ÇEYREK TESETTÜR GERÇEK TESETTÜRE KARŞI
Biraz da etki-tepki meselesi olsa
gerek. Egemen güçlerin bunca saldırısı ve zulmüne rağmen çarşılara, pazarlara
baktığımızda başörtülü kızlardan geçilmiyor. Bardağın neresine bakalım? Hiç
yoktan başı örtülü bayanların sayısı hâlâ çok sayıda diye sevinelim mi; yoksa, başörtüsü, rûhundan giderek soyutlandı, çarşılar
başörtülü mankenlerin boy gösterdiği podyuma döndü, örtü sokağa (ayağa) düştü
diye üzülelim mi?
Sürpriz olan hangisi? Az-çok kültürlü kızların başörtülü olabilmesi mi, yoksa her yönden
gayrı İslâmî yaşama biçiminin kuşattığı ve modern Batı standartlarını
içselleştirmiş, özgürlük putunun kurbanı ve sosyal hayatın, sokak ve çarşının
tutsağı olmuş başörtülü kızların her aklı başında müslümana
“bu kadar da yozlaşma olmaz!” dedirtecek anormallikleri mi? Okullarda karma
eğitimin tezgâhından geçmiş, televizyon dizileriyle büyümüş, kadın-erkek
eşitliğini ve kadın özgürlüğünü bayraklaştırmış, dünyevileşmiş, İslâm’ı
yeterince bilmeyen, bildiklerini tümüyle yaşamanın getirdiği bedellere hazır
olmayan kızların çeyrek tesettürü mü?
Şuurlu müslümanların
başörtüsü mücâdelesini önemli bir cihad
gibi görmelerinin sebebi, onun Kur’an’ın bir emri,
tesettürün ayrılmaz bir parçası, İslâmî inanç ve yaşama biçiminin dışa yansıyan
bir göstergesi, müslüman hanımın hayâ ve iffetinin
bir işareti olduğu içindi.
Müslüman bir kadının yabancı erkeklere ve müslüman olmayan bayanlara karşı yüzü, bileklere kadar
elleri dışında vücudunun tamamı avrettir, örtmeleri gerekir. Hanımların, ev
dışında veya yabancı erkeklerin yanında normal ev içi elbisesinin üstüne bir
dış elbise daha giymeleri gerekir. Âyette şöyle buyurulur: "Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine
giymelerini söyle. Bu onların tanınıp, kendilerine sarkıntılık edilmemesi için
daha uygundur. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir." (33/Ahzâb, 59).
Örtünün sık dokunmuş ve altını
göstermeyen kalınlıkta olması gerekir. Cildin rengini gösterecek derecede ince
olan elbise ile avret yeri örtülmüş sayılmaz. Elbise şeffaf ve çok ince
olmamasına rağmen uzuvları belli edecek şekilde darsa ve organların şeklini
ortaya koyarsa yine tesettür gerçekleşmemiş olur. Giyilen kıyafetin, örtünen
başörtüsünün, erkeklerin dikkatini çekecek şekillerde olmaması, cinsel câzibeyi ortaya çıkarmaması gerekmektedir. (O yüzden şekil
ve renk olarak sade, daha çok koyu -siyah- renkte giysi ve örtü, yirminci asra
kadar bütün dünya müslümanlarının riâyet
ettiği ölçü kabul edilmiştir.)
Kim ne yorum yaparsa yapsın;
başörtüsü Kur’an’ın emridir: “Mü’min
hanımlara söyle: Gözlerini korusunlar, nâmus ve
iffetlerini muhâfaza etsinler. Görünen kısmı müstesnâ
olmak üzere, ziynetlerini (süslerini ve süs taktıkları organlarını) teşhir
etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler…” (24/Nûr, 31). Başörtüsü teferruat değildir. Allah’ın Kur’an’da emrettiği bir farz teferruat, ayrıntı kabul
edilemez. Bu mantık(sızlık)la, eğer başı örtmek
teferruat ise, meselâ göğsü örtmek de teferruattır; çünkü o da aynı şekilde
farzdır. Başörtüsü, çarpık yorumlarla önemsiz ve hizmet(!) için tâviz verilecek basitlikte görülemez, olmazsa da olur
denilecek bir husus kabul edilemez.
Müslüman hanım, Ahzâb
sûresi 59. âyete göre sadece vücudunu ve başını örtmekle emrolunmamış,
aynı zamanda yabancı erkeklerden eziyet görmeyecek ölçüde ve iffetli
olduklarını gösterecek biçimde cilbab (çekici olmayan
ve baştan ayağa örten geniş ve kalın bir dış giysi) ile örtüneceklerdir. Bu
özellik, başörtüsünün şeklini de, başörtüsü dışında dış giyimin nasıl olması
gerektiğini ve bunun hikmetlerini de içermektedir. Vücudu örttüğü halde dış
giysinin (cilbabın) içindeki bol elbise, -cilbabsız olarak- nasıl dışarıda tesettür için yeterli
görülmüyorsa, aynı şekilde elbise desenlerinden daha çekici, allı güllü, bol
süslü eşarplar ve kadını câzip gösteren kıyafetlerin
de tesettürdeki temel espri ve hikmeti taşımayacağı bilinmelidir.
Bilindiği gibi, Nur sûresi 31. âyeti, kadınlara -istisnâ edilen şahıslar
dışında- hiçbir erkeğe ziynetlerini göstermemelerini emretmekte. Ziynet, kadını
güzel gösteren saç, makyaj, parfüm, takı, mücevherât
ve elbise gibi şeyleri içine almaktadır.
Güzel kokudan (parfümden) kaçınmak
şarttır: “Bir kadın, güzel koku sürerek bir topluluktan geçer, onlar da
‘onun kokusu şöyle şöyleydi’ diye konuşurlar. Böyle (koku sürünmesi ve)
söylenmesi çirkindir.” (Ebû Dâvud,
hadis no: 351). Konuşurken ciddî olma mecbûriyeti
vardır: “...Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici
bir edâ ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır...”
(33/Ahzâb, 32). Müslüman hanımın davranışı,
yürüyüşü ağırbaşlı olmalı, dişiliğini, cinselliğini öne çıkarmamalıdır: “...
Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar
(dikkatleri üzerlerine çekecek şekilde yürümesinler).” (24/Nûr, 31).
Tesettürdeki gâye ve hikmet,
ulemânın ittifakı ve ümmetin icmâı ile,
kadının yabancı erkeklere karşı cinsî câzibesini gizlemektir. O yüzden, kadının
bileğindeki altın bileziğin gözükmesine izin vermeyen din, kadını daha süslü
gösteren bir eşyanın, bir aksesuar veya başörtüsü ya da giysinin kullanımına da
izin vermez. Nûr Sûresi, 31. âyet, kadının yabancı
erkeklere ziynetlerini/süslerini (ve ziynet yerlerini) göstermesini yasaklar. Halbuki şimdiki başörtülerin ve dış giysilerin büyük oranda
ziynet/süs unsuru olması, aranacak ilk vasıf sayılabiliyor, ziyneti örtmesi gereken
şeyin kendisi tümüyle ziynet özelliğine uyuyorsa bu nasıl tesettür olabilir?
Tuz yiyeceği kokmaktan korur; tuz kokarsa o yiyeceğin hali ne olur?
Başörtüsü, mü’min
hanımlara sadece üniversitede farz olmamakta, bülûğa
erdiği andan itibaren farz olmaktadır. Ayrıca üniversite gibi resmî kurumlarda
ve erkeklerle kızların karma eğitim yaptıkları ya da içli dışlı oldukları yerde
sadece başörtüsü değildir farz olan; onu tamamlayan diğer giysiler ve cinsî
özellik ve câzibelerin tümünden arınmış, fitne ortamına
hiç yer vermeyecek davranışlar da şarttır.
Müslüman bayan, erkeklerin de
bulunduğu sosyal hareketlere katılır veya yabancı erkeklerle meşrû
ölçüler içinde konuşurken, her şeyden önce dişiliğiyle değil; kişiliğiyle
bulunmalıdır. Bir kadın için, sosyal hayatta tesettür her şey değil; bir
şeydir. Onsuz olmaz ama, onunla da her şey tamamlanmış
değildir. Kahkaha gibi aşırı ve sesli gülme, yabancı erkeklerle şakalaşma,
gereksiz samimi tavırlar, kadınsı işveler, yapmacık edâ
ve sesin güzelleştirilmesi için doğal olmayan çabalar vb. iffetli müslüman bir hanıma yakışmayacak ve müslümanlarca
yadırganacak ya da farklı gözle değerlendirilecek her türlü tavırdan
kaçınılması gerekir. Müslüman hanımın bu ölçülere riâyet
etmeden sosyal hayatta yer alması ya da erkeklerle konuşması, hem kendine, hem
dâvâsına, hem tesettürlü hanımlara, hem İslâm’a ve hem de müslüman
kadınların toplumda müslümanca yer etmesi için
gereken ortamın ve örfün oluşması önündeki zincirlerin kırılma çabalarına çok
büyük zararlar verecektir.
Bugün çarşıda, pazarda, tezgâhta,
masa ve kasa başında, başörtülü bayanların “örtülü çıplak” diye
tanımlanabilecek başörtülü yozlaşmanın görüntülerini de şöyle özetleyelim: Çarşaf ya da bol ve uzun pardösü
benzeri bir dış giysinin tamamlamadığı bir kıyâfet.
Dış giysi cinsinden bir şey olmaksızın sadece başörtü, altına etek veya
pantolon, üstüne bluz, elbise cinsinden bir şey giyerek çarşı pazarda dolaşma
veya işyerlerinde ya da okullarda bu kıyafetle yabancı erkeklere (iş
arkadaşlarına, sınıf arkadaşlarına, müşterilere…) gözükmek.
Yasak savma cinsinden bile kabul
edilemeyecek tarzda, çok ince veya çok kısa ya da çok dar pardösümsü bir dış
giysi.
Başörtünün altından sırıtan
çirkinlik: Yüzde makyaj, dudaklarda ruj, yanaklarda allık, gözlerde boya ve
hatta başörtüsünün rengine uygun özel lens, kaşlarda inceltme ve vücutta ağır
parfüm kokusu gibi acâyiplikler.
Yani, başörtülü sekreter ve
başörtülü tezgâhtar bayanların büyük çoğunluğu başta olmak üzere ev hanımı veya
ev kızı olmadıkları imajını her haliyle yansıtmaya çalışarak entel takılan genç
bayanların da önemli bir kesiminin çarşıda, okulda, işte… başörtülü
mankenlere benzeme gayreti. Üstü kapalı altı havalı, uygunsuz etek üstü türban,
altta dar kot pantolon üstte başörtüsü, bacakları açık ama başı kapalı tipler;
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu dedirtecek şekilde, altı kaval üstü şişhane
görüntüsü…
Süslü kubbesi olan bir câminin alt katının tapınak olarak kullanıma açılması gibi bir
şey. Başında sarık, ayağında mayo olan imam kıyâfeti
ne ise onun gibi. Ne var bunda demeyin, sarıklı imamın giydiği mayonun HaŞeMa yani, Hakiki Şeriat Mayosu değil; Batılıların
giydiği cinsten iki parmaklık mayo olduğunu düşünün. Sakallı ve başında sarığı
olan genç bir imamın sosyete plajında bakınarak gezinmesi ne ise, aynısı ve
belki daha ağırı değil midir, çarşı ve pazarda (hal diliyle “şişşt, baksana bana!” diye konuşan giysi içinde) kendine
baktırarak gezinen başörtülü kızın tavrı.
İkişer kelimelik kısa tanımlarla
özetlersek: “Başörtülü açıklık”; “örtülü çıplaklık”; “tesettürsüz
örtü.” Şunlar da üçer kelimelik: “Cilâlı baş devri”; “cennetle cehennem
koalisyonu”; “sulandırılmış İslâm’ın görüntüsü”; “zakkum aşılanmış çiçek”;
“zehir karıştırılmış bal.”
Konserlerde alkış ve ıslıkla da
yetinmeyip dans eder gibi hareketlerle tempo tutup sanatçının
ezgisine/şarkısına koro elemanı gibi katılan başörtülü kızlar kimse tarafından
yadırganmıyor artık. Çarşılarda özgürce gezmekle tatmin olmayan başörtülü
bayanların bir kısmı, deniz kenarlarında, park ve pastanelerde özgür
takılıyorlar, herkesin içinde şuh kahkahalar atabiliyor, çarşıda (şimdilik) kız
arkadaşlarıyla öpüşebiliyor, çok rahat tavır ve cıvık cinsellik kokan
davranışlardan, bazen kol kola bir yabancı erkekle fingirdeşmekten bile
çekinmiyorlar.
Peygamberimiz (s.a.s.)’in “giyinik
olduğu halde çıplak gibi görünen kadınları, Cehennem ehlinden” saymasının
(Müslim, Libâs 125, hadis no: 2128) sebebi üzerinde
düşünülüyor mu dersiniz? Hz. Peygamber, bunların Cennete giremeyeceği gibi,
Cennetin kokusunu dahi alamayacağını belirtmiştir. Kimdir bu örtülü çıplaklar?
Bunlar şeriatın koyduğu ölçülere uymayan, yani ince, dar ve uzuvları gösteren
elbiseler giyen ya da vücudunda örtmesi gereken yerleri örtmeyen kadınlardır.
Kadınların bu şekilde giyinmesi, küçük günahlardan olsaydı, Hz. Peygamber,
onları Cehennem ehlinden saymaz, Cennetin kokusunu dahi alamayacaklarını
söylemezdi. Farzedelim ki, sözkonusu
şekilde giyinmek, küçük günahlardandır. Bu durumda küçük günahlarda ısrar
etmenin, günahı büyüteceğini bilmiyorlar mı? Bilinmelidir ki, “sürekli yapılan
hiçbir günah, küçük; tevbe edilen hiçbir günah da
büyük değildir.”
Hasan Basri
gibi: “Siz sahâbeyi görseydiniz deli (öcü) derdiniz,
onlar da sizi görseydi müslüman (tesettürlü) demezdi”
demeyeceğim; daha hafifini tercih edeceğim: Günümüz Mekke ve Medine’sinde,
hatta Tahran’ında, Afrika’nın nice ülkesinde, Malezya’da… erkek
ve hanım müslümanlar, bu giysi ve davranış
sahiplerine hiç duraksamadan kötü kadın damgası vurabilirler, kendilerinden
saymayacakları gibi, hicaplı/tesettürlü sınıfı küçük düşürdükleri için ajan
muâmelesi yaparlar. Ama Batı ülkelerinde bu kıyafet ve tavrın, tepki almadan
kabul göreceğinden emin olabilirsiniz. Başörtüsü dışındaki bu giysi ve
davranışı kendi standartlarında gördüklerinden, “herhalde başı keldir de
kapatma ihtiyacı duyuyordur veya başına bir bez bağlamaktan zevk alıyordur,
imaj anlayışıdır, bu tür değişiklikle dikkat çekmek istiyordur” şeklinde
değerlendirmeler yaparlar. Türkiye’deki fanatik laikler ve Kemalistler gibi
(çoğunluğun tavrı ve çoğu özelliğiyle) âhı gitmiş vâhı kalmış başörtümsü cicili bez karşısında katı ve
uzlaşmaz tavır takınmazlar.
“Bunlar (iki inanç, iki grup)
arasında bocalayıp durmaktalar; ne onlara (bağlanıyorlar, benziyorlar) ne
bunlara. Allah’ın şaşırttığı kimseye asla bir (çıkar) yol bulamazsın.” (4/Nisâ,
143). Hem Allah’ı, hem şeytanı râzı etmeye çalışmak,
sadece şeytanı râzı edecek gülünç tavırlara, aldatış ve aldanışlara götürür
insanı. “Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir
kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezâsı
ancak dünya hayatında rezillik, rüsvaylıktır; Kıyâmet
gününde ise en şiddetli azâba itilmektir. Allah, sizin yapmakta olduklarınızdan
asla gâfil değildir.”(2/Bakara, 85) “Yoksa
onların, dinden Allah’ın izin vermediği şeyleri şeriat (dinî kaide) kılan şirk
koştukları ortakları mı var? Eğer azâbı erteleme sözü
olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilir (işleri bitirilir)di. Şüphesiz
zâlimler için can yakıcı bir azap vardır.” (42/Şûrâ,
21). Hakla bâtılın koalisyonu, güzel bir içeceğin
zehirle karıştırılmışı gibidir. Altısı içinden, altısı dışından tavırlar dinle
alay etme gibi değerlendirilebilir. Müslümanlığı çok kötü temsil eden
kimselerin zararları, müslüman olmayanlarınkinden
daha büyük olur çoğu zaman; akılsız dost ve akıllı düşman misali. İslâm’a en
büyük zarar, tarih boyunca hep içeridekilerden gelmiştir. Dini yanlış temsil
ile “müslümanlar işte böyle!” dedirtecek tavizci
anlayışa ve kötü örnek olarak dini de küçük düşüren tavırlara kimsenin hakkı
yoktur.
Bütün bunların yanında saçının
tekinin bile gözükmemesine ciddi özen gösterilerek takınılan ve çoğunlukla
“bone”li başörtüsü; rengârenk, bin bir desen, cıvıl cıvıl.
Anadolu’daki fazla kültürlü olmayan bayanların kıyafetinin diğer bölümlerinde
bu denli yozlaşma olmamasına rağmen, başörtü bağlama konusunda biraz
ihmalkârlık biraz alışkanlık gereği, yer yer
saçlarından bir kısmının bazen veya devamlı gözükebilecek şekilde başörtüsünde
gevşek davranmalarına tam ters bir uygulamayı andırıyor, büyük şehirlerdeki bu
fotoğraf. Çok kültürlü olmayan halk sınıfından geleneksel
örtünmeyi sürdüren bayanlar, başörtü örtme biçimine kadar örfleştirip
âdetleştirdikleri şuursuzca örtünme görüntüsü sergilerken, onlardan ayrıldığını
gösterme ihtiyacı duyan ve kültürlü olduğunu düşünen modern örtülü bayanlar da,
saçlarını örtme konusunda gösterdikleri titizliği; başörtüsünün süslü câzibiyetinden kaçınma hususunda, başörtüsü dışındaki giysi
ve tavır konusunda (sanki bilinçli ve kasıtlı bir tavırla) göstermekten
kaçınıyorlar.
Renk-renk, moda moda
başörtüler; atlası, ipeği, yerlisi, ithali, bin bir çeşit… Ama,
farklı etiketlere, değişik firma isimlerine aldanmayın; hepsinin markası tek:
“Bak bana!” marka.
Dışı kâfirleri hâlâ yakmayı sürdüren
başörtüsü, içi müslümanları yakmaya başladı. Bâtıl cephesinde yeni bir şey yok; ilkeli de çağdaşı da
aynı. Batının ve her çeşit bâtılın geleneksel tavrı
değişmiyor: Zorla hakkından gelemediği hakkı, hile ile yozlaştırıp tahrif etmek.
Yaşadığımız coğrafyada da bu filmin başörtülü versiyonu
vizyona kondu; kanun ve baskılarla alt edemedikleri, önünü alamadıkları
başörtüsünü cıvıklaştırarak yozlaştırdılar. Light
İslâm, sulandırılmış, kitabına uydurulmuş, ılımlı müslümanlık
diye dillendirilen İslâmizasyon anlayışının ne ölçüde
tutacağını başörtülüler üzerinde test etti global
ifsat çeteleri ve maalesef umutlanacakları netice aldılar.
İmanla, tevhidle
bağı koparılan, hiç değilse zayıflatılan ibâdetler,
âdetlere dönüşür. Başörtüsü de öyle oldu. Kültürsüz halk kesiminde ninelerin,
hizmetçilerin, temizlikçilerin ya da köylü kadınların geleneksel başörtüsü,
âdet kabilinden değerlendirildiği için egemen güçlerin bunu hoşgörüyle (en
azından düşman olunmaya gerekli olmayan, tahammül edilebilir şekilde)
karşıladıkları bilinen husus. Şehirli bayanların, kültürlü kesimin de
başörtüsü, çok yönlü yönlendirmelerle âdete dönüştürülüyor. Böylece derin
egemen güçler, onu irticâî (yeni adıyla İslâmî,
siyasal) simge görmeyecek, âdete dönüşen başörtüsüyle uzlaşacaklar. Yeter ki
imanın yansıması olarak örtülmesin örtü, yoksa bir kimlik alâmeti ve müslümanlık sembolü olmaktan çık(arıl)mış bir bez parçasıyla kimsenin bir alıp veremediği olmaz.
Bizim açımızdan, yukarıda resmedilen şekliyle sorun ne kadar büyürse, zâlimler için de o oranda sorun olmaktan çıkacaktır
başörtüsü. Bu değerlendirme ışığında, çok yakın bir zamanda başörtüsü meselesi
çözülmüş olacak. Az kaldı, yozlaşmanın çapı ve şümûlü
tamamlansın; başörtüsü AB standartları ve Batılı modern bayanların tüm olumsuz
imajlarıyla arasında çok az kalan farklılıkları kaldırsın, başörtüsü sorun
olmaktan çıkacaktır. Derin devlet, yani formalite icabı hükümette olanlar
değil; devleti fiilen yöneten iktidar gücü her ne kadar şimdiye kadar hiç taviz
vermiyor görünse, on yıl sonrasına bile yeşil ışık yakmayacak izlenimi verse
de, tek taraflı olarak başörtülülerin kaahir
ekseriyeti, her çeşit tavizi vermeye hazır olduğunu gösterdi. Ruhu soyutlanmış,
tesettür görevi yaptığı çok şüpheli hale gelmiş başörtüsüne İslâm düşmanları
niye taviz vermesin ki!? Hele o verecekleri taviz,
bundan sonra alacakları muhtemel taviz yanında çok az kalıyorsa. Ama, dejenerasyonun yeterli olmadığını düşünüyor o çevreler
besbelli. Taviz tavizi doğurur, “du bakalim n’olicek?” diye bekliyor
sadece başörtüsü vurgusu yapan çevreler. Öteki taraf, başörtüsüzlerin her türlü
olumsuz giyim ve tavırlarına bulaştırdıkları başörtülüleri “bu müslümancıklar, açık göbek modasına ve başörtüsü altına
mayo ya da mini etek garâbetine kadar işi
vardıracaklar mı” diye test etmeye devam ediyor ve sebep oldukları bu tablodan
sadistçe zevk alıyorlar. Başörtüsü, modern giyim(sizlik) tarzıyla, Batılı
modern tavırla, vücudun diğer giysilerdeki cinselliği açığa vuran çağdaş
özelliklerle uyuştuğu oranda modern güçler ve düzen de başörtüsüyle uyuşacak.
Başörtülü; Kur’ânî çizgi, takvâ
giysisi ve yaşama biçiminden ne kadar taviz verip uzaklaşırsa, kendini doğuran
bağla irtibatını koparırsa, o oranda İslâm düşmanı çevrelerin tavizini görecek.
Görünen maalesef o ki; başörtülülerin kaahir
ekseriyeti, bugünkü halleri ve gelecekte sergileyecekleri daha büyük yozlaşma
sürecine girmeleriyle kendilerine taviz verilmeyi hak ettiler. Ama yine de
Kenan Evren’in tabiriyle “sinek küçük ama mide bulandırır” diye düşünüyorlar.
Kur’an bu güçlerin portresini şöyle
çiziyor: “Sen onların dinine uyuncaya kadar Yahûdiler
de Hıristiyanlar da (onların izinden giden müşrikler de) senden asla râzı
olmazlar.” (2/Bakara, 120). Başörtüsünün imanla irtibatının çoğu kızımızda
çözüldüğünü gören âyette belirtilen sınıflar,
başörtüsü problemini çözmek için girişimlerine başlama sinyalleri verdi
biliyorsunuz. İktidar değişimlerini finanse eden dolar milyarderi Amerikalı yahûdi Soros, kendi emir kulları
olan radikal laik çevrelere “yeter artık, bu kadarı kâfi” demeye başladı; ve ekledi: “Başörtüsü sorununu ben çözeceğim.” Bu
sözü, tabii ki, kendi adına değil; Batı adına, Amerika nâmına,
yani çoğunluğu Hıristiyan olduğu değerlendirilen kesim adına, Hıristiyan Batıyı
temsilen dillendirdi. Ve,
üstüne üstlük; kısa zaman önce, başörtüsü sorununun çözümünün İsrail’den
geçtiği yetkili ve etkili çevrelerin ağzından dökülmeye başladı. Demek ki,
başörtülülerin bu yozlaşmasından râzı oldular,
neticesi alındığı için artık baskının kalkması gerektiğine karar verdiler. Bakara
120’nin ışığında bu durumu yorumladığımızda, işin vehâmeti
daha iyi anlaşılacaktır. Bu demektir ki, kendini tesettürde zannedenlerin çok
önemli bir bölümünün taktığı başörtüsü, Allah’ın râzı
olmayacağı şekle geldi. İsrail’in, ABD’nin râzı olduğu
başörtüsü, artık Avrupa Birliği’ne girmek üzere. Onlardan yeşil ışık yakılmaya
başlandığına göre, onların emir kulları egemen güçler de kamusal alan dedikleri
etkin yerlerde değilse de, sözgelimi bazı üniversitelerdeki kırmızı ışıkların
bir bölümünü söndürecekler. Yoksa, radikaller
“İslâm’ın en önemli emirlerine bile yasak koyan üniversite, diğer okul ve resmî
kurumlar ve de buraları bu hale getiren düzen olmaz olsun!” deyip uzlaşmayı
tümüyle reddedebilirler; küçük de olsa böyle bir ihtimali hesap eden Batılı
güçler, büyük tâvizler alındığına emin olduğu için küçük tâviz vermekten
yana.
Amerika’lardan fetvâlar veren
“teferruat”çılar, hizmetin (kime, neye ve nasıl hizmetse?!)
Allah’ın emrinden daha önemli olduğunu bağlılarına ve sempatizanlarına
duyurdular. Üniversitelerdeki öğrenciler veya eğitim kurumları başta olmak
üzere kimi alanlarda çalışan bayanlar başörtüsünü çözerek problemi çözmüş
oldular. Yirmi sekiz şubat sonrası psikolojik baskılar başörtüsü bedelinin
hafif olmadığını gösterdiği için bazı başörtülüler kolay yolu tercih etti.
Hemen açılmakta zorlananlar, büyük bir buluşa imza atarak bere ile, peruk ile tesettür olabileceğini icat ettiler. Derken
çığır açıldı, iş çığırından çıktı. Hâlâ başörtüsünü çıkarmayanlar da
başörtüsündeki rûhu çıkardı. Bunun yanında, özellikle
büyük şehirlerdeki “ben de müslümanım” diyenlerin en
az yarısı zâten ne başörtüsünü, ne de başörtüsünü
emreden İlâhî emir ve yasakları takıyor. Eh, tâvizi
hâlâ hak etmesinler mi Batılıların gözünde.
Evet, üç vakte kadar (bu üç vakit,
üç ay mı olur, üç yıl mı, başörtülülerin dejenerasyonunun
ve düzene uygun yaşam tarzının yeterli görülmesine bağlı) başörtüsü sorunu
çözülecek. Rûhundan soyutlanmış, aksesuara dönüşmüş
modern başörtüsü artık kamusal alanda tümüyle değilse, yavaş yavaş müsaade edilir hale gelecek. Bu ülkedeki hayranları
tarafından yadırgansa da, Avrupa Birliği veya Kirliliği denilen İslâm düşmanı
birlik standartları da zâten bunu gerektirmektedir.
Buna rağmen, bunun çok kısa zamanda gerçekleşeceğini de düşünmüyorum. Çünkü bu
coğrafyadaki örtü düşmanı egemen çevreler, kendi uyduruk dinlerine
tavizsiz bağlı fanatik İslâm düşmanı oldukları ve müslümanların
dışa yansıyan en basit, en mâsum, şirk düzenine de hiç
zararı olmayan görüntülerine karşı bile acımasızlar. Evet, er-geç başörtüsü
sorunu çözülecek, çözülüyor; sevinin müslümanlar,
sevinebilirseniz! Bu, başörtüsü mücâdelesinin bir
zaferi midir, 28 Şubat süreciyle hızlanan light
İslâm’ın Kur’an ve Sünnet İslâm’ına -şimdilik- bir
galebesi mi, değerlendirin. Müslümanlar başörtüsünü şeklen değilse rûhen çözdüler, sıra örtü düşmanlarının lütfedip çözmesine
kaldı. İktidarda olduğu sanılan sanal hükümet mi? Güldürmeyin adamı, onlar
kendi karılarının başörtülerini bile savunamıyorlar; İslâm’ın İ’sini ağızlarına alamıyorlar (Eee
n’apsınlar canım, yoksa gerginlik çıkar…). “Biraz
daha zamanı var, zamanı geldiğinde gerginlik çıkmadan, konsensusla
bu sorunu çözeceğiz” diyen hükümetin başının bu sözünün anlamı, bu açıklamalar
ışığında daha iyi anlaşılmıştır herhalde.
Gazinoda, pavyon veya plajda, yani
en azından gözlerin haramlarla meşgul olduğu bir mekânda başında “imam sarığı”
ile dolaşmanın durumuna benziyor; çarşı-pazardaki dikkat çekici tavırlarıyla
başörtülü kızın tavrı. İmamın sarığı beyaz olduğundan, en küçük bir leke
kaldırmadığı ve hemen göze battığı gibi, taç gibi başlara yerleşen ve sarık
kadar simgesel ve ulvî değeri olan başörtüsü de, takılan başı baştan aşağı
güzelleştirmeli. Yoksa, sarığı ve başörtüsünü kirletenler,
farkında olmadan da olsa “din”e düşman kazandırmanın vebâlini taşımış olurlar
başlarında örtü yerine. İslâm’ı yanlış tanıtıp kötü örnek olarak bu modern
başörtülü kızlar, bilmeden ve istemeden de olsa İslâm’a zarar veriyorlar. Buna
rağmen, “Ne biçim “müslüman kız” bunlar, müslüman “kız bunlara!” diyemiyoruz. Kendimiz kız(a)mıyoruz, acıyoruz, bu kızlarımıza. Bunların konumu, müslümanlığın bu ülkede ne hale getirildiğini gösteriyor. Câhil bağlılarının ya da kendini bağlı zanneden
mensuplarının dine bakışını ele veriyor. Yozlaştırılmış, sulandırılmış,
ılımlılaştırılmış dinin başörtü versiyonu da böyle
oluyor demek ki. Amerikancı müslümanlığın, düzene
uygun demokrat müslümanlığın, fri
takılmanın, özgürleşmenin yansıması bunlar. Dine karşı din, başörtüsüne karşı
başörtüsü. İçi boşaltılmış tesettür. Vitrinci, slogancı
tavrın neticesi. Modern muharref müslümanlığın göstergesi, hakla bâtılın
giysideki koalisyonu.
Çeyrek tesettür anlayışı, çeyrek din
anlayışı demektir. Aslında, kadınıyla erkeğiyle günümüz Türkiye müslümanı, çoğunlukla diğer dinî algılayış ve yaşayış
konularında da benzer tavır içinde. Başörtüsü, başların üstünde olduğu ve
sokakta çarşıda (sevinemiyoruz maalesef) çokça başörtülü boşta gezen (ya da
görücüye çıkıp bir şeyler arayan) kız olduğu için göze batıyor da ondan. Hani
bir zamanlar yetkili bir Türk büyüğü(!), öyle diyordu ya: “Bu memlekete
komünizm gelecekse onu da biz getiririz.” Bu sözdeki komünizm kelimesini
başörtüsüyle değiştirerek aynı sözü söylüyor şimdiki etkili ve yetkililer. Ve
getirdikleri başörtüsü de bu. “Olmaz olsun böyle başörtüsü!” dedirtmek
istiyorlar topluma. Önceleri sosyete çıplakları şöyle diyordu: “Biz ne
çarşaflılar gördük, ne haltlar ediyorlar…” Bu cümleden
sonraki ifadeleriyle % 99,9 yalan söylüyorlardı. Ama,
şimdi artık sadece sosyeteler değil, halkıyla elitiyle,
her kesimden insan hem de nice gerçek olaylar ve gerçek görüntülerle delillendirerek “biz ne başörtülüler gördük, ne haltlar
ediyor…” diyebiliyor, hiçbir müslümanın
onaylayamayacağı cinsten aşırı özgür tavırları, yanındaki erkekle fingirdeşen
başörtülüleri ve cıvık davranış ve başörtüsüyle taban tabana zıt giysi veya
giysisizlikleri, makyajlı rujlu, allıklı pudralı, manken yürüyüşlü
başörtülüleri gösteriyor.
Güler misiniz, ağlar mısınız? Ben
ağlanılması gerektiğini, ama ağlamaya bile vaktimizin olmadığını, bunların
bizim insanımız, en azından bizim mesajımıza düşman olmayan, bize yakın
insanlar olduğunu değerlendirmekten yanayım. Bütün bu yanlış/çirkin tavırlar
gösteriyor ki, şuurlu müslümanlara, hepimize çok iş
düşüyor. Eğer biz yeterince İslâm’ı, tevhidi, Allah’ı, O’nun emir ve
yasaklarını, bütüncül olarak doğru bir şekilde anlatabilseydik,
söylediklerimizi yaşayabilseydik, çevremizdeki çirkinlikleri nehy edebilseydik bu anormal manzaralarla kesinlikle
karşılaşmazdık. Nitekim, din eğitimi yönüyle temeli
sağlam atılmış olan köklü ve sahih din/tevhid
öğretimi ve eğitimi/terbiyesi alan kızlarda savrulma daha az olmakta.
İçinde bulunulan mekânın inanca ve
yaşayışa büyük tesiri vardır. Câhilî eğitim veren
kurumlara, câhiliyye köle pazarlarını andıran çarşı
ve pazarlara salıverilen insanların da bulunduğu ortamdan etkilenmemesi için
çok ama çok sağlam bir tevhidî şuura, her bedelini ödemeye hazır güçlü bir
imana ihtiyaçları vardır. Meyve veren her bitkinin her toprakta yetişmediğini,
bazı yerlerin ayrık otlarına, kaktüs ve zehirli bitkilere çok müsait olduğunu
hatırlayalım. Başında güzel meyve cinsinden başörtüsü bulunduran kızlarımız
birer fidandır. O fidanın her bir yanını ahtapot kollarıyla zehirli sarmaşıklar
sarıyor ve meyve verecek özünü vampir dişleriyle emmeye çalışıyorsa, öyle bir
genç ağaçtan güzel bir meyve bekleme şansımız pek olmayacaktır. Balık için su
ne ise, tesettür de müslüman hanım için odur. Su,
balığın, içinde yaşayamayacağı oranda pislenmiş, zehirli atıklarla bulanmış ise
balığın hali ne olur? Tâğûtî düzeni ve kurumları
reddetmeden, çocukların aldıkları çarpık eğitimi hatta onaylayan bir tavır
içinde, televizyonun yetiştirmesine açık şekilde ve nefsânî
tarzda özgürce, yani başıboş tarzda caddelerde, sokaklarda gezip tozmayı, bakıp
baktırmayı ihtiyaç sayan kızlarımız yetişirken sonucun böyle olacağını hesap
etmemiz gerekiyordu. Uzun da olmayan etekleriyle diz altlarını, hele yırtmaçlı
etekleriyle bacaklarını, kot ve benzeri pantolonla vücut hatlarını, bluz veya
tişörtle göğüs çıkıntılarını, üstünde hâlâ duruyorsa pardösü demeye bin şâhit isteyen mont türünden ve daracık dış giysisiyle
belinin inceliğini göstermekten çekinmeyen başörtülü kızlarımız, başı açıklara
geç de olsa uyarak düşük pantolon ve açık göbek modasına da uyar ve
teşhirciliğin bu kadar rezilcesine de atılırsa şaşmamak lâzım. Başında
başörtüsü var ya yeter, o kendini kapalı sayıyor. Zaten yozlaşma ve dejenerasyon yavaş yavaş
büyüdüğünden toplum şaşmıyor, yadırgamıyor, doğal karşılıyor bütün bunları.
Hicabın, tesettürün içi boşaltılmış,
sadece başörtüsü, varsa yoksa türban kalmış. Onun da suyunu çıkartarak
cıvıttılar; örtüsüz örtü gibi zıtlık ve tuhaflıklar ortalığı kapladı. Her şeye
rağmen başörtülü kızlar bu ülkenin gülleri, fidanları, meyve vermesi beklenen
ağaçları. Kökü kuruyan ağacın yaprakları da tabii kısa zaman sonra
kuruyacaktır. Ağacın kökü iman idi, sulanmadı, beslenmedi, gıdasız bırakıldı bu
ağaç. Hatta su diye kurutacak zehir verildi özellikle resmî kurumlarca. Kuruyan
kökün başörtüsü şeklindeki yaprakları döküldü. Sulanması gereken bazı fidanlar
ise sulanmadı, ama sulandırıldı; câhiliyye kültürünün
hormonlu bilgi kirliliğiyle yetişen körpe fidanlar çürümeye başladı. Hormonla
ve yanlış aşılarla özü kaybettirilen, genlerine/fıtratına müdâhale
edilen ağaçların meyveleri durumundaki başörtüleri de kanserojen özellikler
taşımaya başladı. Çöplükte gül bitebilir, ama gübrelikte gül bitmez; bitse bile
kokusu da aldığı gıda cinsinden olur; başörtüsü gibi açan goncası/çiçeği huzur
vermek yerine, çirkin görüntüsü ve kocaman dikenleri göze batar.
Türkiye’de İslâm’la savaşan laik
putperestler, İslâm’ın hayata yansıyan ve kimlik görüntüsü veren özelliğinden
dolayı başörtüsüne tavizsiz bir düşmanlık göstermektedir. Bu topraklarda hakla bâtıl arasındaki savaş, bazı simgesel alanlarda yapılıyor. O
alanlardan biri de başörtüsü denilen savaş alanı. Başörtüsünü teferruat gören
ve açmanın en fazla küçük bir günah olduğunu düşünenler, başörtüsünün simgesel
konumunu, yani İslâm’ın günümüzdeki önemli bir sembolü olduğunu görmezden
geliyorlar. Sancağın/bayrağın basit bir bez parçası olmadığını, onun çok önemli
bir misyonu temsil ettiğini kabul eden kimseler, başörtüsünün de dâvâ açısından bundan farksız olduğunu unutuyorlar. Bu
topraklarda her müslüman, başörtüsünü, belki normal
ülkelerde ve normal zamanlarda olduğundan daha fazla (râyet/sancak
gibi) önemsemek zorundadır. Tamam da, bu simgesel
özelliğin abartılıp putlaştırılmasına da olumlu bakmamız herhalde
beklenilmemelidir. Tevhidî bağlamından koparılmış dinî
özelliklerin insanı ve toplumu kurtarması beklenemez. İbâdetlerin
âdetleşmesi, ya da modern seküler hayatın bir
parçası, kapitalizmin işleyen bir çarkı konumuna girmesi, insanı da
yozlaştıracak ve yobazlaştıracaktır. Olan da budur. Sanıldığının aksine;
yozluk-yobazlık da modern insana geleneksel kişilerden çok daha yakındır.
İfrat ve tefrit hemen bütün
insanımızı kuşatmış. Herkes başörtüsünün bir tarafını çekiştirdi. Başörtüsünün
abartılı düşmanlarına karşı, bizim mahallede bazıları onu teferruat sayarken,
bazıları da onu fazla abarttı ve sloganlarının başına çıkardı. Giderek
başörtüsü putlaştırılmadan da yakasını kurtaramadı. Sanki başka zulüm yokmuş,
daha önemli başka farzlara baskı yokmuş gibi bir tavırla, başörtüsüne gereğinden
fazla vurgu yapıldı. Üniversitelerden istenilen tek istek o idi. Altyapıya önem
vermeden, iman ve tevhid vurgusu yapılmadan, takvânın gereği olarak hayâ ve edebe atıfta bulunulmadan;
tam tersine “demokratik hak”, “insan hak ve özgürlüğü”, “anayasanın verdiği
onay”, “Zübeyde Hanım’ın da yaptığı/taktığı gibi” referanslarla ve onu doğuran
temel değerden yalıtılmış şekilde ve sloganlaştırılarak yalnızlaştırılan
“başörtüsü” evet, itiraf edilip dillendirilmesi zor olsa da putlaştırmış oldu.
Allah’tan bağımsız peygamber sevgisi dâhil, her çeşit aşırılık putlaştırma olur
da başörtüsü gibi baş tâcı putlaştırılmaz mı? Varsa
yoksa başörtüsü diyen ve başka hiçbir talebi olmayanlara cevap da hak ettikleri
cinsten oldu: Öyleyse alın size başörtüsü; sosyal alanlardaki sulandırılmış
şekliyle alın başınıza çalın!
Parçacı yaklaşım, uzlaşmacı
yaklaşımdır. Parçayı bütün sanan, bütünü asla aramayacak, bütünü hepten
yitirecek, bütünle bağlarını koparacaktır. Bu, hikmetin yitirilmesi değildir
sadece; dinin de yitirilmesine giden yoldur aynı zamanda. Parça, bütünden
koparılınca bütünün değerlerini kaybeder. Ağaçtan koparılan bir dal, bitkiden
koparılan bir çiçek, insandan koparılan bir el, göz, kulak veya baş kısa
zamanda ne duruma düşerse, tesettür ve takvâ
örtüsünden, ona alt yapı olan iman ve Allah korkusundan koparılan başörtüsü de
o duruma düşer/düştü. Başörtüsü, diğer İslâmî kıyafetle birlikte ve imana
dayanan bir davranış/yaşayış biçimiyle değerini alır; bunlardan bağımsız
başörtüsünün Hindistan’ın millî kıyâfetinden farkı olmaz.
Şuurlu ümmete “bu şekliyle başörtüsü, uğrunda can verilecek bir değer değildir”
dedirtir, sahibine Allah indinde rızâ ödülü
kazandırmaz.
Hakları kalmasın,
bu manzarada yeşil sermayenin, “başörtülü tezgâhtar aranıyor” diye kapısına
yazı yazan yeşil holdingden hacı amca tuhafiyecisine kadar esnafın, manken
tipli başörtülü eleman arayanların, başörtülüleri plajlara alıştıran Kapris
Oteli ve benzerlerinin, tesettür mayolarının, bu sektörden geçinen çeşitli
alandaki iş piyasasının, özellikle tekstil firmalarının, ha bir de Tekbir(!)
giyim ve benzerlerin, onların icadı başörtü defilelerinin büyük rolü var. Ama bu roller içinde en önemlisi,
başörtüsüz ve başka örtüsüz resimlerin yer aldığı boyalı basında bile eleştiri
almadan iki-üç günde bir farklı bir giysi ile boy resmi çıkan först leydi Emine Hanım’ın rolü ve çeşitli belediye
kuruluşlarında boy gösteren başörtülü kızların figüranlığı. Olumsuz değişim
rüzgârı bu konuda da iktidar cephesinden esti. Avrupa Birliği araştırıp öğrense
başörtüsünü Avrupa kriterlerine uydurdukları için
bunlara ne tür ödül vereceğini şaşırır.
Müslüman, İmam-Hatiplerde ve
üniversitelerde fazla bir şey değil, sadece başörtüsü istiyor artık. Kitabın
tümüne inanması, İlâhî hükümlerin hepsine teslim olması gereken müslüman, imandan da önce gelen tâğutun
kurum ve kurallarını, câhiliyye anlayış ve
uygulamalarını tümüyle reddetmiyor.
Hakkını, hem de insan ve müslüman olmanın gerektirdiği binlerce haktan küçük bir
hakkını, müslüman; mücâhide
has bir üslûpla değil; demokratik yollardan, sadece imza toplayarak, telgraf
çekerek, yürüyüş yaparak istemeyi tercih ediyor. Kâfirler de canları isterse,
bir lütuf ve bağış olarak, karşılığında, müslümanlardan
nicelerini kendi saflarına çekme ve nice tâvizler
alıp, müslümanları iğdiş etme pahasına lütfen kabul
edecekler. Etmeseler ne olacak? Hiiiç! Ayrıca,
bugünkü düzen içinde ve bu eğitim sisteminde başörtüsü tümüyle serbest olsa iş
bitecek, sorumluluk gidecek, istekler sona erecek, din tamamlanacak mıdır?
Müslüman, nelere rızâ gösteriyor, neleri savunma
durumuna geliyor, ne için çırpınıyor, ne isteyip nelerle yetiniyor, kimin
rızâsı için ne yapıyor... Kur'an ışığında bunları iyi
düşünmesi lâzımdır.
Tesettür anlayışı konusunda İslâm'la
bugünkü müslüman arasında dağlar kadar fark oluşmuş
durumda. İslâm, sadece başörtüsünü, sadece türbanı emretmiyor elbette. Tesettür
bununla bitmiyor. Sınıflarda pardösü çıkarılarak etek-bluzla oturan; kanı
kaynayan genç erkeklerin ve öğretmenlerin her türlü bakış ve tavırlarına, sözle
ve gözle saldırılarına muhâtap korumasız bir kızcağız.
Evinde erkek misâfirlere bile gözükmeyen hoca-hacı
çocuğu bu müslüman kızların, amfi ve sınıflardaki,
kantinlerdeki kızlı erkekli karma eğitim ve eritim
içinde bulunmasının nasıl bir tezat teşkil ettiği kimsenin eleştirisini bile almıyor.
Bir müslüman
kızın başörtüsüne, hayâ ve nâmusuna Alman gâvurundan
da fazlaca saldıran bir zihniyet; özellikle eğitim adına gencin imanına,
ahlâkına... zarar vermiyor, saldırmıyor mu dersiniz?
"Bir kızın üniversitede başının açılması basit bir olay mıdır, tepki
gösterilmesin mi yani?" denebilir. Evet, bu büyük bir haram, vahşî bir cinâyettir. Fakat ondan daha önemlisi odur ki: Kâfirlerin
işgaline uğramış olan müslümanların yaşadığı hemen
tüm ülkelerde mü'minlerin okullarda imanına müsâade edilmiyor. Putlar ister istemez sevdiriliyor,
övdürülüyor. Ders diye nice terslikler oluyor, küfür kelimeleri
söylettiriliyor, en azından dinlettiriliyor, puta tapma törenleri icrâ ettiriliyor... Bunlara normal gözle bakılır, ses
çıkarılmaz, tepki gösterilmezken, tesettür ve hicab
görevini ne kadar yaptığı da şüpheli olan salt türbana hücum mu sadece tepki
gösterilmesi gereken? Din ve imandan daha mı önemli bu?
İnsan sadece diliyle konuşmaz.
Eskilerin hâl dili dediği iç lisânı da vardır. Beden
dili denilen, vücudun aldığı şekille, organlarının gösterdiği özel tavırla da
konuşur. Araştırmaların gösterdiği çarpıcı sonuç; beden dilinin, konuşma
dilinden çok daha etkili olduğu şeklindedir. Beden dili, sadece organların
değil, aynı zamanda organların örtüldüğü giysi ile de yakından ilgilidir. Yani,
insan üzerindeki elbisenin de bir dili vardır, o da konuşur. Dâvet
eder, mesâfe koyar, karşısındaki ile samimiyet veya resmiyeti ifâde eder.
Elbise, aynı zamanda bir kimliktir, şahsiyet belirtisidir, örfün tercümanıdır.
İnsanın temizliği, pejmürdeliği, düzeni, zevki, kültürü, muhâtaplarına
verdiği değer ve saygısı da giysisinden anlaşılabilir. Her şeyden önemlisi,
elbise bazen insanın hangi dini tercih ettiğini, ya da diniyle ne tür bir
ilişki içinde olduğunu da belirtir. Mesajdır giysi, çağrıdır, ya da korunmadır.
Giysinin temel olarak üç özelliği
vardır: Tesettür/örtme, koruma ve süs. Bunlar içinde en önemlisi, giysinin
insanı örtme özelliğidir, yani tesettür. Giysiden mahrum kalmak, çıplaklık,
insanı cennetten çıkaran isyanın görüntüsü olduğu gibi, şeytanın bu yolla
insanı belâya uğratıp cennete girmesine engel olmasına fırsat vermektir. Şeytan
Cennette Hz. Âdem ve eşinin çıplak olması için bütün planlarını kurmuş ve onların
cennetten çıkarılmalarına sebep olmuştu. Onlar da birlikte Rablerine yönelip
af talebinde bulundular, örtündüler ve Allah da onları affetti. “Ey Âdem oğulları! Şeytan, ana-babanızı (Âdem ve Havvâ’yı), çirkin yerlerini kendilerine göstermek için
elbiselerini soyarak Cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtıp bir
fitneye/belâya düşürmesin. Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz
yerden sizi görürler. Şüphesiz Biz şeytanları iman etmeyenlerin dostları
kıldık.” (7/A’râf, 27). Hz. Âdem ve Havvâ’da isyanın sonucu, Cennetten çıkarılmanın
alâmeti olarak ortaya çıkan çıplaklık, bu kişilerin nesillerinde Cennete
girmeye engel sebeplerden biri, isyanın görüntüsü, şeytana uymanın özelliğidir.
Bir başörtüsü sektörü oluştu;
kapitalizmin örtülü versiyonu olarak türban rantı
ortaya çıktı. Bin bir çeşit desen ve renk cümbüşüyle Doğu zevkine hitap edip
başörtüsü üreten yüzlerce yerli ve yabancı firma, ithâlatçılar,
sadece başörtüsü satan mağazalar, başörtü modaları, başörtü defileleri,
başörtülüler için özel mayolar… İçinde müslümanların
da yaşadığı kapitalist düzenlerde finans kurumları nasıl bir görüntüyle, hangi
görevi yerine getirmek için kurulmuş ve düzen açısından nasıl sakıncasız (hatta
faydalı) görülmüşse; başörtülü kızlar da o amaç için “Allah’ın en fazla nefret
ettiği yerler olan” (Müslim, Mesâcid 288) çarşı ve
pazarlara çıkarılmıştır. Kapitalizmin nimetlerinden(!) mahrum
olmadan fâizden kaçmak isteyen kimselerin paralarını
piyasaya, dolayısıyla kendi kasalarına çekmek isteyenlerin finans kurumları aracılığıyla
bu işi yaptıkları gibi; açık-saçıklardan biraz
rahatsız olanların paralarını ve ilgisini çekmenin kapitalistçe yolu oldu
başörtülü tezgâhtarlar, başörtülü sekreterler. Bunca işsiz erkek varken, bu
kızlar, hangi özellikleriyle tercih ediliyor dersiniz? Ya da ille bayan
gerekiyorsa, niye özürlü bir bayan, yaşlı bir bayan değil de; manken ölçülerine
uygun yapıda genç bayanlar isteniyor? Telefona bakmak, ya da müşteriyle
ilgilenmek için manken gibi olmanın avantajını insanî akıl ve İslâmî kültür
mü, yoksa şeytânî düzen ve sömürücü görüş mü söylüyor?
Kime ve neye hizmet ettiğini, neyi âlet edip sömürdüğünü para denilen câzip şeytan haydi işverene düşündürtmüyor; ya siz başörtülü
kızlar, bunların sizi sömürüp kullanmasına, bundan da kötüsü sizin örtünüzü
istismar etmesine, güzelim örtüyü sizin elinizle katran kazanına koymalarına,
dünyada izzetinizin, âhirette cennetinizin
çalınmasına nasıl rızâ gösteriyorsunuz? Değer mi üç kuruş para veya meymenetsiz
insanların keyfi/beğenisi için bunlar? Özgürlük mü zannediyorsunuz bu köleliği,
bu kullanılmayı, bu metâ ve nesne haline getirilmeyi;
hâlâ akletmiyor musunuz? Başörtüsünü başınıza
aldığınız gibi aklınızı da başınıza alın, şeytanın ve şeytanlaşanların
oyuncağı, kölesi olmayın.
Düşünebiliyor musunuz, İslâm’ın cihad bayrağını dalgalandırma şerefi gibi hanımlara
üstünlük verdiren o başların tâcı, kapitalizmin
hizmetinde, daha kötüsü (söylemesi zor da olsa söyleyelim:) cinselliğin, göz
zinâsının hizmetinde.
Kapitalist ve materyalist dünya her
şeyi o denge(sizlik)de tutuyor: Arz-talep. Üretim ve tüketim için bu böyle
olduğu gibi, çeyrek tesettürlü bayanlar konusunda da bu böyle: Çıplaklardan
hoşlanmayan, hele onlarla asla evlenmek istemeyen çok sayıda muhâfazakâr
genç erkek var; bunlar için de çarşıda pazarda delikanlıların ilgisini
kendisine çekmeye çalışan ve bu erkeklerin zevkle bakıp (tabii iyi niyetle
canım, ona ne şüphe!) hoşlanacağı tipler gerekli. Piyasa şartları böyle
oluşacak, bir taraftan fitne kazanı kaynarken, bir taraftan başörtüsü sektörü
piyasaları canlandıracak, her çeşidiyle sömürü artmış olacak. “Günün hatta
akşamın her saatinde bunca başörtülü kızın çarşıda sokakta ne işi var?” diyen
bile artık yok. Evi hapishane gibi gören kızlar ve genç kadınlar artık
sokaklarda göz hapsinde yaşadıklarını, özgürlük adına erkeklerin göz zevklerine
gönüllü kölelik yaptıklarını ya düşünmüyor, ya da bundan şeytânî
şekilde zevk alıyorlar. İslâmî ahlâkın sokaklara hâkim olmadığı bugünkü çarşı
ve pazarlar, hanımıyla erkeğiyle müslümanların,
özellikle gençlerin ancak çok zarûrî bir işleri varsa,
zarûret miktarı çıkıp dönecekleri (benzetme yerinde ise tuvalet gibi)
mekânlardır. Kapitalistleşen ve Allah korkusundan sıyrılan insanların mâbedi ve köle pazarı haline gelen, kapitalizmin can damarı
çarşı ve pazarların Allah nazarındaki yerini Peygamberimiz belirtiyor: “Allah’ın
en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah’ın en fazla
nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır.” (Müslim, Mesâcid
288, hadis no: 671)
Makyajın rengine uygun başörtüsü ya
da başörtüsüne uygun renk ve biçimde kıyafet; başörtüsü modası denilen yeni
moda türedi. Her dışarıya çıkmadan önce ütüden geçirilen, ayna karşısında yarım
saat uğraşılarak takılan, kendisine verilen para ile Afrika’da bir kadının
hayat boyu kendini tümüyle örtecek giysi alabileceği bir aksesuar.
Bu tavırlara bakarak “bu hanımlar
kapanmak, Allah rızâsına uygun şekilde örtünmek için,
nâmahrem bakışlara dur demek için başörtüsü takıyorlar” diyenler beri gelsin;
Allah sorarsa bu tavırlara olumlu şâhitlik yapabilecek kaç kişi çıkar dersiniz?
Cinsel çekiciliği/câzibeyi kitabına/eşarba uydurup
gözü (haramlara) açık safları kandırmak isteyen şeytan, insana sağdan
yaklaşırken başörtüsü şeklinde flama kullanıyor olmasın? Yoksa bu yozlaşmış
acınası başörtülüler, erkeklerin dikkatini bu şekilde daha çok çekmek için
başörtüsünü yem ve istismar aracı mı görüyorlar? Hayır, başörtüsü erkek
alıkları avlamak için volta atanların oltaya taktıkları av olamaz, olmamalıdır!
Hayır, bin kere hayır! Medine’de Kaynuka Oğullarından yahûdilerin,
yüzünü açmak istedikleri ve onu savunan müslümanın bu
zulmü yapanı öldürüp sonra şehid edilmesine sebep
olan ve Rasûlullah’ın bu olay akabinde uğrunda savaş
verdiği hanımın örtüsü böyle değildi.
Maraş’ta savaş pahasına savunulan
başörtüsü bu tip başörtüsü değildi.
Nur sûresi
31. âyette mü’min hanımlarının yakalarının üstüne
örtmeleri emredilen ‘humur-hımâr’
bu başörtüsü değildir.
Ahzâb sûresi,
59. âyette mü’min hanımlara emredilen cilbâb; üstlerine giymeleri gereken dış elbise, şu çarşı
pazarda boy gösteren bayanların giydiği pardösümsü giysi değildir, hayır!
Hz. Âişe
annemizin, ensar kadınlarının özelliği olarak
anlattığı, başörtüsü emrinin hemen ertesi sabahı, sanki başları üstünde karga
var gibi örtüler içinde sabah namazına gelen kadınların örtüleri değildir bu
başörtüsü.
Yirminci asrın ortalarına kadar
dünyanın hiçbir yerinde ve Osmanlı’da mü’mine
hanımların örtülerinin benzeri değildir bu çeyrek örtüler, namaz örtüsüne
benzemiyor bu başörtüler.
Doğuda, insanlar geniş/bol, uzun
elbise giyerler, başlarını örterler iken; Batıda tam tersi dar, kısa giyerler
ve başları açıktır. Günümüz dünyasında Batı ile Doğu özellikleri kaybolup dünya
globalleşir/küreselleşirken, Batı Doğuyu her konuda kendine benzetir, kendi
kültürünü dayatıp farklılıkları imhâ ettiği halde,
yine de giysilerdeki bu farklılıklar kısmen korunmakta, özellikle dinin bu
farklılıkları korumada özel konumu hâlâ direnci canlı tutmaktadır. Bir köyün,
bir şehrin müslüman beldesi mi, hıristiyan
yerleşim yeri mi olduğu daha uzaktan görünen minâresinden
ya da çan kulesinden belli olduğu gibi; elbise de bir kimsenin mü’min mi, kâfir mi olduğunu zâhiren yansıtma özelliğini
gösterebilir. Zâhirle bâtın, dış ile iç, kalıp ile
kalp arasında zannedildiğinden çok fazla ilişki vardır. Bu ilişki, eğer uyum
içinde değilse; birinin tümüyle ötekine baskın çıkıp aradaki uzlaşmazlığı
kaldırıncaya kadar sürer. Elbisenin sadece dinin zâhiri ile,
dinin emirlerine şeklen teslimiyet ve fetvâ ile değil; aynı zamanda dinin özü
olan takvâ ile de yakın irtibatı vardır. İnsan, takvâ
adlı elbiseye bürünmemiş ise, her tarafını çok kalın giysilerle tümüyle örtse
bile bu giysi ona yeterli gelmeyecek, kendisini ve muhâtaplarını haramlardan
korumaya yetmeyecektir. Edep, hayâ, iffet gibi kelimelerle de ifâde edilen bu durum, Arapça’da hicab kelimesiyle ifâde edilir. Bu özellik, giyinmenin arka
planını ortaya koyduğu için, “giysili çıplak” olmaya giden yolu tıkayacak,
sözgelimi kadının cinsel tahrik unsuru olarak ayakkabı veya terliklerini
kadınsı bir edâ ile tahrik edecek şekilde ses
çıkararak kullanmasına, tahrik edici parfümler kullanmasına engel olacaktır.
Haramlara dâvet edici şuh kahkahalar, kadınsı cilve,
kırıtma ve aşırı rahat/özgür tavırlar ile sadece dış giysinin kapatamadığı
şeytanî güzellikleri, yani çirkinlikleri ancak takvâ giysisi kapatır.
Takvâ giysisi, edep, iffet ve hayâ
günümüzün gençlerine doğal ortamda, evde, çevrede ve özellikle okullarda
çocukluğundan beri veril(e)mediği için çeyrek
tesettürlüler, yani “örtülü ama tesettürsüz” kimseler ortalığı kaplamaya
başladı. Takvâ giysisinin önemsenmemesine, biraz da
diğer tamamlayıcı unsurlardan yalıtılmış şekilde, sadece “başörtüsü” vurgusunun
sebep olduğu değerlendirilmelidir. İş, bırakın takvâ
giysisini, fetvâ boyutunu bile hiçe sayan, sanki İslâm’ın tesettür ve hicap
emriyle dalgasını geçen bir tuhaflığa, hatta maskaralığa bile
dönüşebilmektedir. İşin sadece fıkhî/şekilsel
boyutunu ele alan, ama takvâ giysisinden soyunmuş bir
bayan sözgelimi parmağını göstermenin fıkhen câiz
olduğundan yola çıkarak yabancı bir erkeğe parmağıyla işaret ederek parmağına
“haydi gel!” dedirtebilir, gözünü göstermenin câizliğinden yola çıkarak göz
kırpabilir. Bu tür problemlerin ne kadar yaygın olduğunu belki sokağı, caddeyi,
okulu, gezinti yerlerini tanımayan kişiler bilmeyebilir, ama iş gerçekten
çığırından çıkmış vaziyettedir. Sadece başörtülü olan, diğer giysileri ve
tavırlarıyla takvâ giysisine hatta düşman olan, ya da
şeklen tesettürlü olduğu halde İslâmî edebe, hayâ ve iffete yeterli derecede
sahip olmadığı hemen belli olan kişinin kapalı kıyâfeti de artık
yadırganmamakta, her iki farklı, hatta birbirine düşman tavır normal
görülebilmektedir.
Elbise de konuşur. Evet, kişi, dili
aracılığıyla konuştuğu gibi, elbisesi aracılığıyla da konuşur. “Bana, benim
dişiliğime bakma, ben Allah’tan korkan bir müslümanım.
Toplumun ve/veya kendimin ihtiyacından dolayı bulunduğum sosyal hayatta şu anda
ben bir dişi olarak değil, kişi olarak varım. Sahip olduğumu düşündüğüm her şey
gibi kendi vücudum da bana emânettir, Allah’ın
emâneti. Onu nasıl kullanmam, nasıl örtmem gerektiğini de Sahibi bilir. Yanlış
kıyafetim ve hatalı davranışım yüzünden de başka erkekleri günaha dâvet ederek mülkün sahibine ihânet edemem! Kıyâfet tercihimle ilân ediyorum ki, yabancı erkeklerin bana
bakmasını istemiyorum” şeklinde kibarca mesaj vermesi gereken başörtüsü, bugün
göz alıcı renk ve desenleri, diğer tamamlayıcı giysi ve tavırlarıyla cıyak cıyak bağırıyor: “Hey erkekler, ben buradayım, baksanıza!
Sizin dikkatinizi ve ilginizi çekip kendime baktırmak için ben ne paralar sarfettim, kaç mağaza gezdim, ne uğraşlar verdim. Nasıl,
yakışmış mı başörtüm, uyum sağlamış değil mi diğer giysilerimle. Karar
veremedinse tekrar bak, bir daha bak! Ha, nasıl olmuşum, güzel miyim, bu
giysilerimle daha da güzelleşmiş miyim? Cevabını şimdilik gözlerinle ver, e
mi?”
Örtünmenin amacı başkasının
bakışlarından korunmak ve ırzı meşrû olmayan cinsel
isteklerden ve ona yaklaştıran olumsuzluklardan sakınmak ve sakındırmaktır.
Erkeklerin gözlerini sakınması, hem kendilerinin ve hem hanımların iffetini
korumak içindir. Bugünkü çeyrek tesettürün bunları hakkıyla yerine getirdiğine
bin şahit lâzım. Bir şey, maksadından soyutlanarak algılanırsa işte böyle
sulandırılır, yozlaştırılır.
Tesettür, kadının kimliğini öne
çıkaran bir onurdur. Müslüman hanımın, toplumda dişiliğiyle değil, kişiliğiyle
yer edinmesini sağlayan, kadının sömürülmesine ve eziyet edilmesine karşı,
koruyucu bir kalkandır. Kadının teniyle, derisiyle değil; insanî özellikleriyle
topluma katılma arzusudur. Bir bilinçtir, bir cihaddır,
bir ibâdettir tesettür. İzzetine, iffetine, şeref ve
namusuna düşkün müslüman kızlarımızın bu erdemi bazı
iki ayaklı şeytanların gözüne batıyor. Hanımların dişiliğiyle değil;
kişiliğiyle toplumda yer alma isteklerine karşı kırmızı başörtüsü görmüş boğa
gibi saldıracak yer arıyorlar. Özellikle İmam-Hatip'te, üniversitede okuyan ve
okumak isteyen müslüman kızın dünya-âhiret tercihi ve cihadı da başörtüsü bayrağında ve onunla
bütünleşen tesettür ve müslümanca kişilikte
düğümleniyor. İslâmî örtünme iman alâmetidir. Ruhumuz gibi vücudumuz üzerinde
de Allah'ın hâkimiyetini kabul edişin belgesi olan bir ibâdettir.
Örtünme, çağımızın zulüm egemenliğine karşı kadınımızın cihadı, örtü de gerçek
özgürlük bayrağıdır. Materyalist modern insan; imajı, vitrini, kaportayı, yani
madde cinsinden ve göz boyayacak şeyleri özün yerine koydu. Bunun kadın
açısından durumu da şu: Fark edilip beğenilmek isteyen bir kadın; teniyle,
çekici kıyâfetiyle, dişiliğiyle bunu gerçekleştirecek,
toplumda bu özelliklerle yer edinecektir. İnsanî erdemlerle, hizmet ve hayırlı
çalışmalarla kendini ispatlamak, ancak kulluk şuuruyla, İslâm kimliğiyle ve
gerçekten hür kadınlar için sözkonusu olabilir. Kadın
edilgenlikten, sömürüden, metâlaşmaktan,
nesneleşmekten, kendi nefsine köle olmaktan veya kendi nefsine köle olanlara
kölelikten kurtulmak ve erkek egemen dünyada hak ettiği saygın yeri almak
istiyorsa, bunun yolunun kesinlikle tesettürden, hicaptan, Allah korkusuna
dayalı bir yaşayıştan, İslâmî bir aileden geçtiğini unutmamalıdır. Kadının
huzur ve mutluluğuna giden yol, çarşı ve pazardan geçmemektedir. Sokakta
bulunanlar veya bulunduğu sanılanlar, yine bir sokakta kaybedilecek şeylerdir.
O olmadan tesettürün de olmayacağı, ama sadece kendisiyle işin bitmediği bir
başlangıç olan baş tâcı başörtüsü, dişiliğin örtülmesi
olarak görüleceği yerde, dişiliği öne çıkarmanın çarpık bir aracı haline
d(ön)üşmüşse, artık tesettürün bir cüzü bile olmayan bu bez parçasını başına
koyan örtülü çıplak, Allah’ın değil; hevâsının/hevesinin,
ins ve cin şeytanlarının kulu olmuştur.
Sağduyu sahibi her insanın kabul
edeceği gibi, İslâm’ın istediği gibi örtünmemek ve bunun sonucunda karşı tarafı
tahrik etmek bir eziyettir. Bayanlara yönelik cinsel tâciz
elbette bir eziyettir, zulümdür; ama buna sebep olan cinsel tahrik de erkeklere
yönelik bir eziyet ve zulümdür. İslâm’ın istediği gibi tesettüre, hayâ ve
edebe, takvâ giysisine özen göstermeden toplum içine
çıkan bayanlar, özellikle nâmuslu müslüman erkeklere
yönelik bir eziyet yapmakta, onların vebalini almakta, günahlarına vesile
olmaktadır. Gereği gibi tesettür ve edep içinde olmayan bayanlar, kendilerini
ister istemez gören erkeklerin haklarını gasp etmektedirler; en doğal hakları
olan namuslu olma, Allah’a kulluk yapma, haram işlemeden yaşama hakkını
çiğnemektedirler. O yüzden tesettüre ve hayâya tam dikkat etmeyen bayan,
kendisine gözüktüğü tüm erkekleri taciz ederek kul hakkı suçu işlemektedir.
Örtü bir kalkan oluyor. Karşı tarafı
tahrik edecek unsurları perdeliyor. Karşı tarafa karşı caydırıcı bir özellik
taşıyor. Ve örtülü bir kadın böylece çok yönlü bir eziyetten de kurtuluyor. Tâciz gibi eziyetlerden, çirkin bakış ve düşüncelerden,
teklif ve sataşmalardan korunmak isteyen bir bayanın şöyle düşünmesi gerekir:
“Başkasının bana cinsel tâcizde bulunmasını istemiyorsam, bana ait güzellikleri
allayıp pullayarak teşhir etmemeliyim. Tahrik ederek başkalarının bana cinsî tâciz yapmasına sebep olacak duygularını kabartmamalıyım.”
Halk da, bu konuda biraz kabaca şöyle şey eder: “Şey, şeyini şey yapmazsa, şey
de şey yapmaz.”
Örtünmeden amaç korumak ve
korunmaktır. Görüntü ile harekete geçen söz dinlemez erkek duygularına karşı
yine erkeği koruyoruz. Tabii dolaysıyla erkeğin tahrik olup saldırmasına karşı
kadın kendini de koruyor. Örtü, erkeğe İlâhî sınırları hatırlatma ve onun
günaha girmesine engel olma fonksiyonunu yerine getirir. Erkeğin içindeki söz
dinlemez duygular, örtü karşısında sessiz kalıp tahrik olmadan yuvalarına
dönerler. Örtü erkeği kötü düşünceden korurken, kadını da kötü düşüncenin fiile
dönüşmesinden korur. Yani örtü, kadını ve erkeği günahlardan, şeytanî
dürtülerden, fitnelerden, dolayısıyla cehennemden korur.
Günümüzde cilbâb,
yani pardösü benzeri dış elbise önemsenmez hale geldiği gibi, “başörtüsü zulmü”
farklı bir tepkiyi aşırılaştırdı; tesettür denince sadece başörtüsü akla
gelmeye başladı. Bazı genç bayanlar da sadece başörtüsüyle yetinmeye başladı.
Giderek artan bir ucûbe olarak boneli, başörtülü,
fakat makyajlı; başörtülü, ama eteği dizlerine kadar yırtmaçlı; başörtülü fakat
üstünde sadece tişörtlü-etekli kıyafetler boy göstermeye başladı. İslâm
kadınının sadece tesettürü bile yeterli görmesi mümkün değilken, yani aynı
zamanda takvâ elbisesi olan iffet, hayâ, saygın
kişilik özelliklerini kuşanmak; tavır, yürüyüş, konuşma, gülme, aşırı serbest
hareket vb. davranışlarda fitne unsuru olabilecek tüm hususlardan sakınmak
mecbûriyetinde olduğu halde, sadece giysi olarak tesettür konusu bile
uygulamada büyük çapta dejenereye uğramaya başladı. Kala kala
sadece bir başörtüsü kaldı; o da zora gelinince, sözgelimi üniversite uğruna,
öğretmenlik vb. amaçlar için çıkarılabilecek; pazarlık ve tâviz
konusu olabilecek; türbanla, şapkayla, perukla... değiştirilebilecek
bir ucuzluğa düştü. “Artık televizyonlarda ve halka açık salonlarda tesettür
defileleri yapılıyor’ deyin, gerisini onlar anlar” diyecek Bekri Mustafa’lara
kaldı iş. Biraz alaylı, biraz da gerçeğin düşmanları tarafından müslümanların yüzüne tokat gibi vurulması kabilinden,
boyalı basın buna “çeyrek tesettür” adını taktı. “Tesettür ya vardır, ya
yoktur; bunun yarımı, çeyreği, ekmekarası olur mu?”
demeyin, uygulamaya bakarsanız oluyormuş...
Başörtüsü, bir aksesuar gibi
değerlendiriliyor bazı kızlarımızın gözünde. Kadınsı çekiciliği yabancılar
karşısında en aza indirmesi gereken tesettür, bir moda olarak düşünülüyor
artık. "Tesettür(!) defilesi" denilen ucûbeler,
bir taraftan talebe/isteğe cevap verirken, daha çok da arzı körüklüyor.
Dışarıya çıkarken erkek bakışlarını üzerine çekmemeye gayret etmesi gereken müslüman bayan, -kocasının karşısında belki bu kadar
süslenip kıyâfetine özen göstermezken- en az yarım
saat ayna karşısında kendine çeki düzen vermeye çabalıyor, başörtüsünün rengine
uygun olmayan pardösü ve ayakkabıyı giysiden saymıyor... Akşam olunca da
evinde, Filistin'li kızların dramını, Irak’taki
kadınlara yapılan zulmü gözünden yaşlar akıtarak seyrediyor.
Bütün bunlar, câhil
bırakılmış ve okullar başta olmak üzere düzen ve onun tüm kurumlarıyla, gayr-ı
İslâmî çevre şartlarıyla yozlaştırılıp bilinçsizleştirilen, çok kimliklileştirilen/kimliksizleştirilen,
Batının ve bâtılın değersiz değerlerine özendirilmeye çalışılan toplum kurbanı
şuursuz müslüman kızlarımıza kızmamıza ve suçu sadece
onlara yüklememize sebep olmamalı. Zaten onlar da erkeklerin aynası, elmanın
diğer yarısı. Müslüman erkeklerdeki dünyevîleşme, takvâyı hatta haram-helâl
sınırlarını geri planlara atmayı dışarıdan hemen tespit etmek mümkün olmuyor;
eğer kadındaki tesettür gibi dıştan hemen belli olan bir ölçüt olsaydı veya
varsa, hemen bu diğer yarımda da benzer dejenerasyon
aynı oranda sergilenecektir. Zaten bu bayanların da çoğu, bu çeşit şuursuz müslümanların eşleri, kızları, kardeşleri değil mi? Bunlara
kızmaktan, hatta acımaktan da önce, kadın ve erkek hepimize bu yozlaşmanın
sebeplerini doğru teşhis edip çareler üretmek için gece gündüz çalışmamız, fedâkârlıklarda bulunmamız, güzel örnek olmamız, fesat
ortamını salâh ortamına çevirmek ve insanları ıslah için hilâfet görevimizi
yerine getirme gayretiyle ha bire koşturmamız
gerekiyor.
Eğer başörtülüler, gerçekten Allah rızâsı için ve O’nun emri olduğundan dolayı başörtüsü
örtüyorlarsa, Peygamber ihtarları; modadan, yabancı erkekler tarafından
beğenilme arzusundan ve hevâya uymaktan, şeytanı ve
şeytanlaşanları râzı etme çabasından daha etkili olacaktır. O yüzden
insanımıza, özellikle başörtülü tesettürsüzlere şu hadis-i şerifleri
hatırlatalım:
"Cehennemliklerden kendilerini
dünyada henüz görmediğim iki grup vardır: Biri, sığır
kuyrukları gibi kırbaçlarla (coplarla) insanları döven bir topluluk. Diğeri,
giyinmiş oldukları halde çıplak görünen (örtülü çıplak) ve öteki kadınları
kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen
kadınlardır. İşte bu kadınlar cennete giremedikleri gibi, şu kadar uzak mesâfeden hissedilen kokusunu bile alamazlar." (Müslim, Cennet 52, 53, h. no: 2857,
Libâs 125, hadis no: 2128)
“Ümmetimin son zamanlarında açık ve
çıplak kadınlar bulunacaktır. Başlarındaki saçlarının kıvrımları develerin
hörgücü gibi olacaktır. Siz onları lânetleyin. Çünkü onlar mel’un
kadınlardır.” (Taberânî, Mu’cemu’s-Sağîr)
"Rasûlullah
(s.a.s.), hafif bir elbise giyip tamamen vücut hatlarını örtmeyen kadınlara “Onlar
adı örtülü ama gerçekten çıplaktırlar” buyurmuştur (Süyûtî,
Tenvîru’l-Havâlif, c. 3, s.
103).
“Kadın, örtülmesi gereken avrettir.
Dışarı çıktığı zaman şeytan ona gözünü diker.” (Tirmizî, Radâ 18)
Âişe (r.a.)'den rivâyete
göre, bir gün Ebû Bekir (r.a.)'in kızı Esmâ (ki, Peygamberimiz’in baldızıdır) ince bir elbise ile Allah Rasûlü’nün huzuruna girmişti. Rasûlullah
(s.a.s.) ondan yüzünü çevirdi ve şöyle buyurdu: “Ey Esmâ!
Şüphesiz kadın ergenlik çağına ulaşınca, onun şu ve şu yerlerinden başkasının
görünmesi uygun değildir.” Hz. Peygamber bunu söylerken yüzüne ve
avuçlarına işaret etmişti." (Ebû Davûd, Libâs 31, 34, h. no: 4104)
Yüce Peygamberimiz, zevceleri Ümmü Seleme ve Meymûne vâlidelerimizle oturuyorlarken ashâb-ı
kirâmdan görme özürlü Abdullah ibn Ümm-i Mektûm çıkagelince
Peygamberimiz eşlerine: “Bu zâttan korunun, ona karşı örtünün” buyurdu. Ümmü Seleme annemiz de: “Yâ Rasûlallah! Bu zât a’mâ değil midir? O bizi görmez, tanımaz ki (ondan
sakınalım)!” deyiverdi. Bu söz üzerine Peygamberimiz mü’min
kadınlara ölçü olan şu cevabı verdi: “Evet (o a’mâdır,
görmüyor), ama siz de mi körsünüz? Siz de mi onu görmüyorsunuz? (Gözlerinizi
koruyun ve tesettüre uyun).” (Ebû Dâvud, Libas 37, hadis no: 4112; İbn
Kesir, Tefsîr, 3/283)
“Allah, peruk takana ve taktıran
kadına lânet etsin!”
(Buhârî, Libâs 86, Tıbb 36; Müslim, Libâs 119, hadis no: 2124; Nesâî, Ziynet 25)
“Rasûlullah
(s.a.s.) kadın gibi giyinen erkeğe, erkek gibi giyinen kadına lânet etti.” (Ebû Dâvud, Libâs
28; Ahmed bin Hanbel,
II/325)
“Allah’ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah’ın en fazla nefret ettiği yerler de
çarşı ve pazarlardır.” (Müslim, Mesâcid 288, hadis no: 671)
“Gözler de zinâ
eder; onların zinâsı (bakılması haram olan kimselere şehvetle)
bakmaktır.” (Buhârî, İsti’zân 12; Müslim,
Kader 20)
Cerîr (r.a.) şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.s.)’a ansızın görmenin hükmünü sordum. “Hemen
gözünü başka tarafa çevir!” buyurdu. (Müslim, Âdâb
4; Ebû Dâvud, Nikâh 43; Tirmizî, Edeb 28)
“Erkek, erkeğin avret yerine, kadın
da kadının avret yerine bakamaz...” (Müslim, Hayz 74; Tirmizî, Edeb 38; İbn Mâce, Tahâret
137)
“Hiçbiriniz, yanında mahremi
bulunmayan bir kadınla baş başa kalmasın.” (Buhârî, Nikâh 11, Cihâd 140; Müslim, Hacc 424; Tirmizî, Radâ’ 1; Fiten 7)
"Kim dünyada şöhret için elbise
giyerse Allah ona kıyâmet gününde zillet elbisesi
giydirir. Sonra da onu cehennemin alevli ateşlerinde yakar." (Ebû Dâvud, Libas 5, h. No: 4029, 4030). Şöhret
elbisesinden maksat, başkalarına câzip görünmek ve
fors satmak için giyilen elbisedir (Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, c. 2, s. 94). İbnü’l Esir ise şöhret elbisesinden maksat insanların
arasında göz alıcı elbiseler giyerek büyüklük taslamak, kibirli tavra
bürünmektir diye belirtir.
“Kim (dünyada, dikkatleri üzerine
çeken) şöhret elbisesi giyerse, Allah, alçaltacağı gün alçaltıncaya kadar, o
kimseden yüz çevirir (rahmet nazarıyla bakmaz).” (Kütüb-i
Sitte Tercüme ve Şerhi, İ. Canan, c. 17, s. 465)
"Cennette bir kadının nasifı, dünyadan ve bir o kadar daha şeyden daha
hayırlıdır.” Dedim
ki: ‘Ya Rasûlallah, nasif
nedir?’ “Başörtüsüdür” buyurdular. (Ahmed
bin Hanbel, II/483)
Ve bir âyet-i
kerime: “Ey Âdem oğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek
elbise indirdik. Takvâ elbisesi (takvâ ile kuşanıp
donanmak) ise daha hayırlıdır. İşte bunlar, Allah’ın âyetlerindendir.
Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi).” (7/A’râf,
26). Daha hayırlı olan “takvâ elbisesi” nedir? Takvâ (din örtüsü) ile kişi, kendini korumaya, dinî
hayatına zarar verecek şeylerden sakınmaya çalışır. O örtü ile korunur, o örtü
ile temiz fıtratını savunur, o örtü ile edep dışı işlerden kendini muhâfaza eder. O örtü onun için zırh gibidir, sağlam bir
kale gibidir, çevresinde onu tehlikelerden saklayan nöbetçiler gibidir. İşte takvâ elbisesi budur. İnsanın rûhunu
giydiren ve doyuran elbise. İnsanın mânevî dünyasını
kollayan, yüzünü kızartacak bütün yanlış hareketlerden koruyan bir mânevî
giysi, bir örtünüş ve davranış biçimi. Mü’minin
onuruna, kişiliğine, inancı, ahlâkı ve namusuna zarar verecek davranışlardan
onu koruyan bir giysidir takvâ elbisesi. Takvâ elbisesi, sırf Allah rızâsı için ve emredildiği gibi,
şuurla sevgi dolu teslimiyetle örtünmektir. Takvâ
elbisesi, takvâ hissi veya takvâ duygusu ile giyim, yani hayâ duygusu ve
Allah'a karşı sorumluluk bilinci ile giyilen ve Allah'ın izniyle maddî-mânevî
ayıptan, çirkinlikten, zarar ve tehlikeden koruyacak olan bu elbise daha
güzeldir, sırf faydadır. Takvâ duygusu olmayanlar ne
kadar kalın giyseler de çıplaklıktan kurtulamazlar. Asıl hayır takvâ elbisesidir ki, örtülmesi gereken yerlerin örtünmesini
sağlar, kişiyi maddî ve mânevî hayâsızlıklardan korur.
Vahye dayalı gerçek ilimden
uzaklaştırılmış, tefekkür nedir bilmez hale getirilmiş, Kur’an’ı
okuyup anlamayı ve ona göre yaşamayı tek çıkar yol olarak düşünemeyen, imanı
çalınarak ibâdet zevkinden mahrum bırakılmış, kısacası
çağdaşlaştırılmış insanın şu veya bu oranda cinselliğinin ya da cinsî isteğinin
istismârına yönelik kapitalist tuzaklara kapılmaması imkânsız gibi bir şeydir.
Bunlara ahlâkî nasihatlerin pek bir fayda vereceği düşünülmemelidir. İman
olmadan ahlâkın da olmayacağını, gerçek ahlâkın Kur’an’ı
yaşamak olduğunu bu çevre ve düzen kurbanlarına anlatmak, inandırmak,
benimsetmekten başka çıkar yol gözükmüyor. Tevhidî
anlamda gerçek bir iman olmadan insanın ahlâklı, nâmuslu ve şerefli olması
mümkün değildir. Çünkü izzet; ancak Allah’ın, Rasûlünün
ve mü’minlerindir (63/Münâfıkun,
8).
Bazı bayanların aşırı serbest
hareketler içinde, müslüman bir hanıma yakışmayacak
basit tavır ve başörtülerine uymayacak çirkinlikte kıyafetle toplum içine
çıktıkları giderek çokça görülen bir şahsiyet problemidir. Bu davranışların hem
kendilerini küçülttükleri, hem örtülü bayanlar hakkında yanlış ve kasıtlı
yargıda bulunanlara koz verdikleri ve hem de dini yanlış tanıttıkları yönüyle
fitneye sebep olan bu çeyrek tesettürlü bayanlar, her geçen gün daha da
artmaktadır. Ama, bunu toplumdaki tüm müslüman bayanlara şâmil kılmak veya böyle davrananlar
yüzünden diğerlerini de toplumdan tümüyle uzaklaştırmak doğru olmasa
gerektir.
Başörtüsünün tek başına ele alınıp
öyle anlatılması ve anlaşılması, onun yozlaştırılmasına sebep olabilmektedir.
Başörtüsü dinin emirlerinden bir emirdir. Birçok dinî görevin yerine
getirilmesiyle başörtüsü İslâmî bir anlam kazanır. Dinin emirlerini yerine
getirmeyen ya da diğer giysi ve davranışları başörtüsünün ruhuyla bağdaşmayan
insanının başında ise o sadece bir bez parçasıdır. Bir ev düşünün onun üzerinde
bulunduğu arâzinin toprağı gevşekse, yağan yağmur,
esen rüzgâr onun toprağını oradan alıp götürüyorsa; bu durum, ev içinde
oturanlara güven vermeyecektir. İşte aynen bunun gibi, iman da sağlam bir
zemindir. Ameller ise bu zemin üzerinde yükselen binadır; başörtüsü ise bu
binanın çatısı, tesettür/örtü ise onun dış cephesidir. Temeldeki çürüklük
binanın her yerine yansıyacaktır. Sağlam bir iman olmadan, başta duran
başörtüsü ne kadar sıkı bağlanırsa bağlansın, temsil ettiği değerler; nefis,
şeytan veya onların dıştaki temsilcilerinden gelen en ufak bir rüzgârda uçup
gidecek veya başörtülü ama çıplak denilecek tip oluşacaktır.
İçinde, olması gerektiği şekilde
iman esaslarını taşıyanlar için başörtüsü, “başı gitmeden başından gitmeyecek”
kadar değer ifâde ederken, içinde olması gereken imanî değerleri olmayan veya zayıf olanlar için ise, o
hizmet için, üniversite için tâviz verilebilecek bir teferruattır, olmasa da olur;
ya da haram bakışları uzaklaştırmak yerine çekiciliği artıracak şekilde
istismar edilebilecek bir oyuncak haline gelir.
Örtü Allah’a itaatin simgesidir.
“Ben, vücudumda geçici bir süre duracak olan bir kiracıyım, emânetçiyim”
diye düşünmeli insan. Vücuduma ait hangi organ olursa olsun o bana O’nun
tarafından bir hediyedir. Hem de öyle değerlidir ki, hiç bir hakkım yokken bana
verilmiş. Bunun bana bir lütuf olarak verilmesi karşısında ikram sahibine karşı
kayıtsız kalamam. Bu, saygısızlık olur” diye düşünmeli insan.
“Bu kadar lütuftan sonra... Evet benim üzerimde hâkimiyeti ve merhameti bu denli açık
olan Zâta karşı yapmam gereken görev O’nun emir ve yasaklarına uymak olmalı.
Zira O beni benden iyi tanıyor. Bana neyin faydalı, neyin zararlı olacağını
benden iyi biliyor. Benim için her yaptığı şeyde bana yönelik faydaları o
işlerin arkasına takan Zat, tesettürde de benim bilemediğim ve göremediğim
faydaları onun arkasına takmıştır” demeli ve itaat etmeli.
İnsan şöyle düşünmeli; “Ben, bana
ayda sözgelimi 500-1000 dolar verene günümden şu
kadarını, şartlarını onun belirlediği işleri yapmak için veriyorum, hatta
aldığım ücret yüksekse bunu seve seve yapıyorum.
Rabbim bana yığın yığın nimetler veriyor. Bir gözümü
milyarlarca dolara değişmiyorum, hayatıma değerler biçemiyorum. Bana bu kadar
nimetleri hiç liyâkatim olmadığı halde veren Zâta
karşı, değil günümün, ömrümün bütün zaman dilimlerini, şartlarını Onun
belirlediği kulluk için seve seve veririm. Bana bin
dolar maaş veren işverenimin bana emretme hakkı, benim de emredileni yapma
görevim varsa ve ben bunu aldığım ücretin doğal bir sonucu olarak yapıyorsam ve
işimi yapmaz veya aksatırsam bütün sonuçlarına katlanıyorsam; şunu da iyi
bilmem lâzım: Bana her şeyi veren Allah da bana emrediyor. Bin doları veren,
hayatımın bir bölümünü şekillendirme hakkına sahipse, Allah (c.c.) verdiği
şeylerle hayatımın tamamını istediği biçimde şekillendirme hakkına öncelikle
sahiptir.”
Sadece insan elbise giymez, giysi de
insanı giyer, yönetir, yönlendirir. Dış, için aynasıdır. Dışı İslâm’ın anladığı
anlamda temiz olmayanın içinin de çok temiz olmasına imkân yoktur. Kıyâfetin insan rûhuna etki ettiği de bir vâkıadır. O yüzden
kadın giysisi giyen erkek artık kadın gibi tavırlar takınır. Bunun tersi de
geçerlidir. O yüzden Peygamberimiz, çok küçük yaştaki çocukların bile karşı
cinsin elbiselerini giyinmelerini yasaklar, hatta karşı cinsi çağrıştıracak
renklerdeki giysileri de. İşte giysinin insan rûhuna
bu etkisi, İslâm’ın uygun görmediği tarzdaki kıyâfetin imana da zarar vermesine
sebep olabilecektir. Aynen gerçek imanın tam tesettürü, takvâ
giysisini zorunlu kıldığı gibi.
18-20. Yüzyıl Türk tarihi, biraz da
kıyâfetlerdeki acâyip ve hızlı değişimin tarihidir. Tanzimat denilen Batıya
entegre olma, yönetimi ve halkı Batılılaştırma çabası, hayatın her alanında
olduğu gibi, kıyâfetlerde de büyük kırılmanın
başlangıcı olmuştur. Bu kırılma, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki devrimlerle,
kop(arıl)ma noktasına
getirilmiştir. En önemli devrimlerin kıyâfetle ilgili
olması, giysinin sadece bir görüntüden ibâret olmayıp oradaki değişimin kişinin
inanç dâhil, tüm dünyasını değiştireceği gerçeğinden yola çıkılarak
yapılmıştır. Tanzimat’la birlikte halkın giysi özgürlüğü baskı altına alınmış,
devlet zoruyla kişiler Batılı giysilere mecbur edilmiştir. II. Mahmut zamanında
başlamış olan bu faşizan, baskıcı, ceberut tavır, günümüzde de hâlâ
sürdürülmektedir. Pantolon, ceket ve kravatı devlet dairelerinde zorunlu hale
getirip “modern kâtip” giysisini dayatma ile yetinilmemiş, Yunanlıların
başlarına geçirdiği kıyâfet olan fes, II. Mahmut
tarafından zorla âlime-câhile giydirilmiştir. Müslüman halk, bu Batılı kıyâfetlere gâvur kıyâfeti demiş, bu giysileri zorla
giydiren yöneticiye de “gâvur padişah” adını takmıştır. Bununla birlikte devlet
güç kullanarak bu devrimi uygulamış, ardından nice zaman geçtiği halde ve fesin
Cumhuriyetle birlikte terk edilmesine rağmen câmilerdeki
namaz kıldırma memurları (üzerine sarık sararak) hâlâ bu köhne devrimi canlı
tutmakta devam edegelmiştir. II. Mahmut’tan beri
yöneticiler kendi güçlerini insanların başlarında görmeyi en büyük hedef
saymışlar, baş üstünde yer edinemeseler de başın üstünde kendi devrimlerine yer
bulmanın sadistçe mutluluğunu tatmak istemişlerdir. Adı geçen padişah, kafalara
fes geçirip kendi egemenliğini görüp herkese gösterdiği gibi; aynı tavır, ilk
cumhurbaşkanı tarafından da kafalarda şapka görülmek istenmesiyle ortaya
konmuştur. Sonra egemenlik ve etkinliklerini başörtüsü yasağı şeklinde halkı
sürüleştirme zevkini tadarak görmeyi sürdüren zihniyet, bütün bu yaptıklarını
Batılılaştırma/çağdaşlaştırma adına yaptıklarını ifade etmeyi görev
bilmişlerdir.
Modernizm, günümüzde faşist bir din halini
almıştır. Global dünya dini olarak dayatılan bu emperyalist dünya görüşü,
insanı tek tip haline getirip sürüleştirmekte, onu her yönüyle
köleleştirmektedir. Batılılaşan bayan, niye giysisini, giysisiyle dikkat çekmek
istediği vücudunu teşhir etme ihtiyacı duymaktadır? Modernizm
şeklinde ortaya çıkan çağdaş Batı yaşama biçimi ve ideolojisi olan materyalizm,
insanın rûhunu, mânevî dinamiklerini hiçe saymakta,
kişiyi sadece sahip olduğu giysiden, arabadan, paradan, maldan ibâret kabul
etmektedir. Bayanları da etten, deriden ibâret,
giysiden, kozmetik ürünlerden, süslenmeden ibâret görmektedir. Batılı(laşmış) insan da kendine biçilen rolden memnundur. Zinâya yaklaşma ve yaklaştırma olacakmış, toplum ifsâd edilecekmiş, erkekler tahrik edilip günahlara
dâvetiye çıkarılacakmış, böylece kendisinin yolunu tuttuğu Cehenneme nice
erkekleri de sürüklüyor olacakmış, çağdaş bayanın umurunda değildir. Nasıl
olsa, memlekette demokrasi var; canı ne isterse onu giyer, vücut onun değil mi,
istediği gibi yapar…
II. Mahmut’la birlikte müslüman halkın kıyafetine müdâhale
edilmeye ve resmî kıyâfet dayatılmaya başlanmış, TC kurulur kurulmaz da daha
net ve sert kıyafet devrimi uygulamaya konulmuş bir coğrafya, müslüman hanımların modernleşmesi konusunda diğer ülkelere
karşı ilk kötü örneklere de sahne olmuştu. 20. Asırda devrimlerle devrilen
değerlerle ilgili olarak, önce bin senedir giyilen çarşaf çıkar(t)ılmış, sonra peçeler at(tır)ılmış,
zarûret olmaksızın yani çarşıda pazarda yüzlerin
açılması yaygınlaşmıştı. Bilenler ya da hatırlayanlar ne kadar kaldı bilmem,
hâlâ bazı kitaplarda ve mahfillerde “bol pardösü çarşafın yerini tutar mı?”
tartışmaları yapılır(dı). Hanbelî, Şâfiî
ve Selefîlerin câiz görmediğinden de yola çıkılarak
özellikle fitnenin kol gezdiği günümüz ortamı gibi durumlarda ihtiyar olmayan
bayanların diğer tarafları kapalı olsa da, yüzlerini ulu orta açmalarının câiz
olup olmadığı gündeme gelirdi. Nereden nereye? Bugünkü entel takılan kültürlü
bir bayana bunları anlatmak, hele takvâ ve azîmeti
tavsiye etmek bile ne kadar mümkündür? Bu gidişle, korkarım birkaç sene sonraki
bazı İslâmî dergilerde bazı müslüman yazarların bazı
makale başlıkları şöyle olacak: “Şeffaf Başörtüsü Tesettüre Uygun mudur?” Ya da
“Açık Göbek Modası Başörtülü Bayanlar Arasında Niye Hızla Yayılıyor?”
“Başörtülü Kızlardan Oluşan Dans Grubu Nasıl Ortaya Çıktı?” Gazete haber
başlıklarından bazıları da şöyle olacak: “Güzellik Yarışmasına Katılmak İsteyen
Başörtülüler”, “Başörtülü Şarkıcı ve Sanatçılar Dernek Kuruyor.”
Bu anlatılanlardan, “bütün
başörtülü bayanlar böyle” gibi bir yargı çıkmaz elbette. Haya
ve iffet sembolü, tam tesettürlü, ihtiyaç için çıktığı sosyal hayatta
dişiliğiyle değil, kişiliğiyle hanım hanımcık yer alan ve Allah rızâsı için
örtündüğü her davranışından belli olan şuurlu kızlarımızı ve kız kardeşlerimizi
tenzih ederiz. Üzüldüğümüz şey; bu mücâhidelerin
sayılarının giderek azalması ve kopmaların, karşı sınıfa transferlerin
özellikle okuyan ve hele hele çalışan bayanlar
arasında hızla artış eğilimi göstermesi.
Kraliçe Çıplak: Andersen’in
meşhur masalındaki çıplak kralın çıplaklığını göre göre
kabullenip dile getirmekten çekinenler gibi oldu insanımız. Başlarındaki taç
kabul ettiğimiz başörtüsü ile kral değilse bile bizim mahallenin kraliçeleri
durumundaki başörtülülerin örtüyü istismar edip yozlaştırmasından dolayı “kraliçe
çıplak!” diye bağırmayı göze alanlar olmazsa bu çıplaklık tüm toplumu
mahvedecektir. “Öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece
zulmedenlere erişmekle kalmaz (herkese yayılır ve hepinizi perişan eder). Bilin
ki, Allah’ın azâbı şiddetlidir.” (8/Enfâl, 25)
İslâm düşmanlarının bile bu konunun
önemini bilerek devrimler ve baskıcı uygulamalarla kendi giysilerini
dayattıkları bir dünyada, kendi kimliğimizi giysilerle de korumalı ve
göstermeliyiz.
Ne mutlu, tesettürünü bayraklaştırıp
cihadını ilân eden, hicap bilincine sahip, takvâ
elbisesini hiç üzerinden çıkarmayan iffet ve hayâ timsali hanımlara!
Kılık-kıyafet ve yaşayış prensiplerini İslâmî ölçülere göre tanzim edip nâmusunu muhâfaza eden edepli gençlere!
Gözünde haram bakışların isi olmayan
erkeklere ve yüzünde haram bakışların izi ve lekesi olmayan kızlarımıza selâm
olsun!