Vuslat, Sayı 43, Ocak 2005
Ana Babaya İhsân ve Hz. İbrâhim’in (a.s.) Örnekliği
İhsân: “İhsân”
kelimesi, ‘hasene’ kelimesinden türemiştir. Bütün güzellikleri ve rağbet edilen
şeyleri ifade eder. İhsan; iyilik etme, güzel davranma, ikram etme, lutuf,
bağış, güzellik, uygunluk, güzel olan şeyi en güzel şekilde yapmak demektir.
İhsan, başkasına nimet sunmak, iş ve fiillerinde güzel davranmak veya
gerekenden fazla verip, gereğinden azını almaktır. İhsân,
yaptığı işi en iyi biçimde ve noksansız yapmaya denir. İhsan, temel olarak iki
anlama gelir. 1- Bir şeyi güzel yapmak, 2- İyilikte bulunmak. Kur’an’da Allah
Teâlâ, ana baba başta olmak üzere, bazı kimselere ihsânı
emreder.
Ebeveyne İhsân: Kur'an’da, tek olan Allah'a ibadet
edip O'na hiç bir şeyi şirk koşmama emrinden sonra, ana babaya itaat etme ve
onlara ihsanda bulunma emrinin geldiği görülmektedir. Şöyle ki: "Rabbin sadece kendisine kulluk
etmenizi, ana babanıza ihsanda bulunmanızı
(onlara iyi davranmanızı) kesin bir şekilde emretti..”
(17/İsrâ, 23) Bu âyetten, ana babaya iyilik ve
ihsanda bulunmanın farz olduğu anlaşılmaktadır. Bunu destekleyen başka bir
âyet-i kerimede şöyle buyuruluyor: "De ki,
gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir
şeyi şirk/ortak koşmayın. Ana
babaya ihsân/iyilik edin..." (6/En’âm, 151)
Burada Allah, ana babaya itaati terketmenin kötülüğünü beyan için haram
kılınanlar arasında zikretti. O halde ana babaya ihsan/iyilik farz; terki
haramdır.
Ana babaya ihsân, güzel sözle, davranışla ve ihtiyaçları anında onlara
gereğince infak etmek suretiyle olur. Allah, ebeveyni insanın yokluk âleminden
varlık âlemine çıkmasına bir sebep kıldığı için, onlara ihsân
etmek gerekir. Allah'ın, ebeveyne ihsânı kendi tevhidi
ve ibadeti yanında zikretmesi, ebeveynin çocuklar üzerindeki hakkının
büyüklüğüne işarettir. "Allah'a ibâdet edin ve O'na hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayın. Ana
babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara... ihsânda
bulunun; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez." (4/Nisâ, 36) Buradaki ebeveyne ihsân, evlâtların onların
hizmetlerini yapması, onlara nâzik konuşması ve onların meşrû isteklerini
gerçekleştirmesi için çalışmasıdır. Peygamberimiz (s.a.s.) bu konuda şöyle
buyurur: "Burnu yerde sürtülsün;
burnu yerde sürtülsün; burnu yerde sürtülsün." "Kimin yâ
Rasûlallah?" denildi. Hz. Peygamber: "Yaşlandıklarında
ana babasına, onlardan birine, yahut her ikisine de
yetişen, fakat onlara iyilik etmediği için cennete giremeyen kimsenin..."
(Müslim, Birr 10)
Ana baba, çocuğunu
Allah'a isyana teşvik etmedikçe, evlâtların onların meşrû
her emrine uyması gerekir. Ana baba için mağfiret talebinde bulunmak,
iyiliklerine duâ etmek, bizzat Kur'ân'ın emridir. "Ey Rabbimiz! Hesaba çekileceği gün
beni, ana babamı ve (bütün) mü'minleri bağışla!" (14/İbrahim, 41)
Ebeveyne yapılan her iyilik ve ihsân, aslında insanın
kendi kendisine yaptığı ihsândır. Âhiretteki mükâfatının sınırsızlığı yanında,
dünyevî ecri/karşılığı peşindir. Sosyal bir olgu olarak ebeveynimize
yaptıklarımızın mislini veya fazlasını çocuklarımızdan göreceğimiz
kaçınılmazdır. Ana baba, -Allah korusun- müşrik de olsalar, onlara ikramda
bulunmak dinin emridir. Peygamberimiz, müşrik anneye sıla-i rahimde bulunup ona
iltifatlarda bulunmayı emretmiştir (Müslim, Zekât 50; Ebû Dâvud, Zekât
34).
Kur’ân-ı Kerim'de
Ana Babaya İhsan
Kur’ân-ı Kerim, ana
babaya ihsan konusuna büyük önem vermiştir. Evlâdın görevlerini, ana-babaya
karşı ne yapması gerektiğini anlatan âyetler çoktur.
Sadece konularını ayırarak âyetleri sayarsak, şöyle
bir liste oluşur:
a- Ana-babaya ihsanda
bulunmak, iyilik etmek: 2/Bakara, 83; 4/Nisâ, 36; 6/En'âm, 151; 17/İsrâ, 23-24; 29/Ankebut, 8; 46/Ahkaf, 15
b- Ana-babaya vermek: 2/Bakara, 215
c- Ana-babaya karşı iyi niyetli
olmak: 17/İsrâ, 25
d- Ana-babaya kötü söz söylemekten
sakınmak ve güzel söz söylemek: 17/İsrâ, 23
e- Ana-babaya itaat (onlara
şükretmek/teşekkür etmek ve iyi davranmak): 31/Lokman, 14
f- Hesap gününde anne ve babasının
bağışlanması için duâ örneği: (14/İbrâhim, 41).
Bunun yanında, kâfir
bir babayı ve kardeşi, küfrü imana tercih ediyorlarsa, velî (dost) edinmenin
yasaklığı (9/Tevbe, 23); anne-baba, evlâdını Allah'a şirk koşmak için
zorlarlarsa, onlara itaat edilmemesi, ama, onlarla
(şirke zorlayan ebeveynle) dünyada iyi geçinilmesi gerektiği (31/Lokman, 35)
emredilir. İbrahim (a.s.)'in putperest babasına karşı konuşmasına "babacığım" diye hitap ederek
başladığını ve bu "babacığım"
ifadelerinin konuşmada sürekli her cümlede tekrarlandığını (19/Meryem, 42-45) Kur’an, ders alınsın diye belirtir.
17/İsrâ sûresi 23. âyetinde, ana-babaya "of!" demenin yasaklığı vurgulanırken, 46/Ahkaf sûresi,
17'de ana-babasına "of be
size!" diyen kâfir evlâttan
örnekler verilir. “Of!” ifadesinin, her türlü kaba ve yakışıksız söz için örnek
olduğu tüm tefsirlerin ortak açıklaması olarak belirir.
Ana Babaya İhsanı
Emreden Âyetlerde Dikkat Çeken Hususlar: Bakara
sûresi, 83. âyetten anlaşılıyor ki, Allah’a kulluk ve ana babaya iyilik, sadece
Muhammed ümmetinin değil; aynı zamanda eski şeriatlerin de ortak yasasıdır. Benî İsrâilden de bu konuda mîsak/söz alınmıştır. İlâhî
Kitaplarda Allah’a kulluk emrinden sonra ana babaya iyiliğin vurgulanması, ana
baba hakkının önemini gösterir. Ana babaya itaat, yahûdilikteki temel emirleri
içeren meşhur “on emir”den biridir. Bunların içerisinde, Allah’a şirk koşmanın
yasaklanmasından hemen sonra ikinci olarak emredilmiştir. Çıkış 20/1-17’de on
emir sayılırken şöyle denir: “Babana ve anana hürmet et. Tâ
ki Allah’ın Rabbin sana vermekte olduğu toprakta ömrün uzun olsun.” Allah’tan sonra insanın üzerinde en çok hakkı
olanlar, ana babasıdır. Allah’ı bir bilip sadece O’na ibâdet
ve kulluk nasıl önemliyse, ana babaya ihsanla muâmele etmek de öyle önemlidir.
Çünkü Allah insanın yaratıcısı, ana baba da yaratmanın sebepleridir. İnsanı
besleyen, rızıklandıran Allah; yetiştiren, eğiten, şefkatle koruyup büyüten ana
babadır. Bu bakımdan her şeyin başında Allah’ın birliğini tanıyıp sadece O’na ibâdet ve kulluk etmek, sonra da ana babaya iyilik etmek
şarttır.
Kur’an’da ve
hadislerde Allah’a ibâdetten hemen sonra ana babaya
iyilik görevinin zikredilmesinin sebepleri şunlardır: a) İnsanın maddî ve
mânevî gelişmesi için en değerli katkı, Allah’ın nimetlerinden sonra ana babanın
fedâkârlıklarıdır. Çünkü ana baba, çocuğun hem varlık sahnesine çıkmasının
sebebidirler, hem de yetiştirilip terbiye edilmesini, eğitimini sağlayan
kişilerdir. b) Çocuğun varlık alanına çıkmasının asıl ve gerçek sebebi Allah, zâhirî ve hukukî sebebi ise ana babadır. c) Allah
nimetlerini karşılıksız verdiği gibi; ana baba da çocuklarının ihtiyaçlarını
hiçbir karşılık beklemeden seve seve yerine getirirler. d) Allah kuluna
günahkâr bile olsa nimetler verdiği gibi; ana baba da âsi
bile olsa çocuklarına desteklerini sürdürürler. e) Allah, kullarının
iyiliklerinden râzı olduğu, karşılığını fazlasıyla
verdiği gibi; ana baba da çocuklarının sahip olduğu imkân ve değerleri korumaya
ve geliştirmeye çalışırlar.
İsrâ sûresinin 23-24. âyetlerinde Allah’a ibadetle yan yana emredilen ana
babaya ihsanın/ iyiliğin, hiçbir şarta bağlanmadığı dikkat çekmektedir. Bundan
da, ana babanın müslüman veya gayr-i müslim, faziletli veya fâsık/günahkâr olup
olmadığına bakılmaksızın onlara itaat etmenin gerekli olduğu sonucuna varılır.
Nitekim Mümtehıne sûresinin 8 ve 9. âyetleri de bunu
desteklemektedir.
İsrâ sûresinin 23. âyetinde, ana babaya karşı saygısızlığın en
basit ifadesi olmak üzere, “onlara öf
bile demeyin” buyurulmuştur. Tefsir âlimleri, iç sıkıntısını ifade eden bu
kelimenin, her türlü kabalık, saygısızlık ve isyankârlığı içerdiğini
belirtirler. 24. âyette, merhamet duygusundan kaynaklanan bir tevâzu
anlayışıyla ebeveynin himaye
altına alınması istenmiş
ve
“De ki: Rabbim! Onlar bana küçükken nasıl şefkat ve merhamet
gösterdilerse Sen de onlara merhamet et” buyurulmuştur. Burada ana babaya saygının en temel sebebi
olarak merhametten söz edilmesi ve böylece ebeveyn ile çocuklar arasındaki
duygusal bağın öneminin vurgulanmış olması hayli anlamlıdır. Çünkü merhamet
duygusu, çocuklarla ana baba arasında bulunan maddî ve mânevî
ilginin temelidir. Allah’ın nimet ve ikramları da O’nun merhametine bağlı
olduğu için, Allah’tan ana babaya merhamet dilemek, diğer bütün ilâhî lütufları
dilemek anlamına gelir.
Lokman sûresinin 14. âyetinin sonunda ana babaya
iyilik etmeyenin, Allah huzurunda sorumlu olacağını belirtmek için “Dönüş banadır!” buyuruluyor. Yani
dünyada Allah’a ve ebeveynine karşı yanlış davrananların, Allah huzurunda
hesaba çekilecekleri hatırlatılıyor. Aynı şekilde 15. âyetin
sonunda da benzer ifade tekrar ediliyor ve dünyada yapılan herşeyin kendilerine
âhirette haber verileceği belirtiliyor. Böylece insan, âhiret hesap ve
sorumluluğunu düşünerek Allah’a ve ana babasına karşı davranışlarına dikkat
etmesi için uyarılıyor.
Ana Babaya İtaatin
Sınırı
Allah’a şirk konusunda
ailelerin bir zorlaması oluyorsa, duygusal bağlardan dolayı, tevhidin
çiğnenmesine Kur’an kesinlikle müsaade etmez. Bu yüzden olmalı ki, ana babaya
ihsanı emreden âyetlerin çoğunda, ilk emir olarak,
Allah’a ibâdet/kulluk hatırlatılır (2/Bakara, 83; 4/Nisâ, 36; 6/En’âm, 151;
17/İsrâ, 23; 2/Bakara, 177; 4/Nisâ, 1). Ana babaya itaat, Allah’a rağmen
değildir; İtaat konusunda herhangi bir kimse
Allah’a tercih edilirse, kişi şirk bataklığına dalmış olur. Ya Allah’a ya
başkasına itaat etme seçeneklerinden biri karşısında tercih, imanla küfür
arasında bir tercihtir. “Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını
tavsiye ettik. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan şeyi (körü körüne)
Bana şirk/ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak Banadır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim.”
(29/Ankebût, 8) “Biz insana,
ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir...Eğer
onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) Bana şirk/ortak
koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana
yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak Banadır.
O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm.” (31/Lokman, 14-15)
Bu âyetlerde
ana babaya ihsanla/iyilikle davranma emredilmekle birlikte, şirk koşma,
İslâm’dan uzaklaşma gibi Allah'a açık isyan konusunda onlara itaat edilmemesi
istenir. Ama putperest ve müşrik ana babayla, dünyevî ilişkiler konusunda yine
iyi geçinilmesi emredilir.
Allah’ın Hakkı, Her
Hakkın Üzerindedir
“(Kâfir olarak ölüp) Cehennem ehli oldukları onlara açıkça
belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar (Allah'a) şirk koşanlar için af
dilemek ne peygambere yaraşır ne de mü’minlere. (Çünkü Allah müşrikleri
bağışlamaz.) İbrahim’in, babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden
dolayı idi. Yoksa onun Allah’ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, (af
dilemekten vazgeçip) ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim çok yumuşak huylu ve
pek sabırlı idi.” (9/Tevbe,
113-114)
Sa’d bin Ebî Vakkas,
17 yaşında bir gençken müslüman olmuştur. İslâm’a girdiği ilk günlerde
annesiyle yaşadığı bir mâcerâyı şöyle anlatır: “Ben
anneme karşı çok saygılı bir kimseydim. Müslüman olduğum zaman annem bu
saygımdan istifade ile beni İslâm’dan döndürmek istedi ve: ‘Ey Sa’d! Bu
yaşamaya başladığın yeni din de ne? Ya bu dinini terk edeceksin,
yahut açlık grevi yapacağım, ölene dek yiyip içmeyi bırakacağım!’ dedi. Ben
kendisine: ‘Anneciğim sakın böyle bir şey yapma. Zira ben kesinlikle dinimi
bırakmam!’ dedim. Yine de o yemeyi içmeyi bıraktı, ölüm orucuna başladı. Bu hal
bir gün bir gece devam etti (diğer bir rivâyette üç
gün sürdü). Sa’d’ın bütün ısrarına rağmen annesi, ağzına bir şey koymadığından yıpranmağa
başlamış, gittikçe erimiş, bitkin düşmüştü. Kendisine: ‘Anne, Allah’a yemin
olsun ki, senin yüz tane canın olsa, her gün birer birer çıkmaya başlasa, ben
bu dinimi terk etmem!’ dedim. Benim bu azmimi, kesin kararımı görünce,
protestosunu bırakarak yiyip içmeye başladı. Bu olay üzerine şu âyet indi: “Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir
şeyi (körü körüne) Bana şirk/ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme.
Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak
Banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber
veririm.” (31/Lokman, 15) Sa’d bu âyetin
kendisiyle ilgili olarak nâzil olduğunu söylerdi. (2) Tabii ki, nüzul sebebi bu hâdise olsa da, âyetin hükmü geneldir, her müslümanı kapsar.
İslâm, tevhid gibi
temel ilkeler söz konusu
olduğunda, hiçbir ilişki biçimini, bu ilkelerin çiğnenmesi
konusunda mâzeret olarak kabul etmez. “Ey
iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve
kardeşlerinizi velî/dost edinmeyin. Sizden kim onları
dost edinirse, işte onlar zâlimlerin kendileridir. De
ki: ‘Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız,
kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız
meskenler (evler, konaklar, köşkler) size Allah’tan, Rasûlünden ve Allah
yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar
bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidâyete
erdirmez.” (9/Tevbe, 23-24)
“Allah'a ve âhiret gününe iman eden bir toplumun, babaları,
oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa,
Allah'a ve Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin...” (58/Haşr, 22)
Tevhide rağmen, hiçbir
şahsın ve kurumun değeri yoktur. Dostluk ve düşmanlıkta ölçü, Allah ve
Rasûlüdür; İslâm’dır. Ashâb-ı Kirâm, Allah ve Rasûlüne
dostluğun, onların düşmanlarına düşmanlığın en güzel örneklerini vermişlerdi.
Meselâ Ebû Ubeyde bin Cerrah, Uhud savaşında babası Cerrah’ı öldürmüş, Hz. Ebû
Bekir de oğlu Abdurrahman’a karşı çıkmak istemiş, Hz. Peygamber izin vermemiş,
Mus’ab bin Umeyr, Uhud’da kardeşi Ubeyd bin Umeyr’i öldürmüştü. Aynı şekilde
Hz. Ömer bin Hattab, Bedir’de dayısı Âs bin Hişam’ı,
Hz. Ali, Hz. Hamza ve Ebû Ubeyde, amcazâdeleri, Utbe, Şeybe ve Velid bin
Utbe’yi öldürmüşlerdi.
Babaya Karşı
İbrahimî Tavır
Hz. İbrâhim’in
bir istisnâ ile tüm davranışları ve bu arada babasına karşı tavrı, bütün
müslümanlar için emredilen bir tavırdır. “Sonra
sana hanîf olan İbrâhim’in dinine tâbi olmanı
vahyettik.” (16/Nahl, 123) Kur’an,
örnek alınması gereken şahsiyet olarak Hz. Muhammed (s.a.s.) (33/Ahzâb, 21)
dışında, isim olarak sadece Hz. İbrâhim (a.s.) ve
onunla beraber olanlardan bahseder: “İbrahim’de
ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar
kavimlerine demişlerdi ki, ‘Biz sizden ve sizin Allah’tan başka
taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar,
sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.’ Yalnız,
İbrahim’in babasına, ‘Andolsun ki senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat
Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez’ demesi hâriç, ‘Rabbimiz!’ dediler, ‘Sana dayandık, Sana yöneldik.
Dönüş Sanadır... Andolsun, onlarda sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü arzu
edenler için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse şüphesiz Allah,
zengindir, hamde lâyık olandır.” (60/Mümtahine,
4, 6).
Bu âyetler,
Hz. İbrahim’in her konuda ve özellikle kâfirlere karşı sert tavrında örnek
alınması gerektiğini vurgularken, bir konuyu örneklik konusunda hâriç tutar. O
da, Hz. İbrâhim, iman etmemiş babasına, onun için
istiğfar edeceğini, bağışlanma dileyeceğini söylemesi (19/Meryem, 47), imanı
için mühlet vermesidir. Kur’an’ın çok yumuşak huylu ve pek sabırlı olarak
vasfettiği İbrahim (a.s.)’in, babası için af dileme vaadini eleştirir Kur’an.
İbrahim (a.s.), müşrik babası için istiğfardan men edilmişti. Çünkü kâfirler
için istiğfar câiz değildir. Zaten babasının Allah’ın
düşmanı olduğu kendisine belli olunca, bundan vazgeçti ve babasından uzaklaştı
(9/Tevbe, 114).
“Kitapta İbrahim’i an. Zira o, sıddîk/sıdkı bütün bir
peygamberdi. Bir zaman o, babasına dedi ki: Babacığım! Duymayan, görmeyen ve
sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın? Babacığım! Hakikaten
bana, sana gelmeyen bir ilim geldi. Öyleyse bana uy ki, seni düz yola
çıkarayım. Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan
Allah'a âsi oldu. Babacığım! Allah tarafından sana
azap dokunup da şeytanın yakını olmandan korkuyorum. (Babası:) ‘Ey İbrahim! dedi, ‘sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer
vazgeçmezsen, andolsun seni taşlarım! Uzun bir zaman benden uzak dur.’ İbrahim:
‘Selâm sana, dedi. Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana çok
lütufkârdır. Sizden de, Allah’ın dışında taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve
Rabbime yalvarıyorum. Umulur ki (senin için) Rabbime duâ
etmemle bedbaht olmam.’ Nihayet onlardan ve Allah’ın dışında taptıkları
şeylerden uzaklaşıp bir tarafa çekildiği zaman Biz ona İshak ve Yâkub’u
bağışladık ve her birini peygamber yaptık.” (19/Meryem, 41-49)
Evlât-baba
ilişkilerinde (müşrik babanın mağfireti için duâ
hâriç) örnek gösterilen Hz. İbrâhim’le ilgili bu âyetlerde iki şey dikkatimizi
çekmektedir. Birincisi, Hz. İbrâhim’in babası ile
konuşur ve ona İslâm’ı tebliğ ederken üslûbun yumuşaklığı. Öyle ki, her
cümlenin başında “babacığım!” kelimeleri
tekrar edilir. Kelimeler, özenle seçilir ve kırıcı ya da kaba kabul edilecek en
küçük bir hitap görülmez. Babasının taşa tutma tehdidine karşı bile; selâmla,
duâ vaadi ile, tatlılıkla cevap verir. İkincisi,
babasına yumuşak hitabı, mesajın içeriğini değiştirmemektedir. Hz. İbrahim’in
çok yumuşak huylu olması (9/Tevbe, 114), babasına karşı da olsa, dâvânın net bir şekilde tebliğinden tâviz vermesini
gerektirmemiştir. Üslûbun yumuşaklığı ve sözün güzel söylenmesi, mesajı
aktarırken muhâtabın nefsini galeyana getirmemek, kaba
ve yanlış üslûpla mesajın güzelliğini gölgelememek içindir. Dolayısıyla tevhidî doğruları saklamak, ya da bulandırmak, dâvâdan veya
dâvânın içeriğini gerektiği netlikte tebliğden tâviz vererek anlatmak, ne
İbrâhimî bir tavırdır, ne de güzel üslûptur.
İbrahim (a.s.)’le babası arasındaki diyalog örneği, oğlunu
kendi bâtıl dinine girmeye çağıran putperest bir
müşrikle bir müslüman evlât arasındaki konuşma tarzıdır. Açık bir şirk içinde
olmayan, hele müslüman bir anne babayla ilişkilerin nasıl olması gerektiğini
kolaylıkla değerlendirebiliriz. Müslüman bir anne babayla, müslüman bir evlâdın
ilişkisi, istenilen güzellikte değilse, suçun büyüğünün evlâda ait
olduğunu; kültürü sınırlı anne babanın mâzur görülebilecek çok yönleri bulunabileceğini
söyleyebiliriz.
İstisnaların da elbette olabileceğini düşünebiliriz. Aile ilişkilerinde herkesi
bağlayıcı, genel geçer formüller sunmak, pek kolay değildir. Ama ana babaya
ihsan, iyilik, “of!” bile demeyen
tahammül ve kibarlık evlât için Kur’an’ın emrettiği genel tavırlardır. Bunlarla
birlikte ailesini en iyi tanıyan, kişinin kendisidir. Nerede, nasıl tavır
alınacağını, ailesinin yapısını da göz önüne alarak ailenin ferdi
belirleyecektir. İfrat, ihsanla
davranmamak; tefrit ise, ana babaya -isyanı emretseler bile- mutlak itaat ve gerektiğinde aileye karşılık
Allah ve Rasûlünün tercih edilmemesidir. Müslüman genç ise orta yolu,
i’tidali/dengeyi bulmak zorundadır. Zor da olsa, bu denge olmadan dünyada
huzur, âhirette ödül beklemek yanlıştır.
Bu konudaki âyetlerde dikkat çeken
şey, müşrik ana babaya itaatin yasaklanması değil; şirk konusundaki emirlerine
itaatin yasaklanmasıdır. Müşrik anne babası insanı Allah’a ortak koşmaya sevk etmek istedikleri
takdirde Kur’an bu konuda onlara itaati yasaklarken, müşrik de olsalar dünya
işlerinde onlarla iyi geçinmeyi emretmektedir. Yani onların meşrû
emirlerine itaat edilmeli, Allah’a isyanı emreden hususlarda itaat
edilmemelidir. Ebeveyne itaat gerekir. Ancak, ana babanın emirleri, Allah’ın
emirlerine ters düşerse bu konuda onlara itaat gerekmez. Çünkü Yaratan’a isyan
olacak işlerde yaratılmışlara itaat edilmez. “Allah’a isyan sayılan bir konuda kula itaat edilemez.” (Buhârî,
Ahkâm 4, Cihad 8; Müslim, İmâre 39) Yaratan’ın hakkı, ana babanın hakkından
elbette üstündür.
Bazı Genç
Müslümanların Üslûp ve Yöntem Yanlışlıkları
Geleneksel anlayışı
sorgulama sürecine giren müslümanlardan belki de ilk nasiplerini aileleri alır.
Kur’an’la tanışan, müşrik-mü’min kavramlarının ne anlama geldiğini öğrenen, ama
henüz yeterli birikimi olmadığından Kur’an’a bütüncül yaklaşamayan müslümanlar,
aileleriyle girdikleri tevhidî mücadelede çok kırıcı
ve tedrîcîlikten ve ahlâkîlikten uzak bir söylem geliştirebilmektedirler.
Kişinin en az çevresiyle ilgilendiği kadar ailesi ile diyaloga girmesi
gerekliliği gözardı edilerek, İbrâhimî tavır alma gerekçesiyle, İbrâhimî üslûp
gözetilmediği için bazen ailelerle bütün ilişkiler koparılır. Hatta bazı
müslümanlar, aileleriyle aralarındaki problemin büyüklüğü oranında kendilerine
İslâmîlikten (daha doğrusu radikallikten) pay biçmektedir.
“Sen, Rabbinin yoluna
hikmet ve güzel öğütle dâvet edip çağır ve onlarla en
güzel şekilde mücadele et.” (Nahl, 125) “Allah’tan bir rahmet ile onlara
yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz,
etrafından dağılıp giderlerdi.” (Al-i İmran, 159) “İnsanlara güzel söyleyin.”
(2/Bakara, 83) Bu âyetler, kim olursa olsun, hangi
inanca sahip bulunursa bulunsun; muhâtaplarına karşı müslümanların dâvet usûl
ve üslûplarını belirler. Bırakın hatalı müslümanlara,
veya İslâm’a karşı savaşmadığı halde cehaletinden dolayı bazı şirk
davranışlarında bulunanlara nasıl güzel üslûp kullanılmasını; en azılı tâğut ve
kâfirlerden biri olan Firavun’a tebliğ için gönderilen Hz. Mûsâ ve Hz. Hârun’a,
üslûplarının nasıl olması gerektiğini Kur’an şöyle emreder: “Firavun’a gidin.
Çünkü o, tuğyân etti/azdı. Ona yumuşak söz söyleyin.
Belki o, aklını başına alır veya korkar.” (20/Tâhâ, 43-44)
Muhâtabımız olan her insana, İslâm’ı sunarken,
Kur’an’ın emrettiği güzel üslûp özellikleriyle hitap etmek zorunda olduğumuzu
unutmamalıyız. Özellikle, bizden yaşlı akrabalarımıza, hele ana babamıza karşı
daha hassas, daha tatlı ve yumuşak üslûplu, daha sevgi ve saygı dolu olmalı, bu
nezâketimizi muhâtabımızın da anlayacağı şekilde,
kelimeleri özenle seçip kullanmalıyız. Hz. İbrâhim’in
örnek alınması bunu gerektirir. Allah'a
açıkça düşman olan bilinçli müşrikler hariç; ana babalar, hatta yakın
akrabalar, insanın doğal müttefikleridir, yardımcıları ve dostlarıdır. Kur’an,
“Kötülüğü en güzel bir tavırla önle. O zaman (görürsün ki) seninle arasında
düşmanlık bulunan kimse, seninle sanki yakın bir dost olur.” (41/Fussılet, 34)
buyurur. Bazı genç müslümanlar ise, âyetteki ifadenin
tam tersini uygulayıp, aralarında dostluk bulunan kimseleri düşman etmek için
kötülüğü güzel olmayan bir tavırla önlemeye çalışıyorlar. Tabii, böylece olaya
nefisler karışıyor, iş inada biniyor, hayra giden yol, -iyi niyetle de
söylenmiş olsa- yanlış üslûptan dolayı tıkanmış oluyor.
Eğer ailelerimizin
hayra doğru değişimleri, dalâlette iseler hidâyetleri
isteniyorsa, tedrîcîlik, zamana yayılmış uzun ve samimi diyalog ve de en
önemlisi, psikolojik gerginlik oluşturmaktan şiddetle kaçınan tatlı ve saygı
dolu üslûp esas alınmalıdır. Fikirlerin
uygun ve güzel olmayan şekilde ve kırıcı ifade tarzıyla sunulması, çoğu zaman,
kaş yaparken göz çıkarma ile sonuçlanmaktadır. Çoğu ana baba, yaşlarını ve
tecrübelerini fazla önemsediklerinden, kendi çocuklarının didaktik, vaaza veya
derse benzeyen hitapla kendilerine direkt yolla hatalarını söylemelerini hoş
karşılamaz, hatta nefis meselesi yapar, tersler. Bu gibi psikolojik çatışmaları aşmadan tebliğ ve dâvet,
fayda yerine çoğu zaman zararla sonuçlanır. Muhâtabın,
ıslah yerine daha büyük ifsadına sebep olunarak, vebalden kurtulayım derken
daha büyük günah yüklenilmiş olur.
Kur'an, bir babayla
oğul arasındaki ilişkiler konusunda din/dâvâ farkı ile
Hz. Nuh'un oğlunu "kendi ehlinden saymaması" gerektiğini ifade eder
(11/Hûd, 44, 45). Ama bir oğul olan Hz. İbrahim'in putperest babasıyla
ilişkileri, daha farklı gündeme gelir. Yani, hidâyeti
beklenmeyen kâfir bir evlât, gerektiğinde babası tarafından evlâtlıktan
reddedilip, ehlinden sayılmaması istenirken; müslüman bir oğulun müşrik ve
putperest bir babaya karşı münâsebeti çok yumuşak ve nâzik olmalıdır. Tabii,
bunların yanında örnek baba-oğul ilişkileri verilir. İbrahim-İsmail
gibi. İsmail (a.s.)'le babası arasındaki ilişkiler uzunca ve birkaç
değişik durumla ilgili anlatılır. Kur’an, anne babaya ve evlâda görevlerini
hatırlatır.
Kur'an, müslüman bir
kocayla karısı arasında olabilecek anlaşmazlıklar konusunda ise, müslüman
kocaya itaati tavsiye eder (Nisa, 34). Geçimsiz ve itaatsiz bir kadına karşı
nasıl davranılması gerektiği belirtilir. Eğer araları bu tedbirlerle de
düzelmezse, hakem tayin edilmesini tavsiye eder (Nisa, 35). Hemen bu âyetin devamında toplum ve ailenin huzuru için iyi
ilişkilerde bulunulması gerekli olanlar sayılır. Allah'a kulluktan sonra
ana-babaya iyi davranılması emredilir (Nisa, 36). Bu âyetin
zımnen ifade ettiği insan ilişkilerinin olumsuzluğu konusunda genel tavrın ne
olması gerektiğini, genel anlaşmazlıklar konusunda yine aynı sûrenin 59. âyeti
açıklık getirir. Bu âyet, iki müslüman arasındaki
anlaşmazlıkların halli için Kur'an ve sünnetin hakemliğine müracaat, imanın
şartı olarak ifade edilir.
Kur’ân-ı Kerim’de “anne-babaya iyi davranmak”,
hem de dört âyette “sadece Allah'a ibâdet etme”, ya da
“O’na şirk koşmama”nın emredilmesiyle birlikte zikredilmektedir:
“Allah’a ibâdet edin ve O’na hiçbir
şeyi şirk/ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara... iyi
davranın....” (4/Nisâ, 36) “De ki: ‘Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na
hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin...” (6/En’âm, 151) “Rabbin, sadece kendisine kulluk/ibâdet etmenizi,
ana-babanıza da ihsân etmenizi/iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti...” (17/İsrâ,
23-24) “Vaktiyle Biz, İsrâiloğullarından;
‘yalnızca Allah’a kulluk/ibâdet edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya,
yetimlere, yoksullara ihsân/iyilik edeceksiniz’ diye mîsak/söz almıştık....” (2/Bakara, 83)
Bu anlatım özelliği, ana babaya ihsanın, Kur’an tarafından
ahlâkî bir görev olmaktan çıkarılıp imanî/tevhidî bir
vecîbe gibi algılandığını düşündürür. Zaten tevhid peygamberi Hz. İbrâhim’in
babasıyla ilişkileri de detaylarıyla vurgulanır. Aslında tevhidin hayata, aileye, davranışlara ve tabii ki ahlâka
yansımaması düşünülemez. Dolayısıyla “tevhid ahlâkı”, “lâ ilâhe illâllah
ahlâkı” diye adlandırabiliriz; Kur’an’ın emrettiği, Rasûlün uyguladığı ve
tavsiye ettiği ahlâkı. Ve ahlâkı imandan
ayıramayız. İnanç, amel, muâmelât, siyaset, ahlâk
arasında bazılarının zannettiği gibi kesin ayrımlar yoktur; kolay anlaşılsın
diye ayrı başlıklar altında incelenebilir; yoksa hepsi bir bütündür. O bütüne
İslâm demekteyiz.
Ahlâkı tevhidden bağımsız ve olmazsa olabilir zannettiği
için kimi radikal gençler, çevrelerinde örnek gösterilememekte, hatta bazen en
yakın çevrelerinde, ailelerinde bile itici bulunabilmekteler. Halbuki İslâm’ı yaşamaya ve hele tebliğe çabalayan bir
gencin, toplum içinde ahlâkî zaaflarla değerlendirilmesinin vebâli, diğer
insanların vebâlinden daha büyüktür. Onlar, davranışlarıyla güzel örnek oluşturamamaları ve göze
batan ciddî ahlâkî zaaflarından dolayı; temsil ettikleri tevhid dâvâsına ve savundukları Kur’anî hakikatlere -iyi niyetle ve
farkında olmadan da olsa- düşman kazanmanın suçuyla yargılanabilecekleri
endişesi taşımalıdır. Tevhid ahlâkı bunu gerektirir. İşte bu endişeyi taşıyan
bir muvahhid genç, tüm insanlarla, tabii önce ailesi ve yakınlarıyla hastalıklı
bir ilişki veya ilişkisizlik içinde olamayacak; “en yüce ahlâk üzere olan” (68/Kalem, 4) Rasûlullah’ı örnek alacak,
çevresine ihsan ve ıslahı çiçek çiçek yayacak, toplumun diğer fertlerince örnek
gösterilecektir.
Evlâtların
Ebeveynlerine Karşı Görevleri
Değişik bir ifâdeyle; ana ve babanın çocukları üzerindeki hakları: Meşrû
isteklerine itaat etmek, onlara ihsânla mûamele etmek, yani güzel ve iyi
davranıp saygısızlıkta bulunmamak, onları incitecek kötü bir söz söylememek,
onların rızâlarını almaya çalışmak, maddî ihtiyaçlarını gidermek, öldüklerinde
hayırla anmak ve arkalarından duâ etmek
Evlât/yavru sevgisi,
bütün hayvanlarda da görülen bir içgüdüdür, Allah’ın onların yaratılışlarına
yerleştirdiği bir sünneti, kanunudur. İnsanda da evlât sevgisi, yaratılıştan
gelen fıtrî bir sevgidir (3/Âl-i İmrân, 14). Hz. Âdem
ve Havvâ’dan itibaren tüm anne babalardaki bu fıtrî
meyilden dolayı, çocuklarının bakım ve geçimini hemen her ana baba yerine
getirir. O yüzden “evlâtlarınızı sevin, onlara merhametle muâmele
edin” gibi emir Kur’an’da yer almaz, zaten fıtratta olduğundan sevmemesi,
ilgisiz kalması pek düşünülemez. Hz. Âdem’le Havva’nın ana babası olmadığından
olsa gerek, insanın ana babasına sevgi ve saygısı fıtratın mecbur ettiği
hususlardan değildir. Fıtrattaki güzelliklere ters düşmediği ve vicdanın,
mantığın, kadir bilmenin, teşekkür etme ihtiyacının gereği olan sevgi ve
saygıyı, ihsanı, aynı zamanda tüm kutsal kitaplar gibi Kur’an da ısrarla
emretmiştir.
Ana babaya ihsan,
dünyada huzur ve güzelliklerin kaynağı, âhirette cennetin sebebi olacaktır.
Aksi ise, huzursuzluk ve azab...