17-Ya’qûb-i Çarkhî :
Yakûb, bugünkü Afganistan kentlerinden Gazne
civarında dünyaya geldi. Türk kökenli olabileceği ihtimali vardır. Ancak
konuşma ve yazı dili olarak Farsça’yı kullandığı kesindir. Doğum tarihi
bilinmemektedir. Bir süre öğrenim gördüğü ve bu amaçla Mısır'a kadar gittiği sanılmaktadır. Sonra Buhârâ'ya dönerek Alâuddîn-i
Attâr'la haşır neşir olmuştur.
Risâle-i Ünsiye adıyla Farsça kaleme aldığı bir
kitaplıkta rûhânîlerle yaptığı sohbetleri ve izlenimlerini anlatmaktadır.
İçeriği tasavvufî anlatımlarla örülmüştür. Ya’qûb'un kayda değer bir eseri yoktur.
Nakşi rûhanileri arasında râbıtadan ilk kez söz eden Ya’qûb-i Çarkhî 'dir. Raşahât'ın yazarı Ali b. Hüseyn el-Vâiz, bu eserinde O'ndan epeyce söz etmektedir.
Kitabın, iki yerinde râbıtaya
ilişkin olarak kaydettiği çok kısa anlatımlardan biri şöyledir:
«... Çün râbıta tarikini beyâna başladılar,
buyurdular ki: “Bu tarikayı ta'limde dehşet etmeyesin ve tâlib ve müstaidlere
eriştiresin.“»[1]
Bu da demek oluyor ki râbıtanın
tarihi süreci, h. 851/m. 1447 de ölen Ya’qûb-i
Çarkhî ile başlamaktadır. Çarkhî, yukarıdaki sözlerle râbıtayı, öğrencisi Ubeydullah-ı Ahrâr'a öğütlemiştir. Raşahât'ın yazarına ise râbıtayı Ubeydullah-ı Ahrâr telkin etmiştir. Nitekim Araştırmacı Kasım Kufralı'nın: «Bilahare Mâverâünnehr'e gelerek Hâce'ye intisab
eylediği zaman râbıta ile iştigale memur edildi.»[2] dediği Mir
Abdu'evvel, Ubeydullah-ı Ahrâr tarafından
bu şekilde görevlendirilmiştir. İşbu Mir Abdu'evvel, Raşahât'ın yazarının arkadaşıdır. Bütün bunlar, râbıtanın sembolik
bir kavram olarak Ya’qûb-i Çarkhî ile başladığını, ondan önce Nakşibendîlikte
râbıta adı altında bir anlayış, inanış ve uygulamanın bulunmadığını açıkça
kanıtlamaktadır. Öyle anlaşılıyor ki Nakşibendîlik tarihinde Ya’qûb-i Çarkhî 'den önce râbıtadan söz
etmiş hiç bir rûhânî yoktur.
Çarkhî'nin, Ubeydullah-ı
Ahrâr'a: «...Bu tarikayı ta'limde
dehşet etmeyesin » diye verdiği öğüt esasen dikkat çekicidir. Çünkü Ya’qûb'un, mürîdine râbıta yaptırmayı öğütlerken: “Sakın ürkütmeyesin!“ diyerek O'nu uyarması, örtülü de olsa
râbıtanın tarîkata yerleştirildiği daha ilk günlerden itibaren önemsendiğini
kanıtlamaktadır. Ancak bugünkü tanımıyla, şartlarıyla ve uygulanış biçimiyle
râbıtanın o tarihlerde söz konusu olduğunu gösteren herhangi bir delil
yoktur.
Attâr'ın halîfesi olan Ya’qûb-i Çarkhî , Nakşibendîler
tarafından, rûhânîler silsilesinin 17'inci halkası olarak kabul edilir.