“Bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah da onların durumunu
değiştirmez,” [1]
İslam, insanları
dünyada doğruya ulaştırmak ve mutlu yaşamalarını sağlamak amacıyla gönderilen
en mükemmel bir din; Hz. Muhammed de, onu insanlara
tebliğ eden en son peygamberdir. [2]
İslam, sürekli olarak genel maslahatları gerçekleştirmeyi hedefler koyduğu evrensel
ve değişmez ilkelerle de hayatın temel dayanaklarını ve insan haklarını
muhafaza eder. Ayrıca o, ilkelerinin her zaman ve zeminde uygulanabilmesini
sağlamak amacıyla, akli ve içtihadı faaliyetlere çok yer ve değer verir. İşte
bu özelliğinden dolayı İslam, hem din hem de dünyadır. Çünkü o, din işi, dünya
işi ayırımını kabul etmemektedir. Bu yüzden İslam, Peygamber (as) döneminde
devlet olmuş, o günden beri de birçok devletler ortaya koymuştur. Bu durumda
onun, sadece bir vicdan ve ahiret işi olarak
görülmesi doğru değildir. [3]
Bütün varlıkları
yaratan, onların tabiatını belirleyen ve onları hedefine doğru yönelten. Yüce
Allah'tır. [4] yaratılmışların en
şereflisi olan insanı, yerine getirmekle yükümlü olduğu işlere uygun
vasıflarla donatmıştır. [5]
İnsan, ahlakî zaaflarla olduğu kadar, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle de
donatılmıştır. [6] Şu halde benliğini
arındıran insan, kesinlikle mutluluğa erişecek; onu karanlığa gömen ise hüsrana
uğrayacaktır. [7] Ayrıca Kur’an,
insanın yaratılış
gerekçesinden söz ederken, onun yeryüzünde halife olacağını bildirmiş, böylece
insanın hür iradesi ile kendi başına iş yapabilecek bir varlık olduğuna işaret
etmiştir. [8] Demek
ki insan, yeryüzünde kendi adına kendi görevlerini yerine getirmek
durumundadır. Ona, Allah tarafından verilen yetkiler ve yüklenen sorumluluklar
vardır. O, verimli ve olumlu biçimde hayata katılıp hayırlı yenilikler içeren
sosyal değişikliklere öncülük eden dinamik bir şahsiyet olmalıdır. [9]
İslam; doğruluk,
adalet, ilim ve ahlak gibi temel değerlere dayalı mükemmel bir sistem önerir.
Bu sistem insanları, yüksek değerlerde özgür bırakır; vasıta değerlerde de eşit
tutar. İnsanın temel haklarını koruyucu ve geliştirici, toplumun maddi, manevi
ve sosyal refahını sağlayıcı bir nitelik taşır. [10] Oysa
günümüz dünyasına hakim olan sistemler, hem teorik hem de pratik açıdan batılı
siyasal kültüre ve bu kültürün değerlerine dayanmaktadır. Özellikle ülkemizdeki
siyasi sistem, çeşitli ideolojilerin ipoteği altındadır. Bu nedenle söz konusu
sistemin ipoteklerden kurtarılıp yenilenmesi gerekmektedir. [11]
Hakimiyet kelimesi,
Arapça asıllı h k m kökünden gelir. "Hüküm, hakim, hikmet, hükümet ve
mahkeme" gibi pek çok kelime, bu kökten türeyen ve Arapçada
kullanılan kelimelerdir. [12]
Hakimiyet kelimesinin Türkçe karşılığı, "hükümranlık, egemenlik, bir ülke
ve halk üzerindeki devlet iktidarındır. [13]
Terim olarak egemenlik, "bir devletin, millî sınırlar içinde ve dış ilişkilerde,
uluslararası hukuktan doğan kısıtlamalar dışında tam bağımsızlığı, hükümranlığı
ve hakimiyeti [14] diye tanımlanır. Ayrıca
bu kavramın devlet, demokrasi ve bağımsızlık gibi kavramlarla yakından ilgili
olduğu söylenir. [15]
Fransız ihtilali, egemenlik kavramına millî bir muhteva kazandırmış,
"Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir." anlayışına da, bu ihtilalin
ortaya koyduğu "millî egemenlik" kavramı kaynaklık etmiştir.
H k m kökü,
türevleriyle birlikte Kur’an’da 210 kez geçer. [16]
Konuyla ilgili ayetlerde öncelikle, mutlak manada hükmün ve hakimiyetin Allah'a
ait olduğu bildirilir. [17]
Bunun yanı sıra Allah'ın insana hükmetme gücü ve yetkisi verdiği de
belirtilir. [18] Allah'ın mutlak
hakimiyeti konusunda Müslümanlar arasında bir ihtilaf yoktur. İhtilaf, Allah'ın
insana siyasi egemenlik gücü ve yetkisi verip vermediği konusunda olmuştur.
Kur’an’a bakılırsa, siyasi hakimiyet yetkisinin insana Allah
tarafından verildiği görülür. Çünkü yönetim konusunda Allah'ın emri, topluma
ait işlerin, toplumsal irade tarafından düzenlenmesi yönündedir. [19]
Ayrıca Allah'ın, insandan adaletle hükmetmesini istemesi, [20] ona
bu gücün ve yetkinin verildiğini gösterir. Eğer insanın böyle bir gücü ve
yetkisi bulunmasaydı, kendisinden adaletle hükmetmesi istenmezdi.
Kur’an'da, bir toplumun bulunduğu durumdan memnun olmaması
halinde, gidişatı değiştirmek için, sahip olduğu yetkinin yönünü değiştirmesi
gerektiği şöyle belirtilir:
"Bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah da
onların durumunu değiştirmez." [21] Bu
ayette topluma, yetkisini isabetli ve iyi yönde kullanması önerilmektedir.
Toplumun, sosyal ve siyasi olayların neticeleriyle dünya hayatında
karşılaşacak olması, siyasi yetki ve gücün topluma ait olmasını gerektirir.
Çünkü toplumun her üyesi, sahip olduğu siyasi yetkiyi kullanma biçiminden
sorumludur. “Kim Allah'ın indirdiği ile
hüküm vermezse işte onlar inkârcılardır.” [22]
mealindeki ayete dayanarak insanın siyasi hakimiyet yetkisinin olmadığını
söylemek doğru değildir. Söz konusu ayetin siyak ve sibakına ve konu ile ilgili
diğer Kur’an ayetlerine bakıldığında, Allah'ın
indirdiğinin, "adalet ve hakkaniyet prensipleri" olduğu görülür. [23]
Zaten ayetin bizzat kendisi de, insanın böyle bir yetkiye sahip olduğunu ve onu
kullandığını kabul ettiğinden, insandan söz konusu yetkiyi, Allah'ın isteği
olan adalet ilkesi doğrultusunda kullanmasını önermektedir. Hem hükmetme gücü
olmadan, insanın adaletle hükmetmesini beklemenin makul bir yanı da olamaz.
Özetlemek gerekirse,
insanın Allah'tan bağımsız hiçbir hakkı ve yetkisi yoktur. Fakat hükmetme
yetkisi, insana Allah tarafından verilmiştir. İnsanın siyasi egemenliği,
Allah'ın mutlak hakimiyetinin bir alternatifi değildir. Kur’an,
insandan, adalet ve hakkaniyetle hükmetmesini isteyerek ona bu yetkiyi nasıl
kullanması gerektiğini gösterir. İnsan Allah ve O'nun rızası için iş yapar;
ama kendini haşa Allah yerine koyarak hiçbir iş yapamaz. Aslında insanın
"Hakimiyet Allah'ındır." diyerek, kendi yetkisini Allah'ın mutlak
hakimiyeti ve iradesiymiş gibi sayması, onun kendini ilah yerine koyması
anlamına gelir. Böyle bir iddia, Firavunluğa özenmek olur. Çünkü Firavun da
siyasi egemenliğin tanrıya ait olduğunu iddia etmiş, bununla da yetinmeyip söz
konusu egemenliği kullanan tanrının bizzat kendisi olduğunu söylemiştir. [24]
Yukarıda belirtilen
gerçeklerden sonra şu tespit yapılabilir:
"Kur’an teokratik bir düzen önerir." iddiasının adresi,
İslam değildir. İslam'da laikliğe veya demokrasiye yer var mıdır, yok mudur,
tartışması da gereksizdir. Aslına bakılırsa, İslam'ın batı türü bir laikliğe ve
demokrasiye ihtiyacı da yoktur. Çünkü Kur’an, sosyal
ve siyasal ilişkilerin toplumların irade ve davranışlarının neticesine göre
şekilleneceğini belirterek, laikliğin ve demokrasinin dayandığı gerekçeyi
anlamsız kılmıştır. İslam kilise değil ki onu devletten ve dünyadan ayıralım; teokrasi değil ki demokrasiyle kıyaslamaya
ihtiyaç duyalım.
Bir de şu gerçeği
unutmayalım. İslam toplumlarındaki ihtiyaç ve sorunlar, Batının üretip
piyasaya sürdüğü kapalı ve karmaşık kavramlarla çözümlenemez. Mesela, Batı, Kur’an'ın bildirdiği, "bütün insanların, insanlık
değeri açısından eşit olduğu" gerçeğini kabul etme ve içine sindirme
hususunda, henüz İslam'ın istediği seviyede değildir. "1948 Evrensel
İnsan Hakları Bildirisinin eşitlik ve insanlık yönündeki ifadelerinden Avrupalılık
yönünde bir sapmanın olması", [25]
değinilen tespiti doğrulamaktadır. Yine kendini Batılı ve çağdaş diye
tanımlayan bazı kişi ve çevrelerin, İslam âlemine ve Müslümanlara başka cinsten
yaratıklarmış gibi baktıkları, hemen herkes tarafından bilinmektedir.
Dün olduğu gibi bugün
de bir el, İslam'ı ve Müslümanları bütün olumsuzlukların ve gerginliklerin tek
sebebi olarak göstermeye çalışmaktadır. Ne yazık ki bu şeytani tavır,
ülkemizdeki bazı kişi ve çevrelerin kötü bir alışkanlığı olmuştur. Oysa bu tür
düşmanca tavırlar, hayatı ve insanları bölmektedir. Halbuki, insanları bölen ve
geren değil, birleştirip kaynaştıran bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. İnsanları
huzursuz eden İslam değil, aksine onun bütün güzelliği ile hayata taşmamamış olmasıdır. İslam'a karşı peşin fikirleri ve
kinleri olanların, bu gerçeği tez zamanda kavramış olmalarını umarız. [26]
[1] Enfâl: 8/53
[2] Bkz. Maide:
5/3;Al-i İmran: 3/19;Ahzab:
33/40
[3] Fahrettin Yıldız, Kur’an
Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 290.
[4] Bkz. A’la:
87/1-3
[5] Bkz. Şems: 91/7
[6] Bkz. Şems: 91/8
[7] Bkz. Şems: 91/9-10
[8] Bkz. Bakara: 2/30; En'am: 6/165
[9] Fahrettin Yıldız, Kur’an
Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 290-291.
[10] Bkz. Bakara: 2/143: Âl-i İmrân: 3/104, 110, 114: Mâide:
5/2; Hac: 22/ 41;Şûra: 42/38; Haşr: 59/7 vb.
[11] Fahrettin Yıldız, Kur’an
Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 291.
[12] Bkz. İbn
Manzur, Lisani’l Arab, XII, 140 vd
[13] Bkz. Mehmet Doğan. Büyük
Türkçe Sözlük, s. 432
[14] Bkz. Büyük Kültür
Ansiklopedisi, IV, 1620
[15] Bkz. Ana Britannica,
IV, 29
[16] Bkz. M. İsmail İbrahim, Mucemu'l elfâzi ve'Ia'lami'l Kur'aniyye, s. 132 vd.
[17] Bkz. Enam: 6/57; Yûsuf:
12/40, 67; Hûd: 11/45; Tin: 95/8 vb.
[18] Bkz. Bakara: 2/213: Nisa:
4/58, 105; Mâide: 5/42; Sâd:
38/22, 26 vb.
[19] Bkz, Âl-i İmrân: 3/159; Şûra: 42/38
[20] Bkz. Nisa: 4/58; Mâide: 5/42 vb.
[21] Bkz. Enfâl:
8/53: Ra'd: 13/11
[22] Maide: 5/44
[23] Bkz. Rahman: 55/ 7-9; Nahl: 16/90 vb.
[24] Bkz. Nâzi'ât:
79/21-24; Kasas: 28/38; Şu'arâ:
26/29
[25] Bkz. Hatemi,
Hüseyin. İnsan Hakları Öğretisi, s.225 294
[26] Fahrettin Yıldız, Kur’an
Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 291-294.