İstiâze ile İlgili Hadisler

 

Ukbe b. Âmir (r.a.) Şöyle dedi:

“Ben yolculuk esnasında Resûlullah (s.a.v.)ın devesini yularından tutup çekerdim. Bir keresinde Resûlullah (s.a.v.) bana:

“Ey Ukbe! Allah'a sığınma hususunda en ha­yırlı iki sûreyi sana öğreteyim mi?” buyur­du, sonra bana “Felâk ve Nâs” surelerini öğretti. Daha sonra insanlara, sabah nama­zını, bu iki sureyi okuyarak kıldırdı”.

Yine Ukbe b. Âmir (r.a.) şöyle dedi. “Ben Resulullah'la (s.a.v.) beraber Cuhfe ile Ebva arasmda gidiyordum, birden şid­detli bir rüzgâr ve karanlık bizi kuşatıverdi. Peygamber (s.a.v.), hemen “Felâk ve Nâs” surelerni okumaya başladı. Bana da: “Ey Ukbe: Bu iki sureyi okuyarak Allah'a sı­ğın, Allah'a sığınanlardan hiç biri o ikisi gibi başka bir şeyle O'na sığmmamıştır. (Özellikle bu iki sure sığınmanın en iyisidir.)” Da­ha sonra Ukbe şöyle diyerek sözlerini biti­rir: “Resûlullah (s.a.v.)ın bu iki sureyi (Felâk ve Nâs) okuyarak namaz kıldırdığı­nı işittim.”

Ömer b. Hattab (r.a.) şöyle dedi: Hz. Peygamber (s.a.v.) Şu beş şeyden Allah'a sığınırdı: Korkaklıktan, Cimrilikten, Çok yaşlanıp aciz düşmekten (kötü ömür), (Kalb ve göğüs fitnesinden (bâtıl inanç ve hased'lerden), Kabir azabından.

Ebû Sâid el-Hudri (r.a.) den: Resûlul­lah (s.a.v.) gece namaz kılmaya kalktığın­da, namaza başlar sonra “sübhaneke” dua­sını okurdu. Bundan sonra üç kere, “Allah'dan başka hiç bir ilah yoktur” anlamına ge­len lâ ilahe illallah” kelime-i tevhidini söy­lerdi. Sonra da üç kere “Allahü ekber kebiren” der ve “koğulmuş şeytanın kalbe getire­ceği kötülüklerden kibirden, üflemesiyle sih­rinden, fısıltısından, Allah'a sığınırım” di­yerek O'na sığınır, sonra da Kur'an okuma­ya başlardı.

Enes bin Mâlik (r.a.)'den: Resulullah (s.a.v.) şöyle diyerek Allah'a sığınırdı: “Allahım; acizlikten, tembellikten, korkak­lıktan, cimrilikten, çokça yaşlanıp ihtiyarla­maktan, kabir azabından ölüm ve hayat fitnesinden sana sığınırım.

Abdullah İbni Abbas (r.a.) dan: O' şöyle dedi: Resulullah (s.a.v) ashabına, şu duayı bir Kur'an suresini öğrettiği gibi öğretiyordu: Allahım; Cehennem azabından, Mesih Deccal'ın fitnesinden, ölüm ve hayat fitnesinden sana sığınırını”.

Hz. Aişe (r.a.) den, peygamberimiz (s.a.v.) in şöyle diyerek Allah'a sığındığı ri­vayet olunmuştur: “Allah'ım cehennem ate­şinin fitnesinden ve azabından yoksulluk sefaletinden, zenginlik gururunun şerrin­den sana sığınırmı”

Ebu Hureyre (r.a.) den: Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle diyerek Allah'a sığınırdı.

“Allahım; fakirlikten, iyiliklerin azlığın­dan, zületden, alçaklıktan, zalim olmaktan ve mazlum olmaktan sana sığınırım”.

Ebu Hureyre (r.a.) den, Resulullah (s.a.v.) in şöyle diyerek Allah'a sığındığı ri­vayet edilmiştir.

“Allah'ım Şikak'tan (uyuş­mazlık ve bozuşmaktan), nifaktan, (iki yüz­lülükten) ve kötü ahlaktan sana sığınırım.”

Yine Ebu Hureyre (r.a.) den: Resulul­lah (s.a.v.) in şöyle diyerek Allah'a sığın­dığı rivayet edilmiştir.   

“Allah'ım; Şu dört şeyden sana sığınırım: Fayda vermeyen ilim­den, Huşu duymayan kâlbden, doymayan nefisden ve kabul olmayan duadan sana sı­ğınırım.”

Enes b. Malik'den: Resulullah (s.a.v.) ın, şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir.

“Allahım; Fayda, vermeyen namazdan... sana sı­ğınırım”.

Hz. Aişe (r.a.) ye, Resulullah (s.a.v.) ın (Allah'a sığınma konusundaki) duasın­dan sorulduğunda o şöyle dedi: Resulullah (s.a.v.) “Allahım yaptığım ve yapmadığım şeylerin şerrinden sana sığınırım” diyerek Allah'a sığınırdı.

Şekil b. Hamid (r.a) Ben, Ey Allah'ın Resulü; Kendisiyle Allah'a sığınacağını bir duayı bana öğretseniz dedim. Resulullah (s.a.v.) Allahım! İşitmemin (kulağımın), görmemin (gözümün), dilimin, kalbimin ve şehvete sevkeden menimin (zinanın) şer­rinden sana sığınırım” diyerek dua et bu­yurdu.

Ebu Yüsr  (r.a.)den, Resulullah (s.a.v.) in şöyle dua ederek Allah'a sığındığı ri­vayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v.): Allah'­ım bir yere düşüp ölmekten, yüksek bir yer­den düşerek ölmekten, boğularak ve yana­rak ölmekten, ölüm anında şeytanın beni kuşatarak yaptığım hayırlı işleri boşa çıkar­masından, senin doğru yolundan (dininden) yüz çevirmiş olarak ölmekten, zehirli bir hayvanın ısırması sonucu aniden ölmekten, sana sığınırım. Allah'm.

Enes b. Malik (r.a.) den: Resulullah (s.a.v.) şöyle dua ederek Allah'a sığınırdı; “Allah'm; Alaca illetinden (hastalığından), aklın yok olmasından (delilikten), cüzzam hastalığından, insanların tiksineceği her hangi bir hastalığa mübtelâ olmaktan (ya­kalanmaktan) sana sığınırım”

Ebu Said el -Hudri (r.a) Bir gün Re­sulullah (s.a.v) Mescide girdi. Bir de ne görsün; Ensardan Ebu Umame adındaki bir adam orada oturmaktadır. Resulullah (s.a.v.) ona:

“Ey Ebû Umame; Namaz vakti ol­madığı halde seni burada (mescid'de) gör­memin sebebi nedir? Niçin buradasın?” Ebû Umame:

Üzüntüler, kederler ve ödemem ge­rekli olan borçlar dedi. Resulullah (s.a.v.):

“Sana, okuduğun (ve gereğini yaptığın) za­man kederini giderek ve borcunu ödete­cek bir dua öğreteyim mi?” buyurdu. Ebû Umame:

“Evet ey Allah'ın Resul'ü öğret.” Resulullah. (s.a.v.):

“Sabah akşam Allah'­ım! Üzüntü ve kederden, acizlik ve tembel­likten, korkaklık ve cimrilikten, aşırı borç­lanmaktan ve insanların kahrından sana sı­ğınırım diyerek dua et” Buyurdu.

Ebu Said el-Hudri (r.a.) den: Resulul­lah (s.a.v.), Cinden, fena gözden, Allah'a sığınırdı. Nihayet Muavvizeteyn (Felak ve Nâs) sureleri nazil olunca bu ikisiyle Al­lah'a sığınmaya başladı. Diğer teavüzleri (sığınmış lafızlarını) bıraktı.

Ebu Hureyre (r.a.)den: Şöyle dediği ri­vayet olunmuştur: Resulullah (s.a.v.) cehd-i belâ'dan (insanın çekmeğe ve defetmeğe güç yetiremediği güçlüklerden), derk-i şekâ'dan (insanı ölüme kadar sürükleyen zorluklardan), Sû-i kaza'dan (kötü ve çirkin olan işlerden), Şemâtet-i a'dâ'dan (Düşmanın sevinciyle meydana gelen hü­zün ve kederden) Allah'a sığınırdı.

Âişe (r.a.) den rivayete göre, Nebi (s.a.v.) şöyle dua ederdi: Allahım; Tenbellikten, bunaklık derecesinde ihtiyarlıktan (her çeşit) günahtan, ödleklikten, kabir sualinden ve kabir azabından, zenginlik gururunun şerrinden, yoksulluk sefaletinden, sana sığınırım. Allah'm; Bir gözü silik Deccal'ın şer­rinden de sana sığınırım. Allah'ım; günah­larımın kirini kar, buz suyu ile yıka. Kal­bimi de günahlardan -beyaz elbiseyi kirden temizler gibi- pakla; benimle günahlarımın arasını da doğu ile batı arası uzaklığı ka­dar uzak kıl.

Ebu Hureyre (r.a)den rivayete göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur. Siz­den herhangi birinize şeytan gelirde : (Şu­nu ( böyle kim yarattı? (Bunu) böyle kim yarattı?, En sonunda Rabbini kim yarattı? (diye vesvese verir) de şeytanın vesvesesi Rabbı'nıza kadar erişince, o vesveseli kişi hemen “Eûzubi'llahi mine'ş - şeytanir - racîm, diyerek Allah'a sığınsın; Ve vesveseye son versin:

“İstiâze” ile ilgili Ayet ve Hadisler dik­katlice incelendiği zaman, onun temel ku­rallarının tam bir açıklığa kavuştuğu görü­lür. Bu kurallarından ilki olan İstiâze, insa­nın, Allah'a sığınmak istemesi, O'nun rahmetini iltica etmesi, insanlık için gönderdiği dininin esaslarına teslim olarak tüm kötü­lüklerden korunma isteğini dili ile söyleme­sidir, însan bu söz ile, dinine ve dünyasına zarar veren her türlü âfetlerden korunma­yı Allah'dan istemektedir. Böylece Allah'ın, her şeye güç yetiren mutlak kudret sahibi yüce bir varlık olduğu, inancına varılır. Bu inancın anlamı, Allah'ın Rabliği'nin yüceli­ği ve insanın bu yüce varlık önündeki aciz­liğini kabul etmesidir. İstiâze îslâm dininde bu imanla geçerlilik kazanır.

İstiâze'de ikinci unsur, “sığman ve sı­ğınmaya muhtaç olandır.” Allah'a sığınan sadece bir şahıs değildir. Bütün yaratıklar O'na sığınmaya muhtaçtır. Konu ile ilgili geçen ayet ve hadislerden de anlaşılacağı gibi Peygamberler bu konuda en güzel ör­nek olmuşlardır.

Allah'a sığınmada bir diğer kural ise, “kendisine sığınılandır”. Ayet ve Hadisler­den kendisine sığınılan ve sığınılması gere­ken yüce varlığın “Allah” olduğunu öğrenmekteyiz. O'nun hak dini, insanlığı tüm kö­tülüklerden koruyan ilahi bir sığınaktır.

İstiâze'nin bir kuralı da “kendisinden kaçından, kötülüğünden sakınılandır”, Kur'an ve sünnet, kaçınılan ve kötülüğünden sakınılması gereken varlıkların şeytan ve onun temsilcisi bulunduğu tüm kötülükler olduğunu kesin olarak ortaya koymaktadır.

İnsanların, Allah'a sığınmaları, O'nun emirlerine bağlı kalarak, yasaklarından ka­çınarak, azgın ve koğulmuş şeytandan ve her türlü kötülüklerden uzaklaşmaları ile mümkündür. Allah'ın yüce buyrukları doğ­rultusundaki bir yaşayış kötülüklerden ka­çış ve Allah'a sığınıştır. İnsan, daima Kur'an'a yönelmeli, O'ndaki gerçekleri Allah'ın istediği şekilde yerine getirmelidir.

Kur'an'ın bildirdiği ilahi kuralları ye­rine getirirken onu Allah'ın dininden uzak­laştıran bir duygunun, düşüncenin, varlığın, sistemin şeytan veya onun temsilcisi duru­mundaki şeytani bir kötülüğün olabileceği bilincinde bulunmalıdır.

Bu bölümü “İstiâze”nin İslamdaki hük­münü de belirterek bitirmek istiyoruz.

Kur'an okumaya başlamadan önce “istiâze” müstehap'tır. Namazda gizli olarak okunması ise sünnetdir. “İstiâze ile emir anlamı ile emirdir.” Bunun anlamı şudur:

“İstîâze” cümlesinin okunmasının emredilmesi, aslında anlamının düşünülmesinin emredilmesidir. Kur'an okumaktan istifade edebilmek için öncelikle şeytandan Allah'a sığınmak lâzımdır. Bu ise esasen kalbin bir fiilidir. Onun için alimlerin çoğunluğu lafzan istiâze, yani “Eûzubillahi mineşşeytanirracim” demek vacib değil, müstehaptır[1] demişlerdir”

 

 



[1] Allah'ın buyruk ve yasaklarından sorumlu olan (mükellef) kimselerin, davranışları İslam Di­ninde bazı terimlerle değerlendirilmiştir. Bu terimler şunlardır:

a) Farz: Allah'ın, kullarına yapılmasını em­rettiği iş ve ibadetlere denir.

b) Vacip: Allah'ın insanlardan yapılmalarını istediği fakat farz kadar kesinlik taşımayan iş ve ibadetlere denir.

c) Sünnet:Peygamberimizin, hayatı boyun­ca söylediği sözlere, iş ve davranışlarına denir.

d) Müstehah: Yapılması tavsiye edilen dav­ranışlara denir.

e) Mübah: İbadet niteliği taşımayan, dinin buyruk ve yasaklarıyla ilgisi olmayan davranışlara denir.

f) Haram: Binimizin yasaklarına denir.

g) Helâl: Dinimizce uygun görülmüş, müsade edilmiş işlere denir.

h) Mekruh: Yapılması iyi karşılanmayan iş ve davranışlara denir.

ı) Müfsid: İbadetleri hükümsüz ve geçersiz hale getiren şeylere denir.

Örnek: Oruçlunun bilerek yemesi gibi