“Bütün insanlığı hikmetle ve güzel öğütle Rabb'inin
yoluna çağır...” [1]
Sömürü sistemlerinin,
geniş çapta insan hayatına hakim olduğu günümüzde insan, yaratılışına aykırı
ve yabancı dünyalara çağrılmış, pek çok sorunun içinde saplanıp kalmıştır. Bu
sorunların temelinde söz konusu sistemlerin tutarsız önerileri ve çelişkileri
yatmaktadır.
İslami ölçüleri kaldırma gayesiyle her türlü kötülüğe
şeytani bir meşruiyet kazandırma uğraşı içinde bulunan güçler, İslam kültürü
yerine sömürü kültürünü ikame etmek istemektedirler. Böylece insanın değerini
ve faziletini ortaya koyan İslami ölçüler, yerini
batıl yargılara terk ederken, kişilere huzur ve güven sağlayan İslami değerler, birer birer imha
edilmektedir.
Bu durum karşısında
müminin en başta gelen görevi, vahyin üstün ve yetkin yorumuna ulaşıp Kur’an'ı kendine rehber edinmek ve Hakk'ın
bildirisini vahyin diri sesiyle bütün insanlığa duyurmaktır. Bu da, tebliğ
görevini yerine getirmekle mümkündür. [2]
Sözlükte haber
ulaştırmak, iyi kabul edilen bir şeyi başkalarına bildirmek[3] gibi
anlamlara gelen tebliğ kavramı, İslami bir terim
olarak "Allah'ın emir ve yasaklarını, beyan ettiği bütün hakikatleri, Onun
istediği ve bildirdiği şekilde insanlara ulaştırıp duyurmak" şeklinde
tanımlanmıştır.
Kur’an'da, tebliğle anlam yakınlığı içinde olan üç sözcük daha
vardır. Bunlardan ilki, "yapılan işin sonunun kötü olacağını haber vermek
ve muhatabı uyarmak" manasına gelen imardır.[4]
İkincisi,
"insanları Allah'ın gösterdiği yola ve gerçeğe çağırmak" anlamındaki
davettir.[5]
Üçüncüsü de, "insana nasihat yoluyla hakikati hatırlatıp iyiyi kötüden
ayırt etmeyi anlatmak" demek olan tezkirdir[6].
Kur’an ayetleri, tebliğin konusunun asli şekliyle Allah'ın
dini olduğunu haber vermektedir. “(Ey
Muhammedi) Bütün insanlığı hikmetle ve güzel öğütle Rabb'hıin
yoluna çağır...” [7]
“Rabb'inin sana indirdiklerini tebliğ et. Sen onu tam yapmadığın sürece Rahb'inin mesajını hiç yaymamış olursun...”[8] anlamındaki
ilahi buyruklar, tebliğin konusunun İslam olduğunu açıkça ortaya koyar.
Peygamber (as)"in,
tebliğinde başarıya ulaşmasının en büyük sırrı, dini tam olarak duyurmuş ve
tatbik etmiş olmasıdır. Bunun için tebliğin konusunda asla değişiklik
yapılmamalıdır. Çünkü tebliğ göreviyle yükümlü bulunan ve Kur’an'a
muhatap olan insanın, İslam'a müdahale etmeye hakkı yoktur. Ne varki İslam şimdilerde pek çok fonksiyonlarından tecrit
edilmiş ve yalnızca bir kıssalar manzumesi halinde takdim edilir olmuştur.
İslam tebliğinin konusunu bilmeden veya onda değişiklik yapılarak atılan
yanlış adımlar, hayırlı neticeler yerine moda cereyanlar ve ucuz kahramanlar
doğurmuştur. [9]
Tebliğ, Hakk'ın buyruğunun insanlığa duyurulması olduğundan
yeryüzünde söylenen sözlerin en güzeli, hiç şüphesiz Allah'a davet için
söylenen sözdür. [10]
Ayrıca Allah Elçisi'ne gelen emirler arasında tebliğin ilk sıralarda yer
alması, [11] onun önemine işaret
etmektedir. Tebliğ, hakkı hakir ve küçük görenlere onun yüceliğini söz ve
fiille ilan etmek anlamına gelmesi açısından da önem taşır. Cehalet, gaflet ve
sapıklık içinde kalıp kendilerini bekleyen tehlikeyi göremeyenlere, bir uyarı
ve kurtuluş çağrısıdır tebliğ...
Tebliğin önemi kadar,
tebliğde önem taşıyan bir husus da, "imanın şuuruna ermek, gönülden
İslam'a bağlanmak ve güzel bir örnek oluşturmaktır". Zira İslam, her
şeyden önce kendisine inanan ve samimiyetle Allah'a bağlanan insanlar ister.
İlahi vahiy, ağır ağır akan suya benzer. Önce en yakınını sular, sonra yavaş yavaş çevresine yayılır. İlahi vahye mazhar
olan Allah Elçisi, Kur’an'la bildirilen hakikatleri
önce kendi evinde ailesine, sonra yakın çevresine, daha sonra da bütün insanlığa
duyurmuştur. Bu peygamberi uygulamanın dayanağı hiç kuşkusuz Kur’an'dır. Çünkü Allah, vahyini çizdiği gayeye ulaştırmak
için Elçisi'ne böyle bir yol göstermiş, “Önce
en yakınlarından başlayarak erişebildiğin herkesi uyar.” [12]
buyurarak Peygamber (as)'in ilahi hakikatleri başkalarına da taşımakla yükümlü
olduğunu bildirmiştir. Allah Elçisi bu emre uyarak önce en yakınlarını uyarmış;
onlara sadece yaptıkları salih amellerinin fayda
vereceğini duyurarak bu konuda yakınlığın bir yarar sağlamayacağını
vurgulamıştır.
Daha sonra tebliğin
dairesi genişletilerek Mekke şehrine ve civarına ulaşmıştır. Nitekim “işte biz sana Arap dilinde bir hitabe
gönderdik ki bütün kentlerin anasını ve çevresinde oturanları uyarabilesin.”
[13]
anlamındaki ayet, tebliğin belirtilen boyutunu ortaya koymaktadır. Ancak, Kur’an'ın bildirdiği hakikatler, belli bir kesimle sınırlı
kalmayıp akıl ve irade sahibi bütün insanlara ulaştırılmalıydı. Ayrıca Kur’an diri olan herkesi uyarmalıydı. [14]
Bunun için tebliğin dairesi, şu ilahi hitapla son şeklini aldı. “Bu Kur’an, bütün
insanlığa bir mesajdır. Öyleyse sağduyu sahipleri artık onunla uyarı bulsunlar
ve Allah'ın Tek ilah olduğunu bilip bunu akıllarında tutsunlar!” [15]
Tebliğde mühim
konulardan biri de metottur. İnsanlık hak yola nasıl çağrılacak? İslami hakikatler onlara nasıl anlatılacak? Bu sorulara
cevap verirken öncelikle şu gerçeği belirtmek gerekir. "Hakk'ın sözünü duyurma ve üstün kılma gayreti, Hakk'ın meşru saydığı yol ve vasıtalarla olmalıdır."
Nitekim, “Bütün insanlığı hikmetle ve
güzel öğütle Rabb'inin yoluna çağır; onlarla en
güzel, en inandırıcı yöntemlerle tartış...” [16]
anlamındaki ilahi buyruk, İslam tebliğ metoduyla ilgili temel prensipleri ortaya
koymaktadır. Ayetin beyanına göre tebliğ de en etkili yöntem, en güzel, en
yumuşak, dolayısıyla akla ve sağduyuya en yatkın olan yöntemdir. Bunun için insan
tabiatını çok iyi bilen ve gönlü hak sevgisiyle dolu olan Peygamber (as), Kur’an'ın tebliğ konusundaki metodunu fiili
uygulamalarıyla ortaya koymuştur. Onun ortaya koyduğu İslam'a çağrı yöntemi
zorlamaya değil, ikna ederek inandırmaya dayanıyordu. Çünkü İslam'a göre
katledilecek kişiler değil, öncelikle gönülleri fethedilecek insanlar vardı.
Buraya kadar ki
açıklamalarımız, saygı hudutları içinde kalındığı sürece İslam'ın tebliğ
metodunun şekliyle ilgilidir. İslam'a ve Müslümanlara saldırı söz konusu olunca
durum değişir. Tecavüz, maddi bir saldın olduğundan aşırılığa kaçmadan ona
misliyle mukabele etmek kaçınılmaz otur. Bu tavır, hakkın haysiyetini korumak
ve batılın galibiyetini bertaraf etmek için de şarttır. Zira her düşünce ve
sistem gibi İslam da ancak özgür bir ortamda yaşar, gelişir ve uygulama
imkânına kavuşur. İslami ölçüler içinde tebliği
müdafaa etmek, davanın haysiyetini koruma anlamına geldiği içindir ki Peygamber
(as), gerektiğinde silahlı tebliğ heyetleri de göndermiştir. Müslümanların şerri
defedip düşmanların karşısında durabilecek güçte olmaları halinde ise,
hoşgörülü ve sabırlı davranmaları tavsiye edilmiştir. Ancak Allah davasını
küçük düşürecek bir hoşgörüye İslam müsaade etmez. [17]
Kur’an, Allah'ın sözlerinden oluşan ilahi vahyin ürünüdür.
O, kendini anlayıp dinleyenler üzerinde tesirini hemen gösterir. Allah, Kur’an'la daveti peygamberine talim buyurmuş, [18]
ondan kafirlere karşı bütün gücünü ortaya koyarak büyük bir çaba göstermesini
istemiştir. Çünkü Kur’an, her türlü araç ve gereçten
çok daha etkilidir. Zira Kur’an’i gerçekleri anlayan
kalp, asıl kaynağı ile buluşmuş olur. Kur’an'la dile
gelen hakikatler, insan ruhunun derinliklerini öylesine etkiler ki, en gelişmiş
silahlarla donatılmış bir ordu bile böyle bir etkileme gücüne sahip olamaz.
Çünkü silahlar bedenleri öldürse de ruhları fethedemez. Bunun için, dün olduğu
gibi bugün de birikmiş enerjileri, hayırlı ve yeni gelişmelere yöneltmek,
kirlenmiş kalpleri temizleyip kararmış ruhları aydınlatmak, Kur’an'la mümkün olacaktır.
Sonuç olarak
diyebiliriz ki tebliğ, insanlığa hakkı bildirmek, kişileri tuğyana kurban
olmaktan kurtarmak için çileli ve kutlu bir mücadeleye girişmektir. İnsanın ve
toplumun öz yapısına ters düşen bütün uygulamaları, vahiy diliyle kınayıp ortadan
kaldırmaktır. Bunu yapabilmek için, İslam toplumları, küfrün aralarına koyduğu
ayrılık duvarlarını, sarsılmaz tevhid safları oluşturarak
birer birer yıkmalıdır. Çünkü İslam'ı yaşamak ve
başkalarına taşımak, bunu gerekli kılmaktadır. Öyleyse vahyin kutlu ilkelerini
insanlığa sunmak için çileli bir çabayı üstlenmek gibi bir sorumluluk altında
bulunduğumuz asla unutulmamalıdır. [19]
[1] Nahl: 16/125
[2] Fahrettin Yıldız, Kur’an
Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 151.
[3] Bkz. İbn
Manzur. Lisanu’l Arab, VIII, 419-421
[4] Bkz. Müddessir:
74/2
[5] Bkz. Nahl:
16/125, Şura: 42/15 vb
[6] Bkz. Kaf:
50/ 45; Zariyat: 51/55 Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları:
151-152.
[7] Nahl: 16/125
[8] Maide: 5/67
[9] Fahrettin Yıldız, Kur’an
Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 152.
[10] Bkz. Fussilet:
41/33
[11] Bkz Müddessir:
74/1-2
[12] Şuara: 26/214
[13] Şura: 42/7
[14] Bkz. Yasin: 36/69-70
[15] İbrahim: 14/52 Fahrettin Yıldız, Kur’an
Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 152-153.
[16] Nahl: 16/125
[17] Fahrettin Yıldız, Kur’an
Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 154.
[18] Bkz. Furkan:
25/52
[19] Fahrettin Yıldız, Kur’an
Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 155.