

 

İDDIÂ: Şu'be'den,o da Muhammed b.Cuhâ-de'den.o da Ebû Hâzim (Selmân el-Eşcaî) den,o da Ebû Hurayra'dan.onun şöyle dediğini rivayet ettiniz:"RasûlulIah cariyelerin kazancından nehyetti.[417]

Cariyenin kazancı helâldir.Bir adam eğer cari­yesini veya kölesini kiraya verse,onlar da çalışsalar,onlarm kazandıkları müslümanların icmaı ile ha­ram olmaz. Rasûlullah (bunu) nasıl yasaklayabilir?

CEVAB: Biz deriz ki:Rasûlullahm yasakladığı kazanç,zinadan alınan ücrettir.Cahiliyye ehli,cariye­sine zina etmesini emrediyor ve onların bundan ka­zandıkları paralan alıyorladi.Abdullah b.Cud'ân'm kendileriyle zina edilen cariyeleri vardı.Abdullah (b.Cud'ân) Cahiliyye devrinde Teym kabilesinin seyyi-di.efendisi idi.Bunun üzerine Allah (C.C) :"Dünya ha­yatının geçici menfaatini kazanacaksınız diye na­muslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorla­mayın  "(24.en-Nûr :33) âyetini indirmişti.

Rasûlulah (S.A.V) zemmâra'nın[418]zina eden' ve zinadan kazandığını efendisine getiren cariye'nin -kazancını yasaklamıştır...

EBÛ MUHAMMED: Bize Ebu'l-Hattab rivayet etti (ve) dedi:Bize Ebûbahr (Abdurrahman b. Osman el-Basrî) haber verdi (ve) dedi:Bize Hişâm b.Hassân, Muhammed b.Sîrîn'den,o da Ebû Hurayra 'dan onun şöyle dediğini rivayet etmiştir:Köpeğin (satışından el­de edilen) kazanç ve zemmâra (fahişe) nin efendisine kazandığı ücret gayr-ı meşru kazançlardandır. [419]

 

98-Çelişik Dedikleri İki Hadis...

 

İDDİA: Mâlik (b.Enes) den.o da Ebu'n-Nadr Sâlim'den ,o da İbnu Cerhed'den.o da babası (Cerhed) den [420]rivayet ettiniz ki:"BaIdırlan açık iken Rasûlullah ona (Cerhede) rastlamış ve:" - Baldırla­rını ört.baldırlar da avret yerlerindendir." demiş­tir.

Sonra İsmail b.Ca'fer'den ,o da Muhammed b.ebî Harmele'den.o da Atâ b.Yesâr'dan ve Ebû Sele­me b.Abdirrahman'dan ,o da Âişe'den (R.A) onun şöy­le dediğini rivayet ettiniz:"Rasûlullah evde »baldırla­rı açık bir halde,yan üstü yatiyordu.Ebûbekr İzin istedi,Rasûlullah hiç istifini bozmadan onun gir­mesine izin verdi. Sonra Ömer izin istedi.aynı hal­de iken ona da izin verdi.Sonra  Osman İzin iste­di,bunun üzerine Rasûlullah kalkıp oturdu ve elbi­selerini düzeltti.(Sonra) Osman gidince Âişe (R.A) Osman'a  karşı  niçin böyle  davrandığını  sordu.RasûIullah'Meleklerin kendisinden haya ettiği bir adamdan  ben  haya  etmez     miyim?"  de­di. [421]

Bu Hadis ise birincisinin aksinedir.

CEVAB:Biz deriz ki ki:Burada herhangi bir ters­lik yoktur.Her iki hadisin de yeri vardır,yerlerine ko nulduğu zaman,onların zannettikleri ihtilâf .terslik ortadan kalkar.

Cerhed (R.A) hadisine gelince : Rasûlullah ona rastladığı zaman o,insanlann gelip geçtikleri yol üze­rinde ve onlar içersinde baldırları açık bir halde otu­ruyordu... Rasûlullah da ona :"Baldırlann ört,çünkü bu vaziyyette baldırlar da avrettendir." buyurmuş-tur.Fakat "Baldırlar avrettir" dememiştir.Çünkü av­ret olan yerler .baldırdan başka yerlerdir.

Avret de iki kısımdır:

Birisi: Kadın ve erkeğin tenasül uzuvları ve dü-bürleridir.Bizatihi avret olan ve kadın ve erkeğin her yede ,her zaman ,her halde örtmeleri gereken avret budur.

Diğeri ise:Bu avret yerlerine yakın olan,baldır ve karnın yumuşak kısmı dır. Bunlara da avret denilmiş­tir, çünkü bunlar avretin etrafında ve ona yakındır-lar.Işte bu avret,erkeğin hamamda,kimsenin olmadı­ğı yerlerde,evinde ve hanımlarının yanında açması caiz olan avrettir .Fakat insanların içinde,onlann top­lu olduğu yerde ,ve sokaklarda buralarını açması ona yakışmaz,hoş olmaz..

Erkeğin kendisine helâl olan herşeyi toplulukta izhar etmesi yakışık almaz. (Meselâ) yol üzerinde ve çarşıda birşey yemek helâl olduğu halde çirkin bir ha-rakettir.Kişinin cariyesiyle cinsî münasebette bulun­ması caizdir, fakat insanların ve gözlerin onu göreceği bir yerde bu işi yapması caiz değildir.

Onlar (Ashab) vecs'den hoşlanmazîadı.Vecs, adamın hanımı ile diğer ailelerinin kendilerinin hara-ket (kıpırtı ) ve seslerini duyabilecekleri bir şekilde cinsî münasebette bulunmasıdır.

Rasûlullah (S.A.V) evinde yalnız idi.bu yüzden baldırını haramlarının yanında açmıştı.Sonra yanına alışkın olduğu biri gelmiş ve ona karşı örtünmemiş-tir.Fakat (gelenler) üç kişi olup (bir topluluk hâlini alınca) nasıl ki Cerhed'in (RAİ topluluk arasında bal-

dirini açmasından hoşlanmamışsa,kendisi için de hoşlanmamış ve bu (üç kişilik) topluluktan dolayı örtünmüştür.[422]

 

99, Dediklerine Göre İcma'ın Ve Kur'an1 İn İptal Ettiği Bir Hadis...

 

İDDİÂ:eI-Haccâc (b.Osman) es-Sawâfdan,o da Yahya b.ebî Kesîr'den oda İkrime'den, o da Haccac b. Amr el-Ansârî1 den (R.A) onun Rasûlullahı:"Kimin bir tarafı kırılır veya topal olursa,ibramdan çıkmış sayıhr.Onun tekrar haccetmesi gerekir." derken işittiğini rivayet ettiniz [423]

Yine rivayet ettiniz ki) Haccac, İbnu Abbas ile Ebû Hurayra ya bu hadisi nakledince,ikisinin de "Doğru!" dediklerini söylemiştir.

İnsanlar (ulemâ) ise bunun aksini kabul etmiş-lerdir.Çünkü:"Haccı da.umreyi de Allah için tamamlayın .Fakat herhangi bir sebeple bun-ladan ahkonursaniz,kurbandan (deve,sığır ve da­vardan) sizin için hangisi kolaysa o vacib olur.Ve kurban mahalli olan Mina'ya varıncaya kadar baş­larınızı traş etmeyin." (2.el-Bakara: 196) buyur-muştur.Kurban mahalline varmaksızın ve (kurbanı­nı) boğazlamaksızın o kimsenin ihramdan çıkmasına müsaade etmemiştir.

CEVAB:Biz deriz ki;Rasûlullah (S.A.V) bu-nu,Mekke ahalisinden olup Hacc için Mekke'de telbi-ye getiren ,tavaf eden.sa'y eden.sonra bir tarafı kı­nlan veya topal olan veya hastalanan ve vakfe yerle­rinde bulurîamıyan bir kimse hakkında söylemiştir.O adam bu vakitte ihramdan çıkar ve kendisine ge­lecek yıl haccetmesi ve kurban kesmesi vacib olur.

Aynı şekilde bir kimse ,Hac aylarında umreye niyet ederek Mekke'ye gelir ve umresini edâ eder.Son-ra Mekke'de Hac için telbiye getirir de bir tarafı kı-lır.veya başına birşey gelir ve bu yüzden ,insanlarla birlikte vakfe yerlerinde durmağa gücü de yetmez.İşte bu kimse de ihramdan çıkar.Kendisine gelecek yıl (tekrar)haccetmesi ve ayrıca kurban kesmesi gerekir.

Allahu taâlârnn.hac'dan alıkonulduğu takdir-de.kurbandan kolay olanı emrettiği ve kurban,ma­halli olan Mina'ya varıncaya kadar başlarını traş et­memelerini emrettiği kimseler,Mekke'ye girmeden önce hacc'dan alıkonulan kimselerdir.Bunların hü­kümleri Mekkelüerin ve (Hac için ) Mekke'den ihrama girenlerin tabi olduğu hükümlerden farklıdır.Çünkü hac için telbiye getirmiş olduğu halde yolda birtarafı kırılan veya topal olan ve yolculuğa kadir olamayan veya hastalanan kimsenin hükmü,ancak Ka'be'de ihramdan çıkmasıdır .Ve o kimsenin gelecek sene tek­rar haccetmesi gerekir..

Mekke 'de bir tarafı kınlan, oranın ahalisinden olan veya temettü haccına niyyet etmiş olan ve Mek­ke'de ,Ka'be yakınında ikamet eden kimse ise.ihram-dan çıkar ve onun gelecek sene tekrar haccetmesi ge­rekir. [424]

 

100- Dediklerine Göre Aklın Delille­rinin (=Huccetu'l-Akl) İptal Ettiği Bir Ha­dis...

 

İDDİÂ:Rasülullahm bir adama (Yiyeceği) sağ elinle ye.şeytan soluyla yer." dediğini [425]ri­vayet ettiniz.

Şeytan ise melekler gibi (maddi olmayan) rûhâni bir varlıktır.Nasıl yer ve içer ve nasıl olur da onun yemek yediği bir eli olur?

CEVAB:Biz deriz ki:Şüphesiz Allah (C.C) ne ya­ratmışsa mutlaka bir de onun zıddını yaratmıştır .Ay­dınlık ve karanlık ,beyaz ve siyah ,itaat ve isyankâ-rlık.hayır ve şer,tamlık ve noksanlık ,sağ ve sol, ada­let ve zulüm gibi.

Hayır,tamamlık ,adalet, ve aydınlık namına ne varsa,o Allah'a nisbet edilmiştir.Çünkü Allah bunları sevmiş ve bunlan emretmiştir.

Yine şer,noksanlık ve karanlık namına her ne varsa ,o da şeytana nisbet edilmiştir.Çünkü bunlara çağıran ve teşvik eden şeytandır.

Allahu taâlâ sağa mükemmellik ,tamlık vermiş ve onu yemek içmek.selâm vermek ve tutup yakala­mağa tahsis etmiştir.Solda da zayıilık,noksanlık kıl­mış ve onu istincâ (avret yerini temizleme),istinsâr (sümkürme ) ve pislikleri gidermeye tahsis etmiştir.

Uğurluluğun sağdan,uğursuzluğun da soldan? olduğunu takdir etmiştir...                                    

Falan uğurlu veya uğursuzdur.derler.Bu (uğur veya uğursuzluk) ancak sağ veya soldandır. [426]

Şeytanın sol eli ile yemesi.şu iki mananın dişında değildir:

Ya hakikaten yemiş olabilir ki,bu takdirde yemek;çiğneme ve yutma değil de koklama şeklinde olur.Bu husus bir hadiste rivayet edilmiştir.Yine şey tanın yemeğinin çürümüş kemik, içeceğinin de elcedef [427]yani köpük v.b. olduğu rivayet edil­miştir.

Şeytan bunlardan.ancak kokusunu almak su­retiyle istifade edebilir,ve bu koklama onun için cismânî varlıkların çiğneyip yutması yerine geçer.ve onun koklaması da soldandır.BÖylelikle şeytan ,yemek yerken Allah'ın adını anmayan veya elini yıkamayan,veya yemeği üstü açık bırakıp onun bereket ve hayrını gideren kimseye ortak olmuş olur.

Şeytanın mallara ortak olmasına gelince: Bu,(malın) haram yolda sarfedilmesiyle olur.Çocuk-lara orak olması da zina ile olur.

Yuhut da mecazen sol eli ile yemiş olabilir ki,bununla insanın sol eliyle yemesinin .şeytanın bu­nu istemesi ve onu buna teşvik etmesiyle olduğu kasdedilir.

Bu yüzden sol eli ile yiyene:"O,şeytanın yiyişi gi­bi yiyor." denilir.Bu sözle şeytanın (insanlar) gibi ye­diği kasdedilmez.Kasdedilen ancak,o adamm.şeyta-nın sevdiği gibi yediğidir.

Kırmızı (elbise) hakkında da:" O.şeytanın süsü­dür." denilir ki,bununla şeytanın kırmızı (elbise) giy­diği ve bununla süslendiği kasdolunmaz...Ancak bu-rada,onun şeytan tarafından (giyilmesi) ilham edilen bir süs olduğu kasdolunur.

Yine,elktıâtki sangı çenenin altından dolaştır­madan sarmaktır.-hakkında da,onun şeytan sarığı olduğu rivayet edilir.Bununla şeytanın sarık sardığı kasdolunmuş değildir.Kasdolunan,bu şekildeki san­gın şeytanın sevdiği ve onu teşvik ettiği bir sank şekli olduğudur.

( Rasûlullah'm) hayızlı kadın hakkında söyledi­ği:" O şeytanın fiskesidir [428]hadisi hakkında da aynı şeyi söyleriz.Buradaki fiske.şu iki mânaya ge­lir.

Ya şeytanın ,kadının temizliğini bozarak onu na­mazdan alakoymak için bu damara fiske vurması ve ondan hayz kanının akması mânasına gelir ki, insa­nın damarlarında dolaşan birinin, [429]fiskesi ile ka­nı akıtmaya kadir olması şaşılacak birşey değildir.

Veyahutta,bu fiskenin,kadmın tabiatında (ya­ratılışında) olması ve hayız namaza mani olduğu için -sol el ile yemenin,çene altından dolaştırılmadan sanlan sangın ve kırmızı elbisenin şeytana izafe edilmesi gibi-şeytana izafe edilmesi mânasına gelir.

EBÛ MUHAMMED:Bana Ziyâd b.Yahyâ rivayet etti (ve) dedi :Bize Bişr b. el-Mufaddal ,Yûnus (b. Ubeyd) den,o da el-Hasen (el-Basrî) den Rasûlullah'ın (S.A.V) .-"Kırmızı şeytanın süsüdür.şeytan kırmızıyı sever." [430]buyurduğunu rivayet etti.Bu sebepten Rasûlullah ( S.A.V } erkeklerin usfur (za'ferân,safr­an) île boyanmış (koyu sarı )elbise giymesini kerih görmüştür. [431]

İbrahim [432]"Ben,şeytanm süsü olduğunu bildiğim halde za'ferânla boyanmış elbise giyerim;ve Cehennem ehlinin takındığı birşey olduğunu bildiğim halde demir yüzük takıyorum." demiştir...Böylece o demirin cehennemliklerin takı ve mücevheratı oldu­ğunu söylemiş tir .Aslında cehennemlikler takı takma-yacaklardır.

O,bu sözüyle ancak cehennemliklerin mücev­her yerine zincirler, kelepçeler ve boyunduruklar takmacaklann kasdetmiştir.Bu suretle demir,onların mücevheratı (süsü) olmuş olur.İbrahim bunu,kendi­ni ve yaptığı amelini örtmek .gizlemek için yapardı. [433]

 

101- Dediklerine Göre Çelişik İki Hadis...

 

İDDİA: Rasûlullahın:"(Hastahğının iyileşme­si için) vücudunu dağlattıran veya (kendisine ) okutup üfiettiren (Allah'a) tevekkül etmemiştir." [434]buyurduğunu rivayet etiniz.

Sonra da Es'ad b.Zurâra'nın (R.A) dağlandığını ve :Rasûlullahın "Sizin tedavi olduğunuz şeylerde bir bayır varsa,bu olsa olsa hacamatçının (kan akıtmak için neşterle vücudu) yarmasında veya ateş ile dağlamasmdadır." [435]buyurduğunu riva­yet ettiniz.Bu ise birinci hadisin aksinedir.

CEVAB:Biz deriz ki:Burada herhangi bir uyuş-j rnazlık yoktur.Her bir hadisin yeri vardır.oraya ko-[ nulduğu zaman uyuşmazlık ortadan kalkar.

Dağlamak iki çeşittir.

Birisi:Araplar dışındaki pekçok milletin yaptığı gibi,hastalığa yakalanmamak.hasta olmamak için sağlam birisini dağlamaktır. Onlar çocuklarını ve gençlerini kendilerinde hastalık olmadığı halde dağ­larlar. Onlar bu d ağlamanın, onların (çocukların) sıh­hatini koruyacağına ve hastalıkları onlardan uzak­laştıracağına inanırlar.

EBÛ MUHAMMED: Horasan'da Türklerce hür­met edilen,Türk tabiblerinden birini gördüm.dağla-ma ile tedavi ediyordu.Onun tercümanı bana.onun dağlama ile humma (sıtma) ve zâtu'1-cenb (göğüs zan iltihabı) hastalıklarını,solucan,akciğer veremi, felç ve bunlardan başka mühim hastalıkları da iyileştirdiği­ni söyledi.

Tabib hastaya geliyor ve hastalığı vücudun bir noktasına sıkıştırmak için,onu iple sıkıca bağlı-yor,sonra kızgın demiri buraya koyuyor ve orayı yakı-yormuş.Bu tabib,hasta olmamak için ve sıhhatinin devamlı olması için de (insanları) dağlıyormuş .Tabib -üstelik - yağmur yağdırabileceğini,vakitsiz olarak bulut meydana getirebileceğini .rüzgarı estirebilece-ğini ve bunlara benzer daha birçok yalanlan ve apaçık budalalıkları da iddia ediyordu.Etrafındakiler bunla­ra inanıyor.onun doğru söylediğine şehadet ediyorladı.

Biz ,onun iddialarının bir kısmını denedik , de­diklerinin hiçbirini yapamadı.

Araplar da Cahiliyye devrinde bu inançtaydı ve ,buna benzer bir uygulamayı,develer nukbe (uyuz)

hastalığına yakalanınca yaparlardı.en-nuk-be,uyuz hastalığıdır ki,develerin yüzlerinde ve du­daklarının kenarlarında yaralar peyda olur ve sağlam develere de sirayet eder.Araplar ,uyuza yakalanmış hayvanların iyileşmesi için sağlıklı olanları dağlarlar­dı. en-Nâbiğa (ez-Zubyânî) -sağlıklının dağlanmasını îma ederek-en-Nu'man'a şöyle hitap etmiştir:

"Başkasının günâhını bana yükledin ve onu uyuzlu bir deve gibi terkettin (ki) (uyuzlu deve ) ser­bestçe otladığı halde.diğer hayvanlar dağlanır.[436]

İşte Kasûlullah'ın (S.A.V) iptal ettiği ve hakkın­da: "Dağlanan tevekkül etmemiştir." dediği husus da budur.Çünkü o,sınhatli olduğu halde,dağlanmak ve tabiatını ateş ile korkutmakla,kendisinden Allah'ın kaderini uzaklaklaştırabileceğini zannetmekte-dir.Eğer Allah'a tevekkül etmiş olsaydı,O'nun (C.C) kazasından insanı kurtaracak hiçbir şey olmadığını bilirdi ve sıhhatli olduğu halde tedavi olmaz ve hasta­lık olan yer iyileşsin diye .hastalık olmayan yeri dağla-mazdı.

* Diğer dağlamaya gelince: Yara iltihaplandığı ve,kan kesilmedği zaman yarayı dağlamaktır.Bir uzuv kesildiği zaman yapılan dağlamalarında ve be­dende su toplandığı zaman damarların dağlanması da böyledir.

İbnu Ahmer (el-Bâhili) siroz hastalığına yaka­landığı zamanki tedavisini alatarak şöyle demiştir:

"Şukââ [437] otunu içtim ve ağzıma ilaç damlat tim,ve dağlama demirini.damarların ağzına yaklaş­tırdım.[438]

İşte Rasûlullah'ın "Onda şifa vardır." dediği dağ­lama budur.Es'ad b.Zurâre is'cboynunda hissettiği bir hastalıktan dolayı dağlanmış tır. Bu ise birincisi gi­bi değildir. (Çünkü) hastalığa yakalanınca tedavi olan bir kimseye "Tevekkül etmemiştir." denilemez.

Halbuki Rasûlullah (S.A.V) tedavi olunmasını emretmiş ve :"Her hastalığın ilâcı vardır. [439]buyurmuştur.(Bunu da şu mânâda söylemiştir:) İlaç mutlaka şifâ vereceğinden değil, sadece bu ilaç ile Allah'ın kendisine afiyet vermesi umularak içi-lir.Çünkü Allahu taâlâ .herşey için bir sebep kıl­mıştır.

*Rızık meselesi de buna benzer:Alah (C.C) şüp­hesiz kullarının azıklarını garanti etmiştir.Çünkü :"Yerde yürüyen ne kadar canlı varsa hepsinin nz-kı ancak Allah'a aittir." (ll.Hûd:6) buyurmuş-tur.Sonra da Rasûlullah bize, rızkı aramamızı,kazan­mamızı ve meslek sahibi olmamızı emretmiş tir .Allah (C.C) da :"Kazandiklannızin en helal ve iyisinden harcayın.." (2.el-Bakara: 267) buyurmuştur. [440]

Tehlikelerden sakınmanın Allah'ın kaderini uzaklaşürmayacağı bilinmesine rağmen;tehlikeler­den sakınmak,ve Allah'ın zayi ettiğini muhafaza ede­cek ve Allah'ın muhafaza ettiğini telef edecek birşey olmadığı bilindiği halde malı kasalarda kilitlerle korumak da buna benzer.

Bunlara benzeyen ve bizim,,bilemediğimiz tara­fını düşünmememiz gereken ve sebatla çalışmamız icab eden hususlar pekçoktur.Nitekim Rasûlul-lah:"(Deveni) bağla sonra tevekkül et." buyurmuş­tur..

"Allah bana kâfidir (= hasbiyallah), ben özrümü Allah'a sunarım," diyen bir adama (Rasûlullah): "An­cak bir şey seni âciz bir duruma sokarsa,o zaman has­biyallah de!" demiştir.

* Tiryak da,iki durumda dağlamaya ben­zer. Rasûlullah: "Bğer ben tiryak [441] içmiş olsaydım veya nazarlık (muska) takınsaydım veya kendiliğim­den şiir söyleseydim bana ne faydası olurdu,bunu bilmişim bilmemişim ne önemi var? [442]buyur­muştur.

Araplar et-tiryâku'1-ekber'in mevcudiyetini, onun Rum (-Bizans) ve İran krallarının hazinelerinde bulunduğunu, mühim hastalıklar için en uygun ve en faydalı ilaç olduğunu duyarlardı. Bu yüzden Arablar et-Tiryâkul-ekber'in mutlaka şifa olduğuna hükmet­mişler ve faydalı olan her şeye tiryak adını vermişler­dir. Ve onun, ölümü bir müddet uzaklaştırdığına, öm­rü arttırdığına ve hastalıklardan koruduğuna inan­mışlardır.

Şâir de şarabı vasfederken:

"Bana kırmızımtırak bir şarap, bir tiryak verdi,;j kemiklerimi yumuşattıkça yumuşatır." demiş ve

tiryak ile şifâyı kastetmiştir.Sanki şâir :"Bana| bütün dertlere deva olan tiryak gibi bir şarap verdi/ demiştir.

Bazıları kadının tükürüğünü de tiryaka benzet­mişledir. Bununla sanki,onun,bir tiryak gibi aşk has­talığını iyi edeceğini kasdederler.

Buna delalet eden hususladan birisi de Rasûlul-lahın tiryak içmeyi,nazarlık takma ile birlikte zikret-mesidir.Nazarlık,alaca renkli boncuğa denir.Cahiliy-ye devrinde boyuna ve pazulara asılır ve insandan hastalıkları uzaklaştırıp ömrü uzatacağı zannedilir-di.Nitekim şair de şöyle demiştir:

"(O) öldüğü takdirde artık Muzeyne kurtulamaz (felah bulmaz) onun üzerine nazarlığı tak ey Muzeyn (=fe   nûtî aleyhi yâ muzeynu ettemâima"

fe nûtî aleyhi yâ muzeynu et-temâima:yani di-yorki,ona bu nazar boncuğunu tak ki onu ölümden korusun...

Urve b.Hızâm şöyle demiştir: 'Yemâme münecciminden bilgi sordum ve Necd münecciminden de; beni iyi edemediler.

Bildikleri dualardan okumadıkları, ve şifalı sulardan (= es-selve) içirmedikleri kalmadı. İkisi de dediler ki,senin şifan Allah aittir. Vallahi bizim senin göğsünün taşıdığı hastalığı iyi edecek maharetimiz yoktur.

es-selve,birtakım taşlardır ki,âşîk içinde bu taş­ların bulunduğu suyu içince rahatlar ve kendisindeki üzüntü ve keder gider,derlerdi.

İşte Rasûlullahın (S.A.V) içinde bu niyyet bu­lunduğu ve bu maksadı güttüğü zaman- kerih gördü­ğü tiryak da budur.

Tiryak'ın içilmesine gelince:O da diğer ilaçlar gi-bidir.Faydası da umulur.zararından da korkulur.Al lan bununla o kimseyi şifaya kavuşturabilir.İçersinde yılan eti bulunmadığı takdirde,bunu içmekte bir beis yoktur. Çünkü İbnu Şîrîn (110) [443]içinde el-hu-ma,yani yılanın etinde mevcud olan zehir bulunduğu zaman tiryakı kerih görürdü...

Tiryak'a benzeyen diğer bir husus da,okuyup üfleme (nefes etme) kür .Allanın i simi er inden, zikrin­den ve mukaddes kitaplardaki sözlerinden arapça-dan başka bir dille[444]okumak suretiyle yapılan oku­yup üfürmenin,mutlaka faydalı olacağına inanmak da mekruhtur.

(Rasûlullah) " Okuyup üflettiren.Allaha tevek­kül etmemiştir." sözü ile bunu kasdetmiştir.

Kur'an ile, Allahm isimleri ile (okuyup üfeyerek) korunmak ise mekruh değildir.Bu sebeple Rasûlul­lah ;birilerine Kur'an ile okuyup üfleyen ve bundan dolayı para alan.ashabından birine : " Kim okuyup üflemekten dolayı para alırsa o batıldır. Sen ise şüphesiz hak olan bir okuyup üflemeden dolayı ücret aldın.[445] demiştir. [446]

 

102- Dediklerine Göre Su İçme Hakkında İki Çelişik Hadis..

 

İDDİÂ: ( Abdullah) İbnu'l-Mubârek'den,o da Ma'mer (b.Râşid)den ,o da Katâde'den.o da Enes (b.Mâlik) den onun şöyle dediğini rivayet etti­niz :"RasûIuIIah bir kimsenin ayakta su içmesini yasakladı (nehyetti) .Ben:"-(Ayakta yemek) yeme­ğe ne dersiniz?" dedim. (RasûlulIah):"(Ayakta) ye­mek yemek.su içmekten daha çok (yasaklanmağa layıktır.)11 dedi. [447]

Sonra,Abdurrazzak'dan,o da Ma'mer'den.o da Eyyûb (es-Sahtiyanı) den,o da Nâû'den.o da İbnu Ömer'den "Rasûlullahın ayakta su içtiğini" rivayet ettiniz. [448]

Bu ise evvelki hadisi nakzetmektedir

CEVAB:Biz deriz ki:Burada hiçbir çelişki yok-tur.Çünkü birinci hadiste Rasûlullah ,bir kimsenin yürüyerek yiyip içmesini yasaklamıştır.Bununla o kimsenin yeme ve içmesinin sükûnetle olmasını.bir yolculuk veya ihtiyaç için acele eden birinin yürürken içmemesini kasdetmiştir.Çünkü böyle yaparsa, ya boğazına birşey tıkanır ya da su göğsünde düğümle­nir.

(Hadisteki ayakta durmak, yürümek manasına­dır.) Nitekim araplar: "Bizim ihtiyacımız için kalk. " derler ve bununla o kimsenin hakikaten kalkmasını değil, sadece : "İhtiyacımız için yürü, ihtiyacımız için koş.." demeği kasdederler. el-A'şâ'nın şu sözü de bu kabildendir :

"Kavminin kin ve intikamı için kalkar (=yekû mu alâ vağmi kavmini)

Dilediği zaman affeder, veyahut intikamını alır."

'Yekûmu alâ vağmi kavilimi" sözü ile onun, inti­kamını almak istediğini ve alasıya kadar bu uğurda koştuğunu kasdetmiştir. Yoksa onun yürümeyip se-dece ayağa kalktığını kasdetmemiştir.

Allahu taâlânm: "(Kitap ehlinden) öylesi de vardır ki, ona emanet olarak bir altın versen sen başına dikilfip ayak direyip ısrar et) medikçe onu sana geri vermez." (3.Â1-İ İmrân :75) âyeti de böyle­dir. Bununla: "Sen devamlı gidip gelmeğe ve borcunu ödemesini istemeğe devam etmedikçe." demek iste­miştir.

İkinci hadiste : "Rasûlullah ayakta (su) içerdi." sözüyle kasdedilen, yürümek ve koşmaksızm içme-sidir. Bu şekilde (koşup yürümeksizin) ayakta su iç­mekte bir beis yoktur. Çünkü bu durumda o kimse, hareketsiz ve sakin bir haldedir ve oturan bir kimse mesabesindedir. [449]

 

103 - Necis (=Pis) Hale Gelen Sular Hak­kında Güya Çelişik İki Hadis...

 

İDDİA: Siz Rasûlullahtan, onun (SAV.) birçok hadiste : "Suyu hiçbir şey necis (pis) etmez.[450] buyurduğunu rivayet ettiniz.

Sonra yine Rasûlullahtan, onun (S.A.V.)  : "Su iki külle [451] olunca pislik taşımaz (pis olmaz)"

buyurduğunu rivayet ettiniz. [452]

Bu hadis, suyun iki külle miktarına varmayınca pisliği taşıdığına (pislendiğine) delildir. Bu ise birinci hadisin aksinedir..

CEVAB : Biz derizki: Bu hadis birinci hadisin aksine değildir.

Rasûlullah ; "Suyu hiçbir şey necis etmez." sö­züyle, bunun çoğunlukla ve ekseriya böyle olduğunu söylemiştir. Çünkü kuyularda ve nehirlerde genel­likle suyun miktarı çoktur. Dolayısıyla bu söz, husu­si hallere şamil olmaz.

Bu, "Seli hiçbir şey geri çeviremez." denmesine benzer. Halbuki duvar bazı sellere mâni olup, onun önünü alabilir. Burada suyu çok olan sel kasdedilir, suyu az olan değil...

"Ateşe hiçbir şey mukavemet edemez (dayana­maz) " denilir. Bununla, bir nefeste söndürülebile-cek kadar (zayıf olan) lamba alevi veya kıvılcım kas-dedilmez.Kasdedilen yangın ateşidir.Sonra da (Rasûlullah) "kulleteyn (=iki külle)" sözü ile, necase­tin galip gelemeyeceği, hiçbir şeyin pisletemeyeceği çok suyun mikdanni açıklamıştır. [453]

 

104 - Hacc İle İlgili, Çelişik Gördükleri İki Hadis :

 

İDDİA : İsmail b. Uleyye, Eyyûb (es-Sahtıyânİ) den, o da Abdullah b. ebi Muleyke'den, o da el-Kâsım'dan o da Âişe'den, onun (RA.) : "Hac için telbi-, ye getirdim.[454] dediğini rivayet ettiniz.

Yine Abdullah (b. ebî Muleyke) : "Urve, bana Âişe'nin (R.A.) "Umre için telbiye getirdim." dediğini rivayet etti" demiştir [455]

CEVAB : Biz deriz ki : Eğer el-Kâsım'dan veya Urve'den bir hata vaki olmamış ise (o zaman) bu iki hadisin bir açıklaması vardır.

 (Bu açıklama da) şudur : Rasûlullahm Ashabı Mekke'ye geldiler. Hac niyetiyle telbiye getirmişlerdi. Rasûlullah (S.A.V) onlara tavaf ve sa'y etmeleri-ni,sonra ihramdan çıkmalarını ve bunu umre yap­malarını emretti.Ashab da ihramdan çıktılar ve te­mettü haccına niyyetlendiler [456]

Rasûlullah da:"Beraberimde kurban olmasay­dı ben de ihramdan çıkardım. [457]  buyurmuştur

Ebû Zerr (R.A),"Bu,haccı feshetme işi onlara (ashaba) has olan birşeydir." derdi.Fukahadan da pekçokları bunu kabul etmişlerdir.

Âişe'nin (RA) önceden hac için telbiye getirmiş ve el-Kâsım 'a :"Ben hacc için telbiye getirdim." demiş ol-masi,sorira da haccını feshedip,onu umre yapmış ol­ması ve Urve'ye de: "Ben umre için telbiye getirdim." demiş olması da mümkündür.

Hz.Âişe (RA) her iki halde de doğrudur. Çünkü onun için telbiye getirdiği hac,Rasûlullahm emri ile um-re'ye çevrilmiştir. [458]

 

105- İddialarına Göre Akun. Dedillerinin (=Huccetu'l-Akl) İptal Ettiği Bir Hadis...

 

İDDİÂ:Rasûlullahm:(Kötü) göz (=nazar değ­mesi ) neredeyse kader(i-ilâhfy) i geçecekti.[459]dediğini rivayet ettiniz.

Ca'fer b.ebî Talibin (R.A) iki oğlu Rasûlullaha götürüldü.Çocukların ikisi de zayıf idi.RasûIul-ah -Bu çocuklar niçin böyle zayıf!" dedi. "Onların ikisine ne nazar değdi." dediIer.RasûIulah;"İkisine de okutup üfletin." dedi. [460]

Halbuki pekçok hadiste (Rasûlullah) okuyup üfî emekten menetmiştir.

Hem göz.uzaktan nasıl tesir edib insanı hasta edebilir?Bunu ne akıl alır,ne de düşünce kabul eder!...

CEVAB:Biz deriz ki:Bu hususu,dinî ve felsefî bakımdan ki onlar (kelâmcılar ve akılcılar) felsefeyi kabul eder ve meseleleri ona havale ederler- hem akıl alır,hem de düşünce kabul eder.

İnsanların tabiatları (mizaçları) çeşit çeşit­tir... Onlardan kimisinin nazarı isabet ettiği zaman zarar verir.kiminin nazarı da zarar vermez.

Kimisi de ısırır ve ısırması kuduz köpeğin ısır ması veya yılanının sokması gibi zararlı olur M, ısırdı­ğı kimse iflah olmaz.

İnsanlardan bir kısmını akreb sokar da .soku­lan bundan acı duymaz,fakat akrebin kendisi ölür.

(Halife) el-Mutevekkil'e .çölden siyah tenli biri getirilmişti .O, yılanları diri diri yiyor ve yılanı başın­dan ısırmağa başlıyordu.Ayrıca gelinciği de diri diri yiyor ve onu baş tarafından yemeğe başlıyordu.

Yine başka biri getirildi, deve kuşunun yediği gibi ateş parçasını yiyor , fakat ateş onu yakmıyor­du.

Şehir ve köylerden uzak olan fakir bedeviler yı­lanları ve herçeşit sürüngen ve heşeratı yerler.

Kimileri de ebras [461] yer. Halbuki onun eti yı­landan ve tinnîn'den [462]daha öldürücüdür.

Ebû Zeyd {Saîd b.Evs el-Ansârî} de şu şiiri söy­lemiştir:

'Vallahi eğer ona karşı samimî olsaydım, elbette abraşları yiyen bir köle olurdum."

(Ebû Zeyd) burada kölelerin abraslan yediğini bildirmiştir.

İnsanlar içersinde .yaratılışı (mizacı) zehirli ve zararlı kimselerin bulunmasının nesi inkâr olunabi­lir? Onlar gözleriyle baktıkları zaman.gördüğü şey onun hoşuna giderse.onun gözlerinden,bu mizacın­dan veya zehirinden birşey aynhr ve gördüğü şeye eri-şir.ve onu hasta eder.

Sahibu'l-Mantık (=Aristo) adamın birinin bir yılana asası (bastonu) Üe vurduğunu ve adamın öldü­ğünü iddia etmiştir.

Yılanlardan öyleleri vardır ki.insana bakar ve bakışı ile insanı öldürür veya bir ses çıkarır ve onun sesini işiten kimse ölür.Bunlar hep felsefecilerin [463]söyledikleri söylerdir.

Bununla beraber bize,en-Nadr b.Şumeyl'den nakledildi, o da Ebû Hayre'den [464]şöyle nakletmiş-tinYılanlardan kuyruğu kesik, çevik, mavi renkli olan­ları vardır ki.herkesten kaçar.Onu kim görürse mut­laka ölür .Hangi hamile kadın ona bakarsa,mutlaka çocuğunu düşürür.Bu «yılan cinsinden bir şeytan­dır."                  .                                                

Bu sözler Aristo'nun anlattıklarına da uymakta­dır.

Bu yılan, uzak bir mesafeden insanı öldürdüğü vak£t,ancak yılanın gözünden havaya yayılan ve gör­düğüne isabet eden bir zehir ile öldürdüğünü bilmi­yor musun?

Keza.sesiyle öldüren de sadece sesinden yayılan bir zehir ile öldürür.Bu zehir kulağa geldiğinde insanı öldürür.

el-Asmaî de,nazar etme özelliği olan biri hakkın­da bunların aynısını anlatmıştır.

Duyduğuma göre el-Asmaî: "Kem gözlü bir adam gördüm. (İnsanlar) adama beddua ettiler,adam tek gözlü kaldı." demiştir.

Bu (tek gözü kör olan) adam, "Hoşuma giden birşey gördğüm zaman »gözlerimden bir sıcaklığın çıktığını hissederim." derdi.

Buna benzer diğer bir husus da şudunHayızh kadın sütü karıştırmak için kaba yaklaşır.Eli.elbise-si temiz olduğu halde ,süt yine bozulur.Bu .bilinen ve yaygın olan bir husustur .Ve bu sadece,kadından ay-nlan ve süte ulaşan birşeyden dolayı böyle olur.

Yine (hayızlı bir) kadın bahçeye girer ve onlara dokunmadığı halde bahçede ekili olanların çoğuna zarar verir.

Bazan da kavun karpuz bulunan evde ,bir ha­mur kesildiği vakit ,o hamur bozulur.

Ebû Cehil karpuzunu yaran kimsenin gözleri sulanır.Keza hardalı döğüp ezenin.ve soğanı kesenin de gözü sulanır.

Bazan bir insan kızarmış bir göze bakar ve göz­leri sulanır.bazan da kızanr.Bu İse ancak.hasta göz-den,o kimseye hava vasıtasıyla ulaşan birşeyden do­layıdır.

Bazan bir adam esner, öbürü de esner .Araplar da (bir deyim olarak) "Esnemenin sirayetinden daha sür'atli" derler.

Üfürükçüler esneme İle insanları ne kadar çok aldatırlar!...Çünkü onlar hastaya okuyup üfledikleri zaman esnerler,hasta da onların esnemesi Üe es-ner,üfürükçü esnedikçe hasta da esner. .Bu suretle üfürükçüler.hastada bunun (esnemenin ) okuyup üflemenin tesiri ile olduğu ve ondan hastalığı çözdü­ğü zannını uyandırırlar.

Bazan bir evde birkaç çocuk bulunur.Bunlar-dan birisi çiçek (hastalığı) çıkarır ve bunun üzerine di­ğerleri de çiçek hastalığına yakalanırlar.Bu ise an-cak,hastadan havaya yayılan ve kendisi gibi çiçek

hastalığına hiç yakalanmamış birine ulaşan birşey-den dolayıdır.

Bunun sirayayetle hiçbir ilgisi yoktur.Bu sade-ce.bir kimseden diğerine nüfuz eden bir zehirdir.Bu nazar kabiliyeti olan göz için de doğrudur.

Amma Bedevilerden bazılarının şu iddialarına gelince:" Onlardan nazar (kem göz) sahibi birisUste-diğini öldürür ve dilediğini gözü (bakışı) ile hasta eder.Ve onladan biri develerin yoluna durur.Bu yol develerin suya gittiği yoldur. (Adam) develerden dile­diğine nazar eder ve onu öldürür." derier.İşte bu doğ­ru değildir.

el-Ferrâ ( -207) [465].Allah'ın (C.C) ."Doğrusu o kâfirler Kur'an'ı işittikleri vakit neredeyse gözleri ile seni devirecekledi. (68.el-Kalem:51) âyeü hak-kmda:'Yani "Sana (kötü) nazar edeceklerdi." demiştir ki,adamın,sudan geri dönen develere nazar ettiği gi­bi,sana da gözleri ile nazar edeceklerdi, demektir.

Bize göre bu (âyet)onun (el-Ferrâ'nın) tevil ettiği gibi değildir.Allah (C.C) sadece:"Onlar,sana olan düş­manlık ve şiddetli kinleri sebebiyle öyle bir bakış bakı­yorlardı ki,şiddetinden neredeyse seni kaydırıp düşü­receklerdi." demektir. Nitekim şâirin şu sözü de dediğimizin doğruluğunu gösterir:

"Bir yerde buluştuklarında birbirilerine (öyle) bakışırlar ki, bu bakış ( baktığı adamın) ayaklarını yerden keser." ..

Yani:Nazann şiddetinden ve sertliğinden nere­deyse onu ayak bastığı yerden kaydırır, demektir.Bu bakış,kindar bir düşmanın bakışıdır

İnsanlar: "Bana yan baktı;bana öfkeyle baktı (gözlerini dikerek baktı); ve ona keskin bir bakış ûrlat-üm." derler.Bunun benzeri Allah'ın (C.C):"Sana öyle bir bakış bakıyorlar ki, ölümden baygınlık gelmiş kimsenin bakışına benziyor."(47.Muhammed:20) âyetidir.Çünkü ölüm anında baygınlık geçiren bir kimsenin gözü dikilip kalır,hiç kıpırdamaz.

Keza Allah (C.C) -(r) harfini fetha ile okuyanın kı-raatına göre-"..fe izâ baraka'l-basar." (75.el-Kıyâ-me:7) buyurmuştur.Yani gözün parlaklığını kasdet-mektedir.

Eğer Bedevilerin bu hususta iddia ettikleri şey­ler doğru olsaydı, onların öldürmek istedikleri adamı öldürmelerinin.hasta etmek [466]istedikleri adamı hasta edebilmelerinin mümkün olması gerekirdi.Hal­buki Allah (C.C} kimseye bunu yapabilme kudreti vermemiştir.

Zannımca kem göz sahibi olan bir kimse birşey-den hoşlandığı zaman, nazarının dokunmasından korkarsa.Rasûlulahın "Bir kardeşiniz birinizin ho-şana giderse ona hayır duada bulunsun (mâşâallah desin) " buyurduğu gibi hemen mâşâallah desin.ha-yır duada bulunsun..

Göz hususunda doğru olan şudur ki,kem göz sahibi bir şeyden hoşlandığı veya bir şeyi beğendiği zaman ona gözüyle isabet eder,ve bu fiil.gözü vasıta­sıyla nefsi için olur.Bu sebepledir ki göze nefs denmiş-tir.Çünkü göz nefisden dolayı isabet eder

Hadiste:"Okuyup üfleme sadece huma'dan, veya nemle'den veya nefs'den dolayı yapılır [467]buyurulınuştıır. Nefs: göz (nazar değmesi) demek­tir. Huma: Yılan akrep ve benzeri zehirli hayvanların sok­ması: Nemle de: Kan çıbanıdır.

Rasûlullah tedavi ile iştigal eden bir kadına (= şeffâ) "Hafsa'ya (R.A), kan çıbanı, nefis ve nazar değmesine kar­şı okuyup üflemeyi ( = nıkye) öğret..." demiştir.

İhını Abbas (R.A) da köpekler hakkında: "Köpekler hırın tâifesindendirler ki hınn da cinlerin zayıflarıdır, (köpekler) yemek esnasında yanınıza gelirse, onlara da yemek­ten verin. Çünkü onların da nefisleri vardır." demiştir [468]nefisleri vardır." sözüyle, onların bakışlarıyla, orada yemek yiyenlere zarar verebilecek gözleri olduğunu kasdetmişfir. [469]

 

106- Alışveriş Hakkında Çelişik Ol Ouklarını Söyledikleri İki Hadis

 

İDDİA: Hammâd (b.Seleme) den, o da Katâde'den, o da el-Hascn (el-Basrî) den, o da Scmura (b.Cundub) dan

(R.A), "Rasfıhıllahın veresiye bir hayvan karşılığında hay­van satmayı yasakladığını" rivayel ettiniz. [470]

Sonra da Muhamffled b.îshak'dan, o da Yezid b.ebî HabûVdcn, o da Müslim b.Cubeyf'dcn o da Ebû Sufyân'dan o da Amr b.Harîş'den, o da Ab­dullah b.Amr'dan, Rasfıllahin kendisine bir orduyu tecili/ etmesini  emrettiğini,   fakat  sonra   zekât  de yelerinin tükendiğini, Rasûlullahın da, ileride alı­nacak zekât develerinden İki deveye karşılık bir deve satın almasını emrettiğini rivayet ettiniz.

İşte bu hadis.birincisinin aksinedir.

CEVAB:Biz deriz ki:Allah'a hamdolsun.bu iki hadis arasında herhangi bir uyuşmazlık yoktur.

Çünkü birinci hadis.veresiye (belli bir vade ile) hayvana karşılık.hayvan satılmasını yasaklamış-tır.Ahcının .satıcının elinde olmayan bir şeyi satin al­ması,Rasûlullah bunu yasakladığı için caiz değil-dir.Bu şekildeki bir ahş-verişe el-muvâsafe satışı de­nir.

Sen veresiye bir hayvana karşılık bir hayvan sat­tırın zaman, sahibinin elinde mevcud olmayan birşey ivin para ödemiş olursun ki.bu caiz değildir.

İkinci hadis şudur: (Rasûlullah) ileride alınacak zekât develerinden iki deveye karşılık.bir deve satın almamı bana emretti." Bununla "selef satışını kas-detmiştir.Sıfatları ve teslim alınma vakti belli olan yi-yecek.hurma veya hayvan karşılığında altın, gümüş veya hayvanı peşin olarak vermek suretiyle yapılan "selef satışı.Rasûlullahm tatbikatında (sünnette ) mevcuttur.

Sen.parayı musteslife (selef satışı yapana) ver­diğinde, alacak olduğun mal onun elinde değil­dir. Vakti geldiğinde onun sana bu malı getirmesi müsteslifin borcudur.Bu durumda selef satışı ,alış verişin hükmünden farklı olmuş oluyor.Çünkü(alış verişte) senin,satış anında sahibinin elinde mevcud olmayan bir malı alman caiz değildir.

Selefte ise senin,selef alışı yaptığında .sahibinin elinde mevcud olmayan bir mal için peşin para öde-

men caiz olmaktadır.

Develer bitince Rasûlullah (S.A.V) ona dokuz yaşında büyük ve kuvvetli develerden peşin bir deve-yi,veresiye olarak dört ve beş yaşına girmiş.şavaşa ve yolculuğa elverişli olmayan zekat develeri karşılığın­da satın almasını emretmiştir.

Çoğu zaman dokuz yaşında kuvvetli develer.iki üç veya dört tane zekât develerinden daha iyidir. [471]

 

107-Hayız Hakkında Çelişik Dedikleri İki Hadis...

 

İDDİÂ:Cerîrden,o da eş-Şeybânî (Ebû İshak) dan , o da Abdurrahman el-Esved'den'den,o da baba-sından,o da Âişe'den (RA) onun şöyle dediğini rivayet ettiniz. :"Hayız kam fazla olduğu zaman Rasululah bize izâr (peştemal) bağlanmamızı emreder,sonra bizimle mübaşeret ederdi (bize yaklaşırdı).Sizden hanginiz Rasûlullahm şehvetine sahip olduğu gibi şehvetine sahip olabilir?..[472]

Sonra da Abdulaziz b.Muhammed'den ,o da Ebu'l-Yemân (er-Rahhâl) dan, o da Ummu Zerra'dan ,o da Âişe'den (R.A) onun şöyle dediğini rivayet etti­niz: "Ben hayız gördüğüm zaman .yataktan hasıra (yerdeki sergiye) inerdim.Temizlenesiye kadar Rasûlullaha yaklaşmaz , yanaşmazdık."

Bu hadis birincisinin aksinedir.

CEVAB:Biz deriz ki:Doğru (sahih) olan birinci hadistir.Bu hadisi Şu'be de.Mansûr (b.el-Mu'temir b.Abdillah) dan,o da İbrahim (en-Nahaî) den.o da el-Esved (b.Yezîd en-Nahaî) den.o da Âişe'den (RA) riva­yet etmiştir.Âişe (RA) demiştir ki:"Bizden birimiz ha yızlı olduğu zaman Rasûlullah bize izar (peştemal) kuşanmamızı emreder,sonra da onunla yatardı.[473]

Bu sened,Ebu'l-Yemân'ın Ummu Zerra'dan (RA) o da Âişe'den (RA) olan rivayete aykırıdır.

Hz.Âişe'nin bir kere:"Ben,hayızlı iken ona mü­başeret ederdim (yaklaşırdım)" demesi .diğer bir defa­sında da:"Ben hayızlı iken onunla mübaşerette bu-lunmazdım.Yataktan hasıra iner,temizlenesiye ka­dar ona (Rasûlullaha) yaklaşmazdım." demesi caiz değildir.

Çünkü bu iki,hadisten birisinin yalan olması gerekir.Yalancı ise kendi kendisini yalanlamaz.

Sâdık (doğru) .tayyib (temiz, iyi) ve tâhir (pak) olan bir kimse hakkında bu nasıl düşünebilir?

İzar (peştemal) bağladığı zaman hayızlıya do­kunmakta (yanına girip çıkmakta) ne ayıp,ne de ku­sur (noksanlık),ne de Kur'an ve sünnete muhalefet sözkonusudur.

Hayızh ve buna benzer kadınlarla bu şekilde bir davranışı ancak mecusîler kerih görür. [474]

 

108- Aklın Delillerinin (Hucçetu'1-Akl) İptal  Ettiğini  Söyledikleri  Bir   Hadis..

 

İDDİA: Rasûlullahm:"Kİşinin rüyası ,tabir edilmedikçe,kuşun pençesindedir.Ne zaman tabir edilirse düşer (vuku bulur)" dediğini rivayet ettiniz. [475]

Kişinin rüyası nasıl,bir kuşun pençelerinde ola­bilir? Tâbir sonucu sevineceği veya akıbetinden kor kaçağı birşeytâbirin gecikmeslyle- nasıl gecikebilir veya tabir edildiği takdirde vuku bulur.

Bu; rüya tabir edilmezse, onun vuku bulmaya­cağına delâlet eder.

CEVAB:Biz deriz ki:Bu söz (hadis) Arap dilinin ifâde hususiyetlerine uygundur. Onlar istikrarsız bir­şey için: "O kuşun pençelerindedir.'Ve "O kuşun pen­çeleri arasındadır" ve "O ceylânnın boynuzları üzerin­dedir." derler.Bununla o şeyin sükûn bulmadğınıtdurmadığını kasdederler.

Nitekim adamın  birisi de el-Haccac  b.Yûsuf [476]hakkında şöyle demiştir:

"Kalbim korkudan sanki.havada dolaşıp yükse­len bir kuşun pençeleri arasında gibidir.

O kimsenin korkusu gibi ki, ne zaman kendisine bir kötülüğün geleceğini söylese, dediğinin çıktığını biliyordum."

el-Merrâr da, korkudan, rehberlerin yüreklerini hoplatan çölü anlatırken:

"Rehberlerin kalbleri sanki .ceylânların boynuz­larında asılıdır." demiştir. Bununla onların kalbleri-nin sanki ceylanların boynuzlarına asılı imişçesine hoplayıp sıçradığını kasdetmiştir. Çünkü ceylânlar yerlerinde duramazlar. Dolayısıyla onların boynuzla­rında asılı olan şey de aynı halde olur.

İmru'l- Kays da:

"...Kudârda[477]h gölgelendiğim günün bir eşi yoktur.

O gün, ben ve arkadaşlarım sanki bir ceylânın boy­nuzunda asılı gibiydik." demiştir. Bununla, "Biz yerimizde durmuyor, sükûn bulmuyorduk. Sanki biz ceylânın boy­nuzunda asılı gibiydik, demek istemiştir.

Rüya da bunun gibi, tabir edilinceye kadar havada do­laştığı, tabir edilince de vuku bulduğu (rüyanın gerçekleş­tiği) kasdedilir.

Fakat, insanlardan kim tabir ederse etsin, rüyanın onun tabir ettiği gibi çıkacağı kasdolunmamıştır. Bunun­la sadece rüya tabir etmesini bilen, ve Allah'ın yardımı ile hakka (doğruya) isabet eden kimse kasdedilmiştir.

İsabet etmediği, hatta doğruya bile yaklaşmadığı hal­de, cahil, yanlış tabir eden birisinin tabiri ile rüya nasıl olur­da tabir edilmiş olabilir? O kimse sâdece tabirinde isabet ettiği zaman, rüyayı (gerçekten) tabir etmiş sayılır. Nite­kim Allah (C.C): "Eğer rüya tabir edebiliyorsanız..." (12. Yûsuf: 43) buyurmuştur. Yani, rüyayı tabir etmesini (ger­çekten) biliyorsanız demek istemiştir.

Sonra Rasûlullah (S.A.V) bütün rüyaların tabir ve tevil edilebileceğini de kasdetmemiştir. Çünkü rüyaların çoğu karışık, mânâsız ve anlaşılması güç rüyalardır.

Rüyaların bir kısmı tabiatın (mizacın) galebesinden; bir kısmı şuur altından, bir kısmı da şeytandandır. Salih rüya ise, zaman zaman rüya meleğinin Ummu'l-kitâb, (Levh-i mahfuz) dan getirdiği rüyadır.[478]

EBÛ MUHAMMED :Bana Yezîd b.Amr b. el-Berâ [479] rivayet etti (ve) dedirBize Ubeydullah b.AbduI-mecid el-Hanefi haber verdi (ve) dedirBize Kurra b.Hâlid haber verdi (ve) dedi:Muhammed b.Sîrîn'i, Ebû Hurayra'dan (RA) şu hadisi rivayet ederken işit-tim:Rasûlullah (S.A.V) ,Rüya üçtür :Birisi Al­lah'tan bir müjdedir. Birisi şeytandan hüzünlendi-rici rüyadır.Bir diğeri de İnsanın kendi kendine kurduğu (şuur altındaki) bir şeyi uykuda görmesidir. [480]buyurmuştur.

Yine bana Sehl b.Muhammed rivayet etti (ve) de-di:Bize el-Asma^Ebu'l-Mikdâm [481]veya Kurra b.Hâlid 'den haber verdi (Ebu'l-Mikdâm veya Kurra) dedi ki:Kendisİne rüya tabiri sorulduğu zaman ben İbnu Şîrîn 'in yanında bulunurdum.Benim tahmini­me göre (İbnu Şîrîn) kırk rüyadan sadece birini tabir ederdi.

İşte bu (dinin ) kaynaklarını (usûl) iyi bilen, kıyâs'a vâkıf ve doğruya isabet hususunda (Allah'ın) yardımına mazhar olan bir kimse tabir edesiye kadar . havada dolaşan sahih rüyadır.Böyle bir zat rüyayı ta­bir ettiği zaman rüya onun tabir ettiği gibi çıkar. [482]

 

I09-Düşüncenin Ve Aklın   Yalanladığını Söyledikleri   Bir Hadis

 

İDDİA:Siz,Rasûlullahın(S.A.V) AmeIden taka­tiniz yettiği kadarını yüklenin. Zira siz usanıp bik-madıkça,AlIah(C.C) bıkmaz. [483]Buyurduğunuri vayet ettiniz.

Allahu taâlâyı ,insanlar bıkınca bıkan bir kimse yaptınız.Halbuki Allah (C.C) hiçbir halde usanmaz ve bıkmaz.

CEVAB: Biz deriz ki:Eğer (bu) yorum onların de­dikleri gibi olsaydı.büyük ve fahiş bir hata olur-du.Lâkin Rasûlullah (SAV) " Siz bıktığınız zaman. (C.C) bıkmaz." demeği kasdetmiştir.Bunun misali günlük konuşmada senin:..."Diğer atlar yorulmadık-ça,bu at yorulmaz." demene benzer.Sen bu sözün-le.diğer atlar yorulunca,bu atm da yorulacağını kas-detmezsin.Eğer kasdolunan şey bu olsaydı,bu atın diğerlerinden herhangi bir üstünlüğü olmazdı.Çün­kü o da diğerleri ile beraber yorulmaktadır. O halde onun,ne gibi bir üstünlüğü olabilir? Bu sözünle sen sadece .diğer atlar yorulduğu zaman,o atın yorulma­yacağım kasdedersin.

Keza ağzı laf yapan ve çok konuşan geveze biri hakkmda:"FuIan,hasımlan susmadıkça susmaz." dersin.Bununla .hasımları sussa bile onun susma­yacağını kasdedersin.Eğer sen.hasımları susun­ca, onun da susacağını kasdetmiş olsaydın, o takdirde bu sözde onun diğerlerinden bir üstünlüğü olmaz ve bu söz onun için medhedilmiş olmayı gerektirmez­di.

Bunların aynısı ,Teebbata Şarran'ın yeğenine nisbet edilen şiirde de mevcuttur.Bu şiirin Halef el-Ahmar'a ait olduğu da söylenir:

"Huzeyl benim taarruzuma kahramanca karşı durdu.

Onlar bıkmadıkça o da (onlara) zarar vermekten usanmaz."

Bu sözüyle,onlar usanınca,onun da (onlara) zarar vermekten usanacağını kasdetraemiştir.Eğer bu­nu kasdetmiş olsaydı.bu sözde onun için bir medih olmazdı.Çünkü o.onlarla aynı seviyede olmuş olurdu.O (yani şâir) sadece onların usandığını,fakat Hu-zeyl'in usanmadığını kasdetmiştir. [484]

BİTTİ

12.10.1987

Ankara



[1] Medînede,Zurayk oğullarının bir kuyusu. (M)

[2] BÜH: 59 / 11; 76 / 47.HAN: 6/57 krş,HAN: 4 / 367

[3] Yani büyü için içirilen ya da yuttururalan ş ey (M).

[4] Bkz:s.l69 ve dipnotu

[5] MUS:39,Selâm,17.hadis no: 2189(IV/1719-20)

[6] Bkz:s.lOl ve dipnotu.

[7] Bkz.Matta: 14 / 1-12; Markos: 6/17 v.d..(M)

[8] BUH: 58 / 7; 64 / 41.HAN: 2 / 451

[9] BUH: 64 / 83

[10] Metinde: "...peygamberleri" şeklindedir.Fakat btf siyak "a uygun değildir.(M)

[11] Garanik kıssası" olarak bilinen bu olay uydurma olup.bunun sağlam hiçbir rivayeti mevcut değildir. Ibn Ku-«ybe de bu konuda herhangi bir rivayete dayanmış değildir. Bu sebeple .onun bu olayı doğru kabul etmesine de itibar edi­lemez. Bu konuda geniş bilgi için bkz:Prof.Dr. İsmail Cerra-2?^ Garanik istİsmarcüan(A.Ü.İ.F dergisiJXXIV (1981Js.69-yi:Prof.Dr. Hüseyin Hâtemi, Şeytan rivayetleri, İst.l989.(M)

[12] Krş.BUH: 40 / 10; 59 / 11 ; 66 / 10.HAN: 5/ 128.

[13] Harut ve Marût kıssası için bkz tes-Sahâvi.el-Magâs1' du'l-Hasene^SSîcl-Aclûnî.Keşfu'l-Hafa.II .329; el-F«J* tenî,Tezkiratu'I-Mavdûât,110;ez-Zerkeşî,et-Tczkîra, 205 (W

[14] Dımeşk (=Şam) nüshasında :Şukeyn

[15] Bağdad nüshasında:Muhammed b.Suleym et-Tâî (Muhammed b.Müslim et-Tâlfî için.bkz: Tehzîbu't-Tehzîb: 9 / 444) (M)

[16] BUH: 60/50

[17] Mekke ile Medine arasında ,su bulunan bir yerNıhâyedir." demiştir.

[18] Bkz:s.l69 ve dipnotu.

[19] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 283-296.

[20] Krş:HAN: 1 / 184; 2 / 182,212

[21] BUH: 34 /102; 48 / 31JMN: 2 / 240

[22] Krş: BUH:  61/18.

[23] Bu son cümle Reisu'l-Küttab nüshasında şöyledir;"O (HzJdşe) Rasûlullahtan sonra Mesih'in ineceğini kasdetmiştir."(M) İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 296-298.

[24] BÛH: 38/3 ,HAN: 2 / 290,380

[25] BUH: 65 / sure: 33,nu: 1; 69 / 15; 85 / 4.HAN: 2 / on

[26] BUH: 69 / 15.

[27] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 298-299.

[28] Krş,HAN: 3 / 61.

[29] BÜH: 53 / 5; 54 / 9; 83 / 3; bkz:es-San(ânî,Subu-lups-Selâm,IV.6-8 (M)

[30] MUVATTA: 41 / 12

[31] Krş.İBNU MÂCE: 21 / 36

[32] Bkz.HAN: 3 / 61; 4 / 66.

[33] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 299-302.

[34] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 303-304.

[35] HAN: 4 / 186,238

[36] Bkz.en-Nisâ: 7-12

[37] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 304-305.

[38] BUH: 67 / 28.

[39] BUH: 52/7 ;67/ 21.U7.HAN: l / 275.290,329; 4 /

[40] Krş,DÂRİMÎ : 1 / 145.

[41] HAN: 4 / 4,5: Krş.HAN: 1 / 432.

[42] BUH: 51 / 27; 56 / 91; 77 / 29.HAN: 3 / 122,18°

[43] RasûluIIahm amcası (M).

[44] Bir nüshaya göre de:"demircilerimiz ve kuyumcul*" nnuz için (?)..."

[45] BUH: 87/8.İzhir,bir nevi kokulu ottur (M).

[46] Sahatû (BkzTTehzîbu't-Tehzîb: 10/38) (M)

[47] BUH: 56 / 94.Krş,BUH: 63/45.

[48] BUH: 41 / 15, Krş.HAN: 3 / 304.327,338

[49] BUH: 25/ 81.Yani:Hac aylarında umre için İhrama girmeyen cahiliyye ehline muhafelefet etmeyi kasdetmiş

[50] Krş,BUH: 9/ 24.

[51] Hurma.küru üzüm.bal .buğday veya arpa suyunun köpük atması ile meydana gelen bir nevi içki. (M]

[52] HAN:3 / 237,250.

[53] A.y. Buradaki hadiste kapların çeşitlerinin isimle­ri de zikredilmektedir. (M)

[54] Ağaçtan yapılmış şarap kabı, (M)

[55] HANt 3 / 237,250.

[56] Ölenin,babasının veya çocuğunun olamaması ha-»•(M) Bkz.: 4.en-Nisâ: 12.176.

[57] Krş ,HAN: 4 / 295,301

[58] EBÛ DÂVUD: 13 / 17.

[59] Vahiy geldiğine işaret .(M)

[60] BUH: 26 / 10,Krş,BUH: 25 / 17.

[61] HAN:1 / 226,241

[62] Krş,BUH: 34 / 25.

[63] BUH: 72 / 28.

[64] BUH: 72 / 28; 76 / 57.HAN: I / 147,244, 326;3/323

[65] Bkz:5.el-Mâide: 3.

[66] BUH: 18 / 5,11,HAN: 1 / 30,215.

[67] Bkz:BUH: 4/48.

[68] Yahyâ b.ebî Kesîr et-Tâî. Muhaddis.Tedlis yapar-«•ITehzîbu't-Tehzîb : 11 / 268 ) (M)

[69] DÂRİMÎ: 1 / 145

[70] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 305-313.

[71] BUH: 10 / 161; 11/2 ,HAN: 3 / 6.30.

[72] Krş.BUH: 1I/5.HAN: 1 / 29.45; 2/424.

[73] Bkz:HAN:4 / 78.

[74] BUH:11 / 6

[75] krş.BUH: 11/7 .HAN: 3 / 65.

[76] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 313-315.

[77] DÂRİMÎ: 23 /I (2 / 430)

[78] eI-Asmaî,Ebû Saîd Abdulmelik b. Kurayb .En meş­iniarap filologlanndandır.Hal'Ü.Ebû Amr b.el-Alâ gibi hoca-iIhnanuerS almı9tır-Harikulâde hafizası ile .devrinin bütün özeirtı îerİni kavramıŞ'bedevilerin dilini ve bu dilin bütün beri ı rinİıbütün lehçelerini öğrenmiş ve bütün şiirleri ez-eriemişti.Birçok eserleri bize kadar gelmiştir.{İslâm Aiısik- / 679) (M)

[79] Sudeyy b.Aclân b.Vehb.Umâme el-Bâhai,Sahabî (Tehzîbu't-Tehzîb: 4 / 420) (M)

[80] BUH: 62/6; 6O / 54.

[81] HAN: 4/172,173.

[82] BUH: 61 / 25.

[83] BUH:56/129,HAN: 2 /6.10.63.

[84] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 315-317.

[85] BUH: 78/12.

[86] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 317-318.

[87] TIR: S / 28.

[88] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 318-319.

[89] Krş,HAN: 2 / 161,191.

[90] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 319-320.

[91] BUH:97/ 24.HAN: 4 / 360.

[92] Metinde:"....e lem tera enne'llâhe alâ külli şey'in kadir" şeklindedir .Bu şekilde bir âyet yoktur.İbnu Kutey-be,"...e lem talem enne'llahe alâ külli şey'in kâdîr." (2.el-Ba-kara:106) âyeti ile karıştırmış olsa gerek. (M)

[93] Bkz.İBNU MACE: 8 / 9.16.DÂRIMÎ; 3/4(1/ 381)

[94] Zu'r-Rumme:ĞayIân b.Ukbe b.Buheyş.Ebu'1-Hâris. Şâir (Bkz: Kitâbu'ş-Şi'r ve'ş-ŞuarâiSaa.Leydeıı 1902 tab'ı 1 (M).

[95] Es'ad Efendi nüshasında:"...Onlara yani dört mezhe­be göre ittifakla kâfir olmuş olur." şeklindedir. (M)

[96] Bkz.:Dİpnot.288.(M)

[97] Matta:V/ 7,8.

[98] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 320-325.

[99] HAN: 2/ 173; 6 / 251.

[100] Hadİ8İn değişik varyantları için bkz.:el-Esmâ ve's-Sıfât:333 v.d.(M)

[101] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 325-327.

[102] BUH:65/sûre:ll,Nu:2,HAN:2/242,S00.

[103] el-Merrâr b.Munkız el'Adevî,Şâir,(Bkz:Kitâbu'ş-Şi'r ve'ş-Şuarâ:439).(M)

[104] Reisu'l-Kuttâb nüshasında "Ukayl" şeklinde hareke-lenmiştir.(M)

[105] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 327-328.

[106] Krş,BUH: 63 / 10

[107] BUH: 56 / 28; 63 / 10.

[108] BUH: 63 / 10.MUS: 36 / 32.

[109] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 328-329.

[110] KrşHAN :2/268,409,5l8.

[111] Krş.BUH: 61/2

[112] Bu paragraf Reîsul-Kuttâb nüshasında yoktur.(M)

[113] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 329-331.

[114] Metinde geçen ve çiçek olarak tercüme ettiğimiz "reyhân"fesleğengillerden güzel kokulu bir bitkidir. (M)

[115] Musnedul- HumeydU/160,nu:334,335; HAN: 6 / 409,krş,HAN: 4/ 172.TIR: 28.Birr,ll,nu;1910,

[116] Bkz:S.l59 ve dipnotu.

[117] BUH: 60 / 19; 65 / sure: 44,nu: 3 ; MUS.IV.2156-57;HAN: 1/ 380,431,441.

[118] Lisân : 16 / 89

[119] Matta:V / 33-37.

[120] Ka'b b.Mâtı' el-Himyerî. Kalm'l-Ahbâr diye meş­hurdur .Cahiliyye devrine erişti ve Ebûbekr devrinde müslü-man oldu.Medine'ye Yemen'den gelmiş,sonra da Suriye'ye gitmiş ve orada vefat etmiştir.Rivayet edilen İsrâiliyâtın bü­yük bir kısmı onun kanalıyla gelmiştir (Tehzîbu't-Tehzîb : 8 / 438 ) (M)

[121] Taç :2 / llO.Bu rivayetin KaVdan rivayet edilmiş olması .onun Israiliyyat'dan olduğuna açık bir delildir.Ibni Quteybe'nin böyle bir rivayeti delil olarak kullanmaması da­ha yerinde olurdu.(M) İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 331-333.

[122] HAN: 2 / 334-Zirâ,kolun dirseğinden parmak uçla­rına kadar olan kısmı d ir.Uz unluk ölçüsü olarak  kullanılan zira' 50 ile 80 cm arasında değişmektedir.(M)

[123] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 333-334.

[124] Câmiu's-sağİr: 1 / 161.

[125] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 334-335.

[126] HAN: 5 / 243; 4 / 66; 5 / 58.

[127] Avf b.Mâlik b.Nadle el-Cuşemî.Ebu'l-Ahvas.el-Kûfî.Sahabî olan babasından rivayette bulunmuştur.İbnu Mes'ud.Ebû Hurayra ve diğerlerinden rivayette bulunmuştur.

el-Hatîbul-Bağdâdî onun Nahrevan savaşında hazır bulundu­ğunu nakletmektedir.  Ebul-Ahvas kussâs(kiâsa anlatıcısı)

İdi.(bkz: Tehzîbu't-Tehzîb: 8 / 169 ) (M)

[128] Dımeşk nüshasında "dokuzyüz" şeklindedir. -Mu-sahhih-

[129] BUH: 59 / 7:65 / sure: S3,nu: 2 ;HAN: 1/395,460.

[130] Unıârab.Âmir.Ummu't-Tufeyl'den rüyete dair bir hadis rivayet etmiştir. Kim olduğu bilinmiyor. (el-Mugnî fi'd-Duafâ: 2 / 461)

[131] Reîsu'l-Küttâb nüshasında:"...Yeşillik bir yerde al­tın bir yaygı üzerinde...'' şeklindedir. (M)

[132] Ebu'l-Ferac İbnu'l-Cevzî bu hadisi el-Hatîb (el-Bağdâdî) tarîkıyla ,bu isnadla serdettikten sonra hadisin uy­durma olduğunu.Mervân'in kezzâb (=çok yalancı),Umâra'ıun da meçhul olduğunu ve Ahmed b.Hanbel 'e bu hadisten sorul­duğu zaman hadise münker dediğini söylemiştir.es-Suyûtî de el-Leâü'1-masnûa'sında ona uymuştur.Bunun için el-Leâlî'nin Kitâbu't-Tevhîd'inin 16.(İkincrbaskısında 28,29.sahifeler -mütercim) sahifesine bakınız.Orada ,bu dipnotu sığmayacak kadar uzun bir malûmat vardır.-Musahhih-.Ayxica bkz:Ibn Huzeyme,Kitâbu't-Tevhîd,s.l98. (M)

[133] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 335-338.

[134] Krş,BUH: 79 / l.HAN: 2 / 244,251.

[135] Hicaz'da yetişen bir cins ağaçtır.Kırnuzı meyvala-rı olur.Bu meyvalar kadınların kınalı parmaklarına teşbih edİUr.-Musahhih-

[136] Bu şâir el-Hattfim el-MuçâşÜ'dİr.-Musahhih-

[137] Tekvîn I / 25; II / 7.

[138] Bütün nüshalarda "cezalandırıldı" şeklindedir .İh­timal ki doğrusu "ıtâba uğradı" olacaktır.-Musahhih-

[139] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 338-342.

[140] HAN: 4/11

[141] Vekî b.Hudus (veya "Udus"),Ebû Mus'ab el-Akîlî (Bkz:Tehzîb: 11/ 131/ (M)

[142] Ebû Ubeyd el-Kasım b.Sellâm e I-Bağdadî. İbnu Uyeyne ve Vekî'den rivayet etmiştir.Tarsus kadılığı yapmış-tır.Kur'an .fıkıh,ve Ğaribu'l-Hadîs'e dair eserler yazmış­tır. Eserlerinin sayısı yirmi küsur kadardır. (Bkz.:Tabakâtu'l-Huffâz 179;Tehzîbu't-Tehzîb: 8 / 315) (M)

[143] Bkz:HAN: 4/11

[144] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 343-344.

[145] MUVATTA : 56 / 3.

[146] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 344-347.

[147] BUH: 97/5O; HAN: 2/ 251,316,413; 3/40,127

[148] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 347-348.

[149] HAN: 6/ 296.

[150] BUH: 10 / 163.

[151] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 348-349.

[152] HAN: 6 / 49r208,237;er-Risâle,s: 518-19,mı: 1503

[153] BUH:34 / 64.HAN : 1 / 430 ; 2 / 248,460,481.

[154] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 349-351.

[155] BUH: 36 / 2.HAN: 6 / 10,390.

[156] HAN: 4 / 388,390; S / 8.

[157] BUH:90 / 14.

[158] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 351-353.

[159] BUH: 59 / 17; 76 / 58.HAN: 2 / 229;3/ 67.

[160] Bkz: S. 122

[161] 0.2 gramlık bir ağırlık ölçüsü .(M)

[162] Esad Efendi nüshasında bu şekildedir.(M)

[163] Zerdüşlükten alınma.birî hayır diğeri şer ilâhı ol­mak üzere iki ilâha inanma .(M)

[164] ilkçağ felsefesinde tıb ilminin de felsefeye dahil edil­diği hatırlansın. (M)

[165] ÇeşitÜ maddelerin karışımından meydana gelen bir nevi ilâç ,tiryak.(M)

[166] Nöbeti 4 günde bir gelen sıtma.-Musahhih-

[167] İnsanın yüzünde meydana gelen bir tür felç.-Mu sahhih-

[168] Bkz: S.159 ve dipnotu.

[169] Muhammed b.Şîrîn el-Ensârî,el-Basrî.Enes b.Mâlik'in mevlâsı ve el-Hasen el-Basrî'nin muasmdır.Fıkıh-ta geniş bilgi sahibi idi .Rüya da tabir ederdi.Sahabelerden otuz kişiyi görmüştür.(Tabakatul-Huffâz: 31,Tehzîbu't-Tehzîb: 9 / 214. (M)

[170] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 353-358.

[171] BUH: 60 / 8; 81 / 53; HAN: 1 / 235,453; 5/ 50

[172] Arabistan'ın Kuzey-Doğu'sunda bu iddiasını yay­mıştır. (Bkz:Islâm Peygamberi: 1 / 364) (M)

[173] Hicaz'da bir mevki.

[174] Bkz.:s70.ve dipnotu.

[175] Bkz:s.l32. ve dipnotu.

[176] BUH: 61 / 25.

[177] Reîsul-Küttab ve Es'ad Efendi nüshalarında bu cüm­le şÖyledir."...İşte bu,ikİ küfür'den en kötü olanıdır." (M) İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 358-362.

[178] BUH: 60/ 31.HAN: 2 / 248,392.

[179] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 362-363.

[180] BÜH: 2 / 15, HAN: 2 / 56,147.

[181] Bkz:HAN:2 / 235,438.

[182] BUH: 60 / 54.HAN: 4 / 121,122; S / 273.

[183] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 364-365.

[184] Bu tâbir korkudan kinayedir.

[185] HAN:4/ 161.

[186] EBÛ DAVUD: 2 / S6,krş HAN: 4 / 161.

[187] Diger bir nüshada ise:"...sen Rasûlullahın....dediğini işitmedin mi7" şeklindedir.

[188] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 365-368.

[189] Krş,BUH: 4 / 75.HAN: 2 / 392;3 / 55

[190] EBÛ DÂVUD: 1/88 krş.HAN: 1 / 16,17,44.

[191] HAN: 6/43.

[192] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 369-370.

[193] BUH: 4 / S8;78 / 80.

[194] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 370.

[195] BUH: 30 / 33.HAN: 6 / 46.193.

[196] NESÂΠ : 4 / 183.

[197] HAN: 4 / 24,426,431.

[198] HAN; 4 / 414

[199] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 371-372.

[200] Bkz: BUH: 30/ 24.

[201] Diğer bir nüshada: "....meni"

[202] BUH: 6 / 5;30 / 23,HAN: 6 / 40,44, 98,126,156

[203] BUH:4 / 5;19 / 16; 61 / 24,HAN: 1 / 220,278.

[204] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 372-373.

[205] Bulunamadı(M)

[206] Krş,HAN: 5 / 352 (Deve ve at içinj;2 / 436 (koyun­lar için)

[207] Hadisin birinci kısmı için bkz: Tâc:8 / 181,ikinci kısım için bkz: Tâc: 10 / 282.

[208] HAN: 2 / 436.

[209] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 373-374.

[210] BUH: 23 / 33,HAN: 4 / 414,437; 6 / 39,57.

[211] Ibn Kutcybe bu eserinde şöyle demektedir:" Sabah ve akşam ateşe arzolunurlar" ayetine gelince; (AUah) bunun âhi-rette olacağını kasdetmemişttr.Kasdedilen.onlann öldükten sonra ateşe sokulacaklarıdır .Bu, kabir azabının varlığına dair Allah'ın kitabından bir delildir.Nitekim(ayetin devamın-da)"Kıyamette de Firavun ve kavmini en şiddetli azaba so-kun,"denmiş olması da bunun doğruluğuna başka bir delil­dir. Onlar berzah âleminde sabah-akşam ateşe sokulurlar.kı-yamette ise en şiddetli azaba sokulurIar."(Te'vîlu Muşkili'l-Kur'ân, (Kahire, 1373/1954),s.59)(M)

[212] BUH: 92 / 26; 80 / 38,HAN: 2 / 185,288,414

[213] BUH: 80/39

[214] BUH: 80 / 37.

[215] HAN: 3 / 126; 4 / 288.

[216] BUH: 3 / 24; 4 / 37.

[217] Krş,HAN:l / 26,36

[218] BUH: 23 / 89.HAN: S / 39

[219] Krş: HAN: 3 / 499; 4 / 163

[220] BUH: 65 / sûre:44,nu:2,MUS,IV.2156-57;bkz: 12,Yûsuf, 48

[221] GoIdziher bu kelimeyi (Safilerden birisi(=raculun mi­ne's-Sûfiyy in") olarak okumuştur.(Bkz.GS .111,34) Nitekim Esad Efendi nüshasında da bu şekildedir.Keisü'İ-Küttâb nüs­hasında ise "kitapçılardan birisi (=raculun mine's-suhufiy-yin)" şeklindedir. (M)

[222] Krş,BÜH: 81 / 17.HAN: 3 / 44.300.       

[223] Horasan ile Taberistan arasında bir İran eyaleti Cbkz:İslâm Ansiklopedisi: 6 / 985) (M)

[224] Saymara yakimnda.blrçok şehirleri ve köyleri olan Cibal bölgesinde geniş güzel bir mıntıka..Irak Hulvan'ın-dan Hemezân'a gidenin sağına düşer,(Mu'cemu'l-buldân: 8 / 209) (M)

[225] Medya'da eski Ragha şehri olup,Tahran'ın takri­ben 8 km.Cenûb-Cenûb-i Şarkîsinde harabeleri görülmekte-dir.(Bkz:İslâm Ansiklopedisin / 721) (M)

[226] Es'ad efendi nüshasında ise :"...bazılarının.." şek­linde olup.bir de şu İlâve vardır:"...(Halifelerin gösterişe dalan oğullarının -Maâzallah-Ehl-i Beyt-i RasûluUaha lanet ettikle­ri." (M)

[227] Salih b.Ali el-Efkam (bkz: el-Beyân ve't-Tebyîn: 3 / 84)  (M)

[228] Mısir'ın cenubunda ve Sudan (Mısır Sudanı) da bu­lunan bir memleketin ve burada yaşayan bîr kavmin adı.(Bkz:İslâm Ansiklopedisi: 9 / 339) ((M)

[229] Metnin harfiyen tercümesi şöyledir:"Amcası oğlu hakkında peygamberini şefaatçi kıl."

[230] BUH: 15 / 3 ; 62 / 11.

[231] BUH: 23 / 33.

[232] Iyâs b.Muâviye b.Kurra b.Iyâs b.Hilâl el-Mu-zeni.Basralı,oranın kadisı.Dedesi sahabe idi .Zekâsı ile meş­hurdur. (Bkz:Tehzîbu't-Tehzîb: 1 / 390) (M)

[233] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 375-387.

[234] Diğer bir nüshada : "...biz hem zevklenir,hem de sevab ahr mıyız?"

[235] HAN: 5 /154,16i.

[236] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 387-388.

[237] Krş,BUH: 63/ 27.

[238] Amr b.Meymun b.Mihrân.Sahâbeden Meymûn b.Mihran'ın oğludur.Babasından,Ömer b.Abdüaziz'den.el-Ha-sen el-Basrî,eş-Şa'bî,İbnu Ömer 'in kölesi Nâfi ve başkaların­dan rivayette buIunmuştur.(Bkz:Tehzîbu't-Tehzîb: 8 /108 )

[239] BUH: 63 / 27.

[240] Reîsü'l-Küttâb nüshasında:"...birbirlerini ısırırlar" şeklindedir. (M)

[241] Yani belirli olan el-kıradatu ve el hanâzîra kelime­lerini belirsiz olarak kullanırdı. (M)

[242] Bu hadisin mahiyeti hakkında herhangi bir açıkla­ma yoktur .(M)

[243] Diğer iki nüshada:"..Tevrat'ın hükmü ile amel etti­ğini."

[244] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 388-391.

[245] HAN: 5/26 (Kalp ve hörgüç için) ;4 / 183 (Bu-Iut,gölge ve kuş karaltısı İçin),5 / 249,361.

[246] Krş,HAN: 4 / 183.

[247] ReIsü'l-Küttab nüshasında "Ziyad b.Yahya" ibaresi yoktur. (M)

[248] Krş.BUH: 4 / 183,-5 / 249,361.

[249] Yerine getirme,tekrar etme.M

[250] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 392-395.

[251] Bkz:EBÛ DÂVUD : 1 / 58.

[252] TIR:1 / 75.HAN: 5 /281.

[253] EBÛ DÂVUD: 1 / 60.

[254] Bkz:s. 82 ve dipnotu.

[255] HAN: 1 / 223,283;2 / 33.

[256] Bilakis İbn Abbas'a Hz.Peygamberin (S^-V) niçin böy­le yaptığı sorulduğunda "Ümmetime zorluk vermemek için!" cevabını verdiği hadislerde zikredilmiştir.Bkz:MUS ,6.Salâ-tu'l-musâfirin,5 (I / 490);Abdurrazzak,eİ-Musannef,II.555;el-Beyhakî,es-Sunen;III.166,167;Bu konuda daha geniş bilgi için bkz:"Seferde ve Hazarda iki namazın cemedilmesi" adlı basılmamış doktora seminerimiz,s.67 v.d.;176 v.d.(M)

[257] HAN: 1 / 221.EBÛ DÂVUD: 12 / 8 (3 / 124)

[258] TIR: 2 / 177.

[259] Mİsal olarak bkz: HAN: 4 /24S.252. İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 395-399.

[260] MUS: 32 / 28.EBÛ DÂVUD : 3 / 54.

[261] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 399-400.

[262] BUH: 63 / 12

[263] el-Câmiu's-Sağir: 2 / 132,

[264] 16 / 1,13;59 / 4,HAN:2 / 109,U8;4 /122, 245: 6 / 168,

[265] BUH: 59 / 4fBkss:s.l89. Yani: iki öküz olan ay ve güneş bile bir kimse için tutulmazsa, ondan daha yüce olan arş,birinİn ölümü için nasıl sarsılır? (M)

[266] BUH: 63 / 12

[267] Efau'I-Esved ed-DÎH,ed-Duelî de dentfir.Basra-lı. Orada kadılık yaptı.Muhadramîn'dendir.Sahabe olup olma­dığı ihtilaflıdır .Nahiv ilmine dair ilk söz söyleyen o'durJVnla-yış.zekâ ve fesahat sahibi idi.(Tehzîbu't-Tehzîb: 12 / 10) (M)

[268] BUH: 96 / 16.HAN: 3 / 140.

[269] Krş,BUH: S9 / 6,HAN: 2 / 364.

[270] BUH: 97 / 36.

[271] Buhari'de ise:"Onunla karşılaşmadan önce Allahin azabından " âenmektedir.{M)

[272] BUH: 62 / 6.HAN: 3 / 208,218,239.

[273] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 400-405.

[274] HAN:2 / S ve krş.BUH: 51/ 7; 70 / 8

[275] Şakîkb.Seleme el-Esedî,Ebû Vâîl.Kûfeli.Rasûlul­lahın devrine yetişti fakat o'nu göremedi. Sahabenin en muş-hurlanndan hadis rivayet etmiştir.(Tehzîbu't-Tehzîb: 4 / 361 ) (M)

[276] BUH: 95 / 6

[277] HAN:3 / 31.39.45.S3.

[278] Abraş:Keler takımmdan.kertenkeleye benzer.bü-yükçe ve siyah benekli zararlı bir hayvan.(M)

[279] Bkz:7.el-A'râf: 157.

[280] Kocasi ölünce hanımın hakkı olan mihir'in mîkda-rı hakkında çocukları veya diğer vârislerle münakaşa edilme-si.(M)

[281] el-Câmiu's-Sa^r: 1 / 75) İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 405-408.

[282] BUH: 19 / 14.HAN: 4/16.

[283] Bulunamadı. (M)

[284] HAN: 6 / 238.

[285] ÇünkütAllah her yerdedir demişlerdi. (M)

[286] 70tel-Ma'ârlc,4 âyetine işaret edilmektedir. M

[287] el-Ma'âric,3 âyetine işaret edilmektedir. (M)

[288] Diğer bir nüshada:...korku.

[289] HAN: 2 / 291.

[290] EBÛ DÂVÜD: 39 / 18.

[291] Matta:V/34.

[292] Matta:VI/ 14.26.

[293] BUH: 97 / 50.HAN: 2 / 25l,316,413;3 / 40,127

[294] Râbiatu'I-Adeviyye diye de bilinir.Basra'nın meş­hur kadın sûfî ve evliyası olup Kays b-Adî'nin bir kabilesi olan el-Atîk'in azadlısıdır.el-Kaysiyye nisbeti ile de tanınmış-tır.Basra'da onun etra&nı Mâlik b.Dinâr .muhaddis Sufyân es-Sevrî,ve Sûfî Şakik el-Belhî gibileri çevirmişler ve onun nasi­hat ye talimlerinden istifade etmişledir.Basra'da ölmüş-tür.(İslâm Ansiklopedisin / 588 ) (M)

[295] Ebû Mehdİyyetil-Arabî-Ebû Mehdî de denilir Arab'ın fusahâsından biridir. Kendisinden Basralıiar rivayet etmiştir.(Bkz:el-Beyân ve't-Tebyîn: 2 / 281 ) (M)

[296] IisânuıI-Arab" müefUfi (=îbnu Manzûr) bu şiiri im-ru'1-Kays'a İzafe etmiştir.

[297] HAN:1 / 234,359,BUH:59/8

[298] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 408-416.

[299] Matta:26 / 39,Markos: 14 / 36,Luka: 22/ 42.

[300] Cahîliyye şairlerinden .(M)

[301] HAN:2 /107.

[302] Krş,BUH: 2 / 37

[303] BUH: 59/7

[304] Bkz:s.:292

[305] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 416-420.

[306] Ûc b.Ûk ( veya Anâk) (İng :"Og") Bazan Basan kra-h,bazan da Firavunlardan birisi olarak gösterilmekte-dir.Hz.Mûsâ (A.S) zamanında yaşamış ve onun tarafından öl-dürülmüştür.(Tafsilât için bkz: The Jewish En cyclopedia:IX / 338;Kitâb-i Mukaddes,Sayüar:21 / 33) (M).

[307] Bu hadisler için bkz:s.66-67

[308] Krş:Kitâb-ı Mukaddes ;Tekvîn: V/S

[309] Lukman hayatının süresi olarak yedi kartalın ha­yatının süresini seçti.Bir kartal yetiştiriyor.bu ölünce bir ikincisi besliyordu.BÖylece altı kartal besledi ve kendisi ha­yatta kaldı.yedincisi olan Lubad ölür ölmez,kendisi de öldü .(Bkz:İslâm Ansiklopedisi :7 / 67,"Lukmân" md.) (M)

[310] Şeriyye ve Sâriye^ olarak da okunmuştur .Arapla­rın uzun ömürlülerindendir.Islâm'a erişti ve müslüman ol-du.Müslümanlann .kendisine tarih kitabı izafe edilenlerinin ilkidir.(Bkz:el-Beyân ve't-Tebyîn: 1 / 361 ve dipnotu) (M)

[311] Bkz:s. I68ve dipnotu.

[312] Emevî Halifesi I.Velid zamanında Mekke ;Hişam b.AbdiImelik zamanında da 19 sene Irak valiliği yaptı (Bkz:Tehzîbu't-Tehzîb: 3 / 101) (M)

[313] Takriben 4-4,5 küo.(M)

[314] Diğer bir nüshada ise:"evler (için temel).."(M)

[315] Zeyd b.Eslem el-Adevî.Hz.Ömer'in mevlâsı .Fa-kih.ve müfessir bir zat idi.Kendisi,Enes ,İbnu Ömer,Ebû Hu-rayra,Hz.Âişe'den;kendisinden de İbnu CuraycEyyub es-Sah-tiyânî.ve iki Sufyan'lar rivayette bulunmuşlardır .(Bkz:Tehz-îbu(t-Tehzîb:3/395) (M)

[316] Bir zira'50 ile 80 cm.arasında değişen bir uzunluk ölçüsüdür. (M)

[317] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 420-429.

[318] HAN: 3 / 12,21,39

[319] Krş:HAN: 2 / 215.403

[320] HAN: 2 / 162,192,207

[321] Krş,BUH: 24 / 9.

[322] Yani sahabe devrinde kâtip ve tüccar azlığına işaret edilmektedir. (M) İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 430-432.

[323] HAN: 1 / 307,329,373.

[324] Muhammed b.AIi b.ebî Tâlib.İbnul Hanefiyye diye bilinir.Hz-Ali'nin oğludur. Babasından,Osman,Ammâr.Muâvi-ye.Ebû Hurayra ve İbnu Abbâs'dan rivayette bulunmuştur. (Bkz: Tehzîbu't-Tehzîb:9 /354 ) (M)

[325] HAN: 1 / 266

[326] el-Câmiu's-Sağir: 1 / 151.

[327] Bkz: 59 no'lu bolüm (M)

[328] HAN: 1 / 307,329,373.

[329] Bkz: 2 2. el-Ha cc : 23;76,ellnsân:l5

[330] Bkz:HAN: 4 /11O;5 /184;6 / 457.

[331] Tihame:Hicaz ve Yemen'in deniz ile dağ arasında­ki sahil kısmı.(M)

[332] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 432-435.

[333] Yani:Eglence ile benim alâkam yoktur.eğlence be­nim işim de değildir.Bkz: Tâc: 2 / 346.

[334] HAN: 2 / 162,192,207.

[335] BUH: 8 / 69;S6 / 81.

[336] Dirkile ve dirkele şeklinde de okunur.bir nevi oyun. (M)

[337] Lisân :13 / 259;BUH: 56 / 81.

[338] HAN:6/39.129.

[339] Metİnde:eI-İksâd şeklinde olup manası isabet et­mek, yaralamak demektir .Bu kelime uygun düşmediği İçin.biz de musahhihin açıklamasına uyarak yukarıdaki şe­kilde terceme ettik. (M)

[340] Takrîb'de "ed-Dâraverdi " (Takribu't-Tehzib : 1 / 512 ) (M)

[341] BUH:77 / 43.

[342] BUH: 2/29.

[343] Krş.BÜH: 30 / 5İ.

[344] Bkz:s. 358 ve dipnotu.

[345] Reisü'l-Küttâb nüshasında "ve Cerîr'in sözünü misal verirdi." ilâvesi vardır. (M)

[346] Bu cümle Reîsü'I-Küttâb nüshasında şöyledir: "...aynı şekilde misal vererek şöyle dedi." (M)

[347] Topuğun üst kısmındaki kalın sinir (M)

[348] Hişâm  b.Hasan  el-Ezdî.Basralı.Muhammed b.Şîrîn ve el-Hasen el-Basrî'nin muasırıdır.Bu ikisinden ,Enes b. Mâlik ve Hİşâm b.Urve'den rivayette bulunmuştur.Kendi­sinden de İbnu ebî Arûbe.Şu'be.ikİ Hammâd'lar.iki    Suf yânlar.huHt Curayc .Fudayl b.Iyâz ve başkaları rivayet etmiş­tir. (Bkz: Tehzîbu't-tehzib :11 / 34 (M)

[349] Bkz:s. 90ve dipnot.(M)

[350] Rufey' b. Mihrân.Ebû'l-Âliye er-Riyâhî.Cahiliyye devrini idrak etti ve Rasûlüüahın vefatından sonra müslüman oldu. Kıraat ilminde Sahabe'den sonra en âlim kimse olduğu zikredilmektedir .Ashabın pekçoğundan rivayette bulunmuş­tur. (Tehzîbu't-Tehzîb:3 / 284 ) (M)

[351] Bkz:Lisân 14/3 ."Def " için bkz: BUH : 67 / 49.

[352] Hârice b.Zeyd b. Sabit el-Ansârî.TabİÎ .Hz.Osman'a erişti.babasmdan ve amcasmdan rivayette bulundu. (Tehzi-bu't-Tehzîb :3 /74 ) (M)

[353] Suriye'de bir yer.Neresi olduğunun tayininde ih­tilâf edilmiştir. Belkâ 'ya oldukça yakındır. (Tafsilat için bkz: İslâm Ansiklopedisi :3 / 189 ) (M)

[354] el-Belkâ :Şarkî Şeria (Ürdün) havalisinin cenub ta­raflarının aragça ismi .Belkâ daima Şam (=Suriye ) eyâletine bağh idi.(Bkz:Islâm Ansiklopedisi :2 / 491 ) (M)

[355] Kendisine Tavus adı verilen kadınlaşmış biriy­di. Kadınlaştığı vakit kendisine Tuveys (=Tâvuscuk) denil-di.Künyesi Ebû Abdunnaîm'dir.Islâm'da ilk teganni eden kİm-sedir."Tuveys'den daha uğursuz" sözü bir deyimdir.Tuveys şöyle derdi:"Annem Ansârın kadınları arasında lâf taşır-dt.Sonra beni Rasûlullahm vefat ettiği gece dünyaya getir-di.Ebûbekr'in öldüğü gün beni sütten kesti. Ömer'in öldüğü gün ergenliğe eriştim.Osman'ın öldürüldüğü gün    evlen-dim.Ali'ıün öldürüldüğü gün de bir çocuğum oldu.Var mı be­nim gibisi"?

[356] Emevi şairlerinden.

[357] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 435-444.

[358] HAN: 2 / 165,187.

[359] el-Câmiu's-Sagir.l / 145

[360] Bir tek mânâyı çeşitli şekil ve üslûpta ifade etme sa­natı ve bununla uğraşan ilmin adı. (M}

[361] BUH: 76 / 51.HAN: 1 / 269.

[362] HAN:1 4234,359;BUH: 59/8; bkz:s. 416

[363] en-Nemir b.Tevleb:Cahüî şairlerden İdi,İslama erişti ve müslüman oldu. Şiirlerinin güzelliğinden kendisine el-Keyyis denilmiştir. (Bkz: Kitâbu'ş-Şi'r ve'ş-Şuarâ: 173,Ley-den 1902 tab'i) (M)

[364] Diğer bir nüshada : " ...rastladım".

[365] İBNU MACE: 36 / 16.

[366] HAN: 2 / 369;4 / 193.

[367] Bkz:s.l69 ve dipnotu

[368] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 444-448.

[369] BUH; 57 / 1 ; 64 / 14.

[370] Krş.hmu Sa'd: 8 / 17,18

[371] Bkzrs.lOlve dipnotu

[372] Bornoz : Başlılıkh elbise

[373] Diğer bir nüshada:...dağların tepelerinde...

[374] Bkz: İslâm Ansiklopedisi: 2 / 567 "Beseniye "mad­desi (M)

[375] İhnu Sa'd : m / l,s: 136.

[376] Esad Efendi nüshasında :".. J\bbas da kalanı alacak­tır." şeklindedir. (M)

[377] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 448-455.

[378] Krş-BUH: 67 / 22

[379] BUH: 52 / 7;67 / 22

[380] HAN: 6 / 39,356.

[381] Krş.BUH: 67 / 22

[382] Bk«:İbn Sa'd.m .85.

[383] Matbu nüshada " qutile (öldürüldür yerine "kîİe ( de-nİldi) " şeklindedir ki yanlışlığı açıktır. (M)

[384] Matbü nüshada "aleyhi" denmektedir ki yanlış-tır .Doğrusu Reîsu'l-Kuttâb nüshasında olduğu gibi " aleyhâ " olacaktır. (M)

[385] İCrş.EBÛ DÂVUD: 38 / 3 (4 / 169,170)

[386] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 455-461.

[387] Süt kardeşliğinin tahakkuk etmesi için. (M)

[388] HAN: 5 / 13l,132,183;6 / 269

[389] BUH: 65/sûre:9,nu:20;HAN: 5/185.

[390] Bkz: s. 134 ve dipnotu.

[391] Kr.Lİsân: 11/207

[392] Kitap kelimesi bilinen kitap olabileceği gibi, yazı yazma mana­sına da gelebilir. Bu kelimeyi kuttâb (yazanlar) şeklinde okumak da mümkündür. (M)

[393] Krş, BUH; 60/48

[394] Esad Efendi nüshasında: "...Nemrud b.Kenân'ı...' şeklindedir. (M)

[395] BUH: 25 / 67.HAN: 1/3, 79.

[396] Bkz: s.90ve dipnotu

[397] BUH: 86 / 3O.HAN: : 1 / 23.

[398] BUH: 86 / 13

[399] HAN : 1 / 6 ,22,49

[400] HAN: 1/46.

[401] BUH: 97 / 50.HAN: 2 / 251,316,413;3 / 40,127.

[402] DÂRIMİ : 1 / 45.

[403] Muhammed b.İshak.Ebû Abdullah .Kısaca İbnu İs-hak diye meşhurdur.İsiâmın ilk tarihçisidir.Eseri bize kadar henüz tam olarak intikal etmemiştir. İbnu îshak'ın iki cildlİk eserinin yarısına kadar olan bölümü Prof .Dr.Muhammed Ha-midullah tarafından 1396 / 1976' da Rabat (Fas) da neşredil­miştir." Kitâbu'l-Magâzî" adlı bu eseri.bize üzerinde işlenmek suretiyle İbnu Hişâm tarafından da nakledilmiştir. İbnu Is-hak'ın "Kitâbu'l-Mubtedâ" veya "Mubtedâ el-halk" veyahutta "Kitâbul-mebde' ve kısas el-Enbiyâ" adlı bir eseri daha olduğu zikredilmektedİr.Enes b.Mâlik ve Saîd b.el-Museyyible gö­rüşmüştür. (Bkz: İslâm Ansiklopedisi : 5 / 2-s : 757; Tchzib: 9 / 38-46 ) (M)

[404] Büyük iki küp .(M)

[405] Burada Hişam'ın itirazı yerinde değildir.Zira Ibnu Is-hak'ın Fâtıma b.el-Munzir'den ,perde arkasından veya yazış­ma (kitabet) sureti ile rivayette bulunmuş olması mümkün-dür.Bu meselenin daha geniş izahı için bkz: (Tehzîbu't-Tehz-îb: 9 / 40-41-42- 43-45-46 ) (M)

[406] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 461-469.

[407] HAN:  3 / 286 .

[408] Bkz: s .101 ve dipnotu.

[409] Şair.Kendisim aşkın öldürdüğü âşıklardan biri­dir. (Kitâbu'ş-Şi'r ve'ş-Şuarâ : 394,Leyden 1902 tab'ı) (M)

[410] Kitâbu'ş-Şi'r ve'ş-Şuarâ : 395 Leyden  1902 tab'ıIM)

[411] A.g.e. 358

[412] A.g.e : 360 (Leyden 1002 tab'ı) (M)

[413] Anlaşıldığına göre Hind.tm şairin yakınlarından "yle evlenmiş ;dolayısıyla şair de onun akrabalarından biri ve Hind'in visali kendisi için imkânsızlaşmıştır .Nasıl  kını.kılıcı korursa,ben de akraba olduğum için Hind'i yn bir kın'a be nZedim.de m ek olur.Yay ve oklan elinde.şaşkınlıktan kinaye dir. Çünkü kılıç kullanılacak bir y rde yay ve ok kullanmak ancak şaşkınlıkla olur.

[414] Asâ ile mızrak arasındaki bir büyüklükte ucu de- baston..

[415] Kitâb-ı Mukaddes :Tekvîn; 37 / 12-36

[416] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 469-476.

[417] BUH: 34 / 113:37 / 20.HAN: 2 / 287,347,382.

[418] Zemmâra: remz'den remmâze de denmiştir .Remz ise kaş göz ile veya dudak ile işaret edilmesidir ki.fahişeler böyle yaparladı.Sa'leb "Zemmâr.güzel fahişe'ye denir.ez-zemmîr de güzel oğlan     demektir."  demiştir.el-Ezherî de,Rasûlullahın şarkıcı kadını kasdetmiş olması da muh­temeldir." demiştir. "Ğmaun zemîrun" denilir ki güzel şarkı demektir.Bir kimse şarkı söyledği zaman da "zemera" denir.-Nihaye'den-

[419] Tâc : 3 / 240 İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 476-478.

[420] Cerhed b.Rizâh b.Adiyy el-Eslemî ,Ebû Adirrah-man.Ehli suffa'dan İdi.61 senesinde vefat ettiği söylenir. (Bkz: Tehzîbu't-Tehzîb: 2 / 69 ) (M)

[421] Krş,HAN: 1 / 71.

[422] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 478-480.

[423] TIR: 7 / 96.

[424] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 480-481.

[425] HAN: 2 / 8,33

[426] Yani uğurlu (meymûn) kelimesi "yemîn (sağ) " keli­mesinden, uğursuz (meş'ûm) kelimesi de" şimal (Şu'm) " keli­mesinden alınmadır. (M)

[427] en-Nihâye'de: elcedef,Yemen'de yetişen bir bit­kidir ki,onu yiyen susamaz.Onun .üzeri açık bırakılan içecek ve diğer şeyler olduğu da söylenmiştir,Müellif "Ğarîbul-Hadîs"inde şöyle demiştir:"Cedefİn aslı kesmek demek-tir.Burada içeceğin .köpük, pislik gibi atılan kısmı kasdedil-miştir.Sanki bunlar içecekten kesilmiş ve atılmış gibidir, el-Herevî'de bu şekilde söyle mistir.-Musahhih- Hadis için bkz:Lisân : 10 / 367 (M)

[428] HAN: 6 / 439,464.

[429] Yani şeytamn,bkz:BUH: 33/ 8,11,12;59 / 11;93 / 21 ,HAN:3 / 156.285,309; 6 / 337.

[430] Krş,HAN: 1 / 105,119

[431] BUH: 77 / 33.HAN: 1 / 71,81

[432] İbrâhim b.Edhem olabilir.Te'vil'in fransızca raü-tercimi.İbrâhim en-Nazzâm olabileceğini söylemekte­dir. (BkzrLe Traite des divergences du hadith : 362) (M)

[433] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 481-485.

[434] HAN: 4 / 249.251.

[435] BUH: 76 / 4 ; MUS: 39,es Selâm, 26,hadis no: 2205

[436] Kitâbu'şŞi'r ve'ş-Şuarâ :72 (Leyden 1902 tab'ı) (M)

[437] eş-şukââ: Köken 'in çiçeği.Bazılarına göre bir di­kenli ottur ki,güz mevsiminde sahralarda rüzgâr önünde yu­varlandığı için farsçada "Bâd-averd" derler.Bittiği yerde iki dirsek uzunluğunda o otun gövdesi olur.Içi boş tüylüce yapra­ğı ve tepesinde dikenli başı içinde kızılca ufak çiçeği olur.Ta-bibler katında kabız yapıcı ve kuratucudur.Müfredİ ve cem'î birdir.Lâkin Sibeveyh.mtifredi şukâât'dır der.(Ahterî kebîr'den sadeleştirilerek ) (M)

[438] Kitâbu'ş-Şi'r ve"ş-Şuarâ : 208 (Leyden 1902 tab'ı)(M)

[439] BUH: 76/1 ,HAN: 1 / 377,413;3/ 156;4 / 278.

[440] Âyet.metİnde "kulu min tayyibâti mâ kesebtum" şekündedir.Bu şekilde bir âyet bulamadık .Ancak "kulu" yeri­ne "enfikû" fiili konmuş şekliyle mevcuttur ki,meâlini yukarı­da verdik. (M)

[441] Bir devayı mürekkep (bileşik) tir ki.Mağnîs hakim ihtira (İcad) edib,Andromax (Andromachus) nâm hakîm-i kadîm ona yüan etlerim ilâve eylemekle tekmil (mükemmel) eylemiştir.Ve ondan garaz ve maÇlub.o yılan etleriyie kâmil olmuştur.Tiryak ismini veren merkum ( Andromax) dur.Ze-hirli haşerât sokmalarına iyi gelir. (Bkz: Kamus tercemesi: 3 / 796 ) (M)

[442] HAN: 2 /167.223.

[443] Bkz:s. 358 ve dipnotu.

[444] Arapçayı diğer dillerden üstün gören bu anlayışın Kur'an ve sünnet'in ruhunun telkin   ettiği ırk ve dillerin  nrensihine uvmadığinı sövlemek gerekir. (Mİ

[445] HAN: 5/211

[446] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 485-491.

[447] HAN: 3 / 277

[448] BUH: 74 / 16.

[449] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 492-493.

[450] EBÛ DÂVUD: 1 / 34.35.HAN: 1 / 235.

[451] İki büyük küp demektir.Tahminen 95 kg. suya te­kabül eder. (M)

[452] HAN: 2 / 12,23.26.

[453] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 493-494.

[454] EBU DAVUD: 5 / 23.HAN: 1 / 280;2 / 97.

[455] A.g.e: 5 / 23 (2 / 153)

[456] A.g.e :5 / 23 (2 /153) ,Krş, BUH:25 /31.33.

[457] BUH: 2S/ 33,34.

[458] Krş,MUS:15 / 17 (Hadis nu: 129) İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 494-495.

[459] HAN:1 / 294;2 / 222

[460] MUS ,39 es-Selâm.21, hadis no: 2198 (İV/ 1726) Krş, BUH: 76 / 35.

[461] Keler cinsinden.üzerİ benekli   zehirli bir hay-van.(M)

[462] Tinnîn.büyük yılan demektir.Şam nüshasında böyledir.Diğer iki nüshada ise tinnîn yerine "el-bîş" vardır.Bu iki nüshanın birinde bîş'in açıklaması vardır:"Agır bir ot" Kamus' da ise: el-bîş,zencefil gibi bir ottur.Yaş   ve kuru olur.Bazan içinde her hayranı öldürebilen bir zehir bulunan ota da denir.Bunun panzehiri blş faresi ve bıldırcındır ki.ikisi de bu ot ile beslenirler fakat ölmezler.Misk ilâcı da fayda ve­rir. (el-Bîş : Düğün çiçeğigillerden uzun saplı ,koyu mavi çi­çekli bir bitki ki,yapraklan ve kökü çok zehirli olur.-Arapça -Türkçe büyük lügat: 176) (M)

[463] Hkçağ felsefesine göre tıb ve benzeri ilimlerin de fel­sefe içersinde mütâlea edildiği tekrar hatırlansın .(M)

[464] Hz.Ali'nin a sh abında n.Bkz:el-Muğnî fî'd-du'afâ, 11.783. (M)

[465] el-Ferrâ (Ebû Zekeriyyâ ed-Deylemî J Kûfell meş­hur filolog. el-Kisâî'nin talebesİdir. "Hudûdu'l-i'râb" ve "Maâ-ni'1-Kur'ân" adlı eserleri yardır (Bkz: Keşfu'z-Zunûn: 1 / 635; 2/1730) (M)

[466] Diğer iki nüshada:" zarar vermek".

[467] HAN: 3/118, BUM: 16/11

[468] Bkz: 2.12

[469] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 495-502.

[470] Madisçilere tanınmıyor. (Bkz: Tcnzîlut't-Tehzîb: 12/113) (M)

[471] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 502-504.

[472] BUH: 6/5

[473] BUH: 6 / S.HAN: 6 / 336.

[474] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 504-505.

[475] HAN: 4/10

[476] Geniş tafsiât için bkz: İslâm Ansiklopedisi :5 / l,s: 18.Halk arasında Haccac-ı zâlim olarak meşhurdur. (M)

[477] Rum diyarında bir geçit adı .Bkz: Mu'cemu m'a'sta'cem.III.lOSO. (M)

[478] Kitab-ı Mukaddes: Tekvin; 41/1-7

[479] el-Asmaî'nîn talebesi .(M)

[480] BÜH: 91 / 26.HAN: 2 / 269,395

[481] Ebul-Mikdâm .Sabit b.Hürmüz'ün bu zat olması muhtemeldir. (Bkz: Tehzîbu't-Tehzîb : 2 / 16 (M)

[482] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 505-508.

[483] BUH: 19/18

[484] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 508-510.