VUSLAT İÇİN AYRILMANIN
DESTANI: HİCRET
Hicret, kişi veya
kişilerin bulundukları yerden bedenle, dil veya kalp ile göç ederek
ayrılmasıdır, bir şanlı destandır hicret, sevda için güzel çile, zafer için de
bir bedel.
Hicret, sadece bir
takvim başlangıcı değil; bir çağın kapatılıp yeni bir çağın açılmasıdır.
Hicretle birlikte câhiliyye, yerini mutluluk çağına
bırakmıştır. Kur’anî tarih yorumuna göre insanlık
tarihinde her biri hicretle başlayan üç çağ vardır. Hz. Âdem’in Cennetten
hicreti/firakı ile başlayıp Hz. Mûsâ ve mü’minlerin Mısır’dan hicretine kadar süren kurûn-ı ûlâ/İlk
çağ, bu olayla birlikte başlayan kurûn-ı vustâ/Orta
çağ ve Hz. Peygamberimiz’in hicretiyle başlayıp
kıyâmete/yaratıkların zorunlu hicretine kadar sürecek kurûn-ı uhrâ/Son çağ.
Hayat, iman, sabır, hicret ve cihaddır. Bunlar olmadan hayat, yaşamak değil; olsa olsa ömür tüketmek ve tükenmektir.
Bireyden cemaate,
cemaatten devlete adım atmak, Hak dâvâya uygun
ortamlar aramak, meş’aleyi uzaklara taşımak, muhteşem
dönüş için hazırlanmaktır hicret.
Hicret, nebevî bir
harekettir, peygamberlerin ortak kaderidir; Onların izinden gidenlerin de
değişik biçimleriyle hayatlarının en az bir diliminde ortaya çıkan bir
tavırdır.
Hicretin kendisi ve
uygulanış şekli, baştan sona “tedbir” demektir; Allah’ın bilmediğimiz
kapılarını açması için bildiğimiz kapıları usûlüne
göre çalma, çözüm ve çıkış yolu için fiilî duâdır.
Hicret, savaş
alanından kaçmak, mücâdeleyi bırakmak değil; daha
güçlü bir şekilde dönmek için strateji değişikliğiyle, siyasî manevrayla kamp
yeri arayıp orada güç toplamaktır.
Yurt dışında aranan
destektir. Daha hızlı sıçrayabilmek için gerileme ve gerilmedir. Cephe
değişikliğidir, merkezi dışarıdan sarıp kuşatmak, merkezi fetih için çevreden
eyleme geçmektir hicret.
Hicret, baskıları
durdurma gücünün olmadığı yerde, baskıların kendini durdurmasına izin
vermemektir. Zulme boyun eğmeme, zilleti kabul etmeme bilincidir.
Hicret; yolunu
bulanların, daha doğrusu yoldan çıkanların yolsuzluklarıyla Hak yolu tıkadığı
durumlarda çıkış yolu bulma girişimidir.
Hicret, taşlaşmış
kalpleri ve yerleri terkedip su çıkacak vâdiler keşfedip faâliyeti verimli topraklarda
yoğunlaştırmaktır. Fidan halindeki dâvâyı verimsiz
topraktan çıkarıp elverişli bir toprağa götürüp dikmektir hicret.
Hicret, doğduğumuz
veya doyduğumuz yerin Allah için terk edilemeyecek değerde olmadığını ilan
etmek, Allah'ı her şeye tercih etmektir.
Hicret, memleketinde müslümanca yaşayamayan bir mü’min
için, Allah’ın geniş arzında mutlaka müslümanca ve
insanca yaşanacak bir yer olduğunun bilincine varmaktır.
Hicret;
kavmiyetçilik, ırkçılık, şehircilik anlayışına vurulan darbenin adıdır. Ülke
vatandaşlığından ümmet bilincine yükselmektir. Kendi memleketinin bâtıl yönetimine karşı mücâdele hazırlığıdır.
Müslümanların zulüm
düzeninin bir parçası olarak yaşamayı reddedişleri ve küfrün karşısına bağımsız
bir güç olarak çıkma tavrıdır hicret. İnsanî ve İslâmî haklarını gasbeden tâğutlardan berî olmak, onları protesto etmektir. Sadece zulümden
kurtulmak değil; aynı zamanda zulme karşı çıkma ve son verme eylemidir.
Hicret, daha yüksek
ideal ve hedeflere ulaşmak için sevdiklerini gözünü kırpmadan geride bırakarak
çıkılan yolculuğun adıdır, İlâhî yardımın paratoneri, zaferin müjdesidir.
Altyapısını iman ve
sabrın oluşturduğu hicretin bir sonraki aşaması cihaddır.
İmansız sabır, sabırsız hicret, hicretsiz cihad/kıtâl, cihadsız zafer ve kurtuluş
olmaz! Hicret; sosyal, siyasal ve askerî alanlarda cihad
için düğmeye basmak, eyleme geçmektir.
Bozuk çevreden güzel
çevreye geçmek, çevrenin çocuklarını ve kendini mahvetmesine izin vermemektir;
çevreyi düzeltemiyorsak çevrenin bizi bozmasına müsâade
etmemektir.
Hicret, câhiliyye ile, onun kural, kurum
ve bağlılarıyla ilişkileri koparıp atmak, bağımsız ve özgür olarak İslâm’a
teslim olup O’nun hâkimiyeti için çalışmaktır.
Esâretten kurtulma gayretidir, görünen ve
görünmeyen zincirleri kırmak, zindandan özgürlüğe çıkmak, mahkûmiyetten hâkimiyete
adım atmaktır.
Mü’min kimse, hür olarak insanca ve dâvâsı uğruna yaşayabilmek için gerekli her bedeli ödemeye
hazırdır; dünyada izzet ve devletin, âhirette de
cennetin bedeli hicrettir.
Tevhid mücâdelesinde
bulunan insanların şu veya bu şekilde geçmek zorunda olduğu bir
kapıdır/köprüdür/süreçtir hicret.
Bedeni, dili ve kalbi
ile insanın kendisine Allah’ı unutturan çevresindeki her şeyden ayrılarak bütün
varlığı ile Allah’a ilticâsıdır.
Hicret, Allah’a
yönelmektir, O’na yaklaşmak, O’na sığınmaktır. Madde ve menfaat için, dünyevî
eğitim için; iş, aş ve eş için hicretleri çok gördük. Ama günümüzde Allah için
hicret edenleri nasıl göreceğiz?
Küfürden imana,
haramlardan helâllere, günahlardan sevaplara, isyandan itaate, kötülükten
iyiliğe, rezîletten fazîlete
göz arkada kalmadan yapılan kutlu bir yolculuktur.
Tebdîl-i mekânda ferahlık vardır, evde
kılınan namaza karşılık, câmiye hicret edilerek cemaatle kılınan namazın yirmi
yedi derece sevabı, hicret rûhunda saklıdır.
Yeryüzü yerinde
saymıyor, her an dönüyor, hareket/hicret ediyor. Gökteki tüm yıldızlar,
galaksiler, güneşler de yörüngeleri etrafında her an hicret halindeler.
İnsandaki kan, vücut organları arasında hicret etmeseydi, ne olurdu? Öyleyse,
hayat hicrettir, hicretsiz hayat olmaz.
Yerdeki sular
buharlaşarak göklere hicret eder, bulutlar hicret içinde onları taşır, rahmet
kanatları yeniden işlenip şekillenen bereket damlalarını hicret ettirerek
taşıyıp uygun yerlere gönderir/hicret ettirir.
Bitki tohumları
hicret ederek canlanır, yeni mekânlarda yeni bir hayata başlar; bazı
hayvanların yaşaması için her mevsim vatan değiştirip hicret etmeleri hayatî
bir zarûrettir.
Hemen tüm hayvan ve
insanların nimetlere ulaşması için hicret etmeleri şarttır. İnsan, önce anne
karnına, sonra yeryüzüne, daha sonra ebedî âleme hicret eden bir muhâcirdir. Hicret bir fıtrat kanunudur.
Allah’tan gelen ruh
O’na hicret edecektir. Dünya otelinde misafir olan insan adlı yolcunun son
durağı, bu muhâcirin son hicret yurdu Cennet
olmalıdır, çünkü orası onun ana vatanı, baba ocağıdır. Muhâcir
insan orada yaratıldı, orası için yaratıldı, onu hak etmek için yaşamalıdır.
Allah için
gerektiğinde evi, iş yerini, mahalleyi, şehri veya ülkeyi değiştirebilmektir.
Gerekiyorsa işi, eşi, aşı, malı-mülkü, okulu, diplomayı, makamı, rahatı,
vatanı... terk edebilmektir.
Fânî olan şeyleri terk etmedikçe Bâkî
olana, ebedî olana kavuşmanın imkânsız olduğunu kavramaktır.
Hicret denilince,
kardeş kavramları, “muhâcir” ve “ensâr”ı,
“kardeşliği” ve “fedâkârlığı” hatırlamamak ne mümkün! Hicret rûhunu
kaybedince onları da kaybettik ve kaybolduk.
Ey hicret! Sen müslümanların takvim başısın. Müslüman olduğunu iddiâ ettikleri halde, hıristiyanlara
göre ve onlar gibi "yılbaşı"nı kutlayanlar seni yeterince tanımıyor
ve değerlendirmiyorsa, onları da mesajınla dirilt!
Yalvarıyoruz ey güzel
hicret! Ne olur bizden hicret etme!
13)
Vuslat,
Sayı 16, Ekim 2002