SÜRGÜNE DE ALIŞMAK
içimi ateşler içre beni bu şehir
bırakıp da susanım ey, çınlarken
bir kalbin paslı yerlerinde uzun bir songüz
kanarken sergilerde
her sokağın mutlaka denize açıldığı,
dokunduğum her anlamın çürüdüğü bir yer bu.
ah yüreğimin feri
ne olurdu gözlerimden yolcular
hep yolcular simsiyah düşmeseydi
akşamın daldasına
-akşam ki
öksüzlüğü giyinip yaşlanmanın vaktidir-
ne olurdu
suçlarımı bile kirletmeden bu insanların eli
karabilseydim yüzümü,
yağmurların çoğaltmadığı o belirsiz yüzümü
azarının o bembeyaz sürgünlerine,
anmasaydı kimse onu bir heyecan olarak.
ah arzımın kanberi
öptüğüm her çiçeğin kuruduğu bir yer bu.
o sararmış kurnalara ulanan dudaklarım
bir utanç cümlesiyle koralsaydı ne çıkar,
inip en soğuk bedenlerin samtında otursaydım
kızıl güller yürüseydi gözlerimin akına
meğer ki bir ırmak bir yol bulsaydı
ellerimin enkazından denize doğru.
zaman,
çevirdikçe sayfalarımı o rüzgâr
bir özet tanımında eksiliyorum.
saçlarım yorgun iklimlerin kıyısında dağınık,
sularımdan öpen martılarım yok.
bana dağılmış bir gerdanlık
San'a'dan Hadramut'a an çektiği günlerden,
dağılmış bir gerdanlık ve cüzzamlı yolcular...
bir yaz daha kanıyor,
ne yıkımlardan geçiyor yollar, kim bilir ölümlerden,
bir yaz daha kayboluyor
yüzümün buzullarında...
|