Çocuk Eğitiminde Dikkat Edilecek Özellikler
Çocuk
eğitiminde şu dört şeye özellikle dikkat edilmelidir:
1- Büyükler,
çocukları, önemsiz ve anlamaz küçük yerine koymayıp; aksine kendileri empatik
davranarak onların seviyesine inmeli, onların eğitimi sırasında çocuk
olduklarını daima göz önünde tutmalıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s.) "Çocuğu olan, onunla çocuklaşsın."
buyurmuştur.
2- Çocuklara daima
uygun bir dille doğru, tutarlı ve yararlı bilgiler verilmelidir. Bu görev,
ebeveynin belli başlı dinî ve kültürel konularda bilgili olmalarını gerektirir.
Çocuklara, her şeyden önce Allah'ı ve Rasülünü sevdirip güncel itikadî
sapmalardan koruyabilecek tevhidî bir imanı gönüllerine severek nakşedebilmek
şarttır. Sonra, şu başlıklar altındaki temel bilgiler verilmelidir:
a- İtikad ve ibâdete
dair müslüman için zorunlu bilgiler,
b- Ahlâk ve muâşeret
kuralları, edep ve terbiyeyle ilgili hususlar,
c- Kur'an bilgisi;
Kur'an' ı okuyabilmesi, sevebilmesi, anlamıyla ilgilenmesi için gerekli
bilgiler,
d- Çocuğun gelecekte
geçimini sağlayabilmesi için mümkün ve uygun olan bilgiler. Anne-baba, bunları
ya bizzat vermeli, yahut kendi aslî görevi olan çocuğunu eğitip öğretmek
konusunda, kendine bir vekil tutmalı, ehil ve emin kimselere bu ilimleri
verdirmelidir.
3- Ebeveyn,
çocuklarına her yönüyle örnek olabilecek bir hayatı yaşamaya çalışmalıdır. Aksi
halde, sözleriyle telkin etmiş olduklarını davranışlarıyla yalanlamış olurlar.
Çocuk da daha çok gördüklerinden, örneklerden etkileneceğinden eğitim başarısız
olacak, çocukta da karakter bozuklukları ortaya çıkacaktır.
4- Çocuklara karşı
hoşgörüyü, onları şımartacak, serkeşleştirecek bir noktaya kadar götürmek,
doğru olmadığı gibi; çocuğun şahsiyetini kazanmasına engel olacak, onu
âsîleştirecek veya arsızlaştıracak şekilde katı bir disiplin uygulamak da uygun
değildir. Ebeveyn, bu konularda daha çok terğib ve terhib (imrendirip özendirme
ile sakındırıp caydırma) yöntemlerini kullanmalıdır.
Her şeyin kolayını,
basitini seçen günümüz insanı, görev bilincini yitirmiş, sadece hak ve
özgürlüklerinin peşinde sonu gelmeyen koşu içinde yıpranıyor. Müslüman olmanın
gereğini düşünmeyen kişi, cennetin ucuz, hatta bedava geleceğini umuyor. Hiçbir
bedel ödemeden Allah'ın rızâsına tâlip oluyor. Birinin eteğine yapışarak cenneti
garantiye almak, çocuğunu başkalarına emânet ederek kolay yoldan yetişmesini
beklemek bunun göstergesi. Kendisiyle birlikte ateşten koruması gereken
evlâdını başkalarına havâle ederek sorumluluktan kurtulacağını düşünüyor.
Canavarın eline teslim edilen kuzu türünden, çocuğunu kimlerin eline
bıraktığını bile düşünmüyor.
"Dünyaya gelen her insan, (İslâm) fıtrat(ı) üzere
doğar; sonra anne ve babası onu yahûdi, hristiyan, mecûsi (farklı bir rivâyete göre veya müşrik) yapar." (Buhârî, Cenâiz 79, 80, 93; Müslim, Kader 22-25, İman
264). Fıtrat, Allah'ın, mahlûkatını, kendisini bilip tanıyacak ve idrâk edecek
bir hal, bir kabiliyet üzere yaratmasıdır. "İslâm", yahut en azından
"İslâm'a yatkınlık" anlamı taşır. Fıtrat, ruh temizliği, Hakkı
benimseme yatkınlığı, olumlu yetenek ve meyiller olarak da tanımlanır. Fıtrat
hadisindeki "...sonra ebeveyni onu yahûdi, hristiyan... yapar"
ifâdesi, çocuklardaki temiz yaratılışın ve iman yatkınlığının çocuk devresinde
çeşitli etkilere göre değişmeye elverişli olduğunu, dolayısıyla eğitimin
önemini göstermektedir. Hadisteki bu ifâde, çocuğun İslâm fıtratı üzerinde
sağlıklı bir yapı sürdürmesinin, ya da fıtratı bozulup çeşitli bâtıl dinlerle
hastalıklı, ârızâlı bir hayatın sebebi olarak sadece anne ve babayı gösteriyor.
Çevre şartları denilen şey, aslında ana-babanın oluşturduğu, bilinçli veya
bilinçsiz tercih ettiği ortamlardır. Çocuğu yönlendiren okul ve medya da yine
ebeveyn tarafından seçilip rızâ gösterilmektedir.
İnsanlığın şirk ve isyan bataklığından doğru yola
çekilmesi, vicdanın fıtrî saflığına dönüşü, takva ile en güzel olana uyulması,
İlâhî prensip ve İslâmî rehberliğe ulaştırmak için İslâmî eğitim şarttır.
Cenâb-ı Hak, mazlum
kurbanların fecî durumunu ve onların esas sorumlusu olan kendi ana-babalarına
yapacakları bedduâları haber veriyor: "O
gün yüzleri ateş içinde kaynayıp çevrilirken: 'Vah bize! Keşke Allah'a itaat
etseydik, Peygamber'e itaat etseydik!' diyecekler. Yine şöyle diyecekler: 'Ey
Rabbimız! Doğrusu biz, efendilerimize, beylerimize ve büyüklerimize
(ana-babamıza ve diğer büyüklerimize) itaat ettik de onlar bizi dalâlete
(yanlış ve sapık yola) götürdüler. Ey Rabbimız! Onlara (bize verdiğin) azâbın
iki katını ver. Ve onları büyük bir lânet ile lânetle (rahmetinden
uzaklaştır)." (33/Ahzâb, 66-68)
Çocuklarının gıda
ihtiyaçlarını karşılamayan ya da tamamen hastalık taşıyan mikroplu pis
gıdalarla onları besleyen anne-babanın suçluluğu kabul edilir de, midelerinden
çok daha önemli olan kafa ve gönüllerini aç bırakan veya ondan daha kötüsü, hastalıklı
düşünce ve inançlarla doldurulmasına sebep olan ebeveyn suçlu sayılmaz mı?
Hadis-i şerifte güzel
isim ve iyi terbiye, çocuğun babası üzerindeki hakları arasında zikredilir
(Bkz. İbn Mâce, Edeb 3). Çocuğun en mükemmel şekilde yetişmesi, ihtiyaç duyduğu
bütün insanî ve ahlâkî faziletleri, sosyal kural ve davranışları, hepsinden
önemlisi tevhidî inanç ve İslâmî değerleri öğrenmesi ve yaşaması, ruh ve beden
bakımından sağlıklı, bilgili ve faziletli, ayrıca meslek ve hüner sahibi
olabilmesi için ana-babanın tüm imkânlarını kullanarak gayret sarfetmeleri
gerekir. Çocuğun hem dünya hem de âhiret mutluluğunu hedef alan böyle bir
terbiye, Hz. Peygamberimiz tarafından ana-babanın çocuğuna bırakacağı "en güzel miras" olarak
nitelendirilmiştir (Tirmizi, Birr 33).
İslâm'ın
aile anlayışında, normal şartlarda kadının başlıca görev ve meşguliyet alanı
evidir. Bu durum, prensip olarak çocukların ihmal edilmesini büyük ölçüde
önlemektedir. Çocuklara sevgi ve yetiştirme yönünden daha fazla vakit ayırması
gereken anne olmakla birlikte, babanın sorumluluğu da, anneden daha az
değildir. Baba, çocuklarının ve onların müslümanca yetişmesinin; işinden ve
dünyevî meşguliyetlerinden çok daha önemli olduğunu davranışlarıyla
ispatlamalıdır.
Okuduğu kitapları,
gazeteleri, konuştuğu arkadaşlarını, terbiye ve eğitim verenleri, seyrettiği
filmleri, oynadığı oyunları... kontrol etmeli; gerektiğinde ambargo koymalıdır.
Bütün bunları kendi yerine ve daha güzel yapacak Allah korkusunu, ihsan
bilincini, tevhid şuurunu gönlüne yerleştirmelidir. Gecesini gündüzüne katıp,
"çocuğumu nasıl müslümanca yetiştirebilirim?" diye planlar,
programlar yapmalıdır.
Çocuk, çocukluk yapıp
elini ateşe atsa, sobayı ellemeye kalksa elbette engeller anne-baba; ille de
yanmak istese, kendi haline bırakmaz, müsâade etmez, gerekirse, yanmasın diye,
şefkatle tokatlar onu. Çünkü o, neyi yapınca, nasıl davranınca yanacağını
bilemez. Biraz büyüyünce, yine çocukluğun daniskasını yaparken, cehennem
ateşine elini uzatıp çevresinin teşviki ve kendi arzusuyla kendini ebedî
alevlerin içine atarken ana-baba seyirci kalamaz. Hele hele bu yanma olayına
yardımcı olması, hiçbir şeyle izah edilemez. Evlâdını seven ana-baba, çocuğunun
cehenneme doğru yuvarlanmasına göz yummaz.
Teslim etmez
kâfirlerin ve küfrün eline en kıymetli varlığını. Sahip çıkar İlâhî emânete,
birinci işi o olur, her şeyden önce gelir onları müslümanca yetiştirmek. Çok
küçük yaştan itibaren Allah sevgisi, Peygamber sevgisi verir; her sevgiden önce
ve en büyük sevgi olarak. İlâhî emirleri, ibâdetleri niçin yapması gerektiğini
anlatır, her konuda şuurlandırmaya çalışır, okuduğu Kur’an’ın ne olduğunu, ne
emirler içerdiğini, anlamını, namaza niçin ihtiyacı bulunduğunu... öğretir ve
sevdirir ona. Her konuda çeşit çeşit güzel kitaplar yazılıyor, nice konular
araştırılarak hazır lokma haline getirilip kitap, dergi, CD diye sunuluyor.
Evlât terbiyesi, çocuk eğitimi konusunda da onlarca kitap var; sorumlu ebeveyn
alıp okur, nasıl terbiyeyi emrediyor İslâm, öğrenir, tatbik etmeye çalışır.
Yüce Peygamberimiz “Hiç bir baba, çocuğuna güzel terbiyeden
daha üstün bir şey bağışlayamaz, bırakamaz” diyor. Eğitim konusunda en
önemli görev anne ve babalara düşmektedir. Çünkü, çocuklarından direkt sorumlu
tutulacaklar onlardır. Çocuklar, ebeveynlere emânet edilen varlıklardır.
Fıtratlarını bozdurmamak, onları cehennem ateşinden korumak, yarınlara
müslümanca hazırlamak, tüm şeytânî tuzaklara ve mânevî hastalıklara karşı,
koruyucu aşılar yapmak önce ebeveynin görev alanı ve sorumluluğundadır.
Câhiliyye döneminde küçük yaşlarda kızlarını diri diri toprağa gömen
insanlardan daha fecisini mi yapıyor ebeveynler dersiniz? Onlar, çocuklarının
sadece dünya hayatlarını mahvediyorlardı; Çağdaş ana-baba ise âhiretini. Onlar
sadece kız çocuklarını öldürüyorlardı; şimdiki ebeveyn, kız-erkek hepsini.
Onlar o çağdaki âdetlere göre kuma gömüyorlardı; şimdikiler ise daha çağdaşça,
televizyona, sokaklara, okullara, kitaplara veya kitapsızlıklara, çağdaş tanrı
taslaklarına kurban ediyor çocuklarını.
Çocuklarımızı sevmek
ve onların geleceğini düşünmek, dünyadaki vazifelerimizin en güzelidir.
Çocuklar, büyüklerin yaşama sevincidir, umutlarıdır, gelecekleridir.
Unutmayalım ki sevgi bedel ister, fedâkârlık ister. Anne ve babaya emânet
edilen varlıkların her yönden yetişmesi emânet edilenlerin sorumluluğundadır.
Öğretmenleri, kitapları, çevreyi seçmek, kendi
görevinde onlardan yardım beklemek, asli görevi bir süre için vekillere
devretmektir. Unutmamalıyız ki, hiç bir kişi ve kurum, anne babanın yerini
tutamaz. Herkes istiyor ki, “filan hoca, filan kuruluş benim çocuğumu eğitsin,
yetiştirsin, ben de maddî masrafları
karşılayayım. Emâneti başkasına devrederek zahmetsizce sorumluluğumdan
kurtulayım. Ben işimle gücümle uğraşırken başkalarının yetiştireceği çocuğumdan dünyada ve âhirette
faydalanayım.” Ana-babalık, çocuğun dünyevî, maddî ihtiyaçlarının karşılanması
olarak görülmektedir. Eğitim ve yetiştirmede de dünyevi ölçüler ön plandadır.
Çocuğun karnının doyurulması yeterlidir. Kafasını ve kalbini başkaları
doldurabilir. Hatta neyle doldurulduğunu araştırmak; uğraşmayı, direkt ilgiyi
istediğinden o da yapılmaz. Bu kadar iş-güç arasında çocukla nasıl uğraşsın? Bu
mantık, ucuzcu mantıktır, materyalist mantıktır. Sorumluluk bilinci değil;
sorumsuzluk ve görev kaçkınlığı sırıtmaktadır bu anlayışta.
Okullardan
şikâyetçiyiz. Okulların câhilî eğitim verdiğinin, ders kitaplarının eksik ve
yanlışlıklarının farkındayız. Ama yeterli alternatifler üretmiyoruz,
imkânsızlıktan değil, isteksizlikten. Çünkü imanı olanın imkânı da vardır.
Müslüman, çevre şartlarını aşamayan, zamanın çocuğu, şartların mahkûmu
değildir, olamaz. Samimi ise, mutlaka alternatifler bulacak, kendisi gibi
düşünen insanlarla bu konuda da yardımlaşacaktır.
Hz. Âişe'ler, Ümmü
Seleme'ler, Fâtıma ve Zeyneb'ler nerede, hangi okulda yetişti? Onların önce
babaları, sonra kocaları hocaları idi. Eski âlimlerin biyografilerini
öğrendiğimizde, hemen hepsinin ilk hocalarının babaları olduğunu
görüyoruz.
Çocukla en fazla
meşgul olacak olan anne olduğundan, ilk ve en önemli terbiyeci, eğitimci
annedir. Çocuğa doğru yolu gösteren, Rabbini tanıtacak, dinini sevdirecek olan
önce anne, sonra babadır. Bu büyük görevleri yerine getirecek olanların, önce
kendilerini iyi yetiştirmiş olmaları gerekmektedir. Kendini ıslah edemeyen
başkasını ıslah edemez. Kendisi doğru olmayanın gölgesi de doğru olmaz. Yüzme
bilmeyen, başkasını boğulmaktan kurtaramaz. Kendi eteği tutuşmuş bir itfaiyeci,
başkasını yangından çekip çıkaramaz. Eğitim, çok yönlü ehliyet ve uzmanlık
isteyen girift bir konu olduğundan, İslâm'ı ve naklî ilimleri ana hatlarıyla
bilmek bile yetmemekte, içinde yaşanılan toplumu da çok iyi tanımak, sevgi ve
müsâmahayı, sabrı ve tedrîcîliği, eğitim metotlarını, insan ve çocuk
psikolojisini, pedagojiyi, yani çocuk eğitim ve terbiyesini temel düzeyde de
olsa bilen ve uygulayabilen bir seviye gerektirmektedir. Evler, sadece
çocukların değil; anne ve babanın da okuludur. Ama ana-babaları yetiştiren ehil
ve emin yerlere büyük ihtiyaç vardır. Müslüman cemaat ve teşkilâtlara düşen
önemli bir görev, çocuklardan önce ana-babaları yetiştirmek olmalıdır. Evlilik
ve ana-baba okulları açmalı, geliştirmelidirler. Eğer baba evinde ve evlilik
öncesinde anne adayı, kendini yeterince yetiştirmediyse, evlilikten sonra sorumluluk
kocaya âittir. Zarûri olan hususları ya bizzat kocası öğretecek, ya da
öğrenmesine imkân ve fırsatlar oluşturacaktır.
İnsanları Allah'ın
dininden uzaklaştırıp kendi sapık anlayışlarını topluma dayatan câhiliyyenin
hâkimiyetinde, onların yönlendirmesine açık kurumlar ve hantal yapılanmalar
yerine; ciddi, özgür ve özgün alternatifler oluşturmak gerekmektedir.