Ezanın Başka Dillerde Okunması:
Ezan Yasağı; Allahu Ekber’den Tanrı Uludur’a:
“Ezan”, sözlükte,
duyurmak, bildirmek, ilan etmek, çağrıda bulunmak anlamına gelen bir
masdardır. Kavram olarak ezân; 5 vakit farz namazları ve Cuma namazının
vaktinin geldiğini müslümanlara duyurmak için okunan özel ifadelere denir.
Ezân, müslümanlara ait, sözleri hadislerle kesinleşmiş, okunması dinî bir emir
olan namaz çağrısıdır. Ezân okuyana müezzin, ezân okunan yere de mi’zene denir
(Bu kelime daha sonraları Türkçe’de minare şeklinde söylenmeye başlanmıştır).
Ezân, yalnızca
namaz vaktinin, namaz için toplanma zamanının geldiğini ilan eden sözler
değildir. Bu özel ibâdet, mü’minleri Allah’a itaat etmeye, şuura, uyanıklığa,
takvâya ve İslâmî dirilişe dâvettir. Mü’minlerin gür bir sesle, yiğitçe
Allah’ın adını yükseltmeleri, O’ndan başka ilâh, O’ndan başka Rab
olmadığını, seslerinin ulaşabildiği her yere duyurmalarıdır. Ezân, Muhammed
(s.a.s.)’in son peygamber ve tek önder olduğunu, mü’minlerin Kıyâmete
kadar O’nun izinde olduklarını, O’nun hayatını örnek aldıklarını bildirmek ve
ilân etmektir.
Ezân, baştan başa bir
özgürlük bildirisidir. Müslümanların, Allah’tan başka hiç bir güç
tanımadıklarını, O’ndan başka hiç kimsenin önünde eğilmelerinin sözkonusu
olmadığını bütün dünyaya duyurmalarıdır, ültimatomlarıdır. Mü’minlerin İslâm’a
bağlı olarak yaşama arzu ve isteklerini, ahid ve akitlerini, bu konudaki
kararlılıklarını gösteren simgeleridir. Müslümanlar ezân şuuruyla; tevhidi,
Allah’ın hâkimiyetini tebliğ ederken, insanları sadece Allah'a kulluk ve
ibâdete çağırırken, kendi özgürlük hedeflerini de dile getirirler. Mü’minler,
İslâm’ın hâkimiyeti, ibâdet ve müslümanca hayat özgürlüğü anlamına kavuşan
gerçek ezânı, İslâm’ı hakkıyla yaşayabildikleri yerlerde ve zamanlarda
okuyabilirler. Müslümanların hâkim olmadığı yerlerde okunan ezânlar yalnızca
bir namaz çağrısı ve sınırlı bir din hürriyetidir. Böyle bir yerlerde İslâm’ın
hedeflediği ezân şuurundan bahsedilemez.
Namaz Peygamberimizin hicretinden önce Mekke’de farz olduğu ve mü’minler Mekke
döneminde de namaz kıldıkları halde, ezan ile birbirlerini namaza
çağıramıyorlar, ezan okuyarak namaz için bir araya gelip cemaat olamıyorlardı.
Ama ne zaman ki hicretten sonra Medine’de bir İslâm toplumu ve İslâm devleti
kuruldu, İslâm egemen bir güç haline geldi; işte o zaman diğer İslâmî hükümler
uygulanmaya başlandığı gibi, ezan okuma yükümlülüğü de başladı. Şüphesiz bu
durum, ezan olayı ile müslümanların hâkimiyeti arasındaki bağlantıyı gösterir.
Müslümanlar tarih boyunca fethettikleri beldelerde öncelikle ezan okumuşlardır.
Günümüzde laik rejimlerin ezana ses çıkarmaması, verdikleri küçük tâviz
karşısında aldıkları büyük tâvizlerden dolayıdır. Müslümanlara sus payı olmak
üzere ezan okumalarına lütfen izin verirler, yakın tarihte ve yaşadığımız
coğrafyalarda görüldüğü gibi, canları isteyince de ezanın aslını okumayı
yasaklarlar.
Müslümanların yaşadığı beldeleri ele geçiren
işgalci müşrikler ile yerli bağîler (Haktan ayrılanlar), genellikle
uğramadıkları camiye, kılmadıkları namaza, kuşanmadıkları tesettüre ve uyup
gereğini yapmadıkları ezana müdâhale etmekten geri durmamışlardır. Canları
istedikçe günümüzde de müdâhale edebilmektedirler. Ya onun sesini kısmaya, ya
da asıl fonksiyonunu icrâ edemeyecek hale sokmaya çalışırlar. Etki alanını
sınırlamak, başka dillerde okunmasını emredip yozlaştırmak isterler.
Ezanın sözleri Arapçadır ve dünyanın her yerinde Kıyâmete kadar Arapça okunmaya
devam edilecektir. Çünkü onun sözleri bizzat Peygamberimiz tarafından tesbit
edilmiş ve ümmete emânet bırakılmıştır. Ezanın Arapça aslî sözlerinden başka
bir şekilde okunabileceğine hiç bir aklı başında İslâm âlimi fetvâ veremez.
Verenler olmuşsa veya böyleleri çıkacaksa, onlar âlim değil; kendilerine ekmek
ve emir verenlerin sözcüleridir ve bunların değerlendirmeleri müslümanları
bağlamaz. Üstelik hiç bir dildeki ezan çevirileri, aslının etkisini,
sözlerindeki derin anlamı, âhengi, haşmeti ve ürpertiyi ifade edemez. Hangi dil
“Allahü ekber” sözünü canlı, etkileyici, ürpertici, şuurlandırıcı, uyarıcı,
ısındırıcı, kalplerin derinliğine işleyici bir şekilde anlatabilir? Hangi söz
“eşhedü en lâ ilâhe illâllah (şehâdet ederim ki Allah’tan başka tanrı
yoktur!)” bildirisini, iman ilânını, coşkusunu, bağlılığını, yüceliğini,
yalancı tanrıları red edişteki kararlılığı dile getirebilir?
Bir semboller sistemi olan dil, onu konuşanların inançlarını, tercihlerini ve
dünya görüşlerini; hayatı, tabiatı ve yaratıcıyı algılayış biçimlerini
gösterir. Arapça da antropolijik anlamda dillerden bir dildir ve kutsal
değildir. Ancak Allah (c.c.) Kur’an’ı bu dille gönderdi, Peygamberini bu dili
konuşan bir kavimden seçti. İslâm’ın gelişine kadar sıradan bir dil olan
Arapça, Kur’an ile birlikte en zengin dillerden biri oldu. Kur’anî vahiy, bu
dile ait kelimelerin içini kendi değerleriyle, kendi dünya ve evren görüşüyle
doldurdu. Vahyin, içini doldurduğu bu kavramlar artık Arabça değil;
Rab’çadır, İslâm’cadır. Müslümanlar dinlerini bu kavramlarla öğrenirler,
algılarlar ve hayatlarını bu kavramlarla İslâm istikametinde dönüştürürler.
Ezanın başka bir dilde (özellikle Türkiye’de Türkçe olarak) devlet zoruyla
okutulmaya çalışılması, Din’i protestanlaştırma amacından başka bir şey
değildir. Ezanın Arapça dışında bir dille okunmasını savunanlar; dikkat
edilirse, ya tepeden inmeci jakobenler, ya da ulusçu düşünen yarım okumuşlar,
aydın denilen karanlıklardır. Bunların da Din’i daha iyi anlayıp, daha iyi
uygulama diye bir kaygı taşımadıkları bilinen bir şeydir.
Ezan, bir İslâm şiarıdır (sembolü ve sloganıdır). Bilindiği şibi şiarlar
şuurları uyandırmak içindir. Semboller, dış görünüşlerinden çok daha büyük
anlam ve değer taşırlar. İslâm’ın şiarlarına karşı mücâdele edenler aslında
şuursuz nesiller yetiştirmek istiyorlar. Çünkü şuursuz nesilleri kullanmak ve
gütmek daha kolay olur.
Ezan, yalnızca namaz için toplanma çağrısı değildir. O, bir tevhid duyurusu,
bir iman yenileme dâveti, bir birlik (vahdet) ilânıdır. Müslümanları tek bir
İlâh’a, tek bir öndere çağırmak sûretiyle onlara kurtuluşun (felâhın) yolunu
göstermekir. Şehâdet ilkesine sarılan mü’minler, tek yumruk, tek yürek halinde
ve tek gâye uğruna İslâm ümmeti binasını meydana getirirler. Ezan, aynı zamanda
bir tebliğdir. Mü’minleri Allah’a ibâdete dâvet ederken, gayri müslimleri
Allah’a teslim olmaya çağrıdır. Namaz, Allah’a kulluğun simgesidir.
Teslimiyetin, zikrin, boyun eğmenin, Allah’ı büyük tanımanın, duânın, niyazın,
en Yüce Makamı tanımanın somutlaşmış halidir. Namaz; İslâm’a teslimiyetin,
müslüman olmanın göstergesidir. Ezan, bu teslimiyeti yeniden hatırlatır,
bununla mü’minlere şuur ve canlılık verir.
Ezan, insanlara İslâm gerçeğini, ibâdetin yüceliğini, Allah yolunun doğruluğunu
haber verir. Ezan, mü’min yürekleri sevindirir, onların esir, aşağı, müstaz’af,
sürünen, sünepe olmadıklarını; aziz olduklarını/olmaları gerektiğini ilân eder
ve onları Allah’a ibâdetle en güzel hürriyetin tadını tatmaya dâvet eder.
Unutmamak gerekir ki ezan, yalnızca dinlenmez, aynı zamanda dinleyen
müslümanlar tarafından okunur. Kur’an okur gibi, tabiatın dilini, denizin
bestesini, gülün kokuşunu okur gibi… Her bir müslüman duyduğu ezan sesinde,
kendi benliğini bulur, parçası olduğu bütünü hatırlar, organı olduğu bedeni
aklına getirir. Ezanın sözlerinde imanını, umutlarını, kimliğini, aşkını
ve varlığını hisseder.
Rivâyete göre Medine’de ilk defa Abdullah bin Zeyd’in
gördüğü rüya üzerine ezan okunmaya başlanmıştır. Müslümanları namaza dâvet
etmek üzere teklif edilen ‘çan çalma’, ‘ateş yakma’, ‘boru üfleme’ gibi şeyler
Peygamberimiz tarafından kabul edilmedi. Çünkü İslâm bâtıl dinlere ait
ibâdetleri ve onlara ait şiarları kabul etmez. Abdullah bin Zeyd, o gece
gördüğü rüyayı ve rüyada kendisine söylenilen sözleri Peygamberimiz’e anlattı.
Aynı rüyayı Hz. Ömer de görmüştü. Bunun üzerine Peygamberimiz Abdullah’a,
“rüyada öğrendiğini Bilâl’a öğret, okusun. Çünkü onun sesi daha gürdür.”
buyurdu. Böylece bugünkü haliyle ezan, dinî bir görev olarak meşrûlaştı (Müslim,
Salât 1, hadis no: 377, 1/285; Ebû Dâvud, Salât 27-28, hadis no: 499, 505-507,
512, 1/135, 138-139, 141; İbn Mâce, Ezan 1, hadis no: 706-709, 1/232,233;
Buhârî, Ezan 1, 1/157; Tirmizî, Salât 139, hadis no: 190, 1/362; Nesâî, Ezan 1,
2/3).
Ezandan sonra “ezan duâsı”nı okumak Peygamberimiz’in emridir (Müslim, Salât 11,
hadis no: 384, 1/288; Ebû Dâvud, Salât 36, hadis no: 523, 1/144; İbn Mâce, Ezan
4, hadsi no: 722, 1/239; Buhârî, Ezan 8, 1/159; Tirmizî, Salât 157, hadis no:
211, 1/413; Nesâî, Ezan 38, 2/22).
Farz namazlardan önce
ayrıca okunan ezana kaamet (ikaameh) denir. Ezan, farz namazlar ve cuma namazı
için okunduğu gibi; mü’minler, doğan çocuklarının sağ kulağına ezan, sol
kulağına kaamet okurlar. Bu ibâdet çocuğun İslâm fıtratına uygun bir amel ve
ileride bu fıtratı koruması hususunda bir duâdır (H. Ece, İslâm’ın Temel
Kavramları, Beyan Y., s. 170-173). Ezan, vâcip derecesinde sünnet-i
müekkededir. İnsan doğar doğmaz ezanla, tekbirle hayata adım atar. Ölürken de
ezanla, tekbirle musallâya konur, namazı kılınır. Önemli olan bu ikisi
arasındaki hayatı ezan ve tekbir mesajı ve gerekleriyle geçirmektir.
Ezan; tekbire, salât ve felâha çağrı olduğu gibi, aynı
zamanda bir tebliğdir. Allah'ın hâkimiyetini bütün dünyaya ilân eden bir
özgürlük mesajıdır; bir devrim çağrısıdır. O yüzden ezanla dirilen, namazla
şeytana karşı zafer kazanan tevhid eri, kulu kula kulluktan kurtaracak bu
mesajı topluma yaymaya, sesini ulaştırabildiği tüm yerlerde Hakkı hâkim kılma
mücâdelesine ve tevhid ve vahiy ekseninde toplum projesi sunup kişisel, sosyal,
siyasal değişim ve dönüşüm için hakkı haykırmış olur. Bulduğu doğruyu ve
güzeli, kurtuluş ve huzuru başkalarıyla paylaşmak için “buldum, buldum!” demiş
ve bulduğunu bulamayanlara da sunmuş olur.
"Namaz için
ezan okunduğu zaman, şeytan oradan sesli sesli yellenerek uzaklaşır, ezanı
duyamayacağı yere kadar kaçar. Ezan bitince geri gelir. İkamete başlanınca yine
uzaklaşır, ikamet bitince geri dönüp kişi ile kalbinin arasına girer ve
"şunu hatırla" , "bunu düşün" diye insanın aklında
daha önce hiç olmayan şeylerle vesvese verir. Öyle ki (buna kapılan) kişi kaç
rekât kıldığını bilemeyecek hale gelir." (Buhârî, Ezan 4, Amel fi's-Salât 18, Sehv 6; Müslim,
Salât 19, Mesâcid 89; Ebû Dâvud, Salât 31; Nesâî, Ezan 30; Muvattâ, Nidâ 6;
Kütüb-i SitteTercümesi, 8/ 320)
Rasûlüllah, bu
hadisinde, insî ve cinnî şeytanların ezandan duyduğu rahatsızlığı beliğ bir
üslupla dile getirmektedir. Ezandan rahatsız olanların tercih edecekleri
alternatif meşguliyet ve sesleri, Rasülüllah'ın yellenme sesine benzetmesi de
dikkat çekicidir.
Akla şöyle bir soru
gelebilir (veya gelmelidir): Kur'an'a başlarken, namaz kılarken, bizden
uzaklaşmayan şeytan, namaz kadar önemi büyük ve terkedilmesi câiz olmayan bir
ibâdet olmadığı halde, ezandan niye kaçar? Cevabı, ezanın mesajında ve
sosyalitesindedir. Namaz, ferdî bir ibâdettir. Namazla kişi, sadece kendisini
ateşten kurtaracaktır. Ezan ise, tebliğdir, dâvettir, başkalarının kurtuluşunu
istemektir. Mesaj sunmaktır, hakkı haykırmaktır ezan. Peki, her tebliğ, her
mesaj şeytanı kaçırır mı? Vâizlere de, vaazlara da şeytan yaklaşamaz mı?
Cevap, ezandaki
ifadelerdedir. Ezanda nelerin tebliği yapılmaktadır? Dinin temel esasları,
Allah'ın en büyük olduğu, O'ndan başka ilâh olmadığı. Başka?
Kurtulmak için namaz kılmanın şart olduğu, önder ve kılavuzun kim olduğu... Tüm
insanların bu esaslara ve namaza dâvet edilmesidir ezan. Net, pazarlıksız,
kesin bir ifadeyle tabliğdir ezan, çünkü şâhidlik yapılmaktadır. Ve güzel bir
üslûp ve sesle insanlara çağrıdır ezan. Peki, bugünkü ezanlar, şeytanı
gerçekten kaçırıyor mu? Cevap yine ezan ifadesinde. Ezana, "ezan-ı
Muhammedî" denir. Anlamı, Muhammed (s.a.s.)’e ait çağrı, Muhammedî üslûpla
ilân. Demek ki, sünnete uygun bir usûl ve metodla tevhidî mesajın ister
minareden, ister başka yerden insanlara sunulması, şeytanları bizden
uzaklaştıracaktır. İnsan ve cin şeytanlarını, korkudan yellene
yellene kaçırmak isteyenlere duyrulur.
Peygamberimiz
döneminde Cuma namazları için, farzdan hemen önce okunan tek bir ezan vardı.
Dışarıda ayrı bir ezan okunmazdı. Cuma namazı için iki ezan okunmasına Emevîler
döneminde başlandı. Bu bid'at, Türkiye'nin bütün câmilerinde hâlâ devam ettirilmektedir.
Ezanların insan sesiyle okunması da sünnetin gereklerindendir.
Ezan, 1932 yılında devlet baskısı ve
zorlamasıyla sadece Türkçe tercümesiyle okunmuştur. Türkiye'deki tüm ninâreler,
tam 18 sene boyunca "Allahu Ekber!" sadâlarına hasret kalmıştır. Bu
Türkçe ezan (!) şu şekilde okunmaktaydı:
"Tanrı uludur,
Tanrı uludur;
Tanrı uludur, Tanrı
uludur!
Şüphesiz bilirim,
bildiririm:
Tanrı'dan başka
yoktur tapacak.
Tanrı'nın elçisidir
Muhammed
Haydin namaza! Haydin
felâha!
Tanrı uludur, Tanrı
uludur!
Tanrı'dan başka
yoktur tapacak!"
Arapça aslıyla okuma
yasağı 16 Haziran 1950 tarihine kadar sürmüştür. Ezanın tekrar aslî lisanıyla
okunmaya başlamasından ordu rahatsız olmuş, kışlalarda kıpırdanmalar başlamış;
bu uygulamayı tekrar hayata geçirenler on sene sonra bu suçlarının (!) cezasını
idam sehpalarında ödemişlerdi. Bu uygulama, "laik" olduğu iddia
edilen rejimin dine ne kadar müdâhale ettiğini göstermesi açısından hayli
önemlidir. Ezanı Arapça aslıyla okumayı göze alan bazı müezzinlerin bu büyük
suçu(!) işlediklerinden dolayı fecî zulümlerle cezalandırıldığını biliyoruz.
Artık o devirler bir daha geri gelmez; ezan düşmanı
yöneticiler tarihe karıştı, insanımız şuurlandı mı? Hadi canım sen de! Şimdi
ihtilâller de devrimler de, tahrifler de postmodern tarzda yapılıyor. Ezanlara
da artık sınırlamalar getiriliyor, müezzinler susturuluyor, minarelerin
göstermelik sembol özelliğinden başka fonksiyonu kalmıyor. Kısa bir zaman sonra
bütün Türkiye câmilerinde uygulanacağı açıklanan ve şimdi bazı şehirlerde
tatbik edilen şekilde, bir ilçe veya şehirdeki tüm câmi minârelerinden canlı
okunan ezanların yerine, tek bir yerden okunup kablo ile diğer minarelere
gönderilen sanal ezanlar devreye girmek üzere.