5–Ebu Yezîd-i (Bayezid) Bestâmî:
Wafayât'ul-A'yân'a göre, Adı Tayfur,
babasının adı İsa, Onun babasının
adı Âdem, Onun babasının adı yine İsa, O'nun da babasının adı Ali'dir. Ancak «ceddi –yani babasının dedesi– Mecûsî
idi.» denilmektedir. Buna göre dördüncü atası olan Ali'nin oğlu İsa için
Mecûsî denilmiş olur ki bu, ihtimalden uzaktır. Belki de «ceddi Mecûsî idi» tabirinden
amaç, O'nun dördüncü atası olan Ali'dir.
Serûşân adında İranlı bir Mecûsiyken
İslâm'a girerek Ali adını alan bu
şahıs olmalıdır.
Ebu Yezîd, h. 160 ya da 188 yılında Bestâm'da doğdu. Burası Hazar Denizi Sahillerinde bir yerdir.
Ölüm tarihi ise h. 231 veya 261/m. 874'dür.
Nakşibendîler bu şahsın «Üveysî»
olduğunu, yani, «İmam Ca’fer'us-Sâdık'ın rûhâniyetinden Feyiz alarak» velîlik
makamına yükseldiğini ileri sürmekte ve O'nun, rûhânîler zincirinde 5'inci halkayı
oluşturduğuna inanmaktadırlar. Halbuki Bestâmî, İmam Ca'fer'us-Sâdık (ra)'dan 40 yıl
sonra dünyaya gelmiştir!
Nakşibendî Tarîkatı'nda «Üveysîlik»
diye adlandırılan bu inanç, her ne kadar Üveys'ul Karanî adındaki bir Yemenlinin,
(çağdaşı ve hayranı bulunduğu) Hz. Peygamber (s)'e olan platonik
sevgisi üzerine örülmüş ise de aslında kökü, eski Yahudi inançlarına dayanmaktadır.
Nitekim Hz. Musa (as)'ya inen
vahyin, ruhçuluğu yasakladığına ilişkin bilgilere bakılacak olursa, o devirde
ruh çağırmak ya da ölmüş insanların rûhâniyetinden yardım dilemek gibi batıl
inançların yaygın olduğu sonucu çıkmaktadır. Buna ek olarak Kur’ân-ı Kerîm'de
Allah Teâlâ'nın, Hz. Peygamber (s)'e:
«Ve sana ruhu sorarlar, De ki: Ruh,
Rabb'imin sistemindendir. Size ancak pek az bilgi verilmiştir.»[1] diye emretmiş olması da ayrıca ruhlarla ilişki
kurmaya çalışmanın hem ilâhî emre aykırı bir davranış olduğunu hem de bu türlü
bir amacın asla gerçekleşemeyeceğini kanıtlamaktadır.
Bestâmî'nin, Ebu Ali
es–Sindî[2] ile haşir neşir olduktan sonra fıkhı bıraktığı
ve Budizm'den etkilenerek Patanjalist bir
inanca saptığı sanılmaktadır. Nitekim, İmam
Ca'fer'us-Sâdık (ra)'dan 40 yıl sonra dünyaya gelmesine rağmen O'nun bu
zatın rûhâniyetinden istifade ettiğine dair ileri sürülen mitolojik hikayeye
bakılacak olursa Nakşîliğin tuttuğu yolda, ta baştan beri ne tehlikeli çukurların
bulunduğunu fark etmekte insan gecikmez. Bütün bu çelişkilere rağmen Ebu Yezîd-i Bestâmî'nin, (Teverruk oturuşu ile oturarak, gözünü yumarak,
şeyhinin şeklini zihninde canlandırarak,) özetle bugünkü Nakşîlerin
yaptığı râbıtanın aynısını yapmış bulunduğuna ilişkin hiç bir kanıt yoktur.
[2].
Bu isim, ilginç bir tartışma konusu olmuştur: Tartışmanın özü ise: Ebu Ali'nin sanıldığı gibi (Hindistan'ın batısına düşen ve bugünkü Pakistan'ın bir bölgesi olan) SiND halkından olmadığı, bu zannın çok
büyük yanlışlığa yol açtığı ve Ebu Ali'nin,
esâsen Horasan'da bu adı taşıyan bir
kasabadan olduğudur.
Çünkü Bestâmî'ye Hind mistisizmini aşılayan kişinin, Ebu Ali olduğu öteden beri ileri sürülmektedir. "Eğer bu adamın, Hindistan'daki SiND'le
hiç bir ilişkisi yoksa Hind mistisizmini
nasıl öğrenmiş ve Bestâmî'ye onu
nasıl öğretmiş olabilir?!" diye bazı kimseler kuşkuya düşmüş ve bunu
ileri süren Oryantalist Zaehner'i
ağır şekilde suçlamışlardır.
Burada
hemen ifade etmek gerekir ki Zaehner'i
suçlayanlar, çok ucuz bir fırsatı değerlendirmeye çalışmışlardır. Çünkü onlara
göre Zaehner, Horasan'da bu ismi
taşıyan bir kasabanın bulunduğunu bilmemektedir; Üstelik Zaehner, Ebu Ali'yi, Hindistan'ın
Sind Bölgesi'den sandığı için
onunla Hind mistisizmi arasında
hayâlî bir ilişki kurmuştur.
Burada
belirtilmesi gereken birkaç gerçek vardır:
Her şeyden
önce, bir milletin anlayış ve düşüncesini aşılanmak ve onu başkasına aşılamak,
mutlaka o milletin arasında yaşamaya bağlı değildir. Bu açıdan Ebu Ali'nin, Hindistan'ın Sind Bölgesi'den
olup olmaması büyük bir önem taşımaz. Esasen üzerinde durulması gereken ince
nokta, kanâatimizce şu olmalıdır:
Zaehner'i suçlayanların en büyük
kozu, Onun, bu iki Sind'den birini
bilmediği için, diğerinden sebep Ebu
Ali'yi Hind mistisizmiyle
irtıbatlandırarak ilginç bir hata işlemiş olmasıdır. Tabiatıyla bu yanlışlık,
O'nun ileri sürdüğü her şeyi yalanlamak için karşıtlarının işine çok
yaramıştır! Halbuki Horasan halkı tarih boyunca Hind atmosfarinin her bakımdan etkisini yaşamışlardır.
Sonuç
olarak Horasanlı Ebu Ali'nin Hind mistisizmine bulaşmış olması için O'nun, mutlaka Hindistan'nın Sind Bölgesi'nden olması diye bir şey düşünmek doğru olmasa gerektir.