«ÖTEKİ TÜRKİYE»'DE  KALEM MAFYASI

Kalem de kuşkusuz bir araçtır, ama çok önemli bir araçtır. Hatta onu maharetle kullanabilecek olanların elinde etkin bir silaha dönüşebilir. Sadece anlamsız ve çocuksu mektupların ve bugün artık çoğu sıradanlaşmış olan kitapların yazılımında değil, insanları korkunç büyüklükte borç altına sokan senetlerin ve idam kararlarının altına imza atılmasında da hep kalem kullanılmıştır.

1500 yıldır milyarlarca insanı meşgul etmiş olan Kur'an'da, «Kalem» adını taşıyan bir sure vardır. Bu surenin başında kalem üzerine yemin edilmiştir. Yazılan satırlara da yemin edilmiştir. Şu halde kalemin kutsiyeti vardır. İnsanlık tarihini, insanoğlunun bu dünyadaki beyin gücünü, zekâ potansiyelini ve bilgi birikimini sayfalara döken kalemin kavram olarak taşıdığı önem, dünya kütüphanelerini dolduran milyonlarca kitabın muhteşem tanıklığı ile ortadadır.

Birçok tarihi mesajda ve edebî eserlerde kalem ve kılıçtan birlikte söz edilir. Bu da çok anlamlıdır. Kalemle kılıcın tarihsel birliktelikleri bu iki aracın keskinlikte ve heybette eşdeğerde olduklarını göstermektedir. Kalemler ve satırlar, iletişimin ve bilişimin tarihi sembolleridir. Bu iki şey halâ yaşamın vazgeçilmez en ünlü, en geçerli ve en saygıdeğer araçlarıdır. Satırlar, yazılar ve kitaplar insanlık için gerçekten çok önemli varlıklardır. Bunların hepsi de kalemi çağrıştırır. İnsanlar genelde bilgi alışverişinde ve yazılı iletişimde kalem kullanmıştır. Bugünse kalem, çeşitli boylarda, çeşitli renk ve kalitelerde milyonlarca insanın cebinde yerini almış bulunmaktadır. Günümüzde klavyeler, belli oranda kalemlerin yerini almışsa da kalem, özellikle kavram olarak yine de ününden ve öneminden henüz bir şey yitirmiş değildir.

Kalemin fizik şekli ve maddesel yapısı önemli olmayabilir. Genelde de öyledir. Çünkü örneğin bir zimmet senedinin ya da hakaret dolu bir mektubun altına atılan imzada -hangi kalem kullanılırsa kullanılsın- bu imzadan sonra gerçek anlamda aranan ya da sorgulanan borçlu ya da sanık, kalem değil, kalemi kullanan kişinin rolüdür. Yani temelde insanları meşgul eden şey, kalemin kendisi değil, onu kullananın düşüncesidir. Tıpkı arının iğnesi değil, balının ya da zehrinin ihsanları meşgul ettiği gibi. Ama arı birini soktuğu zaman, o sırada canı yanan insan da kolay kolay aklına balı getiremez. Kalemin de işte böyle bir yanı vardır. Bazen aynen arının hatta yılanın iğnesi gibi soktuğu yeri acıtır, sızlatır ve zehirler.

Eğer kalem, hünerini ve bilgilerini kötüye kullanan birinin aracı haline gelmişse işte o kalem her zaman zehir kusabilir. Esasen bilgisini ve hünerini kötüye kullanan, insanın bizzat kendisidir. Zavallı kalem, kuru, cansız bir araçtan öte bir şey değildir. Evet kalem, yazılı anlatım aracı olarak bu alanın felsefesinde de önemli bir sembol niteliğini taşır ve bundan böyle de taşıyacaktır. Ne var ki bilgisini, nüfuzunu, yeteneklerini ve olanaklarını insanların felâketi ve mutsuzluğu için kullanan insanın elindeki kaleme öfkelenmek hiç de akılcı değildir. İşte bu nokta bizi amaçla aracın ayrıldığı kavşağa getirmiş oldu.

Tabiatıyla cansız araçlara suç yüklemek doğru olmaz. Onların alet edildiği amaçlar önemlidir. Aracı, insan kullanıyorsa büyük önem taşır. Eğer onu bilgili ve hünerli insan kullanıyorsa aracın da amacın da taşıdığı önem çok daha büyük olur. Özellikle kalem ve onunla birlikte bugün bilişim ve iletişimde kullanılan araçların tümü, bilgi ve hüner sahibinin elinde cennetin ya da cehennemin birer anahtarı olabilirler.

Egoizmin azdığı günümüzde bütün araçlar gibi kalem de  daha çok cehennemin anahtarı haline gelmiştir. Bu nokta bize okumuş insanın, -eğer ahlâksız ise-, okumamış insana göre daha çok tehlikeli olacağını anlatmaktadır. Esasen okumuş, geniş bilgi birikimine sahip olmuş yetenekli insanın vereceği yarar da zarar da çok büyük ve etkili olur. Özellikle bilgili ve yetenekli insanın yıkıcılığı, cahilinki ile karşılaştırılamayacak kadar büyük tehlike arz eder. Hele böyle bir insan eğer ahlâktan yoksun ise onun neden olabileceği yıkıcılığın ve tehlikelerin boyutlarını tahmin etmek bile güçtür. Evet hiçbir cahil hırsızın ve caninin, sıradan hiçbir sapığın şerri, ahlâksız, ancak bilgi ve yetenekte üstün bir insanın şerri kadar büyük olmaz. Nitekim eskiden beri savaşlara, katliamlara, darbelere ve işkencelere öncülük etmiş zalimlerin, tağutların ve kanlı diktatörlerin hemen hepsi de eğitim görmüş insanlardır.

İlginçtir ki bilgilerini ve hünerlerini kötüye kullanan bu insanlar, -ilâhi adaletin bir gereği olarak-  ahlâk çöküntüsüne uğramış olan kendi toplumlarına ilk önce musallat olurlar. Çünkü bu tip insanları yetiştirenler, onların bizzat kendi toplumlarıdır. Çocuğunu okula gönderirken her gün ona «arkadaşlarından dayak yememesini, tam tersine eğer biri kendisine dokunursa haddini bildirmesini» öğütleyen anne ve babalar, yakın gelecekte okumuş kültürlü birer canavar yetiştirmeye çalıştıklarının belki farkında bile olmazlar. Ama bir gün gelir başka bir ailenin aynı öğütlerle yetiştirdiği daha fazla okumuş, daha kültürlü ama daha azgın bir canavara kendileri de çocukları da yem olurlar.

Bu ilgiyle Türkiye'nin, son yıllarda bu çığırda mesafe almaya başladığını söylemek kısmen örtülü bir gerçeği tartışmaya açmak bakımından büyük önem taşır. İlginç türleriyle ve ilginç yöntemlerle ahlaksızlığın ileri derecede yaşandığı ülkemizde genel olarak okumuş insanların, özellikle de kalemleri ile büyük şöhret olanların işlediği öyle sinsi suçlar vardır ki bunları suç olarak tanımlamak hemen hemen mümkün değildir. Dolayısıyla bu suçları önlemek de mümkün değildir.

Çok tehlikeli şebekeler haline gelmiş olan yazar çizer grupları Türkiye'de, son yıllarda tam anlamıyla birer mafya örgütüne dönüşmüşlerdir. Bu gruplar, (karşıt kamplar imiş gibi) zaman zaman birbirlerine karşı sürdürdükleri danışıklı kavgalarla toplumun dikkatini kalemlerinden dökülen her kelimenin üzerinde toplamayı başarabilmektedirler. Onun bunun göz nuru ile gönül coşkusuyla yıllar boyu emek vererek yazdığı kitabından, makalesinden, araştırmasından, şiirinden aşırdıkları parçaları ek bağlantılarla birbirine iliştirerek kitap yazan tez hazırlayan, ansiklopedi yayınlayan bu hırsızlar, aslında halkı geri zekâlı bir sürü olarak görmektedirler.

Bu insanlara hangi karanlık yollarla ve hangi çirkef amaçlarla ün kazandırıldığını, Araştırmacı-yazar, gazeteci, siyasetbilimci-analist ve strateji uzmanı gibi sıfatlarla her gün TV. Ekranlarına bu adamların nasıl taşındığını, yüksek tirajlı gazetelerin köşelerine nasıl yerleştirildiklerini, o zevksiz, yavan, çoğu anlamsız cümlelerle tıkıştırılmış kalın kalın romanlarının hangi propaganda fırtınalarıyla kapışıldığını, dedikodu ve fesat dolu sözde makalelerinin yıkanmış beyinlere nasıl boşaltıldığını bu ülkede ne yazık ki hiç kimse merak etmemektedir. Toplum bu derece hipnoza sokulmuştur. İşte bu yüzdendir ki kalem mafyası toplumu geri zekâlı bir sürü olarak görmektedir.

Türkiye'de kalem mafyasının genel ahlâk üzerinde meydana getirdiği tahribat, toplumun geleceğini tehlikeye sokacak çok derin izler bırakmıştır. Bugün Türkiye'de laikçisinden tarikatçısına, Nurcusundan satanistine, mezhepçisinden tekfircisine, hümanistinden ırkçısına kadar ortalıkta varlık gösteren bütün marjinal kampların arkasında mutlaka bu mafyanın bir kolu vardır. Bu kampları zaman zaman manipule eden odaklar, büyük ölçüde kalem mafyasıyla işbirliği etmektedirler. Dolayısıyla kalem mafyası Türkiye'de dış güçlerin çok tehlikeli ve sinsi taşeronlarından biridir.

Türkiye'de tarihsel altyapısızlığın ve kültür fukaralığının neden olduğu kimlik bunalımı, bu mafyanın oluşmasında çok büyük bir rol oynamıştır. Bu nedenledir ki hemen hiç kimse kalem mafyasına karşı herhangi bir önlem alamamaktadır. Çünkü bu konuda toplumun tedbir olarak kullanabileceği ne bir savunma sistemi, ne de böyle bir sistemde işleyebileceği alternatif malzemeler vardır. Evet toplum, kalem mafyasına karşı hangi bilimsel, kültürel ve tarihi malzemeyi kullanabilecektir? Hangi otoriteye baş vuracaktır? Bunlarla uğraşacak olursa kendini nasıl koruyabilecektir? İşte bu soruların cevabı maalesef yoktur! Çünkü kitap, kalem, roman, şiir, makale ve hatta kültür sözcükleri bile Türkçe değil, yabancıdırlar. Üstelik kalem mafyasından çekinmeyen hiçbir kişi, kurum ve kuruluş da yoktur! Bununla birlikte halk, bugün kendine ait özgün değerler olarak hemen hiçbir şey bulamamaktadır. Bu nedenle bilimin, bilginin ve kültürün temsilcileri olarak zoraki şekilde ön plana çıkmış bir avuç insan, masonları, siyonistleri ve küresel yozlaştırma savaşının karanlık odaklarını arkalarına alarak kalemleriyle bu toplumun zaten zayıf olan değerlerini de hızla aşındırmaya çalışmaktadırlar.

Unutmamak gerekir ki başta siyaset mafyası olmak üzere, ekonomiyi kemiren hortumculardan, ülkeyi bir Amerikan karakoluna çevirmiş olan «Balkanlılar polit Bürosu»'na kadar Türkiye'de bütün karanlık güçler kalem mafyası sayesinde insanların beyinlerine ve ruhlarına sızabilmektedirler.   

Gerçekleri çarpıtan, değerleri yozlaştıran, evrensel düşünceyi aşındıran, küresel emperyalizmin reklamını yapan, bununla birlikte halkın emeğini sömüren, eğitimsiz geniş halk tabakasına «taban» diyerek kendilerini «tavan» gibi gören, kendi toplumunu küçümseyen ve onu yanlış yönlendiren işte bu mafyadır. Medya terörünü körükleyen, savunmasız insanların kişilik haklarını çiğneyen, polisten önce vatandaşların mahrem mekânlarına kadar girerek onları rahatsız eden, yargıdan önce insanları yargılayan ve birçok masum kişinin bilgisiz kalabalıklar tarafından girişilen protesto yağmurlarıyla linç edilmesine neden olan anarşistlerin arkasındaki güç yine işbu kalem mafyasıdır.

Hiçbir ahlâk kuralına saygı göstermeyen bu mafyanın işlediği çok çeşitli, ancak kamufle edilmiş öyle suçlar vardır ki bunların içinde en iğrenç olanı «İntihâl» suçudur. Yine kültür fukaralığı yüzünden bugün milyonlarca insan ne bu kelimenin, ne de bu suçun anlamını bilmektedir.

«İntihâl» Arapça «İntehale» filinin türevlerinden bir mastardır. Başta İbn. Manzur'un Lisanu'l-Arab adlı, ünlü ansiklopedik lügatı olmak üzere kaynaklar bu kelimenin anlamını özet olarak şöyle vermektedirler:

«Kişinin, başka birine ait anlamlı bir sözü, bir eseri ya da bilimsel bir tezi kendine mal etmesine intihal denir.». öyle ise intihâl bilgi hırsızlığı anlamına gelmektedir.

Literatürde, hırsızlık çeşitli kategorilere ayırmaktadırlar. Bunların içinde en iğrenç olanı, hiç kuşkusuz, «intihâl» adıyla bilinen ilim hırsızlığı olsa gerektir. Çünkü bu suçu işleyen kişi, her şeyden önce başkasının hakkını çok sinsi ve çok acımasız şekilde çiğnemiş olur. Ondan sonra da uzun yıllar eğitim gördüğü, geniş kültür ve bilgi aldığı için kendisine bu yüzden saygı gösteren insanlara büyük bir saygısızlık yapmış olur. Bilindiği üzere, dünyanın her yerinde insanlar bilginlere, şairlere, düşünürlere, fikir adamlarına ve aydınlara haklı olarak saygı gösterirler. Şu halde bu insanların da hem yıllarını verdikleri ilmin haysiyetine, hem de insanların gösterdiği saygıya, elbette ki saygı ile karşılık vermeleri gerekir. Sonuç olarak denebilir ki bu suçu işleyenler sadece çaldıkları eserin sahibine değil, aynı zamanda, hem bilimin onuruna, hem kendi onurlarına, hem de bilgi ve uzmanlıklarından dolayı kendilerine saygı gösteren çevrelerine ihanet etmiş olurlar. Suçun büyüklüğü işte buradan anlaşılmaktadır.

Son yıllarda Türkiye'de ne yazık ki üç profesör bu iğrenç suçu işledi. Bunlardan ikisinin suçları ortaya çıktı ve rezil oldular. Ancak yine de bu adamların yüzleri bir parça bile kızarmadı. Çünkü pişmanlık gösterip çaldıkları eserlerin sahiplerinden ve toplumdan özür dilemediler. Yaptıkları da galiba yanlarında kâr kaldı. Çünkü bunların hakkında herhangi bir yargılama yapılmadı ve yaptırım da uygulanmadı. Üçüncüsüne gelince bu adam halâ hırsızlığa devam etmektedir. Çünkü bu işi son derece maharetle yapmakta ve aslında planladığı suçu büyük bir ustalıkla işlemektedir. Tabir caizse karda gezmekte, fakat izini belli etmemektedir. Bu nedenle de şimdiye kadar deşifre edilememiştir. Daha çok, -geleceğe umutla bakan ve bu umutla kariyer yapmak isteyen- gençlerin doktora tezlerine musallat olan bu adam, eğer günün birinde bu gençlerden cesur birinin hayatını karartmaya yeltenirse belki o zaman suçüstü yakalanabilecektir.

Kalem mafyasının bu ülkede yaptığı tahribat gerçekten tüyler ürperticidir. Onun için ülkemiz halâ «ÖTEKİ TÜRKİYE» olma niteliğini korumaktadır. Araştırmacılar da bu konu üzerinde henüz tam anlamıyla yoğunlaşmış değildirler. Umulur ki bu makalemiz cesur meslektaşlarımıza ilham kaynağı olur, bilim ve kariyer kisvesine bürünmüş bezirganların sırlarını bir gün ortaya çıkarırlar ve toplumun bunlardan temizlenmesine hizmet ederler.

Ferit AYDIN