BU SÖZLERE KİMİ İNANDIRABİLİRSİNİZ?!!!
«Türkiye dünyada laik ve
demokratik bir rejime sahip tek Müslüman ülke konumunda. Bu açıdan Batı dünyası
için de özgün bir model oluşturuyor.»
Bu sözler, egemen azınlığın ezberlediği
ve her fırsatta söylediği iki meşhur cümledir. Dilerseniz, internete girip
arama motorlarına bu kelimeleri yazınız, yukarıdaki iki cümleyi içeren onlarca
dokümanın ekranınızda listelendiğini hemen göreceksiniz.
Türkiye'de ortalığa serpişmiş onlarca
tarikat ve mezhebin yer altı faaliyetlerini, yönetimle tarikatlar arasındaki
çekişmeleri ve bu ülkede her gün yaşanan din kavgalarını eğer biraz
irdelerseniz, yukarıdaki sözlerin gerçeği yansıtıp yansıtmadığını anlarsınız.
Yukarıdaki iki cümle içinde çok
ilginç üç kelime geçmektedir. Bunlar; Laik, Demokratik ve Müslüman
sözcükleridir. Fakat Türkiye'deki kültür ve bilgi yoksulluğu bu kelimeler
üzerinde insanların derin düşünmesini engellemektedir. Her şeyden önce kimse «İslam»
ile «Müslümanlık» arasındaki uçurum hakkında en ufak bir bilgiye bile
sahip değildir. Bu nedenle Müslümanlıktan amaç eğer İslam ise, Türkiye'nin
gerçekten bir İslam ülkesi olup olmadığı sorusuna bugün yanıt verebilecek
birini hemen hemen bulamazsınız! Dolayısıyla, her şeyden önce Türkiye
toplumunun hangi dine (İslam'a mı, Müslümanlığa mı) bağlı olduğunu bilmeden
konuşanların ne kadar büyük bir sorumsuzluk içinde oldukları ortadadır.
Laiklik, demokrasi ve Müslümanlık
kelimeleri arasında bir bağ bulunup bulunmadığına gelince Türkiye'de onlarca
yıldır süren din ile siyaset arasındaki kavgalara biraz bakmak yeterlidir.
Geçmişteki İstiklal Mahkemeleri ile günümüzdeki Devlet Güvenlik Mahkemelerinin
kuruluş amacından tutun da yüz yıldır süren laikçi-tarikatçı
çekişmelerine, Sivas ve Gazi Mahallesi olaylarına ve türban kavgalarına kadar,
içinden çıkılmaz hale gelen yüzlerce olay bu üç kelimenin birbiri ile ne kadar
uyuşmadığını gözler önüne sermektedir. Dolayısıyla «Türkiye'nin, dünyada
laik ve demokratik bir rejime sahip tek Müslüman ülke konumunda» olduğunu
ileri sürenlerin, bu sözleri ne tadar sorumsuzca sarf ettikleri açıktır.
Müslümanlık ile laiklik ve
demokrasi sözcükleri arasında herhangi bir bağ var mı, sorusuna yanıt
bulabilmek için önce Bu ülkenin anayasasına bakmak gerekir. Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının ikinci maddesinde devletin niteliği aynen şu kelimelerle ifade
edilmektedir: «Türkiye Cumhuriyeti (...) demokratik, lâik ve sosyal bir
hukuk devletidir». Görüldüğü üzere, «Müslümanlık» diye bir kelime ne
bu madde içinde ne de anayasanın herhangi bir yerinde geçmektedir. Aynı zamanda
Kur'an-ı Kerim'in de hiçbir yerinde «Müslümanlık» diye bir kelime yer
almamaktadır. Doğrusunu sorarsanız, dünyada «Müslümanlık» adı altında
deklare edilmiş bir din de yoktur. Bu yapay din yüzyıllar önce İranlılar
tarafından kurulmuş, daha sonra Türkler -ve onlarla birlikte yaşayan bazı
halklar- da yine bu isim altında kendilerine göre bir din oluşturmuşlardır.
Dolayısıyla «Türkiye'nin,
dünyada laik ve demokratik bir rejime sahip tek Müslüman ülke konumunda»
olduğunu ileri sürenler, bu çok önemli ve çarpıcı açıklama karşısında mutlaka
bocalayacak ve konuyu saptırmak için belki diyeceklerdir ki Müslümanlığın ne
olup olmadığını anlatmak din adamlarının işidir, bize ait olmayan bir alanda
herhangi bir açıklama yapmamız hem doğru olmaz hem de zaten böyle bir şey
bizden istenmemelidir! Evet böyle bir mazerete sığınabilirler. Fakat hiç
unutmamalıdırlar ki bunlar, her keresinde yeni bir mazeret buldukça daha çok
soruya muhatap olacaklardır. Çünkü bu kez de onlara şu soruyu yöneltmek
gerekecektir:
Müslümanlığın İslam ile aynı şey
olup olmadığı hakkında bir tek kelime bile söyleyecek cesaret ve bilgiye sahip
değilseniz, ya da «Müslümanlık» dediğiniz dine bir tanım bile
bulamıyorsanız bu din ile laiklik ve demokrasi arasında nasıl bir bağ
kurabiliyorsunuz? Ve tabiatıyla neye dayanarak, «Türkiye dünyada laik ve
demokratik bir rejime sahip tek Müslüman ülke konumunda» diyebiliyorsunuz?
Dinler ve felsefeler konusunda uygar dünyanın kabul ettiği normlara uygun bir
uzmanlık düzeyinde bilgi birikimine sahip bulunmayan insanların bu konuda
dünyayı yanıltmaya kalkışması gülünç değil midir?
Zihinlerin fazlasıyla karışık
olduğu Türkiye gibi bir ülkede, tabiatıyla kavramları karıştırarak insanların bocalamasına
neden olmak çok kolaydır. Bunu özellikle bazı odaklar bilinçli olarak
yapmaktadır. Çünkü toplum bocaladıkça onlar halkı yanıltmayı ve sömürmeyi daha
çok başaracaklardır. Hesaplarına geldikçe bir yandan devletin laik olduğunu
savunacak, bu bahane ile de inancını yaşamak isteyen insanların karşısına
engeller koyacaklardır; öbür yandan, «Türkiye dünyada laik ve demokratik bir
rejime sahip tek Müslüman ülke konumunda» diyerek eğitimsiz yığınları
yanıltacak, onları emellerine alet edecek, onlardan aldıkları oylarla ideolojik
laikçi oligarşiyi ayakta tutmaya çalışacaklardır.
Bu odaklar, hiçbir gerçeğin uzun
süre gizli kalamayacağını, her şeyden önce akıllarına yerleştirmelidirler.
Özellikle hız ve iletişim sayesinde gerçeklerin bundan böyle insanlara çok daha
kısa sürede ve belgeleriyle birlikte ulaşabileceğine artık inanmalıdırlar.
Dolayısıyla Türkiye'de Türban sorunundan, ezan ve ibadeti Türkçe'ye çevirme
çabalarına kadar onlarca müzminleşmiş ve toplumsal yara haline gelmiş sorunlar
ortadayken ,«Türkiye dünyada laik ve demokratik bir rejime sahip tek
Müslüman ülke konumunda» diyerek insanları artık kolayca
yanıltamayacaklardır. Bunlar eğer İslam ile Müslümanlık kavramları arasındaki
uçurumu gerçekten şimdiye kadar öğrenememiş iseler önce bu konuda bilgi sahibi
olmaları gerekir. Çünkü Türkiye'de yüzyıldan fazla bir zamandır bütün hızıyla
süregelen «dincilik» ve «laikçilik» kavgaları bu bilgisizlikten,
ya da bu hileden kaynaklanmaktadır. Kavganın ise hiç kimseye yararı yoktur.
Nitekim Türkiye'de, yakın geçmişte yaşanan ve binlerce insanın canına, aynı
zamanda büyük maddi kayıplara neden olan terör ve anarşinin kaynağı bu
kavgalardır. Bu kavgaların temelinde ise karanlık bir bilgisizlik vardır.
Dolayısıyla herkes doğruları kabule yanaşmalı, önce İslam ile Müslümanlık
arasında güçlü bir bağ bulunmadığını hesaba katarak görüşünü ortaya koymalıdır.
Çünkü Müslümanlığa yüklenecek sorumlulukları İslam'a yüklemek hem çok büyük bir
haksızlık ve yanlışlık olacaktır, hem de Kur'anın bütünlüğüne inanmış samimi
bir mü'min azınlığın inançları ve hakları çiğnenmiş olacaktır.
Şurası kesinlikle bilinmelidir ki
«Müslümanlık» denen şey, yaklaşık bin yıldan beridir İranlıların ve
Türklerin, çeşitli dinleri birbirine karıştırarak kendilerine göre örüp
kurdukları dinsel ve mistik inanışlar karışımıdır. Bu yapay dinin bünyesinde
İslam'ın derin izleri bulunuyor olabilir. Nitekim Yüzyıllar önce Hindistan'da Nanak
tarafından kurulan Sikh Dini'nde de İslam'ın derin esintileri
bulunmaktadır. Ama Sikh Dini hiçbir zaman İslam diye algılanmamıştır. Bu
din şöyle dursun, Dürzîlik, Kadyanîlik, Bahaîlik, İsmailîlik, Alevîlik,
Nurculuk, Nakşibendîlik ve Nusayrîlik gibi temelde İslam'ı yok etmek
için kurulmuş dinlerin yapısında bile sayılamayacak kadar İslam'dan alınmış
değerler vardır. Bu dinlere ait bütün argümanlar İslam'dan alınmıştır. Bu
dinlerin kitapları da İslam'ın dili olan Arapça kullanılarak yazılmışlardır.
Müslümanlığa gelince bu dinin
hemen hiçbir sınırı ve tanımı yoktur. Zaten «Müslüman» ve «Müslümanlık»
kelimeleri -yukarıda da ifade edildiği üzere- Kur'an-ı Kerim'in hiçbir yerinde
geçmemektedir. İslam'a gelince bu kurum; «Kur'an-ı Kerim'in bütünlüğü temeli
üzerinde kurulmuş evrensel bir inanış, yönetim ve yaşam biçimidir.».
Dolayısıyla dileyen İslam'ı, dileyen Müslümanlığı seçer. Ancak hiç kimse
İslam'ı Müslümanlıkla karıştırma hak ve yetkisine sahip değildir. Bu yanlışı
hiç kimse göze almamalıdır! Hele kimliğinin din hanesinde «İslam» yazılı
olan insanlar, bu kelimenin yerine neden «müslümanlık» diye başka bir
kelime yazılmadığını çok iyi düşünmelidirler!
Ve yine kesinlikle bilinmelidir
ki İslam'ın gerçek bağlıları olan mü'minler bu yüce kainat nizamını,
(Müslümanlık, Sünnilik, Alevilik, Nurculuk ve tarikatçılık) adları altında
dejenere edilmesi çabalarına karşı daima akılcı ve etkin mücadelelerini
vereceklerdir.
Ferit AYDIN