ALLAH İLE DOSTLUK NASIL KURULABİLİR?
Niçin Allah Sevgisi
Üzerinde Duruyorum?
Müslümanın Müslümanla
olan Dostluğu
Müslümanın
Peygamberlerle olan Dostluğu
Müslümanın Allah
ile olan Dostluğu
1. Allah’ı Dost Edinmek
Zorunda mıyız?
Allah İle
Dostluğun Getirisi Nelerdir?
2. Şeytanın
Vesveselerine Karşı Uyanık Olurlar
6. İnsanlardan Sevgi ve
Saygı Görürler
9. Kötü
Alışkanlıklardan Uzaklaşırlar.
10. Konuklarına
Sınırsız İkram Edilen Beldelerde Ebedi Bir Hayat Yaşarlar
Allah’a Dost
Olamamanın Götürüsü Nelerdir?
ALLAH’A DOST OLAMAMANIN
GÖTÜRÜLERİ
1. Allah’ı Dost
Seçmeyenlerin Duaları Yanlış Adrese Gider.
2. Allah’a Dost
Olmayanlar Cehaletten Kurtulamazlar.
3. Allah’a Dost
Olmayanlarda Rızık Endişesi Görülür.
4. Allah’ı Dost
Seçmeyenlerin Yapmış Oldukları Hayırlar Boşa Gider:
5. Allah İle
Dostluğunu Kuramayanlar Nefs’lerinin Dostu Olurlar.
6. Allah İle
Dostluğunu Kuramayanlar ‘Huzur’suz Olurlar.
8. Meleklerin Dostluğundan
Mahrum Kalırlar..
9. İzzeti
Yakalayamazlar... Yani Zillet İçindedirler.
10. Sıkıntılı Bir
HayatYaşarlar.
11. Allah Tarafından
‘Akılsızlar’ Olarak Suçlanırlar.
Eti Kemiğinden Ayıran
ve Konuklarına Kanlı İrin İkram Edilen Beldelere Konuk Olurlar
Allah’a Dost Olmak
İstemeyenlerin Konaklayacakları Mekanlar:
Allah İle Kurulacak
Dostluğun Önündeki Engeller
1. Allah’ı Gereği Gibi
Tanımama
a. Dünyanın Allah
Katındaki Değeri
b. Allah, Dünyayı
(Dünya Hayatını) Nasıl Tanımlıyor?
c. Dünya Malının
Kullanım Süresi
Dünya Malı Sevgisi
Nasıl Olur da Allah İle Dostluğu Zedeler?
4. Nasıl İmtihana
Tabii Tutulduğunu Bilememe...
5. Kader İnancının
Anlaşılamaması
6. İbadetlerden
Lezzet Alamama
a. Peki Nedir
Eşyanın Gerçek Değeri?
8. Yapılan Dualara
İcabetin Olmaması Ya Da Gecikmesi
10. Geçim Tasası
Ve Gelecek Endişesi
11. Cennet ve
Cehennemi Gereği Gibi Tanıyamama
12. Allah’ın;
Sevdiği ve Sevmediği Amellerin Bilinmemesi
13. ‘Allah İle Kul
Arasında Peygamberin Yeri’nin Bilinmemesi
14. Kur’an’ın
İndiriliş Gayesinin Bilinememesi
15. Bazı Amelleri
Küçümseyip Önemsememek
16. Dost Seçiminde
Yapılan Yanlışlıklar
Allah
Dışındakilerini Sevmede Aşırılık
18. Bazı Amellerin
Ertelenmesi
19. Bazı
Kavramların Yanlış Anlaşılması
Allah Dostu
Kavramının Yanlış Anlaşılması Nelere Mal Olur?
Kelime-i Şehadetin
Yanlış Anlaşılmasının Allah İle Kurulacak Dostluğa Olan Etkisi
İbadet Kavramının
Yanlış Anlaşılmasının Allah İle Kurulacak Dostluğa Zararları
Allah İle Dostluk Nasıl
Kurulabilir
Feyzullah Birışık
1. baskı, Temmuz 2003
İstanbul
dizgi-mizampaj
Hülya AŞKIN
kapak tasarımı
Ahmet MAYALI
baskı-cilt
Kilim Ofset
KARINCA YAYINLARI
DAĞITIM
İSTANBUL
Soğanağa Camii Sk.
Büyük Tulumba Çıkmazı
No: 5/9 Beyazıt/İST.
Tel: 0 212 638 46 66
feyzullahkarinca@hotmail.com
ALLAH İLE DOSTLUK
NASIL
KURULABİLİR
FEYZULLAH BİRIŞIK
KARINCA YAYINLARI
FEYZULLAH BİRIŞIK
1969 Malatya
doğumlu. Kitaptaki adreste tekstil işiyle meşgul. Aynı zamanda Karınca
Yayınları’nın da sahibi.
Birinci Bölüm
Allah’a Dost Olmak
Zorunda mıyız Ve
Allah İle Dostluğun
Önemi
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Yeryüzüne bir damla
olarak düşen ve daha sonra Rabbi tarafından kendisine hayat hakkı tanınan
insanoğlu dünyaya merhaba der demez farklı tip ve karakterde insanlarla
karşılaşır.
İleriki yaşlarda; İnsanlardaki
mizaç ve değer yargılarının kendi karakterine en yakın olana karşı sıcak bir
ilgi besler.
Aynı karaktere sahip
olmanın ya da hayata ve olaylara aynı pencereden bakmanın verdiği referans tüm
sırlarını paylaşmaya kadar vardırır.
En ufak bir
sıkıntıya düştüğünde kalbine demir attığı kimseden bir ‘alo’ bekler. Kendisini
ilk ziyaret eden, hiçbir menfaat beklemeden aynı sancıyı yüreğinde hissedip
derdine derman olmaya çalışan kişi en yakın dost olmuştur artık.
Artık hayatın büyük
bir bölümüne dostunun da penceresinden bakmaya, sesleri dostunun da kulağından
işitmeye, herhangi bir mesele karşısında dostunun da düşüncelerini paylaşmaya
çalışır.
Bu birliktelik tek
yürek çift beden olarak el ele cennet ya da cehennem yolculuğuna kadar devam
eder.
Ve dostluk nasıl
başlamışsa; Cennet ya da Cehennem de öylece devam eder. Ya beraberce yanarlar
ya da Cennet nimetlerinde yüzerler...
Yanlış dost seçenler
ateş içinde yanarken birbirlerini suçlayıp;
“... keşke peygamberlerle birlikte hak yolu tutmuş
olsaydım.”
“Eyvah bana, keşke filanı dost edinmeseydim...” derler. (Furkan: 25/27-28)
Keşkenin fayda
vermediği bu beldede (cehennemde) yanlış dost seçiminden doğan pişmanlığa da
kulak verilmez.
“Defolu” dost
seçenler bir taraftan yanarken diğer taraftan da aynı sıcak ilginin oracıkta da
vuku bulmasını isteyerek;
“...Biz size uyan kimseler idik. Şimdi ateşin bir kısmını
olsun bizden kaldırabilir misiniz.”
derler.
Gerçek dost o ateşi
oradan kaldırıp uzaklaştırmaya kadir olandır.
Kendisi acizken, bir
şekilde cehennem çukuruna düşüp çıkamazken, derisini eriten ateşin derecesini
düşüremezken dostuna nasıl yardımcı olsun? O’nun derdi başından aşkındır.
Kandırıldığına mı yansın kandırdığına mı?
Bir defa da olsa
cehennem sakininin ağzından hak cümleler çıkar;
“... Muhakkak biz, hepimiz bunun içindeyiz. Şüphesiz
Allah kullar arasında hüküm vermiş bulunuyor.” (Mü’min: 40/47-48)
Tabi ki dostunun bu
söylediklerini;
“Kör mü dost
seçerken dikkatli olsaydın? Kör mü ahiretin için yatırımını yaptığın kalp ve
nasihatlere dikkat etseydin.” olarak algılar.
Tabi ki iş işten
geçmiştir artık. Hem birbirlerini suçlarlar hem de hep bir ağızdan;
“Keşke peygamberlerle birlikte hak yolu tutmuş olsaydım.”
derler...” (Furkan: 25/27)
Bir de dost
seçiminde isabetli kararlar verenler vardır. İşte onlar ebedi dostluk
(kardeşlik)larının temelini geçici dünyada atarlar.
Hep kendisinden iyi
olan ve oksijenini cennetten teneffüs etmişlerin sesine kulak verirler.
Bilirler ki onlardan yamukluk gelmez. Yine bilirler ki yüzlerindeki tebessüm
tamamen Rabbinin rızasını kazanmak için... ve sürekli Cennetle müjdeleyip
Cehennemle korkuturlar. Şeytan ve dostlarına aman vermemeye çalışırlar.
Dostlukları tüm hücreleri ile Rabbinin rızasına uyumludur.
Öteki tarafta
ebediyyen komşu olmak için nasihatleşir dururlar... Bu tür dostlar ırk, soy,
sop, zenginlik, fakirlik dinlemezler...
Ve el ele Cennetin
kapısından içeriye girerek dostluklarını pekiştirirler.
(Bir Mükafat) Adn Cennetleridir ki oraya girerler. Orada
altın bileziklerle ve incilerle süslenirler. Orada elbiseleri de ipektir.
“Diyeceklerdir ki: Bizden üzüntüyü gideren Allah’a hamd
olsun. Muhakkak Rabbimiz, mağfiret edicidir, mükâfat vericidir.”
“O
ki, lutfu ile bizleri ebedi kalıcılık yurduna yerleştirdi. Burada bize hiçbir
yorgunluk değmeyecek, burada bize hiçbir usanç da dokunmayacak.”
(Fatır: 35/33-35)
Cennet nimetleri
içinde günlerini gün ederken bir ara kendilerine dost olmaya çağıranlara, alay
edercesine;
“... ‘Rabbimizin bize va’dettiğini hak bulduk. Siz de
Rabbinizin va’dettiğini gerçek buldunuz mu?’ diye seslenirler...” (Araf: 7/44)
Ateşin derecesini
unutup dostluklarını menfaatlerine bina edenler, nefislerinin buyruklarına kul
olanlar, kendileriyle beraber yanmalarına sebep olmak isteyenler çok kısa ve
net bir şekilde cevap verirler;
‘...evet...’
(Araf: 7/44)
Diyalog devam eder
ve;
‘... Vallahi, az kalsın beni de helak edecektin.’
‘Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı, ben de (Cehennemde) azap
görenlerden olurdum.’ (Saffat: 37/56-57)
derler,
dostluklarını Rahmani sese bina
edenler...
***
Evet okuyucu
kardeşim... Yaratılışımız icabı zayıf ve güçsüzüz... Ve bizlere de ilmin çok az
bir kısmı verildi... Ve bu şartlarda imtihan oluyoruz... Aklımıza güvenmeyen,
dost seçiminde hata yapma oranımızın çok fazla olduğunu bilen Rabbimiz
uyarıcılar (Peygamberler ve davetçiler) göndererek bizlere Rahmette bulundu...
Bir tarafta Allah
(c.c.) ve dostları, diğer tarafta insan imanı ile beslenip Cehennemde kendisine
komşular arayan şeytan ve dostları... Biri ateşe davet eder, diğeri Cennete...
Tüm kulak ve
‘irade’lere bu iki kanaldan yayınlar yapılır... Nefsini okşayan nasihatlara
dost olanlar alıcılarını Cehenneme çevirirler...
Bu tür dostları
dünyanın her yerinde görmek mümkün... Hem de çok yakını olduklarımız
olabilirler;
‘Ey iman edenler, eğer küfrü imandan sevimli bulurlarsa,
babalarınızı ve kardeşlerinizi veli edinmeyin. İçinizden kim onları veli edinirse;
Onlar zalimlerin ta kendileridirler.’ (Tevbe:
9/23)
Düşünsene bir; Seni
büyüten, yedirip içiren (Allah’ın izni ile tabi!) baban seni cehenneme davet
ediyor!..
Dünyada iken en
yakınındı... Demek ki kan bağı cennete girmek için yeterli bir sebep olmuyormuş...
Bir de böyle bir
vak’anın yaşandığı Peygamberlerden bir misal verelim... Görelim bakalım davet
hangi kanaldan geliyor ve tercihini hangi dost’a kullanıyor... Okuyalım;
‘Hani babasına: Babacığım demişti, işitmeyen, görmeyen ve
sana hiçbir faydası olmayan şeye niçin ibadet edersin?
Babacığım ilimden sana gelmeyen bana geldi, bana uy ki,
seni dosdoğru yola ileteyim.
Babacığım şeytana ibadet etme! Muhakkak şeytan Rahmana
asi olmuştur.
Babacığım, doğrusu Rahmanın azabı sana dokunur da
şeytanın velisi (dost) olursun diye korkarım!
Dedi ki: “Ey İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü
çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, seni mutlaka taşlarım. Bir süre benden
uzaklaş, yanımdan git.” (Meryem: 19/42-46)
Dostluğunu şeytandan
yana kullanmış bir Peygamber babasının, evladına olan tepkisi...
Evlat, babasının
cennetini düşünerek dostlarını terkedip Rahmani sese kulak vermesini istiyor,
küfründe samimi olan ve safını netleştiren baba da öfkesinden tehditler
savuruyor... Dostlarına, laf gelmesini istemiyor... Bu küfri inat karşısında
evladı da tarafı olduğu dostundan bahsediyor;
‘Dedi ki: Selam olsun sana! Ben, Rabbimden senin için
mağfiret isteyeceğim. Çünkü Rabbim bana gerçekten merhametli ve lutufkârdır.
Ben, sizi de sizin Allah’dan başka taptıklarınızı da
terkediyorum; Yalnız Rabbime dua ediyorum. Rabbime dua etmekle bedbaht
olmayacağımı ümit ederim.’ (Meryem: 19/47-48)
Bir de tarihe altın
harflerle yazılmış sahabe neslinden Mus’ab bin Umeyr’den bir misal verelim...
Mekke’nin en
yakışıklı ve en zenginlerinden biri olan Mus’ab bin Umeyr şaşalı bir hayat
sürerken, sonra nasıl olduysa gözle görülmeyen bir ilaha top yekun kul olma
teklifi ile karşı karşıya kaldı...
Bir tarafta nefsinin
isteklerine prangalar vurulmayan bir hayat ve o hayatın figüranları, diğer
tarafta her adımına tavsiye ve müdahalelerde (helal-haram, mübah) bulunan bir
hayat şekli ve zengin-fakir, köle dinlemeyen, üstünlüğün takvada olduğu bir
dostluk...
Bir tarafta görünen
nimetler ve nefsinin tüm isteklerinin pratik alanı olan bir hayat diğer tarafta
zorluklarla mücadele olan ve karşılığında cennet vaad edilen bir hayat...
Daha doğrusu bir
tarafta Rahmani yol ve Rahmani dostluklar, diğer tarafta şeytani bir hayat ve
şeytani dostluklar...
Rahman’ın onayını
almayan tüm dostlukların ‘şeytani’ olarak adlandırıldıkları dostluklar...
Elbetteki her yolun
yolcularının karakterleri ve hayata bakışları birbirlerine benzer olacaktı...
Hangi saf’a geçse
diğerine cephe almış olacaktı...
En sevdiği annesine;
‘İstediğin yere git.
Artık ben senin annen değilim!’ dedirtecek bir yolu ve o yolun yolcularına dost
olmayı seçti...
Bu kitapçıkta Mus’ab
bin Umeyr’in kahramanlıklarını, savaşlarını ve hayatını anlatacak değilim.
Benim için en önemli (sahne); görünen nimetleri terkedip görünmeyen nimetlere
talip olunan hayatı seçmesine sebep olan ‘ruh’un adı...
Kendinizi bir anlık
Mus’ab bin Umeyr’in yerine koyun...
İstediğinizi köle
olarak alabiliyor (köle adayları içinde tabi...) dilediğinizi azad
edebiliyorsunuz... Hemen hemen her gün evlenme teklifleri... Elit bir tabaka...
Saygınlık... En güzel giysiler, güzel kokular... Sıkıntısı olmayan bir hayat...
Aile içinde en ufak bir dargınlık, kırgınlık da yok... Böyle bir hayatı
yaşadığınızı hayal edin...
Sonra her nasılsa
böyle bir hayata ve içindekilerine cephe alıp mazlumlar safına geçiyorsunuz!
Bu tercihi hiçbir
(ahiret bağlanışı kesik) akıl kabul etmez...
Seni doğuran annen;
dostlarından ve seçtiğin dinden dönmen için mum gibi eriyecek ve sen de inat
edip kararından dönmeyeceksin!
Vallahi bunun tek
bir izahı var!..
O da;
Menfaat üzerine bina
edilen dostlukları bir tarafa atıp gerçek dost olan Allah sevgisini kalbe
yerleştirmek...
Bir de Allah ile
dostluğunu kanı ile ispat etmiş yakın tarih şehidimizden bahsedelim: ...
Yaşantısıyla,
mücadelesiyle ve yazılarıyla ümmetin gaflet uykusundan uyanmasına vesile olan,
gençlere cihad ruhunu aşılayan, inancını ve Allah’a olan aşkını ipte sallanarak
ispatlayan Seyyid Kutub’tan bahsedelim...
Aynı yolun
yolcularından Abdullah Azzam (r.a.)’ın kitabında okumuştum; Seyyid Kutub’un son
saatlerini... olduğu gibi aktarıyorum;
Seyyid Kutub’a şöyle
diyorlardı: “Hiç olmazsa idamının kalkması için gel” (devlet başkanından özür
dilediği ya da hiç olmazsa ona bir nezaket ziyareti yaptığı takdirde hakkındaki
idam kararının kaldırılacağı söyleniyordu). Seyyid Kutub’un bunlara cevabı ise
şu oluyordu: “Namazda yüce Allah’ın vahdaniyetine şehadet eden bu parmağım,
tağutun hükmünü onaylayan tek harf dahi yazmayı red etmektedir. Tağuttan neden
af dileyeyim. Eğer ben hak ile mahkum edilmişsem, hakkın hükmüne razıyım. Yok
eğer, batılla mahkum edilmişsem, ben batıldan af dileyecek kadar alçalamam.”
Düşünsene bir;
yıllarca dört duvar arasında kalacaksın, işkencenin her çeşidinden tadacaksın,
aile, akraba ve dava kardeşlerinden bi-haber olacaksın ve sana iki farklı
teklif gelecek...
İp ya da Özgürlük!
Eminim ki şeytan;
Seyyid Kutub’un kulağına şunları fısıldadı:
“Eğer
söylediklerinden vaz geçersen özgürlüğüne kavuşur, davandaki yerini alır, yarım
kalan eserlerini tamamlayarak davana daha çok hizmet etmiş olursun...
Ama eğer ip’i tercih edersen davana kim
hizmet eder?”
Şeytan bu... Nereden
bilecek ki önceden kalbine ektiği Allah sevgisinin filizlenip olgunlaştığını...
Yine nereden
bilecekti ki?.. Aşk bu... Bir defa aşık oldun mu gözler kör olur, kulaklar
sağır...
İnanıyorum ki Seyyid
Kutub ipi tercih ettiği anda Cennetini gördü...[1]
İşte burada duralım!
Konumuz gereği duralım! İp’te sallanmak ya da özgürlük...
Diyorum ki;
Seyyid Kutub
Allah’ın (c.c.) hidayetiyle müslüman oldu, Dava aşkı ile mücadele etti ve Allah
sevgisi ile de ipi tercih etti...
Vallahi İP’i tercih
etmesinin altında Mus’ab misali Allah aşkı vardı!..
Şehidlerden misaller
vererek kitabı kalınlaştırmak istemiyorum. Sadece; bedeni, ipe götüren
cesaretin altındaki gerçeklere nasıl ulaşabiliriz’e cevap bulabilmek istiyorum.
Buna inanın ki
yapacağımız ibadetlerde istikrarlı olup lezzet almanın, olaylara ve hayata
ilahi açıdan bakmanın, imtihanda uyanık olmanın, cennet yolunda emin adımlarla
ilerlemenin İbrahim (a.s.) imtihanı misali en çok sevdiklerimizi bıçak altına
almanın ve nihayetinde hesap gününde alnı ak çıkmanın yolu; Allah’a dost
olmaktan geçer.
Allah ile dost
olunduğunda cennet yolunda emin adımlarla ilerlenebileceği anlaşılmışsa ara bir
başlık atarak konumuza giriş yapalım.
İki tür dostluk
vardır: İyi ve kötü... İyi dostluklar;
Bir müslümanın
müslümanla, Peygamberle ve Allah ile yapmış olduğu dostluklardır. Kötü
dostluklar ise şeytan ve yardımcıları ile yapılan dostluklardır.
Cehennem Cennet
Şeytani rıza
İlahi rıza
Kötü arkadaşlar.
Müslümanlar
Nefis...... Peygamber
.............. ... Allah
Şeytani dostluklar Rahmani dostluklar
Bu tablo dünyanın
her yerinde geçerlidir.
Bir müslümanın başka
bir müslümanı kendisine dost seçmesi ilahi rızayı kazandıran amellerdendir.
Çünkü kendisine dost olmaya çalıştığımız büyük yaratıcı:
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin
velileridirler. İyiliği emrederler, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru
kılarlar, zekatı verirler ve Allah’a ve Rasulune itaat ederler...” (Tevbe/71) diyor...
Konumuz ‘Allah ile
dostluk nasıl kurulabilir?’ olduğu için bu başlığımızı şimdilik pas geçiyoruz.
Bir müslümanın
Peygamberi dost seçmesi demek; tek cümle ile:
Peygamberin
yaşantısını adım adım takip ederek her şeyde O’nu örnek almak demektir. Ama her
şeyde...
Bu başlığımıza da
şimdilik nokta koyuyoruz.[2]
Konumuza giriş
yapmadan önce cevaplanması gereken sorular olmalı...
1. Allah’ı dost
edinmek zorunda mıyız?
2. Allah ile dostluğun
getirisi nelerdir?
3. Allah’ı dost
seçmemenin ne tür bir götürüsü olabilir?
Bu sorularımıza
tatminkâr bir cevap bulabilirsek Allah ile dostluk yolunda hatırı sayılır bir
mesafe kat etmiş oluruz... Kısaca değinelim:
İnsanoğluna her
noktada ‘seçme’ hakkı veren Allah-u Teala dost seçiminde de hiçbir zorlama
yapmamıştır... İstediğin an istediğin varlığı dost seçebilirsin...
İster kendine
Allah’ı ve dostlarını dost seç, ister şeytanı ve dostlarını... Ama unutmayalım
ki seçeceğimiz dost kim olursa olsun Ya Allah’ın dostudur ya da şeytanın.
Basit bir sıvıdan
yaratılan, doğum öncesinden ölüm sonrasına kadar her noktada Allah’ın
sevgisine, korumasına ve rahmetine muhtaç olan insanoğlu her konuda hata
yapmaya müsait yaratılmıştır... Durum böyle olunca da Yüce Yaratıcı yer yer
uyarıcılar göndererek kullarının doğru yolu bulmalarını istemiştir. Mesela;
Hayata gözlerini
açan insanoğlunu bir çok din ile tanışma imkanı bulmuştur... Bu dinlerin biri
dışındakilerinin tamamı kişiyi Cehenneme ulaştırır... İşte tam bu sırada ilahi
rahmet devreye girerek;
“... Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar?..” (Al-i İmran: 3/83) diye dikkatini kendine çeker...
Kendisinin yardımı
olmadan kulunun hata yapacağını bilen yaratıcı fıtratı muhatap alan dinin adını
söyler:
“Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak
dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır.
Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din
(budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.” (Rum: 30/30)
Din seçiminde insanlara özgürlüğün
verildiğini ‘Dinde zorlama yoktur...’ (Bakara:
2/256) ayetinde okuyabiliriz...
Bu anlattıklarımız
dost seçimi için de geçerli... Bakın Yaratıcımız ne diyor:
“Kim Allah’ı Rasulunu ve iman edenleri dost edinirse, hiç
şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır.” (Maide: 5/56)
Bu sese kulak verip
vermemek tamamen insanların özgürlüğüne bırakılmış...
Her ne kadar da
dostluk için zorlama olmasa da ben şahsen sizler gibi cennetimi düşündüğüm
için; en güçlü, en şefkatli ve en sabırlıya dost olmak istiyorum...
O’nun benim
dostluğuma hiç, ama hiç ihtiyacı olmamasına rağmen...
O’nun dostluğunu
kazananların hem dünyada hem de ahirette başlarının ağrımayacağını ve
korkulardan emin olunacağını biliyorum... Bu sebeple O’na dost olmak için ne
gerekiyorsa onun yapılması lazım... Çünkü;
‘... Sizin Allah’tan başka veliniz ve yardımcınız
yoktur.’ (Tevbe: 9/116)
Madem O’ndan başka
dostumuz yok o halde ne duruyoruz!
İkinci Bölüm
Egoist ve bencil
yaratılan insanoğlu her bir amel sonrası ille de prim ister... Bu insanoğlunun
fıtratında vardır... Şunu yaparsam bana ne var! Şöyle yaparsam bana ne var?
gibi...
Siyer sayfalarını
şöyle bir karıştırdığımızda böyle bir diyaloğun yaşandığını Rasulullah
(s.a.v.)’ın amcasına yapmış olduğu davet sonrasında görebiliyoruz:
– Rasulullah (s.a.v.)
amcasına;
“La ilahe illallah de, kurtul!” dediğinde,
“La ilahe illallah
dersem bana ne var?” diyor... Yine benzer bir misal;
II. Akabe beyatında
Peygamber (s.a.v.) hac mevsiminde medinelerle buluştu. Ve Peygamber (s.a.v.)
beyat için medinelilerle anlaşmak istedi. O arada bazı medineliler dediler ki:
– Ya Resulallah! Biz
sözümüzde bulunursak karşılığı ne olur?.. Resulullah (s.a.v.)
– ‘Cennet’
dedi. Bu söz üzerine Medineliler:
‘Elini uzat, beyat
edelim’ dediler.[3]
Bizler de benzer bir
talepte bulunarak;
“Allah ile kurulacak
bir dostluğun ne tür bir getirisi olur? (hem bu dünyada, hem de öteki alemde)”
diyoruz.
Yeni bir bölüm
açarak bu sorumuza cevap bulmaya çalışalım.
Allah ile dostluğunu
kurmaya çalışanlar, büyük bir ihtimalle geleceklerini garanti altına almış
olurlar;
‘Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)’dir.
Onları karanlıktan nura çıkarır... (Bakara: 2/257)
Yani, cehennem
güzergahında cahil cahil giden kuluna, bir şekilde hidayet nimetinden
tattırarak hat değiştirmesini sağlar... Yeni hat’tın adı;
– Kendisine,
çevresine ve Yaradanına saygılı, adaletli ve elinden ve dilinden emin olunan
bir insan’dır. Ve bu hattın yolcuları hiçbir durakta durmaksızın direk cennete
giderler... Çünkü gerçek dost hiçbir vaadinden dönmez;
“Rabbimiz!
Bize, Peygamberlerin vasıtasıyla va’dettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde
bizi rezil rüsvay etme; şüphesiz sen va’dinden caymazsın!” (Al-i
İmran: 3/194)
Allah’a dost olmanın
belki de en büyük getirisi... Dostunun (Allah’ın) yardımıyla en büyük düşmana
karşı uyanık olabiliyorsun...
Düşmana karşı uyanık
olmak demek onun saldırı zamanı ve taktiğini önceden bilmek demektir.
‘Takvaya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir
vesvese dokunduğunda (Allah’ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği
görürler.’ (A’raf: 7/201)
Allah’a dost
olanlar, şeytanın her vesvesesin de Gerçek dostlarının şu nasihatını hatırlayıp
Allah’ı zikrederek Şeytanı, def ederler.
‘Eğer şeytanın fitlemesi seni dürterse hemen Allah’a
sığın. Çünkü o, işitendir, bilendir.’
(A’raf: 7/200)
Çünkü Allah-u Teala
her zaman kendi dostlarının yanındadır.
‘Şüphesiz ki benim koruyanım Kitab-ı indiren Allah’tır.
Ve O bütün salih kullarını görüp gözetir.’ (Araf : 7/196)
Dostluğunu Allah’tan
yana kullanmayanlar şeytanın ağına takılırlar;
‘(Şeytanların) dostlarına gelince, şeytanlar onları
azgınlığa sürüklerler. Sonra da yakalarını bırakmazlar...’ (Araf: 7/202)
Yaşamayı çok seven
insanoğlu yeşiliyle göz boyayan bu dünyadan ayrılmak istemez... Hayatı dolu
dolu yaşamak için çırpınır durur... Rahat yaşamak ve ölmemek için her türlü
tedbire başvurur...
Fakat bir türlü
yaşlılığı başından savamaz... her saç telleri sırasıyla beyazlaşarak ‘kefen’
rengini verirler... Böylece muhataplarını huzursuz ederler... Hele de can ve
maldan eksilmeyle sınandıklarında huzursuzlukları tavan yapar!
İşte tam bu sırada
ilahi nasihata kulak veren insanoğlu şu vaadlerin muhatabı olur;
‘... Her kim Allah’a bağlanırsa kesinlikle doğru yola
iletilmiştir.’ (Al-i İmran: 3/101)
Dostluk tercihini
huzur verende kullananlar hayatlarından emin olurlar... Böylelikle onlar;
‘... Allah’ın dostlarına korku yoktur; Onlar
üzülmeyecekler de.’ (Yunus: 10/62)
Hem neden korksunlar
ki?! Nasıl olsa Allah’ın yazdığı isabet edecek...
Böylelikle her
halukârda huzurlu olurlar... Hastalık gelir; sabrederler, günahları dökülür...
Can ve maldan imtihan edilirler; sabrederler, sevap kazanırlar... Çünkü Allah
dostları şunu çok iyi bilir;
‘Doğrusu güldüren de ağlatan da O’dur. Öldüren de
dirilten de O’dur.’ (Necm: 53/43-44)
İnsanları
ümitsizliğe, cimriliğe ve vaktin büyük bir kısmını dünyaya harcamasına sebep
olan, belki de tek sebep ‘Gelecekten endişe’ korkusudur.
Bu korku birçok
haramlara da gebedir:
– Malın artması için
olası bir; Yalan, hırsızlık, haksızlık, adaletsizlik, rüşvet ve hatta yeri
geldiğinde cinayet...
Bir de var olanın
eksilmesi korkusu var... Bu korku da geleceği bir hayli endişelendirir;
– Cimrilik
– Sömürücülük
– Terazide
hilelik...
Gelecek kaygısını
taşıyan bir insan kolay kolay kanaat sahibi olamayacağından hayatının her
keresinde endişeye rastlanır;
– Nasıl
artırabilirim?
– Mevcudu nasıl
korurum?
Tabiri caizse odun
gibi bir hayat! Ve bu hayat dostluğa zarar verir;
‘Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı
anmaktan alıkoymayın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.’ (Münafikun: 63/9)
Böyle bir endişeyi
taşıyanlar vakitlerinin büyük bir çoğunluğunu malları ve evlatlarıyla
geçirecekleri için Allah’a pek vakit ayıramazlar.[4]
Peki
nasıl olurda Allah’a dost olanlar böyle bir endişeyi yaşamazlar.
Kanaatimce;
Allah, kimi dost kabul etmişse Ona, vaadlerine karşı müthiş bir güven ve
tevekkül bilinci vermiştir. Haliyle, Allah’a dost olan kişi, hem ölüm öncesi,
hem de ölüm sonrası rızıklanacağını bilir;
‘... Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu
ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a güvenirse O, ona
yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir... (Talak: 65/3)
‘Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, içinde
ebedi kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel
meskenler va’detti. Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte büyük
kurtuluşta budur.’ (Tevbe: 9/72)
Hz. Ebu Bekr (r.a)
ve Hz. Ömer (r.a.)’ın infaktaki yarışı ve Rasulullah’ın: Tebük cihadına
katılanlardan; Hz. Ebu Bekir (r.a.)’ya:
‘Ailene ne bıraktın?’ sorusu üzerine;
‘Allah ve Rasulünü’
demesinin arkasındaki sır ne acaba?
Gelecek endişesi
olmayan bir insan mal’ı sevmez. Hele de biriktirmeyi hiç sevmez. Hem ne diye
biriktirsin ki! Biriktiripte şu ikaza mı muhatap olsun;
‘... Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda
harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele.’
‘(Bu paralar) Cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla
onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): “İşte
bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin
(azabını) tadın!” (Tevbe: 9/34-35)
Allah-u Teala,
kendisine dost seçtikleri kişilerden, ‘gelecek endişesi’ korkusunu alır. Onun
yerine cömertliği ve yardım severliliği verir.
Böylelikle Allah
dostlarına dünya malı farklı bir boyut kazanır;
– Biriktirdikçe
azalan,
– Verdikçe çoğalan.
Dünyaya karşı böyle
bir bakış açısı yakalayan bir insan ecir avcısı olacağı için çevresine karşı
oldukça yardım sever olur... Daha da ileriye giderek Resulullah’ın (s.a.v.) şu
hadisindeki bahsettiği ecre de talip olurlar:
Hz. Ebu Hureyre
(r.a.) anlatıyor:
“Resulullah (s.a.v.)
buyurdular ki:
“Sizden önce yaşayanlardan bir tüccar
vardı. Halka borç verirdi. Borçluları arasında fakir görürse hizmetçilerine: ‘Onun burcundan vazgeçiverin, böylece Allah’ın da
bizim günahlarımdan vazgeçeceğini umarız” derdi. Allah da onun günahlarından
vazgeçti.”[5]
Kendisine küsmeyen
her insan, çevresi tarafından sevilmek ve saygı duyulmak ister. Bu, insanın
doğasında var olan fıtri bir istektir.
Fıtratın bu sesine
kulak vermek isteyenler menfaatleri icabı ya yalakalık yaparak insanların
sevgisini isterler ya da amellerine riya mikrobu bulaştırırlar.
Allah-u Teala
kendisine dost olmak isteyenleri böyle bir sıkıntıdan kurtararak diğer
insanların kalbine ilham edip (dost seçtiklerine) sevgi beslemelerini sağlar:
‘İman edip te iyi davranışlarda bulunanlara gelince,
onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.’
Bir Allah dostu
Resulullah’ın (s.a.v.) yanına gelerek:
– Ey Allah’ın
Resulü! Bana bir amel söyle ki - göster ki yaptığım zaman Allah da beni sevsin,
insanlar da beni sevsinler.
Resulullah (s.a.v.)
buyurdular ki:
‘Dünyada zahid ol; Allah seni sever ve insanların
elindekilerine göz dikme, insanlar da seni sever.’[6]
Subhanallah!
– Allah’ı sev; İnsanlar
seni sevsin,
– Allah’a değer ver;
İnsanlar sana değer versin,
– Allah’ın sevgisini
kazanmak için salih ameller işle;[7]
İnsanlar seni sevsin...
Gerçekten de Allah-u
Teala; dostlarına iyi bir prim vaad ediyor;
‘Bana dost ol,
insanlar seni sevsin...’
Allah-u Teala her insana günlük, 24
saatlik bir kredi kartı verir. Kredi kartının kullanım alanlarında hiçbir
zorlama yapmaz. İsteyen istediği yerde ve istediği şekilde kredilerini
tüketebilir...
Bu kartı ister piknikte kullan, ister Tv
izleyerek, ister seyahatte, ister eğlencede, ister nefsini sakinleştirmek için
ne gerekiyorsa o yerde kullan...
Her yerde kullanabilinen bu kartın ilginç
bir özelliği vardır... Yanlış kullanıldığında ya da gereksiz harcamalar
yapıldığında öteki tarafta problem çıkarır...
Kredi kartı sahibine bir an önce kavuşmak
isteyenler kartın arkasındaki şu uyarıyı dikkatle okurlar;
‘...
her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş[8]
yapsın...’ (Kehf: 18/110)
Allah’a dost olanlar, zamanlarını en iyi
şekilde değerlendirip Rablerinin rızasını kazanmak isteyeceklerdir... Bunun
için de;
‘...
boş sözlerle karşılaştıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler.’ (Furkan:
25/72)
Daha çok salih amel işlemeleri için
uykularından ve nefsi arzularından fedakarlık yaparak zamanlarını
bereketlendirirler... Çünkü Allah dostları için;
‘Ne kadar çok zaman; o kadar çok soru
çözmek’ demektir.
Allah ile dostluğunu
kuranlar sahip oldukları mülkü ya da günlük kazançlarını zenginlerin mal
varlıklarıyla kıyas yapmayarak her halukârda kanaatkâr olurlar:
Bu bilinç onlara
farklı anlayışlar da kazandırır:
– Sabrederler
– Şükrederler
– Sadece Allah’tan
isteyecekleri için kimsenin eline bakmazlar.
– Hiç kimseye yük
olmak istmezler.
Rabbin rızasını
kazandıran bu tavır diğer insanların da sevgisini kazandırır... Biraz
düşünüldüğünde Allah ile dost olmanın müthiş bir getirisi olduğu anlaşılır.
Allah ile dostluğunu kuramayanlar ise pek
de kanaatkâr olamazlar. Mal varlıklarını sürekli zenginlerin mal varlıklarıyla
kıyas yaparlar... Ve her halukârda kendilerini fakir hissederler... Böylelikle
bir taraftan isyan ederken diğer taraftan zengin olmanın yollarını ararlar...
Haliyle de vakitlerin büyük bir bölümünü dünyaya adamış olurlar..
Allah’u Teala
yarattığı her insanın fıtratına iyilik ve kötülüğe giden yolları
programlamıştır:
‘..., nefse ve ona bir takım kabiliyetler verip de iyilik
ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki nefsini kötülüklerden arındıran
kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir. (Şems: 91/8-10)
Kötülükler İyilikler
Allah’a şirk koşmak....
Düşmanlık.............. Ziyaretleşmeler
Kin........ Tefekkür
İftira...... Cömertlik
Kumar... Sabır
İçki........ Güzel ahlak
Dedikodu.............. Kardeşini nefsinden üstün tutma
Zina ......
Hırsızlık.
Doğru sözlülük
Yalan..... Yardımseverlik
Allah’a dost olmak
istemeyenlere ya da Allah’a dost olmayı düşünemeyenlere; ister istemez
kötülükler güzel gözükecektir.
Dostluğunu Allah’tan
yana kullananlar Allah’ın sevmediği amellerden nefret edeceklerinden
kötülüklerden uzaklaşırlar.[9]
Böylelikle
hayatlarının her karesinde doğruluk ve yardımseverlik görülür.
Yani cennete
girerler...Allah ile kurulacak dostluğun getirisinin son noktası da diyebiliriz
buna...
Hastalığın olmadığı,
alacak-vereceğin olmadığı, bunaltıcı sıcağın ve dondurucu soğuğun olmadığı,
üzüntü, keder, kin, adam kayırma, adaletsizliğin olmadığı, tamamen zevkin ve
sefanın hüküm sürdüğü beldelere konuk olmak!?
Böylesine büyük ve
emsalsiz bir ödüle sahip olmak ancak ve ancak ona dost olmakla mümkündür...
İşte Allah’a dost
olmaya çalışanlar hayatlarını Allah’ın rızası + cennete endeksledikleri için
cennette derecelerinin artması için olanca gücünü harcarlar... Ve sonunda şu
sesi işitirler;
‘... işte size cennet; yapmış olduğunuz iyi amellere
karşılık ona varis kılındınız...’
(Araf: 7/43)
O Beldelere Bir Göz
Atalım;
‘Allah ta onları bu yüzden o günün fenalığından korur,
onların yüzüne parlaklık ve neşe verir. Sabırlarının karşılığı cennet ve
oradaki ipeklerdir. Orada tahtlara yaslanırlar, orada yakıcı sıcak ve dondurucu
soğuk görmezler. Meyve ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkmış ve onların
koparılması kolaylaştırılmıştır.’ (İnsan:
76/11-14)
‘... onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış
muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan su kenarlarında; bitip
tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasındadır.’ (Vakıa: 56/27-33).
‘Şüphesiz muttakiler (ise) güvenilir bir makamdadır.
Bahçelerde ve çeşme başlarında, ince ipekten ve parlak atlastan (elbiseler)
giyerek karşılıklı otururlar. Böyle olduğu gibi (ayrıca) onları, iri gözlü
hurilerle de evlendirmişizdir.Güven içinde (canlarının çektiği) her meyveyi
isterler. Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar. (Sürekli yaşarlar) ve Allah
onları cehennem azabından korumuştur.’ (Duhan:
44/51-56).
‘Rahmanın kullarına vadettiği cennete, Adn cennetlerine
gireceklerdir. Şüphesiz Onun sözü yerini bulacaktır. Orada boş söz değil,
sadece esenlik veren sözler işitirler. Orada rızıklarını sabah akşam hazır
bulurlar. Kullarımızdan Allah’a karşı gelmekten sakınanları mirasçı kılacağımız
cennet işte budur.’ (Meryem: 19/61-63).
Üçüncü Bölüm
Allah ile dost olmanın getirileri
bunlarla sınırlı değil şüphesiz. Sadece önemli gördüğümüz konulara değindik...
Allah’a dost olmanın
getirisini öğrenmek dostluk yolunda önemli bir adım; ancak bu işin bir de ‘dost
olamamanın götürüsü’ gerçeği var...
Bir şeyin elde
edilememesinin neye mal olacağını bilmek O şeyin önemini dile getirir.
Buradan hareketle
Allah’a dost olamamanın ne tür bir götürüsü olduğunu bilmek Allah’a dost
olmanın önünü açabilir diyebiliriz.
Yeni bir dosya
açarak maddeler halinde konumuzu aydınlatmaya çalışalım:
Kazancı büyük olan
yatırımdan mahrum kalmanın götürüsü de aynı derecede büyük olmalı...
Dostluğunu
kazananlara bu dünyada ve öteki alemde huzur ve mutluluk vaad eden Allah-u
Teala, kendisinin dostluğuna ihtiyaç hissetmeyenlere de bazı vaadlerde
bulunur... Özellikle de seçmiş olduğu yolun dikenlerinden ve nelere mal
olacağından uzun uzun bahseder:
‘Allah’ın dışında başka veliler edinenlerin örneği
kendine ev edinen örümcek örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız
olanı örümcek evidir; bir bilselerdi!’
(Ankebut: 29/41)
Dostluk yatırımını
Allah dışında kullananların misali örümcek yuvası sağlamlığında... Yani ufak
bir üflemeyle bozulan bir dostluk...
Bu satırları yazarken
kendisine dost olmak istediğim yaratıcımın şu örneklendirmesi geldi aklıma;
“Onlar gemiye bindikleri zaman, dini yalnızca O’na ‘halis
kılan gönülden bağlılar’ olarak Allah’a yalvarıp yakarırlar. Ama onları karaya
çıkarıp kurtarınca, hemen şirk koşarlar.” (Ankebut: 29/65)
Dostluk kavramının
daha iyi anlaşılması için kendimizi bir anlık bahsedilen gemide hissedelim.
Karadan yüzlerce mil uzaklıkta denizin tam ortasında bir nokta gibi olan
gemide...
Aniden gök
kararıyor, deniz; durgunluğunu devasa dalgalara bırakıyor... Ve müthiş bir
fırtına! hemen arkasında fıtri bir korku;
– N’oluyoruz?!
Cevap çok açık;
– ‘Dostluk’
dersinden imtihan oluyorsunuz...
Dostluğunu Allah’tan
yana kullananlar kısa süren fıtri bir panikten sonra tevekkül ederler...
Bilirler ki denizin sahibi de O, dalgaların sahibi de O, geminin sahibi de O...
Yarattıklarının her türlü tasarruf yetkisinin sahibi de O...
Yine bilirler ki
Allah’tan başka hiçbir dost kendilerini o girdaptan kurtaramaz...
Gemiye binmeden
önceki dua ve tevekkülün aynısını gemide de sergilerler, inince de
sergilerler... Sadece, başları sıkışınca Rablerine müracaat etmezler...
Çünkü onlar çok iyi
bilirler ki gerçek dost iyi zamanda da hatırlayan ve hatırlanandır...
Dostluğunu şeytan ve
dostlarına yatırım yapanlar da Allah’a yalvarırlar... Hem de ne yalvarış!
Ellerini açıp Allah’a yalvarmalarıyla farkında olmadan bir gerçeği
haykırırlar... Sanki Onlar şöyle derler;
– Allah’ım! Geminin
sallanmasıyla örümcek yuvası misali sen dışında dost seçtiğimiz insanlar
bizleri ne görür, ne yalvarmalarımıza kulak verir ne de bizleri bu sıkıntıdan
kurtarır!
– Allah’ım! Sen
bizleri gören ve işitensin!
– Allah’ım! Durgun
denizi harekete geçirmeye gücü yeten ve tekrar sakinleştirmeye kadir olan bir
tek sensin!
Yalvarmalar, kara
görününceye kadar devam eder.
Yaratılışı gereği
her noktada Allah’a muhtaç yaratılan insanoğlu -imtihan için- sıkıntı ve
musibetlerle denenir... Sıkıntılara ve el açıp yalvarmalara cevap verebilen tek
merci; kullarının tercihlerine bakar...
Kimi eller, dua
güzergahından sapmadan Rableriyle iletişim kurarken kimi eller de devayı başka
adreslerde ararlar... İşte burada dost seçiminin getirisi ve götürüsüne
rastlanır:
‘El açıp yalvarmaya layık olan ancak O’dur. O’nun dışında
el açıp dua ettikleri onların isteklerini hiçbir şeyle karşılayamazlar. Onlar
ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki
(suya ağzına götürmedikçe) su onun ağzına girecek değildir. Kafirlerin duası
hedefini şaşırmıştır.’ (Rad: 13/14)
Tarihin hangi
dönemine bakarsanız bakın, Vahye kulak vermeyenlerin ferdi ve sosyal
yaşantılarında birbirlerinden ilginç cehaletlere rastlarsınız...
Bir insan düşünün;
konuşamayan, düşünemeyen ve saman yiyen bir hayvana, yani ineğe tapıyor!
Bir insan düşünün;
yine bir insan eliyle yapılan camdan yapılan -nazar boncuğu- bir boncuğun
nazarı def edeceğine inanıyor.[10]
Yine bir insan
düşünün[11];
Aşağılık kompleksinden ciğer paresi kız çocuğunu diri diri gömebiliyor... Ya da
açlık korkusuyla çocuklarını öldürebiliyor...
Aslında vahyi
ihtiyaç hissetmeyen akıl, cehalet içinde yüzmek zorunda... Çünkü;
‘Allah, inananların dostudur, Onları karanlıklardan
aydınlığa çıkarır. İnkar edenlere gelince, onların dostları da tağuttur, onları
aydınlıktan alıp karanlığa! götürür...’
(Bakara: 2/257)
Hem de kapkaranlığa!
Allah’ın sözlerine
kulak vermeyecek kadar karanlığa! Allah’ın var olan hükümlerini takmayıp
unutkan[12]
olan akılla hüküm koyacak kadar karanlığa!!
Sünnetullah,
dünyanın her yerinde ve çağın her saniyesinde hiç aksamadan işler;
Allah; kendisini
dost seçmeyenleri karanlığın ortasında yanlız bırakır... Ve hiçbir güç (kendisi
dışında) Onları orada aydınlığa çıkaramaz...
Çünkü;
‘... Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir
yardımcı vardır.’ (Tevbe: 9/116)
Allah’a dost olanlar
daha kendileri doğmadan önce dünyadaki yiyecek ve içecek miktarlarının önceden
yazıldığına iman ettikleri için rızık endişesi yaşamazlar... Bilirler ki,
“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah’ın
üzerinedir...” (Hud: 11/6)
İmtihanları gereği
gelen rızıkta bir azalma ya da artma olduğunda, akıllarını suçlayıp
-övmezler... Bilirler ki o an gelen sorunun cevabı 3 seçeneklidir:
– Sabır
– Şükür
– Ve isyan...
Onlar ilk ikiyi
işaretlerler...
Allah’a dost
olmayanlar rızık veren mercinin -her ne kadar da rızkı veren Allah olduğunu
söyleseler de- Akılları, devletleri ya da patronları olduğuna inanırlar...
Böylelikle rızık
konusunda şirk virüsüne müptela olmuş olurlar...
En ufak bir
sıkıntıda, ‘aç kalırım’ korkusu iradelerinin önüne geçer ve çorbadaki kaşık
sayısını azaltmak için çocuklarını öldürürler... Böylelikle rızıklarının
azalmayacağına inanmış olurlar... Oysa ki;
‘Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah’a
aittir...’ (Hud: 11/6)
Dünkü cahiliyye aç kalırım diye
çocuklarını öldürürken, bu günkü cahiliyye bakamam korkusuyla bir ya da iki
taneyle yetinmek durumunda kalıyor...
Dostluğunu ‘ER-REZZAK’tan
yana kullananlar;
‘... (Allah rızası için) harcayan kimselere büyük mükâfat
vardır.’ (Hadid: 57/7)
İlahi piriminden
yola çıkarak;
‘... mallarını gece, gündüz, gizli ve açık infak
ederler.’ (Bakara: 2/274)
Hem de;
‘... bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar...’ (Bakara: 2/236)
‘Er-Rezzak’a dost
olmayanlar geleceklerini kurtarmak adına mal üstüne mal yığarlar... Haliyle de
azalır korkusuyla cimrileşirler...
Bakalım en büyük
dost cimrizedeler için ne diyor;
‘Allah’ın kereminden kendilerine verdiklerini (infakta)
cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu
onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına
dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah bütün
yaptıklarınızdan haberdardır.’
(Al-i İmran: 3/180)
İnsanları yaratarak
kendisine -her konuda- itaat edilmesini isteyen büyük yaratıcı, insanların
fıtratına bazı şeyler programlamıştır:
Güçlüye karşı boyun
eğme
Mazluma karşı acıma
hissi...
Yardımlaşma duygusu
Cinsellik vs.
Dünyanın her yerinde
-ihtiyaç sahibine karşı- yardım etmek isteyen insanlara rastlamak mümkün...
Kimi insan vardır
fıtratın devreye girmesiyle pamuk ellerini cebine götürürken, kimi de; Fıtrat +
Sevap mantığıyla hayır işlemeye çalışır...
Sadece fıtratın devreye girmesi ‘riya’ya
gebedir... Yapılan hayırlarda daha çok gösteriş ve adının anılması vardır...
– Cami yaptırırlar;
Adı konur.
– Okul yaptırırlar;
Adı konur.
– Çeşme yaptırırlar;
Adı konur.
Akılları sıra bazen;
– Namazımız yok ama;
Yapmış olduğumuz hayırları hangi müslümanlar yapıyor!’
Ya da
– Yaptıklarımız
ibadet değil mi? diyerek vicdanlarını rahatlatmaya çalışırlar...
Oysa ki bir amelin
Allah katında kabul edilebilmesi için
Kur’an ve Sünnet ‘kanunlara
uygunluk + İhlas’ şartı vardır...
Allah ile dostluk
kurmayanlar –kuramayanlar- ömürlerinin sonlarına doğru biriktirmiş oldukları
malların tamamına yakınını hayır! kurumlarına hibe ederler...[13]
Yapmış oldukları
hibe, Allah katında şöyle karşılanır:
“Onların harcamalarının kabul edilmesini engelleyen,
Onların Allah ve Rasulünü inkar etmeleri, namaza ancak üşenerek gelmeleri ve
istemeyerek harcamalarından başka birşey değildir.” (Tevbe: 9/54)
‘Biz onların işlediği her ameli ele alıp saçılmış toz
zerreleri yaparız.’
Onlar, yapmış
oldukları hayır! ameline karşılık -dünyada- bir ‘Plaket’le ödüllendirilirken,
Allah ile dostluğunu sağlam temellere atanların hayır amellerinin dünyadaki
karşılığı;
‘Siz hayra ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını
verir...’ (Sebe: 34/39)
iken,
Ahiretteki karşılığı
ise;
“Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak
bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz danedir.”
Yüce yaratıcı
yarattığı her insana; kötülüğü emreden nefs ile, iyiyi kötüden ayırd edebilecek
bir akıl vermiştir.[14]
Vahiyle desteklenen
akıl; nefsin dizginlerini ellerinde tutar. Her kötülüğü emredişte, gerçek
dostunun bir uyarısı -nasihatı ile susturmaya çalışır... Ve genelde nefsine
karşı galip gelir...
Aynı başarıyı Allah
ile dostluğunu kuramayanlarda göremezsiniz... Onlar için, nefs ne diyorsa O!
Bakalım Allah-u
Teala nefs’i nasıl tanımlıyor:
“... Nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefs aşırı şekilde
kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka...” (Yusuf: 12/53)
Hz. Yusuf’un
ağzından çıkan cümleler;
“... Nefs aşırı şekilde kötülüğü emreder...”
Hele de ilahi yardım
yoksa! O nefs kişiyi cehenneme kadar sürükler... Çünkü nefsin dini yoktur...
Çünkü nefs kişinin hayvanlar gibi -hatta daha da aşağılık bir şekilde
yaşamasını ister... Çünkü nefsin işi bu...
Kötülüğü emreden
nefsin muhatabı Peygamber bile olsa,[15]
-dostluk eli uzatılmadığında- başarılı olması için hiçbir sebep yok...
Bir Peygamberin
nefsi ile mücadelesi Kur’an’da şöyle dile geliyor:
‘Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak
istedi, kapıları iyice kapattı ve “Haydi gel.” dedi. O da “Haşa, Allah’a
sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu
ki, Zalimler iflah olmaz!” dedi.’
‘Andolsun ki, kadın O’na meyletti. Eğer Rabbinin işaret
ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve
fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik) Şüphesiz O ihlaslı
kullarımızdandı. (Yusuf: 12/23-24)
Kendinizi bir anlık
Hz. Yusuf yerine koyun...[16]
Aynı odada... Allah’tan
başka gören yok... Tövbe kapısı ardına kadar açık... İnsanlara örnek olmaya
çalışan bir uyarıcısınız...
Çok çok dikkatli
olmanız gerekmesine rağmen o bayana meylediyorsunuz...
Nefsiniz bir - sıfır
öne geçecekken ilahi bir uyarıyla kendinize geliyorsunuz... Daha doğrusu;
‘... Kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir!..’ (Kasas: 28/50)
ayetine muhatap
olacakken, dostluk yatırımını ilahi güçten yana kullandığınız için O sizi
nefsinizle baş başa bırakmıyor ve
‘... Allah’tan bir uyarıcı olmaksızın...’ (Kasas:
28/50) la destekliyor.
Hülasa; Allah ile
iletişim halinde olmayan her irade, nefsin sesine kulak verir. Kişinin, kendi
nefsi ile dostluğu Onu ilahlaştırmaya kadar vardırır...
‘Heva
ve hevesini tanrı edinen ve Allah’ın (kendi katındaki) bir bilgiye göre
saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği
kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ
ibret almayacak mısınız?’ (Casiye: 45/23)
Aman Allah’ım!
Allah’ı kendilerine dost seçemeyenler -seçmeyenler ne kadar da zarardalar!..
Hakka karşı kulağın sağır, gerçeklere karşı gözün kör ve inanışa karşı kalbin
mühürlü!
Allah ile dostluğunu
kuranlar kendilerine isabet eden her türlü musibete sabrederler... Bilirler ki
yapacakları sabrın karşılığında Allah ile beraber olmak var;
‘... Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.’ (Bakara: 2/153)
Yine bilirler ki;
‘... Allah sabredenleri sever.’ (Al-i İmran: 3/146)
Ve yine bilirler ki;
‘... Yalnız sabredenlere, mükafâtları hesapsız
ödenecektir.’ (Zümer: 39/10)
Dostluğunu Allah’tan
yana kullanmayanlar,
Nefislerine (Can’a)
isabet eden musibetlere karşı aynı sabrı gösteremezler... Sabır yerine isyan seçeneğini
tuşlarlar... Dünyayı cennet gördükleri için o zevkten mahrum kalmak sıkar
ruhlarını... Huzursuz olurlar... Dünyaları kararır... Çünkü; Allah, sadece
kendi dostlarının kalbine huzur ve güven verdi;
‘... Allah, o (mü’min)lerin kalplerinden geçeni bildiği
için onların üzerine huzur ve güven indirdi...’ (Fetih: 48/18)
Huzur ve güvenin
vaad etmediği tüm dostluklar ‘suni’dir... Ve menfaatlerin bittiği yere
kadardır...
İnsanlar toplum
içinde mutlu yaşayabilmesi için bazı kanunlara ihtiyaç hissederler... Çünkü
insanın olduğu yerde adeletsizliklerin, haksızlıkların, tartışmaların olması
kaçınılmazdır... Haliyle tamamen kendi fıtratlarına uyumlu ve adaletin ön plana
çıktığı bir yönetim altında yönetilmek isterler...
Kur’an ve hadislerin
girmiş olduğu topraklarda iki tür yönetim şekliyle karşılaşırlar;
– İlahi ve
– Beşeri yönetim
Yani; İnsanların en
iyi şekilde nasıl yaşayabileceğini sadece Allah bilir. Ya da;
İnsanların en iyi
şekilde nasıl yaşayacaklarını pis bir sıvıdan yaratılan insan bilir...
Dostluğunu Allah’tan
yana kullananlar insanların fıtratını en iyi bilenin kanunlarına uymak
isterler... Çünkü bilirler ki o kanunlarda adam kayırmak yok, haksızlık yok,
yolsuzluk yok...[17] Yine
bilirler ki o kanunlara uyulduğunda bu tarafta mutlu olunurken diğer tarafta
ucu cennete kadar gider...
Günah işlemeye
meyyal yaratılan insanoğlu ara sıra şeytanın vesveselerine kulak vererek günah
işler... Bu mükemmel dinin sahibi de kullarına acır ve tövbe kapısını
gece-gündüz açık tutar.
Dostluğunu kendinden
yana kullananlar, işledikleri günahların hemen akabinde tövbe ederek;
“Allah’ın kabul edeceği tövbe, ancak bilmeden kötülük
edip te sonra tez elde edenlerin tövbesidir; İşte Allah bunların tevbesini
kabul eder...” (Nisa: 4/17)
Rablerinin sevgisini
kazanırlar:
‘... Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever...’
(Bakara: 2/222)
Allah’ın sevgisini
kazanan her kul tövbe için ellerini açtığında, belki de milyarlarca nurdan
eller O’nun için Rablerinden bağışlanma dileyerek dualarına eşlik ederler;
“Arşı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar
(melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, O’na iman ederler. Mü’minlerin
de bağışlanmasını isterler: Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi
kuşatmıştır. O halde tövbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları
cehennem azabından koru! (derler)”
(Mü’min: 40/17)
Düşünsenize bir! Günah
işleyen sizsiniz, bağışlanmanız için Rablerine yalvaranlar; Melekler... Ve
böyle bir diyalog’tan habersiz yaşayıp günah işleyen sizsiniz, milyarlarca
ağızdan bağışlanmanızı isteyenler; melekler!..
Bunu izah edecek
hiçbir akıl tanımıyorum! Olsa olsa Rabbimizin kendi dostuna özel bir rahmeti!..
Bir anlık
işlediğiniz günahtan sonra bağışlanmak için iki ellerinizi göğe doğru
açtığınızı ve aynı anda gökyüzünde milyarlarca meleğin;
“Rabbimiz! Onları da, onların atalarından, zevcelerinden,
nesillerinden iyi olanları da kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine koy...”
‘Bir de onları, her türlü kötülüklerden koru. O gün sen
kimi kötülüklerden korursan onu rahmetine mazhar etmiş olursun. Bu en büyük
kurtuluştur.’ (Mü’min: 40/8-9)
Buna inanın ki babanız
bile adınıza böyle bir duada bulunmaz!
İşte, Allah ile dost
olmak isteyenler yapacağı tövbe ve dualarının arkasına milyarlarca meleği de
alarak bağışlanma olasılığını yükseltirler...
Peki, dostluğunu
Allah’tan yana kullanmayanlar?
Zayıf yaratılan
insanoğlu güçlünün yanında yer alarak geleceğini temin altına almak ister... Ve
karşısına iki farklı güç çıkar;
– Allah ve dostları
– Şeytan ve dostları
Gücü, görüntüde -
barut’ta - arayanlar zillet dosyasına adını yazdırarak izzetli olduğunu
zannederler... Oysa ki;
“Mü’minleri bırakıp ta kafirleri dost edinenler, onların
yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca
Allah’a aittir.” (Nisa: 4/139)
Allah’a dost olmayı
ihtiyaç hissetmeyenler her ne kadar da şaşalı bir hayat yaşıyorlarmış gibi
görünselerde iç dünyaları hiç de öyle değildir... Bir defa dünyayı çok
sevdikleri için bu beldeleri terketmekten çok korkarlar...
Dünyada dolu dolu
yaşamaları için çok çalışmak zorunda kalıp kaybetmeme korkusu yaşarlar...
Yaşadıkları bu iç sıkıntı dönem dönem dışa da yansır. İflas, Psikolojik
hastalıklar, intihar vs...;
Bakalım büyük dost;
aday dışı olanlar için ne diyor;
‘Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun
sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.’ (Taha: 20/124)
Dünyadaki çektikleri
sıkıntının uzantısı taa Cehenneme kadar gidecek... Hem burada, hem orada...
Hiçbir canlı ya da cansızın
maddi ve manevi yardımına ibadetine ve dostluğuna hiç ama hiç ihtiyacı olmayan
Allah-u Teala, kendisine dost olmak istemeyenleri akılsız olarak adlandırır;
‘(Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kâfirlerin durumu,
sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü
onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünemezler.’ (Bakara: 2/171)
Bakmak ve görmek
farklı şeylerdir... Allah’a dost olanlar her hangi canlı ya da cansıza
baktıkları zaman, yaratıcının büyüklüğünü görürler... Dost olmayanlar ise
bakar, bakar, bakarlar... Sadece bakarlar... Görmelerine Allah izin vermez!
Çünkü Allah-u Teala
kendisine dost edinme ihtiyacı hissetmeyen kulunun gözüne perde, kulaklarına da
tıpa taktırmıştır... Onlar göremezler, işitemezler de...
‘Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını
kullanmayanları murdar (inkarcı) kılar.’
(Yunus: 10/100)
‘Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.
Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve
ahirette) büyük bir azap vardır.’
(Bakara: 2/7)
‘Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple onlar
geri dönemezler.’ (Bakara: 2/18)
Allah’a dost olmayı
ihtiyaç görmemek demek basit bir sıvıdan yaratıldığını unutup, Allah’ın direktifleri
doğrultusunda yaşamayı düşünmemek demektir...
Başka bir deyişle
Allah’ın bunca ikramlarına rağmen gereken teşekkürü yapmayı düşünmemek demek
olduğu için Allah tarafından hem nankörlük olarak hem de sapıklık olarak
suçlanırlar;
‘Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini
yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar
yolca daha da sapıktırlar.’ (Furkan:
25/44)
‘... Allah’tan bir yol gösterici olmaksızın kendi
hevesine uyandan daha sapık kim olabilir! Elbette Allah zalim kavmi doğru yola
iletmez.’ (Kasas: 28/50)
‘Şüphesiz biz insana (doğru) yolu gösterdik. İster
şükredici olsun ister nankör.’
(İnsan: 76/3)
Dostluğunu Allah’tan
yana kullananlar baktıklarında görürler demiştik. Onlar gerçekten de Rableri
tarafından doğru yol gösterilince (Peygamber, davetçi ve Kur’an) Rablerinin bu
hidayetine karşı şükrederler...
Bakıp da görmeyenler
ise her konuda olduğu gibi nankörlük suçlamasını talep ederler.
Bu sayfaya kadar,
dostluğunu Allah’tan yana kullananların hem dünyada hem de Ahirette mutlu
olacağını, dostluğunu Allah’tan yana kullanmayanların ne kadar da huzursuz
yaşadıklarını ve yapmış oldukları ‘hayır!’ların boşa gittiğini ve dostlarının
ahirette kendilerine hiçbir fayda sağlamayacağını gördük...
Allah’a hamd olsun
ki bizleri gaflet uykusundan uyandırdı... Yine hamdolsun ki kendisine dost
olmamız için Peygamberi ve beraberinde hayat klavuzumuzu -dostluk mektupları-
gönderdi.
Allah ile dostluğun
kurulmamasının en son götürüsü;
‘Cehennem’
Dostluk seçiminde
hiçbir zorlama yapmayan Allahû Teâlâ, kendini dost seçmek istemeyenlerin
akibetinin cehennem olduğunu hatırlatır;
‘... bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar
aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.’ (Mü’min:
40/60)
Dostluğunu Allah’tan
yana kullanmayanların konaklayacağı mekanlara şöyle bir göz atalım bakalım
onları nasıl bir ortam bekliyor:
‘Şüphesiz ki ayetlerimizi inkâr eden kâfirleri yarın
ateşe atacağız. Derileri piştikçe, azabı duysunlar diye, kendilerine
değiştirecek başka deriler vereceğiz...’ (Nisa: 4/56)
İşte o kâfir olanlar için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının
üstünden kaynar su dökülür. Bu kaynar su ile karınlarında olan şeyler ve
derileri eritilir. Onlar için, bir de demirden kamçılar var. Her ne zaman
ateşten, onun ızdırabından çıkmak isterlerse, yine içine döndürülürler ve
onlara: Haydi tadın yangın azabını denir.”
‘Kaynar bir kaynaktan içirilirler. Onlara (Hayvanların
bile sakınıp yiyemediği )bir nebattan başka yiyecek yok. O ne besler ne
açlıktan kurtarır.’ (Ğaşiye: 88/5-7)
Ya Rabbi! Sana dost
olmamak ne büyük bir kayıp!
Allah ile dost
olmanın getirisini ve götürüsünü az çok anlattık...
Asıl konumuz olan,
Allah ile dostluk nasıl kurulabilir? sorusuna cevap aramadan önce;
– ‘Allah ile
dostluğun önündeki engeller nelerdir?’, sorusuna cevap bulmamız lazım...
Allah (c.c.) ile
Dostluğun önündeki engelleri kaldırırsak yolumuzu açmış oluruz... Artık giriş
yapabiliriz.
Dördüncü Bölüm
Allah ile dostluğa
giden yollar olduğu gibi o yollar üzerinde engel olmaya çalışan nesneler de
vardır.
Allah ile dostluğun
sağlanması için, bir taraftan dostluğa giden yollar diğer taraftan da dostluğa
gidecek yollardaki engeller araştırılmalı.
Böylelikle kurulacak
muhtemel bir dostluğun da önünü açmış oluruz.
Şimdi de maddeler
halinde Allah ile kurulacak dostluğun önündeki engellere şöyle bir bakalım;
Dünyanın neresinde
olursa olsun;
‘Kişi tanındığı
oranda sevilir’
Bu Allah için de
böyledir... Kendisini tanıdığımız oranda sever ve tavsiyelerine kulak
veririz...
Peki Allah’ı nasıl
tanıyacağız?
Sadece isim ve
sıfatlarının ezberlenmesiyle Allah (c.c.) tanınmaz...
Kanaatimce Allah’ın
varlığına iman ettikten sonra Kur’an ve Sünnet ışığında isim ve sıfatlarını
kendi nefsimizde ve tabiattaki tecellisinde görüp iyi bir tefekkürle tanınır.
Ve böylece günün her
saatinde Allah’ın gücünü, büyüklüğünü, merhametini ve diğer sıfatlarını görerek
kendisiyle sıcak bir dostluk kurmuş olabiliriz...
Bana öyle geliyor ki
Allah’ın; Et-Tevvab, Er-Rezzak, Es-Semi, El-Basar, El-Ğaniy, El-Kahhar ve
El-Alim isim ve sıfatları yeterince bilinmiyor...
Bir insan düşünün,
Allah’ın merhametinin bol olduğuna iman etmiş, fakat iyi bir Kahhar olduğunu
unutmuş... haliyle Allah’ın tavsiyelerine pek de kulak vermeyip;
‘Nasıl olsa affeder’ diyecek ve Allah’ı eksik tanıdığı için dostluğu zarar görecek...
Yine bir insan
düşünün, Allah’ın Et-Tevvab sıfatını unutmuş, yapmış olduğu günahlar aklına
geldikçe ümitsizliğe düşüp tövbe ihtiyacı hissetmeyerek;
– ‘Bu kadar günahtan
sonra ben olsam affetmem, Allah nasıl affedecek’ diyor...
Yine bir insan
düşünün, Allah’ın Er-Rezzak sıfatını sadece gökten yağmur, yerden bitki, sebze
ve meyve vermesine bağlıyor... Böyle bir bilgiye sahip olan herkes patronunu
rızık verici olarak görecek...
Sonuç olarak
diyebiliriz ki Allah’ın isim ve sıfatlarını gereği gibi öğrenirsek dostluğumuzun
önünü açmış oluruz...
Unutmayalım ki
dostumuzu tanıdığımız ve sevdiğimiz oranında fedakarlıkta bulunuruz...
Allah-u Teala, malla
imtihan (infak-zekat ve Allah için dünya malından vazgeçiyor mu geçmiyor mu?)
için tüm insanların fıtratına dünya sevgisini programlamıştır:
“Nefsani arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın
yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve
ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar dünya hayatının
geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.” (Ali İmran: 3/14)
Dünya malı sevgisi
niçin insanlara sevimli kılındı? sorumuzun cevabını Kehf: 18/7’de buluyoruz;
‘Biz insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini
deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine mahsus bir ziynet
yaptık.’
‘Dünya malı sevgisi
nasıl olur da Allah ile dostluğumuza zarar verir?’ sorusuna geçmeden önce,
dünyanın Allah katındaki değeri ya da dünya malına bakış açımızın ne olması
gerektiğine bakalım...
Şunu anlatmak
istiyorum;
Madem dünya sevgisi
mikrobu dostluğu zedeliyor o zaman bu mikrobu iyi tanımak lazım ki panzehirini
bulalım...
Allah’ın en sevgili
kulunun bir hadisiyle başlayalım;
‘Dünya, Allah katında sivrisineğin kanadı değerinde
olsaydı, kafirlere su vermezdi...’
Dünyanın tamamı
kendisinin olmasına rağmen Allah-u Teala dünyayı sevmiyor ve sevmemizi de
istemiyor... Çünkü dünya ve içindekilerin tamamı imtihan salonu ve imtihan
malzemeleri (soruları)
“Biz; gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları,
ancak hak üzere ve belirli bir süre için yarattık.” (Ahkaf: 46/3)
“Hanginizin daha iyi salih amel işlediğini belirtmek için
ölümü ve dirilmeyi yaratan O’dur. O güçlü ve bağışlayandır.” (Mülk: 67/2)
Yeni aldığınız bir
elektronik aletin kutusunda garanti belgesi ve kullanım klavuzunu görürsünüz...
Aldığınız ürünün kalitesini (dayanıklılığını) ve en iyi ne şekilde
kullanılacağını o ürünü imal edenler daha iyi bildikleri için kullanma klavuzu
ile birlikte satarlar...
İnanın sistem aynı!
Önümüzde
yeşili-mavisiyle bir dünya ve eşya; yanımızda o eşyanın kullanım süresini ve
nasıl kullanılacağını gösteren bir belge (Kur’an ve Hadisler).
Eşyayı doğru
kullanmak, klavuzu doğru okumakla orantılı olduğu için, eşya sahibine
soruyoruz;
– Allahım! bize
dünya hayatını ve eşyayı tanıtır mısın?
Cevabın gelmesi uzun
sürmez;
“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka birşey
değildir. Muttaki olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hala
akıl erdiremiyor musunuz?” (En’am: 6/32)
“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs,
aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir.
Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur
da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çerçöp olur. Ahirette ise çetin
bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı
aldatıcı bir geçimlikten başka birşey değildir”. (Hadid: 57/20)
İnanın ki sevsek de
sevmesek de dünyanın Allah katındaki değeri;
‘Çer-çöp’
Mülkün sahibi olan
Allah-u Teala mülkünden dilediği kuluna dilediği miktar verir... Vermiş olduğu
dünya malının kullanım süresini de kendisi belirler... Bir insanın uzun yıllar
zengin yaşaması o’nun zeki oluşundan ya da ticari zeka’sından değildir...
Zenginlik vasfını
kullanım süresi değişkendir... kimi ömür boyu zengin yaşarken kimi 10 yıl, kimi
bir yıl, kimi de 1 ay...
Biz, konumuz gereği
ömür boyu zengin yaşayan bir insanı ele alalım...
Kaç yıl zengin
olsun?
– 150 yıl...
Sonra?
– Ölüm...[18]
Allah, dünya ve
içindekilerin sevgisi tek bir merkezde toplanır;
‘Kalp.’
.............. ................ ........ Allah
.............. ................ ...... Dünya
.............. ................ ....... Kadın
.............. ................ ......... Evlat
..................... ......................... ................... V.s.
Sevgilerin
toplandığı 2. bir kalp olmadığı için birinin sevgi oranı arttığında otomatikman
diğerlerinde azalma olur...
Allah
sevgisi arttığında, diğer birimlerdeki sevgilerde azalma, dünya ve
içindekilerin sevgisi arttığında da Allah sevgisi azalacaktır...
Asıl
sorumuza geçebiliriz;
Nasıl
olur da dünya sevgisi Allah ile olan dostluğumuza zarar verebilir?
Şu
bir gerçek ki dünyayı seven kişi malının artması ya da mevcut malının korunması
için vaktinin büyük bir kısmını ticarete, zihninde de ‘nasıl zengin olabilirim’
diye düşüncelere yer ayırır...
..................... ......................... ......................... ......................... ......................... .
Allah Sevgisi
Dünya
Hangi
tarafa yaklaşırsan diğerinden uzaklaşırsın.
Dünya
sevgisi nankörlüğe, cimriliğe ve Allah yolunda can ve malla cihad etmek
istememeye gebedir.[19]
Dünyayı seven kişi
rahat yaşamak isteyeceğinden malına, evladına ve sosyal yaşantısına zarar
gelmesini istemeyeceğinden, sonunda sabrı getiren amellerden uzak durur... Yani
dikensiz yolu tercih eder.[20]
Bir de bakarsın ki
Tövbe: 9/24’ün muhatabı olmuşlar. Okuyoruz;
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz,
eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından
korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Rasulünden ve
Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye
kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.”
Dünyayı seven insan
rahat yaşamak ister demiştik... bakalım Dost olunmaya çalıştığımız Allah-u
Teala rahat yaşamak isteyen dost adaylarına ne diyor;
“Mü’minlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla malları
ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah malları ve
canlarıyla cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı...” (Nisa: 4/95)
Kalbine dünya
sevgisi tohumunu atan kişi, infak ayetleri karşısında oldukça zorlanır... Çünkü
kalbe ekilen tohum gün geçtikçe filizlenir ve tüm hücrelere yayılır... O
saatten sonra ha malın kırkta birini vermiş ha bedeninin kırkta birini...
Malından vereceği
her infak, ciğerinden sökülen bir parça gibi olur adeta...
Akla şöye bir soru
gelebilir;
– Allah-u Teala
neden vermiş olduğu malı tekrar geri ister?
Yanıtı çok olan bu
sorunun en öne çıkan cevabı, bence;
‘Sevgi ve dostluğun
test edilmesi’
Madem Allah sevgin
dünya sevgisinden daha çok, o zaman hangisini seviyorsan onun sözünü dinlersin.
Haliyle de yapılan
her infakta sevdiğinin beğenisini (rızasını) kazanırsın;
‘O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için
harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel
davranışta bulunanları sever.’ (Ali
İmran: 3/134)
‘Dünya malını sevmek
cimriliğe gebedir.’ demiştik... Bakalım Allah-u Teala cimriler için ne diyor;
‘İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağrılıyorsunuz. İçinizden
kiminiz cimrilik ediyor. Ama kim cimrilik ederse, ancak kendisine cimrilik
etmiş olur. Allah zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer ondan yüz çevirirseniz,
yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar.’ (Muhammed: 47/38)
Sizce, cimri olan
bir insan Allah’a karşı sevgisini nasıl ispat edebilir?
Başka bir deyişle
yaşadığımız her saniyenin, aldığımız her nimetin hesabını vereceğimiz bir günü
unutmak...
Otokontrol
mekanizması sayılan her an ölebilirim düşüncesi hem imtihanda uyanık olmamızı
sağlar hem de daha çok salih amel işlememizi... Ve haliyle de işlenen her salih
amel bizleri hem Allah’a yakınlaştırır hem de dostluğumuzu perçinleştirir...
İnsan fıtratını çok
iyi bilen Allah-u Teala sevenlerinin bir an önce kendisine kavuşmak
isteyeceğini bildiği için, dost adaylarına şöyle bir tavsiyede bulunur;
‘... Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş
yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.’ (Kehf: 18/110)
Allah ile dostluğunu
kuran bir insan ölümün ne zaman geleceğine pek aldırmaz... Ama ne şekilde
olacağı yakınen ilgilendirir kendisini...
Her an katına
çıkabilirim düşüncesi az hata yapmayı sağlar... Haliyle de yanına alnı ak
çıkmak için dostunun en sevdiği amelleri işleyerek sevgisini ispat eder...
Ölüm gerçeğini
-sevgiliyle buluşma gününü- unutan insanda aynı heyecanı göremezsiniz...
Başkalarına uğrayan
ölümün kendisine çok sonraları geleceğini zannettiği için gündeminde pek de yer
almaz...
Geleceğini dünya
malına yaparken farkında olmadan sevgi melekesini de dünyadan yana kullanır...
Böylelikle bir
taraftan çocuklar gibi dünya oyuncağıyla oynarken diğer taraftan hazırlıksız
yakalanır...
Sevgilisinin en
sevdiği elbiseyi giyen, en sevdiği kokuları süren ve en sevdiği çiçekle gelen
ile, söz verdiği saatte gelmeyen ve üstü başı dağınık bir kişinin aşkları aynı
olur mu?
Allah ile dostluğunu
kuvvetlendirmek isteyen bir şahıs niçin yaratıldığını ve ne tür sorularla
imtihana tabi tutulacağını bildiği için hazırlıklıdır...
Özellikle de musibet
soruları -can alan ve can yakan sorularının- doğru yanıtı ‘sabır’ olduğu için;
‘İnna lillahi ve
inna ileyhi raci’un’ derler... böylelikle hem Allah ile beraber olurlar,
‘Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım
isteyin. Çünkü muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir.’ (Bakara: 2/153)
hem sabırlarının
karşılığında pirim alırlar;
“... Elbette sabırlı davrananlara yapmakta olduklarının
en güzeliyle mükafatlarını vereceğiz.”
“İşte
bu yüzden Allah onları o günün fenalığından esirger; (yüzlerine) parlaklık,
(gönüllerine) sevinç verir.”
“Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve (cennetteki)
ipekleri lutfeder.”
“Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar; ne yakıcı
sıcak görülür orada, ne de dondurucu soğuk.
Hem de musibet
imtihanıyla günahları dökülür...
Allah ile dostluğunu
kuramayanlar ne tür sorularla imtihana tabi tutulduklarını bilemedikleri için
günahların dökülmesine ve ‘sabır’la dostluğun perçinleşmesine vesile olan
musibet soruları karşısında şoke olurlar...
‘Bunca insan varken
bütün bunlar bizi mi buldu?’ diyerek tek bir yanlışla tüm doğrularını
götürürler...
O yüzden, Can’a ve
Mal’a zarar dokunduracak tüm soruların yanlış çözümü dostluğu zedeler.
Kader inancı imanın
bir parçası olması hasebiyle Allah ile kurulacak dostlukla yakından ilgilenir.[21]
Kader inancında
hiçbir takıntısı olmayan bir insan zorluklara ve musibetlere karşı müthiş bir
sabır ve tevekkül örneği sergiler...
Çünkü bilir ki;
‘... Allah’ın bizim için yazdığından başkası bize asla
erişmez. O bizim mevlamızdır. Onun için mü’minler yalnız Allah’a dayanıp
güvensinler.’ (Tövbe: 9/51)
‘Dostluğa zarar verebilecek darlık anında bilir ki;’
‘Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa, onu kendisinden
başka giderecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır verirse, (bunu da geri alacak
yoktur). Şüphesiz O her şeye kadirdir.’
(Enam: 6/17)
Kendi nefsine ya da
ailesine bir zarar geldiğinde, (Kim vesile olursa olsun) Allah’ın kontrolünde
ve dilemesiyle olduğuna inandığı için hiçbir zaman Allah’ı suçlamaz...
Çünkü bilirler ki;
‘O, kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir. O,
hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.’ (Enam: 6/18)
Ve böylelikle hem
ticari hayatlarındaki zarar etme durumlarında, hem sağlık problemlerinde, hem
de ani doğa olaylarında Allah’a karşı kırgınlık duymazlar...
Aynı rahatlığı
kaderzedelerde göremeyiz. Her musibet sorularında dil ile söylemeselerde hep
Allah’ı suçlarlar... Haliyle de ne O’nun tavsiyelerine kulak verirler ne de
O’nunla dost olmak isterler...
Allah ile dostluk
frekansını yakalayanlar hem yaratılış gayesini, hem niçin ibadet etmeleri
gerektiğini hem de yapmış olduğu salih amellerle Allah’a nasıl bir mesaj
verdiklerini bildikleri için hem ibadetlerinde lezzet alırlar hem de dostunun
sevgisini kazanırlar...
Allah’ın sevgisini
kazanmak için nefse en ağır gelen ameller karşısında en ufak bir tereddüte
düşmeden girişirler;
‘Nice erler vardır canlarını feda ederler...’
‘Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice
evler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir;
kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlarlar hiçbir şekilde (sözlerini)
değiştirmemişlerdir. (Ahzab: 33/23)
Allah
ile dostluğunu kuranların ibadet hayatında dudakları uçuklatacak amellere
rastlanır;
‘Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı
yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara
verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret
içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler...’ (Haşr: 59/9)
‘O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için
harcarlar...’ (Al-i İmran: 3/134)
Düşünsenize bir;
ihtiyacınız olduğu halde dostluğunuzun sevgisini kazanmak için gözünüzü
kırpmadan infak ediyorsunuz?..
Allah ile dostluğunu
kuramayanlar, başka bir deyişle sevgi frekansını yakalayamayanlar isteyerek,
canı gönülden ibadet etmezler...
Tat almadıkları her
ibadetten soğurlar... Gün gelir Allah’a dost olabilme kaygısından tamamen
uzaklaşırlar...
Allah’ın sözleri
dikkatli bir şekilde incelendiğinde dostluğunu kuranlara ve kuramayanlara
farklı hitap ettiği görülür...
Birine tamamen
tavsiye gibi gelen emir diğerine tehdit gibi gelir;
Rabbine;
– ‘Tamamen gönülden,
Allah’ım! Yaratılış gayemi ve bana verdiğin ikramları biliyorum. Canı gönülden
teşekkür etmek istiyorum. Biliyorum ki yapacağım her teşekkürle senin sevgini
ve dostluğunu kazanacağım... Ama sana nasıl yaklaşılır, bilmiyorum. Sen söyle
ben yapayım!’
Bu zihniyetle ibadet
kapısını tık tıklayanlara emirler şöyle yumuşayarak gelir;
“Onlar ki, ayakta iken, otururken, yatarken Allah’ı
anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde derinlemesine düşünürler.” (Al-i İmran: 3/191)
“Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah’ı
anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoyamadığı insanlardır…” (Nur: 24/37)
“İman edip te Allah yolunda hicret ve cihad edenler,
(muhacirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek mü’minler
onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır.” (Enfal: 8/74)
“Allah’a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla canlarıyla
savaşmaktan (geri kalmak için) senden izin istemezler. Allah takva sahiplerini
pek iyi bilir.” (Tevbe: 9/44)
“Onlar ki namazlarında huşu içindedirler.”
“Ve onlar ki namazlarına devam ederler.” (Mü’minun: 23/9)
“Allah’ı anmak hususunda kalpleri katılaşmış olanlara
yazıklar olsun.” (Zümer: 39/22)
“Hac ibadetlerinizi bitirince babalarınızı andığınız
gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah’ı anın.” (Bakara: 2/200)
“Size ne oldu da Allah yolunda ve “Rabbimiz! Bizi halkı
zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katında
bir yardımcı yolla” diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda
savaşmıyorsunuz” (Nisa: 4/75)
“(Ey mü’minler) Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa
çıkın, mallarınızla ve canlarınızla cihad edin.” (Tevbe: 9/41)
“…Bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına
uydular bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler.” (Meryem: 19/59)
“Namazı dosdoğru kılın ve Allah’tan korkun. O, huzurunuza
varıp toplanacağınız Allah’tır.” (En’am: 6/72)
Örnekleri çoğaltmak
mümkün... Hemen hemen her ibadet konularında; Önce; uyarı sonra sırasıyla emir
ve tehdit...
Yukarıdaki şemadan
da görüldüğü gibi, dostluğu yakalayamayanların ibadetleri zoraki, ya da
lütfen!. dir. Haliyle de lezzet alınmayan bir ibadet dostluğa zarar
verecektir...[22]
Dostluğunu
kuramayanlar tehdit ve emir ayetlerine muhatap olurlar.
Allah ile kurulacak
dostluğun önündeki engellerden biri de dünya malının maddi değerini
bilememedir. Her ne kadar dünya malı nefse sevimli de kılınmış olsa dünya
malının çirkin tarafını görecek bir bakış açısı mutlaka vardır.
İşte o bakış açısını
yakalayamamak demek eşyayı değerinden fazla sevmek demektir... Eşyayı
değerinden fazla sevmek demek eşyayı biriktirmek ve onlarla oyalanmak
demektir...
Eşyayla oyalanmak
demek de Allah’ın şu sözlerine muhatap olmak demektir;
‘Biz, göğü, yeri ve bunlar arasındakileri, oyuncular
(işi, eğlencesi) olarak yaratmadık.’
(Enbiya: 21/16)
Ve arkasından bir
tehdit;
‘Kendilerine verdiklerimize karşılık nankörlük etmeleri
için (öyle yaparlar). O halde bir süre daha faydalanın; fakat yakında hakikati
bileceksiniz! (Nahl: 16/55)
Sevdiği bir
oyuncakla oynayan küçük bir çocuğun elindeki oyuncağı alın, ona dünyanın en
pahalı bilgisayarını verin, bakalım kabul edecek mi?
Etmez! Çünkü çocuğun
gözünde elindeki oyuncak çok kıymetli... Onunla eğleniyor... Ve mutlu oluyor...
Oyuncağın maddi değerini anlayamaz...
Anlayabilmesi için
büyümesi lazım... Çocuk büyüdükçe oyuncağın maddi ve manevi değeri sıfıra kadar
iner...
Bizler de büyüdüğümüzde dünya malının ne
kadar da değersiz olduğunu anlarız demiyorum... Yeterince büyümüşüz...
Diyorum ki; Dünya
malının tamamı, bizlere verilen birer emanet ve Allah için harcandığında pirim
elde edilen (cennet) bir meta...
Haliyle de bizlere (emaneten) verilen her
eşyaya emanet olarak baktığımızda sahiplenme duygusunu yitirip;
– Madem Allah (c.c.)
bu malları bana geri iade etme şartıyla vermiş;
Madem her iade
edişimde bire 700 verecek[23]
o halde bana ait olmayan şeyi ben niye yanımda bekletip vebal altına gireyim ki
diye düşünecek.
Bu düşünceden şu
soru çıkar;
– Vermiş olduğun
mallardan ne kadarını kendi adıma kullanabilirim Allah’ım!
Cevap çok net ve
anlaşılır;
‘... Sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. “İhtiyaçtan
fazlasını” de...’ (Bakara: 2/219)
Allah’ın, dünyayı
sevmemesi, dünya malının imtihan malzemesi ve doğru yerde harcandığında pirim
vermesi, malın, biriktirilmesi sonucu ciddi tehditlere maruz kalınması ve dünya
malının kimseye kalmayıp öteki aleme taşınmaması dünya malının değersizliğini
gösterir...
Aceleci ve sabırsız
yaratılan insanoğlu bazı emellerine kavuşamayınca Allah’ın;
‘... Bana dua edin, kabul edeyim...’ (Mü’min: 40/60)
vaadine güvenerek
dua eder...
Takdiri ilahi,
yapılan bir duaya cevap bazen gecikir... Yaptığı duaya sıcağı sıcağına cevap
gelmeyince;
– ‘Herhale Allah’ın
sevgili kulu değilim ki dualarımı kabul etmiyor’ diyerek dua eyleminden
vazgeçer... Belki de yaptığı duaya pişman olur... Ve tek taraflı kırılganlık
(kulun Allah’a olan kırgınlığı) diğer amellere de yansır... Allah’ın huzurunda
durmak (Namaz, vs.) ya da Allah’ı zikretmek amelleri tad vermemeye başlar...
Ya cahillik ederek
yapmış olduğu dua (talep)nın güzergahını değiştirir (Allah’tan kabirlere) ya da
ümitsizliğe düşerek;
– ‘Bu kadar
günahımdan sonra ben olsam, ben de duaları kabul etmem’ der ve;
Allah’ın Tevvab,
Gafur ve Rahmet sıfatlarını isim ve sıfatlardan çıkarmış olur... Ki bu akideye
zarar verir...
Allah ile dostluğunu
kuranlar yapmış olduğu dualar gecikse de dua ve yalvarmalarından vaz
geçmezler...
Çünkü bilirler ki;
‘... Allah asla sözünden dönmez’ (Al-i İmran: 3/9)
Yine bilirler ki
yapılan dualar illaki karşılık görür;
Resulullah (s.a.v.):
“Sizden her birinizin duasına acele etmediği takdirde
icabet olunur...” buyurmuşlardır.[24]
Yapmış oldukları
dualara icabet edilmemesini şöyle yorumlarlar;
– Allah’ım! Sana dua
ederek; dua edilecek tek mercinin sen olduğunu ve bizlerin de aciz ve sana
muhtaç olduğumuzu ispat etmiş oluyoruz...
Dualarımıza hemen cevap
vermeyebilirsin... Çünkü bizler üzerinde her türlü tasarruf yetkisine
sahipsin... Cevabın gecikmesiyle sana kırılacak değiliz... Yalvarıp
yakarmalarımızla sürekli seninle diyalog halinde olmuş olacağız... Böylelikle
hem ‘sabır’ ecrini alacağız hem de sabrederken sürekli seninle beraber olma
şerefine nail olmuş olacağız;
‘... Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.’ (Bakara: 2/153)
Yapılan duaların
karşılığının gecikmesi Allah’ın kulunu işitmemesi (haşa!) ya da kuluna karşı
kırgınlığından değildir!.. Duaların gecikmesi dua edenin hayrına olabilir.
Çünkü insan, yapmış olduğu duanın kendisi için hayır mı şer mi olduğunu
bilemez... O yüzden her halukârda kaderine razı olur...
Görüldüğü gibi Allah
ile dostluğunu kurmak isteyenler, yaptığı duaların karşılığının gecikmesiyle
pes etmez, belki de sabır ve duaya devamla dostluklarını perçinlerler...
Dua ve icabet
ikilisi yeterince kavranmadığında dostluk zarar görür.
Daha çok, Allah’ın;
Et-Tevvab, Er-Rahman, Er-Rahim, El-Mucib, El-Kahhar, El-Kadir, El-Muntakim,
El-Afuv isim ve sıfatlarının yeterince anlaşılamamasından doğan bir virüs olan
ümitsizlik; hem akideye zarar verir hem de dostluğa...
Yapmış olduğu
günahları gözlerinde iyice büyütüp devleştiren bir insan, Allah’ın şu sözünü
işitmediğinde, ümitsizliği ne büyük boyuttadır!;
‘De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan! kullarım!
Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz
ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.’
‘Size
azab gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, O’na teslim olun, sonra size yardım
edilmez.’ (Zümer/53-54)
Allah’tan ümidini
kesenler haklı olarak ibadet yapma ihtiyacı hissetmezler... Çünkü öyle bir
Allah’a inanmışlardır ki; en ufak bir hatayı kesinlikle affetmez... Madem af
edilmeyeceğim, ben olsam ben de ibadet etmem...
Ümitsizlik mikrobu
hem ibadetlerden soğutur hem de sosyal hayattan...
Allah’ın Er-Rezzak
sıfatına ve kadere yeterince iman etmeyenler dünyada ekmek (rızık) peşinden
koşarak geleceklerini temin altına almak isterler...
Zenginliğin
sınırının olmaması ve ekonominin düzensiz olması vakitlerinin büyük bir
bölümünü işgal eder... ‘Bugün var, yarın yokuz!’ demelerine rağmen olmayan
torunlarının oturacağı evi ve yapacağı işi düşünürler...
Böylelikle dost
olmaya çalıştıklarına! Pek de vakit ayıramazlar...
Allah’ın;
‘Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı Allah’ın
üzerinedir...’ (Hûd: 11/6)
ilahi uyarısına
rağmen,
– ‘Allah, çok çalışana
verir’ mantığından hareketle aç kalmamak ve geçiminden sorumlu olanlar için
gecesini gündüzüne katarak çalışırlar...
Bilmezler ki, Allah,
çalışana değil;
‘... Allah dilediğine hesapsız rızık verir.’ (Bakara: 2/212)
Allah’ın Er-Rezzak
sıfatına olan güvensizlik bir taraftan ikram eden elin görülmemesine, diğer
taraftan gelecekten endişe duyulmasına sebep olur...
Böyle olunca da
Allah’ın imtihanı gereği maldan eksiltme sorusu geldiğinde suçlanan Allah
olacağı için akide de güme gider, dostluk da...
Allah’a dost
olanlar, adlarına yazılı olan rızkın artıp eksilmeyeceğini bildikleri için
varlıkta da, yoklukta da rahattırlar... Onların, ‘yarın’ endişesi de olmaz...
Hele de mal biriktirmeyi hiç sevmezler... Ve, rızık endişelerinden dolayı mal
biriktirilen için;
– ‘Yoksa Allah’a
güvenmiyor musunuz?’
– ‘Biriktirmiş
olduğunuz malların tekrar geri alınmayacağına nasıl emin olabiliyorsunuz?’
– ‘Bağırsağınızdaki
tenyanın rızkını unutmayan Allah, sizi mi unutacak!’ derler...
‘Yarın’ endişesi
taşımayan Allah dostları yoklukta sabır ecrine, varlıkta infak ecrine talip
olmaya hazır oldukları için günün her saatinde Allah ile aralarında su
sızmaz...
Dillerinde zikir,
ceplerinde infak, hayallerinde kendisine bir an önce kavuşmak eksik olmaz...
Bu eminliği geçim
sıkıntısını problem yapanlarda göremezsiniz...
‘Eni yerle gök kadar geniş olan Cennet için birbirinizle
yarışın’ (Hadid: 57/21)
diyen Allah-u Teala,
kullarının salih amel işlemeleri için teşvik pirimi olarak ‘Cennet’i vermeyi
uygun görmüş...
Yapılacak her salih
amelle hem Allah’ın sevgisine (haliyle dostluğuna) nail olunmuş olacak hem de
yaşamın ve eğlencenin sınırsız olduğu cennete kavuşulmuş olacak...
Bela ve musibetle
imtihan soruları geldiğinde sabır ve her halukârda şükür seçeneğini işaretlemek
Cennet ve Cehennem’i doğru okumakla orantılıdır...
Vaad olunan Cennete
kavuşmak isteyen bir insan, dostluğa zarar verebilme olasılığı yüksek olan
musibet imtihanlarına sabırla dişini sıkabilir... Çünkü bilir ki pirim çok büyük...
O pirime kavuşmak,
haliyle de geleceğini garantiye almak Allah’ın rızasını kazanmaktan geçer...
Allah’ın rızasını kazanmak da emir, yasak ve tavsiyelerine kulak vermekle
mümkün olur.
Haliyle de Cenneti
iyi okuyanlar Allah’ın dostluğuna nail olabilmek için küçük-müçük dinlemeksizin
(+) puan getiren tüm amelleri işleme gayretine girerler...
Cenneti iyi okuyamamak dünya malının
sevilmesine ve yapılan ibadetlerde huşunun izine rastlanılmamasına yol açar...
Çünkü karşılıksız bir amelde iştiyak beklenilemez...
Ağlayan bir çocuğun
hıçkırıklarını ‘çikolata’ sözünün kesmesindeki sır ne acaba?
***
Bu işin bir de
Cehennem boyutu vardır... Yani dostluğu güçlendiren ve dostluk yolunda en ufak
bir sapmanın çok şeylere mal olacağını bildiren dost bir uyarı;
‘Cehennem’
Cehennemin gereği
gibi tanınmaması suç işleme oranına katkıda bulunacağından Allah ile kurulacak
dostluğa zarar verir...
Allah ile dostluğunu
kuranlar iki farklı kanaldan (Cennete girmek, Cehenneme girmemek)
dopinklenirler... Biri teşvik olurken diğeri de kamçı görevini üstlenir...
Cehennemi iyi okuyanlar;
Dostluğun zarar
görmesi çok şeyi kaybettireceğini bilirler;
‘Ölüm sonrası
sınırsız bir hayatın tehlikeye düşmesi...’
Dostluğuna aday
olmaya çalıştığımız büyük yaratıcı Cehennemi şöyle tasvir ediyor;
‘Şüphesiz ayetlerimizi inkar edenleri gün gelecek bir
ateşe sokacağız; Onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, derilerini
başka derilerle değiştiririz ki acıyı duysunlar!Allah daima üstün ve hakimdir. (Nisa: 4/56)
‘... Biz zalimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun
duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. (susuzluktan) İmdat dileyecek
olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap
verilir. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir kalma yeri!’ (Kehf: 18/29)
‘Eğer yerde ne varsa hepsi ve onunla birlikte bir misli
daha o zulmedenlerin olsaydı kıyamet gününde azabın fenalığından (kurtulmak
için) elbette bunları feda ederlerdi. Halbuki (o gün) onlar için, Allah
tarafından, hiç hesaba katmadıkları şeyler ortaya çıkmıştır.’[25] (Zümer/47)
Aman Allah’ım! ne
korkunç...
Cennet (sınırsız bir hayat)
Cehennem (sınırsız bir çile)
Trafik levhaları
olmayan bir güzergahta yapılan yolculuk, hem kazaya, hem yanlış adreslere
gidilmesine, hem de vakit kaybına sebep olur...
Bu örnek misali
Allah’a yaklaştıran ya da uzaklaştıran amellerin bilinmemesi kurulacak olan
dostluğa büyük zarar verir... Çünkü; Allah’ın sevmediği bir amelin yanlış
tanınması (seviyor, zannedilmesi) hatanın katmerlenmesine yol açacağından
traji-komedi bir durum ortaya çıkar...
Allah’a dost olmaya
çalışanlar;
‘Peygamberde güzel
örnekler vardır’
‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah’ta sizi
sevsin’ (Ali İmran/31)
ilahi tavsiyesini
dikkate alarak Allah’ın rızasını kazandıracak tüm sahih amelleri Peygamberin
hayatından öğrenirler:
İbn Mesud der ki;
Peygambere:
Allah’ın en çok
sevdiği amel hangisidir?’ diye sordum. Dedi ki:
‘Vaktinde kılınan namazdır.’
Sonra hangisi diye
sordum:
‘Anne ve baba iyi davranmaktır.’ dedi.
Sonra hangisi?
dedim:
‘Allah yolunda cihad’dır’ dedi.[26]
Huzeyfe (r.a.)’den:
‘İnsanlar iyilikleri
soruyorlardı. Ben ise kötü amellerden sordum. Çünkü bana dokunacağından
korkuyordum.’[27]
Ve Onu adım adım
izleyerek en sevilenin sevgisini kazanırlar... İçecekleri suyu bile üç yudumda
içerek Allah’ın rızasını kazanmak isterler...
Yapılacak her hangi
bir eylemde Allah’ın rızasını ararlar... Eğer Allah’ın rızası yoksa, dünyanın
da rızası olsa talip olmazlar o amele...
Çünkü bilirler ki;
Allah’ın rızası olmayan bir amelde şeytanın rızası muhakkaktır...
Allah ile dostluğunu
kuramayanlar böyle bir ikilemde kaldığında hangisi dünyalık menfaatlerine hitap
ediyorsa o ameli işlerler...
Peygamberleri;
sadece Allah’tan aldığı vahyi insanlara ulaştıran bir elçi olarak görenler,
Peygamberin dolu dolu geçen koskoca 63 yıllık yaşantısından, sadece kılık
kıyafetlerini ve sevdiği ve sevmediği yemek menüsünü örnek alanlar, Peygamberin
sözlerini sahih kaynaktan almayanlarla Allah ile dostluğunu kurma telaşında
olmayanlar Peygamberi örnek almış olamazlar...
Bir insan düşünün,
Allah’ın rızasını kazanmak için malı ve canıyla cihad edecek ve mübarek dişi
kırılacak, sen de onun kılık kıyafetini örnek alacaksın!
Bir insan düşünün
Cenneti garanti olmasına rağmen uykunun en tatlı saatlerini Allah’ın rızasını
kazanmak için feda edecek, sen de kalkıp O’nun sadece yemek menüsünü örnek
alacaksın!
Yine bir insan
düşünün, Ayetleri sindire sindire yaşayıp koskoca cahiliyyenin karşısına çıkıp
putlarını kıracak ve sen de onun, sadece çektiği tesbihleri örnek alacaksın![28]
Her kim, Allah’ın
rızasını kazanıp cennete girmek isterse Peygamberi örnek almaktan başka çaresi
yoktur... Unutulmasın ki Peygamberi yanlış örnek almakla[29]
hiç örnek almamak arasında hiç fark yoktur.
İşte bu yüzden
Peygamberin tüm yaşantısını, zorluklara karşı nasıl sabrettiğini, varlıkta ve
yokluktaki şükrünü, cahiliyyeye karşı, ailesine, komşu ve akrabalarına karşı
tutumunu ve 24 saatini sahih kaynaklardan öğrenmeli...
Allah’a dost olmak
isteyenler ibadet kapısına kadar geldikleri ve kendi iradeleriyle kendisine
(Allah’a) şükranlarını beyan etmek için;
– Allah’ım! Nasıl
bir insan olmamızı istersin?
Ya da;
– Varsa bir model,
söyle de O modele uymaya çalışalım, derler...
Kendisine dost olmak
isteyenler iyi bir modele ihtiyacı olduklarını bilen Allah-u Teala, adresi
gösterir;
‘... Peygamberde
sizler için iyi örnekler vardır.’
Bir insan düşünün,
insanlar içinde Allah’ı en iyi tanıyan, Allah’ı en çok seven, Allah’tan en çok
korkan...
Bir insan düşünün;
Allah’ın en çok sevdiği...
Allah’a dost olmak
onu sevmekten ve örnek olmaktan geçmez mi?
– Bir kitap düşünün:
‘Allah’ın kullarıyla olan konuşma metni’ olarak ifade ediliyor...
– Bir kitap düşünün; Renk, ırk, dil ve
coğrafya ayrımı yapmadan inananların imanlarının artmasına vesile oluyor.
– Yine bir kitap
düşünün; insanlığın karanlıktan aydınlığa çıkacağını vaad ediyor...
– Yine bir kitap
düşünün ki ilgi görmediğinde dünyada ve ahirette muhatabının başına bela
oluyor...
Bir insan düşünün;
Hayat rehberi (dostluğa götüren bir kılavuz) Kur’an-ı ölüler kitabı olarak
tanıyıp ölülere okuyor...
Bir insan düşünün;
Karanlıktan aydınlığa çıkaracak olan bir feneri (Kur’an-ı) duvara hapsediyor...
Yine bir insan
düşünün; Herkesin anlayacağı bir kitabı ‘ben anlayamam’ deyip Kur’an’la arasına
bazı canlıları koyuyor...
Yine bir insan
düşünün ki; Çağın, hep bir adım önünde olan Kur’an-ın çağ gerisine hitap
ettiğini sanıyor...
Frekansına girildiğinde
dostluğun zirvelere çıkacağı bir kitabı yanlış tanımanın ya da şöyle bir
lutfedip incelemenin nelere mal olacağını şöyle bir görelim;
(–)......... ................ ................ ................ ............ (+)
Taha: 20/100...... ................ ................ .... Fussilet: 41/44
İsra: 17/41........ ................ ................ ...... Maide: 5/16
Hakka: 69/50........ ................ ................ .. Enfal: 8/2
Fussilet: 41/44
.............. ................ ................
Ama maalesef Kur’an
yanlış tanıtıldı...
Kur’an’ın frekansına
nasıl girebiliriz? sorusunun cevabını ileriki sayfalarda vereceğim inşaallah.
Nefse hoş gelsin ya
da gelmesin, her hangi bir ameli küçümseyip yapmamak Allah ile dostluğa giden
kanallardan birini tıkamak demektir. Haliyle böyle bir anlayış dostluğa zarar
verir.
Unutmayalım ki
küçükmüş gibi gözüken bir amel Allah katında çok kıymetli olabilir... Bunu biz
bilemeyiz. Bizlere düşen şey; küçük-müçük ayırd etmeksizin salih ameller
işleyerek Rabbimizin rızasını kazanmak...
Susuz kalmış bir
köpeğe su içiren bir kadının bağışlanıp Cennete alındığını biliyor muyduk? Oysa
ki yaptığı bir amel, sadece köpeğe su içirmek!
Küçükmüş gibi
gözüküp de büyük ecirler olan salih amellere şöyle bir göz atalım;
1. Ebu Hureyre’den
(r.a.), Rasulullah şöyle buyurdu:
“İki kelime vardır ki, lisana hafif gelirler, mizanda
ağır basarlar, Rahmana sevgilidirler: ‘Subhanallah ve subhanallahi ve
bihamdihi”[30]
2. Abdullah b. Kays (r.a.)’dan,
Rasulullah buyurdu:
“Ey Kays’ın oğlu Abdullah! Sana cennet hazinelerinden bir
hazine göstereyim mi?”
Dedim ki:
“Göster ey Allah’ın
Rasulu!”
Buyurdular:
“De ki, Allah’tan başka güç ve kuvvet yoktur. (La havle
vela kuvvete illa billahi)”[31]
Görüldüğü gibi hem
söylemesi insanı yormuyor hem de vakit almıyor... Ama ecri/karşılığı müthiş!
3. “Sizden birinizin,
kardeşine olan tebessümü sadakadır.”
Allah ile dostluğunu
kurmaya çalışanlar ecir avcısı olup gözden kaçan, ya da unutulan amellere talip
olarak dostluğunu perçinlerler...
Onlar şunu çok iyi
bilirler;
– ‘Küçümsenipte
yapılmayan bir amelde büyük ecirler vardır.’
Allah ile kurulacak
dostluğun getirisini bilmeyenler, sadece farz amellerle günü kurtarmak
isteyeceklerinden diğer ameller pek de sevimli gelmeyecektir.
Farz olmadıktan
sonra;
– Neden gece namaz
için kalksınlar ki?
– Neden Ramazan ayı
dışında oruç tutsunlar ki?
– Neden kırkta bir
dışında ceplerini boşaltsınlar ki?
Bu başlığımızı
kitabımızın giriş kısmında yeterince açıklamıştık.
Fıtraten zayıf
yaratılan insan küçük büyük ayırt etmeksizin günah işler... Pişmanlık
duyulmayan, ya da tevbe edilmeyen her günah, gün gelir sıradanlaşarak adı günah
olmaktan çıkar...
Sevimli gelen ve
muhatabını vicdanen rahatsız etmeyen her küçük bir günah, büyük günahlara
davetiye çıkarır... Ve gün gelir şu ayetin muhatabı olunur;
‘De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve
haksız yere sınırı açmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi Allah’a
ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram
kılmıştır.’ (Araf: 7/33)
Küçük günahları
önemsememek tövbe kapısını kapatacağı için dostluk büyük zarar görür. Oysa ki
Allah’a dost olmaya
çalışanlar Allah’ın sevmediği bir amelin küçük ya da büyüklüğüne bakmazlar...
Tüm günahları Uhud dağı kadar gördükleri için hayatlarının her karesinde
takvaya rastlanır.
Bir günahın
küçümsenmesi Allah’a karşı yapılan bir saygısızlık olarak da
algılanabileceğinden dostluk büyük yaralar alır...
Bu hastalığı büyük
önder şöyle dile getiriyor:
Resulullah (s.a.v.);
‘Küçük görülen günahlardan sakının. Çünkü küçük görülen
günahların örneği bir vadinin ortasına konan bir topluluk gibidirler. Her biri
bir odun getirdi, taki ekmeklerini pişirdiler. Muhakkak ki küçük görülen
günahlar da çoğalırsa sahibini helaka götürür.’[32]
‘Hani, sevgi ispat
ister’di?
Allah-u Teala
yarattığı her insanın fıtratına ‘sevgi melekesini de programlamıştır. Ve bu
meleke sayesinde insanlar, hem Allah’a karşı hem de çevresindeki insanlara
karşı teşekkürlerini, beğenilerini ve hoşnutluklarını ifade edebilme olanağına
kavuşurlar.
Ölçülü
kullanıldığında kişiye rahmet olan bu sevgi melekesi, aşırıya kaçırıldığında
azaba dönüşebiliyor. Allah ile dostluğunu kuramayan insanlar her konuda olduğu
gibi sevgi noktasında da aşırıya giderek kişiye ya da bir eşyaya hak ettikleri
değerden fazla değer vererek Allah’ın şu uyarısına muhatab olurlar;
‘İnsanlardan bazıları Allah’tan başkasını Allah’a denk
tanrılar edinir de onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a
olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı
gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve
Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.’ (Bakara: 2/165)
İnsanın Fıtratına
Programlanan Sevgiler:... ................ ................
1) Allah sevgisi
2) Eş, çocuk, akraba
sevgisi
3) Hidayetine vesile
olanların sevgisi
(Peygamber ya da bir
davetçi)
4)
İhtiyaçlarını karşılayanlara olan sevgi
5) Dünya, mevki, makam
sevgisi.
Tüm sevgilerin
barındığı kalptekilerden hangisine vakit ayrıldığında, ister istemez bir sevgi
oluşacaktır. Gün gelir her hangi bir varlığa beslenen sevgi dizginlenemez ve
kalpte geniş bir yer işgal ederek diğer varlıklara karşı sevgide gözle görülür
bir azalma olur;
Allah...... eş,cocuk...... Dünya
eş, çocuk, Allah.... eş,
çocuk,
akraba.... akraba...... akraba
Dünya....
Dünya...... Allah
(mevki,. (mevki,
(mevki,
makam).
makam) makam)
Hangisini çok
seversen diğerlerinde azalmalar olur
İnsanları hastalık,
bela, musibet, fakirlik gibi sorularla sınayan Allah-u Teala, işte tam bu
sırada ‘sevgi’ sorusunu devreye koyarak;
‘Hangimizi daha çok
seviyorsun?’ sorusu ile insanları imtihan eder.
Kalbindeki dünya
sevgisini yaşayan bir insan zekat, infak ve malla cihad soruları karşısında zor
duruma düşer... Ve bu soruları çözme süresi Allah sevgisiyle doğru orantılı
olduğu için Allah’ı sevdiği ölçüde malından infak eder... Genelde yeşertilen
bir sevginin sözü ağır basacağından bu soru pek de çözülemez!..
Yine, kalbine eş,
evlat ve yakın akraba sevgisini ekipte sevgide aşırıya giden insanlar;
‘Allah’ı mı çok
seviyorsun yoksa kendi nefsin ve aileni mi?’ sorusu karşısında dil ile Allah’ı
derler...
‘Madem öyle, yeri
geldiğinde, Allah için ailenden uzaklaşıp canını verebilir misin?’ sorusu
karşısında ciddi bir tereddüt geçirirler... Çözemezler bu soruyu... Aşırı olan
her sevgi, ayağa bağlanan bir düğümdür...
Eş, çocuk, dünya ve
kendi nefsinin sevgisinin bağlandığı ayak hareket edemez ve şu ayetin muhatabı
olurlar;
‘De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, eşleriniz, hısım
akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret,
hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Rasulunden ve Allah yolunda cihad
etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah
fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.’
(Tevbe: 9/24)
Allah ile dostluğunu
kuvvetlendirmek isteyenler kendi canları da dahil olmak şartıyla hiçbir
varlığın sevgisini Allah sevgisine eş tutmazlar...
Onlar
tetikdedirler... Allah dışındaki hiçbir canlı ya da cansızlara olan sevgisi
ayak bağı olamazlar... Yeri geldiğinde dünya ve içindekilerini ellerinin
tersiyle şöyle bir iterler...
‘Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavmin
babaları, oğulları, kardeşler veya akrabaları da olsa, Allah’a ve
Peygamberlerine düşman olanlara sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah
bunların kalplerine imanı yerleştirmiş ve onları katından bir ruh ile
desteklemiştir...’ (Mücadele: 58/22)
Sevgide aşırıya
giden insanlar, maalesef Allah ile dostluğunu kuramazlar...Oysa bir bilselerki
kazandığı mallar, eşler ve çocuklar ne de dünyadaki dostları ahirette pek de
fayda veremeyeceklerdir kendilerine;
‘Birbirlerine gösterirler (fakat herkes kendi
derdindedir). Günahkar kimse ister ki, o günün azabından (kurtuluş için),
oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve
yeryüzünde kim varsa hepsini fidye alarak versin de, tek kendini kurtarsın.’ (Mearic: 70/11-14)
Şöyle bir soru akla
gelebilir;
‘Allah’ın bunca
ikramlarına karşılık nasıl olur da insanlar diğer varlıkları Allah’tan çok
severler?’
Bu sorunun cevabını
şöyle sıralayabiliriz:
1. Allah’ı gereği gibi
tanımadıkları için
2. İnsanların maddi ve
manevi özelliklerini bilmedikleri için
3. Dünya ve içindekilere
bakış açısının ne olması gerektiğini bilmedikleri için.
4. Allah sevgisine
giden yolları araştırmadıkları için
5. Dünya ve Cennet
nimetlerinin kıyasını yapmadıkları için. v.s.
Akla şöyle de bir
soru gelebilir;
‘Allah’ı daha çok
sevdiğimizi ispat etmek için, ille de canımızı mı vermek gerekiyor?’
Derim ki;
‘Yeri gelince: Evet!’
Unutmamalıdır ki eş,
evlat, iş, dünya ve içindekileri ne zaman ki Allah yolunda işlenecek herhangi
bir amelin işlenmesine problem teşkil ettiler; işte o zaman engel olan şey
Allah sevgisinin önüne geçmiş demektir.
Aceleci ve sabırsız
yaratılan insanoğlu bu iki vasfını maalesef Allah’a yaklaştırcak salih
amellerin işlenmesinde kullanmaz... ve hep ertelerler...
Olmazsa olmaz
amellerden namaz için;
– İlerde inşaallah!
– Emekli olduktan
sonra!
– Evlenince
inşaallah!
– Zaman
bulabilirsem!
– Çevremi
değiştirirsem, söz!
Müslüman bir bacının
kimliği olan başörtüsü için;
– Evlenince,
– Emekli olunca,
– Okul bitince...
İnfak ayetlerine
mahatap olunca;
– Hele bir zengin
olalım!
– Geleceğimi garanti
altına aldıktan sonra!
– Allah versin!
Allah’a en sevimli
gelen cihad soruları gelince;
– İmanımız artınca!
– Şu an zamanı
değil!
– Onun için
çocuklarımızı yetiştiriyoruz!
– Bekar olsaydım!
Farz dışındaki ameller
için;
– Allah bize sadece
farz amelleri sormayacak mı?
– Farzları tam
yapamıyoruz?!
– Gündüzün yoğun
çalışınca!.. Mecburen geceyi dinlenerek geçirmek zorundayız! (Oysaki gece vakti
Allah’a olan aşkı ispat saatleridir)
Allah ile dost olma
ihtiyacı hissetmeyenlerin amellerinde ‘sünnet’e pek rastlanmaz... Kuru bir iman
dışındaki tüm ibadetleri ertelemişlerdir... Hem de her an ölebileceklerini
unuturcasına!
Erteleme
hastalığının ne denli zararlı olduğunu bazı alimlerimiz şöyle anlatır:
‘Sizi ‘Savfe’ (yani;
daha sonra)’dan ikaz ederiz. Çünkü O, şeytanın en büyük aletlerindendir.[33]
Kızılderili
atasözüyle bu başlığımıza son verelim;
‘bir defa al şunu’
demek,
‘İki defa ben vereceğim’ demekten daha
iyidir... ‘Şimdi’nin gücü anlaşıldıysa Allah ile kurulabilecek dostluğun
önündeki bir başka engelin ne olduğuna bir göz atalım:
Bir kavramın yanlış
anlaşılması ya da içinin boşaltılıp başka manalarla doldurulması o kavramın
mesajının alınmamasına yol açar.
Bazı kavramlar
vardır yanlış anlaşılmaya pek gelmez... Hayati önem taşırlar... doğru
anlaşıldığında mutlu sona ulaşılmasına vesile olan bir kavram, aksi bir durumda
kişinin geleceğini karartır...
Farklı anlamlar
yüklendirilmiş birçok kavramlar arasından sadece konumuzla alakalı birkaç
kavram üzerinde duracağız.
ALLAH DOSTU
Doğru ................ Yanlış....... ................ ................ ................ ................ ................
a) Dünyadan el etek
çekmeyip . a)
Dünyadan el etek çekip
gereken değeri
veren. ...... . gece gündüz Allah’ı zikreden
b) Allah’ı seven ve Onun
için nefsi b) Bazı kerametlere şahid
dahil sahip olduğu
her şeyi gözünü olunan
kırpmadan feda
edebilen
c) Peygamberini adım
adım izleyen c)..... Sıfıra yakın
hata yapan...
d) Allah’ın
sevdiklerini seven ..... d) İlle de tarikat lideri...
sevmediklerini
sevmeyen
e) Sürekli Allah’ın
kontrolünde e)...... Herkes
Allah dostu olamaz...
olduğunu hissetmeye
çalışan
f) Olaylara ilahi
açıdan bakmaya f) Allah’tan
vahiy alır gibi ilham
çalışan. alır
g) Görüldüğü gibi
Allah’a dost .........
olmak için özel bir
torpil gerekmiyor...
Allah dostu
kavramını türbe altındakiler, ya da tarikat liderlerine, ya da sadece
sahabelere hapsetmek demek şu demektir;
‘Ben kiiim Allah’a
dost olmak kim?!’
‘Yeryüzünde Allah
dostları varken benim ne duam kabul olur ne de bağışlanırım!..[34]
‘Allah’a dost olmak
için kerametler, zikirler, uzun yıllar tarikatte bulunmalar, yaş sınırı vs....
Allah, beni kendisine dost seçmesi için bayağı zaman ister!..’
‘O yüzden ben Allah
dostu değilim, fakat Allah dostundan tövbe ya da dua alabilirim’ deyip
Allah’tan tamamen uzaklaşmak demektir...
Yıllardır merak
etmişimdir;
– Allah ile dostluk
babadan oğula mı geçiyor?
– Onlar Allah
dostuysa ben kimin dostuyum?
– Allah ile dost
olmak için ne tür evraklar gerekiyor?
– Neden talebelerine
Allah dostluğunu anlatmıyorlar?
– Neden,
tarikatlarda bir tane Allah dostu oluyor?[35]
– Allah’a dost
olacak insanların sayısı sınırlı mı?
Maalesef en güzel
kavram yanlış anlatıldı... ya da içi boşaltıldı...
Görüldüğü gibi
Allah’a dost olmak kavramının yanlış anlaşılması dostluğa nasıl da darbe
vuruyor?
KELİME-İ ŞEHADET
Doğru.... ................ ................ ................ ....... Yanlış
a) La ilahe illallah
demek Allah a) La ilahe
illallah diyen herkes
dışındaki tüm
ilahları red etmek ..... cennete girer.
b) Tüm ilahları red
etmek demek...... b) ‘Allah’tan başka yaratıcı
Allah’tan başka
ibadet edilecek,... .... yoktur’ demek.
tapılacak,
çekinilecek, korkulacak,...............
bel bağlanılacak, el
açıp yalvarılacak,............. ................
dua ve yalvarışlara
cevap verip gereğini ... ................
yerine getirecek,
sığınılacak, yerde ve
gökte hüküm koyacak,
mükafat ve ceza
verecek, sıkıntılara
cevap verilecek bir
ilah yoktur demek.
c) La ilahe illallah,
dişlisi olmayan c) Bilmem kaç kere söylenirse
anahtar gibidir... Şartları
yerine ...... bilmem ne kadar sevap
gelince cennetin
kapısını açar... ...... getirir.
Aksi halde hiçbir
kapıyı açmaz!
Cehennemin kapısı
dışında!
Hiçbir konuda
kendisine eş koşulmasını istemeyen Allah-u Teala; içi dolu dolu olan kelime-i
şehadeti dil ile ikrar amel ile de ispat edecek olan kulunu İslam dairesi
içinde yargılar... Bu kavramı doğru anlayan bir şahıs, farkında olmadan ilahlık
vasfını verdiği varlıkların tamamını red ederek Allah’ın dinine sıkı sıkı
sarılır...
Kelime-i şehadet
kavramını eksik anlayan ya da farklı manalar yükleyenler Allah’a has olan bir
çok sıfatı farkında olmadan bazı kullara has kılarlar... Böylelikle de onları
da ilah yerine koymuş olurlar...
Dilleri, red
ederken, amelleri aynı görüşte olmazlar... Yani hem Akideden hem de Allah’a
dost olmaktan olurlar...[36]
İBADET
Doğru.... ................ ................ ................ ................ Değildir....
a) Tek cümle ile,
ibadet; ..... a) Günün belli
bir vaktini
Günün 24 saatini
Allah’ın rızasını .... Allah’a ayırarak;
kazandıracak şekilde
harcamak.................. ........ – Namaz kılmak, hacca
Hem de ölünceye
kadar: ...... ................ gitmek
‘De ki: Şüphesiz benim namazım, – Oruç tutmak, kelime-i
kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi şehadet
getirmek.
Alemlerin Rabbi Allah içindir.’ ... – Zekat vermek, sadaka
.............. (En’am/162)............. vermek, dua etmek, Kur’an
‘Ve sana yakin (ölüm) gelinceye kadar....... okumak vs.
Rabbine ibadet et’ (Hicr: 15/99)
İbadet kavramını
Cami’ye ya da vicdanlara hapsetmek dostluğa gelecek en büyük tehlikedir. Çünkü
Allah-u Teala günün her saniyesi anılmak ister... Ve kişinin tüm sosyal
yaşantısına (emir, tavsiye ve yasaklarla) müdahale eder.
Bu kavramın yanlış
anlaşılması demek; Allah’a daha az vakit ayırmak demek, daha az ibadet yapıp
vaktin büyük bir çoğunluğunu nefsin direktifleri doğrultusunda yaşamak demek...
Oysa ki ibadet;
Bir müslümanın bir
müslümana olan tebessümü, yolda geçenlere zarar vermemesi için taş v.b. kenara
çekmek, tefekkür etmek, iyilik etmek, kötülükten alıkoymak, ticaret, aile,
komşu ve akraba hukukunu göstermek; Cihad etmek, infak etmek, sabretmek,
şükretmek, v.s...
Görüldüğü gibi
ibadet kavramı hayatımızın her anını yakından ilgilendiriyor...
İbadet kavramını
daraltanlar Allah ile dostluğa az vakit ayıranlar demektir...
PUT
Doğru.... ................ ................ ................ ................ ................
a) Put: İnsanların,
Allah Tealaya..... a) Peygamber dönemindeki
yapmaları gereken
saygı, sevgi ve . müşriklerin taptıkları helva-
korkuyu, onun
dışında herhangi .. dan ya da taştan yaptıkları
bir mahluku ma’bud
kabul ederek heykellerdir.
ona yönelmeleri
hali.[37].....
b) Puta tapıcılık
sadece İslam öncesi b)
İlkel toplumlarda demir-
arap toplumuna has
bir olay değildir. den ya da
tahtadan yapıpta
taptıkları
herhangi bir heykel
Çağımızda da
putçuluk daha değişik görünümler
altında varlığını sürdürmektedir. Putçuluk, yalnızca sert bir taştan yapılmış
heykel önünde eğilmek ve ona tazim göstermek olarak ele alınırsa, kuşkusuz
büyük bir yanılgı içine düşülür. Kaldı ki, müşrik Arap toplumunun elleriyle
yaptıkları putlara gösterdikleri saygıyı bu çağda da görmek mümkündür. Hatta bu
tür putçuluk bu gün fazlasıyla hüküm sürmektedir. Put, putlaştırmak
isteyenlerin arkasına gizlendikleri birer işaret ve alametten başka bir şey
değildir. Yoksa putun mutlaka bir ağaçtan dikilmiş yahut bir taştan yontulmuş
olması zaruri değildir. Allah’ın dışında tapılan herşey puttur.
“Allah’ı bırakıp da kendilerine kıyamete kadar cevap
veremeyecek şeylere tapanlardan daha sapık kimdir” (el-Ahkaf: 46/5)
Allah tarafından
gönderilmiş bir delil olmaksızın, O’ndan başkasına itaat eden, bir hükme sahip
olduğuna inanan, O’ndan başkasına dua edip bir şey isteyen, Allah’a şirk
koşmuştur. Dolayısıyla putçuluğun şirkle ve küfürle yakından bağlantısı vardır.
Puta tapan bir kimse hem Allah’a şirk koşuyor, hem de küfre giriyor demektir.
Göklerde ve yerde
bütün otorite ve yetkilere sahip olan, ancak Allah’tır; yaratma O’na mahsustur;
bütün nimetler O’nun kudret elindedir; bütün işler yalnızca O’na aittir; kuvvet
ve çare O’nun hükmündedir; Göklerde ve yerde olan herşey ister istemez O’na
itaat etmeye emrine boyun eğmeye mecburdur. İşte bunun için O’ndan başka ilah
yoktur. Kur’an-ı Kerim, insanların ibadet ettikleri şeylerin Allah’ın kulu ve
O’nun karşısında aciz olduklarını açıkladıktan sonra, insanları ve cinleri
ibadet kelimesinin muhtelif manalarıyla yalnız Allah’a ibadete, sadece O’na
kulluk etmeye, ancak O’na itaatte bulunmaya, kişinin O’ndan başkasını tanrı
kabul etmemesine ve ibadetin hangi çeşidiyle olursa olsun O’ndan başkasına
tapılmamasına çağırıyor:
‘Andolsun ki biz her ümmete, Allah’a kulluk edin, putlara
tapmaktan kaçının diye bir elçi gönderdik.’ (Nahl: 16/36)
Görüldüğü gibi, Put;
sadece insan eliyle yapılan heykeller değilmiş!
Ters yöne girdiğini
bilemeyen bir sürücü yavaş da gitse, hızlı da gitse, doğru adresten uzaklaşır.
Ta ki yanlış yolda olduğunu öğreninceye kadar...
Adına Put
demedikleri nice putlara tapan insanlar bir taraftan Allah’a yakın olmak için
salih ameller işlerler, diğer taraftan farkında olmadan putlarına taparlar.
İkinci bir mabudu
kabul etmeyen Allah, o kişilerin tüm amellerini boşa çıkarır.
Yani kayıp büyük
olur.
İnsan aklına
güvenmeyen Allah-u Teala dönem dönem uyarıcılar göndererek rahmette
bulunmuştur.
Kullarına olan
tavsiyeleri, emir ve yasakları, kısacası kullarından tüm beklentilerini bir
kitap ve o kitabın yaşanırlığını ispat eden bir önder göndermiştir...
Unutulmasın ki mevzu ne olursa olsun bir yerde kılavuz varsa o yerde aklın
yanlış kullanma olasılığının yüksek olması vardır.
İşte bu yüzden,
akıl; her konuda vahye mürcaat etmek zorundadır... Çünkü Allah; her şeyin en
iyisini insanlardan daha iyi bilir...
Aklını vahiy dışı
kullanan bir insanda ‘mantık yürütme’ göze çarpar... Hayata ilahi pencereder
değil de mantık penceresinden bakmaya çalışır.
Allah’ın tüm
tavsiye-emir ve yasakları insan mantığına uygun olmasına rağmen ilahi yardımın
dokunmadığı bir mantık hata yapar... Mesela;
– Helvadan put
yapar; acıkınca yer!
– Saman yiyen ineğe
tapar!
– Konuşamayan,
göremeyen ve işitemeyen bir ölüden medet bekler!
– Geçmişte kız
çocuklarını diri diri gömen bir mantık, bin küsür sene sonra farklı bir şekilde
cahillik yaparak bebeği daha doğmadan öldürür.[38]
– İlahi yardımın
dokunmadığı bir mantık; Kışın ölen bitkilerin, bahar aylarında canlanması
örneğine rağmen öldükten sonra dirilmeyi kavrayamaz.
– Yine vahiy dışı
kullanılan bir mantık (akıl); İbadet şekillerini kendisi belirleyerek;
– ‘Kalbin temiz olması
yeter!’ der.
– ‘Aileden herhangi
birinin hacı ya da hoca olması vaziyeti kurtarır!’ diyerek komik duruma düşer.
Kur’an’daki
ayetlerin tamamını kabul edip de Peygamberi devre dışı bırakan mantık da
vardır... Bunlar da değişik versiyonda hata yaparak;
– Bizi Kur’an
bağlar! (Yani sadece Kur’an’dan sorumluyuz)
– Peygamber, sadece
Allah’tan aldığı vahyi bizlere ulaştırdı; O kadar!.. derler.
Akla şöyle bir soru
gelebilir;
Neden vahiy dışı
kullanılan akıl, mantıksız işler yapar?
Bana kalırsa bu
sorumuzun cevabı şu ayette gizli;
‘Kim Rahman’ı zikretmekten gafil olursa, yanından
ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz.
Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da
onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar. (Zuhruf: 43/36-37)
Yani dünyanın en
zekisi de olsan, her alanda profesör de olsan, vahye müracaat etmediğin zaman
şeytana müracaat edersin...Ve şeytan seni ilahi bakıştan alıkoyarak kendi
tarafına çeker... Ve sen de hadiselere şeytanın cephesinden bakarsın... İşin
daha da kötüsü yaptığını da doğru zannedersin...
Vallahi! Kim aklının
kullanımını Kur’an ve sahih sünnete yatırım yapmazsa Allah ile dost olmayı
unutsunlar!
Peki aklını vahye
satanlar ne yaparlar?
Onlar tüm işlerinde
Allah’a danışırlar... Allah’ın hoşnut olmadığı tüm amellere mantık yürütmeden
şiddetle kaçınırlar...
‘Takıldıkları tüm
konularda Allah ve Rasulüne müracaat ederler;’
“Ey iman edenler! Allah’a ittat edin. Peygambere ve
sizden olan ulul-emre (idarecilere) itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa
düşerseniz -Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- Onu Allah’a ve Rasulüne
götürün. Bu hem hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Nisa: 4/59)
Çevresinden çabuk
etkilenebilme özelliği olan insanoğlu çok kısa bir zaman zarfından bulunduğu
ortamdan etkilenerek ahlakı, karakteri ve inançları olumlu ya da olumsuz
değişikliğe uğrar.
Alış-veriş yapmasa
da parfüm dükkanına girip çıkan bir insan bulunduğu ortamın kokusundan az da
olsa nasiplenir... Bu sünnetullahtır... Yani Allah’ın kanunudur ve dünyanın her
yerinde aynı kanun işler;
‘İyi bir ortamdan
iyi, kötü bir ortamdan da kötü huylar edinebilirsin!’
Bunun için Allah-u
Teala dost adaylarına şöyle bir tavsiyede bulunur;
‘Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber
olun! (Tevbe: 9/119)
Günahlardan masum
olan bir peygamber bile;
‘Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyilerin arasına kat.’ (Şuara: 26/83) diye dua ediyorsa çevrenin önemini siz
düşünün!
Biraz uzunca da olsa
başlığımızı aydınlatacak bir hadisle 4. bölüme son verelim:
Ebu Said (r.a.)’dan:
Resulullah (s.a.v.)
buyurdu:
‘Sizden öncekilerin içinde doksan dokuz kişiyi öldüren
bir adam vardı. Yeryüzünün en bilgili insanını sordu, nihayet Ona:
’Falan yerde bir rahip var. Git durumunu ona anlat!’
dediler. Rahibe gidip 99 kişiyi öldürdüğünü, tevbe etse kabul edilip
edilmeyeceğini sordu.
Rahip:
‘Hayır!’ deyince onu da öldürüp 100’e tamamladı.
Yine yeryüzünün en bilgin insanını sordu. Ona falan
yerdedir, dediler. Ona gidip 100 kişiyi öldürdüğünü, tevbe ettiğinde kabul
edilip edilmeyeceğini sordu. Alim:
‘Evet, kabul edilir. Kimse buna mani olamaz. Falan yere
git, insanlar orada Allah’a ibadet ediyorlar, sen de onlara katıl ve ibadet et!
Ayrıca ülkene de bir daha dönme! Çünkü senin ülken kötü bir ülkedir’ dedi.
Bunun üzerine adam yola revan oldu. Henüz o ülkeye
varmadan yolun ortasında ölüm gelip ona yetişti. Onun hakkında rahmet melekleri
ile azap melekleri tartıştılar.
Rahmet melekleri dediler ki:
‘Onun canını biz alacağız. Çünkü bu adam tevbekâr olup
tam bir ihlas içinde Allah’a ibadet edilen yere gidiyordu. Suçsuzdur.’
Azap melekleri ise aksini iddia edip şöyle dediler:
‘O şimdiye kadar hiçbir hayır yapmamıştır.Nasıl olur da
iyi bir adam olabilir. Bu nedenle onun ruhunu biz kabzedeceğiz.’
Derken adam kılığında bir melek çıkageldi. Onu aralarında
hakem tayin ettiler.O şöyle dedi:
‘Siz iki ülke arasını ölçün. Hangisi daha yakınsa bu adam
oraya ait olur.’
İki ülke arasını ölçtüler ve adamın gitmek üzere olduğu
ülkeye daha yakın olduğunu tesbit ettiler. Bunun üzerine onun ruhunu rahmet
melekleri aldı.”[39]
Beşinci Bölüm
Öncelikle şunu
belirtelim ki Allah’ın, hiçbir şekille kullarının dostluğuna ihtiyacı yoktur...
Bu dostluktan çıkarı olan ancak ve ancak insandır.
Her ne kadar da
kendisine dost olmaya çalışırken çeşitli vesileler arasak da, kendisinin
onaylamadığı tüm girişimlerimiz sonuçsuz kalır...
Bunun için önce
sağlam bir akide sonra da kendisiyle kuracağımız dostluk girişimimizi Kur’an ve
Sünnete onaylatmak...
Çünkü Allah’a giden
yolları kuşkusuz kendisi daha iyi bilir... İşte bu yüzden atacağımız her adıma
çok dikkat etmeliyiz.
Bu başlığımızı,
‘Allah ile dostluğun önündeki engeller’ bölümünde kısaca değinmiştik. Şimdi de
Allah ile dostluk nasıl kurulabilir başlığı altında inceleyelim.
Allah’ı gereği gibi
tanımak dostluğu sağlayan en büyük etkenlerden biridir. Çünkü Allah’ı tanımak
demek; rızasını ve gazabını kazandıracak amelleri bilmek demektir. Edinilen bu
bilgi[40]
ile insan gerekli tedbirini alarak[41]
dostluğunu perçinleştirir.
Peki Allah’ı nasıl
tanıyacağız?
.... bölümünde de
dediğimiz gibi; isim ve sıfatlarının tecellisini görerek...
Allah’ın isim ve
sıfatları gereği gibi incelendiğinde üç başlık altında toplandığı görülür;
1. Allah büyüktür
2. Allah merhametlidir
3. Allah’ın azabı
şiddetlidir.
Allah’ın, sadece
‘merhamet eden’ vasfının bilinmesi ya da sadece azabının şiddetli olmasının
bilinmesi yeterli değildir... Eksik bilgi dostluğa zarar verir.
‘Allah’ın isim ve
sıfatlarının nasıl tecelli ettiğini öğrenmek için Esma-ul Hüsna kitaplarına ve
beraberinde iyi bir tefekküre müracaat edilebilir.
Allah’ın isim ve
sıfatlarını doğada okurken sesli bir şekilde tefekkür, dostluğu samimileştirir.
Mesela; yazı yazarken,
‘Allah’ım! Adına
yemin ederim ki şu an neler yazdığımı görüyorsun! Daha neler yazacağımı
biliyorsun! Şu an etrafımdakilerin konuşmaları işitiyorsun!
Çünkü sen varsın!
Allah’ım! Kullarını yaratıp ta kıyameti beklemiyorsun. Her kulunla olduğu gibi
benimle de yakından ilgileniyorsun! Beni adımla tanıyorsun... Hatta tüm
hücrelerimle!..
Şu an sokağımda
gürültüler geliyor; sen o gürültü çıkaranları da tanıyor ve onları tek tek
işitiyorsun! Aynı anda karşı apt. çatısındaki kuş’un Seni zikrettiğini
işitiyor, görüyor ve biliyorsun! Sen hayatımızla içiçesin!
Bu ve benzeri sesli
hatırlamalar (dualar) zamanla dostluğu kuvvetlendirir.
Fatura kuyruğundaki
bir dost adayının;
‘Allah’ım! Şu anda
hangi faturayı hangi şubeye yatıracağımı, önümde kaç kişinin olduğunu, ne kadar
zaman sonra sıranın bana geleceğini, tüm insanların ceplerinde ne kadar para
olduğunu bugün neler kazandığını ve kaybettiğini, yarın neler kazanacaklarını,
kimin hangi saatte öleceğini, kimin kimin hakkında neler düşündüğünü ve
düşüneceğini biliyorsun!’ diye sesli düşünmesinin dostluğun yakinileşmesine
olan katkısını düşünebiliyor musunuz?
Unutmayalım ki sesli
düşünce, dikkatlerimizi bir noktada toplar.
Günün her saatinde
sesli tefekkür yapabiliriz.
Böylelikle hem
imanımızı artırmış oluruz hem de dostluğumuzu perçinleştirmiş oluruz.
Sesli tefekkürle,
her an Allah’ın gözetiminde olduğumuz hissi ağır basacağından az günah, çok
salih amel işleme isteği artacaktır.
Allah-u Teala,
insanların kendisiyle dostluklarını ne şekilde kurabileceklerini bildiren bir
kitabı, Peygamberiyle göndermiştir. Allah’ın, kullarıyla olan dostluk
sözleşmesi olarak da adlandırdığımız bu kitab, sindire sindire incelendiğinde
dostluk yolunda önemli mesafeler katedileceği kanaatindeyim.
Bozuk bir nesil
Altın bir nesle[42]
dönüşebiliyorsa bizler neden aynı iletişimi sağlayamayalım ki?
Peki nasıl olacak?
Diyorum ki Allah’ın
şu sözüne kulak vererek;
“Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, onlar bu
delillerden yüzlerini çevirerek geçerler” (Yusuf: 12/105)
Sanki Allah-u Teala
şöyle diyor;
‘Ey kullarım!
Kendimi tanıtacak o kadar çok kartvizitler yaydım ki evrene!.. Dünyanın
neresinde olursanız olun, istediğiniz an benimle diyaloğa geçebilirsiniz...’
Altın nesilden
bazıları Allah ile şöyle bir diyaloğa geçmişler;
‘... Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin
düşünürler (ve şöyle derler): Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih
ederiz...’ (Ali İmran: 3/191)
Bizler de aynı
şekilde tefekkür ayetlerini evrene serpiştirerek duygularımızı ve
hayranlıklarımızı sesli bir şekilde dile getirirsek soyut gibi gözüken
iletişimi somutlaştırmış oluruz. Mesela, Allah’ın şu sözünü;
‘İnsanoğlu yediğine bir baksa ya’ (?)
Her sofraya
oturduğumuzda ya da yediğimiz ürünleri her tezgahında gördüğümüzde şöyle bir
sesli düşünsek;
“Allah’ım! Bizleri
yaratarak başıboş bırakmadın! Zayıf olan bizler acıkınca, senin Er-Rezzak
ismine sığındık! Yoksa aç kalırdık. Sen, bizlere olan rahmetinle sofralarımızı
donattın! Her bir ikramın adeta büyüklüğünü ve sanatını sergiliyor! Ege’den
gelen zeytin, bilmem hangi oradan gelen bal, bilmem hangi köyden gelen yumurta!
Tüm hepsinin yaratılışı da müthiş, lezzeti de...
Sen işini çok iyi
biliyorsun Allah’ım! Tüm güzellikler ve övgüler sanadır.”
‘Bunca günahlarımıza rağmen sanki
alacağımız var da bir an önce hesaptan düşsün’ der gibi rızıklandırmaya devam
ediyorsun... Hem de insanın yüzünü kızartırcasına!”
İnanıyorum ki bir
taraftan Rabbimizi yüceltmiş oluruz, diğer taraftan Rabbimize karşı kendimizi
mahçup hissetmiş oluruz.
Tefekkür ayetleri
soframızdakilerle sınırlı değil kuşkusuz. Gözlerini nereye çevirirsen çevir,
tefekkür edecek malzeme mutlaka vardır. Mesela; evinden çıkıp iş yerine giden
bir vatandaş; sokak kedilerine, sokak köpeklerine, değişik cins kuşlara,
vitrinde sergilenen balık cinslerine ya da manav tezgahlarındaki meyve
çeşitlerine bakarak;
‘Aman Allah’ım! Bu
ne büyüklük, bu ne sanat! her hayvana ayrı bir cüsse, ayrı bir ses... Her
meyveye ayrı bir cilt, ayrı bir tad!..
On sene önceki hamsiyle bugünkü hamsi
arasında hiçbir fark yok! Canım erik istediğinde elmayla karıştırmıyorum!
Biliyorum ki senin yarattığında hiçbir düzensizlik yok!
Sen bunları da boş
yere yaratmadın! Bu sanatın karşısında eğilmekten[43]
başka birşey düşünemiyorum! sesli bir şekilde tefekkür ettiği zaman,
belki de farkında olmadan şunları ispat etmiş olur;
– Allah’ım! Sen
zatınla, isim ve sıfatınla varsın!
– Allah’ım! Sen beni
işitiyorsun!
– Allah’ım! Sen beni
görüyorsun!
– Allah’ım! Sen beni
biliyorsun!
‘İşitmek, görmek ve
bilmek.’Allah’ın bu üç sıfatını zihnimizde sürekli canlı tutarsak, dostluk
frekansını yakalama olasılığını artırmış oluruz..
Allah-u Teala tüm
insanlara şöyle bir vaadde bulunur:
Rızık endişesi yaşamayın! Sizi ben rızıklandırıyorum.
‘Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı Allah’ın
üzerinedir. (Hud: 11/6)
Allah’ın bu va’dine güvenen bir kuş
hadisini notlayalım:
Ömer b. Hattap (r.a.)
diyor ki: ‘Resulullah (s.a.v.) işittim diyordu ki:
‘Eğer sizler gerçekten
gereği gibi Allah’a tevekkül ederseniz, kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de
rızıklandırır. Sabah aç çıkıyorlar ve akşama da tok dönüyorlar.[44]
– Ümitsizliğe düşmeyin. Ben Affediciyim!
‘Allah sizin tövbenizi kabul etmek ister.’ (Nisa: 4/27)
– Sadece bana dua edin. Çünkü tüm duaları kabul eden tek
merci benim.
‘Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok
yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edinin dileğine karşılık veririm. O halde
(kullarım de) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu
bulalar.’ (Bakara: 2/186)
– Yaptığınız hiçbir iyiliği boşa çıkarmam!
‘Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mü’min olarak iyi
işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa
uğratılmazlar.’ (Nisa: 4/124)
– Sınavı kazanana Cennet vaad ediyorum!
‘Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, içinde
ebedi kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel
meskenler vaad etti...’ (Tevbe: 9/72)
– Sınavı kaybedene ise Cehennem...
‘... Bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar
aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.’
(Mü’min: 40/60)
– İnanın... Üstün olun!
‘Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer
inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.’(Ali İmran: 3/139)
– İnanın... Kalbinize güven indireyim!
‘İmanlarını bir kat daha arttırsınlar diye mü’minlerin
kalplerine güven indiren O’dur...’
(Fetih: 48/4)
Allah-u Teala’nın bu
vaadlerine güvenmek demek dostluk yönünde atılan en önemli adımdır...
Peki nasıl
güveneceğiz?
Öyle ya? Ne
kendisini gördük, ne de cennet ve cehennemini!
Diyorum ki;
Allah’a güvenmeye
giden yol, ilk iki başlığımızın yeterince anlaşılmasından geçer;
– Allah’ı gereği
gibi tanımak
– Allah’ın gücüne,
büyüklüğüne, sanatına ve kulları üzerinde tasarruf sahibi olduğuna katıksız
iman edip haykırmak!
Allah’ın va’dine
güvenen bir insan hayatının her saniyesinde emin olur... Ve bu ‘emin’lik onu
Allah’a sıkı sıkı bağlar...
Hangi durumlarda
karşımızdakine sıcak bir muhabbet besleriz (severiz)?
a. Kişisel haklarımıza
dokunmadığında
b. İkram gördüğümüzde
c. Yoğun ilgi
gördüğümüzde
d. Hatalarımız
yüzümüze vurulmadığında
e. İyiliğimiz için
nasihat edildiğimizde
f. İsteklerimize cevap
bulduğumuzda
g. Karşılıksız
sevdiklerinde...
Bu tür şartların
oluştuğu ortamda herkes sevilir.
Allah-u Teala da,
hiçbir şeye ihtiyacı olmamasına rağmen -hele de insanların sevgi ve
ibadetlerine- kullarının, kendisini sevmeleri için tüm şartları fazlasıyla
oluşturmuş...
Yalan, gıybet,
iftira, dedikodu, hırsızlık, cinayet, lakap takma, sömürme, vb. gibi insana
zarar veren vakaları yasaklayarak kullarının maddi ve manevi haklarını
korumuştur.
İnanan ve inanmayan
diye ayırım yapmaksızın denizlerden, dağlardan, bayırlardan ve karadan türlü
türlü sebze, meyve ve hayvan etlerinden olan besinlerle ikramda bulunur.
Allah’ın kullarına
olan ikramları sadece bunlarla sınırlı değil.
Kulları tarafından
yakından tanınmak için ayetlerini evrene serpiştirmesiyle, kendi dininin
tanınıp yaratılış gayelerini öğretmek için peygamberler göndermesiyle, islam
davetçilerini göreve çağırmasıyla, her yerden (gökten, yerden ve denizlerden)
rızıklandırmasıyla, evlat vermesiyle, akıl vermesiyle vs. ile yakından
ilgilenir.
İbn-u Ömer
(r.a)’dan:
Resulullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu:
‘Müm’in Rabbine yaklaştırılır. Öyle ki, (Allah onun)
üzerine himayesini indirir ve günahlarını itiraf ettirir. Ona sorar:
– Şu şu günahlarını biliyor musun?
Mü’min kul, iki kere;
“Evet ey Rabbim, biliyorum!” der.
Rab Teâlâ da:
“Dünyada iken bunları örterek seni teşhir etmemiştim. Bugün
de onları senden affediyorum!” buyurur.
Sonra da Ona hasenat defteri verilir.[45]
‘İşte bu (Kur’an), kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın
ancak bir tek tanrı olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt
alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir.’ (İbrahim: 14/52)
‘Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın.
Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın
arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetçi
v.b.) iyi davranın; Allah kendisini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi
sevmez.’ (Nisa: 4/36)
‘Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım
etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp
tutasınız diye size öğüt veriyor.’ (Nahl:
16/90)
‘... Şüphesiz Sen (Allah’ım) duayı hakkıyla işitensin...’
(Ali İmran: 3/38)
Ebu Hureyre
(r.a.)’den Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
‘Şanı yüce ve
mübarek Rabbimiz her gece gecenin son üçte biri kaldığı vakit dünya göğüne iner
ve şöyle buyurur:
‘Bana dua eden var mı, duasını kabul edeyim.
Benden birşeyler isteyen var mı, ona vereyim. Benden
mağfiret dileyen var mı, onun günahını bağışlayayım.’[46]
Allah-u Teala noksan
sıfatlardan münezzehtir. Hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi kendisinin üstünde de
hiçbir irade yoktur.[47]
Allah-u Teala’nın bir kulunu sevmesi demek o kulundan razı olması demektir...
Allah’ın sevgisini kazananlar Allah’a ne verebilirler?
.............. ................ ..... Canını!
.............. O can kimin?
***
Burada, üzerinde
hassas bir şekilde durmamız gereken nokta şu;
Yukarıdaki şartları
oluşturan herkes sevilir demiştik... Aynı şartlardan hem daha güzel, hem
devamlı, hem de dünyanın her yerinde ve her zaman diliminde bizleri gözetleyip
kollayan Allah, neden daha çok sevilmiyor?
Okuyucuların yerinde
olsam derin derin düşünürüm;.. Çünkü Allah ile kurulacak olan dostluğun daimi
olması, samimi olması ve dostluğa zarar verecek etkenleri sabırla bir bir
aşması Allah’ı sevmekle mümkün olur ancak.
– Çünkü varlığını
ensemizde hissedemedik...
– Çünkü gereği gibi
tanıyamadık...
– Çünkü aldığımız
ikramların arkasında kendisini göremedik...
– Çünkü verdiği
ikramların değerini ve büyüklüğünü göremedik...
– Çünkü bizi
sevdiğini ve kolladığını anlayamadık...
Başlığımızı
aydınlatacak çok basit bir misal verelim:
Evin en küçük
çocuğu, gelen misafirlerin ellerini öperek; ‘hoşgeldiniz’ der...
Çocuğu sevimli gören
misafirlerden biri çocuğun her iki yanağından öperek, bir çikolata verir...
Çikolatayı kapan çocuk annesinin yanına koşar.
Çocuğun Annesi:
‘Gelenlerden kimi seviyorsun?’ diye sorunca çocuk, elindeki çikolataya bakarak;
‘Bana çikolata veren
amcayı!’ der...
Misafirlerin
bulunduğu odaya tekrar giren çocuk, masada atari görür... Belli ki sonradan
konmuş. Babasının;
‘Bu atari senin
oğlum! Sana almışlar.’ demesiyle atariyi alır ve babasına teşekkür ederek
tekrar annesinin yanına gider... Çocuğun Annesi;
– Şimdi kimi çok
seviyorsun?’ diye sorar.
Çocuk; ‘Atariyi
vereni’ der.
Ç. Annesi; ‘Teşekkür
ettin mi bari?’ der.
Çocuk; ‘Kimin
verdiğini bilmiyorum ki!’ der.
İlkinde ikram eden
eli görünce hem kendisine teşekkür etti, hem de, annesine onu sevdiğini
söyledi.
İkincisinde,
hediyenin değeri büyük olmasına rağmen hediye edeni görmediği için yapacağı
teşekkür başka adrese gitti; ya da hiç gitmedi...
İnanın sistem
aynı... İkram eden el; sevilir...
Eğer bizler de
aldığımız her nimetin arkasında Allah’ın bulunduğunu ve sıcağı sıcağına O an
teşekkürlerimizi bildirirsek sevgi iletişimini kurmuş oluruz.
Sevgimizi
yapacağımız fiili ibadetler dışında sözlü olarak şöyle dile getirebiliriz;
– Allah’ım! Bana imanı tattırdığın için
seni seviyorum!
– Allah’ım! Beni
rızıklandırdığın için seni seviyorum!
– Allah’ım!
Kusurlarımı bağışlayacağını va’dettiğin için seni seviyorum!
– Allah’ım! Bana sıhhat
ve afiyet verdiğin için seni seviyorum!
– Allah’ım! Göz
zevkime hitap edecek çok güzel manzaralar yarattığın için seni seviyorum!
– Allah’ım! Şeytan
ve dostlarının bizlere nasıl yaklaştığını bildirdiğin için seni seviyorum!
– Allah’ım! Az amele
çok sevap verdiğin için seni seviyorum!
– Allah’ım! Senin
sevgine ulaşan yolları bizlere bildirdiğin için seni seviyorum!
Dil ile sürekli seni
seviyorum Allah’ım demek sevgi kapısını aralayabilir... O kapıdan muhtemelen
şöyle bir ses işitilir;
– ‘O zaman ispat et’
Gece;
– Aşkın ispat
saatleri...
Gece;
– Dostluğun sağlam
temelleri atıldığı sessiz ama diri olan bir zaman dilimi...
Gece;
– Zihni meşgul eden
her şeyin karanlığa gömüldüğü bir an...
Gece;
– Allah sevgisinin başı
Gece;
– Duaların,
tövbelerin ve isteklerin kabule yakın olduğu bir fırsat anı...
Gece;
– Allah’ın kuluna en
yakın olduğu bir buluşma saatleri...
Gece;
– Allah dostlarının
olmazsa olmazı ve gelmesi için sabırsızlandıkları bir dost...
Gece;
– Adına nafile
ibadetlerin yapıldığı bir vakit olarak adlandırıp içini boşalttıkları bir zaman
dilimi...
Gece;
– Allah dostlarının
üç kanaldan[48]
beslendikleri ecir deposu...
Bu kadar çok
nimetleri barındıran gece vakti, muhatabına günde bir kez uğrar... Dünyanın
neresinde olursa olsun muhatabını unutmaz... Trenin istasyona yanaştığı gibi
muhatabının yatağına kadar yanaşır... İmsak vaktine kadar bekler... Sonra da
çeker gider...
Gecenin nimetlerle
dolu olduğunu bilen Allah dostları, dostunun huzurunda zinde olmak ve uykuya
yenik düşerek muhabbetin kısa sürmemesi için tedbirini akşamdan alırlar. Yani
erken uyurlar
Bir süre sonra
beklenen an gelir ve dost adayları, aşkını ispat etmek için nefse pek de hoş
gelen yatağını üç talakla boşarlar!;
‘Korkuyla ve umutla Rablerine yalvarmak üzere yataklarından
uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.’(Secde: 32/16)
Gece priminden
yararlanmak isteyenlerden kimi Kur’an okuyarak Allah ile diyaloga geçmek ister,
kimi de namaz kılarak;
‘(Rasulüm!) Senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını,
(bazen) yarısını, (bazen de) üçte birini yatmadan (ibadetle) geçirdiğini ve
beraberinde bulunanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını) Rabbin elbette
biliyor...’ (Müzemmil: 73/20)
‘Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl. (Gecenin) yarısını
(kıl). Yahut bunu biraz azalt, ya da çoğalt ve Kur’an-ı tane tane oku.’ (Müzemmil: 73/6)
Başka bir dost,
bunların yanına bir yenisini daha ekleyerek Rabbinin gücünü ve Rahmetini
tefekkür etmek için camdan dışarı bakar...
Gökyüzünde flaş gibi
patlayan yıldızlara baktığında Allah’ın şu sözü üzerine tefekküre dalarlar;
‘Andolsun, biz gökte bir takım burçlar yarattık ve
seyredenler için onu süsledik.’
(Hicr: 15/16)
Gözler yıldızlara ve Rabbinin büyüklüğüne
dalmışken, başka bir ayet devreye girerek muhabbete ortak olmak ister;
‘... rüzgarları ve yer ile gök arasında emre hazır
bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için bir çok deliller
vardır.’(Bakara: 2/164)
Tefekkür ayetleriyle
muhabbet kurmaya çalışan gece kuşları, Allah’ın bu muazzam sanatı karşısında
peygamberlerinden öğrendiği şu duayı okurlar;
‘Allah’ım! Hamd
yalnız sanadır. Gökleri, yeri ve onlarda bulunanları var eden ve varlıklarını
ayakta tutan sensin. Hamd yalnız sanadır. Göklerin, yerin ve onlarda
bulunanların mülkü/tasarrufu yalnız senindir. Hamd yalnız sanadır. (Ey)
göklerin ve yerin nuru, hamd yalnız sanadır. Sen göklerin ve yerin mutlak
egemenisin. Hamd yalnız sanadır. Sen hakkın ta kendisisin, va’din gerçektir,
sana kavuşmak gerçektir, senin sözün gerçektir, cennet gerçektir, cehennem
gerçektir, bütün peygamberler gerçektir, Muhammed gerçektir, kıyametin kopması
gerçektir. Allah’ım ben sana teslim oldum, sana iman ettim, sana güvenip
dayandım, sana döndüm.
Anlaşmazlık
davalarımı senin hükmüne sundum, başkaları ile mahkemeleşmek için sana baş
vurdum, önceden yaptıklarımı da, yapacaklarımı da, gizliliklerimi de,
açıkladıklarımı da bağışla! Öne geçiren de, sonraya bırakan da sensin. Senden
başka hiçbir ilah yoktur.
Allah’ı görüp,
karşılıklı konuşurmuşcasına yapılan bu sesli hayranlık (dua) bir taraftan
imanlarını artırırken diğer taraftan Allah’tan bazı taleplerde bulunmanın önünü
açar...
Birçok insanın,
Allah aşkı yerine uyku aşkını tercih ettikleri bu saatlerde, Allah; dostlarına
şöyle seslenir;
‘... Bana dua eden var mı, duasını kabul edeyim. Benden
birşey isteyen var mı, ona vereyim. Benden mağfiret dileyen var mı, onun
günahını bağışlayayım.’[49]
Yapılacak duaların,
isteklerin ve bağışlanmaların kabule yakın olduğu bu saatlerde kulun Allah ile
konuşmaları devreye girer... Böylelikle sıcak bir muhabbet başlamış olur...
Başka bir gece kuşu
Kur’an-ı Kerim okuyup ayetler üzerinde tefekkür ederek hem Rabbi ile diyaloğa
geçer, hem okuduğu her harfe on sevap alır hem de sabaha enerjili girmiş
olur...
Başka bir ecir
avcısı kıyama geçer... Herkes yatağına ikiseksen uzanmışken, o; Rabbinin
huzurunda hareketsizce bekler... Aşkını, duruşuyla ispat etmeye çalışır...
Çünkü bilir ki aşk; ispat ister...
Zamanın sahibi
Allah-u Teala insanoğluna bir saniye sonrası hakkında herhangi bir bilgi
vermemiştir. Böylelikle insan, yapacağı herhangi bir işin sonucu lehte mi
aleyhte mi olacağını önceden bilemez...
Bir şeye karar
vermeden önce, eski tecrübelere ve istişareye başvurarak işe girişir... Sonrası
meçhuldür... Hayırla da sonuçlanabilir, şerle de...
Allah’ın taktiri,
yapılan işin sonucu hayırla sonuçlandığında taktir ve teşekkür akıl ve
istişareye yapılmış olur. (Sanki Allah’ın hiçbir fonksiyonu yokmuş gibi! Haşa!)
Allah’a dost olmaya
çalışanlar ise düşünür;
– Bir saniye sonrasını
kim daha iyi biliyor?
‘Allah’
– Yapılan herhangi
bir işin ne ile sonuçlanacağını kim daha iyi biliyor?
‘Allah’
– İnsanların
geleceğinin hayırla sonuçlanmasını kim daha çok istiyor?
‘Allah’
– Hayrı ve şerri kim
yarattı?
‘Allah’
– Yapılacak herhangi
bir iş öncesi Allah’ın ‘Alim’ sıfatına danışılmasının herhangi bir zararı var
mı?
‘Hayır’
O zaman; akıl,
tecrübe ve istişare üçlüsüne bir yenisini daha eklerler;
‘İstihare’
Yani iş öncesi
Allah’ın Alim sıfatına müracaatta bulunmak. ‘Allah’a nasıl danışılacak?
sorusunun cevabı hadis kitaplarına şöyle notlanmış:
Cabir b. Abdullah
(r.a.) şöyle demiştir: Rasulullah şöyle
demiştir: Rasulullah (s.a.v.) bize, Kur’an’dan bir süre öğretir gibi tüm
işlerde istihare etmeyi öğretir; şöyle buyurdu:
‘Sizden biriniz bir işi yapmayı içinden geçirirse farz
namazın dışında iki rekat namaz kılsın. Sonra şöyle desin: “Allah’ım! İlmine
baş vurarak senden hayır isterim. Kudretine dayanarak senden güç isterim.
Senden yüce ihsanını isterim. Sen güç yetirirsin, ben güç yetiremem. Sen
bilirsin, ben bilemem. Sen bilinmeyenleri en iyi bilensin. Allah’ım! (Bu arada bu duayı okuyan kişi ihtiyacını dile getirir.
Öğrenci, öğretmen, esnaf, işsiz, işçi, evlat isteyen, ev isteyen vb.) benim için; dinimde, yaşantımda ve işimin
sonunda hayırlı biliyorsan onu bana takdir et, kolaylaştır ve sonra bereketli
kıl. Bu işin benim için; dinimde, yaşantımda ve işimin sonunda şerli olarak
biliyorsan onu benden, beni de ondan uzaklaştır. Ve benim için nerede olursa
hayrı taktir et. Sonra beni onda razı kıl.”[50]
Yapılan bu duadan
sonra işe girilir... Taktiri ilahi, işin sonucu hayırla[51]
neticelendiğinde;
– ‘Allah’ım sana
hamdolsun!’ inşaallah işin böyle sonuçlanması dünyamız ve ahiretimiz için fayda
verir’ denir.
Yine taktiri ilahi
bu duadan sonra girişilen iş şer gibi gözükebilir... Bu kez de;
– ‘Allah’ım! Çıkan
sonuçta sen bizlere gereken sabrı ver... Ve bizleri razı kıl... Belki de
böylesi hakkımızda hayırlıdır’ der, ne isyan bayrakları çekilir ne de dostluk
zarar görür...
Yapılan her işten
önce Allah’a daşımak çok az yapılan müracaatlardan biridir... Unutulmasın ki az
yapılan bir işte çok ecir vardır... Hele de Allah ile diyalogsa bu; Dostluğun,
sevginin ve muhabbetin zirveye çıkmasıdır...
‘(Rasulüm!) De ki: Kulluk ve yalvarmanız olmasa Rabbim
size ne diye değer versin?..’ (Furkan:
25/77)
İlahi uyarıyı
dikkate alan Allah dostları dua’larla ayakta kaldıklarını bilirler...
Doktorun, hastasını
takip ettiği gibi, yapmış oldukları duaların da takibatını yaparak;
– Kabul edilmişse;
teşekkür ederler
– Gecikmiş, ya da
kabul edilmemişse de, (her halukârda hamd edip) sabrederler...
Yapılan duaların
takibatını yapmak dostluğun kuvvetlenmesine şöyle katkıda bulunabilir;
– Allah’ım! Ben
sürekli senin kontrolünde olduğumu hissetmek istiyorum. Senin kontrolünde
olduğumu hissettiğimde hata oranını minimuma, salih ameli de maksimuma
çıkarabiliyorum. Vaktinde yapılan teşekkürün makbule yakın olduğunu biliyorum.
Yapacağım her
teşekkür eylemiyle de beni gördüğünü, işittiğini ve seninle iletişim halinde
olduğumu ispat etmiş olurum.
İnsanları günah
işlemeye meyyal yaratan Allah-u Teala, tövbe kapısını sürekli açık bırakarak
günah işleyen kulların paklanmasını istemiştir:
‘Allah sizin tövbenizi kabul etmek ister...’ (Nisa: 4/4)
‘Ey iman edenler! Samimi bir tövbe ile Allah’a dönün.
Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter...’ (Tahrim: 66/8)
Günahtan sonra yapılacak özrün vaktini de
bildirmiştir:
‘Allah’ın kabul edeceği tövbe, ancak bilmeden kötülük
edip de sonra tez elden tövbe edenlerin tövbesidir; İşte Allah bunların
tövbesini kabul eder...’ (Nisa: 4/17)
Allah’ın, günah
işleyen bir kulun tövbesini kabul etmesi demek O’nu sevmesi demektir.[52]
O sevgiyi kazanmanın yolu da işlenen günahtan sonra sıcağı sıcağına özür
dilemekten geçiyor.
Bu özrü Resulullah (s.a.v.)
başka bir açıdan şöyle değerlendiriyor:
Muaz bin Cebel’den Rasulullah
(s.a.v.) dedi ki;
–’Nerede olursan ol, Allah’tan kork. Ve işlediğin
kötülükten sonra iyilik işle ki onu yok etsin. Ve insanlara güzel huyla muamele
et.’[53]
İşlenen günah ile
yapılacak tövbe eyleminin arasındaki zaman dilimi, Allah ile dostluk derecesini
gösterir.
Her ne kadar da
kitaplar itikaf’ı;
‘Ramazanın son on
gününde yapılan sünnet bir ibadettir.’ olarak tanımlıyorsa da, bizler itikaf
eylemine farklı bir anlam yükleyeceğiz...
İtikaf;
Kalbi ve zihni
meşgul eden dünya işlerinden ve içindekilerden (kadın, evlat ve diğer
sorumluluklar) en az on gün uzaklaşıp Allah ile başbaşa kalarak kalbe iman
doldurulan bir takva istasyonu...
Hele de, şeytanın
zincire vurulduğu, Kur’an’ların hatmedildiği, insanların biraz daha müslüman
olduğu bu mübarek ramazan ayında, insan biraz daha fazla Rabbine bağımlıdır...
Son on günde her
hangi bir camide, gündüzü ve gecesiyle Rab’le geçen bir beraberlik; sevgi
tohumunun atıldığı ve kısa sürede yeşerdiği bir beraberliktir...
İtikafta geçen on
günde kişi hem imanını tartmış olur, hem okuduğu Kur’an ve kıldığı namazlardan
tad almaya başlamış olur, hem de sabır nimetini tatmış olur...
On günde kazanılan
enerji diğer ibadetlere de yansıyacağından salih amellerde gözle görülür bir
artış olacaktır...
Allah ile uzun bir
süre başbaşa kalmak için Ramazanı beklemeye hiç gerek yok. İmkanlar dahilinde
ayda bir gün, ya da 2 ay da bir gün; günün yirmi dört saatini Allah ile
paylaşabiliriz.
Her hangi bir cami
ya da kendi evimizin bir odasını musaidleştirerek Allah ile 24 saat başbaşa
kalabiliriz...
Rasulullah
(s.a.v.)’ın Peygamberlikten önce Hira mağarasında uzlete çekilmesindeki sır ne
acaba?
Yaratılışı icabı
rahat yaşamayı seven bir insan, musibetlerle imtihana tabi tutulmak istemez. İnsanlar
istemese de Allah-u Teala insanları bir şekilde sıkıntılarla sınar...
İmtihanların
sıkıntılı geçmesiyle -şeytanın da yardımıyla- Allah’a karşı tek taraflı bir
kırgınlık başgösterebilir:
– ‘Bu kadar insan
varken; beni mi buldu?’ gibi...
Ya da;
– ‘Daha ne kadar
çekeceğim bu sıkıntıları?’ gibi...
Özellikle de cana ya
da mala gelen musibetler insanın canını sıkar ve pek de hayra yorumlanmaz...
Hele de Allah ile iletişim kurulmamışsa...
Geçirmiş olduğu trafik kazasıyla bir
bacağını kaybetmiş sıradan bir vatandaş bile ölmediğine şükreder. Bunun şükrü,
Allah ile dostluğunu kuvvetlendirmez. Sadece o anlık sevincinden söylemiştir...
Ama daha sonra tek bacaklı bir hayatı kabullenmeyip isyan vari cümleler sarf
edecektir.
Allah’a dost olmaya
çalışanlar her hangi bir musibet anında;
‘O sabredenler, kendilerine bir bela geldiği zaman:
Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na
döneceğiz, derler.’
Aynı musibet isabet
ettiğinde;
– Kalan bacağını
işaret ederek;
– “Allah’ım! Sana
hamdolsun ki bu bacağımı bağışladın! Kollarım da kopabilirdi!
İnşaallah günahlarıma
keffaret olur” diyerek Allah ile dostluklarına zarar gelmesini engellerler.
Musibetler, sadece
trafik kazasıyla gelmez.[54]
Ama her halukârda mutlaka hayra yorumlanacak bir tarafı vardır.
Musibet sonrası
hamdetmek, normal bir anda hamdetmekten daha ecirli olur... Ve kurulacak bir
dostluğa katkıları daha fazla olur...
Resulullah (s.a.v.)
bu konuda Allah dostlarını şöyle müjdeler:
‘Mü’minin işine şaşarım. Allah musibet verir; sabreder,
ecir alır. Nimet verir; şükreder, yine ecir alır.’[55]
Dünya malını insana
sevdiren Allah-u Teala sevilip sevilmediğini test etmek için, emaneten verdiği
bir eşyayı (bu ne olursa olsun, ev, araba, iş yeri, kalem, ceket, türban, para,
tarla, bilezik, bisiklet, can vb.) geri ister...
Eşyayı pek de fazla
seven insan, yerine yenisi gelmeyi verir düşüncesiyle pek de vermek istemez... İlla
da infak edecekse yerine çok rahat temin edeceği, ya da artık kullanmak
istemediği bir eşyayı verir.
Böyle bir infak
durumunda;
– ‘Seni çok seviyorum
Allah’ım! Bak, senin rızanı ve sevgini kazanmak için malımdan infak ettim’
mesajı Allah’a ulaşmaz.[56]
Sevildiğini somut
bir şekilde görmek isteyen Allah-u Teala, kullarına sevgiye giden yollardan
birini şöyle gösterir;
‘Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça
“iyi”ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir.’ (Ali İmran: 3/92)
Olası bir infak
durumunda, ‘Sevdiğimden mi versem, sevmediğimden mi?’ diye ikileme düşerseniz,
– ‘Hangi eşyanızı
cennette kullanmak istiyorsanız onu verin’ derler...
Sevilen bir nesneyi
Allah için infak etmek eyleminin altında şöyle gerçekler yatar;
1. Allah’ı, eşyamdan
daha çok seviyorum!
2. Allah’ın Er-Rezzak
ismine güveniyorum.
3. Nefse ağır gelen
bir amelin pirimi yüksek olur.
4. Cennetteki derecemin
artabileceğine iman ediyorum.[57]
Bu başlığın
açılımını yaparken, aklıma çok önceleri işittiğim bir fıkra geldi. Konumuzun
aydınlanmasına katkıda bulunacağı için yazma gereği duydum.
Çok ünlü bir ressam
kendisine ait olan bir tabloyu açık artırma ile satışa sunar. Herkes bir fiyat
verir. Ve bu rakam 50 milyara ulaşır... Tam satacakken genç bir çocuk satıcının
yanına gelerek bir şeyler söyleyip 50 milyonu vererek çok değerli panoyu alır.
Alıcılar şaşkındırlar... Ve sorarlar;
– Neden 50 milyara
vermedin de Elli milyona verdin?
Satıcı şöyle
yanıtlar:
– Bu tablo benim
için çok değerli... Tabloya en çok değer verene satmak istedim. Bu tablom için,
siz, onca servetinizden sadece bir kısmını vermek istediniz. Ama bu çocuk
boğazından kesip biriktirdiği harçlıklarını ve sattığı bisikletin parasını
verdi. Yani her şeyini...
Zannedersem
anlaşıldı...
a. Bir defa, bu tür
durumlarda unutmamanız gereken en önemli şey; O anda hangimizi daha çok
seviyorsun! eşyanı mı yoksa beni mi? dersinden imtihan olmamız...
Her infak eyleminde
bu sesi işitirsek Rabbimize karşı mahçup olmamak için en sevdiğimizi
verebiliriz. Daha sonraları -sevginin temelleri atıldıktan sonra- en
sevdiğimizden vererek ikilemde dahi kalmayız.
b. İnfak anında
gönlümüz sevdiklerimizi vermekten yana değilse; Allah tarafından;
‘Demek eşyayı benden
daha çok seviyorsun ha!’ diye bir ses işitelim.
c. Peygamberlerin ve
sahabelerin infak anlayışlarını inceleyelim.
d. Gönlümüzün
sevmediğimizi vermekten yana olduğunu hissedersek; Allah’ın şu sözünü
hatırlayalım;
‘Kim Allah’a güzel bir ödünç verecek olursa, Allah da
onun karşılığını kat kat verir ve ayrıca onun çok değerli bir mükafatı da
vardır.’
Sevdiklerimizden
vermemiz Allah ile olan dostluğun ispatlarından sadece biridir.
Allah-u Teala
yarattığı her insanı farklı şekillerde imtihan eder. Kimine bol mal vererek
şükür + infak ile imtihan ederken kiminin de rızkını daraltarak ‘sabır’la
imtihan eder.
Bir başkasına sıhhat
ve afiyet verip şükretmesini isterken kimi kulunu da bedeninin her hangi bir
organının işlevine son verdirip sabretmesini ister...
Yaratılışı gereği
unutkan olan insanoğlu, Allah’ın kendisine bahşettiği nimetleri unutur. Ta ki
özürlü birini görene kadar...
Allah ile dost olma
gayretinde olmayanlar özürlü bir vatandaş gördüğünde fıtri olarak üzülürler. Bu
üzüntü ne Allah sevgisinin ispatıdır ne de Allah dostluğunun...
Ama Allah’a dost
olmaya çalışanlar günün herhangi bir zamanında dünyanın neresinde olursa olsun,
‘Gözleri görmeyen,
ya da bir gözü görmeyen birini gördükleri zaman olaya ilk önce kendi
penceresinden bakıp sağ el işaret parmağıyla gören gözlerini işaret ederek;
‘Allah’ım! Sana
hamdolsun bana göz verdin. Yoksa ben göremezdim. Göz emanetini hala almadığın
için sana teşekkür ederim Allah’ım’ diyerek gördüğü özürlü şahsın sabrı için
dua ederler.’
Eğer gördükleri
özürlü ‘zihinsel’se, sağ işaret parmağıyla şakağını işaretleyerek;
– ‘Allah’ım! Sana
hamdolsun bana akıl verdin. Yoksa ben de bu şahıs gibi avare dolaşacaktım.
Taşkalanın yoğun
olduğu mekanlarda bu ve benzeri sıcağı sıcağına yapılan teşekkürler muhabbeti
artırır. Artan muhabbet salih bir amele dönüşür. Her salih amel imanı artırır,
artan iman da dostluğu perçinler.
Yani nefse ağır
gelen ameller işleyerek. Bu yerine göre değişir. Kimi; en sevdiğini (arabasını)
infak ederek otobüs kuyruğunda bekler, kimi; yaz sıcağına inat
pazartesi-perşembe oruçlarını tutarak, kimi; gücü yettiği halde bağışlayarak,
kimi; öfkesini yutarak, kimi; uykuya rağmen geceleri kıyamla geçirerek, kimi;
müzmin hastalığa sabrederek vs...
Allah ile dostluğunu
kuvvetlendirmek isteyen bir insan, Allah’ın sabredenlerle beraber[58]
olduğunu bildiği için sonunda sabrı doğuran ameller işlemek ister.
Canını infak etmek
isteyen bir dost adayı en büyük ‘sabır’ nimetinin kapısını tıktıklar... Bir çok
kanaldan gelen sabır nimetinden faydalanır...
Böylelikle hem en
sevdiğinden infak etmenin heyecanını yaşar, hem bıraktıklarına sabrederek Allah
ile beraber olur, hem de İslamın zirvesi olarak adlandırılan bir ameli işlemiş
olur...
Bir taşla kuş
sürüsü...
Allah-u Teala,
seçmiş olduğu bu dinin hudutlarını bazı helal ve haramlarla belirlemiştir.
Sosyal bir hayatta
insanlar bazen bu tel örgünün yanına kadar gelebilirler... Kimi insan tel
örgünün arkasını merak ederek atlamaya çalışır, kimi insan hafiften dokunmakla
yetinir, kimi insan da tel örgünün arkasındaki cehennem sıcaklığını hisseder
hissetmez uzaklaşmaya çalışır...
Adına haramlar ya da
Allah’ın sevmediği ameller adı verilen tel örgünün arkasında cehennem ve
Allah’ın hoşnutsuzluğu vardır...
– ‘Allah’ın
sevmediği bir ameli ben ne diye seveyim ki’ diyen bir Allah dostu tel örgünün
arkasında Allah’a karşı mahcubiyeti görür... Huzurunda yüzünün kızaracağını
hisseder... Cehennemden beter olabilecek bu sıkıntılı durumu yaşamamak için
çarçabuk uzaklaşır, hoşnutsuzluk örgüsünden...
Her hangi bir
yasaktan-haramdan:
– ‘Allah
sevmiyor’ olarak bakıp ta uzaklaşmanın altında bazı gerçekler vardır. Bunlar;
– ‘Allah beni her an
görüyor
– Allah beni her an
işitiyor
– Allah kalbimden
geçenleri bile biliyor
– Yarın Allah’ın
huzuruna nasıl çıkacağım’ düşünceleridir.
Bu havayı teneffüs
eden bir Allah dostu, dostluğunun zedelenmemesi için dikenli yollarda
paçalarını iyice sıvazlayarak az çizikle çıkmaya çalışır.
Başka bir konuya
geçmeden önce Peygamber efendimiz döneminde cereyan etmiş bir hadiseyi
notlayalım. Görelim bakalım cehennem ateşi mi caydırıcı olmuş, yoksa Allah’a
karşı mahcubiyet duygusu mu?
Kadının biri
Resulullah’a geldi ve
– ‘Ben zina ettim.
Ve zinadan da hamileyim. Beni günahımdan temizle’ dedi. Resulullah (s.a.v.):
– ‘Git, doğumunu yaptıktan sonra gel’ dedi. Sonra kadın kucağındaki çocukla birlikte geldi.
Resulullah (s.a.v.):
– ‘Git ve sütten kesildikten sonra gel’ dedi.
Ve kadın, çocuğun
elinde bir ekmek parçasıyla geldi. Daha sonra Resulullah’ın emriyle
recmedildi.’[59]
Allahu Ekber! Allahu
Ekber! Allahu Ekber!
Tevbe kapısının
ardına kadar açık olmasına rağmen Rabbinin huzuruna tertemiz çıkmak istiyor...
Secde;
Namaz esnasında üç
defa ‘subhane rabbiyel ala’nın denildiği bir pozisyon değildir...
Secde;
Sadece namazlara mahsus
bir eylem hiç değildir...
Peki nedir secde?
Secde;
– ‘Kulun Allah’a en
yakın olduğu bir an...’dır.
Secde;
– ‘İnsanın acizliği
ve Allah’ın yüceliğinin ispat edildiği bir an...’dır.
Secde;
– ‘Gururun ve kibrin
ayaklar altında ezildiği bir an...’dır.
Secde;
– ‘Mutluluğun,
huzurun, sevinç ve kederlerin Allah ile paylaşıldığı bir an’...dır.
Secde;
– ‘Sadece namazlarda
olanı saysak, günde en az seksen kere Rabbimizle diyalog ortamının sağlandığı
bir an...’dır.
Allah’a dost olmaya
çalışanlar, Allah’ın en çok sevdiği amelleri işlemek isterler. Çok övülen
‘secde’ de bunlardan biridir.
Günün herhangi bir
saatinde; dağda, bayırda, şehirde, evde kısaca her yerde Allah ile sıcak bir
diyaloğa geçmek için güzel bir eylem...
Secdeden en çok huşu
duyan büyük önder şöyle buyuruyor;
‘Kulun Rabbine en yakın olduğu an secde anıdır’[60]
Madem Ona çok yakın
olunuyor, o zaman bu anın çok iyi değerlendirilmesi lazım.
İnsanın grurunu ve
kibrini iki büklüm yapan secdede bolca dua, bağışlanma ve bazı şeyler talep
edilebilir. Derslerinde başarılı olmak isteyen bir öğrenci, iş arayan bir
işsiz, evlat isteyen bir anne-baba, düşmanına galip gelmek isteyen bir asker,
insanların hidayetine vesile olup o ecre talip olmak isteyen bir davetçi,
akrabalık ilişkilerinin düzelmesini isteyen bir aile, evlatlarının müslümanca
yetişmesini isteyen bir anne-baba, derdine şifa arayan bir hasta vs. secde
anında duygu, düşünce ve taleplerini Allah’a beyan edebilirler. Böylelikle hem
günde bilmem kaç kere okudukları;
‘İyyake na’budu ve iyyake nesta’in’ ayetini yaşamış olurlar... Hem de insanların dua ve
isteklerini dinleyip cevap veren tek mercinin Allah olduğunu ispat etmiş
olurlar.
Allah dostlarının,
secde anında Allah ile olan muhabbeti kısa sürmez.... Uzattıkça uzatırlar.
Bu satırları
yazarken inanıyorum ki benim gibi sizler de bu Allah dostlarını[61]
gıpta ediyorsunuz. Kendi secdelerimizde kıyas yaptığımızda Allah ile
dostluğumuzun hiçte içaçıcı olmadığını görürüz..
Kanaatimce, secdelerimizin
kısa sürmesindeki en büyük etken; Secdeyi, namazda üç defa ‘subhane rabbiyel
ala’ denilen bir eğilme hareketi olarak göstermeleri... Yani anlam
daraltmaları... Üç defa ‘subhane rabbiyel ala’ demek en fazla 5-6 sn. sürüyor.
Peki ya sonra?
İşte sonrası
anlatılmadığı için o lezzetten mahrum kaldık.
Maddeler halinde
şöyle sıralayalım.
a. Secdenin öneminin
bilinememesi
b. Secdede duaların
sadece arapça telaffuz edileceğinin zannedilmesi. (İsteyen istediği dil ile dua
edebilirler. Çünkü Allah, her dilden anlar. Sadece Secdede... Secde
dışındakilerin tamamı arapça)
c. Namazlarımızda
huşunun duyulmaması.
d. Secde anında akla
dünyevi meşgalelerin gelmesi ve konsantre olamama... gibi
Bu başlığımızı,
secdeden lezzet alanlar daha iyi aydınlatır diye düşünüyorum.[62]
Nefis teskiyesi kitaplarından edindiğim bilgileri maddeler halinde sunayım.
a. Secde anında, eski
günahları hatırlayıp özür dilediğinde kabul edileceğine inanmak.
b. Secde anında 1400
küsür öncesine giderek Peygamberin arkasında namaz kılıyormuş gibi hissederek.
c. Secde anında,
Allah’tan şöyle bir ses işiterek;
‘Nasıl namaz
kıldığına bakıyorum!’
d. Secde eylemini
namaz dışında da yaparak. Şükür secdesi gibi.
e. Özellikle de gece
kalkarak.
f. Sahabelerin ve bir,
iki nesil sonrakilerin secde anlayışlarını dikkate alarak.
g. Secde anında
ağlamaya çalışarak.
h. Secde anında ölümü
düşünmeye çalışarak.
ı. Kafamızı
kaldırdığımızda ölüm meleğiyle karşılaşacağımızı hissederek.[63]
i. Yapılacak dua,
bağışlanma ve isteklerin kabul edileceği tek şartın secde olduğuna şartlanarak.[64]
j. Secdeyi uzattığımız
oranda Allah’a yaklaştığımızı hissederek.
k. Secdeyi en iyi
şekilde değerlendirenin cennetteki en güzel köşke oturacağını hissederek.
Secdenin iyi değerlendirilmesinin
kurulacak dostluğa etkisi anlaşılmışsa başka bir başlığa geçebiliriz.
Salih amellerle
imanın arttığını, işlenen günahlarla da imanın zayıfladığını ilk sayfalarda
söylemiştik.
Allah’a asi olan
şeytan insanların etrafında dolaşarak salih ameller işlemesine engel olmaya
çalışır. Her zaman başarılı olmayabilir... Bazen iyi bir amelin işlenmesine
yardımcı olabilir... Asıl saldırıyı işlenen amelin reklamınıda gerçekleştirir.
İyi bir niyetle
(Allah’ın sevgisine muhatap olmak) başlanan amel, iyi bir niyetle de
sonuçlanabilir... Bu gayet normaldir... Ama önemli olan yapılan amelin
sevincini Allah ile paylaşmak...
Bu satırları
yazarken aklıma mağaradaki gençlerin, yapmış oldukları salih amelleri Allah ile
paylaştıkları geldi... Olay kaynak kitaplarımıza şöyle kaydolmuş;
Resulullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu:
– ‘Sizden evvelki gelip geçen ümmetlerden üç kişilik bir
topluluk yürüyüp giderlerken birden kendilerini bir yağmur yakaladı. Hemen bir
mağaraya sığındılar.Akabinde mağaranın kapısı bunların üzerine kapandı. Bunlar
birbirlerine:
– ‘Şu muhakkak: Vallahi ey şu mağara içinde bulunanlar!
sizi buradan doğruluktan başka birşey kurtarmaz. Onun için sizden her bir kişi
doğru söylediğini bilmekte olduğu birşeyle Allah’a dua etsin, dediler.
Bunlardan birisi:
– Ya Allah! Kati olarak bilmektesin ki, benim ücretli bir
işçim vardı.O bana üç sa ölçeği pirince karşılık çalışıyordu.Bu işçi o ücreti
bırakıp gitti.Ben bu ücret pirincine yöneldim de onu ektim.O ekim işinden iyi
mahsul oldu.Ben ondan bir sığır satın aldım.Bir müddet sonra o işçi bana gelip
ücretini istiyordu.Ben de ona: Şu sığırlara git ve onları önüne kat da sür git
dedim. O:
– ‘Benim, senin yanında ancak üç sa’ ölçeği pirinç darısı
hakkım vardır,’ dedi. Ben yine ona:
– ‘Şu sığırlara git, onlar senin o üç sa’ ölçeği
ücretinden çoğaldılar,’ dedim. İşçi onları sürüp gitti.
Ey Allah’ım! Sen bilmektesin ki, ben buna senin
haşyetinden ötürü böyle yaptım. Onun hatırına bizden şu kayayı aç!’ diye dua
etti.
Kaya onlardan biraz açıldı.
Diğeri de:
– ‘Ya Allah! şüphesiz sen bilmektesin ki, benim ihtiyar
anamla babam vardı. Ben her gece bunlara koyunlarımın sütünü getirip içirirdim.
Bir gece bir engel sebebiyle bunlara süt getirmede geciktim. Geldiğimde bunlar
uyumuşlardı. Ehlim ve çocuklarım açlıktan feryad ediyorlardı. Fakat ben anam
babam içmeden çocuklarıma süt içiremzdim. Bu durumda ben onları uyandırmayı
istemedim. Onları terkedip de yataklarında içmelerini bekleyiciler olarak
kalmalarını da istemedim. Süt tası elimde ta fecr doğuncaya kadar bekledim.
Allah’ım!
Sen pek iyi bilmektesin ki, ben bunu senin haşyetinden dolayı yaptım. Bizden bu
sıkıntıyı gider!’ dedi.
Akabinde kaya onlardan biraz açıldı, hatta gökyüzünü
gördüler.
Diğeri de:
– Ya Allah! Sen kat’i bilmektsin ki, benim bir amca kızı
vardı. O bana insanların en sevgilisi idi. Ben ondan emelime nail olmak
istedim. Fakat o benden çekindi. Ancak kendisine yüz dinar getirmemi söyledi.
Ben bulup getirdim ve ona teslim ettim. Ben onun iki bacağı arasına oturunca
kız:
– ‘Allah’tan kork! Yaratıcı kudretin bekaret mührünü
bozma, O mühür ancak bir hakla, nikah hakkıyla açılır, dedi. Bu sözü üzerine
ben üstünden kalktım, yüz dinarı ona bıraktım. Şüphesiz sen bilmektesin ki, ben
bunu ancak senden korktuğum için böyle yaptım. Bizden bu mağarayı aç!’ dedi.
Bu dua akabinde Allah onlardan mağarayı tamamen açtı,
onlarda çıkıp gittiler.”[65]
Düşünüyorum da, O
mağarada ben olsaydım acaba hangi amelimi sunardım... Zannedersem oracaktı
çürürdüm.
Her hangi bir salih
ameli işlemek nasıl meziyetse, işlenen ameli gizlemek te aynı derecede
meziyettir.
İşlenen bir ameli
gizleyip Allah ile paylaşmak demek; riyadan uzaklaşmak demektir. Yani Allah’ın
sevmediği bir amelden uzaklaşmak demektir...
Allah’ın sevmediği
bir ameli yapmamak Allah’ın sevgisini birebir kazandırır.
Yapılması zor gibi
gözüken salih bir amel işlediğimizde, secde anında, ya da Allah’tan her hangi
bir şeyi talep ettiğimizde mağaradakiler gibi işlediğimiz o ameli
kullanabiliriz.
Nefse ağır gelen
salih bir ameli insanlarla paylaşmak (işlenen amelden bahsetmek) insanların
beğenisini kazandırabilir... Hatta daha da ileri giderek mevki-makam
kazandırabilir...
İşte Allah dostları
bu noktada o kadar hassastırlar ki, sağ elin verdiğinden sol elin haberi
olmaz...
Peygamberi örnek
almak isteyen bir insan çevresindekilere bazı çağrışımlar yapar... Bu, elinde
değildir. Tıpkı soba gibi... Soba, önce kendisini ısıtır... Daha sonra da
elinde olmayarak üşüyenlere bazı mesajlar gönderir...
Sobaya herkes,
ihtiyacı kadar yaklaşır...
Ama ısısından, ama
isinden, ama kokusundan az da olsa nasiplenirler...
Allah’a yakınlaşmaya
çalışanlar insanlardan dünyevi hiçbir menfaat beklemedikleri için insanların
tamamen iyiliğini düşünürler... Onlardan hiçbir zarar gelmez...
Onlar, insanların
ahiretini düşündükleri için Allah’ı sevdirmeye çalışırlar... Allah’ın rızasını
kazandıracak salih amelleri anlatırlar... Adeta yürüyen Kur’an’dırlar...
İnanıyorum ki bir
çoğumuzun çevresinde bu tür insanlar var ve onlarla beraber olunduğunda imanın
arttığına çoğumuz şahid olmuşdur.
İşte bu yüzden
Allah-u Teala müslümanların kaynaşmasını istemiştir... Gerek cemaatle namazda,
gerek bayramlarda, gerek ziyaretlerde, gerekse saf tutup düşmanla
çarpışmalarda...
Allah’ın sevdiği
kişilere baktığımızda bile çıkarılacak bir ders mutlaka vardır...
Varlıklarını sağ ve
solumuzda göremesek de, hayat kitabımızın, daha doğrusu dostluk rehberimizin
518. sahifesinde görebiliriz;
‘iki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak
yaptıklarını yazmaktadırlar.’
(Kaf: 50/17)
Nereye gitsek
bizimledirler... Beraber oturur, beraber yürür, beraber seyahat eder ve beraber
piknik yaparız... Biz yeriz, onlar bakar ve yazarlar...
Meleklerin varlığını
hissetmek nefsimizin dizginlerini daha da sıkı tutmamızı sağlayacağından Kaf:
50/17’yi unutmamak gerek...
Madem sürekli
bizimleler, o zaman onlarla en kısa zamanda hatta şimdi diyaloğa geçip
varlığını yakini hissetmek lazım.
Sağ ve solumuzdaki
meleklere bazı şekiller vereceğiz.[66]
Sağ ve solumuzdaki
meleklerimize bazı ayetler, hadisler ve veciz sözler yükleyeceğiz....
Sağımızdaki melek
yer yer Allah sevgisi ve cennet nimetlerinden bahsedecek...
Solumuzdaki
meleğimiz de biraz agresif olacak... Haliyle bizleri Allah dostluğundan
uzaklaşmanın götürüleri ve cehennemi anlatacak... Hem de her ortamda...
Şöyle bir
canlandırma yapalım;
Tek başına
şehirlerarası otobüsle yolculuk yaptığınızı düşünün. Yanınızda kitap ve dergi
yok ve yanındakinizi de tanımıyorsunuz diyelim. Ne yaparsınız?
En kötü ihtimal
uyursunuz... Hadi diyelim yanındakine nasihat ettiniz... Ya sonra?
İşte şimdi
meleklerle yapılması gereken diyaloğun salih amellerin işlenmesine yapacağı
katkıyı görelim;
Sağınızdaki Melek:
‘Her ne kadar tek kişilik bilet aldınsa da, biz üç kişiyiz... Sen, ben ve
solundaki melek...
Siz: Ne yapmamı
istersiniz?
S. Melek:
Varlığımızı hissetmeni...
Siz: Varlığınızı
hissetmemin bana ne faydası olacak?
S. Melek: Şu an ne
yapıyorsun?
Siz : Oturuyorum...
S. Melek: Oturan her
müslümana Ali İmran: 3/191’in nazil olduğunu biliyor musun?
Siz:?
S. Melek: Dinle ve
üzerinde düşün;
‘Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzere
yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında
derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın.
Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!’
– “Gördüğün gibi
oturan herkese bu ayet nazil olur. Yerinde olsam Allah’ı zikrederim... Sen
Allah’ı zikret, ben yazayım... Sen tefekkür et, ben yazayım... Ben yazdıkça
cennetteki derecen artsın...”
İnanın ki
diyeceğimiz bir Allah-u Ekber, onların kalemini harekete geçirir...
Aynı mantıktan yola
çıkarak, günah işleme potasına girerken de soldaki meleği konuşturacağız;
Soldaki Melek: ‘Sakın
yaklaşayım deme! (İşlenecek herhangi bir günahın sınırlarına yaklaşınca)
Ben mürekkebimi
Cehennemden çektim... Yazarsam, yanarsın!..
Böyle bir diyaloğun
yaşandığı bir ortamda şeytan aç kalır!
Allah’ın dostları günah işlemez
demiyorum... İşlenecek günahları minimum düzeye indirebilir düşüncsindeyim. Bir
daha Peygamber gelmeyeceğine göre şu an dünyadaki tüm insanlar günah
işlerler... (Çocuk ve deliler hariç)
Unutmamamız lazım ki
günahların asgariye çekilmesiyle de dostluğunuz güçlenir... Allah ile
dostluğumuzun güçlenmesi için her türlü yola başvurmalı... Çünkü, bir daha
hayat hakkı verilmiyor...
18. başlığımızdaki,
sağ ve soldaki meleklerle konuştuktan sonra, motivenin maksimuma çıkması için
dost olmaya çalıştığımızla da diyaloğa girmemiz lazım... İşlenmesi muhtemel bir
günah öncesi, ya da işlenmesi olası bir sevap öncesi olabilir...
Diyelim ki günah
işleme potasına girildi... Ne sağdaki meleğin nasihatleri, ne de soldaki
meleğin cehennem tehdidi kâr etti... Ne yapacağız?
Sizce şöyle bir
sesin işitilmesi fayda vermez mi?
‘Ne yapıyorsun
Feyzullah?.. Senden hiç beklemezdim!’
Yapılacak her hangi
bir salih amelin, başkaları tarafından önceden yapılmış olması ya da çevremizde
o ameli yapanları görmemiz bizleri rahatlatır... Ve daha kolay bir şekilde
pratize etmemizi sağlar.
Herhangi bir kurum,
ya da şahsa yapılması gereken bir yardım talebinde kimsenin eli cebine
gitmiyorsa bu demektir ki bizim de elimiz cebimize gitmez...
Benzer örnekleri
tramvaylarda ve gemilerde görebiliyoruz.
Yaklaşık 2-3 dakika
elindeki ürünü tanıtır sonra da yolcuların gözlerinin içine bakarak satmaya
çalışır... İki kişi almaya görsün; Onlardan cesaretle en az on kişinin aldığı
görülür.[67]
Bizler de bu
misalden hareketle nefse ağır gelen, ya da yapılması imkansızmış gibi görünen
salih amellerin sahabeler ve onlardan sonraki nesiller tarafından nasıl
işlendiğini görelim. Görelim ki onlardan alacağımız derslerle cesaretlenelim.
İbn Abbas (r.a.)
anlatıyor:
“Peygamberimiz
Mekke’de iken, yanına bir kadın gelerek:
–-‘Ya Rasulallah, şu
pis hastalık bana musallat olmuş bir türlü bundan kurtulamıyorum.’ dedi.
Rasulullah (s.a.v.) ona:
– ‘Eğer şu durumuna
sabredersen kıyamet günü tamamen günahsız olacaksın ve hesaba çekilmeyeceksin;
dedi. Kadın:
– ‘Seni hak
peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki Allah canımı alıncaya kadar
sabredeceğim. Fakat bu pis hastalığın bir gün beni çırıl çıplak halkın huzuruna
salacağından korkuyorum,’ dedi.
Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.v.) ona dua etti. Bundan sonra kadın sara nöbetleri geldiği
zaman gidip Kabe’nin perdelerine tutunuyor ve ‘defol’ diyordu. Nöbette onu
terkediyordu.[68]
***
Ebu Zerr El-Gıfari’ye:
– ‘Çocukların erken
yaşta ölüyor; dediklerinde;
– ‘Onları geçici
olan evde benden alıp ve sürekli olan evde benim için saklayan Allah’a hamd
olsun.’ dedi.[69]
Ebu Zabye anlatıyor:
“Abdullah b. Mesud,
vefatına sebep olan hastalığa yakalandığında Hz. Osman kendisini ziyaret
ederek:
‘Şikayetin nereden?’
diye sordu. Abdullah b. Mesud:
– ‘Günahlarımdan,’
dedi. ‘Ne arzu ediyorsun?’ diye sorduğunda:
– ‘Rabbimin
rahmetini,’ dedi. Hz. Osman, ‘sana bir doktor çağıralım mı?’ diye sorduğunda
Abdullah b. Mesud:
– ‘Beni hasta eden
zaten doktordur.’ dedi. Hz. Osman, sana bir miktar maaş bağlanmasına izin verir
misin?’ diye sorduğunda
– ‘Maaşa ihtiyacım
yoktur’ dedi. Hz. Osman, ‘senden sonra çocuklarına verilir’ dediğinde, Abdullah
b. Mesud:
– ‘Sen
çocuklarımın fakir olacaklarından mı korkuyorsun? Ben onlara her gün Vakıa
suresini okumalarını emrettim. Çünkü Rasulullah (s.a.v.)’in:
– ‘Her akşam Vakıa suresini okuyan kimse, asla geçim sıkıntısı
görmez.’ buyurduğunu işittim.’
dedi.[70]
Abdullah b. Mesud
anlatıyor:
“Kim Allah’a güzel bir ödünç takdim ederse Allah’da ona
kat kat karşılık verir.” ayeti nazil olunca
Ebu Dehdah, Rasulullah’a:
‘Ya Rasulallah,
Allah bizden ödünç mü istiyor?’ dedi.
Rasulullah (s.a.v.):
– ‘Evet, Ya Ebu Dehdah’ dedi. Ebu Dehdah (r.a.):
‘Öyleyse elini
uzat,’ dedi ve Rasulullah elini uzatınca:
– ‘Ben Rabbime
bahçemi (600 hurma ağacı vardı) ödünç verdim,’ dedi. Sonra bahçeye gitti,
karısı ve çocukları oradaydılar, hanımına:
– ‘Çocularını al
bahçeden çık. Ben bahçeyi Allah’a ödünç verdim, dedi.’[71]
Sa’d b. Ebi Vakkas
anlatıyor:
“Uhud savaşında
Abdullah b. Cahş (r.a.) bana:
– ‘Gel Allah’a dua
edelim,’ dedi. Bunun üzerine beraberce bir kenara çekilip:
– ‘Allah’ım!
Düşmanla karşılaştığımızda beni öyle bir adamla karşılaştır ki, çok kuvvetli
bir savaşçı olsun. Onunla şiddetli vuruşayım. Nihayet ona üstün gelmeyi nasip
eyle de onu öldüreyim ve üzerindeki eşyayı ganimet olarak alayım,’ diye dua
ettim.
Abdullah da “amin”
dedi. Ondan sonra o da duaya başlayarak:
– “Allah’ım beni
öyle bir adamla karşılaştır ki, çok kuvvetli bir savaşçı olsun. Onunla
vuruşalım. Sonunda benim burun ve kulaklarımı kessin. Yarın senin huzuruna
çıktığımda bana:
– ‘Kulakların ve
burnun niçin kesilmiştir?’ diye sorasın da:
– ‘Senin ve
Rasulünün yolunda kesildi,’ diye cevap vereyim. Sen de:
‘Doğru söylüyorsun’
diyesin.
Sa’d b. Ebi Vakkas
(r.a.), kendisinden bunu nakleden adama:
– ‘Oğlum,
Abdullah’ın duası benimkinden hayırlıydı. Allah’a yemin ederim ki, o gün akşam
üzeri, ben onun burun ve kulaklarını kesilmiş ve bir ipe dizilmiş olarak
gördüm’ demiştir. [72]
Yatağında uyuma
hazırlığı yapanla musalla taşında iki seksen uzanan arasındaki tek fark;
birinin, Allah’ı zikredip ecir alma imkanının olması...
Çünkü uyuyanlarla
ölenlerin ruhları Allah katına çıkar... Yan yana uzanan iki bedenden biri nefes
alıp verirken diğeri kokmaya yüz tutar. Bu geçici ölüm! Çıkan ruhun tekrar
bedene dönmesiyle son bulur.
“Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de
uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini belirli
bir vakte kadar salıverir. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için
ibretler vardır.” (Zümer: 39/42)
Çıkan bir ruhun,
bedene tekrar dönmeme ihtimalinden bahsediyorum.
İşte o zaman uyku
öncesi 15-20 dakika oldukça kıymete biner... Takriben en geç bir saat sonra ruh
bedenden ayrılır (uyku hazırlığı yapanlar için) gerçek dostun yanına kadar
çıkar.
Her gece tekrarlanan
bu ziyaretler bir gün kabul görür. İşte o gerçek buluşmanın güzel geçmesi ya da
baş ağrıtmaması uyku öncesi hazırlıkla yakından alakalıdır.
Öyle ya, madem
sevgiliyle buluşacaksın o halde ön hazırlık yapacaksın.
Allah ile arası en
iyi olan büyük önderin uyku öncesi yapmış olduğu ön hazırlık hadis kitaplarına
şöyle kaydolmuş;
“Ey Allah’ım! Senden dünya ve âhirette af ve âfiyet
dilerim. Ey Allah’ım! Dinim, dünyam, ailem ve malım hakkında af ve âfiyet
dilerim. Ey Allah’ım! Ayıplarımı ört ve korkularımdan emin kıl!.. Allah’ım! Önümden,
arkamdan, sağımdan, solumdan ve üzerimden gelecek bir kötülükten beni muhâfaza
buyur (Yere batırılarak) altımdan helâk edilmekten azametine sığınırım.
“Ey gizliyi ve görüneni bilen, göklerin ve yerin
yaratıcısı, her şeyin Rabbi ve sahibi olan Allah’ım! Senden başka ilâh
olmadığına şehâdet ederim. Nefsimin ve şeytanın şer ve şirkinden, nefsime günah
işlemekten veya o günahı bir müslümana yüklemekten sana sığınırım.
“Yüce adına sığınana yerde ve gökte hiçbir şeyin zarar veremeyeceği
Allah’ın adı ile... O hakkıyle işiten ve bilendir.” (Üç kere)
“Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan ve peygamber
olarak Hz. Muhammed’den (s.a.v.) razı oldum.” (Üç kere).
“Ey Hayy ve Kayyûm olan Allah’ım! Senin rahmetine iltica
eder, yardımını dilerim. İşlerimin hepsini düzelt. Göz açıp kapayıncaya dek
beni nefsime terk etme.
“Biz ve kâinatın mülkü (ve tasarrufu) âlemlerin Rabbi
olan Allah’a ait olarak sabahladık. Ya Rabbi! Senden bu sabahın hayrını,
fethini (başarısını, kolaylığını) bereketini, nusretini, nûrunu ve hidâyetini
dilerim. Onun ve ondan sonra gelecek sabahların her türlü şerrinden sana
sığınırım.”
“İslam
fıtratı, ihlâs kelimesi (şehâdeteyn) üzerine, Efendimiz Hz. Muhammedin (s.a.v.)
ümmeti ve atamız Hz. İbrahim’in milleti üzere sabahladık. O (Hz. İbrahim) hanîf
ve müslümandı, hiçbir zaman müşriklerden olmadı.”
“Yüce Allah’ı her türlü noksan sıfatlardan uzak tutar. O’na
(hamd ve şükür) ederim!”
“Allah’tan başka ilâh yoktur. Birdir. Ortağı yoktur. Mülk
O’nundur. Hamd O’nadır. O her şeye kâdirdir.” (On kere okunur. Müsait değilse
bir kere ile iktifâ edilir.)
“Allah’tan başka ilah yoktur. Birdir. Ortağı yoktur. Mülk
O’nundur. Hamd O’nadır. O her şeye kâdirdir.”
“Yarattıklarının sayısınca, kendisinin razı olacağı
kadar, Arş’ının ağırlığı ve kelimelerinin çokluğunca hamdederek Allah’ı tüm
noksanlıklardan tenzih ederim.” (Sabahlayınca üç defa söylenir.)
“Ey Allah’ım! Senden yararlı ilim, güzel (helâl) rızık ve
makbul amel dilerim.” (Sabahlayınca söylenir.)
“Allah’tan bağışlanma diler, O’na tevbe ve istiğfar
ederim.”(Günde yüz defa okunur.)
“Sözlerinin tamamı (ki sayısızdır) ile yarattıklarının
şerrinden Allah’a sığınırım.”
“Ey Allah’ım! Senin salât ve selâmın Peygamberimiz
Hz.Muhammed’in (s.a.v.) üzerine olsun.”
Bismillahirrahmanirrahim.“De ki: O Allah birdir. Allah
Samed’dir (O hiçbir şeye muhtaç değil, ama her şey O’na muhtaçtır). O doğmamış
ve doğurmamıştır. O’nun hiçbir dengi yoktur.”
Bismillahirahmanirrahim. “De ki: Yarattığı şeylerin
şerrinden, karanlığın çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfürüp büyü
yapan üfürükçünün şerrinden ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden,
sabahın Rabbine sığınırım.”
Bismillahirrahmanirrahim.“De ki: İnsanların kalblerine
vesvese sokan, pusuya çeken cin ve insan (şeytanı)nın şerrinden, insanların
Rabbine, insanların Melikine (Hakimine), insanların ilâhına sığınırım.”
Yatağa girerken ellerini birleştirip İhlâs, Felâk ve Nâs
sûrelerini okur ve sonra elleriyle başını, yüzünü ve bedeninin erişebileceği
diğer yerlerini mesh eder (Efendimiz (s.a.v.) bunu üç defa tekrarlardı).
“Allah, O’ndan başka ibadet edilecek kimse yoktur, O
Hayy’dır, Kayyûm’dur. Kendisine ne uyku, ne uyuklama gelir. Göklerde ve
yerdekilerin hepsi O’nundur. İzni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir? O,
kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. O’nun bildirdiklerinin dışında
insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O’nun Kürsü’sü
gökleri ve yeri içine alacak derecede kaplamıştır. Onları koruyup gözetmek
kendisine zor gelmez. O yücedir, büyüktür, azimdir.”
“Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman
etti, müminler de. Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine
iman ettiler. “Allah’ın peygamberleri arasında ayırım yapmayız, işittik, itaat
ettik, Ey Rabbimiz, affına sığındık, dönüş sanadır.” dediler. Allah her şahsı,
ancak gücünün yettiği ölçüde yükümlü kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine,
yapacağı (günah ve şer) de kendinedir. Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin
gibi bize de ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işleri de
yükleme. Bizi affet! Bizi bağışla! Bize merhamet et! Sen bizim Mevlâmızsın.
Kafirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl, bize yardım et!”
Yatmadan önce
yapılacak bir nefis muhasebesi hataların tedavisine ve kurulacak dostluğa büyük
bir katkıları olur diye düşünüyorum...
Allah’ı zikretme
amelini diğer ibadetlerden ayrıca tek özellik belirli bir vakte ya da bazı özel
şartlara bağlanmamış olması...
Hatta Allah için;
canlı olmasa da gerek yok! Çünkü;
‘Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbih
eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların
tesbihini anlamazsınız. O Halim’dir, bağışlayıcıdır.’ (İsra: 17/44)
‘Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah
akşam ister istemez sadece Allah’a secde ederler.’ (Rad: 13/15)
Allah’ın, insanlar
tarafından zikredilmeyi belirli bir şarta ya da zamana bağlamamış olması
zikredilmeyi çok sevdiğini gösterir...
Zikrin; bir hac ya
da infak ibadeti gibi maddi, oruç ibadeti gibi manevi bir zorluğu olmaması ve
günün yirmi dört saati her ortamda pratiğinin yapılabilirliliği de dikkat
çekici...
Sanki bir ses;
‘Ey beni sevdiğini
söyleyen kullarım! İşte size zaman... Hem de sınırsız... İstediğiniz an
sevginizi dile getirin!..’ diyor...
Allah’a dost olmaya
çalışanlar, Allah’ı her ortamda ve en iyi bir şekilde zikreden Rasulullah’ın
dua ve zikir dosyalarına bakarlar.[73]
O dosyada şunlar
yazılıdır;
Bulunduğu her
ortamda Allah’ı zikretmeyi unutmayan Rasulullah uyanır uyanmaz Rabbini şöyle
zikrederdi;
“Bizi öldürdükten sonra dirilten Allah’a hamdolsun. dönüş
O’nadır.”[74]
“Allah’tan başka ilah yoktur. O tektir ve ortağı
yoktur.Mülk O’nundur ve hamd O’nadır. O, her şeye gücü yetendir. Allah’ı tüm
noksanlıklarından tenzih ederim. Hamd Allah’adır. Allah’tan başka ilah yoktur. Ve
Allah en büyüktür. Güç ve kuvvet ancak yüce ve büyük olan Allah’a aittir.
Rabbim! Beni bağışla!”[75]
“Vücuduma afiyet veren, ruhumu bana geri döndüren ve bana
kendisini zikretme fırsatı veren Allah’a hamdolsun.”[76]
“[Allah’ın adıyla] Allahım! Pislikten ve pis olan
şeylerden (erkek ve dişi şeytanlardan) sana sığınırım.”[77]
“(Allahım) Beni bağışla”[78]
“Biriniz yemeğe başlarken;
‘Bismillah/Adıyla’
desin. şayet unutursa (hatırladığında);
“Evveli ve sonunda Allah’ın adıyla’ desin.”[79]
“Allah’ın yemekle nimetlendirdiği kimse şöyle desin:
‘Allahım! Bunda bizim için bereket kıl ve bundan daha
hayırlısını bize yedir.’ Allah’ın sütle susuzluğunu giderdiği bir kimse de
şöyle desin;
“Allahım! Bunda bizim için bereket kıl ve bize bundan
daha fazla ver.”[80]
“Allah’ın adıyla.
Allah’a tevekkül ettim.Güç ve kuvvet ancak Allah’ındır.” (Bkz. Sahih-i Tirmizi
(3/151).
“Allahım! Sapıklığa
düşmekten veya düşürülmekten, ayağımın kaymasından veya kaydırılmasından,
zuhmetmekten veya zulme uğramaktan, cehalete düşmekten veya cahil bırakılmaktan
sana sığınırım.” (Sahih-i İbn Mâce (2/336).
“Allah’ın adıyla, hamd Allah’adır. ‘Bunu bizim hizmetimize
veren (Allah’ı) tüm noksanlıklarından tenzih ederiz, yoksa biz bunlara güç
yetiremezdik. Ve, biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz’. Ham Allah’adır. Hamd
Allah’adır. Hamd Allah’adır. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah en
büyüktür. Allah’ım! Seni tüm noksanlıklardan tenzih ederim. Ben nefsime
zulmettim, beni bağışla. Çünkü günahları ancak sen bağışlarsın.”[81]
“Tüm hamdler yalnız bir olan Allah’a mahsustur. Salât ve
selâm, kendisinden sonra peygamber olmayan (Muhammed)in üzerine olsun.”[82]
İki avucunu
bitiştirir; İhlas, Felak ve Nâs sûrelerini okuyarak üfler:
Bismi’llahi’r-Rahmâni’r-Rahîm “De ki: “O Allah birdir. Allah
Samed’dir, (her şeyden müstağni ve her şey O’na muhtaçtır). O doğurmamış ve
doğmamıştır. Hiç bir şey O’na denk değildir.”
Bismi’llahi’r-Rahmâni’r-Rahîm “De ki: “Yarattıklarının
şerrinden, bastırdığı zaman karanlığın şerrinden, düğümlere nefes eden
büyücülerin şerrinden, hased ettiği zaman hasedçilerin şerrinden, tan yerini
ağartan Rabbe sığınırım.”
Bismi’llahi’r-Rahmâni’r-Rahîm “De ki: “İnsanlardan ve
cinlerden ve insanların göğüslerine vesvese veren o sinsi vesvesecinin
şerrinden, insanların ilâhı, insanların Hükümrânı ve insanların Rabbi olan
Allah’a sığınırım.”
Sonra vücudundan ulaşabildiği yerleri avuçlarıyla,
başının üzerinden yüzünden ve vücudunun ön kısmından başlayarak mesheder.”[Okuma ve meshetme üç kere tekrarlanır.][83]
Aman Allah’ım şu
sevgiye bak! Şu sevginin zikre nasıl dönüştüğüne bak!
Rabbini zikretmeyi
hayatının bir parçası olarak gören Rasulullah (s.a.v.)’in yapmış olduğu
zikirler dikkatlice incelendiğinde Allah ile sıcak bir iletişim içinde olduğu
görülür...
Yapmış olduğu dua ve
zikirlerde, benim dikkatimi en çok tuvaletten çıkınca söylemiş olduğu;
‘Ğufraneke’ – (Beni bağışla!) duası çekmiştir.
Rasulullah (s.a.v.),
Allah’tan bağışlanma dileyecek ne yaptı ki bu duayı okudu?
İnanıyorum ki
bulduğum cevap sizlerin de gözlerinizi yaşartıp Rabbinize karşı kendinizi
mahçup hissettirecektir.
I. Görüş:
Rasulullah (s.a.v.)
bulunduğu her ortamda Allah’ı zikrederdi... Rasulullah (s.a.v.) için tuvalet
bir ortamdı... Ama zikir için müsaid değildi... Orada Allah’ı nasıl
zikredecekdi ki?
Ve tuvaletten çıkar
çıkmaz; sanki kendi elleriyle öyle bir ortamın oluşmasını sağlamış gibi;
– ‘Allah’ım!
Ortam müsaid değildi. Haliyle de seni zikredemedim! Sen beni bağışla!’
II. Görüş:
Rasulullah (s.a.v.)
Allah’ın, kendisine verdiği her nimete şükrederdi. Hem de sıcağı sıcağına...
Yediği yemek; bir nimetti... Fazlalıkların vücuttan dışarı çıkması da ayrı bir
nimetti.
İşte o nimete de
teşekkür edecekti... Fakat bulunulan ortam buna müsaid değildi. Ve teşekkürünü
geciktirdiği için de Allah’tan bağışlanma diledi...
İnanıyorum ki bu
satırları okurken, yaşlı göz ve titrek bir sesle ‘Allah-u Ekber!’ diyorsunuz.
Allah-u Teala’yı sürekli zikretmenin
dostluğa nasıl yansıyacağını yazıp da uzatmanın bir anlamı yok herhalde...
İnsanoğlu zayıf,
bencil, unutkan ve nankör olduğu için her zaman aynı güzel havayı
yakalayamayabiliyor... Hele de istikrarı yakalamaya giden yolları bilmiyorsa...
Sosyal hayattaki
istikrarsızlık en kötü ihtimalle iflas ettirir... Bilemedin; öldürür! Fakat
aynı istikrarsızlık virüsü Allah’ın sevgisini kazandıran amellerin işlenmesine
bulaşmışsa, işte o zaman eyvah!
Sevgideki
istikrarsızlık diğerlerine benzemez... Daha doğrusu; sevgi, istikrarsızlık
kabul etmez... İşte bu yüzden Allah’ın dostluğunu kazandıracak salih amellerin
işlenmesinde istikrarlı olunmalı...
Ama nasıl?
Allah ile dostluğu
sağlayacak salih amelleri işlerken istikrarlı olmaya giden yolları maddeler
halinde şöyle sıralayabiliriz;
a. Allah ile dostluğun
getirisi ve götürüsünü iyi bilmek.
b. Allah ile dostluğu
olmazsa olmaz kabul etmek
c. İstikrarsızlığı
sabırsızlık olarak algılarsak, sabrın ecrini iyi bilmek
d. Mensubu olduğumuz
dine güvenmek
e. Ölüm sonrasını iyi
okumak
f. İstikrarsızlığın
mayasında şeytanın vesveseleri olduğu için şeytanı iyi tanımak
g. İstikrarsızlığa
götüren etkenleri iyi öğrenip çözüm üretmek.
Allah ile dostluğu
kuvvetlendirecek etkenlerden biri de maneviyatı besleyen kitapların
okunmasıdır. Bu tür kitapları kaleme alan alimler kitaplarına tecrübelerini
yansıttıkları için direk kalbe hitap ederler.
Allah ile kul
arasında köprü olmaya çalışan bu kitaplar maalesef belli bir cemaatlere mal
edilmesi sebebiyle cazibesini kaybetti...
Diyorum ki;
– ‘Allah’a
yaklaştıracak her kapıyı tıktıklayalım, her kitabı okuyalım ve her nasihate
kulak verelim...
– ‘Binlerce kitap
arasından nasıl seçeceğiz? Her gün yeni yeni yazarlar, yeni yeni kitaplar
çıkıyor!’
Haklısınız...
Ben yayınevi sahibi
olarak (Karınca yayınları) kitaplarla haşir neşirim. Hem Allah ile dostluğumu
kuvvetlendirmek için hem de bu bölümü (kalbi Allah’a yaklaştıracak kitaplar
okuyarak) hazırlamak için bazı kitapları aldım ve inceledim.
Fayda vereceğine
inandığım için bazı kitaplar tavsiye edeceğim. İnşaallah bulur, alır, okur ve
yaşamaya çalışırsınız...
1. Kur’an-ı Kerim
Özellikle de
tefekkür ayetleri üzerinde uzunca düşünerek, cennet ve cehennem ayetlerini bir
film şeridi gibi gözler önüne sererek (hayali olarak tabi), ve gece Kur’an-ı
tane tane okuyarak Allah ile sıcak bir ilişki kurulabilir.
2. Hadis Kitapları
Kütübüs-Sitte’den
faydalınabilinir. Rasulullah (s.a.v.)’nin Allah sevgisi, Allah korkusu, gece
ibadetleri, sabrı, tefekkürü, tevekkülü, kısacası hayatını okuyabiliriz...
3. Hayatus-Sahabe
Yazarı:
M. Yusuf Kandehlevi
Yayınevi:
Ravza
Sayfa:
560
İçeriği:
Sahabenin Allah’a, Peygambere ve kardeşlere olan sevgilerini, musibetler
karşısında sabırlarını, tevekküllerini, takvalarını, gece ibadetlerini ve
cesaretlerini delilleriyle anlatan bir kitap...
Allah’ın razı olduğu
bir nesli takip etmek Allah ile kurulacak dostluğa önemli ölçüde katkı sağlar.
4. Kitabü’z Zühd Ve’r-Rekaik
(Zahidlik ve İncelikleri)
Yazarı:
Abdullah ibnül Mübarek (H.118-M.736) (Tebeü’t-Tabiinlerdendir.)
Yayınevi:
Seha
Sayfa:
370
İçeriği:
1627 tane, takvayı artıracak hadisler, tabiinler ve tebe-üt-Tabiinler’in
sözlerinden oluşmuş tek ciltli bir kitap.
Onbir bölümden
oluşan bu kitap sırasıyla;
– Allah’a itaate ve
ibadete teşvik.
– İbret alma ve
tefekkür
– Dili koruma ve
tevazu
– Tevekkül ve
dünyadan azla yetinme bilinci
– Gerçek arkadaş
seçmek
– Dünyada refah
içinde olmanın kınanması
– Allah-u Teala’nın
rahmetinin anlatılması
– Allah’ı zikretmek
– Namaz bilinci
– Takva.
Konularından
bahsediyor. Kitap oldukça sade ve anlaşılır.
5. Er-Riaye (Nefis Muhasebesinin Temelleri)
Yazar: İmam
el-Muhasibi (H. 165- M. 781)
Yayınevi: İnsan
Sayfa:
602
İçeriği:
Kul ile Allah arasında iyi bir köprü olacağına inandığım bu kitabın kalınca
olması gözleri korkutmasın... İmam Gazali bu kitabı okuyup şerh yapmış... O Şerh’in
adı da bir çoklarımızın kütüphanesinde bulunan ‘İhya-u Ulumiddin.’
Yani bu kadar önemli
bir kitap.
Kitap şu konular
üzerinde yoğunlaşmış;
– Takvanın aranması
konusunda insanların farklı düzeyleri ve Allah için amellerin gözetilmesi
üzerine...
– Arkadaş ve nefsi
tanıma
– Nefsi tanımak,
fiillerinin kötülüğünü ve arzularına çağırmasına karşı uyanık olmak üzerine.
– Böbürlenmek,
gaflet ve haset üzerine...
6. Kitabü’z- ZÜHD
Yazar:
Beyhaki (H.384 - M.994)
Yayınevi:
Hacegan
Sayfa:
288
İçeriği:
Abdullah ibnül-Mübarek’in kitabının içerik olarak bir benzeridir. 982 tane Zühd
ile alakalı hadis, Tabiin ve Tebeüttabiin’den sözleri içerir.
Oldukça fayda
vereceğine inandığım tam bir kaynak eser.
7. Dört Halifeden Vecizler Sözlüğü
Yazar:
Dört Halife (Hazırlayan Mehmet Yılmaz)
Yayınevi: Şule
Sayfa:
424
İçeriği:
Takvayla alakalı tüm konular üzerine söylenmiş veciz sözleri içeriyor... Her
sözün orjinal arapçası, altında arapça okunuşu, türkçesi ve kaynağı mevcut...
Reklam gibi olacak
ama kütüphanelerin demir başı olmaya aday diyebilirim.
Bu kitapta her gün
okunacak 15 sayfa günü kurtarabilir.
8. Vecizler, Öğütler, Paralolar
Yazar:
Yerli ve yabancı alimler, bilgeler ve filozoflar
Yayınevi:
Elif
Sayfa:
498
İçeriği:
Bu kitapta bir çok konu üzerine söylenen veciz sözlerden oluşuyor... O kadar da
ihtiyaç olmamasına rağmen müslüman olmayanların da fikirlerini öğrenmek
babından okunabilir...
9. İhya-u Ulumuddin
Yazar: İmam
Gazali
Yayınevi:
Birçok yayınevi tarafından çıktı.
Sayfa:
Değişken (4 Cilt, 2 Cilt, Muhtasar)
İçeriği:
Okuyucuya takva, ahlak ve ilim ruhu kazandıran müthiş bir eser... Yüz yıllardır
okunması o kitabın değerini gösterir.
10. Gece İbadeti
Yazar:
Doç.Dr. Abdulhakim Yüce
Yayınevi:
Kaynak
Sayfa:
164
İçeriği:
Peygamber efendimizin (s.a.v.), Sahabelerin, Tabiinlerin, Tebeüt-tabiinlerin ve
selef alimlerimizin gece hayatlarını delilleriyle gösteren bir kitap.
Okuyucuya gecenin
bereketini aşılaması babından faydalı bir kitap olduğu kanaatindeyim.
11. Arınma Yolu 1–2. , İman ve Salih Amel
Yazar:
Abdul Hamid Bilali.
Yayınevi:
Buruc
Sayfa:
303 + 160
İçeriği:
Daha çok, okuyucusunun günahlardan arınmasını ve kalbini Allah sevgisiyle
doldurmasını sağlayacak formüller sunuyor... Özellikle de kalbi hastalıklar ve
tedavisi üzerinde duruyor. Okuyucuya takva bilinci vereceğine inandığım harika
bir set...
12. Kalbin İlacı
Yazar: İbn.
Kayyım El-Cevziyye
Yayınevi:
Elif
Sayfa:
320
İçeriği:
Adı gibi...
13. Namazda Huşuya Götüren 33 Etken
Yazar:
Muhammed-Salih El-Müneccid.
Yayınevi:
Karınca
Sayfa:
96
İçeriği:
Allah ile dostluğu sağlayacak etkenlerden biri de huşu ile namaz kılmaktır.
Genç alimlerimizden M. S. El-Müneccid bu kitabında namazda huşuyu bozan
etkenlerle huşuya götüren etkenleri maddeler halinde inceleyip okuyucularına
sunmuş.
Namazda huşuyu
yakalamak demek Allah ile dostluğu oldu-bittiye getirmek demektir.
İşte bu kitap bu
noktada oldukça iddialı...
14. Tefekkürün Gücü
Yazar:
Feyzullah Birışık
Yayınevi:
Karınca
Sayfa:
186
İçeriği:
Allah ile kurulacak dostluğa giden yollardan biri de tefekkürdür. Bu kitapta
ayet ve hadis ışığında yoğun bir tefekkür bulabilirsiniz...
Özellikle de
Allah’ın büyüklüğünü, sanatını ve bizlere verdiği nimetleri farklı bir uslupla
okuyuculara sundum... İnşaallah fayda verir diyorum.
15. İnancın Gölgesinde
Yazar:
Fethullah Gülen
Yayınevi:
Nil Yayınları
Sayfa:
286
16. İbadetin Getirdikleri
Yazar:
Safvet Senih
Yayınevi:
Işık Yayınları
Sayfa:
190
Özellikle de
ümitsizlik mikrobunu öldürmeye çalışmak istediğim için bu başlığı attığımı
hatırlatarak konumuza giriş yapalım;
Cehennemi insan ve
cinlerle dolduracağını söyleyen Allah-u Teala, insanların cehenneme girmemesi
için tüm şartların oluşmasını dilemiştir.
Allah-u Teala
insanları en güzel şekilde yaratarak tüm dünya ve içindekilerini hizmetine
sunmuştur... Hatta dünyadan bilmem kaç km. uzaklıktaki güneşi, ayı ve
yıldızları da insanların hizmetine sunmuş...
Daha sonra, emir,
yasak ve tavsiyelerinin daha iyi anlaşılması için, insanlara akıl vererek;
kendisini bulma yolunda katkıda bulunmuştur...
Gel zaman git zaman
salt manada akılla bulamayacaklarını bildiği için insanlara Peygamberler
göndermiştir. İnsanlardan eziyet gören peygamberlerin tek görevi insanlara
cennet ve cehenneme giden yolları tanımlamak olmuştur.
Allah’ın,
kendilerinin iyiliğini istediğini anlamak istemeyince peygamberlerini
öldürmüşlerdir... İnsanların cennete girmelerini isteyen Allah-u Teala bir
peygamber daha göndermiştir... İyilikten pek anlamayan insanlar tekrar
öldürmüşlerdir...
Aradan uzun yıllar
geçtikten sonra, Allah-u Teala son bir peygamber daha göndermiştir...
Peygamberlerle birlikte aynı vazifeyi (davet etmeyi) üstlenmeyen müslümanları
ise tehdit etmiştir.
Düşünsenize bizlerin
cennete girmesi için Peygamberler ve islam davetçileri hayatı pahasına seferber
oluyorlar...
Tüm bunlar Allah’ın,
kullarına iyi niyet beslemesi değil de nedir acaba?
Günahlarımızı
affedeceğini söylemesi, en küçük bir amel’e çok sevap vermesi. Rahmetinin
gazabını geçtiğini söylemesi, Öldükten sonra amel defterimizin açık kalması
için fırsatlar tanıması, dininin daha doğru anlaşılması için bazı insanlara
ilmi sevdirip o ilimle insanları aydınlattırması, tövbe kapısının sürekli açık
bıraktığını bildirmesi Allah’ın, kullarına iyi niyet beslemesi değil de nedir acaba?
Ama maalesef tüm
bunlara rağmen;
‘... fakat insanların çoğu şükretmezler.’ (Neml: 27/73)
Hem de;
‘Şüphesiz Rabbin, insanlara karşı lutuf sahibidir...’ (Neml: 27/73)
olmasına rağmen!
Unutmayalım ki,
Allah, kullarına iyi niyet beslemeseydi, ne akıl verirdi, ne peygamber
gönderirdi, ne davetçileri harekete geçirtirdi (Teşvik ve tehditlerle) ne de
tefekkür malzemeleri yaratırdı...
O, bize değer
verdi... Peki ya biz
Dil ile sürekli
‘Seni Seviyorum Allah’ım!’ demek, ihsan kavramının kapısını aralayabilir... O
kapıdan muhtemelen şöyle bir ses işitilir;
‘O zaman ispat et!’
Ben, bu sayfayı
‘Seni Seviyorum Allah’ım!’ yazısıyla doldurayım; Sizler de tek tek okuyun;
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
SENİ SEVİYORUM ALLAH’IM!
Altıncı Bölüm
İnsanın aklına
mutlaka gelir;
– ‘Allah’a dost
olmak için ellerimden geleni yaptım diyelim... Peki, dostluğun; tarafından
kabul görüldüğünü nasıl anlayacağım? Yok mu bunun belirtileri?
İlla ki var!
Kur’an-ı Kerim’de;
– ‘Onlar ki...’ diye
başlayan bütün ayetler Allah dostlarının vasıflarını sıralar...
Kitabımızın bu
bölümünde; Allah’ın kuluna dost olmasının belirtilerini maddeler halinde
göreceğiz.
Her başlığı uzun
uzadıya açıklayamayacağım. Bir iki ayet, hadis ve Allah dostlarının
yaşantılarından anektodlar düşeceğim.... Şunu da unutmayalım ki, Allah-u Teala
dost seçtiği kişilere bazı amelleri sevdirmiştir. O yüzden onlar zevkle salih
ameller işlerler.
Darısı bizim
başımıza deyip dosyamızı açalım.
‘Onlar gayba inanırlar...’ (Bakara: 2/3)
Hem de öyle bir
inanmışlardır ki, bu imanla ne rızık endişesi yaşarlar ne de kader noktasında
takıntıları olur.
Onlar sadece şunu
söylerler;
‘Allah var, Problem
yok!’
Allah dostlarının
kelime hazinesinde, belki de en az kullanılan kelimeler;
‘Yarın, sonra, hele
bir bakalım, daha vakit var, emekli olduktan sonra, daha genciz,’dir.
İş öncesi,
Onların en çok
kullandığı kelimeler;
‘Şimdi, hemen, ne
duruyorsun’dur.
Herhangi bir infak
talebinde kem küm yapmadan, yüz rengi değişmeden ve en az kullanılan cümleleri
sarfetmeden elleri cebine gidiyorsa onda Allah’ın dostluk pırıltıları vardır
demektir.
Diğer ibadetlerde de
hızlıdırlar;
‘Ve onlar ki namazlarına devam ederler. (korurlar).[84] (Mü’minun: 23/9)
Herhangi bir
müslümanın başı sıkıştığında ilk arayan ve olay mahalline ilk gelen kişide
Allah’ın dost olma alametlerini görebilirsiniz.
Allah dostları
ikindiye on dakika kala öğlen namazlarını kılmaya çalışmazlar. İbadetleri
vaktinde eda etmeye alışık oldukları ve ibadetlerinden zevk aldıkları için
vaktin girmesini sabırsızlıkla beklerler.
Ve namazla Allah’a
yaklaşacaklarını bildikleri için namazlarında huşu içindedirler... Secde’yi çok
iyi değerlendirirler...
‘Onlar ki namazlarında huşu içindedirler.’ (Mü’minun: 23/2)
Camiye girerken,
cami içinde gördüğünüz kişi sizden sonra camiden çıkarsa O’nda bu ayetin
tecellisini görebilirsiniz.
Allah-u Teala, dost
seçtiği kişilere vaktin değerini ve önemini bir şekilde ilham etmiştir... O
yüzden vakitlerini pirim getirmeyen işlerde harcamazlar...
Geyik muhabbeti
yapılan yerde ilk ayrılan, ecir pazarına ilk koşan kişiye dikkatli bakın...
Çünkü O ve Onun gibileri;
‘Onlar ki; boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler’ (el-Mü’minun: 23/3)
Ne ferdi
hayatlarında ne de ailevi hayatlarında en küçük bir iffetsizliğe
rastlayamazsınız. Olabildiğince namuslarını korurlar...
‘Ve Onlar ki iffetlerini korurlar.’ (Mü’minun: 23/5)
İnsanın aldıkları
emanetleri korumaları, o insanı ya da aldığı emaneti çok sevdiğinden, ya da
emanet sahibinden çok korktuğundan emaneti muhafaza etmez.
Allah dostları,
aldığı emanetin arkasında Allah’ı görürler... Ve koruyucularına dair Allah’a
söz verirler...
O yüzden oldukça
hassastırlar... Aynı şekilde verdikleri sözde durmaları da Allah içindir.
‘Yine onlar ki, emanetlerine ve ahitlerine riayet
ederler.’ (Mü’minun: 23/8)
Hem ne diye
beklesinler ki?.. Onlar, Rasulullah (s.a.v.)’ın şu hadisini tüm hücreleriyle
sindirmişlerdir adeta;
Ebu’l-Abbas Abdullah
b. Abbas (r.a.) dedi ki: Bir gün Rasulullah (s.a.v.)’ın terkisinde idim. Şöyle
buyurdu:
“Ey oğul, ben sana bir kaç kelime öğreteyim. Allah’ı koru
ki,[85]
O da seni korusun.[86]
Allah’ı koru ki, O’nu karşında bulasın. Dileyecek olursan, Allah’tan
dile. Yardım isteyecek olursan, Allah’tan yardım iste! Şunu bil ki, eğer bütün
insanlar (en ufak) bir şey ile sana faydalı olmak için bir araya toplanacak
olsalar Allah’ın senin için yazmış olduğundan başka bir şeyle fayda
sağlayamazlar. Eğer sana her hangi bir şeyle zarar vermek için bir araya
toplanacak olsalar, Allah’ın senin aleyhine yazmış olduğu bir şeyden başkasıyla
sana zarar veremezler. (Çünkü) kalemler kaldırılmış sahifeler (in mürekkebi)
kurumuştur.”[87]
Tüm imkan ve
olanakları yaratan dururken, neden ikinci ele başvursunlar ki?
Bu sebeple
insanlardan dünyevi bir çıkar beklemezler.
Ahiret endeksli bir
hayat yaşadıkları için dünyaya pek yatırım yapmayı düşünmezler. İmtihan salonu
olan bu dünyanın cazibesine pek kaptırmazlar kendilerini...
Dert ve tasaları
Rablerinin rızasını kazanmak olduğu için dünyevi dertleri problem etmezler.
Konuşmalarında ve bire bir nasihatlerinde şu gerçek üzerinde dururlar:
İbn. Ömer dedi ki,
Allah Resulu bana dedi ki:
– Dünyada bir garip gibi ol. Veya geçici bir yolcu gibi
ol.’ İbn.Ömer dedi ki;
‘Sabahladığında akşamı bekleme, akşamladığında da sabahı
bekleme.[88]
Cennette lüks bir
hayat yaşamayı kafalarına koydukları için ihtiyaçları dışındakilerini yatırıma
kullanarak;
‘... Sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. “İhtiyaçtan
fazlasını” de...’ (Bakara: 2/219) ayetini
yaşarlar... Yine, kitaplarında moda’ya yer yoktur ve israfı sevmezler...
Hz. Ömer (r.a.)’nın
şu sözü başlığımızı yeterince aydınlatıyor:
‘Üç şey dışındakiler
senin değildir. Yediğin, içtiğin ve giyip eskittiğin. ‘
Allah-u Teala,
kendisine dost seçtiği insanlara bazı amelleri sevdirmiştir... Kimine,
insanlara hizmet etme amelini sevdirmiş. Kimine ilim ruhunu, kimine infak
bilincini, kimine gece ibadetlerini sevdirmiştir... Ama bazı Allah dostları var
ki tabiri caizse tam bir ecir avcısıdırlar...
Daha çok amel
işlemek için pusuda beklerler... Gördükleri avı (ecir) babalarına bile vermek
istemezler...
Konumuza katkısı
olur babından yaşadığım bir anıyı anlatayım:
1997 yılında
Beyazıt’taki dükkanımdan çıkıp Şirinevler’deki kesimhaneye gidecektim. Ben,
arkadaşım ve Mısırlı misafiri üçümüz dükkandan çıktık. Benim elimde poşet ve
içinde iki tane naylon çuval vardı. Toplam bir kilo bile gelmezdi.
Dükkanımızla tramvay
arası, yaklaşık 150 metre. Mısırlı kardeş, hızla elimden poşeti kaptı... Ne
kadar zorladıysamda alamadım. Arkadaşım, bana:
– Hiç kendini
zorlama Feyzullah!.. Alamazsın! Bu söz üzerine direnmekten vaz geçtim. Tramvay
durağına gelince poşetimi bana iade etti...
İnanıyorum ki,
defterine;
‘Kardeşine hizmet
etti...’ diye notlandı...
Basitmiş gibi
görünen bu ameli altı yıldır unutamamış olmam ecrin büyüklüğünü göstermez mi?
Allah-u Teala,
sevdiği kullarının cennetteki derecesini yükseltmek için imanlarını artırır.
Artan iman da salih amellere yansır...
Kur’an okurlar;
Kur’an okumalarından
aldıkları lezzet, diğer okurlardan farklı olur;
‘Ağlayarak yüzüstü yere kapanırlar. (Kur’an okumak)
Onların saygısını artırır.’ (İsra:
17/109)
Namaz kılarlar;
Kıldıkları
namazlardan aldıkları lezzet başlarını döndürür.
Okuyoruz;
(Tabiinlerden)
Müslim b. Yesar hakkında şöyle rivayet edilir;
Müslim b. Yesar
namazda iken az veya çok herhangi bir şeyle ilgilendiğini hiç görmedim. Bir gün
mescidin bir kısmı yıkılmış çarşıdakiler panik göstermişler. Osman b. Yesar
mescidde namaz kıldığı halde bu duruma hiç aldırış etmemişti. Şevzeb şöyle
demiştir:
– Müslim b. Yesar
evde namaz kılacağı zaman ev halkına, “Konuşun... Ben, sizin konuştuklarınızı
duymuyorum.” derdi. O eve geldiğinde ev halkı hiç konuşmaz, namaza durduğunda
konuşur, gülerlerdi.[89]
Allah’ı zikrederler;
Zikirleri diğer
insanların zikirlerinden farklı olur;
‘Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine
yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında
derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın.
Seni tesbih ederiz. Bizi Cehennem azabından koru. (Ali İmran: 3/191)
İnfak ederler;
İnfak anlayışı diğer
müslümanların infak anlayışından oldukça farklıdır;
‘... kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları
kendilerine tercih ederler...’
(Haşr: 59/9)
Bu başlığımızı daha
önceki bölümlerde az da olsa açıklamıştık. Şimdi de bir insanın birçok kişi
tarafından sevilmesini Allah’ın sevgisinin belirtileri başlığı altında
inceleyelim.
Allah-uTeala,
kulları tarafından sevilince, sanki kullarına jest yapıyormuş gibi diğer
insanların kalbine o kuluna karşı sevgi ilham eder...:
Ebu Hureyre
(r.a.)’dan.
Resulûllah (s.a.v.)
dedi ki;
– ‘Allah bir kulu sevdiğinde Cebrail’e söyler:
– ‘Ben filancayı seviyorum, sen de sev.
Cebrail o filanı sever ve, semadaki meleklere;
– ‘Rabbiniz, filancayı seviyor, ben de seviyorum siz de
sevin’ der.
Semadaki bütün meleklerde onu sever.
Allah Rasûlü
(s.a.v.) dedi ki;
– ‘Yerde ona kabul defteri açılır. Birine kızdığı zaman
da aynısını söyler.[90]
Bu, dünyadaki
mükafattır... Tabi bir de cennetteki mükafat vardır ki, baş döndürür...
Bir insanın diğer
insanlar tarafından sevilmesi bazı nedenlere dayanır;
1. Doğru sözlü
olmaları
2. Emanete ihanet
etmemeleri
3. İnsanların
mallarında ve namuslarında gözleri olmamaları
4. Tebessümlü olmaları
5. Kavgacı ruhları
olmamaları
6. Kendine ve
çevresine saygılı olmaları vs.
Bu tür vasıfları
barınanlar insanların sevgisini üzerlerine çekerler...
Bu tür vasıflara
sahip olmakta Allah’ı sevip ona dost olmakla mümkün olur ancak...
Eğer çevreniz
tarafından hiçbir menfaat beklenilmeden seviliyorsanız, bilin ki Allah ta sizi
seviyor.
Akıllarını ‘vahye’
sattıkları için her konuda ‘vahye’ (Kur’an ve Sünnete) danışırlar. Herhangi bir
konu için;
“Allah buna ne der?
Peygamber bu konu
hakkında ne demiş?
Ulemalarımızın
görüşü ne?” diyerek pek de görüş beyan etmezler.[91]
‘Ey iman edenler!Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden
olan ululemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa
düşerseniz -Allah’a ve ahirete
gerçekten inanıyorsanız- onu Allah’a ve Rasul’e götürün (Onların talimatlarına
göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir. (Nisa: 4/59)
Allah dostları şu
gerçeği çok iyi bilirler;
Tüm dünya bir araya
gelse, ancak Allah’ın takdir ettiği kadar zarar verebilirler...[92]
İşte bu gerçeğe iman
etmiş olmaları, kalplerindeki Allah dışında tüm korkuları söküp atar...
Neden korkacaklar?
Başlarına gelmeyecek
musibetin isabet etmesinden mi?.. Yazılmamışsa zaten kimse zarar veremez.
Yazılmışsa da hiç
kimse merhamete gelip o zararı def edemez...
Onlar Allah’ı
sevdiler ve bu sevgi diğer korkuların silinmesini sağladı.
‘Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki)
Allah, sevdiği ve kendisini seven mü’minlere karşı alçak gönüllü (şefkatli),
kafirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda
cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. (Hiçbir kimsenin
kınamasına aldırmazlar.) Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lutuftur. Allah’ın
lutfu ve ilmi geniştir. (Maide: 5/54)
Sevgi ve korkunun
giriş ve çıkışları kalpte gerçekleşir... Kalbin tasarrufu kimin elinde?
Günün her saatinde
ve her ortamda Allah’ın gücünü, büyüklüğünü ve sanatını gördükleri için
hayranlıklarını dile getirirler...
‘Subhanallah’
‘Elhamdulillah’
‘Allahuekber’
Allah’ın,
zikredilmeyi çok sevdiğini bildikleri için dillerini en çok bu yönde
kullanırlar...
O saatte
kalktıklarını Allah’tan başkasının görmemesi için oldukça dikkat ederler.[93]
Gecenin mutluluğunu ve muhabbetini yalnızca Allah ile paylaşmak isterler.
O saatlerin önemini
Allah dostları bakınız nasıl dile getiriyorlar;
Ata b.ebi Rabah;
“Gece namazı, bedene
ve bütün organlara kuvvettir. Bu namaza kalkan kimse, sevinçli ve huzurlu olur.
Kalkmayan, üzüntülü ve kalbi kırık olur. Kendini birşey kaybetmez gibi
hisseder. Gerçekten de o çok faydalı şey kaybetmiştir.[94]
Hz. Ebu Bekir, son
anlarının yaklaştığını hissedince, kendinden sonra halife olacak Hz. Ömeri
çağırarak şu vasiyette bulundu:
“Ey Ömer!, Allah’tan
kork ve bil ki Allah’ın gece yerine getirilmesi gereken hakları var, onları
gündüz kabul etmez; gündüz yapılması gereken hakları var onları da gece kabul
etmez.
Hz. Ömer, çoğu gün
uyuyacak zaman bulamadığı için, oturduğu yerde uyukladığı olurdu. “Gündüz
uyusam halkın işlerini göremem, gece uyusam Allah’tan gelecek payımdan mahrum
kalırım” derdi.[95]
Selman-ı Farisi,
gece karanlığında namaz kılmaya başlar, yorulduğunda ise dille zikreder, yine
yorulunca ağlar, bundan da yorulunca ayet ve azamet-i ilahiyyeyi tefekkür
ederdi. Sonra kendi kendine “İstırahat ettin, haydi kalk!” der ve namaza devam
ederdi. Bir süre namaz kıldıktan sonra “İstirahat ettin, artık zikir yap!” der
ve zikre başlardı. Böylece gecesini hep namaz, zikir ve tefekkürle geçirirdi.[96]
Allahû Teâlâ’nın,
bir insana gece vaktini sevimli kılması demek; O insana birçok lutufta bulunmuş
demektir....
İşte bu yüzden;
saatlerini çoğunun kurmadığı bir saate kurarlar...
Allah’a dost olan
bir insan, Allah’ın emir ve yasaklarının dışına çıkmaz. Allah’a olan
itaatlerini amelleriyle ispat etmeye çalışır.
Bunun için,
Kur’an’dan aldıkları her on ayeti yaşadıktan/pratiğini yaptıktan sonra bir on
ayet daha alırlar... Gün gelir, kağıt üzerindeki ayetler insan amelinde
sergilenir...
İşte Allah dostları,
konuşmalarıyla, görüşmeleriyle, nasihatlarıyla, üzülmeleriyle, ticaretleriyle,
komşuluk ilişkileriyle, adaletli oluşlarıyla, edepli oluşlarıyla, kardeşlik
hukukunu gözetmeleriyle, yardımlaşmalarıyla, adeta Kur’an’dan inciler
sergilerler...
Onlar, insanlar için
iyi bir Kur’an fihristidirler... İstediğin ayeti onların amellerinde
bulabilirsiniz...
Ne mutlu O Allah
dostlarına ki Kur’an’ı bedenlerine giydirdiler...
Allah’ın tüm
insanlara tavsiye ettiği bu büyük dini seçerken hiç kimseye danışmayan Allah
dostları hiç kimsenin kınamasına da kulak vermezler...Çünkü, Allah ile yapmış
oldukları dostluk sözleşmesinde şu ibarelerin altına imza atmışlardır:
1. Senden başka hiçbir
ilah yoktur Allah’ım!
2. Tüm canlıların
rızkını sen verirsin!
3. Herşey senin
kontrolünde
4. Senin, ya da bir
başkasının rızası arasında kaldığımda, senin rızan diyeceğim.
İşte bu yüzden hiç
kimsenin kınamalarına aldırış etmezler ve korkmazlar...
Eğer haklı
olduklarına inanıyorlarsa, çürütücü deliller dışında hiçbir göç onların
kararını bozamaz! (Allah’ın izniyle).
Allah’a dost olmaya
çalışan bir insan, her an patlamaya hazır bir bomba olan bir insandır. Ecir
avcısı olarak da tanınan Allah dostları, nefse en ağır gelen amellere de talip
olurlar;
‘Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice
erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip O yolda canını vermiştir;
kimi de (şehidliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde sözlerini
değiştirmemişlerdir. (Ahzap: 33/23)
Bir an önce gerçek
dosta kavuşabilmenin hesabını yaparlar... Bu arzu ve istekleri hem çokca salih
amel işlemelerini sağlar hem de şehadet kervanına katılmadan önce rezervasyon
yaparlar... Adları okunduğunda;
‘Tüm imanım ve
aşkımla, işte buradayım’ derler.
Allah dostları,
yokluk zamanlarının en iyi ilacı olan sabır ve tevekkülü kullanırlar... Hiçbir
şekilde insanların ellerine bakmazlar... Taleplerini gerçek dosttan yana
kullanırlar... Böylelikle onurlu ve izzetli bir şekilde hayatlarına devam etmiş
olurlar.
Bu tercihleri
Allah’a olan sevgilerinden kaynaklanır. Allah dostları için bir kardeşe hizmet
etmek demek, Allah’a hizmet etmek demektir.
Allaha karşı sevgi
ve saygıları; kardeşleri için her türlü riski göze alacak kadar ileridedir.
Bu paragrafı
okurken, inanıyorum ki birçoklarınızın aklına Uhud’da tarihe altın harflerle
işlenen kardeşlik örneği aklınıza geldi. Uhud’da ne olmuştu?
Uhud’da, yaralı
mücahidler, ihtiyacı olduğu halde kendilerine uzatılan suyu içmeyip diğer
kardeşlere verilmesini istemişlerdir. Onlar da aynı fedakarlığı gösterip diğer
kardeşe verilmesini istemişlerdir... Yaralıların hepsi şehid olur, su bardakta
kalır...
Allahû Ekber!
Bir insan nasıl olur
da kardeşini nefsine tercih eder? Nedir bu işin sırrı?
Bir Allah dostu bunu
şöyle açıkladı.
Müslüman kardeşin,
birçok soruları barındıran imtihan sorundur. Çözdükçe Allah’ın rızasını
kazanırsın. Yani müslüman kardeşinin arkasında Allah’ı göreceksin.
Durum böyle olunca o
müslüman, gözünde değer kazanır. O müslümanı kırmak istemezsin... Soruyu
beğenmeyen bir öğrenci nasıl başarılı olabilir ki?
Müslümanı sev, Allah
da seni sevsin.
Müslümanın kusurunu
gizle, Allah da senin kusurlarını gizlesin.
Müslümanın
ihtiyacını karşıla, Allah’da senin ihtiyacını karşılasın.
Müslümana ikram et,
Allah’da sana ikram etsin.
Müslümanı nefsine
tercih et, Allah’da sana değer versin.
Hiçbir menfaat
beklemeden yaranıza kan veren bir müslüman görürseniz, biliniz ki Allah size
dostunu göndermiş de ders almanızı istemiş.
Kibirlenmeyi hak
edecek hiçbir malzemeye sahip olmadıklarını bildikleri için kibirlenmenin
yanından bile geçmezler.
Kibirlenenlerin
akibetinin ne olacağını adı gibi bilirler;
‘Onlara: İçinde ebedi kalacağınız cehennemin kapılarından
girin; kibirlenenlerin yeri ne kötü! denilir.’ (Zümer: 39/72)
Susmaları gereken
yerde konuşmazlar, konuşmaları gereken yerde de kesinlikle susmayı tercih
etmezler...
Kalkmaları gereken
yerde kalkarlar, beklemeleri gereken yerden de bir yere ayrılmazlar... Yeter ki
O amellerde Allah’ın onayı olsun!
Allah’ın; hangi
vasıfları taşıyan müslümanları sevdiğini bildikleri için sonunda sabrı getiren
amelleri işlemeye çalışırlar...Ve bir şekilde sıkıntılı bir hayat yaşarlar...
Hiçbir zaman dil ile ya da surat asarak isyanvari görüntü içine girmezler...
Herhangi bir maddi
ya da manevi sıkıntı içinde görürseniz, sorun onlara;
– Nasılsınız?
verecekleri cevap;
– Elhamdulillah...İyiyim....
Daha da beteri olabilirdi. Her halukârda elhamdulillah’ olur.
İşte O Allah dostuna
sıkı sıkı sarılın...Çünkü O size tevekkül, teslimiyet ve sabır dersi vermiştir.
Zamanla yarıştıklarını
bilirler... Sol tarafındaki meleği yormamak! için vakitlerini boşa harcamazlar.
Onları her an bir işte görürsünüz... Hayatları dolu doludur...
Bir işi bitirince
diğerine başlarlar... Tembel değillerdir. Özellikle de Allah’a daha çok
yaklaştıracak amellerin hangi vakte denk geldiklerini bildikleri için
hayatlarını O vakte ayarlarlar...
Allah’a dost olmaya
çalışan bir müslüman olarak derim ki;
Allah, sizi
kendisine dost olmaya zorlamıyor. Bu konuda oldukça serbestsiniz. İster Allah’ı
ve dostlarını dost edinin ister başkalarını... Ama unutmayın ki başkaları
sınıfındaki dostlar babanız ya da en yakınınız da olsalar şeytanın
dostlarıdırlar...
Çünkü Allah ve
dostları dışındaki tüm dostluklar Şeytani olarak adlandırılır.
Eğer Allah’a dost
olmaya karar vermişseniz unutmayın ki; Bu saate kadar ne kadar çok günah
işlemiş de olsanız Allah’a dost olabilme olasılığı her zaman yüksektir.
• Allah ile kurulacak
olan dostluğun önündeki engelleri tesbit edip gerekli önlemleri almak dostluk
yönünde önemli bir adımdır... Kitabımızda verdiğimiz başlıklar yeterli
olmayabilir. Size tavsiyem Allah ile aranızdaki engelleri tesbit edin...
• Allah ile dostluk
nasıl kurulabilir başlığı altındaki yazılarla sınırlı kalmayın... Başka
vesileler de arayın...
• Allah ile kurulacak
dostluğun getirisini ve O’na dost olamamanın götürüsünü iyi bilin ki
vereceğiniz dostluk kararı sağlam olsun.
• Allah’ın,
kullarına dost olmasının belirtilerini kendi nefislerinizde tecelli ettirmeye
çalışın...
Allah ile
dostluğumuzun önündeki engelleri bir bir aşıp O’na dost olabilmemiz
duasıyla....
27.06.2003
Feyzullah Birışık.
[1] İmanını
kanıyla sulayan biri demişti Şehid olmayı kafana koyduktan sonra %80 şehidsin…
kalan %20 sabır ve sebatına bağlı… Kardeşim doğruyu söyledi…
[2] İlerleyen sayfalarda genişçe değineceğiz.
[3] İbn. Hişam: 2/446.
[4] Allah’ın hiçbir ibadete ve zikre ihtiyacı yok.
[5] Buhari, Sulh 10; Müslim, Müsakat 19, (1557); Nesai,
Büyü 104, (7/318).
[6] İbn-Mace: Cilt 2 s. 1374 h.no: 1402. Sahiha: 944,
Albani sahihtir demiştir.
[7] Tevazu, yardımlaşma, tebessüm, infak, hoşgörü vs.
[8] İyi iş: Kur’an ve sünnete uygun ibadet…
[9] O günahı işlemeyecekleri anlamına gelmez tabii.
[10] Bu
gücü camda nasıl görüyorlar hâlâ anlayabilmiş değilim.
[11] ‘Bir
insan düşünün’ değil de, ‘insana benzeyen bir canlı düşünün’ ifadesi daha doğru
olurdu.
[12] İnsanoğlunun
cehaleti yazdıklarımızla sınırlı değil. Cehalet öyle bir mikroptur ki bir
bulaştı mı kişinin onurunu, namusunu, kişiliğini ve değer yargılarını yerinden
oynatıp felç yapar.
[13] Öbür
tarafa götüremeyeceklerine yakinen iman ederler… Ah! Bu imanları akidelerine de
yansısaydı!.. Vallahi meleklerle musafaha ederlerdi…
[14] İmtihana
tabi tutulmayan ‘aklı olmayanlar’ müstesna.
[15] Peygamberler
Allah’ın kontrolünde oldukları için günah işlemezler.
[16] Erkek
okuyucular için tabii.
[17] 3/108;
21/112.
[18] Nice yazlığı olanlar toprak altında… Uzun yıllar
biriktirilen dünya malı 17 saniyede yerle bir olabiliyor.
[19] Dünyayı sevmeyelim derken, elimizde olanın tamamını
verip dağa çekilelim demiyorum. Hedefimiz mal biriktirmek olmasın.
[20] Cennet yolu dikenlerle dolu… dikensiz tüm yollar
Cehenneme çıkar.
[21] Hatta
dostluğun temel direği de diyebiliriz.
[22] İbadetlerden
nasıl lezzet alabiliriz? Sorusunun cevabını ileriki sahifelerde yanıtlamaya
çalışacağım.
[23] Zekat,
sadaka, infak, Allah yolunda mal ile cihad…
[24] Buhari cilt: 13, s. 6272.
[25] Zulmedenlerin
karşılarına çıkacak olan şeyler, ilahi gazap ve azaptır. Çünkü bunlara hiç
ihtimal vermiyor ve hatırlarına getirmiyorlardı…
[26] Buhari-Müslim.
[27] Buhari-Müslim.
[28] Peygamberin
yapmış olduğu tam eylemlerin yapılmasında ecir vardır. Bu doğrudur ama,
Peygamber sadece tesbih çekmemiştir.
[29] Niyet
halis, fakat adresin bulunamaması müstesna.
[30] Buhari-7/168.
[31] Buhari-11/213.
[32] Müsned c/7 s. 579, h. no: 23/94.
[33] Telbisü’l-iblis. s.: 404. İbnül Cevzi.
[34] Oysaki Allahu Teala, “Bana dua eden yok mu onu
bağışlayayım?” der.
[35] Her
tarikatı kastetmiyorum. Ama okuyucular tarikatın hangi kolundan bahsettiğimi
anlamışlardır sanıyorum.
[36] Düşünmezler mi ki
Rasulullah (s.a.v.) boşu boşuna mı tevhid mücadelesi etti? Madem dille lailahe
illallah demek müslüman olmak için yetiyor, müşrikler kelime-i şehadet
getirmediler de savaş açtılar?
[37] Şamil
İslam Ansiklopedisi: 6/349.
[38] Kürtaj
gibi.
[39] Buhari, Enbiya 54/5, IV, 149, Müslim (Tevbe 46-8, s.
2119.
[40] Allah’ın sevdiği ve sevmediği ameler
[41] Rızasını
kazandıracak ameller işleyerek…
[42] Sahabeler.
[43] Secde
[44] İbn. Mac c: 2 h. no: 4164 s. 1394. arapçadan.
[45] Buhari, Mezalim 2, Müslim, Tevbe 52, (2768).
[46] Buhari, II. 47.
[47] Herhangi bir varlıktan
menfaat beklemek noksanlığın ifadesidir.
[48] Kur’an okumak, namaz
kılmak, tefekkür etmek.
[49] Gecenin son vakitlerinde
şanı yüce Rabbimiz dünya semasına iner. Çünkü Ebu Hureyre’den (r.a.) gelen
rivayete göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Şanı yüce ve mübarek Rabbimiz her gece, gecenin son üçte biri kaldığı
vakit dünya göğüne iner ve şöyle buyurur…” (Tirmizi)
[50] Buhari: 7/162.
[51] Ya da öyle
zannedildiğinde; Allah ile dostluğunu kuvvetlendirmeye çalışan bir kardeşimiz
bu başlığımız hakkında şöyle bir anısını anlattı:
- Seyahati seven bir
insan olduğum için sık sık seyahat ederim. (Türkiye içi) İstanbul’dan çıkmadan
önce;
- Allah’ım! Sen beni sağ
salim gitmek istediğim yere ulaştır. Beni her türlü kazadan ve musibetlerden
koru!” der otobüse binerken şu duayı okurum:
- Allah en büyüktür.
Allah en büyüktür. Bunu bizim hizmetimize veren (Allah’ı) tüm noksanlıklardan
tenzih ederiz, yoksa biz bunlara güç yetiremezdik. Ve, biz şüphesiz Rabbimize
döneceğiz. Allah’ım senden bu yolculuğumuzda iyilik ve takva, razı olacağın
amel dileriz. Allah’ım! Bu yolculuğumuzu bize kolaylaştır. Ve onun uzaklığını
bize yakın kıl. Allah’ım! Sen yolculukta dost ve ailemiz için de vekilsin.
Allah’ım! Yolculuğun meşakkatinden, üzücü görüntüler (görmekten) ailede ve
malda kötü değişiklikler (le karşılaşmaktan) sana sığınırım.” (Müslim: 2/998)
Otobsümüz sağsalim
terminale girince şöyle bir ses işitirim:
- Ey! Bana 16 saat önce
dua eden kulum!
İstanbul-Antep arası,
nice canlar aldım! Nice nice insanların sakat kalmasına yol açan kazaların
olmasına izin verdim…
Fakat sana yolculuk
boyunca hiç zarar vermedim. Senin İstanbul’dan Anteb’e sağsalim gelmeni
sağladım. Yani İstanbul’daki duana icabet ettim!
Teşekkür yok mu?
Otobüsten iner-inmez
terminaldeki mescide gidip şükür secdesi yaparak Allah’a teşekkür ederim.
- ‘Peki duana icabet
etmeseydi?... Yani yolda kaza yapsaydınız, yaralanmalarla neticelenseydi…’
duanın takibatı sonucundaki teşekkürün nasıl olurdu?’ dediğinde, arkadaşım:
‘Her halukarda Allah’a
hamdolsun. Belki de yaralanmak hakkında hayırlı olanı olacaktı…’ dedi.
[52] “…şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever…” (Bakara:
2/222)
[53] Tirmizi, cilt: 4 hd: 1987.
[54] Hastalıklar,
fakirlik, yakın çevreden ani ölümler. Hayırsız evlat vs.
[55] Müsnet c:1 s.: 469 hd: 1487.
[56] Sevgi ulaşabilir… fakat sevgi?
[57] Cennetin
varlığına iman…
[58] Bakara: 2/153.
[59] Buhari-Müslim.
[60] Müslim,
Salat: 215.
[61] İleriki
sayfalarda isim vererek Allah dostlarının secde anlayışlarına değineceğim.
[62] İnşaallah
bu sayfayı yazdıktan sonra uygulamaya çalışacağım. Sizler de okuduktan sonra
pratiğini yaparsanız beraberce Allah ile dostluğumuzu kuvvetlendirebiliriz.
[63] Belki
de hiç secdeden kalkmayız… Ne dersiniz?
[64] Sadece
secdeyi değerli kılmak için yazdım.
[65] Buhari c: 7, s.: 3280.
[66] Bir güvercin gibi, kanatlı ve elinde kâğıt ve kalem,
bizlere bakıyor…
[67] Hiç kimse aldatılmak
istenmez. Hele de aldatılan ‘ilk’ kendisi olmak, hiç istemez. Bu yüzden
başkalarının almasını bekler.
[68] Hayatussahabe: 409.
[69] Hayatussahabe
(muhtasar): 404. Ravza Yayınları.
[70] Hayatussahabe
(muhtasar): 419. Ravza Yayınları.
[71] Hayatussahabe
(muhtasar): 242. Ravza Yayınları.
[72] Hayatussahabe
(muhtasar): 197-198. Ravza Yayınları.
[73] Rasulullah’ın dua
dosyası oldukça kabarık, Uyanınca, elbisesini giyince, çıkarınca, evden
çıkınca, çarşıya gidince, rüzgar çıkınca, gök gürleyince, yağmur yağınca,
sıkıntıda, medhedilince, hasta ziyaretinde, yolculuğa çıkınca, bineğe binince
ve kısacası hayatının her 10-15 dakikasında dua ve zikri görebiliriz.
[74] Buhari, Bkz. Fethu’l-Bâri (11/13); Müslim (4/2083).
[75] Buhari, Bkz. Fethu’l-Bâri (3/39). ve diğerleri. Lafızlar
İbn Mâce. Bkz. Sahih-i İbn Mâce (2/335).
[76] Tirmizi (5/473).Bkz. Sahih-i Tirmizi (3/144).
[77] (Buhari (1/45); Müslim (1/283). [Bismillah/Allah’ın
adıyla] ziyadesini ise Said b. Mansur tahric etmiştir. Bkz. Fethü’l-Bâri
(1/244).
[78] Bkz. Zâdül’l-Meâd (2/387).
[79] Ebu Dâvud. (3/347); Tirmizi, (4/288). Bkz.Sahih-i
Tirmizi (2/167).
[80] Tirmizi, (5/506). Bkz.Sahih-i Tirmizi (3/158).
[81] Bkz. Sahih-i Tirmizi (3/157).
[82] Bkz. Sahih-i Ebu Dâvud (2/698).
[83] Buhari, Bkz. Fethu’l-Bâri (9/63). Müslim (4/ 1723).
[84] Zannetmeyin ki Feyzullah bu tür vasıfları taşıyor.
Vallahi bu sayfaları utanarak yazıyorum. Çünkü bu sayfayı yazarken sabah ezanı
okunuyor ve camiye uzaklığım 300-400 metre… İnşaallah ‘şimdi’ kelimesini
kullananlardan oluruz… inşaallah…
[85] Allah’ın
emir, yasak ve tavsiyelerini yaşamaya çalış.
[86] Allah’ın
kuluna dünyada yardım etmesi, cennette derecenin artırılması.
[87] Tirmizi.
[88] Buhari.
[89] İbnü’l-Cevzi,
Sıfatu’s-Safve: 3/72; İman ve Salih Amel, Abdulhamid Bilali, Buruc Yayınları.
[90] Müsned: c:3 s.: 299. hd: 3481, 9341.
[91] Özellikle
de hüküm istenen konularda.
[92] Daha
önce kaynağı verilmiştir.
[93] Evli
olanlar için birbirlerini uyandırmaları tavsiye edilmiştir.
[94] İbn
Kesir, el-Bidaye ve’n-nihaye: 9/294.
[95] İbnü’l-Cevzi,
Sıfatu’s-Safve: 1/264.
[96] Kevseri,
Altun Silsile, 47.