Ebul-Âliye'nin Zühdü İle İlgili Haberler. 1

Muverrik El-'Icli’nin Zühdü İle İlgili Haberler. 3

Muhammed B. Sîrîn'in Zühdü İle İlgili Haberler. 3

Rebî’ B. Haysem'in Zühdü İle İlgili Haberler. 22

 

 

 

 

 

 

 

 

Ebul-Âliye'nin Zühdü İle İlgili Haberler

 

1746. Câ'fer, Ebû'l-Âliye'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Bir zaman gelecek, insanların göğüsleri Kur'ân okuya okuya parçala­nacak. Fakat bir lezzet ve halâvet bulamayacaklar. Kur'ân'ın emir­lerini yerine getirmede kusur ettiklerinde,  'Allah,  Gafur ve Rahimdir' diyecekler. Kur'ân'ın yasakladığı işleri yaptıklarında 'Biz Allah'a şirk koşmadıkça O bizi afv edecek' diyeceklerdir. Onla­rın bütün işleri yalandır, doğruluk bulmak mümkün olmayacaktır. Kurtlara koyun postu geçirerek insanları aldatacaklardır. En din­darları yağcı olacaktır."

 

1747. Şuayb b. Habhâb der ki; "Bir gün Ebû'l-Âliye evimize geldi. Biz ona mükellef bir sofra hazırlamak istedik. Bize, evde ne varsa onu getirin sakın mükellef bir şey getirmeyin." dedi.

 

1748. Hişâm b. Hafsa'nm rivayetine göre Ebû'l-Âliye şöyle de­miştir. "Oruçlu, uykuda da olsa gıybet etmedikçe ibâdet halinde sayılır."

 

1749. Şuayb, Ebû'l-Âliye'nin "Bir eve girerseniz de size neresi gösterilirse oraya oturun. Çünkü evi en iyi sahibi bilir" dediğini haber verir.

 

1750. Rebî°in bildirdiğine göre Ebû'l-Âliye şöyle demiştir: "Al­lah'a itaat edin ve itaat edeni de sevin. Ma'siyetten kaçının, ma'si-yet ehline de düşman olun, fakat Allah ma'siyet işleyen kuluna di­lerse azab eder, dilerse afv eder."

 

1751. Ebû Halide, Ebû'l-Âliye'den şu sözü nakleder: "Biz kişi­nin Kur'ânı öğrenip sonra unutmasını en büyük günah addeder­dik."

 

1752. Hâlid b. Dînâr da onun: "Kişinin Kur'ân'ı öğrenip sonra onu okumadan yatmasını büyük günah addederdi" dediğini nakle­der.

 

1753. Yezîd er-Reşek, Ebû Kılâbe'nin şöyle dediğini nakleder: "Kıyamet günü arştan bir münâdî: Dikkat edin Allah'ın dostlarına ne hüzün ne de korku vardır.[1]   diye çağırır. Herkes başını kaldırır, fakat bütün münafıklar başlarını eğerler."

 

1754.  Amr b. Meymûn, Ebû Kılâbe'nin bir gün Ömer b. Abdulazîz'e geldiğini Ömer'in kendisine, 'konuş' demesi üzerine şöyle dediğini nakleder: "Allah'a andolsun ki ben çok konuşmaktan ve çok sükût etmekten hoşlanmam."

 

1755.  Eyyûb, Ebû Kılâbe'nin: "Her kim, sözü bilmiyorsa ko­nuşmasın. Zira konuştukları fayda vermez kendisine zarar verir." dediğini haber verir.

 

1756. Yine Eyyûb der ki: "Ebû Kılâbe ile beraber bir cenaze­deydik. Birisi sert bir şekilde sesini yükseltti. Bunun üzerine ölüye sükûnetle hürmet edilmesi gerektiğini söyledi."

 

1757. İbrahim b. Isâ, Bekr b. Abdullah el-Müzenf nin şöyle de­diğini haber verir: "Mihrap ve su ile aranı açma (namaz-abdest). Ne zaman dilersen, arada tercüman olmadan Allah'ın huzuruna gir."

 

1758. Husayn, Bekr b. Abdullah el-Muzenî'nin şu sözünü nak­leder: "Açılıp saçılmak cefâdır (boş ve batıldır). Cefa da ateştedir. Haya ise imandandır. İman cennettedir."

 

1759. Yine Hasan'ın bildirdiğine göre, el-Muzenî, "İnsan öfke ve tamahlık yönünden de arınmadıkça takvaya ulaşamaz" demiş­tir.

 

1760. Hammâd b. Seleme, Bekr b. Abdullah'ın şöyle dediğini nakleder: "Anne, evlâdının afiyeti için nasıl ki herşeyine katlanır. Allah da kulunun âkibetinin salâhı için defalarca ona fırsat verir."

 

1761. Ebû'l-Eşheb'in rivayet ettiğine göre Muverrik el-'Iclî şöyle demiştir: "Bana zekat malı nasib olmadı. Ben yirmi senedir Rabbimden bir şey istiyorum bana vermedi. Fakat ümidimi kesmiş değilim." "Nedir?" diye sormuşlar: "Ondan beni ilgilendirmeyen şeyler hakkında konuşmamamı istedim" cevabını vermiştir.

 

1762. Abdurrahman b. Ziyâd babasının komşusu olan Berk b. Abdullah'a kendisi için dua etmesini isteyen bir mektup gönderdi­ğini onun da şöyle cevap verdiğini söyler: "Mektubunu aldım. Sana dua etmemi istemişsin. Mazeretsiz günah işleyen ve Ölümden kor­kan insanın müşfik olması lâzım, onun için sana dua edeceğim, fa­kat günahkar olduğum ve amelim olmadığı için kabul olunacağını ümid etmiyorum."

 

1763. Muâviye b. Abdulkerim der ki: "Bekr b. Abdullah'ı Ara-fe günü ikindi namazından sonra yavaş yavaş va'zederken sesini yükseltmeden için için ağladığını gördüm."

 

1764. Ebû Hayve der ki: "Bekir b. Abdullah'ı hasta iken ziya­rete gittik. Biz evinde oturduk iki adam arasında içeri girdi selâm verip yüzlerimize baktıktan sonra şöyle dedi: "Allah'ın verdiği kuv­veti onun için amel ederek geçirene, yahut Allah'ın haramlarından kaçınana Allah rahmet etsin."

 

Muverrik El-'Icli’nin Zühdü İle İlgili Haberler

 

1765. Katâde, Muverrik el-'Iclî'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Mü'min için bulduğum tek misâl, onun denizde bir odun parçası üzerinde kalıp kurtarması için kendisine 'Yâ Rabbi! Yâ Rabbü' diye yalvaran kişiye benzemesidir."

 

1766. Hişâm'ın bildirdiğine göre Muverrik el-'Iclî, "Kızgınlık ânımda söylediğim herşeyden Öfkem geçtikten sonra pişman olmu­şumdur." demiştir.

 

1767. İbn Ziyâd'ın haber verdiğine göre Muverrik el-Iclî: "Yir­mi senedir Allah'tan birşey istiyorum, henüz elde edemedim. Fa­kat istemeye de devam ediyorum" demiş. "Nedir?" diye soruldu­ğunda da: "Beni ilgilendirmeyen meselelerde susmaktır" cevabını vermiştir.

 

1768.  Ebû't-Tiyâh, Muverrik el-Iclî'nin şöyle dediğini nakle­der: "Allah'a itaate yapışan kimse insanlardan ayrılır ayrılmaz ibâdete sarılır."

 

1769. Süleyman er-Rib'î der ki: "Ebû'l-Havrâ, yedi gün üst üste oruç tutar, sonra bir gencin kollarında ölür. Ateşinden gencin elleri yanacak gibi olur."

 

1770. Hafsa binti Şîrîn der ki: "Muverrik el-Iclî bizi  ziyaret ederdi. Bir defasında selam verdi. Ben de selamını aldım ve kendi­sine: 'Nasılsın, ailen ve çocukların nasıl?' diye sordum. 'Bolluk içe­risindedirler' dedi. 'Öyleyse Allah'a hamd et' dedim. 'Allah'a andol-sun ki, bu halleriyle beni helak etmelerinden korkuyorum' diye ce­vap verdi."

 

Muhammed B. Sîrîn'in Zühdü İle İlgili Haberler

 

1771. Hişâm, Muhammed b. Sîrîn'in: "Bir koyun sağımlığı kadar da olsa muhakkak gece namazına kalkmak lâzımdır" dediği­ni nakleder.

 

1772. Hafsa binti Şîrîn der ki: "Muhammed, annesinin yanı­na girdiği zaman onun huzurunda konuşmazdı. Her konuda saygılı davranırdı."

 

1773. Hubeyb, İbn Sîrîn'in şöyle dediğini haber verir; "Allah bir kulunun hayır murad ettiği zaman kalbinde ona iyiliği emre­den ve kötülükten sakındıran bir vaiz yaratır,"

 

1774. İbn Avn der ki: "Muhammed b. Şîrîn, annesinin huzu­runda iken yanına bir adam girer. Onun garip bir halde suskun ol­duğunu görünce etrafındakilere: 'İbn Sîrîn'e ne olmuş, bir hastalığı mı var?' diye sorar. Onlar da: 'Hayır, annesinin yanında iken hep böyle olur' derler."

 

1775. Hişâm'm bildirdiğine göre, Hind binti Muhelleb, Hasan Basrî ve İbn Sîrîn'i yemeğe davet eder; Hasan icabet ederken İbn Şîrîn icabet etmezmiş."

 

1776. Eyyûb [es-Sahtiyânî], Muhammed b. Sîrîn'in "Kardeşi­ne hoşlanmadığı birşeyi ikram etme" dediğini nakleder.

 

1777. İbn Avn Muhammed'in şöyle dediğini haber verir: "Ar­kadaşına zor gelecek birşeyi ikram etme!"

 

1778. İbn Uyeyne'nin azadhsı Vâsıl der ki: "İbn Şîrîn bana, 'Hangi ticâretle uğraşıyorsun?' diye sordu. Ben de, 'Yiyecek şeyler satıyorum" dedim. Bana: 'Tozu çok olur' dedi."  Ebû Ca'fer der ki: "Mahled'e sordum: Yâni günah mı demek istemiş?' 'Evet' dedi."

 

1779. Ebû Yahya'nın haberine göre İbn Şîrîn kırkbin dirhem para bırakmıştır. Süleyman et-Teymî der ki: "Öyle bir şey için va­siyet etmişti ki hiç bir âlim o konuda ihtilaf etmemiştir."

 

1780. Abdullah b. Avn'm bildirdiğine göre İbn Sîrîn'e dost olan ve araları bozulan iki adamın durumu sorulmuş. O da: "İşte bu şerrin ta kendisidir" demiştir.

 

1781. Hişâm, îbn Sîrîn'in Ramazanın tüm gecelerini ihya et­tiğini haber verir.

 

1782.  Recâ b. Ebî Seleme der ki: "Yunus b. Ubeyd'in Hasan Basrî ve İbn Sîrîn'i şöyle tavsif ettiğini işittim: 'Ben Hasan Basrî gibi sözü, davranışıyla uyuşan bir adam görmedim. İbn Şîrîn ise dini konusunda kendisine iki yol gösterilince en güvenilir ve şüp­heden uzak olanı seçerdi.'"

 

1783. Abdullah b. Avn'm rivayetine göre İbn Şîrîn vefat ede­ceği zaman oğluna: "Yavrum, borçlarımı öde ki sözümü yerine ge­tirmiş olayım" der. Oğlu: "Senin için bir köle azad edeyim mi?" der. İbn Şîrîn: "Allah bana ecir vermeye kadirdir. Hayır işleyeceksen kendine yap" der.

 

1784. Mûsâ b. Mugîre der ki: "İbn Sîrîn'in günün ortasında Allah'ı tekbir ve teşbih ederek pazara girdiğini gördüm. Bir adam kendisine 'Kıyamet ne zaman?' diye sordu. O da: 'İnsanın gaflet ânı kıyametidir' cevabını verdi."

 

1785. İbn Şevzeb'in haberine göre İbn Şîrîn bir gün oruç tu­tar; bir günde yermiş. Fakat oruçlu olmadığı günde sabah yemeği­ni yer, akşamı yemez; sahura kalkar ve oruç tutarmış.

 

1786. İbn Avn, îbn Sîrîn'in şöyle dediğini haber verir: "Uya­nık olduğun zaman Allah'tan kork, rüyada gördüklerine de aldır­ma."

 

1787. Hişâm b. Hassân'ın hanımı Ümmü Abbâd der ki: "Biz İbn Sîrîn'lerîe komşu idik. Gündüz gülmesini, gece ağlamasını du­yardık."

 

1788. İbn Avn rivayet eder, der ki: "Biz bir cemaatte bulunu­yorduk. Namaz vakti geldi. İbn Şîrîn: 'Kur'ân'm tamamını ezberle­yenler öne geçsin. Zira burada çok hafız vardır' dedi. Namazdan sonra kendisine: 'Bize neden imam olmadın' dediğimizde: 'İnsanla­rın İbn Şîrîn bize imam oldu diye ayrılmalarından korktuğum için' diye cevap verdi."

 

1789. Sabit el-Bünânî şöyle bir kıssa anlatır: "Bir delikanlı vardı. Baliğ olduğunda annesi ona nasihat ederek: 'Yavrum, bir gün [ölüm günü] var ki onu hiç unutma!' der. Allah'ın emri gelip çatar ve delikanlı ölüm döşeğinde yatarken annesi üzerine sarıla­rak: 'Yavrum, işte sana bu günü hatırlatıyordum ve bu günden sa­kındırıyordum' der. Genç ise annesine şöyle der: 'Anneciğim, be­nim iyilik sever bir Rabbim var. Bu iyiliğini bugünden sonra da benden esirgemeyeceğini ve beni affedeceğini ümid ediyorum.' Rabbi konusunda beslediği hüsn-ü zan ile gider ve o iyiliği de gö­rür."

 

1790. Hişâm b. Hassân'in haber verdiğine göre İbn Şîrîn bir ziyafete davet edildiği zaman davet edildiği eve girdiğinde: "Bana bir içimlik çorba getirin' derdi. Kendisine: "Sen düğün ziyafetinde sadece çorba mı içeceksin?" dediklerinde, "Ben açlığımı başkaları­nın yemekleriyle kıramam" derdi.

 

1791. İbn Zuheyr'in bildirdiğine göre İbn Şîrîn, ölümü hatır­ladığı zaman bütün organları ölü kesilirdi.

 

1792. Gâlib el-Kattân, Bekr b. Abdullah [el-MuzenîJ m şöyle dediğini nakleder: "Her kim yetiştiğimiz en âlim kimseyi görmek istiyorsa Hasan Basrf ye baksın. Zira biz ondan daha âlim kimseye rastlamadık. Her kim yetiştiğimiz en muttaki insanı görmek isti­yorsa İbn Sîrîn'e baksın, zira o şüphelendiği bazı halleri de terke-derdi. Her kim yetiştiğimiz en âbid kimseyi görmek isterse Sabit el-Bünânî'ye baksın. Zira biz ondan daha âbid kimse görmedik. Sı­cak ve uzun günlerde sürekli oruç tutardı. Her kim de yetiştiğimiz en hafız kimseyi ve işittiği hadisleri en güzel şekilde nakleden kimseyi görmek isterse Katâde'ye baksın."

 

1793.  Hişâm'm naklettiğine göre Enes b. Mâlik, Ömer'den önce İbn Sîrîn'in kendisini yıkamasını vasiyet etmiş. Öldüğünde kendisine gidilmiş ve bu vasiyet haber verilmiş. Ancak o: "Hapiste olduğum için gelemem" demiştir. "Biz emirden izin aldık, o da ver­di" dediklerinde: "Beni hapseden emir değil üzerimde hakkı bulu­nan kimsedir" der. Kendisinde hakkı olan kimse gelir, izin verir, o da gelip Enes b. Mâlik'i yıkar ve birisi sarığı olmak üzere beş parça elbiseyi baştan ayağa miske batırarak onu kefenler.

 

1794. İbn Avn, îbn Sîrîn'in şöyle dediğini nakleder: "Allah bi­rine hayır murad ettiği zaman ona mârufu emreden ve kötülükten sakındıran [bir duygu] verir."

 

1795. Mehdî, İbn Sîrîn'den naklen şöyle der : "Bir kız karde­şimizin oğlu evleniyordu. Bir ziyafet verdi ve bizi de çağırdı. İbn Şîrîn bu yemekte şöyle dedi: 'Resûlullah'm (sav) ashabı bazen gün­lerce yemek bulamazlardı. Bir deri parçası gördüklerinde onunla iktifa ederlerdi. Onu da bulamadıklarında karınlarına taş bağlar­lardı."'

 

1796. el-Cerîrî der ki: "Biz İbn Sîrîn'in yanına giderdik. Kalk­mak istediğimiz zaman 'Bir dua et de kalkalım' derdik. O da şöyle dua ederdi: "Allahım, amellerimizi en güzel bir şekilde kabul et. Bizi cennet ehlinden eyle ve onlara va'dedileni bize de ver.'"

 

1797. Hişâm der ki: "İbn Şîrîn yolda yürüdüğü zaman arkası­na dönüp bakmazdı. Bir bayram günü çıkmasını bekledim yolda ve camide ne yaptığını görmek istiyordum. Sanki durumu anladı ve yavaş yavaş hareket etmeye başladı. Ben de ağır davrandım ki çık­sın. Sonra benim daha yavaş davrandığımı görünce çıktı. Ben de tâkib etmeye başladım. Arkasına döndü ve beni gördü. 'Hırsız ol­saydın kötü biri olurdun' dedi ve 'Bunun benim ve senin için hayır­lı olduğunu bilseydim, aldırmazdım' diye çıkıştı."

 

1798. Sehl b. Eşlem el-Adevî der ki: "Babam öldüğünde Avf el-A'râbî taziyeye gelmişti. Bana şöyle dedi: 'Bil ki, bu ayrılıktan sonra tekrar bir araya geleceksiniz. Babanla karşılaşmaktan utan­mazsan karşılaşırsın. Öyleyse, eğer bir vasiyeti varsa yerine getir, eğer bir emaneti varsa yerine ulaştır, eğer bir borcu varsa öde. Onun akrabasını gözet. Yine bil ki, bir araya geldikten sonra tek­rar ayrılık olacaktır. Sonra ya ayrılık olmayacak şekilde biraraya gelinir ya buluşmamak üzere ayrılırsınız."'

 

1799.  Saîd b. Âmir'in rivayetine göre Avf el-A'râbî yanında oturanlara: "Allah'a andolsun ki bilmediğiniz birşeyi size öğretecek değilim. Fakat bildiğiniz bir şeyi hatırlatmak isterim. Belki size faydası olur" derdi.

 

1800. Salih el-Murrî der ki:: "Annem vefat etmişti. Abdullah b. Hasan taziyeye gelmişti. Bana şöyle dedi: 'Eğer bu musibet sana bir ibret olarak meydana gelmişse senin için nimettir. Yoksa bil ki, nefsindeki musibet daha büyüktür.'"

 

1801. Kays b. Abes babasından Hz Âişe'nin şöyle dediğini nakleder: "Dünyada buğz ettiğim bütün insanlardan âhirette de uzak kalacağım."

 

1802. Ubeydullah b. Abd'm bildirdiğine göre Hz. Âişe'nin ve­fatından sonra bir adam gelmiş ve Ubeyd b. Umeyr ona: "insanlar onun ölümünü nasıl karşıladılar?" diye sormuş. O da : "Fazla hü-zünlendüer; ama herkes değil" deyince, Ubeyd: "Âişe'nin ölümüne kimin annesi ise o hüzünlenir" demiş.

 

1803.  Fadl b. Atiyye der ki: "Salim b. Abdullah'ın yanında oturdum ve elbiselerine ve ayakkabılarına on üç veya on beş dir­hem değer biçtim."

 

1804. Ömer b. Abdülaziz babasından şöyle bir rivayette bu­lunmuştur: "Resûlullah'a (sav): 'Hangi din daha efdaldir?' diye so­ruldu. O da: 'Müsamahakar tevhid dini' diye karşılık verdi."[2]

 

1805. Kasım b. Muhammed, Ebû Hureyre'nin şöyle dediğini nakleder: "Allah sadakaları kabul eder, fakat iyi olanları kabul eder. Sadaka miras ve mihrin malı artırdığı gibi artırır. Hatta öyle ki, sadaka sayesinde bir lokma, Uhud Dağı kadar büyür."[3]

(Abbâd b. Mansûr) dedi ki: "Bu hususu Abdurrahman b. el-Kâsını'a sordum. Bana, babası Kâsım'ın bu konuda bir bilgisi ol­madığını söyledi."

 

1806. Ebû'l-Ahves, Abdullah'dan naklen Hz. Peygamberin (sav) şöyle dediğini bildirir; "Bilir misiniz hangi sadaka daha efdal-dır?" "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dediklerinde: 'Kardeşine pa­ra getiren bir kazanç, binek veya koyun yahut inek sütü [4]  diye kar­şılık verir.

 

1807. Ebû'l Buhterî, Abdullah b. Mes'ûd'un şöyle dediğini nakleder: "Kur'ân'ı öğrenin ve okuyun. Her kelime için on sevap alırsınız. Elif için on, lam için on, mim için de on sevap alırsınız."

 

1808. Sabit [el-Bünânî], Ukbe b. Abdülğafîr'in şöyle dediğini rivayet eder: "Gizli bir dua, aşikâr duadan yetmiş kat daha efdal-dır. Aşikâre bir amelin aynısını gizli olarak yapan bir kul için Al­lah, 'îşte bu Benim gerçek kulumdur' der."

 

1809. Sabit yine Ukbe b. Abdülğafîr'in "Yatsı namasını cema­atle kılmak, bir hac gibi; sabah namazını cemaatle kılmak da bir umre gibidir" dediğim haber verir.

 

1810. Süfyân der ki: "Komşularım görür de kıskanıp gıybet ederek günaha girerler diye yeni elbise giymeyen bir zâhid vardı"

 

1811.  Süfyân, Ebû Ca'fer'in, "Ölüm tehlikelerle doludur. İman kalpte sabit olandır" dediğini nakleder.

 

1812. Âmir el-Ahvel'in rivayetine göre Nevf [el-Bekâlî'ye][5] '....Biz onların arasına tehlikeli bir uçurum koyduk [6]   âyeti sorul­muş. O da: "Yâni iman ehli ile dalalet ehli arasına bir vadi koydu" diye tefsir etmiştir.

 

1813. Ebûl-Mu'allâ el-Attâr, Saîd b. Cubeyr'in 'Biz cehenne­mi kâfirler için hasîr kıldık'"[7]âyetindeki "hasîr"i hapis diye tefsir ettiğini haber verir.

 

1814. Ebû'1-Alâ'nın anlattığına göre, Enes b. Mâlik'e, 'Biz aralarına uçurum koyduk' âyeti sorulmuş. O da bu uçurumdaki vadinin kan ve irinle dolu olduğunu söylemiştir.

 

1815. Ebû İmrân el-Cevnî ve Ebû Hârûn el Abdî, Nevf [el Bekâlî] nin şöyle dediğini naklederler: "Dünya bir kuşa benzer. İki kanadı koptuğu zaman düşer. Yeryüzünün de iki kanadı vardır. Biri Mısır, diğeri Basra. Bunlar harab olursa dünya da batar."

 

1816. İbn Uyeyne'nin azadlısı Vâsıl der ki: "Seleften bâzıları: 'Bir ödünç vesilesi olmasaydı size nefsimi kmardım' derlerdi.5'

 

1817. Ebû İmrân el-Cevnî der ki: "Bize gelen haberlere göre cehennemin bekçilerinden bir melek var ki, iki omuzunun arası bir mevsimlik yoldur. Cehennem ehlinden birine vurduğu zaman un gibi Öğütür."

 

1818. Mâlik b. Dinar'ın haber verdiğine göre bir âbid bir âbide mektup yazar ve mektubunda, "Nasılsın iyi misin?" diye so­rar. Öbür âbid cevaben: "Benim hâlimle meşgul olacak kadar hâlin iyi demek ki" der.

 

1819. Abdullah şöyle demiştir: "Bu haberlerin tamamını ba­bama (Ahmed b. Hanbel'e) okudum. O da onayladı."

 

1820.  Sabit el-Bünânî, As'as'm, "Gelin bugün bir şey yemeye­lim ve içmeyelim" diye teklif ettiğini söyler.

 

1821. İbn Avn, İbn Sîrm'in: "Müttekilerden olmayı reddetme; muhsinlerden olmayı reddetme " dediğini nakleder ve der ki: "Bu­nu Eyyub les-SahtiyânîJ'ye sordum, bana Saîd b. Cubeyr'in şu iki âyeti okuyarak şerh ettiğini anlattı: Boşanmış kadınların iyilikle faydalandırılmak haklarıdır. Bu mûttaküer için bir vazifedir.[8] ...Mühsinler için de bir vazifedir.[9]

 

1822. Ebû Muâviye el-Gallâbî, Kureyşli birisinin şöyle dediği­ni nakleder: "Yunus b. Ubeyd bir cenazeden dönüyordu, Hasan Basrî arkasından seslenerek: *Yâ Ebâ Abdullah' dedi. Kendisine dönünce: 'Sen hem bizim evi seviyorsun; hâne halkı da seni sever; hem de biraz orada konaklamıyorsun.'"

 

1823. Ebû Muâviye Basralı bir adamdan naklen anlatır: "Ha­san Basrî'nin bir evi vardı. Kapısının açık olması girmek için izin sayılırdı. Arkadaşlarından kim gelir, kapısını açık görürse girerdi. Bir gün bir adam geldi. Kapıyı açık gördü ve girdi. Fakat Hasan'ı göremedi. Divanın altına baktı orda yemek buldu ve önüne alıp ye­meye başladı. Derken Hasan çıkıp geldi. Adamın yemek yediğini görünce epeyce kendisine baktı ve gözlerinden yaşlar aktı. Adam: 'Sen neden ağlıyorsun?' dediğinde Hasan: 'Sen bana geçen kavmin (ashabın) ahlakını hatırlattın' diye karşılık verdi."

 

1824. Ebû Osman, Selmân'm şöyle dediğini haber verir: "Bir adam bolluk anında dua eder, sonra başına bir musibet gelir, tek­rar dua ederse melekler: 'Bu ses tanıdık bir sestir, onun için istiğ­far dileyin' derler. Fakat bir adam bolluk anında hiç dua etmez ba­şına bir felaket geldiğinde dua ederse melekler: 'Bu ses tanıdık de­ğil' der ve ona şefaatçi olmazlar."

 

1825. Sabit el-Bünânî der ki: "Ebû Osman en-Nehdî'nin ya­nında oturuyorduk. Bize nasihat edip dua ediyordu. Sonra: 'Elbet bir gün duamız kabul olur ve affolunuruz' dedi. Biraz durduktan sonra da: 'Eğer biz sâdık isek' diye tamamladı."

 

1826. Ebû İmrân el-Cevnî der ki: "Mescidde oturuyorduk. Bir ihtiyar gelip şöyle seslendi: 'Ey mescidin halkı! Allah'a andolsun ki, Allah cenneti de cehennemi de sizinle dolduracak.' Biz bu söz üzerine ağladık."

 

1827. Ubeydullah b. Ebû Şumayt, babasından naklen der ki: "Ebû Müslim el-Havlânî diyar diyar dolaşıp İslâm'ı tebliğ ediyor­du. Bir gün Muâviye'ye geldi. Onu yanma çağırarak: 'Senin ismin nedir?' diye sordu. O da: 'Muâviye'dir' deyince, 'Sen daha babası yeni ölen birisisin. Bil ki, eğer hayır ya da şer işlersen karşılığını görürsün. Ey Muâviye, bütün dünyaya âdil davransan, fakat bir kişiye zulmetsen zulmün adaletine galebe çalar' dedi."

 

1828. Ca'fer b. Süleyman Muhammed b. Vâsfın, "Dünyada cemaatle namaz kılmak ve dostlarla buluşmaktan başka lezzetli bir şey kalmadı" dediğini anlatır.

 

1829. Ca'fer b. Süleyman bâzı arkadaşlarının şu haberini nakleder: "Muverrik el-İclî ticâretle uğraşır ve kazanırdı da. Her cuma yanına para alır, karşılaştığı müslüman kardeşlerine üçyüz, dörtyüz hatta beşyüz dirhem verir ve 'Bunlar sizin yanınızda kal­sın. İhtiyacımız oluncaya kadar' derdi. Sonra da onlarla karşılaşır, *O paraları ne yaparsanız yapın' derdi. Onlar: 'Bizim ihtiyacımız yok' derler, fakat o yemin ederek almayacağını belirtir ve yine 'Ne yaparsanız yapın' derdi."

 

1830. Yezîd es-Sünnî [veya es-Sinnî]'nin rivayetine göre bir adam Muverrik el-İclî'ye: "Ben çokça (nafile] namaz kılamıyor ve oruç tutamıyorum" diye nefsini şikayet eder. Muverrik de ona: "Nefsini ne kötü övüyorsun.Nefsin hayrı yapamıyorsa onu serden alıkoy. Ben biraz uyku ile ferahlık bulurum" diye cevap verir.

 

1831. Katâde, Muverrik el-Iclî'nin ticaretle uğraşıp kazandığı paraları da fakir ve miskinlere dağıttığını, "Eğer bunlar olmasa ti­caretle uğraşmam" dediğini haber verir.

 

1832. Zuheyr el-Bünânî de Muverrik'in hep oruç tuttuğunu, iki parça ekmekle iftar ettiğini, ayrıca zengin olup malım fakirlere dağıttığını, onunla akrabaya yardım ettiğini ve "Şayet fakirler ol­masa ticarete bulaşmam" dediğini nakleder.

 

1833. Yunus b. Ubeyd, Bekr b. Abdullah el-Müzenî'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Siz çok günah işliyorsunuz, öyleyse çok is­tiğfar edin. Her kim çok günah işler fakat hemen istiğfar ederse onun yerini tutar."

 

1834. Sabit ve Humeyd, Bekr b. Abdullah'ın şunu anlattığını rivayet ederler: "Sizden önce çok şerli bir kral vardı. Müslümanlar onunla savaştılar ve sağ olarak ele geçirdiler. Nasıl öldüreceklerini istişare ettiler ve "Ateş üstünde bir kazan içinde kaynatıp azabın tadını tattırarak öldürmek hususunda ittifak ettiler. Nitekim bu­nu da yaptılar ve kral ilahlarını bir bir çağırmaya başladı: "Yâ fa­lan senin için dua etmiş, ibadet etmiş ve yüz sürmüştüm. Beni kurtar' diye yalvardı. Hiç birisi cevap vermeyince başını semaya kaldırarak, 'Allah'tan başka ilah yoktur' dedi. İhlash olarak dua etmeye başladı. Allah gökten bir yağmur gönderek ateşi söndürdü. Bir rüzgar da kazam devirdi. O hâlâ, 'lâ ilaha illallah' diyordu. Al­lah onu kurtardı fakat Allah'ı tanımayan bir kavmin arasına attı. O, 'Lâilaha illallah' deyince oradan çıkardılar ve kendisine: 'Sana yazıklar olsun sana ne oldu?' dediler. 'Ben falan kavmin kralıyım' dedi ve başından geçeni anlattı. Onlar da iman ettiler."

 

1835. Gâlib el-Kattân, Bekr b. Abdullah'ın hanımına şöyle dediğini bildirir; "Benim hakkımda söyleyeceklerinden korkmasam sana birşeyler derdim."

 

1836. Mübarek b. Fadâle, Bekr b. Abdullah'ın şöyle dediğini nakleder: "Ben zenginler gibi yaşar fakirler gibi ölürüm" Râvî der ki: "Gerçekten de Öldüğünde borcu vardı."

 

1837. Humeyd'in naklettiğine göre Bekr b. Abdullah el-Müzenî şöyle demiştir: "Sizden biriniz hastanızı koruduğunuz gibi Allah ta kulunu korur. Bir kadının çocuğunu nasıl koruduğunu ve akıbetinin salâhı için nasıl çalıştığını görmez misiniz? İşte Allah ta kulunu öyle gözetir."

 

1838. Ebû Hayve der ki: "Bekr b. Abdullah el-Muzenfnin ya­nma girdik. Gayemiz ölüm döşeğinde onu ziyaret etmekti. Başım kaldırdı sonra şöyle dedi: "Allah'ın verdiği kuvveti O'na itaat için kullanan yahut o kuvveti zayıflatıp Allah'a isyan etmeyen kişiye Allah rahmet etsin."

 

1839. Yezîd es-Sinnî, bir zatın Muverrik el-İclî'ye şöyle dedi­ğini haber verir: "Ben çokça (nafile) namaz kılamıyor ve oruç tuta­mıyorum, diye nefsimi sana şikayet ediyorum." Muverrik de: "Nef­sini ne kötü övüyorsun. Nefsin hayrı yapamıyorsa onu serden alı­koy. Ben biraz uyku ile ferahlık bulurum" demiştir.

 

1840. Yezîd es-Sinnî, Muverrik el-Iclî'nin şöyle dediğini ha­ber verir: "Ben az öfkelenen biriyim. Öyle olur ki, bir sene hiç kız­mam. Buna rağmen az da olsa öfkelendiğim zaman söylediğim bir şeyden pişman olurum."

 

1841. el-Mübârek, Bekr b. Abdullah el-Müzenfnin sürekli şöyle dua ettiğini anlatır: "Allahım! Rahmet hazinelerini bize aç, dünya ve âhirette bize ebediyyen azab etme ve engin fazlınla bizi helal rızık ile rızıklandır. Senden başka kimseye muhtaç etme. Onunla şükrümüzü artır. Herkes Sana muhtaçtır ancak senin faz­lınla varlıklı olabilir."

 

1842. Yezîd b. Ömer, Bekr b. Abdullah el-Müzenî'nin Basra mescidinde şöyle dediğini haber verir: "Resûlullah'm (sav) asha­bından iyi giyinenler giyinmeyenleri ayıplamaz, giyinmeyenler de giyinenleri ayıplamazdı."

 

1843.  İbn Avf, Ebû Recâ'nm şu sözünü nakleder: "Her kim benden sonra bıraktığım bir şeyi örnek almak isterse bilsin ki, ben günde beş defa Rabbim için yüzümü toprağa sürerdim."

 

1844. Ebû'l-Eşheb der ki: "Ebû Recâ Ramazan gecelerinde kıldırdığı namazlarda her on günde bir hatim indirirdi."

 

1845. Eyyûb, Ebû Recâ'mn "Devenin çöküş ânı gibi mütevazı ol" dediğini nakleder,

 

1846. Ebû't-Teyyâh, Ebû's-Sevvâr el-Adevfnin: "Her insanın amel defterini boynuna astık, insan için kıyamet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız  [10]âyetini okuduktan son­ra şöyle dediğini nakleder: "Sen delirdin mi, ey Ademoğlu? Defte­rin açıkken nasıl dilediğini yaparsın? Öldüğün zaman defterin dü-rülür. Dirildiğin zaman neşredilir (ve şöyle denir:) Kitabını oku bu gün hesap sorucu olarak nefsin yeter.[11]

 

1847. Mahled b. Hüseyin'in anlattığına göre bir adam bir gün Ebü's-Sevvâr el-Adevfnin evinde su ister. Hanımı: "Küpde bir damla su yok" der. Bunun üzerine Ebû's-Sevvâr gidip küpün kul­pundan tutarak getirir ve içindeki suyu hanımının başına boşalta­rak: "Ey kötülükler anası! Bak nice damlalar var içinde" der.

 

1848. Salim b. Nuh'un bildirdiğine göre, Avff bir Cuma günü Yunus'la karşılaşır ve "Nasılsın?" diye sorar. Avf der ki: "Ebû's-Sevvâr el-Adevî'ye: 'Bütün halin iyi mi?' diye soruldu. O da: 'Keşke onda biri iyi olsa' demişti."

 

1849. İbn Şevzeb'in rivayetine göre Ebû's-Sevvâr bir ilim hal­kasında bulunuyordu. Beraberinde bir de genç vardı. Genç: "Sub-hanallah ve'1-hamdulillah' deyin" dedi. Bunun üzerine Ebu's-Sevvâr el-Adevi: "Sana yazıklar olsun, biz ne yapıyoruz ki, [yâni bizim ilim tahsilimiz de teşbih değilmiş]" dedi.

 

1850. Mahled'in anlattığına göre bir adam Ebu's-Sevvâr'a eziyet eder. O da sükutla karşılar ve evine girer: "Şimdi ne yapar­san yap" der.

 

1851. Mâlik'in haber verdiğine göre Atâ b. Yesâr bir adamın mescidde alışveriş yaptığını görür onu çağırarak "Burası âhiret pa­zarıdır. Eğer alış veriş yapmak istiyorsan dünya pazarına çık" der.

 

1852. Mâlik, Atâ b. Yesâr'ın şöyle dediğini nakleder: "Dinini­zi, size dininizi tavsiye ediyorum. Dünyanız konusunda vasiyet et­miyorum. Zira ona karşı harîs olduğunuz gibi, zâten o konuda öğü­dünüzü almışsınız."

 

1853. Humeyd b. Hilâl'in bildirdiğine göre Hakem b. Eyyub hutbede zühd konusunu işler. Ebû's-Sevvâr onu dinler ve "Şuna bakın, otuzbin dirhem maaş alıyor, insanlara zühdden bahsediyor" der.

 

1854. Ebû Halde der ki: "Ebû's-Sevvâr el-Adevfye oruçlunun hanımını öpmesinden sordum. Bana: 'İhtiyarlara ruhsat var, fakat ileri gider korkusuyla gençlere mekruhtur' dedi."

 

1855. Yine Ebû Halde, Ebû's-Sevvâr'a: "İmamın arkasında Kur'ân okuyayım mı?" diye sorar. O da: "Sadece tekbir getir ve Al­lah'ı teşbih et" der.

 

1856. Muhammed b. el-Ferec'in anlattığına göre Ahmed b. Hanbel'e Mihne hâdiselerinde işkence edilirken rüyasmda kendisi­ne sorulur:"Sen onun Ebû's-Sevvâr el-Adevî'nin makamına gitme­sini istemez misin?" O da: "Evet" deyince: "Onun makamı Ebû's-Sevvâr'ın makamıdır" denilir.

 

1857. Bistam b.   Müslim, Hasan'dan şu hadiseyi nakleder: "Bu ümmetin bazı ileri gelen yöneticileri Ebû's-Sevvâr el-Adevî'yi çağırarak bazı dini sorular sordu. O da bildiği gibi cevap verdi. Adam istediği cevabı alamayınca: '(Şöyle şöyle cevap vermezsen) İslamdan berî olasın' dedi. O da —istihza ile karşılık vererek— 'O zaman hangi dine gireyim?' dedi. Adam: 'Hanımın boş olsun' dedi. 'Gece kime sığınayım?' diye yine istihza ile cevap verince kendisini kırk kırbaçla dövdüler. Hasan der ki: "Onun yediği bu sopalar boşa gitmeyecektir." Râvilerden Ebû Ca'fer der ki: "Gidip hâdiseyi Ah-med b. Hanbel'e anlattım. O da: 'İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn' dedi."

 

1858. Ebû Halde'nin haber verdiğine göre, Ebû's-Sevvâr el-Adevî, Benû Adiyy mescidinde Mu'âze el-Adeviyye'ye şöyle der: "(Siz bayanlar) Mescide geliyorsunuz başınızı yere koyuyor, arka­nızı da kaldırıyorsunuz, secde ediyorsunuz (bu uygun mu?)." Mu'âze kendisine: "Neden bakıyorsun, gözlerine toprak serperim senin, bakma" diye karışlık verir. Ebû's-Sevvâr: "Bakmamak elim­de değil" diye mazeret beyan edince: "Ey Ebû Sevvâr, evde oldu­ğum zaman çocuklar bana huzur vermiyor. Onun için mescide geli­yorum mescidde daha huzur içinde ibâdet ediyorum" der. Bunun üzerine Ebû's-Sevvâr: "Fakat bu huzur beni senin adına korkutu­yor" diye cevap verir.

 

1859. Abdullah b. Ebî Şumayt'ın babasından naklettiğine gö­re Saîd b. Cubeyr, Ebû's-Sevvâr'a şöyle bir mektup yazar: "Ey kar­deşim, insanlardan sakın ve nefsini onlardan koru. Birini zor du­rumda görürsen seni afiyette kılan Allah'a hamdet. Şeytandan emin olma. Yaptığın şeylerle seni aldatır."

 

1860. Ebû'd-Derdâ'mn oğlu Bilal, babasının: "Şerri gördüğü­nüz vakit onu da, yapanı da terkediniz" dediğini nakleder.

 

1861. Hasan Basrî, İmrân b. Husayn'in şöyle dediğini rivayet eder: "Yedirenler gitti, yiyiciler kaldı. (Her an Allah'ı) hatırlayan­lar gitti unutanlar kaldı." Hasan der ki: "İmrân şimdi sağ olsaydı daha neler söylerdi."

 

1862. Ca'fer b. Abdullah der ki: "Ferkad es-Sebehî'nin yanına girdim. Yaşlı bir ihtiyardı. Önünde tuzlu sirke vardı. Önce sirke­den alıyor, sonra yemekten bir lokma yiyordu. Neden öyle yaptığı­nı sordum, 'Şehvetten kesileyim diye' cevap verdi."

 

1863. Bişr b. Mufaddal der ki: "Bişr b. Mansûr'u öldükten sonra rüyamda gördüm. Kendisine: 'Allah sana ne yaptı' diye sor­dum. Bana; 'Durumu nefsime yüklediğimden daha kolay buldum' diye cevap verdi."

 

1864. Ca'fer, Mâlik b. Dinar'ın, "Eğer biz Kur'ânı dağlara in-dirseydik Allah korkusundan param parça olurdu"[12] âyetini oku­duktan sonra ağlayıp şöyle dediğini nakleder: "Yemin ederim ki Kur'ân karşısında kalbi  ürpermeyen bir kul Kur'ân'a iman etmiş olmaz."

 

1865. Ca'fer, yine Mâlik b. Dinar'ın şu sözünü nakleder: "Ce­hennem ehli kırbaç seslerini hissettiklerinde cehennemin ortaları­na doğru hareket eder; insanın suya yavaş yavaş battığı gibi derin­lere batarak inerler."

 

1866. Ca'fer, Mâlik b. Dînâr'dan yine şöyle bir nakilde bulu­nur: "Ey Kur'ân hâmilleri, Kur'ân kalbinize ne ekti? Şunu bilin ki Kur'ân mü'minin ilkbaharıdır. Tıpkı yerin baharı yağmur olduğu gibi. Gökten yağmur iner tohum olan yere isabet eder. Tohum ye­rin sertliğine aldırmadan yeşerir. İşte Kur'ân da mü'minin kalbin­de öyle tohum eker. Ey Kur'ân hamilleri, Kur'ân kalbinizde neler ekti? Nerede bir sûreyi, iki sûreyi ezberleyenler? Onlarla ne derece amel ettiniz?"

 

1867. Ca'fer'in bildirdiğine göre Mâlik b. Dînâr'a:  "Biraz yu­muşak sözlü olsan arkadaşların ve çevren çoğalır" dediklerinde şöyle demiştir: "Onlar yüzünden sofram mı kurur, gelirim mi tüke­nir? Allah onları getirmese de olur."

 

1868. Ca'fer, yine Mâlik'in şöyle dediğini haber verir: "Kay­pak insanlardan korkunuz. Âlimlerin kalplerini büyüleyen de on­lardır."

 

1869. Ca'fer Mâlik'in şu sözünü de nakleder: "Dünyalık bir şey için üzüldüğün kadar âhiret kaygısı kalbinden çıkar. Ahiret için hüzünlendiğin kadar da dünya kaygısı kalbinden çıkar."

 

1870. Aynı isnadla gelen habere göre Mâlik b. Dînâr, "Biz iman eden ve sâlih amel işleyenleri yeryüzünde bozgunculuk yapa-lanlarla bir tutarmıyız?[13] Biz müttekilerle günahkarları eşit tutar-mıyız?"1 âyetini okumuş ve şöyle demiştir.

 

1871. Yine aynı isnad ile gelen haberde Mâlik: "Eğer yatma-maya gücüm yetse hiç yatmam. Zira uykuda iken azabın gelmesin­den korkuyorum. Bâzı yardımcılar bulsam vallahi yeryüzüne dağı­tır ve 'Ey insanlar, ateş geliyor' diye nida ettirirdim" demiştir.

 

1872. Aynı isnadla Mâlik şöyle demiştir: "Ey insanlar küçük ve büyük çok komşunuz vardır. Hoş söz sahibi olup salih amel işle­meye devam edenlere Allah rahmet etsin."

 

1873. Mâlik, Hasan'dan merfû olarak şöyle bir hadis nakle­der: "Allah aklı yarattığında, "Bana dön" dedi, döndü. "Geri dön" dedi, yine döndü. Sonra şöyle buyurdu: "Senden daha sevimli bir yaratık yaratmadım. Zira seninle isteyeceklerimi alır, seninle de veririm."[14]

 

1874. Mâlik, Ebû Zer'in Ömer b. Hattâb'a şöyle dediğini nak­leder: "Ey Ömer, eğer dostun (Resûlullah'a varmak istiyorsan) el­biseyi kısalt, ayakkabıyı incelt ve doymayacak kadar ye."

 

1875. Ca'fer, Mâlik'in şöyle dediğini haber verir: "Bir evde oturulmadığı zaman harabe olduğu gibi, bir kalpte de eğer hüzün yoksa o kalb harabe demektir."

 

1876. Ca'fer'in bildirdiğine göre Mâlik b. Dînâr şöyle demiş­tir; "Bir kula verilen en büyük ceza kalbinin kasvetleşmesidir. Kal­bimin bir kilisede ıslah olacağını bilse'm, gider orada otururum. Al­lah'ın kalplere ve bedenlere ayrı ayrı cezaları vardır. Bazen de ma­işeti kısar, rızkı daraltır ve ibadette gevşeklik verir. Bunlar hep bi­rer cezadır."

 

1877. Aynı isnadla gelen habere göre Mâlik b. Dînâr: "Nice insanlar var ki, kardeşleriyle buluşmak isterler, onları ziyaret et­mek isterler, meşguliyetler insanları bundan engeller. Fakat ayrı­lığın olmadığı cennette buluşmayı ümid ederler. Ben de sizinle Tûbâ gölgesinde, âbidler istirahatgâhmda buluşmayı Allah'tan is­tiyorum."

 

1878. Mâlik'in naklettiğine göre Hz. Lokman oğluna: "Yav­rum, insanlar vâdolunmadıklanna süratle giderken, sen nasıl olur da vâdolundukları hususlarda onlara üstünlük taslayabilirsin."

 

1879. Ca'fer, Mâlik'ten naklen der ki: "Hz. Mûsâ (sav) Bel'âm b. Bâ'ûrâ'yı Medyen kralını ve halkını Allah'ın dinine davet etmek için gönderdi. Bel'âm, İsrailoğullarmın davetine icabet edilen âlimlerindendi. Hz. Mûsâ şiddet anlarında onun duasına başvu­rurdu. Musa'ya iman edenlerdendi. Medyen'e varınca kral kendisi­ne çeşitli hediyeler verdi. O da dinini terk ederek onun dinine gir­di. Nitekim bunu şu âyet ile Allah Teâlâ doğrulamıştır: Onlara kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çı­kan kimsenin haberini oku,'[15]

 

1880. Ca'fer, Mâlik'in şöyle dediğini rivayet eder: "Nimet ve­rilenler Allah'ın zikri gibi bir nimet ile nimetlenmemişlerdir. Birisi gider en güzel soylu bir kadınla evlenir; birisi de kara üzüm gibi si­yah bir cariye ile evlenir ve ona: 'Ne istiyorsun benden?' der. O da: 'Beni güzelleştirecek bir baş örtüsü' der. Alır ve ecir kazanır. Birisi de zayıf yetim bir kızla evlenip onu giydirir ve öylece eeir alır."

 

1881. Cafer b. Abdullah der ki: "Mâlik bir gün mihrabına ba­şını koymuş hüzünlü bir sesle: 'Allahım! Kimlerin cehennemde, kimlerin de cennette olacağını biliyorsun. Malik hangi taifeden­dir?' diyerek ağlıyordu.

Bir defasında da şöyle diyordu: 'Allah Teâlâ: 'Ben kullarım­dan bir kısmına azabı murad ettim . Sonra Kur'ân meclislerine, mescid imar edenlere ve mü'minlerin çocuklarına baktığım zaman azabımı geri çevirdim' der.'

Başka bir konuşmasında da: 'Sıddıklarm Kur'ân okunduğu zaman kalpleri âhirete meyleder' dedi."

 

1882. Cafer, Mâlik'in Mugîre b. Habîbe: "Ey Mugîre! Beraber oturduğun kimselere ve arkadaşlarına iyi bak. Eğer dinin konu­sunda sana bir hayırları olmuyorsa sohbetlerini kes" dediğini nak­leder.

 

1883. Haris b. Nebhân ve Cafer, Mâlik'in şöyle dediğini nak­lederler: "Basra emiri Kasım b. Muhammed bana: 'Yâ Mâlik, bu el­biselerle yanımıza girme' dedi. Ben de: 'Allah, emiri ıslah etsin; bu elbiselerle huzuruna girmem neyini değiştiriyor bilemiyorum' de­dim. Bunun üzerine bana: *Yâ Mâlik, seni bize karşı cüretli yapan nedir, biliyor musun? Sen bizden bir şey istemiyorsun işte bunun için cüretlisin' dedi." Mâlik der ki: "Eğer Mushafa bir şey yazabil-seydim Kasım b. Muhammed es-Sekafî'nin bu sözünü yazardım."

 

1884. Ösmân Ebû İbrahim el Himyerî'nin anlattığına göre Mâlik b. Dînâr bir gün bir arkadaşına: "Gönlüm bir taze ekmekle kaymak istiyor" der. Arkadaşı derhal gider, her ikisini de getirir ve Mâlik'in eline verir. Mâlik taze ekmeği eline alıp çevirerek: "Kırk senedir gönlüm seni istiyor, seni yendim. Bugün beni yenmek mi istiyorsun?" der ve yemeyi reddeder.

 

1885.  Ca'fer, Mâlik b. Dinar'ın şöyle dediğini haber verir: "Ağır bir hastalığa yakalanmıştım. Beni Hasan Basrî ziyaret etti. Ridasım başımın ucuna koydu sonra abdest aldı ve gelip başımın ucuna oturdu. Kendisine, "Yâ Hasan, bu hastalıktan ölürsem elle­rimi ve kollarımı bağlayın kölenin efendisine götürüldüğü gibi Rabbime gitmek istiyorum' dedim. Hasan etrafındakilere: 'Arkada­şınız kriz geçiriyor' dedi. 'Hayır kriz geçirmiyorum' dedim. Sonra iyileştim beni gördüğünde: 'Ey iple bağlanmak isteyen, bir zulmet­te idin, sabahladın yâni iyileştin' diyerek bana nasihat etti. Hasan iyi bir öğretici ve eğitimci idi."

 

1886.  Ca'fer, Mâlik'in "Mü'minin niyeti amelinden daha önemlidir" dediğini nakleder.

 

1887. Ca'fer, Mâlik'in şöyle dediğini haber verir: "Keşke kıya­met günü Allah huzurunda kendisine bir secde etmeme izin verse sonra da benden razı olduğunu söyleyip toprak ol dese ben razıyım. Herkese bir istek hakkı verilseydi kıyamet gününde ateş­ten kurtulup bir hurma kamışı ile suya razı olduğumu söylerdim."

 

1888.  Ca'fer'in  bildirdiğine  göre  Mâlik  şöyle  demiştir: "Tuvalete gidip gelmekten haya ediyorum. Keşke rızık olarak bir çakıl taşını emmek verilseydi ve ölene kadar öyle yapsaydım."

Bir defasında da şöyle der: "Kişiye hainlere güvenmek hıya­net olarak yeter."

 

1889. Aynı isnadla Mâlik'in şöyle dediği anlatılır: "Âlim il­miyle amel etmediği zaman yağmurun kaya parçasında durmayıp kaydığı gibi nasihatleri de kalplere te'sir etmeyip kayar. İlmi amel etmek için istersen seni sevindirir. Başka şeyler için istersen sade­ce övünmeni arttırır."

 

1890. Bâzı Basralılar, Mâlik'in şöyle dediğini naklederler: "Her kim kendi nefsi için ilim talep ederse az ilim kendisine yeter. Her kim insanların ihtiyaçlarına karşılık vermek için tahsil ederse insanların ihtiyaçları çoktur."

 

1891. CaTer, Mâlik'ten şöyle bir nakilde bulunur: "Mü'minle-rin göğüsleri iyi amellerle kaynar, fâcîrlerin göğüsleri de kötü amellerle kaynar. Allah sizin niyetlerinize ve maksatlarınıza ba­kar. Maksatlarınızı iyi kontrol ediniz ki, Allah size rahmet etsin."

 

1892. Ca'fer, Mâlik'in "Sâlihler anıldığı zaman onların halle­rini düşününüz" dediğini haber verir.

 

1893. Abbâd b. Velîd, Mâlik b. Dînâr'm şöyle dediğini nakle­der: "İnsanların 'Mâlik delirdi' demelerinden korkmasaydım, yırtık elbiseler giyer, azığımı başıma koyar ve insanlar arasında 'Her kim beni görürse Allah'a (cc) isyan etmesin' diye nida ederdim."

 

1894. Mâlik b. Dînâr, Hasan'dan naklen Hz. Peygamberin (sav): "Bir konuşma yapan, hutbe okuyan her kulun muradını Al­lah kendisine soracaktır"[16] dediğini rivayet etmiş ve CaTer'in bil­dirdiğine göre sonra ağlamış ve şöyle demiştir: "Gözlerimin sözleri­mi doğruladığını sanıyorlar. Oysa ben Allah'ın bu ağlamaktan maksadımın ne olduğunu soracağını biliyorum."

 

1895. Ca'fer'in bildirdiğine göre Mâlik şöyle demiştir: "Bize gelen haberlere göre gökte Allah'ı teşbih eden melekler vardır. Ba­zı gök tabakalarında bulunan meleklerin çakıltaşları ve yıldızlar adedince gözleri vardır. Her gözün altında sahibinin anlamadığı bir dilde Allah'ı teşbih eden iki dudak vardır. Arşı taşıyan melekle­rin boynuzları vardır; boynuzlarının aralan beş yüz yıllık mesafe kadardır. Arş da boynuzun üzerindedir.

 

1896.  Ca'fer'in rivayet ettiği farklı rivayetlerde Mâlik b. Dînâr şunları söylemiştir:

"Kendisine: 'İki ekmek sana yeter mi?' diye sorduklarında: 'Benim doymak istediğimi mi sanıyorsunuz?' der. Şöyle devam eder:

*Ben ne açlıktan ne de susuzluktan korkarım. Ekmeğim isim­dedir, suyum da nehirlerdir.'

'Abdest bozmak olmasaydı hiç mescidden çıkmazdım.'"

 

1897. CaTer'in anlattığına göre hanımı öldüğünde Mâlik b. Dinar'a "Evlenmek ister misin?" diye sorarlar, o da: "Gücüm yetse nefsimi de boşayacağım" der.

 

1898. Ca'fer, San'alı bir adamın şöyle dediğini nakleder: "Rü­yamda Resûlullah'ı (sav) gördüm: 'Ümmetinin ebdâli nerede?' diye sordum. O da Şam'ı işaret etti. 'Irak'ta kimse yok mu?' dedim. 'Muhammed b. Vâsi', Hassan b. Ebû Sinan, ve Ebû Zer gibi zâhid olan Mâlik b. Dinar var' dedi."

 

1899. Ca'fer, Mâlik'in şöyle dua ettiğini nakleder: "Allahım! Kalbimizi kendine yönelt ki seni iyi tanıyalım; Senin ahdine riâyet edelim, Senin vasiyetlerini yerine getirelim. Allahım, bize iman si­masını ver, takva elbisesi giydir. Allahım, ölmeden önce tevbe edi­yoruz. Allahım bize dünya ve âhiret hayırlarını getirecek bir nazar ile bak." Râvi der ki: "Mâlik burada durarak: 'Benim dünya hay­rından para kasdettiğimi mi düşünüyorsunuz? Hayır, ben sâlih amel kasdediyorum. Seninle mülâkî olacağım güne kadar. Ta ki o gün benden razı olasın. Ey arzın ve semanın sahibi, Sana rağbet ediyor ve Senden korkuyorum' dedikten sonra içten ağlamaya baş­ladı, biz de beraberinde ağladık."

 

1900. Mu'allâ b. Ziyâd der ki: "Seleme b. Kuteybe Basra'ya geldiği zaman Mâlik bana: Tanına gidelim' dedi. Yanma gittik; izin isteyip girdik. Biraz sonra bize, 'merhaba' dedi ve ziyaret için mi yoksa bir ihtiyacımız için mi geldiğimizi sordu. Mâlik: 'Bir ihti­yacımız var' dedi. Seleme: 'O nedir?' diye sordu. Mâlik; 'Bakıyorum kral ve sultanların yanma çok gidiyorsun' dedi. Seleme: 'Bizi tanı­yorlar (yakamızı kurtaramıyoruz)' dedi. Mâlik: 'Onlara karşı biraz delilik yapsan olmaz mı?' deyince, 'Fayda vermez' dedi. Neticede Mâlik: 'Onların seni bir çukura atıp çıkarmamalarından korkuyo­rum' diyerek endişesini açıkladı."

 

1901. Rivayet edildiğine göre Mâlik b. Dînâr bir manastıra uğrar ve rahibini çağırır. Râhib gelip kendisiyle konuşur ve şöyle der: "Eğer kendi nefsin ve şehvet ve arzuların arasına demirden bir duvar örebilirsen yap. Sana fayda getirmeyen meclislerden is­ter yakın olsun ister uzak kaçınmalısın" der.

 

1902. [Buradaki rivayetin metni yoktur. Kitabın aslında boş­luk mevcuttur.]

 

1903. Aynı isnadla gelen habere göre Mâlik şöyle demiştir: "Bulut gelir ve yağmur yağmadan geri gider. Siz yağmur bekliyor­sunuz; ben ise taş yağmasını bekliyorum. Eğer yağmıyorsa, hayır­dayız demektir."

 

1904. Mugîre b. Habîb der ki: "Bir gece Mâlik ile sözleştim. Kış gecesinde bir kaftan giymiştim ve gittim evin kapısında dur­dum. Mâlik geldi, eve girdi ve kıbleye yönelerek sakalından tuttu ve şöyle dua etti: 'Allahım, bütün insanları topladığın mahşer gü­nünde ihtiyar Mâlik'e ateşi haram kıl.'"

 

1905. Ca'fer, Mâlik'in "Açlığı tatmayan kavimler hâriç, hiçbir ümmet Allah'ın gözünden düşmemiştir" dediğini haber verir.

 

1906. İbn Süleyman'ın rivayetine göre Mâlik ile Muhammed b. Vâsi' bir araya gelirler. Mâlik: "İki seçenek vardır; ya Allah'a itaat ya da ateş" der. Muhammed b. Vâsi' ise: "Ben aynı fikirde de­ğilim, ya Allah'ın rahmeti, ya ateş, diyorum" der. Bunun üzerine Mâlik:  "Şehadet ederim ki sen Allah'ın lütfuna mazhar bir âlimsin" der.

 

1907. İbn Şevzeb'in rivayetine göre bir adam Mâlik b. Dinar'dan vergi memurlarına karşı yardım ister. Mâlik de yardım­cı olur. Sonra kendisine: "Bir dua eder misin?" diye sorarlar. Orada üzeri deriden para konulan bir kap (kasa) vardır. Mâlik: "Ellerinizi kaldırın" der; sonra para kabını da koltukaltına alır ve "Allah'a an-dolsun ki, bu kap bizimle olduğu müddetçe bizim duamız kabul ol­maz" der.

 

1908. Mûsâ b. Hâlid'in haber verdiğine göre Mâlik b. Dînâr şöyle demiştir: "Bâzı kitaplarda yazılı olduğuna göre kötü çobanlar kıyamet günü hesaba çekilerek "Ey kötü çoban, eti yedin, yünü giydin, sütü içtin, hayvanların yaralarını sarmadın, kayıpları ara­madın, otlağında yaymadın. Bugün onların intikamı senden alına­caktır" denilir.

 

1909.  Süfyân der ki: "Sâlihler zikredilince rahmet iner deni­lirdi."

 

1910. Kendisine: "Kim böyle dedi?" diye sorarlar, "Alimler" der, ve devamla "İlmi ile amel eden âlim semada büyük diye anılır. Yarınki rızıkla ilgilenmek hatâdır."

 

1911. Süfyân: "Allah'ın ilmini artırdığı kimsenin O'na yakın­lığı çoğalır" demiştir.

 

1912.  Rivayet edildiğine göre Mâlik b. Dînâr der ki: "Görevi öşür toplamak olan bir komşum Ölmek üzere iken yanma girdim. Şöyle dedi: 'Miskinlere acıyanı (Peygamberi) rüyamda gördüm. Ba­na kızgın olduğunu söyledi ve 'Senin benimle ilgin yok3 sözünü tekrarlayınca korktum: 'Kime söylüyorsun?' dedim. Kendisini gös­tererek: 'Sana' dedi."

 

1913. Abdu's-Samed'in rivayet ettiğine göre Mâlik b. Dînâr ölmek üzere olan bir komşusunu ziyarete gider. Kendi kendisine: "Ateşten iki dağ ateşten iki dağ" diye söyleniyormuş. Meğer alır­ken fazla verirken eksik tarttığı bir ölçeği varmış.

 

1914. İbrahim b. Edhem'in bildirdiğine göre Atâ es-Sülenıî, gece yarısı uyandığı zaman, hilkatinin değişmesinden korktuğu için elleriyle organlarını kontrol ederdi,

 

1915. Rivayet edildiğine göre Mâlik b. Dînâr, meclisinde otu­ranlara şöyle demiştir: "Bazı insanlar hem âlim oluyor ve ilimden bir pay alıyor; hem de devlet ricaline gidiyor, bir pay da oradan alı­yorlar. Siz Allah rızası için ilim tahsil edin."

 

1916. Havşeb, Mâlik b. Dinar'ın yanında bir gün şöyle der: "Bir münadi: 'Göç var, ey insanlar' diye bağırdı. Muhammed b. Vâsi* den başka kalkıp icabet edeni görmedim. Bunu işiten Mâlik neredeyse bayılacak kadar ağlar."

 

1917. Ferkad es-Sebehî, Tevrat'ta şu ibareyi okuduğunu nak­leder: "Her kim bir dünyalık için üzülürse Rabbinin gazabını cel-betmiş olur. Her kim bir zenginle beraber oturur ve zenginliğinden dolayı ona yardakçılık yaparsa dininin üçte birisi gider. Her kim de başına gelen musibeti bir başkasına şikayet ederse Rabbini in­sanlara şikayet etmiş olur."

 

1918. Rivayete göre Ferkad es-Sebehî bir gün İbn Sîrîn'in ya­nma girer. Önüne hurma tatlısı   getirilir, yemeyi reddeder. İbn Şîrîn hizmetçiye: "Ferkad'a ekmek ile yağ getir" der. Gelince yeme­ye başlar. İbn Şîrîn: "Helva da bunun gibidir" diyerek güler.

 

1919. Rivayete göre bir gün Hasan Basrî, Ferkad es-Sebe-hî'ye: "Sen hurma tatlısını sever misin?" diye sorar. Ferkad: "Hayır sevmem, onu seveni de sevmem" deyince, Hasan: "Bu deli mi ne?" diye karşılık verir.

 

1920. Muhammed b. Ca'fer, Ferkad es-Sebehf nin şöyle dedi­ğini haber verir: "Hiçbir peygamberin ashabı Hz. Muhammed'in (sav) ashabı kadar faziletli, onlar kadar cesur ve onlar kadar hoş­görülü olmamıştır. Allah'ın selamı hepsine olsun."

 

1921. Heysem b. Muâviye'nin naklettiğine göre bir gün Küfe âbidleri toplanırlar ve "Haydi Basra'ya gidelim de orada âbidlerin ibâdetlerini görelim" derler. Oraya vardıklarında: "Bizi Ferkad es-Sebehî'ye götürün" derler. Ferkad es-Sebehî'nin yanma girer, bir saat sohbet ederler.  Sonra da kendisine: "Bize kahvaltı yok mu?" derler. Ferkad: "Sözü uzattım ki, biraz acıkıp yanımda olan her şeyi yiyesiniz dedim" der ve "Şu çıkını indirin orada siyah arpa ekmeği kırıkları var" der. Tadına bakarlar ve "Tuz yok mu?" diye sorarlar. "Hamura bir defa tuz attık; sizin için daha istemem, beni ilgilendirmedi" der.

 

1922. İbn Şevzeb, Ferkad es-Sebehî'nin şu sözünü nakleder: "Siz işe başlamadan boş vakitte giyilecek elbiseyi giyiyorsunuz. Oysa işçiler çalışırken kötü elbiselerini giyerler. İşlerini bitirdikle­rinde de yıkanıp iki kat temiz elbise giyerler. Siz ise iş yapmadan önce boş vakitte giyilecekleri giyiyorsunuz."

 

1923. Salih b. Misnıâr der ki: "Bir arkadaşa: 'Haydi gidip bi­raz Hasan Basrî'nin sözlerini dinleyelim' dedim. O da bana şöyle cevap verdi: 'Biz işittik ve dinledik, haydi gidip işttiklerimizle amel edelim.'"

 

1924. Ca'fer b. Abdullah der ki: "Bir gün Havşeb elimden tu­tarak: 'Neredeyse iyi bir insan ve iyi bir mürşid ile karşılaşamaz olduk' dedi."

 

1925. Haccâc b. Karâfısa, Hassan b. Ebû Sinan'ın şöyle dedi­ğini haber verir: "Gafillerin içinde Allah'ı zikreden kişi, harpten kaçıp gidenlerle birlikte savaşan kimse gibidir."

 

1926. Rivayete göre Muâviye b. Kurre: "Kim bana gündüz te­bessüm eden ve gece ağlayan birisini gösterebilir?" derdi.

 

1927. Süleyman b. Harb'm anlattığına göre Ebûl-Hilâl şöyle demiştir: "Çarşıda Allah'ı zikredenin misâli, ölmüş kuru ağaçların arasındaki yeşil ağacın misâli gibidir."

 

1928. Ebûl-Eşheb, Ebû'l-Minhâl'in şöyle dediğini haber verir: "Bir kul için kabirde, dünyada iken çok istiğfar dilemesinden baş­ka hayırlı bir komşu düşünülemez."

 

1929.  Abdullah b. Bureyde Ka'bu'l-Ahbâr'ın şöyle dediğini nakleder: "Şiddetli belalara maruz kalan kul Allah'ın indinde de­ğerlidir."

 

1930. Ebû Zer el Gıfârî ile görüşen Yezîd b. Meysere şöyle de­miştir: "Bir genç ölene kadar Allah'a ibâdette daim olursa, Allah ona yetmişdokuz sıddık ecri verecektir."

 

Rebî’ B. Haysem'in Zühdü İle İlgili Haberler

 

1931. Abdullah b. Mes'ûd'un anlattığına göre Hz. Peygamber (sav) bir gün eliyle yere bir kare çizer, sonra karenin içine bâzı çiz­giler çizer. Bir çizgi de dışardan karenin merkezine doğru çizer. Sonra: "Bu nedir biliyor musunuz?" diye sorar. Çevresindekiler: "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dediklerinde, "Şu ortadaki çizgi insandır. Şu etrafındaki çizgiler ona musallat olan arızî şeylerdir. Eğer birisinde hatâ ederse diğerinde isabet eder. Kare çizgileri onu kuşatan ecelidir. Dışarıdaki çizgi ise emelidir" der.[17]

 

1932.  Beşîr'in naklettiğine göre bir gün Rebf [b. HeysemJ'in kapısına bir dilenci gelir. Rebf ehline: "Şu dilenciye şeker verin" der. Ailesi: "Ekmek kırığı istiyor, onu verelim" derler. Rebf ise: "Hayır, Rebf şeker sever, öyleyse şeker vereceksiniz" der.

 

1933. Aynı rivayete göre Beşîr der ki: "Retti* in yanında gece­ledim. Namaza kalktı, namazda okurken: Yoksa kötülük işleyen­ler ölümlerinde ve hayatlarında kendilerini, inanıp iyi ameller iş­leyen kimseler ile bir mi tutacağız sandılar, ne kötü hüküm veri­yorlar [18] âyetine gelince ağlamaya başladı; öyle ki başka âyete ge­çemedi."

 

1934. Ebû Vâil, Rebf b. Haysem'in şöyle dediğini nakleder: "Ad kavmi Yemen ile Şam arasında karınca gibi yaygındır. Her kim birisini getirirse ona mükafaat vardır."

 

1935. Hamnıâd el-Esanım el-Hammânî bazı arkadaşlarından naklen der ki: "Rebf b. Haysem'in akşamki halini, gider sabah da görürdük ve hiç yatmadığını anlardık."

 

1936. Bişr b. Hâris'in kitabında geçtiğine göre Rebf b. Hay­sem'in yanında bir adamdan söz edilir. O bunun üzerine: "Allah'ı anmak adamı anmaktan daha hayırlıdır" der.

 

1937. Asım'ın naklettiğine göre, Rebfe: "Senin arkadaşların şiirlerden misaller getirdi. Sen neden hiç şiir okumuyor ve onlar­dan misaller getirmiyor s un?" denilir. Şöyle cevap verir: "Konuşu­lan her şey yazılıyor. Kıyamet günü elime verilen kitaptan şiirler okumayı istemiyorum.

 

1938. Bekr b. Mâiz'in rivayet ettiğine göre Abdullah b. Mes'ûd, Rebf b. Haysem ile birlikte Fırat kıyısında-bir yere gider. Rebî* orada demircileri görünce bayılır. İbn Mes'ûd alır evine götü­rür; öğle namazını kılar, gelir, uyandırmak ister, hâla uyanmamış-tır. Ertesi gün sahur vaktine kadar uyanmaz. [Tabiî ki Rebf, de­mirciler kendisine cehennemi hatırlattıkları için bayılmıştır.]"

 

1939. Aynı isnadla gelen habere göre Rebf e, "Nasıl sabahla­dın?" diye sorduklarında, "Zayıf ve günahkar olarak, rızkımızı yi­yor ve ecelimizi bekliyoruz" cevabını vermiştir.

 

1940. Aynı rivayete göre Rebf b. Haysem şöyle demiştir: "İn­sanlar iki kısımdır; mü'min ve câhil, mü'mine eziyet etmeyiz, câhili de techil etmeyiz."

 

1941.  Süfyân'm rivayet ettiğine göre, Rebf b. Haysem'e felç isabet etmiş, kendisine: "Tedavi olsan   olmaz mı?" dediklerinde şöyle cevap vermiştir: "Ben de Önce tedavi olmak istedim sonra Ad, Semûd ve diğer kavimleri hatırladım. Bunların da çok doktorları vardı; onları tedavi ediyorlardı. Fakat ne tedavi edilenler ne de te­davi edenlerden kimse kalmadı. Bunun üzerine vazgeçtim."

 

1942. Abdullah b. Zebîd'in naklettiğine göre bir soğuk kış ge­cesinde bir dilenci Rebf b. Haysem'in kapısını çalar. Kapıyı açar bakar ki, sanki çıplak gibidir. Hemen üzerindeki çok kıymetli kaf­tanı verir ve şu âyeti okur: 'Sevdiklerinden Allah yolunda infak et­medikçe iyilerden olamazsınız.'[19]

 

1943. Ebû Vâil der ki: "Rebî b. Haysem'in yanma gittik. Bize: "Niye geldiniz?" dedi. Biz de: "Seninle beraber Allah'a hamdetmek ve O'nu zikretmek için geldik" deyince, "Allah'a hamdolsun ki se­ninle beraber içki içmeye, zina etmeye geldik demiyorsunuz" der.

 

1944. Alâ b. Museyyeb'in anlattığına göre Rebî' b. Haysem'in atı çalınır. Kendisine: "Hırsıza beddua et" derler. O da elini açar, şöyle dua eder: "Allahım, eğer zengin ise kalbini mal sevgisinden çevir; eğer fakir ise onu zengini eştir."

 

1945. Bekr b. Mâiz'in rivayet ettiğine göre Rebf b. Haysem hizmetçisine: "İşlerin yarısı bana, yarısı sana aittir.   Çöpleri sü-pürmek de bana ait olsun" demiştir.

 

1946. Aynı rivayete göre bir gün küçük kızı Rebî'e gelir, "Ba­bacığım, gidip oynayabilir miyim?" der. O da, "Hayır" der. Etrafın­dakiler: "İzin ver de oynasın" derler. O da şöyle cevap verir: "Be­nim kitabımda 'git oyna' yazmaz; ancak 'git hayır söyle veya hayır işle' diyebilirim."[20]

 

1947. Bekr b. Mâiz, er-Rebî'in şöyle söylediğini bildirir: "Hü­küm verme hususunda verebileceğim yegâne misâl.[21]

 

1948.  Bekr b. Mâiz'in rivayetine göre Rebf b. Haysem otuz bin dirheme bir at satın alır, onunla gazvelere katılır. Bir yerde atını bağlar, kölesini ot toplamaya gönderir, kendisi de namaza durur. Kölesi geldiğinde atın nerede olduğunu sorar. Rebf çalındı­ğını söyler; köle: "Senin gözlerinin önünde mi çalındı?" deyince şu cevabı verir: "Yâ Yesâr, elimi açmış Rabbime yalvarıyordum hiç birşey beni bundan alıkoyamazdı." Daha sonra da şöyle dua eder: "Allahım, eğer zenginse Sen onu ıslah et, eğer fakirse zenginleş-tir." ve üç defa tekrarlar.

 

1949. Aynı isnadla gelen rivayete göre Rebf b. Haysem: "Hiç bir sözde hayır yoktur. Sadece şunlar hariç: Allah'ı tehlil etmek, O'na hamdetmek, O'nu teşbih etmek, O'ndan hayır dilemek, ser­den O'na sığınmak, ma'rufu emretmek, münkeri yasaklamak ve Kur'ân okumak."

 

1950. Münzir es-Sevrî, Rebf b. Haysem'in şöyle dediğini nak­leder: Allah'ın, Peygaberine gönderdiği her şeyi idrak edemediğiniz gibi her okuduğunuzu da biliyor değilsiniz."

 

1951. Bilâl b. Münzir'in haberine göre bir adam: "Bugün de Rebf b. Haysem'den birileri için kötü bir sözü çıkaramazsam hiç bir zaman çıkaramam demektir" der ve kendisine: "Ey Ebû Yezîd, Hz. Fâtıma'nın oğlunu öldürdüler" dedi. O da dönerek şu âyeti okudu: 'De ki, ey gökleri ve yeri yaratan, gizliyi ve aşikarı da bilen Allah! Kullarının arasında ayrılığa düştükleri şeyin hükmünü an­cak Sen verceksin.[22] Adam: "Peki bu konuda ne dersin?" der. Rebf ise: "Ne diyebilirim, varacakları yer Allah'tır. Hesaplarını görecek olan da Allah'tır" cevabını verir.

 

1952. er-Rebî'nin seriyyesi onun babasının bütün amellerinin gizli olduğunu hatta birisi kendisine geldiğinde Mushaf önünde açıksa elbisesiyle örttüğünü rivayet eder,

 

1953.  Saîd b. Mesrûk'un haber verdiğine göre Rebî' b. Hay­sem, birgün üç veya dört dirheme bir gömlek satın alıp giyer. Kol­larını uzattığı zaman ucu tırnaklarına değer. Kaldırdığı zaman da mafsallarına kadar düşer. Gömleğin parlaklığını görünce kendi kendisine: "Ey Allah'ın kulu! Rabbin için bunu bırak" der ve sözle­rine şöyle devam eder: "Ey etim, ey kanım, dağlar yürütülüp parça parça olduğu gün Melekler saf saf (emir beklerken) Allah'ın emri geldiği zaman ve o gün cehennem getirildiği zaman'[23] siz ne yapa­caksınız?"

 

1954. Ebû Vâil rivayet eder, der ki: "Abdullah b. Mes'ûd ile birlikte gezintiye çıkmıştık. Yanımızda Rebî' b. Haysem de vardı. Bir demirciye uğradık. Abdullah b. Mes'ûd ateşteki demire baktı. Rebî' de ibretle baktı; sallandı, neredeyse düşecekti. Daha sonra Fırat'ın kenarında büyük bir ateşin yakıldığı yere gittik. İbn Mes'ûd büyük ateşin alevlerini görünce şu âyeti okudu: 'Cehen­nem ateşi uzak bir mesafeden kendilerine görününce, onun müthiş kaynamasını ve uğultusunu işitirler, elleri boyunlarına bağlı ola­rak onun dar bir yerine atıldıkları vakit yok oluvermeyi isterler.[24] Bunun üzerine Rebî' b. Haysem yere yıkıldı. Biz onu taşıyarak evi­ne götürdük. İbn Mes'ûd öğleye kadar gözetledi, uyanmadı; ikindi­ye kadar gözetledi, yine ayılmadı; nihayet gece ayıldı da İbn Mes'ûd evine gidebildi."

 

1955. İbnü'l-Mübârek, Rebf b. Haysem'in bir kardeşine yaz­dığı mektupta şöyle dediğini haber verir: "Yüzüne karşı seni öveni yer, arkandan yerenden kork, nefsinin vâsisi sen ol, başkaları ol­masın."

 

1956. Isâ b. Ferrûh'un bildirdiğine göre Rebî b. Haysem, gece herkes yatıp gaflete dalınca kabristana gider ve onlara: "Ey kabir ehli, siz bizim gibiydiniz; biz de sizin gibi olacağız" derdi. Sabah olunca kabir ehli gibi görünürdü.

 

1957. Nuseyr b. Zalûk'un haber verdiğine göre İbn Mes'ûd, Rebî1 b. Haysem ile karşılaşınca şöyle demiştir: "Allah'a yönelenle­ri müjdele!"[25] Eğer Hz. Peygamber (sav) seni görseydi severdi."

 

1958. Bekr b. Mâiz, Rebf in kendisine: "Ey Bekr, dilini tut... Zira dilinden dolayı insanlar seni itham ederler" dediğini haber ve­rir.

 

1959. Saîd b. Mesrûk'un bildirdiğine göre, Ebû Vaü'e: "Sen mi büyüksün Rebî' b. Haysem mi?" diye soruldu. "Ben yaşça, o da akıl yönünden büyüktür" cevabını verdi.

 

1960. Şakîk es-Sevrf nin rivayetine göre, Rebî' b. Haysem bir oğlunun ölümü üzerine şu şiiri okumuştur: "Ben bir tabibi, tıbbı için çağırmıyorum; ancak Seni çağırıyorum ey gökten yağmur yağ­dıran Allahmı. Tâ ki musibetimden dolayı bana sabır veresin. Doğ­ru bir şekilde işlerim yoluna girsin. Senden dileğim, bilmesem de musibetim bana ecir getirsin."

 

1961. Münzir'in naklettiğine göre, Rebf b. Haysem bir gün ailesinden hurma tatlısı yapmasını istemiş. Yapıldıktan sonra da aklını kaybetmiş bir komşusuna göndermiş. Komşusu salyasını akıta akıta yiyince ailesi: "Neden ona gönderdin? O ne yediğini bil­mez ki" demişler. Rebf ise: "Lâkin ne yediğini Allah biliyor" karşı­lığını veriyor.

 

1962. Yasin ez-Zeyyât'm rivayetine göre, bir adam Rebî* b. Haysem'e gelerek: "Bana senden daha hayırlı bir adam gösterir misin?" diye sorar. O da şu cevabı verir: "Konuşması zikir, susması tefekkür, yürüyüşü tedebbür olan kimse benden daha hayırlıdır."

 

1963.  Rivayet edildiğine göre Rebî* b. Haysem, 'Her kim Al­lah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu gösterir'[26] âyetini tefsir ederken: "İnsanın başına gelen her türlü darlıktan kurtarır" de­miştir.

 

1964. Muhammed b. Nadr, Rebf b. Haysem'in şöyle dediğim nakleder: "Önce nkıh öğrenin (ilim tahsil edin) sonra inzivaya çeki­lin."

 

1965. Munzir, Rebî* b. Haysem'in, 'Gebe develer başıboş salı-verildiğinde'[27] âyetini tefsir ederken: "Sütleri ne sağılmış ve ne de göğüsleri sıralanmıştır" demiştir.

 

1966. Saîd b. Rebî' babasının iki bin dirhem maaş aldığını binikiyüz dirhemini kendisi harcamak için aldığını, gerisini de ta-sadduk ettiğini nakleder.

 

1967. Aynı tarikle gelen rivayete göre Rebî* b. Haysem sabah kalkınca şöyle derdi: "Hayır işleyin, iyi işlere devam edin uzun emelli olmayın yoksa kalbiniz katılaşır. İşitmedikleri halde işittik diyenlerden olmayın.[28]

 

1968. İbrahim en-Nehaî, Rebî' b. Haysem'in şöyle dediğim haber verir: "Allah kıyamet günü herkesi uhdesinde toplar ve 'Ne­rede zorbalar, nerede kibirliler, Allah'tan başka ilahlara dua eden­ler nerede? Allah'tan başka ilah yoktur' der,"

 

1969. Ebû Vâil der ki: "Ben, Kays b. Useyl, Hayye b. Useyl, Abdurrahman b. Seleme, Rebî' b. Haysem'in yanına gittik. Evini sorduk, bize şöyle dediler: 'Siz öyle bir adama gelmişsiniz ki, ko­nuştuğu zaman yalan söylemez, emanet ettiğiniz zaman ihanet et­mez, söz verdiğinde sözünde durur. İşte onun evi de şudur.' Biz evine girdik kendisi mescidinde idi. Ona: 'Seninle beraber Allah'ı zikretmeye geldik' dedik. Bunun üzerine ellerini kaldırarak: 'Alla-hım, bunlar bana Seni zikretmek için gelmişler, içki içmek ya da zina etmek için değil' dedi. Daha sonra bize konuşmaya başladı ve şöyle dedi: 'Dokuz şey hariç hiçbir sözde hayır yoktur: Tesbîh (Sübhânallâh), Tahmîd (Elhamdülillah), Tehlîl (Lâ ilahe illallah), Kur'ân okumak, ma'rufu emretmek, münkeri nehyetmek, hayır duada bulunmak ve serden Allah'a sığınmak.'"

 

1970. Münzir es-Sevrî, Rebî* b. Haysem'in şöyle dediğim nak­leder: "Gizlilikler insanlara gizli kalır. Onlar Allah'a ayandır. (Giz­li günahların) devasını arayın. Onların tek devası bir daha yapma­mak üzere tevbe etmektir."

 

1971. Süfyân'ın bildirdiğine göre, Rebî' b. Haysem'i Cuma gü­nü mahallesinden bir genç takip eder; istirahata çekildiği zaman eliyle (o gence) işaret ederek: "Sizin şerrinizden Allah'a sığınırım" derdi.

 

1972. İbnü'l-Munzir, Rebî* b. Haysem'in şu sözünü nakleder: "Allah'ın rızâsı gözetilmeyen herşey izmihlale mahkumdur."

 

1973. Munzir es-Sevrî'nin rivayetine göre, Rebî' b. Haysem ölümü esnasında şöyle tavsiye etmiştir: "Rebî* b. Haysem'in nefsi için ikrarı şudur: Salih kullarına mükâfaatı veren Allah'ı şâhid kı­larak söylüyorum ki, ben Rabb olarak Allah'ı, nebî olarak Muham-med'i (as), din olarak İslâm'ı kabul ettim. Kendim ve tebam için âbidlerle beraber ibadet etmeyi, hâmidlerle beraber hamdetmeyi, müslüman cemaate katılmayı tercih ettim."

 

1974.  Saîd b. Mesrûk'un rivayet ettiğine göre Abdullah b. Mes'ûd, Rebî* b. Haysem'e: "Resûlullah seni görseydi severdi." de­miştir.

 

1975. Nüseyr Ebû Ta'me şöyle demiştir: "Rebî1 b. Haysem na­maz kılmış ve namazda: Yoksa kötülükleri işleyen kimseler, ina­nıp iyi ameller işleyenler gibi yapacağımızı mı sandılar'[29]  âyetini okuyarak sabaha çıkmıştır. Geceyi sabaha kadar rüku' ve secde ile geçirmiştir."

 

1976. Rivayet edildiğine göre Abdullah b. Mes'ûd, Rebî' b. Haysem'e gelir, içeri girdiğinde: "Muhsinlere müjdeler olsun" der­di.

Ebû Hayyân babasının: "Rebf b. Haysem'in dünya işle­riyle ilgili birşey konuştuğunu işitmedim, sadece bir defasında 'Kaç mescidiniz var' demişti" dediğini nakleder.

 

1977.  [30] İbn Yunus'un haberine göre Rebî' b. Haysem'in yanın­da bir adamdan söz edilir. Bunun üzerine şöyle der: "Ben nefsim­den razı değilim ki, kendimi bırakıp başkalarını kınayayım. İnsan­lar kendi günahlarından emin oldular. Fakat başkalarının günah­larının telaşına düştüler."

 

1978. Süiyân, Rebf b. Haysem'in '... Biz hakkı bâtılın başına çalarız da onu çiğner, bir de bakarsınız ki bâtıl yok olmuştur'[31] âyetini tefsir ederken şöyle dediğini bildirir: "Böyle bir durumda bâtılda öyle bir yara açılır ki, kimse tedavi edemez."

 

1979. er-Rebfin cariyesi tüm ekmeği tasadduk ettiğini ve "Ekmek kırığı tasadduk etmekten utanıyorum" dediğini nakleder.

 

1980. Aynı rivayete göre Rebî' Ölüm döşeğinde iken, kızı ağ­lar. O kızma hitaben: "Ağlama kızım, de ki: 'Ey beşer! Hayırların sahibi (Allah ile) ne zaman mülâki olacaksın?"' der.

 

1981. Süfyân, Nüseyr'den naklen der ki: "Rebfin mahalle mescidinde bir defadan başka nafile namaz kıldığını görmedim. Adamın birisi kendisine: 'Bana mushafta bulunan bir şeyi vasiyet et' dedi. Rebf yanındaki küçük oğluna bakarak: '... Allah'ın kitabı­na göre rahim sahipleri (akrabalar) bir birlerine (vâris olmaya) daha uygundurlar...'[32] dedi."

 

1982. er-Rebfin cariyesi der ki: "Rebî' b. Haysem helvayı se­verdi. 'Bize yemek yapın' derdi. Biz de çok yemek yapardık. Başka­larını davet eder, kendi elleriyle onlara yedirir, içirir; arta kalanı da kendisi yerdi. Kendisine, 'Bu davet ettiklerin yediklerinin far­kında bile değiller* denildiğinde: 'Allah biliyor ya' derdi."

 

1983. Munzir es-Sevrî, Rebf b. Haysem'in şöyle dediğini ha­ber verir: "'Allahım! Tevbe ile sana yöneliyorum' deyip te sonra da tevbe etmeyip yalan söylemeyin. 'Allahım! Tevbe etmemi sağla' di­ye dua edin."

 

1984. Nuseyr b. Za'lûk'un bildirdiğine göre Rebî' b. Haysem (bir gün) sakallan ıslanmcaya kadar ağlamış, sonra: "Biz öyle bir topluluğa ulaştık ki, biz onların yanında hırsız gibiyiz" demiştir.

 

1985. İbrahim et-Teymî der ki: "Rebf b. Haysem ile yirmi yıl arkadaşlık yapan birisinin 'Ondan ayıplanacak bir tek kelime işit­medim' dediğini duydum."

 

1986. Nuseyr'in bildirdiğine göre yine Rebî' b. Hayseme bâzıları geldiğinde: "Sizin şerrinizden Allah'a sığınırım" demiştir.

 

1987. Ca'fer'in rivayetine göre kızı Rebf b. Haysem'e: "Baba­cığım görüyorum ki herkes yatıyor fakat sen yatmıyorsun" demiş, O da: "Yavrum baban kötülüklerden korkuyor" demiştir.

 

1988.  Munzir es Sevrî'nin bildirdiğine göre birisi Rebfin ya­nma geldiğinde Rebf şöyle derdi: "Ey Allah'ın kulu! Bildiğin şey­lerde Allah'tan kork, bilmediklerini bilenlere götür. Zira âlimler günah işlemekten daha çok korkarlar. Bu gün hayırlılarınız hayır­la üstün olmamışlardır. Bilakis serden kaçınmakla hayırlıdırlar. Yoksa gereği gibi hayra tâbi olmuyorlar. Serden de gereği gibi ka­çınmıyorlar. Muhammed'e (sav) nazil olan herşeyi idrak etmiş, her okuduğunuzu da anlamış değilsiniz. İnsanlara gizli kalan günah­lar Allah'a ayandır. Onların devalarını arayınız. Bilin ki, dönme­mek üzere tevbe en büyük devadır."

 

1989. Münzir, Rebî' in şöyle dediğini nakleder: "İslâm'dan ön­ce câhiliye döneminde Resûlullah'ın (sav) hakemliğine baş vuru­lurdu. İslâm'da da kendisine bu özellik verildi. Her kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur[33]

 

1990. el-A'meş'in bildirdiğine göre Rebî' b. Haysem demircile­re uğrar, körüğe bakar ve bayılır. A'meş der ki: "Ona benzemek için ben de demircilere gittim fakat pek hayrı olmadı."

 

1991. Abdulmelik el-İsfahânfnin birisinden bildirdiğine göre Rebî' b. Haysem arkadaşlarına şöyle derdi: "Bilir misiniz, dert ne­dir, deva nedir, şifa nedir?" Onlar: "Hayır" cevabını verince de şöy­le der: "Dert günahtır, deva istiğfardır, şifa da dönmemek üzere tevbe etmektir."

 

1992. Ebû Ya'lâ, Rebî' in şöyle dediğini haber verir: "Kulun Allah'a: 'Ya Rabbi, Sen kendi nefsine rahmeti hükmettin; Sen ken­dine şunu hükmettin' diye sözetmesini hoş görmüyorum. Hiç kim­senin: 'Allahim! Ben bana düşeni yaptım; Sen de Sana düşeni yap' dediğini işitmedim."

 

1993. Süfyân, babasından naklen Rebî* b. Haysem'in: "Mü'mi-ni gıyabında ölümden daha hayırlı bekleyeni yoktur" dediğini bil­dirir.

 

1994. Bekr b. Mâiz'in haberine göre Rebî1 şöyle demiştir: "Ha­dislerin gün ışığı gibi aydınlığı, gece karanlığı gibi de karanlığı vardır."

 

1995. Yusuf b. Haccâc el-Enmâtî, Rebî' b. Haysem'in şöyle de­diğini rivayet eder: "Domuzun iç yağını ellerimle çevirmek, elleri­me tavla alıp oynamaktan daha iyidir."

 

1996. Rivayet edildiğine göre bir adam bir gün Rebî' b. Hay-sem'e gelerek: "Bana üç gündür (rüyada) birisi geliyor ve 'Rebf b. Haysem'e cehennem ehlinden olduğunu haber ver' diyor. Sonra uyanıp istiâze okudum ve soluma üç kez tükürdüm.Akşam olunca tekrar birisi geldi. Yanında yüzünde üç yara olan ve boynunda zil bulunan bir de siyah köpek vardı. Bana: 'Rebî' konusunda sana vesvese veren işte budur' dedi." demiştir.

 

1997. Ebû Ubeyde'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ûd Rebî' b. Haysem'e geldiğinde baş başa kalırlar ve başkasına izin verilmezdi. Abdullah kendisine: "Eğer Resûlullah (sav) seni gör­seydi seni severdi, seni gördüğümde bana Allah'a yönelenleri ha­tırlatıyorsun" derdi.[34]

 

1998. Münzir'in bildirdiğine göre Rebî' b. Haysem evinin çöp­lerini kendisi süpürürdü. Ona: "Sen bunu yapma" denildiğinde, "İşten payımı almak istiyorum" derdi.

 

1999. Mugîre, Rebî' b. Haysem felç olduğunda taşınarak na­maza götürüldüğünü nakleder.

 

2000.  Ebû Hubeyre, felcin peygamberler hastalığı olduğunu haber verir.

 

2001. Ebû Hayyân babasından naklen der ki: "Rebf b. Hay-sem felç olmuştu. Namaza taşınarak gidiyordu. Kendisine: 'Sana ruhsat var, evde kıl' dediklerinde de: 'Ben bunu biliyorum, fakat kurtuluş çağrısı işittim' diyor."

 

2002. Amr b. Mürre'nin rivayetine göre Rebf b. Haysem bir gün hanımına: "Güzel bir yemek yap, çok sevdiğim bir kardeşimi davet edeceğim" der. Hanımı güzel bir yemek yapar, evi süsler ve meclisi hazırlar. Sonra: "Dostunu çağır" der. Rebf gözlerini kaybe­den bir komşusunu, çağırır ve onu en güzel yerde oturtur. Hanımı, "Bu yemeği onun için mi yaptırdın" deyince: "Ben sana doğru söy­ledim. Bu benim kardeşimdir ve ben onu seviyorum" der ve en gü­zel yerlerinden yedirmeye çalışır.

 

2003. İbn Hıbbân'm, babasından rivayetine göre Rebf b. Haysem felç olduğunda, iki kişinin arasında mescide gidiyordu. İbn Mes'ûd'un arkadaşları kendisine: "Sana ruhsat vardır, evinde kıl" derler. Fakat onlara şu cevabı verir: "Söylediğiniz doğrudur fa­kat ben, 'Salaha koşunuz' çağrısını duydum. Sizden biriniz bu çağ­rıyı duyarsa, hangi halde olursa olsun icabet etsin."

 

2004. Ebû Hayyân'm babasından naklettiğine göre, Rebf: "Benim ölümümü kimseye duyurmayın. Ve beni Allah'a havale ediniz  [35]demiştir.

 

2005. Süfyân'ın verdiği habere göre annesi, Rebf b. Haysem'e gece vakti: "Yatmayacak mısın?" diye sorar. O da: "Kötülüklerden korkan birisi gece karanlığında yatmamalıdır" der. Ne zaman ki gelir onu ağlarken bulur: "Yavrum, birisini mi öldürdün de böyle ağlıyorsun?" diye sorar. O da: "Evet, ben birisini öldürdüm" cevabı­nı verir. Annesi: "Kim olduğunu söyle de, sahibine haber verelim, Senin bu hâlini görürlerse affederler" deyince. Rebf: "O, nefsimdir" der.

 

2006. Rezzâm b. Saîd der ki: "Rebf b. Haysem, bizim mescide geldi. Katırım bağlayıp, namaz kılmak için içeri girdi. Katırını çö­züp, çaldılar. Çıkınca bize sordu. Biz de: 'Bilmiyoruz, beddua etse­ne' dedik. Şöyle cevap verdi: 'Bırakın onu, belki tevbe eder. Allah da tevbesini kabul eder de, hırsızlığı terkedip çalışmaya başlar.'"

 

2007. Ebû Rezîn, Rebî' b. Haysem'in 'Az gülsünler[36] âyetini dünya için, 'Çok ağlasınlar[37] âyetini de âhiret için te'vil ettiğini nakleder.

 

2008. Münzir es-Sevrî, Rebî' in 'Ölen kişi, eğer Allah'a yakın ise ona rahatlık ve cennet vardır^ âyetini tefsir ederken: "Ölüm anında rahatlık, âhirette ise cennet vardır"[38] dediğini nakleder. Aynı şekilde: 'Fakat ölen yalanlayım sapıklardan ise işte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır sonu ise cehenneme atılmaktır '[39] âyetinde ise: "Kaynar sudan ziyafet ölüm esnasında, cehennem ise âhirette-dir" demiştir.

 

2009. Rivayet edildiğine göre Rem: "Kul isterse dudaklarını kapatarak da Allah'ı zikredebilir" demiştir.

 

2010.  Münzir, Rebî'in mushafı okurken dudaklarını hiç oy­natmayıp içinden okuduğunu bildirir.

 

2011. Aynı rivayete göre, bir gün Rebî' ailesine: "Bir yemek yapın, fakir arkadaşlarımı davet edeceğim" der. Yemeği hazırlar­lar gidip mesciddeki fakirleri toplayıp getirir. Ailesi: "Senin arka­daşların bunlar mı?" diye sorar. O da: "Evet bunlar benim arka-daşlarımdır" der.

 

2012. Yine aynı isnadla gelen habere göre Rebî', şimşekli ge­celerde secde ederken: "Rabbim, Sana boyun eğerek rızâmla secde ettim" derdi.

 

2013. Hüseyn b. Alî'nin Mescide erken giden birisi olan Mu-hammed'den naklettiğine göre Rebf b. Haysem, secdeye vardığı za­man serçe kuşları onu atılmış bir elbise zannedip gelir üzerine ko­narlardı.

 

 



[1] Yûnus sûresi, 10/62.

[2] Müsned   1/236. İbn Kesîr 3/376. Mecma'u'z-zeuâid   1/60. el-Hâvî li'l fetâuâ 2/221. edDürrü'l-mensûr l/140; 190.

[3] Müsned 2/471, Şerhu's-Sünne 6/130, Tirmizî 662.

[4] Müsned 1/463, Mecma'u'z-zevâid 3/133, Kenzu'İ-ummâl 16329,16364,16365.

[5] K'abu'l-Ahbâr'm üvey oğludur.

[6] Kfihf 18/52.

[7] îsrâ 17/8.

[8] Bakara 2/241.

[9] Bakara 2/236.

[10] Isrâ 17/13.

[11] îsrâ 17/14.

[12] Haşr sûresi 21.

[13] Sâd sûresi 38/28.

[14] İbn Teymiye bu hadisin mevzu oldğunu tesbit etmiştir. İbn Kayyim de, el-Menâru'l-münîf adlı eserinde  tahririni yapmıştır,

[15] A'râf sûresi 7/175.

[16] et-Tergtb ve't-terhlb  1/125, 3/230. Ithâfu'ssâdeti'l- müttekîn   7/571.

[17] Buhârî 8/111. Fethu'l-b&rî   11/238. İbn Mâce 4231. ed-Dârimî 2/304. îthâfu's-sâdeti'l-müttekln 11/538.

[18] Câsiye sûresi 45/21.

[19] Al-i Imrân sûresi 3/92.

[20] Ibnü'l-Mübârek 126.

[21] Kitabın aslında boşluk mevcuttur.

[22] Zümer sûresi 39/46.

[23] Fecr sûresi 89/22.

[24] Furkân sûresi 25/12-13.

[25] Ibnü'l-Mübârek 57. Hilye 2/106.

[26] Talâk sûresi 65/2.

[27] Tekvir sûresi 81/4.

[28] Enfâl sûresi 8/21.

[29] Câsiye sûresi 45/21

[30] Kitabın orjinaline uyulmuştur.

[31] Enbiyâ sûresi 21/18.

[32] Enfâl sûresi 8/75.

[33] Nisa sûresi 4/80.

[34] Ibnü'l-Mübârek, Kitâhu'z-zühd 57. Hilye 2/106.

[35] Ibnü'l-Mübârek, s. 145.

[36] Tevbe sûresi 9/82.

[37] Tevbe sûresi 9/82.

[38] Vâkı'a sûresi 56/88.

[39] Vâkı'a sûresi 56/92.