Ahmed KALKAN
"Rab"
kelimesi; terbiye eden, yetiştiren, eğiten demektir. Rab kelimesinin bu
anlamından dolayı, lügat anlamıyla anne-babaya da rablık
isnad edilir (bkz. 17/İsrâ,
24). Çocuklarını eğitip terbiye eden anlamındaki bu rablık,
tabii ki sınırlı ve mecazî anlamda rablıktır.
Elbette, kelimenin tüm anlamlarıyla ve hakiki olarak Allah’tan başka rab
yoktur. Kâmil anlamda eğitmek ve yetiştirmek de mutlak ve hakiki Rab olan
Allah'a aittir. O, sadece yarattıklarından bir cins olan insanı değil; tüm
evrenleri terbiye eden, olgunlaştıran, yönetendir; âlemlerin rabbıdır. Terbiye, her varlığın kendi sınırları içinde
tekâmül etmesi demektir. Devamlı yaratma halinde olan, yaratıp da
bırakıvermeyen, onları kemâle erdiren de Rab olan
Allah’tır. Her varlık, bizzat Allah tarafından terbiye edilmektedir. Bu
terbiye, "eğitim" kelimesini hemen tümüyle karşılar. O yüzden
“öğretim ve eğitim” kavramlarının karşılığı olarak Türkçe'de
yakın zamana kadar "ta'lim ve terbiye"
kullanılırdı; eski yoğunlukta olmamakla birlikte hâlâ kullanıldığı
görülmektedir. İşte, eğitim karşılığı kullanılan “terbiye” kelimesi, “rab”
kelimesinin türevidir.
Kur’an’ın
tertibinde, ilk âyette (1/Fâtiha, 1) Allah’ın bu ismi
seçilip vurgulandığı gibi, nâzil olan ilk âyette de Rab ismi kullanılır: “Oku, yaratan Rabbının
adıyla.” (96/Alak, 1) İlk insanın yaratılması ve
halifeliği konusunda da yine bu isim kullanılır: “Hatırla ki: Rabbın meleklere, ‘Ben,
yeryüzünde bir halife yaratacağım’ dedi. Onlar, ‘biz hamdinle
Sana tesbih ve Seni takdis edip dururken yeryüzünde
fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?’ dediler. Allah
da onlara: ‘Sizin bilemeyeceğinizi Ben bilirim’ dedi.” (2/Bakara, 30)
“Kaalû belâ” veya “elest bezmi” diye ifade edilen mîsak
almada, Allah’ın yine bu ismi zikredilir: “Kıyâmet
gününde, ‘biz bundan habersizdik’ demeyesiniz diye Rabbın
Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini aldı ve onları
kendilerine şâhit tuttu ve dedi ki: ‘Ben sizin Rabbınız
değil miyim?’ (Onlar da), ‘Evet, (Rabbımız olduğuna) şâhit olduk’ dediler.” (7/A’râf,
172)
Rab
isminin geçtiği yukarıdaki âyetlerde gündeme getirilen
konuların eğitimle çok yakından ilgileri vardır. Bunların dışında yine eğitimle
direkt ilgili olan başka âyetlerde de Rab ismi
vurgulanır: “Oku, insana bilmediklerini
öğreten ve kalemle yazmayı ta’lim eden Rabbın ekremdir (en
cömerttir).” (96/Alak, 3-5)
“Gerçek yönetici olan Allah, yücedir. Sana
O’nun vahyi tamamlanmazdan önce Kur’an’ı (okumakta)
acele etme ve ‘Rabbım, benim ilmimi
artır’ de.” (20/Tâhâ, 114) “Rabbım, bana hikmet ver ve beni sâlihler (iyiler) zümresine kat.” (26/Şuarâ, 83)
Başkasını eğitmeye, yanlış olma
ihtimali olan kendi göreceli doğrularımızı, beşerî prensiplerimizi başkalarına
öğretip uygulatmaya hakkımız var mı? İnsanları eğitme, terbiye etme konusunda
yetki kimindir? Bu soruları rab
kavramı etrafında düşündüğümüzde, şunları ifade edebiliriz: Her şeyi yaratıp
onlara sahip olan, yarattıklarını terbiye edip eğiten, olgunlaştıran sadece
Allah'tır. Yardım etmek, yol göstermek, yön vermek, değiştirmek, tasarruf
etmek, korumak, hâkim ve egemen olmak, sakındırmak, yasaklamak ve emretmek gibi
eğitimle ilgili tüm
alanlarda yetki ve gücü tümüyle elinde bulunduran yalnız
Allah'tır. Allah'tan başkasının kendi adına,
beşerî prensiplerle
bu özellikleri istediği gibi kullanması rablık
taslamak ve eğittiğini zannettiklerine az veya çok zulmetmektir.
Allah'tan başka rab kabul etmemenin
pratikteki uygulanışı ve başkasının kulluğunu kabul etmemenin zarûrî gereklerinden biri, eğitim prensipleri konusunda
Allah'ın koyduğu hükümlere ters düşülmemesidir. Başkasının eğitimle ilgili
ilkelerini Allah'ın hükümlerine tercih etme, o kimse veya görüşü rab kabul etme
anlamına gelecektir.
Rab,
mutlak mânâda kullanılınca, mutlak eğitenin Allah
olduğu ortaya çıkar. Allah'tan başka rabbın
olmadığına inanan muvahhid mü'minin,
“rabb”ın eğiten, yetiştiren anlamından dolayı,
Allah'tan başka gerçek anlamda eğitimci -mutlak eğiten- kabul etmemesi gerekir.
Eğer vahiyle açıklanan Allah'ın eğitim ve terbiye prensipleri doğrultusunda bir
eğitim söz konusu ise, tabii ki bu eğitim faâliyetinin,
başkasını rab kabul etme anlayışına girmeyeceği açıktır. İnsanı insanla eğitmek zorundayız, ama insanı yine insanın kendi
fikirleri doğrultusunda eğitmek, hem zor, hem tehlikeli, hem de gayr-ı meşrûdur. Vahyin yön vermediği insan aklı, mükemmel bir
eğitim görüş ve uygulayışı oluşturmakta yetersizdir. Bu, birbirlerinin
eksik yönlerini görüp düzeltmeye çalışan tarihteki yüzlerce eğitim görüşünün
her birinin, teori ve pratikteki eksik ve yanlışlarından da kolayca
anlaşılabilecektir. Beşerin vahiyden uzak tüm uygulamalarındaki
çıkmazların/açmazların eğitime yansıması olarak, günümüzde de hâlâ yaz boz tahtasından farksız eğitim teori ve uygulamalarını
ve çağdaş eğitimin problemlerini objektif gözle değerlendirebilen tüm
eğitimcilerin yakınmaları, bu tezi doğrulamaktadır.
Felsefî
yaklaşımların üzerinde ittifak ettikleri bir eğitim görüşü yoktur. Nice
ideolojilerin eğitim görüşlerinin olmadığı veya olmasının olmamasından daha
kötü olduğu gibi. Bazı eğitim görüşleri merkeze çocuğu, bazısı merkeze
öğretmeni, bazısı geçmişi, bazısı bir ideolojiyi veya beşerî bir ilkeyi, bazısı
faydayı... almıştır. Tüm bu anlayışların, kurulu
düzenden ve materyalist hayat anlayışından da bağımsız olmadığı ve tümünde,
kişinin kendi hevâ ve heveslerini veya bir şahıs veya
görüşü rablaştırdığı olgusu temel problemdir.
Günümüzde eğitimin hemen her yerde, vahyin kabul ve redleri
doğrultusunda ve Rabbimiz'e gerçek kullar yetiştirme
modeliyle tanzim edilmediğini görmekteyiz. Ders araç ve gereçleri vahyin
süzgeciyle oluşturulmamakta, öğretilenlerin önemli bir yekûnu, dinin
öğretilmesini istediği faydalı bilgi, yani “ilim” değeri taşımamakta, tevhid ve Rabb'ın terbiyesi
öncelikler içerisinde bulunmamaktadır. Yani eğitim konusunda başka rablar devreye girmektedir.
Bu
rab taslakları, tuğyanlarını arttırarak, câhiliyye
müşrikleri kadar bile Allah'ı işlerine karıştırmak istememekteler. Gerçek Eğitici'nin prensiplerinden hemen hiç birinin kendi rablarına ortak olmasına bile izin vermemekteler. Okullarda
sözgelimi sakallı bir öğretmene, "selâm"la sınıfa girmeye, besmeleyle
başlanan derse bile tahammül edememeleri, bu çarpık rab anlayışının yansımaları
olarak değerlendirilmelidir. Okullardaki tören ve kutlamaları, başörtüsü
yasağını, ders müfredatlarını rab kavramından bağımsız düşünemeyiz.
Tek rabbım Allah'tır deyip insanların
da içinde bulunduğu tüm evreni terbiye
edenin ve eğitme hakkına sahip olanın
Allah olduğunu kabul eden müslüman, bu inancının
sonucu olarak Rabbânî ilke ve prensiplere
uymak zorundadır. Kendini ve ehlini ateşten korumak zorunda olan (66/Tahrîm, 6) insanın temel görevi, Allah'ı tek rab kabul edip
O'na kulluk yapmak, çoluk çocuğunu da Rabb'ın
terbiyesi ile yetiştirmektir.
Âdemoğlu, yeryüzünün halifesi
olduğu veya olması gerektiği için, Allah adına yaşamak ve
yalnız O'nun ilke ve prensiplerine tümüyle uymak
zorundadır.
Tevhid,
Allah'ı tek rab ve tek ilâh kabul etmek demek olduğuna göre, eğitim konusunda
da ilâhî prensiplere ters
ilke, anlayış ve
uygulamaların tevhîd-i tedrîsât
kapsamına girse de tevhîdî tedrîsâta, meşrû/şeriata uygun
eğitim kapsamına girmediği kabul edilmelidir. Unutulmamalıdır ki, hakka; hangi
oranda olursa olsun bâtılın karıştırılması, o sentezi
hak olmaktan çıkarır. Tevhidin, en küçük bir küfür ya da şirkle beraber
bulunması mümkün değildir. Hak görüntüsüne bürünmeyen, içinde cüz'î doğrular barındırmayan bâtılın
zararı daha sınırlı ve izâle edilmesi daha kolaydır. Ama,
hakla bâtılın birbirine karıştırılması ve “hak” maskesiyle insanlara sunulması,
nifakın ve takiyyenin en çirkini, halk açısından da
en tehlikelisidir.
Allah'ın tek rab olduğu inancına ve bu
kabulün gerektirdiği eğitim anlayışına sahip olmayan kimsenin, öncelikle
kendisinin eğitilmesi gerektiğinden, başkalarını eğitme hakkı yoktur. Gerçek Rabbını tanımayanın kendini tanıması da mümkün değildir.
İnsanı doğru tanımayan, yaratılışı, fıtratı keşfedemeyen kimselerin eğitim
görüşlerinin de eksik ve yanlışlarla dolu olacağı doğaldır. Ancak doğru Rab
anlayışı; insanı, kendi fıtratı ve kendi psikolojik yapısına göre eğitmeyi
sağlayabilir. Kişinin haddini ve
Rabbini bilmemesi, eksik ve yanlış tanımladığı insanı, fıtratına ters ve
dolayısıyla sağlıksız, başarısız, adâletsiz, huzursuz bir potada eğitmek/öğütmek demektir. "Andolsun,
insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vermek istediğini de Biz biliriz. Ona
şah damarından daha yakınız." (50/Kaf, 16)
Sonuç Yerine Özet: Terbiye eden, yetiştiren, eğiten anlamlarına gelen
“rab” kavramı, eğitim ilkelerini tespit etmede yetkinin kime ait olduğu
konusunda mihenk taşı durumundadır. Tüm âlemin, tabii bu arada insanların rabbı olan Allah, mutlak eğitendir; Eğitimle ilgili mutlak
yetki ve güç de O’na aittir. Allah’tan başka rab kabul etmeyen müslüman, ister kendi çocukları, isterse yetişmelerinden
sorumlu olduğu kimselerle ilgili olarak eğitimle ilgili ilâhî prensipleri uygulamak zorundadır. İnsanları başka insanların fikir ve hevâları doğrultusunda eğitmek hem zor, hem tehlikeli ve
hem de gayr-ı meşrûdur. Zaten vahyin yönlendirmediği akıl, mükemmel bir eğitim
görüş ve uygulayışı oluşturmakta yetersizdir. Eğitimle ilgili Rabbânî ilkelere ters ve evrenlerin Rabbı’ndan
bağımsız olarak insanları eğitmeye kalkışmak rablık
taslamaktır.