Lokman (As)Tn Zühdüne Dair Haberler. 1

Nuh (As)' İn Zühdü İle İlgili Haberler. 2

Isa (As)'nın Ögütlerı 6

Mûsâ (As)'a Dair Haberler. 12

Davud (as)'un Zühdü İle İlgili Haberler. 19

Hz. Musa (A.S.)'un Zühdü İle İlgili Haberler. 23

İsa'nın (a.s.) Hikmetine Dâir Haberler. 25

İbrahim Halil (as)'ın Zuhdü İle İlgili Haberler. 27

Yusuf (As)Tjn Zühdü İle İlgili Haberler. 29

Eyyub (As)'Un İmtihanı İle İlgili Haberler. 36

Süleyman B. Davud (as)’la İlgili Haberler. 37

Isa (as) nın Zühdüne Dâir Rivayetlerin Devamı 38

Davud (As)'la İlgili Konunun Devamı 51

(Sahabenin Zühdüne Dâir Rivayetler) 52

Ebu Berikin (As) Zühdü İle İlgili Haberler. 52

Ömer B. El-Hattâb'ın (Ra) Zühdü İle İlgili Haberler. 57

Osman B. Affan (Ra)'nın Zühdü İle İlgili Haberler. 68

 

 

 

 

 

 

Lokman (As)Tn Zühdüne Dair Haberler

 

266. Mücâhid'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Lokman He­kim (as) kalın dudakları, geniş tabanları olan Habeşli bir köle idi. İsrailoğullarma baş kaldırmıştı."

 

267. Mücâhid'den "Lokman'a da hikmet vermiştik [1]  âyeti hak­kında: 'Peygamberlik verilmeksizin kendisine nkıh ve sözünde isa­bet etme kabiliyeti ihsan edilmişti" dediği rivayet edilmiştir.

 

268.  Saîd b. el-Müseyyib'in "Lokman (as) terzi idi" dediği rivayet edilmiştir.

 

269. Mâlik b. Dinar'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Lok­man (as) oğluna: 'Oğlum Allah'a itaat etmeyi kendine ticaret kıl ki, elinde meta olmadan karlar elde edesin' demiştir."

 

270.  Muhammed b. Vâsî, demiştir ki: "Lokman (as) oğluna: 'Yavrucuğum! Allah'tan kork, kalbin fücur ile dolu olduğu halde insanlar sana izzet ikramda bulunsunlar diye, onlara Allah'tan korkuyor gibi gözükme' diye tavsiyede bulunmuştur."

 

271. Hâlid er-Rib'fden şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Lok­man, marangozluk yapan, Habeşli bir köle idi. Efendisi bir gün 'Bana bir koyun kes!' demiş; o da kesmiştir. Daha sonra efendisi: 'Koyunun en güzel iki uzvunu bana getir' demiş, o da koyunun dili ile kalbini ona götürüp vermiş. Efendisi: 'Onun bu ikisinden daha güzel organları yok muydu?' demiş. O da, 'Hayır' cevabını verip susmuş. Efendisi, 'Bana bir koyun daha kes' demiş. O da emrini yerine getirmiş efendisi 'Onun en kötü iki organını at' demiş. Lok­man da koyunun dili ile kalbini atmış. Bunun üzerine efendisi 'Senden koyunun en güzel iki organını getirmeni istedim, dili ile kalbini alıp geldin. Yine en kötü uzvunu atmanı söyledim, bu sefer de yine aynı uzuvları, dili ile kalbini attın (bu ne demek oluyor)?' demiş. O da: 'Bu ikisi temiz oldukları müddetçe onlardan daha gü­zel bir organ yoktur. İkisi kötü oldukları takdirde de yine onlardan daha çirkin bir uzuv yoktur' cevabını vermiştir."

 

272.  Süfyan demiştir ki: "Lokman oğluna: 'Yavrucuğum! Hiç­bir zaman susmuşluğum için pişmanlık duymadım. Eğer söz gü­müş ise, bil ki, sükût altındır' demiştir."

 

273. Katâde'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Lokman: 'Mu­hakkak ki kötülük, bir başka kötülüğe karşılık yaratılmıştır' de­miştir."

 

274. Hişâm b. Urve, babasından naklen şöyle bir rivayette bu-lunmuştur:."Bir peygamberin hikmetinde şöyle yazılıdır: 'Sözün tatlı, yüzün güleç olsun, o takdirde insanlar nazarında, onlara ih­sanda bulunanlardan daha sevimli olursun.[2]

Hikmet'te veya Tevrat'ta şöyle yazılıdır: "Yumuşaklık hikme­tin başıdır.' Tevrat'ta şöyle yazılıdır: 'Merhamet ederseniz merha­met olunursunuz, ektiğiniz gibi biçersiniz!' Hikmet'te şöyle yazılı­dır: 'Dostunu da, babanın dostunu da sev.'

 

275.  Süfyan demiştir ki: "Lokman'a (as) İnsanların en şevlisi kimdir?' diye sormuşlar, o da 'İnsanların kendisini günah işlerken görmelerine aldırmayan kimsedir/ cevabını vermiş."

 

276. Mâlik b. Dinar, "Hikmetli sözler arasında şuna rastladım: '(Başkalarına) öğretmedikçe ve bildiğinle amel etmedikçe o bilgin­de senin için bir hayır yoktur. Bu bir adamın odun topladıktan sonra yığın yapıp, güzelce bağlayarak taşımaya başlamasına, taşı-yamayınca da, tutup üzerine daha fazla odun ilave etmesine ben­zer" demiştir.

 

Nuh (As)' İn Zühdü İle İlgili Haberler

 

277. Vüheyb b. el-Verd el-Hadramî el-Mekkî şöyle demiştir: Allah Teâla, oğlu konusunda Nuh'u (as) azarlayınca ona Cahiller­den olmayasm diye, sana öğüt, veriyorum[3] âyetini indirmiştir. Bunun üzerine Nûh (as) üç yüz sene göz yaşı dökmüş, sonunda ağ­lamaktan mütevellid, gözlerinin altında izler oluşmuştur."

 

278. Ubeyd b. Umeyr demiştir ki: "Nuh'u (as), kavmi bayılın-caya. kadar tartaklıyorlar, o ise, kendisine geldiği vakit 'Allah'ım, milletimi bağışla çünkü onlar bilmiyorlar/ diye Allah'a dua ediyor­du."

 

279. Vüheyb el-Mekkî şöyle demiştir: "Bana Tevrat'ta veya (mukaddes) kitaplardan birisinde şöyle yazdığı söylendi: (Allah Te-âlâ), Ey Ademoğlu! Kızdığın zamanlarda beni hatırla ki, ben de gazap halimde seni hatırlayayım da, helak ettiğim kimselerle bera­ber seni de helak etmeyeyim. Haksızlığa uğradığın takdirde benim sana olan yardımıma kanaat getir. Zira benim yardımım senin kendi kendine yardımından daha hayırlıdır, buyurdu.'"

 

280. Ubeyd b. Umeyr demiştir ki: "Nuh'un (as) kavminden bi­risi, onunla karşılaşacak olsa, hemen boğazına çöküyor ve nihayet Nûh (as) düşüp bayılıyordu. Kendisine geldiği vakit ise: 'Ya Rabbi, milletimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar' diye yalvarıyordu.

 

281. Hişâm b. Saîd diyor ki: "Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'yi şöyle derken işittim: 'Nûh (as) yediğinde, içtiğinde, giyindiğinde ve bir hayvana bindiğinde hep 'Elhamdülillah' derdi. İşte bu yüzden, Allah Teâlâ onu, çok şükreden kul olarak isimlendirmiştir."'

 

282. Atâ b. Yesâr'dan Resûlullah'm (as) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Nûh (as) oğluna Yavrucuğum! Sana bir tavsiyede bu­lunacağım, ona iyi yapış ve sakın unutma! Sana iki şeyi vasiyet ediyor, iki şeyden de sakındırıyorum. Vasiyet edeceğim iki hususa gelince, onlar Allah'a sığınmayı artırır. Allah'ın (cc) onlarla sevin­diğini gördüm. 'Sübhânallahi ve bihamdihV sözü Allah'ın mahlûkâtını temizler. Çünkü o mahlûkâtın duasıdır ve onunla rı-zıklandırılırlar. 'Lâilâhe ülâllâhu vahdehû lâ şerike leh' sözü ise, eğer gökler ve yer bir halka olacak olsa, onları parçalar atar ve eğer bir teraziye konacak olsalar, onlardan ağır basardı. Seni sa­kındırdığım iki şeye gelince, şirk ve kibirdir. Eğer kalbinde ne ki­bir ve ne de şirk olmadan Allah'a kavuşabileceksen, bunu (mutla­ka) yap' dedi."[4]

 

283. Mûsâ b. Ali, babasını şöyle derken işittiğini söylüyor: "Nuh'un (as) oğlu Sâm'a, şöyle dediği kulağıma geldi: 'Ey oğlum! Kalbinde zerre kadar şirkle kabre girme. Zira kim müşrik olarak Allahm (huzuruna) gelirse (kendisini kurtaracak) hiçbir delili ol­mayacaktır. Ey oğlum! Kalbinde zerre kadar kibirle de kabre gir­me. Çünkü, kibirlenmek Allah'ın (cc) ridâsıdır. Kim Allah'ı ridâsı (yüceliği) konusunda niza ederse Onun gazabını celbeder. Ey yav­rucuğum! Sakın kalbinde zerre kadar Allah'ın (rahmetinden) ümit­sizlik olduğu halde kabre girme. Çünkü Allah'ın (cc) rahmetinden yalnızca dalâlette olanlar ümit keser."[5]

 

284. Hasan diyor ki: "Nûh (as), 'Nuh'a vahyolundu ki, artık kavminden, iman etmiş olanlardan başkası (ona) asla inanmaya-cak, Öyle ise onların işlemekte olduklarından dolayı (üzülme[6] ilâhî hitabı gelinceye kadar, kavmine bedduada bulunmadı. (Bu hi­tap gelince) iman edeceklerinden ümidi kesti ve bedduada bulun­du."

 

285. Atâ b. Yesâr, Resûlullah'm (as) şöyle dediğini haber ver­miştir: 'Nuh (as) oğluna tavsiyede bulunmuştur...' (Ravi burada 281 no'lu haberi zikretmiştir)[7] Devamla 'Seni kendisinden sakındır­dığım iki şeye gelince, kibir ve şirktir' demiş." Abdullah b. Amr: "Üzerime giydiğim güzel bir elbisemin olması (da) kibir midir ey Allah'ın Resulü?" diye sormuş. Resûlullah, 'Hayır' demiştir. Bu se­fer Abdullah, 'Öyle ise kibir nedir" Ey Allah'ın Resulü? demiş, Re­sûlullah da, 'Kibir hakkı karalaman ve kınamandır7 cevabını ver­miştir.[8]

 

286. Bekâr b. Abdullah'tan Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini işittiği rivayet edilmiştir: "Abid bir zât başka bir âbidin yanma uğ­ramış ve 'Ne âlemdesin?' diye sormuş. O da: Talanca kimseye şaşı­yorum, son derece âbid bir zâttı, dünya ona galebe çaldı' demiş. Di­ğeri: 'Dünyanın kendisine galebe çaldığına şaşma; esas dosdoğru kalmasına şaş' demiştir."

 

287. Rebf b. Enes şöyle demiştir: "Allah Teâlâ peygamberle­rinden birine şöyle vahyetmiştir: 'Ne oluyor da kavmin koyun pos­tu giyiyor ve ruhbanlara benzemeye özeniyorlar? Sözleri baldan tatlı, kalbleri sabır otundan acı. Benim bağışlamama mı güveni­yorlar? Yoksa beni aldattıklarını mı zannediyorlar? Sânıma yemin olsun ki, onlardan âlim olanlarını şaşkın bırakacağım. Kim kâhinlik yapar ya da yaptırırsa veya kim sihir yapar ya da yaptı­rırsa, benimle hiç ilgisi yoktur. Bana iman edenler, Bana güvenip dayansın. Bana iman etmeyenler ise, Benden başkasına tâbi olup uysun!"

 

288. Vehb b. Münebbih, Resûlullah'm (as), "Allah Teâlâ bir kavmi sevdiği zaman, onları çeşitli musibetlerle imtihan eder" de­diğini rivayet etmiştir.[9]

 

289. Bekâr, Vehb'in şöyle dediğini işittiğini söylüyor: "Rab Te-âlâ'nın İsrailoğullarma söyledikleri arasında şu da vardır: 'İtaat olunduğum, zaman hoşnud olurum, hoşnud olduğum zaman bere­ket veririm ve benim bereketimin de nihayeti yoktur. Bana isyan edildiği zaman gazap ederim, gazap ettiğim zaman lanet ederim ve benim lanetim yedisindeki çocuğa kadar ulaşır."

 

290. Bekâr, Vehb'in İsrailoğullanndan şöyle birşey rivayet ettiğini söylüyor: "İsrailoğulları Allah tarafından bir ceza ve musi­bete duçar edilmişler. Onlar da Peygamberlerine: 'Rabbimizi neyin razı edeceğini nasıl öğrenelim ki, onu yerine getirelim?' diye sor­muşlar. Allah Teâlâ da ona: 'Kavmin beni neyin razı edeceğini öğ­renmek ve onu yerine getirmek istediklerini söylüyor, onlara haber ver ve de kî: 'Eğer gerçekten benim rızamı kazanmak istiyorlarsa, miskinlerin gönlünü alsınlar. Çünkü onlar miskinleri hoşnud et­tikleri zaman ben de hoşnud olurum. Onları kızdırdıkları zaman ise ben degazab ederim' demiştir."

 

291. Bekâr, Vehb b. Münebbih'in şöyle bir rivayette bulun­duğuna şahit olduğunu söylüyor: wCenâb-ı Hâk Israiloğullarının ilim adamlarına: 'Benim dinimden başkası* için fıkıh Öğreniyorsu­nuz. Amel etmek için ilim elde etmiyorsunuz. Âhiret işleri ile dün­yayı elde etmeye çalışıyorsunuz. Koyun postunu giyiyor, kurt gönlü taşıyorsunuz, şarabınızdaki çöpleri temizliyor, dağ gibi haramları yutuyorsunuz, insanların sırtına dini dağlar gibi yükleyip ağırlaş-tırıyorsunuz, sonra da yardım için parmağınızı kımıldatmıyorsu­nuz. Elbisenin beyazını giyiyor, uzun uzun namaz kılıyorsunuz. Öte yandan (bütün bunları kalkan edinip) dul ve yetimlerin malını yiyorsunuz. Şanıma yemin olsun! Size öyle bir fitne vereceğim ki, akıllılarınızın aklı, fikri ve hekimlerinizin hikmeti şaşacaktır' de­miştir."

 

292. Vehb b. Münebbih'ten şöyle rivayet edilmiştir: "Seyyah bir adam, yetmiş sene Allah'a ibadette bulunmuş; daha sonra bir gün (yola) çıkmış ve amelinde biraz eksiltme yapmış; hemen sıkın­tısını Allah'a şikayet etmiş ve bu günahını da itiraf etmiş. Allah tarafından birisi gelmiş ve 'Senin şu andaki yerin, ömrünün geride kalan kısmında yaptığın amellerinden daha çok Allah'a sevimlidir' demiştir."

 

293. Vehb demiştir ki: "Allah Teâlâ, 'Kulum bana tevekkül etttiği zaman, yer ve gökler üstüne gelse ona bir çıkış yolu ihsan ederim' demiştir."

 

294. Mus'ab b. Sa'd'dan babasının şöyle dediği rivayet edil­miştir: "Resûlullah'a (as), (En fazla belâya kimler duçar olur?' diye «ordum. Teygamber (as): Peygamberler, sonra sâlih kimseler, son­ra da insanlardan bunlara en fazla benzeyenleri, durumlarına gö­re belâya duçar olurlar. Kişi dininin durumuna göre musibete du­çar olur. Eğer dini sağlam olursa musibeti fazlalaştırılır. Eğer di­ni gevşek olursa musibetleri hafifleştirilir. Belâlar kula, yeryüzün­de günahsız olarak yürüyünceye kadar, gelmeye devam eder. [10]  de­di."

 

295. Avf b. Câbir, Safvân b. el-Kelbî'nin ve Vehb'in kızının şöyle dediklerini işittiğini söylüyor: "Mü'minin başına gelen belâlar, âdeta hayvanın yuları gibidir."

 

Isa (As)'nın Ögütlerı

 

296. Münzir b. el-Eftâs, Vehb b. Münebbih'in, havarilerin ki­tapları hakkında şöyle dediğine şahit olduğunu haber vermiştir: "Eğer onlar, seni belâ ve sıkıntılara duçar olanların yoluna götür-müşse, bil ki, seni peygamber ve sâlih insanların yoluna iletmiş demektir. Yok eğer, seni, lüks ve konfor içerisinde hayat sürenle­rin yoluna götürmüşse, anla ki, seni peygamber ve sâlih insanların yolundan uzaklaştırmış, başka bir yola iletmiştir."

 

297. Ebû Ali'den şöyle dediği rivayet edilmiştir. "Humur da­ğında, yetmiş tane peygamber hayatını kaybetmiştir. Bunların hepsinin ölümlerine sebep olan ise, açlık ve bittir."

298.  Hasan, Hz. Peygamber'in: Allah'a yemin olsun ki, O hiçbir sevdiğine azab etmez. Ne var ki, dünyada birtakım meşak­katler ile imtihan edebilir, dediğini haber vermiştir[11]

 

299. Ebû Gâlib, aşağıdaki sözün Hz. isa'nın (as) tavsiyele­rinden olduğunun kendilerine söylendiğini rivayet etmiştir: "Ey havariler topluluğu! Bazı günahkârlar vesilesiyle Allah'ın sevgisini kazanmaya çalışın. Onlara buğzederek, Allah'a yakınlasın. Onlara gönül karartıp hınç duyarak Allah'ın rızasını arayın." Havariler: "Ey Allah'ın Peygamberi! O zaman kimlerle oturup kalkalım?" de­diler. O, "Aklı amellerinizin artmasına vesile olacak kendisini gör­düğünüzde Allah'ı sizlere hatırlatacak, yapıp ettikleri dünyada sizi zühde sevkedecek kimselerle düşüp kalkın" demiştir.[12]

 

300. Mâlik b. Dînâr diyor ki: "Allah Teâla, îsâ'ya (as): fEy îsâ! Önce kendi nefsine öğüt ver. Öğüdün sana fayda verirse, on­dan sonra insanlara nasihat et Aksi takdirde, Allah'tan utan' de­miştir." v

 

301. Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: "(Bir gün) havarileri ile beraber îsâ (as), bir kabrin başında durmuş ve (Bu kabirde ya­tan kişi kabre daldırılıyor' demiştir. Havariler: 'Mezarın karanlığı-nı, korkunçluğunu ve darlığım düşünmeye başlamışlar. Isâ (as), onlara 'Sizler, annelerinizin karnında daha dar bir yerde bulunu­yordunuz. Eğer Allah (cc) genişletmeyi dilerse, onu genişletebilir' demiştir."

 

302. Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: "Mesih îsâ (as) 'Alla-hı (cc) çok zikredin, O'na çok şükredin ve O'nu takdis edin, Kendi­sine itaatte bulunun; çünkü Allah kendisinden hoşnud ve razı ol­duğu zaman, sizden birinizin duasında: 'Allah'ım! Ey Rabbim! Gü­nahlarımı bağışla, geçimime dirlik düzenlik ver. Beni çirkin şeyler­den muhafaza buyur' demesi, O'na yeter1 buyurmuştur."

 

303. Salim b. Ebû'1-Ca'd, şöyle demiştir: "îsâ (as) 'Dilini kötü sözlerden koruyan, geniş bir eve sahip olan ve günahlarını hatırla­dıkça göz yaşı döken kimselere müjdeler olsun' buyurmuştur."[13]

 

304. Hayseme'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "îsâ (as), 'Allah'ın, ölümünden sonra evlatlarını (her türlü kötülükten) koru­duğu mü'min kimseye müjdeler olsun' demiştir."

 

305. (303) no'lu rivayetin aynısıdır.

 

306. (304) nolu rivayetin aynısıdır.

 

307.  Hilâl b. Yesâr'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "îsâ (as), şöyle derdi: 'Sizden biriniz sağ eli ile verdiği sadakayı, sol elinden gizlesin (yani, sadakayı kimseye duyurmadan versin). Na­maz kılacağı zaman da, evinin kapılarını güzelce kapatsın. (İbade­tini de, gösterişten uzak olması için, gizlice yapsın.) Zira, Allah Te-âlâ, rızıkları taksim ettiği gibi, övgüsünü de taksim eder,' buyur­muştur."

 

308. Ebû Ümâme es-Sa'îdî'den, şöyle dediği rivayet edilmiş­tir: "Havariler îsâ (as)'ya, 'Yalnız Allah için ihlas sahibi olan kim­dir?' diye sormuşlar. O da: 'Allah için iş yapan, insanların kendisi­ni övmelerinden hoşnud olmayandır,' demiş. Havariler: 'Allah için nasihatte bulunan kimdir?' demişler. îsâ (as): 'Allah'ın hakkına ön­celik veren, O'nun hakkım insanların hakkına tercih edendir. Biri dünya, diğeri ahiret işi iki durumla karşılaştığı zaman, âhiret için olana öncelik veren, onu tamamladıktan sonra, dünya işine yöne­lendir' cevâbını vermiştir."

 

309.  Süleyman b. el-Muğîre, Sâbit'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "îsâ (as): 'Ey Allah'ın Resulü! Üzerine bineceğiniz bir merkep edinseniz' demişler. O da: 'Ben Allah'ın yanında, beni oyalacak birşeyler vermeyeceği kadar mükerremim' cevabını ver­miştir."

 

310. Ebû'l-Celed'den şöyle bir rivayette bulunulmuştur: "îsâ b. Meryem (as) havarilerine 'Size gerçeği söyleyeyim mi? Siz ne dünyayı istiyorsunuz, ne de âhireti?' demiş. Onlar da: 'Ey Allah'ın Resulü! Bunu bize izah eder misin, biz ikisinden birini istediğimizi (zannediyorduk)' demişler. îsâ (as): 'Eğer dünyayı isteseydiniz, yer ve gök hazineleri elinde olan dünyanın Rabbine itaat ederdiniz. O da size (istediklerinizi) verirdi. Eğer âhireti isteseydiniz, âhiret gü­nünün yegâne sahibi olan âhiretin Rabbine itaat ederdiniz. O da size âhireti verirdi. Ama siz ne onu, ne de diğerini istemiyorsunuz' demiştir."

 

311. Ebûl-Celed'den şöyle bir rivayette bulunulmuştur: "îsâ (as) havarilere: 'Allah zikrinden başka fazla laf etmeyiniz Yoksa kalpleriniz katılaşır. Kalbinde kasâyet bulunan kimseler ise Al­lah'tan uzaklaşırlar; fakat bunun farkında bile olmazlar. Sanki herbiriniz bir Rab'mış gibi insanların işledikleri günahlara bakma­yınız. Ama birer kul olduğunuzun farkında olarak kendi günahla­rınıza bakın. Müreffeh bir hayat sürenler ve sıkıntıya duçar olan­lar olmak üzere, insanlar iki kısımdır. Musîbete duçar olanlara başlarına gelenlerden dolayı acıyın, merhamet edin, Allah'ın verdi­ği afiyetten dolayı da hamd edin O'na' demiştir.

 

312. Yezîd b. Meysere'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Meryem oğlu îsâ (as), havarilere: 'Ne oluyor da ibadetlerin en üs­tününü yapmıyorsunuz?' demiş. Onlar da: 'İbâdetlerin en faziletli olanı hangisidir ey Allah'ın ruhu?' demişler. O, 'Allah için alçak gönüllülüktür' cevabını vermiştir."

 

313. İbrahim et-Teymî'den, îsâ (as)'nın: 'Hazinelerinizi gökte biriktiriniz, çünki kişinin kalbi hazinesinin yanındadır' dediği rivayet edilmiştir.[14]

 

314.  Avf b. Câbir'den Ebû'l-Hüzeyl'in bir rahibden şöyle işittiği rivayet edilmiştir: "Şeytan, îsâ (as)'ya Beytu'l-Makdis'te: 'Sen ölüleri dirilttiğini iddia ediyorsun, Öyleyse Allah'a dua et de şu dağı ekmeğe çevirsin' demiş. O da: 'Bütün insanlar ekmekle mi yaşıyorlar?' cevabını vermiş. Bu sefer İblis, 'Eğer sen de dediğin gi­bi isen olduğun yerden sıçrayıp atla melekler seni mutlaka karşıla­yıp tutacaklardır' demiş. îsâ (as), 'Rabbim benden canımla tecrübe etmememi istedi, bu yüzden beni  kurtarır mı, kurtarmaz mı bil­miyorum' cevabını vermiştir."

 

315. Bekr b. Abdullah şöyle demiştir: "Havariler (bir gün) peygamberlerini kaybetmişler ve onu bulmak için aramaya koyulmuşlar. Bulduklarında bir de bakmışlar ki, suyun üzerinde yürü­yor. Bir kısmı: 'Ey Allah'ın resulü! Biz de yürüyüp senin yanına ge­lelim mi?' demişler. O, 'Evet' cevabını vermiş. (Bir tanesi) yürüyü­şe teşebbüs etmiş, ayağının birini atıp diğerini atmadan suya batı-vermiş. îsâ(as): 'Uzat ver elini, ey imanı güdük!' demiş. Arkasın­dan da 'Eğer Ademoğlunda zerre kadar veya tane kadar yakın (Al­lah hakkında gerçek bilgi) olsaydı, suyun üzerinde yürür giderdi' demiştir."

 

316. Hilâl b. Yesâr'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Isa (as): 'Sizden biriniz oruçlu olduğu vakit, insanların içerisine çık­madan evvel, sakalına yağ sürüp dudaklarına da bulaştırsın ki, onlar 'bu oruçlu değildir' desinler. (Oruçlu olduğunun farkına var­masınlar)' buyurmuştur."[15]

 

317. Şa'bî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: " Isâ (as) 'İyi­lik, sana iyilikte bulunana mukabelede bulunmak değildir. Bu an­cak karşılıklı hayırda bulunmaktır. Ama esas ihsan (iyilik), sana kötülükte bulunana karşı iyilikle mukabelede bulunmaktır' demiş­tir."

 

318. Sellâm, Yezîd ed-Dabî'nin şöyle dediğini işitmiş olduğu­nu söylüyor: "Isâ (as), kendisine verilenden başkalarına da vererek iyilikte bulunurken, bir kadın ona 'Seni taşıyan karna, seni emzi­ren göğüslere (anneye) müjdeler olsun' demiş. Isâ (as) da ona yöne-lip: 'Allah'ın kitabını okuyup ta O'na tâbi olana müjdeler olsun!' ce­vabını vermiştir."

 

319.  Hayseme'den şöyle bir rivayette bulunulmuştur: "Bir kadın îsâ (as)'mn yanına uğramış ve ona 'Seni emziren göğüslere, seni taşıyan karna (anneye) müjdeler olsun!' demiş. O da: 'Kur*ân*ı okuyan, onun içindekilerle amel eden kimseye müjdeler olsun!' ce­vabında bulunmuştur."*

 

320. Vehb b. Münebbih'ten şöyle bir rivayette bulunulmuş­tur: "Allah Teâlâ îsâ'ya (as): 7£y îsâ! Ben sana fakirleri sevmeyi ve onlara acımayı ihsan ettim. Sen onları seversin, onlar da seni se­verler. Onlar senden bir öncü ve lider olarak hoşnud kalırlar. Sen de onlardan arkadaş ve teba olarak memnun kalırsın. Bu iki ahlâkla kim bana mülâki olursa, gerçek şu ki, amellerin en saf ve bana en sevimli olanı Üe karşıma gelmiş olur' diye vahyetmiştir."

 

321. Süfyan, "îsâ (as) kıyameti hatırladığı vakit, kadın gibi çığlık atardı" demiştir.

 

322. Ebûl-Huzeyl demiştir ki: " îsâ (as), Yahya (as)la karşı­laşmış ve ona: *Bana ne tavsiye edersin?' demiş. O, 'Sakın kızma* diye karşılık vermiş. îsâ (as), 'Güç yetiremiyorum* demiş, Yahya (as) 'Mala ehemmiyet verme!' deyince, îsâ (as) İşte! Bu olmasa bel­ki olur!' cevabını vermiştir.

 

323.  Şa*bî'den îsâ (as)'nın yanında kıyamet anıldığı zaman çığlık attığı ve 'Meryem oğlunun yanında kıyametten söz edildiğin­de onun sükût etmesi yakışık almaz' dediği nakledilmiştir.[16]

 

324. İbnü'l-Ced'ân'dan isnadı ile beraber şöyle bir rivayette bulunulmuştur: "îsâ (as), telbiye getirerek ve 'Lebbeyk, (işte) ku­lun, işte ümmetinin oğlu, işte kulunun kızı' diyerek develerinin yu­ları lif olan yetmiş tane peygambere uğramış ve Mescidu'1-Hayf ta namaz kılmışlardır."[17]

 

325. Mekhul'den[18] şöyle dediği rivayet edilmiştir: "îsâ (as) (havarilerine) 'Ey havariler topluluğu, hanginiz, dalgalar üzerine ev yapmaya güç yetirebilir?' diyordu. Havariler: 'Buna kim güçye-tirebüecek Ey Allah'ın ruhu?' dediler. O da: 'Öyleyse dünyadan sa­kının, orayı (temelli kalacakmışsınız gibi) yurt edinmeyin!' dedi."

 

326.  Cerrah b. Melih, bazılarının Yemenli, bazılarının da Hıms'lı olduğunu söyledikleri bir adamdan, o da Ömer b. Amr'dan şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Isâ (as), 'Bihakkın size söyleyeyim ki buğday ekmeği yemek, tatlı sulardan içmek ve çöplüklerde kö­peklerle beraber uyumak, Firdevs cennetlerini isteyenler için çok­tur* demiştir."

 

327. Abdullah b.  Zeyd,  Ömer'in babası  Ziyâd'ın  şöyle dediğini haber veriyor. "Bana isa'nın (as) 'Bilginin, öğretmedikçe ve onunla amel etmedikçe sana bir faydası olmaz. Kendisiyle amel etmediğin müddetçe bilginin çokluğu sadece senin kibrini artırır, o kadar' dediği söylenmiştir.

 

328. Ebû Ishâk şöyle demiştir: "Bana Meryem oğlu Isa (as)'nm 'Zaman üç günü içine alır. Birincisi, dünkü gün, geçmiş gitmiştir, ve sen de ondan nasibini almışsmdır. ikincisi bugündür, ki geçimin ondadır. Üçüncüsü ise yarındır, onda da senin için neler vardır, bilemezsin. İşler de üç şeyi kapsar: Birincisi doğruluğuna kanaat getirdiğin işler ki, ona hemen tâbi ol. İkincisi yanlış olduğuna kanaat getirdiklerin ki, onlardan da kaçın. Üçüncüsü künhüne eremediklerindir ki, onları da Allah'a havale et' dediği söylenmiştir."

 

329. Katâde, isa'nın (as), "Bana sorunuz çünkü benim kalbim yumuşaktır ve ben  kendi gözümde gayet küçüğüm" dediğini haber vermiştir.

 

330. Abdülaziz bin Zabyân'dan isa'nın (as): "Kim ilim öğre­nir, (ilmi ile) amel eder ve bildiklerini başkalarına öğretirse semada azim diye isimlendirilir. Yahut öyle çağırılır" dediği riva­yet edilmiştir.

 

331. Mu'temir babasından, o da el-Hadramî'den şöyle rivayet­te bulunmuştur: "Isâ (as)'ya 'Suyun üzerinde nasıl yürüyebiliriz?" diye sormuşlar. O da Takın, sayesinde' demiştir. Bunun üzerine 'Biz yakîne erdik' demişler. O da Taş, çamur ve altının sizin gözü-nüzdeki değeri aynı mıdır?' diye sormuş. Onlar da 'Hayır' demişler. Bu sefer o, 'Bütün bunların benim yanımda kıymeti aynıdır' karşı­lığını vermiştir."

 

332. Saîd b. Ebû Saîd el-Makberî'den şöyle dediği rivayet edil­miştir: "Bir adam Meryem oğlu isa'ya (as) gelmiş ve, 'Ey hayırları Öğreten! Sana zarar vermeyecek; bana da faydası dokunacak, be­nim bilmeyip te kendi bildiğin birşeyi bana öğret' demiştir. O da 'Nedir o?' diye sormuş. Adam, 'Bir kul gerçekten. Allah için nasıl muttaki olabilir?' diye sormuş. îsâ (as), 'Çok kolay bir yolla: Allah'ı kalbinle gerçekten seversin; dar zamanında da, bol zamanında da kuvvetin nisbetinde onun için amel edersin; kendine merhamet et­tiğin gibi, herkese de şefkat ve merhamet edersin' demiştir. Adam 'Ey hayırları öğreten! Benim hemcinslerim kimler ki?' diye sormuş. O da Âdemoğullarmın hepsidir, sana yapılmasını istemediğini sen de başkalarına yapmazsan, işte o zaman sen, hakkıyla Allah için muttaki olan bir kimsesin' demiştir."

 

333. Hayseme şöyle demiştir: "Isâ (as) yemek hazırlar, sonra da ashabını çağırıp onlara hizmette bulunurdu. Onlara da: 'misa­firlerinize karşı işte böyle davranın' derdi.

 

334. Velîd'den, Hâlid el-Hazzâ'nın şöyle dediğini işittiği rivayet edilmiştir: "Meryem oğlu Isâ (as), ölüleri diriltmeleri için elçilerini gönderdiği vakit onlar-a, 'Şöyle şöyle deyiniz. Bir hareket­le gözyaşı bulursanız, o zaman Allah'a dua ediniz' derdi."

 

335. 329 no'lu hadisin aynısıdır.

 

336. Ebû Saîd'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bir zât elini Resulullah'ın (sav) üzerine koymuş ve ona: 'Ey Allah'ın Resulü! Vücudunuzdaki hararetin şiddetinden ellerimi üzerinizde tutmaya takatim yetmiyor' demiş. Resulullah da, 'Biz peygamberler toplu­luğuna mükafatlar kat kat verildiği gibi, belalarda kat kat artırı­lır. Bir peygamber bit salgınına duçar olup ölse, bir diğeri fakir­likle imtihan olunup, abayesi ile sürünse bile onlar bollukla sevin­dikleri gibi, sıkıntı ve musibetlerle de sevinirler' demiştir.

 

337. Abdullah (ra): "Peygamberler koyun sağar, merkeplere bi­ner ve yünden elbise giyinirlerdi" demiştir.

 

338. Vehb b. Münebbih söyle demiştir: "Meryem oğlu Isâ (as) havarilere, 'Size bir hakikati söyleyeceğim. -Isâ (as) genellikle söz­lerine başlarken 'size hakikati söyleyeceğim' derdi- Dünyayı en çok seveniniz, musibetler esnasında feryadı figânı basamnızdır' demiş­tir."

 

339. Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: "Havariler, isa'ya (as) 'Ey Isâ! kendilerinde hiçbir korku ve kederin olmadığı Allah dost­ları kimlerdir?' diye sormuşlardır. Isâ (as) 'Onlar, insanlar dünya­nın zahirine bakarken, dünyanın batınına bakanlar, insanlar dün­yanın önünü düşünürken, sonunu düşünenler, kendilerini öldür­mesinden endişe ettikleri şeyi (nefislerini) öldürenler, kendilerini (ergeç) terkedeceğini bildikleri şeyi terkedenlerdir. Böylece dünya­dan daha çok istemeleri, aza talip olmaları, onu anmaları onlar için bir kayıp; dünyadan kendilerine isabet   edenle sevinmeleri, hüzün olmuştur. Dünyadan haksız olarak kendilerine sunulan pa­yeleri terkedip bırakmışlardır. Dünyalık şeyler eskiyip parçalansa onları yenilemeye yeltenmezler, dünya harap olup, viran olsa ta­mirine kalkışmazlar, gönüllerde dünya tamamen ölüp gitse, dirilt­meye teşebbüs etmezler. Bilakis dünyalarını yıkıp âhiretlerini ku­rarlar, dünyayı satıp ebediyen kendileri ile beraber olanı alır, re­fah içerisinde olacakları bir dünyayı ellerinin tersi ile iterler. Dün­ya ehline, cezaya çarptırılmış saralılar nazarıyla bakarlar, ölümü çok anar, hayattan bahsetmeyi terkederler. Allah'ı ve Allah'ın zik­rini çok severler. Allah'ın nuru ile aydınlanır. O'nun nuru ile çevrelerine ışık saçarlar. Onların hayreti mucip haberleri vardır. Hay-retengiz haberler onların yanındadır. Kitap onlarla ayakta kalmış, bu kitabı onlar tatbik etmişlerdir. Kitap onlardan bahsetmiş, onlar da kitabı telaffuz etmişlerdir. Kitabın bilgisi onlardadır. Onlar ki-tab ile bilgiye erişmişlerdir. Eriştikleri ile beraber bir nimet, um­duklarından başka bir güven, sakındıklarından başka bir korku bilmezler ve tanımazlar' demiştir."[19]

 

Mûsâ (As)'a Dair Haberler

 

340. Abdürrezzak Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini   söylü­yor: "Hızır (as), Mûsâ (as) ile karşılaşınca O'na: 'Ey İmran oğlu Mûsâ! Münakaşayı bırak, lüzumsuz yere gezip dolaşma. Taaccüp edilecek bir durum olmadan gülme. Evine kapan ve yaptığın hata­lardan dolayı gözyaşı dök' diye tavsiyede bulunmuştur."

 

341. İbn Abbas'dan (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah Teâlâ, Mûsâ (as) ile Harun'u (as) Firavun'a gönderdiği vakit onla­ra: 'Sakın Firavun'un giyim, kuşamı sizi aldatmasın. Zira onun işi benim elimdedir. Benim iznim olmadan ne gözünü açabilir ve ne de konuşabilir. Sakın ha! Şatafatından ona verdiklerimizle sizin gözünüzü boyamasın. Eğer arzu etseydim, Firavun'un yapmaya güç yetiremiyeceği dünya güzellikleriyle sizi de süsleyip bezerdim. Fakat bunu yapmayışım sizlerin benim yanımda değersiz olduğu­nuzdan dolayı değildir. Ben size katımdaki kadar ve kıymetiniz­den nasibiniz ne ise onu vereceğim, tâ ki dünya sizin değerinizi azaltmasın. Şüphesiz ben dostlarımı bir çobanın develerini at ya­tağından veya çakalların ininden uzaklaştırdığı gibi dünyadan uzaklaştırırım ve yine çobanın develerini zararlı otlaktan kaçırdığı gibi kaçırırım. Böylece de onların mertebelerini nurlandırmak, kendisi ile tanındıkları çehrelerinde ve böbürlenmedikleri işlerinde kalplerini temizlemek isterim. Bil ki, kim benim dostlarımdan bi­risini korkutursa, bana düşmanca harp ilan etmiş demektir ve kı­yamet gününde dostlarımın öcünü alacak olan da benim demiş­tir."

 

342. Abdüssâmed b. Ma'kıl, Vehb b. Miinebbih'den şöyle işitti­ğini haber vermiştir: "Mûsâ (as), ateşi görünce hemen ona doğru yürümeye başladı. Yakın bir mesafeye kadar geldi ve durdu. Bir de ne görsün, ateş oldukça yeşil, yaş bir ağacın dallarında püsküren muazzam bir alev değil mi? Gördüğü kadarıyla ateş gittikçe tutu­şup büyüyor, fakat ağaç alevlerin şiddetine rağmen gittikçe yeşe-rip, güzelleşiyor. Öyle baka kaldı. Ne olduğunu bilemiyordu. Sade­ce birisinin dallarından birini tutuşturup ağacı ateşe verdiğini dü­şünüyordu. Ağacın kalın kökünün sık yapraklarının, oldukça yaş oluşunun ve yeşilliğinin, ateşi söndürebileceğini tasarlayarak, öy­lece kaldı. Bu arada 'Ağaçtan yere ateş parçaları düşse de alsam' diye kolluyordu. Epeyce bir müddet bekledikten sonra, elindeki bir çubukla ağaca uzandı, bir parça ateş almak istiyordu. Mûsâ böyle yapınca ağaç ona doğru meyletti, sanki Musa'yı kapmak istiyordu. Mûsâ, korkarak hemen geri çekildi, daha sonra döndü ve ağacın etrafından şöyle bir dolaştı, bu arada Mûsâ ondan birşeyler almak için çabalıyor, ağaç ta âdeta Musa'yı kapmak için çaba gösteriyor­du. Ama bir anda da sönüveriyordu. Musa'nın hayreti çoğaldı ve ne olabilir diye düşünmeye koyuldu. Kendi kendine 'Bir ateş, bir parça ateş almak istiyorsun vermiyor. Bu arada ağacın özünden boyuna tutuşup çoğalıyor! Ama ağacı yakmıyor? Sonra bir göz açıp kapayıncaya kadar da büyüklüğüne rağmen sönüveriyor?' Mûsâ bu durumları görünce 'Bu ateşte bir iş var!' dedi ve onun yakılma­sını ya birisi emretmiştir, ya da biri kendiliğinden gelip yakmıştır diye düşündü. Ama kimin emrettiğini niye emrettiğini ya da kimin niye yaptığını bilemeden şaşkın bir vaziyette kalakaldı. Bu sırada orada kalıp kalmayacağını veya geri dönmesi gerekip gerekmediği­ne de karar veremiyordu. O, bu düşüncelere dalmışken birden gö­zü ağacın dallarına doğru kaydı. Bir de baktı ki, o alabildiğine ye­şillik göklere doğru yayılmıştı. Mûsâ ona bakıyordu. O karanlıkla­rı çepeçevre sarmıştı. Sonra yeşillik gittikçe açılmaya, aydınlan­maya ve beyazlaşmaya başladı. Sonunda yerden göğe doğru uza­nan nurdan bir sütun halini aldı. Üzerinde âdeta gözleri kamaştı­ran güneş ışınlan vardı. Ona her bakışında âdeta gözleri kopacak gibi oluyordu. O zaman, Musa'nın korku ve endişesi çoğaldı, elini gözüne attı ve yere iyice yapıştı ve bir gürültü ile bir sarsıntı his­setti. Ne var ki onun o anda işittiklerinin benzerini başkalarının işitmesi ne mümkün? Mûsâ işitip gördüklerinin tesiriyle aklını kaybedecek gibi olup ta, korkusu doruk noktasına erişince ağaç ci­hetinden bir nida duydu. Ona: 'Ey Mûsâ!' denilince derhal, çağrıya icabet etti, fakat kimin çağırdığını dahi bilmiyordu. Bu kadar ça­buk icabet etmesi ise bir ünsiyetin tezahürü idi ve arka arkaya; 'Geldim, geldim! sesini duyuyorum, varlığını hissediyorum, ama yerini göremiyorum, neredesin' diye sordu. Ona: 'Ben senin üzerin­de, yanında, önündeyim ve sana senden daha çok yakınını' dedi. Mûsâ, bunları işitince iyice anladı ki, bütün bunlar sadece azız ve celîl olan Rabbine yaraşır şeylerdi. Hemen, 'Evet, Sensin Allahım! Ama duyduğum senin sesin mi yoksa elçinin sesi mi?' diye sordu. Allah (cc), 'Hayır hayır? Benim,seninle konuşan. Bana yaklaş' de­di. Mûsâ elleri ile asasına yapıştı ve bir hamle ile ayağa kalkıver-di. Birden göğsü titredi, ayakları dolaştı, dili tutuldu, kalbi kırıldı, ikinci bir hamleyi daha yapacak dermanı kalmadı. Adeta bir ölü gibi idi. Ne var ki, hâlâ can taşıyordu. Daha sonra korka korka ilerledi ve kendisine nida edilen ağacın yakınında bir yere kadar geldi ve durdu. Rab Tebâreke ve Teâlâ, 'O sağ elindekine bak, O nedir, ey Mûsâ?' dedi. Mûsâ: 'O benim asanıdır* karşılığım verdi. Allah (cc), 'Ne yaparsın onunlaî'diye sordu. —Bunu, O'ndan daha iyi bilen kimse olamaz— Mûsâ, 'O'na dayanırım, onunla davarları­ma yaprak silkelerim, onunla daha başka işlerimi de karşılarım[20]dedi. Asâ, Musa'nın daha başka işlerine de yarardı. O iki çatal olup, çatalların altı çengelimsi bir tarzda idi. Rab Tebâreke ve Teâ­lâ, Musa'ya: 'At onu ey Mûsâ!' dedi, Mûsâ, Allah Teâlâmn onu fır­latıp atmasını istediğini zannetti ve bir daha almamak üzere kal­dırıp attı. Bir de baktı ki asâ iri bir yılan oluvermiş. Ona bakanlar bakakalmışlar, o ise yerde birşeyler (yutmak) istercesine sürünü­yor, deve büyüklüğünde kayaları yutuyor, dişleri ile iri iri ağaçla­rın köklerine vuruyordu. Gözleri ile ona bakıp hemen ateş tutuştu­ruyordu. Çengel âdeta üzeri kıllanmış mızrağa dönmüş, çatalları ise geniş bir kuyuya çevrilmişti.

Mûsâ bunları görünce arkasına dahi bakmadan dönüp kaçtı. İyice uzaklaştı ve artık yılanın kendisine erişemeyeceğini düşün­dü, daha sonra Rabbini hatırladı ve utanarak beklemeye başladı. Sonra, 'Ey Mûsâ, daha önce bulunduğun yere (bana) dön!' diye seslenildi. O da büyük bir korku içerisinde evvelki yerine döndü. Ve Rabb Teâlâ, 'Al onu! Korkma sakın, zira biz onu ilk şekline çe­vireceğiz'[21] diye seslendi. Bu sırada Musa'nın üzerinde yünden bir zırh vardı. Allah Teâlâ, asayı almasını emredince o zırhının eteğini dizine koydu. O esnada bir melek: 'Şu sakındığın hususta Allah bi­ze müsâde etse, zırhın (aban) seni kurtarabilir mi, Ey Mûsâ?' diye sordu. Mûsâ; 'Hayır, ama ne var ki ben zayıfım ve za'ftan yaratıldım' karşılığını verdi.

Mûsâ daha sonra elini (abanın altından) çıkardı ve yılanın ağ­zına koydu., Öyle ki onun kök ve azı dişlerini hissediyordu, eliyle onu kavradı, bir de ne görsün, o sopası değil mi? Elini uzattı ki, onu yaslandığı vakit elini koyduğu iki çatal kısmının arasından tutmamış mı?

Allah Teâlâ ona, 'Yaklaş!' dedi. Mûsâ yaklaşa yaklaşa ağacın yanına kadar geldi ve sırtını ağacın gövdesine dayayıp, (bir müd­det) öylece kaldı. (Bu arada el ve ayaklarındaki titreklik de geçti.) Asasını iki eliyle tuttu, kafasını da önüne eğdi. Sonra Allah Teâlâ ona: (Ey Mûsâ!) Bugün seni öyle bir makama erdirdim ki, senden sonra hiçbir beşerin ona erişmesi sözkonusu değildir. Seni kendi­me yakınlaştırdım ve öyle ki, kelâmımı dahi işittin. Artık benim resulüm olarak git. Benim gözetimimde olacaksın (veya) gözüm ve kulağım seninledir (sendedir). Her zaman inayet ve yardımım se­ninle olacak. Sana saltanatımdan bir zırh giydirdim ki, benim em­rimi yerine getirirken ondan güç alacaksın. Sen erlerimden yüce bir ersin, seni yaratıklarım içerisinde zayıf bir yaratığa elçi olarak gönderiyorum. O, benim nimetimi inkar ediyor, tuzağımdan kendi-. ni güçlü hissediyor. Dünya hayatı onun gözünü boyadı, aldattı. Öyle ki hakkımı, Rab oluşumu inkar edip benden başkasına kul ol­du (ibadet etti). Azametime yemin olsun ki, eğer kendimle mahlûkâtın arasına koyduğum özür ve hüccet olmasaydı, onu kız­dığı zaman göklerin, yerin, ağaçların, denizlerin gazaba geldiği Cebbar (sıfatım ne icabettiriyorsa öylece) yakalardım. Eğer göğe emir buyursam, üzerine taş yağdırdı. Yere emreylesem, üzerine taş yağdırırdı. Dağlara emretsem, ezer geçerdi, denizlere buyursam boğar atardı. Ne var ki o, benim gözümden düşmüş, yanımda hiç­bir değeri olmayan bir varlıktır. Onu hilmim kuşatmıştır. Ben ka-tımdakilerle müstağniyim ve gerçek şu ki, Ben âlemlerden müstağniyim ve Benden başka da böyle olan yoktur. Ona seninle gönderdiğim ilahi hakikatları tebliğ et. Kulum olmaya ve birliğimi ikrara çağır. (Daha evvel insanların başına getirdiğim) Azametli günlerimi ona hatırlat, azabımdan ve kahrımdan onu sakındır ve ona gazabım karşısında hiçbir şeyin mukavemet edemeyeceğini ha­ber ver.

Onunla (kendi aranızda) yumuşak konuş. Belki öğüt alır da korkar. Ona benim af ve bağışlamaya, azap ve cezaya çarptırma­dan daha çabuk davrandığımı söyle. Dünya zinetlerinden ona ver­diklerim sakın seni korkutmasın. Zira onun ipi Benim elimdedir,

Benim iznim olmadan ne gözünü açıp kapatabilir, ne konuşabilir ve ne de nefes alıp verebilir. Ona, 'Rabbimin davetini kabul et, zira O, affı geniş olandır. Sana da dörtyüz sene mühlet verdiği halde sen bu süre zarfında hep O'na harp açtın. Ona benzemeye çalıştın, kullarını O'nun yolundan alıkoydun. O ise sana gökten yağmur in­dirdi, yeryüzünü münbit kıldı. Hastalanmadın, yaşlanmadın. Fakr-u zarurete duçar olmadın. Hiçbir zaman alt edilmedin. Eğer O, bütün bunları çabucak başına getirmeyi veya verdiklerini elin­den almayı dileseydi bunu hemen yapardı. Ne var ki O, büyük bir hoşgörü ve sabır sahibidir' de.

(Ey Mûsâi) Sen ve kardeşin onunla cihad edin. Siz onunla ci-had etmek için seçildiniz. Eğer karşısında duramayacağı bir ordu getirmek isteseydim, mutlaka yapardım. Fakat o nefsi ve çevresin-dekilerle mağrur olmuş güçsüz, bilsin ki (tarafımdan gönderilmiş) az bir topluluk, iznimle büyük bir kalabalığı pekala yenebilir. Onun süsü ve elindeki nimetler sizi büyülemesin, gözünüzü de on­lara dikmeyin. Çünkü o dünyanın ve lüks içinde yüzenlerin (geçici) süsüdür. Eğer isteseydim Firavun baktığı zaman verdiklerimin bir benzerini elde etmeye gücünün asla yetmeyeceğini anlayacağı dün­ya süsleriyle sizi bezerdim. Fakat Ben sizi bundan uzaklaştırıyo-rum ve dostlarım için Ben hep böyle yaparım. Bu benim tâ ezelden, onlar için tercih ettiğim bir husustur. Ben dostlarımı dünya nimet­lerinden ve rahatından el etek çektiririm. Nasıl ki, develerini seven bir çoban onları tehlikeli otlaktan uzaklaştırırsa, nasıl ki develeri­ne müşfik bir çoban onları at yatağından (veya çakalların ininden) uzaklaştırırsa, öylece dünya hayatı ve süsünden uzaklaştırırım. Bu onların benim katımda değersiz olduklarından dolayı değildir. Bu ancak onların Benim kerametimden nasiplerini tamamlamala­rı dünya ve nefislerinin ellerinden hiçbir şeyi almaya imkan bula­maması içindir. Haberin olsun ki, bir kul Bana karşı dünyada zâhid olmaktan daha iyi bir süsle bezenmemiştir. Çünkü bu Al-lahtan gereği gibi korkanların zînetidir. Üzerlerinde huşu ve vakar ile tanındıkları zühd elbiseleri vardır. Çehrelerinde ise secde izi vardır, işte gerçek dostlarım bunlardır. Onlarla karşılaştığın za­man kanatlarını onlara ger, kalbini ve dilini hoş tut. Haberin ol­sun ki, kim benim dostlarımdan birini hakir görür, ona korku ve­rirse mutlaka bana harp ilan etmiş ve Beni de bu harbe davet et­miş demektir. Ben ise dostlarının yardımına herşeyden çabuk yeti­şenim.

Bana harp ilan eden, karşımda mukavemet edebileceğini mi zannediyor? Yahut da bana karşı savaşa yeltenen beni aciz bırakacağını mı hesaplıyor? Yoksa, bana karşı savaş meydanına çıkan beni alt edeceğini, benden kaçıp kurtulacağını mı tasarlıyor? Nasıl olur da Ben dünya ve ahirette onların öcünü alan iken muhtaç ol­dukları yardımı başkasına havale edebilirim?

Mûsâ (as), etrafı korulukla çevrili bir şehirde bulunan Fira-vun'a gitmek üzere yöneldi. Arslanlar korulukta bakıcıları ile bera­ber bulunduruluyorlar ve birisinin üzerine bırakılıp salıverildikle-rinde de derhal onu parçalayıp yiyiveriyorlardı. Şehirde koruluk­tan giren dört tane kapı bulunuyordu. Mûsâ Firavun'un görebilece­ği en büyük yoldan şehre girmeye teşebbüs etti. Arslan Musa'yı gö­rünce tilkiler gibi çığlık attı, ancak bakıcıları onu durdurdular. Mûsâ yoluna devam etti ve Firavun'un kapısına kadar geldi. Asası ile kapıyı çaldı. Üzerinde yünden bir cübbe ve bir de gömlek vardı. Kapıcı onu görünce cesaretine şaştı ve ona müsaade etmeyip geri çevirdi. Ve Musa'ya, 'Sen kimin kapısına vurduğunun farkında mı­sın? Bu kapı efendinin kapısıdır' dedi. Mûsâ ise, 'Ben, sen ve Fira­vun hepimiz Rab Teâlânın kullarıyız, ben ona yardım edeceğim' dedi. Kapıcı diğer bir kapıcıya, o ise diğer kapıcılara, durumu bil­dirdiler. En son kapıcıya kadar durum ulaştı. Bundan ötesinde ise yetmiş tane muhafız vardı. Her bir muhafızın emrinde de Allahın dilediği kadar (sayısız) asker vardı. Bugünün en büyük lideri gibi sonunda haber Firavun'a bildirildi. O 'Alın katıma' dedi. Mûsâ içe­riye alındı. İçeriye girer girmez Firavun ona: 'Seni tanıyorum' dedi. Mûsâ, 'Evet' karşılığı verdi. Firavun, 'Bebekliğinde biz seni yetiş­tirmedik mi? [22]deyince Mûsâ, Allah indinde zikredildiği şekilde ona karşılık verdi. O zaman Firavun onu yakalamalarını emretti. Mûsâ onlardan daha erken davranarak asasını yere atıverdi. O birden apaçık bir yılan oldu; insanların üzerine hücum etmeye ha­zırdı. Halk kaçıştı ve içlerinden yirmibeş bin kişi öldü. Birbirlerini ezip öldürdüler. Firavun perişan bir vaziyette kaçıp eve saklandı ve Musa'ya 'Aramızda bir zaman tayin et ve o vakitte seninle görü­şelim' dedi. Mûsâ: 'Bu şekilde emrolunmadım. Ben yalnızca seninle savaşmakla emrolundum. Eğer sen dışarıya çıkmazsan, ben içeri girerim' dedi. Allah Teâlâ Mûsâya vahyederek aralarında bir za­man tayin etmelerini ve Firavun'a bu zamanı kendisinin kararlaş­tırmasını söylemesini bildirdi. Daha sonra Firavun 'Bana kırk gün müddet ver' dedi. Mûsâ da bunu kabul etti. Firavun kırk gün zar-finda sadece bir kez helaya giderken, kırkıncı gün kırk sefer oraya gitmiştir. Mûsâ şehirden ayrılmış, giderken arslanm yanına uğra­mış; arslan kuyruğunu dikerek onunla bir müddet yürümüş ve onu uğurlamıştır. Bu esnada ne onun ve ne de İsrailoğullarından bir tek kimsenin üzerine hamle yapmamıştır,

 

343. Nevf el-Bekâli şöyle demiştir: Allah Teâlâ dağlara: 'Sizden birinizin üzerine ineceğim' diye vahyetmiş; bunun üzerine bü­tün dağlar böbürlenip yükselmişlerdir. Ancak Tur Dağı öyle yap­mamış, tevazu göstererek: 'Allanın benim için takdir ettiğine razı olurum' demiştir. Ve iniş de onun üzerinde gerçekleşmiştir.

 

344. Vehb b. Münebbih'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Mûsâ (as), Allah Teâlâ'ya: *Ya Rabbi bana ne emredersin?' diye sormuş. O da: Bana hiçbirşeyi ortak koşmamanı!'  cevabını ver­miş. Mûsâ, 'Başka neyi emredersin?' diye sormuş. O, 'Annene kar­şı iyi davranmanı!' demiş. Mûsâ, 'Daha neyi, ya Rabbi?' diye sor­muş. O, 'Annene iyi davranmanı' demiş. Mûsâ, tekrar 'Başka neyi emredersin, ya Rabbi?' diye sormuş. O tekrar, Annene iyi davran­manı' cevabını vermiştir." Vehb diyor ki: "Babaya iyilikte bulun­mak ömrü uzatır. Anneye iyilikte bulunmak ise eceli tutar."

 

345. Vehb b. Münebbih'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir; "Mûsâ (as), Cenab-ı Hakka: *Ya Rabbi, (kulların Senin) başlangıcı­nın nasıl olduğunu soruyorlar' demiş. O da,   'Onlara herşeyden ön­ce olduğumu, herşeyi benim meydana getirdiğimi ve herşey (yok ol­duktan) sonra yine benim var olacağımı haber ver' demiştir.

 

346. Ebû İshâk'tan, Amr b. Meymûn'u şöyle derken işittiği, rivayet edilmiştir: "Mûsâ, Arşta bir adam görmüş ve onun yerine gıpta etmiştir. Bunun üzerine onun durumunu soruşturmuştur. (Melekler) ona şöyle karşılık vermişlerdir: 'Sana onun amelini söy­leyeyim mi? O, Allah'ın fazlından insanlara verdiğinden dolayı on­lara hased etmezdi, koğuculuk yapmaz, ebeveynine isyan etmezdi. Mûsâ, Ta Rabbi, kim ebeveynine isyan eder ki?' diye sormuş. O da, 'Onlara hakaret edilmesine sebep olur ve onlar da hakarete maruz kalırlar' demiştir.

 

347. Ebû'l-Celed'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Mûsâ (as), Rabbından kendisine muhkem bir âyet indirmesini istemiş ve 'Onu kullarına ileteyim' demiştir. Allah Teâlâ da ona vahyetmiş ve 'Ey Mûsâ, kullarımın sana getirmelerini arzuladığın şeyi sen onla­ra götür' demiştir.

 

348. Ebû'l-Celed'den şöyle rivayet edilmiştir: "Allah Teâlâ Musa'ya (as) vahyetmiş ve ona, 'Ey Mûsâ, beni zikrettiğin zaman, azaların titresin ve zikrim esnasında da huşu ve sükunet içerisin­de ol. Yine Beni zikrettiğin vakit dilini kalbine tabi kıl. Benim huzurumda kıyama durduğun vakit küçük, zelil bir kul gibi dur. Nef­sini kına, çünkü o kınanmaya en müstehak olandır. Bana münâcaatta bulunduğun zaman titreyen bir kalp ve doğru bir li­sanla yakarışta bulun/' demiştir.

 

349. Ebû'l-Celed'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Mûsâ (as), Allah Teâlâ'ya: *Ya Rabbi! Bana verdiğin nimetleri küçük gö­rüp dururken ve Sen de benim yaptığım bütün işlere rağmen beni cezalandırmazken, ben Senin şükrünü nasıl yerine getirebilirim?' demiş ve Allah Teâlâ ona vahyederek, işte şimdi bana şükrettin ey Mûsâ!' demiştir.

 

350. Ka'b el-Ahbâr'dan[23] şöyle rivayette bulunulmuştur: "Mûsâ dualarında: 'Allahım tevbe ile kalbimi yumuşat, onu kaya gibi katı kılma' derdi."

 

351. el-Münzir, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğine şahit oldu­ğunu haber veriyor: "Allah Tebâreke ve Teâlâ, Hz. Musa'ya, 'Kav­mine söyle, Bana yönelsinler ve Zilhicce'nin on gününde Bana ya-karsınlar. Onuncu günde Bana teveccüh etsinler ve Ben onları ba­ğışlayayım' dedi."  Vehb diyor ki: "O gün yahudilerin istedikleri gündür. Fakat onda yanılmışlardı. Zira hesapları Arapların (kame­ri) hesabından daha doğru değildir."

 

352. Süfyân b. Uyeyne'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Yahya (as) ile Isâ (as) bir beldeye gelirler; Isâ (as) oranın şirretli-lerinin kimler olduğunu; Yahya (as) ise iyilerinin kimler olduğunu, sorardı.İsâ'ya (as), 'Sen neden şerir kimselerin yanına geliyor-sun?'denilir, o da 'Ben doktorum, hastaları tedavi ederim' derdi."

 

353. Ka'b el-Ahbâr'dan şöyle bir rivayette bulunulmuştur: "Al­lah Teâlâ, Mûsâ (as)'ya vahyederek: '(Ey Mûsâ!) Hayrı öğren ve öğret. Zira Ben yerlerini yadırgamasınlar diye hayrı öğrenen ve öğ­retenleri kabirlerinde nura garkedeceğim' demiştir."

 

354. Ka'b şöyle demiştir; "Mûsâ (as) Rabbine: Ta Rabbi! Sen yakında mısın, yoksa uzakta mısın? Yakında isen Sana gizliden gizliye dua edeyim. Yok eğer uzakta isen sana yüksek sesle bağıra­rak yakarayım' dedi. Allah Teâlâ, 'Ey Mûsâ! Ben, Beni zikredenin yanıbaşındayım, dedi. Mûsâ, Ta Rabbi! Bizim bir halimiz diğer halimizi tutmaz, (yani iyi halde de bulunduğumuz olur, kötü halde de) Öyle zaman olur ki, üremizde Senin adını ağzımıza almaktan kaçınırız ' dedi. Allah Teâlâ, 'Nedir o hal ey Mûsâ?' diye sordu; Mûsâ, 'Cünüblük ve helada bulunmadır' karşılığını verdi. Allah Teâlâ, 'Ey Mûsâ, Beni her halükârda-zikref dedi."

 

355. Katâde diyor ki: "Allanın Peygamberi Mûsâ (as): Ta Rab­bi! Dünyaya en az verdiğin şey nedir?' diye sormuş. O da: 'Dünya-ya verdiğim en az şey adalettir' karşılığını vermiştir.

 

356. Ebû Abdullah es-Sülemî, Yahya b. Süleyman'ın adım zik­rettiği bir zattan naklen şöyle dediğine şahit olduğunu söylüyor: "Mûsâ (as), Cenâb-ı Hak'tan bir ihtiyacını taleb etmiş, ancak (iste­ğine derhal karşılık verilmeyip) gecikmiş ve  'Mâşaallah (eğer Al­lah dilerse)' demiş. Bir de bakmış ki isteği hemen yerine getirilmiş. Sonra Ta Rabbi, şu kadar zamandan beri Senden hacetimi taleb ediyorum, oysa Sen onu bana şimdi verdin (neden?)' diye sormuş. Cenâb-ı Hak, Musa'ya vahyederek, 'Ey Mûsâ! Mâşaallah sözünün ihtiyaçlarının karşılanmasında en müessir söz olduğunu bilmiyor musun?' demiştir."

 

357. Ebû Abdullah es-Sülemî, Yahya b. Süleym ez-Zârifî'nin adım zikrettiği bir zattan naklen şöyle dediğine şahit olduğunu söylüyor: "Meleklerin (gök alemindeki) şeytanları kulak misafiri olup (bilgi) çalarlarken korkuttukları kelime 'Mâşaalah' sözüdür."

 

358. Ka'b b. Alkame'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Mûsâ (as), Firavun'dan (kurtulup) kaçarken Cenâb-ı Hakk'a, 'Ey Rab-bim, bana ne öğüt verirsin' demiş. O da, 'Beni hiç bir şeyle ortak tutmayıp daim,a Beni tenzih etmeni öğütlerim, çünkü Ben böyle ol­mayana ne rahmet eder ve ne de arındırırım' demiştir. Mûsâ, 'Da­ha neyi öğütlersin, ya Rabbi?' demiş. Rab Teâlâ: 'Anneni; zira o se­ni meşakkat üstüne meşakkatle karnında taşımıştır' cevabını vermiş. Mûsâ, 'Başka ya Rabbü' demiş. Rab Teâlâ, 'Sonra babanı Öğütlerim' demiş. Mûsâ, 'Sonra neyi' demiş. Rab Teâlâ, 'Sonra kendin için arzuladığını bütün insanlar için arzulaman; kendin hoşlanmadığın bir şeyi bütün insanlar için de çirkin görmen' de­miştir. Mûsâ, 'Daha neyi öğütlersin, ya Rabbi?' demiş. Allah Teâlâ, 'Kullarımın işlerinin başına getirilirsen, ihtiyaçları konusunda on­ları meşakkate sevketmemeni, çünkü sen Benim rızamı amaçlıyor­sun. Ben ise görmekteyim, işitmekteyim, (bütün yaptıklarınıza) muttali olmaktayım' karşılığını vermiştir.

 

Davud (as)'un Zühdü İle İlgili Haberler

 

359.  Enes b. Mâlik (ra)'den, Resûlullah (sav)'m Cebrail'e (as) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Niçin Mikâil (as)'i hiçbir vakit gü­lerken görmüyorum?". Cebrail (as): "Ateş yaratıldığı günden beri Mikâil hiç gülmemiştir ki." demiştir.

 

360. İsmaîl b. Abdullah b. Ebû'l-Muhacir'den şöyle bir rivayet­te bulunulmuştur: "Dâvûd Peygamber, çok ağladığından dolayı kıvranıyor ve 'Bırakın beni, ağlama günü gelmeden kemiklerin ya­kılacağı, sakalların tutuşturulacağı gün gelmeden önce ağlayayım. Bırakın beni, Allah'a asla isyan etmeyen, enırolundukları işi der­hal yerine getiren güçlü meleklere benim için emir verilmeden ön­ce ağlayayım' diyordu."[24]

 

361. Hasan'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allahm Pey­gamberi Dâvûd (as) şöyle demiştir: 'Ya Rabbi! Vücudumdaki kıllar­dan her birinin ikişer tane dili olsa, gece ve gündüz, bütün zaman­larda Seni zikretseler, yine de bana verdiğin bir nimetin hakkını edâ etmiş olamam.'"

 

362. Muğîre b. Uyeyne'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Al­lah'ın Peygamberi Dâvûd (as), Allah Teâlâ'ya: "Ya Rabbi! Bu gece seni benden daha uzun süre zikreden bir kulun oldu mu?' diye sor­muş. Allah Teâlâ, ona vahyederek, kurbağanın ne iyi bir yaratık olduğunu bildirmiş ve, 'Ey Dâvûd ailesi, şükredin; kullarımdan şükreden azdır'[25] âyetini indirmiştir. Dâvûd (as), Ta Rabbi! Sana (layıkıyla) şükretmeye nasıl güç yetirebilirim ki! Nimeti veren, onunla rızıklandıran, sonra nimet üstüne nimet vererek artıran Sensin. Nimet de Senden, şükür de Senden, nasıl olur da ben Sana şükretmeye takat getirebilirim?' dedi. Rab Teâlâ o zaman 'Ey Dâvûd, şimdi beni hakkıyla tanıdın, bildin' diye cevap vermiştir.

 

363. Ebû Bekir el-Ca'd'm şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Duy­duğuma göre Dâvûd (as) şöyle demiştir: *Ya Rabbi! Sırf Senin rızan için kederli birini taziye edenin mükâfaatı nedir?' Cenâb-ı Hak: 'Ona Takva elbisesi giydirmemdir'. Dâvûd (as): 'Peki sadece Senin rızanı  güderek bir  cenazenin  gömülmesine  iştirak  edenin mükâfaatı nedir?' Cenâb-ı Hak: 'Onun cenazesine de meleklerin tâ­bi olması ve ruhlar içeresinde Benim onun ruhuna rahmet etmem-dir.' Dâvûd (as): 'Ya Rabbi! Yalnızca Senin rızanı taleb ederek bir yetimi ya da bir düşkünü gözeten kimsenin mükâfaatı nedir?' Cenâb-ı Hak: 'Gölgemden (Benim gözetimimden) başka hiçbir göl­genin bulunmadığı günde onu arşımın gölgesinde gölgelendir-memdir.' Dâvûd (as): 'Ya Rabbi! Peki Senin haşyetinden gözleri dolup taşan, ağlayan kimsenin mükâfaatı nedir?' Cenâb-ı Hak: 'En büyük korku gününde onu güvende kılmam ve yine onu cehen­nemin kaynar ateşinden muhafaza buyurmamdır.[26]   demiştir."

 

364. Malik şöyle demiştir: "Dâvûd (as); 'Ey Allahım! Muhabbe­tini bana canımdan, kulağımdan, gözümden, ehlimden ve buz gibi soğuk sudan daha sevimli kıl' demiştir."

 

364. el-Cerîrî şöyle demiştir: "Duyduğuma göre, Dâvûd (as) Cebrail'e (as); 'Ey Cebrail, en faziletli gece hangi gecedir?' diye sor­muş. Cebrail (as) da; 'Ey Dâvûd! Bilemiyorum. Fakat şunu söyliyeyim, seher vaktinde arş titrer, sallanır' demiştir."[27]

 

365. Ubeyd b. Umeyr'den şöyle rivayette bulunulmuştur: "Davud'un (as) gözyaşlarından çevresinde bir bahçe oluşmuş. Allah Teâlâ ona vahyederek: 'Ey Dâvûd, malını ,mülkünü, evlad-u iyâlini artırmamı ister misin?'   demiş. O da: *Yâ Rabbi, (sadece) beni bağışlamanı isterim' demiştir."[28]

 

366. Ömer b. Abdurrahman, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediği­ne şahit olduğunu söylemiştir: "Dâvûd (as), hata ettiği zaman göz­yaşlarından (ağzına isabet edenler) hariç, yemek yememiş, içecek­lerini de ancak gözyaşları ile karışık içmiştir."

 

367. Ömer b. Abdurrahman, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediği­ne şahit olduğunu söylemiştir: "Dâvûd (as): Ta Rabbi! Ben güneşin hararetine tahammül edemiyorum; ateşinin sıcaklığına nasıl daya­nırım! Ya Rabbi! Ben Senin rahmetinin sesine (gök gürlemesine) tahammül edemiyorum; azabının sesine nasıl dayanacağım?' de­miştir."[29]

 

368. Ömer b. Abdurrahman, Dâvûd (as)'un, dualarında: "Ey Allahım! Beni (Seni) unutacak kadar fakir kılma(dığm gibi), (Sana karşı) azgınlık edecek kadar da zengin etme" dediğinin kendisine söylenildiğini haber vermiştir.

 

369. Ca'fer Ebû İmrân el-Cevnî'nin şöyle dediğine şahit oldu­ğunu haber vermiştir: "Ebû İmran: 'Sana davacıların haberi ulaş­tı mı? Ma'bedin duvarına tırmanıp, Davud'un yanına girmişlerdi de Dâvûd onlardan korkmuştu..? âyetini okumuş ve 'Davud'un yanına gelmişler ve o da onlardan korkmuştu'[30] dedikten sonra, Korkma, biz birbirine hasım iki davacıyız, aramızda adaletle hük­met, haksızlık etme, bizi dosdoğru yola götür' dediler.[31] (Şeklindeki[32]devamım zikrederek şöyle demiştir:) 'Davalıların oturduğu kuma (yere) oturun' demiş ve onlar da gösterilen yere oturmuşlardır. Dâvûd (as/un 'Anlatın bakalım' demesi üzerine, birisi: 'Bu karde­şimin doksandokuz koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken 'Onu da bana ver' dedi ve tartışmada beni yendi.[33] dedi. Dâvûd (as), bu işe şaşıp kaldı ve: Yemin olsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuş­tur. Doğrusu ortakçıların çoğu birbirlerinin haklarına tecavüz ederler...[34] deyiverdi. Diğeri ona çıkışarak: 'Ey Dâvûd! Belki sen kafası sopayla kırılacak adamsın' dedi ve kalkıp gittiler. Dâvûd (as), derhal hatâsından dolayı azarlandığım anladı ve olduğu yerde secdeye kapanarak kırk gün, kırk gece farz namazlar hariç olmak üzere kafasını hiç kaldırmadı. Öyle ki sonunda eli, yüzü ve dizleri yara bağladı. Bir melek gelerek! 'Ey Dâvûd! Ben Rabbinin elçisi­yim, Sana, seni bağışladığım, artık kafanı kaldırmanı söylüyor' de­di. Dâvûd 'Nasıl olur ya Rabbi! Sen adaletle hükmedersin, Sen Deyyan olansın ve Senin katında hiç bir zâlimin zulmü geri bıra­kılmaz, nasıl olur da beni bağışlarsın?' dedi. O vaziyette Allahm dilediği zamana kadar bırakıldı. Daha sonra bir başka melek gele­rek Dâvûd (as)'a, 'Ey Dâvûd! Ben Rabbinin sana gönderdiği kişi­yim, Rabbin sana diyor ki: 'Sen ve beraberinde bir çocuk kıyamet gününde Bana geleceksiniz. Bunu Bana davalaşacaksınız. Ben de senin aleyhinde hükümde bulunarak, ona hakkını vereceğim. Son­ra da ondan hakkını bağışlamasını isteyeceğim, o da hakkını Ba­na verecek, Ben de onu cennetime koyacağım, tâ ki hoşnud olsun. Sonrada seni bağışlayacağım' Dâvûd (as): 'Şimdi Senin gerçekten beni bağışladığını bildim, ya Rabbü' demiştir."

 

370. Abdurrahman b. Bûzriye şöyle de mistir: "Zebur'da Dâvûd (as) ehlinin üç kısım oldukları bildirilmiş ve 'Müjdeler olsun gü­nahkarların yoluna girmeyenlere, müjdeler olsun zâlimlerin emri­ne boyun eğmeyenlere ve müjdeler olsun serkeş, battal kimselerle düşüp kalkmayanlara!' denilmiştir."

 

371. Hasan, Dâvûd (as)'un; "Ya Rabbi! En güzel nzık hangisi­dir?' diye sorduğu, onun da: 'Elinin emeği olan, ey Dâvûd!' diye ce­vap verdiğini rivayet etmiştir.

 

372. Atâ b. es-Sâib'in, Ebû Abdullah el-Cedelî'nin şöyle dediği­ne şahit olduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teâlâ, Davud'a (as) vah­yederek, 'Ey Dâvûd! Beni sev, Beni sevenleri de sev ve Beni de kul­larıma sevdir!' demiştir. Dâvûd (as), Ta Rabbi, bu nasıl olur, Seni seveceğim fakat nasıl onlara sevdireceğim?' demiş. Cenâb-ı Hak; 'Beni anarsın ve beni ancak en güzel biçimde zikredersin' demiştir.

 

373. Mesleme'den şöyle rivayet edilmiştir: "Dâvûd (as) Allah Teâlâ'ya: *Ya Rabbi! Senin şükrüne ancak, yine Senin nimetinle erişip dururken, ben Sana nasıl şükredeceğim?' demiş, Allah Teâ­lâ da ona vahyederek, 'Elindeki nimetlerin benim tarafımdan ve­rildiğini biliyor musun?' demiş. O da, 'Evet, ya Rabbî, biliyorum1 karşılığını vermiş, bunun üzerine Allah Teâlâ: 'Ben senin bu duru­mundan, şükür olarak razı oluyorum' demiştir."

 

374. Ebû'l-Celed'den Allah Teâlâ'nm Dâvûd (as)Ja şöyle vah-yettiği yolunda bir rivayette bulunulmuştur: "Ey Dâvûd! Sıdk (mertebesine erişen) kullarıma söyle, kendilerini beğenip te amelle­rine fazla güvenmesinler. Zira kullarımdan herhangi birini hesa­ba çeker adaletimle muamelede bulunursam, mutlaka azabıma duçar olur. Hatâ eden kullarıma da müjdele, çünkü Benim vazge­çip bağışlayamıyacağım büyüklükte hiçbir günah yoktur."

 

375. Ebû'l-Celed'den şöyle bir rivayette bulunulmuştur: "Dâvûd (as), (bir gün) birisine emrederek insanları cemaatle na­maza çağırmasını istemişti. İnsanlar da Dâvûd (as)'un o gün va*z-u nasihatta bulunup dua edeceğini bilerek, hep beraber (namaz için) çıkmışlardı, Dâvûd (as) yerini alınca: 'Allahım bizleri bağışla' dedi ve çekilip gitti. 'Ne oluyor size, neyiniz var?' şeklinde sordular. Bu­nun üzerine bir kısmı: 'Allanın Peygamberi sadece dua etti, sonra da çekilip gitti ha!' dediler. Diğerleri: 'Sübhanallah! Biz bu günün ibadet, dua, va'z-u nasihat ve terbiye günü olacağını zannediyor­duk. Demek sadece dua etti, öyle mi?' diye söylendiler. Allah Teâ-la, Davud'a (as) vahyederek: 'Kavmine tebliğ et, çünkü onlar senin duanı azımsadılar. Ben kimi bağışlarsam onun hem dünya hem de âhiret işlerini yoluna koyarım' dedi."

 

376. Hâlid b. Sabit er-Rib'î, "Dâvûd (as)'un Zebur'u denilen, Zebur'un giriş kısmım buldum, orada: 'Hikmetin başı Allah korku­sudur (yazılıydı.)" demiştir.

 

377.  Ebû's-Selûl'ün şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Dâvûd (as), mescide gelir ve İsrailoğull arından en köhne halka hangisi ise onların yanma gider otururdu. Sonra da, (kendini kasdederek) 'Miskinlerin ortasında bir miskin' derdi."

 

378. İbn Abbas (ra), Allah Teâla'nm Dâvûd (as)'a vahyederek: "Zâlimlere söyle Beni anmasınlar. Çünki Beni ananı anmaya ah­dettim. Benîm onları anmam ise sadece onları lânetlememdir" de­diğini rivayet etmiştir.

 

379.  Eyyûb  el-Filistînî  şöyle  demiştir:   "Dâvûd  (as)'un Mezmûr'unda (yani Zebur'da) Allah Teâla'nm, 'Biliyor musun, kullarımdan kimleri bağışladım?' diye Davud'a (as) sorduğu, onun da: 'Kimler, ya Rabbi?' diye karşılık vermesi üzerine Allah Teâ-lâ'nın, 'Bir günah işlediği zaman, mafsalları çatırdayan (son dere­ce pişman olan) kimselerdir, işte böyle olan kimseler üzerine gü­nah yazmamalarını meleklerime emrederim' buyurduğu, yazmak­tadır.

 

380. Urve, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Dâvûd (as), hurma yaprağından sepet imal eder, sonra onları çarşıya gön­derip satarak elde ettiği para ile geçimini temin ederdi.

 

Hz. Musa (A.S.)'un Zühdü İle İlgili Haberler

 

381. Abdullah b. Ebû Âsim, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediği­ne şahit olduğunu haber veriyor: "Allah Tebâreke ve Teâla, Musa'ya vahyederek dedi ki: 'Kavmin Benim için evler yapıyor, Bana kurbanlar kesiyor, Ben ise ne evde oturur ve ne de et yerim. Fakat Benimle onlar arasındaki alâmet, onların zengin ile fakir arasında adaletle muamele etmeleridir. Ve yine onlarla Benim aramdaki bir diğer alâmet de şudur: Onlar fakirleri razı ettikleri zaman Ben de razı olurum. Onları kızdırdıkları vakit Ben de ga~ zaplamnım.'"

 

382. Abdullah b. Cübeyr, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğine şahit olduğunu bildiriyor: "Mûsâ (as), İsrailoğullanna: 'Bana en hayırlı adamınızı getirin' dedi. Onlar da getirdiler. Bunun üzerine (adama dönüp) 'Sen İsrailoğullannm en hayırlı kişisi misin? diye sordu. Adam da: 'Öyle iddia ediyorlar' cevabını verdi. Adama: 'Git, bana en şerir olanlarını getir' dedi. Adam gitti. Bilâhare yanında hiç kimse olmadığı halde geldi. Mûsâ: 'Bana en şerirlerini getirdin mi?' diye sordu. Adam: 'Ben kendi nefsimi bildiğim kadar, onlar­dan hiç birini bilmiyorum' dedi. Mûsâ: 'Sen onların en hayırhsısın' karşılığını verdi."

 

383. Abdullah b. Büceyr, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğine şahit olduğunu haber veriyor: "Mûsâ (as) Rabbine: 'Ey Rabbim! Hangi kulun Sana daha sevimlidir?' dedi. O da: 'Görüldüğünde Be­ni katıra getiren kimse' dedi.Mûsâ yine: 'Ey Rabbim! Hangi kulun Sana daha sevimlidir?' diye sorunca: 'Hastaları ziyaret eden, yav­rusunu yitirenleri taziye eden, cenazeye iştirak edenler' cevabını verdi."

 

384.  Sabit diyor ki:"Mûsâ b. İmran (as) öldüğü vakit, melekler göklerde cevelân edip; 'Mûsâ da öldü, hangi nefis ölmeyecek ki' di­yorlardı."

 

385. Atâ diyor ki: "Mûsâ, Lebbeyk (geldim, dâvetine icabet et­tim, ya Rabbi!) diyerek Ka'be'yi tavaf etti, Safa ile Merve arasında (gidip geldi). Rabb Tebâreke ve Teâlâ da ona cevap vererek: 'Leb­beyk ey Mûsâ! İşte Ben de önündeyim'diyordu. (Musa'nın) üzerinde pamuktan bir cübbe vardı." Ravi Karan (b. Temam) bir seferinde de demiştir ki: "Bu (kutuvâniye) pamuktan mamul bir cübbedir."

 

386. Enes b. Mâlik'ten, Resûlullah'm (sav) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "îsrâ gecesinde Kesibü'l-Ahmar (bir mevki ismi)'da Mûsâ'ya (as) uğradım. Kabrinde namaz kılıyordu." [35]

 

387. Atâ b. Yesâr'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Mûsâ (as): "Ya Rabbi! Arşının gölgesinde gölgelendireceğin ehlin kimler­dir?' diye sordu. O da buyurdu ki: 'Onlar, kalbleri temiz olan, celâlim hakkı için birbirini seven kimselerdir. Onlar, Ben anıldı­ğım zaman Beni zikreden; zikrettikleri vakit de zikirleriyle anıldı­ğım kimselerdir. Onlar öyle kimselerdir ki, sıkıntılı vakitlerde ab-destlerini güzelce alırlar ve nasıl ki kediler yuvalarına koşarlarsa öylece Benim zikrime koşarlar. Nasıl ki çocuk, insanların sevgisiy­le doluysa onlar da Benim sevgimle doludurlar. Haramlarım helâl edinildiği vakit panterin çatışma anındaki gazabı gibi, gazap ederler.'"[36]

 

388. İmran b. Ebû'l-Hûzeyl, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediği­ne şahit olduğunu söylüyor: "Bize ulaştığına göre Allah Tebâreke ve Teâla Musa'ya (as): 'Ey Mûsâ! İzzet ve celâlime yemin olsun ki, öldürdüğün kişi, benim yaratıcı ve rızıklandırıcı olduğumu bir an olsun ikrar etmiş olsaydı, sana azabın tadını tattırırdım. Seni ona yaptığından dolayı affettim. Çünkü o bir an olsun, Benim kendisi­ni yarattığımı ve onu nzıklandırdığımı kabullenmedi' demiştir.

 

389. İmrân el-Kâsir diyor ki: "Mûsâ b. İmrân: 'Ey Rabbım! Se­ni nerede arayayım?* diye sordu. O da: Beni kalbi kırılmış olanla­rın yanında ara, Ben onlara hergün bir adım yaklaşırım. Eğer böyle olmasaydı onlar perişan olurlardı' cevabını verdi.

 

İsa'nın (a.s.) Hikmetine Dâir Haberler

 

390. Hişâm ed-Dustuvâî şöyle diyor: "îsâ b. Meryem'in (as) hikmetinde (şu vardır): 'Siz, hiçbir karşılık olmaksızın rızıklandı-rıldığımz dünyada, dünya için çalışıyorsunuz da, karşılık olmadan rızıklandırılmay a cağınız âhiret için çalışmıyorsunuz. Yazıklar ol­sun size, kötü bilginler; hiçbir iş yapmıyorsunuz, ama ücret alıyor­sunuz. Yakında dünyadan çıkıp, kabrin darlığına ve karanlığına düşeceksiniz. Allah size oruç ve namazı emrettiği gibi,  sizi mâsiyetlerden de men etmiştir. Dünyada kendisine rağbet edilecek en faziletli kimse iken, nasıl olur da dünya ilim ehline âhiretten daha değerli olabilir? Dünyaya yönelmişken ve kendisine zarar ve­recek olan şeyler, faydası dokunacaklardan daha cazip gelirken, o nasıl   âhiret yolcusu olan ilim ehlinden sayılabilir? (Bulunduğu mevkinin) Allah'ın (cc) ilim ve kudretinden olduğunu bilip durur­ken, makamını küçük gören, kendisine verilen rızka kızan bir kim­se nasıl ilim ehlinden olabilir? Allah'ı (yaptığında) isabet etme (noktasında) itham eden birisi nasıl ilim ehlinden olabilir? Ve sözü (ilmi) amel etmek için değil de, konuşmak için arzu eden bir kimse nasıl ilim ehlinden olabilir?"

 

391. Sabit el-Bünânî diyor ki: "Duyduğumuza göre şeytan Yahya b. Zekeriya'ya (as) gözükmüş. Ve Zekeriya (as) şeytanın üzerinde her şey için bir askı görmüş. Bunun üzerine şeytana: 'Bu üzerinde gördüğüm askılar nedir?' diye sormuş, o da: 'Bunlar ken-dişiyle Ademoğullarma iliştiğimiz şehvetlerdir' demiş. Yahya (as): Teki, benim için orada bir şey var mı?' diye sormuş, o da: 'Hayır' demiş. Yahya (as): Teki, bana da ilişebileceğin bir şey var mı?' di­ye sormuş, o da; 'İyice doyduğun vakit, sana bir ağırlık verip na­maz ve zikirden seni ahkoyarız' cevabını vermiş. Yahya (as): 'Bundan başka bir şey var mı? diye sorunca, 'Hayır' demiş. Yahya da: 'Allaha yemin olsun ki, bundan sonra asla tok olmayacağım' de­miştir."

 

392. Hüseyin diyor ki: "Yahya ve Isâ (as) karşılaştılar. îsâ (as) ona: 'Sen benden daha hayırlısın, benim için bağışlanmamı isteyi-ver' dedi. Yahya (as) da ona: 'Sen benden daha hayırlısın, sen be­nim affımı dileyiver' dedi. îsâ (as) ona: 'Sen benden daha hayırlı­sın, ben kendi kendime selam verdim, Sana Allah selâm verdi' de­di. Böylece Allah (cc) her ikisinin de faziletini bilmiştir.(ortaya çı­karmıştır)"

 

393. Saîd b. Cübeyr diyor ki: "Yahya (as) öldürüldüğü vakit, ashabından birisi, diğerine: 'Allahm Peygamberi Yahya'nın (as) gömleğini bana gönder de bir koklayayım. Çünkü ben öleceğimi bi­liyorum.' demiş. O da gömleği göndermiş, bir bakmış ki gömlek enine boyuna lifle dikilmiş."

 

394. Ebû'l-Hûzeyl diyor ki: "isa'ya (as) zina etmiş bir adam ge­tirilmiş. O da insanlara onu recmetmelerini emretmiş. Onlara: 'Onun yaptığı işi yapmış olan hiçbir kimse onu taşlamasın' demiş. Yahya b. Zekeriya (as) hariç, hepsi ellerindeki taşları yere atıvermişlerdir."

 

395. Ma'mer diyor ki: "Çocuklar, Yahya b. Zekeriya'ya (as): 'Gidelim de oyun oynayalım' demişler, o da: 'Oyun için yaratılma­dık' demiştir."

 

396. Abdüssamed b. Ma'kıl, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediği­ne şahit olduğunu söylüyor: "Gökten bir münâdî, Yahya b. Zekeriyâ'nm bütün insanların efendisi olduğunu, şehitlerin efendi­sinin ise Corcis olduğunu nida etmiştir."

 

397. Yahya b. Ca'de (ra), Resulûllah'ın (as) şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yahya b. Zekeriya hiç günah işlemeyi düşünme­miş ve hiçbir kadın da onun gönlünü meşgul etmemiştir."

 

398. Hasan'dan şu rivayet edilmiştir: "Lokman oğluna: Tav-rum, doyduktan sonra yeme, çünkü onun bir nebzesini bir köpeğe vermen senin için daha hayırlıdır' demiştir."

 

399. Ebû Zer (ra) diyor ki: "Dostum (Peygamber) bana yedi şe­yi tavsiye etti: (Madden) kendimden aşağı seviyede olanlara bakıp benden daha iyi durumda olanlara bakmamamı. Fukarayı sevip, onlara yakın olmamı. Acı da olsa, hakkı söylememi. Hiç kimseden asla birşey istemememi. Sıla-i Rahim (yakınlarımı ziyaret) etme­mi. Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmamamı, ve 'Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi'1-aliyyil-azîm' sözünü çokça tekrarla­mamı."[37]

 

400. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebû Talib, Allah'ın kulu Fâtıma binti Hüseyn'in, Resulullah'm (sav) şöyle dediğini kendisine rivayet ettiğini haber veriyor: "Ümmetimin:, nimetler içersinde yü­zenlerinin en şerirleri, çeşit çeşit yiyecek ve giyecek isteyen, konu­şurken de ağzını doldum doldura konuşanlardır"[38]

 

401. Muhammed b. Uleyye'den, şu rivayet edilmiştir: "Resulul-lah (sav), (bir gün) BilâFin (ra) yanma girmiş, yanında bir miktar hurma olduğunu görmüştür. Bunun üzerine ona: 'Bu ne?' öiye sor­muş. O da: 'Saklayıp (bir kenara koyduğum) bir miktar hurma' ce-

vabını vermiş. Resulullah: 'Cehennem ateşinin senin için (hazır­lanmış) buhar olmasından korkmuyor musun? Onu infak et, ey Bilâl! Arşın sahibinin seni yoksul bırakacağından endişelenme!' demiştir."

 

402. Abdullah b. Amr'dan şu rivayet edilmiştir. O: "Allah Azze ve Celle'ye en sevimli olan kimseler gariblerdir," demiş. Kendisine; "Garipler kimdir?" diye sorulunca, "Onlar, dinlerini (kurtarmak için cemiyetten) kaçanlardır. Kıyamet gününde Isâ (as) ile birara-da olacaklardır" demiştir.

 

403. Velîd, Şu'be b. Abdülaziz ya da başka birinden şöyle bir rivayette bulunmuştur: "Dâvûd (as)'un duaları arasında şu da var­dı: 'ihsan sebebiyle şükrü, belâlar sebebiyle de duayı halkeden (Al­lah) ne yücedir.'"

 

404. Evzâî'den şu rivayet edilmiştir: "Aziz ve Celil olan Allah Teâlâ, Davud'a (as) vahyederek, 'Ey Dâvûd! Sana yaptığın zaman insanların gönlünü kazanıp, Benim de rızama kavuşacağın iki amel öğretmedim mi?' demiş. O da: 'Evet öğrettin, ya Rabbi' ceva­bım vermiştir. (Bunun üzerine) Rabbı, 'Benimle senin arandaki hususlarda vera' ile sığın, insanlara da ahlakları ile imtizaç et.' buyurmuştur."

 

405. Muhammed b. Cahhâde'den şöyle dediği rivayet edilmiş­tir: "Allah Teâlâ, Davud'a (as) vahyederek: Benim zikrimden ve mescidlerimde oturmaktan (yüz çeviren), nefislerine zulmedenler var ya! İşte Ben, kendi kendime yemin ettim ki, kim Beni zikreder­se Ben de onu anacağım ve zâlim bir kimse Beni zikrettiği vakit te ona lanet edeceğim ' buyurmuştur"

 

İbrahim Halil (as)'ın Zuhdü İle İlgili Haberler

 

406.  Ka'b diyor ki: "İbrahim (as): "Ya Rabbi! Yeryüzünde ben­den başka sana ibâdet eden bir kimseyi görmemek beni mahzun ediyor' dedi. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle, onunla birlikte namaz kılacak melekler inzal etti."

 

407. Ka'b,  'İbrahim cidden yumuşak huylu, içli, kendisini Al-laha vermiş biriydi'[39] (âyeti hakkında) diyor ki: "İbrahim (as) ya­nında ateş anıldığı vakit, 'Âh, âh' derdi."

 

408. İbn Ebû Müleyke diyor ki: "İbrahim (as) vefat ettiği vakit Celil olan Allah'a mülâki oldu, ona: 'Ey İbrahim.! Ölümü nasıl bul­dun? diye sorulunca, 'Ya Rabbi! Canımın elemle söküldüğünü his­settim' dedi. O da: 'Biz sana bu işi kolaylaştırdık' karşılığını ver­di."

 

409. Ebû Abdullah es-Sülemî, Yahya b. Süleym'in adını andığı birisinden naklen şöyle dediğini işittim diyor: "Ölüm meleğinin ya­nında, yeryüzü halkının en kerim olanı Yâkûb (as) idi. Ölüm Meleği (as) Rabbinden Yakûb'un yanına gidebilmek için izin istedi. O da izin verdi. Doğru Yakûb'un yanına geldi. Yakûb ona: 'Ey ölüm meleği! Seni Yaratan hakkı için (veya sana soranın hakkı için) sa­na bir şey sormak istiyorum. Canım aldığın kimseler içerisinde Yusuf da var mı?' dedi. Ölüm meleği: 'Hayır' cevabını verdi ve 'Ey Ya'kûb! Sana bir takım sözler öğreteyim mi?' dedi. O da: 'Evet' kar­şılığını verdi. Melek: 'Ey ebediyyen kesilmeyen, Senden başka kim­senin sayamayacağı iyiliklerin sahibi! (diye yalvar)' dedi. Ya'kûb, o gece bunlarla dua etti ve sabah olmadan, (Yusufun) gömleği yüzü­ne atıldı ve gözleri yeniden görmeye başladı."

 

410. Tâifin müezzini Ebû Abdullah şöyle diyor: "Cebrail (as), Yusuf (as)'a geldi ve: 'Ey Yusuf! Hapis sana zor mu geldi?' diye sor­du. O da: 'Evet' dedi. Melek: 'Öyleyse Ey Allahım! Dünya ve âhiret işlerimde bana sıkıntı ve meşakkat veren her şeyden bir kurtuluş halket, beklemediğim yerden beni rızıklandır. Günahlarımı bağış­la, ricamı sabit kıl, onu Kendinden başkasından ayır ki, Senden gaynsına rica (minnet) etmeyeyim, (diye dua et)' dedi."

 

411. Ebû Osman diyor ki: "İbrahim (as) üzerine iki aç arslan gönderildi. Arslanlar, onu yalayıp kendisine secde ettiler."

 

412. Hz Ali (ra)'den Allah Teâlâ'nm, 'Ey ateş! İbrahim için se­rinlik ve esenlik ol[40] kelâmı hakkında: "Eğer esenlik ol dememiş olsaydı, soğukluk onu öldürürdü" dediği rivayet edilmiştir.

 

413. Hz. Ali'nin (ra); "Kıyamet gününde ilk defa İbrahim (as) giydirilecek ve ona ketenden bir elbise giydirilecek, daha sonra Re-sulullah (sav) Arş'ın sağında iken pamuktan bir hülle giyinecek" dediği rivayet olunmuştur.[41]

 

414. Nevf el- Bekâlî diyor ki: "İbrahim (as): Ta Rabbi! Yeryü­zünde benden başka Sana ibadet eden hiç kimse yok' demiş. Allah Teâlâ da üç bin tane melek indirmiştir. İbrahim (as) üç gün onlara imamlık yapmıştır."

 

415. Bekir şöyle demiştir: "İbrahim (as) ateşe atıldığı vakit bü­tün mahlûkât Allah'a niyazda bulunup, Ta Rabbi! Hâlîlin İbrahim ateşe atılıyor, bize müsaade et de onu söndürelim" demişler. O da: 'O Benim halilimdir, yeryüzünde ondan başka da halilim yoktur. Ben onun Rabbiyim, onun da Benden başka Rabbi yoktur. Eğer sizden yardım dilerse ona yardım edin, aksi takdirde onu bırakın' demiştir. Bunun üzerine yağmur meleği gelip: Ta Rabbi! Halîlin ateşe atılıyor, müsaade et, ateşi yağmurla söndüreyim' demiş. Al­lah Teâlâ: 'O Benim halilimdir. Yeryüzünde ondan başka halilim yoktur. Ben onun Rabbiyim, onun Benden başka Rabbi yoktur. Eğer senden yardım talep ederse ona yardım et, aksi halde bırak onu'demiştir. Ateşe atıldığı vakit İbrahim Rabbine bir dua ile ya-karmıştır (ki bu duayı râvi Ebû Hilâl unutmuştur.) Allah Teâlâ da: 'Ey Ateş! İbrâhime serinlik ve esenlik ol[42]demiştir. O gün doğu ve batı bütün insanlara buz gibi olmuştur."

 

416. Saîd b. Cübeyr diyor ki: "İbrahim (as) rüyasında İshâk'ı (as) kurban ettiğini görünce, evinden kurban ettiği yere bir tek sa­bahta bir aylık yol yürümüş. Onu kurban etmesinden vazgeçilip, bir koç kurban etmesi emredilince, onu boğazlamış tır. Sonra da (oradan) bir akşamda bir aylık yol teperek evine gelmiştir. Bu ara­da dağları ve vadileri kolayca geçmesine imkan verilmiştir."

 

Yusuf (As)Tjn Zühdü İle İlgili Haberler

 

417. Hasan diyor ki: "Resulullah (sav): 'Allah, Yusuf a rahmet etsin. Eğer 'Rabbinin yanında beni an (hatırla)' sözünü sarfetme-miş olsaydı, hapiste o kadar müddet kalmazdı3 demiştir." Sonra, Hasan ağlayarak: "Başımıza bir iş geldiği vakit insanlara koşuyo­ruz" demiştir.

 

418.  Hasan diyor ki: "Resulullah (as): 'Allah Yusufa rahmet etsin, eğer uzun hapis müddetinden sonra, bana elçi gelseydi, der­hal ona rağbet ederdim' demiştir."[43]

 

419. Hasan diyor ki: "Yusuf, kuyuya atıldığı vakit onyedi ya­şındaydı. Kölelik, hapis, meliklik müddeti seksen senedir. Sonra (Allah) işlerini yoluna koydu da elli sene daha yaşadı."

 

420. Yezid b. Meysere diyor ki: "Yahya b. Zekeriyâ'nın (as) yi­yeceği, çekirge ve ağaçların özü idi. Kendi kendine: 'Senden daha çok nimete sahip olan var mı? Ey Yahya! Yiyeceğin çekirge ve ağaç özü' derdi."

 

421. Ömer b. Ubeyd, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğine şahit olduğunu söylüyor: "Aziz ve Celil olan Allah, gök kapılarını Hazkü'e açtı da, o da Arş'a baktı —veya buna benzer birşey söyle­di— sonra: 'Seni tenzih ederim, ne kadar azametlisin, ya Rabbü' dedi. Allah Teâlâ: 'Gökler ve yer Beni taşımaya takat getiremedi. Beni kuşatamadı. Beni, vera sahibi mülayim mü'minin kalbi ku­şattı' buyurdu."

 

422. Enes (ra) şöyle demiştir: "Allah Teâla Yusuf a (as) vahye-derek: 'Seni kardeşlerin öldürmeye azmettikleri vakit ölümden kim kurtardı?' diye sormuş, o da: 'Sen, ya Rabbü' demiştir. 'Peki, seni, kuyuya attıkları vakit oradan kim kurtardı?' diye sormuş, yine: 'Sen, ya Rabbü' demiştir. Peki, 'Sana ne oldu bir âdemoğlunu ha­tırladın da Beni unuttun?'deyince; 'Bu ağzımdan kaçırdığım bir sözdü' demiştir. Allah Teâlâ da: İzzetime yemin olsun ki seni ha­piste bırakacağım/ demiştir."

 

423. Vehb b. Münebbih şunu rivayet etmiştir: Hazkîl, Buh-tü'n- Nasr'm, Danyal ile birlikte, Beytü'l-Makdis'te esir aldığı kim­selerden birisiydi. Hazkîl, Fırat kıyısında uyurken, kendisine bir meleğin geldiğini, uykulu vaziyette iken, kafasını (kendisini) alıp götürüp Beytü'l-Makdis'in hizânesine koyduğunu iddia etmiştir. 'Sonra başımı göğe kaldırdım, bir de baktım ki, Arş'm önünden gök açılmış, Arş ve çevresindekiler ortaya çıkıvermiş. Bu aralıktan on­lara baktım. Arş'a baktım ki o, yer ve göklere gölge yapmaktadır. Gökler ve yere baktığımda ise onları Arşın ortasına asılı bir vazi­yette gördüm. Arş'ı taşıyanlar ise dört melektir. Her bir meleğin de dört tane cephesi vardır: insan, kaplan, aslan ve öküz yüzü. Bu va­ziyetleri beni şaşırtınca ayaklarına baktım ki, onlar yerin içerisin­de etrafında pınarlar dolaşan birşey üzerindeler. Yine Arşın önün­de duran bir melek gördüm ki kül rengi gibi rengi var. Birden Cebrail'i gördüm, onun hemen altından mahlûkâtm en büyüğünü gördüm, o arada Mikâil'i gördüm ki, o gök meleklerinin halifesidir. Birden, Allah'ın mahlûkâtı yarattığı andan kıyamete kadar arşı tavaf edecek olan melekleri gördüm. Ki: 'Kuddûs, Rabbimiz Al­lah'ın azameti yer ve gökleri doldurmuştur' diyorlar. Birden onla­rın alt tarafında birtakım melekler, her bir meleğin altı tane kanadi vardı.Kanatlarından ikisi yüzünü nurdan örtüyor, ikisiyle cese­dini kapatıyor, ikisi ile de uçuyorlardı. Aniden, mukarreb melekle­rini gördüm, onların altında da birtakım melekler gördüm ki, bir kısmı secdede, bir kısmı da kıyamda duruyordu. Allah'ın mahlukâtı yarattığından beri böylelerdi. Kıyamete kadar da öylece kalacaklardı. Onların altında da bazı melekler gördüm, Sûr'a üfle-yinceye kadar secdede kalacaklar, başlarını kaldırdılar. Arş'ı görür görmez: 'Seni tenzih ederiz, biz Seni hakkıyle taktir edemeyiz' di­yorlardı. Sonra Arş'ı gördüm, bu aralıktan sarkıyordu. Büyüklüğü de o kadardı. Sonra beni yerle gök arasına götürdü, ikisinin arası doluydu. Bilâhare Arş, Rahmet kapısından içeri girdi, büyüklüğü o kadardı, arkasından beni mescide aldı. Daha sonra Arş, Sahra'nm üzerine geldi, hacmi de o kadardı ki: 'Ey Ademoğlu!' dedi, birden baygın yere düştüm. Bir ses işittim ki, daha Önce benzeri bir sesi asla işitmemiştim. Bu sesi tasavvur etmek istedim, baktım; topla­nıp bir araya gelmiş, hep bir ağızdan bağırıp, tekrarlanan bir ordu­nun sesi gibi veya ondan daha da azametli bir sesdi.' Hazkîl diyor ki: 'Baygın yere düşünce: 'Onu kaldırın çünkü o, zayıf yaratılmış, güçsüz bir varlıktır* dendi. Sonra da: 'Kalk kavmine git, sen bir or­dunun habercisi misâli benim habercimsin, davet ettiklerinden kim sana icabet eder ve hidâyetine uyarsa, sana da onun mükâfaatmın bir misli vardır. Kimi de davet etmeyi ihmal edersen ve o da dalâlet üzere ölürse, onların günahlarından hiçbir şey ha­fifletilmemek üzere sana da günahlarının bir misli vardır' dedi. Sonra da Arş ile yükselip gitti. Sonra taşınıp, tekrar Fırat kenarı­na bırakıldım. Ben, Fırat kıyısında uyurken bir melek geldi ve ba­şımı (beni) alıp Beytü'l Makdis'in kenarına koydu. Kendimi ayak­larımı aşmayan bir su havuzunda buldum. Oradan cennete var­dım. Nehirlerinin kenarlarında ağaçlarını gördüm. Bir ağaç gör­düm ki, ne yaprakları dökülüyor ve ne de meyvaları tükeniyor. Baktım ki orada toptan meyvalar var. 'Oradakilerin elbiseleri ne­lerdir?' diye sordum. Ceviz kabuğu gibi elbiselerdi. Sahibi hangi renk isterse o renkte açılıverirler. 'Eşleri nelerdir?' dedim. Bana gösterildiler. Yüzlerinin güzelliğini birşeye teşbih etmeye çalıştım. Baktım ki, güneşle ay bir araya getirilirse yine de onlardan birinin yüaü daha parlak olur. Etlerine baktım kemiklerini kavratmıyordu. Kemiği de özlerini örtmüyordu. Eşi kendisiyle yatıp kalktığı halde o yine de bakire kalıyordu. 'Ben buna şaştım' dedi. Hazkîl di­yor ki: "Bana: 'Sen buna teaccüp mü ediyorsun?* dediler. Ben de: 'Neden şaşmıyayım ki? Bu gördüğüm meyvelerden yiyen bir kimse ebedîleşiyor, bu eşlerle evlenen kimsede hüzün ve keder kalmıyor' dedim. Sonra beni bulunduğum yere geri koydular."

Hazkîl diyor ki: "Ben Fırat kıyısında uyurken, bana bir melek geldi ve beni yeryüzünün bir yerine koydu. Orada harp vardı. Bak­tım ki onbin tane ölü var. Kuşlar ve yırtıcı hayvanlar etlerini deş­miş, kemiklerini ayırmış. Sonra bana bir topluluk, onlardan ölen kimselerin benden kurtulmuş olduğunu, kudretimin onlara yetiş­meyeceğini iddia ediyorlardı. 'Çağır onları, bakayım' dedi. Ben de çağırdım. Baktım ki her kemik koptuğu yere gidiyordu. Öyle ki in­san kemiklerin ayrıldığı yerleri tanıması kadar mükemmel surette arkadaşını tanıyamaz. Nihayet birbirlerine kaynaştılar. Sonra üzerlerinde etler oluştu. Sonra damarlar, daha sonra da derileri oluştu. Ben ise bunlara bakıyordum. Sonra bana: 'Onların ruhları­nı da çağır* dedi." Hazkîl diyor ki: "Ben de çağırdım. Baktım ki her ruh ayrıldığı cesede koşuyor, oturdukları vakit, bana: 'Sor bakalım ne olmuş onlara?'dedi. Onlar da: 'Bizler ölüp te, hayattan ayrıldığı­mız vakit Mikâil denen bir melekle karşılaştık. Bize: 'Getirin baka­lım şu amellerinizi, alın karşılığını' dedi. 'Bizim size, sizden önce­kilere ve sizden sonra gelecek olanlara uyguladığımız sünnetimiz işte böyledir.' dedi. Amellerimize baktı, bizim putlara taptığımızı gördü. Cesetlerimize kurtları musallat etti, ruhlarımız da acı çek­meye başladı. Ruhlarımıza gam musallat etti. Bu sefer de cesetle­rimiz acı çekmeye başladı. Bu şekilde azap çekip duruyorduk' dedi­ler. Sonra beni melek daha önce bulunduğum yere götürüp bırak­tı."'

 

424. İbn Ebû Ebzâ diyor ki: "Allah'ın Peygamberi Dâvûd (as): 'Eyyûb insanların en sabırlısı, onların en mülayimi ve öfkesini en fazla yeneniydi' demiştir."

 

425. Aynı rivayet.

 

426. Saîd b. Abdulaziz diyor ki; "Dâvûd (as): *Ya Rabbi! Yeryü­zünde Senin için nasıl nasihatla hareket ederim?' dedi. O da: 'Beni çok anarsın. Beyaz, siyah Beni seveni seversin, nefsin için nasıl hüküm veriyorsan, insanlar için de öyle hükmedersin ve yabancı­nın yatağından içtinab edersin (Yani zinaya ya ki aşmazsın)'   bu­yurdu."

 

427. Habib şöyle  diyor:  "Bir adanı Allah'ın Peygamberi Ya'kûb'a (as) uğramış, (bakmış ki) Ya'kûb'un (as) kaşları gözleri­nin üzerine sarkmış bir vaziyettedir. Bir bez parçası ile onları kal­dırmış ve 'Ey Allah'ın Peygamberi! Ne bu gördüğüm halin?' diye sormuş, O da: 'Zamanın uzunluğu ve hüznün çokluğundan dır' de­miş. Bunun üzerine Allah Teâlâ vahyederek: 'Şikayet mi ediyor­sun, ey Ya'kûb?' demiş, Ya'kûb da: *Ya Rabbi! Kusur ettim, bağış­la' demiştir."

 

428. Hasan diyor ki: "Yakûb (as), Yusufa (as) seksen sene ağ­ladı, o vakit o yeryüzündekilerin Allaha en kerim olanıydı."

 

429. Hasan diyor ki: "Rü'yâ ile te'vîl arasında seksen sene var­dı."

 

430. Vehb b. Münebbih'ten şu rivayet edilmiştir: "Allah Teâlâ, Mûsâ'yâ bir nur vermişti. Hârûn da ona: 'Ey kardeşim, onu bana verir misin?' dedi. O da ona verdi. Hârûn da onu iki oğluna verdi. Beytul-Makdis'te peygamberlerin ve onlardan sonra da meliklerin ta'zim ettikleri bir kap vardı. İki çocuk bu kaptan şarap koyarlar­ken, gökten bir ateş indi ve ikisini birden kapıp, göğe yükseldi. Hârûn korkuya kapıldı ve yüzünü göğe çevirdi dua ve yakarışlarla yardım isteyerek ayağa kalktı. Allah Teâlâ, Harun'a vahyederek: İşte taatımda bulunanların ehlinden isyan edenlere ben böyle ya­parım. Ya masiyetimde olanların ehlinden olup ta isyan edenlere ne yaparım? buyurdu."

 

431. Velîd b.  Amr  diyor  ki:  "İşittiğime  göre  Tevrat'ta 'Âdemoğlu ellerini oynat, sana bir rızık kapısı açayım, emrettiğim hususlarda bana itaat et, senin iyiliğine olanı ben biliyorum' şek­linde yazılıymış."

 

432. Mekke'ye geldiği zaman Hasan şöyle söyledi: "Allah Teâlâ diyor ki 'Ademoğlu, seni ben yarattım; Benden başkasına kulluk ediyorsun, Bana dua ediyor ve Benden kaçıyorsun. Beni anıyor ve beni unutuyorsun. İşte bu yeryüzündeki en büyük zulümdür.' Daha sonra Hasan, 'Muhakkak ki şirk en büyük zulümdür'[44] âyetini oku­du.

 

433. Vehb b.  Münebbih'ten şu rivayet edilmiştir: "Ben Tevrat'ta peş peşe dört satır buldum. Birisi şudur: 'Kim Allah'ın kitabını okur da, O'nun kendisini bağışlamayacağını zannederse o, Allah'ın âyetleri ile eğlenenlerdendir. Kim başına gelen musibet­lerden dert yanarsa o, Allah'tan deri yanmış demektir. Üçüncüsü, kim başkasının elinde kilerden dolayı hüzünlenirse, Rabbinin hük­müne kızmış demektir. Dördüncüsü de, kim zenginliğinden dolayı birisine eğitirse, dininin üçte ikisi gitmiştir. "

 

434. Abdurrahman b. Mehdî diyor ki: "Muhammed b. Nadr el-Hârisfnin şöyle dediğine şahit oldum: 'Rabî b. Haysem, 'Önce fakîh ol, ondan sonra insanlardan i'tizâl et/ demiştir."

 

435. Muhammed b. Nadr el-Hârisî diyor ki: "Azız ve Celîl olan Allah, Mûsâ b. İmrân'a vahyetti ve 'Uyanık ol ve kendin için dost­lar edin. Seni benim rızama sevketmeyen her dost gerçekte senin düşmanındır. Kalbine kasvet verir. Mükafata erişmek ve daha faz­lasını elde etmek için zikredenlerden ol' dedi."

 

436. Abdullah b. Mübarek, Vâsıfta Muhammed b. Nadr el-Hârîsi'ye, seferde oruca devam ettiğinden bahsetmiş. O da, "Bu (ibâdetle) koşup icabet etmektedir" cevabım vermiştir.

 

437. Ebû Zeyd diyor ki: "Muhammed b. Nadr kırk gün benim yanımda gizlendi. Ne gece ve ne de gündüz onu uyurken görme­dim."

 

438. Muhammed b. Münkedir diyor ki: "Annemin bacağını ovarak geceledim. Ömer de namaz kılarak geceledi, onunkine kar­şılık, kendi geceleyişim beni o kadar sevindirmez."

 

439.  Muhammed b. Nadr el-Harisî diyor ki: "Bazı kitaplarda okudum (şöyle yazıyordu): 'Âdemoğlu, eğer senin hakkında benim bildiğimi insanlar bilseydi, seni fırlatıp atarlardı. Fakat bana şirk koşmadığın müddetçe Ben seni bağışlayacağım.'"

 

440. Hanzale'nin amcasıoğlu şöyle rivayet etmiştir: "Azız ve Celîl olan Allah, Musa'ya vahyederek 'Kavmin mescidlerini süslü­yor, (ama) kalplerini harap ediyor. Kesileceği güne hazırlanan do­muz gibi besleniyorsunuz. Ben onlara ve akibetlerine baktım. Artık onlara icabette bulunmayacağım, istediklerini onlara vermeyece­ğim'demiştir."

 

441. İmâm Mâlik,[45] Ebû Husayn'ın şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Bir ümmetin ameli kötüleştiği vakit mescidlerini süsler­ler"

 

442. Hasan diyor ki: "Mûsâ (as), insanlarla ihtilât etmek iste­di. Bunun üzerine Allah Teâlâ ona vahyederek, 'Arkadaşlık etmek istediğin kimseye bak, insanlar onunla ülfet ediyorsa, sen de onun­la arkadaş ol' dedi."

 

443. Ebû'l-Celed diyor ki: "Azız ve Celîl olan Allah, Musa'ya vahyetti ve 'Ey Mûsâ! Bana dua ettiğin vakit, dilini kalbine tâbi kıt, beni zikrederken huşu' içerisinde ve mutmain bir vaziyette ol. Huzurumdan kalktığın zaman hakir ve zelil bir şekilde kalk ve nefsini zemmet. Çünkü o zemmedilmeye en lâyık olandır. Bana ya­karışta bulunduğun vakit titreyen bir kalp ve doğru bir dil ile ya­kar' dedi."

 

444. Ebû İmrân el-Cevnî şöyle diyor: "Mûsâ (as) kavmine vâzu nasihatta bulunmuş; içlerinden bir adam gömleğini parçalamış. Bunun üzerine Musa'ya, 'Gömleğin sahibine söyle de, onu parçala­masın, esas kalbini bana açsın' denilmiştir."

 

445. İbn Abbâs (ra)'dan şu rivayet edilmiştir: "Mûsâ (as) dedi ki: 'Ey Rabbim! Kullarından hangisini daha çok seversin?' Rabbi: 'Beni en çok zikredeni' dedi. Mûsâ: 'Rabbim! Hangi kulun en zen­gindir?' dedi. Rabbi: 'Verdiğime razı olan' dedi. Mûsâ: 'Hangi ku­lun en iyi hükmedendir?' dedi Rabbi: İnsanlara hükmettiği gibi, kendi nefsine de hükmedendir' dedi."

 

446. Mücâhid diyor ki: "Kabe'yi yetmiş tane peygamber hac-cetmiştir. Bunlar içerisinde Mûsâ b.İmrân da vardır. Üzerinde pa­muktan mamul iki tane abası vardı. O telbiye getirir, dağlar da ona karşılık verirlerdi."

 

447. Ebû's-Sıddîk en-Nâcî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Süleyman b. Dâvûd (as), insanlarla beraber istiskâ (yağmur dua-sma)'ya çıkmış giderken, sırtüstü uzanmış, ayaklarını da havaya dikmiş, şöyle diyen bir karıncaya rastgelmişler: 'Ey Allahım! Ben senin mahlûkâtmdan birisiyim. Biz senin rızkından müstağni ola­mayız. Ya bize yağmur verirsin yahut bizi helak edersin.' Bunun üzerine Süleyman (as), insanlara, 'Dönün, başka birisinin duası se­bebiyle yağmura kavuşacaksınız' demiştir."

 

448. Abdullah (b. Mes'ûd)'dan şu rivayet edilmiştir: "(Bir gün ) arkadaşları onu bekleşiyorlarmış. (Yanlarına) çıkıp gelince, ona 'Ey Emîr! Seni geri bırakan nedir?' diye sormuşlar. O da: 'Size an­latacağım; sizden evvelkiler içerisinde bir kardeşiniz olan Mûsâ (as): 'Ey Rabbim!  En çok sevdiğin kulunu bana söyler misin? Ki, Sen onu sevdiğin için ben de onu seveyim' deyince, Allah Teâlâ: 'Dünyanın bir tarafından veya en ücra köşesindeki bir kula bir musibet gelir veya ona bir diken batar da, dünyanın bir başka ta­rafındaki veya öbür ucundaki, onu tanımayan bir diğer kul, olan­ları duyar ve âdeta o musibet kendi başına gelmiş veya o diken kendine batmış gibi acı hissederse, öbür insana sırf Benim için sevgi beslerse, işte o bana en sevimli olan kulumdur' demiş. Mûsâ (as), Tâ Rabbi! Mahlûkâtı var ettin; bir kısmını ateşe sokup, onla­ra azap ediyorsun?' dedi. Allah Azze ve Celle ona vahyederek, 'Hepsi benim yarattıklarımdır' dedi. Sonra da ona: 'Bir tarlayı ek' dedi; o da sürüp, ekti. 'Sula' dedi. Suladı. Sonra 'Onu koruyup kolla, gözet' dedi: O da gözetti. Allah bunlardan ne dilediyse onu yaptı; sonra biçip, kaldırdı. Allah Teâlâ ona: 'Ekinini ne yaptın, ey Mûsâ?' dedi. O da: 'İşimi bitirip, onu kaldırdım' cevabını verdi. Al­lah: 'Ondan geride bir şey bıraktın mı?' dedi. Mûsâ: İşe yarama­yanlarını veya ihtiyacım olmayacakları geride bıraktım' dedi. Al­lah: 'İşte Ey Mûsâ! Aynı şekilde, ben de işe yaramayacak olanlara azap ederim' dedi."

 

449. Vehb diyor ki: "İşittiğime göre, Allahm peygamberi Mûsâ (as), dua ve niyaz eden bir adama rastlamış ve Ta Rabbi! Ona merhamet et' demiş. Bunun üzerine Allah ona vahyederek: 'Be­nim, üzerinde olan hakkımı gözetmedikçe, bütün takati tükenince-ye kadar da dua etse, ona icabet etmem' buyurmuş."

 

450. Saîd b. Hilâl diyor ki: "Ashabı, Dâvûd (as)'u ziyaret edi­yorlar ve onu hasta zannediyorlardı, oysa onun Allah Azze ve Cel-le'den ayrı olmaktan başka bir şeyi yoktu."

 

451. Kays b. Abbâd diyor ki: "Dâvûd (as), şöyle diyerek dua ederdi: Tâ Rabbi! Seni zikrettiğim zaman bana yardımcı olacak, unuttuğum zaman bana hatırlatacak bir arkadaş istiyorum. Yâ Rabbi! Zikrettiğim vakit bana yardımcı olmayan, unuttuğum vakit Seni bana hatırlatmayan bir arkadaştan sana sığınıyorum. Yâ Rabbi! Seni zikreden bir toplulukla karşılaştığım vakit, eğer onları geçip gitmek istersem, geçip giden ayağımı kır ki, oturup orada on­larla Seni zikredeyim.'"

 

452. Ebû Saîd el-Müeddib, ismini unuttuğum bir zâttan şunu rivayet ediyor: "Peygamber Dâvûd (as) şöyle derdi: *Yâ Rabbi! Beni konfor içerisinde, fitneye düşmüş bir vaziyette kılma ki, geçimimi küçük görüp nimetine nankörlük etmeyeyim."'

 

453. Ebû Yezîd diyor ki: "Allanın Peygamberi Dâvûd (as) na­mazı uzatır, sonra rükû' eder, sonra başını kaldırır, arkasından da şöyle derdi: 'Ey Göklerin mimarı! Başımı sana kaldırdım. Ey semâda oturan![46] Kullar rabblerine bakışıyor.'"

 

454. Fudâle, Hasan'm şöyle dediğini işittim diyor: "Peygamber Dâvûd (as): *Yâ Rabbi! Ne beni inleten bir hastalık ver, ne de ken­dimi unutturan bir sıhhat isterim. Fakat bu ikisinin arasında bir şey isterim' derdi."

 

455. Mübarek b. Fudâle, Hasan'm şöyle dediğini işittim diyor: "Eyyûb (as) başına her bir musibet gelip çattığında: 'Ey Allahım! Sen aldın, sen verdin, beni sağ bıraktığın müddetçe, yaptığın imti­hanın güzelliğinden dolayı sana hamd ederim' derdi."

 

Eyyub (As)'Un İmtihanı İle İlgili Haberler

 

456. Abdurrahman b. Ciibeyr diyor ki: "Allah Teâlâ, Eyyûb (as)'u malı, evladı ve bedeniyle imtihana tabi tuttuğu vakit onu bir çöplüğe attı. Hanımı, çıkıp onu doyuracak (rızkı) kazanmaya baş­ladı. Şeytan bu duruma hased etti. Kadına tasaddukta bulunan, ekmek vs. yiyecek satan insanlara gelip, onlara: 'Şu size bürünüp gelen kadını kovun, çünkü o eşi ile birleşiyor ve ona elini sürüyor, insanlar da onun yüzünden sizin yiyeceklerinizden tiksiniyor' dedi. Bundan sonra, onu yanlarına yaklaştırmamaya ve ona, 'Aman bize yaklaşma, bizden uzak dur, biz seni doyururuz' demeye başladılar. Kadın durumu Eyyûb'a (as) bildirdi. Bunun üzerine Eyyûb, Allah'a hamdetti. Kadın dışarı çıktığı vakit onunla karşılaşıyor;[47] Eyyûb'un başına gelenlerden dolayı mahzun olduğunu görüyordu. 'Arkadaşını ve babamı kurtar, ancak, Allaha yemin olsun ki, ba­bam bir tek kelime söyleyiverse bütün sıkıntıları bitecek, malı ve evlatları ona geri dönecek' diyordu. Kadın, bunu hemen gelip Eyyûb (as)'a haber veriyor, o da: 'Allah'ın düşmanıyla karşılaşmış­sın da sana bu sözü telkin etmiş. Allah, bize mal ve evlat verdiği zaman O'na iman edip te, kendisinin olanı aldığı vakit onu inkâr mı edelim? Eğer Allah beni şu hastalığımdan kurtarıp ayağa kaldı-rırsa, sana yüz sopa vuracağım* demiş." Râvî diyor ki: 'İşte bu yüz­den Allah Teâlâ, 'Eline bir demet sap al da onunla vur, yeminini bozma' dedi.[48] 'Dığs' ile bir tutam çöp kasdediliyor.

 

457. Talha diyor ki: "Şeytan, 'Eyyûb'un başına gelen hiçbir musibetle asla sevinemedim. Şu kadarı var ki, onun iniltisini işit­tikçe, ona acı verdiğimi anlıyordum' dermiş."

 

458. Abdurrahman b. Yezîd b. Rebf diyor ki: "Dâvûd (as), gök­ten yere düşmekte olan ateşten bir orağa baktı da, Yâ Rabbi! Bu nedir?' diye sordu. O da: 'Bu her zorba zalimin evine koyduğum lânetimdir' cevabını verdi."

 

459. Ebû Bekir b. Avn el-Medînî diyor ki: "Arkadaşlarımdan birinin şöyle dediğine şahit oldum: "Allah azze ve celle, Davud'a (as) vahyederek, 'Dünyada şehvetler kullarımın zayıflarına veril­di; kahramanlara ne oluyor? dedi."

 

460. Dahhâk diyor ki: "Ahlâkı güzel, efendi olan kimse, kadın­lardan uzak duran kimsedir."

 

461. Saîd b. Müseyyeb, İbnu'1-Âs'm şöyle dediğine şahit oldum diyor: "Yahya b. Zekeriyyâ'dan (as) başka herkes Allah'a mutlaka bir günahla mülâki olmuştur." Sonra Saîd; '... Allah sana, kendisi tarafından gelen bir kelimeyi tasdik edici, efendi, iffetli ve salih-lerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler, [49]   âyetini okudu. Sonra da yerden birşey kaldırıp 'iffetli' dedi, böyle bir şey söyledi ve Yahya parmağıyla işaret etti. Abdullah diyor ki: "Babam (Ah-med b. Hanbel) ve Attâb, İbn Mubârek'ten, 'Seyyid, Rabbine itaat eden, Ona isyan etmeyen kimsedir' dediğini rivayet ettiler."

 

462. Ma'mer diyor ki: "Çocuklar Yahya b. Zekeriyyâ'ya 'Haydi gidip oynayalım' dediler. O da 'Bizler oyun için yaratılmadık' ceva­bını verdi. Allah Teâlâ 'Ey Yahya! Kitab'a (Tevrat'a) kuvvetle sa­rıl!' dedik ve henüz sabi iken ona hikmet verdik  [50]  âyetini inzal bu­yurdu.

 

463. Mücâhid diyor ki: "Yahya b. Zekeriyyâ'nın (as) yiyeceği ot idi. Şayet Allah korkusundan ağlayacak olsa ve eğer gözlerinde zift bulunsa gözyaşları deler atardı. Yanaklarında akıp gidecek yerler oluşturmuştu."[51]

 

Süleyman B. Davud (as)’la İlgili Haberler

 

464. İbn Atâ, babasından şu sözü nakletmiştir: "Süleyman (as), hurma yapraklanndan eliyle bir şeyler yapar, kendisi hurma ile arpa ekmeği yer. İsrâîloğullarma da 'cevlezi' denilen bir çeşit yemek yedirirdi."

 

465. Yahya diyor ki: "Süleyman (as) oğluna: 'Aman oğlum! Ko-ğuculuktan sakın. Çünkü o, kılıcın keskin ağzı gibi bir şeydir' de­miştir."

 

466. Ebû Abdullah diyor ki: "îsâ b. Meryem: *Ey dünyaya kul olanlar! Tasaddukta bulunacağınız yerde zulmettiğiniz kimselere merhamet edin' demiştir."

 

Isa (as) nın Zühdüne Dâir Rivayetlerin Devamı

 

467. Muhammed b. Seveka şöyle diyor: öIsâ b. Meryem: 'insan­ları bırak rahat içerisinde yaşasınlar. Sen kendi nefsinle meşgul ol. Bırak onları. Övgülerini aramadığın gibi, kınamalarını da bek­leme. Sen sorumlu tutulduğuna bak' demiştir."

 

468. İbn Abbâs (ra) şöyle diyor: "Allah Teâlâ Isâ (as)'ya vahye-derek: 'Beni, canını düşündüğün gibi düşün. Yine Beni, kıyamet günün için yegâne zahiren kıl. Bana tevekkül et ki, sana yeteyim. Benden gayrisini dost edinme ki, seni perişan etmeyeyim' demiş­tir."

 

469. Şa'bî diyor ki: "Isâ b. Meryem: 'İhsan sana iyilikte bulu­nana misliyle mukabele etmen değildir. Fakat esas iyilik, sana kö­tülük edene iyilik etmendir* dermiş."

 

470. Süleyman b. Muğîre, Sâbit'ten şunu rivayet etmiştir: "îsâ (as) bir kardeşini ziyarete gidiyordu. Yolda biriyle karşılaştı ve o zât kardeşinin öldüğünü söyledi. Bunun üzerine Isâ (as) da geri döndü. Kardeşinin kızları isa'nın kendilerine kadar gelmeyip, yol­dan geri döndüğünü duydular ve doğru ona gelerek: 'Ey Allahm rasûlü! Senin bize kadar gelmeyip te geri dönmen, bize babamızın ölümünden daha ağır geldi' dediler. O da: 'Haydi, gidelim de kabri­ni bana gösterin' dedi. Gidip, gösterdiler. Isâ ona seslendi ve o da yaşlı bir halde çıktı: 'Sen falanca kimse değil misin?' diye sordu.Adam 'evet' cevabını verdi. îsâ: 'Peki, sen niçin çıkıp geldin? deyin­ce, o da: 'Sesini işittim. Onu sayha zannettim' dedi. Hanımı bu ara­da olup biteni görüyor, konuşmaları da işitiyordu. Kadın [îsâ (as)'a dönerek]: 'Seni doğurup besleyen, anaya müjdeler olsun' dedi. Bu­na karşılık îsâ (as) da: 'Müjdeler olsun. Allanın kitabım öğretip te, zorba olarak can vermeyen kimseye* dedi."

 

471. Hasan (ra) diyor ki: "îsâ b. Meryem (as): 'Ben dünyayı yü­züstü attım ve üstüne oturdum. Benim ne ölüp gidecek bir evladım ve ne de yıkılıp göçecek bir evim var* demiş. Teki, kendine bir ev yapmayacak mısın?' demeleri üzerine, o: 'Öyleyse bana selin ağzı­na bir ev yapıverin' diye karşılık vermiş. 'Orada ev durmaz' diye mukabelede bulunmuşlar. 'Peki kendine bir eş edinmeyecek mi­sin?' diye sormuşlar. Ona da: 'Ben, ölüp gidecek eşi ne yapayım?' diye cevap vermiş."

 

472. Ca'fer b. Cürfâs (Burkan) diyor ki: "îsâ b. Meryem (as): 'Günahın başı dünyayı sevmektir. Kadınlar şeytanın tuzağıdırlar. İçki ise bütün kötülüklerin anahtarıdır' dermiş."

 

473. Süfyân (es-Sevrî) (ra) diyor ki: "îsâ b. Meryem (as): 'Dün­ya sevgisi bütün günahların temelidir. Pek çok (manevî) hastalık ise mal (sevgisin)dedir.' demiş. 'Pekâla, bunun ilacı nedir?' diye sormuşlar. O: 'Sahibi malıyla Övünüp, böbürlenmekten kendini alamaz ki* demiş. *Ya alıkoyarsa?' demeleri üzerine de: Tine de, işini yoluna koyma çabası, onu Allah'ın zikrinden alıkoyar' cevabı­nı vermiş."

 

474. Vehb. b. Münebbih şöyle demiştir: "îsâ b. Meryem (as): 'Allah hakkı için size söyleyeyim ki, gök zenginlerden hâlidir (zen­ginlere gökte yer yoktur). Devenin iğne deliğinden girip geçmesi, zenginin cennete girmesinden daha kolaydır' buyurmuştur."

 

475. Süfyân b. Uyeyne, Hâlid b. Havşeb'in şöyle dediğini işitti­ğini söylemiştir: "Isâ b. Meryem (as), havarilerine: 'Krallar, nasıl size hikmeti bıraktılarsa, siz de onlara dünyayı bırakın* demiş."

 

476. Vehb b. Münebbih demiştir ki: "(isa'ya) gökten indirilen sofrada, birkaç parça arpa ekmeği ile birkaç tane balık vardı."

 

477. İkrime demiştir ki: "Isâ b. Meryem (as), havarilerine: 'Ey Havariler topluluğu! İncilerinizi domuzlara atmayın. Çünkü onlar domuzların işine yaramaz. Hikmeti de istemeyen kimseye verme­yin. Zira hikmet inciden çok daha güzeldir. Onu istemeyen ise do­muzdan daha şerirdir' demiştir."

 

478. Süfyân (b. Uyeyne) diyor ki: "Isâ b. Meryem âlimlere hita­ben: 'Ey yeryüzünün tuzları! Sakın bozulmayın. Çünkü, birşey bo­zulduğu vakit, onu tuz düzeltir. Eğer tuz bozulacak olursa, onu hiçbir şey ıslah edemez' demiştir."

 

479. Zür'a b. İbrahim şöyle demiştir: "Isâ b. Meryem: 'Hak için size söylüyorum. Nasıl ki, sizden biri deniz dalgaları üzerine ev yapmaya güç yetiremezse, işte dünya da aynen öyledir. Orayı (san­ki) temelli kalacakmış siniz gibi bir yer edinmeyin' demiştir."

 

480. Meysere'nin şöyle dediği nakledilmiştir: "Mesîh (as) de­miştir ki: 'Allanın seçkin kulları! Eğer, mahlûkât içerisinde, Âdemoğlunun bir nuru olmak istiyorsanız; size zulmedeni bağışla­yın. Sizi ziyaret etmeyeni, ziyaret edin. Size iyilikte bulunmayana iyilik edin, size vermeyene siz verin.'"

 

481. Saîd b. Abdüiaziz üstadlanndan şöyle bir rivayette bulun­muştur "Isâ (as), havarilerinden birisi ile giderken bir mâni ile karşılaşmış. Bir adam önlerine çıkmış ve: 'Sizlerden herbirerine bi­rer tokat atmadıkça, geçmenize müsaade etmeyeceğim' demiş. Adamı caydırmaya çalışmışlarsa da, direnmiş. (Çaresiz) Isâ (as): 'Bana vurabilirsin' demiş. Adam da onun suratına bir tokat atmış ve geçmesine müsaade etmiş. Havariye dönerek: 'Sana da bir tokat vurmadıkça, geçirmem' demiş. Fakat Havârî, buna asla yanaşma­mış. Bunun üzerine Isa (as), diğer yanağını uzatmış ve adam ona da bir tokat vurduktan sonra geçip gitmelerine müsaade etmiş. Sonra Isâ (as): Yâ Rabbi! Bu durum, senin rızana uygunsa, beni rızâna kavuştur. Eğer, gazabından ise sen kıskanmaya en lâyık olansın' diye dua etmiş."

 

482. Abdullah b. Dînâr el-Behrânî şöyle demiştir: öîsâ b. Mer­yem (as), havarilerine: 'Arpa ekmeği yeyin. Dünyadan emin ve salim olarak ayrılın. Hak için size söylüyorum ki; dünyanın tadı, âhiretin acısıdır. Dünyada açlık, âhirette lezzettir. Allanın hakikî kullan lüks içerisinde yüzmezler. Hak için size söylüyorum ki, en kötünüz, dünyayı seven, onu ameline tercih eden ve eğer güç yetir-se, bütün insanları kendisi gibi yapmak isteyen âlimdir' dermiş."

 

483. Süfyân'ın şöyle dediği nakledilmiştir: "îsâ b. Meryem (as): 'Ben size öğrenesiniz diye anlatıyorum. Taaccüb edesiniz diye de­ğil' dermiş. (Kavilerden) Yahya b. Adem rivayetinde ise: 'Ben ise si­ze hiçbirşey anlatmıyorum' demiştir."

 

484. Saîd b. Abdüiaziz şöyle demiştir: "Mesih İbnu Meryem (as): '(Yâ Rabbi! [İşler]) Benim istediğim gibi değil, Senin istediğin gibi. benim dilediğim gibi değil, fakat senin dilediğin gibidir' der­miş."

 

485. Saîd b. Abdülaziz: "Duyduğuma göre, îsâ (as)'nın en çok hoşuna giden söz, kendisine 'Bu miskindir* denilmesiymiş" demiş­tir.

 

486. Yezîd b. Meysere şunu nakletmiş tir: "Havariler, (Ey Mesîhullah! Allanın beytine bak, ne kadar da güzel' demişler. O da 'Amin, âmin (evet, evet). Size hak için söylüyorum ki, ehlinin işle­diği günahlar yüzünden, Allah Teâlâ, bu mescidde taş üzerinde taş bırakmayıp yok edecektir. Ne altın, ne gümüş ve ne de bu taşlar Allahm bir işine yaramaz. Allahin en fazla sevdiği şey iyi kalbler-dir. Allah yeryüzünü bu kalb(lerin sahibleriyle) imar eder (şenlen­dirir). Bozuldukları vakitte bu kalb(lerin sahipleriyle dünyayı harâb eder' diye karşılık vermiştir."

 

487. Saîd b. Abdülaziz, İbn Huleys (Yezîd b. Meysere)'den şu rivayette bulunmuştur: "îsâ b. Meryem (as): 'Şeytan dünya ile, hi­lesi ise malla beraber bulunur. Malın güzel (gözükmesi) nefsin ar­zularıyla, tam olarak elde edilmesi ise şehvetlerledir' demiştir,"

 

488. Muhacir b. Habîb diyor ki: "Mesih îsâ b. Meryem (as) şöy­le dermiş: 'Ey Havariler topluluğu! Nefislerinizi helak ederek dün­yaya talip olmayın. Dünyadakileri terkederek nefislerinizi (kurtar­maya) bakın. Çıplak geldiniz, çıplak gideceksiniz. Yarının rızkını istemeye bakmayın. Bugün olan, bugüne yeter. Allah'tan rızkınızı günü gününe kılmasını isteyin.'"

 

489. Cafer b. B^rkân'm şöyle dediği nakledilmiştir: "îsâ b.Meryem (as): 'Ey Allahım! Amelimin karşılığında rehin oldum. Benden daha fakir hiçkimse yok (Yâ Rabbi!)' diye (yakarırmış)."

 

490. Ca'fer el-Hûrî (el-Cezerî)'den şu rivayette bulunulmuştur: "îsâ b. Meryem (asj: 'Ey Allahım! Çirkin gördüğüm şeyleri defede-mez, faydasını umduklarımı da elde edemez oldum. İş başkasının elinde, ben ise amelimin mukabilinde rehin kaldım. Benden daha fakir hiçkimse yok (Yâ RabbÜ). Düşmanlarımı sevindirip, dostları­mı mahzun etme, başıma gelecek musibeti dinimde kılma. Bana merhamet etmeyecek birisini de bana musallat etme' diye dua edermiş."

 

491. Ebû Ma'mer Süfyân'dan şu nakledilmiştir: *îsâ b. Mer­yem (as) (havarilerine): 'Ben, size, ancak amel edesiniz diye öğreti­yorum, taaccüp edesiniz diye değil. Ey yeryüzünün tuzları (âlim­ler), bozulmayın. Zira birşey bozulduğu vakit sadece tuz ile düzel­tilebilir. Tuz ise bozulduğu zaman hiçbir şeyle ıslah olmaz. Siz öğ­rettiğiniz kimselerden, yalnızca benim sizlerden aldığım mükâfatı alın (yani âhiret sevabı ile yetinin, dünyevî karşılık istemeyin).' di­ye öğütlemiştir."

 

492. Müslim b. Ebû'1-Ca'd şöyle demiştir: "Salih (as)'in kavmi içerisinde onlara eziyet eden birisi vardı. Kavminden (bir grup) Salih (as)'a gelerek: 'Ey. Allah'ın peygamberi! Şu (adama) bir bed­dua etsen' dediler. O da: 'Gidin! Siz ona yetersiniz' cevabım verdi. Adam, hergün odun toplamaya giderdi. O gün de yanında iki ek­mekle odun toplamaya çıkmıştı. Ekmeğin birini yemiş, diğerini de sadaka olarak vermişti. Odununu topladı ve sağ salim odunlarıyla beraber geri döndü. Kavmi, doğru Salih (as)'e gelerek: 'Adam sağ salim, başına hiçbir iş gelmeden geri döndü' dediler. Salih (as), adamı çağırtıp: 'Bugün ne yaptın?' diye sordu. Adam: 'Bugün odu­na çıktığımda, yanımda iki ekmek parçası vardı. Birini sadaka ola­rak verdim, diğerini de yedim' dedi. Salih (as): 'Çöz şu odunlarını' dedi. Adam da hemen çözdü. Bir de baktılar ki, siyah bir yılan, odunlardan birini ısırmış olduğu halde duruyor. Bunun üzerine Salih (as): Vermiş olduğu sadakayla bunu defetti' demiş."

 

493. Abdullah b. Bekir el-Müzenî, babasından Lokman (as)'m şu sözünü işittiğini haber vermiştir: "Ana babanın evladını dövme­si, tarlayı gübrelemesi gibidir,"

 

495. Katâde (aynı haberi) Mûsâ Esvârî'den de işittiğini kayde­derek, onun şöyle dediğini naklediyor: "Allah Teâlâ, İsrâîloğulla-rından bir peygambere şunu vahyetmiştir: 'Âdemoğullannın hepsi günahkârdır. Günahkâr-ların en hayırlısı ise çok tevbe edendir.'"

 

496. Sabit el-Benânî şöyle demiştir: "Bir zât, yetmiş sene iba­det etti. Dualarında: 'Yâ Rabbi! Beni amelimle kurtar' derdi. Öldü ve cennete koyuldu. Orada yetmiş sene kaldı. Bu müddetin sonun­da ona: 'Oradan çık. Yetmiş senelik amelin (cevabını) aldın* denil­di. Adam, dünyada yaptıkları içerisinde gönlünce en fazla itimad edebileceği birşey aradı. Ve Allah'a dua etmekten, O'na yönelmek­ten daha sağlam birşey bulamadı. Ve başladı 'Yâ Rabbi! Ben dün­yada iken, Senin zorlukları giderdiğini duydum. Bugün benim şu sıkıntımı gider (Yâ Rabbi!)' diye dua etmeye. Bunun üzerine cen­nette kalmasına müsaade edildi."

 

497. Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: "Bize nakledildiğine gö­re Allah teâlâ: 'Kulum bana itaat ettiği müddetçe, ben onun geçi­mini tekeffül ederim. İstemeden ona veririm. Dua etmeden icabet ederim, iyiliğine olanı, ben ondan daha iyi bilirim' demiştir."

 

498. Ca'fer, Mâlik b. Dinar'ın şöyle dediğini haber vermiştir: "Allah teâlâ:  'Kullarıma azâb etmek istiyorum. Kur'ân okuyanları, tnescidleri imar eden (oralarda ibadet edenjleri ve İslâm çocukları­nı görünce, gazabım sükûnete kavuşuyor, azabımı çeviriyorum' de­miştir."

 

499. Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: "Bana söylenildiğine göre, sizden öncekiler içerisinde bir adam varmış. Bir müddet Alla» ha ibadet etmiş ve Allah'tan bir ihtiyacım (karşılamasını) istemiş. Her Cumartesi onbir adet hurma yemek suretiyle, yetmiş Cumar­tesi Allah için oruç tutmuş. Sonra yine Allah'tan bir ihtiyacım (gi­dermesini) istemiş. Fakat, Allah vermemiş. Bir müddet geçip te Al­lah istediğini vermeyince kendi kendine düşünmüş ve: 'Bundan ön­ce de istedin. Eğer senden bir hayır olsaydı, istediğin verilirdi. (De­mek ki) sende hiçbir hayır yok' demiş. O anda bir melek inmiş ve: 'Ey Ademoğlu! Nefsini kınadığın şu an, senin ibadetlerinden çok daha hayırlıdır. Allah istediğini verdi' demiştir."

 

500. Vehb b. Münebbih'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Bir adam, rahiplerden birisine gelmiş ve: 'Ey rahip! Ölümü nasıl anı­yorsun?' diye sormuş. Rahip: 'Her adım atışımda, kendimi ölmüş farz ediyorum' diye cevap vermiş. Adam: 'Peki, Allah'ın zâtı için ne yapıyorsun?' diye sormuş. Rahip: 'Cennet ve Cehennemi duyup ta, ondan sonra bir an olsun namazdan geri duran hiç kimse görme­dim' demiş. Adam: 'Ben namazda kıyama duruyorum ve o kadar ağlıyorum ki, neredeyse gözyaşlarımdan bakla yetişiyor' demiş. Rahip ona: 'Günahını itiraf ederek Allanın huzuruna gelmen,senin için, amelin dellallığım yaparak ağlamandan daha hayırlıdır. Zira. amelini açığa vuranın namazı (duası) makbul olmaz' diye mukabe lede bulunmuş. Adam: 'Öyleyse bana ne tavsiye edersin?' diye sor muş. Rahip: 'Sana dünyada zâhid olmanı ve dünya ehliyle çekil­memeni tavsiye ederim. Yine sana an gibi olmam tavsiye ederim; eğer yerse temiz yer, bırakırsa temiz bırakır, bir daim üstüne kon­sa, onu kırmaz. Sana bir köpeğin sahiplerine bağlılığı gibi, Allah'a bağlanmanı tavsiye ederim. Sahipleri onu aç bıraksa da, kovsa da o yine onları korur ve onlara bağlı kalır' diye tavsiyelerde bulun­muştur."

 

501. Mâlik b. el-Hâris şöyle demiştir: "Allah Teâlâ demiştir ki: Beni zikretmek, kimi Benden birşey istemekten alıkoyarsa, ona is­teyenlere verdiğimden daha fazlasını veririm.[52]

 

502. Seleme b. Ebû'l-Ca'd'm şöyle dediği nakledilmiştir: "Bir kadın çocuğu ile beraber yola çıkmış. Yanında da bir parça ekmek varmış. (Yolda giderken) bir kurt gelmiş ve çocuğunu kapıp gitmiş. Kadın kurdun peşine düşmüş. Bu arada ekmeğini kendisinden bir-şeyler isteyen bir dilenciye vermiş. (Çok geçmeden) kurt çocuğu ge­tirip, kadına geri vermiş."

 

503. Ebû Sinan şöyle demiştir: "Allah Teâlâ: 'Ey dünya! Mü'min kuluma acı da, ona sabretsin. Benim için ona tatlı (gözük­me ki) onu fitneye düşürmeyesin. Ey Ademoğlu! Kendini tamamen benim ibadetime ver ki, gönlünü zenginlikle doldurayım, fakirliği­ni gidereyim. Eğer bunu yapmazsan, kalbine meşgale verir, fakirli­ğini de gidermem' demiştir."

 

504. Hâlid b. Sabit er-Rib'î şöyle demiştir: "Nakledildiğine gö­re Isrâîloğulları içerisinde bir genç varmış. Bu genç kitap okumuş, âlim bir zatmış. (Fakat aynı zamanda) sevilmeyen de birisiymiş. Çünkü ilmi ve bilgiyi mevki elde etmek, mal kazanmak için edin­miş. Birtakım bid'atler uydurarak, istediği makama erişip, arzula­dığı malı kazanmış. Yaşlanıncaya kadar bu vaziyette kalmış. Bir gece yatağında yatarken düşünmeye başlamış. 'Farzet ki, bu in­sanlar, uydurduklarımı bilmiyor. Peki Allah da mı bilmiyor? Ece­lim de yaklaştı. Tevbe etsem bari demiş. Tevbesinde o kadar azim-liymiş ki, çenesini delip, oradan bir/zincir geçirerek, kendisini mes­cidin direklerinden birisine asmış. Ve: 'Allah tevbem hususunda birşey indirinceye kadar veya ölünceye kadar buradan ayrılmaya­cağım* demiş. İsrâîloğulları arasında (birisine) vahiy (gelmesi) ga­rip karşılanmazdı. Allah Teâlâ, peygamberlerinden birine vahye-derek, ona: 'Şayet, sen benimle kendi aranda bir günah irtikâb et-tiysen, Ben sonuna kadar onu bağışladım. Fakat kullarımdan sap­tırdıkların ve öylece ölüp te cehenneme koyduklarım için, seni asla bağışlamam' buyurmuş." (Kavilerden) Avf (bu gence) "Berberiyyâ" denildiğini söylemiştir.

 

505. Ömer b. Abdurrahman, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediği­ni  haber vermiştir: "İsrâîloğullarından bir kadın, bir sudan geçti ve orada yıkandı. Sonra da kalktı, orada namaz kılmaya başladı. Altmış veya yetmiş sene, ne çekildi, ne yedi ve ne de içti. Sonunda arındı. Namazdan çıktı. Kendisine: 'Nasıldın?' diye sorulduğunda: 'Sabaha çıktığımda, akşamlayamayayım; akşama erdiğimde de, sa­bahlamayayım, derdim' cevabını verdi."

 

506. Ömer b. Abdurrahman, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediği­ni  haber vermiştir: "İsrâîloğulları âlimlerinden biri, kendisinden daha âlim birine gelmiş ve: 'Ne yiyeyim?' diye sormuş. O da: 'Açlı­ğını teskin edecek birşeyler ye' diye cevap vermiş. Bunun üzerine: '(Peki) ne giyeyim?' diye sormuş. Alim: 'Avret mahallini kapatacak birşeyler  veya  Mesih'in  elbisesini   giy'   diye   cevap  vermiş. [Râvîlerden İbrahim Ebû Muhammed burada tereddüt etmiştir.] (Bu sefer) 'Ne bina edeyim?' diye sormuş. Alim: 'Seni güneşten ve rüzgardan koruyacak birşey' diye karşılık vermiş. Adam: 'Ne kadar güleyim?' deyince, âlim: 'Yüzün gevşeyecek kadar' demiş. Adam: 'Ne kadar ağlayayım?' diye sorunca da, âlim: 'Allah korkusundan dolayı ağlamaktan usanma' diye cevap vermiş. Adam: 'Hangi ame­limi açığa vurayım?' demiş. Âlim: 'Harîs olan birinin uyacağı, in­sanların senin aleyhindeki sözlerini doğru çıkarmayacak kadarını' demiş. Adam: 'Hangi amellerimi gizleyeyim?' diye sorunca, âlim: 'Senin iyi amel etmediğin zannım verecek olanları' diye cevap ver­miş.

 

507. Ömer b. Abdurrahman, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediği­ni  haber vermiştir: "İsrâîloğullarından bir âbid kendini iyice iba­dete verdi ve yeryüzünde dolaşmaya başladı. Öyle ki, vahşi hay­vanlarla beraber geziyordu. Kılları o kadar uzamıştı ki fercini ka­patıyordu. Ondan başka mirasçısı bulunmayan bir yakını öldü. Kendisine haber vermeden malına dokunmayı iyi görmediler ve oturup onu beklemeye başladılar. Adam ise onları görür görmez kaçıyordu. Adamın birisi: 'Bana birşeyler verirseniz onun haberini size getiririm' dedi.  Onlar da istediğini verdiler. Adam onu bekle­meye başladı. Onu görür görmez karşısına dikildi ve elbiselerini çı­karttı. Adam onu görünce durdu ve gözlerini kapattı. Öbür adam: 'Müsaade et, sana yaklaşayım' dedi. 'Peki yaklaşabilirsin' diye mu­kabelede bulundu. Adam ona: 'Falanca (yakının) öldü. Geriye malı kaldı. Senden başka da vâris bırakmadı. İnsanlar da sana haber vermeden mala el sürmeyi hoş görmediler/ dedi. Âbid: 'Öleli ne ka­dar oldu?' diye sordu. Adam: 'Şu kadar' diye cevap verdi. Abid: 'Ben sizden ayrılalı ne kadar oldu?' diye sordu. Adam: 'Şu kadar zaman oldu' dedi. Âbid: '(Öyleyse) ben ondan şu kadar evvel ölmü­şüm' dedi ve dönüp gitti."

 

508. Mâlik b. Dinar'ın şöyle dediği nakledilmiştir: "Duyduğu­ma göre İsrâîloğullarma: 'Dillerinizle dua ediyorsunuz (ama) kalp­leriniz benden uzak, ruhbanlığınız boşunadır' denilmiştir."

 

509. Ebû'l-Muğîre, üstadlanndan bazılarının kendilerine şunu naklettiklerini haber vermiştir: "Süleyman b. Abdülmelik Şam mescidine girmiş ve orada üzeri yazılı bir taş görmüş. Bunun üze­rine: 'Bu nedir?' diye sormuş. (Oradakiler): 'Bilemiyoruz' demişler. (Bazıları): 'Ey mü'minlerin emîri! Vehb b. Münebbih'e birisini gön­derip, çağırın. Çünkü o, bütün kitapları okuyabiliyor' demişler. (Halîfe) birisini gönderip (Vehb'i) çağırtmış. Vehb yazıyı tanımış ve okumuş, üzerinde: 'Ey Ademoğlu! Şayet ölümüne ne kadar kaldı­ğını bilmiş olsan, bütün arzularından soğursun. Sen ancak, ayak­larının kayıp, sevgilinin seni teslim ettiği, yakınlarının sana veda ettiği zaman pişman olursun. (O zaman) sen, ne ailene geri dönebi­lecek ve ne de amelini arttırabileceksin. Öyleyse, hasret ve pişman­lıktan önce kıyamet günü için çalış.

 

510.  Mâlik b.  Dînâr şöyle  demiştir: "Bir bayram günü, İsrâîloğulları mescidlerine girdiler. Genç bir delikanlı mescidin ka­pısında, dış tarafta, ayakta durdu ve ağlamaya başladı. Yüksek sesle ağlıyor ve nefsini kınıyordu: 'Benim gibi birisi, sizinle gire­mez. Ben falan, falan işleri yaptım' diyordu. (Nihayet) Peygamber­lerinden birinin diliyle: '(Bu genç) falanca kişi sıddîklerdendir'diye yazıldı."

 

511. Vehb K Münebbih'ten, mukaddes kitaplardan bazısında şu söze rastladığı rivayet edilmiştir: "Allah teâlâ: 'Kim fakirlerin malından yardım umarsa, sonunda onu fakrü zarurete duçar ede­rim. Zayıfların gücüyle inşa edilen her binanın sonunu harap kıla­rım' demiştir."

 

512. Abdullah b. Vehb'ten şu rivayet edilmiştir [Râvî, Abdul­lah'ın bu haberi babasından nakletmiş olduğunu söylüyor. Ebû Muhammed ise (bu hususta) tereddüt etmiştir]: "İsrâîloğulların­dan âbid bir zât, bir havrada ibadet ediyordu. Bu zâtın kötülüklerden uzaklaştığını görünce (serkeş bazı kimseler): 'Şunun bir yolu­nu bulsak ta (ibadete çekildiği yerden) indirebilsek' dediler. Bunun üzerine sapık bir adamın karışma giderek, âbide musallat olması­nı istediler. Kadın, karanlık ve yağışlı bir gece oraya geldi ve: 'Ey Allanın kulu! Beni içeri alır mısın?' dedi. Âbid (o sıra) ayakta na­maz kılıyordu. Lambası da yanmaktaydı. Kadına iltifat etmedi. Kadın: 'Ey Allanın kulu! yağmur yağıyor. (Hava) karanlık. Beni içeriye alJ dedi. Ve içeriye girinceye kadar bu şekilde devam etti. İçeri girdi ve uzanıp yattı. Adam, ayakta namaz kılıyordu. Kadın iki tarafa dönmeye ve vücudunun güzelliklerini adama göstermeye başladı. Sonunda adamın nefsi uyandı. Bunun üzerine (kendi ken­dine): 'Hayır. Allaha yemin olsun ki, bakayım ateşe tahammül ede­biliyor musun?' dedi ve yanmakta olan lambaya yaklaştı. Parmağı­nı lambaya koydu ve yaktı. Sonra namaz kıldığı yere geri döndü. Bir müddet sonra, nefsi yine onu tahrik etti. Adam tekrar lamba­nın yanma gitti ve diğer parmağını da yaktı. Arkasından namaz kıldığı yere çekildi. Nefsi yine uyandı. O, lambaya gidip gelmeye ve parmaklarım teker teker yakmaya devam etti. Nihayet bütün par­maklan yandı. Kadın bu arada ona bakıyor ve olup bitenleri seyre­diyordu. Sonun da (dayanamayıp) bir çığlık attı ve öldü. Sabahle­yin (serkeşler) kadının ne yaptığım görmek için koşup geldiler. Bir de baktılar ki, kadın ölmüş. Başladılar adama 'Ey Allanın düşma­nı! Ey riyakâr! Kadına tecavüz ettin, sonra da onu öldürdün, değil mi?J demeye. Abidi alıp krallarına götürdüler ve aleyhinde şahitlik ettiler. Kral, âbidin idamına hükmetti. Âbid, iki rekat namaz kıl­mak istedi ve kıldı. Sonra dua ederek: "Yâ Rabbi! Biliyorum ki Sen, beni yapmadığım birşeyden dolayı muaheze etmezsin. Fakat,ken-dimden sonraki âlimlere utanç vesilesi olmak istemiyorum' dedi. Bunun üzerine Allah kadının canını geri verdi ve kadın: 'Ellerine bakın' dedi ve gerisin geriye öldü."

 

513. Vehb b. Münebbih'ten şu nakledilmiştir: "'Bir köyün civa­rında eylenen seyyahlardan birisi de (yukarıdaki) hâdisenin benze­rini nakletti. Fakat o şöyle dedi: "Kadın onlara: 'Adamın ellerinin yandığını görünce, olduğum yere baygın düştüm. (Şimdi buradan) dağılm. (Bundan böyle) sağ kaldığım müddetçe, sizinle arkadaşlık edecek değilim dedi ve dağlarda seyyâhlığa başladı."

 

514. Vehb'den şu rivayet edilmiştir: "Bir seyyah ve yamağı, yol üzerinde avını bekleyen bir arslanla karşılaşmışlar. Yamak: 'Arslan! Arslan!' demeye başlamış. Seyyah, ona aldırış etmeksizin yo­luna devam etmiş. Arslanın yanma kadar gelmişler. Arslan, ayağa kalkmış ve yoldan kenara çekilmiş. Geçtikten sonra yamak, büyü­ğüne: 'Ben seni arslana karşı uyardım (fakat sen aldırış etmedin)' demiş. Seyyah da ona: 'Sen beni, Allah'tan başkasından korkar mı zannettin? Vahşi hayvanların beni parçalaması benim için, Al­lah'ın kendisinden başka bir varlıktan korktuğumu bilmesinden daha iyidir' cevabını vermiş."

 

515.  Vehb b. Münebbih'ten şöyle dediği nakledilmiştir: "Bir seyyah ile yamağı varmış. Yiyecekleri her üç günde bir gelirmiş. Birgün bakmışlar ki, birisinin yiyeceği gelmemiş. Büyüğü yamağı­na: 'Birimiz bir hatâ yaptı ve bu da rızkımıza mâni oldu. Düşün ba­kalım. Sen ne yaptın?' demiş. Yamak: 'Birşey yapmadım' cevabmı vermiş. Fakat, bilâhare herşeyi hatırlamış ve: 'Evet, birgün kapıya bir dilenci gelmişti, ben de kapıyı yüzüne kapatmıştım' demiş. Bü­yüğü: 'Yemeğimiz bundan dolayı gelmemiş işte' demiş. Allah'a istiğfarda bulunduktan sonra, daha evvel olduğu gibi nzıkları gel­meye başlamış.

 

516. Vehb b. Münebbih şunu rivayet etmiştir: "Bir seyyah, bij köye girdi. Baktı ki, köyün ileri gelenlerinden biri ölmüş. Heme? oradan çıktı ve: 'Bu zalimi gömmem' dedi. Sonra hafif bir uyk uyudu. Yanına bir adam geldi ve: 'Ey Adam! Allahm rahmetinde herhangi birşeye sahip misin?' diye sordu. Seyyah: 'Hayır' dedr. Adam üç kere sorusunu tekrarladı, her seferinde de 'Hayır' cevabı­nı aldı ve: 'Peki, onun bu sızısından (ölüm sancısından) dolayı r e olduğunu (Cenâb-ı Hakk'ın ne irâde ettiğini) biliyor musun?' dedi."

 

517. Yine Vehb b. Münebbih şunu nakletmiştir: "Bir seyyah ve bir de yamağı varmış. Birgün seyyah, yamağına: 'Falanca köye git ve bana bir kefen al. Zira, benim ecelim yaklaştı, haydi, acele et! demiş. Yamak köye gelmiş. Bakmış ki köyün eşrafından birisi ölmüş, halk da kabri başında toplanmışlar. Pek tabiî ki, dükkanla­rını da kapatmışlar. Yamak istediklerini hemen alamamış. Niha­yet halk geri gelmiş ve o da kefen ve kokuyu satın alarak arkadaşı­nın yanma geri dönmüş. Bakmış ki, arkadaşı ölmüş, hayvanlar da yüzünü yeyip parçalamışlar. Başlamış   dövünüp, hayıflanmaya bu arada da: 'Falanca zâlim, kefenlendi, kokulanıp defnedildi. Falan­canın ise suratı yenilip, parçalandı' diyormuş. Bunun üzerine ona: 'Falanca zâlimin bir tek iyiliği vardı. Allah onu, âhirette hiç nasibi olmayacak şekilde dünyadan çıkarmak istedi. Filanca seyyah ise, küçük bir hatâ yapmıştı da, Allah onu dünyadan, bunun acısını duyurmadan çıkardı' denilmiştir."

 

518. Vehb b. Münebbih, şu haberi hikaye etmiştir: "Bir seyyah vardı. Beraberinde bir de melek gönderildi ve meleğe, seyyah nasıl davranırsa, öyle davranması emredildi. Bir vadiden geçerken, bir leşle karşılaştılar. Seyyah leşin kokusunu duymamak için elbise­siyle burnunu kapadı. Melek de aynısını yaptı. Seyyah ona: 'Niçin böyle yaptın?' diye sordu. O da: 'Sen ne yaparsan, aynısını yap­makla emrolundum' dedi. Seyyah: 'Benim duyduğum kokuyu sen de duydun mu?' diye sordu. Melek: 'Hayır, bana kâfirin kokusun­dan başka birşey eziyet vermez' dedi."

 

519. Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: "Beytül-Makdis civa­rında bir adam, iki de oğlu vardı. Çocukları bulûğa erdiler ve ka­dınlarla oynaşmaya başladılar. Adam onların bu haline karşı çık­madı. (Bunun üzerine Cenâb-ı Hak): 'İzzetime yemin olsun ki! Ah­dim olsun, onların üçünü de bir günde öldüreceğim. Sonra da ailesini fakrü zarurete duçar edeceğim' dedi."

 

520. Yine Vehb b. Münebbih şunu anlatmıştır: "Allah lanet edesice İblîs, bir seyyaha geldi ve onu azdırmak istedi. Bir türlü başaramadı. Bunun üzerine ona: 'Ben, seninle dost olmak istiyo­rum' dedi. Seyyah: 'Benim senin dostluğuna ihtiyacım yok' cevabı­nı verdi. İblîs: 'Öyleyse, bana ne istersen sor, sana haber vereyim' dedi. Seyyah: 'İnsanları ne ile fitneye düşürüyorsun?' diye sordu. İblîs: 'İnsanların aceleci olanlarına bakar, çocukların topla oyna­dıkları gibi onlarla oynarız' dedi."

 

521. Vehb b. Münebbih şunu nakletmiştir: "İsrailoğullarının âlimlerinden birisi şöyle dermiş: 'Meyva toplayanın geride bıraktı­ğı bir yemiş, ekin biçenin ardında kalan bir başak gibi oldum.

 

522. Vehb b. Münebbih: "İsrâîloğulları içerisinde fâsık âlimler türemişti. Siz de daha da çoğalacak" demiştir.

 

523. Akîl b. Müdrik es-Sülemî şöyle demiştir "Allah Teâlâ, İsrâîloğullarınm peygamberlerinden birine şöyle vahyetmiştir: 'Kavmine söyle; düşmanlarımın ne yemeğini yesinler ve ne de içece­ğini içsinler. Kendilerini onlara benzetmesinler de. Aksi takdirde, onlar da tıpkı düşmanlarım gibi, benim hasmım olurlar."

 

524. Mâlik b. Dînâr şöyle demiştir: "İsrâîloğulları âlimlerin­den birisi, evine kadın ve erkekleri doldurur, onlara va'zu nasihat-ta bulunarak, Allah'ın (âsi toplumları azaba duçar ettiği azametli) günlerini hatırlatarak onları ikaz ederdi. Birgün, çocuklarından bi­risinin kadınlara kaş göz işareti ettiğini farketti. Ve: 'Ağır ol evla­dım! Ağır ol evladım! ( yapma!)' dedi. Sedirden düştü ve şah dama­rı koptu, karısı da çocuk düşürdü (yani sağlıklı bir doğum yapama­dı). Çocukları da ordudayken öldürüldü. Bunun üzerine Allah Teâ­lâ, peygamberlerine vahyederek: 'Falanca âlime (şu sözümü) ha­ber ver: 'Ben senin neslinden ebediyyen sâdık birisini çıkarmayaca­ğım. Yalnızca sana 'Ağır ol evladım! Ağır ol evladım!' dediğin için bana olan bu kızgınlığın ne?...' dedi.[53]

 

525. Mâlik b. Dînâr, Tevrat'ta: "Kimin günahlarla haşir neşir olan bir komşusu var da, onu bundan men etmiyorsa, günahında ona ortaktır?" yazdığını söylemiştir.

 

526. Mâlik b. Enes şöyle demiştir: "Bana anlatıldığına göre, Isrâîloğullarmdan bir grup, gündüzleri oruç tutarlarmış. Akşam olup ta, sofralar kurulunca, sırayla içlerinden birisi kalkar: 'Çok yemeyin! Çok içersiniz, sonuç olarak da çok uyursunuz' diye ikaz edermiş."

 

527. Vehb b. Münebbih, Ermiyâ'nın şöyle dediğini nakletmiş-tir: "Yâ Rabbi! Kulun Davud'u seçtin ve o senin için bir mescid inşa etti. İşinde gücünde yaşayıp duruyordu. Nihayet evlenecek çağa gelince taraftarlarından bir grup ona musallat oldu ve ona: 'Şayet sana "güneşin bir lavı rüzgara yüklendi, yarın azab olunacak" den­se veya "gökyüzünün ne kadar kapısı vardır?", "Allah'ın hazineleri ne kadardır?", "Denizler ne kadar yerden kaynamaktadır?" denilse ya da "Deniz sana gelip, karadan davacı olarak, 'Dalgalarım çoğaldı,kaynaklarım arttı, karaya taşmak istiyorum' dese, kara da (bu­na mukabil) 'Ağaçlarım, dağlarım çoğaldı, nehirlerim artıp, vahşi hayvanlarım bollaştı, ben de denizi istilâ etmek istiyorum'" dese, hangi birisi için nasıl hüküm verirsin?' dediler."[54]

 

528. Bişr b. el-Hâris şöyle demiştir: "Ahmed b. Hanbel, körüğe girdi ve kıpkırmızı altın gibi çıktı." (Râvîlerden) Ali b. Haşrem di­yor ki: "Bişr'in bu sözü Ahmed b. Hanbel'in kulağına gittiği vakit, o: 'Yaptığımızla, Bişr*i razı eden Allah'a hamdolsun'" demiştir.

 

529. Muhammed b. Cahhâde, Lokman (as)'ın şu sözünü nak-letmiştir: "İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o vakit hik­metli bir göz bulunamayacak."

 

530. Süfyân, kendisine haber veren birisinden şunu naklet-mistir: "Lokman el-Hakîm oğluna: 'Ey oğlum! Dünya derin bir de­nizdir. Orada pek çok insan boğulmuştur. Gemin, Allah korkusu olsun. Geminin içi ise, Allah'a iman olsun. Yelkenleri de, Allah'a tevekkül etmek olsun. Kurtulabileceğini zannetmiyorum, ama bel­ki kurtulursun' demiştir."

 

531. Hasan, Lokman (as)'m oğluna: "Yavrum! Kaya da taşı­dım, demir de. Fakat, kötü komşudan daha ağırım görmedim" de­diğini haber vermiştir.

 

532. Ebû'l-Celed'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Hikmet'te şunu okudum: 'Kimin gönlünde bir vaizi olursa, Allah tarafından bir koruyucusu olur. Kim gönlünden insanlara insaflı davranırsa, Allah onun izzetini arttırır. Allah'a itaatta zillet, ma'siyetle izzet­ten daha iyidir."'

 

533. Hâlid b. Yezîd b. Sabîh, babasından naklen şu rivayet et­miştir: "Hikmetli bir sözde şöyle deniliyor: 'Ey Ademoğlu! Beriifrn rızâmı) arıyorsan, iki şeyde bulabilirsin: bildiğin hayrı yaparsın, bildiğin fenalığı da terkedersin."

 

534. Muhammed b. Vâsi', Lokman (as)'ın oğluna: "Yavrum! Kalbin kötü olduğu halde, insanlara Allah'tan korkuyormuş gibi görünme" dediğini haber vermiştir.

 

535. Avf, Lokman (as)'m oğluna: "Yavrum! Mü'minin iki kalbi vardır. Birisiyle umar, diğeri ile korkar" dediğini nakletmiştir.

 

536. Abdullah b. Dînâr, Lokman (as)'ın oğluna şöyle tavsiye ettiğini haber vermiştir: "Yavrum! Allahm karşısında, nefsini, mutlak O'na muhtaç bir mertebeye indir. Fakat O'nun sana hiç ih­tiyacı olmadığını bil. Yavrum! İnsanların övgüsünü değil, kınama­larını yazan (hatırında tutan) birisi ol. Kendisi sıkıntıda, fakat in­sanlar ondan rahat (ve emin) olan bir kişi ol."

 

537. Serî b. Yahya, Lokman (as)'ın oğluna: "Yavrum! Hikmet, miskinleri, kralların yerine oturtur" dediğini nakletmiştir.

 

538. Eyyûb, Ebû Kılâbe'nin kitabından şu haberi rivayet et­miştir: "Lokman (as)'a: 'En âlim insan kimdir?' diye soruldu. O: 'İn­sanların bilgisiyle kendi ilmini artıran' dedi. 'En zengin insan kim­dir?' diye soruldu. O: 'Kendisine verilene razı olandır' cevabım ver­di. 'İnsanların en hayırlısı kimdir?' diye sorulunca da, 'Zengin olan mü'min' diye karşılık verdi. Oradakiler: 'Mal zenginliğini mi kaste­diyorsun?' deyince, 'Hayır, ilim zenginliğini kasdediyorum. Eğer in­sanlar ilme muhtaç olurlarsa onu, onda bulabilirler. Yok eğer ihti­yaçları olmaz, o, ilmiyle kendisini başkalarından müstağni kılar' dedi."

 

539. Ebû'l-Hakem şöyle demiştir: "Lokman (as)'a: 'Sahibi oldu­ğun hikmet nedir?' diye soruldu. O: 'Kendi kendime yeterli olabildi­ğimi (başkasına) sormam. Beni ilgilendirmeyen şeyi de üstüme va­zife edinmem' diye cevap verdi."

 

540.  Rebf b. Enes, hikmetli bir sözde: "İyi amel, sahibini tö­kezlediği vakit kaldırır" dendiğini haber vermiştir.

 

541. Muaviye b. Kurra, Lokman (as)'ın oğluna: "Yavrum! Alla-hın sâlih kulları ile beraber ol. Zira, onların güzel (amellerinden) hayır elde edersin. Belki, onlara bir rahmet iner de, onlarla bera­ber sana da erişir. Yavrum! Kötü kimselerle düşüp kalkma. Zira onlarla beraber olmaktan bir hayır kazanamazsın. Başlarına bir musibet gelir de, onlarla beraber sana da isabet eder." diye tavsiye­de bulunduğunu nakletmiştir.

 

542. Ebû Habîb es-Sulemî, Hikmet'te şunu okuduğunu söyle­miştir: "Dilenci, konuşmasını tamamlayıncaya kadar sus. Sonra, onu rahmetle geri çevir. Yetime karşı müşfik bir baba gibi ol. Zul­me uğrayanlara da, yardım elini uzat. Umulur ki böylece, Allah'ın arzında onun halîfesi olursun."

 

543. İbn Ebî Necîh, babasından Lokman (as)'m şu sözünü nak­letmiştir: "Sükût hikmettir. (Fakat) onu başaran da çok azdır."

 

544. Tâvûs, kendilerine -âmâ olan- Necîh'in şunu söylediğini nakletmiştir: "Allah'tan korkan ve o haliyle konuşan bir kimse, Al­lah'tan korkan ve fakat susan bir kimseden daha hayırlıdır."

 

545. Hişâna b. Urve, babasından Hikmet'te şöyle yazdığım naklediyor: "Hâine, hıyanetinden dolayı hainlik etme, bu sana ye­ter."

 

546. Yezîd b. Meysere şöyle demiştir: "Allah teâlâ: 'Ey benim için şehvetini terkeden, rızam için gençliğini tüketen genç! Benim katımda sen, bazı meleklerim gibisin demiştir."

 

547. Katâde, "Tevrat'ta: 'Ey Âdemoğlu! Dilinle beni zikredi­yorsun, fakat, beni unutuyorsun! Bana duâ ediyor, fakat benden kaçıyorsun! Ben seni rızıklandırıyorum, sen başkasına kulluk edi­yorsun' diye yazılı" olduğunu söylemiştir.[55]

 

548. Avf b. Abdullah, Lokman (as)'m oğluna şöyle dediğini nakletmiş tir: '"(Yavrum!) Mekrinden emin olmayacak şekilde, Al­lah'a karşı ümid içerisinde ol. Rahmetinden ümidini kesmeyecek şekilde ondan kork.' Oğlu: 'Babacığım! Buna nasıl güç yetirebili­rim? Benim yalnızca birtek kalbim var' dedi. Lokman (as): 'Mü'mi-nin iki kalbi vardır. Birisi ile umar, diğeri ile korkar.'" cevabını verdi.

 

549. Basra âlimlerinden, Abdurrezzâk Ebû Osman, Lokman (as)'ın oğluna: "Yavrum! Câhilin sevgisine rağbet etme; seni, kendi yaptıklarından hoşnud oluyorsun zanneder. Hikmet sahibi kimse­nin kızmasından dolayı da, küçüklük duyma; sana iltifat etmez." diye tavsiyede bulunduğunu söylemiştir.[56]

 

550. Abdullah b. Dinar şunu haber vermiştir: "Lokman (as), bir seferden dönüyordu. Yolda kendisini kölesi karşıladı. Lokman: 'Babam ne âlemde?' diye sordu. Köle: 'Öldü!' cevabını verdi. Lokman: 'Elhamdülillah, işime mâlik oldum' dedi. Sonra: 'Annem ne haldedir?' diye sordu. Köle, 'O da 'öldü!' diye karşılık verdi. Lokman^'Kederim gitti' dedi. Bu sefer 'Karım ne âlemde?' diye sor­du. Köle: 'O da öldü' diye cevap verdi. Lokman: Yatağını yenile' de­di. 'Peki, kız kardeşim ne durumdadır?' diye sordu. Köle: 'O dahi öldü' dedi. Lokman: 'Irzım korundu' dedi. *Ya kardeşim ne yapı­yor?' deyince köle: 'O da öldü' diye cevap verdi. (O zaman) Lokman: 'Sırtım koptu (dayanağım gitti)' dedi."

 

551. Ubeydullah b. Ömer b. Abdulvehhâb b. Muhammed el-Mekkî, Lokman (as)'ın oğluna: "Yavrum! Alim kimselerle beraber ol ve onlara yanaş. Zira, Allah teâlâ, yağmurla toprağı canlandırdı­ğı gibi, hikmet nuruyla da kalpleri canlandırır" dediğini haber ver­miştir.

 

Davud (As)'la İlgili Konunun Devamı

 

552. Tu'me el-Ca'ferî şöyle demiştir: "Dâvûd (as), Allah'dan, insanlar içerisinde kendisine (Davud'a) emsal olan zâtı göstermesi­ni istedi. Allah teâlâ, ona vahyederek: 'Falanca köye git. Orada, şöyle şöyle bir iş yapan,  bir adam göreceksin.  İşte o senin emsalindir' dedi. Bunun üzerine Dâvûd (as), o köye gitti, adamı soruşturdu. Kendisine tarif ediverdiler. Baktı ki, adam bir koruya gelip oradan kamışlar kesiyor, onları demet yapıp, sonra da çarşı­ya götürerek orada 'Elimle kestiğim, sırtımla taşıdığım bu helâl (malı), yine öyle bir şey karşılığında kim almak ister' diyordu."

 

553. Alâ b. Ziyâd, Enes b. Mâlik'e (ra) : "Allah, kıyamet günün­de insanları nasıl diriltecek?" diye sormuş. O da: "Onlar, diriltildik-leri vakit gök, üzerlerinde sallanıyor olacak" demiş.

 

554. Râme b. Abd b. Enes şöyle demiştir: "Enes (ra) bir binit üzerinde hacca gitti ve (yolculuğu boyunca asla) cimri davranmadı. Ve Resûlullah (as)'ın da binit üzerinde hacca gittiğini, kendisinin de ona refakat ettiğini söyledi."

 

555. Hasan Ebû Yûnus el-Kavî şöyle demiştir: "O [Enes (ra)] faziletli bir insandı. Çok tavaf ederdi. Bir gün ve gecede ikiyüz tavaf ederdi."

 

556. Ebû'l-Cevzâ şöyle demiştir: "Resûlullah (sav): 'Siz Allah'ı o kadar çok zikredin ki, münafıklar size, 'mürâîsiniz' desinler' de­miştir. [57]                             

 

(Sahabenin Zühdüne Dâir Rivayetler)

Ebu Berikin (As) Zühdü İle İlgili Haberler

 

557. Râfî' b. Ebî Râfî1 et-Tâf den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Zâtü's-selâsil gazvesinde Ebû Bekir (ra) ile beraberdim. Üzerinde Fedek işi bir elbise vardı. Binitine bindiği vakit onu üstüne alır, indiğimizde ise ben ve o beraber kullanırdık."

 

558. Urfece es-Sülemfden Ebû Bekir'in (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ağlayınız, şayet ağlayamazsanız, ağlar gibi ya­pınız."

 

559. Ebû İmrân el-Cevfî, Hz. Ebû Bekir'in (ra) "Mü'min bir ku­lun yanında bir saç kılı olmayı isterdim" dediğini haber vermiştir.

 

560. Evsat b. Arar'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Resû-lullah'ın (as) vefatından bir yıl sonra Medine'ye geldim. Hz. Ebû Bekir (ra) minberin üzerinde insanlara hitâb ediyordu. Şöyle dedi:

'(Hicretin) ilk senesinde Resûlullah (sav) aramızda ayağa kalktı, hıçkırık üç sefer sesini kesti, sonra şöyle dedi: 'Ey insanlar! Al-lah'dan, sizi başkalarından müstağni kılmasını isteyin, zira hiç kimseye başkalarından müstağni kılmasından sonra, yakın gibisi; küfürden sonra da şüpheden daha şiddetlisi verilmemiştir. Doğru­luğa sanlınız. Çünkü o, iyiliğe ulaştırır. Ve o ikisi (doğruluk ve iyi­lik) de cennettedir. Yalandan da sakınınız. Çünkü o, fücura ulaştı­rır. O ikisi (yalan ve fucür) de cehennemdedir.[58]

 

561. Zeyd b. Eşlem babasından şu rivayette bulunmuştur: "Ebû Bekir'i (ra) dilini tutmuş bir vaziyette, İşte beni helake düşü­ren budur' derken gördüm."

 

562. Zübeyir b. el-Avvâm'm kölesi Abdullah el-Yemenf den, şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ebû Bekir (ra), Ölüm döşeğinde iken, Hz. Aişe şu beyit ile misal getirmiştir:

'Ayıplarım gencin ölümden korkmamasını, Bir gün ölüm gelip, göğsü sıkıştığında;

Bunun üzerine Ebû Bekir (ra) 'Öyle değil ey Yavrum! Fakat ölüm sarhoşluğu bir gün gerçekten gelir de, "İşte (ey insan) bu, se­nin öteden beri kaçtığın şeydi, denir.'"[59] de/ Ebû Bekir (ra) devam­la, 'Şu iki elbiseme bakın onları yıkayın ve beni onlara kefenleyin; zira canlılar, yeniye ölüden daha çok muhtaçtır' dedi."

 

563. el-Hakem b. Hazn'in hadisinde Hz. Âişe'den (ra) şöyle de­diği rivayet edilmiştir: "Allah'a yemin olsun ki, Ebû Bekir geriye ne bir dînâr ve ne de bir dirhem bırakmıştır..."

 

564. Ebû Bekir es-Sıddîk'in (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Müslüman, her vesileyle mükafatlandırılır. Öyle ki, başına gelen bir sıkıntıdan, ayak bağının kopmasından tutun da kaybedip araya araya heybesinde bulduğu eşyasına kadar, herşey onun mükafat-landırılmasına vesile olur."

 

565.  Kays'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ebû Bekir (ra)'in bir kölesi vardı. Yiyeceğini getirdiği vakit Ebû Bekir ona sormadan yiyeceğinden yemezdi. Şayet hoşlandığı bir şeyse yer, yok eğer hoşlanmadığı bir şeyse yemezdi. Bir akşam unuttu ve sor­madan yedi. Daha sonra sordu. O da kendisinin hoşlanmadığı bir-şeyden olduğunu haber verdi. Bunun üzerine elini (boğazına) soktu ve hiçbir şey bırakmayıncaya kadar kustu."

 

566. Meymûn b. Mihrân'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ebû Bekir (ra)'e kanatları çok (tüylü) bir karga getirildi de, o kar­gayı şöyle bir çevirdikten sonra 'Avlanan her av, kopartılan her ağaç, ancak zayi edilen tesbîh mukabilidir' dedi.Yani, insanı Allahı teşbihten ahkoyar."

 

567. Hz. Aişe'den (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hz. Ebû Bekir Ölüm döşeğinde iken Aişe'ye 'Ben Ebû Bekir ailesinde şu de­ve ve bir de kılıç ustası şu köleden başka mal bilmiyorum. Bu köle müslümanların kılıçlarını imal eder, bize de hizmet ederdi. Ben öl­düğüm vakit onu Ömer'e (ra) ver* dedi. Onu Ömer'e gönderdiğim vakit, Ömer: 'Allah, Ebû Bekr'e rahmet etsin. Kendisinden sonra­kileri meşakkate sokmuş' dedi."

 

568. Ebû Bekir (ra)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ey Arap topluluğu? Allah Teâlâ'nm bu işi (hâkimiyeti) sizin için ta­mamlayacağını umuyorum. Öyle ki, içinizden" biri buğday ekmeğini isteyecek ve, ehlinden canı hangi yağı istiyorsa, ekmeğe o yağın sü­rülmesini talep edecek."

 

569.  Ismâîl b. Muhammed'den rivayet edildiğine göre: "Ebû Bekir (ra) insanlar arasında taksimat yapmış ve aralarını müsâvî kılmıştır. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) 'Ey Allah resulünün halîfesi![60] Ashâb ile diğer insanları müsâvî mi tutuyorsun?' demiş. Ebû Bekir (ra) de: 'Dünya ancak bir vâsıtadır. Vâsıtanın en hayırlı­sı ise geniş olanıdır. Onların faziletleri ise ancak mükafatlarmda-dır* demiştir."

 

570. Hasan'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hz, Ebû Bekir (ra) can çekişirken, Selman (ra) yanına girmiş ve ona 'Ey Resûlul-lah'ın halîfesi! Bana tavsiyede bulunur musun?' demişti. Bunun üzerine Ebû Bekir (ra) de; 'Azız ve Celîl olan Allah, dünyayı (ni­metlerini) önünüze serecek; ondan yalnızca nasibinizi alın. Kim sa­bah namazını kılarsa, o Azîz ve Celîl olan Allah'ın zimmetindedir. Allah Azze ve Celle'nin zimmetinde iken Onun ahdini bozma, (aksi takdirde) Allah seni yüz üstü ateşe fırlatıp atar' demiştir."

 

571. İbn Ebî Müleyke'den, Hz. Aişe'nin (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ebû Bekir'den başka yediği yemeği isteğiyle kusan birini bilmiyorum. Çünkü ona bir yiyecek getirilmiş, o da yemişti. Sonra kendisine: 'Bunu İbn Numan getirdi' dedi. Bunun üzerine o da: 'Bana İbn Numan'm kehânetde kazandığı)ini yedirdi-niz' dedi ve arkasından da kustu.[61]

 

572. İbn Ebî Müleyke'den, Hz. Âişe'nin (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Babam ölüm döşeğinde iken beni çağırdı ve 'Yavrum! Hayber hurmalığını sana vermiştim, sen de (o vakit) onu almıştın, senden bana onu geri vermeni arzu ediyorum' dedi. Bu­nun üzerine ağlamaya başladım, sonra da: 'Allah seni bağışlasu babacığım! Allaha yemin olsun ki, Hayber'in hepsi altın olsa, on yine de sana geri verirdim' dedim. O, 'Yavrum (Hayber'deki hu/ malık) Allanın kitabına göre (miras olarak) taksim edilmektediı Ben Kureyş'in en (büyük) tüccan ve en fazla mala sahip olanıydıc. Vaktâ ki, imamet işi beni meşgul edince, maldan bana yetecek k; -darını almayı uygun gördüm. Yavrum! İşte şu yün abâyem, süt kî> bı ve bir de köle. Öldüğüm vakit onu (köleyi.) derhal İbnü'1-Hat-tâb'a gönder. Yavrum! Beni bu elbisemle kefenleyin' dedi. Ben de ağladım ve 'Ey Babacığım! Biz buna (muhtaç) değiliz ki' dedim. O da 'Allah seni mağfiret etsin, bu (elbise) ancak ölüm esnasındaki akıntı içindir' dedi. Öldüğü vakit onları Ömer b. el-Hattâb'a götür­düm, o da: 'Allah babana rahmet etsin. Dedikoduya mahal bırak­mamak istemiş' dedi."

 

573. Abdullah b. Yezîd, es-Sunâbihfnin Hz. Ebû Bekir'den (ra)

şöyle işittiğim söylüyor: "Allah (cc) indinde kardeş olanın kardeşi­ne duası müstecabtır."

 

574. Hz. Âişe'den (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ebû Be­kir (ra) öldüğünde, geriye ne dînâr ve ne de dirhem bırakmıştır. Ölmeden önce bütün malını aldı ve Beytü'l-mâl'e bıraktı[62]

 

575. Abdullah b. Zübeyr babasından şunu rivayet etmiştir: "Ömer (ra) minberdeyken, Ebû Bekir'i (ra) andı ve 'Şüphesiz Ebû Bekir ilk müslüman olan ve (müsllimanlığını ) ilk açıklayan kim­seydi' dedi."

 

576. Kays İbn Ebî Hâzini şöyle demiştir: "Bir zât, Hz. Hüse­yin'in oğlu Ali'ye (as) geldi ve 'Ebû Bekir ve Ömer'in (ra), Resûlul-lah'm yanındaki yerleri neydi?' diye sordu. O da:'Şu anda mevkile­ri ne ise öyleydi' diye cevap verdi."

 

577. Yahya b. Saîd, Kâsım'm şöyle dediğini rivayet eder: "İn­sanlardan öyleleri vardır ki, ayıpları zikredilmez (yani zikredilebi-lecek ayıpları yoktur)

 

578. Şa'bî, İbn Abbâs'ın, İlk namaz kılan (müslüman olan) Ebû Bekir'dir" dedikten sonra, Hassan b. Sâbit'in şu sözlerini mi­sal getirdiğini rivayet etmektedir:

"Güvenilir bir dostun kederini anacak olursan, yaptıklarıyla, kardeşin Ebû Bekir'i hatırla. Rasûlullah hariç, mahlûkâtm en ha­yırlı, en muttaki ve en âdili,mes'ûliyetini en iyi yerine getiren o, (ikinin) ikincisi, meşhedi övülen ve halk içerisinde Resûlullah'ı ilk tasdik edip Hakk'a eren yine o."

 

579. Zeyd b. Eşlem, babasından şu rivayette bulunmaktadır: "Ömer (ra) Ebû Bekir'i (ra) eliyle tutmuş bir vaziyette dilini göste­rirken görmüş ve 'Ey Resûlullahm halîfesi! Ne yapıyorsun?' demiş­tir. Bunun üzerine Ebû Bekir de (ra) 'Beni helake düşüren ancak budur' demiştir." [63]

 

580. Hasan (ra)'dan, Ebû Bekir'in (ra) şöyle dediği rivayet edil­miştir: "Allaha yemin olsun ki, yenilen ve koparılan şu ağacın ye­rinde olmayı isterdim"

 

581. Umeyr b. İshâk'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ebû Bekir (ra) omuzlarında abaye olduğu halde görüldü. Bir adam dedi ki: -Bu sırada (Kavilerden) İbn Avn eliyle, onu getir dercesine işa­ret etmiştir- 'Benden uzak dur. Ne sen ve ne de İbnu'l-Hattâb eh-lim(e öldükten sonra mal bırakıp bırakmama konusunda) fikrimi değiştirmeğe çalışmayın. (Yani beni onlara birşeyler bırakmaya ik-naya kalkışmayın.)'"dedi.

 

582. Katâde'den duyduğuma göre, Ebû Bekir'in (ra) 'Kurtların yediği bir yeşillik olmayı isterdim.' dediği rivayet edilmiştir.[64]

 

583. Hasan (ra)'dan, duyduğuma göre şu, Ebû Bekir (ra)'in yaptığı dualardan bir tanesiymiş: "Allahım, senden benim için ha­yırlı olanı, sonu hayırlı otanı isterim. Allahım! Bana en son verece­ğin hayrı, senin rızan, ve naîm cennetlerinin yüksek dereceleri kıl, Yâ Rabbi!"

 

584. Ebû Bekir b. Hafs'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ba­na söylendiğine göre. Hz. Ebû Bekir (ra) yazları oruç tutar, kışın tutmazmış..,"

 

585. Muâviye b. Ebî Süfyân'm şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Dünya, Ebû Bekir'i istemedi, o da onu istemedi. (Dünya) İbnü'l-Hattâb'ı istedi, fakat o onu istemedi."

 

586. Ebû's- Sefer'den söyle dediği rivayet edilmiştir: "Ebû Be­kir (ra) hastalanmış, bunun üzerine ziyaretine gelenler olmuştur. Kendisine 'Senin için bir hekim çağırsak, nasıl olur?' demişler. O da: 'Hekim beni gördü' demiştir: 'Sana ne dedi?' diye sormuşlar O da: 'Ben, dilediğimi yaparım' cevabım vermiştir."

 

587. Hişâm'm babasından (Urve'den) rivayet ettiğine göre, Hz. Ebû Bekir halîfe seçildiği vakit, bütün parasını pulunu, müslü-manlann Beytül-mâTine koymuş ve: 'Bunlarla ticaret yapıyor. Ka­zanç elde ediyordum, velayeti üzerime aldığım vakit beni ticaret­ten ve onu talep etmekten ahkoydular.'(Devlet idaresiyle ilgilen­mekten ticaret yapmaya vakit bulamamıştır) demiştir.

 

588. Ebû Damre, yani İbn Habîb[65] b. Suheyb şu rivayette bu­lunmuştur: "Hz. Ebû Bekir'in bir oğlu ölmek üzereyken, gözünün ucuyla yastığa bakıyordu. Ölünce Ebû Bekir'e 'Oğlunu gözünün ucuyla yastığa bakarken gördük' dediler. Bunun üzerine yastığı kaldırdılar. Yastığın altında beş veya altı dînâr buldular. Ebû Be­kir ellerini birbirine vurarak şu sözü tekrarlamaya başladı: 'Biz hepimiz Allaha âitiz ve mutlaka O'na döneceğiz. Ey falan! Senin derinin onu kuşatacağım hiç sanmıyorum' dedi."

 

589. Ebû Damre'nin rivayetine göre, Hz. Ebû Bekir (ra) bir gün insanlara hutbe irâd etmiş. Allah'a hamd ve senadan sonra 'Şüphesiz, Şam'ı fethedeceksiniz, size yüksek yerler gelecek, öyle ki oraların ekmek ve yağından istifâde edeceksiniz, oralara sizin için mescidler inşa edilecek. Allanın sizin oralara boş şeyler için gittiği­nizi bilmesinden sakının; oralar, ancak zikir için bina edilmiştir' demiştir.

 

590.  Sabit Hz. Ebû Bekir'in şu beyti tekrarladığını bildirmiş­tir:

"Sen ölüm haberlerini verir durursun da, sonunda bir gün sen de ölürsün.

Gencin umudu tükenmez, ama ansızın o da ölür gider."

 

Ömer B. El-Hattâb'ın (Ra) Zühdü İle İlgili Haberler

 

591. Cerîr b. Hâzim Hasan (ra)'ın şöyle dediğini rivayet et­mektedir: "Ömer b. el-Hattâb'm kapısında ileri gelen kimselerden Haris b. Hişam, Ebû Süfyan b. Harb ve Kureyş'ten bir grup kimse ile, Bedir harbine iştirak eden mevâlîden Suheyb ve Bilâl hazır bu­lundular. Hz. Ömer'in teşrifatçısı çıktı ve mevâlîden olanlara izin vererek, diğerlerini (dışarıda) bıraktı. Bunun üzerine Ebû Süfyân: 'Asla bugünkü gibi bir şey görmedim. Şu kölelere müsaade veriyor da, bizi kapının dışında bırakıp, bize iltifat etmiyor' dedi. Akıllı bir adam olan Süheyl b. Amr da dedi ki: 'Ey ahâli! Vallahi ben sizin yüzünüzdeki durumu görüyorum, şayet kızacaksanız, kendinize kızın. Onlar da İslâm'a davet edildi, siz de. Onlar derhal geldiler. Ama siz geciktiniz. Kıyamet gününde onlar çağrılıp ta, siz terkedi-lince hâliniz ne olacak?  Hayır, Allah'a yemin olsun ki, sizin far­kında olmadığınız faziletten onların elde ettikleri şey, bizim elde etmek için birbirimizle yarış ettiğimiz şu kapıda kaybettiğinizden daha değerlidir' dedi. Elbisesini silkeledi ve ayrılıp gitti." Hasan (ra) diyor ki: "Allaha yemin olsun ki, Süheyl doğru söylemiştir. Al­lah, kendisine icabette çabuk olan kulunu, ağır davranan kulu gibi kılmaz."

 

592. (Alî b. Zeyd b.) İbn Ced'ân'dan şöyle dediği rivayet edil­miştir: "Hz. Ömer  (ra) bir zâtın 'Allahım beni azınlıklardan kıl!' dediğini işitmiş ve ona 'Ey Allah'ın kulu, azınlıklar nedir?' diye sormuştur. O da Allah, Teâlâ'nın, 'Onunla beraber ancak çok az kimse iman etmiştir.[66] Kullarımdan pek azı şükreder,[67] âyetlerini işitmedin mi?' demiş ve daha başka âyetler de zikretmiştir. Bunun üzerine Ömer de: 'Herkes Ömer'den daha fakih' demiştir."

 

593. Ahnef b. Kays'ın şöyle dediği haber verilmiştir: "Bizler, Hz. Ömer'in yemeğini görürdük. O bir gün taze et, bir gün kurutul­muş et, birgün de yağ yerdi."

 

594. Amr b. Meymûn'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Hz. Ömer (ra) bir adamın 'Allahım! Sen kişi ile kalbi arasına girersin, benimle sana isyan olan şeylerin arasına gir de, onlardan birşey irtikâb etmeyeyim' dediğim işitmiş ve ona 'Allah sana rahmet et­sin!' diyerek, hayrına dua etmiştir."

 

595. Ebû Hulde, Ebû'l-Âliye'nin şöyle dediğini söylüyor: "Hz. Ömer b. el-Hattâb'm (ra) en çok, 'Allahım, bizi afiyette kıl ve bizi bağışla' dediğini işitirdim."

 

596. Misver b. Mahreme'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir. "Hz. Ömer bir mal getirmiş ve onu mescide koymuştu. (Bir gün) çıktı ve malı kontrol etmeye, ona bakmaya başladı. Bu arada gözle­ri doldu ve bunun üzerine Abdurrahman b. Avf: 'Ey mü'minlerin emîri! Sizi ağlatan nedir? Allah'a yemin olsun ki, bu şükür beldele-rinden(fethedilen memleketlerden) gelmiştir' dedi. Hz. Ömer: 'Bu var ya (bu), Allah'a yemin olsun ki, verildiği her toplumun arasmf. düşmanlık ve buğz girmiştir' cevabını verdi."

 

597. Zeyd b. Eşlem, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abdullah b. Erkam'm Ömer (ra)'e gelip şöyle dediğini gördüm: 'Ey Mü'minlerin emîri! Yanımızda kap ile gümüş olmak üzere elde edilmiş meta' var. Boş bir vaktiniz olduğu bir günde onlar hakkın­da bize ne emrederseniz emretseniz...' Bunun üzerine Ömer (ra) 'Beni boş gördüğün vakit haber ver' dedi. O da bir gün geldi ve 'Si­zin bugün boş olduğunuzu görüyorum' diye hatırlatınca Ömer (ra) 'Evet, bana falanca yere yaygı serin' dedi ve malın yaygının üzeri­ne dökülmesini emretti. Sonra da geldi, malın başında durdu ve Allahım! Bu malı zikrettin ve  kadınlardan, oğullardan, yığın yı­ğın biriktirilmiş altın ve gümüşten, salma atlardan, sağmal hayvanlardan ve ekinlerden gelen zevklere düşkünlük ve bağlılık in­sanlar için bezenip süslendi..'[68] buyurdun.' dedi. -Ömer, âyeti so­nuna kadar okudu- ve yine 'Böylece elinizden çıkana üzülmeyesi-niz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız.[69].. buyur­dun' dedi. Arkasından da: Biz ancak bizim için süslendiğinle sevin­meye güç yetirebiliyoruz. Allahım! Onu hak yolunda infak ederim ve onun şerrinden de Sana sığınırım' dedi."

Râvî diyor ki: "(Bu arada Abdullah b. Erkâm) kucağında Ab-durrahman b. Behiyye isimli oğlu ile beraber geldi. Çocuk: 'Babacı­ğım bana bir hatem verir misin?" dedi. Babası hemen 'Hadi, anne­nin yanma git' sana sevîk (kavut) içirsin,' dedi, (ve onu yolladı)." Râvî diyor ki: "Allaha yemin olsun ki, ona hiçbir şey vermedi."

 

598. İbn Ced'ân'mn şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hz. Ömer (ra), bir, kırbaç edinmişti. Hz. Osman (ra) (halîfe olduğu vakit), o daha kavi bir kırbaç edindi."

 

599. İshâk b. Abdullah b. Ebî Talha, Enes b. Mâlik'in (ra) şöy­le dediğini rivayet etmiştir: "Bir gün Ömer b. el-Hattâb'ı işittim ve onunla beraber çıktım. Nihayet o bir duvardan içeriye girdi, o du­varın içindeyken, -ki aramızda duvar vardı-, onun şöyle dediğini duydum: 'Ömer! Mü'minlerin emîri! Sakin ol! Sakin ol! Allah'a ye­min olsun ki, ey İbnü'l-Hattâb, ya Allah'tan gereği gibi korkarsın, yahut sana azâb eder."

 

600. Zührî'den rivayet edildiğine göre, Ömer b. el-Hattâb min­berin üzerinde insanlara hitab ederken şöyle demiştir: 'Şüphesiz Rabbimiz Allah'tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzeri­ne melekler iner.[70]..    Allah'a yemin olsun ki, Allaha itaatla dosdoğ­ru oldular da, sonra tilkinin kaypaklığı gibi, kaypaklık yapmadı­lar."[71]

 

601. Zeyd b. Eşlem, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir. "Hz. Ömer'in bir tek atı vardı. Dedi ki: 'Ey Eşlem! Hergün bu ata ne kadar yem veriyorsun?' Eşlem: 'Onaltı ntl arpa* cevabım verdi. Bunun üzerine Ömer: 'Bu miktarı müslümanların Beytü'l-mâl'ma koysak da, atı da, Nakî'a (yalnız mücahit atlarının yayıldığı Medi­ne yakınlarındaki meraya) göndersek nasıl olur?' dedi ve atı Nakî'a gönderdi, atın yemini de Beytü'l-mâl'e aktardı."

 

602. Asım b. Ömer b. el-Hattâb'dan (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ömer'e (ra) bir miktar mal gönderildi. Onu kendisine götürdüğümde, ya sabah veya öğle namazmdaydı, şöyle dedi: 'Emîr olmadan önce bu malın bana ancak hakkını verdiğim zaman helâl olacağına kanaat ediyordum. Emîr olalı onu kendime haram gör­müyorum. Bir ay sana Beytü'l-mal'den aldığımı yedirdim. Daha da fazla artırmak istemiyorum. Fakat, sana Medine yakınlarında yay-lamsı bir bölge avâlideki mallarımın parasıyla yardımcı olmak isti­yorum. Onları al ve kavminin tüccarlarından biriyle, birşeyler sa­tın alarak ortak ol,-ailenin geçimini onunla sağla' dedi."

 

603. Sellâm'dan, Hasan'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hz. Ömer'e (bir miktar) mal getirilmişti. (Bu durum) mü'minlerin an­nesi, Ömer'in kızı Hz. Hafsa'mn (ra) kulağına gitti. Bunun üzerine dedi ki: 'Ey mü'minlerin emîri! Bu malda yakınlarının hakkı var­dır. (Zira) Allah Azze ve Celle bu maldan yakınlara (verilmesini) vasiyet etmiştir.' Hz. Ömer, bu sözler üzerine şöyle karşılık verdi: 'Yavrum! Yakınlarımın hakkı benim kendi malımdandır. Bu mal ise müslümanların ihtiyacı içindir. Sen yakınlarına iyilik (yapmak isterken) babana kötülük (yapıyorsun da farkında değilsin); hadi kalk git' dedi. O da kalktı. Allah'a yemin olsun ki, (giderken) etek­lerini sürüklüyordu."

 

604. Mâlik b. Enes, Zeyd b. Eslem'den, o da babasından şu rivayette bulunmuştur: "Ömer b. el-Hattâb'a (ra) develer arasında kör bir devenin bulunduğu söylendi, o da: 'Ehl-i Beyt'e verelim, on­dan faydalansınlar,' dedi. (Muhatabı); 'Ama deve kör' dedi. Ömer: 'O zaman deve sürüsüne katarlar' diye cevap verdi. 'İyi ama , nasıl otlayacak?' dedim, Ömer: 'Bu deve cizye gelirinden mi? Yoksa zekâttan mı geldi?' diye sordu. Ben de 'Cizye gelirlerinden, dedim.

Ömer: 'Vallahi! Siz onu yemek istiyorsunuz/ dedi. Ben de 'Fakat onda cizye alâmeti var' diye cevap verdim. Bunun üzerine Ömer devenin getirilmesini emretti ve onu kesti. Yanında dokuz tane ye­mek kabı vardı. Ömer orada bulunan taze meyvelerden onlara ko­yarak, Resulullah'm (sav) eşlerine (r.anhunne) gönderdi. En son olarak Hafsa'ya gönderdi ki, şayet bir noksanlık olursa, bu Haf-sa'nın payına düşmüş olsun diye. Aynı şekilde, bu sefer de devenin etinden o kaplara koyarak, Resûlullah'ın (sav) eşlerine (r.anhun­ne) gönderdi. Geriye kalanı da pişirterek, Ensâr ve Muhacirine ik­ram etti."

 

605. Yahya b. Ca'de'den Hz. Ömer'in (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: 'Şayet üç şey olmamış olsaydı, Allah Teâlâ'ya kavuşma­yı tercih ederdim. Eğer, Allah için secdeye kapanıyor olmasaydım, meyvelerin en güzellerinin seçildiği gibi, sözlerin en iyisinin seçil­diği meclislere iştirak etmemiş olsaydım ve eğer Allah yolunda yol­culuğa,   cihâda çıkmamış olsaydım. (O'na mülâki olmayı tercih ederdim)"

 

606. Enes (ra)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hz. Ömer'in karnı guruldamıştı -Remâde (kıtlık) senesinde kendisi zeytin yiyor­du ve kendini yağdan mahrum etmişti-, parmağıyla karnına dürte,-rek şöyle dedi: 'Gurulda (bakalım), zira insanlar refaha kavuşunca­ya kadar, yanımızda sana verecek ondan başka birşey yok."

 

607. Câbir b. Abdullah (ra), Resûlullah'ın (sav) şöyle dediğini haber vermiştir: "Cennete girdim, birden altından bir köşk gör­düm. Hemen 'Bu kimin?' diye sordum. Kureyşli bir adamın diye karşılık verdiler. Ey Hattaboğlu, oraya girmeme, senin gayretin hakkındaki bilgimden başka bir şey mâni olmadı...' Hz. Ömer : 'Sana karşı da kıskançlık yapar mıyım, ey Allahm Resulü?"' dedi.[72]

 

608. Habîb b. Sahbân el-Kâhilî'den şöyle dediği rivayet edil­miştir: "Beyt'i tavaf ediyordum. Ömer (ra) de tavaf ediyordu. (Bu esnada) şundan başka söz söylemiyordu: 'Rabbimiz! Bize dünyada da, âhirette de güzellikler ver ve bizi cehennemin azabından koru.' Devamlı bu duayı tekrarlıyordu."

 

609. İbn Uyeyne (ra): "İlim, sana fayda vermese bile zararı da dokunmaz" demiştir.

 

610. Mücâhid'den Hz. Ömer'in (ra) "Hayatımızın hayrım(tadı­nı) sabırla kazandık" dediği rivayet edilmiştir.

 

611. Hişâm babasından, Hz. Ömer'in bir hutbesinde şöyle de­diğini rivayet etmiştir: "Haberiniz olsun ki tama' ve ye's zenginlik­tir. Bir insan, herhangi bir şeyden ümidini yitirdiği vakit, ondan müstağni olur."

 

612. Zeyd b. Eşlem, babasından, Hz. Ömer'in "(Bir insanı) medh (etmek) (onu) boğazlamaktır" dediğini rivayet etmiştir.

 

613.  Ömer b. el-Hattâb (ra): "Övgü, âbidlerin ganimetleridir." demiştir.

 

614. Hasan'dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir: "(Bir gün) Hz. Ömer bir çöplükten geçmiş ve orada bir müddet beklemiştir. Bu durum beraberindekilerin ağırına gitmiş ve rahatsız olmuşlar. Bu­nun üzerine onlara dönüp İşte, hırsla çabaladığınız dünyanız bu' demiştir.

 

615. Hasan'dan (ra) Hz. Ömer'in (ra) şöyle dediği rivayet edil­miştir: "Yâ Rabbi! Amelimi sâlih kıl, onu yalnızca Senin için kıl ve hiç kimse için onda bir (çıkar) şey kılma."

 

616. Ebû'l-Âliye şöyle demiştir: "Ömer b. el-Hattâb'dan en çok duyduğum söz şuydu: 'Allahım! Bizi afiyette kıl ve bizi bağışla."[73]

 

617. Hişâm, babasından Eyleli bir zâtın kendisine şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir: "Ömer (ra), Şam'a geldiği vakit temizleyip ya­mamam için gömleğini bana yolladı. Alt kısmından bir kaç parça açılmıştı. Gömleği temizledim, yamadım ve ona ketenden bir göm­lek daha dikip, ikisini beraber kendisine gönderdim. Gömlekler ya­nma getirilince Ömer (ra) keten gömleğe eliyle dokunarak baktık­tan sonra; 'Bu çok yumuşak' dedi ve onu atarak kendi gömleğini al­dı' sonra da 'Bu ter için daha iyi' dedi."

 

618. İbâye b. Rifâa, Hz Ömer'in (ra) şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Resûlullah'ın (ra), 'Komşusu olmaksızın kişinin karnını do­yurması doğru olmaz' dediğini işittim."

 

619. Osman b. Affân (rahmetullâhi aleyh) şöyle demiştir: "Ben Ömer b. el-Hattâb (ra)'m ölmek üzereyken üç kere şöyle dediğine şahid oldum: 'Eğer (Allah) beni bağışlamazsa, vah bana vah ana­ma.' Daha sonra hiçbir söz söylemeden ruhunu teslim etti.

 

620. Hazm İbn Ebî Hazm, Hasan b. Ebi'l-Hasan'ın şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir: "Osman b. Ebî'l-Âs, (ölümünden sonra) Ömer b. el-Hattâb (ra)'ın hanımlarından birisini taht-i nikahına almış ve 'Allah'a yemin ederim ki, bu kadını ne mal ve ne de evlat endişe­siyle nikahladım; yalnızca Hz. Ömer'in geceleri ne (ibadet) yaptığı­nı bana bildirmesi için nikahladım. Kendisine, 'Ömer gece nasıl namaz kılardı?' diye sordum. 'Ömer, yatsı namazım kılar, sonra da bize, yanıbaşına su dolu bir kap koymamızı emir buyururdu. Bilâhare gece yarısı bir vakitte kalkar, o suyla elini yüzünü yıkar (abdest alır), uyku bastırıncaya kadar Allah (cc)'ı zikrederdi. Sonra da kalkacağı vakit gelinceye kadar yatardı, dedi.'"

 

621. İsmâîl b. Muhammed b. Sa'd b. Ebî Vakkâs şöyle demiş­tir: "Ömer'e Bahreyn'den misk ve anber getirildi. Bunun üzerine o: 'Keşke, şu kokuyu bana güzelce tartıverecek bir kadın olsaydı da, ben onu müslümanlar arasında taksim etseydim Bunu ne kadar is­terdim' dedi. Hanımı, Âtike binti Zeyd b. Amr 'Ben güzel tartarım, haydi getir de tartıvereyim' dedi. Ömer: 'Hayır, olmaz' dedi. Hanı­mı 'Niçin?' diye sordu. Ömer: -parmaklarıyla kendi yanaklarına sü­rerek- 'Korkarım ki sen onu alır ve şöylece boynuna sürersin de, ben (bu yüzden) ondan müslümanlardan daha fazla istifade etmiş olurum' dedi."

 

622. Ebû Nadra'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ömer (ra), Ebû Mûsâ el-Eşârî'ye 'Rabbimize olan şevkimizi artır' dedi. O da Kur'ân okudu. (Daha sonra) 'Haydi namaza' dediler. Bunun üzeri­ne Ömer (ra): 'Bizler namazda değil miyiz ki?' cevabını verdi."

 

623. A'meş, Mâlik b. el-Hâris'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ömer (ra): 'Herşeyde teenni ile hareket etmek hayırlıdır; ancak âhiret işleri bundan müstesnadır' demiştir."

 

624. Haris b.  Süveyd'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Kûfeli bir zât Ammâr'ı (ra) Ömer b. el-Hattâb'a (ra) şikayet  etti. Ömer ona 'Eğer yalan söylüyorsan, Allah senin malım ve evladını çoğaltsın ve seni ayaklar altında kılsın' dedi."

 

625. İsmâîl b. Ümeyye'den rivayet edildiğine göre, Ömer (ra) 'Kuşkusuz uzlette kötü dostumdan kurtulup rahata ermek vardır" demiştir.

 

626.  Hasan'dan rivayet edildiğine göre, Ömer b. el-Hattâb'a (ra) bal şerbeti getirmişler, o da tadına baktıktan sonra su ile bal (karışımı) olduğunu görmüş ve "Bunun hesabını benden uzaklaştı­rın" demiştir.

 

627. Hasan'dan rivayet edildiğine göre, Ömer b. el-Hattâb (ra), virdi esnasında bir âyete rastlardı da, âyet ona bir darlık verir bu­nun üzerine evine kapanırdı. Hasta olduğunu zannederek müslü-manlar ziyaretine gelirlerdi.

 

628. Alâ b. Abdülkerim bazı arkadaşlarından şu rivayette bu­lunmuştur: "Hz. Ömer şöyle demiştir: 'İlmi öğrenin. İlim için hilm ve vakarı da belleyin. Kendisinden ilim taleb ettiğiniz kimselere karşı mütevâzi olun ki sizden ilim taleb edenler de size karşı mütevâzi olsunlar. (Sakın) zorba âlimlerden olmayın. İlminiz cehaletinizle beraber kâim olamaz."

 

629. Avn b. Abdullah, Ömer'in (ra) "Çok tevbe edenlerle düşüp kalkın, zira onlar kalbleri en yumuşak olan kimselerdir" dediğini rivayet etmiştir.

 

630. İbn Ebî Hâlid'den rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer (ra) "Kur'ân'ın hafızları, ilmin kaynakları olun. Günü gününe Allah'tan nzık isteyin, çokça nzık verilmemesinin size bir zararı dokunmaz" demiştir.

 

631. Sabit b. el-Haccâc'dan rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer (ra) şöyle demiştir: "Hesaba çekilmeden önce nefsinizi hesaba çe­kin. Tartılmadan önce, nefsinizi tartın. Zira sizin hiç bir gizli tara-finızın kalmayacağı, hesap için arz olunacağınız gün size hesap ba­kımından yarın en kolay gelen şey, nefislerinizi en büyük arzolu-nuş için hesaba çekmeniz ve onun için tartmanızdır."

 

632. İbn Ömer (ra)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ömer b. el-Hattâb bana şunu vasiyet etti: 'Beni kabrime koyduğun vakit, yanağımı yere koy, tâ ki yanağımla yer arasında hiçbir şey kalmasın.'"

 

633. Hasan'dan şu rivayet edilmiştir: "Bir grup, Ömer b. el-Hattâb'm memurlarından birisine geldiler. O da mevâlîyi terkede-rek Arapları kolladı. Bu durum Hz. Ömer'e (ra) ulaştığı vakit ona şövle yazdı: 'Mü'mine şer olarak müslüman kardeşini küçük (ha­kir) görmesi yeter.'"

 

634. Zeyd b. Eşlem, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İnsanlar kıtlığa duçar olmuştu. (Bu nedenle) yağ fiyatları hayli yükselmişti. Ömer (ra) yağ yiyordu. Bu nedenle de karnı guruldar-dı. O da 'İstediğin kadar gurulda. Allah'a yemin olsun ki, insanlar yağ yemedikçe sen de yemiyeceksin." Sonra 'Zeyt'i benim için ha­zırla' der, ben de pişirirdim, sonra da onu yerdi."

 

635. Beşir b. Amr'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir. Hz. Ömer (ra), Şam'a geldiği vakit, kendisine bir katır getirildi de, o da bindi, fakat hayvan onu sarsınca geri indi ve 'Kahrolası bunu sana kim öğretti' dedi."

 

636. Abdullah b. îsâ şöyle demiştir: "Ömer b. el-Hattâb'm (ra) yüzünde, ağlamaktan mütevellid iki siyah çizgi vardı."

 

637. Ebû Osman el-Hindfden şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Utbe b. Ferkad, Azerbaycan'a geldiği vakit ona hurma tatlısı geti­rilmişti. İki büyük kab isteyip içersine bu tatlıdan koyarak, bir de­veye yükledi ve Ömer (ra)'e gönderdi. Tatlılar gelince, Ömer tadına baktı ve onun tatlı olduğunu görünce *Yolculuk sırasında bütün müslümanlar bundan yiyor mu?' diye sordu. Ben de 'Hayır* dedim. Bunun üzerine 'O zaman, istemem' dedi ve onları geri göndererek şöyle de bir mektup yazdı: 'Yolculuğun esnasında, sen ne yiyorsan, müslümanlara da ondan yedir. Aman Acemlerin kıyafetlerini giy­mekten sakın, ceddin Ma'd b. Adnan'ın kıyafetini sakın terketme-yin.'"

 

638. Huzeyfe'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Döndüm baktım ki insanların önlerinde çanaklar var, Ömer beni çağırdı. Ben de geldim. Bu sefer bir somunla yağ istedi. Ben de ona: 'Beni ekmek ve et yemekten men ediyorsun da, şuna mı (somun ve yağ yemeye) çağırıyorsun?' dedim. Ömer 'Ben, seni kendi yiyeceğime davet ettim. Şu ise müslümanların yiyeceğidir5 dedi."

 

639. Ka'b'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bir gün Ömer b. el-Hattâb'm (ra) yanmdayken bana şöyle dedi: 'Ey Ka'b! Bizi kor­kut!' Dedim ki: 'Ey mü'minlerin emîri! Sizde Allah'ın kitabı ve Resulünün hikmeti yok mu ki?' Ömer 'Evet, var, fakat bizi korkut ey Ka'b!' dedi. Ben de 'Ey mü'minlerin emîri! Öyle bir amel işle ki, kıyamet gününde yetmiş peygamberin ameliyle mukayese ettiğin­de onu hafif göresin' dedim. Ömer başını önüne doğru salladı ve bir müddet başı eğik vaziyette kaldı. Sonra 'Biraz daha ey Ka'b, biraz daha' dedi. Ben de: 'Ey mü'minlerin emîri! Şayet cehennemin doğu­sundan bir öküzün burun deliği kadar yer açılsa, batıda da bir adam olsa, sıcaklığından akıp gidecek kadar beyni kaynar' dedim."

Ka'b diyor ki: 'Ömer (ra) başım salladı ve bir müddet başı eğik va­ziyette bekledi, sonra kendine geldi ve ('Korkumuzu) biraz daha ar­tır ey Ka'b!' dedi. Ben de: 'Ey mü'minlerin emîri! Kıyamet gününde cehennem bir püskürür ki, ne bir mukarreb melek ve ne de seçil­miş bir peygamber kalır, hepsi diz. üstü yere çöker ve şöyle der: 'Yâ Rabbi! Nefsim, nefsim, başka değil, Senden yalnızca nefsimi istiyo­rum.' (Ka'b diyor ki) Ömer bir müddet yine başım salladı, ben de 'Ey mü'minlerin emîri! bunu Allah'ın kitabında bulamıyor musu­nuz? diye sordum.' O, 'Nasıl?' dedi. Ben de o Allah'ın, 'O gün her­kes gelip kendi canını kurtarmak için uğraşır ve herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir. Onlara asla zulmedilmez'[74] buyurduğunu söyledim, dedim."

 

640. Yezîd b. el-Esamm'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ömer b. el-Hattâb (ra) bir zâtı: 'Estağfurullah ve etûbu ileyh' der­ken işitmiş ve bunun üzerine ona 'Yazık sana, (bu duaya) kardeşini de (Duanın devamını kasdediyor) ilâve et ve -fa'ğfir lî ve tub aley-ye  de, demiştir.'"

 

641. Ebû Osman'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bana Ömer (ra)'i Cemretu'l-Akabede (şeytan) taşlarken gören bir zât, bu esnada Ömer'in üzerinde deriyle yamanmış bir zar bulunduğunu haber verdi."

 

642. A'meş'ten rivayet edildiğine göre Ömer (ra): "Allanın zik­rine sanlın, zira o şifadır. İnsanları anmaktan da kaçının, çünkü o hastalıktır" demiştir.

 

643. Haccâc b. Şeddâd'ın rivayet  ettiğini göre, "Ebû Salih el-Gıfârî,[75] ona, bir zâtın Ömer b. el- Hattâb'a (ra) gelerek 'Kavmim beni öne geçirdiler ve ben de onlara namaz kıldırdım. Sonra da benden kendilerine birtakım kıssalar anlatmamı istediler, ben de anlattım,' dediğini; bunun üzerine Ömer'in (ra): 'Onlara namaz kıl­dır, fakat hikâye anlatma' dediğini o zâtın, üç veya dört sefer Ömer (ra)'e (aynı şeyi) tekrarladığını, Ömer (ra)'in de ona 'Hikâye anîatma , zira ben senin kendini büyük görmenden, bu yüzden de Alla-hm seni alçaltmasmdan korkuyorum' dediğini haber vermiştir.

 

644. Muâviye b. Hadîc'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Amr b. el-Âs (ra) beni, İskenderiye'nin fethi sebebiyle Ömer b. el-Hattâb'a (ra) gönderdi. Öğle vakti Medine'ye vardım, bineğimi mescidin kapısı önünde bıraktım. Sonra mescide girdim. Birden Ömer (ra)'in evinden bir câriye çıktı ve beni yolcu kıyafetimle gör­dü ve hemen geri döndü. (Hz. Ömer'e) İcabet (buyurun) ey mü'minlerin emîri!' dedi, Ömer; 'Ey câriye! Yiyecek birşeyler var mı?' dedi. Câriye ekmek ve beraberinde biraz da yağ getirdi. Ömer, '(Buyur) ye!' dedi. Ben de sıkıla sıkıla yedim. Ömer *Ye! Ye! yolcu yiyecekten hoşlanır' dedi. Sonra, 'Ey câriye! Hurma da var mı?' di­ye seslendi. Câriye, bana bir tabak içersinde biraz da hurma getir­di. Ömer (ra) *YeP dedi. Ben de sıkıla sıkıla onu da yedim. Sonra Ömer, 'Ey Muâviye, mescide geldiğin vakit kendi kendine ne de­din?' diye sordu. Ben de 'Mü'minlerin emîri herhalde kaylûlede, di­ye düşündüm' dedim. Ömer: 'Ne diyorsun sen? (veya ne kötü zan­netmişsin), şayet ben gündüz uyuyacak olursam, halkımı zayi ede­rim; ve eğer gece uyuyacak olursam bu sefer de kendimi zayi ede­rim. Bu ikisi var iken, nasıl uyunur ey Muâviye!' dedi."

 

645. Süfyan'm rivayet ettiğine göre Ömer (ra), Ebû Mûsâ el-Eşârî'ye şöyle yazmıştır: "Kuşkusuz sen, dünyada zühdden daha üstün birşeyle âhiret ameline nail olamazsın. Aman ha, (iyi) ahlâkla kötü ahlâkı birbirine karıştırmaktan sakın."

 

646. Hasan'dan rivayet edildiğine göre, Ömer (ra) geceleyin, ihvanından birisini hatırlar ve "Ne kadar da uzun gece!" derdi. Sa­bah namazını kılar kılmaz, doğru ona gider, karşılaşınca da ona sarılır ve kucaklardı,

 

647. Ebû İshak'tan Hz. Ömer'in (ra) şöyle dediği rivayet edil­miştir: "Benim için un elenmesin. Resûlullah'ı (as), elenmiş undan yerken gördüm."

 

648. Ebû Ubeyd'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (as) zamanında Hz. Ömer atını seğirtmiştir. Bu arada, abâyesinin al­tında dizi açıldı ve Necranlı zât dizindeki beni görüverdi. Bunun üzerine "İşte kitabımızda bizi memleketimizden çıkartacak bir zât olarak gördüğümüz budur" demiştir.

 

649. Hasan'dan rivayet edildiğine göre, (bir gün) Ömer (ra), oğlu Abdullah b. Ömer'in yanma girmiş, bir de bakmış ki, yanında bir parça et var. Hemen ona: "Bu et de neyin nesi?" demiş, o da "Canım çekti de", cevabım vermiş. Ömer (ra) "Sen her canının çek­tiği şeyi yer misin? Kişiye israf olarak her canının çektiğim yemesi yeter" demiştir.

 

650. Haneş Îbnu'l-Hâris'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ömer b. el-Hattâb (ra) asla hiçbir yemeği kınamazdı. Bir gün kö­lelerinden Yerfâ veya Eşlem; 'Ona öyle bir yemek yapacağım ki, bu sefer kınayacak' dedi. Ve ekşi bir süt  hazırlayıp kendisine ikrair etti. Ömer (ra) ondan biraz aldı ve yüzünü buruşturduktan sonr 'Allah Azze ve Celle'nin şu rızkı ne kadar da güzel' dedi."

 

651. Hafs b. Gıyas, A'meş'in bazı arkadaşlarından şöyle b; rivayette bulunmuştur: "Câbir b. Abdullah (ra) bir miktar et iıe Ömer'e (ra) uğramış, o da 'Bu ne, ey Câbir?' diye sormuş. Câbir ds: 'Bu et, canım çekti de satın aldım' cevabını vermiş; Ömer, 'Sen her canının çektiği şeyi satın alır mısın? Şu âyette sözü edilenlerden olmaktan hiç korkmaz mısın: Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeyleri harcadınız, onların zevkini sürdünüz...[76] demiştir."

 

652. Ebû Mazin Ömer b. el-Hattâb (ra)'ı gördüğünü haber ver­miş (ve şöyle demiştir): "Kardeşim, el-Cârûd ile beraber öldürül­müştü. Biz de ölüleri Ömer'e (ra) gönderdik. (O vakit) Ömer (ra)'in üzerinde yamalı bir gömlek gördüm. Yamalan saydım baktım ki, tam oniki parçaydı."

 

653. Katâde'den rivayet edildiğne göre, bir Cuma günü Ömer (ra) gecikmiş, bilâhare gelerek, geç kalmasından dolayı onlara özür beyan ederek şöyle demiştir: "Beni ancak şu elbisenin yıkanması alıkoymuştur. O yıkanıyordu ve benim ondan başka hiçbir elbisem yoktu."

 

654. Misver b. Mahrame'den şöyle rivayet edilmiştir: "Misver ve Ibn Abbâs, Ömer b. el-Hattâb'm (ra) yanma girmişler ve 'Güneş doğarken namaz mı (kılıyorsun) ey mü'minlerin emîri?' demişler. O da 'Evet namazı terkedenin İslâm'da hiçbir nasibi yoktur1 cevabını vermiş ve yarasından kan akarken namazı kılmıştır."

 

655. Ebû Osman en-Nehdf den rivayet edildiğine göre, Ömer b. el-Hattâb (ra), Utbe b. Ferkad'in üzerinde yenleri (kolağızları) uzun bir gömlek görmüş ve parmaklarının kenarından yeni kes­mek için bir makas istemiş. Utbe, "Ey müzminlerin emîri! Ben ye­nimin kesilmesinden utanırım, ben kendim keserim demiş; bunun üzerine Ömer de (ra) onu bırakmıştır."

 

656.  Hasan'dan rivayet edildiğine göre, Ömer b. el-Hattâb halîfe olduğu halde üzerinde on iki yaması olan bir gömlekle insan­lara hutbe irâd etmiştir.

 

657. Semmâk el-Hanefî, İbn Abbâs'dan (ra) şöyle duyduğunu rivayet eder: "İbn Abbâs diyor ki: 'Ömer b. el-Hattâb'a: 'Allah senin elinle pek çok yerleri şehir yaptı. Senin elinle pek çok yerleri fet­hetti: şunu, şunu yaptı' dedim. Ömer (ra): 'Ne bir günahım ve ne de bir sevabım olmadan kurtulmayı istiyorum, (o kadar)' dedi."

 

658. Mus'ab b. Sa'd'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hafsa binti Örner (ra) (babasına): 'Ey mü'minlerin emîri! Ne var, bu elbi­seden daha yumuşak bir elbise giy sen, yediklerinden daha güzel yemekler yesen... Allah Teâlâ geniş geniş rızık vermiş, pek çok ha­yır (ihsan) etmiştir' dedi. Ömer (ra): 'Ben seni kendi nefsine bıra­kacağım. Hatırlamıyor musun, Resûlullah (as)'m ne şiddetli geçim sıkıntısıyla karşı karşıya geldiğini' dedi. Hafsâ'yı ağlatıncaya ka­dar hatırlatmaya devam etti. Ve ona dedi ki: 'Bunu sana söylemek­ten (maksadım şu), Allah'a yemin olsun ki, ben şayet güç yetirebi-lirsem, onlara çetin geçimlerinde ortak olacağım; belki (bu sayede) o ikisinin (Resûlullah (sav) ve Ebû Bekr (ra) (âhiretteki) rahat ge­çimlerine kavuşurum.'"[77]

 

659. Amr b. Dînâr, Ebân b. Osman'ın şöyle dediğini haber ver­mektedir: "Osman b. Affân (ra), saldırıya uğradığı vakit, Ömer b. el-Hattâb'ın (ra) yanına vardım, onu toprağın üzerinde yatarken gördüm. Kaldırmak istediğimde, bana 'Beni bırak. Eğer (Allah) be­ni bağışlamazsa, yazık bana, yazık anama! Şayet (Allah) beni ba­ğışlamazsa yazık bana, yazık anamaî'dedi."

 

660. Mücâhid'den rivayet edildiğine göre Ömer (ra) Şam'a gel­diği vakit Dehkân hem onun için ve hem de arkadaşları için yiye­cek hazırlamış, sonra da gelip onları davet etmiştir. Bunun üzerine Ömer insanlara/Sizden kim isterse icabet edebilir' dedikten sonra Dehkân'a dönerek, 'Bana iki ekmek ve yemeğinden de bir çeşit gönder' demiştir. Dehkân (dediğini) yapmış ve yiyeceği getirmiş-tir.Dehkân diyor ki: 'Geldiğimde Ömer (ra) ba'r ve katran ile deve­sini tımar ediyordu. Elini toprağa buladı ve silkeledikten sonra da yemeği yedi."

 

661. Ömer'den (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Gökyüzü­nün Deyyân'ı (Hâkimi) ile karşılaştıkları günde, Tazıklar olsun o, yeryüzünün Deyyân (hâkim)'lerine: ancak adaletle önderlik eden­ler, hak ile hükmedenler, ne bir korku, ne rağbet, ne bir yakınlık için ve ne de hevâsı ile hükmetmeyenler, Allah'ın kitabını gözleri önünde ayna edinenler, (onu rehber edinenler) bundan müstesna' denilecek."

 

662. Ömer b. el-Hattâb'dan (ra) rivayet edildiğine göre o: aŞüp-

hesiz din, gecenin sonunda yapılan birtakım amellerden ibaret de­ğildir. Din, ancak verâ iledir" buyurmuştur.

 

663. Halef b. Havşeb'den rivayet edildiğine göre, Ömer (ra) şöyle demiştir: "Şu duruma bîr baktım da, dünyayı istesem âhirete zarar veriyorum, âhireti istesem bu sefer de dünyaya zarar veriyo­rum. Öurum böyle olduğu zaman ise, fâniye zarar veriyorlar."

 

664. Abdullah (yani) İbn Yezîd b. es-Sâib'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ömer b. el-Hattâb (ra), bir hayvana binmiş, bakmış ki dışkısında arpa var. Şöyle demiş: 'Müslümanlar zayıflık­tan ölürlerken, sen bunu yiyorsun (ha)! İnsanlar iyi güne kavuşun­caya kadar asla sana binmeyeceğim"

 

Osman B. Affan (Ra)'nın Zühdü İle İlgili Haberler

 

665. Osman (ra)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Her amel sahibine, Allah amelinin cevabım verir."

 

666. Hasan'dan rivayet edildiğine göre o,  Osman (ra)'ın hayasından bahsetmiş ve şöyle demiştir: "Şayet o, kapıları kapalı bir vaziyette iken evde olsa, yıkanmak için elbiselerini tamamen çıkartmaz. Hayası belini doğrultmasına mâni olur."

 

667. Humeyd b. Nuaym'dan rivayet edildiğine göre, Ömer ve Osman (ra) beraber bir yemeğe davet edilmişler. Yemekten çıkıp giderlerken Hz. Osman, Hz. Ömer'e "Bir yemek gördük ki, keşke görmeseydik" dedi. Hz. Ömer "Niçin?" dediğinde, Osman (ra): "Kor­karım ki, bu yemek böbürlenmek maksadıyla yapılmıştır" cevabını vermiş.

 

668. Zübeyr b. Abdullah, dedesinin[78] kendisine şöyle dediğini rivayet ediyor: "Allah ona rahmet etsin, Osman b. Affân, geceleyin hâne halkından hiç kimseyi uyandırmazdı. Ancak, uyanık olarak görmesi halinde çağırır ve abdest suyunu döktürürdü. Bütün gün­lerini ise oruçlu geçirirdi."

 

669.  Hasan'dan Resûlullah'm (sav) şöyle dediği rivayet edil­miştir: "Nefsim elinde olan (Allah'a) yemin olsun ki, benim beytim­den olmayan bir adamın şefaatiyle, cehennemden Rabıa ve Mudar kabilesi sayısından daha fazla insan çıkacaktır[79]- Hasan diyor ki: İnsanlar bu zâtın Osman b. Affân yahut Üveys el-Karânî olduğu görüşünde idiler."

 

670. el-Hemedânî,-Allah'ın  rahmeti  üzerine  olsun- Hz. Osman'ı halîfe olduğu halde arkasına kölesini de bindirdiği bir hal­de katır üzerinde iken gördüğünü haber vermiştir.

 

671. İbn Sîrîn'den rivayet edildiğine göre, Hz. Osman'ın hanı­mı, Osman öldürüldüğü vakit şöyle demiştir: "Siz onu öldürdünüz, halbuki o, bir rek'atta Kur'ân'ı hatmederek geceleri ihya ederdi."

 

672. el-Hemedânî'nin bir hadisinde şöyle dediği rivayet edil­miştir: "Mü'minlerin emîri olduğu halde, Osman b. Affân'ı (ra) bir yaygı içerisinde, yanında hiç kimse bulunmadan, uyurken gör­düm."

 

673. Yûnus   b. Ubeyd'den şöyle rivayet edilmiştir: "Hasan'a mescidde uyuyanların durumu soruldu. O da: 'Osman b. Affân (ra)'ı mescidde uyurken gördüm,[80] ki o vakit halîfe idi. Kalktığı va­kit böğründe taş izleri belirmekteydi. Ve şöyle dedi: İşte mü'minle-rin emîri, işte mü'minlerin emîri bu.'"

 

674. Abdullah b. er-Rûmî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Osman (ra), gece kalktığı vakit abdest suyunu kendi alırdı da, eşi: 'Hizmetçilerine suyunu vermelerini emretsen ya!' derdi. Hz. Osman da 'Hayır, uyku onların istirahatleri için haklarıdır' derdi."

 

675. Amra binti Kays el-Adeviyye'den rivayet edildiğine göre o, şöyle demiştir: "Hz. Osman'ın öldürüldüğü sene, Hz. Âişe ile be­raber Mekke'ye gittik. Medine'ye uğradığımızda Osman'ın (ra) öl­dürüldüğü sırada okuduğu mushafı gördük. Kanının ilk damlası şu âyet-i kerimenin üzerine akmıştır: Onlara karşı Allah sana yeter. O, işitendir, bilendir.[81] Amra '(Onu Öldürenlerden) hiçbiri doğru­dur üst ölmedi* diyor."

 

676. Ebû Salih'ten,"-Allah Osman'a (ra) rahmet etsin- cürmü katlini icâb ettirecek kadar değildi" dediği rivayet edilmiştir.

 

677. Ebû Hûreyre'den (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hz. Osman evinde kırk gün muhasara altında tutuldu. Bana kendisini sahur vakti uyandırmamı söyledi. Seher vakti olunca geldim ve 'Ey Mü'minlerin emıri, Allah sana rahmet etsin, sahur oldu' dedim. Bunun üzerine yüzünü meshederek şöyle dedi: 'Sübhânallah! Yâ Ebâ Hureyre! Rüyamı kestin. Allanın Peygamberini görüyordum. O bana 'Yarın bizimle iftar edeceksin' dedi[82] ve  (ertesi gün) öldü­rüldü."

 

678. Süfyân b. Uyeyne'den (ra) Osman'ın (ra) 'Şayet kalbleri-niz temizlenmiş olsaydı, Allah'ın (cc) kelâmına doymazdınız" dediği rivayet edilmiştir.

 

679. (Yine) Süfyân b. Uyeyne'den Osman'ın (ra) "Allah'a bak­madan, yani Kur'ân okumadan bir gün veya gece geçirmekten asla hoşlanmam" dediği rivayet edilmiştir.

 

680. Mutarrif den (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ali (as) ile karşılaştım. Bana 'Ey Abdullah, seni bizden alıkoyan nedir?' di­ye sordu. Ben 'Osman'ı seviyorum. Bunu şimdi söyledim. Zira o bi­zim en çok akrabayı gözetenimiz ve Allah'tan en fazla korkanımız-dı' dedi."

 

681. Hâlid er-Rib'îy şöyle demiştir: "Ben kitaplarda Osman b. Affân'm kıyamet gününde: "Yâ Rabbi! Beni selâmette kıl, zira beni mü'min kulların öldürdüler' diyeceğini görüyorum."

 

682.  Şürahbîl b. Müslim'den, Osman b. Affân'ın (ra) halka imaretten yemek verdiği, kendisinin ise evine gidip sirke ve zeyt yediği rivayet edilmiştir.

 

683. Hz. Osman'ın mevlası Hâni'den şöyle dediği rivayet edil­miştir: "Osman (ra), herhangi bir kabrin başında durduğu zaman, sakalları ıslanmcaya kadar ağlardı. 'Kendisine cenneti hatırlıyor­sun ağlamıyorsun da, bundan niye ağlıyorsun?' denilirdi. O da Re-sûlullah (sav): 'Kabir âhiret duraklarından birincisidir. Onda kur­tuluşa erene sonrası çok daha kolay olacaktır. Ama onda kurtuluşa eremeyene daha sonrası çok daha ağır olacaktır.[83] buyurmuştur," cevabını verirdi.

 

684. (Hz. Osman) diyor ki: "Resûlullah (as), '(Âhiret durakla­rından) gördüğüm en çetin durak kabirdir' derdi. Allah Resulü bir cenazeyi defnettikten sonra, başında durur ve Kardeşiniz için mağfiret dileyin, sebat talep edin; zira o, şimdi sorguya çekiliyor[84] derdi."

 

685. Abdullah er-Rûmî'den Hz. Osman'ın şöyle dediğini duy­duğu rivayet edilmiştir: "Şayet ben cennetle cehennemin arasında olsam ve benim hangisine götürülmemin emredileceğini bilmesem, hangisine gideceğimi öğrenmeden kül olmayı yeğlerdim."

 

686. Abdullah b. Zübeyr (ra)'den şu rivayet edilmiştir: "Hz. Osman'a (ra) evi muhasara edildiği gün, 'Allah'a yemin olsun ki, Cenâb-ı Hak sana onlarla savaşmayı helal kılmıştır' dedim. Bunun üzerine o, 'Hayır, vallahi onlarla ebediyen savaşmam' dedi. Evi bastılar ve oruçlu bir haldeyken onu öldürdüler. Osman (ra), Ab­dullah b. Zübeyr'i emîr tayin etti ve 'Kim bana itaat ediyorsa, Ab­dullah b. Zübeyr'e de itaat etsin' dedi."

 

687. Zübeyir b. Abdullah,  Züheyye isimli ninesinden şu rivayette bulunmuştur: "Osman (ra) gündüzleri oruçla geceleri de ibadetle geçirirdi. Yalnız gecenin evvelinde hafif uyurdu."

 

688. Ebû Osman'dan rivayet edildiğine göre,  Muğire b. Şu'be'nin oğlu, düğününde Emîru'l-mü'minîn Osman'ı (ra) (yemek ziyafetine) davet etmiş. O da gittiği vakit, "Ben oruçluyum, fakat davete icabet etmek ve hayır duada bulunmak için geldim" demiş.

 

689. Süleyman b. Musa'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hz. Osman b. Affân çirkin bir iş işlemekte olan bir güruhun yanı­na çağırıldı. O da kalktı gitti. Onların dağıldıklarını, fakat ortalık­ta hoş olmayan şeyler olduğunu gördü. Bunun üzerine onlarla kar­şılaşmadığı için Allaha hamdetti ve bir köle azad etti."

 

 



[1] Lokman sûresi, 12.

[2] Ibn Mübarek ez-Zühd,s. 372.

[3] Hûd sûresi3ll/46

[4] Ithâ,fu's-sâdeü'l-muttakî?ı 8/342. Mecma'z-zevâid 4/219. Edebu'l-mufred no. 548.

[5]  Buradaki 'ridâ' örtü manasınadır .Allah bu gibi şeylerden münezzehtir .Metinde böyle bir temsille belirtilmek istenen husus ise yüceliğin   sadece Allaha mahsus olduğudur.

[6] Hûd sûresi,16/36.

[7] bkz.No:281.

[8] Tâberânî, Kebîr 3/143.

[9] Müsned 5/427. Tirmîzi 2396. îbn Mâce 4031. et-Tergtb4/283. Musannefu Ab-durrezzak 20311.

[10] Dârimî 2/320. el-Hılye S/212. Şerhu's-sünne 5/246.

[11] ed-Durrul-mensür 2/269. Keşfu'l-hafâ 1/411

[12] Ibnu'l-Mübarek, ez-Zühd s.121

[13] Ibnu'l-Mubârek, ez~Zühd s. 41.

[14] Ibnu'l-Mubârek, ez-Zühd , s. 223 bkz. No 433.

[15] Ibnu'l-Mubârek, ez-Zühd s. 49.

[16] İbnu'l-Mubârek ez-Zühd s.78.

[17]  Metinde Kur'ân olarak tasrîh edilmiştir. Ancak bir Önceki rivayette kitap denil­mektedir. Bununla Tevrat veya İncîl'in kasdedilmesi   mümkündür.

[18] Adı Mekhûl b. Ebû Müslim Sihrab b. Şâzil'dir. Künyesi Ebû Abdullah'tır. Ya­şadığı asırda Şamlıların fakîhi ve hadis hâfızlarındandı.   Aslen Fârisîdir. Zührî: "Döneminde verdiği fetvalarda ondan daha basiretli olanı yoktur" diyor. H. 112/M.730'da ölmüştür. (Bu açıklama kitabın birinci baskısının dipnotunda mevcuttur— mütercimler.)

[19] Bu ve bunun gibi haberler, dünya ve âhiret dengesine işaret eden nasslar ışı­ğında değerlendirmeye tabî tutulmalıdırlar (mtrc.)

[20] Tâhâ sûresi, 20/18

[21] Tâhâ sûresi, 20/21

[22] Şuarâ Sûresi, 26, 18.

[23] Ka'b b. Mâti b. Zîhecin el-Hımyerî, tâbiûndan olup, Cahiliyye devrinde, Ye-men'de Yahudilerin önde gelen ilim adamlarından idi. Hz. Ebû Bekir zamanın­da İslâmı kabul etmiş, Hz. Ömer devrinde Medine'ye gelmiştir. Sahabe ve baş­kaları geçmiş ümmetlerin haberlerine dair rivayetleri kendisinden almışlardır, O da sahabeden Kur'ân ve Sünnet bilgisini almıştır, H. 32 m. 652'de Hımıs'ta ölmüştür.

 

[24] Ibnu'l-Mübârek, ez-Zühd s.166.

[25] Sebe'34/13.

[26] İbnu'l-Mübarek, ez-Zühd, s. 164.

[27] Kitabın orjinalinde 364 olarak geçiyor.

[28] age.s. 163.

[29] İbnü'l Mübarek ez-Zühd s.123.

[30] Sâd sûresi 38/21.

[31] Sâd sûresi 38/22.

[32] Muhammed b. Osman b. Müsebbih eş-Şeybânî Ebû Bekir'dir. Ca'd diye bilin­mektedir. Arab dili ve Kıraat âlimidir. Bağdatlıdır. Eser lerinden bazıları: Hukûku'l-lnsân, en-Nâsih ve'l-mensûh, Ma'âni'l-Kur'ân, el-Müzekker ue'l-müen-nes v. lt.288 b 901 de vefat etmiştir. [Kitabın birinci baskısından mütercimler]

[33] Sâd sûresi 38/23.

[34] Sâd sûresi 38/24.

[35] Müslim, imân 267; Fadâil 165; Nesâî, Kıyamül-leyl bâb 15; Müsned 3/120

[36] İbnü'l-Mûbârek, ez-Zühd 71,72.

 

[37] et-Terğîb  1/580.

[38] îhyâ 3/226; 4/229; İthâfü's-sâdeti'l-müttekîn 8/ 145, 219; 9/359.

[39] Hûd sûresi 17/75.

[40] Enbiyâ sûresi 21, 69.

[41] Buhârî 4/169, 204; Fethu'l-bârî 11/384; Nesâî, Cenâiz bab 118; Tirmîzî 2423

[42] Enbiyâ sûresi 21, 69.

[43] ed-Dürrü'l-mensûr 4/22.

[44] Lokman 31/13.

[45] İmam Mâlik b. Enes, Ebû Abdullah, Ehl-i sünnete göre dört imamdan biri. Mâ-likîler ona mensûbdur. h.93/m.713 de Medine'de doğmuştur. Muvatta'i kaleme almıştır. VaY ile ilgili bir risalesi 'Nucûm'a Dâir bir kitabı ve 'Tefsîru garîbi'l-Kur'ân'ı vardır. 'Mesâil'e Dâir bir kitabı, 'er-Reddu ale'l Kaderiyye' isimli bir risalesi  vardır, h. 179/m. 795)'da vefat etmiştir.

[46] Cenâb-ı Hak hakkında böyle bir tasavvur saçma ve merduddur. (mütercimler)

[47] Kiminle olduğu metinde tasrih edilmemiştir.Ancak bu Eyyûb'un (as) oğlu olma­sı muhtemeldir/mütercimler)

[48] Sâd,38/44.                           

[49] Al-i Imrân sûresi,3/39.

[50] Meryem sûresi, 19/12.

[51] Ibn Mübarek, ez-Zühd.

[52] Fethu'l-bârî, 11/134. îbn Hacer bu haberi, İbn Ömer'den gelen iyi bir senedle Taberânf nin de rivayet ettiğini söylemiştir.

[53] Haberde mantıkî tutarsızlıklar olduğu görülmektedir [mütercim]

[54] Rivayetten, Dâvûd (as)'u ta'eîz etmek maksadıyla bu soruların kendisine yönel­tildiği anlaşılıyor [mütercim].

[55] Ibmrl-Mubarek, ez-Zühd, s.69.

[56] İbnu'l-Mubarek, ez-Zühd, s.484.

[57] Mecmau'z-zevâid, 10/76; Ibnu'l-Mubarek, ez-Zühd, s.362.

[58] Mecmau'z-zevâid, 10/173. imam Ahmed 1/8.

[59] Kâf sûresi, 50/19.                        

[60] Burada Muzâfun ileyh düşmüştür. Muhtemelen bu "Resûlullah" veya benzeri bir lafizdır. {Yani, Resûlullahm ashabı... ilâ ahir... şeklindedir.)

[61] bkz. No: 565.

[62] bkz. No: 563.

[63] No: 561'de geçti.

[64] İbnü'l-Mübârek, ez-Zühd. s. 81

[65] et-Tekzîb'de, Damre b. Habîb Ebû Utbe şeklindedir. Utbe ondan rivayette bu­lunmuştur. Hiiye'de ise şöyledir: "Haddesenâ Ebû Damre  Habîb b. Damre" şek­lindedir.

 

[66] Hûd sûresi, 40.

[67] Sebe sûresi, 13.

[68] Al-i Imrân sûresi, 3)14.

[69] Âl-i İmrân sûresi, 3/14.2. Hadîd sûresi, 57/23.

[70] Fussilet sûresi, 41/90

[71] İbnü'l-Mübârek, ez-Zühd, s. 110

[72] Buhârî, 9/50. Fethu'l-bârî, 2/419. Tirmizî 3688. Hilyetu'l-evliyâ, 7/259.

[73] bkz. s.595

[74] Nahl sûresi, 26/111.

[75] İsmi: Saîd b. Abdurrahman'dır.

[76] Ahkâfsûresi,46/20.

[77] Ibnul'-Mübarek ez-Zühd s.201.

[78] Dedesi Ebû Hâlid, Osman b. Afî&n'm kölesidir.

[79] İbn Mâce, ez-Zühd 37; Tirmizî, Kıyâme 12; Dârimî er-Rikâk 87; Müsned-i Ah-med 3/63, 469, 470, 5/257,

261, 267, 323, 366.

[80] "Gördüm" ziyadesi buraya( Ebû Nuaym'm Hılye'sinden alınmıştır.)

[81] Bakara sûresi, 2/137.

[82] Benzeri bir rivayet Hz. Osman'ın eşi Naile binti el-Farâfisa'dan (r.anhumâ) ya­pılmıştır. Müsned 1/73. et-

     Tabakâtu'l-kübrâ 3/1/52.

[83] Müsned-i Ahmed 1/63 Müstedrek 4/331; et-Tergîb ve't-terhîb 4/361; Târîhu'l-Buhârî 8/229; Keşfu'l-hafâ ve Muzîlu'l-elbâs 2/136.

[84] Müstedrek 1/370; İhnü's-Snnnî/ı.melu'1-yeum ve'l-leyle 578; Şerhu's-sünne 5/418; Ebû Dâvûd, K. Cenâiz, bâb 73 (Eâbu'l-istiğfâr 'indel-  kabr li'1-meyyit) se­nedi hasendir. İmam Nevevî el-Ezkâr'mda hasen olduğunu belirtmiştir (147). Şerhu's-sünne' nin dipnotunda bu şekilde kaydedilmiştir.