SAĞLAM
İMANI OLMAYANIN NIKÂHI OLUR MU?. 1
İslâm,
akıllı ve büluğ yaşını aşmış bütün müslümanları aile yuvası kurmaya çağırdığı gibi, evliliği
ve aile hayatını da bir ibâdet olarak değerlendirir.
İslâm hukukuna göre nikâh akdi hem medenî bir muâmele,
hem de bir ibâdettir. Çünkü nikâhın rükûn ve
şartlarını İslâm belirler ve evlilik sebebiyle eşlerin pek büyük ecirlere
ulaşacakları açıklanır. Bu konuda İbnül-Hümâm (ö. 861/1457) şöyle der: "Nikâh, ibâdetlere daha yakındır. Hattâ
evlenmek, devamlı nâfile ibâdet etmek kasdıyla bekâr
kalmaktan daha faziletlidir." (İbnül-Hümâm, Fethu'l-Kadîr,
Bulak 1315, II, 340). Son devir İslâm hukukçularından İbn
Abidîn (ö. 1252/1836), Reddül-Muhtar
adlı ünlü eserinde nikâh konusuna şu cümlelerle başlar: "Bizim için Hz.
Âdem devrinden bugüne kadar meşrû olmuş, sonra Cennette de devam edecek, nikâh
ile imandan başka ibâdet yoktur" (İbn Abidîn,
II, 258). Nikâhın câmi içinde akdedilmesi ve mümkünse
cuma gününe rastlatılması müstehaptır. Bu da onun
ibâdet yönünü güçlendirir (İbn Hacer
el-Askalânî, Bülûğu’l-Merâm,
Sönmez Y., 1967, III, 229).
Şâfiîlerin dışında cumhûr, yani çoğunluk fakihler evliliğin ibâdet
olduğu konusunda hemfikirdir. Zâten, insanın yaratılış
sebebi olan ibâdet (51/Zâriyât, 56), hayatın tümünü
kapsar, insanın tüm davranışlarını kuşatır. Genel ve geniş anlamda, Allah'ın
hoşnut ve râzı olduğu her iş, müslüman
için ibâdettir. İslâmî esaslara göre kurulan ve buna göre yürütülen evlilik de ibâdet kabîlindendir. Çünkü nikâh akdi ile,
nefsi haramlardan korumak ve nesli sürdürmek gibi birçok toplum maslahatı
gerçekleşir. Nitekim Hz. Peygamberimiz (s.a.s.) "Sizden birinizin
evliliğinde sadaka sevabı vardır" (Müslim, Zekât 52; Ebû Dâvud, Tatavvû'
12, Edeb 160; Ahmed bin Hanbel, V/167, 168) buyurmuştur. Allah’a ibâdetin
öncelikli temel şartı, sahih bir imandır. İmanı tam olmayanın ibâdeti de geçerli olmaz. Eş seçmek, büyük ve küçük imam
seçmekten pek farklı değildir. Tâğutları reddetmeyen
ve her çeşit şirkten kaçınmayan kimsenin imamlığı nasıl geçerli değilse, nikâhı
da geçerli değildir. İmanına şirk karıştıran bir kimsenin nikâhı da olmaz.
Böyle bir kimsenin karşı cinsten biriyle beraberliği de (genel anlamda her şey ibâdet/kulluk/tapınma ile irtibatlı olduğundan) ibâdet
sayılır; ama bu Allah’a değil; hevâsına, hevesine,
keyfine, zevkine yapılmış bir ibâdet/tapınmadır.
“Kur’an ve mütevâtir sünnetle
"aile"nin nasıl teşekkül edeceği izah buyurulmuştur.
Bu hudutların dışındaki her türlü ilişki (siyasî yönetimler, kanunlarla tâyin etse de, etmese de) fuhuştur. Çünkü insanların kendi hevâ ve hevesleriyle, aile sistemi kurmaları kat'iyyen haramdır. Aile, İslâm'ın belirttiği hudutlarla
teşekkül eder.” (Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler
Kavramlar, İnkılâb Y., s.
268)
Müslüman
karı kocanın onu yaparak ibâdet (sadaka) sevabı
kazandığı şeyi, nikâhı geçerli olmayan evli kimsenin eşiyle yapması zinâ
sayılacak, bu beraberlikten de “meşrû olmayan nesil” meydana gelecektir.
Günümüzde fesâdın bin bir çeşidinin, kapkaçın,
terörün, ahlâksızlığın… hızla yaygınlaşmasının
sebeplerinden biri de bu neseb-i gayri sahih zinâ
ürünleri olsa gerektir. O yüzden aile, hem dünya hem âhiret
açısından ya cennet bahçesi veya cehennem çukurudur.
Toplumu
İslâmlaştırmanın, İslâmî toplum oluşturmanın küçük örneği ve aşamasıdır
evlilik. Aile, iman ve kulluk bilincine dayanır. Toplum, devlet ve dünya büyük
bir aile; aile de küçük bir ümmet ve minyatür bir devlettir. Ailelerinde
İslâm'ı hâkim kılamayanların; sokaklarına, işyerlerine, toplum ve devletlerine
şeriatı hâkim kılmaları beklenemez. İslâmî değişim ve dönüşümü dillendirenlerin
samimi olup olmadıkları, evlerine ve evlerinde uyguladıkları davranışlara
bakarak kolayca test edilebilir. İslâm’ın ibâdet kabul
ettiği nikâh/evlilik, “ev” adı verilen Allah’ın indirdiğiyle hükmedilecek İslâm
devletine halife ve vezir tâyin etmek demektir. Doğacak çocuğunun temel eğitim
göreceği “ev” adlı baba ve ana okulunun öğretmenini
seçmektir nikâh. Hatta doğacak çocuğunun dinini tâyin
etmektir. Çünkü İslâm fıtratıyla doğan çocuk, ana ve babası aracılığıyla hıristiyanlaşacak, yahûdileşecek,
mecûsileşecek, müşrikleşecektir (Buhârî,
Cenâiz 79, 80, 93; Müslim, Kader 22
- 25). Dindar ve güzel ahlâklı bir eş seçmeye çalışmayan kimse, doğacak
çocuklarının da bu özelliklere sahip olmamasını istemiş olmaktadır. Kendisi
için de dünyada huzur ve mutluluğu, âhirette cenneti;
ya da dünyada fitne, stres, kavga ve huzursuzluğu, âhirette
de sonsuz azâbı seçmek demektir eş seçimi. “Ey iman
edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten
koruyun…” (66/Tahrîm, 6)
Müslümanın evliliği, kâfirlerin yuva kurmalarından çok farklı ve
Allah'ın hudûdu çerçevesinde olacağı için bir
ibâdettir; her ibâdette aranacak ilk şartın da iman olduğu unutulmamalıdır.
Bireysel ve sosyal hayatında olduğu gibi, âile
hayatıyla ilgili tüm hususlarda da imanını ispat etmek zorundadır mü'min. Nikâhın imanla kopmaz bir bağı vardır. Allah’a, âhiret gününe… iman etmeyen bir
kimseyle kıyılan nikâh geçersiz olduğu gibi, evlendikten sonra eşlerden biri
veya her ikisinin ağzından çıkan imana zıt bir söz, kafasında oluşan bir küfür
düşüncesi, gönlünü kirleten bir şirk sebebiyle de nikâh gidecek, eşler,
birbiriyle zinâ yapmış olacaktır.
Tevhidî iman, dünyada huzur ve mutluluğun, âhirette
sonsuz nimetlerin temel sebebi olduğu için, eşlerden biri veya her ikisi, içine
şirk karıştırılmamış bu imandan yoksun ise, her çeşit felâkete adım atılmış
demektir. Aile yuvasının âhirette de devam edecek bir
huzur ve mutluluk ortamı oluşturması, nikâhın ve karı-koca sevgisinin bir ibâdet/sevap olması için Kur'an'ın
istediği tevhidî iman ilk esastır. İmamların/hocaların eskiden, 32 farzı
bilmeyenlerin nikâhını kıymamaları, gerçek anlamda ve sağlam bir şekilde iman
edip inancını yaşamaya çalışmayanın nikâhının geçersiz olacağı gerçeğiyle
ilgilidir. Kişinin, bulunduğu halle ilgili bilgileri (ilm-i
hâlini) öğrenmesi farzdır. Evlenecek kişilerin nikâhla, talâkla, aile ve
evlilik konularıyla ilgili dinî hükümleri; karı-koca ve çocukla ilgili
görevleri ve hakları bilmeleri şarttır. Ama bütün bu bilgilerden de önce
imanla, irtidatla, şirkle ilgili konuları ve bu
hususlardaki güncel problemleri bilmek ve tevhide inanıp İslâm’ı hayata
geçirmeye çalışmak başta gelir. Çünkü iman gidince nikâh da gider. Evli
(zannedilen) karı-kocanın zinâsı; ef’âl-i
küfür, elfâz-ı küfür ve elfâz-ı
talâk sebebiyle olmaktadır. Tevhidi, şirki, kendini, toplumun ve düzenin
konumunu, nikâhın nasıl sahih olacağını, mihri, talâkı, hayızı,
nifası… bilmek, büluğa ermiş ve evlenme çağına gelmiş her müslümanın öncelikli görevidir. İslâm’ı,
hayatı, geleceği tanımayan, daha kötüsü yanlış tanıyan bugünün genci soracak
elbette: “İlköğretim temel bilgilerinden, Atatürk’ü tanıyıp tüm hayatını her
yıl döne döne öğrenmekten, İngilizce’den,
diplomadan, romandan, diziden, popçuların soy kütüğünden, topçuların hangi
mevkide oynadıklarından, iyi sayılabilecek maaş ve makamdan, babaların hayatî
önem atfettiği çok para kazanmaktan, anaların olmazsa olmaz gördüğü çeyizden de
mi önemli?” diye. Elbette en önemli ve öncelikli uğraş, İslâm’ı doğru
olarak bilmek ve gereğini yapmaktır; zâten yaratılış
amacı da bu değil mi insanın? “Bunca iş-güç arasında (faydasız bilgi ve
davranıştan) zaman mı kalıyor?” diyen kimse bilsin ki, hayra zaman bırakmayan
vakit katili boş şeyler, faydasız olmaktan çıkmış, en zararlı olmaya
başlamıştır.
Zinâkâr olma ihtimali küçük olmayan ve hangi zihniyete/inanca sahip
olduğu meçhul (veya olumsuz olarak mâlum) olanlar, müslüman kız babasının kapısını çalar, dünürcü olur. Kız
babasının ilk sorusu dâmat adayının maddî durumudur,
işidir, maaşıdır. Sağlam bir akîdeye sahip olup
olmadığını önemsemez, önemsemiş olsa bile bunu ortaya çıkaracak araştırmalar
yapmaz. Tabii, bu erkek tarafı için de geçerlidir; gelin adayı bunca kız içinde
niçin tercih edilmiştir, bu seçimde dinin tavsiyesine ne kadar uyulmuştur?
Gerçi artık dünürcülük, görücü usûlü kız isteme tarihe
karışmak üzere. Artık gençler (hatta başörtülü ve namazlı olanlar) sokakta,
işte, okulda, ya da internette tanışma, hatta çıkma ve flört gibi altyapıyı
tamamladıktan sonra ailelerini lütfen haberdar ediyorlar artık. Bu tavır da,
erkek ya da kızın karşı cinste ne aradığını zaten tümüyle ortaya koyuyor.
Tevhidî imana sahip olmayan bir erkekle evlenmek, müslüman bir bayan için kesin bir yasak olduğundan
cehennemi tercih etmek ve dünya hayatını da cehenneme çevirmek olduğu kadar,
böyle bir evliliğin İslâm’da ibâdet kabul edilen geçerli bir nikâh kapsamına da
girmeyeceği unutulmamalıdır. Müşrik, putperest, ateist ya da İslâm düşmanı bir
kadınla evlenmek de erkek için aynı kapıya çıkar. Sıradan herhangi bir hıristiyan ve yahûdi ile, ya da “ben hıristiyanım”, ya
da “yahûdiyim” diyenle evlenmek de İslâm’ın
onayladığı bir hüküm değildir; Ancak bazı şartlara sahip olan ehl-i kitap bir bayanla evlenmek, -tavsiye edilmemekle
birlikte- ruhsata bağlanmıştır. Öncelikle bilinmelidir ki; Kur’an’daki
“ehl-i kitap” ve “kendilerine kitap verilenler” ifâdesi, tahrif edilmiş de olsa Kitab’a
(Tevrat ve İncil’e) vurgu yapmaktadır. Bu da, başta inanç ve düşünce sistemi olmak
üzere hayatını (atmalar ve katmalarla tahrif edilmiş ya da şirke götüren
yorumlara kurban edilmiş de olsa) vahyin şu veya bu oranda yönlendirdiği
kişidir. “Ehl-i Kitab” Kitab’ın dışına çıkmayan, ona teslim olan, dünya görüşü ve
yaşama biçimini, inandığı kutsal kitabının yönlendirdiği bir insandır ki,
günümüz Batı dünyası böyle hıristiyan ve yahûdiler nasıl olmuş da hâlâ kalabilmişse dinozor
kalıntısı muâmelesi yapıp müzelere yerleştiriyor,
kendinden saymayıp dışlıyor. Batıyı yeterince tanımayanlar için bu
değerlendirme tuhaf gelebilir, ama “elhamdü lillâh müslümanım!” diyen nice
insanın bile bu iddiasında yalancı olduğunu, İslâm düşmanlarının bile
gerektiğinde bu iddianın arkasına sığındığını görmesi ya da Kur’an’ın
şu hükmünü bilmesi, bu karşılaştırmayı yapmasına yeterli gelir: “İnsanlardan
bazıları vardır ki, ‘Allah’a ve âhiret gününe iman
ettik’ derler, halbuki onlar mü’min
değildir!” (2/Bakara, 8). Elbette “hıristiyanım”
diyenlerin de önemli bir kesimi hıristiyan (ehl-i Kitap) değildir. Gerçekten kutsal kitabına her
şeyiyle teslim olup onu yaşamaya çalışan Kitap ehli bayanın, müslüman bir erkekle evlenmesi için ekstra şartlar da
vardır. Bunları tahriften tümüyle uzak Kitab’ımızdan
okuyalım: “…Mü’min kadınlardan iffetli olanlar ile
daha önce kendilerine Kitap verilenlerden iffetli kadınlar da nâmuslu olmak, zinâ etmemek ve gizli dostlar tutmamak üzere,
mehirlerini vermeniz şartıyla (onları nikâhlamanız)
size helâldir. Kim imanı kabul etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O, âhirette de ziyana uğrayanlardandır.” (5/Mâide, 5)
"Tertemiz
hanımlar, tertemiz erkeklere lâyıktır. Tertemiz erkekler de, tertemiz hanımlar
içindir." (24/Nûr, 26). Allah (c.c.), bir müslümanın
evleneceği kimsede tercih etmesi gereken ilk şartın iman olduğunu açıklar: "(Ey
Müminler,) iman etmedikçe müşrik kadınlarla evlenmeyin. Mümin bir câriye/köle, hoşunuza gitse bile müşrik bir kadından
hayırlıdır. (Mü’min kadınları) iman etmedikçe müşrik
erkeklerle evlendirmeyin. Mü’min bir köle, hoşunuza
gitse bile (hür) bir müşrikten hayırlıdır. Bunlar (sizi) cehenneme çağırırlar;
Allah ise, izniyle, cennete ve mağfirete dâvet ediyor.
İşte, Allah, düşünüp ibret alsınlar diye, âyetlerini
insanlara böyle açıklar.” (2/Bakara, 221) “…Kâfir kadınları
nikâhınızda tutmayın, sarfettiğinizi isteyin. Onlar
da sarfettiklerini istesinler. Allah’ın hükmü budur.
Aranızda O hükmeder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (60/Mümtehıne, 10) “Zinâ eden
erkek, zinâ eden veya müşrik bir kadından başkası ile evlenemez; zinâ eden
kadınla da ancak zinâ eden veya müşrik olan erkek evlenebilir. Bu, mü’minlere haram kılınmıştır.” (24/Nûr,
3). Sadece evlenecek kızın değil; erkeğin de bekâretinin bozulmamış olması
gerekmektedir. Kızda aranan iman, başından zina geçmemiş olma ve edep, hayâ, nâmus, dâmat adayında da aranacak ilk vasıf
olmalıdır.
Kadın ve
erkeği dünya huzuruna, saâdete ve sonsuz âhiret ödülüne ulaştıran, çocukları da müslümanca
yetişip hayata ve âhirete hazırlayan “aile”nin, en
hayatî kurum olmasından dolayı, dinimiz yuva kuracak gençlerin, birbirlerinin
dinî ve ahlâkî durumlarını araştırmalarını emretmiştir. Tevhîdî
iman sahibi müslümanlar, kendileriyle yuva kurmayı
düşündükleri eş adaylarında birinci özellik olarak sağlam bir imanı şart
görmelidirler. Evliliğin ve eş seçiminin imanla, ibâdet
ve sünnetle ilgisi bakımından şu hadis-i şerifler hayli önemlidir:
“Kadın
dört özelliği için nikâhlanır: Malı için, nesebi (soyu) için, güzelliği için,
dini için. Sen dindar olanını seç de huzur bul/mutlu ol.” (Buhârî,
Nikâh 15; Müslim, Radâ 14, 53, Ebû
Dâvud, Nikâh 2; Nesâî,
Nikâh 13; İbn Mâce, Nikâh
6; Dârimî, Nikâh 4; Muvattâ,
Nikâh 21; Ahmed bin Hanbel,
II/428)
"Kadınlarla
(sadece) güzellikleri dolayısıyla evlenmeyin; olabilir ki, güzellikleri onları
kötülüğe sevkeder. Malları için de evlenmeyin; olabilir
ki malları da onları size karşı isyâna sevkeder. Fakat onlarla dinleri dolayısıyla evlenin. Dindar
olan siyahî/zenci bir câriye, diğerlerinden daha
üstündür" (İbn Mâce, I/572)
"Nikâh,
benim sünnetimdir. (Bu) Sünnetimi uygulamayan benden değildir. Evlenin, çocuk
sahibi olun; ben kıyâmet gününde ümmetimin çokluğu ile
iftihar edeceğim." (İbn Mâce, Nikâh 1;
Ahmed bin Hanbel, II/72)
“En
güzel dünya nimeti, insanın sahip olabileceği nimetlerin en hayırlısı: Zikreden
dil, şükreden kalp ve insanın iman doğrultusunda (müslümanca)
yaşamasına yardımcı olan kadındır.” (Tirmizî, Birr
13)
"Sizden
birinizin evliliğinde sadaka sevabı vardır" (Müslim, Zekât 52; Ebû Dâvud, Tatavvû'
12, Edeb 160; Ahmed bin Hanbel, V/167, 168)
"Allah'a
isyanı emreden kişiye itaat olunmaz." (Buhârî, Ahkâm 4; Müslim, Cihad 40)
Erkekle
kadın, birbirlerinin eksiklerini tamamlayan bir elmanın iki yarısı gibidirler.
Yarısı çürük bir elmanın çürük kısmı kesilip atılmazsa diğer yarısını da çok
kısa zamanda çürütecektir. Diğer yarısı ne kadar sağlam olursa olsun, çürük
olan diğer yarımı sağlamlaştıramayacaktır. Müşrik insan, çürümüş, kurtlanmış
meyveden farksızdır. "Onlar (hanımlar) sizin için bir elbise; siz de
onlar için bir elbisesiniz." (2/Bakara, 187). Elbise, hem ayıplarımızı
kapatan, bizi zarar verecek dış etkenlerden koruyan bir sığınak, hem de hoşa
giden bir süs olduğu gibi, takvâ ile de ilişkilidir
(Bkz. 7/A'râf, 26). Demek ki, kocası olmayan kadın
çıplak olduğu gibi, karısı olmayan adam da çıplaktır. Geciktirilmeden yıkanmak
şartıyla elbisenin bazen tozlanıp kirlenmesi olağan görülse bile; pislikten, necâsetin kendisinden elbise olmaz. Müşrikler de (necis/pis değil), birer necestir/pisliktir
(9/Tevbe, 28). Tevhidle,
cennet adayı müslümanın temizliğiyle uzlaşması ve
tevhide bulaşması mümkün olmayan pislikle nasıl iç içe yaşanabilir, pislik
nasıl hoş görülebilir, Allah düşmanına nasıl sevgi beslenebilir? Müşrik,
hayvandan daha aşağıda olduğuna göre (7/A’râf, 179;
8/Enfâl, 22, 55), en şerli yaratıkla beraber aynı
yemlikten yemlenmek için çirkin ahırda yaşamayı, güzel bir müslüman
huzurlu bir yuvaya nasıl tercih
edebilir?
Türkiyeli
eski komünist erkeklerin çoğu, evlenecekleri, ya da beraber olacakları kişi
için, başkalarının “komünistler çirkinlik yarışmasında birinci olmasını eş
adayları için şart koşuyorlar” dedirtecek bir tercih yaparlardı; ideolojik
evliliği, yoldaşlığı eşte aranacak her şeyin önüne geçirirler, gerçekten
güzel-çirkin aramadıklarını, iyi bir komünist aradıklarını ispat ederlerdi.
Şimdi ortalıkta komünist de kalmadığı için bu dâvâ
evlilikleri pek gözükmüyor. “Hiçbir şey önemli değil; sadece benim dâvâmın en iyi askeri olsun yeter!” diyen gençler tarihe
karışıyor. “Ben güzellik yarışmasında ilk sıralarda yer alan birinden başkasıyla
evlenmem; ama yüz ve deri güzelliği değil aradığım, takvâ
güzelliğine vurgunum ben, tevhidî iman bilinci yönünden zengin arıyorum,
aradığım asâlet güzel ahlâk cinsinden, diploma ve makam değil istediğim, ilim
ve cihad âşığı dâvâ adamı/hanımı biriyle evleneceğim
ben, başkasıyla değil!” diyenler (küçük istisnâlar dışında) yok artık bu
ülkede.
Kişinin,
eş adayında aradığı özellik, kendi iman ve takvâsını
ele veren bir ölçüdür aslında. Evlilikte başarı, yalnız aradığı kişiyi bulmakta
değil; aynı zamanda aranan kişi olmaktadır. Aradığı ve araması gereken
vasıfların kendisinde ne kadar yer ettiğini düşünmeden bencilce ve hevâsını öne çıkararak tercihde
bulunuyor insanlar. Bir tarafta Hz. Peygamber’in “dindar olanını tercih et!”
tavsiyesi, diğer tarafta hevâsının istekleri.
Hangi taraf ağır basıyorsa kendi safını da belirlemiş oluyor delikanlı. Yüz
milyondan fazla müslümanı barındıran Endonezya ve
Malezya, sırf İslâm’ı yaşamak ve yaymak için oralarda dâvâ evliliği ile, bu bilinçle evlenen tüccarlar sebebiyle müslümanlaştı; hiç silâhlı cihada başvurulmadan. Bu
güzellikler, sadece eski zamanlar için sözkonusu
değil; bir de şimdiki zamandan örnek verelim: Cihadın olanca sıcaklığını
yaşayan bir ülkede genç kızlar, uzun kuyruklar oluşturup resmî makamlara
müracaat ediyor. Yaralı bir mücâhide en iyi eşinin
bakabileceğini, onlar gibi cihad sevâbına ulaşma
nimetinden mahrum olmamak için gâzilerden biriyle evlenmek istediklerini
belirtiyorlar, bu seçimin de kendi beğenilerine bırakılmayıp yetkililer
tarafından bakıma en muhtaç, gerekirse ağzı yüzü en çok hasar görmüş kişinin
uygun görülmesi ve yüzünü, yaralı vücudunu görmeden bir mücâhid
gâzi ile evlenmeye hazır olduklarını belirtiyor kızlarımız. Mangalda kül
bırakmayan günümüz müslüman genci, “çok şuurlu bir müslüman, ama sözgelimi bir gözü kör kızı”, diğer vasıflara
sahip olan ama şuursuz ve dâvâ insanı olmayan kıza
tercih edebilir mi dersiniz? Ya da “bekâr ama dindar olmayan kız mı, dul ama
şuurlu, çok seviyeli biri mi?” bu ikisinden birini tercihle baş başa kalan
erkek, hangisini tercih eder? Günümüzde erkek olsun, kız olsun, eş arayanların
aradıkları özellikleri duyunca, insanın “dâvâ nire, günümüz müslümanı nire?” diyesi geliyor. Hacı amcalar çocukları için,
başörtülü ya da sakallı gençler de kendileri için dâmat
ve gelin adayında aradıkları şeyler arasında sahih, güçlü, şirke bulaşmamış,
amel ve eylemlerle ispatlanmış iman, kaçıncı sırada yer alıyor dersiniz?
“Olmazsa olmaz” mıdır bu özellikler günümüz müslümanı
için; yoksa “olsa güzel olur ama, onlardan daha
önemlileri var” değer(sizliğ)inde midir?
Kâfirlerin
velâyet hakkı yoktur (4/Nisâ, 141). Velâyet, hem
yöneticiliği hem de dostluk ve sevgi ilişkisini kapsar. “Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri velî/dost
kabul edinmeyin; (bunu yaparak) Allah’a aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek
istiyorsunuz?” (4/Nisâ, 144) “Mü’min erkeklerle mü’min hanımlar
birbirlerinin velîleridir (dostları ve yardımcılarıdır). Onlar (birbirlerine)
iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı
dosdoğru kılarlar, zekât verirler, Allah ve Rasûlüne
itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Çünkü Allah azîzdir/güçlüdür, hakîmdir (hüküm ve hikmet sahibidir).” (9/Tevbe, 71). Âyetler, gerçek iman
sahibi birisi dururken, tevhidî inanca sahip olmayan birini sevip dost kabul
etmeyi şiddetle kınamakta, aynı zamanda kadın mü’minlerle
erkek mü’minlerin birbirlerinin gönül dostları
(evliyâ) olduğunu belirtmekle, hayat ve imanın sorumluluğunu taşımada iki cinsi
eşit görmüş olmaktadır. Kadın erkeğin hayat arkadaşıdır, eşidir. “Arkadaşını
söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” atasözünü diğer arkadaşlıklardan önce
hayat arkadaşı için, ömür boyu beraber olacağı birini seçmek için
değerlendirmeliyiz: “Eş adayını, eşini, dâmât ve
gelinini söyle, kim olduğun belli olsun!”
“…Şüphesiz
kâfirler, sizin apaçık düşmanınızdır.” (4/Nisâ, 101) “Takvâ sahipleri
(Allah’a saygı duyup sorumluluk bilincine sahip, kötülükten sakınanlar) hâriç,
(dünyada) dost olanlar o gün birbirlerine düşman kesilirler.” (43/Zuhruf, 67) “Ey iman edenler! Eşlerinizden ve
çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının…” (64/Teğâbün, 14) “Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin
için bir fitnedir/imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır.” (64/Teğâbün, 15). Bunlar sakınılması gerekenler. Yapmamız
gerekenlerden biri olarak sâdıklarla berâber olmamız
emredilmiştir: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla/doğrularla
beraber olun.” (9/Tevbe, 119). Peki, kimdir sâdıklar? “Gerçek mü’minler,
ancak Allah’a ve Rasûlü’ne iman eden, ondan sonra
asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte sâdıklar
ancak onlardır.” (49/Hucurât, 15)
Evliliğe,
namuslu ve iffetli yaşamaya, Allah’a hakkıyla ibâdet
ve kulluk yapmaya engel olmak için dört değil; on dört taraftan saldırıyor şer
güçler. Düzen ve başta eğitimle ilgili olmak üzere tüm kurumları ile, kitle imha silahı konumundaki medya ve özellikle TV ile
sürekli bombardımana tutuluyor insanımız. İslâm’ı hayat biçimi olarak kabullenmiş
olan şuurlu müslümanlara karşı topyekün
savaş açan Batıya ve her çeşit bâtıla karşı
direnebilecek seviyede güçlü bir iman gerekiyor. Eşine müslümanca
destek verip onu cihada hazırlayacak hanımlara, hanımını cennet yolculuğuna
çıkarmaya çalışırken dünyada da huzur veren erkeklere ihtiyaç var bu yolda.
Çocuğunu, eşini ve kendini ateşten koruyacak davranışlara yapışan, âhiret yolculuğuna beraber hazırlanıp imtihanı kazanmada eş
ve çocuklarına yardımcı olacak güçlü bir iman ve cihad
eri olmaları gerekiyor eşlerin. Yol çetin, yol arkadaşı güçlü
gerek.
Kur’ân-ı Kerim’de Kıyâmet günü azaptan
kurtulacak mü’minlerin vasıfları anlatılırken şöyle
buyrulur: “Ve onlar ki, ‘Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve
zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder
kıl!’ derler.” (25/Furkan, 74). Göz aydınlığı olacak eş ve zürriyetlerin, takvâ sahibi olması, hatta Allah’tan hakkıyla sakınan ve
sorumluluk bilincine sahip muttakîlere önderlik yapacak dâvâ adamı olmaları
gerekiyor. Âyetteki vurguya göre, bu özelliğe sahip eş
ve çocuklar, Allah’ın bağışıdır; kavlî ve fiilî duâ ile bu vasıftaki eş ve
çocuk talep edilmelidir.
Unutmayalım,
insan ömrünün en önemli olayı, iyi bir eş seçimidir. İyi bir eş de iyi bir mü’minden olur.