B- Anlamları Yönünden:

 

Hamd sözü, çoğunlukla “Hamd .Allah'a aittir.” Anlamına gelen “Elhamdülillah” formülüyle söylenmektedir. Bu cümlenin başka anlamları da vardır. Bu anlamları şöylece belirleyebiliriz: Elhamdülillah cüm­lesinin başında belirlilik takısı olarak yer alan “Eliflâm”ın âm harfi, cins bildirmek için olup, “Hamd cinsinden olarak bilinen şeylerin hepsi yalnız Allah içndir,” demek­tir.

“Elhamdülillah” ın başında bulunan be­lirlilik takısı, ilmi ifadesiyle “and” için ola­bilir. Buna göre anlamı şudur: “Tam ve ger­çek anlamıyla Allah'ın Rasûlleri ve salih kulların hamdi yalnız Allah'a aittir.”

Aynı harfler “umum ve istiğrak” için de olabilir. Bu durumda bütün hamd ve sena­lar hak itibarıyla Yüce Ma'bud'a aittir, de­mek olur:

Hamd'in bir başka tanımı da şudur: Yüce Allah'a karşı, kulların memnuniyet ve sevinçlerini, O'na şükürlerini bildirmeleri demektir.                                                    .

Hamd ile ilgili sözlerden biri olarak kul­lanılan “Hamdele”, “Elhamdülillah” sözü­nün söylenmesi demektir. Hamd'in sözlük manâlarından biri de “Her hangi bir varlı­ğı güzelliklerle nitelemektir.” Yine Hamd, iradeli olarak yapılan güzel ve iyi işlere kar­şı, onları yapanı övmektir.

Hamd'i sadece “övmek” diye tercüme edersek yanılırız. Çünkü insan diriyi de, ölüyü de hatta taşı, toprağı da medhedebilir. Örneğin, güzel bir inciyi görür ve onu medh edebilirsiniz. Fakat ona hamd edemezsiniz, îyilik görseniz de görmeseniz de bir insanı medh etmeniz mümkündür. Fakat bir insanı medh edebilmek için, ondan kesin olarak iyilik görmüş olmanız gerekir. Gayri ciddî olarak medh etmek çirkin bir davranıştır. Oysa hamd etmekte çirkinlikten eser yok­tur, olmamalıdır.

Medh olunan bir kimsenin, bir veya birkaç yönü medh edilebilir. Fakat hamd et­mekten maksat, nimet verme, iyilik etme çe­şitlerinden belirli bir fazileti ve üstünlüğü övmektir.

Hamd etmek yerine “şükretmek” de di­yemeyiz. Çünkü biz, ancak kendimize ya­pılan bir iyiliğe karşı şükreder ve teşekkür ederiz. Hamdetmek için ise, iyiliğin bize ulaşması gerekli değildir. İyiliğin başkasına ulaşmış olması da hamdetmek için yeterli­dir.

Bir diri de, bir ölü de medholunabilir. Yaptığını kendi isteğiyle yapanı da, yapma­yanı da nıedhetmek mümkündür. Yüce Al­lah'a karşı ise, yalnız hamd edlir. Çünkü Yü­ce Allah daima diri ve yaptığını Yüce iradesiyle yapan yegane varlıktır. Kul O'na hamdetmekle O'nun yaptığını iradesiyle ya­pan yüce bir varlık olduğunu da tanımış olur.

Allah'a hamdetmenin, Allah'a şükret­meğe üstün olduğu da böylece anlaşılmış olur. Şükretmek, kişiye ulaşan bir iyiliğin, bir nimetin karşılığıdır. Hamdetmekle, nimet ister kişinin kendisine, isterse bir başkasına ulaşmış olsun hamde layık olan Allah'ı öv­müş ve kişi kendi adına Allah'a hamdettikten başka O'nun nimetine kavuşan bütün varlıklar adına da aynı vazifeyi yerine ge­tirmiş olur.

Kul “Elhamdülillah” demekle, hamdolunmak Allah'ın hakkıdır, demiş olur. Çünkü Allah, nimetlerinin bolluğu ile, kullarına karşı çeşit çeşit lutuflarıyla hamde en lâyık olandır. Hamd yalnız O'na yaraşır ve başka hiç bir varlığa yakışmaz. Çünkü her nimeti veren O'dur, verdiği hiç bir nimeti, bir kar­şılık bekleyerek vermemiştir. O'nun nimetle­ri bütünüyle ihsandır. Onun için hamd, yal­nız Allah'a yaraşır. Lütfettiği her nimet, O' nun eseridir. Allah'ın yarattığı her nimet, mutlaka bize fayda verir, zarar vermez ve mutlaka ardı arkası kesilmez. Nimetin bu şartları taşıyanını yaratmak yalnız Allah'a ait olduğu için, biz de yalnız O'na hamdederiz. Fakat nimetlerine karşı şükretmekten de aciz olduğumuzu bilerek hamdederiz. Çün­kü O'nun nimetleri o kadar çoktur ki bun­ları aklımızla da gönlümüzle de kavramak­tan aciz kalırız. Ancak O'nun bize verdiği kudret derecesinde yine O'na hamdederiz. O' na hamdettiğimizi söylemekten maksadımız, bize her nimeti veren Allah'ın kemâl, celâl ve cemâl sıfatlarıyla vasıflanan bir varlık olduğunu tanımak ve O'na karşı duyduğu­muz şükranı, gönlümüzün bütün coşkunlu­ğunu anlatan kelimelerle ifade etmektir. Gü­cümüz buna yettiği için bu kelimeleri kulla­nıyoruz. Yoksa, bu kelimelerin Allah'ın ni­metlerine denk olduğunu iddia etmiyoruz. Böyle bir iddiadan o kadar uzağız ki uzaklığımızı da kelimelerle ifadeden aciziz. Yok­sa şükranımız, bir çeşit müşriklik olurdu. Çünkü Allah'ın nimetlerine denk olmak id­diasında bulunulurdu. Buna ise imkân yok­tur. Biz hiç bir vakit hamdimizi ve şükranımızı O'nun nimetine denk tutmak gibi bir günahı işlemeyiz. Bizim hamdimiz ve şük­ranımız kendi içimizden fışkıran bir vazife hissidir. Ve biz bu vazifeyi, aczimizle birlik­te elimizden geldiği kadar yaparız. Yoksa bütün kuvvetimiz bu vazifenin yerine geti­rilmesine imkân bulamaz. Fakat bu aczi­miz de şükranımızı ifadeye yardım ettiği için onunla teselli buluruz.

Biz hamdetmekle geçmişe de, geleceğe de bağlantısı olan bir harekette bulunuruz. Yani Allah'ın geçmişte erdiğimiz lutuflarına hamdettiğimiz gibi, gelecekte de nail olaca­ğımız ihsanlarına şükretmiş oluruz. Geçmiş­te nail olduğumuz nimetler, bizi itaate teş­vik eder ve biz bu nimetlere şükretmekle ak­lımızı da gönlümüzü de O'nun yeni nimet­lerini karşılamak için açarız. Hamdimiz maziye bağlantısı yüzünden, Cehennem kapıla­rını kapar, istikbale bağlantısı yüzünden cennet kapılarını yüzümüze açar. Mazi ile alakası bakımından, Zat-ı Kibriya ile aramız­da gerilen perdeleri kaldırır, istikbale olan ilişkisi bakımından, gözümüzün önünde ma­rifet kapılarını açar. Kibriyanın celaline na­sıl son yoksa, kulun da Allah'ı tanımak yo­lunda aşacağı derecelerin sonu yoktur ve bütün bunların anahtarı Allah'a layık oldu­ğu şekilde hamdetmektir.