Milli Gazete, 09.
07. 1998
Ahmed KALKAN
UĞUR MUMCU'NUN CUMHURİYET GAZETESİNDE YAYINLANAN
VE SONRA “RÂBITA” ADLI KİTABINA
ALDIĞI RÖPORTAJDA AHMET KÜTAHYALI İLE
İLGİLİ İFADELER
Cumhuriyet Gazetesi,
Avrupa'daki İslâmcı Örgütler, 28 Şubat 1987
Uğur Mumcu, Rabıta,
23. Baskı, 1998, Ankara, s. 46-52
Birileri taktik veriyor bu Hoca'ya (Cemalletin
Kaplan'a).
Erbakan ve çevresinin "çocuk akıllı" diye
niteledikleri bu "köylü kurnazı" tipli Hoca, hiç de öyle sürükleyici
bir lider görünümünde değil.
Câmilerde vaaz veren her din adamı, dinsel
konularda güzel konuşur.
Liderlik için güzel konuşmak yeterli midir?
Hayır.
"Liderlik" konusunda aynı takım içinde şüphesiz
daha yetenekli olanlar var. Örneğin, Hollanda'nın Zaandam
kendinde Ayasofya Câmii'nde rastladığın Ahmet
Kütahyalı (sanırım bu soyadı takma soyadı) Cemalettin Hoca'dan çok daha
yetenekli ve kültürlüdür.
Ahmet Kütahyalı, Sakarya'da öğretmenken Atatürk'e hakaretten
mahkûm olmuş. Sonra Suudi Arabistan'da din eğitimi görmüş. Daha sonra da İran'a
gidip gelmiş.
"Yazın" diyor:
"İran devrimine hayran biridir, âşıktır diye yazın
resmin altına. (Gazetedeki Uğur Mumcu ile çektirilen
fotoğrafın üst yazısında büyük puntolarla: "Hollanda'da bir müslüman, bir kâfir yan yana" yazısı var. Resmin
altına şunlar yazılmış: İran Âşığı Müslüman ve Lâik Kâfir: Uğur Mumcu,
Hollanda'da 32 yaşındaki eski edebiyat öğretmeni Ahmet Kütahyalı ile
tartışırken Kütahyalı önce, "Resmin altına, bir mürteci yazın" diyor.
Uğur Mumcu soruyor: "Ne yazmamı istersin?" Kütahyalı'nın
yanıtı şöyle: "Bir müslüman ile kâfir yan yana
diye yazın." Kütahyalı'ya göre Mumcu laikliği
savunduğu için "dinsiz ve kâfir", kendisi ise "İran devrimine
âşık" bir Müslüman...") "Bir kâfir ve
bir Müslüman diye yazın" diyen de bu Ahmet Kütahyalı. Herhangi bir örgütün
başkanı değil, ancak belli ki, o çevrede saygı uyandırmış. Odaya girince herkes
ayağa kalkıyor. Bir işareti ile cemaati oturtuyor.
Ahmet Kütahyalı gelmeden önce imam konuşmak istemiyor. Öz Türkçe
sözcüklerle konuşan imam, Ahmet Kütahyalı gelince susuyor. Artık söz Kütahyalı'nın. Ağzını açınca herkes susuyor.
"Allah'a kendisini teslim etmeyen adam, bizim
anlattıklarımızı zor anlayabilecektir" diyor ve ekliyor:
"Paranızın ne kadarı İslâm topluluğuna gitmiştir?"
Müslamanlar arasındaki ayrımları soruyorum
Ahmet Kütahyalı'ya:
"Allah bir, Kur'an bir,
peygamber bir, öyleyse nedir bu Süleymancılık, Milli Görüşçülük, Nurculuk,
Humeynicilik?"
Verdiği yanıt kısa ve öz:
"Müslümanlar arasındaki iç meseleler sizi
ilgilendirmez."
Ben laik düşüncede bir insan olduğumu söylüyorum, o da:
"Öyleyse kâfirsiniz" diyor. "Bu konuları
anlamak için önce Allah'a teslim olmak lâzımdır."
Ahmet Kütahyalı, Türkçeyi çok düzgün konuşuyor. Kendi
görüşlerini savunurken de çok rahat.
"Laiklik kâfirliktir, ayrı bir
dindir."
"Peki" diyorum:
"Zorunlu din derslerine ne diyorsunuz?"
"Üzerinde Mustafa Kemal'in
resmi olan, içinde demokrasi ve laiklik olan, iyi vatandaş yetiştirmeyi amaçlayan
bir dindir, buna râbıta da yardımcı olur, Amerika da.
Böyle bir din ile Allah'ın dini arasında ufak tefek benzerlikler de olsa
temelde çok farklılıklar vardır."
"Biz de bu din derslerine karşı
çıktık..." diyorum.
Yanıtlıyor:
"Siz laiklik denen dine bağlı
kaldığınız için din derslerine karşı çıktınız. Biz ise esas İslâm şeriatına
uygun olmadığı için karşı çıkıyoruz. Aramızda benzeyen yön yok aslında."
Anayasa ile zorunlu din dersleri
getirenlerle buna karşı çıkanlar arasında bir fark görüp görmediklerini
soruyorum. Görmüyor Ahmet Kütahyalı:
"Beşerî sistemler, Allah'ın
nizamına dayanmayan sistemler böylesine, bu tür problemleri kendi iç
bünyelerinde getirecekler. Ve kesin kuralı da olmayacak. Hepsi
bir beşer sistemi."
O zaman soruyorum:
"Madem Müslümanlık bir, peki
Süleymancılık, Nurculuk, Milli Görüşçülük ne oluyor?
Kütahyalı'nın yanıtı şu:
"Bunlar temel esas değil ki.
Bunlar benim kardeşim. Küçük problemlerdir."
"Peki
Diyanet ile?"
"Diyanetle bunların durumu
değişir. Şöyle değişir: Diyanette bazı şuurlu Müslümanlar vardır. Yani Kur'an'a, sünnete inanır, böyle bir sistemi bütünüyle
ister. Harfiyen ona riâyet etmeyi şiar denir. Ama
elleri, kolları, dilleri bağlı olduğu için, düzenin unsurları tarafından, o
kadarını yapar, ona acırız. Buna yardımcı olmaya çalışırız. Bunun durumunu
anlayışla karşılarız. Bu arkadaş bizim kardeşimizdir."
Sonra dayanamayıp sürdürüyor:
"Din derslerini zorunlu hale
getirenler başörtüsünden niye korkarlar?"
Sonra yanıtını kendisi veriyor:
"Siz bunların yapılarını bizden
iyi bilirsiniz. Bunları bir de bizden duymanın anlamı yok."
"Bu görüşlerinizi niye
Türkiye'de parti aracılığı ile yaymayı düşünmüyorsunuz?"
"Denendi. Olmadı, sizin de iyi
bildiğiniz gibi bir düdük öttürüyorlar bitiyor."
"Öttürtmeyin."
"Öttürtmemek için çok kuvvetli imkânlara
ve partinin dışında çok sağlam bir sisteme sahip olmak lâzımdır."
Peki öyleyse "İslâm inkılâbı"
nasıl olacaktı? "İslâm inkılâbı nasıl olacak Türkiye'de" diye
soruyorum. Kütahyalı, Kaplan Hoca'dan bin kat daha zeki:
"İran'ınki nasıl oldu?"
"İhtilal yoluyla."
"Dünya yeterince tanımadı
ama... İnşallah... Türkiye'ninki de tanınmayacaktır."
"Nasıl olacaktır?"
"Allah'ın takdiri efendim.
Yüzlerce yolu var bunun. Ana prensipler Kur'an ve
sünnetin dışında olmaz. Olursa zaten Allah yardım etmez. Bunu beşerin aklı
olsaydı Amerika CIA'sı ile Rusya KGB'si
ile evvela İslâm inkılabının oluşumuna müsaade
etmeyecekti."
"Türk-İslâm sentezi görüşü var.
Ülkücü çevreler böyle bir sentezden söz ediyorlar. Olabilir mi böyle bir
sentez?"
"Elbette İslâm bir bütün. İslâm'ın ne Türk'e ihtiyacı var, ne
de oradan alacağı bazı fikirlere ihtiyacı vardır. İslâm'ın milyonlarca meselesi
varsa, bir tane de başka sistemden ödünç bir sistem koyuyorsa o İslâm değildir.
Tek bir meselede uzlaşmayan, dâvâsından zerre kadar
olsa fire vermeyen bir sistem İslâm."
"Çünkü" diyor:
"İslâm şahısların malı değil ki, istediği konuda
anlaşsın. Allah'ın nizamı bu. Allah'ın da şeytanî
sistemlerle uzlaşması diye bir konu söz konusu olamaz. Müslüman da işte radikal
dediğiniz tipte olmak zorundadır. Ve elbette ki Allah'a her şeyini teslim etmek
zorundadır. Fikrini, inancını, dinini, yaşayışını, devletini... Dolayısıyla,
ister istemez uzlaşmayacaktır."
"Yani sentez olmaz diyorsunuz."
"Olmaz, mümkün değildir zaten. Ne Türkiye Cumhuriyeti ile, ne laiklikle, ne demokrasi ile..."
"Suudi Arabistan ile..."
"Ne de o tür yapılar ile..."
Ahmet Kütahyalı, "Bütün dünya Allah'ın arzıdır. Ve
insan olabilir ki falan yerde doğmuştur. Bu, oradaki devlete veya ırka bağlı
olma zorunluluğunu hissettirmeyecektir" diye konuşuyor.
"İnsan yeryüzünün halifesidir. Yeryüzünden sorumludur.
Ama bu çevre çevre, tabaka tabaka,
halka halka genişleyecektir."
"Peki, İran inkılabının
dünyada yansıması olmuş muydu?"
Kütahyalı'nın yanıtı:
"Elbette... Afganistan'daki olaylar, Lübnan'daki
olaylar, tabii ki, İran İslâm inkılabından en azında
büyük bir güç almışlardır. Manevi destek almışlardır."
İran İslâm inkılabı devrim ihraç
ediyor mu?"
"İran kendisini gizlemeden açıkça ihraç ediyor,
çekindikleri yok. Ne Amerika'dan, ne Rusya'dan... Erkekçe politika
yürütüyorlar."
"Ne diyorlar örneğin?"
"Bizim inkılabımız
evrenseldir, cihanşümuldür."
"Sovyetler de öyle söylüyor."
"Söyleyebilir tabii, yaptığı ne kadardır, yapabildiği
ne kadardır. Tabii, o da sistemini dünyaya yaymak istiyor."
"Enternasyonallik açısından sormuştum."
"İran İslâm inkılabının yapısı
çok ayrıdır. Sosyalizm, Komünizm, denenmiş artık, yıllardır, suyu çıkmış. Halbuki yüzlerce senedir İslâm inkılabı gibi bir devlet
ortaya çıkmamış. Bu açıdan önemli."
"Tabii önemli olay."
"Açıkça ifade ediliyor ki, ben devlet rejimini değil,
İslâm nizamını tüm dünyaya yaymak istiyorum diyor. Bunun için de İslâmî olduğu
müddetçe hareketleri destekleyeceğini de söylüyor. Bunda gizli kapaklı bir
durum yok."
"Desteklediği çok açık..."
"Öyle ise ister istemez Türkçe yayın yapacak,
radyosunda televizyonunda."
Burada duruyor:
"Televizyonda maalesef yok henüz. Şahsen ben maalesef
diyorum. Çünkü ben şahsen İslâm inkılabını Müslüman
olarak severim. Radyosu ile yayın yapıyor, dergisi ile yapıyor, gazeteler
çıkarıyor Türkçe, daha 20 küsur dilde çıkardığı gibi... Elbette bütün
Müslümanlarla az veya çok ilişkiye girmek isteyecektir. İmkânı yetse
Türkiye'deki her Müslümanın kapısına bir dergi
koyacak. Bunu da bilin. En azından radyosu ile seslenecek."
"Sesleniyor zaten."
"Gücü yettiği kadar sesleniyor. Parazitler olmadığı
kadar."
"Evet."
"Müslümanlara sesleniyor, kâfirlere de tavrını belli
ediyor."
Aklım, dindeki tarikatlarda, tarikatların bugünkü siyasal
akımlar ile ilişkilerinde. Niçin bölünmüşler böyle? Camiler niçin ayrı? Yanıtı
şöyle:
"Bunların önlenmesi için halife şarttır. Nasıl Rusya'da
rejim aleyhtarı büyük bir faaliyet söz konusu değil, bastırılıyor, ama bu, zor
yoluyla bastırılıyor."
"İslâmi sistemde ne olacak?"
"İslâmi sistemde ise yine Rusya'daki gibi tek sesli
değil, fakat devlet zoruyla da yine dğil. Avrupa'daki
laçkalığın olmadığı, yer yer Avrupa'daki ile
Rusya'dakinin orta yolunda."
"Nasıl peki?"
"Hürriyetlerin bir kısmının sınırlandığı, Allah'a
teslim olmuş insanların isteyerek sınırlandığı, yani Avrupa'daki gibi olmadığı.
Bir kısmının da elbette ki, devlet zoru olmadan, kalbe, imana, vicdana
dayanılarak kendiliğinden oluştuğu bir ortam olacaktır."
Ahmet Kütahyalı, 1980'den sonra İran hükümeti tarafından
Tahran'a çağrılmış. Daha önce de Suudi Arabistan'da eğitim görmüş.
"Ne fark var iki İslâm devleti arasında?" diye
soruyorum.
"Muazzam" diyor. Ve İran'da yapılanın "İslâm inkılabı" olduğunu, Suudi Arabistan'da ise
"Amerikancı" bir yönetimin egemen olduğunu söylüyor.
"Suudi Arabistan yönetimi nasıldır?"
Ahmet Kütahyalı, yedi ay kalmış Suudi Arabistan'da.
"Suudi Arabistan'da iki tip yönetim var. Bir,
Amerikanvari krallık yönetimi; iki, Vehhabilerin
yönetimi. Laiklik tümüyle Suudi Arabistan'da var."
"Nasıl oluyor?"
"Laiklik var. İsmi, üstü kapalı olarak... Tümüyle
uygulanıyor. Din, devlet işlerine karışmıyor. Devlet de din işlerine
karışmıyor. Din işlerini Vehhabiler idare ediyor,
yönlendiriyor. Dinbaz diye bir zat ve onun
paralelindeki din görevlileri...
Mezhep olarak Vehhabi Müslümanlar.
Dini konularda özel bir hürriyetle yönetiyorlar. Vakıflar Bakanlığı bunların
elinde; kadılar, mahkemeler vs.ler Vehhabi
âlimlerinin, imamlarının denetiminde. Krallık böyle..."
"Ya krallar?"
"Bırakın bir mezhebe bağlı olmayı, krallar, kâfirlere
has, aristokrat, sömürücü dediğiniz insan tipine tıpa tıp uygun. Onlar
dünyalıklarını düşünüyorlar ve her şeyleri ile midelerini şişiriyorlar. Bu
krallıkların ellerinden çıkmaması için, verdikleri hürriyet de buna göre
olacaktır ve Amerika'nın da bu konuda büyük yardımları var."
Ahmet Kütahyalı, tam anlamıyla bir
"devrim muhafızı." Bana kalırsa da Cemalettin Hoca'dan çok daha yetenekli. Hem zeki, hem akıllı.
"İran'ın sizin hareketinize bir maddi yardımı oluyor
mu?" diye soruyorum. Yanıtlıyor:
"Maalesef sizin ya da gazetenizin ve okuyucularınızın
ürktüğü, korktuğu veya tüm Türkiye'deki rejime bağlı olan veya rejime İslâmi
meselelerin dışında karşı olanların korktuğu, ürktüğü gibi büyük çapta yardım
edebilme imkânlarına sahip değil. Ama inşallah o da olacak bir gün."
"Büyük çapta, küçük çapta ama demek ki, bir yardım
var."
"Şöyle diyelim. Yani tüm dünyada silahlı yardım söz
konusu değil."
"Kaplan Hoca'nın kitapları, dergileri. Bu paralar
nereden geliyor?"
"Dünyadaki hiçbir yere yardım edecek güçleri yok. 7
senedir savaş yapan bir ülke. Bütün dünyaya karşı savaşıyor. Gazeteleri ile, solu ile, sağı ile, açıktan kafirim diyen insanlarla
savaşan bir devlet."
"Peki hiç yapmıyor mu?"
"Gücünün yettiği kadar yapıyor şimdilik. Sadece
Irak'taki kâfirlerle meselesi yok. Bütün dünyadaki kâfirler ile aynı zamanda
mücadelesi var İran'ın."
Berlin'de Cafer-i Sadık Camiinde de bir İranlı ile
karşılaşmıştık. Cafer-i Sadık Camii, Caferî mezhebine bağlı olanların namaz
kıldıkları bir camiydi. Kars-Iğdırlı yurttaşların açtıkları camide bir İranlı
ile karşılaşmış ve biraz da tartışmıştık. Aynı sözleri söylüyorlardı Ahmet
Kütahyalı ile.Ve cami duvarında İran İslâm inkılabı
ile ilgili yazılar göze çarpmaktaydı. İran Başkonsolosluğu'na girmiş gibi
olmuştum!
(Uğur Mumcu, Rabıta, 23. Baskı, 1998, Ankara, s. 46-52)