Lokman (As)Tn Zühdüne Dair Haberler
Nuh (As)' İn Zühdü İle İlgili
Haberler
Davud (as)'un Zühdü İle İlgili
Haberler
Hz. Musa (A.S.)'un Zühdü İle
İlgili Haberler
İsa'nın (a.s.) Hikmetine Dâir
Haberler
İbrahim Halil (as)'ın Zuhdü İle
İlgili Haberler
Yusuf (As)Tjn Zühdü İle İlgili
Haberler
Eyyub (As)'Un İmtihanı İle İlgili
Haberler
Süleyman B. Davud (as)’la İlgili
Haberler
Isa (as) nın Zühdüne Dâir
Rivayetlerin Devamı
Davud (As)'la İlgili Konunun
Devamı
(Sahabenin Zühdüne Dâir
Rivayetler)
Ebu Berikin (As) Zühdü İle İlgili
Haberler
Ömer B. El-Hattâb'ın (Ra) Zühdü
İle İlgili Haberler
Osman B. Affan (Ra)'nın Zühdü İle
İlgili Haberler
266. Mücâhid'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Lokman Hekim (as)
kalın dudakları, geniş tabanları olan Habeşli bir köle idi. İsrailoğullarma baş
kaldırmıştı."
267. Mücâhid'den "Lokman'a da hikmet vermiştik [1] âyeti hakkında: 'Peygamberlik verilmeksizin
kendisine nkıh ve sözünde isabet etme kabiliyeti ihsan edilmişti" dediği
rivayet edilmiştir.
268. Saîd b. el-Müseyyib'in
"Lokman (as) terzi idi" dediği rivayet edilmiştir.
269. Mâlik b. Dinar'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Lokman (as)
oğluna: 'Oğlum Allah'a itaat etmeyi kendine ticaret kıl ki, elinde meta olmadan
karlar elde edesin' demiştir."
270. Muhammed b. Vâsî, demiştir ki:
"Lokman (as) oğluna: 'Yavrucuğum! Allah'tan kork, kalbin fücur ile dolu
olduğu halde insanlar sana izzet ikramda bulunsunlar diye, onlara Allah'tan
korkuyor gibi gözükme' diye tavsiyede bulunmuştur."
271. Hâlid er-Rib'fden şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Lokman,
marangozluk yapan, Habeşli bir köle idi. Efendisi bir gün 'Bana bir koyun kes!'
demiş; o da kesmiştir. Daha sonra efendisi: 'Koyunun en güzel iki uzvunu bana
getir' demiş, o da koyunun dili ile kalbini ona götürüp vermiş. Efendisi: 'Onun
bu ikisinden daha güzel organları yok muydu?' demiş. O da, 'Hayır' cevabını
verip susmuş. Efendisi, 'Bana bir koyun daha kes' demiş. O da emrini yerine
getirmiş efendisi 'Onun en kötü iki organını at' demiş. Lokman da koyunun dili
ile kalbini atmış. Bunun üzerine efendisi 'Senden koyunun en güzel iki organını
getirmeni istedim, dili ile kalbini alıp geldin. Yine en kötü uzvunu atmanı
söyledim, bu sefer de yine aynı uzuvları, dili ile kalbini attın (bu ne demek
oluyor)?' demiş. O da: 'Bu ikisi temiz oldukları müddetçe onlardan daha güzel
bir organ yoktur. İkisi kötü oldukları takdirde de yine onlardan daha çirkin
bir uzuv yoktur' cevabını vermiştir."
272. Süfyan demiştir ki:
"Lokman oğluna: 'Yavrucuğum! Hiçbir zaman susmuşluğum için pişmanlık
duymadım. Eğer söz gümüş ise, bil ki, sükût altındır' demiştir."
273. Katâde'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Lokman: 'Muhakkak
ki kötülük, bir başka kötülüğe karşılık yaratılmıştır' demiştir."
274. Hişâm b. Urve, babasından naklen şöyle bir rivayette
bu-lunmuştur:."Bir peygamberin hikmetinde şöyle yazılıdır: 'Sözün tatlı,
yüzün güleç olsun, o takdirde insanlar nazarında, onlara ihsanda bulunanlardan
daha sevimli olursun.[2]
Hikmet'te
veya Tevrat'ta şöyle yazılıdır: "Yumuşaklık hikmetin başıdır.' Tevrat'ta
şöyle yazılıdır: 'Merhamet ederseniz merhamet olunursunuz, ektiğiniz gibi
biçersiniz!' Hikmet'te şöyle yazılıdır: 'Dostunu da, babanın dostunu da sev.'
275. Süfyan demiştir ki:
"Lokman'a (as) İnsanların en şevlisi kimdir?' diye sormuşlar, o da
'İnsanların kendisini günah işlerken görmelerine aldırmayan kimsedir/ cevabını
vermiş."
276. Mâlik b. Dinar, "Hikmetli sözler arasında şuna rastladım:
'(Başkalarına) öğretmedikçe ve bildiğinle amel etmedikçe o bilginde senin için
bir hayır yoktur. Bu bir adamın odun topladıktan sonra yığın yapıp, güzelce
bağlayarak taşımaya başlamasına, taşı-yamayınca da, tutup üzerine daha fazla
odun ilave etmesine benzer" demiştir.
277. Vüheyb b. el-Verd el-Hadramî el-Mekkî şöyle demiştir: Allah Teâla,
oğlu konusunda Nuh'u (as) azarlayınca ona Cahillerden olmayasm diye, sana
öğüt, veriyorum[3] âyetini indirmiştir. Bunun
üzerine Nûh (as) üç yüz sene göz yaşı dökmüş, sonunda ağlamaktan mütevellid,
gözlerinin altında izler oluşmuştur."
278. Ubeyd b. Umeyr demiştir ki: "Nuh'u (as), kavmi bayılın-caya.
kadar tartaklıyorlar, o ise, kendisine geldiği vakit 'Allah'ım, milletimi
bağışla çünkü onlar bilmiyorlar/ diye Allah'a dua ediyordu."
279. Vüheyb el-Mekkî şöyle demiştir: "Bana Tevrat'ta veya (mukaddes)
kitaplardan birisinde şöyle yazdığı söylendi: (Allah Te-âlâ), Ey Ademoğlu!
Kızdığın zamanlarda beni hatırla ki, ben de gazap halimde seni hatırlayayım da,
helak ettiğim kimselerle beraber seni de helak etmeyeyim. Haksızlığa uğradığın
takdirde benim sana olan yardımıma kanaat getir. Zira benim yardımım senin
kendi kendine yardımından daha hayırlıdır, buyurdu.'"
280. Ubeyd b. Umeyr demiştir ki: "Nuh'un (as) kavminden birisi,
onunla karşılaşacak olsa, hemen boğazına çöküyor ve nihayet Nûh (as) düşüp
bayılıyordu. Kendisine geldiği vakit ise: 'Ya Rabbi, milletimi bağışla, çünkü
onlar bilmiyorlar' diye yalvarıyordu.
281. Hişâm b. Saîd diyor ki: "Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'yi şöyle
derken işittim: 'Nûh (as) yediğinde, içtiğinde, giyindiğinde ve bir hayvana
bindiğinde hep 'Elhamdülillah' derdi. İşte bu yüzden, Allah Teâlâ onu, çok
şükreden kul olarak isimlendirmiştir."'
282. Atâ b. Yesâr'dan Resûlullah'm (as) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Nûh (as) oğluna Yavrucuğum! Sana bir tavsiyede bulunacağım, ona iyi
yapış ve sakın unutma! Sana iki şeyi vasiyet ediyor, iki şeyden de
sakındırıyorum. Vasiyet edeceğim iki hususa gelince, onlar Allah'a sığınmayı
artırır. Allah'ın (cc) onlarla sevindiğini gördüm. 'Sübhânallahi ve bihamdihV
sözü Allah'ın mahlûkâtını temizler. Çünkü o mahlûkâtın duasıdır ve onunla
rı-zıklandırılırlar. 'Lâilâhe ülâllâhu vahdehû lâ şerike leh' sözü ise, eğer
gökler ve yer bir halka olacak olsa, onları parçalar atar ve eğer bir teraziye
konacak olsalar, onlardan ağır basardı. Seni sakındırdığım iki şeye gelince,
şirk ve kibirdir. Eğer kalbinde ne kibir ve ne de şirk olmadan Allah'a
kavuşabileceksen, bunu (mutlaka) yap' dedi."[4]
283. Mûsâ b. Ali, babasını şöyle derken işittiğini söylüyor: "Nuh'un
(as) oğlu Sâm'a, şöyle dediği kulağıma geldi: 'Ey oğlum! Kalbinde zerre kadar
şirkle kabre girme. Zira kim müşrik olarak Allahm (huzuruna) gelirse (kendisini
kurtaracak) hiçbir delili olmayacaktır. Ey oğlum! Kalbinde zerre kadar kibirle
de kabre girme. Çünkü, kibirlenmek Allah'ın (cc) ridâsıdır. Kim Allah'ı ridâsı
(yüceliği) konusunda niza ederse Onun gazabını celbeder. Ey yavrucuğum! Sakın
kalbinde zerre kadar Allah'ın (rahmetinden) ümitsizlik olduğu halde kabre
girme. Çünkü Allah'ın (cc) rahmetinden yalnızca dalâlette olanlar ümit
keser."[5]
284. Hasan diyor ki: "Nûh (as), 'Nuh'a vahyolundu ki, artık kavminden,
iman etmiş olanlardan başkası (ona) asla inanmaya-cak, Öyle ise onların
işlemekte olduklarından dolayı (üzülme[6] ilâhî
hitabı gelinceye kadar, kavmine bedduada bulunmadı. (Bu hitap gelince) iman
edeceklerinden ümidi kesti ve bedduada bulundu."
285. Atâ b. Yesâr, Resûlullah'm (as) şöyle dediğini haber vermiştir: 'Nuh
(as) oğluna tavsiyede bulunmuştur...' (Ravi burada 281 no'lu haberi
zikretmiştir)[7] Devamla 'Seni kendisinden
sakındırdığım iki şeye gelince, kibir ve şirktir' demiş." Abdullah b.
Amr: "Üzerime giydiğim güzel bir elbisemin olması (da) kibir midir ey
Allah'ın Resulü?" diye sormuş. Resûlullah, 'Hayır' demiştir. Bu sefer
Abdullah, 'Öyle ise kibir nedir" Ey Allah'ın Resulü? demiş, Resûlullah
da, 'Kibir hakkı karalaman ve kınamandır7 cevabını vermiştir.[8]
286. Bekâr b. Abdullah'tan Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini işittiği
rivayet edilmiştir: "Abid bir zât başka bir âbidin yanma uğramış ve 'Ne
âlemdesin?' diye sormuş. O da: Talanca kimseye şaşıyorum, son derece âbid bir
zâttı, dünya ona galebe çaldı' demiş. Diğeri: 'Dünyanın kendisine galebe
çaldığına şaşma; esas dosdoğru kalmasına şaş' demiştir."
287. Rebf b. Enes şöyle demiştir: "Allah Teâlâ peygamberlerinden
birine şöyle vahyetmiştir: 'Ne oluyor da kavmin koyun postu giyiyor ve
ruhbanlara benzemeye özeniyorlar? Sözleri baldan tatlı, kalbleri sabır otundan
acı. Benim bağışlamama mı güveniyorlar? Yoksa beni aldattıklarını mı
zannediyorlar? Sânıma yemin olsun ki, onlardan âlim olanlarını şaşkın
bırakacağım. Kim kâhinlik yapar ya da yaptırırsa veya kim sihir yapar ya da
yaptırırsa, benimle hiç ilgisi yoktur. Bana iman edenler, Bana güvenip
dayansın. Bana iman etmeyenler ise, Benden başkasına tâbi olup uysun!"
288. Vehb b. Münebbih, Resûlullah'm (as), "Allah Teâlâ bir kavmi
sevdiği zaman, onları çeşitli musibetlerle imtihan eder" dediğini rivayet
etmiştir.[9]
289. Bekâr, Vehb'in şöyle dediğini işittiğini söylüyor: "Rab
Te-âlâ'nın İsrailoğullarma söyledikleri arasında şu da vardır: 'İtaat
olunduğum, zaman hoşnud olurum, hoşnud olduğum zaman bereket veririm ve benim
bereketimin de nihayeti yoktur. Bana isyan edildiği zaman gazap ederim, gazap
ettiğim zaman lanet ederim ve benim lanetim yedisindeki çocuğa kadar
ulaşır."
290. Bekâr, Vehb'in İsrailoğullanndan şöyle birşey rivayet ettiğini
söylüyor: "İsrailoğulları Allah tarafından bir ceza ve musibete duçar
edilmişler. Onlar da Peygamberlerine: 'Rabbimizi neyin razı edeceğini nasıl
öğrenelim ki, onu yerine getirelim?' diye sormuşlar. Allah Teâlâ da ona:
'Kavmin beni neyin razı edeceğini öğrenmek ve onu yerine getirmek
istediklerini söylüyor, onlara haber ver ve de kî: 'Eğer gerçekten benim rızamı
kazanmak istiyorlarsa, miskinlerin gönlünü alsınlar. Çünkü onlar miskinleri
hoşnud ettikleri zaman ben de hoşnud olurum. Onları kızdırdıkları zaman ise
ben degazab ederim' demiştir."
291. Bekâr, Vehb b. Münebbih'in şöyle bir rivayette bulunduğuna şahit
olduğunu söylüyor: wCenâb-ı Hâk Israiloğullarının ilim adamlarına: 'Benim
dinimden başkası* için fıkıh Öğreniyorsunuz. Amel etmek için ilim elde
etmiyorsunuz. Âhiret işleri ile dünyayı elde etmeye çalışıyorsunuz. Koyun
postunu giyiyor, kurt gönlü taşıyorsunuz, şarabınızdaki çöpleri temizliyor, dağ
gibi haramları yutuyorsunuz, insanların sırtına dini dağlar gibi yükleyip
ağırlaş-tırıyorsunuz, sonra da yardım için parmağınızı kımıldatmıyorsunuz.
Elbisenin beyazını giyiyor, uzun uzun namaz kılıyorsunuz. Öte yandan (bütün
bunları kalkan edinip) dul ve yetimlerin malını yiyorsunuz. Şanıma yemin olsun!
Size öyle bir fitne vereceğim ki, akıllılarınızın aklı, fikri ve hekimlerinizin
hikmeti şaşacaktır' demiştir."
292. Vehb b. Münebbih'ten şöyle rivayet edilmiştir: "Seyyah bir adam,
yetmiş sene Allah'a ibadette bulunmuş; daha sonra bir gün (yola) çıkmış ve
amelinde biraz eksiltme yapmış; hemen sıkıntısını Allah'a şikayet etmiş ve bu
günahını da itiraf etmiş. Allah tarafından birisi gelmiş ve 'Senin şu andaki
yerin, ömrünün geride kalan kısmında yaptığın amellerinden daha çok Allah'a
sevimlidir' demiştir."
293. Vehb demiştir ki: "Allah Teâlâ, 'Kulum bana tevekkül etttiği
zaman, yer ve gökler üstüne gelse ona bir çıkış yolu ihsan ederim'
demiştir."
294. Mus'ab b. Sa'd'dan babasının şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Resûlullah'a (as), (En fazla belâya kimler duçar olur?' diye «ordum. Teygamber
(as): Peygamberler, sonra sâlih kimseler, sonra da insanlardan bunlara en
fazla benzeyenleri, durumlarına göre belâya duçar olurlar. Kişi dininin
durumuna göre musibete duçar olur. Eğer dini sağlam olursa musibeti
fazlalaştırılır. Eğer dini gevşek olursa musibetleri hafifleştirilir. Belâlar
kula, yeryüzünde günahsız olarak yürüyünceye kadar, gelmeye devam eder. [10] dedi."
295. Avf b. Câbir, Safvân b. el-Kelbî'nin ve Vehb'in kızının şöyle
dediklerini işittiğini söylüyor: "Mü'minin başına gelen belâlar, âdeta
hayvanın yuları gibidir."
296. Münzir b. el-Eftâs, Vehb b. Münebbih'in, havarilerin kitapları
hakkında şöyle dediğine şahit olduğunu haber vermiştir: "Eğer onlar, seni
belâ ve sıkıntılara duçar olanların yoluna götür-müşse, bil ki, seni peygamber
ve sâlih insanların yoluna iletmiş demektir. Yok eğer, seni, lüks ve konfor
içerisinde hayat sürenlerin yoluna götürmüşse, anla ki, seni peygamber ve
sâlih insanların yolundan uzaklaştırmış, başka bir yola iletmiştir."
297. Ebû Ali'den şöyle dediği rivayet edilmiştir. "Humur dağında,
yetmiş tane peygamber hayatını kaybetmiştir. Bunların hepsinin ölümlerine sebep
olan ise, açlık ve bittir."
298. Hasan, Hz. Peygamber'in: Allah'a yemin olsun
ki, O hiçbir sevdiğine azab etmez. Ne var ki, dünyada birtakım meşakkatler ile
imtihan edebilir, dediğini haber vermiştir[11]
299. Ebû Gâlib, aşağıdaki sözün Hz. isa'nın (as) tavsiyelerinden olduğunun
kendilerine söylendiğini rivayet etmiştir: "Ey havariler topluluğu! Bazı
günahkârlar vesilesiyle Allah'ın sevgisini kazanmaya çalışın. Onlara
buğzederek, Allah'a yakınlasın. Onlara gönül karartıp hınç duyarak Allah'ın
rızasını arayın." Havariler: "Ey Allah'ın Peygamberi! O zaman
kimlerle oturup kalkalım?" dediler. O, "Aklı amellerinizin artmasına
vesile olacak kendisini gördüğünüzde Allah'ı sizlere hatırlatacak, yapıp
ettikleri dünyada sizi zühde sevkedecek kimselerle düşüp kalkın" demiştir.[12]
300. Mâlik b. Dînâr diyor ki: "Allah Teâla, îsâ'ya (as): fEy îsâ! Önce
kendi nefsine öğüt ver. Öğüdün sana fayda verirse, ondan sonra insanlara
nasihat et Aksi takdirde, Allah'tan utan' demiştir." v
301. Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: "(Bir gün) havarileri ile
beraber îsâ (as), bir kabrin başında durmuş ve (Bu kabirde yatan kişi kabre
daldırılıyor' demiştir. Havariler: 'Mezarın karanlığı-nı, korkunçluğunu ve
darlığım düşünmeye başlamışlar. Isâ (as), onlara 'Sizler, annelerinizin
karnında daha dar bir yerde bulunuyordunuz. Eğer Allah (cc) genişletmeyi
dilerse, onu genişletebilir' demiştir."
302. Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: "Mesih îsâ (as) 'Alla-hı (cc)
çok zikredin, O'na çok şükredin ve O'nu takdis edin, Kendisine itaatte
bulunun; çünkü Allah kendisinden hoşnud ve razı olduğu zaman, sizden birinizin
duasında: 'Allah'ım! Ey Rabbim! Günahlarımı bağışla, geçimime dirlik düzenlik
ver. Beni çirkin şeylerden muhafaza buyur' demesi, O'na yeter1
buyurmuştur."
303. Salim b. Ebû'1-Ca'd, şöyle demiştir: "îsâ (as) 'Dilini kötü
sözlerden koruyan, geniş bir eve sahip olan ve günahlarını hatırladıkça göz
yaşı döken kimselere müjdeler olsun' buyurmuştur."[13]
304. Hayseme'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "îsâ (as),
'Allah'ın, ölümünden sonra evlatlarını (her türlü kötülükten) koruduğu mü'min
kimseye müjdeler olsun' demiştir."
305. (303) no'lu rivayetin aynısıdır.
306. (304) nolu rivayetin aynısıdır.
307. Hilâl b. Yesâr'dan şöyle dediği
rivayet edilmiştir: "îsâ (as), şöyle derdi: 'Sizden biriniz sağ eli ile
verdiği sadakayı, sol elinden gizlesin (yani, sadakayı kimseye duyurmadan
versin). Namaz kılacağı zaman da, evinin kapılarını güzelce kapatsın. (İbadetini
de, gösterişten uzak olması için, gizlice yapsın.) Zira, Allah Te-âlâ,
rızıkları taksim ettiği gibi, övgüsünü de taksim eder,' buyurmuştur."
308. Ebû Ümâme es-Sa'îdî'den, şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Havariler îsâ (as)'ya, 'Yalnız Allah için ihlas sahibi olan kimdir?'
diye sormuşlar. O da: 'Allah için iş yapan, insanların kendisini övmelerinden
hoşnud olmayandır,' demiş. Havariler: 'Allah için nasihatte bulunan kimdir?'
demişler. îsâ (as): 'Allah'ın hakkına öncelik veren, O'nun hakkım insanların
hakkına tercih edendir. Biri dünya, diğeri ahiret işi iki durumla karşılaştığı
zaman, âhiret için olana öncelik veren, onu tamamladıktan sonra, dünya işine
yönelendir' cevâbını vermiştir."
309. Süleyman b. el-Muğîre, Sâbit'in
şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "îsâ (as): 'Ey Allah'ın Resulü!
Üzerine bineceğiniz bir merkep edinseniz' demişler. O da: 'Ben Allah'ın
yanında, beni oyalacak birşeyler vermeyeceği kadar mükerremim' cevabını vermiştir."
310. Ebû'l-Celed'den şöyle bir rivayette bulunulmuştur: "îsâ b. Meryem
(as) havarilerine 'Size gerçeği söyleyeyim mi? Siz ne dünyayı istiyorsunuz, ne
de âhireti?' demiş. Onlar da: 'Ey Allah'ın Resulü! Bunu bize izah eder misin,
biz ikisinden birini istediğimizi (zannediyorduk)' demişler. îsâ (as): 'Eğer
dünyayı isteseydiniz, yer ve gök hazineleri elinde olan dünyanın Rabbine itaat
ederdiniz. O da size (istediklerinizi) verirdi. Eğer âhireti isteseydiniz,
âhiret gününün yegâne sahibi olan âhiretin Rabbine itaat ederdiniz. O da size
âhireti verirdi. Ama siz ne onu, ne de diğerini istemiyorsunuz' demiştir."
311. Ebûl-Celed'den şöyle bir rivayette bulunulmuştur: "îsâ (as)
havarilere: 'Allah zikrinden başka fazla laf etmeyiniz Yoksa kalpleriniz
katılaşır. Kalbinde kasâyet bulunan kimseler ise Allah'tan uzaklaşırlar; fakat
bunun farkında bile olmazlar. Sanki herbiriniz bir Rab'mış gibi insanların
işledikleri günahlara bakmayınız. Ama birer kul olduğunuzun farkında olarak
kendi günahlarınıza bakın. Müreffeh bir hayat sürenler ve sıkıntıya duçar olanlar
olmak üzere, insanlar iki kısımdır. Musîbete duçar olanlara başlarına
gelenlerden dolayı acıyın, merhamet edin, Allah'ın verdiği afiyetten dolayı da
hamd edin O'na' demiştir.
312. Yezîd b. Meysere'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Meryem
oğlu îsâ (as), havarilere: 'Ne oluyor da ibadetlerin en üstününü
yapmıyorsunuz?' demiş. Onlar da: 'İbâdetlerin en faziletli olanı hangisidir ey
Allah'ın ruhu?' demişler. O, 'Allah için alçak gönüllülüktür' cevabını vermiştir."
313. İbrahim et-Teymî'den, îsâ (as)'nın: 'Hazinelerinizi gökte
biriktiriniz, çünki kişinin kalbi hazinesinin yanındadır' dediği rivayet
edilmiştir.[14]
314. Avf b. Câbir'den
Ebû'l-Hüzeyl'in bir rahibden şöyle işittiği rivayet edilmiştir: "Şeytan,
îsâ (as)'ya Beytu'l-Makdis'te: 'Sen ölüleri dirilttiğini iddia ediyorsun,
Öyleyse Allah'a dua et de şu dağı ekmeğe çevirsin' demiş. O da: 'Bütün insanlar
ekmekle mi yaşıyorlar?' cevabını vermiş. Bu sefer İblis, 'Eğer sen de dediğin
gibi isen olduğun yerden sıçrayıp atla melekler seni mutlaka karşılayıp
tutacaklardır' demiş. îsâ (as), 'Rabbim benden canımla tecrübe etmememi istedi,
bu yüzden beni kurtarır mı, kurtarmaz mı
bilmiyorum' cevabını vermiştir."
315. Bekr b. Abdullah şöyle demiştir: "Havariler (bir gün)
peygamberlerini kaybetmişler ve onu bulmak için aramaya koyulmuşlar.
Bulduklarında bir de bakmışlar ki, suyun üzerinde yürüyor. Bir kısmı: 'Ey
Allah'ın resulü! Biz de yürüyüp senin yanına gelelim mi?' demişler. O, 'Evet'
cevabını vermiş. (Bir tanesi) yürüyüşe teşebbüs etmiş, ayağının birini atıp
diğerini atmadan suya batı-vermiş. îsâ(as): 'Uzat ver elini, ey imanı güdük!'
demiş. Arkasından da 'Eğer Ademoğlunda zerre kadar veya tane kadar yakın (Allah
hakkında gerçek bilgi) olsaydı, suyun üzerinde yürür giderdi' demiştir."
316. Hilâl b. Yesâr'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Isa (as):
'Sizden biriniz oruçlu olduğu vakit, insanların içerisine çıkmadan evvel,
sakalına yağ sürüp dudaklarına da bulaştırsın ki, onlar 'bu oruçlu değildir'
desinler. (Oruçlu olduğunun farkına varmasınlar)' buyurmuştur."[15]
317. Şa'bî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: " Isâ (as) 'İyilik,
sana iyilikte bulunana mukabelede bulunmak değildir. Bu ancak karşılıklı
hayırda bulunmaktır. Ama esas ihsan (iyilik), sana kötülükte bulunana karşı
iyilikle mukabelede bulunmaktır' demiştir."
318. Sellâm, Yezîd ed-Dabî'nin şöyle dediğini işitmiş olduğunu söylüyor:
"Isâ (as), kendisine verilenden başkalarına da vererek iyilikte
bulunurken, bir kadın ona 'Seni taşıyan karna, seni emziren göğüslere (anneye)
müjdeler olsun' demiş. Isâ (as) da ona yöne-lip: 'Allah'ın kitabını okuyup ta
O'na tâbi olana müjdeler olsun!' cevabını vermiştir."
319. Hayseme'den şöyle bir rivayette
bulunulmuştur: "Bir kadın îsâ (as)'mn yanına uğramış ve ona 'Seni emziren
göğüslere, seni taşıyan karna (anneye) müjdeler olsun!' demiş. O da: 'Kur*ân*ı
okuyan, onun içindekilerle amel eden kimseye müjdeler olsun!' cevabında
bulunmuştur."*
320. Vehb b. Münebbih'ten şöyle bir rivayette bulunulmuştur: "Allah
Teâlâ îsâ'ya (as): 7£y îsâ! Ben sana fakirleri sevmeyi ve onlara acımayı ihsan
ettim. Sen onları seversin, onlar da seni severler. Onlar senden bir öncü ve
lider olarak hoşnud kalırlar. Sen de onlardan arkadaş ve teba olarak memnun
kalırsın. Bu iki ahlâkla kim bana mülâki olursa, gerçek şu ki, amellerin en saf
ve bana en sevimli olanı Üe karşıma gelmiş olur' diye vahyetmiştir."
321. Süfyan, "îsâ (as) kıyameti hatırladığı vakit, kadın gibi çığlık
atardı" demiştir.
322. Ebûl-Huzeyl demiştir ki: " îsâ (as), Yahya (as)la karşılaşmış ve
ona: *Bana ne tavsiye edersin?' demiş. O, 'Sakın kızma* diye karşılık vermiş.
îsâ (as), 'Güç yetiremiyorum* demiş, Yahya (as) 'Mala ehemmiyet verme!'
deyince, îsâ (as) İşte! Bu olmasa belki olur!' cevabını vermiştir.
323. Şa*bî'den îsâ (as)'nın yanında
kıyamet anıldığı zaman çığlık attığı ve 'Meryem oğlunun yanında kıyametten söz
edildiğinde onun sükût etmesi yakışık almaz' dediği nakledilmiştir.[16]
324. İbnü'l-Ced'ân'dan isnadı ile beraber şöyle bir rivayette bulunulmuştur:
"îsâ (as), telbiye getirerek ve 'Lebbeyk, (işte) kulun, işte ümmetinin
oğlu, işte kulunun kızı' diyerek develerinin yuları lif olan yetmiş tane
peygambere uğramış ve Mescidu'1-Hayf ta namaz kılmışlardır."[17]
325. Mekhul'den[18]
şöyle dediği rivayet edilmiştir: "îsâ (as) (havarilerine) 'Ey havariler
topluluğu, hanginiz, dalgalar üzerine ev yapmaya güç yetirebilir?' diyordu.
Havariler: 'Buna kim güçye-tirebüecek Ey Allah'ın ruhu?' dediler. O da:
'Öyleyse dünyadan sakının, orayı (temelli kalacakmışsınız gibi) yurt
edinmeyin!' dedi."
326. Cerrah b. Melih, bazılarının
Yemenli, bazılarının da Hıms'lı olduğunu söyledikleri bir adamdan, o da Ömer b.
Amr'dan şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Isâ (as), 'Bihakkın size
söyleyeyim ki buğday ekmeği yemek, tatlı sulardan içmek ve çöplüklerde köpeklerle
beraber uyumak, Firdevs cennetlerini isteyenler için çoktur* demiştir."
327. Abdullah b. Zeyd, Ömer'in babası Ziyâd'ın
şöyle dediğini haber veriyor. "Bana isa'nın (as) 'Bilginin,
öğretmedikçe ve onunla amel etmedikçe sana bir faydası olmaz. Kendisiyle amel
etmediğin müddetçe bilginin çokluğu sadece senin kibrini artırır, o kadar'
dediği söylenmiştir.
328. Ebû Ishâk şöyle demiştir: "Bana Meryem oğlu Isa (as)'nm 'Zaman üç
günü içine alır. Birincisi, dünkü gün, geçmiş gitmiştir, ve sen de ondan
nasibini almışsmdır. ikincisi bugündür, ki geçimin ondadır. Üçüncüsü ise
yarındır, onda da senin için neler vardır, bilemezsin. İşler de üç şeyi kapsar:
Birincisi doğruluğuna kanaat getirdiğin işler ki, ona hemen tâbi ol. İkincisi
yanlış olduğuna kanaat getirdiklerin ki, onlardan da kaçın. Üçüncüsü künhüne
eremediklerindir ki, onları da Allah'a havale et' dediği söylenmiştir."
329. Katâde, isa'nın (as), "Bana sorunuz çünkü benim kalbim yumuşaktır
ve ben kendi gözümde gayet küçüğüm"
dediğini haber vermiştir.
330. Abdülaziz bin Zabyân'dan isa'nın (as): "Kim ilim öğrenir, (ilmi
ile) amel eder ve bildiklerini başkalarına öğretirse semada azim diye
isimlendirilir. Yahut öyle çağırılır" dediği rivayet edilmiştir.
331. Mu'temir babasından, o da el-Hadramî'den şöyle rivayette bulunmuştur:
"Isâ (as)'ya 'Suyun üzerinde nasıl yürüyebiliriz?" diye sormuşlar. O
da Takın, sayesinde' demiştir. Bunun üzerine 'Biz yakîne erdik' demişler. O da
Taş, çamur ve altının sizin gözü-nüzdeki değeri aynı mıdır?' diye sormuş. Onlar
da 'Hayır' demişler. Bu sefer o, 'Bütün bunların benim yanımda kıymeti aynıdır'
karşılığını vermiştir."
332. Saîd b. Ebû Saîd el-Makberî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Bir adam Meryem oğlu isa'ya (as) gelmiş ve, 'Ey hayırları Öğreten! Sana
zarar vermeyecek; bana da faydası dokunacak, benim bilmeyip te kendi bildiğin
birşeyi bana öğret' demiştir. O da 'Nedir o?' diye sormuş. Adam, 'Bir kul
gerçekten. Allah için nasıl muttaki olabilir?' diye sormuş. îsâ (as), 'Çok
kolay bir yolla: Allah'ı kalbinle gerçekten seversin; dar zamanında da, bol
zamanında da kuvvetin nisbetinde onun için amel edersin; kendine merhamet ettiğin
gibi, herkese de şefkat ve merhamet edersin' demiştir. Adam 'Ey hayırları
öğreten! Benim hemcinslerim kimler ki?' diye sormuş. O da Âdemoğullarmın
hepsidir, sana yapılmasını istemediğini sen de başkalarına yapmazsan, işte o
zaman sen, hakkıyla Allah için muttaki olan bir kimsesin' demiştir."
333. Hayseme şöyle demiştir: "Isâ (as) yemek hazırlar, sonra da
ashabını çağırıp onlara hizmette bulunurdu. Onlara da: 'misafirlerinize karşı
işte böyle davranın' derdi.
334. Velîd'den, Hâlid el-Hazzâ'nın şöyle dediğini işittiği rivayet
edilmiştir: "Meryem oğlu Isâ (as), ölüleri diriltmeleri için elçilerini
gönderdiği vakit onlar-a, 'Şöyle şöyle deyiniz. Bir hareketle gözyaşı
bulursanız, o zaman Allah'a dua ediniz' derdi."
335. 329 no'lu hadisin aynısıdır.
336. Ebû Saîd'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bir zât elini
Resulullah'ın (sav) üzerine koymuş ve ona: 'Ey Allah'ın Resulü! Vücudunuzdaki
hararetin şiddetinden ellerimi üzerinizde tutmaya takatim yetmiyor' demiş.
Resulullah da, 'Biz peygamberler topluluğuna mükafatlar kat kat verildiği
gibi, belalarda kat kat artırılır. Bir peygamber bit salgınına duçar olup
ölse, bir diğeri fakirlikle imtihan olunup, abayesi ile sürünse bile onlar
bollukla sevindikleri gibi, sıkıntı ve musibetlerle de sevinirler' demiştir.
337. Abdullah (ra): "Peygamberler koyun sağar, merkeplere biner ve
yünden elbise giyinirlerdi" demiştir.
338. Vehb b. Münebbih söyle demiştir: "Meryem oğlu Isâ (as)
havarilere, 'Size bir hakikati söyleyeceğim. -Isâ (as) genellikle sözlerine
başlarken 'size hakikati söyleyeceğim' derdi- Dünyayı en çok seveniniz,
musibetler esnasında feryadı figânı basamnızdır' demiştir."
339. Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: "Havariler, isa'ya (as) 'Ey Isâ!
kendilerinde hiçbir korku ve kederin olmadığı Allah dostları kimlerdir?' diye
sormuşlardır. Isâ (as) 'Onlar, insanlar dünyanın zahirine bakarken, dünyanın
batınına bakanlar, insanlar dünyanın önünü düşünürken, sonunu düşünenler,
kendilerini öldürmesinden endişe ettikleri şeyi (nefislerini) öldürenler,
kendilerini (ergeç) terkedeceğini bildikleri şeyi terkedenlerdir. Böylece dünyadan
daha çok istemeleri, aza talip olmaları, onu anmaları onlar için bir kayıp;
dünyadan kendilerine isabet edenle
sevinmeleri, hüzün olmuştur. Dünyadan haksız olarak kendilerine sunulan payeleri
terkedip bırakmışlardır. Dünyalık şeyler eskiyip parçalansa onları yenilemeye
yeltenmezler, dünya harap olup, viran olsa tamirine kalkışmazlar, gönüllerde
dünya tamamen ölüp gitse, diriltmeye teşebbüs etmezler. Bilakis dünyalarını
yıkıp âhiretlerini kurarlar, dünyayı satıp ebediyen kendileri ile beraber
olanı alır, refah içerisinde olacakları bir dünyayı ellerinin tersi ile
iterler. Dünya ehline, cezaya çarptırılmış saralılar nazarıyla bakarlar, ölümü
çok anar, hayattan bahsetmeyi terkederler. Allah'ı ve Allah'ın zikrini çok
severler. Allah'ın nuru ile aydınlanır. O'nun nuru ile çevrelerine ışık
saçarlar. Onların hayreti mucip haberleri vardır. Hay-retengiz haberler onların
yanındadır. Kitap onlarla ayakta kalmış, bu kitabı onlar tatbik etmişlerdir.
Kitap onlardan bahsetmiş, onlar da kitabı telaffuz etmişlerdir. Kitabın bilgisi
onlardadır. Onlar ki-tab ile bilgiye erişmişlerdir. Eriştikleri ile beraber bir
nimet, umduklarından başka bir güven, sakındıklarından başka bir korku
bilmezler ve tanımazlar' demiştir."[19]
340. Abdürrezzak Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini söylüyor: "Hızır (as), Mûsâ (as) ile
karşılaşınca O'na: 'Ey İmran oğlu Mûsâ! Münakaşayı bırak, lüzumsuz yere gezip
dolaşma. Taaccüp edilecek bir durum olmadan gülme. Evine kapan ve yaptığın hatalardan
dolayı gözyaşı dök' diye tavsiyede bulunmuştur."
341. İbn Abbas'dan (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah Teâlâ,
Mûsâ (as) ile Harun'u (as) Firavun'a gönderdiği vakit onlara: 'Sakın
Firavun'un giyim, kuşamı sizi aldatmasın. Zira onun işi benim elimdedir. Benim
iznim olmadan ne gözünü açabilir ve ne de konuşabilir. Sakın ha! Şatafatından
ona verdiklerimizle sizin gözünüzü boyamasın. Eğer arzu etseydim, Firavun'un
yapmaya güç yetiremiyeceği dünya güzellikleriyle sizi de süsleyip bezerdim.
Fakat bunu yapmayışım sizlerin benim yanımda değersiz olduğunuzdan dolayı
değildir. Ben size katımdaki kadar ve kıymetinizden nasibiniz ne ise onu
vereceğim, tâ ki dünya sizin değerinizi azaltmasın. Şüphesiz ben dostlarımı bir
çobanın develerini at yatağından veya çakalların ininden uzaklaştırdığı gibi dünyadan
uzaklaştırırım ve yine çobanın develerini zararlı otlaktan kaçırdığı gibi
kaçırırım. Böylece de onların mertebelerini nurlandırmak, kendisi ile
tanındıkları çehrelerinde ve böbürlenmedikleri işlerinde kalplerini temizlemek
isterim. Bil ki, kim benim dostlarımdan birisini korkutursa, bana düşmanca
harp ilan etmiş demektir ve kıyamet gününde dostlarımın öcünü alacak olan da
benim demiştir."
342. Abdüssâmed b. Ma'kıl, Vehb b. Miinebbih'den şöyle işittiğini haber
vermiştir: "Mûsâ (as), ateşi görünce hemen ona doğru yürümeye başladı.
Yakın bir mesafeye kadar geldi ve durdu. Bir de ne görsün, ateş oldukça yeşil,
yaş bir ağacın dallarında püsküren muazzam bir alev değil mi? Gördüğü kadarıyla
ateş gittikçe tutuşup büyüyor, fakat ağaç alevlerin şiddetine rağmen gittikçe
yeşe-rip, güzelleşiyor. Öyle baka kaldı. Ne olduğunu bilemiyordu. Sadece
birisinin dallarından birini tutuşturup ağacı ateşe verdiğini düşünüyordu.
Ağacın kalın kökünün sık yapraklarının, oldukça yaş oluşunun ve yeşilliğinin,
ateşi söndürebileceğini tasarlayarak, öylece kaldı. Bu arada 'Ağaçtan yere
ateş parçaları düşse de alsam' diye kolluyordu. Epeyce bir müddet bekledikten
sonra, elindeki bir çubukla ağaca uzandı, bir parça ateş almak istiyordu. Mûsâ
böyle yapınca ağaç ona doğru meyletti, sanki Musa'yı kapmak istiyordu. Mûsâ,
korkarak hemen geri çekildi, daha sonra döndü ve ağacın etrafından şöyle bir
dolaştı, bu arada Mûsâ ondan birşeyler almak için çabalıyor, ağaç ta âdeta
Musa'yı kapmak için çaba gösteriyordu. Ama bir anda da sönüveriyordu. Musa'nın
hayreti çoğaldı ve ne olabilir diye düşünmeye koyuldu. Kendi kendine 'Bir ateş,
bir parça ateş almak istiyorsun vermiyor. Bu arada ağacın özünden boyuna
tutuşup çoğalıyor! Ama ağacı yakmıyor? Sonra bir göz açıp kapayıncaya kadar da
büyüklüğüne rağmen sönüveriyor?' Mûsâ bu durumları görünce 'Bu ateşte bir iş
var!' dedi ve onun yakılmasını ya birisi emretmiştir, ya da biri kendiliğinden
gelip yakmıştır diye düşündü. Ama kimin emrettiğini niye emrettiğini ya da
kimin niye yaptığını bilemeden şaşkın bir vaziyette kalakaldı. Bu sırada orada
kalıp kalmayacağını veya geri dönmesi gerekip gerekmediğine de karar
veremiyordu. O, bu düşüncelere dalmışken birden gözü ağacın dallarına doğru
kaydı. Bir de baktı ki, o alabildiğine yeşillik göklere doğru yayılmıştı. Mûsâ
ona bakıyordu. O karanlıkları çepeçevre sarmıştı. Sonra yeşillik gittikçe
açılmaya, aydınlanmaya ve beyazlaşmaya başladı. Sonunda yerden göğe doğru uzanan
nurdan bir sütun halini aldı. Üzerinde âdeta gözleri kamaştıran güneş ışınlan
vardı. Ona her bakışında âdeta gözleri kopacak gibi oluyordu. O zaman, Musa'nın
korku ve endişesi çoğaldı, elini gözüne attı ve yere iyice yapıştı ve bir
gürültü ile bir sarsıntı hissetti. Ne var ki onun o anda işittiklerinin
benzerini başkalarının işitmesi ne mümkün? Mûsâ işitip gördüklerinin tesiriyle
aklını kaybedecek gibi olup ta, korkusu doruk noktasına erişince ağaç cihetinden
bir nida duydu. Ona: 'Ey Mûsâ!' denilince derhal, çağrıya icabet etti, fakat
kimin çağırdığını dahi bilmiyordu. Bu kadar çabuk icabet etmesi ise bir
ünsiyetin tezahürü idi ve arka arkaya; 'Geldim, geldim! sesini duyuyorum,
varlığını hissediyorum, ama yerini göremiyorum, neredesin' diye sordu. Ona:
'Ben senin üzerinde, yanında, önündeyim ve sana senden daha çok yakınını' dedi.
Mûsâ, bunları işitince iyice anladı ki, bütün bunlar sadece azız ve celîl olan
Rabbine yaraşır şeylerdi. Hemen, 'Evet, Sensin Allahım! Ama duyduğum senin
sesin mi yoksa elçinin sesi mi?' diye sordu. Allah (cc), 'Hayır hayır?
Benim,seninle konuşan. Bana yaklaş' dedi. Mûsâ elleri ile asasına yapıştı ve
bir hamle ile ayağa kalkıver-di. Birden göğsü titredi, ayakları dolaştı, dili
tutuldu, kalbi kırıldı, ikinci bir hamleyi daha yapacak dermanı kalmadı. Adeta
bir ölü gibi idi. Ne var ki, hâlâ can taşıyordu. Daha sonra korka korka
ilerledi ve kendisine nida edilen ağacın yakınında bir yere kadar geldi ve
durdu. Rab Tebâreke ve Teâlâ, 'O sağ elindekine bak, O nedir, ey Mûsâ?' dedi.
Mûsâ: 'O benim asanıdır* karşılığım verdi. Allah (cc), 'Ne yaparsın onunlaî'diye
sordu. —Bunu, O'ndan daha iyi bilen kimse olamaz— Mûsâ, 'O'na dayanırım, onunla
davarlarıma yaprak silkelerim, onunla daha başka işlerimi de karşılarım[20]dedi.
Asâ, Musa'nın daha başka işlerine de yarardı. O iki çatal olup, çatalların altı
çengelimsi bir tarzda idi. Rab Tebâreke ve Teâlâ, Musa'ya: 'At onu ey Mûsâ!'
dedi, Mûsâ, Allah Teâlâmn onu fırlatıp atmasını istediğini zannetti ve bir
daha almamak üzere kaldırıp attı. Bir de baktı ki asâ iri bir yılan oluvermiş.
Ona bakanlar bakakalmışlar, o ise yerde birşeyler (yutmak) istercesine sürünüyor,
deve büyüklüğünde kayaları yutuyor, dişleri ile iri iri ağaçların köklerine
vuruyordu. Gözleri ile ona bakıp hemen ateş tutuşturuyordu. Çengel âdeta üzeri
kıllanmış mızrağa dönmüş, çatalları ise geniş bir kuyuya çevrilmişti.
Mûsâ
bunları görünce arkasına dahi bakmadan dönüp kaçtı. İyice uzaklaştı ve artık
yılanın kendisine erişemeyeceğini düşündü, daha sonra Rabbini hatırladı ve
utanarak beklemeye başladı. Sonra, 'Ey Mûsâ, daha önce bulunduğun yere (bana)
dön!' diye seslenildi. O da büyük bir korku içerisinde evvelki yerine döndü. Ve
Rabb Teâlâ, 'Al onu! Korkma sakın, zira biz onu ilk şekline çevireceğiz'[21] diye
seslendi. Bu sırada Musa'nın üzerinde yünden bir zırh vardı. Allah Teâlâ, asayı
almasını emredince o zırhının eteğini dizine koydu. O esnada bir melek: 'Şu
sakındığın hususta Allah bize müsâde etse, zırhın (aban) seni kurtarabilir mi,
Ey Mûsâ?' diye sordu. Mûsâ; 'Hayır, ama ne var ki ben zayıfım ve za'ftan
yaratıldım' karşılığını verdi.
Mûsâ
daha sonra elini (abanın altından) çıkardı ve yılanın ağzına koydu., Öyle ki
onun kök ve azı dişlerini hissediyordu, eliyle onu kavradı, bir de ne görsün, o
sopası değil mi? Elini uzattı ki, onu yaslandığı vakit elini koyduğu iki çatal
kısmının arasından tutmamış mı?
Allah
Teâlâ ona, 'Yaklaş!' dedi. Mûsâ yaklaşa yaklaşa ağacın yanına kadar geldi ve
sırtını ağacın gövdesine dayayıp, (bir müddet) öylece kaldı. (Bu arada el ve
ayaklarındaki titreklik de geçti.) Asasını iki eliyle tuttu, kafasını da önüne
eğdi. Sonra Allah Teâlâ ona: (Ey Mûsâ!) Bugün seni öyle bir makama erdirdim ki,
senden sonra hiçbir beşerin ona erişmesi sözkonusu değildir. Seni kendime
yakınlaştırdım ve öyle ki, kelâmımı dahi işittin. Artık benim resulüm olarak
git. Benim gözetimimde olacaksın (veya) gözüm ve kulağım seninledir (sendedir).
Her zaman inayet ve yardımım seninle olacak. Sana saltanatımdan bir zırh
giydirdim ki, benim emrimi yerine getirirken ondan güç alacaksın. Sen
erlerimden yüce bir ersin, seni yaratıklarım içerisinde zayıf bir yaratığa elçi
olarak gönderiyorum. O, benim nimetimi inkar ediyor, tuzağımdan kendi-. ni
güçlü hissediyor. Dünya hayatı onun gözünü boyadı, aldattı. Öyle ki hakkımı,
Rab oluşumu inkar edip benden başkasına kul oldu (ibadet etti). Azametime
yemin olsun ki, eğer kendimle mahlûkâtın arasına koyduğum özür ve hüccet
olmasaydı, onu kızdığı zaman göklerin, yerin, ağaçların, denizlerin gazaba
geldiği Cebbar (sıfatım ne icabettiriyorsa öylece) yakalardım. Eğer göğe emir
buyursam, üzerine taş yağdırdı. Yere emreylesem, üzerine taş yağdırırdı.
Dağlara emretsem, ezer geçerdi, denizlere buyursam boğar atardı. Ne var ki o,
benim gözümden düşmüş, yanımda hiçbir değeri olmayan bir varlıktır. Onu hilmim
kuşatmıştır. Ben ka-tımdakilerle müstağniyim ve gerçek şu ki, Ben âlemlerden
müstağniyim ve Benden başka da böyle olan yoktur. Ona seninle gönderdiğim ilahi
hakikatları tebliğ et. Kulum olmaya ve birliğimi ikrara çağır. (Daha evvel
insanların başına getirdiğim) Azametli günlerimi ona hatırlat, azabımdan ve
kahrımdan onu sakındır ve ona gazabım karşısında hiçbir şeyin mukavemet
edemeyeceğini haber ver.
Onunla
(kendi aranızda) yumuşak konuş. Belki öğüt alır da korkar. Ona benim af ve
bağışlamaya, azap ve cezaya çarptırmadan daha çabuk davrandığımı söyle. Dünya
zinetlerinden ona verdiklerim sakın seni korkutmasın. Zira onun ipi Benim
elimdedir,
Benim
iznim olmadan ne gözünü açıp kapatabilir, ne konuşabilir ve ne de nefes alıp
verebilir. Ona, 'Rabbimin davetini kabul et, zira O, affı geniş olandır. Sana
da dörtyüz sene mühlet verdiği halde sen bu süre zarfında hep O'na harp açtın.
Ona benzemeye çalıştın, kullarını O'nun yolundan alıkoydun. O ise sana gökten
yağmur indirdi, yeryüzünü münbit kıldı. Hastalanmadın, yaşlanmadın. Fakr-u
zarurete duçar olmadın. Hiçbir zaman alt edilmedin. Eğer O, bütün bunları
çabucak başına getirmeyi veya verdiklerini elinden almayı dileseydi bunu hemen
yapardı. Ne var ki O, büyük bir hoşgörü ve sabır sahibidir' de.
(Ey
Mûsâi) Sen ve kardeşin onunla cihad edin. Siz onunla ci-had etmek için
seçildiniz. Eğer karşısında duramayacağı bir ordu getirmek isteseydim, mutlaka
yapardım. Fakat o nefsi ve çevresin-dekilerle mağrur olmuş güçsüz, bilsin ki
(tarafımdan gönderilmiş) az bir topluluk, iznimle büyük bir kalabalığı pekala
yenebilir. Onun süsü ve elindeki nimetler sizi büyülemesin, gözünüzü de onlara
dikmeyin. Çünkü o dünyanın ve lüks içinde yüzenlerin (geçici) süsüdür. Eğer
isteseydim Firavun baktığı zaman verdiklerimin bir benzerini elde etmeye
gücünün asla yetmeyeceğini anlayacağı dünya süsleriyle sizi bezerdim. Fakat
Ben sizi bundan uzaklaştırıyo-rum ve dostlarım için Ben hep böyle yaparım. Bu
benim tâ ezelden, onlar için tercih ettiğim bir husustur. Ben dostlarımı dünya
nimetlerinden ve rahatından el etek çektiririm. Nasıl ki, develerini seven bir
çoban onları tehlikeli otlaktan uzaklaştırırsa, nasıl ki develerine müşfik bir
çoban onları at yatağından (veya çakalların ininden) uzaklaştırırsa, öylece
dünya hayatı ve süsünden uzaklaştırırım. Bu onların benim katımda değersiz
olduklarından dolayı değildir. Bu ancak onların Benim kerametimden nasiplerini
tamamlamaları dünya ve nefislerinin ellerinden hiçbir şeyi almaya imkan bulamaması
içindir. Haberin olsun ki, bir kul Bana karşı dünyada zâhid olmaktan daha iyi
bir süsle bezenmemiştir. Çünkü bu Al-lahtan gereği gibi korkanların zînetidir.
Üzerlerinde huşu ve vakar ile tanındıkları zühd elbiseleri vardır. Çehrelerinde
ise secde izi vardır, işte gerçek dostlarım bunlardır. Onlarla karşılaştığın zaman
kanatlarını onlara ger, kalbini ve dilini hoş tut. Haberin olsun ki, kim benim
dostlarımdan birini hakir görür, ona korku verirse mutlaka bana harp ilan
etmiş ve Beni de bu harbe davet etmiş demektir. Ben ise dostlarının yardımına
herşeyden çabuk yetişenim.
Bana
harp ilan eden, karşımda mukavemet edebileceğini mi zannediyor? Yahut da bana
karşı savaşa yeltenen beni aciz bırakacağını mı hesaplıyor? Yoksa, bana karşı
savaş meydanına çıkan beni alt edeceğini, benden kaçıp kurtulacağını mı
tasarlıyor? Nasıl olur da Ben dünya ve ahirette onların öcünü alan iken muhtaç
oldukları yardımı başkasına havale edebilirim?
Mûsâ
(as), etrafı korulukla çevrili bir şehirde bulunan Fira-vun'a gitmek üzere
yöneldi. Arslanlar korulukta bakıcıları ile beraber bulunduruluyorlar ve
birisinin üzerine bırakılıp salıverildikle-rinde de derhal onu parçalayıp
yiyiveriyorlardı. Şehirde koruluktan giren dört tane kapı bulunuyordu. Mûsâ
Firavun'un görebileceği en büyük yoldan şehre girmeye teşebbüs etti. Arslan
Musa'yı görünce tilkiler gibi çığlık attı, ancak bakıcıları onu durdurdular.
Mûsâ yoluna devam etti ve Firavun'un kapısına kadar geldi. Asası ile kapıyı
çaldı. Üzerinde yünden bir cübbe ve bir de gömlek vardı. Kapıcı onu görünce
cesaretine şaştı ve ona müsaade etmeyip geri çevirdi. Ve Musa'ya, 'Sen kimin
kapısına vurduğunun farkında mısın? Bu kapı efendinin kapısıdır' dedi. Mûsâ
ise, 'Ben, sen ve Firavun hepimiz Rab Teâlânın kullarıyız, ben ona yardım
edeceğim' dedi. Kapıcı diğer bir kapıcıya, o ise diğer kapıcılara, durumu bildirdiler.
En son kapıcıya kadar durum ulaştı. Bundan ötesinde ise yetmiş tane muhafız
vardı. Her bir muhafızın emrinde de Allahın dilediği kadar (sayısız) asker
vardı. Bugünün en büyük lideri gibi sonunda haber Firavun'a bildirildi. O 'Alın
katıma' dedi. Mûsâ içeriye alındı. İçeriye girer girmez Firavun ona: 'Seni
tanıyorum' dedi. Mûsâ, 'Evet' karşılığı verdi. Firavun, 'Bebekliğinde biz seni
yetiştirmedik mi? [22]deyince
Mûsâ, Allah indinde zikredildiği şekilde ona karşılık verdi. O zaman Firavun
onu yakalamalarını emretti. Mûsâ onlardan daha erken davranarak asasını yere
atıverdi. O birden apaçık bir yılan oldu; insanların üzerine hücum etmeye hazırdı.
Halk kaçıştı ve içlerinden yirmibeş bin kişi öldü. Birbirlerini ezip
öldürdüler. Firavun perişan bir vaziyette kaçıp eve saklandı ve Musa'ya
'Aramızda bir zaman tayin et ve o vakitte seninle görüşelim' dedi. Mûsâ: 'Bu
şekilde emrolunmadım. Ben yalnızca seninle savaşmakla emrolundum. Eğer sen
dışarıya çıkmazsan, ben içeri girerim' dedi. Allah Teâlâ Mûsâya vahyederek
aralarında bir zaman tayin etmelerini ve Firavun'a bu zamanı kendisinin
kararlaştırmasını söylemesini bildirdi. Daha sonra Firavun 'Bana kırk gün
müddet ver' dedi. Mûsâ da bunu kabul etti. Firavun kırk gün zar-finda sadece
bir kez helaya giderken, kırkıncı gün kırk sefer oraya gitmiştir. Mûsâ şehirden
ayrılmış, giderken arslanm yanına uğramış; arslan kuyruğunu dikerek onunla bir
müddet yürümüş ve onu uğurlamıştır. Bu esnada ne onun ve ne de
İsrailoğullarından bir tek kimsenin üzerine hamle yapmamıştır,
343. Nevf el-Bekâli şöyle demiştir: Allah Teâlâ dağlara: 'Sizden birinizin
üzerine ineceğim' diye vahyetmiş; bunun üzerine bütün dağlar böbürlenip
yükselmişlerdir. Ancak Tur Dağı öyle yapmamış, tevazu göstererek: 'Allanın
benim için takdir ettiğine razı olurum' demiştir. Ve iniş de onun üzerinde
gerçekleşmiştir.
344. Vehb b. Münebbih'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Mûsâ (as),
Allah Teâlâ'ya: *Ya Rabbi bana ne emredersin?' diye sormuş. O da: Bana
hiçbirşeyi ortak koşmamanı!' cevabını
vermiş. Mûsâ, 'Başka neyi emredersin?' diye sormuş. O, 'Annene karşı iyi
davranmanı!' demiş. Mûsâ, 'Daha neyi, ya Rabbi?' diye sormuş. O, 'Annene iyi
davranmanı' demiş. Mûsâ, tekrar 'Başka neyi emredersin, ya Rabbi?' diye sormuş.
O tekrar, Annene iyi davranmanı' cevabını vermiştir." Vehb diyor ki:
"Babaya iyilikte bulunmak ömrü uzatır. Anneye iyilikte bulunmak ise eceli
tutar."
345. Vehb b. Münebbih'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir; "Mûsâ (as),
Cenab-ı Hakka: *Ya Rabbi, (kulların Senin) başlangıcının nasıl olduğunu
soruyorlar' demiş. O da, 'Onlara herşeyden
önce olduğumu, herşeyi benim meydana getirdiğimi ve herşey (yok olduktan)
sonra yine benim var olacağımı haber ver' demiştir.
346. Ebû İshâk'tan, Amr b. Meymûn'u şöyle derken işittiği, rivayet
edilmiştir: "Mûsâ, Arşta bir adam görmüş ve onun yerine gıpta etmiştir.
Bunun üzerine onun durumunu soruşturmuştur. (Melekler) ona şöyle karşılık
vermişlerdir: 'Sana onun amelini söyleyeyim mi? O, Allah'ın fazlından
insanlara verdiğinden dolayı onlara hased etmezdi, koğuculuk yapmaz,
ebeveynine isyan etmezdi. Mûsâ, Ta Rabbi, kim ebeveynine isyan eder ki?' diye
sormuş. O da, 'Onlara hakaret edilmesine sebep olur ve onlar da hakarete maruz
kalırlar' demiştir.
347. Ebû'l-Celed'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Mûsâ (as),
Rabbından kendisine muhkem bir âyet indirmesini istemiş ve 'Onu kullarına
ileteyim' demiştir. Allah Teâlâ da ona vahyetmiş ve 'Ey Mûsâ, kullarımın sana
getirmelerini arzuladığın şeyi sen onlara götür' demiştir.
348. Ebû'l-Celed'den şöyle rivayet edilmiştir: "Allah Teâlâ Musa'ya
(as) vahyetmiş ve ona, 'Ey Mûsâ, beni zikrettiğin zaman, azaların titresin ve
zikrim esnasında da huşu ve sükunet içerisinde ol. Yine Beni zikrettiğin vakit
dilini kalbine tabi kıl. Benim huzurumda kıyama durduğun vakit küçük, zelil bir
kul gibi dur. Nefsini kına, çünkü o kınanmaya en müstehak olandır. Bana
münâcaatta bulunduğun zaman titreyen bir kalp ve doğru bir lisanla yakarışta
bulun/' demiştir.
349. Ebû'l-Celed'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Mûsâ (as),
Allah Teâlâ'ya: *Ya Rabbi! Bana verdiğin nimetleri küçük görüp dururken ve Sen
de benim yaptığım bütün işlere rağmen beni cezalandırmazken, ben Senin şükrünü
nasıl yerine getirebilirim?' demiş ve Allah Teâlâ ona vahyederek, işte şimdi
bana şükrettin ey Mûsâ!' demiştir.
350. Ka'b el-Ahbâr'dan[23]
şöyle rivayette bulunulmuştur: "Mûsâ dualarında: 'Allahım tevbe ile
kalbimi yumuşat, onu kaya gibi katı kılma' derdi."
351. el-Münzir, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğine şahit olduğunu haber
veriyor: "Allah Tebâreke ve Teâlâ, Hz. Musa'ya, 'Kavmine söyle, Bana
yönelsinler ve Zilhicce'nin on gününde Bana ya-karsınlar. Onuncu günde Bana
teveccüh etsinler ve Ben onları bağışlayayım' dedi." Vehb diyor ki: "O gün yahudilerin
istedikleri gündür. Fakat onda yanılmışlardı. Zira hesapları Arapların (kameri)
hesabından daha doğru değildir."
352. Süfyân b. Uyeyne'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Yahya (as)
ile Isâ (as) bir beldeye gelirler; Isâ (as) oranın şirretli-lerinin kimler
olduğunu; Yahya (as) ise iyilerinin kimler olduğunu, sorardı.İsâ'ya (as), 'Sen
neden şerir kimselerin yanına geliyor-sun?'denilir, o da 'Ben doktorum,
hastaları tedavi ederim' derdi."
353. Ka'b el-Ahbâr'dan şöyle bir rivayette bulunulmuştur: "Allah
Teâlâ, Mûsâ (as)'ya vahyederek: '(Ey Mûsâ!) Hayrı öğren ve öğret. Zira Ben
yerlerini yadırgamasınlar diye hayrı öğrenen ve öğretenleri kabirlerinde nura
garkedeceğim' demiştir."
354. Ka'b şöyle demiştir; "Mûsâ (as) Rabbine: Ta Rabbi! Sen yakında
mısın, yoksa uzakta mısın? Yakında isen Sana gizliden gizliye dua edeyim. Yok
eğer uzakta isen sana yüksek sesle bağırarak yakarayım' dedi. Allah Teâlâ, 'Ey
Mûsâ! Ben, Beni zikredenin yanıbaşındayım, dedi. Mûsâ, Ta Rabbi! Bizim bir
halimiz diğer halimizi tutmaz, (yani iyi halde de bulunduğumuz olur, kötü halde
de) Öyle zaman olur ki, üremizde Senin adını ağzımıza almaktan kaçınırız '
dedi. Allah Teâlâ, 'Nedir o hal ey Mûsâ?' diye sordu; Mûsâ, 'Cünüblük ve helada
bulunmadır' karşılığını verdi. Allah Teâlâ, 'Ey Mûsâ, Beni her halükârda-zikref
dedi."
355. Katâde diyor ki: "Allanın Peygamberi Mûsâ (as): Ta Rabbi!
Dünyaya en az verdiğin şey nedir?' diye sormuş. O da: 'Dünya-ya verdiğim en az
şey adalettir' karşılığını vermiştir.
356. Ebû Abdullah es-Sülemî, Yahya b. Süleyman'ın adım zikrettiği bir
zattan naklen şöyle dediğine şahit olduğunu söylüyor: "Mûsâ (as), Cenâb-ı
Hak'tan bir ihtiyacını taleb etmiş, ancak (isteğine derhal karşılık
verilmeyip) gecikmiş ve 'Mâşaallah (eğer
Allah dilerse)' demiş. Bir de bakmış ki isteği hemen yerine getirilmiş. Sonra
Ta Rabbi, şu kadar zamandan beri Senden hacetimi taleb ediyorum, oysa Sen onu
bana şimdi verdin (neden?)' diye sormuş. Cenâb-ı Hak, Musa'ya vahyederek, 'Ey
Mûsâ! Mâşaallah sözünün ihtiyaçlarının karşılanmasında en müessir söz olduğunu
bilmiyor musun?' demiştir."
357. Ebû Abdullah es-Sülemî, Yahya b. Süleym ez-Zârifî'nin adım zikrettiği
bir zattan naklen şöyle dediğine şahit olduğunu söylüyor: "Meleklerin (gök
alemindeki) şeytanları kulak misafiri olup (bilgi) çalarlarken korkuttukları
kelime 'Mâşaalah' sözüdür."
358. Ka'b b. Alkame'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Mûsâ (as),
Firavun'dan (kurtulup) kaçarken Cenâb-ı Hakk'a, 'Ey Rab-bim, bana ne öğüt
verirsin' demiş. O da, 'Beni hiç bir şeyle ortak tutmayıp daim,a Beni tenzih
etmeni öğütlerim, çünkü Ben böyle olmayana ne rahmet eder ve ne de arındırırım'
demiştir. Mûsâ, 'Daha neyi öğütlersin, ya Rabbi?' demiş. Rab Teâlâ: 'Anneni;
zira o seni meşakkat üstüne meşakkatle karnında taşımıştır' cevabını vermiş.
Mûsâ, 'Başka ya Rabbü' demiş. Rab Teâlâ, 'Sonra babanı Öğütlerim' demiş. Mûsâ,
'Sonra neyi' demiş. Rab Teâlâ, 'Sonra kendin için arzuladığını bütün insanlar
için arzulaman; kendin hoşlanmadığın bir şeyi bütün insanlar için de çirkin
görmen' demiştir. Mûsâ, 'Daha neyi öğütlersin, ya Rabbi?' demiş. Allah Teâlâ,
'Kullarımın işlerinin başına getirilirsen, ihtiyaçları konusunda onları
meşakkate sevketmemeni, çünkü sen Benim rızamı amaçlıyorsun. Ben ise
görmekteyim, işitmekteyim, (bütün yaptıklarınıza) muttali olmaktayım'
karşılığını vermiştir.
359. Enes b. Mâlik (ra)'den,
Resûlullah (sav)'m Cebrail'e (as) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Niçin
Mikâil (as)'i hiçbir vakit gülerken görmüyorum?". Cebrail (as):
"Ateş yaratıldığı günden beri Mikâil hiç gülmemiştir ki." demiştir.
360. İsmaîl b. Abdullah b. Ebû'l-Muhacir'den şöyle bir rivayette
bulunulmuştur: "Dâvûd Peygamber, çok ağladığından dolayı kıvranıyor ve
'Bırakın beni, ağlama günü gelmeden kemiklerin yakılacağı, sakalların
tutuşturulacağı gün gelmeden önce ağlayayım. Bırakın beni, Allah'a asla isyan
etmeyen, enırolundukları işi derhal yerine getiren güçlü meleklere benim için
emir verilmeden önce ağlayayım' diyordu."[24]
361. Hasan'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allahm Peygamberi
Dâvûd (as) şöyle demiştir: 'Ya Rabbi! Vücudumdaki kıllardan her birinin ikişer
tane dili olsa, gece ve gündüz, bütün zamanlarda Seni zikretseler, yine de
bana verdiğin bir nimetin hakkını edâ etmiş olamam.'"
362. Muğîre b. Uyeyne'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah'ın
Peygamberi Dâvûd (as), Allah Teâlâ'ya: "Ya Rabbi! Bu gece seni benden daha
uzun süre zikreden bir kulun oldu mu?' diye sormuş. Allah Teâlâ, ona
vahyederek, kurbağanın ne iyi bir yaratık olduğunu bildirmiş ve, 'Ey Dâvûd
ailesi, şükredin; kullarımdan şükreden azdır'[25]
âyetini indirmiştir. Dâvûd (as), Ta Rabbi! Sana (layıkıyla) şükretmeye nasıl
güç yetirebilirim ki! Nimeti veren, onunla rızıklandıran, sonra nimet üstüne
nimet vererek artıran Sensin. Nimet de Senden, şükür de Senden, nasıl olur da
ben Sana şükretmeye takat getirebilirim?' dedi. Rab Teâlâ o zaman 'Ey Dâvûd,
şimdi beni hakkıyla tanıdın, bildin' diye cevap vermiştir.
363. Ebû Bekir el-Ca'd'm şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Duyduğuma
göre Dâvûd (as) şöyle demiştir: *Ya Rabbi! Sırf Senin rızan için kederli birini
taziye edenin mükâfaatı nedir?' Cenâb-ı Hak: 'Ona Takva elbisesi giydirmemdir'.
Dâvûd (as): 'Peki sadece Senin rızanı
güderek bir cenazenin gömülmesine
iştirak edenin mükâfaatı nedir?'
Cenâb-ı Hak: 'Onun cenazesine de meleklerin tâbi olması ve ruhlar içeresinde
Benim onun ruhuna rahmet etmem-dir.' Dâvûd (as): 'Ya Rabbi! Yalnızca Senin
rızanı taleb ederek bir yetimi ya da bir düşkünü gözeten kimsenin mükâfaatı
nedir?' Cenâb-ı Hak: 'Gölgemden (Benim gözetimimden) başka hiçbir gölgenin
bulunmadığı günde onu arşımın gölgesinde gölgelendir-memdir.' Dâvûd (as): 'Ya
Rabbi! Peki Senin haşyetinden gözleri dolup taşan, ağlayan kimsenin mükâfaatı
nedir?' Cenâb-ı Hak: 'En büyük korku gününde onu güvende kılmam ve yine onu
cehennemin kaynar ateşinden muhafaza buyurmamdır.[26] demiştir."
364. Malik şöyle demiştir: "Dâvûd (as); 'Ey Allahım! Muhabbetini bana
canımdan, kulağımdan, gözümden, ehlimden ve buz gibi soğuk sudan daha sevimli
kıl' demiştir."
364. el-Cerîrî şöyle demiştir: "Duyduğuma göre, Dâvûd (as) Cebrail'e
(as); 'Ey Cebrail, en faziletli gece hangi gecedir?' diye sormuş. Cebrail (as)
da; 'Ey Dâvûd! Bilemiyorum. Fakat şunu söyliyeyim, seher vaktinde arş titrer,
sallanır' demiştir."[27]
365. Ubeyd b. Umeyr'den şöyle rivayette bulunulmuştur: "Davud'un (as)
gözyaşlarından çevresinde bir bahçe oluşmuş. Allah Teâlâ ona vahyederek: 'Ey
Dâvûd, malını ,mülkünü, evlad-u iyâlini artırmamı ister misin?' demiş. O da: *Yâ Rabbi, (sadece) beni
bağışlamanı isterim' demiştir."[28]
366. Ömer b. Abdurrahman, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğine şahit olduğunu
söylemiştir: "Dâvûd (as), hata ettiği zaman gözyaşlarından (ağzına isabet
edenler) hariç, yemek yememiş, içeceklerini de ancak gözyaşları ile karışık
içmiştir."
367. Ömer b. Abdurrahman, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğine şahit
olduğunu söylemiştir: "Dâvûd (as): Ta Rabbi! Ben güneşin hararetine
tahammül edemiyorum; ateşinin sıcaklığına nasıl dayanırım! Ya Rabbi! Ben Senin
rahmetinin sesine (gök gürlemesine) tahammül edemiyorum; azabının sesine nasıl
dayanacağım?' demiştir."[29]
368. Ömer b. Abdurrahman, Dâvûd (as)'un, dualarında: "Ey Allahım! Beni
(Seni) unutacak kadar fakir kılma(dığm gibi), (Sana karşı) azgınlık edecek
kadar da zengin etme" dediğinin kendisine söylenildiğini haber vermiştir.
369. Ca'fer Ebû İmrân el-Cevnî'nin şöyle dediğine şahit olduğunu haber
vermiştir: "Ebû İmran: 'Sana davacıların haberi ulaştı mı? Ma'bedin
duvarına tırmanıp, Davud'un yanına girmişlerdi de Dâvûd onlardan korkmuştu..?
âyetini okumuş ve 'Davud'un yanına gelmişler ve o da onlardan korkmuştu'[30]
dedikten sonra, Korkma, biz birbirine hasım iki davacıyız, aramızda adaletle
hükmet, haksızlık etme, bizi dosdoğru yola götür' dediler.[31]
(Şeklindeki[32]devamım zikrederek şöyle
demiştir:) 'Davalıların oturduğu kuma (yere) oturun' demiş ve onlar da
gösterilen yere oturmuşlardır. Dâvûd (as/un 'Anlatın bakalım' demesi üzerine,
birisi: 'Bu kardeşimin doksandokuz koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var.
Böyle iken 'Onu da bana ver' dedi ve tartışmada beni yendi.[33]
dedi. Dâvûd (as), bu işe şaşıp kaldı ve: Yemin olsun ki, senin koyununu kendi
koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu
ortakçıların çoğu birbirlerinin haklarına tecavüz ederler...[34]
deyiverdi. Diğeri ona çıkışarak: 'Ey Dâvûd! Belki sen kafası sopayla kırılacak
adamsın' dedi ve kalkıp gittiler. Dâvûd (as), derhal hatâsından dolayı
azarlandığım anladı ve olduğu yerde secdeye kapanarak kırk gün, kırk gece farz
namazlar hariç olmak üzere kafasını hiç kaldırmadı. Öyle ki sonunda eli, yüzü
ve dizleri yara bağladı. Bir melek gelerek! 'Ey Dâvûd! Ben Rabbinin elçisiyim,
Sana, seni bağışladığım, artık kafanı kaldırmanı söylüyor' dedi. Dâvûd 'Nasıl
olur ya Rabbi! Sen adaletle hükmedersin, Sen Deyyan olansın ve Senin katında
hiç bir zâlimin zulmü geri bırakılmaz, nasıl olur da beni bağışlarsın?' dedi.
O vaziyette Allahm dilediği zamana kadar bırakıldı. Daha sonra bir başka melek
gelerek Dâvûd (as)'a, 'Ey Dâvûd! Ben Rabbinin sana gönderdiği kişiyim, Rabbin
sana diyor ki: 'Sen ve beraberinde bir çocuk kıyamet gününde Bana geleceksiniz.
Bunu Bana davalaşacaksınız. Ben de senin aleyhinde hükümde bulunarak, ona
hakkını vereceğim. Sonra da ondan hakkını bağışlamasını isteyeceğim, o da
hakkını Bana verecek, Ben de onu cennetime koyacağım, tâ ki hoşnud olsun.
Sonrada seni bağışlayacağım' Dâvûd (as): 'Şimdi Senin gerçekten beni
bağışladığını bildim, ya Rabbü' demiştir."
370. Abdurrahman b. Bûzriye şöyle de mistir: "Zebur'da Dâvûd (as)
ehlinin üç kısım oldukları bildirilmiş ve 'Müjdeler olsun günahkarların yoluna
girmeyenlere, müjdeler olsun zâlimlerin emrine boyun eğmeyenlere ve müjdeler
olsun serkeş, battal kimselerle düşüp kalkmayanlara!' denilmiştir."
371. Hasan, Dâvûd (as)'un; "Ya Rabbi! En güzel nzık hangisidir?' diye
sorduğu, onun da: 'Elinin emeği olan, ey Dâvûd!' diye cevap verdiğini rivayet
etmiştir.
372. Atâ b. es-Sâib'in, Ebû Abdullah el-Cedelî'nin şöyle dediğine şahit
olduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teâlâ, Davud'a (as) vahyederek, 'Ey
Dâvûd! Beni sev, Beni sevenleri de sev ve Beni de kullarıma sevdir!' demiştir.
Dâvûd (as), Ta Rabbi, bu nasıl olur, Seni seveceğim fakat nasıl onlara
sevdireceğim?' demiş. Cenâb-ı Hak; 'Beni anarsın ve beni ancak en güzel biçimde
zikredersin' demiştir.
373. Mesleme'den şöyle rivayet edilmiştir: "Dâvûd (as) Allah Teâlâ'ya:
*Ya Rabbi! Senin şükrüne ancak, yine Senin nimetinle erişip dururken, ben Sana
nasıl şükredeceğim?' demiş, Allah Teâlâ da ona vahyederek, 'Elindeki
nimetlerin benim tarafımdan verildiğini biliyor musun?' demiş. O da, 'Evet, ya
Rabbî, biliyorum1 karşılığını vermiş, bunun üzerine Allah Teâlâ: 'Ben senin bu
durumundan, şükür olarak razı oluyorum' demiştir."
374. Ebû'l-Celed'den Allah Teâlâ'nm Dâvûd (as)Ja şöyle vah-yettiği yolunda
bir rivayette bulunulmuştur: "Ey Dâvûd! Sıdk (mertebesine erişen)
kullarıma söyle, kendilerini beğenip te amellerine fazla güvenmesinler. Zira
kullarımdan herhangi birini hesaba çeker adaletimle muamelede bulunursam,
mutlaka azabıma duçar olur. Hatâ eden kullarıma da müjdele, çünkü Benim vazgeçip
bağışlayamıyacağım büyüklükte hiçbir günah yoktur."
375. Ebû'l-Celed'den şöyle bir rivayette bulunulmuştur: "Dâvûd (as),
(bir gün) birisine emrederek insanları cemaatle namaza çağırmasını istemişti.
İnsanlar da Dâvûd (as)'un o gün va*z-u nasihatta bulunup dua edeceğini bilerek,
hep beraber (namaz için) çıkmışlardı, Dâvûd (as) yerini alınca: 'Allahım
bizleri bağışla' dedi ve çekilip gitti. 'Ne oluyor size, neyiniz var?' şeklinde
sordular. Bunun üzerine bir kısmı: 'Allanın Peygamberi sadece dua etti, sonra
da çekilip gitti ha!' dediler. Diğerleri: 'Sübhanallah! Biz bu günün ibadet,
dua, va'z-u nasihat ve terbiye günü olacağını zannediyorduk. Demek sadece dua
etti, öyle mi?' diye söylendiler. Allah Teâ-la, Davud'a (as) vahyederek:
'Kavmine tebliğ et, çünkü onlar senin duanı azımsadılar. Ben kimi bağışlarsam
onun hem dünya hem de âhiret işlerini yoluna koyarım' dedi."
376. Hâlid b. Sabit er-Rib'î, "Dâvûd (as)'un Zebur'u denilen, Zebur'un
giriş kısmım buldum, orada: 'Hikmetin başı Allah korkusudur (yazılıydı.)"
demiştir.
377. Ebû's-Selûl'ün şöyle dediği
rivayet edilmiştir: "Dâvûd (as), mescide gelir ve İsrailoğull arından en
köhne halka hangisi ise onların yanma gider otururdu. Sonra da, (kendini
kasdederek) 'Miskinlerin ortasında bir miskin' derdi."
378. İbn Abbas (ra), Allah Teâla'nm Dâvûd (as)'a vahyederek:
"Zâlimlere söyle Beni anmasınlar. Çünki Beni ananı anmaya ahdettim. Benîm
onları anmam ise sadece onları lânetlememdir" dediğini rivayet etmiştir.
379. Eyyûb el-Filistînî
şöyle demiştir: "Dâvûd
(as)'un Mezmûr'unda (yani Zebur'da) Allah Teâla'nm, 'Biliyor musun,
kullarımdan kimleri bağışladım?' diye Davud'a (as) sorduğu, onun da: 'Kimler,
ya Rabbi?' diye karşılık vermesi üzerine Allah Teâ-lâ'nın, 'Bir günah işlediği
zaman, mafsalları çatırdayan (son derece pişman olan) kimselerdir, işte böyle
olan kimseler üzerine günah yazmamalarını meleklerime emrederim' buyurduğu,
yazmaktadır.
380. Urve, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Dâvûd (as),
hurma yaprağından sepet imal eder, sonra onları çarşıya gönderip satarak elde
ettiği para ile geçimini temin ederdi.
381. Abdullah b. Ebû Âsim, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğine şahit
olduğunu haber veriyor: "Allah Tebâreke ve Teâla, Musa'ya vahyederek dedi
ki: 'Kavmin Benim için evler yapıyor, Bana kurbanlar kesiyor, Ben ise ne evde
oturur ve ne de et yerim. Fakat Benimle onlar arasındaki alâmet, onların zengin
ile fakir arasında adaletle muamele etmeleridir. Ve yine onlarla Benim aramdaki
bir diğer alâmet de şudur: Onlar fakirleri razı ettikleri zaman Ben de razı olurum.
Onları kızdırdıkları vakit Ben de ga~ zaplamnım.'"
382. Abdullah b. Cübeyr, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğine şahit olduğunu
bildiriyor: "Mûsâ (as), İsrailoğullanna: 'Bana en hayırlı adamınızı
getirin' dedi. Onlar da getirdiler. Bunun üzerine (adama dönüp) 'Sen
İsrailoğullannm en hayırlı kişisi misin? diye sordu. Adam da: 'Öyle iddia
ediyorlar' cevabını verdi. Adama: 'Git, bana en şerir olanlarını getir' dedi.
Adam gitti. Bilâhare yanında hiç kimse olmadığı halde geldi. Mûsâ: 'Bana en
şerirlerini getirdin mi?' diye sordu. Adam: 'Ben kendi nefsimi bildiğim kadar,
onlardan hiç birini bilmiyorum' dedi. Mûsâ: 'Sen onların en hayırhsısın'
karşılığını verdi."
383. Abdullah b. Büceyr, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğine şahit olduğunu
haber veriyor: "Mûsâ (as) Rabbine: 'Ey Rabbim! Hangi kulun Sana daha
sevimlidir?' dedi. O da: 'Görüldüğünde Beni katıra getiren kimse' dedi.Mûsâ
yine: 'Ey Rabbim! Hangi kulun Sana daha sevimlidir?' diye sorunca: 'Hastaları
ziyaret eden, yavrusunu yitirenleri taziye eden, cenazeye iştirak edenler'
cevabını verdi."
384. Sabit diyor ki:"Mûsâ b.
İmran (as) öldüğü vakit, melekler göklerde cevelân edip; 'Mûsâ da öldü, hangi
nefis ölmeyecek ki' diyorlardı."
385. Atâ diyor ki: "Mûsâ, Lebbeyk (geldim, dâvetine icabet ettim, ya
Rabbi!) diyerek Ka'be'yi tavaf etti, Safa ile Merve arasında (gidip geldi).
Rabb Tebâreke ve Teâlâ da ona cevap vererek: 'Lebbeyk ey Mûsâ! İşte Ben de
önündeyim'diyordu. (Musa'nın) üzerinde pamuktan bir cübbe vardı." Ravi
Karan (b. Temam) bir seferinde de demiştir ki: "Bu (kutuvâniye) pamuktan
mamul bir cübbedir."
386. Enes b. Mâlik'ten, Resûlullah'm (sav) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"îsrâ gecesinde Kesibü'l-Ahmar (bir mevki ismi)'da Mûsâ'ya (as) uğradım.
Kabrinde namaz kılıyordu." [35]
387. Atâ b. Yesâr'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Mûsâ (as):
"Ya Rabbi! Arşının gölgesinde gölgelendireceğin ehlin kimlerdir?' diye
sordu. O da buyurdu ki: 'Onlar, kalbleri temiz olan, celâlim hakkı için
birbirini seven kimselerdir. Onlar, Ben anıldığım zaman Beni zikreden;
zikrettikleri vakit de zikirleriyle anıldığım kimselerdir. Onlar öyle
kimselerdir ki, sıkıntılı vakitlerde ab-destlerini güzelce alırlar ve nasıl ki
kediler yuvalarına koşarlarsa öylece Benim zikrime koşarlar. Nasıl ki çocuk,
insanların sevgisiyle doluysa onlar da Benim sevgimle doludurlar. Haramlarım
helâl edinildiği vakit panterin çatışma anındaki gazabı gibi, gazap
ederler.'"[36]
388. İmran b. Ebû'l-Hûzeyl, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğine şahit
olduğunu söylüyor: "Bize ulaştığına göre Allah Tebâreke ve Teâla Musa'ya
(as): 'Ey Mûsâ! İzzet ve celâlime yemin olsun ki, öldürdüğün kişi, benim
yaratıcı ve rızıklandırıcı olduğumu bir an olsun ikrar etmiş olsaydı, sana
azabın tadını tattırırdım. Seni ona yaptığından dolayı affettim. Çünkü o bir an
olsun, Benim kendisini yarattığımı ve onu nzıklandırdığımı kabullenmedi'
demiştir.
389. İmrân el-Kâsir diyor ki: "Mûsâ b. İmrân: 'Ey Rabbım! Seni nerede
arayayım?* diye sordu. O da: Beni kalbi kırılmış olanların yanında ara, Ben
onlara hergün bir adım yaklaşırım. Eğer böyle olmasaydı onlar perişan
olurlardı' cevabını verdi.
390. Hişâm ed-Dustuvâî şöyle diyor: "îsâ b. Meryem'in (as) hikmetinde
(şu vardır): 'Siz, hiçbir karşılık olmaksızın rızıklandı-rıldığımz dünyada,
dünya için çalışıyorsunuz da, karşılık olmadan rızıklandırılmay a cağınız
âhiret için çalışmıyorsunuz. Yazıklar olsun size, kötü bilginler; hiçbir iş
yapmıyorsunuz, ama ücret alıyorsunuz. Yakında dünyadan çıkıp, kabrin darlığına
ve karanlığına düşeceksiniz. Allah size oruç ve namazı emrettiği gibi, sizi mâsiyetlerden de men etmiştir. Dünyada
kendisine rağbet edilecek en faziletli kimse iken, nasıl olur da dünya ilim
ehline âhiretten daha değerli olabilir? Dünyaya yönelmişken ve kendisine zarar
verecek olan şeyler, faydası dokunacaklardan daha cazip gelirken, o nasıl âhiret yolcusu olan ilim ehlinden
sayılabilir? (Bulunduğu mevkinin) Allah'ın (cc) ilim ve kudretinden olduğunu
bilip dururken, makamını küçük gören, kendisine verilen rızka kızan bir kimse
nasıl ilim ehlinden olabilir? Allah'ı (yaptığında) isabet etme (noktasında)
itham eden birisi nasıl ilim ehlinden olabilir? Ve sözü (ilmi) amel etmek için
değil de, konuşmak için arzu eden bir kimse nasıl ilim ehlinden olabilir?"
391. Sabit el-Bünânî diyor ki: "Duyduğumuza göre şeytan Yahya b.
Zekeriya'ya (as) gözükmüş. Ve Zekeriya (as) şeytanın üzerinde her şey için bir
askı görmüş. Bunun üzerine şeytana: 'Bu üzerinde gördüğüm askılar nedir?' diye
sormuş, o da: 'Bunlar ken-dişiyle Ademoğullarma iliştiğimiz şehvetlerdir'
demiş. Yahya (as): Teki, benim için orada bir şey var mı?' diye sormuş, o da:
'Hayır' demiş. Yahya (as): Teki, bana da ilişebileceğin bir şey var mı?' diye
sormuş, o da; 'İyice doyduğun vakit, sana bir ağırlık verip namaz ve zikirden
seni ahkoyarız' cevabını vermiş. Yahya (as): 'Bundan başka bir şey var mı? diye
sorunca, 'Hayır' demiş. Yahya da: 'Allaha yemin olsun ki, bundan sonra asla tok
olmayacağım' demiştir."
392. Hüseyin diyor ki: "Yahya ve Isâ (as) karşılaştılar. îsâ (as) ona:
'Sen benden daha hayırlısın, benim için bağışlanmamı isteyi-ver' dedi. Yahya
(as) da ona: 'Sen benden daha hayırlısın, sen benim affımı dileyiver' dedi.
îsâ (as) ona: 'Sen benden daha hayırlısın, ben kendi kendime selam verdim,
Sana Allah selâm verdi' dedi. Böylece Allah (cc) her ikisinin de faziletini
bilmiştir.(ortaya çıkarmıştır)"
393. Saîd b. Cübeyr diyor ki: "Yahya (as) öldürüldüğü vakit,
ashabından birisi, diğerine: 'Allahm Peygamberi Yahya'nın (as) gömleğini bana
gönder de bir koklayayım. Çünkü ben öleceğimi biliyorum.' demiş. O da gömleği
göndermiş, bir bakmış ki gömlek enine boyuna lifle dikilmiş."
394. Ebû'l-Hûzeyl diyor ki: "isa'ya (as) zina etmiş bir adam getirilmiş.
O da insanlara onu recmetmelerini emretmiş. Onlara: 'Onun yaptığı işi yapmış
olan hiçbir kimse onu taşlamasın' demiş. Yahya b. Zekeriya (as) hariç, hepsi
ellerindeki taşları yere atıvermişlerdir."
395. Ma'mer diyor ki: "Çocuklar, Yahya b. Zekeriya'ya (as): 'Gidelim
de oyun oynayalım' demişler, o da: 'Oyun için yaratılmadık' demiştir."
396. Abdüssamed b. Ma'kıl, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğine şahit
olduğunu söylüyor: "Gökten bir münâdî, Yahya b. Zekeriyâ'nm bütün
insanların efendisi olduğunu, şehitlerin efendisinin ise Corcis olduğunu nida
etmiştir."
397. Yahya b. Ca'de (ra), Resulûllah'ın (as) şöyle dediğini rivayet
etmiştir: "Yahya b. Zekeriya hiç günah işlemeyi düşünmemiş ve hiçbir
kadın da onun gönlünü meşgul etmemiştir."
398. Hasan'dan şu rivayet edilmiştir: "Lokman oğluna: Tav-rum,
doyduktan sonra yeme, çünkü onun bir nebzesini bir köpeğe vermen senin için
daha hayırlıdır' demiştir."
399. Ebû Zer (ra) diyor ki: "Dostum (Peygamber) bana yedi şeyi
tavsiye etti: (Madden) kendimden aşağı seviyede olanlara bakıp benden daha iyi
durumda olanlara bakmamamı. Fukarayı sevip, onlara yakın olmamı. Acı da olsa,
hakkı söylememi. Hiç kimseden asla birşey istemememi. Sıla-i Rahim (yakınlarımı
ziyaret) etmemi. Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmamamı, ve 'Lâ havle
velâ kuvvete illâ billâhi'1-aliyyil-azîm' sözünü çokça tekrarlamamı."[37]
400. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebû Talib, Allah'ın kulu Fâtıma binti
Hüseyn'in, Resulullah'm (sav) şöyle dediğini kendisine rivayet ettiğini haber
veriyor: "Ümmetimin:, nimetler içersinde yüzenlerinin en şerirleri, çeşit
çeşit yiyecek ve giyecek isteyen, konuşurken de ağzını doldum doldura
konuşanlardır"[38]
401. Muhammed b. Uleyye'den, şu rivayet edilmiştir: "Resulul-lah
(sav), (bir gün) BilâFin (ra) yanma girmiş, yanında bir miktar hurma olduğunu
görmüştür. Bunun üzerine ona: 'Bu ne?' öiye sormuş. O da: 'Saklayıp (bir
kenara koyduğum) bir miktar hurma' ce-
vabını
vermiş. Resulullah: 'Cehennem ateşinin senin için (hazırlanmış) buhar
olmasından korkmuyor musun? Onu infak et, ey Bilâl! Arşın sahibinin seni yoksul
bırakacağından endişelenme!' demiştir."
402. Abdullah b. Amr'dan şu rivayet edilmiştir. O: "Allah Azze ve
Celle'ye en sevimli olan kimseler gariblerdir," demiş. Kendisine;
"Garipler kimdir?" diye sorulunca, "Onlar, dinlerini (kurtarmak
için cemiyetten) kaçanlardır. Kıyamet gününde Isâ (as) ile birara-da
olacaklardır" demiştir.
403. Velîd, Şu'be b. Abdülaziz ya da başka birinden şöyle bir rivayette
bulunmuştur: "Dâvûd (as)'un duaları arasında şu da vardı: 'ihsan
sebebiyle şükrü, belâlar sebebiyle de duayı halkeden (Allah) ne yücedir.'"
404. Evzâî'den şu rivayet edilmiştir: "Aziz ve Celil olan Allah Teâlâ,
Davud'a (as) vahyederek, 'Ey Dâvûd! Sana yaptığın zaman insanların gönlünü
kazanıp, Benim de rızama kavuşacağın iki amel öğretmedim mi?' demiş. O da:
'Evet öğrettin, ya Rabbi' cevabım vermiştir. (Bunun üzerine) Rabbı, 'Benimle
senin arandaki hususlarda vera' ile sığın, insanlara da ahlakları ile imtizaç
et.' buyurmuştur."
405. Muhammed b. Cahhâde'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah
Teâlâ, Davud'a (as) vahyederek: Benim zikrimden ve mescidlerimde oturmaktan
(yüz çeviren), nefislerine zulmedenler var ya! İşte Ben, kendi kendime yemin
ettim ki, kim Beni zikrederse Ben de onu anacağım ve zâlim bir kimse Beni
zikrettiği vakit te ona lanet edeceğim ' buyurmuştur"
406. Ka'b diyor ki: "İbrahim
(as): "Ya Rabbi! Yeryüzünde benden başka sana ibâdet eden bir kimseyi
görmemek beni mahzun ediyor' dedi. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle, onunla
birlikte namaz kılacak melekler inzal etti."
407. Ka'b, 'İbrahim cidden yumuşak
huylu, içli, kendisini Al-laha vermiş biriydi'[39]
(âyeti hakkında) diyor ki: "İbrahim (as) yanında ateş anıldığı vakit,
'Âh, âh' derdi."
408. İbn Ebû Müleyke diyor ki: "İbrahim (as) vefat ettiği vakit Celil
olan Allah'a mülâki oldu, ona: 'Ey İbrahim.! Ölümü nasıl buldun? diye
sorulunca, 'Ya Rabbi! Canımın elemle söküldüğünü hissettim' dedi. O da: 'Biz
sana bu işi kolaylaştırdık' karşılığını verdi."
409. Ebû Abdullah es-Sülemî, Yahya b. Süleym'in adını andığı birisinden
naklen şöyle dediğini işittim diyor: "Ölüm meleğinin yanında, yeryüzü
halkının en kerim olanı Yâkûb (as) idi. Ölüm Meleği (as) Rabbinden Yakûb'un
yanına gidebilmek için izin istedi. O da izin verdi. Doğru Yakûb'un yanına
geldi. Yakûb ona: 'Ey ölüm meleği! Seni Yaratan hakkı için (veya sana soranın
hakkı için) sana bir şey sormak istiyorum. Canım aldığın kimseler içerisinde
Yusuf da var mı?' dedi. Ölüm meleği: 'Hayır' cevabını verdi ve 'Ey Ya'kûb! Sana
bir takım sözler öğreteyim mi?' dedi. O da: 'Evet' karşılığını verdi. Melek:
'Ey ebediyyen kesilmeyen, Senden başka kimsenin sayamayacağı iyiliklerin
sahibi! (diye yalvar)' dedi. Ya'kûb, o gece bunlarla dua etti ve sabah olmadan,
(Yusufun) gömleği yüzüne atıldı ve gözleri yeniden görmeye başladı."
410. Tâifin müezzini Ebû Abdullah şöyle diyor: "Cebrail (as), Yusuf
(as)'a geldi ve: 'Ey Yusuf! Hapis sana zor mu geldi?' diye sordu. O da: 'Evet'
dedi. Melek: 'Öyleyse Ey Allahım! Dünya ve âhiret işlerimde bana sıkıntı ve
meşakkat veren her şeyden bir kurtuluş halket, beklemediğim yerden beni
rızıklandır. Günahlarımı bağışla, ricamı sabit kıl, onu Kendinden başkasından
ayır ki, Senden gaynsına rica (minnet) etmeyeyim, (diye dua et)' dedi."
411. Ebû Osman diyor ki: "İbrahim (as) üzerine iki aç arslan gönderildi.
Arslanlar, onu yalayıp kendisine secde ettiler."
412. Hz Ali (ra)'den Allah Teâlâ'nm, 'Ey ateş! İbrahim için serinlik ve
esenlik ol[40] kelâmı hakkında:
"Eğer esenlik ol dememiş olsaydı, soğukluk onu öldürürdü" dediği
rivayet edilmiştir.
413. Hz. Ali'nin (ra); "Kıyamet gününde ilk defa İbrahim (as)
giydirilecek ve ona ketenden bir elbise giydirilecek, daha sonra Re-sulullah
(sav) Arş'ın sağında iken pamuktan bir hülle giyinecek" dediği rivayet
olunmuştur.[41]
414. Nevf el- Bekâlî diyor ki: "İbrahim (as): Ta Rabbi! Yeryüzünde
benden başka Sana ibadet eden hiç kimse yok' demiş. Allah Teâlâ da üç bin tane
melek indirmiştir. İbrahim (as) üç gün onlara imamlık yapmıştır."
415. Bekir şöyle demiştir: "İbrahim (as) ateşe atıldığı vakit bütün
mahlûkât Allah'a niyazda bulunup, Ta Rabbi! Hâlîlin İbrahim ateşe atılıyor,
bize müsaade et de onu söndürelim" demişler. O da: 'O Benim halilimdir,
yeryüzünde ondan başka da halilim yoktur. Ben onun Rabbiyim, onun da Benden
başka Rabbi yoktur. Eğer sizden yardım dilerse ona yardım edin, aksi takdirde
onu bırakın' demiştir. Bunun üzerine yağmur meleği gelip: Ta Rabbi! Halîlin
ateşe atılıyor, müsaade et, ateşi yağmurla söndüreyim' demiş. Allah Teâlâ: 'O
Benim halilimdir. Yeryüzünde ondan başka halilim yoktur. Ben onun Rabbiyim,
onun Benden başka Rabbi yoktur. Eğer senden yardım talep ederse ona yardım et,
aksi halde bırak onu'demiştir. Ateşe atıldığı vakit İbrahim Rabbine bir dua ile
ya-karmıştır (ki bu duayı râvi Ebû Hilâl unutmuştur.) Allah Teâlâ da: 'Ey Ateş!
İbrâhime serinlik ve esenlik ol[42]demiştir.
O gün doğu ve batı bütün insanlara buz gibi olmuştur."
416. Saîd b. Cübeyr diyor ki: "İbrahim (as) rüyasında İshâk'ı (as)
kurban ettiğini görünce, evinden kurban ettiği yere bir tek sabahta bir aylık
yol yürümüş. Onu kurban etmesinden vazgeçilip, bir koç kurban etmesi
emredilince, onu boğazlamış tır. Sonra da (oradan) bir akşamda bir aylık yol
teperek evine gelmiştir. Bu arada dağları ve vadileri kolayca geçmesine imkan
verilmiştir."
417. Hasan diyor ki: "Resulullah (sav): 'Allah, Yusuf a rahmet etsin.
Eğer 'Rabbinin yanında beni an (hatırla)' sözünü sarfetme-miş olsaydı, hapiste
o kadar müddet kalmazdı3 demiştir." Sonra, Hasan ağlayarak: "Başımıza
bir iş geldiği vakit insanlara koşuyoruz" demiştir.
418. Hasan diyor ki:
"Resulullah (as): 'Allah Yusufa rahmet etsin, eğer uzun hapis müddetinden
sonra, bana elçi gelseydi, derhal ona rağbet ederdim' demiştir."[43]
419. Hasan diyor ki: "Yusuf, kuyuya atıldığı vakit onyedi yaşındaydı.
Kölelik, hapis, meliklik müddeti seksen senedir. Sonra (Allah) işlerini yoluna
koydu da elli sene daha yaşadı."
420. Yezid b. Meysere diyor ki: "Yahya b. Zekeriyâ'nın (as) yiyeceği,
çekirge ve ağaçların özü idi. Kendi kendine: 'Senden daha çok nimete sahip olan
var mı? Ey Yahya! Yiyeceğin çekirge ve ağaç özü' derdi."
421. Ömer b. Ubeyd, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğine şahit olduğunu
söylüyor: "Aziz ve Celil olan Allah, gök kapılarını Hazkü'e açtı da, o da
Arş'a baktı —veya buna benzer birşey söyledi— sonra: 'Seni tenzih ederim, ne
kadar azametlisin, ya Rabbü' dedi. Allah Teâlâ: 'Gökler ve yer Beni taşımaya
takat getiremedi. Beni kuşatamadı. Beni, vera sahibi mülayim mü'minin kalbi kuşattı'
buyurdu."
422. Enes (ra) şöyle demiştir: "Allah Teâla Yusuf a (as) vahye-derek:
'Seni kardeşlerin öldürmeye azmettikleri vakit ölümden kim kurtardı?' diye
sormuş, o da: 'Sen, ya Rabbü' demiştir. 'Peki, seni, kuyuya attıkları vakit
oradan kim kurtardı?' diye sormuş, yine: 'Sen, ya Rabbü' demiştir. Peki, 'Sana
ne oldu bir âdemoğlunu hatırladın da Beni unuttun?'deyince; 'Bu ağzımdan
kaçırdığım bir sözdü' demiştir. Allah Teâlâ da: İzzetime yemin olsun ki seni hapiste
bırakacağım/ demiştir."
423. Vehb b. Münebbih şunu rivayet etmiştir: Hazkîl, Buh-tü'n- Nasr'm,
Danyal ile birlikte, Beytü'l-Makdis'te esir aldığı kimselerden birisiydi.
Hazkîl, Fırat kıyısında uyurken, kendisine bir meleğin geldiğini, uykulu
vaziyette iken, kafasını (kendisini) alıp götürüp Beytü'l-Makdis'in hizânesine
koyduğunu iddia etmiştir. 'Sonra başımı göğe kaldırdım, bir de baktım ki, Arş'm
önünden gök açılmış, Arş ve çevresindekiler ortaya çıkıvermiş. Bu aralıktan onlara
baktım. Arş'a baktım ki o, yer ve göklere gölge yapmaktadır. Gökler ve yere
baktığımda ise onları Arşın ortasına asılı bir vaziyette gördüm. Arş'ı
taşıyanlar ise dört melektir. Her bir meleğin de dört tane cephesi vardır:
insan, kaplan, aslan ve öküz yüzü. Bu vaziyetleri beni şaşırtınca ayaklarına
baktım ki, onlar yerin içerisinde etrafında pınarlar dolaşan birşey
üzerindeler. Yine Arşın önünde duran bir melek gördüm ki kül rengi gibi rengi
var. Birden Cebrail'i gördüm, onun hemen altından mahlûkâtm en büyüğünü gördüm,
o arada Mikâil'i gördüm ki, o gök meleklerinin halifesidir. Birden, Allah'ın
mahlûkâtı yarattığı andan kıyamete kadar arşı tavaf edecek olan melekleri
gördüm. Ki: 'Kuddûs, Rabbimiz Allah'ın azameti yer ve gökleri doldurmuştur'
diyorlar. Birden onların alt tarafında birtakım melekler, her bir meleğin altı
tane kanadi vardı.Kanatlarından ikisi yüzünü nurdan örtüyor, ikisiyle cesedini
kapatıyor, ikisi ile de uçuyorlardı. Aniden, mukarreb meleklerini gördüm,
onların altında da birtakım melekler gördüm ki, bir kısmı secdede, bir kısmı da
kıyamda duruyordu. Allah'ın mahlukâtı yarattığından beri böylelerdi. Kıyamete kadar
da öylece kalacaklardı. Onların altında da bazı melekler gördüm, Sûr'a
üfle-yinceye kadar secdede kalacaklar, başlarını kaldırdılar. Arş'ı görür
görmez: 'Seni tenzih ederiz, biz Seni hakkıyle taktir edemeyiz' diyorlardı.
Sonra Arş'ı gördüm, bu aralıktan sarkıyordu. Büyüklüğü de o kadardı. Sonra beni
yerle gök arasına götürdü, ikisinin arası doluydu. Bilâhare Arş, Rahmet
kapısından içeri girdi, büyüklüğü o kadardı, arkasından beni mescide aldı. Daha
sonra Arş, Sahra'nm üzerine geldi, hacmi de o kadardı ki: 'Ey Ademoğlu!' dedi,
birden baygın yere düştüm. Bir ses işittim ki, daha Önce benzeri bir sesi asla
işitmemiştim. Bu sesi tasavvur etmek istedim, baktım; toplanıp bir araya
gelmiş, hep bir ağızdan bağırıp, tekrarlanan bir ordunun sesi gibi veya ondan
daha da azametli bir sesdi.' Hazkîl diyor ki: 'Baygın yere düşünce: 'Onu
kaldırın çünkü o, zayıf yaratılmış, güçsüz bir varlıktır* dendi. Sonra da:
'Kalk kavmine git, sen bir ordunun habercisi misâli benim habercimsin, davet
ettiklerinden kim sana icabet eder ve hidâyetine uyarsa, sana da onun
mükâfaatmın bir misli vardır. Kimi de davet etmeyi ihmal edersen ve o da
dalâlet üzere ölürse, onların günahlarından hiçbir şey hafifletilmemek üzere
sana da günahlarının bir misli vardır' dedi. Sonra da Arş ile yükselip gitti.
Sonra taşınıp, tekrar Fırat kenarına bırakıldım. Ben, Fırat kıyısında uyurken
bir melek geldi ve başımı (beni) alıp Beytü'l Makdis'in kenarına koydu.
Kendimi ayaklarımı aşmayan bir su havuzunda buldum. Oradan cennete vardım.
Nehirlerinin kenarlarında ağaçlarını gördüm. Bir ağaç gördüm ki, ne yaprakları
dökülüyor ve ne de meyvaları tükeniyor. Baktım ki orada toptan meyvalar var.
'Oradakilerin elbiseleri nelerdir?' diye sordum. Ceviz kabuğu gibi
elbiselerdi. Sahibi hangi renk isterse o renkte açılıverirler. 'Eşleri
nelerdir?' dedim. Bana gösterildiler. Yüzlerinin güzelliğini birşeye teşbih
etmeye çalıştım. Baktım ki, güneşle ay bir araya getirilirse yine de onlardan
birinin yüaü daha parlak olur. Etlerine baktım kemiklerini kavratmıyordu.
Kemiği de özlerini örtmüyordu. Eşi kendisiyle yatıp kalktığı halde o yine de
bakire kalıyordu. 'Ben buna şaştım' dedi. Hazkîl diyor ki: "Bana: 'Sen
buna teaccüp mü ediyorsun?* dediler. Ben de: 'Neden şaşmıyayım ki? Bu gördüğüm
meyvelerden yiyen bir kimse ebedîleşiyor, bu eşlerle evlenen kimsede hüzün ve
keder kalmıyor' dedim. Sonra beni bulunduğum yere geri koydular."
Hazkîl
diyor ki: "Ben Fırat kıyısında uyurken, bana bir melek geldi ve beni
yeryüzünün bir yerine koydu. Orada harp vardı. Baktım ki onbin tane ölü var.
Kuşlar ve yırtıcı hayvanlar etlerini deşmiş, kemiklerini ayırmış. Sonra bana
bir topluluk, onlardan ölen kimselerin benden kurtulmuş olduğunu, kudretimin
onlara yetişmeyeceğini iddia ediyorlardı. 'Çağır onları, bakayım' dedi. Ben de
çağırdım. Baktım ki her kemik koptuğu yere gidiyordu. Öyle ki insan kemiklerin
ayrıldığı yerleri tanıması kadar mükemmel surette arkadaşını tanıyamaz. Nihayet
birbirlerine kaynaştılar. Sonra üzerlerinde etler oluştu. Sonra damarlar, daha
sonra da derileri oluştu. Ben ise bunlara bakıyordum. Sonra bana: 'Onların
ruhlarını da çağır* dedi." Hazkîl diyor ki: "Ben de çağırdım. Baktım
ki her ruh ayrıldığı cesede koşuyor, oturdukları vakit, bana: 'Sor bakalım ne
olmuş onlara?'dedi. Onlar da: 'Bizler ölüp te, hayattan ayrıldığımız vakit
Mikâil denen bir melekle karşılaştık. Bize: 'Getirin bakalım şu amellerinizi,
alın karşılığını' dedi. 'Bizim size, sizden öncekilere ve sizden sonra gelecek
olanlara uyguladığımız sünnetimiz işte böyledir.' dedi. Amellerimize baktı, bizim
putlara taptığımızı gördü. Cesetlerimize kurtları musallat etti, ruhlarımız da
acı çekmeye başladı. Ruhlarımıza gam musallat etti. Bu sefer de cesetlerimiz
acı çekmeye başladı. Bu şekilde azap çekip duruyorduk' dediler. Sonra beni
melek daha önce bulunduğum yere götürüp bıraktı."'
424. İbn Ebû Ebzâ diyor ki: "Allah'ın Peygamberi Dâvûd (as): 'Eyyûb
insanların en sabırlısı, onların en mülayimi ve öfkesini en fazla yeneniydi'
demiştir."
425. Aynı rivayet.
426. Saîd b. Abdulaziz diyor ki; "Dâvûd (as): *Ya Rabbi! Yeryüzünde
Senin için nasıl nasihatla hareket ederim?' dedi. O da: 'Beni çok anarsın.
Beyaz, siyah Beni seveni seversin, nefsin için nasıl hüküm veriyorsan, insanlar
için de öyle hükmedersin ve yabancının yatağından içtinab edersin (Yani zinaya
ya ki aşmazsın)' buyurdu."
427. Habib şöyle diyor: "Bir adanı Allah'ın Peygamberi Ya'kûb'a
(as) uğramış, (bakmış ki) Ya'kûb'un (as) kaşları gözlerinin üzerine sarkmış
bir vaziyettedir. Bir bez parçası ile onları kaldırmış ve 'Ey Allah'ın Peygamberi!
Ne bu gördüğüm halin?' diye sormuş, O da: 'Zamanın uzunluğu ve hüznün
çokluğundan dır' demiş. Bunun üzerine Allah Teâlâ vahyederek: 'Şikayet mi
ediyorsun, ey Ya'kûb?' demiş, Ya'kûb da: *Ya Rabbi! Kusur ettim, bağışla'
demiştir."
428. Hasan diyor ki: "Yakûb (as), Yusufa (as) seksen sene ağladı, o
vakit o yeryüzündekilerin Allaha en kerim olanıydı."
429. Hasan diyor ki: "Rü'yâ ile te'vîl arasında seksen sene vardı."
430. Vehb b. Münebbih'ten şu rivayet edilmiştir: "Allah Teâlâ, Mûsâ'yâ
bir nur vermişti. Hârûn da ona: 'Ey kardeşim, onu bana verir misin?' dedi. O da
ona verdi. Hârûn da onu iki oğluna verdi. Beytul-Makdis'te peygamberlerin ve
onlardan sonra da meliklerin ta'zim ettikleri bir kap vardı. İki çocuk bu
kaptan şarap koyarlarken, gökten bir ateş indi ve ikisini birden kapıp, göğe
yükseldi. Hârûn korkuya kapıldı ve yüzünü göğe çevirdi dua ve yakarışlarla
yardım isteyerek ayağa kalktı. Allah Teâlâ, Harun'a vahyederek: İşte taatımda
bulunanların ehlinden isyan edenlere ben böyle yaparım. Ya masiyetimde
olanların ehlinden olup ta isyan edenlere ne yaparım? buyurdu."
431. Velîd b. Amr diyor
ki: "İşittiğime göre
Tevrat'ta 'Âdemoğlu ellerini oynat, sana bir rızık kapısı açayım,
emrettiğim hususlarda bana itaat et, senin iyiliğine olanı ben biliyorum' şeklinde
yazılıymış."
432. Mekke'ye geldiği zaman Hasan şöyle söyledi: "Allah Teâlâ diyor ki
'Ademoğlu, seni ben yarattım; Benden başkasına kulluk ediyorsun, Bana dua
ediyor ve Benden kaçıyorsun. Beni anıyor ve beni unutuyorsun. İşte bu yeryüzündeki
en büyük zulümdür.' Daha sonra Hasan, 'Muhakkak ki şirk en büyük zulümdür'[44]
âyetini okudu.
433. Vehb b. Münebbih'ten şu rivayet
edilmiştir: "Ben Tevrat'ta peş peşe dört satır buldum. Birisi şudur: 'Kim
Allah'ın kitabını okur da, O'nun kendisini bağışlamayacağını zannederse o,
Allah'ın âyetleri ile eğlenenlerdendir. Kim başına gelen musibetlerden dert
yanarsa o, Allah'tan deri yanmış demektir. Üçüncüsü, kim başkasının elinde
kilerden dolayı hüzünlenirse, Rabbinin hükmüne kızmış demektir. Dördüncüsü de,
kim zenginliğinden dolayı birisine eğitirse, dininin üçte ikisi gitmiştir.
"
434. Abdurrahman b. Mehdî diyor ki: "Muhammed b. Nadr el-Hârisfnin
şöyle dediğine şahit oldum: 'Rabî b. Haysem, 'Önce fakîh ol, ondan sonra
insanlardan i'tizâl et/ demiştir."
435. Muhammed b. Nadr el-Hârisî diyor ki: "Azız ve Celîl olan Allah,
Mûsâ b. İmrân'a vahyetti ve 'Uyanık ol ve kendin için dostlar edin. Seni benim
rızama sevketmeyen her dost gerçekte senin düşmanındır. Kalbine kasvet verir.
Mükafata erişmek ve daha fazlasını elde etmek için zikredenlerden ol'
dedi."
436. Abdullah b. Mübarek, Vâsıfta Muhammed b. Nadr el-Hârîsi'ye, seferde
oruca devam ettiğinden bahsetmiş. O da, "Bu (ibâdetle) koşup icabet
etmektedir" cevabım vermiştir.
437. Ebû Zeyd diyor ki: "Muhammed b. Nadr kırk gün benim yanımda
gizlendi. Ne gece ve ne de gündüz onu uyurken görmedim."
438. Muhammed b. Münkedir diyor ki: "Annemin bacağını ovarak
geceledim. Ömer de namaz kılarak geceledi, onunkine karşılık, kendi
geceleyişim beni o kadar sevindirmez."
439. Muhammed b. Nadr el-Harisî
diyor ki: "Bazı kitaplarda okudum (şöyle yazıyordu): 'Âdemoğlu, eğer senin
hakkında benim bildiğimi insanlar bilseydi, seni fırlatıp atarlardı. Fakat bana
şirk koşmadığın müddetçe Ben seni bağışlayacağım.'"
440. Hanzale'nin amcasıoğlu şöyle rivayet etmiştir: "Azız ve Celîl
olan Allah, Musa'ya vahyederek 'Kavmin mescidlerini süslüyor, (ama) kalplerini
harap ediyor. Kesileceği güne hazırlanan domuz gibi besleniyorsunuz. Ben
onlara ve akibetlerine baktım. Artık onlara icabette bulunmayacağım,
istediklerini onlara vermeyeceğim'demiştir."
441. İmâm Mâlik,[45] Ebû
Husayn'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir ümmetin ameli kötüleştiği
vakit mescidlerini süslerler"
442. Hasan diyor ki: "Mûsâ (as), insanlarla ihtilât etmek istedi.
Bunun üzerine Allah Teâlâ ona vahyederek, 'Arkadaşlık etmek istediğin kimseye
bak, insanlar onunla ülfet ediyorsa, sen de onunla arkadaş ol' dedi."
443. Ebû'l-Celed diyor ki: "Azız ve Celîl olan Allah, Musa'ya vahyetti
ve 'Ey Mûsâ! Bana dua ettiğin vakit, dilini kalbine tâbi kıt, beni zikrederken
huşu' içerisinde ve mutmain bir vaziyette ol. Huzurumdan kalktığın zaman hakir
ve zelil bir şekilde kalk ve nefsini zemmet. Çünkü o zemmedilmeye en lâyık
olandır. Bana yakarışta bulunduğun vakit titreyen bir kalp ve doğru bir dil
ile yakar' dedi."
444. Ebû İmrân el-Cevnî şöyle diyor: "Mûsâ (as) kavmine vâzu nasihatta
bulunmuş; içlerinden bir adam gömleğini parçalamış. Bunun üzerine Musa'ya,
'Gömleğin sahibine söyle de, onu parçalamasın, esas kalbini bana açsın'
denilmiştir."
445. İbn Abbâs (ra)'dan şu rivayet edilmiştir: "Mûsâ (as) dedi ki: 'Ey
Rabbim! Kullarından hangisini daha çok seversin?' Rabbi: 'Beni en çok
zikredeni' dedi. Mûsâ: 'Rabbim! Hangi kulun en zengindir?' dedi. Rabbi: 'Verdiğime
razı olan' dedi. Mûsâ: 'Hangi kulun en iyi hükmedendir?' dedi Rabbi: İnsanlara
hükmettiği gibi, kendi nefsine de hükmedendir' dedi."
446. Mücâhid diyor ki: "Kabe'yi yetmiş tane peygamber hac-cetmiştir.
Bunlar içerisinde Mûsâ b.İmrân da vardır. Üzerinde pamuktan mamul iki tane
abası vardı. O telbiye getirir, dağlar da ona karşılık verirlerdi."
447. Ebû's-Sıddîk en-Nâcî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Süleyman b. Dâvûd (as), insanlarla beraber istiskâ (yağmur dua-sma)'ya
çıkmış giderken, sırtüstü uzanmış, ayaklarını da havaya dikmiş, şöyle diyen bir
karıncaya rastgelmişler: 'Ey Allahım! Ben senin mahlûkâtmdan birisiyim. Biz
senin rızkından müstağni olamayız. Ya bize yağmur verirsin yahut bizi helak
edersin.' Bunun üzerine Süleyman (as), insanlara, 'Dönün, başka birisinin duası
sebebiyle yağmura kavuşacaksınız' demiştir."
448. Abdullah (b. Mes'ûd)'dan şu rivayet edilmiştir: "(Bir gün )
arkadaşları onu bekleşiyorlarmış. (Yanlarına) çıkıp gelince, ona 'Ey Emîr! Seni
geri bırakan nedir?' diye sormuşlar. O da: 'Size anlatacağım; sizden
evvelkiler içerisinde bir kardeşiniz olan Mûsâ (as): 'Ey Rabbim! En çok sevdiğin kulunu bana söyler misin? Ki,
Sen onu sevdiğin için ben de onu seveyim' deyince, Allah Teâlâ: 'Dünyanın bir
tarafından veya en ücra köşesindeki bir kula bir musibet gelir veya ona bir
diken batar da, dünyanın bir başka tarafındaki veya öbür ucundaki, onu
tanımayan bir diğer kul, olanları duyar ve âdeta o musibet kendi başına gelmiş
veya o diken kendine batmış gibi acı hissederse, öbür insana sırf Benim için
sevgi beslerse, işte o bana en sevimli olan kulumdur' demiş. Mûsâ (as), Tâ
Rabbi! Mahlûkâtı var ettin; bir kısmını ateşe sokup, onlara azap ediyorsun?'
dedi. Allah Azze ve Celle ona vahyederek, 'Hepsi benim yarattıklarımdır' dedi.
Sonra da ona: 'Bir tarlayı ek' dedi; o da sürüp, ekti. 'Sula' dedi. Suladı.
Sonra 'Onu koruyup kolla, gözet' dedi: O da gözetti. Allah bunlardan ne
dilediyse onu yaptı; sonra biçip, kaldırdı. Allah Teâlâ ona: 'Ekinini ne
yaptın, ey Mûsâ?' dedi. O da: 'İşimi bitirip, onu kaldırdım' cevabını verdi. Allah:
'Ondan geride bir şey bıraktın mı?' dedi. Mûsâ: İşe yaramayanlarını veya
ihtiyacım olmayacakları geride bıraktım' dedi. Allah: 'İşte Ey Mûsâ! Aynı
şekilde, ben de işe yaramayacak olanlara azap ederim' dedi."
449. Vehb diyor ki: "İşittiğime göre, Allahm peygamberi Mûsâ (as), dua
ve niyaz eden bir adama rastlamış ve Ta Rabbi! Ona merhamet et' demiş. Bunun
üzerine Allah ona vahyederek: 'Benim, üzerinde olan hakkımı gözetmedikçe,
bütün takati tükenince-ye kadar da dua etse, ona icabet etmem' buyurmuş."
450. Saîd b. Hilâl diyor ki: "Ashabı, Dâvûd (as)'u ziyaret ediyorlar
ve onu hasta zannediyorlardı, oysa onun Allah Azze ve Cel-le'den ayrı olmaktan
başka bir şeyi yoktu."
451. Kays b. Abbâd diyor ki: "Dâvûd (as), şöyle diyerek dua ederdi: Tâ
Rabbi! Seni zikrettiğim zaman bana yardımcı olacak, unuttuğum zaman bana
hatırlatacak bir arkadaş istiyorum. Yâ Rabbi! Zikrettiğim vakit bana yardımcı
olmayan, unuttuğum vakit Seni bana hatırlatmayan bir arkadaştan sana sığınıyorum.
Yâ Rabbi! Seni zikreden bir toplulukla karşılaştığım vakit, eğer onları geçip
gitmek istersem, geçip giden ayağımı kır ki, oturup orada onlarla Seni
zikredeyim.'"
452. Ebû Saîd el-Müeddib, ismini unuttuğum bir zâttan şunu rivayet ediyor:
"Peygamber Dâvûd (as) şöyle derdi: *Yâ Rabbi! Beni konfor içerisinde,
fitneye düşmüş bir vaziyette kılma ki, geçimimi küçük görüp nimetine nankörlük
etmeyeyim."'
453. Ebû Yezîd diyor ki: "Allanın Peygamberi Dâvûd (as) namazı
uzatır, sonra rükû' eder, sonra başını kaldırır, arkasından da şöyle derdi: 'Ey
Göklerin mimarı! Başımı sana kaldırdım. Ey semâda oturan![46]
Kullar rabblerine bakışıyor.'"
454. Fudâle, Hasan'm şöyle dediğini işittim diyor: "Peygamber Dâvûd
(as): *Yâ Rabbi! Ne beni inleten bir hastalık ver, ne de kendimi unutturan bir
sıhhat isterim. Fakat bu ikisinin arasında bir şey isterim' derdi."
455. Mübarek b. Fudâle, Hasan'm şöyle dediğini işittim diyor: "Eyyûb
(as) başına her bir musibet gelip çattığında: 'Ey Allahım! Sen aldın, sen
verdin, beni sağ bıraktığın müddetçe, yaptığın imtihanın güzelliğinden dolayı
sana hamd ederim' derdi."
456. Abdurrahman b. Ciibeyr diyor ki: "Allah Teâlâ, Eyyûb (as)'u malı,
evladı ve bedeniyle imtihana tabi tuttuğu vakit onu bir çöplüğe attı. Hanımı,
çıkıp onu doyuracak (rızkı) kazanmaya başladı. Şeytan bu duruma hased etti.
Kadına tasaddukta bulunan, ekmek vs. yiyecek satan insanlara gelip, onlara: 'Şu
size bürünüp gelen kadını kovun, çünkü o eşi ile birleşiyor ve ona elini
sürüyor, insanlar da onun yüzünden sizin yiyeceklerinizden tiksiniyor' dedi.
Bundan sonra, onu yanlarına yaklaştırmamaya ve ona, 'Aman bize yaklaşma, bizden
uzak dur, biz seni doyururuz' demeye başladılar. Kadın durumu Eyyûb'a (as)
bildirdi. Bunun üzerine Eyyûb, Allah'a hamdetti. Kadın dışarı çıktığı vakit
onunla karşılaşıyor;[47]
Eyyûb'un başına gelenlerden dolayı mahzun olduğunu görüyordu. 'Arkadaşını ve
babamı kurtar, ancak, Allaha yemin olsun ki, babam bir tek kelime söyleyiverse
bütün sıkıntıları bitecek, malı ve evlatları ona geri dönecek' diyordu. Kadın,
bunu hemen gelip Eyyûb (as)'a haber veriyor, o da: 'Allah'ın düşmanıyla
karşılaşmışsın da sana bu sözü telkin etmiş. Allah, bize mal ve evlat verdiği
zaman O'na iman edip te, kendisinin olanı aldığı vakit onu inkâr mı edelim?
Eğer Allah beni şu hastalığımdan kurtarıp ayağa kaldı-rırsa, sana yüz sopa
vuracağım* demiş." Râvî diyor ki: 'İşte bu yüzden Allah Teâlâ, 'Eline bir
demet sap al da onunla vur, yeminini bozma' dedi.[48]
'Dığs' ile bir tutam çöp kasdediliyor.
457. Talha diyor ki: "Şeytan, 'Eyyûb'un başına gelen hiçbir musibetle
asla sevinemedim. Şu kadarı var ki, onun iniltisini işittikçe, ona acı
verdiğimi anlıyordum' dermiş."
458. Abdurrahman b. Yezîd b. Rebf diyor ki: "Dâvûd (as), gökten yere düşmekte
olan ateşten bir orağa baktı da, Yâ Rabbi! Bu nedir?' diye sordu. O da: 'Bu her
zorba zalimin evine koyduğum lânetimdir' cevabını verdi."
459. Ebû Bekir b. Avn el-Medînî diyor ki: "Arkadaşlarımdan birinin
şöyle dediğine şahit oldum: "Allah azze ve celle, Davud'a (as) vahyederek,
'Dünyada şehvetler kullarımın zayıflarına verildi; kahramanlara ne oluyor?
dedi."
460. Dahhâk diyor ki: "Ahlâkı güzel, efendi olan kimse, kadınlardan
uzak duran kimsedir."
461. Saîd b. Müseyyeb, İbnu'1-Âs'm şöyle dediğine şahit oldum diyor:
"Yahya b. Zekeriyyâ'dan (as) başka herkes Allah'a mutlaka bir günahla
mülâki olmuştur." Sonra Saîd; '... Allah sana, kendisi tarafından gelen
bir kelimeyi tasdik edici, efendi, iffetli ve salih-lerden bir peygamber olarak
Yahya'yı müjdeler, [49] âyetini okudu. Sonra da yerden birşey
kaldırıp 'iffetli' dedi, böyle bir şey söyledi ve Yahya parmağıyla işaret etti.
Abdullah diyor ki: "Babam (Ah-med b. Hanbel) ve Attâb, İbn Mubârek'ten,
'Seyyid, Rabbine itaat eden, Ona isyan etmeyen kimsedir' dediğini rivayet
ettiler."
462. Ma'mer diyor ki: "Çocuklar Yahya b. Zekeriyyâ'ya 'Haydi gidip
oynayalım' dediler. O da 'Bizler oyun için yaratılmadık' cevabını verdi. Allah
Teâlâ 'Ey Yahya! Kitab'a (Tevrat'a) kuvvetle sarıl!' dedik ve henüz sabi iken
ona hikmet verdik [50] âyetini inzal buyurdu.
463. Mücâhid diyor ki: "Yahya b. Zekeriyyâ'nın (as) yiyeceği ot idi.
Şayet Allah korkusundan ağlayacak olsa ve eğer gözlerinde zift bulunsa gözyaşları
deler atardı. Yanaklarında akıp gidecek yerler oluşturmuştu."[51]
464. İbn Atâ, babasından şu sözü nakletmiştir: "Süleyman (as), hurma
yapraklanndan eliyle bir şeyler yapar, kendisi hurma ile arpa ekmeği yer.
İsrâîloğullarma da 'cevlezi' denilen bir çeşit yemek yedirirdi."
465. Yahya diyor ki: "Süleyman (as) oğluna: 'Aman oğlum! Ko-ğuculuktan
sakın. Çünkü o, kılıcın keskin ağzı gibi bir şeydir' demiştir."
466. Ebû Abdullah diyor ki: "îsâ b. Meryem: *Ey dünyaya kul olanlar!
Tasaddukta bulunacağınız yerde zulmettiğiniz kimselere merhamet edin'
demiştir."
467. Muhammed b. Seveka şöyle diyor: öIsâ b. Meryem: 'insanları bırak
rahat içerisinde yaşasınlar. Sen kendi nefsinle meşgul ol. Bırak onları.
Övgülerini aramadığın gibi, kınamalarını da bekleme. Sen sorumlu tutulduğuna
bak' demiştir."
468. İbn Abbâs (ra) şöyle diyor: "Allah Teâlâ Isâ (as)'ya vahye-derek:
'Beni, canını düşündüğün gibi düşün. Yine Beni, kıyamet günün için yegâne
zahiren kıl. Bana tevekkül et ki, sana yeteyim. Benden gayrisini dost edinme
ki, seni perişan etmeyeyim' demiştir."
469. Şa'bî diyor ki: "Isâ b. Meryem: 'İhsan sana iyilikte bulunana
misliyle mukabele etmen değildir. Fakat esas iyilik, sana kötülük edene iyilik
etmendir* dermiş."
470. Süleyman b. Muğîre, Sâbit'ten şunu rivayet etmiştir: "îsâ (as)
bir kardeşini ziyarete gidiyordu. Yolda biriyle karşılaştı ve o zât kardeşinin
öldüğünü söyledi. Bunun üzerine Isâ (as) da geri döndü. Kardeşinin kızları
isa'nın kendilerine kadar gelmeyip, yoldan geri döndüğünü duydular ve doğru
ona gelerek: 'Ey Allahm rasûlü! Senin bize kadar gelmeyip te geri dönmen, bize
babamızın ölümünden daha ağır geldi' dediler. O da: 'Haydi, gidelim de kabrini
bana gösterin' dedi. Gidip, gösterdiler. Isâ ona seslendi ve o da yaşlı bir
halde çıktı: 'Sen falanca kimse değil misin?' diye sordu.Adam 'evet' cevabını
verdi. îsâ: 'Peki, sen niçin çıkıp geldin? deyince, o da: 'Sesini işittim. Onu
sayha zannettim' dedi. Hanımı bu arada olup biteni görüyor, konuşmaları da
işitiyordu. Kadın [îsâ (as)'a dönerek]: 'Seni doğurup besleyen, anaya müjdeler
olsun' dedi. Buna karşılık îsâ (as) da: 'Müjdeler olsun. Allanın kitabım
öğretip te, zorba olarak can vermeyen kimseye* dedi."
471. Hasan (ra) diyor ki: "îsâ b. Meryem (as): 'Ben dünyayı yüzüstü
attım ve üstüne oturdum. Benim ne ölüp gidecek bir evladım ve ne de yıkılıp
göçecek bir evim var* demiş. Teki, kendine bir ev yapmayacak mısın?' demeleri
üzerine, o: 'Öyleyse bana selin ağzına bir ev yapıverin' diye karşılık vermiş.
'Orada ev durmaz' diye mukabelede bulunmuşlar. 'Peki kendine bir eş edinmeyecek
misin?' diye sormuşlar. Ona da: 'Ben, ölüp gidecek eşi ne yapayım?' diye cevap
vermiş."
472. Ca'fer b. Cürfâs (Burkan) diyor ki: "îsâ b. Meryem (as): 'Günahın
başı dünyayı sevmektir. Kadınlar şeytanın tuzağıdırlar. İçki ise bütün
kötülüklerin anahtarıdır' dermiş."
473. Süfyân (es-Sevrî) (ra) diyor ki: "îsâ b. Meryem (as): 'Dünya
sevgisi bütün günahların temelidir. Pek çok (manevî) hastalık ise mal
(sevgisin)dedir.' demiş. 'Pekâla, bunun ilacı nedir?' diye sormuşlar. O:
'Sahibi malıyla Övünüp, böbürlenmekten kendini alamaz ki* demiş. *Ya
alıkoyarsa?' demeleri üzerine de: Tine de, işini yoluna koyma çabası, onu
Allah'ın zikrinden alıkoyar' cevabını vermiş."
474. Vehb. b. Münebbih şöyle demiştir: "îsâ b. Meryem (as): 'Allah
hakkı için size söyleyeyim ki, gök zenginlerden hâlidir (zenginlere gökte yer
yoktur). Devenin iğne deliğinden girip geçmesi, zenginin cennete girmesinden daha
kolaydır' buyurmuştur."
475. Süfyân b. Uyeyne, Hâlid b. Havşeb'in şöyle dediğini işittiğini
söylemiştir: "Isâ b. Meryem (as), havarilerine: 'Krallar, nasıl size
hikmeti bıraktılarsa, siz de onlara dünyayı bırakın* demiş."
476. Vehb b. Münebbih demiştir ki: "(isa'ya) gökten indirilen sofrada,
birkaç parça arpa ekmeği ile birkaç tane balık vardı."
477. İkrime demiştir ki: "Isâ b. Meryem (as), havarilerine: 'Ey
Havariler topluluğu! İncilerinizi domuzlara atmayın. Çünkü onlar domuzların
işine yaramaz. Hikmeti de istemeyen kimseye vermeyin. Zira hikmet inciden çok
daha güzeldir. Onu istemeyen ise domuzdan daha şerirdir' demiştir."
478. Süfyân (b. Uyeyne) diyor ki: "Isâ b. Meryem âlimlere hitaben:
'Ey yeryüzünün tuzları! Sakın bozulmayın. Çünkü, birşey bozulduğu vakit, onu
tuz düzeltir. Eğer tuz bozulacak olursa, onu hiçbir şey ıslah edemez'
demiştir."
479. Zür'a b. İbrahim şöyle demiştir: "Isâ b. Meryem: 'Hak için size
söylüyorum. Nasıl ki, sizden biri deniz dalgaları üzerine ev yapmaya güç
yetiremezse, işte dünya da aynen öyledir. Orayı (sanki) temelli kalacakmış
siniz gibi bir yer edinmeyin' demiştir."
480. Meysere'nin şöyle dediği nakledilmiştir: "Mesîh (as) demiştir
ki: 'Allanın seçkin kulları! Eğer, mahlûkât içerisinde, Âdemoğlunun bir nuru
olmak istiyorsanız; size zulmedeni bağışlayın. Sizi ziyaret etmeyeni, ziyaret
edin. Size iyilikte bulunmayana iyilik edin, size vermeyene siz verin.'"
481. Saîd b. Abdüiaziz üstadlanndan şöyle bir rivayette bulunmuştur
"Isâ (as), havarilerinden birisi ile giderken bir mâni ile karşılaşmış.
Bir adam önlerine çıkmış ve: 'Sizlerden herbirerine birer tokat atmadıkça,
geçmenize müsaade etmeyeceğim' demiş. Adamı caydırmaya çalışmışlarsa da,
direnmiş. (Çaresiz) Isâ (as): 'Bana vurabilirsin' demiş. Adam da onun suratına
bir tokat atmış ve geçmesine müsaade etmiş. Havariye dönerek: 'Sana da bir
tokat vurmadıkça, geçirmem' demiş. Fakat Havârî, buna asla yanaşmamış. Bunun
üzerine Isa (as), diğer yanağını uzatmış ve adam ona da bir tokat vurduktan
sonra geçip gitmelerine müsaade etmiş. Sonra Isâ (as): Yâ Rabbi! Bu durum,
senin rızana uygunsa, beni rızâna kavuştur. Eğer, gazabından ise sen kıskanmaya
en lâyık olansın' diye dua etmiş."
482. Abdullah b. Dînâr el-Behrânî şöyle demiştir: öîsâ b. Meryem (as),
havarilerine: 'Arpa ekmeği yeyin. Dünyadan emin ve salim olarak ayrılın. Hak
için size söylüyorum ki; dünyanın tadı, âhiretin acısıdır. Dünyada açlık,
âhirette lezzettir. Allanın hakikî kullan lüks içerisinde yüzmezler. Hak için
size söylüyorum ki, en kötünüz, dünyayı seven, onu ameline tercih eden ve eğer
güç yetir-se, bütün insanları kendisi gibi yapmak isteyen âlimdir'
dermiş."
483. Süfyân'ın şöyle dediği nakledilmiştir: "îsâ b. Meryem (as): 'Ben
size öğrenesiniz diye anlatıyorum. Taaccüb edesiniz diye değil' dermiş.
(Kavilerden) Yahya b. Adem rivayetinde ise: 'Ben ise size hiçbirşey
anlatmıyorum' demiştir."
484. Saîd b. Abdüiaziz şöyle demiştir: "Mesih İbnu Meryem (as): '(Yâ
Rabbi! [İşler]) Benim istediğim gibi değil, Senin istediğin gibi. benim
dilediğim gibi değil, fakat senin dilediğin gibidir' dermiş."
485. Saîd b. Abdülaziz: "Duyduğuma göre, îsâ (as)'nın en çok hoşuna
giden söz, kendisine 'Bu miskindir* denilmesiymiş" demiştir.
486. Yezîd b. Meysere şunu nakletmiş tir: "Havariler, (Ey Mesîhullah!
Allanın beytine bak, ne kadar da güzel' demişler. O da 'Amin, âmin (evet,
evet). Size hak için söylüyorum ki, ehlinin işlediği günahlar yüzünden, Allah
Teâlâ, bu mescidde taş üzerinde taş bırakmayıp yok edecektir. Ne altın, ne
gümüş ve ne de bu taşlar Allahm bir işine yaramaz. Allahin en fazla sevdiği şey
iyi kalbler-dir. Allah yeryüzünü bu kalb(lerin sahibleriyle) imar eder (şenlendirir).
Bozuldukları vakitte bu kalb(lerin sahipleriyle dünyayı harâb eder' diye
karşılık vermiştir."
487. Saîd b. Abdülaziz, İbn Huleys (Yezîd b. Meysere)'den şu rivayette
bulunmuştur: "îsâ b. Meryem (as): 'Şeytan dünya ile, hilesi ise malla
beraber bulunur. Malın güzel (gözükmesi) nefsin arzularıyla, tam olarak elde
edilmesi ise şehvetlerledir' demiştir,"
488. Muhacir b. Habîb diyor ki: "Mesih îsâ b. Meryem (as) şöyle
dermiş: 'Ey Havariler topluluğu! Nefislerinizi helak ederek dünyaya talip
olmayın. Dünyadakileri terkederek nefislerinizi (kurtarmaya) bakın. Çıplak
geldiniz, çıplak gideceksiniz. Yarının rızkını istemeye bakmayın. Bugün olan,
bugüne yeter. Allah'tan rızkınızı günü gününe kılmasını isteyin.'"
489. Cafer b. B^rkân'm şöyle dediği nakledilmiştir: "îsâ b.Meryem
(as): 'Ey Allahım! Amelimin karşılığında rehin oldum. Benden daha fakir
hiçkimse yok (Yâ Rabbi!)' diye (yakarırmış)."
490. Ca'fer el-Hûrî (el-Cezerî)'den şu rivayette bulunulmuştur: "îsâ
b. Meryem (asj: 'Ey Allahım! Çirkin gördüğüm şeyleri defede-mez, faydasını
umduklarımı da elde edemez oldum. İş başkasının elinde, ben ise amelimin
mukabilinde rehin kaldım. Benden daha fakir hiçkimse yok (Yâ RabbÜ).
Düşmanlarımı sevindirip, dostlarımı mahzun etme, başıma gelecek musibeti
dinimde kılma. Bana merhamet etmeyecek birisini de bana musallat etme' diye dua
edermiş."
491. Ebû Ma'mer Süfyân'dan şu nakledilmiştir: *îsâ b. Meryem (as)
(havarilerine): 'Ben, size, ancak amel edesiniz diye öğretiyorum, taaccüp
edesiniz diye değil. Ey yeryüzünün tuzları (âlimler), bozulmayın. Zira birşey
bozulduğu vakit sadece tuz ile düzeltilebilir. Tuz ise bozulduğu zaman hiçbir
şeyle ıslah olmaz. Siz öğrettiğiniz kimselerden, yalnızca benim sizlerden
aldığım mükâfatı alın (yani âhiret sevabı ile yetinin, dünyevî karşılık
istemeyin).' diye öğütlemiştir."
492. Müslim b. Ebû'1-Ca'd şöyle demiştir: "Salih (as)'in kavmi
içerisinde onlara eziyet eden birisi vardı. Kavminden (bir grup) Salih (as)'a
gelerek: 'Ey. Allah'ın peygamberi! Şu (adama) bir beddua etsen' dediler. O da:
'Gidin! Siz ona yetersiniz' cevabım verdi. Adam, hergün odun toplamaya giderdi.
O gün de yanında iki ekmekle odun toplamaya çıkmıştı. Ekmeğin birini yemiş,
diğerini de sadaka olarak vermişti. Odununu topladı ve sağ salim odunlarıyla
beraber geri döndü. Kavmi, doğru Salih (as)'e gelerek: 'Adam sağ salim, başına
hiçbir iş gelmeden geri döndü' dediler. Salih (as), adamı çağırtıp: 'Bugün ne
yaptın?' diye sordu. Adam: 'Bugün oduna çıktığımda, yanımda iki ekmek parçası
vardı. Birini sadaka olarak verdim, diğerini de yedim' dedi. Salih (as): 'Çöz
şu odunlarını' dedi. Adam da hemen çözdü. Bir de baktılar ki, siyah bir yılan, odunlardan
birini ısırmış olduğu halde duruyor. Bunun üzerine Salih (as): Vermiş olduğu
sadakayla bunu defetti' demiş."
493. Abdullah b. Bekir el-Müzenî, babasından Lokman (as)'m şu sözünü
işittiğini haber vermiştir: "Ana babanın evladını dövmesi, tarlayı
gübrelemesi gibidir,"
495. Katâde (aynı haberi) Mûsâ Esvârî'den de işittiğini kaydederek, onun
şöyle dediğini naklediyor: "Allah Teâlâ, İsrâîloğulla-rından bir
peygambere şunu vahyetmiştir: 'Âdemoğullannın hepsi günahkârdır. Günahkâr-ların
en hayırlısı ise çok tevbe edendir.'"
496. Sabit el-Benânî şöyle demiştir: "Bir zât, yetmiş sene ibadet
etti. Dualarında: 'Yâ Rabbi! Beni amelimle kurtar' derdi. Öldü ve cennete
koyuldu. Orada yetmiş sene kaldı. Bu müddetin sonunda ona: 'Oradan çık. Yetmiş
senelik amelin (cevabını) aldın* denildi. Adam, dünyada yaptıkları içerisinde
gönlünce en fazla itimad edebileceği birşey aradı. Ve Allah'a dua etmekten,
O'na yönelmekten daha sağlam birşey bulamadı. Ve başladı 'Yâ Rabbi! Ben dünyada
iken, Senin zorlukları giderdiğini duydum. Bugün benim şu sıkıntımı gider (Yâ
Rabbi!)' diye dua etmeye. Bunun üzerine cennette kalmasına müsaade
edildi."
497. Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: "Bize nakledildiğine göre Allah
teâlâ: 'Kulum bana itaat ettiği müddetçe, ben onun geçimini tekeffül ederim.
İstemeden ona veririm. Dua etmeden icabet ederim, iyiliğine olanı, ben ondan
daha iyi bilirim' demiştir."
498. Ca'fer, Mâlik b. Dinar'ın şöyle dediğini haber vermiştir: "Allah
teâlâ: 'Kullarıma azâb etmek istiyorum.
Kur'ân okuyanları, tnescidleri imar eden (oralarda ibadet edenjleri ve İslâm
çocuklarını görünce, gazabım sükûnete kavuşuyor, azabımı çeviriyorum' demiştir."
499. Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: "Bana söylenildiğine göre,
sizden öncekiler içerisinde bir adam varmış. Bir müddet Alla» ha ibadet etmiş
ve Allah'tan bir ihtiyacım (karşılamasını) istemiş. Her Cumartesi onbir adet
hurma yemek suretiyle, yetmiş Cumartesi Allah için oruç tutmuş. Sonra yine
Allah'tan bir ihtiyacım (gidermesini) istemiş. Fakat, Allah vermemiş. Bir
müddet geçip te Allah istediğini vermeyince kendi kendine düşünmüş ve: 'Bundan
önce de istedin. Eğer senden bir hayır olsaydı, istediğin verilirdi. (Demek
ki) sende hiçbir hayır yok' demiş. O anda bir melek inmiş ve: 'Ey Ademoğlu!
Nefsini kınadığın şu an, senin ibadetlerinden çok daha hayırlıdır. Allah
istediğini verdi' demiştir."
500. Vehb b. Münebbih'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Bir adam,
rahiplerden birisine gelmiş ve: 'Ey rahip! Ölümü nasıl anıyorsun?' diye
sormuş. Rahip: 'Her adım atışımda, kendimi ölmüş farz ediyorum' diye cevap
vermiş. Adam: 'Peki, Allah'ın zâtı için ne yapıyorsun?' diye sormuş. Rahip:
'Cennet ve Cehennemi duyup ta, ondan sonra bir an olsun namazdan geri duran hiç
kimse görmedim' demiş. Adam: 'Ben namazda kıyama duruyorum ve o kadar
ağlıyorum ki, neredeyse gözyaşlarımdan bakla yetişiyor' demiş. Rahip ona:
'Günahını itiraf ederek Allanın huzuruna gelmen,senin için, amelin dellallığım
yaparak ağlamandan daha hayırlıdır. Zira. amelini açığa vuranın namazı (duası)
makbul olmaz' diye mukabe lede bulunmuş. Adam: 'Öyleyse bana ne tavsiye
edersin?' diye sor muş. Rahip: 'Sana dünyada zâhid olmanı ve dünya ehliyle
çekilmemeni tavsiye ederim. Yine sana an gibi olmam tavsiye ederim; eğer yerse
temiz yer, bırakırsa temiz bırakır, bir daim üstüne konsa, onu kırmaz. Sana
bir köpeğin sahiplerine bağlılığı gibi, Allah'a bağlanmanı tavsiye ederim.
Sahipleri onu aç bıraksa da, kovsa da o yine onları korur ve onlara bağlı
kalır' diye tavsiyelerde bulunmuştur."
501. Mâlik b. el-Hâris şöyle demiştir: "Allah Teâlâ demiştir ki: Beni
zikretmek, kimi Benden birşey istemekten alıkoyarsa, ona isteyenlere
verdiğimden daha fazlasını veririm.[52]
502. Seleme b. Ebû'l-Ca'd'm şöyle dediği nakledilmiştir: "Bir kadın
çocuğu ile beraber yola çıkmış. Yanında da bir parça ekmek varmış. (Yolda
giderken) bir kurt gelmiş ve çocuğunu kapıp gitmiş. Kadın kurdun peşine düşmüş.
Bu arada ekmeğini kendisinden bir-şeyler isteyen bir dilenciye vermiş. (Çok
geçmeden) kurt çocuğu getirip, kadına geri vermiş."
503. Ebû Sinan şöyle demiştir: "Allah Teâlâ: 'Ey dünya! Mü'min kuluma
acı da, ona sabretsin. Benim için ona tatlı (gözükme ki) onu fitneye
düşürmeyesin. Ey Ademoğlu! Kendini tamamen benim ibadetime ver ki, gönlünü
zenginlikle doldurayım, fakirliğini gidereyim. Eğer bunu yapmazsan, kalbine
meşgale verir, fakirliğini de gidermem' demiştir."
504. Hâlid b. Sabit er-Rib'î şöyle demiştir: "Nakledildiğine göre
Isrâîloğulları içerisinde bir genç varmış. Bu genç kitap okumuş, âlim bir
zatmış. (Fakat aynı zamanda) sevilmeyen de birisiymiş. Çünkü ilmi ve bilgiyi
mevki elde etmek, mal kazanmak için edinmiş. Birtakım bid'atler uydurarak,
istediği makama erişip, arzuladığı malı kazanmış. Yaşlanıncaya kadar bu
vaziyette kalmış. Bir gece yatağında yatarken düşünmeye başlamış. 'Farzet ki,
bu insanlar, uydurduklarımı bilmiyor. Peki Allah da mı bilmiyor? Ecelim de
yaklaştı. Tevbe etsem bari demiş. Tevbesinde o kadar azim-liymiş ki, çenesini
delip, oradan bir/zincir geçirerek, kendisini mescidin direklerinden birisine
asmış. Ve: 'Allah tevbem hususunda birşey indirinceye kadar veya ölünceye kadar
buradan ayrılmayacağım* demiş. İsrâîloğulları arasında (birisine) vahiy
(gelmesi) garip karşılanmazdı. Allah Teâlâ, peygamberlerinden birine
vahye-derek, ona: 'Şayet, sen benimle kendi aranda bir günah irtikâb et-tiysen,
Ben sonuna kadar onu bağışladım. Fakat kullarımdan saptırdıkların ve öylece
ölüp te cehenneme koyduklarım için, seni asla bağışlamam' buyurmuş."
(Kavilerden) Avf (bu gence) "Berberiyyâ" denildiğini söylemiştir.
505. Ömer b. Abdurrahman, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini haber vermiştir: "İsrâîloğullarından bir
kadın, bir sudan geçti ve orada yıkandı. Sonra da kalktı, orada namaz kılmaya
başladı. Altmış veya yetmiş sene, ne çekildi, ne yedi ve ne de içti. Sonunda
arındı. Namazdan çıktı. Kendisine: 'Nasıldın?' diye sorulduğunda: 'Sabaha
çıktığımda, akşamlayamayayım; akşama erdiğimde de, sabahlamayayım, derdim'
cevabını verdi."
506. Ömer b. Abdurrahman, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini haber vermiştir: "İsrâîloğulları
âlimlerinden biri, kendisinden daha âlim birine gelmiş ve: 'Ne yiyeyim?' diye
sormuş. O da: 'Açlığını teskin edecek birşeyler ye' diye cevap vermiş. Bunun
üzerine: '(Peki) ne giyeyim?' diye sormuş. Alim: 'Avret mahallini kapatacak
birşeyler veya Mesih'in
elbisesini giy' diye
cevap vermiş. [Râvîlerden İbrahim
Ebû Muhammed burada tereddüt etmiştir.] (Bu sefer) 'Ne bina edeyim?' diye
sormuş. Alim: 'Seni güneşten ve rüzgardan koruyacak birşey' diye karşılık
vermiş. Adam: 'Ne kadar güleyim?' deyince, âlim: 'Yüzün gevşeyecek kadar'
demiş. Adam: 'Ne kadar ağlayayım?' diye sorunca da, âlim: 'Allah korkusundan
dolayı ağlamaktan usanma' diye cevap vermiş. Adam: 'Hangi amelimi açığa
vurayım?' demiş. Âlim: 'Harîs olan birinin uyacağı, insanların senin aleyhindeki
sözlerini doğru çıkarmayacak kadarını' demiş. Adam: 'Hangi amellerimi
gizleyeyim?' diye sorunca, âlim: 'Senin iyi amel etmediğin zannım verecek
olanları' diye cevap vermiş.
507. Ömer b. Abdurrahman, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini haber vermiştir: "İsrâîloğullarından bir
âbid kendini iyice ibadete verdi ve yeryüzünde dolaşmaya başladı. Öyle ki,
vahşi hayvanlarla beraber geziyordu. Kılları o kadar uzamıştı ki fercini kapatıyordu.
Ondan başka mirasçısı bulunmayan bir yakını öldü. Kendisine haber vermeden
malına dokunmayı iyi görmediler ve oturup onu beklemeye başladılar. Adam ise
onları görür görmez kaçıyordu. Adamın birisi: 'Bana birşeyler verirseniz onun
haberini size getiririm' dedi. Onlar da
istediğini verdiler. Adam onu beklemeye başladı. Onu görür görmez karşısına
dikildi ve elbiselerini çıkarttı. Adam onu görünce durdu ve gözlerini kapattı.
Öbür adam: 'Müsaade et, sana yaklaşayım' dedi. 'Peki yaklaşabilirsin' diye mukabelede
bulundu. Adam ona: 'Falanca (yakının) öldü. Geriye malı kaldı. Senden başka da
vâris bırakmadı. İnsanlar da sana haber vermeden mala el sürmeyi hoş
görmediler/ dedi. Âbid: 'Öleli ne kadar oldu?' diye sordu. Adam: 'Şu kadar'
diye cevap verdi. Abid: 'Ben sizden ayrılalı ne kadar oldu?' diye sordu. Adam:
'Şu kadar zaman oldu' dedi. Âbid: '(Öyleyse) ben ondan şu kadar evvel ölmüşüm'
dedi ve dönüp gitti."
508. Mâlik b. Dinar'ın şöyle dediği nakledilmiştir: "Duyduğuma göre
İsrâîloğullarma: 'Dillerinizle dua ediyorsunuz (ama) kalpleriniz benden uzak,
ruhbanlığınız boşunadır' denilmiştir."
509. Ebû'l-Muğîre, üstadlanndan bazılarının kendilerine şunu
naklettiklerini haber vermiştir: "Süleyman b. Abdülmelik Şam mescidine
girmiş ve orada üzeri yazılı bir taş görmüş. Bunun üzerine: 'Bu nedir?' diye
sormuş. (Oradakiler): 'Bilemiyoruz' demişler. (Bazıları): 'Ey mü'minlerin
emîri! Vehb b. Münebbih'e birisini gönderip, çağırın. Çünkü o, bütün kitapları
okuyabiliyor' demişler. (Halîfe) birisini gönderip (Vehb'i) çağırtmış. Vehb
yazıyı tanımış ve okumuş, üzerinde: 'Ey Ademoğlu! Şayet ölümüne ne kadar kaldığını
bilmiş olsan, bütün arzularından soğursun. Sen ancak, ayaklarının kayıp,
sevgilinin seni teslim ettiği, yakınlarının sana veda ettiği zaman pişman
olursun. (O zaman) sen, ne ailene geri dönebilecek ve ne de amelini
arttırabileceksin. Öyleyse, hasret ve pişmanlıktan önce kıyamet günü için
çalış.
510. Mâlik b. Dînâr şöyle
demiştir: "Bir bayram günü, İsrâîloğulları mescidlerine girdiler.
Genç bir delikanlı mescidin kapısında, dış tarafta, ayakta durdu ve ağlamaya
başladı. Yüksek sesle ağlıyor ve nefsini kınıyordu: 'Benim gibi birisi, sizinle
giremez. Ben falan, falan işleri yaptım' diyordu. (Nihayet) Peygamberlerinden
birinin diliyle: '(Bu genç) falanca kişi sıddîklerdendir'diye yazıldı."
511. Vehb K Münebbih'ten, mukaddes kitaplardan bazısında şu söze rastladığı
rivayet edilmiştir: "Allah teâlâ: 'Kim fakirlerin malından yardım umarsa,
sonunda onu fakrü zarurete duçar ederim. Zayıfların gücüyle inşa edilen her
binanın sonunu harap kılarım' demiştir."
512. Abdullah b. Vehb'ten şu rivayet edilmiştir [Râvî, Abdullah'ın bu
haberi babasından nakletmiş olduğunu söylüyor. Ebû Muhammed ise (bu hususta)
tereddüt etmiştir]: "İsrâîloğullarından âbid bir zât, bir havrada ibadet
ediyordu. Bu zâtın kötülüklerden uzaklaştığını görünce (serkeş bazı kimseler):
'Şunun bir yolunu bulsak ta (ibadete çekildiği yerden) indirebilsek' dediler.
Bunun üzerine sapık bir adamın karışma giderek, âbide musallat olmasını
istediler. Kadın, karanlık ve yağışlı bir gece oraya geldi ve: 'Ey Allanın
kulu! Beni içeri alır mısın?' dedi. Âbid (o sıra) ayakta namaz kılıyordu.
Lambası da yanmaktaydı. Kadına iltifat etmedi. Kadın: 'Ey Allanın kulu! yağmur
yağıyor. (Hava) karanlık. Beni içeriye alJ dedi. Ve içeriye girinceye kadar bu
şekilde devam etti. İçeri girdi ve uzanıp yattı. Adam, ayakta namaz kılıyordu.
Kadın iki tarafa dönmeye ve vücudunun güzelliklerini adama göstermeye başladı.
Sonunda adamın nefsi uyandı. Bunun üzerine (kendi kendine): 'Hayır. Allaha
yemin olsun ki, bakayım ateşe tahammül edebiliyor musun?' dedi ve yanmakta
olan lambaya yaklaştı. Parmağını lambaya koydu ve yaktı. Sonra namaz kıldığı
yere geri döndü. Bir müddet sonra, nefsi yine onu tahrik etti. Adam tekrar
lambanın yanma gitti ve diğer parmağını da yaktı. Arkasından namaz kıldığı
yere çekildi. Nefsi yine uyandı. O, lambaya gidip gelmeye ve parmaklarım teker
teker yakmaya devam etti. Nihayet bütün parmaklan yandı. Kadın bu arada ona
bakıyor ve olup bitenleri seyrediyordu. Sonun da (dayanamayıp) bir çığlık attı
ve öldü. Sabahleyin (serkeşler) kadının ne yaptığım görmek için koşup
geldiler. Bir de baktılar ki, kadın ölmüş. Başladılar adama 'Ey Allanın düşmanı!
Ey riyakâr! Kadına tecavüz ettin, sonra da onu öldürdün, değil mi?J demeye.
Abidi alıp krallarına götürdüler ve aleyhinde şahitlik ettiler. Kral, âbidin
idamına hükmetti. Âbid, iki rekat namaz kılmak istedi ve kıldı. Sonra dua
ederek: "Yâ Rabbi! Biliyorum ki Sen, beni yapmadığım birşeyden dolayı
muaheze etmezsin. Fakat,ken-dimden sonraki âlimlere utanç vesilesi olmak
istemiyorum' dedi. Bunun üzerine Allah kadının canını geri verdi ve kadın:
'Ellerine bakın' dedi ve gerisin geriye öldü."
513. Vehb b. Münebbih'ten şu nakledilmiştir: "'Bir köyün civarında
eylenen seyyahlardan birisi de (yukarıdaki) hâdisenin benzerini nakletti.
Fakat o şöyle dedi: "Kadın onlara: 'Adamın ellerinin yandığını görünce,
olduğum yere baygın düştüm. (Şimdi buradan) dağılm. (Bundan böyle) sağ kaldığım
müddetçe, sizinle arkadaşlık edecek değilim dedi ve dağlarda seyyâhlığa
başladı."
514. Vehb'den şu rivayet edilmiştir: "Bir seyyah ve yamağı, yol
üzerinde avını bekleyen bir arslanla karşılaşmışlar. Yamak: 'Arslan! Arslan!'
demeye başlamış. Seyyah, ona aldırış etmeksizin yoluna devam etmiş. Arslanın
yanma kadar gelmişler. Arslan, ayağa kalkmış ve yoldan kenara çekilmiş.
Geçtikten sonra yamak, büyüğüne: 'Ben seni arslana karşı uyardım (fakat sen
aldırış etmedin)' demiş. Seyyah da ona: 'Sen beni, Allah'tan başkasından korkar
mı zannettin? Vahşi hayvanların beni parçalaması benim için, Allah'ın
kendisinden başka bir varlıktan korktuğumu bilmesinden daha iyidir' cevabını
vermiş."
515. Vehb b. Münebbih'ten şöyle
dediği nakledilmiştir: "Bir seyyah ile yamağı varmış. Yiyecekleri her üç
günde bir gelirmiş. Birgün bakmışlar ki, birisinin yiyeceği gelmemiş. Büyüğü
yamağına: 'Birimiz bir hatâ yaptı ve bu da rızkımıza mâni oldu. Düşün bakalım.
Sen ne yaptın?' demiş. Yamak: 'Birşey yapmadım' cevabmı vermiş. Fakat, bilâhare
herşeyi hatırlamış ve: 'Evet, birgün kapıya bir dilenci gelmişti, ben de kapıyı
yüzüne kapatmıştım' demiş. Büyüğü: 'Yemeğimiz bundan dolayı gelmemiş işte'
demiş. Allah'a istiğfarda bulunduktan sonra, daha evvel olduğu gibi nzıkları
gelmeye başlamış.
516. Vehb b. Münebbih şunu rivayet etmiştir: "Bir seyyah, bij köye
girdi. Baktı ki, köyün ileri gelenlerinden biri ölmüş. Heme? oradan çıktı ve:
'Bu zalimi gömmem' dedi. Sonra hafif bir uyk uyudu. Yanına bir adam geldi ve:
'Ey Adam! Allahm rahmetinde herhangi birşeye sahip misin?' diye sordu. Seyyah:
'Hayır' dedr. Adam üç kere sorusunu tekrarladı, her seferinde de 'Hayır' cevabını
aldı ve: 'Peki, onun bu sızısından (ölüm sancısından) dolayı r e olduğunu
(Cenâb-ı Hakk'ın ne irâde ettiğini) biliyor musun?' dedi."
517. Yine Vehb b. Münebbih şunu nakletmiştir: "Bir seyyah ve bir de
yamağı varmış. Birgün seyyah, yamağına: 'Falanca köye git ve bana bir kefen al.
Zira, benim ecelim yaklaştı, haydi, acele et! demiş. Yamak köye gelmiş. Bakmış
ki köyün eşrafından birisi ölmüş, halk da kabri başında toplanmışlar. Pek tabiî
ki, dükkanlarını da kapatmışlar. Yamak istediklerini hemen alamamış. Nihayet
halk geri gelmiş ve o da kefen ve kokuyu satın alarak arkadaşının yanma geri
dönmüş. Bakmış ki, arkadaşı ölmüş, hayvanlar da yüzünü yeyip parçalamışlar.
Başlamış dövünüp, hayıflanmaya bu arada
da: 'Falanca zâlim, kefenlendi, kokulanıp defnedildi. Falancanın ise suratı
yenilip, parçalandı' diyormuş. Bunun üzerine ona: 'Falanca zâlimin bir tek
iyiliği vardı. Allah onu, âhirette hiç nasibi olmayacak şekilde dünyadan
çıkarmak istedi. Filanca seyyah ise, küçük bir hatâ yapmıştı da, Allah onu
dünyadan, bunun acısını duyurmadan çıkardı' denilmiştir."
518. Vehb b. Münebbih, şu haberi hikaye etmiştir: "Bir seyyah vardı.
Beraberinde bir de melek gönderildi ve meleğe, seyyah nasıl davranırsa, öyle
davranması emredildi. Bir vadiden geçerken, bir leşle karşılaştılar. Seyyah
leşin kokusunu duymamak için elbisesiyle burnunu kapadı. Melek de aynısını
yaptı. Seyyah ona: 'Niçin böyle yaptın?' diye sordu. O da: 'Sen ne yaparsan,
aynısını yapmakla emrolundum' dedi. Seyyah: 'Benim duyduğum kokuyu sen de
duydun mu?' diye sordu. Melek: 'Hayır, bana kâfirin kokusundan başka birşey
eziyet vermez' dedi."
519. Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: "Beytül-Makdis civarında bir
adam, iki de oğlu vardı. Çocukları bulûğa erdiler ve kadınlarla oynaşmaya
başladılar. Adam onların bu haline karşı çıkmadı. (Bunun üzerine Cenâb-ı Hak):
'İzzetime yemin olsun ki! Ahdim olsun, onların üçünü de bir günde öldüreceğim.
Sonra da ailesini fakrü zarurete duçar edeceğim' dedi."
520. Yine Vehb b. Münebbih şunu anlatmıştır: "Allah lanet edesice
İblîs, bir seyyaha geldi ve onu azdırmak istedi. Bir türlü başaramadı. Bunun
üzerine ona: 'Ben, seninle dost olmak istiyorum' dedi. Seyyah: 'Benim senin
dostluğuna ihtiyacım yok' cevabını verdi. İblîs: 'Öyleyse, bana ne istersen
sor, sana haber vereyim' dedi. Seyyah: 'İnsanları ne ile fitneye düşürüyorsun?'
diye sordu. İblîs: 'İnsanların aceleci olanlarına bakar, çocukların topla oynadıkları
gibi onlarla oynarız' dedi."
521. Vehb b. Münebbih şunu nakletmiştir: "İsrailoğullarının
âlimlerinden birisi şöyle dermiş: 'Meyva toplayanın geride bıraktığı bir
yemiş, ekin biçenin ardında kalan bir başak gibi oldum.
522. Vehb b. Münebbih: "İsrâîloğulları içerisinde fâsık âlimler
türemişti. Siz de daha da çoğalacak" demiştir.
523. Akîl b. Müdrik es-Sülemî şöyle demiştir "Allah Teâlâ,
İsrâîloğullarınm peygamberlerinden birine şöyle vahyetmiştir: 'Kavmine söyle;
düşmanlarımın ne yemeğini yesinler ve ne de içeceğini içsinler. Kendilerini
onlara benzetmesinler de. Aksi takdirde, onlar da tıpkı düşmanlarım gibi, benim
hasmım olurlar."
524. Mâlik b. Dînâr şöyle demiştir: "İsrâîloğulları âlimlerinden
birisi, evine kadın ve erkekleri doldurur, onlara va'zu nasihat-ta bulunarak,
Allah'ın (âsi toplumları azaba duçar ettiği azametli) günlerini hatırlatarak
onları ikaz ederdi. Birgün, çocuklarından birisinin kadınlara kaş göz işareti
ettiğini farketti. Ve: 'Ağır ol evladım! Ağır ol evladım! ( yapma!)' dedi.
Sedirden düştü ve şah damarı koptu, karısı da çocuk düşürdü (yani sağlıklı bir
doğum yapamadı). Çocukları da ordudayken öldürüldü. Bunun üzerine Allah Teâlâ,
peygamberlerine vahyederek: 'Falanca âlime (şu sözümü) haber ver: 'Ben senin
neslinden ebediyyen sâdık birisini çıkarmayacağım. Yalnızca sana 'Ağır ol
evladım! Ağır ol evladım!' dediğin için bana olan bu kızgınlığın ne?...' dedi.[53]
525. Mâlik b. Dînâr, Tevrat'ta: "Kimin günahlarla haşir neşir olan bir
komşusu var da, onu bundan men etmiyorsa, günahında ona ortaktır?"
yazdığını söylemiştir.
526. Mâlik b. Enes şöyle demiştir: "Bana anlatıldığına göre,
Isrâîloğullarmdan bir grup, gündüzleri oruç tutarlarmış. Akşam olup ta,
sofralar kurulunca, sırayla içlerinden birisi kalkar: 'Çok yemeyin! Çok
içersiniz, sonuç olarak da çok uyursunuz' diye ikaz edermiş."
527. Vehb b. Münebbih, Ermiyâ'nın şöyle dediğini nakletmiş-tir: "Yâ
Rabbi! Kulun Davud'u seçtin ve o senin için bir mescid inşa etti. İşinde
gücünde yaşayıp duruyordu. Nihayet evlenecek çağa gelince taraftarlarından bir
grup ona musallat oldu ve ona: 'Şayet sana "güneşin bir lavı rüzgara
yüklendi, yarın azab olunacak" dense veya "gökyüzünün ne kadar
kapısı vardır?", "Allah'ın hazineleri ne kadardır?",
"Denizler ne kadar yerden kaynamaktadır?" denilse ya da "Deniz
sana gelip, karadan davacı olarak, 'Dalgalarım çoğaldı,kaynaklarım arttı,
karaya taşmak istiyorum' dese, kara da (buna mukabil) 'Ağaçlarım, dağlarım
çoğaldı, nehirlerim artıp, vahşi hayvanlarım bollaştı, ben de denizi istilâ
etmek istiyorum'" dese, hangi birisi için nasıl hüküm verirsin?'
dediler."[54]
528. Bişr b. el-Hâris şöyle demiştir: "Ahmed b. Hanbel, körüğe girdi
ve kıpkırmızı altın gibi çıktı." (Râvîlerden) Ali b. Haşrem diyor ki:
"Bişr'in bu sözü Ahmed b. Hanbel'in kulağına gittiği vakit, o:
'Yaptığımızla, Bişr*i razı eden Allah'a hamdolsun'" demiştir.
529. Muhammed b. Cahhâde, Lokman (as)'ın şu sözünü nak-letmiştir:
"İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o vakit hikmetli bir göz
bulunamayacak."
530. Süfyân, kendisine haber veren birisinden şunu naklet-mistir:
"Lokman el-Hakîm oğluna: 'Ey oğlum! Dünya derin bir denizdir. Orada pek
çok insan boğulmuştur. Gemin, Allah korkusu olsun. Geminin içi ise, Allah'a
iman olsun. Yelkenleri de, Allah'a tevekkül etmek olsun. Kurtulabileceğini
zannetmiyorum, ama belki kurtulursun' demiştir."
531. Hasan, Lokman (as)'m oğluna: "Yavrum! Kaya da taşıdım, demir de.
Fakat, kötü komşudan daha ağırım görmedim" dediğini haber vermiştir.
532. Ebû'l-Celed'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Hikmet'te şunu
okudum: 'Kimin gönlünde bir vaizi olursa, Allah tarafından bir koruyucusu olur.
Kim gönlünden insanlara insaflı davranırsa, Allah onun izzetini arttırır.
Allah'a itaatta zillet, ma'siyetle izzetten daha iyidir."'
533. Hâlid b. Yezîd b. Sabîh, babasından naklen şu rivayet etmiştir:
"Hikmetli bir sözde şöyle deniliyor: 'Ey Ademoğlu! Beriifrn rızâmı)
arıyorsan, iki şeyde bulabilirsin: bildiğin hayrı yaparsın, bildiğin fenalığı
da terkedersin."
534. Muhammed b. Vâsi', Lokman (as)'ın oğluna: "Yavrum! Kalbin kötü
olduğu halde, insanlara Allah'tan korkuyormuş gibi görünme" dediğini haber
vermiştir.
535. Avf, Lokman (as)'m oğluna: "Yavrum! Mü'minin iki kalbi vardır.
Birisiyle umar, diğeri ile korkar" dediğini nakletmiştir.
536. Abdullah b. Dînâr, Lokman (as)'ın oğluna şöyle tavsiye ettiğini haber
vermiştir: "Yavrum! Allahm karşısında, nefsini, mutlak O'na muhtaç bir
mertebeye indir. Fakat O'nun sana hiç ihtiyacı olmadığını bil. Yavrum!
İnsanların övgüsünü değil, kınamalarını yazan (hatırında tutan) birisi ol.
Kendisi sıkıntıda, fakat insanlar ondan rahat (ve emin) olan bir kişi
ol."
537. Serî b. Yahya, Lokman (as)'ın oğluna: "Yavrum! Hikmet,
miskinleri, kralların yerine oturtur" dediğini nakletmiştir.
538. Eyyûb, Ebû Kılâbe'nin kitabından şu haberi rivayet etmiştir:
"Lokman (as)'a: 'En âlim insan kimdir?' diye soruldu. O: 'İnsanların
bilgisiyle kendi ilmini artıran' dedi. 'En zengin insan kimdir?' diye soruldu.
O: 'Kendisine verilene razı olandır' cevabım verdi. 'İnsanların en hayırlısı
kimdir?' diye sorulunca da, 'Zengin olan mü'min' diye karşılık verdi. Oradakiler:
'Mal zenginliğini mi kastediyorsun?' deyince, 'Hayır, ilim zenginliğini
kasdediyorum. Eğer insanlar ilme muhtaç olurlarsa onu, onda bulabilirler. Yok
eğer ihtiyaçları olmaz, o, ilmiyle kendisini başkalarından müstağni kılar'
dedi."
539. Ebû'l-Hakem şöyle demiştir: "Lokman (as)'a: 'Sahibi olduğun
hikmet nedir?' diye soruldu. O: 'Kendi kendime yeterli olabildiğimi
(başkasına) sormam. Beni ilgilendirmeyen şeyi de üstüme vazife edinmem' diye
cevap verdi."
540. Rebf b. Enes, hikmetli bir
sözde: "İyi amel, sahibini tökezlediği vakit kaldırır" dendiğini
haber vermiştir.
541. Muaviye b. Kurra, Lokman (as)'ın oğluna: "Yavrum! Alla-hın sâlih
kulları ile beraber ol. Zira, onların güzel (amellerinden) hayır elde edersin.
Belki, onlara bir rahmet iner de, onlarla beraber sana da erişir. Yavrum! Kötü
kimselerle düşüp kalkma. Zira onlarla beraber olmaktan bir hayır kazanamazsın.
Başlarına bir musibet gelir de, onlarla beraber sana da isabet eder." diye
tavsiyede bulunduğunu nakletmiştir.
542. Ebû Habîb es-Sulemî, Hikmet'te şunu okuduğunu söylemiştir:
"Dilenci, konuşmasını tamamlayıncaya kadar sus. Sonra, onu rahmetle geri
çevir. Yetime karşı müşfik bir baba gibi ol. Zulme uğrayanlara da, yardım
elini uzat. Umulur ki böylece, Allah'ın arzında onun halîfesi olursun."
543. İbn Ebî Necîh, babasından Lokman (as)'m şu sözünü nakletmiştir:
"Sükût hikmettir. (Fakat) onu başaran da çok azdır."
544. Tâvûs, kendilerine -âmâ olan- Necîh'in şunu söylediğini nakletmiştir:
"Allah'tan korkan ve o haliyle konuşan bir kimse, Allah'tan korkan ve
fakat susan bir kimseden daha hayırlıdır."
545. Hişâna b. Urve, babasından Hikmet'te şöyle yazdığım naklediyor:
"Hâine, hıyanetinden dolayı hainlik etme, bu sana yeter."
546. Yezîd b. Meysere şöyle demiştir: "Allah teâlâ: 'Ey benim için
şehvetini terkeden, rızam için gençliğini tüketen genç! Benim katımda sen, bazı
meleklerim gibisin demiştir."
547. Katâde, "Tevrat'ta: 'Ey Âdemoğlu! Dilinle beni zikrediyorsun,
fakat, beni unutuyorsun! Bana duâ ediyor, fakat benden kaçıyorsun! Ben seni
rızıklandırıyorum, sen başkasına kulluk ediyorsun' diye yazılı" olduğunu
söylemiştir.[55]
548. Avf b. Abdullah, Lokman (as)'m oğluna şöyle dediğini nakletmiş tir:
'"(Yavrum!) Mekrinden emin olmayacak şekilde, Allah'a karşı ümid
içerisinde ol. Rahmetinden ümidini kesmeyecek şekilde ondan kork.' Oğlu:
'Babacığım! Buna nasıl güç yetirebilirim? Benim yalnızca birtek kalbim var'
dedi. Lokman (as): 'Mü'mi-nin iki kalbi vardır. Birisi ile umar, diğeri ile
korkar.'" cevabını verdi.
549. Basra âlimlerinden, Abdurrezzâk Ebû Osman, Lokman (as)'ın oğluna:
"Yavrum! Câhilin sevgisine rağbet etme; seni, kendi yaptıklarından hoşnud
oluyorsun zanneder. Hikmet sahibi kimsenin kızmasından dolayı da, küçüklük
duyma; sana iltifat etmez." diye tavsiyede bulunduğunu söylemiştir.[56]
550. Abdullah b. Dinar şunu haber vermiştir: "Lokman (as), bir
seferden dönüyordu. Yolda kendisini kölesi karşıladı. Lokman: 'Babam ne
âlemde?' diye sordu. Köle: 'Öldü!' cevabını verdi. Lokman: 'Elhamdülillah,
işime mâlik oldum' dedi. Sonra: 'Annem ne haldedir?' diye sordu. Köle, 'O da
'öldü!' diye karşılık verdi. Lokman^'Kederim gitti' dedi. Bu sefer 'Karım ne
âlemde?' diye sordu. Köle: 'O da öldü' diye cevap verdi. Lokman: Yatağını
yenile' dedi. 'Peki, kız kardeşim ne durumdadır?' diye sordu. Köle: 'O dahi
öldü' dedi. Lokman: 'Irzım korundu' dedi. *Ya kardeşim ne yapıyor?' deyince
köle: 'O da öldü' diye cevap verdi. (O zaman) Lokman: 'Sırtım koptu (dayanağım
gitti)' dedi."
551. Ubeydullah b. Ömer b. Abdulvehhâb b. Muhammed el-Mekkî, Lokman (as)'ın
oğluna: "Yavrum! Alim kimselerle beraber ol ve onlara yanaş. Zira, Allah
teâlâ, yağmurla toprağı canlandırdığı gibi, hikmet nuruyla da kalpleri
canlandırır" dediğini haber vermiştir.
552. Tu'me el-Ca'ferî şöyle demiştir: "Dâvûd (as), Allah'dan, insanlar
içerisinde kendisine (Davud'a) emsal olan zâtı göstermesini istedi. Allah
teâlâ, ona vahyederek: 'Falanca köye git. Orada, şöyle şöyle bir iş yapan, bir adam göreceksin. İşte o senin emsalindir' dedi. Bunun üzerine
Dâvûd (as), o köye gitti, adamı soruşturdu. Kendisine tarif ediverdiler. Baktı
ki, adam bir koruya gelip oradan kamışlar kesiyor, onları demet yapıp, sonra da
çarşıya götürerek orada 'Elimle kestiğim, sırtımla taşıdığım bu helâl (malı),
yine öyle bir şey karşılığında kim almak ister' diyordu."
553. Alâ b. Ziyâd, Enes b. Mâlik'e (ra) : "Allah, kıyamet gününde
insanları nasıl diriltecek?" diye sormuş. O da: "Onlar,
diriltildik-leri vakit gök, üzerlerinde sallanıyor olacak" demiş.
554. Râme b. Abd b. Enes şöyle demiştir: "Enes (ra) bir binit üzerinde
hacca gitti ve (yolculuğu boyunca asla) cimri davranmadı. Ve Resûlullah (as)'ın
da binit üzerinde hacca gittiğini, kendisinin de ona refakat ettiğini
söyledi."
555. Hasan Ebû Yûnus el-Kavî şöyle demiştir: "O [Enes (ra)] faziletli
bir insandı. Çok tavaf ederdi. Bir gün ve gecede ikiyüz tavaf ederdi."
556. Ebû'l-Cevzâ şöyle demiştir: "Resûlullah (sav): 'Siz Allah'ı o
kadar çok zikredin ki, münafıklar size, 'mürâîsiniz' desinler' demiştir. [57]
557. Râfî' b. Ebî Râfî1 et-Tâf den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Zâtü's-selâsil gazvesinde Ebû Bekir (ra) ile beraberdim. Üzerinde Fedek
işi bir elbise vardı. Binitine bindiği vakit onu üstüne alır, indiğimizde ise
ben ve o beraber kullanırdık."
558. Urfece es-Sülemfden Ebû Bekir'in (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Ağlayınız, şayet ağlayamazsanız, ağlar gibi yapınız."
559. Ebû İmrân el-Cevfî, Hz. Ebû Bekir'in (ra) "Mü'min bir kulun
yanında bir saç kılı olmayı isterdim" dediğini haber vermiştir.
560. Evsat b. Arar'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Resû-lullah'ın (as) vefatından bir yıl sonra Medine'ye geldim. Hz. Ebû
Bekir (ra) minberin üzerinde insanlara hitâb ediyordu. Şöyle dedi:
'(Hicretin)
ilk senesinde Resûlullah (sav) aramızda ayağa kalktı, hıçkırık üç sefer sesini
kesti, sonra şöyle dedi: 'Ey insanlar! Al-lah'dan, sizi başkalarından müstağni
kılmasını isteyin, zira hiç kimseye başkalarından müstağni kılmasından sonra,
yakın gibisi; küfürden sonra da şüpheden daha şiddetlisi verilmemiştir. Doğruluğa
sanlınız. Çünkü o, iyiliğe ulaştırır. Ve o ikisi (doğruluk ve iyilik) de
cennettedir. Yalandan da sakınınız. Çünkü o, fücura ulaştırır. O ikisi (yalan
ve fucür) de cehennemdedir.[58]
561. Zeyd b. Eşlem babasından şu rivayette bulunmuştur: "Ebû Bekir'i
(ra) dilini tutmuş bir vaziyette, İşte beni helake düşüren budur' derken
gördüm."
562. Zübeyir b. el-Avvâm'm kölesi Abdullah el-Yemenf den, şöyle dediği
rivayet edilmiştir: "Ebû Bekir (ra), Ölüm döşeğinde iken, Hz. Aişe şu
beyit ile misal getirmiştir:
'Ayıplarım
gencin ölümden korkmamasını, Bir gün ölüm gelip, göğsü sıkıştığında;
Bunun
üzerine Ebû Bekir (ra) 'Öyle değil ey Yavrum! Fakat ölüm sarhoşluğu bir gün
gerçekten gelir de, "İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın
şeydi, denir.'"[59] de/
Ebû Bekir (ra) devamla, 'Şu iki elbiseme bakın onları yıkayın ve beni onlara
kefenleyin; zira canlılar, yeniye ölüden daha çok muhtaçtır' dedi."
563. el-Hakem b. Hazn'in hadisinde Hz. Âişe'den (ra) şöyle dediği rivayet
edilmiştir: "Allah'a yemin olsun ki, Ebû Bekir geriye ne bir dînâr ve ne
de bir dirhem bırakmıştır..."
564. Ebû Bekir es-Sıddîk'in (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Müslüman, her vesileyle mükafatlandırılır. Öyle ki, başına gelen bir
sıkıntıdan, ayak bağının kopmasından tutun da kaybedip araya araya heybesinde
bulduğu eşyasına kadar, herşey onun mükafat-landırılmasına vesile olur."
565. Kays'tan şöyle dediği rivayet
edilmiştir: "Ebû Bekir (ra)'in bir kölesi vardı. Yiyeceğini getirdiği
vakit Ebû Bekir ona sormadan yiyeceğinden yemezdi. Şayet hoşlandığı bir şeyse
yer, yok eğer hoşlanmadığı bir şeyse yemezdi. Bir akşam unuttu ve sormadan
yedi. Daha sonra sordu. O da kendisinin hoşlanmadığı bir-şeyden olduğunu haber
verdi. Bunun üzerine elini (boğazına) soktu ve hiçbir şey bırakmayıncaya kadar
kustu."
566. Meymûn b. Mihrân'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ebû Bekir
(ra)'e kanatları çok (tüylü) bir karga getirildi de, o kargayı şöyle bir
çevirdikten sonra 'Avlanan her av, kopartılan her ağaç, ancak zayi edilen
tesbîh mukabilidir' dedi.Yani, insanı Allahı teşbihten ahkoyar."
567. Hz. Aişe'den (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hz. Ebû Bekir
Ölüm döşeğinde iken Aişe'ye 'Ben Ebû Bekir ailesinde şu deve ve bir de kılıç
ustası şu köleden başka mal bilmiyorum. Bu köle müslümanların kılıçlarını imal
eder, bize de hizmet ederdi. Ben öldüğüm vakit onu Ömer'e (ra) ver* dedi. Onu
Ömer'e gönderdiğim vakit, Ömer: 'Allah, Ebû Bekr'e rahmet etsin. Kendisinden
sonrakileri meşakkate sokmuş' dedi."
568. Ebû Bekir (ra)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ey Arap
topluluğu? Allah Teâlâ'nm bu işi (hâkimiyeti) sizin için tamamlayacağını
umuyorum. Öyle ki, içinizden" biri buğday ekmeğini isteyecek ve, ehlinden
canı hangi yağı istiyorsa, ekmeğe o yağın sürülmesini talep edecek."
569. Ismâîl b. Muhammed'den rivayet
edildiğine göre: "Ebû Bekir (ra) insanlar arasında taksimat yapmış ve
aralarını müsâvî kılmıştır. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) 'Ey Allah resulünün
halîfesi![60] Ashâb ile diğer insanları
müsâvî mi tutuyorsun?' demiş. Ebû Bekir (ra) de: 'Dünya ancak bir vâsıtadır.
Vâsıtanın en hayırlısı ise geniş olanıdır. Onların faziletleri ise ancak
mükafatlarmda-dır* demiştir."
570. Hasan'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hz, Ebû Bekir (ra)
can çekişirken, Selman (ra) yanına girmiş ve ona 'Ey Resûlul-lah'ın halîfesi!
Bana tavsiyede bulunur musun?' demişti. Bunun üzerine Ebû Bekir (ra) de; 'Azız
ve Celîl olan Allah, dünyayı (nimetlerini) önünüze serecek; ondan yalnızca
nasibinizi alın. Kim sabah namazını kılarsa, o Azîz ve Celîl olan Allah'ın
zimmetindedir. Allah Azze ve Celle'nin zimmetinde iken Onun ahdini bozma, (aksi
takdirde) Allah seni yüz üstü ateşe fırlatıp atar' demiştir."
571. İbn Ebî Müleyke'den, Hz. Aişe'nin (ra) şöyle dediği rivayet
edilmiştir: "Ebû Bekir'den başka yediği yemeği isteğiyle kusan birini
bilmiyorum. Çünkü ona bir yiyecek getirilmiş, o da yemişti. Sonra kendisine:
'Bunu İbn Numan getirdi' dedi. Bunun üzerine o da: 'Bana İbn Numan'm kehânetde
kazandığı)ini yedirdi-niz' dedi ve arkasından da kustu.[61]
572. İbn Ebî Müleyke'den, Hz. Âişe'nin (ra) şöyle dediği rivayet
edilmiştir: "Babam ölüm döşeğinde iken beni çağırdı ve 'Yavrum! Hayber
hurmalığını sana vermiştim, sen de (o vakit) onu almıştın, senden bana onu geri
vermeni arzu ediyorum' dedi. Bunun üzerine ağlamaya başladım, sonra da: 'Allah
seni bağışlasu babacığım! Allaha yemin olsun ki, Hayber'in hepsi altın olsa, on
yine de sana geri verirdim' dedim. O, 'Yavrum (Hayber'deki hu/ malık) Allanın
kitabına göre (miras olarak) taksim edilmektediı Ben Kureyş'in en (büyük)
tüccan ve en fazla mala sahip olanıydıc. Vaktâ ki, imamet işi beni meşgul
edince, maldan bana yetecek k; -darını almayı uygun gördüm. Yavrum! İşte şu yün
abâyem, süt kî> bı ve bir de köle. Öldüğüm vakit onu (köleyi.) derhal
İbnü'1-Hat-tâb'a gönder. Yavrum! Beni bu elbisemle kefenleyin' dedi. Ben de
ağladım ve 'Ey Babacığım! Biz buna (muhtaç) değiliz ki' dedim. O da 'Allah seni
mağfiret etsin, bu (elbise) ancak ölüm esnasındaki akıntı içindir' dedi. Öldüğü
vakit onları Ömer b. el-Hattâb'a götürdüm, o da: 'Allah babana rahmet etsin.
Dedikoduya mahal bırakmamak istemiş' dedi."
573. Abdullah b. Yezîd, es-Sunâbihfnin Hz. Ebû Bekir'den (ra)
şöyle
işittiğim söylüyor: "Allah (cc) indinde kardeş olanın kardeşine duası
müstecabtır."
574. Hz. Âişe'den (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ebû Bekir
(ra) öldüğünde, geriye ne dînâr ve ne de dirhem bırakmıştır. Ölmeden önce bütün
malını aldı ve Beytü'l-mâl'e bıraktı[62]
575. Abdullah b. Zübeyr babasından şunu rivayet etmiştir: "Ömer (ra)
minberdeyken, Ebû Bekir'i (ra) andı ve 'Şüphesiz Ebû Bekir ilk müslüman olan ve
(müsllimanlığını ) ilk açıklayan kimseydi' dedi."
576. Kays İbn Ebî Hâzini şöyle demiştir: "Bir zât, Hz. Hüseyin'in
oğlu Ali'ye (as) geldi ve 'Ebû Bekir ve Ömer'in (ra), Resûlul-lah'm yanındaki
yerleri neydi?' diye sordu. O da:'Şu anda mevkileri ne ise öyleydi' diye cevap
verdi."
577. Yahya b. Saîd, Kâsım'm şöyle dediğini rivayet eder: "İnsanlardan
öyleleri vardır ki, ayıpları zikredilmez (yani zikredilebi-lecek ayıpları
yoktur)
578. Şa'bî, İbn Abbâs'ın, İlk namaz kılan (müslüman olan) Ebû
Bekir'dir" dedikten sonra, Hassan b. Sâbit'in şu sözlerini misal
getirdiğini rivayet etmektedir:
"Güvenilir
bir dostun kederini anacak olursan, yaptıklarıyla, kardeşin Ebû Bekir'i
hatırla. Rasûlullah hariç, mahlûkâtm en hayırlı, en muttaki ve en
âdili,mes'ûliyetini en iyi yerine getiren o, (ikinin) ikincisi, meşhedi övülen
ve halk içerisinde Resûlullah'ı ilk tasdik edip Hakk'a eren yine o."
579. Zeyd b. Eşlem, babasından şu rivayette bulunmaktadır: "Ömer (ra)
Ebû Bekir'i (ra) eliyle tutmuş bir vaziyette dilini gösterirken görmüş ve 'Ey
Resûlullahm halîfesi! Ne yapıyorsun?' demiştir. Bunun üzerine Ebû Bekir de
(ra) 'Beni helake düşüren ancak budur' demiştir." [63]
580. Hasan (ra)'dan, Ebû Bekir'in (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Allaha yemin olsun ki, yenilen ve koparılan şu ağacın yerinde olmayı
isterdim"
581. Umeyr b. İshâk'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ebû Bekir
(ra) omuzlarında abaye olduğu halde görüldü. Bir adam dedi ki: -Bu sırada
(Kavilerden) İbn Avn eliyle, onu getir dercesine işaret etmiştir- 'Benden uzak
dur. Ne sen ve ne de İbnu'l-Hattâb eh-lim(e öldükten sonra mal bırakıp
bırakmama konusunda) fikrimi değiştirmeğe çalışmayın. (Yani beni onlara
birşeyler bırakmaya ik-naya kalkışmayın.)'"dedi.
582. Katâde'den duyduğuma göre, Ebû Bekir'in (ra) 'Kurtların yediği bir
yeşillik olmayı isterdim.' dediği rivayet edilmiştir.[64]
583. Hasan (ra)'dan, duyduğuma göre şu, Ebû Bekir (ra)'in yaptığı dualardan
bir tanesiymiş: "Allahım, senden benim için hayırlı olanı, sonu hayırlı
otanı isterim. Allahım! Bana en son vereceğin hayrı, senin rızan, ve naîm
cennetlerinin yüksek dereceleri kıl, Yâ Rabbi!"
584. Ebû Bekir b. Hafs'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bana
söylendiğine göre. Hz. Ebû Bekir (ra) yazları oruç tutar, kışın
tutmazmış..,"
585. Muâviye b. Ebî Süfyân'm şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Dünya,
Ebû Bekir'i istemedi, o da onu istemedi. (Dünya) İbnü'l-Hattâb'ı istedi, fakat
o onu istemedi."
586. Ebû's- Sefer'den söyle dediği rivayet edilmiştir: "Ebû Bekir
(ra) hastalanmış, bunun üzerine ziyaretine gelenler olmuştur. Kendisine 'Senin
için bir hekim çağırsak, nasıl olur?' demişler. O da: 'Hekim beni gördü'
demiştir: 'Sana ne dedi?' diye sormuşlar O da: 'Ben, dilediğimi yaparım'
cevabım vermiştir."
587. Hişâm'm babasından (Urve'den) rivayet ettiğine göre, Hz. Ebû Bekir
halîfe seçildiği vakit, bütün parasını pulunu, müslü-manlann Beytül-mâTine koymuş
ve: 'Bunlarla ticaret yapıyor. Kazanç elde ediyordum, velayeti üzerime aldığım
vakit beni ticaretten ve onu talep etmekten ahkoydular.'(Devlet idaresiyle
ilgilenmekten ticaret yapmaya vakit bulamamıştır) demiştir.
588. Ebû Damre, yani İbn Habîb[65] b. Suheyb
şu rivayette bulunmuştur: "Hz. Ebû Bekir'in bir oğlu ölmek üzereyken,
gözünün ucuyla yastığa bakıyordu. Ölünce Ebû Bekir'e 'Oğlunu gözünün ucuyla
yastığa bakarken gördük' dediler. Bunun üzerine yastığı kaldırdılar. Yastığın
altında beş veya altı dînâr buldular. Ebû Bekir ellerini birbirine vurarak şu
sözü tekrarlamaya başladı: 'Biz hepimiz Allaha âitiz ve mutlaka O'na döneceğiz.
Ey falan! Senin derinin onu kuşatacağım hiç sanmıyorum' dedi."
589. Ebû Damre'nin rivayetine göre, Hz. Ebû Bekir (ra) bir gün insanlara
hutbe irâd etmiş. Allah'a hamd ve senadan sonra 'Şüphesiz, Şam'ı
fethedeceksiniz, size yüksek yerler gelecek, öyle ki oraların ekmek ve yağından
istifâde edeceksiniz, oralara sizin için mescidler inşa edilecek. Allanın sizin
oralara boş şeyler için gittiğinizi bilmesinden sakının; oralar, ancak zikir
için bina edilmiştir' demiştir.
590. Sabit Hz. Ebû Bekir'in şu beyti
tekrarladığını bildirmiştir:
"Sen
ölüm haberlerini verir durursun da, sonunda bir gün sen de ölürsün.
Gencin
umudu tükenmez, ama ansızın o da ölür gider."
591. Cerîr b. Hâzim Hasan (ra)'ın şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Ömer b. el-Hattâb'm kapısında ileri gelen kimselerden Haris b. Hişam, Ebû
Süfyan b. Harb ve Kureyş'ten bir grup kimse ile, Bedir harbine iştirak eden
mevâlîden Suheyb ve Bilâl hazır bulundular. Hz. Ömer'in teşrifatçısı çıktı ve
mevâlîden olanlara izin vererek, diğerlerini (dışarıda) bıraktı. Bunun üzerine
Ebû Süfyân: 'Asla bugünkü gibi bir şey görmedim. Şu kölelere müsaade veriyor
da, bizi kapının dışında bırakıp, bize iltifat etmiyor' dedi. Akıllı bir adam
olan Süheyl b. Amr da dedi ki: 'Ey ahâli! Vallahi ben sizin yüzünüzdeki durumu
görüyorum, şayet kızacaksanız, kendinize kızın. Onlar da İslâm'a davet edildi,
siz de. Onlar derhal geldiler. Ama siz geciktiniz. Kıyamet gününde onlar
çağrılıp ta, siz terkedi-lince hâliniz ne olacak? Hayır, Allah'a yemin olsun ki, sizin farkında
olmadığınız faziletten onların elde ettikleri şey, bizim elde etmek için birbirimizle
yarış ettiğimiz şu kapıda kaybettiğinizden daha değerlidir' dedi. Elbisesini
silkeledi ve ayrılıp gitti." Hasan (ra) diyor ki: "Allaha yemin olsun
ki, Süheyl doğru söylemiştir. Allah, kendisine icabette çabuk olan kulunu,
ağır davranan kulu gibi kılmaz."
592. (Alî b. Zeyd b.) İbn Ced'ân'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Hz. Ömer (ra) bir zâtın 'Allahım
beni azınlıklardan kıl!' dediğini işitmiş ve ona 'Ey Allah'ın kulu, azınlıklar
nedir?' diye sormuştur. O da Allah, Teâlâ'nın, 'Onunla beraber ancak çok az kimse
iman etmiştir.[66] Kullarımdan pek azı
şükreder,[67] âyetlerini işitmedin mi?'
demiş ve daha başka âyetler de zikretmiştir. Bunun üzerine Ömer de: 'Herkes
Ömer'den daha fakih' demiştir."
593. Ahnef b. Kays'ın şöyle dediği haber verilmiştir: "Bizler, Hz.
Ömer'in yemeğini görürdük. O bir gün taze et, bir gün kurutulmuş et, birgün de
yağ yerdi."
594. Amr b. Meymûn'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Hz. Ömer (ra) bir
adamın 'Allahım! Sen kişi ile kalbi arasına girersin, benimle sana isyan olan
şeylerin arasına gir de, onlardan birşey irtikâb etmeyeyim' dediğim işitmiş ve
ona 'Allah sana rahmet etsin!' diyerek, hayrına dua etmiştir."
595. Ebû Hulde, Ebû'l-Âliye'nin şöyle dediğini söylüyor: "Hz. Ömer b.
el-Hattâb'm (ra) en çok, 'Allahım, bizi afiyette kıl ve bizi bağışla' dediğini
işitirdim."
596. Misver b. Mahreme'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir. "Hz. Ömer
bir mal getirmiş ve onu mescide koymuştu. (Bir gün) çıktı ve malı kontrol
etmeye, ona bakmaya başladı. Bu arada gözleri doldu ve bunun üzerine
Abdurrahman b. Avf: 'Ey mü'minlerin emîri! Sizi ağlatan nedir? Allah'a yemin
olsun ki, bu şükür beldele-rinden(fethedilen memleketlerden) gelmiştir' dedi.
Hz. Ömer: 'Bu var ya (bu), Allah'a yemin olsun ki, verildiği her toplumun
arasmf. düşmanlık ve buğz girmiştir' cevabını verdi."
597. Zeyd b. Eşlem, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Abdullah b. Erkam'm Ömer (ra)'e gelip şöyle dediğini gördüm: 'Ey
Mü'minlerin emîri! Yanımızda kap ile gümüş olmak üzere elde edilmiş meta' var.
Boş bir vaktiniz olduğu bir günde onlar hakkında bize ne emrederseniz
emretseniz...' Bunun üzerine Ömer (ra) 'Beni boş gördüğün vakit haber ver'
dedi. O da bir gün geldi ve 'Sizin bugün boş olduğunuzu görüyorum' diye
hatırlatınca Ömer (ra) 'Evet, bana falanca yere yaygı serin' dedi ve malın
yaygının üzerine dökülmesini emretti. Sonra da geldi, malın başında durdu ve
Allahım! Bu malı zikrettin ve
kadınlardan, oğullardan, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşten,
salma atlardan, sağmal hayvanlardan ve ekinlerden gelen zevklere düşkünlük ve
bağlılık insanlar için bezenip süslendi..'[68]
buyurdun.' dedi. -Ömer, âyeti sonuna kadar okudu- ve yine 'Böylece elinizden
çıkana üzülmeyesi-niz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız.[69]..
buyurdun' dedi. Arkasından da: Biz ancak bizim için süslendiğinle sevinmeye
güç yetirebiliyoruz. Allahım! Onu hak yolunda infak ederim ve onun şerrinden de
Sana sığınırım' dedi."
Râvî
diyor ki: "(Bu arada Abdullah b. Erkâm) kucağında Ab-durrahman b. Behiyye
isimli oğlu ile beraber geldi. Çocuk: 'Babacığım bana bir hatem verir
misin?" dedi. Babası hemen 'Hadi, annenin yanma git' sana sevîk (kavut)
içirsin,' dedi, (ve onu yolladı)." Râvî diyor ki: "Allaha yemin olsun
ki, ona hiçbir şey vermedi."
598. İbn Ced'ân'mn şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hz. Ömer (ra),
bir, kırbaç edinmişti. Hz. Osman (ra) (halîfe olduğu vakit), o daha kavi bir
kırbaç edindi."
599. İshâk b. Abdullah b. Ebî Talha, Enes b. Mâlik'in (ra) şöyle dediğini
rivayet etmiştir: "Bir gün Ömer b. el-Hattâb'ı işittim ve onunla beraber
çıktım. Nihayet o bir duvardan içeriye girdi, o duvarın içindeyken, -ki
aramızda duvar vardı-, onun şöyle dediğini duydum: 'Ömer! Mü'minlerin emîri!
Sakin ol! Sakin ol! Allah'a yemin olsun ki, ey İbnü'l-Hattâb, ya Allah'tan
gereği gibi korkarsın, yahut sana azâb eder."
600. Zührî'den rivayet edildiğine göre, Ömer b. el-Hattâb minberin
üzerinde insanlara hitab ederken şöyle demiştir: 'Şüphesiz Rabbimiz Allah'tır
deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner.[70].. Allah'a yemin olsun ki, Allaha itaatla
dosdoğru oldular da, sonra tilkinin kaypaklığı gibi, kaypaklık yapmadılar."[71]
601. Zeyd b. Eşlem, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir. "Hz.
Ömer'in bir tek atı vardı. Dedi ki: 'Ey Eşlem! Hergün bu ata ne kadar yem
veriyorsun?' Eşlem: 'Onaltı ntl arpa* cevabım verdi. Bunun üzerine Ömer: 'Bu
miktarı müslümanların Beytü'l-mâl'ma koysak da, atı da, Nakî'a (yalnız mücahit
atlarının yayıldığı Medine yakınlarındaki meraya) göndersek nasıl olur?' dedi
ve atı Nakî'a gönderdi, atın yemini de Beytü'l-mâl'e aktardı."
602. Asım b. Ömer b. el-Hattâb'dan (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Ömer'e (ra) bir miktar mal gönderildi. Onu kendisine götürdüğümde, ya
sabah veya öğle namazmdaydı, şöyle dedi: 'Emîr olmadan önce bu malın bana ancak
hakkını verdiğim zaman helâl olacağına kanaat ediyordum. Emîr olalı onu kendime
haram görmüyorum. Bir ay sana Beytü'l-mal'den aldığımı yedirdim. Daha da fazla
artırmak istemiyorum. Fakat, sana Medine yakınlarında yay-lamsı bir bölge avâlideki
mallarımın parasıyla yardımcı olmak istiyorum. Onları al ve kavminin
tüccarlarından biriyle, birşeyler satın alarak ortak ol,-ailenin geçimini
onunla sağla' dedi."
603. Sellâm'dan, Hasan'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hz. Ömer'e
(bir miktar) mal getirilmişti. (Bu durum) mü'minlerin annesi, Ömer'in kızı Hz.
Hafsa'mn (ra) kulağına gitti. Bunun üzerine dedi ki: 'Ey mü'minlerin emîri! Bu
malda yakınlarının hakkı vardır. (Zira) Allah Azze ve Celle bu maldan
yakınlara (verilmesini) vasiyet etmiştir.' Hz. Ömer, bu sözler üzerine şöyle
karşılık verdi: 'Yavrum! Yakınlarımın hakkı benim kendi malımdandır. Bu mal ise
müslümanların ihtiyacı içindir. Sen yakınlarına iyilik (yapmak isterken) babana
kötülük (yapıyorsun da farkında değilsin); hadi kalk git' dedi. O da kalktı.
Allah'a yemin olsun ki, (giderken) eteklerini sürüklüyordu."
604. Mâlik b. Enes, Zeyd b. Eslem'den, o da babasından şu rivayette
bulunmuştur: "Ömer b. el-Hattâb'a (ra) develer arasında kör bir devenin
bulunduğu söylendi, o da: 'Ehl-i Beyt'e verelim, ondan faydalansınlar,' dedi.
(Muhatabı); 'Ama deve kör' dedi. Ömer: 'O zaman deve sürüsüne katarlar' diye
cevap verdi. 'İyi ama , nasıl otlayacak?' dedim, Ömer: 'Bu deve cizye
gelirinden mi? Yoksa zekâttan mı geldi?' diye sordu. Ben de 'Cizye
gelirlerinden, dedim.
Ömer:
'Vallahi! Siz onu yemek istiyorsunuz/ dedi. Ben de 'Fakat onda cizye alâmeti
var' diye cevap verdim. Bunun üzerine Ömer devenin getirilmesini emretti ve onu
kesti. Yanında dokuz tane yemek kabı vardı. Ömer orada bulunan taze
meyvelerden onlara koyarak, Resulullah'm (sav) eşlerine (r.anhunne) gönderdi.
En son olarak Hafsa'ya gönderdi ki, şayet bir noksanlık olursa, bu Haf-sa'nın
payına düşmüş olsun diye. Aynı şekilde, bu sefer de devenin etinden o kaplara
koyarak, Resûlullah'ın (sav) eşlerine (r.anhunne) gönderdi. Geriye kalanı da
pişirterek, Ensâr ve Muhacirine ikram etti."
605. Yahya b. Ca'de'den Hz. Ömer'in (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
'Şayet üç şey olmamış olsaydı, Allah Teâlâ'ya kavuşmayı tercih ederdim. Eğer,
Allah için secdeye kapanıyor olmasaydım, meyvelerin en güzellerinin seçildiği
gibi, sözlerin en iyisinin seçildiği meclislere iştirak etmemiş olsaydım ve
eğer Allah yolunda yolculuğa, cihâda
çıkmamış olsaydım. (O'na mülâki olmayı tercih ederdim)"
606. Enes (ra)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hz. Ömer'in karnı
guruldamıştı -Remâde (kıtlık) senesinde kendisi zeytin yiyordu ve kendini
yağdan mahrum etmişti-, parmağıyla karnına dürte,-rek şöyle dedi: 'Gurulda
(bakalım), zira insanlar refaha kavuşuncaya kadar, yanımızda sana verecek
ondan başka birşey yok."
607. Câbir b. Abdullah (ra), Resûlullah'ın (sav) şöyle dediğini haber
vermiştir: "Cennete girdim, birden altından bir köşk gördüm. Hemen 'Bu
kimin?' diye sordum. Kureyşli bir adamın diye karşılık verdiler. Ey Hattaboğlu,
oraya girmeme, senin gayretin hakkındaki bilgimden başka bir şey mâni
olmadı...' Hz. Ömer : 'Sana karşı da kıskançlık yapar mıyım, ey Allahm
Resulü?"' dedi.[72]
608. Habîb b. Sahbân el-Kâhilî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Beyt'i tavaf ediyordum. Ömer (ra) de tavaf ediyordu. (Bu esnada) şundan
başka söz söylemiyordu: 'Rabbimiz! Bize dünyada da, âhirette de güzellikler ver
ve bizi cehennemin azabından koru.' Devamlı bu duayı tekrarlıyordu."
609. İbn Uyeyne (ra): "İlim, sana fayda vermese bile zararı da
dokunmaz" demiştir.
610. Mücâhid'den Hz. Ömer'in (ra) "Hayatımızın hayrım(tadını) sabırla
kazandık" dediği rivayet edilmiştir.
611. Hişâm babasından, Hz. Ömer'in bir hutbesinde şöyle dediğini rivayet
etmiştir: "Haberiniz olsun ki tama' ve ye's zenginliktir. Bir insan,
herhangi bir şeyden ümidini yitirdiği vakit, ondan müstağni olur."
612. Zeyd b. Eşlem, babasından, Hz. Ömer'in "(Bir insanı) medh (etmek)
(onu) boğazlamaktır" dediğini rivayet etmiştir.
613. Ömer b. el-Hattâb (ra):
"Övgü, âbidlerin ganimetleridir." demiştir.
614. Hasan'dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir: "(Bir gün) Hz. Ömer bir
çöplükten geçmiş ve orada bir müddet beklemiştir. Bu durum beraberindekilerin
ağırına gitmiş ve rahatsız olmuşlar. Bunun üzerine onlara dönüp İşte, hırsla
çabaladığınız dünyanız bu' demiştir.
615. Hasan'dan (ra) Hz. Ömer'in (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Yâ Rabbi! Amelimi sâlih kıl, onu yalnızca Senin için kıl ve hiç kimse
için onda bir (çıkar) şey kılma."
616. Ebû'l-Âliye şöyle demiştir: "Ömer b. el-Hattâb'dan en çok
duyduğum söz şuydu: 'Allahım! Bizi afiyette kıl ve bizi bağışla."[73]
617. Hişâm, babasından Eyleli bir zâtın kendisine şöyle dediğini rivayet
etmiştir: "Ömer (ra), Şam'a geldiği vakit temizleyip yamamam için
gömleğini bana yolladı. Alt kısmından bir kaç parça açılmıştı. Gömleği
temizledim, yamadım ve ona ketenden bir gömlek daha dikip, ikisini beraber
kendisine gönderdim. Gömlekler yanma getirilince Ömer (ra) keten gömleğe
eliyle dokunarak baktıktan sonra; 'Bu çok yumuşak' dedi ve onu atarak kendi
gömleğini aldı' sonra da 'Bu ter için daha iyi' dedi."
618. İbâye b. Rifâa, Hz Ömer'in (ra) şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Resûlullah'ın (ra), 'Komşusu olmaksızın kişinin karnını doyurması doğru
olmaz' dediğini işittim."
619. Osman b. Affân (rahmetullâhi aleyh) şöyle demiştir: "Ben Ömer b.
el-Hattâb (ra)'m ölmek üzereyken üç kere şöyle dediğine şahid oldum: 'Eğer
(Allah) beni bağışlamazsa, vah bana vah anama.' Daha sonra hiçbir söz
söylemeden ruhunu teslim etti.
620. Hazm İbn Ebî Hazm, Hasan b. Ebi'l-Hasan'ın şöyle dediğini rivayet
etmiştir: "Osman b. Ebî'l-Âs, (ölümünden sonra) Ömer b. el-Hattâb (ra)'ın
hanımlarından birisini taht-i nikahına almış ve 'Allah'a yemin ederim ki, bu
kadını ne mal ve ne de evlat endişesiyle nikahladım; yalnızca Hz. Ömer'in
geceleri ne (ibadet) yaptığını bana bildirmesi için nikahladım. Kendisine,
'Ömer gece nasıl namaz kılardı?' diye sordum. 'Ömer, yatsı namazım kılar, sonra
da bize, yanıbaşına su dolu bir kap koymamızı emir buyururdu. Bilâhare gece
yarısı bir vakitte kalkar, o suyla elini yüzünü yıkar (abdest alır), uyku
bastırıncaya kadar Allah (cc)'ı zikrederdi. Sonra da kalkacağı vakit gelinceye
kadar yatardı, dedi.'"
621. İsmâîl b. Muhammed b. Sa'd b. Ebî Vakkâs şöyle demiştir: "Ömer'e
Bahreyn'den misk ve anber getirildi. Bunun üzerine o: 'Keşke, şu kokuyu bana
güzelce tartıverecek bir kadın olsaydı da, ben onu müslümanlar arasında taksim
etseydim Bunu ne kadar isterdim' dedi. Hanımı, Âtike binti Zeyd b. Amr 'Ben güzel
tartarım, haydi getir de tartıvereyim' dedi. Ömer: 'Hayır, olmaz' dedi. Hanımı
'Niçin?' diye sordu. Ömer: -parmaklarıyla kendi yanaklarına sürerek- 'Korkarım
ki sen onu alır ve şöylece boynuna sürersin de, ben (bu yüzden) ondan
müslümanlardan daha fazla istifade etmiş olurum' dedi."
622. Ebû Nadra'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ömer (ra), Ebû
Mûsâ el-Eşârî'ye 'Rabbimize olan şevkimizi artır' dedi. O da Kur'ân okudu.
(Daha sonra) 'Haydi namaza' dediler. Bunun üzerine Ömer (ra): 'Bizler namazda
değil miyiz ki?' cevabını verdi."
623. A'meş, Mâlik b. el-Hâris'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ömer (ra): 'Herşeyde teenni ile hareket etmek hayırlıdır; ancak âhiret
işleri bundan müstesnadır' demiştir."
624. Haris b. Süveyd'den şöyle
dediği rivayet edilmiştir: "Kûfeli bir zât Ammâr'ı (ra) Ömer b.
el-Hattâb'a (ra) şikayet etti. Ömer ona
'Eğer yalan söylüyorsan, Allah senin malım ve evladını çoğaltsın ve seni
ayaklar altında kılsın' dedi."
625. İsmâîl b. Ümeyye'den rivayet edildiğine göre, Ömer (ra) 'Kuşkusuz
uzlette kötü dostumdan kurtulup rahata ermek vardır" demiştir.
626. Hasan'dan rivayet edildiğine
göre, Ömer b. el-Hattâb'a (ra) bal şerbeti getirmişler, o da tadına baktıktan
sonra su ile bal (karışımı) olduğunu görmüş ve "Bunun hesabını benden
uzaklaştırın" demiştir.
627. Hasan'dan rivayet edildiğine göre, Ömer b. el-Hattâb (ra), virdi
esnasında bir âyete rastlardı da, âyet ona bir darlık verir bunun üzerine
evine kapanırdı. Hasta olduğunu zannederek müslü-manlar ziyaretine gelirlerdi.
628. Alâ b. Abdülkerim bazı arkadaşlarından şu rivayette bulunmuştur:
"Hz. Ömer şöyle demiştir: 'İlmi öğrenin. İlim için hilm ve vakarı da
belleyin. Kendisinden ilim taleb ettiğiniz kimselere karşı mütevâzi olun ki
sizden ilim taleb edenler de size karşı mütevâzi olsunlar. (Sakın) zorba
âlimlerden olmayın. İlminiz cehaletinizle beraber kâim olamaz."
629. Avn b. Abdullah, Ömer'in (ra) "Çok tevbe edenlerle düşüp kalkın,
zira onlar kalbleri en yumuşak olan kimselerdir" dediğini rivayet
etmiştir.
630. İbn Ebî Hâlid'den rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer (ra)
"Kur'ân'ın hafızları, ilmin kaynakları olun. Günü gününe Allah'tan nzık
isteyin, çokça nzık verilmemesinin size bir zararı dokunmaz" demiştir.
631. Sabit b. el-Haccâc'dan rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer (ra) şöyle
demiştir: "Hesaba çekilmeden önce nefsinizi hesaba çekin. Tartılmadan
önce, nefsinizi tartın. Zira sizin hiç bir gizli tara-finızın kalmayacağı,
hesap için arz olunacağınız gün size hesap bakımından yarın en kolay gelen
şey, nefislerinizi en büyük arzolu-nuş için hesaba çekmeniz ve onun için
tartmanızdır."
632. İbn Ömer (ra)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ömer b.
el-Hattâb bana şunu vasiyet etti: 'Beni kabrime koyduğun vakit, yanağımı yere
koy, tâ ki yanağımla yer arasında hiçbir şey kalmasın.'"
633. Hasan'dan şu rivayet edilmiştir: "Bir grup, Ömer b. el-Hattâb'm
memurlarından birisine geldiler. O da mevâlîyi terkede-rek Arapları kolladı. Bu
durum Hz. Ömer'e (ra) ulaştığı vakit ona şövle yazdı: 'Mü'mine şer olarak
müslüman kardeşini küçük (hakir) görmesi yeter.'"
634. Zeyd b. Eşlem, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"İnsanlar kıtlığa duçar olmuştu. (Bu nedenle) yağ fiyatları hayli
yükselmişti. Ömer (ra) yağ yiyordu. Bu nedenle de karnı guruldar-dı. O da
'İstediğin kadar gurulda. Allah'a yemin olsun ki, insanlar yağ yemedikçe sen de
yemiyeceksin." Sonra 'Zeyt'i benim için hazırla' der, ben de pişirirdim,
sonra da onu yerdi."
635. Beşir b. Amr'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir. Hz. Ömer (ra), Şam'a
geldiği vakit, kendisine bir katır getirildi de, o da bindi, fakat hayvan onu
sarsınca geri indi ve 'Kahrolası bunu sana kim öğretti' dedi."
636. Abdullah b. îsâ şöyle demiştir: "Ömer b. el-Hattâb'm (ra)
yüzünde, ağlamaktan mütevellid iki siyah çizgi vardı."
637. Ebû Osman el-Hindfden şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Utbe b.
Ferkad, Azerbaycan'a geldiği vakit ona hurma tatlısı getirilmişti. İki büyük
kab isteyip içersine bu tatlıdan koyarak, bir deveye yükledi ve Ömer (ra)'e
gönderdi. Tatlılar gelince, Ömer tadına baktı ve onun tatlı olduğunu görünce
*Yolculuk sırasında bütün müslümanlar bundan yiyor mu?' diye sordu. Ben de
'Hayır* dedim. Bunun üzerine 'O zaman, istemem' dedi ve onları geri göndererek
şöyle de bir mektup yazdı: 'Yolculuğun esnasında, sen ne yiyorsan, müslümanlara
da ondan yedir. Aman Acemlerin kıyafetlerini giymekten sakın, ceddin Ma'd b.
Adnan'ın kıyafetini sakın terketme-yin.'"
638. Huzeyfe'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Döndüm baktım ki
insanların önlerinde çanaklar var, Ömer beni çağırdı. Ben de geldim. Bu sefer
bir somunla yağ istedi. Ben de ona: 'Beni ekmek ve et yemekten men ediyorsun
da, şuna mı (somun ve yağ yemeye) çağırıyorsun?' dedim. Ömer 'Ben, seni kendi
yiyeceğime davet ettim. Şu ise müslümanların yiyeceğidir5 dedi."
639. Ka'b'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bir gün Ömer b.
el-Hattâb'm (ra) yanmdayken bana şöyle dedi: 'Ey Ka'b! Bizi korkut!' Dedim ki:
'Ey mü'minlerin emîri! Sizde Allah'ın kitabı ve Resulünün hikmeti yok mu ki?'
Ömer 'Evet, var, fakat bizi korkut ey Ka'b!' dedi. Ben de 'Ey mü'minlerin
emîri! Öyle bir amel işle ki, kıyamet gününde yetmiş peygamberin ameliyle
mukayese ettiğinde onu hafif göresin' dedim. Ömer başını önüne doğru salladı
ve bir müddet başı eğik vaziyette kaldı. Sonra 'Biraz daha ey Ka'b, biraz daha'
dedi. Ben de: 'Ey mü'minlerin emîri! Şayet cehennemin doğusundan bir öküzün
burun deliği kadar yer açılsa, batıda da bir adam olsa, sıcaklığından akıp
gidecek kadar beyni kaynar' dedim."
Ka'b
diyor ki: 'Ömer (ra) başım salladı ve bir müddet başı eğik vaziyette bekledi,
sonra kendine geldi ve ('Korkumuzu) biraz daha artır ey Ka'b!' dedi. Ben de:
'Ey mü'minlerin emîri! Kıyamet gününde cehennem bir püskürür ki, ne bir
mukarreb melek ve ne de seçilmiş bir peygamber kalır, hepsi diz. üstü yere
çöker ve şöyle der: 'Yâ Rabbi! Nefsim, nefsim, başka değil, Senden yalnızca
nefsimi istiyorum.' (Ka'b diyor ki) Ömer bir müddet yine başım salladı, ben de
'Ey mü'minlerin emîri! bunu Allah'ın kitabında bulamıyor musunuz? diye
sordum.' O, 'Nasıl?' dedi. Ben de o Allah'ın, 'O gün herkes gelip kendi canını
kurtarmak için uğraşır ve herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir. Onlara
asla zulmedilmez'[74]
buyurduğunu söyledim, dedim."
640. Yezîd b. el-Esamm'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ömer b.
el-Hattâb (ra) bir zâtı: 'Estağfurullah ve etûbu ileyh' derken işitmiş ve
bunun üzerine ona 'Yazık sana, (bu duaya) kardeşini de (Duanın devamını
kasdediyor) ilâve et ve -fa'ğfir lî ve tub aley-ye de, demiştir.'"
641. Ebû Osman'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bana Ömer (ra)'i
Cemretu'l-Akabede (şeytan) taşlarken gören bir zât, bu esnada Ömer'in üzerinde
deriyle yamanmış bir zar bulunduğunu haber verdi."
642. A'meş'ten rivayet edildiğine göre Ömer (ra): "Allanın zikrine
sanlın, zira o şifadır. İnsanları anmaktan da kaçının, çünkü o
hastalıktır" demiştir.
643. Haccâc b. Şeddâd'ın rivayet
ettiğini göre, "Ebû Salih el-Gıfârî,[75] ona,
bir zâtın Ömer b. el- Hattâb'a (ra) gelerek 'Kavmim beni öne geçirdiler ve ben
de onlara namaz kıldırdım. Sonra da benden kendilerine birtakım kıssalar
anlatmamı istediler, ben de anlattım,' dediğini; bunun üzerine Ömer'in (ra):
'Onlara namaz kıldır, fakat hikâye anlatma' dediğini o zâtın, üç veya dört
sefer Ömer (ra)'e (aynı şeyi) tekrarladığını, Ömer (ra)'in de ona 'Hikâye anîatma
, zira ben senin kendini büyük görmenden, bu yüzden de Alla-hm seni
alçaltmasmdan korkuyorum' dediğini haber vermiştir.
644. Muâviye b. Hadîc'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Amr b.
el-Âs (ra) beni, İskenderiye'nin fethi sebebiyle Ömer b. el-Hattâb'a (ra)
gönderdi. Öğle vakti Medine'ye vardım, bineğimi mescidin kapısı önünde
bıraktım. Sonra mescide girdim. Birden Ömer (ra)'in evinden bir câriye çıktı ve
beni yolcu kıyafetimle gördü ve hemen geri döndü. (Hz. Ömer'e) İcabet
(buyurun) ey mü'minlerin emîri!' dedi, Ömer; 'Ey câriye! Yiyecek birşeyler var
mı?' dedi. Câriye ekmek ve beraberinde biraz da yağ getirdi. Ömer, '(Buyur)
ye!' dedi. Ben de sıkıla sıkıla yedim. Ömer *Ye! Ye! yolcu yiyecekten hoşlanır'
dedi. Sonra, 'Ey câriye! Hurma da var mı?' diye seslendi. Câriye, bana bir
tabak içersinde biraz da hurma getirdi. Ömer (ra) *YeP dedi. Ben de sıkıla
sıkıla onu da yedim. Sonra Ömer, 'Ey Muâviye, mescide geldiğin vakit kendi
kendine ne dedin?' diye sordu. Ben de 'Mü'minlerin emîri herhalde kaylûlede,
diye düşündüm' dedim. Ömer: 'Ne diyorsun sen? (veya ne kötü zannetmişsin),
şayet ben gündüz uyuyacak olursam, halkımı zayi ederim; ve eğer gece uyuyacak
olursam bu sefer de kendimi zayi ederim. Bu ikisi var iken, nasıl uyunur ey
Muâviye!' dedi."
645. Süfyan'm rivayet ettiğine göre Ömer (ra), Ebû Mûsâ el-Eşârî'ye şöyle
yazmıştır: "Kuşkusuz sen, dünyada zühdden daha üstün birşeyle âhiret
ameline nail olamazsın. Aman ha, (iyi) ahlâkla kötü ahlâkı birbirine
karıştırmaktan sakın."
646. Hasan'dan rivayet edildiğine göre, Ömer (ra) geceleyin, ihvanından
birisini hatırlar ve "Ne kadar da uzun gece!" derdi. Sabah namazını
kılar kılmaz, doğru ona gider, karşılaşınca da ona sarılır ve kucaklardı,
647. Ebû İshak'tan Hz. Ömer'in (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Benim için un elenmesin. Resûlullah'ı (as), elenmiş undan yerken
gördüm."
648. Ebû Ubeyd'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (as) zamanında Hz.
Ömer atını seğirtmiştir. Bu arada, abâyesinin altında dizi açıldı ve Necranlı
zât dizindeki beni görüverdi. Bunun üzerine "İşte kitabımızda bizi
memleketimizden çıkartacak bir zât olarak gördüğümüz budur" demiştir.
649. Hasan'dan rivayet edildiğine göre, (bir gün) Ömer (ra), oğlu Abdullah
b. Ömer'in yanma girmiş, bir de bakmış ki, yanında bir parça et var. Hemen ona:
"Bu et de neyin nesi?" demiş, o da "Canım çekti de",
cevabım vermiş. Ömer (ra) "Sen her canının çektiği şeyi yer misin? Kişiye
israf olarak her canının çektiğim yemesi yeter" demiştir.
650. Haneş Îbnu'l-Hâris'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ömer b. el-Hattâb
(ra) asla hiçbir yemeği kınamazdı. Bir gün kölelerinden Yerfâ veya Eşlem; 'Ona
öyle bir yemek yapacağım ki, bu sefer kınayacak' dedi. Ve ekşi bir süt hazırlayıp kendisine ikrair etti. Ömer (ra)
ondan biraz aldı ve yüzünü buruşturduktan sonr 'Allah Azze ve Celle'nin şu
rızkı ne kadar da güzel' dedi."
651. Hafs b. Gıyas, A'meş'in bazı arkadaşlarından şöyle b; rivayette
bulunmuştur: "Câbir b. Abdullah (ra) bir miktar et iıe Ömer'e (ra)
uğramış, o da 'Bu ne, ey Câbir?' diye sormuş. Câbir ds: 'Bu et, canım çekti de
satın aldım' cevabını vermiş; Ömer, 'Sen her canının çektiği şeyi satın alır
mısın? Şu âyette sözü edilenlerden olmaktan hiç korkmaz mısın: Dünyadaki
hayatınızda bütün güzel şeyleri harcadınız, onların zevkini sürdünüz...[76]
demiştir."
652. Ebû Mazin Ömer b. el-Hattâb (ra)'ı gördüğünü haber vermiş (ve şöyle
demiştir): "Kardeşim, el-Cârûd ile beraber öldürülmüştü. Biz de ölüleri
Ömer'e (ra) gönderdik. (O vakit) Ömer (ra)'in üzerinde yamalı bir gömlek
gördüm. Yamalan saydım baktım ki, tam oniki parçaydı."
653. Katâde'den rivayet edildiğne göre, bir Cuma günü Ömer (ra) gecikmiş,
bilâhare gelerek, geç kalmasından dolayı onlara özür beyan ederek şöyle
demiştir: "Beni ancak şu elbisenin yıkanması alıkoymuştur. O yıkanıyordu
ve benim ondan başka hiçbir elbisem yoktu."
654. Misver b. Mahrame'den şöyle rivayet edilmiştir: "Misver ve Ibn
Abbâs, Ömer b. el-Hattâb'm (ra) yanma girmişler ve 'Güneş doğarken namaz mı
(kılıyorsun) ey mü'minlerin emîri?' demişler. O da 'Evet namazı terkedenin
İslâm'da hiçbir nasibi yoktur1 cevabını vermiş ve yarasından kan akarken namazı
kılmıştır."
655. Ebû Osman en-Nehdf den rivayet edildiğine göre, Ömer b. el-Hattâb
(ra), Utbe b. Ferkad'in üzerinde yenleri (kolağızları) uzun bir gömlek görmüş
ve parmaklarının kenarından yeni kesmek için bir makas istemiş. Utbe, "Ey
müzminlerin emîri! Ben yenimin kesilmesinden utanırım, ben kendim keserim
demiş; bunun üzerine Ömer de (ra) onu bırakmıştır."
656. Hasan'dan rivayet edildiğine
göre, Ömer b. el-Hattâb halîfe olduğu halde üzerinde on iki yaması olan bir
gömlekle insanlara hutbe irâd etmiştir.
657. Semmâk el-Hanefî, İbn Abbâs'dan (ra) şöyle duyduğunu rivayet eder:
"İbn Abbâs diyor ki: 'Ömer b. el-Hattâb'a: 'Allah senin elinle pek çok
yerleri şehir yaptı. Senin elinle pek çok yerleri fethetti: şunu, şunu yaptı'
dedim. Ömer (ra): 'Ne bir günahım ve ne de bir sevabım olmadan kurtulmayı
istiyorum, (o kadar)' dedi."
658. Mus'ab b. Sa'd'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hafsa binti
Örner (ra) (babasına): 'Ey mü'minlerin emîri! Ne var, bu elbiseden daha
yumuşak bir elbise giy sen, yediklerinden daha güzel yemekler yesen... Allah
Teâlâ geniş geniş rızık vermiş, pek çok hayır (ihsan) etmiştir' dedi. Ömer
(ra): 'Ben seni kendi nefsine bırakacağım. Hatırlamıyor musun, Resûlullah
(as)'m ne şiddetli geçim sıkıntısıyla karşı karşıya geldiğini' dedi. Hafsâ'yı
ağlatıncaya kadar hatırlatmaya devam etti. Ve ona dedi ki: 'Bunu sana söylemekten
(maksadım şu), Allah'a yemin olsun ki, ben şayet güç yetirebi-lirsem, onlara
çetin geçimlerinde ortak olacağım; belki (bu sayede) o ikisinin (Resûlullah
(sav) ve Ebû Bekr (ra) (âhiretteki) rahat geçimlerine kavuşurum.'"[77]
659. Amr b. Dînâr, Ebân b. Osman'ın şöyle dediğini haber vermektedir:
"Osman b. Affân (ra), saldırıya uğradığı vakit, Ömer b. el-Hattâb'ın (ra)
yanına vardım, onu toprağın üzerinde yatarken gördüm. Kaldırmak istediğimde,
bana 'Beni bırak. Eğer (Allah) beni bağışlamazsa, yazık bana, yazık anama!
Şayet (Allah) beni bağışlamazsa yazık bana, yazık anamaî'dedi."
660. Mücâhid'den rivayet edildiğine göre Ömer (ra) Şam'a geldiği vakit
Dehkân hem onun için ve hem de arkadaşları için yiyecek hazırlamış, sonra da
gelip onları davet etmiştir. Bunun üzerine Ömer insanlara/Sizden kim isterse
icabet edebilir' dedikten sonra Dehkân'a dönerek, 'Bana iki ekmek ve yemeğinden
de bir çeşit gönder' demiştir. Dehkân (dediğini) yapmış ve yiyeceği
getirmiş-tir.Dehkân diyor ki: 'Geldiğimde Ömer (ra) ba'r ve katran ile devesini
tımar ediyordu. Elini toprağa buladı ve silkeledikten sonra da yemeği yedi."
661. Ömer'den (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Gökyüzünün
Deyyân'ı (Hâkimi) ile karşılaştıkları günde, Tazıklar olsun o, yeryüzünün
Deyyân (hâkim)'lerine: ancak adaletle önderlik edenler, hak ile hükmedenler,
ne bir korku, ne rağbet, ne bir yakınlık için ve ne de hevâsı ile
hükmetmeyenler, Allah'ın kitabını gözleri önünde ayna edinenler, (onu rehber
edinenler) bundan müstesna' denilecek."
662. Ömer b. el-Hattâb'dan (ra) rivayet edildiğine göre o: aŞüp-
hesiz
din, gecenin sonunda yapılan birtakım amellerden ibaret değildir. Din, ancak
verâ iledir" buyurmuştur.
663. Halef b. Havşeb'den rivayet edildiğine göre, Ömer (ra) şöyle demiştir:
"Şu duruma bîr baktım da, dünyayı istesem âhirete zarar veriyorum, âhireti
istesem bu sefer de dünyaya zarar veriyorum. Öurum böyle olduğu zaman ise,
fâniye zarar veriyorlar."
664. Abdullah (yani) İbn Yezîd b. es-Sâib'ten şöyle dediği rivayet
edilmiştir: "Ömer b. el-Hattâb (ra), bir hayvana binmiş, bakmış ki
dışkısında arpa var. Şöyle demiş: 'Müslümanlar zayıflıktan ölürlerken, sen
bunu yiyorsun (ha)! İnsanlar iyi güne kavuşuncaya kadar asla sana
binmeyeceğim"
665. Osman (ra)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Her amel
sahibine, Allah amelinin cevabım verir."
666. Hasan'dan rivayet edildiğine göre o,
Osman (ra)'ın hayasından bahsetmiş ve şöyle demiştir: "Şayet o,
kapıları kapalı bir vaziyette iken evde olsa, yıkanmak için elbiselerini
tamamen çıkartmaz. Hayası belini doğrultmasına mâni olur."
667. Humeyd b. Nuaym'dan rivayet edildiğine göre, Ömer ve Osman (ra)
beraber bir yemeğe davet edilmişler. Yemekten çıkıp giderlerken Hz. Osman, Hz.
Ömer'e "Bir yemek gördük ki, keşke görmeseydik" dedi. Hz. Ömer
"Niçin?" dediğinde, Osman (ra): "Korkarım ki, bu yemek böbürlenmek
maksadıyla yapılmıştır" cevabını vermiş.
668. Zübeyr b. Abdullah, dedesinin[78]
kendisine şöyle dediğini rivayet ediyor: "Allah ona rahmet etsin, Osman b.
Affân, geceleyin hâne halkından hiç kimseyi uyandırmazdı. Ancak, uyanık olarak
görmesi halinde çağırır ve abdest suyunu döktürürdü. Bütün günlerini ise
oruçlu geçirirdi."
669. Hasan'dan Resûlullah'm (sav)
şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Nefsim elinde olan (Allah'a) yemin
olsun ki, benim beytimden olmayan bir adamın şefaatiyle, cehennemden Rabıa ve
Mudar kabilesi sayısından daha fazla insan çıkacaktır[79]-
Hasan diyor ki: İnsanlar bu zâtın Osman b. Affân yahut Üveys el-Karânî olduğu
görüşünde idiler."
670. el-Hemedânî,-Allah'ın
rahmeti üzerine olsun- Hz. Osman'ı halîfe olduğu halde
arkasına kölesini de bindirdiği bir halde katır üzerinde iken gördüğünü haber
vermiştir.
671. İbn Sîrîn'den rivayet edildiğine göre, Hz. Osman'ın hanımı, Osman
öldürüldüğü vakit şöyle demiştir: "Siz onu öldürdünüz, halbuki o, bir
rek'atta Kur'ân'ı hatmederek geceleri ihya ederdi."
672. el-Hemedânî'nin bir hadisinde şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Mü'minlerin emîri olduğu halde, Osman b. Affân'ı (ra) bir yaygı
içerisinde, yanında hiç kimse bulunmadan, uyurken gördüm."
673. Yûnus b. Ubeyd'den şöyle
rivayet edilmiştir: "Hasan'a mescidde uyuyanların durumu soruldu. O da:
'Osman b. Affân (ra)'ı mescidde uyurken gördüm,[80] ki o
vakit halîfe idi. Kalktığı vakit böğründe taş izleri belirmekteydi. Ve şöyle
dedi: İşte mü'minle-rin emîri, işte mü'minlerin emîri bu.'"
674. Abdullah b. er-Rûmî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Osman
(ra), gece kalktığı vakit abdest suyunu kendi alırdı da, eşi: 'Hizmetçilerine
suyunu vermelerini emretsen ya!' derdi. Hz. Osman da 'Hayır, uyku onların
istirahatleri için haklarıdır' derdi."
675. Amra binti Kays el-Adeviyye'den rivayet edildiğine göre o, şöyle
demiştir: "Hz. Osman'ın öldürüldüğü sene, Hz. Âişe ile beraber Mekke'ye
gittik. Medine'ye uğradığımızda Osman'ın (ra) öldürüldüğü sırada okuduğu
mushafı gördük. Kanının ilk damlası şu âyet-i kerimenin üzerine akmıştır:
Onlara karşı Allah sana yeter. O, işitendir, bilendir.[81] Amra
'(Onu Öldürenlerden) hiçbiri doğrudur üst ölmedi* diyor."
676. Ebû Salih'ten,"-Allah Osman'a (ra) rahmet etsin- cürmü katlini
icâb ettirecek kadar değildi" dediği rivayet edilmiştir.
677. Ebû Hûreyre'den (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hz. Osman
evinde kırk gün muhasara altında tutuldu. Bana kendisini sahur vakti
uyandırmamı söyledi. Seher vakti olunca geldim ve 'Ey Mü'minlerin emıri, Allah
sana rahmet etsin, sahur oldu' dedim. Bunun üzerine yüzünü meshederek şöyle
dedi: 'Sübhânallah! Yâ Ebâ Hureyre! Rüyamı kestin. Allanın Peygamberini
görüyordum. O bana 'Yarın bizimle iftar edeceksin' dedi[82]
ve (ertesi gün) öldürüldü."
678. Süfyân b. Uyeyne'den (ra) Osman'ın (ra) 'Şayet kalbleri-niz
temizlenmiş olsaydı, Allah'ın (cc) kelâmına doymazdınız" dediği rivayet
edilmiştir.
679. (Yine) Süfyân b. Uyeyne'den Osman'ın (ra) "Allah'a bakmadan,
yani Kur'ân okumadan bir gün veya gece geçirmekten asla hoşlanmam" dediği
rivayet edilmiştir.
680. Mutarrif den (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ali (as) ile
karşılaştım. Bana 'Ey Abdullah, seni bizden alıkoyan nedir?' diye sordu. Ben
'Osman'ı seviyorum. Bunu şimdi söyledim. Zira o bizim en çok akrabayı gözetenimiz
ve Allah'tan en fazla korkanımız-dı' dedi."
681. Hâlid er-Rib'îy şöyle demiştir: "Ben kitaplarda Osman b. Affân'm
kıyamet gününde: "Yâ Rabbi! Beni selâmette kıl, zira beni mü'min kulların
öldürdüler' diyeceğini görüyorum."
682. Şürahbîl b. Müslim'den, Osman
b. Affân'ın (ra) halka imaretten yemek verdiği, kendisinin ise evine gidip
sirke ve zeyt yediği rivayet edilmiştir.
683. Hz. Osman'ın mevlası Hâni'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Osman (ra), herhangi bir kabrin başında durduğu zaman, sakalları
ıslanmcaya kadar ağlardı. 'Kendisine cenneti hatırlıyorsun ağlamıyorsun da,
bundan niye ağlıyorsun?' denilirdi. O da Re-sûlullah (sav): 'Kabir âhiret
duraklarından birincisidir. Onda kurtuluşa erene sonrası çok daha kolay
olacaktır. Ama onda kurtuluşa eremeyene daha sonrası çok daha ağır olacaktır.[83]
buyurmuştur," cevabını verirdi.
684. (Hz. Osman) diyor ki: "Resûlullah (as), '(Âhiret duraklarından)
gördüğüm en çetin durak kabirdir' derdi. Allah Resulü bir cenazeyi defnettikten
sonra, başında durur ve Kardeşiniz için mağfiret dileyin, sebat talep edin;
zira o, şimdi sorguya çekiliyor[84]
derdi."
685. Abdullah er-Rûmî'den Hz. Osman'ın şöyle dediğini duyduğu rivayet
edilmiştir: "Şayet ben cennetle cehennemin arasında olsam ve benim
hangisine götürülmemin emredileceğini bilmesem, hangisine gideceğimi öğrenmeden
kül olmayı yeğlerdim."
686. Abdullah b. Zübeyr (ra)'den şu rivayet edilmiştir: "Hz. Osman'a
(ra) evi muhasara edildiği gün, 'Allah'a yemin olsun ki, Cenâb-ı Hak sana
onlarla savaşmayı helal kılmıştır' dedim. Bunun üzerine o, 'Hayır, vallahi
onlarla ebediyen savaşmam' dedi. Evi bastılar ve oruçlu bir haldeyken onu
öldürdüler. Osman (ra), Abdullah b. Zübeyr'i emîr tayin etti ve 'Kim bana
itaat ediyorsa, Abdullah b. Zübeyr'e de itaat etsin' dedi."
687. Zübeyir b. Abdullah, Züheyye
isimli ninesinden şu rivayette bulunmuştur: "Osman (ra) gündüzleri oruçla
geceleri de ibadetle geçirirdi. Yalnız gecenin evvelinde hafif uyurdu."
688. Ebû Osman'dan rivayet edildiğine göre,
Muğire b. Şu'be'nin oğlu, düğününde Emîru'l-mü'minîn Osman'ı (ra) (yemek
ziyafetine) davet etmiş. O da gittiği vakit, "Ben oruçluyum, fakat davete
icabet etmek ve hayır duada bulunmak için geldim" demiş.
689. Süleyman b. Musa'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hz. Osman
b. Affân çirkin bir iş işlemekte olan bir güruhun yanına çağırıldı. O da
kalktı gitti. Onların dağıldıklarını, fakat ortalıkta hoş olmayan şeyler
olduğunu gördü. Bunun üzerine onlarla karşılaşmadığı için Allaha hamdetti ve
bir köle azad etti."
[1] Lokman sûresi, 12.
[2] Ibn Mübarek ez-Zühd,s. 372.
[3] Hûd sûresi3ll/46
[4] Ithâ,fu's-sâdeü'l-muttakî?ı 8/342. Mecma'z-zevâid
4/219. Edebu'l-mufred no. 548.
[5] Buradaki 'ridâ'
örtü manasınadır .Allah bu gibi şeylerden münezzehtir .Metinde böyle bir
temsille belirtilmek istenen husus ise yüceliğin sadece Allaha mahsus olduğudur.
[6] Hûd sûresi,16/36.
[7] bkz.No:281.
[8] Tâberânî, Kebîr 3/143.
[9] Müsned 5/427. Tirmîzi 2396. îbn Mâce 4031.
et-Tergtb4/283. Musannefu Ab-durrezzak 20311.
[10] Dârimî 2/320. el-Hılye S/212. Şerhu's-sünne 5/246.
[11] ed-Durrul-mensür 2/269. Keşfu'l-hafâ 1/411
[12] Ibnu'l-Mübarek, ez-Zühd s.121
[13] Ibnu'l-Mubârek, ez~Zühd s. 41.
[14] Ibnu'l-Mubârek, ez-Zühd , s. 223 bkz. No 433.
[15] Ibnu'l-Mubârek, ez-Zühd s. 49.
[16] İbnu'l-Mubârek ez-Zühd s.78.
[17] Metinde Kur'ân
olarak tasrîh edilmiştir. Ancak bir Önceki rivayette kitap denilmektedir.
Bununla Tevrat veya İncîl'in kasdedilmesi
mümkündür.
[18] Adı Mekhûl b. Ebû Müslim Sihrab b. Şâzil'dir. Künyesi
Ebû Abdullah'tır. Yaşadığı asırda Şamlıların fakîhi ve hadis
hâfızlarındandı. Aslen Fârisîdir.
Zührî: "Döneminde verdiği fetvalarda ondan daha basiretli olanı
yoktur" diyor. H. 112/M.730'da ölmüştür. (Bu açıklama kitabın birinci
baskısının dipnotunda mevcuttur— mütercimler.)
[19] Bu ve bunun gibi haberler, dünya ve âhiret dengesine
işaret eden nasslar ışığında değerlendirmeye tabî tutulmalıdırlar (mtrc.)
[20] Tâhâ sûresi, 20/18
[21] Tâhâ sûresi, 20/21
[22] Şuarâ Sûresi, 26, 18.
[23] Ka'b b. Mâti b. Zîhecin el-Hımyerî, tâbiûndan olup,
Cahiliyye devrinde, Ye-men'de Yahudilerin önde gelen ilim adamlarından idi. Hz.
Ebû Bekir zamanında İslâmı kabul etmiş, Hz. Ömer devrinde Medine'ye gelmiştir.
Sahabe ve başkaları geçmiş ümmetlerin haberlerine dair rivayetleri kendisinden
almışlardır, O da sahabeden Kur'ân ve Sünnet bilgisini almıştır, H. 32 m.
652'de Hımıs'ta ölmüştür.
[24] Ibnu'l-Mübârek, ez-Zühd s.166.
[25] Sebe'34/13.
[26] İbnu'l-Mübarek, ez-Zühd, s. 164.
[27] Kitabın orjinalinde 364 olarak geçiyor.
[28] age.s. 163.
[29] İbnü'l Mübarek ez-Zühd s.123.
[30] Sâd sûresi 38/21.
[31] Sâd sûresi 38/22.
[32] Muhammed b. Osman b. Müsebbih eş-Şeybânî Ebû
Bekir'dir. Ca'd diye bilinmektedir. Arab dili ve Kıraat âlimidir. Bağdatlıdır.
Eser lerinden bazıları: Hukûku'l-lnsân, en-Nâsih ve'l-mensûh, Ma'âni'l-Kur'ân,
el-Müzekker ue'l-müen-nes v. lt.288 b 901 de vefat etmiştir. [Kitabın birinci
baskısından mütercimler]
[33] Sâd sûresi 38/23.
[34] Sâd sûresi 38/24.
[35] Müslim, imân 267; Fadâil 165; Nesâî, Kıyamül-leyl bâb
15; Müsned 3/120
[36] İbnü'l-Mûbârek, ez-Zühd 71,72.
[37] et-Terğîb
1/580.
[38] îhyâ 3/226; 4/229; İthâfü's-sâdeti'l-müttekîn 8/ 145,
219; 9/359.
[39] Hûd sûresi 17/75.
[40] Enbiyâ sûresi 21, 69.
[41] Buhârî 4/169, 204; Fethu'l-bârî 11/384; Nesâî, Cenâiz
bab 118; Tirmîzî 2423
[42] Enbiyâ sûresi 21, 69.
[43] ed-Dürrü'l-mensûr 4/22.
[44] Lokman 31/13.
[45] İmam Mâlik b. Enes, Ebû Abdullah, Ehl-i sünnete göre
dört imamdan biri. Mâ-likîler ona mensûbdur. h.93/m.713 de Medine'de doğmuştur.
Muvatta'i kaleme almıştır. VaY ile ilgili bir risalesi 'Nucûm'a Dâir bir kitabı
ve 'Tefsîru garîbi'l-Kur'ân'ı vardır. 'Mesâil'e Dâir bir kitabı, 'er-Reddu
ale'l Kaderiyye' isimli bir risalesi
vardır, h. 179/m. 795)'da vefat etmiştir.
[46] Cenâb-ı Hak hakkında böyle bir tasavvur saçma ve
merduddur. (mütercimler)
[47] Kiminle olduğu metinde tasrih edilmemiştir.Ancak bu
Eyyûb'un (as) oğlu olması muhtemeldir/mütercimler)
[48] Sâd,38/44.
[49] Al-i Imrân sûresi,3/39.
[50] Meryem sûresi, 19/12.
[51] Ibn Mübarek, ez-Zühd.
[52] Fethu'l-bârî, 11/134. îbn Hacer bu haberi, İbn
Ömer'den gelen iyi bir senedle Taberânf nin de rivayet ettiğini söylemiştir.
[53] Haberde mantıkî tutarsızlıklar olduğu görülmektedir
[mütercim]
[54] Rivayetten, Dâvûd (as)'u ta'eîz etmek maksadıyla bu
soruların kendisine yöneltildiği anlaşılıyor [mütercim].
[55] Ibmrl-Mubarek, ez-Zühd, s.69.
[56] İbnu'l-Mubarek, ez-Zühd, s.484.
[57] Mecmau'z-zevâid, 10/76; Ibnu'l-Mubarek, ez-Zühd,
s.362.
[58] Mecmau'z-zevâid, 10/173. imam Ahmed 1/8.
[59] Kâf sûresi, 50/19.
[60] Burada Muzâfun ileyh düşmüştür. Muhtemelen bu
"Resûlullah" veya benzeri bir lafizdır. {Yani, Resûlullahm ashabı...
ilâ ahir... şeklindedir.)
[61] bkz. No: 565.
[62] bkz. No: 563.
[63] No: 561'de geçti.
[64] İbnü'l-Mübârek, ez-Zühd. s. 81
[65] et-Tekzîb'de, Damre b. Habîb Ebû Utbe şeklindedir.
Utbe ondan rivayette bulunmuştur. Hiiye'de ise şöyledir: "Haddesenâ Ebû
Damre Habîb b. Damre" şeklindedir.
[66] Hûd sûresi, 40.
[67] Sebe sûresi, 13.
[68] Al-i Imrân sûresi, 3)14.
[69] Âl-i İmrân sûresi, 3/14.2. Hadîd sûresi, 57/23.
[70] Fussilet sûresi, 41/90
[71] İbnü'l-Mübârek, ez-Zühd, s. 110
[72] Buhârî, 9/50. Fethu'l-bârî, 2/419. Tirmizî 3688.
Hilyetu'l-evliyâ, 7/259.
[73] bkz. s.595
[74] Nahl sûresi, 26/111.
[75] İsmi: Saîd b. Abdurrahman'dır.
[76] Ahkâfsûresi,46/20.
[77] Ibnul'-Mübarek ez-Zühd s.201.
[78] Dedesi Ebû Hâlid, Osman b. Afî&n'm kölesidir.
[79] İbn Mâce, ez-Zühd 37; Tirmizî, Kıyâme 12; Dârimî
er-Rikâk 87; Müsned-i Ah-med 3/63, 469, 470, 5/257,
261,
267, 323, 366.
[80] "Gördüm" ziyadesi buraya( Ebû Nuaym'm
Hılye'sinden alınmıştır.)
[81] Bakara sûresi, 2/137.
[82] Benzeri bir rivayet Hz. Osman'ın eşi Naile binti
el-Farâfisa'dan (r.anhumâ) yapılmıştır. Müsned 1/73. et-
Tabakâtu'l-kübrâ 3/1/52.
[83] Müsned-i Ahmed 1/63 Müstedrek 4/331; et-Tergîb
ve't-terhîb 4/361; Târîhu'l-Buhârî 8/229; Keşfu'l-hafâ ve Muzîlu'l-elbâs 2/136.
[84] Müstedrek 1/370; İhnü's-Snnnî/ı.melu'1-yeum ve'l-leyle
578; Şerhu's-sünne 5/418; Ebû Dâvûd, K. Cenâiz, bâb 73 (Eâbu'l-istiğfâr
'indel- kabr li'1-meyyit) senedi
hasendir. İmam Nevevî el-Ezkâr'mda hasen olduğunu belirtmiştir (147).
Şerhu's-sünne' nin dipnotunda bu şekilde kaydedilmiştir.