İRTİDAD (veya riddet) KAVRAMI:
«İrtidâd» Kelimesinin Sözlük ve Terimsel Anlamı
«İrtidâd»: Arapça «Redd»
kökünden gelen bir sözcüktür. Lûgattaki anlamı, dönmek
demektir. İslâm Literatürüne: «dinden dönmek», yani İslâm'dan bilinçli bir şekilde çıkmak anlamına
gelen bir terim olarak geçmiştir. Kuşkusuz bu terimin kaynağı Kur’ân-ı
Kerîm'dir.
İrtidâd eden kimseye, yani bilerek,
düşünerek, ve karar vererek İslâm'dan çıktığını söyleyen; ya da buna ilişkin
kanıtlayıcı bir tavır gösteren erkeğe
«mürted», kadına da «mürtedde»
denir.
Geniş
Anlamda İrtidâd ya da Riddet nedir
Müslüman kişinin, kâfir ya da müşrik
olmasını sonuçlandırabilecek her türlü söz ve eylem, onun aynı zamanda
irtidâdına da neden olabilir. Yani mü’min sıfatını taşırken kişi, kâfir ya da
müşrik olmakla, tıpkı düşünüp karar vererek (Allah korusun) İslâm
Dini'nden çıkmış gibi olur. Aslında bu bir yorumdur. Çünkü irdidâd da küfür ve
şirk gibi İslâm’dan kopmaktır. Riddet, bu ilgiyle ya da daha genel bir anlam
taşıyan küfrün kapsamına girdiği için küfür sayılmıştır. Fakat gerçek anlamda
irtidâd: vaktiyle Müslüman iken, sonradan düşünerek ve karar vererek İslâm
Dini'nden çıkmaktır.
Gaflet içindeki kimselerin sorumsuzca
sarfettikleri bir sözden, yaptıkları bir eylemden, ya da gösterdikleri yanlış
bir tavırdan dolayı küfre saptıkları, zaman zaman yaşanan olaylardandır.
Bunların mürted olup olmadığına gelince, Çoğunun, yaşadığı bu gibi
hadiselerden sonraki demeçleri, günlük konuşmaları ve genelde tavırları, bu
insanların, her şeye rağmen kendilerini Müslüman veya mü’min saydıklarını
açıkça göstermektedir. Halbuki mürted böyle değildir. Mürted insan, İslâm’ı
reddettiğini, Onun yerine dinsizliği, ya da başka bir dini tercih ettiğini açıkça ifade eden veya bu doğrultuda
eylem yapan insandır. Örneğin vaktiyle namaz kılan, oruç tutan, benzeri
İslâmi ibadetleri yaptığı görülen bir kimsenin, daha sonra bir kiliseye girerek
fiilen âyine katılması veya bir heykel karşısında saygı duruşu göstermesi
onun mürted olduğunu kanıtlamak için yetirlidir. Öyle ise birçok gafil insanın
bir an için işledikleri küfür, genelde riddet anlamını taşımaz.
Elbette ki mürted insan da netice itibariyle
kâfirdir. Çünkü İslâm’ı açıkça reddetmiştir. Ancak onun işlediği suç, küfrün
türlerinden biridir. Yani şirk nasıl ki aynı zamanda küfrün bir alt kümesi ise
İrtidâd da aynen öyledir. Fakat mürteddi sıradan müşrik ve kâfir insandan
ayıran ciddî çizgiler vardır. Çünkü genellikle şirk ve küfür, bir insanın
hayatına yanlışlıklarla birlikte girer. Çok kere kişi, bilinçsiz bir şekilde
bu suçu işler. Ama İrtidad böyle değildir. Tıpkı nifak gibi mutlaka bilinçli işlenen
bir suçtur.
İrtidâd hakkında
çok iyi bilgilenmek için önce insanın İslâmla nasıl tanıştığı noktasına bakmak
gerekir. Bilindiği üzere insan, ya aile içinde baştan beri Müslüman olarak
yetişir. Çünkü Müslüman bir anne ve babanın çocuğu olarak doğmuştur; Veya
sonradan hidâyete ererek İslâm'a girmiştir. İşte bu her iki tip insan da esasen
İslâm'la sözleşmelidirler. Bu sözleşme ebedîdir. Bunu tek taraflı olarak
feshedemezler. İnsanın hayatta feshetme hakkına sahip olamadığı tek sözleşme
belki de budur. Bu ciddî olayın, daha doğrusu bu büyük şerefin bilincine varamamış
olmak kadar insanlıktan yoksun bulunan birçok kimse zaman zaman bilinçsizce
küfür ve şirk çukurlarına yuvarlanırlar. Her şeye rağmen bunların büyük bir
kısmı tevbe ve istiğfar ederek yaptıklarına pişman olurlar. Bunlar, genelde
yabancı kültürlerin etkisiyle şartlanmış pozitivist zümrenin dışında kalan
ve Müslüman olduğunun farkında bulunan kimselerdir.
«İrtidâd» olayı, daha çok bilgisizliğin ya da düşünce
kaosunun sonuçlarından olan küfür ve şirkle karşılaştırıldığı takdirde
görülür ki mürted insan, sıradan kâfir ve müşrikten çok farklıdır. Çünkü irtidâd
düşünüp tasarlamayı, ondan sonra karar vermeyi gerektirmektedir. Böyle bir
insan ise son derece bilinçle hareket
İrtidâd,
Neden Küfrün en az rastlanan türüdür.
Bunun nedenini iki noktada aramak gerekir:
Birincisi:
Bir insanın özellikle
düşünerek ve karar vererek İslâm'dan bilinçle çıkıp dinsiz olmak, ya da başka
bir dini seçmek için hiçbir haklı ve mantıklı neden
bulamamasıdır. Çünkü İslâm, gerçeklerin tümünü kucaklayan en büyük
gerçektir. İslâm'ı yalanlamaya, Onu çürütmeye, hiçbir mantık ve hiçbir otorite
güç yetirememiştir. Aynı zamanda İslâm o kadar rahat, o kadar kolay anlaşılan
bir hayat ve kâinat düzenidir ki insan zâten Onun atmosferinden dışarıya
çıkamamaktadır. İslâm, bir anlamda fıtrat ve doğa demektir. Dolayısıyla bilgi
ve kültür düzeyi ne olursa olsun her Müslüman, İslâm'ı âdetâ solumaktadır.
Onun için de başka bir din arayışı Müslümanın akıl ve hayalinden hiçbir zaman
geçmez. Oysa İslâm'ın dışındaki bütün dinlerin mensuplarında, hatta onların
aydırlarında, rahiplerinde ve her rütbeden
dinadamlarında bile bu arayış vardır. Nitekim Lübnan'daki Arap Hıristiyanların
dinadamları ve entellektüelleri tarihin her aşamasında ve her münesebette
İslâm’ın ve Kur'ân'ın yüceliğini dile getirmekten kendilerini alamamışlardır.
Vatikan bu kaygıyı daima taşımaktadır.
«İrtidâd»'a ender rastlanmasının ikinci nedeni ise çok ilginçtir. Çünkü kimliğindeki «İslâm» sözcüğünden başka, İslâm'la hemen hiçbir bağı olmayan, buna rağmen
kendini belki de Müslüman sanan birçok insan daha vardır ki bunlar da
İslâm'dan çıkıp başka bir din seçmeyi hiçbir zaman düşünmemektedirler. Çok
şaşırtıcı gibi görünen bu gerçeğin arka planındaki neden şudur:
Aslında çoğu pozitivist kâfir ya da müşrik
olan bu insanların İslâm'dan başka bir din aramamaları, onların hemen hiçbir
dine önem vermemelerinden kaynaklanmaktadır. Onlara göre: İslâm demek, mevlitler,
kandiller, çelenkler, ayinler, tarikatlar, fal ve büyüler gibi (İslâm'la uzaktan yakından ilişkisi olmayan)
bir sürü gelenekler, törenler ve şarlatanlıklar demektir; Ve yine onlara
göre: İslâm da aynen Hıristiyanlık, Musevilik, Budizm ya da Şintoizm gibi bir
dindir; Dolayısıyla İslâm'dan çıkıp başka bir dine girmek ya da dinsiz olduğunu
söylemek onlara göre
anlamsızdır.
Tarihte iki kez toplu riddet olayı meydana
gelmişse de bu her iki olayın temelinde o günlerin özel nedenleri
yatmaktadır.
Bunların birincisi, Hz. Peygamber (sav)'in vefatı üzerine henüz İslâm'a ısınmamış
bulunan cahil çöl Araplarının yaşadıkları depresyondur.
İkincisi ise yine İslâm’ı pek kavrayamamış olan Hazar Türkleri'nin VIII. inci yüzyılda
Kral Bulan'ın eğilimi üzerine
topluca Museviliğe girmeleri olayıdır.
Kur’ân-ı
Kerîm Mürtedler hakkında Ne Diyor
Kur’ân-ı Kerîm'de
mürtedlere ilişkin nadir açıklamalar vardır. Bunlardan özellikle iki tanesi
önemlidir. Allah Teâlâ bu âyetlerde, meâlen şöyle buyurmaktadır:
«(...) Onlar becerebilirlerce sizi dininizden
döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam edecekler. Sizden her kim dininden
döner ve kâfir olarak ölürse İşte onların yaptıkları işler dünyada da âhirette
de boşa çıkacaktır ve onlar ateş ehlidirler; Orada sürekli kalacaklardır.»[1]
Bu âyet-i kerîmede
genellikle tüm kâfir ve müşriklere yöneltilen ilâhî tehditlerin hemen aynısı
mürtedlere de yöneltilmektedir. Bundan da çok iyi anlaşılmaktadır ki mürtedler
de kâfirlerin bir şubesidirler.
Diğer âyet-i
kerîmedeki açıklama daha ilginçtir. Bu âyette Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
« Ey inanlar ! Sizden her kim dininden dönecek olursa
bilsin ki: Allah, yakında
öyle bir toplum getirecek ki onları sevecek, onlar da O'nu sevecekler;
mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise sert olacaklar; Allah yolunda
cihad edecekler, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayacaklardır. Bu ise
Allah'ın cömertliğidir; Onu dilediğine verir. Allah'ın cömertliği geniştir. O
tam bilendir. »[2]
Bu âyet-i kerîmede dikkati çeken nokta şudur:
Anlaşıldığı kadarıyla İslâm’dan çıkıp açıkça başka bir din seçme küstahlığında
bulunan kâfirlere ve onların pervasız küfürlerine Allah Teâlâ meydanı hiçbir
zaman boş bırakmamıştır. Çünkü
İrtidâd, bütün küfür çeşitlerinin en rezili ve en tehlikelisidir.
Mürted insan açıkça: «Ben İslâm'dan çıkıyorum» demekle başta Allah Teâlâ'ya, ondan
sonra da İslâm'a, bütün Müslümanlara ve Kur’ân-ı Kerîm'in getirdiği bütün
evrensel gerçeklere meydan okuyan azılı bir hak ve
Nitekim tarihi gerçekler Kur’ân-ı Kerîm'in
bu çarpıcı mucizesini daima doğrulamıştır. Tarihte irtidâd etmiş nasipsiz
topluluklar, güçlü İslâm ordularının amansız darbeleri altında yok olup
gitmişlerdir. Çağımızın sapıklar lehinde dejenere olmuş sınırsız özgürlük
anlayışına rağmen bugün bile biri çıkıp açıktan açığa «Ben İslâm'dan çıkıyorum, başka bir din seçtim!» diyememekte, bu
cüret ve cesareti kolay kolay gösterememektedir. Bu ise Yüce İslâm’ın Kıyamete
dek milyarlarca mü’minin gönül ve hayatlarında devam edeceğini kesinlikle
kanıtlamaktadır!
İrtidâd,
Aynı Zamanda Bir İslâm Hukuku Konusudur.
Küfrün bir türü ve bir vicdan sorunu olarak
akâid ilmine konu olan «İrtidâd» ı,
esasen aktif alanda İslâm Hukuku inceler. Çünkü böyle bir olay, toplum üzerinde
çok olumsuz bir etki bırakabilir ve beklenmedik gelişmelere neden olabilir.
Bunu önlemede ise sorumluluğu İslâm Hukuku yüklenmiştir.
İrtidâd, İmânî bir sorunun ötesinde genelin
vicdanına karşı cüretkar bir isyan, toplum düzenini sarsıcı ve anarşiyi davet
edici sinsi bir suçtur. Bazen de organize hale dönüşür. Dolayısıyla irtidadın,
vicdan özgürlüğü çerçevesinde bir açıklaması olamaz.
İslâm Hukukuna göre bir kimsenin mürted
sayılabilmesi için onun daha önce Müslüman, akıllı ve özgür olması şarttır. Şu
halde hiç Müslüman olmamış, ya da aklî dengesi bozuk veya zorlanarak irtidâd
eden kimse için böyle bir durum söz konusu olmaz. Dolayısıyla kâfirlerin ve
müşriklerin, diğer şirk ve küfür dinlerinden herhangi birini seçmeleri için
de İslâm'a göre bir engel yoktur. Çünkü sonuç itibariyle «Ehl-i Küfür bir tek millettir.»
Erginlik konusunda ise İslâm mezheplerinde
görüş farkları vardır. Örneğin Ebu
Hanife'nin Öğrencilerinden Muhammed
b. Hasan'a göre erginlik şart değilken, İmam Ebu Hanife'nin diğer öğrencisi Ebu Yusuf El-Ensari'ye göre çocuğun irtidâdı geçerli değildir. İmam Şafii ve Ahmed b. Hanbel de bu kanaattedirler.