99 Soruyla Demokrasi Sorgulanıyor
Demokrasi ve Bu Dinin Dindarları Sanık
Sandalyesinde!
Demokrasi kendisini hüküm kaynağı
görerek, demokrasiyi kabul etmeyenleri, özellikle İslâm'ı tek dünya görüşü ve
hayat biçimi kabul edenleri suçluyor. Direkt suçlama yapmamaya gayret ederek
(ama başardığımı iddiâ etmeden), onun dünya halkları ve yaşadığımız ülke
insanına karşı suçlu olup olmadığını sorgulamak amacıyla bazı sorular sormanın
gerekli olduğunu düşünüyorum. Çünkü Batıdan gelen global emperyalizmin,
Afganistan, Irak, Çeçenistan, Bosna ve Filistin katliâmlarının, müslümanların
kafa ve gönüllerini işgal ederek köleleştirmenin, küresel zulmün arkasında hep
demokrasinin yattığını görüyorum. Bu sorular ve verilecek cevapları, fikir jimnastiği
şeklinde değerlendirmemelidir. Cevaplar, kişinin dünya görüşünü ve kültürünü
gösterecek, her konuda alternatif görüşü olan dâvâ sahibi olup olmadığını,
"nakil ve akıl" mı, yoksa "uydum kalabalığa"
mantı(ksızlı)ğını mı seçtiğini ortaya koyacaktır. Dolayısıyla bu sorulara
vereceği cevapla kişi kendisini sorgulamış, kendini tanı(t)mış olacaktır.
1. Halk hakem olabilir mi? Âdil bir hakem? Teslim
olunacak bir hakem? Hangi konularda? Ahzâb, 36. âyetin anlamını da
değerlendirerek müslümanın özgürlük ve teslimiyet sınırı nerede başlar, nerede
biter? Doğrular parmak hesabıyla tespit edilebilir mi? Bu, bilimsel olabilir
mi? Hele "hak", yani mutlak doğru, halk tarafından mı belirlenir?
2. Batılılar açısından demokrasi, en az zararlı
(ehven-i şer) olabilir. Onlar Hakk'a, yani mutlak doğruya, nassa inanmazlar
çünkü. İslâm diye bir din, devlet ve dünya görüşü olmasaydı, Peygamberlerin ve
iman edenlerin, uğruna her fedâkârlıklara katlandıkları İlâhî hükümler söz
konusu olmasaydı, "demokrasi mi, başka rejim mi?" tartışılabilir,
Hakkın emrettiği "hayr" olmayınca "şerrin en ehveni" tercih
edilebilirdi. Ama, müslümanın teslim olduğu Rab ve Kitap her şerri yasaklar ve
sadece hayrı emreder. Hak, apaçık ortadadır. Bâtıl rengine bürün(e)mez. Bâtıl
görünümünde hak veya hak görünümündeki bâtıl, olsa olsa "ehven-i
şer"dir. Ehven-i şerri tercih etmek de şerre râzı olmak demektir. Müslüman
hakka tâlip olmak zorundadır. Bu değerlendirme ışığında; ehven-i şer mantığı,
insanları oyalayıp durarak hayra giden yolu tıkayacağı, hayrı alternatif
olmaktan çıkaracağı, şerri sevdireceği ve ona tâbî kılacağı için, esas büyük
şerden de daha zararlı olabilir mi?
3. Batının laiklik, özgürlük vb. hemen tüm kavramları
gibi demokrasi kavramı da kaypaktır. Sınırı, tanımı çok belirgin değildir.
İsteyen istediği yere çekebilir. Yöneticiler ve etkin güçler, içini istedikleri
gibi doldurabilir. "Halkın kendi kendini yönetmesi" belki tek ortak
tanım. Onun da nasıl olacağı ve müslümanlıkla nasıl bağdaşacağı konusunda ortak
görüş var mı dersiniz?
4. Kimilerinin kasıtlı olarak iddia ettiğinin aksine,
İslâm dayatmacı bir din değildir. "Lâ ikrâhe fi'd-dîn"
(2/Bakara, 256) hükmünü koyarak, dileyen insana dilediği dini seçme ve o dini
yaşama hakkı verir. Herkesin cehenneme gitme özgürlüğü vardır. Demokrasi için
de bunlar geçerli midir? "Herkes demokrat olmalı, başka devlet sistemine
inanmak ve hele onu savunmak yasaktır" şeklinde anlayış bir dayatma değil
midir? Demokrasi, kendisine inanmayanlara gerçekten müsâmahakâr mıdır? Yoksa,
dayatmacı bir din, alternatif kabul etmeyen bir yönetim biçimi ve İslâm'a
kapalı olduğu yetmiyor gibi, aynı zamanda ona hayat hakkı bile tanımayan, ona
düşman bir dünya görüşü müdür?
5. Demokrasi, sadece yönetici seçmekten veya insan
hakları gibi yuvarlak laflardan ibâret midir? Yoksa o, aynı zamanda kendine
göre bir dünya görüşü, hayat anlayışı, yaşam biçimi olan bir ideoloji
midir?
6. Özellikle Türkiye gibi yerlerde % 80 oy alsanız da,
istediğiniz değişim ve dönüşümü gerçekleştiremezsiniz. Güç odakları, derin
devlet, reelpolitik, bürokratik oligarşi, medya ve para babaları, kimi sivil
toplum kuruluşları, bütün bu silâhlı ve silâhsız güçlerle demokrasi nasıl
uzlaşı(yo)r? Demokrasinin uzlaşamadığı sadece İslâm mıdır?
7. Demokrasilerde "tay"ların yeri neresidir?
Yargıtay, Danıştay, Sayıştay ve Anayasa mahkemesi gibi kurumlar, CHP
zihniyetinin ve Kemalist görüşün her dönem iktidarda kalmasına mı hizmet
ediyor?
8. "Demokrasilerde çarelerin tükenip tükenmediği,
halkın şikâyetlerinin azalıp azalmadığından belli olur. Bol bol laf, bol
keseden vaat, "...ceğiz, ...cağız", kandırma, umut ticareti...
demokrasilerin temel malzemesi olduğuna göre, bu yedi defa gidip çenesi
sâyesinde 8 defa geri gelen şapkalının sözü; "demokrasilerde çene
tükenmez" şeklinde olmalı değil mi?
9. Mecliste, başbakan sıfatıyla "şu kadına haddini
bildirin!" haykırışı ve başörtüsüne bile tahammül edemeyen yaklaşım,
gerçekten halk idaresi olabilir mi? Her türlü anketlerde halkın başörtüsüne
büyük oranda sahip çıkması ile, başörtülü aday bile gösteremeyen iktidar
partisinin ve onun serbest olmasını teklif bile edemeyen, kendi hanımlarının
başörtüsünü bile yeterince savunamayanların tavırları, halkın kendi kendini
yönetmesi sloganıyla nasıl bağdaştırılabilir? Bu halkın idaresi olsa bile,
Hakkın idaresi olabilir mi?
10. Demokrasi ile diktatörlük arasında
ne kadar fark vardır? Demokrasinin beşiği kabul edilen İngiltere'nin başında
kraliçe, Belçika'nın kral, Hollanda'nın başında kraliçe yok mu? Danimarka ve
Lüksemburg da krallıkla idare edilmiyor mu? Bütün bu Batı ülkeleri demokrat
sayılmıyor mu? Türkiye gibi ülkelerin başında da 550 padişah! Ve perde
gerisinde malı götüren, hortumcu, yüzlerce gizli pâdişah da işin cabası!
Yönetimin başında bir padişahın olduğu rejime diktatörlük, 550 padişah
olan rejime de demokrasi mi denir? Demokrasi bu ise, "halkın idâresi"
sıfatı bir kandırmaca değil midir? Komünist ülkeler de demokrat olduklarını
söylüyorlar. Eski komünist Almanya'nın adı Demokratik Almanya idi, Sovyetler
Birliğinin adında yine Cumhuriyetler ibâresi vardı ve en iyi demokrasinin
kendilerininki olduğunu söylüyorlardı. Birbirine zıt rejimlerdeki, birbiriyle
çelişen sistem nasıl demokrasi oluyor? Bu ülkelerdeki halk, rejimlerini oy ile
değiştirebilme haklarına sahip mi idiler? Avrupa'daki liberal demokrasi
uygulamasında rejimlerin oy ile değişme ihtimali var
mı?
11. Sonra kendisi de milletvekili
seçildiği halde, bu hak elinden alınan Fâdıl Akgündüz'ün bir sözü vardı:
"Milletvekili satın almak, daha kârlı ve çok da ucuz." (Devlet
sırrını ifşâ ettiği ve piyasanın ucuz olduğunu açıkladığı için olsa gerek,
halkın oyuyla seçildiği halde aforoz edildi, milletvekilliği elinden alındı.)
Partiler, bunca masraf yapıp oy toplamaya çalışacağına, daha az masrafla transfer
yapamazlar mı? Milletvekili ve hatta bakanlardan daha etkin olan bazı egemen
kişilere para vererek yönetimde daha etkili olamazlar mı? "Bu, din
açısından câiz, politik açıdan etik olmaz" mı deniliyor? Sanki kurallarına
göre oynanan demokrasi oyunu daha câiz ve daha mı etik?
12. Tepeden inme veya demokratik
yollarla başa geçip devlet imkânlarıyla halka din dayatma, Nebevî metot ve
Kur'ânî usûl değildir. Peygamberimiz'e (dâvâsından vazgeçmesi şartıyla) Mekke
müşriklerinin krallık ve demokrasiye benzer şekilde bir-iki sene onun, bir-iki
sene de kendilerinin halkı yönetmesini teklif etmişlerdi. Peygamberimiz bu
kolay, ama dâvâsından vazgeçme tavrı (takıyyesi, görünümü) içeren tekliflere
karşı nasıl bir tavır takındı?
13. Demokrasi denilince, halkın
yönetime katılmasından hemen sonra, ilk akla gelen sloganlar "insan
hakları ve özgürlükler"dir. Bu parlak sözlerin hangi insanların hakkını ve
ne tür bir özgürlüğü kast ettiği üzerinde pek durulmaz. Halbuki her hakkın bir
sorumluluğu ve her özgürlüğün bir sınırı vardır. Demokrasilerde bunlar da
kaypaktır. Müslümanlar için, Allah'a, kendisine ve topluma karşı sorumluluk
önceliklidir. Kulluk, İlâhî sorumluluk, Allah’ın emirleri, dâvet, tebliğ ve
âhiretle ilgili konularda demokrasinin görüşü nedir?
14. Demokrasilerde mü'min-kâfir ayrımı
ve ayrıcalığı teorik olarak yapılabilir mi? Yapılmaz ise bu, İslâm'ın ilkeleri
ve müslümanlar açısından nasıl izah edilir? "Yapılmaz, ama uygulamada
yapılıyor" deniliyorsa, mü'mine olumlu mu, olumsuz ayrıcalık mı yapılı(yo)r?
15. Hükmün Allah'a âit olması, aynen
mülkün Allah'a ait olması gibidir. Nasıl mal-mülk, gerçek mâlik olan Allah'a
aittir; mü'min kendisine emânet olarak verilmiş malı Allah'ın emri ve izniyle
meşrû şekilde kullanır. Aynen onun gibi, mutlak hüküm sahibi Allah'tır (12/Yûsuf,
40). (Bey’atle seçilmiş, mü’min) İnsan O'nun izniyle, O'nun indirdiği
hükümlerle ve sınırlı şekilde hükmeder. Yönetim, Allah'ın hükmünü adâletle
uyguluyorsa İlâhî hâkimiyet gerçekleşir. Aksi takdirde hükmedilen ilkelerin
sahipleri ve hükmedenler ilâhlık iddiâsında bulunmuş zâlim, fâsık, kâfir
olurlar. Bu değerlendirmeler doğrultusunda “demokrasi; mâbedi, dokunulmaz
tabuları, kitabı, ibâdeti, kutsal kişileri olan bir dindir” sözü yanlış mıdır?
Kutsal mâbed/tapınak olarak meclis; kutsal kitap olarak Anayasa; inancın şiarı
ve dine giriş ifâdesi olarak “hâkimiyet kayıtsız şartsız ulusundur”
zikri; duâ ve âyin olarak İstiklâl marşı ve hazırola geçme; ilke ve
doktrinlerine kesin iman edilip hiç eleştirilemeyecek tabu ve tanrısal güç
olarak “Ulu Atatürk”; kutsal ve tanrısal özellikte yarı tanrılar olarak meclis
başkanı, başbakan ve cumhurbaşkanından oluşan teslis; haram-helâl olarak meclis
tarafından belirlenen beşerî yasaların suç sayıp saymadığı şeyler; kutsal
bey’at akdi ve problemleri çözecek hakem şeklinde kabul edilen kutsal oy ve
mübârek sandık; kullar ise vatandaş şeklinde, uygulanan pratik açısından
demokrasi dininin esasları kabul edilmiyor mu?
16. Kur'an, Mekke'de Peygamberimiz
zamanındaki müşriklerin dininden bahseder (109/Kâfirûn, 1-6). Halbuki onların
adı bilinen hiçbir dinleri yoktu. Fakat; felsefesi, ideolojisi, dünya görüşü ve
yaşam biçimi, yönetim tarzı olan her şeyin, Kur'an terminolojisinde adı
"din"dir. Demokrasi bâtıl bir din olarak kabul edilince, aynı zamanda
demokrasiyi de kabul eden müslümanlar iki dinli mi
olmaktadır?
17. İslâm'ın ilkeleri ve müslümanların
insanî hakları gündeme gelince, demokrasi helvadan put olur ve acıkan sahipleri
onu yemekten çekinmez. Cezayir'de İslâmî Selâmet Cephesinin demokratik yolla
iktidara giderken askerî darbeyle önünün kesilmesi, yaşadığımız coğrafyada kaç
kez partilerin kapatılması ve parti kapatılmasının demoklesin kılıcı gibi korku
salmaya devam etmesi bunun örnekleri değil midir? Peki, İslâm'a kapalı olan,
müslümanların dinleri için kendini kullanmalarına her yasağı koyan demokrasi,
müslümanları kullanmaya niçin açıktır?
18. Dini siyasete âlet etmek elbette
çirkin tavırdır. Aynı zamanda bir müslümanın, dinini Allah rızâsı dışında başka
bir amaca hizmet için âlet etmesi büyük bir günahtır. Olsa olsa, siyaset dine
âlet edilebilir, ama fincancı katırları çabuk huylanıp kolay ürktükleri için,
siyasetin en küçük unsurunun bile dine hizmet ederek ona âlet edilmemesi için
asgarî tâvizi bile vermemekteler. Böyle olduğu halde, şâyet bu konuda tâviz
verdiklerini düşünsek, gayr-ı meşrû düzenler İslâm'a âlet ve araç olabilir mi?
Bâtıl yollarla hakka gidilir mi? Hz. Peygamber'in hayatından buna delil
olabilecek tek bir olay gösterilebilir mi?
19. Şerle hayra gidilebilir mi?
Pislikle abdest alınabilir, haram parayla hayır yapılabilir mi? Küfre âit bir
vâsıtayla İslâm'a, şeytana âit bir atla cennete gidilebilir mi? Gâvurun atına
binen onun kılıcını sallamaz mı? Batılı kâfirlerin demokrasi adlı cephesinde
yer alıp parti atına binen kimse, bu atın içinin, Truva atı gibi müslümanı
mahvedecek askerle dolu olduğunu görmüyor mu? Bâtıl, başka bir bâtılla değil,
ancak Hak'la zâil olur; Hak gelince bâtıl yok olur buyrulduğuna göre, İslâmî
faâliyetleri bu şemsiye altına almaya çalışmak, hakkı getirme adı altında
bâtıla batma sayılmaz mı?
20. İslâm'da öncelik insana hizmette
değildir. Müslüman da olsa insana yardım ikinci planda kalır; tevhide, dine,
dâvâya, kulluğa, şirkin her çeşidinden bireyleri ve toplumu kurtarmaya, cihada
öncelik verilir İslâm'da. Allah'ın hakları her şeyden önce gelir.
Demokrasilerdeki öncelik kime ve neyedir? Halk, vatandaş birbiriyle her konuda
eşit olabilir mi? Din ve ahlâk ayrımı gözetilmeyen vatandaş arasında eşitlik,
doğru ve adâletli midir?
21. "Halka hizmet, Hakka
hizmettir." Öyle mi acaba? Hakk'a nasıl kulluk yapılacağı iki temel
kaynakta belirtilmiştir. Kim demiş, hangi âyette, hangi hadiste geçer bu
halk-hak eşitliği? Bu söz doğru olsa, Amerika'da veya Avrupa'da hem de rüşvete,
adam kayırmaya yönelmeden halkına hizmet eden kâfir yöneticiler Hakka daha çok
hizmet eden mücâhidler sayılmaz mıydı? Peygamberler, öncelikle insanların
mideleriyle, yollarıyla, içinde yaşadıkları devletlerin ekonomileriyle, İslâm
dışı devleti güçlendirmeyle mi uğraşmışlardı? Kur'an, Peygamberlerin (dolayısıyla
O'nun izinden giden şuurlu müslümanların) temel görevinin neler olduğunu
belirtir?
22. Eğer hak, çoğunluğun tâbi
olmasıyla, bâtıl da ona uyanların az sayıda olmasıyla belirlenirse
peygamberlerin durumu nasıl açıklanabilir? Hayra dâvet edip iyiliği emreden ve
kötülükten sakındıran, insanları ıslah etmeye çalışan dâvâ adamlarının
görevlerine gerek kalır mı? Demokrasi doğruları tespit ediyorsa, bu sâlih
kimseler, vahye tâbi olup İlâhî emirler doğrultusunda hareket edeceklerine, insanların
çoğunluğuna uyup ona göre hareket etmeleri gerekmez mi?
23. Sentez; iki ayrı şeyin birleşip
yeni bir şey oluşturmasıdır. “İslâm Sosyalizmi”, “İslâm Kapitalizmi” olur mu?
Olursa, bu senteze hâlâ İslâm denilebilir mi? Hakla bâtıl birbirine karıştırılınca
çıkan şey bâtıl olmaz mı? "Laik müslüman", "komünist
müslüman" olur mu? Aynen bunun gibi, "İslâm demokrasisi" ya da
"müslüman demokrat" olabilir mi?
24. Müslümanın demokratikleşip
demokrasiyi savunur hale gelmesi, “tâğut, İslâm Devleti, Hakkın hâkimiyeti,
Allah'ın indirdiğiyle hükmetmek, İslâm şeriatı” gibi kavramları gündeminden
çıkartması demek anlamına gelmez mi?
25. Müslümanları sistem içine almak,
onları düzene uygun, Amerika'yı rahatsız etmeyecek ve Türk Standartlarına
uyan evcilleştirilmiş, yumuşatılmış bir müslümanlık(!) anlayışına çekmek için
mi demokrasi dayatılıyor? Demokrasi hakkında demokratik bir tartışmaya bile
niçin cısss! deniliyor? Hele, alternatif olarak İslâm Devlet sisteminin gündeme
getirilmesine niçin izin verilmiyor?
26. Demokrasi, demokrasi dışındaki
yönetim tarzlarının, kendi ilkelerini özgür bir şekilde gündeme getirmesini,
kendi inançlarını yaşamalarını niye demokratik hak olarak görmüyor? Kıyâfet,
ibâdet, eğitim, Cuma, cemaat, hukuk ve muâmelâtla ilgili müslümanlara onca
zulmü niye revâ görüyor? Yani, demokrasi aslında demokrasiye uymayan, kendi
prensipleriyle de çelişen bir hayal ve masal değil mi?
27. “Câmiye, okula ve kışlaya siyâset
girmemelidir.” Niye? Kötü olduğu, oralara yakışmadığı için mi? Kışlaya
gerçekten girmiyor mu dersiniz, yoksa oralardan dışarıya çıkamıyor mu? Orada
rengini alan siyaset (politika) dışarıya o renkle mi çıkıyor yoksa? Ordunun
siyasete müdâhale etmediğini, başbakanlara hakaret etmediğini, balans ayarları
yapmadığını, lüzum gördüklerinde ihtilal yapıp partileri kapatmadığını,
başbakanın asılmadığını kim söyleyebilir? Ya kırmızı kitaba, brifinglere ne
demeli, Mili Güvenlik Kurulunun fonksiyonu, atanmışların seçilmişleri
yönlendirmesi demokrasi helvasıyla nasıl bağdaşıyor, bağdaşıyorsa bu, nasıl
halkın yönetimi oluyor?
28. “Câmiye siyaset girmesin!” Bu sözde
samimi midirler? Laikliğin T.C.’deki uygulaması gibi, din devlete karışamaz,
ama devlet dine karışmıyor mu dersiniz? Merkezden gönderilen hutbelerle
câmilerde siyasî mesajlar verilmesi, devlete bağlılıktan, vergilerden,
devlet politikalarından bahsedilmesi dini siyasete âlet etme değil
midir?
29. “Câmiye siyaset girmesin!”
diyenler, seçim sandığını câmilere koymaktan niye çekinmiyorlar, dersiniz? Kimi
şehir câmilerinde oy vermek için câmilere ayakkabı ile girilir, hasta kadınlar
da girmek zorunda bırakılır. Bunlar devlet eliyle câmiye siyasetin sokulması
değil midir?
30. Son başbakanın sözü: "Biz
geçmişte dini siyasete âlet ettik" sözünün anlamı, sadece bireysel,
istisnâî ve bir partiyle mi ilgilidir, yoksa "dini siyasete âlet etmeyen
hiçbir parti ve partili yoktur" şeklinde mi anlaşılmalı? Ezan okunurken
seçim konuşmasını kesen, halka nutuk atmaya başlamadan kürsüde kendisine Kur’an
hediye edilip onu öpen, “başörtüsü nâmusumuzdur” diyen, dinleyicilere başörtüsü
dağıtan, “Allah bir, peygamber bir...” diye bas bas bağıran, seçim
konuşmalarında âyet ve hadis okuyan ve sayılamayacak kadar istismara bulaşan
her partiden politikacılar yok mu? Özellikle oy isteme zamanlarında istismarın
bini bir para değil mi?
31. "Din istismarı" var da,
"Atatürk istismarı", "laiklik istismarı", "ırk
istismarı" yok mu? Hatta istismarın bile istismarı söz konusu değil mi?
32. Her konuda Atatürk'ün her şeyi en
iyi bilen ve ne yaptıysa onun günümüzde bile savunulması gereken en doğru şey
olduğunu söyleyenler, niye "Atatürk demokrasisi"ni savunmuyor?
Seçimleri Atatürk kendi başına yapıyor, kendi atadığı vekil seçilmiş mi kabul
ediliyordu? Atatürk ve İnönü’nün ilk zamanlarında tek parti diktatörlüğü mü
vardı? Başka partilere müsaade ediliyor muydu? Seçimler nasıl yapılıyordu?
Oyların ve sayımların gizliliği nasıldı? Adayları kim, nasıl belirliyor ve halk
adına kim seçiyordu?
33. Müslüman için amacın doğru ve güzel
olması gerektiği gibi, bu hedefe ulaştıracak araçların da doğru ve güzel olması
gerekir. Meşrû olmayan araçlarla meşrû hedeflere gidilemediğini,
gidilemeyeceğini; bunun yanında araçlar amaçlaştırılarak, aracın insanı
istikametinden saptırma riskinin büyük olduğu bir gerçek değil midir?
34. Demokrasi, (Ferazdak'ın Kûfe'liler
için dediği gibi) gönlü İslâm'dan, eli ve dili mevcut düzenden yana insanlar mı
oluşturdu? Bu doğruysa, bu karakterin İslâm'a ve demokrasiye katkı ve zararları
nelerdir? Özü ile sözü, içi ile dışı bir olmayan demokrasi ve düzen münâfığı
tiplerden kime ve ne gibi hayır beklenebilir?
35. Kur'an kavramları yerine, Batı
literatüründeki kavramlar demokrasiden etkilenen müslümanları cezbediyor. Allah
müslümanlara "niye demokrasiye inanmadın ve niye ona bağlı kalmadın?"
diye sorar mı dersiniz? Peki, öyleyse soracağı şeyler, yani müslümanların
Allah'a karşı sorumlulukları nelerdir? 22/Hac, 78. âyete göre
"müslüman" adını müslümanlara kim vermiştir? Allah'a teslim olan kişinin
kimliği "müslüman" mı olmalı, "demokrat" mı, yoksa her
ikisi birlikte mi?
36. "Hak, adâlet, zulüm, bey'at,
şûrâ, meşrû ve gayr-ı meşrû, hizip/fırka/parti... gibi kavramların Kur'anî
anlamları ile politik dildeki anlamları aynı mı? Bu Kur'anî kavramlar tahrif
edilmiş midir? Edildiyse bunun sorumluluğu kimlere ve neye
âittir?
37. Dinin değişkenleriyle, kesinlikle
değiştirilemeyecek sâbit(e)leri, müslüman halk ve onlar üzerinde etkin ve
yetkin kişilerce doğru tespit ediliyor mu? Demokrasinin bu konudaki rolü nedir?
Kim, hangi konuda, nasıl değişebilir? Her değişme gelişme midir? İnkılâp ve
hidâyet de dalâlet ve irtidat da bir değişme sayılabilir mi? Demokrasi, insanın
ne yönde değişmesine katkıda bulunu(yo)r?
38. "Ebû Cehiller, yani Peygamberimiz
zamanındaki Mekke ve civarındaki müşrik yöneticiler de demokrattı"
denilebilir mi? Peygamberimiz'e "istersen bir-iki sen, bir-iki sene de biz
Mekke'yi yönetelim" dedikleri için değil sadece. Ebû Cehil ve benzeri
etkin kişilere göre, Mekke halkı serbestçe seçim yapabilir, 360 kadar aday
puttan birini seçip ona tapabilirdi. Bu konuda hiçbir zorlama ve dayatma
yapmıyorlardı. Tabii ki, onların da özel durumları vardı: Değiştirilmesi teklif
bile edilemeyecek kutsallarına müdâhale edilemez, hatta dil uzatılamaz idi.
Bunların en başında putçuluk, kutsal saydıkları heykeller, puta tapma
geliyordu. Ama, herkes özgürce ve demokratik şekilde putlardan (tâğutlardan)
birini seçip istediği şekilde şirk koşabilirdi. Aynı özgürlük çağdaş
câhiliyyede de vardır: Zulümlerden zulüm beğenebilir, tâğutlardan bir tâğut
seçebilir insan, günümüzdeki çağdaş demokrasilerde. Hakkını yemeyelim:
Tavuklara kümeslerini ve kurtlarını seçme hakkı verir demokrasi. Hileli
yollarla da olsa, halka zindan ve gardiyanlarını seçme hakkı tanır. Bu
gerçeklerden yola çıkarak, câhiliyyenin eskisi ile modern ve çağdaşı arasında
mâhiyet farkının olduğu iddia edilebilir mi? “Küfür cephesinde yeni bir şey
yok” denilebilir mi?
39. Tâğut, Allah'ın hükmüne alternatif
olacak şekilde, halkın bu konuda egemen kabul ettiği Allah'ın dışındaki etkin
her güç, rejim, ideoloji, put, şeytan veya insan demektir. Ve müslümanlar
tâğutu reddetmek zorundadır. Bu red Kur'an açısından imanın şartı gibi
görülmüştür (bkz. 2/Bakara, 256). "Seçimler, tâğutlardan bir tâğut
beğenmek, Allah'ın indirmediği hükümlerle yönetecek bir insana Allah'ın hükmüne
rağmen yetki vermektir" sözü yanlış ve ağır bir söz müdür?
40. 1969’dan beri oyalanmaya rağmen,
bunca İslâmî değişim ve dönüşümün en kolay yolunun demokratik yollarla
gerçekleştirilebileceği iddia edilebiliyor. Müslümanların demokratik hayata
kendi kurdukları partilerle din gibi sarıldığından bu yana Kur'an hükümlerinden
tek bir tanesi bile bu yolla ikame edilebildi mi, bu yolda en küçük bir tâviz
koparılabildi mi ki, bu ham hayal hâlâ sürdürülebiliyor, bu oyun için konu
mankenliği rolü hâlâ kabul edilebiliyor?
41. Nakle ve akla göre çokluk veya
çoğunluk, hakkın/doğrunun ölçüsü olabilir mi? Hak ve bâtılın ölçüsü Hakk'ın
Kitabında vahiyle belirlenmemiş midir? Savunan tek bir kişi olsa bile eğer o
hak ise ona tâbi olunması, bâtılın sahibi çok kişi olsa da onun terkedilmesi
gerekmez mi? Peygamberler dâvetlerine tek kişi olarak başlamadılar mı? Bâtılı
savunan çok kişi onlara karşı çıkmadılar mı? Peygamberler, demokrasiyi ölçü
kabul etseydi kimin dediği geçerli olur ve doğru kabul edilirdi?
42. Râşid halifeler devrinde
uygulandığı gibi, halifenin demokratik seçim sistemiyle değil; adına ehl-i hal’
ve'l-akd denilen seçkin kişilerin, toplumun görüşünü de alarak tespit ettikleri
ve bey'at denilen özel bir seçim ve bağlılık sözü vererek halkın bu
seçimi onayladığı, demokrasiye benzemeyen ve onunla bağdaşmayan kendine has bir
sistem değil midir İslâm'ın yönetici seçimi? Buna rağmen demokratlaştırılan
imamlar ve politikacılar niye Yunanlı filozofların hevâsından kaynaklanan
demokrasi ile vahyin yön verdiği halifeliği eşit gösterme ihtiyacı duyuyorlar?
Ayrıca bu, dinin siyasete âlet edilmesi değil midir?
43. Bey'at denilen özel bir seçim
sistemi ve bağlılık sözüyle yöneticilerin işbaşına geldiği, Allah'ın
indirdikleriyle hükmetmek demek olan adâletin temel ilke olduğu, şûrâya dayanan
İslâmî devlet sisteminden, hilâfet ve şeriat iddiâ, ümit ve gayretinden
vazgeçmenin adı, müslümanların yaşadığı ülkelerde "demokrasi" mi
oluyor?
44. İnsanları Hakka ve hayra çağırmanın
bedelini ödeyen; cihad, ilim ve takvâ sahibi biri ile; câhil, fâsık ve hatta
kâfir bir avâmın ya da İslâm düşmanı birinin oyu eşittir. Halbuki avam, rüzgâr
ne yönden kuvvetlice esiyorsa o yöne eğilen şuursuz kalabalıktır. Para, reklâm
ve yalan vaatlerle kandırılmaya çok müsaittir halk. 51 câhilin 49 âlime, 51
koyunun 49 aslana gâlip sayıldığı ve bu gâlip sayılanlardan birinin başa
geçirildiği bir zâlim ve aldatmacanın adı mıdır demokrasi?
45. Demokrasi gerçekten çoğunluğun
iktidarı mıdır? Türkiye'de müslümanlar azınlık mıdır? Değilse niye Rum, Ermeni,
Yahûdi gibi azınlıklardan daha fazla baskıya mâruz kalıyorlar? % 34 oy alarak,
hem de anayasayı değiştirecek şekilde iktidara gelen parti var ülkenin başında.
% 66'nın durumu ne olmaktadır? 34 mü çok, 66 mı? Bir de sandığa hiç gitmeyen
milyonları da iktidar partisine oy vermeyenler safında sayın. Sadece bu yaşanan
güncel örnekten yola çıkarak cevap arayalım: Demokrasi, gerçekten halkın
çoğunluğunun seçtiği yönetim midir?
46. Düzen, oy vermeyi, seçime
katılmayı, kendi varlığı ve demokrasinin tümüyle yerleşmesi, halka iyice
benimsetilmesi için zarûrî gördüğünden oy vermeyenleri, seçime katılmayanları
cezâlandırıyor. İstiyor ki, her vatandaş, kendine yakın gördüğü bir partiye oy
versin. Versin ki, demokrasi curcunası renkli bir şekilde tüm vatandaşları
tahakkümü altına alsın. Niye her dört (veya en azından beş) kişiden biri,
kanunen suç olduğu ve ceza gerektirdiği halde sandığa oy vermeye gitmiyor?
Bunların isteğini, itirazını, küskünlüğünü, alternatifliğini hiç hesaba
katmayan şey, nasıl halk idaresi oluyor da adına demokrasi deniliyor ve kendi
iddiasıyla nasıl çelişiyor?
47. Oy vermeme özgürlüğü olmayışı ile
demokrasi nasıl bağdaşır? Oy vermemek niçin suçtur? Düzen, muhâlif oylardan
değil de, niye oy vermeyenlerden korkmaktadır?
Demokrasi halkın çoğunluğunun
yönetimi ise, değişik çevrelerin değişik zaman dilimlerinde yaptıkları anketler
kesin bir şekilde gösteriyor ki, halkın % 70 civarındaki çoğunluğu, başörtüsüne
kamusal alanlarda da özgürlük verilmesini istiyor. Hani, halkın çoğunluğunun
yönetimi demekti demokrasi? Yoksa, halkın isteklerini bastırıp yönlendirmenin,
halka rağmen uygulanan oligarşik uygulamaların adı mıdır demokrasi?
48. Biat denilen İslâmî seçim
sistemiyle işbaşına gelmediği için görevini bırakıp çevresindeki âlim ve şuurlu
kesim tarafından uzun uğraşlar sonucu iknâ edilip biat edilerek göreve
getirilen 5. râşid halife unvânı verilen Ömer bin Abdulaziz örneğimiz var. Bu
tavır gibi, meşrû yönetici olacak iman, takvâ ve ehliyete sahip kişilerin bile
meşrû olmayan bur yöntemle kendisine verilecek yöneticilik emânetini
üstlenmemeleri gerekirken, kendilerinin bu bâtıl usulle işbaşına gelmek
istemeleri nasıl izah edilebilir?
49. İslâm'ın her şeyi kendine hastır.
Ona gidilecek yolların da Rabbânî olması, netice kadar araçların da meşrû
olması gerekmez mi? Batının dünya görüşü ve ulaşmak istediği hedefe doğru gitme
aracı olan demokrasi vâsıtasıyla Batının gittiği yere, dalâlete ve bâtıl sona
doğru yol alınmış olmaz mı?
50. Demokrasi virüsü girdiğinden bu
yana, demokratikleş(tiril)miş halk, kurtuluşu İslâm'da, öze dönüşte, Asr-ı
Saâdet'e benzemekte değil; Batıda, Batılılaşmada, Avrupa Birliğinde, Danimarka
kriterlerinde görmüyor mu?
İslâm'la bağları kesmek bir
ideolojidir. Bu ideoloji, "içi dindar, dışı laik" bir kişilik ortaya
çıkarıyor. Ve giderek insanlar yaşadığı ve göründüğü gibi inanmaya, yani
inanmamaya başlıyor. Kendi tarihine, dinine ve hayat tarzına göre bir sistem
kuran Batı, sadece kendi ülkesindeki insanları değil; bütün insanları bu
sisteme uydurmaya çalışıyor. Müslümanlara İslâm'ı kendi ülkelerinde bile hâkim
kılma gayretleri suç sayılırken, demokrasiyi dayatmaya kalkan Batılılar ve Batı
yanlıları özgürlükten alabildiğine yararlanabiliyor. Bu çifte standart, sadece
bu konuda mı görülüyor, yoksa demokrasi hemen her konuda çifte standarta sahip
"münâfık" bir tip mi oluşturmaya çalışıyor?
51. Batılıların kendi tarihî kökleri,
uygarlık ve dünya görüşlerinin gereği olarak kendi demokrasi anlayışlarını
(bâtıl dinlerini) bütün dayaya ihraç etmeleri ve kötülüğü, zararı en az
düzen olarak demokrasiyi görmeleri normal sayılabilir. Ama, İslâm'ın kendine
has orijinal dünya ve devlet nizamı, hâkimiyet ve otorite, hak ve adâlet
anlayışı ve mutlak doğruları olduğu halde Batı ve bâtıl değerler uğrunda
mücâdele veren ya da en azından onların kılıcını kuşanan müslümanlara ne
demeli? Ne demeli, kim demeli, nasıl demeli?
52. "Balans ayarlı
demokrasi", "militan demokrasi", "alaturka demokrasi",
"güdümlü demokrasi", "lastikli demokrasi" vb. olur; ama
"İslâm demokrasisi" de olur mu? Biri beşerin ortaya attığı, hevâdan
kaynaklanan yönetim tarzı; diğeri Allah'ın dininin adı. Bu ikisi nasıl
birleştirilir? Birleştirilince ortaya çıkan sentez her ikisinin de dışında yeni
bir üçüncü şey olmaz mı?
53. İslâm, tevhid dini olarak, temel
inancın başında "lâ" prensibiyle küfürle, şirkle, tâğutla
uzlaşmazlığı, onlardan farklılığı, ayrımı emredip onlara benzemeyi yasaklarken;
Demokrasi, herkesle ve her şeyle uzlaşma rejimidir; uzlaşma, yozlaşma ve
savrulma rejimi. Bunun sebebi, demokrasinin ve demokratların,
"vahiy", "nass" gibi mutlak doğrulara sahip olmaması kadar,
onlara müsâmaha bile göstermemesi midir?
54. Demokrasi, Batının putperest Yunan
kültürüne dayanan ideolojisi, müşrik ve fâsık halkın hevâsı olduğuna göre, "Onların
hevâlarına uyma!" şeklindeki Kur’an’ın ısrarlı uyarıları ve
Fâtiha'nın ikinci bölümünde müslümanların günde kırk kere söz verme ve duâ
mâhiyetindeki “dalâlet ehli hıristiyanların ve kendilerine gazap edilen
yahûdilerin yolunun reddedilip peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sâlihlerin
yolu”nun hidâyet olarak kabullenilmesi nasıl telif edilecektir? Demokrasi, bu
sınıflardan hangilerinin ortaya attığı ve yaşadığı yönetim ve yaşam biçimidir?
55. Değiştirme vaadiyle çıkıp kendileri
değişenlerin rejimi midir demokrasi? Halkın istediği temel değişiklikleri
yapmak yerine, egemen güçlerin halkın temel değerlerini değiştirme ve
isteklerini yönlendirme şeklinde mi uygulanır? Yöneticiler halkın müslümanca
isteklerini dillendirmekten bile çekindikleri durumda, nasıl olumlu değişimler
beklenecektir?
56. Ve Ortadoğu ülkelerine BOP için
model gösteriliyor Türk demokrasisi. Eyvah ki, eyvah! Afganistan ve Irak'a
demokrasi götürme savaşından sonra, Ortadoğudaki tüm ülkeler, demokrasi ihrâcı
artık bombalarla yapıldığına göre, 3. Dünya Savaşı demek olan Büyük Demokrasi
Savaşını mı beklemeliler?
57. Halkı kim daha fazla “oyalıyor”,
halktan en fazla o “oy alıyor”. Demokrasilerde oyun tükenmez. Ver oyunu,
gör oyunu. "Oy, oy!" diye halktan rey dilenenler, iş başına
geçtiklerinde halkı "of, of!" diye inletirler. Buna rağmen oyun devam
eder. Demokrasi sâyesinde insan, ısırıldığı delikten bir değil; on kez
ısırılır. Tahterevallidir demokrasi; partilerin biri iner, biri çıkar. Ama bu
tahterevallinin üzerine binilip oturulan yerinde gıcırdayan tahta kalas değil;
inleyen halk vardır. Hangi doktrin, rejimde hâkimse, onun koyduğu kurallar
işlemekte, hâkim gücün çarkının işlemesi için halkın desteğine ihtiyaç
duyulduğundan, senaryosu önceden yazılmış oyunda, halka sadece figüran roller
verilmektedir. Halkın seçmek mecbûriyetinde olduğu düzenin memurları, isteseler
bile hâkim gücün/derin devletin sistemini değiştirme hakkına sahip
olmadıklarından, halkı temsîlen seçilenlere düşen iş, mevcut sistemin çarkının
başında durmaktan öteye gitmez. Bu olayda halka düşen ise, düzenin bazı
yerlerine idareciler tâyin ederek onların suçuna ortak olmaktır. Demokrasi, oy
isterken farklı, oy aldıktan sonra farklı; seçilenler açısından bir kimseyi iki
ayrı tip, çifte standartlı, sözüyle özü birbirini tutmayan politikacı tip mi
oluşturuyor? Demokrasinin oluşturduğu bu politikacı tip hangi sözünde samimi,
hangi ifadesi politika icabı söylenmiş söz, hangi sözüyle takıyye yapıyor,
belli oluyor mu dersiniz?
58. Demokrasinin vazgeçilmez unsuru
olan partiler ne kadar demokrattır? Parti içi demokrasisi ne kadar mevcuttur?
Aday tespitinden, meclisteki parmak kaldırılacak konulara kadar gerçekten
demokratik özgürlük işliyor mu? Parti başkanları, sadece halkın değil; başkanı
olduğu vekiller ve kadroların başında bile diktatörlük mü yapıyor dersiniz?
Kendi partisinde demokrasiyi uygulamayanların demokratlığı inandırıcı mıdır?
Yoksa, partiden ülkeye her uygulama, yöneticilerin hevâlarına, menfaat ve
çıkarlarına göre düzenleniyor da, demokrasi kavramı bu oyunu halka yutturmak
için mi dillendiriliyor? Demokrasi, beşerî diktalara bir kılıf
mıdır?
59. Demokrasi, konfeksiyoncu Batının
biçip diktiği hazır elbiseyi giydirmek için kendine bağlı terzi kalfalarıyla
halkın boyunun ölçüsünün alındığı işlemin adı mıdır?
60. Yeni dünya düzen(sizliğ)i, Büyük
Ortadoğu Projesi, Haçlı Seferi, Siyonist hâkimiyeti, emperyalizm gibi dayatmalar,
"demokrasi" ambalajıyla sunulduğuna göre, demokrasi dünya çapında
fitne ve zulüm anlamına mı gelir?
61. Saf ve samimi mü'minlere sevap,
cihad diye yutturulan demokrasi, parti, seçim... oltalarına takılan
müslümanlar, oy vererek demokrasi rejimini zımnen de olsa kabullenmiş
olmuyorlar mı? Bu tavır, Allah'ın hükümleri dışında bir hüküm (câhiliyye hükmü)
ve O'nun dışında ve O'ndan yetki almayan kanun koyucular seçmek anlamına gelmez
mi? Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyeceği veya hükmedemeyeceği belli olanların
hüküm etmelerine (hükümetlerine) yardımcı olmak değil midir? (bkz. 5/Mâide, 50)
62. Oy vererek demokratik görevini
yapan kişi, kendi vekili olarak vekâlet verdiği şahsın yaptığı hüküm ve
yasalardan, işlediği ve işlettiği haramlardan sorumlu mudur?
63. Büyük şehid, merhum Seyyid Kutub'un
dediği gibi; "Bu dine sahip çıkanların şu gerçeği iyi bilmeleri gerekir.
Bu din nasıl Rabbânî bir din ise, onun hareket metodu da tamâmen Rabbânîdir,
esas tabiatına uygundur. Ve şurası bir gerçektir ki, bu dinin hakikatini, amelî
metodundan ayırmak imkân hâricidir." İslâm, öyle büyük bir nizamdır ki,
onu vaz' eden Rabbimiz, gâyeyi gösterdiği gibi, vâsıtaları da göstermiştir.
İnsan için Allah'a kulluk, ibâdet ve O'nun rızâsını kazanmak gâye olduğuna
göre; bu nasıl olacak, hangi vâsıtalarla bu gerçekleşecek Kitab'ın hükümleri ve
Rasûl'ün pratik uygulamalarıyla açıklanmamış mıdır?
64. Parti, İslâm'da olmadığına ve
Batıdaki demokratik rejimlerin unsuru olduğuna göre, İslâm'da olmayan, İslâm'ın
gayri meşrû kabul ettiği şeyle İslâm'a gidilemeyeceği gibi, İslâm'a hizmet de
edilemeyeceği sonucu çıkarılamaz mı? Bir kimse meselâ İslâm'da içkinin
olmadığını, bunun yasaklandığını bildiği (veya bilmesi gerektiği) halde,
"içki içerek İslâm'ı getireceğiz, bununla İslâm'a hizmet edeceğiz"
demesi ne kadar İslâm dışı ve saçma ise, "evet, İslâm'da parti yok,
demokrasi peygamberlerin getirdiği veya onayladığı bir sistem değildir; ama bugünkü
şartlarda biz bununla İslâm'a gideceğiz, bununla hizmet edeceğiz. En güzel yol
budur" demesi de en az o kadar İslâm'a ve mantığa ters değil midir?
65. Hükümet olunabilir, ama iş devlet
olmakta. İktidar olunabilir, ama iş muktedir olmakta. Davulun kimin elinde olması
önemli değil, önemli olan değneğin elinde olması. Çünkü davuldan çıkacak sesi,
tokmağı elinde tutan tâyin edip yönlendirecektir. Hükümet, davulu tutar,
tokmağı değil. Davulu taşıma yarışmasına katılmak yerine, tokmağı ele geçirmeye
çalışmalı değil mi? Seçimlerin davul taşıyanları seçmek olduğu bilinmiyor mu?
Tokmağın da derin devletin, anayasa, kanun ve partiler kanunu denilen beşerî
hükümlerin ve Kemalistlerin elinde olduğu görmezden gelinmiyor mu? Seçilmediği
halde sınırsız yetkileri ömür boyu süren egemen güçlerin, seçilmişleri devamlı
kontrolleri ve denetimleri altında tuttukları, şiir okumaya bile ceza
verdikleri bir durumda demokrasi denilen çıkmaz sokaktan İslâmî ilkelere nasıl
kapılar açılacaktır?
66. İnsanlar, milletvekili seçtiklerini
zannederler, aslında birer sekreter seçmektedirler. Uygulatıcılar değildir
seçilenler, uygulayıcıdırlar. Bir dâvâ partisi, hiçbir yerde iktidara gelemez.
Gelmesi için gerçekten ve her yönden değişmesi, egemen güçlerin tehlikeli
saymayacak şekilde onlardan yana olması gerekir. Demokrasilerde halk adına
halkın seçtikleri hüküm koyar, kanun yaparlar. Ama kendi yaptıkları kanunları
üç-beş sene geçmeden değiştirmeye çalışırlar. Demokrasilerde kanunlar yaz-boz
tahtasıdır. Doğru, âdil diye kabul edilen kanunlar, birkaç sene sonra
savunulamaz hale gelir. Bu durum, insanların yaptıkları kanunların yeterli,
yanlışsız ve zamana dayanıklı olmadığını göstermiyor mu? 9/Tevbe, 31'e göre;
"Allah'tan yetki almadan ve O'nun hükümlerine ters kanun koyanlar, rabliğe
soyunarak kendileri tanrılık iddiâsında olan müstekbirler, onlara bu yetkiyi
verenler de onları tanrılaştıran müstaz'aflardır" diyenlerin haklılık payı
yok mudur?
67. Çoğu müslümanın, hatta partici ve
partizanların meâlini ezbere bildikleri birkaç âyetten biri olan Mâide
sûresinin meşhur âyetlerini tekrar düşünelim: "... Artık, insanlardan
korkmayın, Ben'den korkun. Âyetlerimi az bir pahaya satmayın (hiçbir değerle
değiştirmeyin). Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kâfirlerin
ta kendisidir." (5/Mâide, 44). Seçeceği insanların, seçildiklerinde
Allah'ın hükümleriyle (şeriatla) hükmetmeyeceklerini, ister-istemez tâğutların
yaptığı anayasanın ve rejimlerinin tek bir hususunu bile, dine (İslâm'a)
uymasını isteyemeyeceklerini, dine dayandıramayacaklarını bildiği veya bilmesi
gerektiği halde, karşı çıktıkları bir şeye "Allah haram kıldı" diye
değil, "mevcut rejime zarar verir" diye karşı çıkanların, zâhiren
küfrün hâkimiyetini kabullendiklerini bilerek, bu âyetin şümûlünden istisnânın,
nasıl mümkün olduğunu izah etmelidir müslüman. Haksız tekfire gitmeden,
kimsenin kalbinin yarılıp bakılamayacağına, niyetleri değil davranışları
sorgulamak gerektiğine göre, âyetteki hükmün genel olduğunu, "Kim..."
diye ifâde edildiğini; zâhire göre hükmederek partilere, seçilenlere ve
tavırlarına bu âyet ışığında bakılmalı değil mi?
68. Küfre, küfrün kanunlarına, milletin
kayıtsız şartsız egemenliğine (hâkimiyetine), milletvekillerinin Allah'ın
kanunlarına rağmen kanun koymaya, yetkilerini Allah'tan almadan insanları idare
etmeye kalkmalarına, farkında olmadan da olsa ilâhlık taslayıp tâğutluk
yapmalarına rızâ göstermenin, sadece rızâ göstermekle de kalmayıp yardımcı ve
sebep olmanın hükmü konusunda Kur'an ve Sünnete mürâcaat edilmeli değil midir?
69. "İyilikte ve takvâda
yardımlaşın. Haram işlerde, günahlarda ve düşmanlıkta yardımlaşmayın. Allah'tan
sakının. Allah'ın cezâsı şiddetlidir." (5/Mâide, 2). "Şerre
delâlet eden, sebep ve yardımcı olan o şerri yapan gibidir" hükmüne
göre, tekrar düşünelim: Küfrün hâkimiyetine, tâğûtî kanunların tatbik
edilmesine, düzenin devam etmesine oyuyla, sözüyle yardımcı olanların, küfrün
hâkimiyetindeki veballere ortak olup olmayacakları yeterince düşünülüyor mu
dersiniz? "Onlar, hâlâ câhiliyye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kimmiş
Allah'tan daha güzel hüküm veren, hüküm koyan? Fakat bunu, gerçekten anlayış
sahibi olan bir toplum bilir." (5/Mâide, 50). Yoksa, farkında olmadan
veya olarak, İslâm nizamı gelsin diyerek veya demeyerek, câhiliyye hükümlerinin
uygulanmasını mı istiyor bazı müslümanlar? Câhiliyye hükümleri uygulansın, ama
müslümanlar veya müslüman zannedilenler eliyle mi uygulansın, bu mu
isteniyor?
70. "Müslümanların çoğunlukla
desteklediği bir veya bazen birkaç parti mutlaka olmalıdır. Müslüman yığınlar,
mecliste demokratik usulle temsil edilemeyince, kontrol edilemez, tâkip edilip
yönlendirilemez. Bu da, düzenin kontrol edemediği bağımsız gelişmeler,
faâliyetler demektir." Bu görüşü, düzen bağlısı bazı Kemalist çevreler
dillendiriyor. Dolayısıyla, parti vb. demokratik, uzlaşmacı, yasal, resmî,
legal faâliyetlerden kimi saf beyinlerin iddia ettiği gibi kâfir güçlerin ciddî
bir rahatsızlığı söz konusu değildir. Onlar istiyorlar ki, müslümanlar da
beşerî kanunlara tümüyle uysunlar, o kanunlara uygun olarak parti ve teşkilat
kursunlar, kontrolsüz faâliyet yaparak düzene temelden darbeler indirmeyi
düşünmesinler. Fiilî cihad yolu böylece engellenmiş olsun. Müslümanlar,
başörtüsü, İmam-Hatip gibi bir-iki insanî talep ile (onlar bile gerçekleşmiyor
ya), yıllar yılı avutulsun. İstekleri, gündeme getirdikleri bir-iki teferruat
kabilinden şeyden ileri gitmesin. Bunlardan yola çıkarak; "demokrasi ve
particilik oyununun yasa ve yasaklarını Kur'an'ın tâğut dediği, bazı egemen
güçler belirlemişler, figüranlar ve kuklalar arasında yeşil renklerin de bulunmasını,
düzenleri açısından daha faydalı görmüş ve bunu lutuf gibi sunmuşlar"
denilebilir mi?
71. Diyanet'in; düzenin koltuk değneği,
can simidi olduğu gibi, sağcı ve yeşil renkli muhâfazakâr (neyi muhâfaza ettiği
düşünülmeli), müslüman görünümlü partiler de düzenin ayakta kalması için
şarttır. Çünkü muhâlefetini ve muhâliflerini kendi tespit eden rejim ve
iktidarlar, devamlı olarak egemenlik ve iktidarlarını sürdürürler. Derin
devlet, yeşil partiler eliyle düzeni kökten eleştiren müslümanları, ıslahatçı
ve mevcut yapıyı koruyan muhâfazakâr tiplere dönüştürmek mi istiyor?
72. Kur'an, peygamberlerin tavrını da,
bize örnek olması için, açıkça belirtiyor: "Celâlim hakkı için, Biz,
her ümmete 'Allah'a kulluk/ibâdet edin ve tâğutlardan sakının' diye bir
peygamber gönderdik..." (16/Nahl, 36). Düşünelim ki, Hz. İbrâhim,
devrindeki tâğutlarla nasıl mücâdele etti? Putlara ve Nemrut'a karşı nasıl
tavır aldı? İnsanları bu tâğutlardan nasıl sakındırmaya gayret etti? Firavun'a
karşı Hz. Mûsâ'yı ve mücâdelesini bir göz önüne getirelim. Nemrut'un,
Firavun'un emrine girmek isteyen, onların sarayına tâlip olarak onlara ve
onların düzenine yardımcı olmayı düşünen bir peygamberin olduğu iddiâ
edilebilir mi?
73. Ve son peygamber, esas örnek ve
liderimiz, ki hakkında "Gerçekten Allah'ı, âhiret gününü arzulayanlar
ve Allah'ı çok zikredenler için size Allah'ın Rasûlünde (tâkip edeceğiniz) pek
güzel örnek vardır." (33/Ahzâb, 21) hükmü bulunan zâtın, bize örnek
olması gereken bu konudaki tavırları... Rasûlullah, her türlü düşmanca tavra
rağmen açıkça Allah'a kulluğa ve tâğutlara isyana (itaat etmemeye) devam
edince, Mekke müşrikleri Hz. Peygamber'le uzlaşma yolları aradılar. Bazı
tâvizlerine karşılık bazı tâvizler istiyorlardı. Bu tâvizler arasında
"dilersen bir sene sen hükümdar ol ve bizi yönet, bir sene de biz
yönetelim" teklifi de vardı. Ama Rasûlullah, tüm bu tekliflere Kur'ân-ı
Kerim'den âyetler okuyarak kesin red cevabı veriyordu. Oysa müşrikler
"bizim sistemimize dokunma, ama onu gel sen yürüt" diyorlardı.
Temelinde şirk ve adâletsizlik olan bir rejimin yönetimi Peygamber'in eline
tümüyle veya iki yılda bir geçseydi ne değişirdi ki? Müşrikler de tekliflerinin
bilincindeydiler. Çünkü "biz sana uyarsak, yerlerimizden
(mevkîlerimizden) hızla çekilip alınacağız." (28/Kasas, 57)
diyorlardı. Zâten Rasûlullah'ın amacı da buydu: Hâkimiyet hakkını onlardan
almak, taptıkları putları ortadan kaldırmak ve şirkin yerine tevhidi, zulmün
yerine İslâm adâletini ikame etmek, yani Kureyş düzenini kökünden yok etmek,
darmadağın edip devirmekti. Yine bir defâsında amcası Ebû Tâlib aracılığıyla,
müşriklerin, Efendimiz'e teklif ettikleri birkaç husustan biri de
"istersen gel, seni başımıza kral yapalım" teklifi idi. Bugünkü
siyasîlerin bırakın krallığa, bakanlığa; milletvekilliği teklifine bile nasıl
can attıklarını bir düşünelim. Efendimiz ise: "Vallahi, bir elime
güneşi, bir elime de ayı verseniz, dâvamdan vazgeçmem" diyordu. Dâvâ
hiçbir tâviz ve dünyevî beklentiyi kabul etmiyordu. Efendimiz'in reddettiği
anlayış günümüzde "bırakın birkaç sene de biz idare edelim" şeklinde
hem de çok harâretli tek taraflı isteklere dönüşmedi mi?
74. Müslümanlar çok oy oyununa
gelmişlerdi: Devlete, rejime tâlip olmak ve bunun için Rabbânî mücâdele yapmak
yerine; hükümete, beşerî rejimin idaresine tâlip olmuştu müslüman.
Müslümanların çokça oy verdikleri partilerdeki insanlar yönetici olduklarında
İslâm nâmına Kur'an'ın esasları doğrultusunda değişen bir tek şey olmuş muydu?
Rejim devam etsin, küçük ıslahatlarla hatta takviye edilsin, ama yöneticiler
namaz kılanlardan, eşleri başörtülülerden olsun demek, câhiliyye ve İslâm'ın
hükümleri diye ikiye ayrılan hükümlerin hangisinin yanında olmanın
göstergesidir?
75. Bir insanın veya teşkilâtın
"biz peygamberlerden ve Peygamberimiz'den daha kolay, daha kestirme, daha
rahat bir yol bulduk. O zâtlar İslâm devletine gitmek için memleketlerinden
kovuldular, olmadık zulme, işkencelere mâruz kaldılar, tâğutlarla, maddî
güçleri çok az olduğu halde savaştılar, putlara ve tâğutlara boyun eğmemek için
nice tehlikelere atıldılar. Biz ise çok daha kolay yol biliyoruz. Onlar
bilememişler. Veya bu devirdeki bu tür kolaylıkların bir benzerini onlar
yapmamakla hata etmişler..." dese, bu sözleri söyleyenlere tepkiniz ne
olur? Peki, bunları diliyle söylemeyip davranışlarıyla söylüyorlarsa?
76. Düşünün, sizi temsil ettiğini
söyleyen bir boksör ringe çıkıyor. Karşı taraf, bunun kazınılması gereken bir
maç olduğu bilinciyle ha bire yumruklarını indiriyor. Sizi temsil iddiasındaki
boksör "gerginlik olmasın, kavga olmasın, rakip boksör benden rahatsız
olmasın" diyor. Sormazlar mı adama: "öyleyse niye boksörlüğe tâlip
oldun, niçin maç için ringe çıktın?" Yine, Kur'an ışığında cevaplanması
gereken bir soru: Rakipleri, başka ideoloji ve dâvâ mensupları, bir müslümandan
ne zaman memnun ve râzı olur?
77. Kâfirler, düzenbazlar,
müslümanların da ancak kendi istedikleri sahada, kendi istedikleri metotlarla
mücâdele etmelerini istiyorlar. Halbuki İslâm'da savaşlar, kâfirlerin değil,
müslümanların istediği sahalarda kabul edilir. Her çeşit İslâmî mücâdele ve
hizmetlerin esasları, ancak müslümanların istediği şekillerde ve İslâmî
esaslara göre tanzim edilir. Bugün ise, Firavunların tesbit ve müsâade ettiği,
yönlendirdiği, sınırlarını çizdiği sahada mücâdele ve çalışmayı tercih eden
müslümanlar, Firavunlara açıkça cephe almadan, onları nasıl alt edeceklerdir?
78. İslâm'ın istediği devlet
olmadığında, eğer İslâm'ı temsil iddiâsındaki müslümanlarla küfür düzenleri arasında
uzlaşma ve düzenin emrine ve hizmetine girme varsa, devletin istediği İslâm(!)
olacak, bu tip İslâm, tâğutların yönlendirdiği, Amerikanvari özellikler
taşıyacaktır, tevhîdî özellik değil. "Allah'ın indirdiği Kitap ile
aralarında hükmet. Onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği Kur'an
hükümlerinin bir kısmından seni şaşırtırlar, vazgeçirirler diye kendilerinden
sakın. Eğer onlar, hükümleri kabulden yüzçevirirlerse bil ki Allah, onların
bazı günahları sebebiyle onları cezalandırıp, başlarına bir musîbet getirmek
istiyor. İnsanların çoğu gerçekten fâsıktır." (5/Mâide, 49).
Demokrasiler, devletin istediği İslâm(!) anlayışı ve düzene uygun müslüman(!)
oluşturmaya mı çalışıyor? Bu oluşturmada politik tavır ve sulandırılmış takıyye
anlayışının gereği ve sonucu nedir?
79. "Dünyanın mü'mine zindan,
kâfire cennet (gibi) olması" İlâhî bir tecellî olduğu halde,
partilerin en önemli derdi; ekonomi, işsize iş, aşsıza aş... Efendimiz (s.a.s.)
Mekke'de tâğutlarla mücâdele edip, sadece Allah'a kulluğa dâvet ederken,
Mekke'li muhâtaplarına dedi mi ki: "Beni lider kabul edin, ben sizin
yollarınızı onarayım, açları doyurayım. Bakın Mekke halkı fakir. Bu ülkenin
kalkınması lâzım. Bu da şu şekilde olur... Kalkınma, fakirlikten kurtulma,
büyük Mekke devleti olmak için şunları yapmak lâzımdır..." gibilerden
herhangi bir söz söyledi, müşrik yöneticilere akıl vermeye çalıştı, müşrik
devletin idâresiyle uğraştı, veya o idareye o şekliyle tâlip oldu mu? O günkü
çalışma, iş, dünya şartlarını ıslah edeceğini mi vaad etti, yoksa çile, eziyet,
işkence ve savaş mı, sabrı gerektirecek zorluklar ve karşılığında cenneti mi
vaad etti? İnsanları neye çağırdı?
80. "Yoksa onların, dinden
Allah'ın izin vermediği şeyleri dinî kaide kılan ortakları mı var? Eğer azâbı
erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilir (işleri bitirilir)di.
Şüphesiz zâlimler için can yakıcı bir azap vardır." (42/Şûrâ, 21)
Bid'atin târifi: Dine, Peygamberimiz'den sonra sokulan herhangi bir şeydir. "Kim
bu dinde olmayan bir şeyi ihdas ederse, o şey merduttur, reddedilir. Her bid'at
dalâlettir ve her bid'at ehli cehennemdedir." (Müslim, Cum'a 43, hadis
no: 867). "Asrımızın en büyük bid'atlerinden biri
particiliktir" yorumuna ne denilir? Kâfirler tarafından Batıdan, önce
Türkiye'ye, oradan da BOP sâyesinde İslâm âlemi denilen tâğutların hâkim olduğu
Ortadoğu ülkelerine dayatılacağı gibi; müslümanlık adına, halka ve hakka
hizmet diye takdim edildiğinden tehlikesi büyük bir bid'attır" sözü
doğru olabilir mi?
81. Sosyalist Parti, Komünist
Partisi... olur da, "İslâm Partisi" niye olmaz? Bırakın İslâmî
partiyi, İslâmî bir-iki teferruat kabilinden şeyi küçük harflerle gündeme
getirdiği için partiler niye kapatılır? Demek ki ipin ucunu ellerinde tutanlar
İslâm’ın adının bile anılmasına, bir-iki prensibinin bile uygulanmasına tümüyle
kapalılar. Öyleyse, müslümanın İslâm’dan başka gâyesi, O’nun hâkim olmasından
başka kesin çözüm önerisi olamayacağına göre, müslümanlar bu oyunda hep nesne
olmaya, piyon ve figüran olmaya mı istekliler?
82. Partiler, demokrasinin vazgeçilmez
unsurları olduğu, yani tüm partiler demokrasi ananın çocukları sayıldığına ve
partiler kanununda belirtilen özelliklere sahip olmak zorunda olacaklarına
göre, hepsi düzenin devamı ve güçlendirilmesinden yana olduklarına göre,
partiler arasında ne kadar fark vardır? Bugüne kadar iktidara gelen veya
koalisyona katılan partilerin icraatları gerçekten birbirinden çok mu farklı
idi? Bazı küçük farklar özellikle İslâm ve Müslümanları ne kadar etkiliyordu?
83. Seçim öncesinde propaganda ve benzeri
etkinliklerle insanların önemli bir kesimi parti değiştirebiliyor. Zaten bu
değişiklik için partiler büyük bütçeler ayırıyor. Partisini değiştiren insanda
gerçekten bir din değiştirme gibi radikal bir değişim mi oluyor? Yoksa futbol
takımı taraftarlığını değiştirmek gibi bir şey mi? Daha önce başka partiden
vekil olanlar diğer seçimde başka partiden nasıl aday oluyor? Seçildikten sonra
bazı milletvekilleri niçin ve nasıl parti değiştiriyor? Bunlar, partiler
arasında ciddi bir fark olmadığını göstermiyor mu?
84. Meşhur ve büyük bir âlim:
"Eûzü billâhi mine'ş-şeytâni ve's-siyâseh" yani "Şeytandan ve
politikadan Allah'a sığınırım" deme ihtiyacını niye hissetmiş olabilir?
Aynı zât yine; "kendi partisinden olan şeytan, particiye melek gözükür;
başka partiden melek de şeytan" deme ihtiyacını niye hissetmiştir? Bu
ifadelerde doğruluk payı ne orandadır?
85. Demokrasinin dedesi, milât
öncesinde yaşamış Yunan filozofları ve Yunan kültürü; babası da eski Atina ve
Isparta yönetimidir. Dolayısıyla Rönesans ve Aydınlanma çağı, gericilik yaparak
milat öncesine dönmüş ve unutulan demokrasiyi hortlatmıştır. Bu gerçeklerden
yola çıkarak demokrasi çağdaş bir yönetim midir, yoksa gerici bir yönetim mi?
86. İktidara gelmek için; dinin dışında
yollar bulan kalabalıkların çoğunu memnun ederek oy almalısınız ki, o zaman da
zâten onların partisi, kitle partisi olmayı kabul etmiş olur; dâvâ partisi,
idealleri olan bir parti olmaktan çıkarsınız. Öyle ya, egemenliği
kalabalıklar tâyin ediyor, siz de bunu kabulleniyorsunuz. Aslında Türkiye vb.
yerlerde egemenlik, kayıtsız şartsız paranındır; paranın ve düzensiz düzenin.
Halkın değil, egemen güçlerindir, Kemalistlerindir. Kimin olursa olsun, Allah'a
âit olmadığı müddetçe biz bu tür egemenliği istememeli, reddetmeliyiz. Kaldı ki,
iktidar olsanız, bir düdük çalınınca işiniz bitecek. On iki Eylül'de, daha
önceki tüm faâliyetler partiye dayalı olduğundan, düdük çalınınca, senelerce
faâl gözükenlerden hiçbir faâliyet çık(a)madı. Her şey, tâğutlar tekrar partiye
müsâade edinceye kadar durdu. Sonra, sil baştan. 1960'da Adnan Menderes'lere,
1980'de Süleyman Demirel'lere tahammül edemeyen egemen güçler, rejimin
askerleri, size nasıl tahammül edecek, dersiniz?
87. Eski bir şâirin bir şiirini
hatırlayalım: "Muîni zâlimin erbâb-ı denâettir. / Köpektir zevk alan
sayyâd-ı bî-insâfa hizmetten." (Zâlimlerin yardımcısı ancak alçaklar
grubundandır. Çünkü insafsız avcıya hizmet etmekten zevk alan köpektir.) Bu
şiirde başka şey kast edilebilir, ama İslâm'a göre "zâlim", "zâlime
yardımcı olmak", "insafsız avcı" ve "köpek
karakterliler" kimler olabilir? Ve yukarıdaki şiir, bu ölçüler içinde
nasıl anlamlandırılır?
88. Müslümanlardan oy alarak seçilen
tüm milletvekilleri: "Atatürk ilkelerine bağlı kalacağına, Cumhuriyet'i
koruyacağına, laikliği ve rejimi savunacağına..." yemin etmekte, nâmusu ve
şerefi üzerine söz vermektedir. Hem de bu yemine tüm vatandaşları şâhit
tutmaktadır düzen, televizyon kanallarından naklen vermektedir bu yemin denilen
elfâz-ı küfrü. Bir hadis-i şerif: "Bir kimse Allah'tan başka bir şey
üzerine yemin ederse şirke düşmüş, küfre girmiş olur." (Müslim, Eymân
4; S. Müslim Terc. ve Şerhi, A. Davudoğlu, c. 8, s. 218). Başka bir hadis-i
şerif de, "yemin ederken, başka şeye dâir niyet etse, niyeti (nasılsa)
sağlam olsa, ne olur?" sorusuna cevap veriyor: "Yemin, yemin
edenin niyetine göre değil, ettirenin niyetine göre hüküm alır. Senin yeminin
arkadaşının seni kendisiyle tasdik ettiği şeye göredir." (Müslim,
Eymân 21, hadis no: 1653; Ebû Dâvud, Eymân 8, h. no: 3255). Denilebilir ki,
zâten parti tüzüğünde açıkça "Atatürk ilkelerine ve partiler kanununa...
bağlı kalınacağına dair yazılı teminat verilmiş değil mi? Bunlar, basit birer
formalite olarak değerlendirilebilir mi? 16/Nahl, 106. âyetin hükmü
doğrultusunda, küfrün kurumlarına sahip çıkmak, zâlim düzeni güçlendirerek ölüm
döşeğindeki rejimin iskeletine kan pompalamak gibi hususlar elfâz-ı küfür ve
ef'âl-i küfür kapsamına girer mi, girmez mi?
89. Ya kanun yapmak için toplanılan
mekâna ne dersiniz? "Allah size kitabında (Kur'an'da) şunu da
indirmiştir: Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla eğlenildiğini
işittiğiniz zaman, o kâfirlerle beraber oturmayın, tâ ki başka söze dalsınlar
(başka bir söze geçmedikçe onlarla bir arada oturmayın). Yoksa, orada
kalırsanız siz de onlar gibi olursunuz. Şüphe yok ki Allah, münâfıklarla
kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır." (4/Nisâ, 140). Ve bu
âyetin bir öncesi: "Mü'minleri bırakıp, kâfirleri dost edinen
münâfıkları acı bir azap ile müjdele. Şerefi, izzeti kâfirlerin yanında mı arıyorlar?
Oysa bütün şeref ve izzet tamâmen Allah'a âittir." (4/Nisâ, 138-139).
Müctehid ve fukahâya göre: Meselâ kumar oynanan, bira içilen bir kahvede,
içkili lokantada, içen veya oynayanların yanındaki ayrı bir masada bir
müslümanın çay içmesi, yemek yemesi (yanında, aynı mecliste haramı görüp
önlemeye çalışmadığı için) câiz olmuyor, haram oluyor. Bu, harama rızâ kabul
ediliyor. Harama rızâ haram olur; Küfre rızâ ise küfür. Yanındaki masada içilen
haram olan bira veya şaraba seyirci olmaktan ne kadar farklıdır "Hüküm
(egemenlik, hâkimiyet) ancak (kayıtsız şartsız) Allah'ındır." (12/Yusuf,
40) hükmüne ters bir yazıya devamlı seyirci olmak? Bu oturma yerinde, sık sık
dille veya halle Allah'la ve O'nun diniyle, hükümleriyle alay edilmekte değil
midir?
90. İslâm’da dünya işi, âhiret işi
yoktur. Her şey ibâdet ve cihaddır; ya Allah'a ya da tâğuta kulluk
yapılmaktadır her an, her davranışla. Siyâseti ibâdet, ibâdeti siyâset olan bir
dindir İslâm. Dini devletten ayırdığınızda devlet dinsiz; devleti dinden ayırdığınızda
din, devletsiz ve güçsüz olur. Dinle devlet, etle kemik gibidir. Devlet, vücut
ise, din de o vücudun canıdır, ruhudur. Bu ikisini birbirinden ayırmak,
insanı/insanlığı katletmektir, cinâyettir. Bugünkü politika ve demokrasi
anlayışının bu cinâyette bir katkısı var mıdır? Varsa ne
orandadır?
91. Teslim olmadan, bir rabbe kul
olmadan yapamadığı görülen insanın, teslim olmaması değil; kime ve neye teslim
olacağı ile ilgili tercihleri söz konusudur. İnsan, "kendi hevâsına mı,
başkalarının (çoğunluğun) hevâsına mı, yoksa Allah'a mı teslim olmalıdır?"
Hayat, kendisine hayat verene teslim olmanın dışında nasıl anlam kazanacaktır?
Teslim olamadan yapamayan insan, en güvenilir (el-Mü'min)e teslim olmadan nasıl
huzura kavuşabilir?
92. Düzenin uygulayıcıları olarak kendi
önlerine çıkarılan partiler ve isimler arasında bir tercih yapmak, içinde
kendine benzeyen bulamadığı için dayatılan adaylardan ehven-i şerri tercih
etmeye çalışan kimse oyuna getirilmiş olmuyor mu? Halk idaresi diye, halkın
inancına, yaşayış ve ahlâkına saldıran düzenin adıdır bu ülkede demokrasi.
Başta Kemalizm ve onun ilkeleri olmak üzere, laiklik vb. tabuların bulunduğu
düzen, nasıl halkın yönetimi olabilir? Demokrasilerde egemenlik kayıtsız
şartsız paranındır, medyanındır, derin devletindir; ama halkın değildir. Halk,
rüzgâr ne yönden esiyorsa onun gücüyle savrulan yaprak gibidir. Ulusal ve
uluslararası istihbârât örgütleri, kartel ve holding patronları, siyonizm, ağalar,
şeyhler, hizmet adı altında devlet rüşvetleri, reklâm, aldatmaya dayalı
propaganda, seçim kanunu vb. adla seçim hileleri, büyük partilerin devlet
yardımı vb. yollarla avantajları... bütün bunların halkı yönlendirmediğini kim
iddia edebilir? Öyleyse, gerçekten halk mı yönetiyor halkı? Öyleyse niye
şikâyetleri bitmiyor?
93. Güçlünün hâkim olduğu rejimin
adıdır demokrasi. Çağdaş bir masaldan ibarettir. Her ne kadar tersi iddia
ediliyor olsa bile, seçenlerin ve hatta seçilenlerin değil; seçtirenlerin ve
derindekilerin irâdesi önemlidir. Demokrasi, bir Truva atıdır. Halka, oy
vermeme hürriyeti bile vermeyen çağdaş dayatma rejimidir. %51 delinin % 49
akıllıya gâlip getirilmesinin adıdır. Müslümanla kâfirin, mücâhidle İslâm
düşmanının, âlimle câhilin, aydınla avamın eşit olduğu adâletsiz rejimin adıdır
demokrasi. Demokrasi açısından, oy veren insanlar, eşit olmasına eşittir, ama
bazıları daha çok eşittir. Elli bir pirenin kırk dokuz file gâlip
getirilmesidir demokrasi. Kazanan ve kaybedenin maçtan önce belli olduğu şikeli
bir karşılaşmadır. Hakka rağmen halk idaresi olmasının yanında; aslında halka
rağmen egemen çevrelerin halkın inancına ters dayatmalar rejimidir. Teorisiyle
pratiği birbirine bu denli ters bir anlayış, başka hiçbir ideolojide bu kadar
sırıtmaz. Bu değerlendirmelerin neresi, ne kadar yanlıştır?
94. Kimler parti kurabilir? Partiler
kanunu hangi mecbûriyetler getirmektedir? Meselâ İslâm partisi kurulabilir mi?
Hani, halkın idaresi idi demokrasi; ya halk İslâm’ı istiyorsa? Buna fırsat
vermeden, yolu açmadan halkın isteyip istemediği nasıl belli olacaktır? Kimleri
seçebilir vatandaş? Partiler ve adaylar her görüşe açık mıdır? Rejim, Atatürk
ilkelerini tâvizsiz uygulamaya çalışır. Gerçekten halk mı istemektedir bu kadar
heykeli? Halk Kemalist midir de, halkın yönetimi denilen demokrasi rejiminde
yönetim onun ilkelerinin dışına çıkamaz? Halkın inanç ve ibâdetleri, halkın
seçtiği yöneticilere ve onların yönettikleri düzene ne kadar
yansıyabilmektedir? Halkı etkilemede medyanın, propagandanın ve kaynak olarak
paranın gücü nedir?
95. Ve bir düdük öttürülünce halkın
irâdesi ne durumlara düşmektedir? Demokrasi, demokrasinin raylarına oturtulmak
adına katledilerek demokratik(!) darbeler yapılır her on senede bir.
Demokrasiye kimler ve ne adına balans ayarı yapmaktadır? Partileri halka rağmen
kim kapatmakta ve kapatmakla tehdit etmektedir? Bunun demokrasi ile neresi
bağdaşmaktadır?
96. Kapitalizmin sömürüsünü perdeleyen
bir simgedir demokrasi. Demos-kratos: Yunanca; Halkın yönetimi anlamına
geliyor, yani halkın hâkimiyeti. Batının, demokrasi kavalıyla kolay
güdebileceği ülkelerde her konunun demokrasiyle ilişkisi kurulurken, Batı,
işine gelmediği yer ve zamanlarda, emir kulları aracılığıyla demokrasiyi askıya
alır veya aldırtır, darbeler yaptırılır. Halk seçime katılabilir ama, yönetimi
de, rejimi de belirleyip seçebilir mi? Yönetim ve halk ayrımı yok mudur halkın
idaresi denilen demokraside? Varsa, bu nasıl halk idaresi olabilir? İslâm’da
halkın mı, Hakkın mı hükmü önemlidir?
97. Halk Hakka kul olmalı, O’nun
hükmüne teslim olmalıdır. Çünkü,“insanların çoğu bilmezler” (45/Câsiye,
26), “insanların çoğu şükretmezler” (40/Ğâfir, 59), “insanların çoğu
nankördür” (25/Furkan, 50) ve “insanların çoğu mü’min değildir, iman
etmezler” (40/Ğâfir, 59). O yüzden halkın çoğunluğuna uymak,
dalâlettir/sapıklıktır. “Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni
Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan
başka (söz de) söylemezler.” (6/En’âm, 116). İnsanların çoğunun
bilmediğini, şükretmediğini, akıllarını kullanmadığını, yoldan çıkmışlığını,
günah ve haram peşinde koştuklarını, insanların mallarını haksız yere
yediklerini, çokluğu ve çoğunluğu ile böbürlenip üstünlük tasladığını, bu
yüzden mallarının ve evlâtlarının çokluğu ile övündüklerini, daha çok ve daha
zengin oldukları halde kendilerinden önce nice toplulukların yok edildiğini,
bütün bunlardan ders almayan insanların yine pek çoğunun yoldan çıktığını
Kur'an, sayılamayacak kadar çoklukta ve ısrarla anlatmaktadır. Çokluğun ancak
Allah'ı zikredip anmada, şükretmede, kulluk ve ibâdet etmede, takvâda işe
yarayan bir şey olduğu da yine Kur'an'da ısrarla üzerinde durulan hakikatler
olarak ifade edilmektedir. Çoğunun akılsızlıklarından bahsedilen insanlar,
Allah'ın hükümlerine itibar etmeyen, Rab olarak sadece Allah'ı kabullenmek
istemeyen kalabalıklardır. Sürüleştirilen, sömürülen, köleleştirilen
yığınlardır. Çalışan kafalar, akl-ı selîm sahipleri, kendilerinin farkına varan
kafalardır. Kendinin farkına varanlar, Allah'ın farkına varırlar; Allah ile
kendileri arasındaki farkı farkederler. Hadlerini bilirler ve O'na ait olan,
olması gereken hâkimiyeti kendi zimmetlerine geçirerek haksızlık edip ilâhlık
taslamazlar. "Onların (İnsanların) çoğu zandan başka bir şeye uymaz.
Şüphesiz zan, haktan/gerçekten hiçbir şey ifade etmez." (10/Yûnus,
36). Haktan, hakikatten bir şeyin ifadesi olmayan zanna uyanlar, ister
çoğunluk, ister azınlık olsun, gerçekten bir şeyin ifadesi olmayana uyduklarına
göre akletmiyorlar demek değil midir?
98. Halk, atasözü olarak "nerede
çokluk, orada ..." der. Halkın çoğunluğunun dediği demokrasiye göre doğru
kabul edileceği için, demokrasi de bu sözün doğruluğunu kabul etmek zorundadır.
Öyleyse demokrasi, böyle bir pisliktir. Kendi taraftarları ve ideologları bile,
demokrasinin görmezlikten gelinemeyecek zaaflarından haberdardır: "İyi
hükümetler arasında demokrasi en kötüsü, fakat kötülerin en iyisidir."
(Aristoteles) "Hükümetlerin en iyisi, bize kendimizi yönetmemizi öğreten hükümetlerdir."
(Goethe). Demokrasi bir yönetim biçimidir; yönetimleri belirleme biçimi değil!
Kendisi bir düzendir; başka düzenlere kapı değil! Davul tutanları seçme işidir;
tokmakları değil! Egemen güçler tarafından kuralları belirlenmiş oyundur; oyun
kurallarını belirleme işi değil! Demokrasi, kitabına uydurma rejimidir; Kitab’a
uyma değil! Demokrasi ile disiplini esas alan rejimler arasındaki fark,
önemsizdir: Totaliter rejimlerde kral veya general; “Ben böyle istiyorum!” der;
Demokrasi ise, “sen böyle istiyorsun!” der. Aynı coğrafyada yaşayan insanlar
olarak hepimiz, aynı geminin yolcuları değil miyiz? Gemide delik açanlar,
sadece kendilerini mi batırmış olurlar? Gâfil, hâin, ehil olmayan, güvenilmez
(emîn/mü'min olmayan) kaptanın, elindeki bozuk pusula ve yanlış harita ile
gemiyi sürmesine rızâ göstermek, demokrasi gereği olsa bile, tüm yolcular için
hayatî tehlike değil midir? Kaptan ve tayfaların yanlış rotalarına seyirci
kalmak, tüm yolcuların da gitmeleri gereken yere ulaşmalarına engel olmaz mı?
Devlet gemisinin sorumlu kaptanı, sadece bu gemiyi yöneten değil; aynı zamanda
bu gemiyle yolculuk edenler değil midir?
99. Demokrasiye bazı eleştiriler
getirip daha iyi demokrasi için içeriden teklifler demokratik hak ve özgürlük
sayılır. Bunlara göre; "demokrasinin bütün kusurları, daha güçlü bir
demokrasi tarafından tedâvi edilebilir." Ama demokrasiye temelden
radikalce karşı çıkarak İslâm'ı yegâne hak yönetim biçimi görerek bunun
gereğini yapmak, gerekli bedeli ödemeyi gerektirmez mi? Hem demokrasiye çatıp
hem demokratik tavırla seçimlere katılmak ve seçilenleri onaylamak çelişki ve
tutarsızlık değil midir?
Yukarıdaki soruların doğru cevabı
için kopye olarak şu âyetlerin meallerinden yararlanılabilir: 1/Fâtiha, 6-7;
2/Bakara, 42, 85, 214, 256; 3/Âl-i İmrân, 142; 4/Nisâ, 59-61, 65, 76, 105;
5/Mâide, 44, 45, 47, 48, 49, 50, 104; 6/En'âm, 62, 114, 116, 153; 7/A'râf, 43;
10/Yunus, 109; 11/Hûd, 112-113; 12/Yusuf, 40, 67, 106; 13/Ra'd, 11; 17/İsrâ,
73-75; 18/Kehf, 26; 24/Nûr, 47-52, 55; 25/Furkan, 43; 26/Şuarâ, 221-227;
33/Ahzâb, 36; 38/Sâd, 26; 39/Zümer, 3, 17-18; 42/Şûrâ, 21; 95/Tîn, 8;
109/Kâfirûn, 1-6.