Ön söz

 

İnsanları yoktan var edip, başıboş bırakmayarak günün yirmi dört saati hesapsız nimetler veren Allah-u Teala, kullarından kendisine kulluk yapmalarını istemiştir. Gereken kulluğu yapanlara ‘Cennet’ vaad ederek insanların ancak cennet için yarışmalarını tavsiye eder.

Cennete girmek imtihanladır. Ve imtihan süresi ise bir ömrün tamamıdır. İman, sabır, şükür ve ibadetlerle kazanılan cennet zıt amellerle de kaybedilir.

İmtihanı kaybedenler için de bir mekan hazırlanmıştır. Adına “Cehennem” denilen bu mekân, konuklarının yaşamlarına uygun bir şekilde donatılmıştır.

Niçin yaratıldığını, Rablerinin kendilerinden niçin ibadet etmelerini istediğini ve ne şekilde imtihana tabi tutulduğunu unutan insanoğlu; cennet ve cehennemi gereği gibi tanıyamadığından dünya hayatını benimsemiştir. Dünya hayatının geçici güzelliği, yalancı yeşili ve mavisi gözlerini boyayarak cennet ve cehennemi unutturmuştur.

Günün yirmi dört saati Allah-u Teala’nın kontrolünde, cennet hayali ve cehennem korkusuyla yaşanılmayan bir hayatta, nefsin tüm istekleri yerine getirilerek (tabiri caizse, ki inanıyorum caiz) cehennem patentli amellerin cirit atmalarına izin verilir.

İmtihana tabi tutulan insanoğlunu iki ebedi mekan bekler: Ya cennet, yada cehennem. Başka da bir mekan yok.

Cennete girmek isteyenler; niçin yaratıldığını, ne şekilde imtihana tabi tutulduğunu, nasıl bir Allah’a inandığını, Allah’ın kendilerinden niçin ibadet etmelerini istediğini bilmeleri gerekirdi.

İşte biz bu kitapta bu sorulara yer vererek, hangi yol cennete, hangi yol cehenneme çıkar’a cevap bulmaya çalıştık.

İnsanoğlunun imtihan serüveni Ruhlar Âlemi’nde vermiş oldukları söz’le start aldığı için kitabımıza Ruhlar Âlemi’ndeki diyalogla başlayıp dünya hayatı, ölüm ve sonrası ile de son verdik.

Çalışmak bizden muvaffakiyet Allah’tandır.

                                   

Feyzullah Birışık

20-1-2000 

 

                           

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

Birinci Bölüm

RUHLAR ALEMİNDEKİ DİYALOG

 

 

 

                        

 

 

 

 

                             

 

                             

 

 

 

                          

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

              

 

 

 

RUHLAR ÂLEMİNDEKİ DİYALOG

 

“Elestu bi rabbikum? ... Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” 

Rabbimiz tarafından Adem (a.s)’den kıyamete kadar yaşayacak olan tüm insan topluluğuna yöneltilen bir soru...”Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”

Bu sorunun kapsama alanında ben de vardım, siz okuyucular da, anne karnındaki cenin de, bizden önce ölenler ve bizden sonra yaşayacak olan insanlar da vardı.

Bizlerin tek tek muhatap olunduğu bu soru Ruhlar Âlemi’nde sorulduğundan hatırlayamıyoruz. Bizlerin hatırlayamaması böyle bir vak’anın olmadığından bahsetmez tabi ki1 Çünkü Rabbimiz böyle bir diyaloğun olduğunu Araf/172’de hatırlatıyor.

Bakıyoruz;

“Hani Rabbin Ademoğullarından, onların bellerinden soylarını dışarı aldı ve ben sizin Rabbiniz değil miyim diyerek kendilerini birbirine şahit tutmuştu da onlar da evet şahidiz demişlerdi.”

Bu ayetten de anlaşılıyor ki;

“Annesinden doğan her bir canlı Rabbi’yle ahitleşmiş olarak imtihan sahasına “merhaba” diyor.”

Ruhlar alemi nasıl bir yerdir? O kadar insan nasıl muhatap alındı? Ruh nasıldı? Karşılıklı ahitleşmeler nasıl oldu?

Bu tür gaybi sualler bizlere fayda vermeyeceği için Rabbimiz kitabında belirtmemiş.

Okuyoruz;

“Sana Ruh’tan sorarlar... De ki onun ilmi Allah katındadır...”2

Bizleri ilgilendiren mevzu; dünyaya gelmeden önce Rabbimize söz verip sadece ve sadece kendisini ilah kabul ederek çizdiği hudutların dışına çıkmamamız.

Dünyaya merhaba demeden önceki yaşadığımız ahitleşmeyi gördükten sonra şöyle bir soru yöneltebiliriz:

“Rabbimizin bizlerle ahitleşmesindeki hikmeti nedir?”

Yukardaki âyetin devamında merak ettiğimiz sorunun cevabını okuyabiliriz:

“Hani kıyamet günü: ‘Bizim bundan haberimiz yoktu’ demeyesiniz diye, Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini (çıkarıp) almış ve onları kendilerine şahit tutup: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (diye buyurmuştu) Onlar da: Evet (Rabbimizsin) şahit olduk demişlerdi.”

Yahut:”Daha öncede sadece atalarımız Allah’a ortak koşmuşlardı. Biz de onlardan sonra gelen bir kuşaktık. ½imdi (Atalarımız olan) o batıla saplananların işledikleri yüzünden bizi helak mı edeceksin demeyesiniz diye...”

Ahitlerini bozacak olan insanların nasıl bir mazerette bulunacaklarını bilen Allah-u Teala, sanki;

“Sakın böyle bir mazeretle karşıma çıkacağınızı zannetmeyin. Çünkü en başta ben size bunları bildirdim. Böyle bir özür kesinlikle kabul edilmeyecektir.” der gibi en başta belirtmiş.

Buna benzer ahitleşme şekillerini birçok kurum ve kuruluşlarda da görebiliriz: Mesela;

Bir fabrika sahibi kendi fabrikasında çalıştıracağı işçilerden, kendisinin belirlediği şartlara uymaları için sözleşme yapıp imzalamalarını talep eder. Bu sözleşmede geliş ve çıkış saatleri, yemek, çay, mola saatleri, aylık ücret, izinsiz gelinmediğinde kesilecek ücret miktarları yazılıdır. Bu şartlar altında sözleşmeyi imzalayıp çalışmaya başlayan bir işçi yukardaki maddeleri kabullenmiş sayılır.

½imdi;

Fabrika sahibine; “Neden böyle bir sözleşme imzalayıp işçilerine imzalatma ihtiyacı hissettiniz?” diye bir soru yöneltirsek, vereceği cevap büyük bir ihtimalle;

“İşçilerimden herhangi birinin yarın karşıma çıkıpda mazeretler sunup, özür beyan etmesin diye imzalattım” olur.

Zaten yapılacak en ufak bir itiraz karşısında imzalamış olduğu sözleşme imzası tartışmaya son noktayı koyacaktır.

 

İkinci Bir Misal:

Biletini kesip şehirler arası otobüse binen bir yolcu varacağı yere kadar biletin arkasındaki maddelere uymak zorundadır. Bunlar neler olabilir:

• Otobüste sigara içmek yasaktır.

• Kabuklu yemiş yemek yasaktır.

• Fazla bagaj ücrete tabidir.

 

Biletini alan yolcunun otobüste sigara içmesi ya da kabuklu yemiş yemesi sözleşmeye uymadığını gösterir ve otobüs muavininden dikkat çekilir. Artık o yolcu hiçbir itirazda bulunamaz.

Bu iki misalle Rabbimizin bizlerle niçin ahitleştiğini anladık zannediyorum.

Yeni bir dosya açabiliriz artık.

 

                            

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

İkinci Bölüm

RUHLAR ALEMİNDEN İMTİHAN SAHASINA GEÇݽ

 

 

 

             

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

RUHLAR ÂLEMİNDEN İMTİHAN SAHASINA GEÇݽ

 

Sözleşmeyi imzalayıp fabrikaya giren işçiler gibi, ya da ÖYSM kurumundan kendisinin hangi okulun, hangi sınıfında, kaç nolu sırada, imtihan edileceğine dair aldığı evrakla okulun yolunu tuttuğu gibi bizler de Ruhlar aleminden sınav salonu dediğimiz dünyaya yolculuk yapıyoruz.3

“Hanginizin daha iyi salih amel işlediğini belirtmek için, ölümü ve dirilmeyi yaratan O’dur.”

Her imtihanın bir başlangıç tarihi, mekanı ve bitiş saati vardır. İmtihana muhatap olacakların ortak bilgi ve kültür seviyelerine uygun sorular ve bu soruları çözebilecekleri zaman dilimi, güzel ve sorunsuz bir şekilde imtihana tabi tutulabilmeleri için uygun bir ortam önceden hazırlanır ve bir evrakla adreslere postalanır. Kullanma kılavuzuyla birlikte imtihana giriş kağıdını alan öğrenciyi bekleyen üç olgu vardır:

• İmtihana gireceği mekân.

• İlgili dersler ve soru sayısı.

• Ve imtihan süresi.

 

Öğrencileri sınava tabi tutacak kurum ya da mercii öğrencileri imtihan ederken öğrencinin “ulaşım sorununu” dikkate alarak bulunduğu adrese yakın bir mekan seçer. Ve tüm hazırlıklar öğrencinin isteğine göredir.

İşte Allah-u Teala da imtihana tabi tutacağı insanların fıtratına (yaratılışına) uygun imtihan mekânı seçmiştir.

“Biz gökleri yeri ve ikisinin arasında bulunanları, ancak hak üzere ve belirli bir süre için yarattık.”4

İmtihana tabi olacağımız mekânı “Dünya” olarak seçen Rabbimiz, bizler için önceden ortamı hazırlamıştır. İmtihan mekânında, insan yaşamını olumsuz etkileyecek hiçbir düzensizlik görülemeyecek kadar muntazam bir mekân: Dünya...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ruhlar Âlemi’nden sınav salonumuza geçiş  yapabiliriz artık. Bakalım bizler için neler hazırlanmış;

 

ÖNCE İNSAN YA½AMINA UYGUN İMTİHAN SALONU HAZIRLANDI:


 

DAHA SONRA TİYATRO SAHNESİNDEYMݽİZ GİBİ ROL 

ARKADA½LARIMIZ SEÇİLDİ:

 

 

 

 

 

 

VE İNSANO¼LU İMTİHANA HAZIRLANIR

 

Allah-u Teala’nın kanunu gereği bir erkek ve bir dişinin birleşmesiyle insan yaratılır. Çünkü Allah (c.c) böyle diledi. Dilemiş olsaydı bir fidan gibi topraktan ya da yağmur gibi gökten indirerek de yaratırdı. Fakat O böyle diledi.

Ruhlar aleminden imtihan salonuna gönderilecek bir “ruh”u ilerde kendisine anne diyeceği bir kadının rahmindeki kırk günlük bir cenin bekler. Bu anne adayı bir Afrikalı olabileceği gibi, bir Sibiryalı da olabilir. Çok zeki, zengin, güzel ve ahlâklı olabileceği gibi; çirkin, gariban ve ahlaksız da olabilir.

Kendisine anne diyeceğimiz bir kadını Allah-u Teala seçer. İnsanoğlunun iradesinin tamamen devre dışı olduğunu görüyoruz. Yoksa herkes sorunsuz bir aileye evlat olmak isterdi.

Dünyaya merhaba diyen bir “canlı” daha önceden hiç tanımadığı insan topluluklarının bazı vasıflar kazanmasına sebep olur. Bir kadın; anne, o kadınla evlenen erkek; baba, babanın kızkardeşi; hala, anne’nin kardeşi; dayı, ya da teyze, diğerleri de; dede, abi, abla ... vs. olurlar.

7-9 ay sonra hayata merhaba diyecek bir canlı, Allah’ın (c.c) tarifi imkânsız bir şekilde kadın ve erkeğin kalplerine vermiş olduğu şefkat, merhamet, annelik,  babalık duygularıyla aralarında kabul görür.5

İleriki günlerde imtihana tabi tutulacak “canlı” ailesinin yakın şefkat ve korumasıyla belirli bir  yaşa geldikten sonra kendisine başkaları tarafından yapılan uyarı, ya da kendisinin birtakım ilgi, merak ve araştırmalarıyla; “niçin yaratıldım? Yaratıcı benden  ne istiyor?” gibi sorulara muhatap kaldığı andan itibaren imtihanı başlamış olur.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                        

 

 

Üçüncü Bölüm

İNSANO¼LU KİMLERLE VE NASIL İMTİHANA TABİ TUTULUR?

 

 



 

Öğrencilerinin sınavda başarılı olabilmeleri için kendilerine şefkâtle yaklaşan öğretmenin; “Çocuklar, sizleri şu, şu, şu konularda imtihan edeceğim. Onun için iyi çalışın! sonra demedi demeyin.” dediği gibi Allah-u Teala da;

 

KİMLERLE, NELERLE ve NASIL İMTİHAN OLACA¼IMIZI

ÖNCEDEN BİLDİRDİ.

 

İnsanoğlunun asıl imtihanı; Allah’a, Peygamberlere, Kur’ân’a ve ahiret gününe iman edip etmediğidir. Allah’a, Kur’ân’a ve ahirete imandan sonra ancak imtihana muhatap olunur. Aksi takdirde inançsız olan bir insan zaten başta imtihanı kaybetmiştir. İnançlı olan bir insanın iman, sabır ve şükür üçgeninde imtihana tabi olduğu konulardır bunlar.

Üniversite sınavına kaydını yaptırmayan bir öğrenci dünyanın en zeki insanı da olsa sınava alınmaz. Alınsa ve tüm soruları doğru olarak yanıtlasa bile sıfır puan alır. Ya da;

Dünyanın en iyi futbolcusu bile kulübüne kaydını yaptırmadıktan sonra sahada futbolunu oynayamaz. İlle de kayıt yapması lâzım.

İnsanoğlunun imtihan kaydı da imanla olur. İmandan sonra da Rabbimiz katındaki üstünlük derecesi imtihandan alınacak başarıyla ancak belli olur.

Her inanan; bu maddelerin tamamı ya da bir kısmıyla itmihan olmayabilir. Kimi insan vardır ömür boyu evlatla imtihan olur, kimi de fakirlikle.

Asıl imtihanımızın Ruhlar Alemi’ndeki verdiğimiz söze sadık  kalarak sadece Allah’a kulluk yapmamız gerektiğini hatırlatıp;

Sıralayacağımız başlıklarla nasıl imtihana tabi tutulduğumuza kısaca değindikten sonra kitapçığımıza yeni ve önemli bir dosya açacağız.

 

AÇLIK, KORKU, MAL ve CANLARDAN EKSİLMEYLE İMTİHAN

İmtihan kılavuzumuza baktığımızda Rabbimizin şu uyarısıyla karşılaşırız;

“Andolsun ki sizi biraz korku, biraz açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden yana eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.”6

Senenin on iki ayı, günün yirmi dört saati dünyanın her tarafında yapılan bir imtihan; Açlık, korku, iflas ve ölüm...

17 Ağustos 1999’da Kocaeli merkezli 7,4 şiddetindeki depremden sonra daha iyi anladığımız bir âyet.

Dört çocuklu zengin bir aile 7,4 şiddetiyle sallandıktan sonra; fakir, evladından ve mallarından eksilmiş bir şekilde aç kalmamak için aklına bile getirmediği bir durumda soluğu ekmek kuyruğunda alabiliyor.

Ya bu duruma düştükten sonra isyan, yada imtihana muhatap olduğunun farkına vararak sabır...

Zengin, fakir, ünlü, ünsüz, komutan, işçi, fabrikatör, dul ve yetim ayırd edilmeksizin herkesin muhatap olduğu bir imtihan.

Dünyanın her tarafında canlar alınıyor. Ya savaşla, ya trafikle,  ya depremle, ya da hastalıklarla... Nerede bir can alınıyorsa bilmeliyiz ki o aile ve sülale imtihana tabi tutuluyor. Ya isyanla imtihan kaybediliyor   ya da sabırla kazanılıyor.

Aynı şekilde fakirlik de öyle... Ya sabır ya da isyan7...

 

DO¼AL FELAKETLERLE İMTİHAN

Yine dünyanın dört bir yanında, dört mevsimde vuku bularak insanların topluca muhatap olabilecekleri bir imtihan şekli: “Doğal afet” Doğal felaket dediğimiz şey, bir sel olabileceği gibi kuraklık, deprem, heyelan, şiddetli dolu da olabilir.

Herhangi bir beldede deprem olmuşsa ya da o beldeyi sel basmışsa, ya da o beldede kuraklık yaşanmışsa bilmeliyizki o belde insanları Rabbimiz tarafından imtihan ediliyor. Tamamen Allah-u Teala’nın dilemesiyle o beldeye felaketler isabet eder. Okuyalım;

“Allah’ın izni olmadıkça hiçbir musibet isabet etmez...”8 Yine tamamen Allah-u Teala’nın kontrolü altında gök sularını boşaltır, ya da geniş toprak kütlesi titreyerek milyonlarca insanın korkuyla paniklemesine sebep olur. Yukarıda sıraladıklarımızdan (deprem, sel, kuraklık, heyelan v.s) herhangi birinin isabetiyle imtihan sürecine girilir. Ya can gider, ya mal, yada her ikisi... Yine ya isyanla, ya da sebepleri yaratanın Allah (c.c) olduğu unutularak fay hattı, yada normal tabiat olaylarına bağlayarak imtihan kaybedilir. Sebepleri yaratanın Allah (c.c) olduğu hatırlanarak: “Bu musibetlerle Allah-u Teala bizleri imtihan ederek sabrımızı görmek istiyor.”

Ya da “Kimbilir ne günahlar işledik ki böyle bir azap bizleri buldu deyip gerekli toparlanmalar yapılarak imtihan kazanılır.

Beldeyi ve kişiyi derinden sarsan uzun vadeli etkili bir imtihan... Zor tabi ki... 

 

EVLATLA İMTİHAN

“Bilin ki mallarınız da, evlatlarınız da ancak birer imtihandır.”9

Dünyaya merhaba diyen bir “canlı” elinde olmadan anne ve babasının kendisiyle imtihan edilmelerine vesile olur. Ya kendisi yüzünden imtihanı kaybederler ya da kazanırlar.

Bir kişinin evladıyla imtihanı “ölümü, kaybı, müzmin bir hastalığı, akıldan yada uzuvlarından herhangi birinin eksik olmasıyla, uzun süre evladın verilmemesiyle, arka arkaya kız ya da erkek evlat verilmesiyle, ileriki günlerde anne-babanın sözünü dinlemeyerek asi oluşlarıyla olabilir.

Anne ve baba, evlatlarını güzelce yetiştirip İslam toplumuna kazandırmalarıyla kazanılan imtihan, çocuklarını sahipsiz bırakıp ilgilenmemeleriyle de kaybedilir.

Sonuçta evlatla imtihan; sabır, şükür ve yakın ilgiyle kazanılır. Aksi halde kaybedilir.

 

BAZILARININ DݼERLERİNE ÜSTÜN TUTULMASIYLA İMTİHAN

“O sizi yeryüzünün halifeleri yapan ve size verdikleriyle sizi sınamak için kiminizi kiminizden derecelerle üstün  kılandır. ½üphesiz Rabbin, cezası pek çabuk olandır. Ve muhakkak O, mağfiret ve rahmet edendir.”10

Allah-u Teala bu âyet-i kerimede, insanların bir kısmını diğerlerinden rızık, ahlak, güzellik ve renk gibi özellikler bakımından üstün kıldığını bildirmektedir. Bu O’nun hikmeti icabıdır. Bu hikmet bu ayette belirtildiği gibi, kullarını imtihan edip, emirlerine uyanlarla uymayanları ortaya çıkarması olacağı gibi, onların psikolojik durumlarını tanıtmasıyla da olabilir.11

Yine dünyanın dört bir yanında yirmidört saat yaşanılan bir imtihan... Biri zengin patron bir diğeri fakir işçi. Biri zeki olur  bir diğeri zeka özürlü. Biri çok güzeldir her gün isteyeni olur diğeri o kadar güzel değildir otuzundan sonra kısmeti açılır.

Birinin gıpta edilir bir sabrı, ahlakı, tevazusu vardır; bir diğerinin de öfke kusacak siniri vardır. Biri oturduğu yerde milyarlık olurken bir diğeri ekmeğini kanalları temizleyerek çıkarmaya çalışır. Görüldüğü gibi biri herhangi bir noktada bir diğerine üstün görünebilir. İşte burada da tüm bunların Allah’tan geldiği ve kendisinin imtihan edildiğinin farkına varıp sabır ve şükür gösterilerek imtihan kazanılır, aksi takdirde yine kaybedilir.

 

MUSİBETLERLE İMTİHAN

“Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa  yine ondan başka onu giderecek  kimse yoktur. Eğer sana bir hayır dokundurursa... İşte O her şeye gücü yetendir.”12

“Allah’ın izni olmadıkça hiçbir musibet isabet etmez.”13

Yine her insanın imtihan edildiği bir başlık: “Musibet.”

Musibet isabet edendir. Bu isabet eden şey bir hastalık olabileceği gibi, serseri bir kurşunla yaralanmak da olabilir, iki kişinin kavgasını ayırırken göze inen bir yumruk da olabilir. Tabiki her isabet eden şey canımızı yakmayabilir. Fakirken milyarlık ya da trilyonluk bir miras, ya da meyve vermez denen bahçeye milyarlık ürün de isabet edebilir. İşte o zaman şükürle imtihana tabi tutulur. Yine ya isabet eden musibetin Allah’ın izniyle olduğunu, onun dilemesiyle bizlere isabet ettiğini ve bununla da imtihana tabi tutulduğumuzun farkına varıp şükür/sabırla imtihan kazanılır yada kaybedilir. Nereden bakarsan bak zor bir imtihan.

 

KADINLA İMTİHAN

“Kadınlar, oğullar, yığın yığın yüklerle altın ve gümüş, salma güzel atlar, davarlar ve ekinler gibi arzulanan şeylere sevgi, insanlara süslü gösterildi.”14

Allah-u Teala’nın imtihanı gereği erkeklerin fıtratına kadın, kadınların fıtratına da erkeklere karşı bir ilgi programlanmıştır.

Daha çok duygusallığın ve cinselliğin işlendiği kadınla imtihan sürecine, ergenlik çağına gelme aşamasıyla girilir.

Ergenlik yaşlarında karşı cinse olan ilgi ve alaka had safhaya ulaşarak bir yakınlaşma arzulanır.

Arzuların tatmini ‘göz’le başlar, zina ile de son bulur.

İmtihan kaybının son aşaması olan zinaya giden yol gözden geçer. Bir erkek ve kadın nerede olurlarsa olsunlar, ister Moskova’da isterse de Arabistan’da!...

Baş başa kalındığı anda arzular zirveye çıkarak imtihanın birinci aşaması kaybedilir.

İşte ilahi kanun; İnsanların, imtihanı kaybetmemeleri için (nikahı düşmeyenler hariç) kadın ve erkeklerin bir arada bulunmamalarını ister.

“Mü’minlere söyle ki: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, mahrem yerlerini de korusunlar, böylesi onlar için daha temizdir...”15

“Mü’min kadınlara da de ki: Gözlerini (haramdan) sakınsınlar, mahrem yerlerini korusunlar, dışarıda kendiliğinden görünen kısmı hariç, süslerini göstermesinler. Baş örtülerini de yakalarının üzerine indirsinler, zinetlerini eşlerinden, babalarından, kocalarının babalarından, oğullarından, kocalarının oğullarından, kardeşlerinden, kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından kendi (müslüman) kadınlarından, cariyelerinden, kadınlara meyli olmayan erkeklerden ve kadınların avret yerlerini henüz anlamayan erkek çocuklardan başkasına sakın göstermesinler...”16

“Zinaya yaklaşmayın. O cidden hayasızlıktır, kötü bir yoldur.”17

İşte bu ilahi uyarılar dikkate alınarak, ister tv, ister gazete ve dergiler, isterse de herhangi bir kadınla baş başa kalmamaya özen gösterilip nefse hakim olunmasıyla imtihan kazanılır. Aksi halde kaybedilir.18

 

DÜNYA MALI İLE İMTİHAN

Allah-u Teala, kullarının imtihanı gereği dünya hayatını ve dünya malını süslü gösterip sevdirmiştir.

“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyundur, bir eğlencedir, bir süstür, aranızda bir övünüştür.”19

Ve insanoğlu da imtihana tabi tutulup ölümüyle terk edeceği imtihan salonunu ve imtihanı için kendisine biçilen ömrünü dünya için kullanmayı çok sevmiştir. Bu sevgi ölümü dahi unutturacak kadar ileri gitmiştir.

Benim her şeyim olsun, ya da herşey benim olmalı parolasıyla başlayan mal biriktirme sevdası iki metrelik bez parçasına sarılıp gelinen  yere geri dönmekle son bulur.

Allah-u Teala insanoğluna dünya hayatının geçici ve malının değersiz olduğunu, asıl hayatın ahirette olduğunu hatırlatıp dünya hayatı ve dünya mallarına farklı bakış açısı yakalamalarını tavsiye etmiştir. Okuyoruz;

“Sizin yanınızdaki tükenir. Allah nezdindeki ise kalıcıdır.” 20

“O halde sakın dünya hayatı sizi aldatmasın.”21

Allah-u Teala dilediğine mal vererek zenginleştirir. Ve zenginleştirdiği kullarından da yardıma muhtaç akraba, komşu ve yakınlarına zekat ve infakta bulunmalarını ister. İşte asıl imtihan bundan sonra başlar. Ya mallar Allah yolunda harcanacak22 , yada fakir olurum korkusuyla cimrilik yapılıp mal biriktirilmeye devam edilecek.

Rızık endişesi duyulmadan helal yolla kazanılıp Allah yolunda harcanarak kazanılan, cimrilik yapıp mal üzerine mal yığarak da kaybedilen bir imtihandır malla imtihan.

Ruhlar aleminden dünyaya gelişimizi, bizleri karşılayan insan topluluklarını ve ne şekilde imtihan olabileceğimizi kısaca açıkladık.

Dikkat edilirse tabi olduğumuz imtihan çok çetin ve canlı. Ve her imtihan sonucunda ise iman, sabır ve şükür bekleniyor. Yani;

- Anadan doğma âmâ olup ölünceye kadar sabır göstererek; daha kötüsü de olabilirdi deyip şükredeceksin.

- Geceyi zengin geçirerek kırk beş saniyede elinde hiçbir şey kalmayıp ekmek kuyruğuna “fakir” sıfatıyla girecek; ve bu duruma da imtihandır deyip sabredeceksin.

-  Hasılatı toplamaya ramak kala tarlanı sele kaptıracaksın. Ya da tüm hayvanların hastalığa kurban gidecek; sabredeceksin.

- Sevdiklerin teker teker ölecekler; sabredeceksin.

- Evin başına yıkılacak! Sabredeceksin!...

İnsanoğlunun imtihanı bunlarla sınırlı kalmaz tabi ki... Asıl imtihan ruhlar alemindeyken verilmiş olan söze sadık kalabilmek... Asıl imtihan odur işte.

 

VE İMTİHAN ÖLÜMLE SON BULUR

Yaratılış sebebi bilindiği andan itibaren başlayan imtihan süreci ölümle son bulur. Arzu edilmeyen ölüm, bir şekilde uğrayarak kişiyi sevenlerinden ayırır. Ölüm meleğinin ne zaman, ne şekilde, nerede geleceği önceden bilinmez.

İnsanoğluna bu bilgi verilmemiştir. “İnsana düşen şey; her an bu dünyayı terk ederim düşüncesiyle, nasıl imtihan oluyorum? imtihanı nasıl kazanırım?” diyerek gereken hazırlığı yapmasıdır.

 

Çünkü zevkleri kursakta bırakan ölüm bir defa gelecek.

Ölüm nasıldır? Ölüm meleğiyle karşılaşma nasıl olur? İnsanoğlu niçin ölümden kaçamaz? Ruh bedenden nasıl ayrılır? Ölüm sonrası olaylar nelerdir?... Bu tür sualler hep merak edilmiştir. Ölen bir insanın yakinen bildiği bu gerçekler önceden insanoğluna bildirilmiştir.

Kılavuzumuzun sayfalarını çevirerek yeni bir dosya daha açalım.

                             

 

                        

 

 


 

 

 

Dördüncü Bölüm

DÜNYADAKİ İMTİHAN “ÖLÜM” İLE SON BULUR

 

 

 

 

 

 

 



 

 

 

ÖLÜM

 

Ölüm; nefes alan her canlının bir gün mutlaka karşılaşacağı bir gerçek. Kimse ölümü başından savamaz. Hiç kimse ölüm meleğinin:

: - “Sana verilen imtihan zamanın doldu... Haydi!... Gidiyoruz.” teklifini geri çeviremez. Çünkü insanoğlu aciz... Kuzu kuzu ruhunu teslim eder...

Ölüm yok oluş değildir. Ölüm; ruhun imtihan malzemesi olan cesetten ayrılarak cesedi çürümeye terk etmesidir.

Ölüm; kişinin karakterini, yaşını, makamını, maddi manevi durumunu da nazar-ı itibara almaz. Sadece vaktinin dolmasını bekler. Vakit dolduğunda da hiçbir güç engelleyemez. Okuyoruz;

“...Artık birinize ölüm gelince elçilerimiz, bir eksiklik yapmaksızın onun canını alırlar.”23

Yeterki bir insana biçilen imtihan süresi dolsun. Kaçacağı her delik, ruhunu teslim edeceği bir randevu yeridir. Bakıyoruz;

“De ki: ‘Sizin, kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra görünmeyeni ve göreni bilen (Allah)’a döndürüleceksiniz. O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.”24

İnsanın ölümü tamamen Allah’ın iznine bağlıdır.

“Allah’ın izni olmadan hiçbir kişi ölemez. Ölüm, zamanı Allah’ın ilminde kararlaştırılmış bir yazıdır...”25

Evet... öyle yada böyle vaktini bilmediğimiz bir tarihte dünya ve içindekilerini terkedeceğiz...

Tüm değer yargılarımızı bırakacağız... Kadınımızı, evlatlarımızı, anne babamızı, kardeşlerimizi... Bankadaki paramızı, yazlığımızı, tarlamızı, kafesteki kuşumuzu... Diplomamızı, makamımızı,... Alacak vereceklerimizi...  Her şeyimizi istemeden terk  edeceğiz. Ve bir daha da dönmemek üzere, sıcacık yuvamızdan buz gibi soğuk ve karanlık, kurt ve böceklerin cirit attığı tek kişilik bir odaya yolculuk yapacağız.

 

ÖLÜM MELE¼İYLE KAR½ILA½MA ANI

Hiç de hesapta olmayan ayrılık vakti gelmiştir artık. Misafirimiz acelecidir, hiç vakti yoktur. Ağızdaki lokmanın boğazdan aşağı gitmesine izin vermez. Yarım kalan işlerin bitmesine de izin vermez.

Dostlarıyla vedalaştıracak vakti de yoktur. Çünkü süre dolmuştur.

“Dikkat edin; can boğaza gelip köprücük kemiklerine dayandığı zaman; ‘Çare bulan yok mudur?’ denir. Artık ayrılık vaktinin geldiğini sanır. Bacaklar birbirine dolaşır. O gün sevk Rabbinin huzurunadır.”26

O an doktorların tüm çabası boşunadır. Kafes açılmış kuş uçmuştur artık.

Ölüm meleğiyle bir gün senin de karşılaşacağını hissederek düşün...

Melek ruhunu çekmeye başlamış ve sen onun çekip çıkarma acısını duymaktasın. Sonra bu çekişler birbiri arkasına gelir, can çekişme kızışır. Senin acın son derecesine varıncaya kadar ruhun bütün bedeninden çekilir. Ölümün acıları bütün vücuduna yayılır. Kalbin ürperti içinde mahzun, Allah’ın gazap veya rıza müjdelerinden birini gözleyip beklemektedir. Sen kesin olarak, ruhunu kabzetmekle görevli melekten iki müjdeden birini duymakta başka çare olmadığını anlamışsındır.

Sen böyle kederlerin, tasaların sarhoşluklarıyla ölümün elemi içerisinde iken birdenbire ölüm meleğinin, en güzel veya en çirkin şekliyle yüzüne bakarsın.

Bakarsın ki, o senin ruhunu bedeninden çıkarmak için elini ağzına uzatıyor. Bunu ve ölüm meleğini görmekten dolayı nefsin zillete bürünür. Kalbin ondan gelecek, aniden karşılaşacağın müjdeye takılır.

Meleğin: -”Ey Allah’ın dostu! Allah’ın rıza ve sevabıyla sevin, veya ey Allah’ın düşmanı! Allah’ın azabıyla kahrol!”27

Can boğaza gelmiştir artık. Öbür alemin kenarında durduğun ve herkesin bir şey yapamaz, etrafında neler olup döndüğünü ve vücudunda ne cereyan ettiğini bilemez, ellerin kolların bağlı, aciz bir vaziyette beklediklerini bir düşün.28

Ve ruh, bedenden ayrılır... Ayrılan sadece beden değildir. Sevdikleri ...  Sevmedikleri... Alacaklar... Verecekler...

Bir dakika öncesine kadar cıvıl cıvıl olan beden, yerini bir takım et yığınına bırakmıştır. İleriki saatlerde kokmaya başlayacak olan ceset, alelacele yıkanarak defnedilmek istenecektir. Ve defnedilir.

 

Malını, ailesini her şeyini geride bırakarak tek kişilik hücre evinde bir müddet bekletilir.

Belirli bir müddet zaman zarfında tüm ölenler mini bir sorgulama testinden geçerek kabir hayatına merhaba der.

Yeni bir dosya daha açarak kabir hayatını görelim.

 



 

 

 

Beşinci Bölüm

KABİR HAYATI



 

 

 

KABİR HAYATI

 

İmam Gazali şöyle der:

“Mücahid demiştir ki: “Ademoğluyla ilk  konuşacak olan, onun mezarıdır. Ona:

- “Ben kurt, böcek eviyim. Yalnızlık ve karanlık yuvasıyım. İşte bunlar benim  sana hazırladıklarımdır. Sen bana ne hazırladın?”der.

Ömer İbn Abdülaziz bir mecliste arkadaşına şöyle dedi:

“Geceleyin vallahi, kabri ve kabri içinde yatanı düşünmeye koyuldum, ey arkadaş! Eğer sen üç gün sonra mezarındaki ölüyü göreydin, sana olan şu uzun dostluğuna rağmen ona yakın olmaktan ürperirdin. ½üphesiz ki sen içinde haşarat dolaşan ve irin akan bir yuva görmüş olurdun. Kokusu değişmiş, kefenleri eskimiş ve onu kurtlar, böcekler delik deşik etmiştir. Halbuki daha önce onun güzel bir şekli, güzel kokusu ve temiz elbisesi vardı.”29

Ubeyd bin Umeyr el-Leysi demiştir ki:

“Hiçbir ölü yoktur ki ona, içine gömüldüğü kabir şöyle nida etmesin: “Ben karanlık, yalnızlık ve tek başına kalma eviyim. Eğer sen dünya hayatında Allah’a itaat ediyorduysan bugün de ben sana rahmet olurum. Eğer isyankâr idiysen, bugün ben de sana bir ceza olurum. Bana itaatkâr olarak giren sevinçli olarak çıkar. Bana asi olarak giren de helak olmuş olarak çıkar.29

Er-Rukaşi şöyle demiştir:

“Bana şu haber vasıl oldu: “Ölü kabre konulunca, amelleri onu ürkütür. Sonra Allah (c.c) onun amellerini konuşturur ve ona “Ey mezar çukurunda yalnız başına kalan kul! eş ve dostların, aslen senden kopmuştur. Artık bugün bizim yanımızda senin cana yakın hiçbir arkadaşın yoktur.” der.”31

Ömer İbn Abdilaziz’den;

“Onlar şimdi yalnızlık ve imtihan duraklarında değil midirler? Gece ve gündüz onlara bir değil midir? Onlar şimdi koyu karanlık bir gecede değiller midir? Onlarla çalışmalarının arasına girildi de onlarda sevgililerden ayrıldılar. Nice lüks içindeki kadın ve erkeğin yüzleri çürümüştür. Onların gövdeleri boyunlarından uzaktadır. Eklemleri kopmuş parçalanmıştır. Göz suları yanaklarına akmış, ağızları kan ve irin dolmuştur. Toprak haşeratı cesetlerinde gezmekte ve organlarını parçalamaktadır. Sonra vallahi, çok geçmeden kemikleri çürümüştür. Bahçelerden ayrılmışlar ve o genişlikten sonra bu dar boğazlara varmışlardır. Hanımları evlenmiş, çocukları şaşkın kalmışlardır. Varisler yurtlarını ve miraslarını paylaşmışlardır.

½imdi artık ölülerden kimisinin kabri genişletilir de orada rahat, müreffeh ve neşelidir. Oranın lezzetiyle nimetlenir. Ey yarın kabirde kalacak olan kimse! Dünyada seni aldatan nedir? Sen baki kalacağını mı yoksa, onun sana kalacağını mı sanıyorsun? Nerededir şimdi o geniş yurdun, muntazam olan ırmakların? Olgunlaşmış meyvelerin nerede? Zarif elbiselerin nerede? Güzel kokuların ve spreylerin nerededir? Yazlık elbiselerin, kışlık elbiselerin nerededir? Görmüyor musun ki, iş başa gelmektedir. Artık kişi ter döktüğü halde, kendinden bir müdahaleyi savamıyor. Halbuki o susuzluktan yanıp  kavruluyor. Ölümün sarhoşlukları ve dalgınlıkları içerisinde kıvranıyor. Emir gökten gelmiştir. Kaza ve kaderin hakimi gelmiştir. Kendinden kaçınılmaz ecel emri gelmiştir.

Heyhat! Ey babasına, kardeşine, çocuğuna ve onu yıkayana göz yumup gaflet eden kişi! Ey ölü kefenleyen ve onu taşıyan kimse! Ey onu kabrine bırakıp geri dönen gafil! (Ömer İbn Abdülaziz bunları kendisi için söylemiş ve kendi nefsini muhatap almıştır) toprağın sertliği üzerine nasıl yatacağını keşke bilsem! Çürümenin hangi yanağımdan başlayacağını ve hangi gözümün evvela akacağını keşke bir bilseydim, ey yoklukların komşusu ve yakını olan nefsim; o zaman ölenlerin yerinde olurdun... Bu dünyadan çıkarken ölüm meleğinin beni ne ile karşılayacağını ve bana Rabbimin mesajından ne getireceğini bir bilebilseydim!”32

 

VE KABİR SUALİ

Bera bin Azib’ten (r.a) rivayet edilmiştir:

Rasûlullah ile (s.a.v) beraber ensardan bir adamın cenazesini (teşyi) için çıktık ve kabre vardık. Henüz lahid yapılmamıştır. Rasûlullah (s.a.v) oturdu, bizler de onun etrafına oturduk. Rasûlullahın (s.a.v) elinde yeri çizdiği bir çubuk vardı. Başını kaldırıp iki veya üç kere:

“Kabir azabından Allah’a sığınınız”  dedi. Sonra şöyle buyurdu: “Mü’min kul dünyadan kesilip ahirete dönme durumuna gelince, gökten ona beyaz yüzlü melekler iner. Sanki onların yüzü güneş gibidir. Onların beraberlerinde cennet kefenlerinden bir kefen ve cennet kokularından bir koku vardır.

Nihayet ona göz görebilecek mesafede otururlar. Ölüm meleği’de onun baş ucuna oturarak:

- “Ey temiz ve hoş ruh! Allah’ın mağfiret ve rızasına çık” der. Rasûlullah (s.a.v) devamla:

- “O da çıkar ve su kabının ağzından damlanın sızdığı gibi (ruh) akar, kolayca çıkar. Melekler de onu alarak yedinci göğe ulaştırırlar. Allah (c.c):

“Kulumun yazısını illiyyin içerisine yazınız ve onu yeryüzünde vücuduna geri iade ediniz” buyurur. Artık ona (kabirde) iki melek gelip onu oturturlar ve;

- “Rabbin kim?” derler de O:

- “Rabbim Allah’tır” der. Melekler:

- “Dinin nedir?” derler. O da:

- “Dinim İslamdır” der. Melekler:

- “İçinizde gönderilen şu adam (Muhammed) kimdir?” derler de o:

- “O Allah’ın Rasûlüdür” der. Melekler:

- “Ne biliyorsun?” derler. O da:

- “Allah’ın (c.c) kitabını okudum ve ona iman edip onu tasdik ettim” der.

Bunun üzerine gökten bir seslenici şöyle seslenir:

- “Kulum doğru söyledi. Ona cennetten döşek seriniz. Onun için cennete bir kapı açınız.”  Rasûlullah (s.a.v) devamla buyurdu ki:

- “Artık ona cennetin esinti ve kokusundan gelir. Ona göz alabildiği mesafede kabri genişletilir. Ona güzel yüzlü, güzel elbiseli ve güzel kokulu bir adam gelir ve “Seni sevindiren şeyle sevin, bu sana va’dedilen gündür.” der. O da:

- “Sen kimsin?” der. Güzel yüzün hayır getiriyor der. O da:

- “Ben senin salih amelinim” der. Bunun üzerine o,

- “Yarabbi, kıyameti kopar! Yarabbi, kıyameti kopar! ta ki aileme ve malıma döneyim” der.

Kâfir  kul ise, dünyadan  kesilip ahirete yönelme zamanına geldiğinde ona kara yüzlü melekler iner. Onların beraberinde demir kürekler bulunur. Onun gözünün önüne otururlar. Sonra ölüm meleği gelir, ta onun baş ucuna oturur ve:

- “Ey pis can, Allah’ın azap ve gazabına çık!” der. Vücudu yayılır ve onun ruhuna şişlerin, ıslak yünden çekip çıkarıldığı gibi çıkarır alır. Ondan dünyada bulunabilecek en kötü leş kokusu gibi bir koku çıkar. Melekler onu gökyüzüne yükseltirler. Hiçbir melek topluluğuna uğratılmazlar ki onlar: “Bu ne pis koku!” memiş olsunlar. Melekler de dünyada çağrıldığı en çirkin ismiyle “Bu filan oğlu filan” derler. Nihayet onu dünya semasına ulaştırırlar. Kapısının açılmasını isterler de kapı ona açılmaz.”

Sonra Rasûlulluh (s.a.v):’Onlara gök kapıları açılmaz ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar (yani hiçbir zaman) cennete giremezler.’ âyetini okudu. Allah-u Teala bunun üzerine buyurur ki: ‘Onun yazısını aşağı dünyadaki siccin içerisine yazın.’ Sonra onun ruhu fırlatıp atılır.

Sonra Rasûlullah (s.a.v) şu âyeti okudu:’Her kim Allah’a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor ve rüzgar onu uzak bir yere düşürüyor gibidir.’

Bunun akabinde ruhu bedenine tekrar iade edilir. Ona iki melek gelir ve:

- “Rabbin kimdir?” derler. O (gaflet haliyle):

- “Ahh... Bilmiyorum” der. İki melek ona:

- “Dinin nedir?” derler. O:

-  “Ahh, bilmiyorum” der. Yine iki melek:

- “½u içinizde gönderilen adam kimdir?” derler. O yine:

- “Ahh, bilmiyorum” der.

Bunun üzerine gökten bir seslenici: “Yalan söyledi, ona cehennemden bir döşek serin ve onun için cehenneme bir kapı açın.” diye seslenir.

Artık cehennemin sıcağından ve vücuda işleyen sıcak yelinden ona gelir. Kaburgaları birbirine geçecek kadar, kabri ona daraltılır. Ona çirkin yüzlü, pis kokulu bir adam gelir ve: “Başına gelen bu fenalıkla sevin! Bu, korkutulduğun gündür” der. O: “Sen kimsin?” Yüzün kötülük getiren çirkin bir yüzdür” der. O da: “Ben senin pis amelinim” der. O: “Yarabbi kıyameti koparma” der.33

 

KABİR AZABI

Cehennem azabından önce mini! bir dayak faslı vardır. Suçlu kabirde de rahat etmez... Okuyoruz;

Hz. Aişe, Rasûlullah’a (s.a.v) kabir azabını sordum da o şöyle buyurdu dedi:”Evet kabir azabı haktır.”  Hz. Aişe, “İşte bundan sonra, Rasûlullah’ın (s.a.v) hiçbir zaman namaz kılıp da kabir azabından Allah’a sığınmayı terk ettiğini görmedim demiştir.34

İbn Mesud (r.a) Peygamberin (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

“Ölüler şüphesiz kabirlerinde azap görürler. O kadar  ki onların seslerini kesinlikle hayvanlar (bile) işitir.”35

Zeyd bin Sabit’ten (r.a) rivayet edilmiştir:

Rasûlullah (s.a.v) katırının üzerinde Neccar oğullarının bahçesinin içinde iken biz de beraberinde idik. Birden katır onu yoldan sapıttı, neredeyse onu düşürecekti. Orada birdenbire altı veya beş kabirle karşılaştık. Rasûlullah;

- “Bu kabirlerin sahibini kim tanıyor?”  dedi. Bir adam:

-  “Ben” diye cevap verdi. Rasûl-i Ekrem:

- “Ne zaman öldüler?”  dedi. O da:

-  “½irk devrinde” dedi. Rasûlullah (s.a.v):

“Bu topluluk kabirlerinde imtihan olunuyorlar, şâyet endişeden ölülerinizi gömmeyecek olsaydınız, işittiğim kabir azabından birazını size duyurmak için Allah’a dua ederdim”  buyurdu. Sonra yüzünü bize dönüp:

- “Kabir azabından Allah’a sığınırız.”  buyurdu. Onlar da: “Kabir azabından Allah’a sığınırız dediler.”36

Osman bin Affan’ın kölesi Hani’den rivayet edilmiştir:

“Hz. Osman (r.a), bir kabrin başında durduğu zaman, sakalını ıslatıncaya kadar ağlardı. Ona “cennet ve cehennemi anıyor ağlamıyorsun da kabri anınca ağlıyorsun” denildiğinde dedi ki: “Ben Rasûlullah’ı (s.a.v) şöyle derken işittim:”Kabir ahiret konaklarından ilk konaktır. Eğer insan ondan kurtulursa, artık sonrakiler ondan kolaydır. Eğer insan oradan kurtulamazsa, ondan sonrakiler daha zordur.” Yine Rasûlullah’ı (s.a.v) şöyle buyururken işittim dedi: “Hiçbir manzara görmedim ki, kabir ondan daha korkunç olmasın.”37

Yeni bir dosya daha açarak genel hesap verme dünyasına göz atalım:

 

 

 



 

 

 

Altıncı Bölüm

KIYAMET VE HESAP VERME GÜNÜ

 



 

 

 

KIYAMET ve HESAP VERME SAHNESİ

 

Bir insanın ölümüyle kendi imtihanı, tüm insanlığın ölmesiyle de genel imtihan sona ermiş olur. Genel imtihanın sona ermesi kıyametin kopmasıyla gerçekleşir. İşte o gün tüm ruhlar bir merkezde toplanıp dünyadayken yapmış oldukları amellerin hesabını vererek karşılığını beklerler. Okuyoruz;

“Allah (O’dur ki) O’ndan başka ilah yoktur. Gerçekleşeceğinden hiç şüphe olmayan kıyamet gününde mutlaka hepinizi bir araya toplayacaktır. Allah’tan daha doğru sözlü kimdir?”38

Evet... Öyle bir gün gelecektir ki tüm ruhlar hiç fire verilmeden tekrar bir araya toplanacaktır.

 

Çünkü genel imtihan, daha doğrusu tek sınavlık imtihan bitmiştir artık.

Dünyadaki imtihanı biten insanoğlunun tekrar toplanıp bir araya gelmesi şuna benzer;

Üniversite sınavına giren öğrencinin imtihan bitiminde cevap kağıdını öğretmenine verip imtihan sonucunu beklemesi için evine gider.

Ve imtihan sonucunda tüm soru cevapları tek bir merkezde toplanır.

 

Öğrencinin göndermiş olduğu cevap listesi kendisinin çalışıp çalışmadığını gösteren dökümandır. Her ne kadar sınav sonrası herkes bir yerlere dağılsa da sanki tüm öğrenciler Ankara’daki sınav değerlendirme merkezinde toplanmış gibidir.39

Ve kıyamet kopar;

 

KIYAMET SAHNESİ

“Güneş dürülüp ışığı kalmadığı zaman, yıldızlar düşüp söndüğü zaman, dağlar yürütüldüğü zaman... Denizler kaynatıldığı zaman...”40

“Gök yarıldığı zaman, yıldızlar dağılıp döküldüğü zaman, denizler kaynaştığı zaman, kabirler deşildiği zaman...”41

“Gök yarılıp Rabbine boyun eğdiği zaman -ki boyun eğecektir- Yer düzeltilip uzatıldığı ve içinde olanları dışarı atarak boşaldığı zaman ve yer Rabbine boyun eğdiği zaman -ki yer boyun eğecektir- herkes yaptığının karşılığını görecektir.”42

“Gök yarılıp da gül gibi kızardığı, yağ gibi eridiği zaman” 43

“Yer sarsıldıkça sarsıldığı dağlar ufalandıkça ufalanıp da toz duman haline geldiği zaman.”44

“Sur’a bir üfürülüş üfürüldüğü, yer ve dağlar kaldırılıp bir vuruşla birbirlerine çarpıldığı zaman, işte o gün olacak olur, kıyamet kopar. Gök yarılır; o gün düzeni bozulur.”45

“Gök o gün erimiş maden gibi olur. Dağlar da atılmış pamuğa döner.”46

“Yer dehşetle sarsıldıkça sarsıldığı, yeryüzü ağırlığını dışarıya çıkardığı zaman.”47

“O gün insanlar ateş etrafında çarpınıp dökülen pervaneye (kelebeklere) dönecekler. Dağlar, atılmış renkli yüne benzeyecekler.”48

“O gün yer ve dağlar sarsılır ve dağlar, dağılan kum yığınları olur.”49

“Gözün kamaştığı, ayın tutulduğu, güneş ve ayın bir araya getirildiği zaman.”50

“Dağları yerinde donmuş gibi durur görürsün, oysa onlar bulutlar gibi geçerler.”51

“Bir gün dağları yürütür de yeri dümdüz görürsün.”52

“O gün ki yer başka yere gökler de başka göklere çevrilecek.”53

“O gün ki semayı kitapların sahifesini dürer gibi düreceğiz.”54

“Göğün beyaz bulutlar halinde parçalanacağı ve meleklerin bölük bölük indirileceği gün, gerçek hükümdarlık Rahmanındır...”55

“Ey Muhammed! Sana dağları sorarlar; de ki;

“Rabbim onları ufalayıp savuracak, yerlerini dümdüz kuru bir toprak haline getirecek; orada ne çukur, ne tümsek göreceksin.”56

 

- Evet... Bu şiddetli sahne vaktini bilmediğimiz bir günde gelip;

İnsanoğlunun imtihanı için hazırlanan muazzam mekânlar içindekileri ile birlikte yok olacaktır.

Kıyamet; nice masum kanların boş yere akıtılmasında parmağı bulunan canilerin, nice hak ve özgürlükleri çiğneyen dokunulmaz mal ve mülkleri yağmalayan zalimlerin, nice temiz namusları zorla kirleten sadistlerin, Allah’ın yüce davasında şaşmaz adalet terazisiyle yargılanacakları korkunç bir gündür.

Yine kıyamet; dünyada adaletle hükmedenlerin, daima hakkın ve ezilmiş haklının yanında yerini alanların, erdemleri yaygınlaştırmak ve insanlığa gerçek mutluluğu yaşatmak için çaba sarfetmiş hayırlı insanların ödüllendirileceği bir gündür.57

Kıyamet gününden sonra herkes kendi yapmış olduğu iyi ya da kötü amellerle Allah-u Teala’nın huzuruna çıkar.

“Her insanın amelini kendi boynuna ayrılmayacak şekilde doladık. Kıyamet günü de ona yayılmış bir halde karşısına bulacağı bir kitap çıkarırız.

O bu kitabını, bugün kendine karşı iyi hesaplayıcı olarak kendin yeter(sin).”58

“Kıyamet gününe has adalet terazilerini koyarız. Kimseye en ufak bir zulüm yapılmaz. (İyiliği) bir hardal tanesi ağırlığınca olsa bile, Biz onu getiririz. Hesaba çekenler olarak biz yeteriz.”59

Daha sonra cennet ve cehenneme giriş vizeleri alınır. Tıpkı; sınav sonuç kağıdının adreslere postalandığı gibi. Gelen zarf açılır, kişi o zarfın içindeki evrakla birlikte kazandığı okula kaydını yaptırır. Artık o öğrenci çok mutludur.

Sınavı kötü geçen öğrencinin ızdırabını arttırır almış olduğu zarf. O kağıtla hiçbir şey yapılmaz. O kağıt utanç kağıdıdır. Tembelliğin ıspatıdır. O kağıtla ancak soba tutuşturulur...

Cennet ve cehennem’in giriş vizesi açıklamasına bakalım;

“Ey İnsan! Gerçekten sen Rabbine doğru durmadan çalışıp çabalayacaksın. Sonunda O’na kavuşacaksın.

Kitabı sağ eline verilecek kimseye gelince;

O kolay bir hesapla hesaba çekilecek ve o ailesine sevinçli dönecektir. Kitabı arkasından (sol eline) verilecek kimseye gelince, o hemen ölümü çağıracaktır. Ve alevli ateşi boylayacaktır.”60

İnsanoğlu Rabb’inin huzuruna iki sıfatla çıkar. Ya verdiği sözde durarak yalnızca Allah’a kulluk yapmış bir kul, ya da nefsinin isteklerine uymuş Allah (c.c) ile arasına çeşitli ilahlar koyarak kendisine isyan etmiş, ahirete iman etmemiş bir kul.

Her iki kul da hak etmiş oldukları şekilde ağırlanırlar.

 

İNSANO¼LU HESAP VERMEK İÇİN RABBİNİN  HUZURUNDA TOPLANIR:

“Her kul öldüğü hâl üzere diriltilir.”61

Hani derler ya “Nasıl yaşarsan öyle ölürsün”,  aynen onun gibidir.

Dünyada iken sadece Allah’a kulluk yapmış bir insan, ölüm öncesi kimliğiyle Rabbinin huzuruna çıkar.

“Muttakileri o gün Rahmanın huzurunda O’na gelmiş konuklar olarak toplarız.”62

Evet... Dünyada iken ahiret hesabı yapanların o gün hesabı kolay, ağırlanması görkemli olur. Rabbinin huzuruna yolculuk ruh çıktıktan sonra başlar;

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Mü’minin ruhu çıktığı zaman onu iki melek karşılayıp alır ve yükseklere götürürler. - Gök ehli: “Yer tarafından güzel ve hoş bir ruh geldi. Allah sana ve senin kendisiyle yaşadığın vücuda rahmet etsin derler. Müteakiben o, Aziz ve Celil olan Rabbine götürülür.”63

Kapıda hoş karşılanan bir misafir davetçi için değerlidir, muhabbeti tatlıdır ve ona hiçbir zorluk ta yoktur.

Kendinizi, bir anlık dünyanın en güzel, en görkemli otelinde üç aylık ücretsiz konaklayacağına dair aldığınız davetiye ile yola çıktığınızı düşünün. Otel, orman kenarında denize bakıyor... Sağ tarafta akan şelale yeşil ağaçlar arasında akarak mavi denizle buluşuyor. Gürültüden uzak, beton yığınlarından uzak üç aylık bir dinlenme daveti... Hazırlığınızı yapıp yolculuğa başlıyorsunuz...

Uçaktan iner inmez güzel bir tebessümle size;

- “Hoş geldiniz...” diyen iki hizmetçi...

- “Sizler de kimsiniz?” sorunuza;

- “Sizleri karşılamak için patronumuz tarafından gönderilen hizmetçileriz biz” diye cevap verirler.

Alelacele elinizdeki bavullar alınır otele ait servis arabasının bagajına konur ve kapılar açılır.

Yola çıkılmıştır artık. Ve her konuda size danışılır;

- “Sürati sever misiniz?”

- “Sıcak ve soğuk tüm içecekler arabamızda mevcuttur. Lütfen ne ihtiyacınız varsa hiç çekinmeden söyleyin?”

- “Rahat olun!... Kendinizi evinizdeymişsiniz gibi hissedin”

Otele yaklaşılmıştır artık. Kapı önündeki hizmetçiler de heyecanlı bir hareketlenme başgöstererek;

- “Konuğumuz geldi”... derler.

İşte o an anlarsınız ki sizleri güzel bir hizmet, güzel bir ikram bekliyor. Sizler artık mühimsiniz... Değerlisiniz...

Devam ediyoruz;

Melekler tarafından güzel karşılanan ruh Allah’ın huzurundadır artık. Ve defterinin de sağ taraftan gelmesini bekler.

 

 

“Amel defteri kendisine sağdan verilen kimse kolay geçeceği bir hesaba çekilir ve arkadaşlarının yanına sevinçle döner.”64

“Artık o razı edici bir hayat içindedir.”65

 

SUÇLU İNSAN RABBİNİN HUZURUNDADIR ARTIK

Ruhlar aleminde verdiği sözü unutup nefsinin isteklerine kul olan, bir gün ölüp yaptıklarından sorguya çekileceğini ve Rabbini unutan kul, hak ettiği bir şekilde karşılanır;

“...Ölüm vakti gelince, melekler ona bir hırka getirirler ve ruhuna şöyle derler: “Sen kızgın ve sana da kızılmış halde aziz ve celil olan Allah’ın azabına çık!” O da en pis leş kokusuyla çıkar. Nihayet onu yeryüzünün kapısına götürüp, “Bu koku ne pis!” derler. Sonunda onu da kâfirlerin ruhlarına getirirler (katarlar).”66

Evet... Devam ediyoruz;

“... Biz onları kıyamet günü yüzü koyun, körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşrederiz. Varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa, hemen alevini arttırırız.”67

“Her kim de benim zikrimden (Kur’ân’ımdan) yüz çevirirse, ona dar bir geçim vardır ve onu, kıyamet günü, kör olarak haşrederiz. (O kimse) şöyle der:

- “Rabbim, beni niçin kör olarak haşrettin. Halbuki ben (dünyada) gözlü idim, görüyordum.” Allah buyurur ki:

- Cezan böyle, sana âyetlerimiz geldi de sen onları unuttun. İşte onları unuttuğun gibi bu gün de öylece unutuluyorsun.”68 Pişmanlık ve acıdan dolayı parmaklarını ısırırlar.

“O gün zalimlerden her biri (pişmanlığından) ellerini ısırıp şöyle diyecek: “Ne olurdu, ben, o peygamberlerle beraber bir kurtuluş yolu edinseydim!... Yazıklar olsun bana, keşke falancayı dost edinmeseydim. (Allah’ı anmaktan ve Kur’ân’dan) o sapıttı. Bana Kur’ân gelmişken... ½eytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor.”69

Dünyadayken yapmış olduğu her bir fiilin yazıldığını hatta bir film şeridi gibi kaydedildiğine inanmayan ya da unutan suçlunun önüne defteri konur. Ve o zaman anlar ki kendisi kaybedenlerden olmuş. Okuyoruz;

“O günde dağları yürüteceğiz ve sen yeryüzünü çırılçıplak göreceksin. Onları da hiçbirini bırakmaksızın mahşerde toplamış olacağız. Saf halinde Rabb’ine arzedecekler. And olsun ki ilk kez sizi nasıl yaratmış idiysek öylece bize geldiniz. Hatta size vaad ettiğimizi yerine getireceğimiz bir zaman  tayin etmediğimizi ileri sürmüştünüz” (denilecek).

Kitap konmuş olacak. Günahkârları onun içindekilerden korkuya kapılmış göreceksin. “Vay bizim halimize! Bu kitaba ne olmuş?” Küçük büyük hiçbir şey bırakmayıp sayıp dökmüş” diyecekler. Onlar işlediklerini de hazır bulacaktır. Rabbin kimseye zulmetmez.”70

Evet... Ummadıkları bir günde inanmadıkları bir mekanda yapmış oldukları en ufak bir amelin defterlerine kaydedilmiş olduğunu görürler.

Dünyadayken basit gördüğü, kendisine yakıştırmadığı bir amelin bugün başına nasıl bir bela olduğunu işte o zaman anlarlar.

Ve bilirler ki Rableri kendilerine zulmetmemiş, dünyadayken her saniyesi Rabbi tarafından gözetlenmiş.

Kendisi ve sol tarafından uzatılan utanç defteri ile karşı karşıyadır artık. Okumuş olduğu her harf, görmüş olduğu her fiil kendisine batar. Artık yalan da söylemez... Çünkü bulunmuş olduğu makamda yalana yer yoktur. Kaçamaz da... Çünkü enselenmiştir. Orada kaçış da yoktur. Nereye kaçacak? Bir defa yakayı ele vermiştir. Çünkü nereye girse tanınacaktır.

“Günahkârlar yüzlerinden tanınacak, alınlarından ve ayaklarından yakalanacak.”71

Hiç beklemediği bir taraftan gelen defteri gördükten sonra cehennemin yakın olduğunu anlar. Devam ediyoruz;

“Bugün ağızlarına Biz mühür vururuz ve neler kazandıklarını elleri Bize söyler ve ayakları buna şahitlik eder.”72

Ağızları kapatılmıştır. İtirazları dinlenilmeyecek kadar değersizdirler. Adam yerine de konmazlar.

Cehenneme girmesi için defterinin şahitliği yanında bir yenisi daha eklenir. Bu şahitler oldukça tanıdık. Hem de günün yirmi dört saati birlikte oldukları şahitlerdir bunlar. Ve onlar hemen dile gelirler;

“Allah’ın düşmanları ateşe sürüldükleri gün toplanıp bir araya gelirler. Nihayet oraya vardıklarında kulakları, gözleri ve derileri yaptıkları hakkında aleyhlerine şahitlik ederler...”73

Dost acı söylemiştir. Çünkü bilir ki o mekânda yalan ve adam kayırmak yok. Kendilerini hangi suça alet ettiklerini, hangi mazlumu ezdiklerini, helal haram sınırını nasıl aştıklarını, her ne yapılmışsa tek tek anlatırlar. Gözünün yaşına dahi bakmazlar.

O anda suçlu; organlarının kendilerini nasıl kullandıklarını anlatmaları karşısında şaşa kalarak;

“... Derilerine derlerki: “Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?”...

Bu soruyu sormakla suç kabullenmiş sayılır. Fakat asıl kızgınlık şahitlerin çoğalması ve hiçbir mazeretin kalmamasıdır. Devam ediyoruz;

“... (Derileri): “Her şeyi konuşturan Allah bizi konuşturdu. İlk defa sizi o yaratmıştı. İşte O’na döndürülüyorsunuz...”

Dünyada iken dinlemek istemediği nasihattı bu... İnanmadığı nasihattı bu...

“... Siz (günahları işlerken) kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şahitlik etmesinden gizlenmiyordunuz, yaptıklarınız çoğunu Allah’ın bilmeyeceğini sanıyordunuz.” İşte Rabbinize karşı beslediğiniz bu zannınız, sizi helak etti, ziyana uğrayanlar olup çıktınız! ½imdi eğer dayanabilirlerse ateştir onların yeri. Ve eğer özür dileyip Rablerini memnun etmek isterlerse, özürleri kabul edilmeyecektir.”  (Çünkü özür dileme vakti geçmiştir artık.)74

 

VE SUÇLU SEVDİKLERİNE İHANETTE BULUNUR

Hiçbir özürün, hiçbir pişmanlığın fayda vermediği o alemde suçlu gireceği cehennemin kenarına getirilir;

“Ve gerçek hiçbir dost, dostunun halini sormayacak. Onlar birbirlerine gösterilirler. Her günahkâr o günün azabından (kurtulmak için) feda etmeyi temenni eder:”

Evet... Suçlunun yedi sülalesi karşısındadır... Bir tarafta ateş, bir tarafta dünyadaki yakınları... Başlar nankörlüğe;

- “Allah’ım! Benim yerime oğullarımı atın ateşe” der.

- “Kim bir kötülük ederse kendi aleyhine kazanır...”a

- “Oğullarımla beraber kardeşimi de benim yerime atın ateşe” der.

- “Kim bir kötülük ederse kendi aleyhine kazanır...”a

- “Allah’ım!... Tüm sülalemi at ateşe de ben kurtulayım” der.

- “Kim bir kötülük ederse kendi aleyhine kazanır...”a

- “Allah’ım!.. Yeryüzünde her ne varsa at ateşe de ben kurtulsam...” der.75

Fakat ne çare!..

Ve ebedi bir hayat için cehennemin kapısı açılır.

Cennetlikleri cennet, cehennemlikleri ise cehennem kapısında bir süre bekletip;

Önce cennet, sonra da cehennem dosyasını açarak oralarda bizleri neler bekliyor bir bakalım.

 

 

                        

 

 

Yedinci Bölüm

İMTİHANI KAZANANLARIN YURDU

CENNET

 

                           

 



 

 

 

GİRݽ

 

Ruhlar âleminde sadece Allah’a (c.c) kul olacağına dair söz veren insanoğlu vaktini bilmediği bir tarihte dünyaya gelir.

Verdiği sözü yerine getirip getirmeyeceğini görmek için de Allah-u Teala insanları çetin bir sınavdan geçirir. Bu sınava yaratılan tüm insanlar tabidir. İmtihandan “muaf” olmak söz konusu değildir.

Yapılacak her sınav Allah’a kul olma potasındadır. Ve her sınav sonucunda da bizlerden sabır ya da şükür beklenir. Ne gibi;

• Ömür boyu Allah’a kullukta sabır.

• Haramlardan uzaklaşmak için sabır.

• Bir musibet isabet ettiği zaman isyan etmeyerek sabır.

• Evlat, mal, güzellik vs. verildiği zaman da tüm bunların Allah’ın olduğunun bilinciyle şükür.76

 

VE İNSANO¼LU ÖDÜL BEKLER

İnsanoğlu çetin bir sınavdan geçiyor. Bu sınavda başarılı olabilmesi için acılarını dindirici bir ödül bekler. Hazırlanmış olan bu ödül tüm insanları peşinden koşturacak kadar büyük ve çekici olmalı.

Yoksa çekici olmayan hiçbir ödül yarışmacı bulamaz. Kazanana kalemtıraş verileceği vaad edilen bir sınava kim katılır?

PEKALA VERİLECEK ÖDÜL NASIL OLMALI?

• Ortalama 60-70 yıl süren imtihanın ödülü oldukça büyük ve çekici olmalı...

• Verilecek ödül kesinlikle acıları dindirici olmalı. Ne gibi?

 

     a) Zihinden özürlü evlat sahibi bir babanın sabrını kolaylaştıracak şekilde olmalı.

     b) Anadan doğma âmâ olarak tekerlekli sandalyeyi mesken edinmiş bir şahsın:

     - “Sonunda bana cennet var ya” dedirtecek kadar çekici olmalı.

     c) 7,4 depremiyle iki evladı ile birlikte anne babasını kaybedip bir bacağını da beton arasına sıkıştıran bir şahsın acısını dindirecek çekicilikte olmalı.

     d) Verilecek cennet kesinlikle insanları umutlandırıp cennet için yarıştıracak şekilde olmalı.

     e) Ömrümüzün son anına kadar Allah’a olacak kulluğumuzda sabır göstertecek güzellikte olmalı.

     f)  İmtihanım ne şekilde olursa olsun fark etmez. Sonunda bana vaad edilen cennet var ya” dedirtecek kadar cazip olması lazım.

     g) Verilecek ödül dünya ve içindekiler dışında olmalı. Çünkü; Evlat acısını ya da gözleri önünde anne babasının oto içinde cayır cayır yandığını gören bir anne ya da babanın acısını dindirecek sabrına karşı ödül ne olabilir acaba? Dünya ve içindekiler yeterli olur mu?..

 

Verilecek ödül a’dan z’ye tanınmalı. Çünkü ödülü anlaşılmayan yarışmaya katılım az olur. Ne gibi:

Tüm okuyuculara şöyle bir teklifte bulunup;

“Her kim bulunduğu beldeden yaya olarak İstanbul’a gelirse ona “Classic-Ball 45 CB-265”i vereceğim” desem;

Hemen yola çıkar mısınız? O kadar yorulmayı ve tehlikeyi göze alır mısınız?

Bence hemen yola çıkmadan beni arayıp;

- “Vereceğin ödülün kıymeti ne?”

- “Nasıl bir şey?”

- “İşimize yarar mı yaramaz mı?” diye sorarsanız. Vereceğim ödülün şu an yazmakta olduğum markalı kalemim dersema kim evden çıkıp İstanbul’un yollarına düşer?

İşte o yüzden bizler de imtihanda başarılı olmamız için bizlere vaad edilen cenneti tanımamız lazım. Aksi halde odun gibi yaşar, imtihanda başarısız oluruz.

Allah-u Teala’dan acı ve sıkıntılarımızı dindirecek bir ödül beklemiştik. Bakalım Rabbimiz bizlere nasıl bir ödül hazırlamış?

“Eni yerle göğün eni gibi olan cennet için birbirinizle yarışın. Bu Allah’ın bir lûtfudur. Onu dilediğine verir. Allah büyük bir lütuf sahibidir.”77

“Eni yerle gökler gibi olan...” yani uçsuz bucaksız, sonu olmayan bir mekân... Belli ki dünya ve evrende gözle görülmeyen tarifsiz bir mekân.

Yeni bir şema daha çizip cenneti tanımaya çalışalım.

 

½ekil 6= Dünyadaki imtihanı sona erenlerin ruhları bir merkezde toplanır. Genel imtihan bittikten sonra insanoğlu yaptıklarından hesaba çekilir. Cennetini hak ederse elini kolunu sallaya sallaya cennetine girer. Hiçbir güç engelleyemez. Çünkü o dünyadayken çok çalışıp çok yorulmuş Rabbiyle arasına hiç kimseyi koymadan ölünceye kadar Rabbine kul olarak yaşamıştır.

Sınavı kazandığına dair sınav sonuç kağıdını alan öğrenci gireceği fakülte ortamına ve arkadaş çevresine bakmak için okulun yolunu tuttuğu gibi, bizler de cennet vizesini alan bir cennetliğin kendisini nelerin beklediğine bir göz atalım.

CENNET

Cennet: Allah-u Teala’nın koymuş olduğu hudutları çiğnemeyenlerin ebediyyen mutlu olacakları bir ortam...

Cennet: İnsan aklının tasavvur etmekte zorlandığı nimetlerle donatılıp, görücülerini beklediği bir mekân...

Cennet: Hiçbir çalışma, yorulma gösterilmeden hesapsız rızıklanılan bir mekân...

Cennet: Sadece inananların konaklayacağı bir mekân...

Cennetin kapısını aralayıp içine bakalım, neler var?

Bakıyoruz;

 

CENNETİN TASVİRİ

“Ey huzur içinde olan nefis! O senden sen de ondan hoşnut olarak Rabbine dön! Ey nefis! İyi kullarımın arasına gir. Cennetime gir.”78

Yeryüzü gurbetinden şereflendirme ile, sevgi ve huzur içerisinde asıl kaynağına dön! Seninle kendisi arasında bir bağ, bir tanışıklık ve bir mensubiyet bulunan Rabbine dön! ½efkat ve hoşnutluk taşan şu dostlukla memnun olarak ve sen de Allah’ı razı etmiş olarak dön! ½u yakınlığa kavuşmaları için seçilmiş ve yakınlardan kılınmış kullarımın arasına gir! Himayem ve rahmetimle haydi gir cennetime! Bu gerçekten öyle bir şefkat havasıdır ki, içinde cennet meltemi eser. Kime ama..? Huzur içinde olan nefse...

Rabbiyle huzurlu, onun yoluyla huzurlu, Allah’ın o şekilde takdiriyle huzurludur o. Mutmain olan bir daha şüphe etmez.

Mutmain olan, bir daha eğrilmez, mutmain olan yolda bir daha tereddüt etmez, mutmain olan korku ve dehşet gününde artık korkmaz, gönlü rahattır.

Haberiniz olsunki, bunlar tatlı ve sevimli cennet nefesleridir. Üzerlerinde Rahmanın yüksek ve parlak cemali tecelli eder.

Allah-u Teala, mü’minlere hazırlanan cennet nimetlerini, tafsilatlı bildirir. Bunların ötesinde, onların orada tanıyacakları faydalar vardır. O gün mü’minler, hiçbir gözün görmediği ve hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insan kalbine gelemeyecek cinsten nimetlere kavuşmaya hazırlanırlar.79

Ebu Hureyre’den (r.a) Rasûlullah (s.a.v); aziz ve celil olan Allah şöyle buyurdu:

“Salih kullarıma hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin kalbine gelmeyen şeyler hazırladım.”80

Rasûlullah (s.a.v) buyurdu; Cennette bulunanlardan bir tırnağın taşıyacağı (kadar) bir şey (dünyaya) görünseydi, o yüzden göklerin ve yerin (her) tarafı yaldızlanıp güzelleşirdi. Cennet halkından bir adam baksa da (dünyaya) bileziği görünseydi, güneşin yıldızların ışığını silip gizlediği gibi, o da güneşin ışığını siler, görünmez ederdi” buyurdu.81

Ebu Hureyre’den (r.a) Peygamberin (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Cennetteki bir yay miktarı (yer), üzerine güneşin doğduğu veya battığı (her şeyden) daha hayırlıdır.82

Muğre bin ½ube’den (r.a) Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu;”Musa (a.s) Rabbine cennet ehlinin derece bakımından en aşağısını sordu. Rabbi de şöyle buyurdu: “Cennetlikler cennete girdikten sonra gelen bir adamdır. O adama:

“Cennete gir” denilir. O adam da:

- “Nasıl gireyim ya Rabbi? Herkes yerlerine (makamlarına) konmuş, alacakları yeri almışlar (bana yer kalmamış)” der.

Cenab-ı Hak ona:

- “Dünya padişahlarından bir padişahın mülküne benzer bir mülkün senin olmasına razı olur musun? diyecek. O adam da:

- “Razı oldum Ya Rabbi” diyecek. Cenab-ı Hak o adama:

- “Bu senindir. Bir misli, bir misli, bir misli daha senindir.”  buyuracak beşinci de:

- “Razı oldum Ya Rabbi” diyecek. Bunun üzerine Allah-u Teala;

- “Bu kadar şey ve on misli daha senindir. Canın ne isterse ve gözün neden hoşlanırsa onlar da senindir” buyurur. Bunun üzerine o adam:

- “Rabbim, razı oldum” diyecektir.

Bu cevaptan sonra Musa:

- “Ya Rabbi! (Ya) onların derecesi en üstün olanı?” dedi. Allah Teala buyurdu ki:

“Onlar, kendim için seçip murat ettiğim, keramet fidanlarını elimle diktiğim ve üzerini mühür altına aldığım kimselerdir. O (ikramları) hiçbir göz görmemiş, hiçbir kulak işitmemiş ve hiçbir beşer kalbime gelmemiştir.”  buyurdu.83

Ebu Hureyre’den (r.a) Rasûlullah (s.a.v):

“Sizden birinizin cennetteki makamı en aşağı olanı, Cenab-ı Hakk’ın kendisine “dile”! diyeceği, onunda diledikçe dileyeceği kimsedir. Cenab-ı Hak ona:

- “Diledin mi?” diyecek, O da:

- “Evet” diyecek. Bunun üzerine Cenab-ı Allah:

- Dilediğin ve bir o kadarı da senin buyuracaktır.84

Allah (c.c), mü’min kulları için cennetler ve ipekler hazırlamıştır. İkamet edecekleri yer cennet ve giyecekleri ipektir.

“Allah ta onları bu yüzden o günün fenalığından korur, onların yüzüne parlaklık ve neş’e verir. Sabırlarının karşılığı cennet ve oradaki ipeklerdir. Orada tahtlara yaslanırlar, orada yakıcı sıcak ve dondurucu soğuk görmezler. Meyve ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkmış ve onların koparılması kolaylaştırılmıştır.”85

Onlar, orada rahatlatıcı ve huzur verici bir şekilde otururlar. Onların etrafındaki hava, ılımandır, yumuşaktır, normal bir sıcaktadır. Serindir; fakat soğuk değildir. Sıcaktır; ama yakıcı değildir. Rahatsız edici sıcaklık yoktur, meltemler eser. ½iddetli soğuklar yoktur. “Orası bambaşka bir alemdir. Bizim şu güneşimiz orada yoktur ve benzeri başka güneşler de orada yoktur.” dememiz, bizim için oranın havasını anlatmaya kâfi gelir.

Orada uzamış gölgeler vardır. Gölgeler sarktı mı, meyveli salkımlar da onların üzerine sarkınca, işte bu hayalin uzanabileceği en zevkli bir rahat ve istirahat şekli olur.”O gün, cennetliklerin kalacağı yer çok iyi, dinlenecekleri yer çok güzeldir.”86

Onlar o halde gölgeliklerde yerleşip rahat edecek ve nimetleneceklerdir. Bu gerçekten yüksek, eşsiz ve benzersiz anlatım şeklidir. Bu mükâfatlandırmanın içerisinde, özel bir gözetmenin ve hususi bir ağırlamanın, bu zatlara ilahi bir ağırlamanın, bu zatlara ilahi bir ikramın ve Rabbani bir takrimin gölgesi görülmektedir.

“Yaptıklarına karşılık, onlar için saklanan, gözlerin aydın olacağı (cennete mahsus nimetlerin) saklandığını kimse bilemez.”87

Cenab-ı Allah’ın katında bulunan, gözlerin sevinç içinde kalacağı şeref ve ikramdan onlara hazırlanıp saklanan, Yüce Allah’ın bizzat üzerine aldığı ikramı ilahiyi bildiren, hayretler uyandıran bir ifadedir bu âyet... Bu sakınanlar Allah’tan başka kimsenin bilmediği şeylerdir. Bunlar onun nezdi uluhiyetinde hususiyle gizli kalır ki, kendisine kavuştuğu gün onu sahiplerine açacaktır. Ona kavuştukları sırada, Yüce hazretin huzurunda bu sevimli ve şerefli buluşmanın göz kamaştırıcı bir tecelli şekli olacaktır.88

Sehl İbn Sa’d’dan (r.a) Rasûlullah (s.a.v):

“Ümmetimden yetmiş bin -yahut yedi yüz bin- kişi, (hesapsız) birbirinin ellerinden tutmuş olarak cennete gireceklerdir. Yüzleri dolunay gecesindeki ay şeklinde (parlak) oldukları halde sonuncuları girinceye kadar öndekileri cennete girmeyecektir”  buyurmuştur.

Ebu Hureyre’den (r.a) Hz. Peygamberin (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki cennetin kapı kanatlarından iki kanadının arası, Mekke ile Hacur yahut Hecar ile Mekke arası kadardır.” buyurdu.89

 

Ebu Hureyre’den (r.a) Rasûlullah (s.a.v)’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Cennete ilk girecek zümrenin şekli, ayın ondördüncü gecesindeki nurlu şekline benzer. Onlar orada tükürmezler, sümkürmezler ve büyük abdest yapmazlar. Onların kapları altındandır. Tarakları altın ve gümüştendir. Onların terleri misktir. Onların her birinin iki zevcesi vardır. Güzellikten dolayı etlerinin gerisinden bacaklarının ilikleri görünür. Aralarında bir ihtilaf ve düşmanlık olmaz. Kalpleri bir kalp gibidir, sabah akşam Allah’ı tesbih ederler.”90

Muaz İbn Cebel’den; Peygamber (s.a.v):

“Cennet ehli cennete vücutları kılsız, yüzleri parlak, gözleri sürmeli ve otuz üç yaşında (gençler) olarak gireceklerdir.”  buyurdu.91

Ebu Hureyre’den (r.a) Peygamber (s.a.v) efendimiz;

“Cennet ehli, vücutları kılsız, yüzleri tüysüz parlak ve gözleri sürmeli olacaktır. Gençlikleri geçmez ve elbiseleri eskimez.”  buyurdu.92

Mikdam’dan (r.a) Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:”Düşük veya ihtiyar olarak ölen hiç kimse yoktur -ki ancak insanlar bu ikisi arasındaki devrelerde bulunurlar- 33 yaşında olarak diriltilmesin. O eğer cennetliklerden olursa, (boyca) Adem (a.s)’ın açık  belirtisi, (güzellikçe) Yusuf (a.s)’ın sureti, (yumuşaklıkça) Eyyub (a.s)’ın kalbi üzere olacaktır. Cehennemliklerden olanlar ise, dağlar gibi büyüyüp irileşecektir.”93

 

CENNETLİKLERİN YİYECEKLERİ

Allah-u Teala şöyle buyurdu;

“Cennette olanlara diledikleri meyve ve etten bol bol veririz.”94

“Defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağcılara onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan su kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasındadır.”95

Her şey orada zahmetsiz ve meşakatsiz alıp yemek için hazır edilmiştir. Orada canın çektiği ve gözün gördüğü her nimet vardır. Orada yasak bir şey yoktur. Ebediyyen mutlu olanların iştah duyduklarından başka hiçbir şey yoktur.

“Ve arzu ettikleri kuş etleriyle (hizmetçiler) etrafında dolanırlar.” 96

Enes’den (r.a) Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

- “Cennet kuşları Horosan develeri gibidir. Cennet ağaçlarında yayılırlar.”  Bunun üzerine Ebu Bekir (r.a):

-  “Ya Rasûlullah! ½üphesiz bunlar semiz (müreffeh ve lezzetli)dir” dedi. Rasûlullah (s.a.v) üç defa:

- “Onlardan yiyenler, onlardan da semizdirler, ben senin onlardan yiyecek kimselerden olmanı umarım”  buyurdu.97

Zeyd İbn Erkam’dan (r.a) rivayet edilmiştir: Dedi ki: Ehl-i kitaptan bir adam Peygambere (s.a.v) gelip:

-” Ya Ebu’l-Kasım, sen cennetliklerin yiyeceklerini ve içeceklerini mi iddia ediyorsun?” dedi. Rasûlullah (s.a.v):

- “Evet Muhammed’in canı kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizden birinize yemede, içmede ve cinsi münasebette yüz erkeğin kudreti verilecektir.”  dedi. O adam da:

 

-  “½üphesiz ki yiyip içen kimsenin def’i hacet ihtiyacı olur. Halbuki cennette eza (ve rahatsızlık) yoktur” dedi. Rasûlullah (s.a.v):

- “Onlardan birinin (bu tür) ihtiyacı, misk sızıntısı gibi, derilerinden çıkan ter halinde olacak ve karnı incelip hafifleyecektir. (Yani misk kokusu gibi ter halinde çıkacağından dışarı atmak için zorlanmayacaktır.)”98

 

CENNET HALKININ İÇECE¼İ

(İleriki sayfalarda göreceğimiz) Cehennemlikler ateş içerisinde yanıp kavrulurken ve tortu halinde yağ ve irin içerlerken, iman edip de güzel amel ve harekette bulunanlar, Adn cennetlerinde ikamet edecekler. Bu cennetlerin içerisinden suyuyla, güzel manzarasıyla ve okşayıcı ılıman iklimiyle ırmaklar akar.

Ebu Hureyre’den (r.a) Rasûlullah (s.a.v):

“Cennet nehirleri, misk tepelerinin yahut misk dağlarının altından çıkar”  buyurdu.99

Muaviye’den -ki o, Behz bin Hakim (r.a) dedesidir- rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v):

“Muhakkak ki cennette bal denizi, şarap denizi ve su denizi vardır. Sonra daha ne nehirler yarılıp (çıkar)”  buyurdu.100

Cennet ehli, nimetlerden ve lezzetlerden tam manasıyla nimetlenirler. İçtikleri zaman ne içerler?” ½üphe yok ki iyiler kâfur katılmış dolu bir kadehten içerler. (O kâfur) bir pınardır ki onu ancak Allah’ın (veli) kulları içerler. Onu (nereye isterlerse kolayca) akıtırlar, fışkırtırlar.”101

“Orada, onlara katkısı zencefil olan (dolu) kadehten içirilir.” (Zencefil) orada bir pınardır. (Ona) “selsebil” adı verilir.102

“Hakikat, takva sahipleri gölgeler, pınarlar ve canları ne isterse onlardan birçok meyveler içindedirler.”103

Onlar, bu gibi gözle görülüp elle tutulan şerefli ve ulvi nimetlerin de fevkinde, bütün toplulukların görüp işiteceği şekilde, ulu orta, “işlemekte devam ettiğiniz (iyi) amel (ve hareket)lere mukabil afiyetle yiyiniz, içiniz.”104 iltifatıyla karşılanırlar. Onların içtikleri bu su, fışkıran bir kaynak gibidir.”Orada akan pınarlar vardır.”  Bu da sulama ihtiyacını ve güzelliği bir arada taşır. Hareket, fışkırma ve akmanın güzelliği, akarsu, canlılık duygusu, atan ve çarpan bir ruh ile birbirine ahenk verip uyum sağlıyor!

Onlar bu nimetler içerisinde ruhen ve bedenen sıhhat ve afiyettedirler. Herkesin görmesi için, onların yüzlerinden ve bakışlarından neşe ve parıltı taşar.

“Öyle ki sen, yüzlerinde o nimetin (her dem taze) güzellik ve parıltısını tanırsın. Onlara mühürlü, halis bir şarabdan içirilecek ki onun (içiminin) sonu bir misktir.”105

“Onlar için bilinen bir rızık vardır. Türlü meyvalar(la) kendilerine ikram edilmektedir: Nimet cennetlerinde taht’lar üzerinde karşılıklı oturmaktadırlar. Kendilerine (ırmak gibi akan) kaynaktan (doldurulmuş) kadehler dolaştırılır. Berrak, içenlere lezzet veren (bir içki). (Bir içki ki) onda ne sersemletme var ne de onunla sarhoş olurlar.”106

“Çevrelerinde öyle ölümsüz, (her dem) taze gençler dolaşır ki, onları görsen, kendilerini saçılmış inci sanırsın.”107

“Ve gölgeleri, üzerlerine yaklaşmış, (meyveleri) devşirmeleri de, emirlerine (her an ve her surette) boyun eğdirilmiştir.”108

 

Enes b. Malik’ten (r.a) Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “½üphesiz cennette bir ağaç vardır ki bir binekli onun gölgesinde yüz sene gider de yine mesafeyi kat edemez.”109

“Onlar, uzamış gölge altında ve çağlayarak akan sularının kenarlarındadırlar.”110

“İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olandır. Naim cennetlerinde Allah’a en çok yaklaştırılmış olanlar işte bunlardır. Onların büyük kısmı eski ümmetlerden, bir kısmı da sonrakilerdendir. Murassa tahtlara karşılıklı olarak yaslanırlar.”111

“Orada yüksek tahtlar, yerleştirilmiş sürahiler, sıra sıra yastıklar, serilmiş yumuşak tüylü halılar vardır.”112

Bunların hepsi insanların dünyada bir benzerini gördüğü şeylerdir. Bu eşyalar onları, dünyadakilerin idraklerine yaklaştırmak için hatırlatma yaparlar. Ama onların tabiatı ve onlardan alınacak zevkin mahiyeti oradaki tat alma duygusuna bağlıdır.

Orada, cennetteki konuşmada lüzumsuzluk, gürültü ve tartışma yoktur. Orada ancak o memnun havaya uygun bir ses, selam sesi işitilir.

“Rahmanın kullarına vadettiği cennete, Adn cennetlerine gireceklerdir. ½üphesiz O’nun sözü yerini bulacaktır. Orada boş sözler değil, sadece esenlik veren sözler işitirler. Orada rızıklarını sabah akşam hazır bulurlar. Kullarımızdan Allah’a karşı gelmekten sakınanları mirasçı kılacağımız cennet işte budur.”113

Hava sükûnet ve huzur havasıdır. Havayı, selamet, huzur, sevgi, rıza, kurtuluş, dostlar ve arkadaşlar arasında sohbet havası kaplar. Boş her sözden uzaklaşılır. Çünkü bu tür sözde bir fayda, bir afiyet yoktur. Orada onlar yüksek cennettedirler.

“Yüksek bir cennettedirler.”114

“½üphesiz muttakiler (ise) güvenilir bir makamdadır. Bahçelerde ve çeşme başlarında, ince ipekten ve parlak atlastan (elbiseler) giyerek karşılıklı otururlar. Böyle olduğu gibi (ayrıca) onları, iri gözlü hurilerle de evlendirmişizdir. Güven içinde, (canlarının çektiği) her meyveyi isterler. Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar (sürekli yaşarlar.) Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur.”115

Abdurrahman bin Said’den (r.a) rivayet edilmiştir:

Ben atları severdim. Dedim ki:

-  “Ya Rasûlallah! Cennette at var mı?” Buyurdu ki:

- “Eğer Allah seni cennete koyarsa, Ey Abdurrahman! Senin orada yakuttan bir atın olur. Onun, dilediğin yere seni uçuracak bir çift kanadı olur.”116

Enes bin Malik’ten (r.a) Rasûlullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Muhakkak ki cennette, cennetliklerin her cuma gelecekleri bir çarşı vardır. Bir kuzey rüzgarı eser, yüzlerine ve elbiselerine çeşitli kokular yayar. Cennet ahalisinin güzellikleri (bir kat daha) artar. Güzellikleri artmış vaziyette ailelerine dönerler. Zevceleri kendilerine: “Vallahi bizden sonra güzelliğiniz ne kadar artmış” derler. Bunlar da ailelerine:

- “Vallahi sizin de bizden sonra güzelliğiniz artmış” diye mukabele ederler.”117

Bu kerim olarak Allah’ın bağışından bir nimettir. Onların cennette evleri olacaktır. Orada dilediklerini isteyecekler. Orada her tür meyveyi emniyet içerisinde isteyip getirteceklerdir. Bu nimetlerin biteceğinden endişeleri yoktur.

Bu cennette rızık garanti altına alınmıştır. Aramaya ve çalışmaya ihtiyaç yoktur. Kişi, onun gecikeceğinden veya tükeneceğinden bir endişe veya korku duymaz.

Abdullah bin Ömer’den (r.a) Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:

“Cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme varıp yerleşince, ölüm getirilip cennet ile cehennem arasına konulacak ve boğazlanacaktır. Sonra biri nida edecek:

- “Ey cennet ehli, artık ölüm yoktur! Ey cehennem ehli, artık ölüm yoktur.” diyecek. Bunun üzerine cennetliklerin sevincine bir sevinç daha ve cehennemliklerin üzüntüsüne bir üzüntü daha katılacaktır.”118

 

CENNETLİKLERİN KADINLARI

“İman edip salih amel işleyenlere, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele! Onlardaki herhangi meyveden rızıklandırıldıklarında: Bu daha önce de rızıklandığımız şeydir derler. (Cennetteki bu rızık), onlara, o (diledikleri)ne benzer verilmiştir. Onlar için orada tertemiz eşler de vardır (a) ve onlar orada ebedi kalacaklardır.”119

Abdullah bin Mesud’dan (r.a) Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Cennete ilk girecek zümrenin yüzleri sanki dolunay gecesindeki ayın ışığı gibi (parlak)tır. İkinci zümre, gökte en güzel ışık saçan yıldızın rengindedir. Onların her birinin hurilerden iki eşi vardır. Her zevcesinin üzerinde yetmiş (cennet) elbisesi vardır. (Ona rağmen) kırmızı şarabın beyaz kadehde görüldüğü gibi, onların elbiselerinin ve etlerinin gerisinden bacaklarının iliği görünür.”120

“O cennetlerde, gözlerini kocalarından başkasına çevirmeyen hanımlar vardır ki, bu kocalarından önce, kendilerine ne bir insan dokunmuştur, ne de bir cin.”121

O kadınlar duyguları ve bakışları iffetli kadınlardır. Gözlerini kocalarından başkasına çevirmezler. Böyle şeylerden korunmuşlardır. Onlara ne bir insan ne de bir cin dokunmuştur. Bununla birlikte onlar parıl parıl parıldarlar.

“Sanki o hanımlar, yakut ve mercan gibidirler.”122

“(Orada) ceylan gözlü, saklı inciler misali huriler vardır.”123

Saklı, gün görmemiş inciler gibi ki ne el dokunmuş, ne göz... Böyle şeylerden korunup saklanmışlardır. Bu ifadede iri gözlü, bu huriler hakkında fiziki ve latif psikolojik manalardan kinaye yapılır. Onlar bir zevkten, bitmeyen başka bir zevke geçerler.124

Enes bin Malik’ten (r.a) Peygamber (s.a.v);

- “Mü’mine cennette şu kadar, şu kadar cinsi münasebet kudreti verilecek.”  buyurdu. Denildi ki:

-  “Ya Rasûlallah!  dayanabilecek mi?” Rasûlullah:

- “Ona yüz (kişinin) kudreti verilecektir.”  buyurdu. (Tirmizi)

Dikkat edilsin ki, orası cennettir.

“½üphesiz takva sahiplerine bir kurtuluş var. Bahçeler var, üzümler var, memeleri tomurcuklanmış bir yaşıt kızlar, dolu dolu kadehler vardır.”125

“Yanlarında bakışlarını kocalarına hasretmiş iri gözlü hanımlar var. Sanki onlar (tüylerle örtülü, toz toprak değmeyen) saklanmış yumurtalar gibidirler.”126

İri ve güzel gözlü olmakla birlikte onlar, gözlerini haya ve iffetlerinden dolayı kocalarından başkasına dikmeyen hurilerdir. Kocalarının yanında dururlar. Aynı şekilde onlar, dikkatle, incelikle, lütufla ve yumuşaklıkla korunmuşlardır. Eller ve gözler onları incitmemiştir.

Çünkü bunlar Rabbi’nin makamından korkan ve onu görüyor gibi -Çünkü o Rabbi’nin kendisini görmekte olduğunu hisseder- ibadet edenlerin mükafatıdır. Bu sayede onlar, Allah Rasûlünün (s.a.v) tanıttığı ihsan mertebesine ulaşırlar. Böylece Rahman’ın bağışından ihsanın mükâfatına nail olurlar.

“İman edip salih amel işleyenler, -ki hiç kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmeyiz- işte onlar cennet halkıdır, onlar orada ebedi kalacaklardır. Göğüslerinde kinden (tasadan) ne varsa hepsini çıkarıp atmışızdır. Altlarından ırmaklar akmaktadır.” Lutfedip bizi buraya getiren Allah’a hamd olsun, Allah bizi getirmeseydi, biz bunu (bu nimeti) bulamazdık! Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler (söyledikleri doğruymuş), dediler. Onlara:”İşte size cennet; yaptıklarınıza karşılık o size miras verildi.”  diye seslenildi.”127

 

CENNETTEKİ İNSANLARIN DURUMLARI

“Ey kullarım! Bu gün size korku yoktur, siz üzülmezsiniz de! (Siz ki) âyetlerimize iman edenler ve teslim olmuş kimseler idi(niz), Siz ve eşleriniz, sevinç ve neşe içerisinde cennete girin. Altından tabaklar ve testiler dolaştırılır onlara. Orada canların istediği, gözlerin lezzet aldığı şeyler de vardır. Sizler orada ebedi kalıcılarsınız.”128

Elbetteki sevinç onların her tarafına ve yüzlerine yayılır. Nimet ve sürur, onların üzerinde görülür. Bir de bakarsın altın tabaklar ve bardaklar onların arasına dolaştırılır. Bir de ne göresin! cennette onlar için canlarının çektiği her şey vardır. Can çekmesinin de fevkinde ağırlanmanın güzel ve tamam olabilmesi için, göz zevkini okşayacak şeyler de vardır. Aynı şekilde onlar için ebedilik de vardır.129

“Ama inanıp yararlı iş işleyenlerin konakları firdevs cennetleridir. Orada temelli kalırlar, başka bir yere gitmek istemezler.”130

Onlar firdevs cennetlerinde ebedi kalacaklardır. Onlar oraya yerleşirler, gölgeler içerisinde ıstırahat edip nimetlenirler.

“O gün cennetliklerin kalacağı yer çok iyi, dinlenecekleri yer çok güzeldir.”131

Allah’ın fazl ve ihsanından, dünya hayatında daha önce, sanki Allah’ı görüyormuşcasına yaptıkları ibadetlerin mükâfatını alırlar.

“Allah’a karşı, gelmekten sakınanlar ise, cennetlerde, pınar başlarındadırlar. Rablerinin kendilerine verdiğini almış olarak. Çünkü onlar, bundan önce güzel amel işleyenlerdi.”132

“İşte büyük lütuf budur. Bunlar, Adn cennetlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler, oradaki elbiseleri de ipektir. Derler ki bizden üzüntüyü gideren Allah’a hamd olsun. Doğrusu Rabbimiz bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. Bizi lutfuyla, temelli kalınacak cennete o yerleştirdi. Orada bize ne yorgunluk gelecek ve ne de usanç gelecektir.”133

İmam el-Muhasibi şöyle der:

“Af ve bağış sahibi kimselerden isen, Allah’ın af ve bağışı ile, sana olan lütfunun, sırat üzerinde, senin geçidin ve önünden ve sağından seninle beraber koşan ve yüzünü ağartan nurun olacağını düşün! Allah’ın huzurundan ayrılıp gidersin. Sen sırat’ın üzerinde abidler zümresiyle ve müttakiler gurubuyla bulunurken ve melekler de “Sen kurtar ya Rabbi! Sen kurtar!” diye nida ederlerken, kesinlikle Allah’ın senden razı olduğunu anlarsın. Bununla beraber korku ne senin kalbinden ve ne de mü’minlerin kalbinden bir an bile ayrılmaz. Sen çağırırsın, onlar çağırır:”Ey Rabbimiz diyecekler, bizim nurumuzu tamamla, bize mağfiret buyur, şüphesiz ki sen her şeye hakkıyla kadirsin.”134

Münafıkları, nurları sönmüş, kalblerinde korku harekete geçmiş ve nurlarının tamamlanmasını ve bağışlanmalarını istedikleri zaman bir düşün! Bir de şu hallerde nefsini düşün: İşin sonuna ulaşmışsın, kalbine kurtuluş fikri galib geliyor ve üzerine korku hakim oluyor. Bu durumda sen sıratın üzerinde olduğun halde cennetlerin nimetlerini görüyor gibisin. Hayırlı neticenin sonuna varıncaya kadar, kalbine Allah’ın koruması hakim oluyor ve Allah’ın rızasına iştiyak duyuyorsun. Bir ayağını köprü ile cennetin kapısı arasındaki arsaya atıyor ve sırattan sonraki yere basıyorsun. Korku ve ümit kalbini istila etmiş ve sana galib gelmişlerken, öteki ayağın sırat’ın üzerinde kalmıştır. Sonra o ayağını da atar ve sıratın tamamını geçersin. O sahaya iki ayağın yerleşir. Vücudunla köprüden ayrılır köprüyü arkadan bırakırsın.

Cehennem, sırattan geçenlerin altında çalkalanmaktadır. Öfke ve gayzla kükreyip homurdanarak ayağı kayanın üzerine atılır. Sonra döner sarsılmakta olan köprüye bakarsın. Bir üstündeki yaratıklara ve bir de altındaki başı dönüp köprüden düşenlere... Cehennemin kükreyerek saldırışına bakarsın da sevinçten kalbin adeta yerinden uçar. Allah’ın seni kurtarmasının büyüklüğünü gördüğün zaman, Allah’a hamd eder ve O’na şükrünü artırırsın. Çünkü sen, zaaf ve güçsüzlüğüne rağmen kurtuldun.

Rabbinin koruma ve himayesine yönelerek cehennemi ve onun köprüsünü arkanda bıraktın. Sonra kalbin neşe ve sevinç dolu olarak, emniyetle cennet’in kapısına doğru yürürsün. Cennet’in kapılarına yetişinceye kadar, yürüyüşünde, neş’e ve sevincin hiç eksilmez. Tam cennetin kapısına varınca, kapısı, bütün güzelliğiyle karşına çıkar. Sen, Rahman’ın öteki dostları ve Allah’ın sevgili kulları tam kapıya vardığı zaman, kalbin sevinçten uçar. Neşeli, sürûrlu gönlün, cennete girmeye takılmış vaziyette, kapısının güzelliğine, nuruna, cennetin şeklinin güzelliğine ve duvarlarına bakakalırsın. O kafile içerisindeki nefsini düşün!

Onlar ki, yüzleri ak, Allah’ın rızasıyla parlamış sürûrlu ve sevinçli bir halde Allah’ın ikram, teşrif ve rızasına layık olmuş kimselerdir. Kabrinin tozuyla, mahşer durağının hararetiyle ve başına gelen yorgunlukların aleviyle cennetin kapısına ulaşmışsın. Allah’ın velileri için hazırladığı pınara ve onun suyunun güzelliğine bakar, soğukluğuna ve güzelliğine sevinerek içine dalarsın. Böylece o su, senden mahşer yerinin kederini giderir ve seni her türlü kirden ve tozdan temizler.

Sırat’ın hararetinden ve kıyametin yakıcı sıcağından sonra, vücudun o suyun serinliğine daldığı zaman, kalbindeki sevinci bir tahayyül et! Bu durumda sen ancak, cennete girmeye ve orada ebedi kalmaya hazırlanmak için yıkanıp temizlendiğini bilmektesin. Sonra o sudan en güzel surette ve nurun tamamlanmış olarak çıkarsın. Sonra bir başka pınara yönelip gider ve kaplarından birinden içersin. Sen bu içeceği ancak, kalbini her türlü kin ve düşmanlıktan temizlemek ve vücudunun ebediyyen rahat etmesi için içtiğini bilmekle sevinçli iken, bakışını, bir kapların güzelliğine bir de içeceğin güzelliğine çevirdiğini tasavvur et!

Kabı dudağına koyup da içince, tadını hiç tatmadığın bir içecek içtiğini anlarsın. Nihayet kalb ve vücud temizliğin tamamlanıp Allah’ın dostlarının da seninle birlikte bu temizliği tamamlanınca, -ki Allah seni ve onları görüp bilmekte iken- cömert, şefkatli ve merhametli olan Mevlan, cennetin melaikeden olan bekçilerine emreder. Onlar, onu ta’zim ve ululamak için, kendisinden ürperdikleri ve cezasından çekindikleri için, O’nun ikabından korkup titreyerek O’na devamlı itaat ederler. Allah, onlara sevgili kulları için cennetin kapısını açmalarını emreder. Melekler de dairelerinden inerler kapıya koşarlar. Cennetin kapısına gelip açmak üzere ellerini uzatırlar. Bunu sen anlarsın da kalbin sevinçle dolar. Cennetin kapılarının gıcırtısını işitirsin. Bundan dolayı seni sürûr kaplar ve kalbine neş’e hakim olur. Alemlerin Rabbinin cennetinin kapısı kendilerine açılanların sevinci ne sevinçtir ne sevinç!...

Onlara cennetin kapısı açılınca, cennetlerin güzel kokularının meltemi ve akarsularının hoş sesi dalga dalga yayılır. Yüzüne ve bütün vücuduna yayılır. O sarp yokuş gibi, zor çıkılıp kavuşulan cennetin hoş kokuları dağılır. Keskin misk kokusu, kırmızı zağferanı, sarı kâfuru ve gri renkli anberi, meyvelerinin hoş kokuları, ağaçları ve cennetteki okşayıcı meltemleri eser. Bu güzel kokular ve esintiler, senin koku alma duyularında birbirine karışır. Nihayet beynine ulaşır, kalbine girer ve bütün organlarından yayılır. Sen kendi gözünle cennetin köşklerinin güzelliğine, zümrütten, kırmızı yakuttan, beyaz inciden ve yeşil kayalardan binalarına bakarsın. O yapılardan öyle bir berraklık, parlaklık ve nur doğar ki, Allah onları berraklıkta ve nurda kemale ulaştırmıştır. Onunla cennetlerde bulunan şeylerin nurunu karıştırmıştır. Sen oraya girdiğin zaman senin için orada çok nimetler olacağını ve Rabbinin cemalini seyredeceğini bildiğin için, kalbin sevinçle dolu olarak Allah’ın hicaplarına bakarsın. Artık cennet havalarının ve rüzgarlarının hoş kokusu, oranın manzarasının parlak güzelliği, meltemlerinin güzel kokusu ve havasının okşayıcı serinliği bir araya gelir.

Kendini tahayyül et! Allah sana bu şekilde ihsan eder de sen de sevincinden ölürsen, bu senin için çok değildir. Nihayet melekler cennetin kapısını açınca, yüzüne ve seninle beraber Allah’ın veli kullarının yüzüne gülümseyerek seni karşılarlar. Size “Selamun aleyküm” diyerek seslenirler. Sonra selama şu sözlerini eklerler: “Tertemiz olarak buraya geldiniz. Artık ebedi kalmak üzerine girin buraya!”135

Sen ve seninle birlikte Allah’ın sevgili kulları, bunu işitince girmek için kapıya koşarsınız. Kapılar kalabalığa dar gelir. Kırk senelik yürüyüş mesafesinde olan kapının, Rahman’ın velilerinin kalabalığına dar gelmesini düşünebiliyor musun? Yakût ve inciden yapılmış sarayların, gördükleri güzelliklerine koşan kalabalıklardan ibaret olan o kimseler ne şereflidirler! Nefsini düşün! ½öyle ki: Eğer Allah, bu kalabalık içerisinde koşanlarla koşarken, temizlenmiş vücutlarla parlamış ve dolunay gibi aydınlanmış yüzlerle sevinenlerle beraber sevinirken seni affederse (ne mutlu sana!)

Cennetin kapısını geçip ayakların oranın toprağına basınca, bakarsın ki o keskin bir misk ve kırmızı zağferandır. Sanki gümüşten toprağına misk dökülmüştür de etrafında zağferan bitmiştir. İşte o senin azapdan ve ölümden emin olarak beka toprağında attığın ilk adımdır. Artık sen misk toprağında ve zağferan bahçelerinde gezersin. Senin iki gözün, ağaçlarının güzelliğinden ve tasvirinin ziynetinden doğan inci parıltısı güzelliğe (doya doya) bakar. Sen işte böylece zağferan bahçelerindeki ve misk yığınları içindeki cennet topraklarında gezerken birden zevcelerin, çocukların, hizmetçi ve uşakların içinden “Falanca geldi!” diye nida edilir. Onlar da derhal icabet eder ve dünyada yitik kimsesi gelen kişinin müjdelenip sevindiği gibi, senin gelişine sevinirler.”136

Evet... Dünyadaki imtihanı kazanacak olan insanların içinde ebediyyen kalacakları hayal ötesi mekânı aşağı yukarı tanıdık zannediyorum. Ama maalesef insanoğlunun şu yaşantısına baktığımızda akla ister istemez;

• Ya cennet ve içindekiler istendiği gibi tanınmamış,

• Ya da cennetin varlılığına yeterli iman edilmemiş geliyor.

Bu kadar güzel nimetler karşısında dünya içindekilerine meyletmek ne kadar da acı!... Yazık bir ömür...

PEKİ NE YAPMALI?

Kesinlikle cennet hayaliyle yaşamalı. Cennetteki derecemizi yükseltmek için ne gerekiyorsa o yapılmalı... Çünkü ahiret gününde kimse kimseye sevap vermeyecek. Kimse kimsenin yerine yanmayacak. Niye mi? Okuyalım;

“O kulakları sağır edici (kıyamet koptuğu) geldiği zaman, o gün kişi, kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün her kişinin kendine yeter bir işi vardır.”137

Annenizin sizden kaçacağınızı düşünebiliyor musunuz?

O halde cennete giden yol araştırılmalı ve o yolda ölünceye kadar sebat göstermeli.

 

CENNETE GİDEN YOL NEREDEN GEÇER?

Bu soruyu cevaplamadan önce dünya ve cennet nimetlerinin bir kıyasını yapıp cehennem kapısında bekleyen suçluyu neler bekliyormuş, onu bir görelim.

 


b) Dünya                       a) Cennet (Cennette sınır yoktur.)

1- Günün üçte birinde uyku var.         1- Zaman sınırı olmadığı için ebedi bir hayat.

2- Hastalıklar.                         2- Yorulma olmadığı için uyku derdi yok.

3- Bazen açlık, susuzluk.                 3- Nimetlerin bol ve daimi olması

4- Fazla yendiğinde mide.               sebebiyle açlık yok.

bulandıran meyveler ve yemekler     4- Nimetlere kavuşmak için çalışmak yok.

5- Yazın kavurucu sıcağı.              5- Yazın kavurucu, kışın dondurucu soğu yok.     

6- Kışın dondurucu soğuğu.          6- Hiç yaşlanmayan huriler var.                         

7- Geçici güzellikler.                     7- Kalıcı ve ebedi güzellikler var.                     

8- Bir ömür boyunca mutlu           8- Ebediyen mutlu olunur.  

olamama riski.                         9- Sınırsız bir ömür

9- Sınırlı bir ömür.                   10- Cennette imtihan diye birşey yok.

10- Sınırlı bir ömrün büyük       11- Mevsim sorunu olmadığı için          

çoğunluğu çocukluk ve                yiyeceklerin bulunmama durumu yok.

aşlılık dönemi  ile geçer.              12- Cennetle kötü söze yer yok.                    

11- Hava kirliliği.                     Çünkü cennetliklerin kalbi çok berrak...

12- Her geçen saniye yaşlanan vücut     13- Aklın alamadığı kadar nimitler ve     

13- Zorluklarla imtihan.               zenginlikler var              

14- Mevsimler olduğundan her an

 bulunmayan meyveler.

15- Geçici zevkler.

16- Sömürme ve sömürülme var.

 

Hangi yolu tercih etsem acaba?

 

 

 

 

 

 

 

Sekizinci Bölüm

İMTİHANI KAYBEDENLERİN YURDU

CEHENNEM



 

 

 

 

 

 

 

GİRݽ

 

Dünyadaki imtihanı kazananların mekânı cennet demiştik. Ya imtihanı kaybedenler?.. Onlar nereye gidecekler? Toprak olup yok mu olacaklar?.. Ya da tüm insanlar Rabb’imiz tarafından bağışlanacak mı?.. Bu ne demektir; zalimle mazlum, isyankârla sabreden, sömürenle sömürülenlerin bir arada olması demektir ki Allah’ın adil sıfatına terstir... İşte o zaman imtihanın anlamı kalmaz.

Dünyanın her tarafında başarılı olanlara ödül verilirken suçlular cezalandırılır. İşkence, hapis, aşağılanma hatta ipe kadar gider.

İşte Allah-u Teala da imtihanı kaybedecek kullarını hesaba katarak onlara layık olacakları yeri de hazırlayıp kılavuz kitabımızda bizlere bildirmiştir.

Önce çizeceğimiz tabloyu dikkatlice inceleyelim, sonra da bir iki hatırlatmada bulunup “Cehennem” dosyasını açalım.

Geçici dünya hayatı imtihanını kazananları nelerin beklediğini gördükten sonra, imtihanı kaybedecek olanların kalacağı meskeni ve içindekilerini görelim. Bakalım orada nasıl bir hayat sürecekler.

 


 

KAYBEDENLERİN EBEDİ YURDU

CEHENNEM

Cehennem; kötülerin iyilerden ayrılıp bir araya toplandıkları mekân...

Cehennem; ruhlar aleminde Rablerine söz verdikten sonra Rableriyle aralarına değişik ilahlar koyup onlara tapanların bir araya geldikleri mekân...

Cehennem; dünyada zulüm ekenlerin karşılığında ateş biçecekleri bir mekân...

Cehennem; niçin yaratıldıklarının farkına varamayıp odun gibi yaşayan insanların ateşle ısınacakları mekân...

Cehennem; tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını yiyenlerin, yediklerini kusacağı bir mekân...

Cehennem; zayıf ve Allah’a muhtaç olarak fakir yaratıldığını unutarak gururlanıp büyüklenenlerin küçülecekleri bir mekân...

Cehennem; öldükten sonra toprak olup tekrar diriltilip hesap verileceğine inanmayanların yakinen görüp de yanacakları bir mekân...

Cehennem; Allah-u Teala’ya inanmayıp koymuş olduğu kanunlar dışında kanunlar çıkarıp Allah’ın dinine meydan okuyanların, Allah-u Teala’nın kanunları dahilinde yanarak ders alacakları bir mekân.

 

 

1. CEHENNEMİN TASVİRİa

“Ey iman edenler! Kendinizi, çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı insanlar ve taşlardır; görevlileri, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyrulanları yerine getiren pek haşin meleklerdir.”138

Mü’minin kendisi ve ailesi hakkındaki sorumluluğu, ağır ve müthiş bir sorumluluktur. Kendisi ve ailesi ateşe hedef bir vaziyette cehennemle karşı karşıyadır. Mü’minin (daha burada iken), kendisi ve ailesi ile orada bekleyen cehennemin arasına bir engel koyması gerekir.

Ateş, korkunç ve çılgındır. Yakacağı, insanlar ve taşlardır. Orada insanlar, taşlarla eşittir. İtibarsız ve önemsiz taşların değersizliğinde, taşların ucuzluğundadır. Cehenneme atılma bakımından da taşlar gibidir. Taşlarla yakılan şu cehennem ne korkunç ateştir! İnsanları horluk ve hakirlik azabının şiddetlisine toplayan şu cehennemin azabı ne kadar çetindir. Onda bulunan ve onunla ilgili olan her şey korkunçtur, dehşetlidir. Üzerinde görevli haşin ve çetin melekler vardır. Onların huyları, görevli bulundukları azabın tabiatıyla mütenasibdir. O meleklerin hususiyetlerinden birisi, kendilerine emrettiği hususda Allah’a itaat etmeleridir. Aynı şekilde bir özellikleri de memur oldukları görevi yerine getirecek güçte olmalarıdır. Onlar bu huşûnet ve şiddetleriyle, bu şiddetli ve galiz ateşe görevlendirilmişlerdir.

Ebu Hureyre’den (r.a) rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

- “... Yaktığınız şu ateşiniz, cehennem ateşinin yetmiş cüz’ünden bir cüzdür.”

-  “Ya Rasûlallah! Vallahi (böyle) olsaydı bile (azaba) yeterdi” dediler.

- “... Cehennem (bu) ateşin üzerine, altmış dokuz derece daha fazla kılındı. Her birinin harareti, dünya ateşinin harareti gibidir.”  buyurdu.139

Yine Ebu Hureyre’den (r.a): Nebi (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Mescitte yüz bin yahut daha fazla cemaat olsaydı sonra da cehennem ehlinden bir adam solusaydı, (gene de) onların hepsini yakardı.”140

Halid bin Umeyr’den rivayet edilmiştir:

Utbe bin Gazvan (r.a) hitab edip şöyle dedi:”Cehennemin ağzından cehenneme bir taş atılsa, yetmiş yıl oraya düşer de dibine ulaşamaz, diye bize haber verildi. Vallahi sen (insan) orayı mutlaka dolduracaksın.”141

Ebu Hureyre’den (r.a) rivayet edilmiştir:

“Peygamberin (s.a.v) (bir kere) yanında idik. (Yüksek yerden düşen) bir ses işittik de Peygamber (s.a.v):

- “... Biliyor musunuz bu nedir?”  dedi. Biz:

-  “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir” dedik. Buyurdu ki:

- “ ... Bu, Allah’ın yetmiş yıldan beri cehenneme saldığı bir taşdır. Dibine şimdi ulaştı.”142

Ebu Saidi’l-Hudri’den (r.a), Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Cehennem demirinden bir tokmak yeryüzüne konulsaydı da insanlar ve cinler onu (kaldırmak) için toplansaydılar, onu yerinden oynatamazlardı.”143

O halde mü’mine, kendisini ve ailesini bu ateşten korumak düşer. Fırsat elden kaçmadan, tevbe ve özür fayda verirken, mü’minin o ateşle, ailesi arasına hâil olması gerekir. Bu sözler, gerçekten, gelmesi yakın olan şiddetli azap düşüncesinin dokunuşlarıdır. Kulak verip dinleyenleri kurtarmak için, kendisinden önce, uyarıcı peygamber gelip geçmiştir. “O çetin bir azabın öncesinde, size bir uyarıcıdan başkası değildir.”144

Kulak vereni uyarmak ve sakındırmak için... Tıpkı bir evde çıkan yangından, kaçmayanların içinde (habersizce) tutuşmak üzere olduklarını haber verip uyaran gaibden bir ses gibi...

İşte cehennem budur! Onun hakkında bu bilgiler yeter. Yakacağı insanlar ve taşlardır. O cehennem ki, içerisine azgınlar ve iblisin askerleri topluca yüzü koyun yuvarlanırlar. Ateşi kalblere işleyen, Hutame olan cehennem! İnsanların bedeninde et bırakmayıp kemik koymayan cehennem! Öfkesinden neredeyse çatlayacak olan cehennem!

Azgınlar da sınıf sınıf, derece derecedir. Azgınlık çeşit çeşit ve türlü türlüdür.”Cehennem o azgınların hepsinin buluşma yeridir. Onun yedi kapısı vardır. Her kapıya onlardan bir bölüm ayrılmıştır.”145 Her kapıya o azgınlardan bir miktar, nasıl olduklarına ve ne yaptıklarına göre, bölünüp ayrılmışlardır. Cehennem onları her taraftan kuşatır da onlardan hiç kimse kurtulamaz. “... Biz cehennemi kâfirler için (kuşatıcı) bir zindan yaptık.”146 Cehennem onları tamamen kaplar da, hiç kimse dışarda kalmaz.“O gün cehenneme, ‘Doldun mu?’ diyeceğiz. O ‘daha var mı?’ diyecek.”147

Bu soru ve cevapla acaib ve müthiş bir manzara tecelli edecek. İşte her inatçı kâfirin durumu budur. Onlar bir biri arkasına cehenneme atılan ve küme küme birbirine giren kalabalıklardır. Sonra cehenneme “Doldun mu, yeter mi?” diye seslenilecek de o, geviş getirir gibi dilini çıkarıp hareket ettiren aç gözlü oburun dolgun avurduyla: “daha yok mu?” diyecektir. O cehennem, ne korkunç musibettir.

Enes’ten (r.a) rivayet edilmiştir: Dedi ki: Rasûlullah (s.a.v):”Yakacağı, insanlar ve taşlardır”  âyetini okudu da:”Cehennem kızarıncaya  kadar bin sene tutuşturuldu, ak kor haline gelinceye kadar bin sene, kararıncaya kadar bin sene yakıldı. Cehennemin ateşi, kapkara ve karanlıktır. Harareti sönmez.”  buyurdu.148

Dünya ateşini biliyoruz. Ya ahiret ateşi nasıldır? ½iddetinde ve müddetinde o ateş nerede, bu ateş nerede? Dünyadaki ateşi halk yakar. Ahiretteki ateşi Allah yakar. Dünya ateşi belirli bir zaman içindir ve nihayet söner. Ahiret ateşi ise, ancak Allah’ın bilebileceği ebedler boyuncadır. Bu da ahiret ateşiyle birlikte Allah’ın gazabı vardır. Yerilmiş, aşağılık zor bir durum vardır. Biz ancak ahiret yangınını, Rasûlullah’ın (s.a.v) sakındırıp korkuttuğu hadislerinden düşünebiliyoruz

Enes bin Malik’ten (r.a) rivayet edilmiştir:

Peygamber (s.a.v) Cibril’e:

- “Niçin Mikail’i hiç gülerken görmüyorum?”  dedi. Cebrail:

-  O, cehennem yaratıldığından beri hiç gülmedi” dedi.

İşte cehennem budur. Bir şey bırakmayıp terk etmeyen cehennem... “(Geride bir şey) komaz, bırakmaz (her şeyi yakıp yok eder.) Durmadan derileri kavurur.”149 İşte bu cehennem tam olarak siler süpürür, iyice yutar ve mahveder. Ona bir şey karşı duramaz. Arkasında bir şey bırakmaz. Hiçbir şey ondan üste çıkamaz. Bu gerçekten korkunç bir tehdittir... O cehennem idrak edilemeyecek kadar büyük ve korkunçtur.

Ebu Hureyre’den Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Cenab-ı Allah cenneti ve cehennemi yarattığı zaman, Cibril’i cennete gönderdi ve:

- “Oraya ve orada cennetliklere hazırladığım şeylere bak.”  buyurdu. Peygamberimiz şöyle devam etti:”Cibril de gelip oraya ve cennetlikler için Allah’ın orada hazırladıklarına baktı ve Cenab-ı Allah’a dönüp:

- “İzzetine yemin olsun ki, orayı işiten herkes oraya girer.” dedi. Bunun üzerine cennete emredildi de orası, zorluklarla kuşatıldı. Bunun üzerine Cenab-ı Allah (tekrar):

- “Dön (git) oraya. Cennetliklere orada neler hazırladığıma bak.” dedi. Cebrail oraya (tekrar) döndü, bir de baktı ki orası zorluklarla kuşatılmıştır. Allah Teala’ya (tekrar dönüp):

- “İzzetine yemin ederim ki, oraya hiç kimsenin giremeyeceğinden korktum.” dedi. Yüce Allah:

- “Cehennem’e git, oraya ve orada cehennemliklere neler hazırladığıma bak.” dedi. Cebrail de gidip cehenneme baktı ki orası birbirine giriyor. Cenab-ı Allah’a dönüp:

- “İzzetine yemin olsun  ki, orayı işiten hiç kimse oraya girmez” dedi.

Bunun üzerine Cehenneme emredildi de orası şehvetlerle kuşatıldı. Cenab-ı Allah (tekrar):

- “Oraya dön.” dedi. Oraya döndü ve:

- “İzzetine yemin ederim ki, hiç kimsenin oraya girmekten kurtulamayacağından korktum.” dedi.150

Cehennemin sahiplerine gelince:”Biz cehennemin adamlarını hep melekler yaptık. Onların sayısını da inkar edenler için bir imtihan kıldık...”151

Onlar işte bu görünmeyen acaip yaratıklardandır ki, onların tabiat ve kuvvetini Allah’tan başka kimse bilmez. Onlar hakkında Cenab-ı Allah bize, “Allah’a isyan etmezler.” buyurdu...  Onların, Allah’ın kendilerine emrettiklerine itaat ettiklerini ve O’nun emrettiklerini yapmaya muktedir olduklarını bildirdi. Öyleyse onlar, kendilerine gerekli kuvvetle donatılmışlardır. “Emredildiklerini yaparlar.”152

Allah’ın, kendilerini yapmakla mükellef tuttuklarına güç yetirecek kuvvet ve enerji ile teçhiz edilmişlerdir.

½üphesiz ki şu Kur’ân uyarır ve hatırlatır. O halde kim dilerse, hatırlar ve öğüt alır. Kim de dilemezse, artık o kendi haliyle baş başadır. Yani o artık seçtiği cennet ve şeref veya cehennem ve aşağılıkla baş başa kalacaktır.

 

CEHENNEMLİKLER

“Rablerini inkar edenler için cehennem azabı vardır. Ne kötü gidilecek yerdir o! Oraya atıldıkları zaman onun öfkeli homurtusunu işitirler; kaynıyor; az daha öfkeden çatlayacaktır.”153

Cehennem el’an yaratılmıştır, öfkesini saklamaktadır. O kaynamakta iken homurtu içerisinde solumaları yükselecektir. Sanki kaburgalarını öfke dolduran birisi gibi sıkılan öfkeden nerdeyse çatlayacaktır. Kâfirlere olan kızgınlık ve gayzının son haddine varan kin ve sıkıntıyla kıvranacaktır.

Cehennemin bekçilerine açıktan bir göz atıyoruz;

“Her topluluk onun içine atıldıkça, onun bekçileri, onlara “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” diye soracaklar. Onlar: “Evet bize uyarıcı (peygamber) geldi; ama biz yalanladık ve “Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz dedik” diyecekler. Ve (yine): “Eğer biz onların sözlerini  dinleseydik, yahut düşünüp anlasaydık, şu çılgın cehennem halkı arasında bulunmazdık” diyecekler.”154

Buradaki, cehennem bekçilerinin sorularının, kınama ve terzil makamında sorulmuş bir soru olduğu gayet açıktır. Onlar da gayz ve öfke hususunda cehennemle ortaktırlar. Aynı şekilde azap verme hususunda da cehennemle ortaktırlar. Halbuki üzüntülü ve darda kalmış kimsenin kınanma ve rezil edilmesinden daha acı bir şey yoktur! Cevapları, küçüklük ve kırıklık içerisinde, ahmaklık ve gafleti itiraftan başka bir şey değildir... Çünkü işiten ve düşünen kimse, nefsini o kötü varış yerine götürmez. O ahmakların onu inkar ettikleri gibi ahireti inkar etmez. Sonra şu söz, inanmadıkları ve vukuunu tasdik etmedikleri o durakta günahlarını itiraf ettikten sonra, Allah’ın kendilerine olan bedduasıdır. “Günahlarını itiraf ettiler. (Bırak) o çılgın ateş halkı (Allah’ın) rahmetinden uzak olsunlar.”155

“And olsun ki, cehennem için de, bir çok cin ve insan yarattık; onların kalbleri vardır; ama anlamazlar, gözleri vardır; ama görmezler, kulakları vardır; ama dinlemezler. İşte bunlar hayvanlar gibi, hattâ daha da şaşkındırlar. İşte bunlar gafillerdir.”156

Yüce Allah (c.c) bu psikolojik durumun adeta gözle görülür bir tablosunu çizer. Onları, sanki boyunlarına demir halkalar takılmış ve cebren bakmaktan engellenmiş, çeşitli maniler ve setlerle, kendileriyle iman ve hidayetin arası engellenmiş ve gözlerine perde çekilmiş de artık göremez olmuş kimseler gibi tasvir edip canlandırır. “Boyunlarına, çenelerine kadar varan demir halkalar geçirmişizdir, bunun için başları yukarı kalkıktır. Önlerine ve arkalarına sed çekmişizdir. Gözlerini perdelediğimizden artık göremezler.”157

Onların elleri çenelerinin altına konulmuş ve boyunlarına bağlanmış gibidir. Bundan dolayı başları zoraki olarak yukarı kalkıktır. Adeta, bu sebepten önlerine bakamazlar! Önlerinde ve arkalarında bulunan sedden dolayı, kendileriyle hak ve hidayet arasına mani konulmuşa benzerler. Bağları gevşetilse bile, bu sedler yüzünden, gözleri yine göremez. Çünkü görüş yolu onlara tıkanmış ve gözleri körlükle perdelenmiştir.

Bu maddî tablonun şiddet ve katılığına rağmen insan, bazan bunun gibi birtakım insanlarla karşılaşır ve kendisine öyle gelir ki onlar, açık hakikati görmüyorlar. Kendileriyle hakikat arasında böyle katı bir engel bulunduğunu anlamazlar. Gerçek şudur ki, ellerde o bukağılar olmasa, kafaları yukarı kalkık tutulmaya zorlanmış olmasa bile, onların ruhları ve basiretleri, aynı şekilde, sanki cebren, hidayete kapanmış haktan ve hakikatten tamamen çevrilmiştir. Onlarla hidayet yolunun arasında, hem bu yönden, hem o yönden bir sed vardır.

Aynı şekilde Allah (c.c) onları kendilerinde hayat eseri bulunmayan ölüler, kulakları bulunmayan sağırlar ve yol bulamayan körler olarak tasvir eder.

“Sen ölülere şüphesiz ki işittiremezsin; dönüp giden sağırlara da çağrıyı duyuramazsın. Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola döndüremezsin; ancak âyetlerimize inananlara sen duyurabilirsin; işte onlar müslümandır.”158

Duygusu varlıktan kopup ayrılan ve bu  yüzden, onun kanun ve kurallarını idrak edemeyen kimse, kendisinde hayat bulunmayan bir ölü demektir. Onun hayatı ancak hayvanî bir hayattır. Hattâ daha aşağı ve daha düşük bir hayattır. Çünkü hayvan, kendisine pek az hıyanet eden fıtrî sevkiyle yönlendirilmektedir. Kalblere nüfuz eden hakimiyetin sahibi olan Allah’ın âyetlerini görmeyen, hayvan gibi iki gözü olsa bile kördür!

Kur’ân’ın harika anlatımı, manevi psikolojik durumu, kalb donukluğunu, ruh sönüklüğünü, his aptallığını ve duygu zayıflığını canlı ve hareketli bir şekil olarak resmeder.

“Sen ölülere şüphesiz ki işittiremezsin; dönüp giden sağırlara da çağrıyı duyuramazsın. Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola döndüremezsin; sen ancak âyetlerimize inananlara duyurabilirsin; işte onlar müslümandır.”159

Kur’ân bir kere onları ölüler şekline sokuyor. Peygamber (s.a.v) onları davet ederken onlar o daveti işitmezlerdi. Çünkü ölüler hissetmezler. Kur’ân onları körlükleri içinde gezen körler şeklinde tasvir eder. Onlar, görmez oldukları için, doğru yolun rehberini de göremezler.

Mü’minlere gelince onlar, diridirler, işitirler ve görürler.”Sen ancak, âyetlerimize inananlara duyurabilirsin. İşte onlar müslümanlardır.”160

Sen ancak hayatla, işitme ve görmeyle Allah’ın âyetlerini telakki için kalbleri hazır olanlara dinletebilirsin. Hayat alameti şuûrdur, duygudur. İşitme ve görme aleti, işitip gördüğünden istifade etmedir.

Gerçekten İslam sade ve açıktır. Bozulmamış fıtrata yakındır. Selim fıtrat kabul etmek için onu nerdeyse kendiliğinden tanır.

Üsame bin Zeyd’den (r.a) Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Kıyamet günü alim getirilir ve ateşe atılır. Cehennemde onun bağırsakları derhal karnından dışarı çıkar. Müteakiben o, bağırsaklarının etrafında, değirmen eşeğinin döndüğü gibi döner. Cehennem ehli onun etrafını kuşatıp ona:

- “Sana ne oluyor?” derler. O da:

- “Ben iyiliği emreder, kendim yapmazdım ve kötülüğü nehyeder de onu kendim yapardım” diye cevap verir.”161

Gerçek şudur ki Kur’ân âyetleri, azabla karşılaşmadan önce, gafil kalblerin uyanması için cehennemden ve cehennemin ateşinden korkutur.”Sizi ben alev saçan ateşe karşı uyardım.”162 ½u çılgın ateşten... Ateşe girdikten sonra zorluk, sıkıntı, meşakkat ve bedbahtlık olmaz mı? “Biz sizi yakın bir azabdan korkuttuk.”163 Uzak değil. Öyleyse cehennem işte gördüğünüz şekilde sizi gözetleyip beklemektedir. Tüm dünya kısa bir yolculuktan ve kısa bir ömürden ibarettir! Bu bir korku azabıdır, kâfire, yokluğu varlığa tercih ettirir.”O gün kişi, ellerinin (yapıp) öne sürdüğü işlere bakar ve kâfir: “Keşke ben, (daha önce) toprak olsaydım” der.”164

O bunu darda kalmış ve kederli iken söyler. Bu ifade, korku ve pişmanlık havası veren bir ifadedir. O kadar ki bir insani varlık yok olmayı ve atılan değersiz bir varlığa dönüşmeyi temenni ediyor. O, korkulu ve sıkıntılı bu durumla karşılaşmaktansa bu hale dönüşmeyi daha hafif görür.

Gerçekten insan, bu dünyada ve onun şu sayılı günlerinde gülebilmektedir. ½üphe yok ki bu ahirette bir ağlama demektir. Rabbinin katındaki bir gün, sizin dünyada saydıklarınızdan bin sene gibidir... “Öyleyse onlar kazandıklarının cezası olarak az gülsünler ve çok ağlasınlar.”165

 

CEHENNEMDEKİ İNSANIN HALLERİ

“½üphesiz ki âyetlerimizi inkar eden  kâfirleri yarın ateşe atacağız. Derileri piştikçe, azabı duysunlar diye, kendilerine değiştirecek başka deriler vereceğiz. Çünkü Allah gerçekten Aziz’dir, Hakim’dir-hükmünde hikmet sahibidir.”166

İşte bu cehennemdir, sahne arkasında sahnedir. Korkunç, yürekler hoplatıcı ve acıklı sahneler!... İşte bu kuvvetli ve aziz olan Allah’ın azabıdır. Bu azabı -Allah korusun- tadandan başkası tasavvur edemez.”O gün Allah’ın (edeceği) azabı hiç kimse edemez. Onun (vuracağı) bağı kimse vuramaz.”167

Peygamber (s.a.v) hadisiyle tasvir ettiği gibi cehennemde en hafif azap şudur:

“Kıyamet gününde cehennem ehlinin azap cihetiyle en hafif ceza göreni o kimsedir ki, onun iki ayağı altının çukurlarına iki ateş parçası konulacak, bunların tesiriyle onun beyni, kumkuma ile bakır tencere gibi kaynayacaktır.”168

Peygamber’in (s.a.v) sözü de bunun gibidir:

“Cehennem ehlinin azap bakımından en hafif olanı, ayakkabıları ve ayakkabılarının tasmaları ateşten olan kimsedir. Onlardan dolayı (tepesinde) beyni kazan gibi kaynar. Cehennemliklerin o azabı, en hafif olanı olduğu halde, azabı kendisinden daha şiddetli olan bir kimse (olacağını) bilmez (düşünemez).”

Öyle musibet ki...”Derileri piştikçe, azabı duysunlar diye, kendilerine, değiştirerek başka deriler vereceğiz.”169 buyrulan kimselerin hali nasıl olacak? Gerçekten bu gözler önüne dikilen ve tekrarlanan bir tablodur. Hayale de dikilir ve ondan ayrılamaz. Öyle bir korkudur ki onun esir alıcı, ezici bir cazibesi vardır!

Kur’ân şüphesiz onu çetin ve korkunç bir tablo halinde resmeder. “Derileri her ne zaman pişse.”  Onu hayret verici ve alışılmışın dışında resmeder. “Onların derilerini başkasıyla değiştiririz.” İman sebepleri hazır edilmiş olduğu halde inkar etmenin cezası işte budur ve uygun bir cezadır.

Tutuşan çılgın ateş... Azab gören, kızartılan, pişirilen deriler, piştikçe değiştirilirler. Yeniden yanmak ve yeniden acı duymak için. Bu, gerçekten üzüntülü, acı bir tablodur. Elbiselerinin ateşten olduğu ve o ateşin etlerini ve derilerini eritip akıttığı zaman bu, o kâfirlerin manzarasıdır. “İşte o kâfir olanlar için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bu kaynar su ile karınlarında olan şeyler ve derileri eritilir. Onlar için, bir de demirden kamçılar var. Her ne zaman ateşten, onun ızdırabından çıkmak isterlerse, yine içine döndürülürler ve onlara: Haydi tadın yangın azabını denir.”170

Bu hakikaten çetin ve gürültülü bir manzaradır. ½unlar, kesilip biçilen ateşten elbiselerdir. Bu da, başlar üzerinden dökülen kaynar sudur. Onunla karınlardakiler ve başlara döküldüğü sırada deriler yakılır, eritilir. ½u berikiler de ateşin ısıttığı demirden kırbaçlardır. Bu ise, şiddetlenen azaptır. Takatleri aşar. İnkar edenler, alevden, kaynar sudan ve acıtıcı dayaktan uyanır ve o gamdan çıkmaya yeltenirler. İşte onlar şiddetle geri çevrilirler. Azar işitirler. Tadın yangın azabını...

Onlar için cehennemde bir döşek vardır, fakat onda rahat yoktur. Çünkü orası cehennemdir. “Ne kötü döşektir.”  Orada onların sıcak bir içeceği ve kusmuktan yiyeceği vardır. Bir de cehennemliklerden sızıp akan irin. Yahut da onlar için bu azap cinsinden başka çeşitler vardır. “Bu böyledir. Azgınların dönüp varacağı yer ise, muhakkak ki fena bir yerdir. Cehenneme, oraya girecekler. O ne kötü bir döşektir!... İşte bu kâfirlere... Artık tatsınlar kaynar sudan ve irinden ibaret cehennem azabını... O azap şeklinden başkası da var: Çifte çifte (türlü türlü) acılar.”171

Sonra cehennem ehlinden o azgınların sahnesi. Dünyada onlar birbirleriyle sevişiyorlardı. Bugün ise onlar, birbirlerini beğenmezler ve birbirlerini ayıplarlar.

“İşte sizinle birlikte cehenneme giren güruh. Onlar rahatlık yüzü görmesinler; ateşe girmeye hak kazanmışlardır. (Yardakçılar elebaşlarına şöyle) derler: Hayır asıl siz rahatlık görmeyin. Bu azabı bizim önümüze siz getirdiniz. Bakın ne kötü karargâh! “Ey Rabbimiz bu azabı bizim önümüze kim getirdi ise, onun ateşteki azabını kat kat arttır.”172

İşte onlar, grup grup ateşe girerler. İşte onlar birbirlerine “İşte sizinle birlikte cehenneme giren güruh”  diyenlerdir... Öyleyse cevap ne oluyor? Cevap infial ve öfke içerisinde: “Onlar rahatlık görmesinler, çünkü ateşe girmeye hak kazanmışlardır”  şeklinde olur. Peki sövülenler susacaklar mı? Hayır onlar da cevap vereceklerdir: “Bilakis, siz rahatlık görmeyin.”  Kesinlikle bu azaba siz sebep olmuştunuz. Çünkü o bir bedduadır ki içerisinde kızgınlık, dargınlık ve intikam vardır. “Rabbimiz! Bunu kim başımıza getirdiyse, ateşte onun azabını kat kat arttır.” derler.”173

½üphesiz biz, burada, arkadaşlarının kendilerine süsleyerek teşvik ettikleri aldanmışların öfkesini buluyoruz.”O kâfir olanlar (cehennemde) şöyle diyeceklerdir: ‘Ey Rabbimiz! Cin ve insanlardan bizi yoldan çıkaran şeytanları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım, en aşağı düşenlerden olsunlar.”174 Bu hakikaten yaman bir öfkedir ve intikam kızgınlığıdır. Bu, dünyadaki sevişme, dostluk, vesvese ve yaldızlamadan sonra ortaya çıkan bir neticedir.

İşte bu cehennemde insanlar dağlanacak, yanacak ve azaba tutulacaklardır. “O gün onlar ateş üzerinde kavrulup yakılacaklar.”175 O zor durumda bir de onlara elemli bir azar vardır: “Tadın azabınızı! Bu (azap, dünyada iken) acele istediğiniz.”176 Bu azap da mı sihir? Yoksa görmüyor musunuz? Girin oraya (cehenneme)! İster azabına sabredin, ister etmeyin, artık hepsi bir... Hep yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.”177

 

CEHENNEMLİKLERİN ½EKİL, SURET VE HÂLLERİ

Kıyamet haberi Kur’ân’ın tekrar edilen bir haberidir. O haberle Kur’ân, ümidi, murakabeyi ve bekleyişi harekete geçirdiği gibi, aynı zaman da hassas vicdanlarda, takva, haşyet ve korkunun coşması için, kıyametle öğüt verir, korkutur ve müjdeler. Bundan dolayı kalbleri diri tutar da onlar sönmez ve gafil olmaz.

“(Ey Rasûlüm! Bütün insanları dehşeti ile) kaplayacak olan kıyametin haberi muhakkak ki sana gelmiştir. Birtakım yüzler vardır ki o gün zelildir; çalışmış, fakat boşuna yorulmuştur. Kızgın ateşe girerler.”178

Orada o gün zillet içinde, boyun bükmüş, yorgun ve işleri sarpa sarmış yüzler vardır. Çalışmış, yorulmuş; fakat çalışmasını beğenmemiş ve sonuçtan memnun olmamıştır. Sadece vebal ve ziyan bulmuştur da orada acısı, zorluğu ve yorgunluğu artmıştır. Dünya ve onun istekleri için yorulmuş, sonra da çalışma ve meşakkatinin sonucunu bulmuştur. Ahirette de onu azaba götüren bir karalık olarak bulmuştur. O yüzlerin sahipleri, sonunda, zelil, zorluğa çatmış, helak olmuş ve ümidini yitirmiş kimsenin karşılaştığı gibi karşılaşırlar. O, bu zillet, zorluk, eziyet ve acıyla birlikte bir de tadıp katlanacağı bir ateşe girecektir.

“½üphe yok ki günahkarlar (dünyada) sapıklık ve (ahirette) çılgın ateşler içindedirler. O gün onlar yüzleri üstü ateşe sürüklenirler. (Onlara) “Tadın cehennemin dokunuşunu” (denilir.)”179

Sapıklıkta akıllar ve ruhlar azap görür. Çılgın ateşte de deriler ve vücutlar kavrulur. Onlar dünyada kuvvetle övünmelerine ve kibirlenmelerine mukabil, şiddet ve tahkir içerisinde cehennemde yüzlerinin üstüne sürüklenirler. Onların bu halde, kendi içlerinden bir bilgi ile, azabları ziyadeleşir... “Tadın cehennemin dokunuşunu!” İşte o günahkarlar, horluk içerisinde yüzleri üstü ateşe sürüklenirler. Dünyada da sapıklık içindedirler. Çılgın azaba sokuldukları gibi, aynı zamanda başa kakma ve azarla eza görürler. İşte bu cehennem gördüğünüz gibi mevcuttur, gösterilmiştir. “İşte bu, suçluların yalanladığı cehennemdir! Onunla kaynar su arasında dolaşırlar.”180

Orası sanki ateşte pişmiş yemek gibi son derece sıcaktır! Onlar şu akıcı kaynar suyun arasında gider gelirler. Bakınız, şimdi onlar dolaşıyorlar...

Hava kavurucu sıcaktır. İnsanın derilerinin gözeneklerine işler ve vücutları kavurur. Su ise, son derece sıcaktır, ne serinletir ve ne de susuzluğu giderir. “Solun adamları (amel defterleri, sol tarafından verilenler), nedir o solcular! Delikçiklere işleyen bir ateş ve kaynar su içinde kara dumandan bir gölge altındaki ne serindir, ne faydalı.”181 Orada bir gölge vardır. Kara dumandan bir gölge. Yalayıcı ve boğucu dumanın gölgesi... ½üphe yok ki bu, alay ve eğlence manasıyla gölgedir. Bir gölge ki ne serinletir ve ne fayda verir. Hiçbir esintisi ve serinliği olmayan sıcak sıcak bir gölge. O aynı zamanda kurudur, kendisine gelenlere rahat ve ferahlık vermez. ½u sıkıntı ve darlık, hep uygun bir cezadır. “Çünkü onlar bundan önce varlık içinde şımartılmışlardı.”182 ½ımarıklara bu sıkıntı ne acıdır!

Elbette bu uygun bir cezadır. Muhakkak biz, yalancı günahkârların, acı bir azar ve sert bir ihtar içinde azaba giden yolu tutmaları için o korkunç durumlarını nerdeyse işitecek gibiyiz. “Haydi yalanladığınız (azap)a gidin! Bir gölgeye gidin ki üç dallıdır. (Cehennem dumanından oluşan bu gölge), ne gölgelendirir, ne de alevden korur. O saray gibi kıvılcım(lar) saçar. (Saçtığı) kıvılcım, sanki sarı bir devedir. (Hakkı) yalan sayanların vay haline o gün!”183

Uzun hüküm gününde rehin alınıp hapsedildikten sonra serbest olarak gidecekler, ama nereye? Bu bir serbest bırakılıştır ki, rehin tutulmak ondan hayırlıdır. İşte ey insanlar, bu durum önünüzde hazır görülüyor. İşte üç çatallı dilleri uzanan cehennem dumanının gölgesi! Ama öyle bir gölgedir ki o, alev ondan iyidir. O, şüphe yok, boğucu, sıcak ve yalayıcı bir dumandır. Onun gölge diye adlandırılması alay etmek içindir... Gİdiniz! Nereye gideceğinizi biliyorsunuz! Gideceğiniz şeyi tanıyorsunuz... Cehenneme!... Saraylar büyüklüğünde birbirini takip eden kıvılcımlar... Birbiri arkasına gelince onlar, bir orada, bir şurada otlan sarı develer gibi görünürler. Kıvılcımların çıktığı ateşin kendisi nasıldır acaba? Bir düşünmeli...

Onları zillet sarar, onlara aşağılık siner ve onları hakaret hüzünlendirir: “Kötü işler yapanlara da (yaptıkları) kötülüğün aynen cezası verilir. Onların yüzlerini bir zillet kaplar. Onları Allah’tan kurtaracak hiç kimse yoktur. Sanki yüzleri, karanlık geceden parçalara bürünmüştür. İşte onlar da ateş halkıdır, hep orada kalacaklardır.”184

Ayet, kederli, tutkun ve korkulu kimsenin yüzünü kaplayan psikolojik karanlık ve kederin adeta fiziki bir şeklini resmeder. Sanki karanlık geceden alınıp örtüler kesilip biçilmiş de o örtülerle bu yüzler bürünmüş gibidir. İşte böylece bütün havayı zifiri bir karanlık, gecenin karanlıklarından bir karanlık ve onun dehşetinden bir dehşet kaplar da bu yüzler orada şu simsiyah gecenin örtüleriyle örtülür.

Orada ziyan içerisinde ziyan vardır. Kişiyi cehenneme ve hüsrana götüren ziyan vardır. “De ki: Hakikat hüsrana düşenler, kıyamet günü kendilerini de mensublarını da hüsrana uğratanlardır. Dikkat et ki bu, apaçık hüsranın ta kendisidir. Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında (ateşten) tabakalar vardır. İşte Allah kullarını bununla korkutuyor. Ey kullarım, benden korkun.”185

O hakkıyla korkunç bir manzaradır. Öyle bir durumdaki ateş manzarası ki, üstünden gölgesi ve altından gölgeleri var. Onlar, bu kendilerini sarıp dolayan zifiri karanlığın tabakaları arasındadırlar. İşte bunlar ateşten görüntülerdir. Gerçekten korkunç görüntüler! Onları, Cenab-ı Allah, daha dünyada iken kullarının gözleri önüne seriyor ki, onlar kendilerini, oraya giden yoldan uzaklaştırabilsinler. Yine belki onlar, sakınırlar diye, o sonuçtan korkutuyor.

 

Allah (c.c) kâfirleri rahmetinden kovmuştur. Onlara çılgınca tutuşturulmuş bir ateş açıklamıştır. İşte o hazırdır ve mevcuttur.  “Allah kâfirlere lanet etmiş ve onlar için çılgın bir ateş hazırlamıştır. Orada ebedi olarak kalacaklar; (kendilerini koruyacak) ne bir dost, ne de bir yardımcı bulamayacaklardır. Yüzleri ateşte (pişirilip) çevrildiği gün derler ki: “Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, peygambere itaat etseydik! Ve diyecekler ki: “Rabbimiz, biz başkanlarımıza ve büyüklerimize uyduk da bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz, onlara azaptan iki kat ver ve onlara büyük bir lanet eyle.”186

İşte uzun zaman, müddetini Allah’tan başkasının bilemeyeceği, Allah’ın ilmince sonsuz zaman -ki Allah’ın dilediği kadardır- içerisinde kalacak oldukları hazırlanıp getirilmiş cehennem. Onlar her türlü yardımcıdan uzak ve mahrum bir haldedirler. Bir dostun ve bir  yardımcının yardımıyla bu çılgın ateşten kurtulmak için hiçbir ümitleri yoktur! O gün onların yüzleri ateşte evrilir çevrilir. Ateş her taraftan onları sarmıştır. Cezalandırmada bir üstelik olması için, yüzlerinin her safhasına, her noktasına ulaşmaya hırslıdır o ateş!... “Keşke biz” diyecekler. Bu yersiz, kabul görmeyecek, boşuna bir temennidir. Fırsatlar kaçmıştır. O, sadece, olanlara karşı bir pişmanlıktan ibarettir. Çünkü bu, aklı zayıflatıp şaşırtan, iradeyi felç eden, bekleme ve tehir müddetlerinden kendilerini mahrum eden bir akıbettir.

“O inkar edenler yüzlerinden ve arkalarından (saran) ateşi hiçbir suretle men edemeyecekleri, kendilerinin yardım da görmeyecekleri zamanı bir bilse(ler)di. Belki (bu) onlara, ansızın gelecek te kendilerini şaşırtacaktır. Artık onu redde muktedir olamayacaklar(ı gibi) onlara mühlet de verilmeyecektir.”187

İşte o kızdırılan ve kızartılan ateştir. İşte hazırlanıp getirilmiştir. Acıklı azap başlasın... “Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda sarf etmeyen kimseler var ya, işte onlara acı bir azabı müjdele. Kıyamette, o biriktirilen altın ve gümüşlerin üzerleri cehennem       ateşinde kızdırılacak da, bu mal toplayanların alınları, yanları ve sırtları bunlarla dağlanacak ve onlara şöyle denecektir: “İşte bu, nefisleriniz için kasalara tıkıp sakladıklarınız! Artık yığdıklarınızın acısını tadın bakalım...”188

İşte dağlanan alınlar! Andolsun ki, alınların dağlanması operasyonu bitmiştir. Böğürlere dolandırılsın! İşte yanlar dağlanıyor! Bu işlem de tamamlanmıştır. Sırtlarına dolandırılsın! İşte sırtlar da dağlanıyor. Bunu da azarlama, kınama ve rezil etme takib eder. Zaten o, bizzat zillet için biriktirdiklerinizdir. Azabın bu çeşit bir vasıtasına dönüşmüştür. “Tadınız biriktirdiklerinizin acısını!”  Gerçekten onun böğürlere, sırtlara ve alınlara dokunuşunu tadıyorsunuz!

Dikkat ediniz ki, o gerçekten yürekleri yerinden oynatan korkunç bir sahnedir. İşte onların ateşteki durumları budur! “Onlar için cehennemden bir döşek ve üstlerinden de (yine ateşten) örtüler vardır.”189 Onlar için altlarından cehennem ateşinden döşek -ki alay için döşek diye isimlendiriliyor. Çünkü o ne döşektir, ne yumuşaktır ve ne de rahatlık verir.- Onların üstlerinden de kendilerini kapatacak cehennem ateşinden örtüleri vardır!

İşte bu, gerçekten azap içinde bir küçük düşürme ve bir tahkirdir; sadece azap değil. “Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde sürükleneceklerdir.”190

Bu hakaretle hayvanların ve vahşilerin sürüldüğü gibi sürükleneceklerdir. Neye saygı gösterilecek ki? Onlar, kesin olarak kendilerinden saygı ve değer elbisesini çıkarmışlardır. Azap ve hakaret içerisine çekilip sürüklendikten sonra, o dolaşım onları, bir kaynar suya ve ateşe götürür.

“Kaynar suda sonra da ateşte yakılacaklardır.”191 Köpeğin bağlanıp tasmalanması gibi bağlanıp hapsedilecekler. Yani onların yeri sıcak su ve yakılmış ateşle doldurulacaktır. Ancak bu neticeye varacaklar... Onlar bu aşağılatıcı azap içerisinde iken, kendilerine şu azarlama, kınama, zorluğa ve meşakkate uğratma sözü tevcih edilecektir. “Sonra onlara ortak koştuklarınız nerede? (Allah’tan başka taptıklarınız) denilecek.”192 Onlar da ümitsiz ve pişman bir halde, aldanışı ortaya çıkan aldanmış kimsenin cevap verişiyle cevap verirler ve “Bizden (uzaklaşıp) kayboldular; hayır, meğer biz önceden hiçbir şeye tapmamışız, (taptıklarımız hiçbir şey değilmiş!) diyecekler.”193 Andolsun ki, onların hepsi evham ve sapıklıklarmış. Onlara şu azar yöneltilir: “Bu (durum), sizin yeryüzünde haksız olarak şımarmanızdan ve aşırı derecede sevinip böbürlenmenizden ötürüdür. Cehennemin kapılarından girin, orada ebedi kalacaksınız. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!”194

Hey! İmdat!... Zincirler ve bukağılar içerisinde sürüklenmeler! Sıcak sular, alevli ateşler! Öyle görünüyor ki bunlar, cehenneme girmeden ve orada temelli kalmadan öncedir.

Akıl ve kalbin bukağılarının cezası, kıyamet gününde boyunlara vurulan bukağılar şeklinde görülecektir. “Eğer şaşacaksan, onların şu sözlerine şaşmak lazım: Biz toprak olduğumuz zaman mı, biz mi yeniden yaratılacağız?” İşte onlar, Rablerini inkar edenlerdir. Ve onlar, boyunlarında halkalar olan kimselerdir, onlar ateş halkıdır. Onlar orada  ebedi kalacaklardır.”195

Bu akıl bağı ile boyun bağını bir düzenlemedir ve ceza, içinde ebedi kalacakları halde ateştir. Onlar, Allah’ın kendisinden dolayı değer vereceği bütün dayanakları iptal etmiş ve baş aşağı dünyaya dalmışlardır. Artık onlar ahirette, dünya hayatlarından daha aşağı bir hayata yani baş aşağı bir akıbete yuvarlanacaklardır. Çünkü onlar dünya hayatını düşünce, şuur ve duygularını çalıştırmayarak yaşadılar.

Bundan dolayı Allah, kâfirler için, demir halkalarıyla ve zincirleriyle cehennemi hazırlamıştır. “Biz kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırlamışızdır.”196

Ayaklara zincirler, eller için kelepçeler!... Zincirlenmiş ve kelepçe vurulmuş olarak içerisine atılacakları alevlenen bir ateş!... Allah kâfirlerin azabını vücutlarının büyüklüğüne göre artırmıştır.

 

CEHENNEMLİKLERİN YİYECEKLERİ

“Doğrusu onun azabı sürekli ve acıdır. Orası şüphesiz kötü bir yer ve kötü bir duraktır.”197

O gün cehennem ağzını açacak ve ellerini açarak onları yutmaya davranacak, yakındakini ve uzaktakini yakalamaya yönelecektir. Çünkü onun azabı insanın yakasına yapışır ve sahibinden vazgeçmez, ondan ayrılmaz, onu ortadan kaldırmaz da... İşte bu durum onu korkunç ve feci  yapar. İnsanın ikamet edip duracağı cehennemden daha kötü yer var mıdır? Nerede duracak? Cehennemde... Nerde kalacak? Gece gündüz alev üzerinde evrilip çevrilecektir o. “(Ey Rasûlüm! Bütün insanların dehşeti ile) kaplayacak olan kıyametin haberi, muhakkak ki sana gelmiştir. Bir takım  yüzler vardır ki, o gün zelildir; çalışmış; fakat boşuna yorulmuştur. Kızgın ateşe girerler.”198

Ateşi tadar ve ona göğüs gererler. Kaynar bir çeşmeden içirilirler. Son derece sıcak bir sudan. Onların yiyecekleri cehennem ateşinden bir ağaçtır. “Kaynar bir kaynaktan içirilirler. Onlara (hayvanların bile sakınıp yiyemediği) bir nebattan başka yiyecek yok. O ne besler, ne açlıktan kurtarır.”199

İşte bu, o günkü irinli yiyecek çeşitlerinden bir çeşittir. Bu çeşitlerin geri kalanı ne besler ve ne açlığı giderir. Bizim elbette dünyada iken, ahiretteki bu azabın tabiatını anlayamamamız tabiidir. Bu vasıflar ancak, düşünülebilecek acının, en büyüğünü beşeri duygumuzda aramak için verilir. Bu acı, zillet, zaaf ve zarardan, kızgın ateşin ısırmasından, soğuktan ve son derece sıcağı şiddetli su ile sulanmaktan ve yiyip tatmaya develerin bile katlanamadığı yiyeceği yemekten ibaret bir acıdır. O yiyecek, ne bir fayda veren, ne de açlığı gideren bir dikendir.

Bütün bu düşüncelerin toplamı acının en son derecesinin algılanması içindir. Bundan sonraki ahiret azabı ise daha şiddetlidir. Onun mahiyet ve tabiatını -Allah korusun- onu tadandan başkası bilemez! Öyleyse Kur’ân’da anması tekerrür eden, yiyecekleri develerin bile beğenip yemedikleri diken ve zakkum olan kimselerin hali nasıl olacaktır?

“Konuk ikramı olarak bu mu iyidir, yoksa zakkum ağacı mı? Biz o ağacı zalimler için bir fitne yaptık. O cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. Tomurcukları şeytan başı gibidir. İşte cehennemlikler bundan yerler, karınlarını onunla doldururlar. Sonra, üzerine kaynar su katılmış içki şüphesiz onlar içindir. Doğrusu sonra dönecekleri yer yine cehennemdir.”200

Halk şeytan başlarının nasıl olacağını bilmez; fakat korkunç olduğunda şüphe yoktur. Korku ve ürküntü meydana getirir. Tasavvuru soyuttur. Onu yiyecekleri zaman tomurcukları nasıl olur? Karınlarını onunla doldururlar.

Allah bu ağacı zalimler için bir imtihan yapmıştır. İsmini işittikleri zaman onunla alay edip şöyle derler: “Cehennem ateşinden nasıl ağaç biter?” ½eytanın başları gibi olduğu halde, karınlarını yaktığı halde cehennemin dibinde yanmadan biter ve dikenlerini onların boğazına batırır. Yanmayışı onun cehennemin cinsinden oluşundandır. Susuzluktan kanmak ve alevi söndürmek için gözlerini soğuk içeceğe dikerler. Çünkü onlar o ağacın üzerine temiz olmayan bulanık ve sıcak bir su içerler. Bu öğünden sonra, ikamet edecekleri yerlerine dönmek üzere sofrayı terk ederler. Ne ikram ve ne dönüş!”Sonra onların dönüşü yine cehennemedir.”

Açlık azgındır, mihnet ve meşakkat galibdir ve onlar için Zakkum ağacından başka yiyecek te yoktur. “Sonra, muhakkakki siz ey sapkınlar, yalancılar! Elbette (cehennemde) Zakkum ağacından yiyeceksiniz. Karınlarınızı ondan dolduracaksınız.”201

Tomurcukları şeytanların başları gibi olduğu hakkında Allah’ın tasvir ettiğinden başka zakkum ağacının ne olduğunu hiç kimse bilemez. ½eytanların başlarını ise, kimse görmemiştir; fakat o duyguda algılanacağı kadar algılanır. Zakkum kelimesi kendisi kulaktaki sesiyle sert bir dokunuş tasavvur ettirir. Dikenlidir, hareketlidir, avuçlara batar, boğazı ıslatır. Bununla beraber, zakkum ağacı şeytanların başları gibidir. Çünkü onlar ondan yiyecekler ve onunla karınlarını doyuracaklardır.

Allah’ın ateşi alevlenir ve yanar. “Hayır, çünkü o cehennem alevli bir ateştir. Eli ayağı, (bütün uzuvları) soyup çıkarandır.”202 Yüzlerden ve başlardan derileri soyup çıkarır. Bu, aklı baştan giderip sarhoş eden, yürekleri ağza getiren bir korkulu beladır. Bizzat canlı kişi, iradesiyle ve bile bile o korku ve azaba iştirak eder. “Sırtını dönüp gideni (kendine) çağırır.”203 Daha önce dünyada iken hidayete çağrıldığı ve onun da arkasını dönüp gittiği gibi, onu yine çağırır. Fakat bugün cehennem onu çağırınca O, arkasını dönüp gidemez. Andolsun ki, bundan önceki çağrıda o, mal toplamak ve onları kasalarda saklamakla meşgul olduğu için davete gelmemişti. Bugün ise, çağrı cehennemdendir. Oyalanıp ta gelmemezlik edemez. Dünyada biriktirdiği tüm mallarını feda etmekten kendini alamaz.

Bu çetin tablolar, korkup ta düzelmemiz için hissiyatımızdaki o acıya dokunuyor: “Zakkum ağacı günahkarların yemeğidir. Posa gibi karınlarında kaynar. Sıcak suyun kaynaması gibi. (Yüce Allah, zebanilere emreder): “Tutun onu, cehennemin ortasına sürükleyin. Sonra başının üstüne kaynar su azabından dökün. Tat! Zira sen kendince üstün ve şerefliydin. Bu, işte o şüphe edip durduğunuz şeydir.”204

Bu sahne gerçekten korkutan ve ürküten bir sahnedir. Bu yemek te kaynamış bir yağın mideyi yakması gibidir. -Erimiş maden gibidir. Sıcak suyun kaynadığı gibi karınlarda kaynar. İşte günahkâr orada durmaktadır! Rabb’ine ve O’nun emin Rasûlüne karşı büyüklenen işte odur. İşte, onun  dünyadaki şerefli yerine yaraşır bir şiddetle yakalaması için zebaniye çıkan yüksek emir! “Yakalayın onu! Cehennemin ortasına sürükleyin! Hakaretle ve hoyratça onu bağlayın! Hiç saygı duymayın! Müsamaha etmeyin! Orada başının üstüne dağlayıp kavuran zift gibi kaynamış sudan dökün!”

Bu itip kakma, çekip sürükleme ve dağlayıp kavurmanın yanında bir de alay ve rüsvay etme vardır. İşte bu güya dünyada şerefli ve değerli olan insanın (!) şerefsiz ve değersiz cezasıdır. (Çünkü o, Aziz ve Kerim olan Allah’a ve Rasûlüne, değersiz ve şerefsizce hareketlerde bulunmuştu.) İşte bunlar yakalama, sürüklenme, başından kaynar su dökülme, dağlanma, azarlama ve rüsvay etme onların dünyadaki davranışlarına mukabildir.

Acıdan da acı bir azaptır bu!

İbn Abbas’tan (r.a) rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.v):

“Ey iman edenler, Allah’tan hakkıyla korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.”205 âyetini okudu ve şöyle buyurdu: “Zakkum’dan bir damla, dünya yurduna damlatılsa, dünyadakilerin yiyeceklerini acıtırdı. Öyleyse yiyeceği bu olan kimsenin hali nasıl olur?”206

Bu azap, Cebbar, Kahhar, Kavî ve Metin olan Allah’ın azabıdır. Tasavvur edemeyecekleri şeyi onlara hazırlamıştır... “Beni o nimet sahibi yalanlayıcılarla baş başa bırak ve onlara biraz mühlet ver.”207

Benimle o yalanlayıcıların arasını serbest bırak! Ben onlara yeterim. Bu sözü Cebbar, Kahhar,  Kavî ve Metin olan Allah söylüyor. Yalanlayanlar da insanlardan birer insan. Onları tehdit eden de onları ta baştan ve bu geniş kainatı da, fazla değil, bir tek “ol!” kelimesiyle yaratan zattır.

Bunlar o derece kırıp geçiren, sarsıp zebun eden sahnelerdir ki, Cebbar olan Allah şu zayıf ve cılız yaratıklarla baş başa bırakıldığı zaman, onların yeryüzünde benzerleri yaratıklara karşı olan güçleri ne olursa olsun, isterse tüm dünya hayatı mühlet olarak kendilerine verilsin, bütün bunlar ve onlar, pek az ve pek değersiz şeyler kalır. Kaldı ki, tüm dünya hayatı Allah’ın hesabında ancak ve ancak bir gün veya bir günün bir parçası kadardır. Bu zamanlar dürülüp (kaldırıldığı zamanki ahiret gününde) bizzat insanların hesabınca da böyledir. Hatta onlar kıyamet gününde dünya hayatını bir gündüz müddeti kadar hissederler. Mühletin hangisi olursa olsun, velev ki tüm dünya hayatında dem sürüp geçirseler, o yine cidden pek kısadır! Yine sonunda Allah’ın azabına döndükten sonra... “½üphesiz katımızda onlar için ağır boyunduruklar, cehennem boğazı tırmalayıp tıkayan bir yiyecek ve can yakıcı bir azap vardır.”208

Boyunduruklar -her türlü bağlar- kaynar su, boğazları yırtan acılı yiyecek ve can yakıcı azap, bunların uygun cezalarıdır. Cenab-ı Allah: “Bizim yanımızda onlara ceza veren eza veren boyunduruklar, onları toplayıp içine sokacak cehennem ve boğazdan gussası eksilmeyen yiyecek ve korkulu bir günde acıklı bir azap vardır.”  buyurur.209

İbn Abbas’tan (r.a) boğazda “gussali yiyecek” hakkında”Boğaza takılan, ne giren ne de çıkan bir dikendir.”  rivayeti gelmiştir.210

Hakikaten, bunlar, habire menfaat peşinde koşan, hayvanların yediği gibi habire tıkıştıran insanlara uygun çetin ve fizikî azap şekilleridir. “İnkar edenler ise, (dünyada sade) zevk u safa ederler, davarların yediği gibi yerler. Onların yeri de ateştir.”211 Bu atmosfer, kabaca bir menfaat, zevk u safa ve çokça yeme havasıdır. Ceza da kaynar su ile doldurdukları ve kendilerine davarlar gibi  yemenin ardından gelen, bağırsaklarının parçalanışıdır.

“Bağırsaklarını parça parça eden kaynar bir sudan içirilirler.”212

 

CEHENNEMLİKLERİN İÇECE¼İ  

Ahiretten korkmayanların kalbleri, âyetlere açılmayan sağırlar gibidir. O kalpler, yaratılış ve diriliş hikmetini hissetmez. Onlar sadece bu dünyadaki yakın olayları görebilirler. Hatta onların bu dünyada uğradıkları ibretler bile onlarda bir öğüt ve anlayış meydana getirmez. Halbuki kıyamet yaklaşmaktadır.

 “O, öyle bir gündür ki, bütün insanlar onun için toplanmıştır. Ve o gün mutlaka (bütün gök ve yer halkının) görülmüş (olduğu) bir gündür. Biz onu, sadece sayılı bir süre için erteliyoruz. O gün geldiği zaman hiç kimse O’nun izni olmadan konuşamaz. O(raya toplana)nlardan kimi şakî (bahtsız), kimi saîd (mutlu)dur. Bahtsızlar, ateştedirler. Onların orada (o bunaltıcı ateş içinde) bir soluk alıp verişleri vardır ki!... Gökler ve yer durdukça orada sürekli kalacaklardır. Ancak Rabb’in (çıkarmayı) dilerse (o) başka. Çünkü Rabb’in istediğini yapandır.”213

Gözümüzün önüne, bütün halkı gayr-i ihtiyari olarak içine alan toplanma sahnesi dikilir. Burası, herkesin, görülen bu sergi yerine sevk mahallidir. Herkes gelir ve orada ne olacağını bekler. Korkunç sessizlik herkesi bürür. Umumî bir dehşet o sahneye ve orada bulunanların üzerine çöker. Sonra ayırma ve dağıtma işlemi başlar. İnsanlardan kimisi kırgın bir psikoloji içerisinde cehenneme gireceklerdir. Onların orada sıcaktan, gizlilik ve darlıktan bir horultu ve hırıltısı vardır.

“Muhakkak ki cehennem, bir gözetleme yeridir. Azgın (kâfir)ler için bir dönüş yeridir. Nice devirler boyunca içinde kalacaklar... Orada ne bir serinlik tadacaklar ne de içecek bir şey! Bir kaynar su ve irin içecekler. Bir ceza ki, (işledikleri amellere) uygun.”214

İşte onlar kaynar suyu içiyorlar. Boğazları ve karınları yakıyor. İşte bu serinlikleridir! Yananların vücutlarından çıkıp akan irin. İşte bu da içecekleridir! Bunlar onların önceden yapıp takdim ettiklerine uygundur. Çünkü onlar zaten bir hesap ummuyor ve bir dönüş beklemiyorlardı. Kıyamet günü onların dönüşleri işte bu cehennemedir. “... Çünkü biz zalimler için öyle bir ateş hazırladık ki, onun kalın duvarları kendilerini kuşatmaktadır. Onlar, susuzluktan imdad istedikçe erimiş maden tortusu gibi kaynar su ile imdat edilirler ki, o, yüzleri kavurur. O ne fena içkidir ve o ateş te ne kötü konaklama yeridir.”215

Cehennemi hazırladık ve artık o tutuşmak için bir gayrete ihtiyaç göstermez. Onu hazır etmek için bir zaman almaz. Cehennemin zalimleri kuşatan duvarları vardır. Artık oradan  kaçma yolu da yoktur, kurtulma ümidi de... Bir serin rüzgar esecek herhangi bir deliği yahut ferahlayacak bir yeri yoktur. Onlar yangından ve susuzluktan imdat isterlerse, onlara kazanda kaynayan yağ tortusu gibi bir su verilerek imdat edilir. Yahut kazanda sıcak irin gibi bir suyla. Ona yaklaşmakla, yüzler kavrulur. Onu yudumlayıp içen boğazlar ve karınlar ne olur ya? Bir düşünmeli!...

Ebu Hureyre’den (r.a) Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Kaynar su onların başlarının üzerine dökülecek ve bu su onların karınlarına ulaşıncaya kadar nüfuz edecek ve ayağından çıkıncaya kadar da, içinde ne varsa parçalayıp dışarı çıkaracaktır. İşte bu sahrdır (sıcaktır). Sonra olduğu gibi (geri eski haline) döndürülür.”216

Ebu Umame’den (r.a) rivayet edildi:

Peygamber (s.a.v) Cenab-ı Hakk’ın: “(Orada o) irinli sudan içirilecektir. Yutmağa çalışır.”217 kavli hakkında şöyle buyurmuştur:”O ağzına yaklaştırılır da onu beğenmez. Kendisine yaklaştırılınca, yüzünü kavurur ve başının kılları dökülür. Onu içince, makatından çıkıncaya kadar bağırsaklarını parçalar.” Aziz ve Celil olan Allah: “Onlara kaynar bir su içirilecek de bu su bağırsaklarını parçalayacak”218 buyurur ve yine: “Eğer (susuzluktan) feryat edip yardım isteseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile kendilerine yardım edilir. O ne fena içecektir.”219 buyurdu220 Andolsun ki onlar yaptıklarıyla cezalandırılmışlardır. İşte, şu onların cezasıdır: Boğazları ve karınları kavurup yakan sıcak bir içecek ve inkarları sebebiyle can yakıcı bir azap “İnkar etmeleri yüzünden onlara kaynar su ve acıklı bir azap vardır.”221

Onların cehennemde yedikleri sert diken, onları muhakkak surette boğazlarını açmak ve karınlarını sulamak için suya sevk eder. Yiyecekleri acılıdır. Onun için dünyada iken acıları gideren içeceği hatırlarlar ve içecek yardımı isterler. Bunun üzerine onlara demir tırnaklarıyla kaynar su gönderilir. Yüzlerine yaklaşınca da yüzlerini kızartır. Karınlarına girince ise, karınlarında ne varsa parçalar. İşte onlar çaresiz ondan içeceklerdir. “Üzerine de kaynar su içeceksiniz.”222

Hiçbir susuzluğu serinletmeyen ve kandırmayan o sıcak sudan  “Susuzluk hastalığına tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz (çünkü içtiğiniz su, susuzluğunuzu gidermeyecek, tersine hararetinizi artıracaktır)!”223

Ayetteki hayvan, susuzluk hastalığına tutulmuş devedir. Kolay kolay suya  kanmaz. Bu içecek, susuzluktan kandırma içeceği değil, ancak bir yangın ve azap içkisidir.

Ebu Saidi’l-Hudri’den (r.a) rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.v):

“(Cehennemdeki) Gassak224 (irinden) dünyaya bir kova dökülseydi (tüm) dünya ehlini korkuturdu.”  buyurmuştur.225 Ölüm her taraftan onu kuşatan sebebleriyle geldiği halde, o azabını tamamlamak için ölmez. Arkasından da zorlu bir azap gelecektir. “İşte bu onların ceza gününde ağırlandıkları yiyecekleridir.”226

Misafire ikram olacak yiyecek rahat ve huzur için olur. Fakat onların bu yiyeceklerinde hiçbir rahat ve huzur yoktur. Bu onların hakkında şüphe edip birbirine soruşturdukları yemekleridir. Bu gerçekten hezimete uğrayan, ziyan eden zorbanın şaşılacak bir manzarasıdır. Onun da ötesinde kendisine korkunç ve dehşetli bir tarzda varacağı yer yani cehennem gururlanarak kibirlenerek görünür.

 

“Ateş yârânı cennet yârânına: Su(yunuz)dan veya Allah’ın size verdiği rızıktan biraz da bize akıtın” diye feryat ederler. Onlar da: Doğrusu, derler Allah bunları kâfirlere haram etti. (O kâfirler) ki onlar dinlerini bir eğlence ve oyun edinmişlerdi. Onları dünya hayatı aldatmıştı.”227

İşte cehennemlikler cehenneme böylesine doluşunca elim ve acı bir ihtarla cevap verirler. Sonra umumi olarak beşeriyetin sesi, izzet, ululuk ve hüküm sahibi Rabb’ın sesinin boşalması için kısılıp, gizlenir:  “İşte onlar nasıl şu günlerine kavuşmayı unuttular, âyetlerimizi nasıl bilerek inkar ettilerse biz de bugün onları böyle unutacağız.”228

 Bunlar gerçekten sunulan tablonun safhalarında hayret edilecek çarpıntılardır. Orada ne tevbe için bir genişlik vardır, ne sıkıntı içerisindekine bir şefaat vardır ve ne de iyi amelde bulunmak için başka bir dönüş vardır.

İmam Muhasibi şöyle der:

“Düşün, ciğerini ki, ateş içine giriyor ve sen de feryat ediyorsun; fakat merhamete uğramıyorsun. “Dünyaya geri dönmeyeceksin” şeklinde cevap verilince ağlıyor ve pişmanlık gösteriyorsun. Artık tevben kabul edilmeyecek ve feryadına cevap verilmeyecektir.

Orada kalışın uzamışken kendini bir düşün. Azap devam eder, üzüntü son haddine ulaşır ve susuzluğun şiddetlenir de dünyadaki içecekleri hatırlarsın. Koşar cehennemden yardım istersin. Sen azap işiyle görevli cehennemin bekçisi olan meleğin elinden kabı alırsın. Kabı alınca altından avucun yanar, hararetinden ve yanmasının şiddetinden dolayı elin parçalanıp dökülür. Sonra onu ağzına yaklaştırırsın da yüzünü yakar. Sonra onu zorlanarak yudumlayınca boğazının derisini soyar. Sonra karnına ulaşır da bağırsaklarını parçalar. Artık sen bir yazık ve helak feryadı koparırsın. Dünya içeceklerini, onların soğukluk ve lezzetini hatırlarsın. Sonra hararetini gidermek ister ve hemen, dünyada alıştığın gibi yıkanmak ve suya dalmak suretiyle serinlemek için o hamimin (sıcak suyun) duvarlarına koşarsın. Hararet şiddetlenip de kaynar suya dalınca, başından ayağına kadar derilerin yüzülüp soyulur. Bu sefer de, daha hafiftir ümidiyle aceleyle ateşe koşarsın. Sonra ateş yanığı sana iyice ağır gelir de tekrar kaynar suya dönersin. İşte sen bir ateş, bir kaynar su arasında dolaşır durursun.

İşte bu, harareti son dereceye varmış olan ateştir. Sen bir ferahlık ararsın; fakat o kaynar su ile ateş arasında hiçbir ferahlık bulunmaz. O ferahlığı arar da hiçbir zaman bulamazsın. Senin keder ve susuzluğun artınca ve meşakkatin iyice takatini zorlayınca, cennetleri hatırlarsın. Allah’ın himayesine karşı üzüntünden ve cennet nimetlerine olan hüznünden dolayı yüreğinden boğazına doğru bir acı tırmanır, gelir.

Sonra cennetin içeceklerini ve sularının soğukluğunu ve hoş yaşamını hatırlarsın, bundan mahrum kalmaktan duyduğun iç yangınından dolayı kalbin parçalanır. Sonra oradaki ana, baba, kardeş ve diğer bazı yakınlarını anarsın da muztarip ve yanık bir kalpten çıkan mahzun bir sesle onlara seslenirsin:

Ey anneciğim! Ey babacığım! Ey kardeşim! Yahut halacığım, amcacığım veya kızkardeşim! “İçecek bir su!” dersin. Onlar da sana mahrumiyetle cevap verirler. Böylece ümidini boşa çıkartmalarından duyduğu üzüntüden ve aziz ve celil olan Allah’ın gazabından dolayı onların da sana olan öfkelerini gördüğünden kalbin parçalanır. Bunun üzerine dünyaya seni geri döndürmesi ümit ve dileğiyle derhal feryat ederek Allah’a sığınırsın. Fakat uzun bir müddet geçtiği halde, Allah, sana hakaret için cevap vermez. Çünkü sesin senin onun nezdinde gazaba sebep olur. Onun katında senin makamın düşüktür.

Sonra kendi nezd-i uluhiyetinden sana “Sinin oraya! Bana (bir şey) söylemeyin!” diye mahrumiyetle nida eder. Sen O’nun bu seslenişini işitince, göğsünde nefesin daralır ve sesli sesli soluyan ve konuşmaya takat getiremeyen bir ızdırap içinde kalırsın. Artık senden bir soluk bile çıkmaz olur. Sonra Cenab-ı Allah (c.c) senin ümitsizliğini ve pişmanlığını artırmak diler de senin ve oradaki Allah düşmanlarının üzerine cehennem kapılarını kapatır. Eğer O seni affetmezse, cehennem kapısının sallanıp gıcırdayıp üzerine kapandığını işitirken ne yapabileceğini zannedersin?

Cehennemin kapıları üzerlerine kapatılırken gıcırtılarını işittikleri ve hiçbir zaman oradan kimsenin çıkmaması için, Aziz ve Celil olan Allah’ın üzerlerine onları kapattığını bildikleri zaman, senin ve cehennem sakinlerinin ümitsizliği ne büyük boyutlardadır! Kalpleri ümitsizlikten parçalanır. Bir daha ferahlık olabileceğinden ümitleri kesilir. Artık ordan hiçbir çıkış ve Allah’ın azabından ebediyyen kaçacak bir yer olmadığına inanırlar.

Artık orada ölümsüz, ebedi kalacaklardır. Kendilerinden ayrılmayan bir azap vardır. Onlara ebediyyen rahatlık ve ferahlık yoktur. Bitmez tükenmez hüzünler, son bulmaz gamlar, kederler, iyileşmez hastalıklar, çözülmez bağlar, ebediyyen çözülmez bukağılar, demir halkalar, hiçbir zaman giderilemeyen susuzluklar, asla dinmeyen üzüntüler ve boğazlarına duran Zakkum’dan başka hiçbir zaman yeyip doyamayacakları açlıklar...

Cehennem ehli zakkum’un üstüne boğazlarını açması için “Su!” diye imdat isterler de verecekleri kaynar su bağırsaklarını parçalar. Allah’ın rızasını kaçırmaktan dolayı, bir pişmanlık ve iç yangısı ve göğüslerinde inip çıkan Allah’ın korunmasından mahrumiyet vardır.

Onların ağlamalarına merhamet edilmez, duaları kabul edilmez, yalvarıp yakarmalarına cevap verilmez. Tevbeleri kabul edilmez. Artık onlar devamlı bir azap ve kesintisiz bir horluk içerisindedirler. Eğer Allah seni affetmezse, sen de aynen bu örnekteki gibi olacaksın!

Ateş etlerini yemiş ve yüzlerinin güzelliklerini mahvetmiş ve onların güzellik hatları silinmiş de sadece birbirine ulalı, yanık ve kararıp kalmış vaziyette, halkın içerisinde azap edilenleri bir görseydin! Onlar helak ve yok olmayı feryatla isterlerken, bağlar ve bukağılar içinde endişe ve ıztırap çekerler. Feryat ile hıçkıra hıçkıra ağlaşırlar. Bu halde onları görseydin, onların şekillerinin çirkinliğinin korkusundan dolayı kalbin erirdi. Pis kokularının yüzünden ve ruhun bedeninde oldukça onların bedenlerinin hararetinin ve nefeslerinin sıcaklığının şiddetinden zayıflardın. Kalbinden emel, ümit yok olmuş ve ona ümitsizlik ve yeis hakim olmuş kendine acıyorken, sende onlardan birisi olarak kendine baktığın zaman halin nasıl olur?...

Bakışın iki göze ilişir de onun sevmediği ve memnun olmadığı bakışına bedel ve intikam olarak onların azarını işitirsin. Kulaklarına kadar ateşe gömülürsün de ateşin uğultusunu ve gürültüsünü duyarsın. Ateş seni bürür ve kemiklerinden etleri silkeler, etlerini eritir ve ta içine işler. Peşinden ciğerlerini ve iç organlarını yakar. Artık kalbine yakınlık, hasret, pişmanlık ve üzüntü hakim olur. Bu halleri sen sakin bir kafayla düşün!...*

Evet... İmtihanı kazanacak ve kaybedecek olanların ebediyyen içinde kalacağı meskenleri, içindekileri ile birlikte tanıdık zannediyorum.

Cehennem dosyasını kapatmadan önce cehennemdekilerin birbirleriyle ve cehennem görevlileriyle olan muhabbetlerine biraz kulak misafiri olalım.

 

CEHENNEMLİKLERİN KONU½MALARI

“Ve onlar orada feryat ederler: Rabbimiz, bizi çıkar ki önceden işlediklerimizden başka türlü salih bir amel işleyelim.”229

Bulundukları ortamın itici olması sebebiyle pişmanlık! kokan aciz bir muhtacın sesi: ...”Rabbimiz bizi çıkar ki...”

“Ateşin içinde karşılıklı deliller getirip tartışacaklarında, zayıf olanlar büyüklük taslayanlara şöyle diyecekler: “Biz size uyan kimseler idik. ½imdi bu ateşin bir kısmını olsun bizden kaldırabilir misiniz?

O büyüklük taslayanlar diyecekler ki: “Muhakkak biz, hepimiz bunun içindeyiz. ½üphesiz Allah kullar arasında hüküm vermiş bulunuyor.”

Ateşte olanlar, cehennem bekçilerine diyecekler  ki: “Rabbinize dua edin ki üzerimizden bir gün olsun azabı hafifletsin.”230

“Kâfirler diyeceklerdir ki: “Rabbimiz, cin ve insanlardan bizi saptıran o iki kişiyi bize göster ki, en aşağıda olanlardan olsunlar diye onları ayaklarımızın altına alalım.”231

“Ey Malik, Rabbin hakkımızda (ölümle) hüküm versin” diye sesleneceklerler. “Sizler muhakkak böyle kalacaksınız” diyecek.

“Andolsun Biz sizlere hakkı gönderdik. Fakat çoğunuz hakkı hoş görmeyenler idiniz.”232

“Oraya atıldıklarında, o kaynayıp coşarken onun korkunç sesini işitirler. Öfkesinden neredeyse çatlayacak gibi olur. İçine her bir gurub atıldığında bekçileri onlara: “Size uyarıcı bir peygamber gelmedi mi?” diye sorarlar.

“Onlar: “Evet gerçekten bize bir uyarıp korkutucu geldi. Fakat biz yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz, dedik” diye cevap verirler.

“Yine derler ki: “Eğer biz dinleseydik ve aklımızı kullanmış olsaydık, cehennemlikler arasında olmazdık.”233

Cehennemliklerin konuşmalarını dinledikten sonra cennet ve cehennem menüsünün kıyasını yapalım:

 

 

 

 

 

Cennet                          Cehennem

 

1- Arzulanan her nimet...       1- Kaynar su.

2- Rahat ve huzur.              2- Kanlı irin.

3- Ebedilik.                    3- Zakkum.

4- Yaşlanma olmayıp, sabit yaş.           4- Ateş.

5- Huriler.                5- Deri üzerine deri yaratılma    

6- Serinlik.                    6- Unutulma.

7- Tüm nimetler emre      amade bekler.   7- Ebedi azap.

8- Mevsim sorunu olmayıp,           8- Bir dakika bile olsa

arzulanan tüm meyveler var.              mola yok.

 

 

½ekil 8= Cennet ve cehennem Menüsü.

 

 

 

 

 

 

 

 

                   

 

 

                   

 

 

Dokuzuncu Bölüm

HANGİ YOL CENNETE ÇIKAR?

 

 

 

 

 

 

                        

 

 

GİRݽ

 

İmtihanı kazanacak ve kaybedeceklerin kendilerini beklediği mekânlar dikkatlice inceledikten sonra insanın aklına ister istemez hangi yol cennete, hangi yol cehenneme gider sorusu geliyor.

Evet... Dünyaya gözlerini açan her insanın uğrayacağı bir mekân; ya cennet, ya da cehennem.

 

½ekil 9= Cennet yolu oldukça önemli olmalı. Çünkü cennet ebedi.

 

 

CENNET YOLUNUN ÖNEMİ

Cennet ve cehennem imtihanın son perdesi olduğundan cennet ve cehennem yolu kişinin yaşam tarzıyla yakından ilgilenir. Yani insan, cennet patentli bir hayat yolu seçerse soluğu cennette, cehennem endeksli bir hayat yolu seçerse de soluğu cehennemde alır. Gidecek başka bir mekan olmadığına göre;

- Bu yol çok önemli olmalı; çünki dünyaya bir defa geleceğiz. Ve bir daha da gelmeyeceğiz. Ya kazanacağız, ya da kaybedeceğiz. Çünki tabi olduğumuz imtihan bir defaya mahsus.

- Bu yol önemlidir; çünkü o yolda yürüyenleri ebedi bir mutluluk bekliyor.

- Bu yol çok önemli; çünkü bu yol dışındaki tüm yollar cehenneme çıkar.

- Bu yol çok önemli; çünkü bu yolda yürüyenler dünyada ve ahirette  mutlu olacaklar.

Başlığımızı atarak bu yolda emin adımlarla yürüyelim.

 

HANGİ YOL CENNETE GÖTÜRÜR?

 Yani hangi yaşam tarzı insanı cennete götürür?...

Cevabımız beş harfli bir kelimede gizli:

              

“İSLAM”

Evet... Allah-u Teala’nın adına İslam dediği yaşam tarzı kişiyi cennete götürür. Bu yolun yolcularına da “müslüman” denir. Yani bu yolun tüm kurallarına kayıtsız şartsız uyacağına dair söz vermiş olan kimse...

Ama malesef bugün birçok insan “müslüman” kimliğini kullanarak -belki de farkında olmadan- cehennem yolunda son gaz gidiyor. Bir de bakacaklar ki soluk, cehennemde alınmış.

İnsanlar niçin cehennemlik ameller işlerler, ya da kulluklarını yapmada niçin gereken sabrı göstermezler?... Cennet erişilmesi imkânsız bir mekân mı? Günahların affedilmeyeceğinden mi korkuluyor?,... Yada (Allah muhafaza) ölümden sonraki hayata iman mı edilmemiş?234

Eğer cennet yolunun önemi kavranmışsa, cennet kapısına kadarki güzergahta bilmemiz lazım olan şeyleri öğrenmek kolay olur artık.

 

Cennet ve içindekilerini arzulamışsanız, bir an önce o güzel nimetlerle buluşmak istiyorsanız on maddeden oluşan başlığımızı dikkatli ve anlayarak okumaya çalışın.

Cennete giden yolun önce Allah’a kul olmaktan geçtiğini hatırlatalım. Kendisine kulluk yapacağımız Allah’ı gereği gibi tanıyamazsak cennetlik ameller işlemekten zorlanırız. Artık giriş yapabiliriz.

 

1- CENNETE GİDEN YOL  BU SİSTEMİ HAZIRLAYANI TANIMAKTAN GEÇER:

Yani cennete giden yol Allah’ı tanımaktan geçer. Ve Allah gereği gibi tanınırsa da bu sistemin varlığı hakkında bir güven oluşur.

Allah-u Teala tanınmalı... Çünkü tanıdığımız oranda sever ve sevdiğimiz oranda da kendisine kul oluruz.

Allah-u Teala’yı tanıyan kişi yapmış olduğu her eylemin Allah’ın kendisini gördüğü bilinciyle yaşantısına çeki düzen verip Allah’ın sevmiş olduğu kulların safında yer alır.

Allah (c.c) tanındıkça iman artar ve amele yansır.

Allah’ı tanımak görmekten geçer.235 Dünyadayken hiçbir göz Allah’ı göremeyeceğine göre, geriye tek bir şey kalıyor; o da;

- Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanımak... Aksi halde tanıyamayız ve Allah’ı da en iyi tanıtacak olan kendisi olduğu için kılavuzumuzun sahifelerini karıştırıp tanımaya çalışalım.

Ve Allah (c.c) kendisini tanıtıyor;

 

O ALLAH Kİ BİR’DİR.

“De ki: O Allah bir’dir.”235

Yani başka Allah yoktur. Ne eşi, ne de benzeri vardır. Ne doğmuş, ne de doğurmuştur. Ne de yaratılmıştır. Çünkü O; birdir.

 

O ALLAH Kİ HER ½EYİ GÖRÜR VE ݽİTİR

“Allah her şeyi işiten ve görendir.”237

“Allah ne yaptığınızı çok iyi görendir.”238

“Muhakkak ki Allah kullarından haberdardır..”239

“O yere gireni de, ondan çıkanı da, gökten ineni de oraya yükseleni de bilendir.”240

Aman Allah’ım sen ne büyüksün! Sen ne yücesin!...

Aynı anda tüm kullarını görür ve işitirsin. Tüm doğada olup bitenleri görür ve bilirsin. Senin kontrolün dışında bir yaprak dahi kımıldayamaz.

O Allah ki; dünyanın neresinde, günün hangi saatinde olursa olsun en ufak bir fısıltıyı dahi aracıya gerek duymadan işitir ve görür.

“Görmedinmi ki Allah gökte ve yerde olan herşeyi muhakkak bilir. Üç kişi fısıldaşmayı versin muhakkak O, onların dördüncüleridir. Beş kişi olmayın versinler, muhakkak O, onların altıncılarıdır. İster bundan daha az veya daha çok olsunlar, nerede bulunurlarsa bulunsunlar O mutlaka onlarla beraberdir. Sonra kıyamet gününde kendilerine yaptıklarını haber verir. Gerçekten Allah her şeyi çok iyi bilendir.”241

O Allah ki hiçbir şey ona gizli kalmaz. Çünkü O Allah’tır.

Allah’ın her şeyi görüp ve işittiği bilincine varılması kişinin yaşantısına dikkat etmesini sağlar. Çünkü o kul neyi işitiyorsa Allah (c.c)’ta o kulunun neyi işittiğini işitiyor. O kul neyi görüyorsa Allah’da o kulunun neyi gördüğünü görüyor.

Durum böyle olunca da o kul gözlerini Allah’ın yasaklamış olduğu şeylere bakmaktan, kulaklarını da Allah’ın sevmediği şeyleri dinlemekten sakındırır.

Bu iki sıfatı idrak etmek kişiyi imtihanında uyanık ve daha az hata yapmasını sağlar. Çünkü o Allah ki her şeyi görür ve işitir.

 

O ALLAH Kİ YAPILAN DUAYI DA ݽİTİR

“(Ey Muhammed!) Kullarım sana benden sorarlarsa, ben şüphesiz onlara pek yakınım. Bana dua edenin duasını kabul eder dua ettiği anda işitir, ona karşılık veririm.”242

Evet... O Allah ki yapılan duayı da işitir. Nerede olursan ol... İster zindanda, ister uçakta, ister dağda, ister bahçede, ister yürürken, ister uyku öncesi, ister gece, ister gündüz... Hiç fark etmez. Her halukârda işitir. Allah için lisan farklılığı da söz konusu değildir. İster Arapça, ister İngilizce, ister Afrikaca... isterse de konuşma özürlü olsun. O Allah değil mi? Kullarını kendisi yaratmadı mı?...

Allah-u Teala’nın her duayı işitiyor olduğunun bilincine varan kul, Allah’la arasına hiçbir şeyh’i ve hazretlerini koyma gereği de duymaz. Her ne istiyorsa direk Allah’tan ister. İster evlat istemiş olsun, ister hastalığına şifa, isterse de sınıfını geçmek istesin. Hiç fark etmez. Çünkü o Allah ki her duayı işitir.

 

O ALLAH Kİ HER ½EYİ BİLİR

“Allah her şeyi çok iyi bilendir.”243

“½üphe yok ki yerde de, gökte de Allah’a hiçbir şey gizli kalmaz.”244

“De ki: Göğüslerinizin içinde olanı gizleseniz de, açıklasanız da Allah onu bilir. Göklerde olanı da yerde olanı da O bilir. Allah her şeye kadirdir.”245

“Neyi açıklar, neyi de gizleseniz hepsini Allah bilir.”246

“Gizlinizi de açığınızı da bilir. O ne kazanacağınızı da bilir.”247

“Gaybın anahtarları O’nun yanındadır. Ondan başkası bunları bilmez. Karada ve denizde ne varsa hepsini O bilir. Bir yaprak düşmeye görsün. Mutlaka onu bilir.”248

“Görüneni de, görünmeyeni de bilir.”249

“...Çünkü o kalplerin özünde olanı çok iyi bilendir.”250

½u anda elinizde okuduğunuz kitabı görür, ne düşündüğünüzü bilir, yanınızdakiyle neyi fısıldaştığınızı işitir.

Çünkü hiçbir şey O’na gizli kalmaz.

 

O ALLAH Kİ DİLEDݼİNİ YAPAR

“Fakat Allah dilediği her şeyi yapar.”251

“De ki; “Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin, mülkü kimden dilersen ondan alırsın. Kimi dilersen onu aziz edersin, kimi dilersen onu zelil edersin. Hayır senin elindedir. ½üphesiz sen her şeye kadirsin.”

“Geceyi gündüzün içine geçirir, gündüzü geceye sokarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın. Diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızıklar verirsin.”252

Her şeyin sahibi Allah (c.c) dilediği her şeyi yapar. Hem de hiç kimseye danışmadan. Hiçbir varlıktan etkilenmeden.

Dilemiş olduğu bir anda dilediği fakir kulunu bir şekilde zenginleştirir. Bunu fakir kılmaya kimsenin gücü yetmez. Allah dilememişse tabi...

Dilediği zengini fakir kılabilir. Hem de hiç kimseden etkilenmeden.

Dilediği ünlüyü! ünsüzleştirebilir. Hem de çok kısa bir zamanda.

Dilemiş olduğu bahçeye ürün verir dilediğini de kurutur. Hem de hiçbir zorluk duymadan.

Yeter ki Allah (c.c) dilemesin... Zaten O bir şeye ol dedi mi, o şey hemencecik oluverir.

“Allah bütün canlıları sudan yarattı. Onlardan bazısı karnı üzerinde yürür. Bazısı iki ayak üzerinde yürür. Bazısı dört ayak üzerinde yürür. Allah dilediğini yaratır. Allah her şeye gücü yetendir.”253

Evet... O Allah değil mi?... Ne dilerse onu yapar. İki ayaklılardan martıyı yaratır; uçuş güzergahı güzeldir, yiyeceği tazedir.

Dört ayaklılardan lağım faresini yaratır güzergahı ve yiyeceği malumdur.

Ne farenin yaşantısına martı üzülür, ne de martının yaşantısına fare itiraz eder. Çünkü Allah (c.c) öyle diledi...

Allah (c.c) arıyı yaratır, insanoğlu onu el üstünde tutarak canını tehdit edici bir harekette bulunmaz.

Eşeği yaratır; yaşlanıncaya kadar yük taşıtılır ve binilir. Çünkü Allah (c.c) öyle diledi.

O Allah ki dilediğine evlat verir, dilediğine vermez. Dilediğini sakat yaratır, dilediğini güçlü ve güzel fizikli yaratır. Hem de hiçbir şeyden etkilenmeden. O Allah değil mi ne dilerse onu yapar.

İnsana düşen şey ise kendisi hakkında ne dilenmişse sabır ve sabrında sebat göstermek. Çünkü Allah öyle diledi...

 

O ALLAH (C.C) Kİ DİLEDİ¼İ HÜKMÜ KOYAR;

“½üphesiz Allah dilediği hükmü koyar.”254

Evet... O Allah değil mi?... Her şeyi yaratmadı mı?... ve yaratılan her şeyden de güçlü değil mi?... Gaybı da yanlızca kendisi bilmiyor mu?... O halde neden bir başka varlığa danışsın ki?...

O Allah ki hiç kimseye danışmadan, hiçbir duygudan etkilenmeden dilediği hükmü kor. Ve insanlara da koymuş olduğu hükümlere uymak düşer.

 

O ALLAH Kİ HER ½EYE GÜCÜ YETER

Allah (c.c) bir şey dilemişse onu yapacak gücü vardır. Çünkü hiçbir şey Allah’a (c.c) zor gelmez. Küçük bir karınca yarattığı gibi tonlarca ağırlıkta fil de yaratır. Hem de hiç zorlanmadan.

O Allah değil mi? Elbetteki her şeye gücü yeter.

Dilerse tüm dünyayı sallar. Buna da gücü yeter. Dilediği kavimleri yok edebilir. Çünkü Allah (c.c) çok güçlü. Onun gücü karşısında hiçbir varlık dayanamaz.

 

O ALLAH Kİ YARATANDIR

O Allah ki gözlerimiz dahil, gördüğümüz ve göremediğimiz tüm her şeyi yaratandır. Geceyi de, gündüzü de, sıcağı da, soğuğu da, pamuğu da, demiri de, elma içindeki kurtçuğu da, bağırsaktaki tenyayı da, güveyi de, aslanı da, salkımdaki üzümü de, denizdeki balığı da,... Tüm her şeyi yaratandır. Yaratmak ona zor gelmez. Çünkü O bir şeye ol dedi mi o şey hemencik oluverir.

O ALLAH Kİ YARATTI¼INDA HİÇBİR DÜZENSİZLİK GÖRÜLMEZ

“Rahmanın yaratışında hiçbir düzensizlik göremezsin.” 255

Evet... Hiçbir göz Allah’ın yarattığında ne bir düzensizlik, ne de bir başıboşluluk, ne de bir plansızlık görülür.

“O tabaka tabaka* yedi gök yaratandır. Rahmanın yaratışında hiçbir düzensizlik göremezsin. Haydi gözünü çevir de bak. Bir çatlak görecek misin?...

Sonra gözünü tekrar tekrar çevir bak. Göz, hor ve hakir (kusur bulmaktan yana) yorulmuş olarak yine sana dönecektir.” (256)

Allah’ın yaratmış olduğu herhangi bir şeyde düzensizlik göremeyiz demiştik. Bakalım görebilecek miyiz;

- İnsanların çiftleşmesiyle insan, kedilerin çiftleşmesiyle kedi, yılanların çiftleşmesiyle yılan, keçinin çiftleşmesiyle keçi, balığın çiftleşmesiyle de balık dünyaya gelir. (Bir düzensizlik yok.)

- Karpuz kestiğimizde içinden ne kedi yavrusu çıkıyor, ne de üzüm tanesi. (Bir düzensizlik yok.)

- İnsanlar ve hayvanlar gözleriyle görür kulaklarıylada işitirler. (Bir düzensizlik yok.)

- Hiçbir canlı parmaklarıyla görmez, diz kapaklarıyla da işitmezler. (Bir düzensizlik yok.)

- Doğan canlı anne memesinden emer. Kulak ya da parmaklarından emmez. (Hiçbir düzensizlik yok.)

- Kayısı tohumunu eken çiftçi hiçbir zaman yanılmamıştır. Çünkü o tohum kayısı dışında hiçbir meyve vermez. (Bir düzensizlik yok.)

- Ömür uzadıkça vücut azaları teklemeye başlar. Gençleşmez. (Bir düzensizlik yok.)

 Nereye bakarsan bak, hiçbir düzensizlik göremezsin. Çünkü Allah’ın yarattığında hiçbir düzensizlik görülmez.

 

O ALLAH Kİ HİÇBİR ½EYE MUHTAÇ DE¼İLDİR

“Ey insanlar! Allah’a muhtaç olanlar sizlersiniz. Allah ise; O kimseye muhtaç olmayandır, hem de layık olandır.”257

Evet... Rabbimiz göğün musluğunu belli bir süre kestiği zaman yağmur duasına giden biz insanlar ne kadar da aciziz. Öyle değil mi? O ise hiçbir varlığa muhtaç değildir.

Ne yaratmak istediğinde danışır, ne de hüküm koyarken zorlanır. Her şey ona kolaydır. Haliyle de hiçbir zaman, hiçbir kimseye muhtaç olmaz. Çünkü her şey ona muhtaçtır.

 

O ALLAH Kİ HER ½EYE HAKİMDİR

“O, kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.”258

Hakim, geniş ilmi olan, işlerin başlangıcı ve sonucunu bilen, her yönüyle övülen, eksiksiz güç ve kudret sahibi ve rahmeti bol olandır. O, her şeyi yerli yerine koyan, yaratması ve idare etmesinde her şeyi layık oldukları yere yerleştirendir. Ona hiçbir soru yöneltilmez, hikmetine laf edilemez.259

Evet... Allah yarattığı her şey üzerinde hakimdir. O hüküm koyar ve insanlardan da o hükme boyun eğmelerini bekler.

Çünkü insanları Allah yarattı ve en iyi ne şekilde yaşayacaklarını da en iyi O bilir.

“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı yalnızca Allah’ın üzerindedir.”260

 

Havadaki kartalın, daldaki böceğin, topraktaki solucanın, kafadaki bitin, lağımdaki farenin ve her canlının rızkını bir şekilde verir. Rızık dağıtımında da bir düzensizlik görülmez. Ne gibi; 

Timsahın yaşayabilmesi için bolca ete ihtiyacı vardır. Belgesellerde izlemişizdir; Genelde büyükbaş hayvanlar yem olurlar.

Ormandaki aslan bir geyiğin peşinden, havadaki serçe sineğin, dağdaki tilki ise tavşanın peşinden koşarak rızıklanırlar. Nereden bakarsan bak büyük bir iş, rızık dağıtımı.

Ne gecesi var ne de gündüzü... Dünyanın dört bir yanındaki canlıların geçimini üzerine almak büyük bir iddia ve büyük bir zenginlik. Hem de hiç unutmadan rızıklandırmak. Allah’ım sen ne zenginsin! Sen ne güçlüsün!,

O Allah ki dilediğine dilediği kadar rızık verendir. Allah bir kuluna rızkı bollaştırmak istediğinde kim engel olabilir ki? Kim bu rızkın önüne geçebilir ki?

Rızkı azaltmak istediğinde de kimse önüne geçemez. 45 yılda biriktirilen rızık 45 saniyede geri de alınabilir. Bu Allah’a çok kolaydır.

 

O ALLAH Kİ ZENGİNDİR

“Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye layık olan ancak O’dur.”261

Allah zengindir. Hiç kimseye muhtaç değildir. Yarattıklarının hepsi her halukârda O’na muhtaçtır. Yaratılışlarında O’na muhtaçtır. Hayatlarını devam ettirmelerinde O’na muhtaçtır.

Göklerin, yerin ve rahmetin hazinelerine sahip olması O’nun çok geniş zenginliğindendir. O’nun yarattıklarına karşı cömertliği her zaman kesintisiz devam eder. O’nun eli gece gündüz açıktır.262

Her sene topraktan ve denizden çeşit çeşit ürünler vermesi zaten ıspatlıyor. O Allah değil mi? Elbette zengindir. Çünkü her şey O’nun.

 

O ALLAH Kİ BA¼I½LAYICIDIR

Evet... Allah bağışlayıcıdır. Dünyanın en suçlusu da olsak nefes alıp verdiğimiz sürece güzel bir tövbeyle bizleri bağışlar. Sanki işlediğimiz suçları bizler yapmamışız gibi günahlarımızı paklar. Okuyoruz;

“½üphesiz ki Allah çok bağışlayıcı ve çok mağfiret edicidir.”263

Allah’ın bağışlayıcı olması onun zenginliği, büyüklüğü ve merhametindendir. Allah bağışlamayı sever. Yeter ki kul bağışlanmak için yerinden kalkıp “Affet Allah’ım”a desin yeter... O kadar işlenen suç bu iki kelimeyle paklanır.

“Muhakkak ki Ben, tevbe eden, inanan ve salih amel işleyen, sonra da doğru yola gireni bağışlarım.”264

 

O ALLAH Kİ VAADİNDEN DÖNMEZ

“ ... Elbetteki Allah sözünden caymaz.”265

“ ... ½üphesiz Allah vaadinden dönmez.”266

“ ... Allah vaadinden caymaz. Fakat insanların çoğu bilmezler.”267

Evet... Allah sözünden caymaz...

• O Allah ki rızık veririm der... ki verir.

• O Allah ki suçluları cezalandıracağım der. Cezalandırır.

  O Allah ki inananlara cennet vaad eder. Verir.

  O Allah ki bağışlayacağım der. Bağışlar.

  O Allah ki bizleri tekrar dirilteceğini söyler. Diriltir.

  O Allah ki tövbeyle bağışlayacağını söyler ki bağışlar.

  O Allah ki zulmetmeyeceğini, adil olduğunu söyler ki adildir.

 

O ALLAH Kİ HER AN FAALİYETTEDİR.

“Göklerde ve yerde bulunan herkes ondan diler. O her gün (her an) da bir iştedir.”268

  Dağdaki kurt acıkmıştır; Allah ona bir av göndererek ihtiyacını karşılar.

  Köydeki kadının doğum sancıları başlamıştır; doğumu kolaylaştırarak bebeğin çıkışına izin verir.

  Aynı saniyede Afrika’daki bir yerlinin ömrü dolmuştur; hemen canını alır.

  Çayırdaki çimenler, ağaçlar susuz kalmıştır; o bölgeye yağmur gönderir.

  Bir topluluk azmıştır; binlerce kişi aynı anda cezalandırılır. Örnekleri çoğaltmak mümkün.

Evet O Allah ki hiç boş durmaz. Ne uyur, ne de uyuklama baş gösterir. Günün yirmi dört saati yarattıklarını gözetleyip ihtiyaçlarını giderir. Hemde hiç aksama olmadan. Çünkü O Allah’tır. Her şey ona kolay gelir.

Aynı anda can ver, can al, rızık ver, cezalandır, mükâfatlandır, gözet, işit, duaları işit...

Aman Allah’ım ne güç! ne büyüklük!...

Allah (c.c) ancak isim ve sıfatlarıyla tanınır demiştik. Allah’ın (c.c) isim ve sıfatlarının sadece bir kısmını kitabımıza aldık. Daha geniş bilgiyi kitabımızın son bölümünde bulabilirsiniz.

Allah-u Teala’yı bu sahifeye kadar gereği gibi tanımaya çalıştıysak bundan sonra işimiz kolaylaşır. Çünkü Allah-u Teala tanınınca bir sevgi ve bir güven oluşur demiştik.

Allah’ın bizleri görmesi, işitmesi, bağışlayıcı olması rızık vermesi, adil olması ve sözünden dönmeyen olması bir güven, bir sevgi vermez mi?

Çünkü dünya ve içindekiler emrimize amade kılınmış...

 

ALLAH İLE DOSTLUK NASIL KURULUR

Allah (c.c) ile dostluk verilen nimetleri görmek ve Allah’ın yaratmış oldukları varlıklar üzerine tefekkür ile kurulur.

Sadece O’na kul olabilmek ile, sadece O’na dua ederek, her ne istenecekse O’ndan istenerek dostluk kurulur. Çünkü kim Allah-u Teala’ya bir adım yaklaşırsa, Allah-u Teala ona on adım yaklaşır. Kim Allah’a yürüyerek gelirse, O ona koşarak gelir. Çünkü Allah kuluna dost olmak istiyor. Yeter ki bizler Allah’ı tanıyıp O’nu sevelim.

 

2. CENNETE GİDEN YOL;

İMTİHANA MUHATAP “İNSANI” TANIMAKTAN GEÇER:

İmtihana muhatap kılınan “insan”ı da tanımak lazım.

İnsanoğlu “ne”den yaratıldı?, nasıl bir fıtrata sahiptir? Ortak özellikleri nelerdir? Diğer canlılardan ayrılan özellikleri nelerdir? Çok mu değerli ki dünya ve içindekileri emirlerine amade kılınmış?

İnsanoğlunun Rabbi katındaki değeri nedir? vs... Tüm bunların bilinmesi lazım. Eğer insanoğlu kendisini hakkıyla tanımış olursa hem diğer canlılarla ilişkileri düzelir, hem de imtihanı kolaylaşır.

İnsanın hem maddi, hem de manevi boyutu vardır. Yani; deri, kemik, kan ve et. Bunlar insanoğlunun maddi boyutu... Duygusallık, cimrilik, cömertlik, asabi oluşu, aceleci, zalim, uysal vs... oluşu. Bu ise manevi boyutu.

İnsan nasıl bir varlıktır?... Bu soruya en iyi, en kalıcı cevabı hiç kuşkusuz Yaratan daha iyi cevaplar. Çünkü insanı yaratan nasıl bir fıtrata sahip olduğunu bilmez mi?

Bakalım Rabbimiz biz insanları nasıl tanıtıyor?

 

İNSANIN MADDİ BOYUTU

“Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten yana şüpheniz varsa, muhakkak biz sizi(n atanız Adem’i) topraktan yarattık. Sonra (soyundan gelenleri) nutfe (meni)den, sonra alaka’dan, sonra da şekli belli belirsiz bir çiğnem etten (yarattık). Size açıklayalım diye. Rahimde dilediğimizi belli bir zamana kadar durduruyoruz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkartıyoruz. Sonra en güçlü ve olgun çağınıza ermeniz için (bunu yapıyoruz). Kiminiz ölür. Kiminiz de ömrün en zayıf ve fena dönemine döndürülür. Önceden bilmiş olduğu şeyleri bilmez olsun diye...”269

İlk insan topraktan yaratıldı... Daha sonraki nesil ise basit bir sıvıdan... Yani meniden... Sidiğin çıktığı mekândan gelen meniden...

Tüm insanlığın ana malzemesinin basit bir sıvıdan oluşunun sırrı nedir acaba?... Niçin basit bir sıvıdan yaratıldık?

Sakın ola ileriki zamanlarda gururlanacak insanoğlunun gururunu, kibrini, büyüklenmesini önlemek için olmasın?

Kime karşı büyükleniyorsun? Kendini ne zannediyorsun? Yaratılışına baksana!... Basit bir sıvı... Yani meni...

“O halde insanoğlu neden yaratılmış olduğuna bir baksın.”270

Bakıyoruz;

 

“O insan dökülen meniden bir damla değil miydi?”271

Evet... Fışkıran sudan yaratılan insanoğlu, yarın Rabbine meydan okuyacak, onun hakimiyetini kabullenmeyecek, kendisini bir şey zannedecek ve tekrar Rabbine döneceğini de unutacak... Yazık... Cidden yazık...

Devam ediyoruz;

“½ekli belli belirsiz bir çeşit etten yarattık.”

Serçe kadar et parçası... Görüldüğü zaman mide bulandıran!...

“Sonra o nutfeyi alaka kıldık. Sonra o alakayı bir parça et ve o bir parça eti kemik yaptık, kemiğe de et giydirdik...”272

Serçe kadar et parçasının bir kısmı kemik olmak için fiziksel değişikliğe geçiyor. Ve bu değişim dünyadaki tüm anne karnında unutulmadan devam ediyor; hem büyük hastanelerde, hem de ormandaki yerli de... Hem kutuplarda, hem de ekvatorda... Hem de aynı modelde. Kafa, göğüs kafesi, kollar, bacaklar, parmaklar vs... Kemiklerde bir düzensizlik te görülmüyor. Yani kafatası kemiğinin içinde parmak kemiği yok... Yada sol ayak parmakları sağ kolda değil... Hiçbir düzensizlik yok... Sen ne güçlüsün Allah’ım!...

Olağanüstü bir sanatla, meni birtakım işlemlere tabi tutulur. Önce bir çiğnem et parçası, daha sonra eti ayakta tutabilmek için bir kısmının kemikleşmesi... Adım adım insan imalatı...

Bu işlemler anneyi rahatsız etmez. Kimsenin ruhu duymadan fabrika işler.

Devam ediyoruz;

Kemiğe et giydirirken dikiş kullanılmaz. O hücreler kemiğin hangi bölgesine gidip ne şekli alacağını bilirler.

Doğacak bebeğin cinsiyet ve fizik modelini anne babaya danışmazlar. Tamamen Rabbinin kontrolünde ve onun dilediği bir cinsiyet ve fiziğe bürünürler.

Artık kemikler üzerinde bir hareketlenme baş gösterir. Örümcek avını ağıyla sardığı gibi damarlar ve sinirler kemiği öylece sararlar. Uğramadık mekân bırakmazlar. Hepsinin görevi ayrı, çalıştığı mekânlar farklıdır. Bunlarda da bir düzensizlik görülmez.a

Devam ediyoruz;

Anne karnındaki cenin insan minyatürünü andıran bir görüntüye bürünmüştür artık. İç organları yerli yerine yerleşmiş güzel bir ciltle de kaplanmıştır. Kendisine ayrılan vakte kadar mekânında bekler.

Ya imtihan sahasına merhaba demeden ölür, ya da fışkıran su’dan ağlayan bir bebek olarak çıkış izni verilir. Her aşama Allah’ın kontrolü altında gerçekleşir.

Güçsüz, zayıf yaratılan insanoğlunun en muhtaç döneminin startı verilmiştir. Dişleri olmayan, akledemeyen, düşünemeyen, yürüyemeyen, ihtiyacını dile getirmeyen topyekün muhtaç bir canlı...

Dünyadaki tüm insanların geçirdiği bir devre. Zalimi de, mazlumu da, padişahı da... Tüm insanlar... Aciz ve muhtaç...

  İnsanoğlu zayıf yaratılmış. En ufak bir soğuk algınlığına gelemiyor.

  İnsanoğlu zayıftır; uykusuzluğa yenik düşer.

  İnsanoğlu zayıftır; açlığa ve susuzluğa dayanamaz.

  İnsanoğlu zayıftır; en ufak bir mikroba karşı devrilir.

 

İlerleyen yaşlarda tüm güçler ellerinden alınır. Kalın camlı gözlük, baston ve romatizmal ilaçlar kullanılmaya başlanır. Ömrün ilerleyen dönemlerinde de hafıza zayıflar. Ve en sonunda bel bükülür, saç ağarır, dişler dökülür ve artık birçok şey bilinmez olur. Bir deri bir kemik kalmış nefes alan bir ölü...

Evet... İnsanoğlunun maddi boyutu; 4 kilo kan, 20 kilo kemik, 50 kilo et... Başka?...

Nereden nereye!... Milyonlarca insana zulmeden zalim, bir bastona emanettir artık...

Allah’ın kanunlarına meydan okuyan bir kendini bilmez; artık kendini dahi bilemez çağa gelmiştir. Bunun önüne geçilmez. Geçilemez... Hiçbir kimsenin gücü yetmez... Kilolarca demiri kaldıran bel, bükülür... İnsan vücudunun gelişimi insanın kontrolü dışındadır. Ne ağaran saçın, ne dökülen dişin, ne de bükülen belin önüne geçilir...

Bir damla meniden, nefes alan deri kemik yığınına.

Ey insanoğlu sen ne zayıfsın!...

½ekil 10 b= Taralı kesim insanoğlunun en güçlü olduğu dönem. Bunun yarısını uyku, yeme ve içmeye ayırırsak geriye çok az bir zaman kalır. Ya sonrası?...

 

              

İNSANO¼LUNUN MANEVİ BOYUTU

İnsanoğlunun manevi boyutunu ne psikologlar, ne profesörler, ne de başkaları tam anlamıyla bilirler. Çünkü kendileri de insan.

İnsanın her şeyini en iyi bilen, onu yaratandır kuşkusuz. Bakalım Allah-u Teala insanları nasıl tarif ediyor;

Bakıyoruz;

İNSANO¼LU NANKÖRDÜR

“Sizi dirilten, sonra sizi öldürecek olan, sonra da sizi diriltecek olan O’dur. ½üphesiz ki insan çok nankördür.”273

“Biz insana nimet verdiğimizde yüz çevirir, yan çizip uzaklaşır. Eğer ona kötülük isabet ederse bu sefer de uzun uzadıya dua eder.”274

“Denizde size bir sıkıntı dokunduğu zaman O’ndan başka taptığınız herkes kaybolur. Fakat O, sizi kurtarıp karaya çıkarınca (yine) yüz çevirirsiniz. Zaten insan çok nankördür.”275

İnsandır bu... Hani derler ya insanoğlu çiğ süt emmiş... Parayla tanıştığında aklıyla kazandığını zanneder... Sanki rızkını aklı verdi... Rabb’imizin imtihanı gereği fakirlik musibet ettiği zaman da aklına değilde Rabb’ine dua eder.

İnsandır bu, sık sık komik duruma düşer...

Devam ediyoruz;

“Denizde size bir sıkıntı düştüğü zaman...”

Bir anlık kendinizi batmakta olan bir gemide hissediniz... Karadan uzak... Deniz mavi, gök mavi... Sizi kim kurtaracak? Babanız mı?... Yok! Yok! O kendi derdinde... Sizi düşünecek ne vakti vardır, ne de imkânı...

Evladınız mı?... O da kendi derdine düşmüştür... Kabrinde mum yaktığınız filan mı? O zaten ne işitir, ne de görür... Aklınıza dahi gelmez...Bankadaki paralar, yatlar, katlar mı?... Yok, Yok...

Geriye kim kaldı?

Sen ve Yaradanın...

Tek taraflı dialog başlar artık...

- Rabbim!... Her şeyin Rabbi!... Beni buradan  kurtar!...

- Seni anmayarak kendi nefsime zulmettim!...

- Eğer beni kurtaracak olursan tüm malımı uğrunda harcayacağım...

- İçki, kumar, zina, vs’yi bırakacağım...

- Yemin ediyorum. Razı olduğun şekilde yaşayacağım.

Eğer’le başlayan yalvarmalar tüm hızıyla devam eder, ta ki kurtulmanıza vesile olacak gemi ya da başka bir sebep görününceye kadar...

Rabbimin imtihanı neticesinde kurtuldunuz diyelim... Verdiğiniz sözlere ne kadar sadık kalırsınız?

Öyle ya! İnsandır bu...

              

İNSAN HIRSLI VE EGOİSTTİR

“½üphe yok ki insan, çok haris yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokunduğu zaman sızlanır; hayır dokunduğu zaman da herkesi ondan men eder.”276

 

İNSANO¼LU NİMETLERE AZ ½ÜKREDER

“Sizi  yeryüzünde yerleştirdik ve orada sizin için maişetler hazırladık. Buna rağmen ne kadar az şükrediyorsunuz?”277

“Ey Muhammed! De ki: Sizi yaratan sizin için kulaklar, gözler ve kalpler yapan O’dur. Buna rağmen ne kadar az şükrediyorsunuz.”278

 

İNSANO¼LU ACELECİDİR

“İnsan aceleci yaratılmıştır. Size âyetlerimi göstereceğim. Bu itibarla acele etmeyin.”279

İnsandır bu. Her işinde acelecilik vardır.

• Dua eder; hemen kabul olmasını bekler.

• Dükkan açar; hemen zenginlik bekler.

• Evlenir; çocuk bekler.

Hep bekler...

 

İNSANO¼LU CİMRİDİR

“De ki: “Eğer siz Rabb’imin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, o zaman tükenir korkusuyla muhakkak cimrilik ederdiniz.” Zaten insan çok cimridir.”280

Eğer bugün dünyada bir açlık varsa, bu insanoğlunun cimriliğindendir. Zaten insanoğlu cimri olmasaydı Allah-u Teala ne zekatı, ne de infak’ı emrederdi.

İnsan cimridir. Azalır ya da yenisi bir daha gelmez korkusuyla malını kimseye koklatmak istemez. Hep biriktirmek ister.

Oysa bilmez mi ki artıran da Allah (c.c), azaltan da Allah...

Evet okuyucu dostum; İstesek de istemesek de, kabul etsek de, etmesek de maddi ve manevi boyutumuz bu...

Koskoca evren ve içindekilerin, meniden yaratılan insanoğlunun hizmetine sunulmasındaki sır ne acaba?

 

3- CENNETE GİDEN YOL: İMTİHAN KILAVUZUNU TANIMAKTAN GEÇER:

Kılavuza ne zaman ihtiyaç hissedilir?

- Zorda kalındığı zaman...

- Yön tayinini yapamadığımız zaman...

- Kaybolduğumuz zaman...

- Seçmekte zorlandığımız zaman...

- Hele de ormanda kaybolmuşsak... Daha çok ihtiyaç hissedilir.

“Hangi yol bizi adresimize ulaştırır?” sorusuna değişik cevap veren kılavuzlar çıkarsa ne yapılır?

a) İlk sorduğumuz kılavuzu dinleriz.

b) Son sorduğumuz  kılavuzu dinleriz.

c) Tekrar tekrar sorarız.

d) Yazı tura atarız. Kime denk gelirse o kılavuza uyarız.

e) Kılavuzları tanımaya çalışır, kendimize en yakın olanın sözüne itimat ederiz.

 

Hangi şık doğru?...

“e” seçeneği... öyle değil mi?

½u an önümüzde bir kılavuz var. O kılavuz da cennet ve cehennem yol ayrımında durmuş insanlara birtakım tavsiyelerde bulunuyor.

Mesela ne diyor?

• Nasıl imtihan olacağınızı ben biliyorum diyor.

• Allah (c.c) sizlerden nasıl bir yaşam şekli istiyor? “Ben biliyorum.” diyor.

• “Her çağa hitap edecek bilgim vardır. Hiçbir teknolojiden de etkilenmem.” diyor.

• “Her türlü tartışmalarınızda/ihtilaflarınızda hakem olurum.” diyor.

• “Kâfirlerin küfrünü, inananların imanını artırırım” diyor.

• “Muhatabım diri insanlardır, ölüler değil.” diyor.

• “Her insan, aklı ve bilgisi oranında beni anlar. Sadece şeyh ve hocaların tekelinde değilim.” diyor.

• “Hangi eylem cennete, hangi eylem cehenneme götürür biliyorum.” diyor.

• “İddia ediyorum her soruya cevap veririm.” diyor.

• “Tüm beşeri sistemlerden daha güzel bir sistem, bir yaşam şekli bilirim.” diyor.

Evet... Yol ayırımdaki Kur’ân böyle diyor.

Kur’ân nasıl bir kitaptır? Muhatabı kimlerdir? Tarihçesi nasıldır? Niçin vardır? Sadece emir ve yasaklar kitabı mıdır? Kaç âyetinden sorumluyuz? Gerçekten de çağımıza uyar mı? Kur’ân’a muhatap olmadan da yaşayabilir miyiz? Kur’ân’ı gereği gibi okur ve yaşarsak Allah’ın rızasını kazanır cennete girer miyiz?

En kısa zamanda bu sorularımızın aydınlığa kavuşması lazım. Çünkü bir defa imtihan oluyoruz.

Aksi takdirde geç kalmış olabiliriz...

Kur’ân; Hiç bir şeyh ve hocanın tekelinde olmayan bir kitaptır.

 

KUR’AN; HERKESİN ANLAYACA¼I BİR SEVİYEDE İNMݽTİR.

“Andolsun ki Biz Kur’ân’ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Peki var mı öğüt alıp düşünen?”281

 

KUR’AN; İNANANLARIN Ö¼ÜT ALACAKLARI BİR KİTAPTIR;

“(Bu) kendisiyle (kâfirleri) uyarman, mü’minlere de öğüt almaları için sana indirilen bir kitaptır.”282

“Ey insanlar, size Rabb’inizden bir öğüt, kalplerde olanlara bir şifa, mü’minler için de bir hidayet ve rahmet gelmiştir.”283

 

KUR’AN İLAHİ BİR KANUNDUR

“Muhakkak ki Biz sana kitabı Allah’ın sana gösterdiği bir şekilde, insanlar arasında hükmetmen için hak olarak indirdik...”284

“Biz sana da Kitabı hak ile, kendinden önce indirilen kitapları doğrulayıcı ve onlara karşı bir şahit olmak üzere indirdik. O halde aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen hakkı bırakıp onların heveslerine uyma! (Ey insanlar) sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik.

Eğer Allah dileseydi elbette hepinizi bir ümmet yapardı. Fakat O, size verdiği (şeriatler) ile sizi imtihan etmek istedi. Öyle ise hayırlı işlere koşun. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Ve O, hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.”285

“Rabbi’nin sözü doğruluk ve adalet bakımından eksiksizdir. O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O (her şeyi) işitendir, hakkıyla bilendir.”286

“Rabbinizden size indirilene uyun. O’ndan başka velilere uymayın.(a) Ne kadar az öğüt tutuyorsunuz?”287

 

KUR’AN ½AKA DE¼İLDİR

“O bir şaka değildir.”288

 

KUR’AN EN DO¼RUYA GÖTÜRÜR

“Gerçekten bu Kur’ân, en doğru olana iletir ve salih amellerde bulunan mü’minlere kendileri için muhakkak büyük bir mükafat olduğunu da müjdeler.”289

 

KUR’AN; İNANANLARI, KÂFİRLERDEN KORUR

“Sen Kur’ân’ı okuduğun zaman seninle ahirete iman etmeyenlerin arasında gizli bir perde çekeriz.”290

KUR’AN İNSANLARI CENNET VE CEHENNEMLE DİKKAT ÇEKER?

“(İndirdiği o kitap) dosdoğru bir kitaptır. (Onu) kendi katından şiddetli bir azabı bildirmek; salih ameller işleyen mü’minlere de güzel bir mükâfat olduğunu müjdelemek için (indirmiştir.)”290

“Biz onu (Kur’ân’ı) onunla takva sahiplerini müjdeleyesin, inat edenleri de uyarsın diye senin dilinle kolaylaştırdık.”291

“Biz sana Kur’ân’ı güçlük çekmen için indirmedik. Ancak korku duyan kimseye öğüt olmak üzere gönderdik.”293

“Bilen bir kavim için müjdeleyici ve korkutucu olmak üzere âyetleri gereği gibi açıklanmış Arapça bir Kur’ân olarak (indirilmiş) bir kitaptır. Ama onların çoğu yüz çevirmiştir. Bundan dolayı onlar işitmezler.”294

 

KUR’AN BÜTÜN İNSANLI¼A TEBLݼDİR

“İşte bu insanlara bir bildiridir! Onunla uyarılsınlar, O’nun ancak bir tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri de iyice öğüt alsınlar diye.”295

 

O HALDE KUR’AN NE DE¼İLDİR?

• Sadece Arapları muhatap alan bir kitap değildir.

• Sadece şeyh ve hocaların anlayacağı bir kitap değildir.

• Sadece mezarlarda okunan bir kitap hiç değildir.

• Sadece emir ve yasaklardan bahseden bir kitap değildir.

• Duvarlara süs olması için asılan bir süs kitabı değildir.

• Sadece adına dini geceler dedikleri (sanki diğer günler dinsiz) günde okunan bir kitap değildir.

• Okunup ölülere hediye edilen hediye paketi değildir.

• Sadece eve ya da iş yerine asılarak şeytanların girmesini engelleyecek “şeytan savar” değildir.

• Sadece güzel seslilerden dinleyip de kulak pasını gideren bir terenni hiç değildir.

 

PEKİ NEDİR KUR’AN?

- Kur’ân; kişinin Rabb’iyle konuşabileceği bir buluşma merkezidir.

- Kur’ân; kişinin toplum içinde nasıl adam gibi yaşayacağını öğreten bir eğitmendir.

- Kur’ân; hayat yolunun bir trafik levhasıdır.

- Kur’ân; şeytan ve dostlarının nasıl tuzaklar hazırladığını önceden haber veren bir muhbirdir.

- Kur’ân; insanoğlunun dünyasını ve ahiretini düşünen bir hayırseverdir.

- Kur’ân; insanoğlunu zilletten kurtarıp izzetli bir hayata sevkeden yüce bir  kitaptır.

-  Kur’ân; insanlık yaşlandıkça gençleşen bir yaşam şeklidir.

- Kur’ân; kişinin annesine, babasına, karısına, akrabalarına, komşularına ve diğer insanlara karşı tavrının ne olması gerektiğini önceden hatırlatan bir dosttur.

 

KUR’AN; KݽİYE AHLAKLI YA½AMAYI TAVSİYE EDEREK

DO¼RU SÖZLÜ OLMASINI İSTER;

“Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve doğru söz söyleyin ki, Allah, amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın; Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.”296

 

BO½ ½EYLERDEN YÜZ ÇEVİRMEMİZİ İSTER:

“Mü’minler kurtuluşa ermişlerdir. Boş şeylerden yüz çevirenler onlardır.”297

 

KUSURLARI BA¼I½LAMAMIZI İSTER

“(İşte o takva sahipleri) bollukta ve darlıkta, Allah yolunda sarf eden, kinlerini içlerinde tutan ve insanların kusurlarını bağışlayan kimselerdir. Allah iyilik edenleri sever.”298

 

ZAN VE GIYBET ETMEMEMİZİ İSTER

“Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının! Çünkü zannın bazısı günahtır. Birbirinizin gizlisini araştırmayın. Kimse kimseyi gıybet etmesin; içinizden biri, hiç ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Bundan tiksindiniz değil mi? Allah’tan sakının. ½üphesiz Allah, tövbeyi çok kabul edendir. Çok merhametlidir.”299

Babamızın bile nasihat etmediği tavsiyeler!...

Allah’ım! Sen kullarına karşı ne kadar da merhametlisin!!

 

KUR’AN YANLI½ TANITILDI

Evet... Maalesef kılavuzumuz yanlış tanıtıldı. Sadece şeyhler ve din adamları anlar sizler anlayamazsınız denilerek Kur’ân’la insanların bağlantısını kestiler.

Kur’ân kabirlerde okunur diyerek Kur’ân’ın muhatabı başka kanala, yani ölülere kaydırıldı. Oysaki Kur’ân’ın muhatabı canlı insanlardı.

Kur’ân; emir ve yasakları içeren, cennet ve cehennemden bahseden bir kitap denildi. Oysaki emir ve yasaklar çok azdır. Devede kulak misali gibidir.

Kur’ân her şeyden bahseder. Hiçbir şeyi gizlemeyip açıklanmadık konu bırakmaz. Bakıyoruz;

- Kur’ân; yaratılıştan bahseder.

- Kur’ân; arıdan bahseder.

- Kur’ân; yer ve gök olaylarından (bulut, yağmur, şimşek, yıldırım) bahseder.

- Kur’ân; denizlerden, gemilerden, nehirlerden bahseder.

- Kur’ân; bitki ve meyvelerden bahseder.

- Kur’ân; iman ve esaslarından bahseder.

- Kur’ân; Allah’tan bahseder.

- Kur’ân; meleklerden bahseder.

- Kur’ân; diğer kitaplardan bahseder.

- Kur’ân; peygamberlerden bahseder.

- Kur’ân; İslam ve müslümanlardan bahseder.

- Kur’ân; temizlik ve temizlenmekten bahseder.

- Kur’ân; ahlaktan bahseder.

- Kur’ân; dua’dan bahseder.

- Kur’ân; aile hayatından bahseder.

- Kur’ân; devlet ve idare şeklinden bahseder.

- Kur’ân; hukuktan bahseder.

- Kur’ân; ilim ve teknikten bahseder.

- Kur’ân; ekonomiden bahseder.

- Kur’ân; tarihten bahseder.

- Kur’ân; ahiretten bahseder.

Evet, korkulan Kur’ân, tüm bunlardan bahseder.

 

KUR’AN HER ÇA¼A HİTAP EDER

Kur’ân sanıldığı gibi sadece Araplara ya da Peygamber efendimiz dönemindeki insanlara hitap etmez.

Kur’ân insan fıtratına hitap eder. İnsan var oldukça, Kur’ân var olacak ve her zaman da insanların karşısına dikilecektir.

Kur’ân’daki hükümler çağın gerisinde kalmaz. Çünkü Kur’ân çağdan etkilenmez. Kur’ân’ın muhatabı insandır ve fıtrata hitap eder. Mesela Kur’ân;

-”Anne ve babaya üf bile demeyin.”  diyerek anne ve babanın hakkını savunur.

İki milyon yıl da geçse anne ve baba var oldukça evlada olan bu tavsiye niteliğindeki emir çağ gerisinde kalmaz.

- İnsanoğlu var oldukça karşılıklı borçlanmalar ve bazen yaşanan ihtilaflar olacaktır. Bu ihtilafın yaşanmaması için Kur’ân;

-”Birbirinizle borçlandığınız  zaman onu yazın”  diye tavsiyede bulunur. Bu tavsiyenin muhatabı tüm alacak vereceklilerdir. İki milyon yıl da geçse bu tavsiye hiç eskimez.

- Kur’ân; zulmetmeyin, herkesin hakkını koruyun, yalan söylemeyin, hırsızlık yapmayın, birbirinize lakaplar takmayın, gıybet etmeyin, birbirinize iftira atmayın, kimsenin malına ve namusuna göz dikmeyin diyerek tavsiyede bulunur. Ve bu tavsiyeleri 1400 küsür sene önceden açıklamıştır.

İki milyon yıl da geçse bu tavsiyelerde bir yanılgı olur mu?

Çünkü Kur’ân fıtrata hitap eder.

Bu Kur’ân ki iyi anlayana cennet vaad eder.

 

İNSANO¼LU BA½IBO½ MU YARATILDI?

Niçin yaratıldığını ve ne şekilde imtihana tabi tutulduğunu bilemeyen, ya da unutan bir insan doğal olarak ahiret endişesi duymaz. Ahiret endişesi duyulmayan bir yaşam şeklinde ise nefsin istediği her şey korkusuzca yerine getirilir. Böyle bir hayat sisteminde kontrol mekânizmasının yeri de yoktur.

Yaratılıp başıboş bırakılacağını hissetmek, öldükten sonraki hayatı önemsememek anlamına gelir ki işte o zaman tehlike çanları çalmaya başlar. Ve haliyle de tüm kötülüklerin kapısı ardına kadar açılmış olur.

Artık kim kimi sömürürse, kim kime zulmederse! Kim kimi yönetmeye kalkışırsa, kim kimin hakkını gasp ederse? Kim kimi ezerse?

Çünkü toprağın beyni yok! Yuttuğu insanlardan hangisi suçlu? Hangisi masum... ki ona göre karar verip gereken cezayı versin.

Başıboş yaratılmış olma hissi; “cehennem yolunun otobanı” gibidir. Süratle vardırır hak edilen yere.

Bu his’se sahip olanların yaşantılarına baktığımızda;

“Koltuk, mide, yatak ve eğlence” dörtgeninde bir hayat sürdüklerini görürüz. Tabiri caizse (ki caiz olduğuna inanıyorum) tam bir hayvanî yaşam!...a Hatta daha aşağı. Çünkü hayvanlar belirli bir fıtrat üzere yaşarlar.

Bizlere cenneti ve cennet için yarışmamızı tavsiye eden Rabbimizin göndermiş olduğu imtihan kılavuzumuza baktığımızda bu sorumuza cevap bulabiliriz:

“Yoksa insan başıboş bırakılacağını mı sanır?”300

“Acaba siz, Bizim sizi boşuna yarattığımızı ve sizin Bize gerçekten döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?”301

Evet... Başıboş yaratılmadığımıza göre!... Soralım o zaman;

Niçin yaratıldık?

Yeni bir başlık atabiliriz artık;

 

 

4- CENNETE GİDEN YOL: “NİÇİN YARATILDIK?” SORUSUNA

CEVAP BULMAKTAN GEÇER.

Evet... Madem başıboş yaratılmadık, o zaman yaratılış gayemiz olmalı... Ve bu yaratılış amacı da dünyadaki tüm insanları bağlar olmalı...

İşte yüzyıllardır insanoğlunun merak ettiği ve cevabını hep yanlış adreste aradığı bir soruydu bu; “Niçin yaratıldık?...”

Daha ne zamana kadar insanlar doğacak, büyüyecek ve ölecek. Bu hayat hep böyle mi devam edecek?...

İmtihan klavuzumuzun 524.  sahifesini açıp 56 nolu uyarıya baktığımızda;

“Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsin diye yarattım.”  diye cevabımızı alırız...

İşte Adem (a.s)’den kıyamete kadar yaşayacak olan insanların yaradılış gayesi “ALLAH’A İBADET.”

Yani;

Sadece

• Allah’a (c.c) kulluk.

• Allah’a (c.c) kölelik.

• Allah’ı (c.c) zikretmek, Allah’ı övmek.

• Sadece ve sadece Allah’ın emir, yasak ve tavsiyelerine uymak.

• Allah’ın (c.c) yasak kıldığı ve serbest bıraktığı sınırları arasında yaşamak

• Allah’ı (c.c) ve Allah’ın sevdiklerini sevmek, sevmediklerini ise sevmemek

• Sadece Allah’a dua etmek

• Sadece Allah’tan yardım beklemek

• Allah’ın takdirine sabretmek

• Allah’ın verdiklerine de şürketmek

Kısacası, yirmi dört saatlik zaman zarfında yapacağımız her eylemin (konuşma, düşünme, çalışma, evlenme, boşanma, yeme, içme, ticaret yapma, çocuk yetiştirme... vs.) Allah-u Teala’nın rızasına uygun olması. İşte ibadet budur.

Evet... Allah-u Teala; kullarının yirmi dört saatine karışarak sadece kendisinin belirlediği bir hayat programına uymamızı istiyor.

Ama niçin?

 

5- CENNETE GİDEN  YOL “NİÇİN ALLAH’A İBADET EDECE¼İZ?”

SORUSUNA CEVAP BULMAKTAN GEÇER:

Yapacağımız ibadetlerin bilinçli, kalıcı ve ihlaslı olması için bu sorumuza tatminkâr bir cevap bulmamız lâzım. Bu soru da diğer başlıklar gibi çok mühim. Çünkü bu soruya bulacağımız bir cevap; ahiret endeksli bir hayat yaşamamızı sağlayarak hayvani bir yaşamdan uzaklaştırır.

İbadet kavramını “teşekkür etme” olarak algılarsak, başlığımız, “niçin Allah’a teşekkür edeceğiz?” olarak değişir.

İki misalle cevaplamaya çalışalım.

Kardeşinin “Teşekkür ederim abi” demediğini babasına şikayet eden bir abi’yi düşünelim.

Babanın vereceği cevap;

- “Niçin sana teşekkür etmesini istiyorsun?

- Kardeşinin ödevini mi yaptın ki teşekkür etmesini bekliyorsun.

- Kardeşine çikolata mı verdin ki teşekkür etmesini bekliyorsun.

- Kardeşine bisikletini ödünç mü verdin ki teşekkür etmesini bekliyorsun.” olur.

Ya da;

Gelen turistlerin kendisine teşekkür etmediklerini patronuna yakınan bir resepsiyoncuya verilecek cevap;

- “Müşterilerine iyi davranıp bavullarını mı taşıdın ki teşekkür bekliyorsun?

- Müşterilerine güzel hizmette mi bulundun ki teşekkür etmelerini bekliyorsun?” olur.

Dikkat edilirse herhangi birinden teşekkür beklenmesi için o şahsın hoşuna gidecek, menfaatine uygun tavırlarda bulunulması lazım. Aksi halde kimse kimseye teşekkür etmez.

Bu iki örnekten hareketle, Allah-u Teala’nın bizlerden kendisine neden teşekkür/ibadet etmemizi istediğine bakabiliriz artık.

“O, size, kendisinden istediğiniz şeylerin hepsinden verdi. Eğer Allah’ın nimetini topluca saymak isteseniz dahi, siz onları sayamazsınız. Gerçekten insan çok zulmedici ve çok nankördür.”1a 302

“De ki; Sizi yaratan, size işitmek için kulaklar, gözler ve kalpler veren O’dur. Ne kadar az şükredersiniz.”303

Evet... Kitabımızın anafikri olan “Niçin ibadet yapmalıyız?” sorusunun cevabını nihayet bulduk... Cevabımız çok kısa;

“Allah-u Teala’nın bizlere vermiş olduğu nimetlere teşekkür etmek için ibadet yapacağız.” Hepsi bu... Kısa ve net...

Fakat ne hikmetse bugün insanlığın büyük bir kısmı nimetler içinde boğulurken;

- Ya nimetleri göremeyecek kadar kör olmuşlar;

- Ya da nimetleri vereni karıştırmışlar.

Çay yada yemek ısmarladığımızda teşekkür edilmediği zaman, nasıl kızıp insanları nankörlükle suçluyorsak, işte Rabbimiz de şükretmeyen (şükrünü ibadetlerle ıspatlamayan) kullarını aynı şekilde nankörlükle suçluyor.

Ve böylece insanoğlunu iki sıfat beklemiş oluyor;

- Ya, Rabbine şükreden ve şükrünü ibadetlerle süsleyen bir kul,

- Ya da nimetler karşısında şükrünü unutmuş nankör bir kul.

Bir insan, gerçekten Rabb’ini seven ve ona her zaman şükreden, ibadet yapan bir kul olmak istiyorsa Rabb’inin kendisine vermiş olduğu nimetleri harfiyyen bilmesi lâzım. Çünkü şükür, yani ibadet; nimetleri görmekle orantılıdır. Verilen nimetler tanınınca şükür de artar. Aksi halde istediğimiz kadar kendimizi zorlayalım gereken şükrü ve ibadeti yapamayız.

Evet okuyucu kardeşim!... Yarın Allah-u Teala’nın huzuruna yüzü kızarmış, defteri sol tarafından verilen nankör bir  kul olarak çıkmak istemiyorsak Allah’ın (c.c) bizlere bahşetmiş olduğu nimetleri görüp ona?(a) şükretmemiz lazım.

Yeni bir başlık atarak, Allah’ın (c.c) bizlere vermiş olduğu nimetlere bir göz atalım;

 

ALLAH’A İBADETE GİDEN YOL NİMETLERİ GÖRMEKTEN GEÇER.

Niçin Nimetler Üzerinde Duruyoruz:

Önceki sahifelerde dediğimiz gibi nimetin büyüklüğüne göre teşekkür cümleleri uzar. Fakat verilen nimet gereği gibi tanınmazsa değeri bilinemez. Ve haliyle de gereği gibi şükür de yapılamaz. Ne gibi;

Hayatında hiç bilgisayar görmemiş birine bir bilgisayar hediye ettiğimizi varsayalım. Üç parçadan oluşan kaba alet görünürde oldukça değerli gibi gözükür.

Fakat üç beş uğraşıdan sonra sadece hesap makinası bölümünü kullanabiliyor olması, ya da sadece o kısmı keşfetmesiyle bir hesap makinesinden farksız olduğu kanısına varır. Kolay kolay her yere taşınamaz kaba bir hesap makinesi...

Belki de, “Ne gereği vardı” diye de düşünebilir. Daha sonra kullanım kılavuzunu verdiğimizde özelliklerini her öğrenişte telefona sarılıp uzun uzun teşekkür edecektir. Daha sonra da bilgisayara karşı bir sevgi ve onu koruma doğal olarak kendini gösterecektir.

İşte bizler de Allah’ın (c.c) biz insanlara ne tür nimetler bahşettiğini irdelersek, hem nimetleri koruma, hem de her nimete ayrı ayrı şükür ederek şükranlarımızı dile getiririz.

Bakalım Allah-u Teala biz insanlara ne tür nimetlerde bulunmuş:

“Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan... O’dur.”304

“Allah, gökleri ve yeri yaratandır. Gökten su (yağmur) indirip onunla size rızık olarak her türlü ürünler bitiren, emri ile denizde akıp gitsin diye gemileri emrinize verendir. Nehirleri de emrinize verendir O.”

“Mûtat hareket ve özellikleriyle güneşi ve ay’ı size musahhar kıldı. Geceyi ve gündüzü de faydanız için musahhar kıldı.”

“O size kendisinden istediğiniz şeylerin hepsinden verdi. Eğer Allah’ın nimetini topluca saymaya kalkarsanız onları sayamazsınız. Gerçekten insan çok zulmedici ve çok nankördür.”305

 

ALLAH’IN (C.C) İNSANLARA OLAN İKRAMLARI

Allah-u Teala’nın insanlara olan ikramları sayılamayacak kadar çoktur. Bunları başlıklar halinde toplarsak;

 

• İnsanlar

• Bitkiler

• Hayvanlar

• Diğer cansızlar

Yeni bir dosya daha açarak bunları görelim.

 

ALLAH’IN (C.C) KULLARINA GÖNDERDİ¼İ HİZMETÇİLER

a) (İnsanlardan) bir kadın: imtihan sahasına bir “damla” olarak düşen ve daha sonra da 40 günlük bir çiğnem et parçasıyla ruhunu birleştiren insana 9 ay küsür gün süresince karnında misafir olarak kabul eden bir hizmetçi... İleride kendisine “Anne” diyeceği bir  kadın1a...

Bu hizmetçi kadının hizmet serisi misafirini dış etkenlerden korumakla başlar; doğumu, emzirmesi, altını temizlemesi, yedirip içirmesi, elbiselerini yıkayıp ütülemesi, okuluna götürmesi, ileriki yaşlarda kendisine kız araması, varsa çocuğuna bakması, hastalanınca soluğu yanında alması ve ölünceye kadar arkasında dua etmesiyle de son bulur.

 

 

 

    

 

 

 

 

½ekil 11= Bir  kadının evladına hizmet dönem grafiği.

 

Grafiğimizi biraz açarsak;

(0-20) Yaş arası: Annenin doğacak çocuğunu tanımadığı bir dönem. Ne cinsiyeti belli, ne fiziği belli, ne de karakteri...

(20-65) Yaş arası: Bu dönem; eczacının ya da doktorun:

- “Hamilesiniz”.

Demesiyle başlar. İşte o andan itibaren annelik psikolojisi başlar. Ve Allah-u Teala tarifi imkansız bir şefkat, bir sevgi, bir “kendinden bilme” duygusu verir. Ve o anne karnındakini göstererek;

- “O benim her şeyim” der. Hamilelik zamanında ne görmüştür, ne de konuşmuştur. Belkide doğacak çocuk zihinsel özürlü, ya da doğuştan kör bir şekilde dünyaya gelecek.

Lakin; annelik duygusu o kalbe bir girdi mi ölünceye kadar da çıkmaz.

Her ne şartlarda doğarsa doğsun o kadın hizmette kusur etmeyerek, Allah-u Teala’nın imtihana tabi tutacağı kulu için, ölünceye kadar hizmetine devam edecektir.

(65 ve üstü) Yaş arası: O kadının hizmetinin bitmesiyle başlar. Mahşer günü hesaplaşmadan sonraki mekânda görüşmeleriyle devam eder.a

İşte Allah-u Teala’nın insanlara göndermiş olduğu ilk nimet... Ve kendisine hiç ücret ödemediğimiz bir hizmetçi.

• Sakın ola ki gönderdiği bu hizmetçiden dolayı Allah-u Teala bizlerden bir şey istemiş olmasın?

b) Bir Erkek: Yine Allah-u Teala’nın tüm kullarına göndermiş olduğu, ileride kendisine “baba” diyeceği bir erkek hizmetçi...306

Kahramanımızın büyümesi için gıdaya, gıdanın eve gelmesi için paraya, paranın bulunabilmesi için de çalışmaya ihtiyaç vardır. Erkek hizmetçilerin başında gelen baba bu göreve talip olarak:

- “Ben çocuklarım için varım ve herşey onlar için” diyerek hizmetteki aşkını dile getirir.

Hizmetçi yerinde duramaz artık. Çocukların geçimi için dünyanın her tarafına gidip en zor şartlarda çalışacak kadar azimlidir. O babaya bu sevgi, çalışma hırsı, babalık duygusu nereden geldi acaba?...

Yine Allah-u Teala’nın o babaya verdiği tarifi imkânsız bir şefkat, bir sahiplenme duygusunu görüyoruz.

Tüm herşey imtihana tabi tutulacak kulunun güzelce/sağlıklıca büyümesi içindir.

Tıpkı anne gibi baba da kahramanımıza Allah’ın (c.c) taktir ettiği kadar hizmet eder. Ve ölümüyle de hizmeti son bulur.

“Allah-u Teala göndermiş olduğu bu hizmetçiden dolayı bizlerden bir şeyler istemesi gayet normaldir. Öyle değil mi?”

c) Başka bir kadın: Kahramanımız belli bir yaşa gelmiştir artık. Daha önceleri hiç hissetmediği, aklından bile geçirmediği bir his bürümüştür kendisini; “cinsellik”

Ve Allah-u Teala imtihana tabi tuttuğu kuluna bir başka hizmetçi gönderir. O hizmetçi -Allah’ın izni ile- ailesi tarafından namusu korunarak damat adayına verilir.307

Yine Allah-u Teala tarafından; sanki daha önceden birbirlerini tanıyorlarmış gibi, bir sahiplenme duygusu gelir.

Ve o kadının hizmeti; “yemek yapmak, çamaşırlarını yıkamak, (verilirse) çocuğa bakmak ve herhangi bir konuda kahramanımızla dertleşip derdine çözüm aramak, herhangi bir davasında davasına yardım etmek...” olarak devam eder. Ve bu kadının da hizmet süresini yine o hizmetçiyi gönderen belirler. Bu süre; bir gün de olabilir, beş sene de olabilir, yetmiş yıl da olabilir.

“Her hizmet bir teşekkür ister... Ve teşekkür de önce “ilk ele” yapılır.”308

Kahramanımızın istekleri bitmez... Ve Allah’tan; evlenirken almış olduğu babalık duygusunu tatmin etmek için kendisine, “baba” diyeceği bir evlat ister.

d) Evlatlar: Evlatların hizmeti doğumlarıyla başlar;309 kendi işlerinde yardımlarıyla, kendisi evden herhangi bir sebeple uzaklaşırken eve bekçilik yapmasıyla ve yaşlanınca da kendilerine bakmalarıyla devam eder.

Allah-u Teala’nın göndermiş olduğu hizmetçiler sadece bunlar değil tabiki. Ama en çok hizmet edenler bu dörtlü olduğu için bunlardan bahsettik.

½imdi de “toprak, hava, su, güneş” dörtlüsünden çıkan nimetleri görelim. Bakalım Allah-u Teala bu dörtlüyü kullanarak kullarına ne nimetler hazırlamış.

HİZMETÇİLER GRUBU “BİTKİLER”

Doğadaki bitkilerle sürekli iç içe olduğumuz için hepsini burada zikretmeye gerek duymuyoruz.

İnsanoğlunun damak zevkine göre ayarlanmış, güzelce ciltlenmiş, hepsine farklı güzellikte kokular verilmiş, her bölgeye ayrı ayrı sebze ve meyve çeşitleri bağışlanmış olması da dikkat

• Yazın serinleyebilmemiz için aynı araziyi kullanan, Karpuz, salatalık, domates.

• Koparılması kolay, yemesi kolay, hazmı kolay ve bir çok insanların geçim kaynağı; üzüm.

• Kendisiyle çok sonraları tanıştığımız; fakat tadını şeftali, erik ve kayısıyla karıştırdığımız enteresan bir meyve kivi.

• Birçok insanlara çerezcilik mesleği kazandıran “Ayçiçeği, kabak çekirdeği, fındık, fıstık” vs.

• Kendisini gördüğümüzde ağzımız sulanan ve onsuz salatanın tat vermediği-Limon.

• Kahvaltımıza menü olabilme kavgası veren zeytin.

Toprağı ve tohumu insanların hizmetine sunan Allah-u Teala; İnançlı ya da inançsız ayrımı göstermeksizin nimetlerini sunmaya devam ediyor.

Toprağa bir tane tohum bırakıyoruz, bizlere uzun yıllar aynısından veriyor. İnsanlar hem gıdalanırken hem de geçim kaynaklarını sağlıyorlar.310

“½eklini, tadını, kokusunu farklı yaratarak yaratıcılık gücünü ıspatlayan Allah-u Teala bizleri bu nimetlere boğmuş. Ve haliyle de bizlerden ........... istiyor diye düşünüyorum.”311

 

BİR BA½KA HİZMETÇİ GRUBU: HAYVANLAR

İnsanlara olan hizmetlerinde bitkiler gibi hayvanlarda da bir yarış görebiliyoruz.

• Kimi hayvanlar etleriyle hizmet ederken, bir diğeri sütünü de ilave ediyor.

• Kimi hayvanlar göz zevkimize hitap ederken, bir diğeri sırtlayarak hizmetten yana.

Görelim;

• Süt içebilmemiz için dağdaki yeşil otu beyaz süte çeviren inekler

• Kahvaltımızdaki menüyü zenginleştirmek için dakikada bilmem kaç kere gagasını toprakla tokuşturan tavuklar

• Ekmeğimizi bala batırmak için erken saatlerde evlerini terk ederek onlarca kilometre uzaklara gidip; şu çiçek senin, bu çiçek benim diyen arılar

• Tavalarımızda kızarmak için oltamızdaki kurtçuğa yem olan balıklar

• Üzerlerinde avlanma duygumuzu tatmin ederek bir kurşuna 3-5 kilo et aldığımız tavşanlar

• Köylerin ve dağlık kesimlerin 4x4’ü eşek, katır  ve atlar

Örnekleri çoğaltmak mümkün.

 

SON HİZMETÇİLER GRUBU: CANSIZ VARLIKLAR

İnsanlar, bitkiler ve hayvanlar dışındaki tüm her şey bu gruba girerler. Hemde hiçbir ayrım gözetmeden hizmetlerinde kusur göstermezler.

Bakalım;

- Onsuz yaşayamayacağımız doğumdan ölünceye kadar her yerde, ücret ödemeden, günün yirmi dört saatinde bulacağımız, kullanırken de bizleri yormayan ve hiç kimsenin tekelinde olmayan bir nimet: “HAVA”

- Onunla hem yıkanıp temizlendiğimiz, hem de çiçeğimize-fidanımıza döktüğümüz ve susuzluğumuzu giderdiğimiz bir nimet: “SU”

- Onunla barınaklar yaptığımız, tohumumuzu emanet ettiğimiz ve çok amaçlı kullandığımız bir nimet: “TOPRAK”

- Üzerinde ulaşımımızı sağladığımız, balıklarımız için adeta depo olan, yazın vücudumuzu kendisine emanet ettiğimiz bir nimet: “DENİZ”

- Bizleri hem ısıtan, hem de karanlık dünyamızı aydınlatıp güzellikleri görmemize vesile olan nimet:”GÜNE½”

- Gölgesinden istifade ettiğimiz su deposu: “BULUTLAR”

Cansız nimetler o kadar çok ki say say bitmez.

İnsanlara hizmet ederken yorulmadan, bıkmadan ve hiçbir ücret istemeden hizmetlerine devam eden hizmetçiler gurubuna baktığımızda; Ne bir ırk ayrımı, ne de din, dil, mezhep ve karakter ayrımı yaptıklarını görürüz.312

Kafamızı iki el arasına alıp düşünelim...

- Neden Allah-u Teala bize bolca nimet verdi?

- Yumurta, bal, limon, balık, karpuz, elma... vs. olmadan da yaşardık. Niçin bolca nimet?

- Bu kadar nimetleri hak edici ne yaptık?

- (Hâşâ) Alacağımız vardı da hesaptan mı düşüyor?

- Bu kadar nimet karşılıksız mı?

- Bu kadar nimetin/ikramın borcunu nasıl ödeyeceğiz? (Çünkü ikram çok, hizmet daimi.)

Kafamızı iki el arasından kurtarıp kafamızın bir köşesine “Bu kadar çok ikramın teşekkürü nasıl olacak?” diye notlayalım.

Evet... Bu kadar çok ikramın teşekkürü de aynen çok ve daimi olmalı...

Peki nasıl teşekkür edeceğiz?...

Ya da Allah-u Teala vermiş olduğu ikrama karşı bizlerden nasıl teşekkür bekliyor?...

Çünkü her ikramcı farklı teşekkür bekler...

“İkram edene karşı yapılacak teşekkür ancak onun istediği şekilde olur. Aksi halde teşekkür eylemleri boşa çıkar.”313 

Kendi kafamıza göre teşekkür mantığı çıkarırsak gereken mesajı veremeyerek emeklerimizi boşa çıkarmış oluruz. Mesela;

Bizlere yemek ısmarlayana “yaşasın, oley” diye bağırmakla teşekkür etmiş sayılır mıyız? Ya da;

İzleyicilerin şarkı okuyan sanatçıya sessizce “ağzına sağlık, güzel okudun” demiş olması sanatçıyı mutlu eder mi?

Demek ki yapılacak teşekkür mantığını ikram eden belirler.

Peki âlâ!...

Allah’a nasıl teşekkür edeceğiz? Yani Allah’a nasıl ibadet edeceğiz? Yeni bir başlık atarak cevaplayalım.

 

 



 

 

 

Onuncu Bölüm

ALLAH (c.c.) KULLARINDAN NASIL İBADET ETMELERİNİ İSTER?

 

 

 



 

 

 

GİRݽ

 

 

ALLAH-U TEALA KULLARININ NASIL İBADET ETMELERİNİ İSTER?

½unu hemen hatırlatalım ki, Allah-u Teala kullarından ilk önce inanç ister. Dinler arasında İslam dinini seçtiği için tüm kullarının sadece bu dine kayıt yapmalarını ister. İmzalamamızı tavsiye ettiği kayıt dosyasında şu maddeler vardır:

- Allah’a iman

- Kur’ân’a iman

- Peygambere iman

- Meleklere iman

- Ahiret gününe iman

- Kaza ve kadere iman

Bu altı madde, gereği gibi anlaşılıp idrak edilmişse, kelime-i şehadet getirilerek imzalar atılır. Yani insan bu altı maddeye yakini olarak inanmışsa Allah-u Teala’nın sonunda cennet vaad ettiği imtihanda yerini alır. Aksi takdirde dünyanın en iyi kalpli insanı, dünyanın en zeki insanı da olsa imtihan potasına giremez. Onun asıl imtihanı inanıp inanmamaktır.

Bu altı maddeyi kısaca açıklayarak konumuza giriş yapalım.

ALLAH’A İMAN: Allah’a iman, sadece varlığına, yaratıcılığına, can alıp verdiğine inanmak değildir. Allah’a iman; isim ve sıfatlarıyla inanmaktır. Yani Allah-u Teala; hem gören, hem işiten, hem dualara icabet eden, adam gibi yaşayabilmemiz için kanunlar hazırlayan, suçluları cezalandırıp iyileri mükafatlandıran ve intikam alıcıdır.

Allah-u Teala’nın herhangi bir sıfatını ölü ya da diriye atfedildiği anda Allah inancı bozulur. Diliyle milyon kere de Allah’a inanıyorum dese geçerli olmaz.

KUR’AN’A İMAN: Kur’ân’a iman; Kur’ân’ın varlığına, Allah’ın sözleri olduğuna, kıyamete kadar yürürlükte olacağına, bir harfinin bile değişmediği ve değişmeyeceğine, insanların yaşam kitabı olduğuna ve muhatabının tamamen diriler olduğuna inanmaktır. Kur’ân’a iman budur işte.

PEYGAMBERE İMAN: Peygamberler; Allah’tan almış oldukları vahyi insanlara ulaştırmakla görevli elçilerdir. Onlara düşen şey apaçık tebliğdir.

Peygamberler; İnsanları hayvani yaşamdan, şirk yaşamından kurtarıp dünyada adam gibi yaşamalarını ve Allah-u Teala’ya kul olmalarını hatırlatırlar.

Allah-u Teala’nın insanlardan istemiş olduğu her ne ahlak ve amel varsa hepsini peygamberlerde görmek mümkündür. Kısacası peygamberler; Allah’ın (c.c) razı olduğu bir insan modelidir.

Peygamberlere iman ise; İnsanların cennete girmelerini sağlayacak ilahi bir kılavuz olduğuna inanmaktır.

“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah’da sizi sevsin...”314

Allah’ın sevgisini kazanmaya giden yol, peygambere uymaktan geçtiğini bilmek, peygambere olan ihtiyacımızın boyutunu gösteriyor. Melekler görünmez varlıklardır. Ama vardırlar. Kur’ân gerçeği olarak varlardır. Her ne kadar Peygamber efendimize görünmüş olsalar bile yapıları hakkında insanoğlunun bir bilgisi yoktur.

MELEKLERE İMAN: Melekler Allah-u Teala’nın devamlı alarm durumunda bulunan askerleridir. Onun emirlerine asla aykırı hareket etmez, ilahi buyruklarını harfiyyen yerine getirirler.315

“O’ndan önce söz söylemez, O’nun emriyle iş yaparlar.”316

“O’na kulluk etmekten büyüklenmez ve usanmazlar.”317

“Gece gündüz Allah’ı överler (ibadete) ara vermezler.”318

Her meleğin görevi vardır. Kimi melekler (hafıza melekleri) yapılan amelleri, en ince ayrıntısına kadar kaydederler. Her insanın sağında ve solunda hiç uyumadan, adam kayırmadan, amellerin girişlerini yaparlar.

Kimi melekler can alır, kimi melekler Allah (c.c) ile peygamberler arasında elçilik yapar. Kimi melekler de kıyametin kopması için sura üflerler. Meleklerin sayısı bunlarla sınırlı değil. Biz sadece bir kaçını yazdık. Meleklere iman etmek demek, Allah’a iman etmek demektir.

AHİRET GÜNÜNE İMAN: Ahiret; dünyadaki imtihan sonucunda insanların Allah-u Teala’ya hesap vereceği, suçluların cezalandırılacağı, iyilerin mükâfatlandırılacağı bir başka dünyadır. Buna iman Allah’a imandır.

KAZA VE KADERE İMAN: Allah-u Teala Âlim’dir. Bilgisinin öncesi ve sonrası yoktur. Geçmişi ve geleceği bilir. Kendisinin kontrolü dışında ne bir yaprak düşer, ne de bir dişi gebe kalır.

Allah-u Teala âdil’dir. Hiç bir kuluna zulmetmez, haksızlık yapmaz. Allah-u Teala insanlara akıl ve cüz’i bir irade vermiştir. Peygamberler göndererek hangi yol iyi, hangi yol kötü olduğunu bildirip uyarmıştır. Bu bilgiler ışığında insanoğlu yapmış olduğu amelleri kendi cüz’i iradesi doğrultusunda  yapar.

Yani kendi iradesini kullanarak suç ya da iyi işler yapar. Allah-u Teala insanların bir saniye sonrası yapacaklarını da bilir. Allah-u Teala’nın geleceği bilmesi, insan yaşantısını olumsuz bir şekilde etkilemez.

Kaza ve kadere iman demek; İnsanoğlunun yaşamının her bir saniyesinin Allah’ın kontrolü altında olduğunu, ayağa diken bile batsa; ancak Allah’ın izni ve gözetimi dahilinde olduğuna inanmak demektir.

Kelime-i şehadet getirerek İslam dinine kaydını yapan müslüman, almış olduğu nimetlere karşılık teşekkürlerini dile getirecektir. Yapmaya niyetlendiği teşekküre ‘ibadet’ adını koyan İslam dini, muhataplarından sadece Allah’a kul olmalarını ister. Oysaki Allah’ın (c.c) ibadetlerimize hiç ihtiyacı yoktur.

İbadetler insan içindir. Allah’ın (c.c) hiçbir ihtiyacı ve çıkarı yoktur. Ve ibadetlerin tümü amaç değil araçtır. Yani insanı Allah’la tanıştıran ve ilahi olanı yaşamın her alanına çeken bir özelliğe sahiptir.319

Kitabımızın bu bölümünde; Kelime-i tevhid ve birkaç ibadet şekillerini notladıktan sonra “ZİKİR ve SECDE” üzerinde duracağız.

 

ALLAH-U TEALA KULLARINDAN İBADET İSTER

Allah-u Teala kullarından kendisine ibadet edilmesini bekler. Bekler; çünkü O Allah’tır, çünkü O yaratan, yarattıklarını başıboş bırakmayarak koruyup gözeten, türlü türlü nimetlere boğan, yerde ve gökte her ne varsa insanların hizmetine sunandır. Ve haliyle de sadece ve sadece kendisine ibadet edilmesini bekler.

Allah-u Teala kullarından iş ve güçlerini bırakarak inzivaya çekilip kendisine ibadet yapılmasını istemez.

Günün yirmi dört saati namaz kılıp, oruç tutmamızı ya da tüm malımızı infak olarak vermemizi de istemez.

Kendisine yapılacak ibadette bilinç ve ihlas arayan Rabbimizin istediği ibadet serisi kelime-i tevhidle başlar. 

Yani “La ilahe illallah” deyip kendisiyle aramızdaki tüm ilahları reddederek sadece ve sadece kendisinin ilah olduğuna, Allah’tan başka ibadet edilecek, yasa koyacak, sözü dinlenilecek, kendisine güvenilecek, teslim olunacak, kendisine dua edilecek, hiçbir ilah olmadığına inanmak.

Evet... Allah’ın kullarından istediği en büyük inanç ve ibadet budur. İşte Allah’ın en çok sevdiği ve inanılıp pratiğe geçirildiğinde cennet vaad ettiği amel budur işte.

“La ilahe illallah” diyerek kendin ile Allah arasındaki ölü ya da diri şeyh ve falan hazretlerini atıp tüm yardım ve isteklerini Allah’tan bekleyerek ona yönel...

Evlat mı istiyorsun?, Anne ve babana hidayet mi istiyorsun?, Sınıfını geçmek mi istiyorsun?, Borcunu ödemekten mi zorlanıyorsun?, Bağışlanmak mı istiyorsun?, Ağacına meyva mı istiyorsun?, Oltana balık mı istiyorsun?... Her ne istiyorsan ellerini açarak samimi bir şekilde Allah’tan iste... Yalnızca Allah’tan iste... Seninle Allah’ın arasında peygamber dahi olmasın.

Çünkü Allah kullarını yirmi dört saat gören, işiten ve yapılacak dualara icabet edendir. Allah-u Teala kendi sıfatlarından herhangi bir tanesini ölü ya da diriye nisbet edilmesini de istemez. Adına “şirk” dediği bu ameli kesinlikle affetmeyeceğini Kur’ân’da bildirir.

“½üphesiz Allah kendisine eş koşulmasını affetmez. Ondan başkasını ise dileyeceğine mağfiret eder. Kim Allah’a ortak koşarsa muhakkak ki uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır.”320

Allah’a (c.c) şirk koşmak demek321 adına ilah denmese bile Allah’la beraber bir ilaha tapmak demek olur.322

Allah-u Teala kuluyla kendisi arasına hiçbir ilahın girmesini istememesiyle başlayan ibadet silsilesi, kendisinin çizmiş olduğu hudutlarda (helal-haram) bir yaşantı istemesiyle devam eder. Ve bu helal-haram arasındaki yaşantının tümüne de ibadet323 adını verir.

Yeter ki yapılacak herhangi bir sözlü yada bedensel bir amel Allah’ın (c.c) çizmiş olduğu hudutları aşmasın. Haramlara dokunulmadıktan sonraki tüm bir hayat ibadettir. İster bir müslüman kendi hanımıyla beraber olsun, isterse de güzel bir söz söylesin.

Kişinin amel defterine artı puan yazdıran her eylem bir ibadettir diyebiliriz. Ve hiçbir hareket, hiçbir yaşam tarzı yoktur ki amel defterine artı yada eksi yazdırmasın.

İşte burada insanın yapacağı tek bir yol var. O da; yapılacak tüm işlerde Allah’ın kitabı ve peygamberin hadislerine müracaat etmesidir.

İslamda ibadetler çoktur; bunların bir kısmını bizzat Allah-u Teala farz kılmış, bir kısmı da Peygamber (s.a.v) tarafından konulmuştur. Tüm ibadetler insanın yaratıcısına yönelmesi, O’nu sevmesi, O’nun kaza ve kaderinden hoşnut olması için insanla yaratıcısı arasındaki bağları pekiştirmeyi hedef almıştır.324

Birçok insanın, belki de farkında olmadan yapmış oldukları birkaç ibadet türünden bahsettikten sonra dil ve bedenle yapılması gereken ibadet çeşitlerine değinelim.

 

İYİLİK YAPMAK İBADETTİR

“Allah’a ibadet edin. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşunuza ve uzak komşunuza, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, ellerinizin altında bulunanlara iyilik edin. Allah büyüklenip böbürlenenleri elbette sevmez.”325

“Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder; hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder. Tutasınız diye size öğüt verir.”326

Yukardaki âyetlerde görüldüğü gibi “anaya, babaya, akrabaya...” yapılan iyilikler bile Allah’a ibadet edilmiş gibi sayılıyor. Çünkü bu tavsiyeye uymak demek Allah’a (c.c) itaat etmek demek olur.

 

BİR MÜSLÜMANIN BİR DݼER MÜSLÜMANA OLAN

TEBESSÜMÜ İBADETTİR

“Kardeşinin yüzüne tebessüm sadakadır.”327

Hz. Ali (r.a)’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerif’te şöyle buyrulmaktadır:

“İki müslüman bir araya gelir ve birbirlerinin hatırlarını sorarlarsa Allah onların en güler yüzlüsünü bağışlar.”

 

İNSANLARIN ARASINI DÜZELTMEK, ADALET VE

YARDIM BİRER İBADETTİR

Ebu Hureyre (r.a)’den; Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki:”İki kişi arasında adalet yapman bir sadakadır. Kişiye bineğine binmesi için yardım etmen yahut onun eşyasını bineğine yükletmesi için kaldırman bir sadakadır.”  (Yine) buyurdu ki:”Güzel bir söz de bir sadakadır. Namaz kılmak için (mescide gitmek üzere) yürüdüğün her bir adım bir sadakadır. Yolda rahatsızlık verici şeyleri kaldırman da bir sadakadır.”328

Tabiki her sadaka bir ibadettir.

 

KÖTÜLÜKTEN ALIKOYMAK İBADETTİR

Ebu Said el-Hudri (r.a)’den dedi ki: Ben Rasûlullah (s.a.v)’ı şöyle buyururken dinledim:”Sizden kim bir münker görecek olursa, onu eliyle değiştirsin. Eğer gücü yetmezse diliyle, eğer gücü yetmezse kalbiyle (değiştirsin). Bu ise imanın en zayıf halidir.”329

“Sizden hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden, münkerden alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”330

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et.”331

 

İNFAK ETMEK İBADETTİR

“Onlar bolluk ve darlıkta infak edenler, öfkelerini yutanlar ve insanları affedenlerdir.”332

“ ... Her ne infak ederseniz kendi faydanızadır. (Ey mü’minler) zaten siz ancak Allah’ın rızası için infak edersiniz. Hayır türünden her neyi infak ederseniz (mükafatı) size eksiksiz ödenir. Ve size asla zulmedilmez.”333

Evet... Allah-u Teala’nın müslümanlardan istemiş olduğu ibadetlerdendir infak etmek... Hem de en çok sevilen şeylerden istenir;

“Siz sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar birre334 kavuşamazsınız. Her ne infak ederseniz muhakkak ki Allah onu çok iyi bilendir.”335

Farz dışındaki bir amel insan nefsine ağır gelebilir, ama Allah-u Teala ile dostluğa giden yol, emir dışındaki amellerde geçer. Çünkü farz dediğimiz amelleri birçok müslüman yerine getiriyor. Önemli olan emir dışındaki amelleri de işlemek.

 

ALLAH’IN KULLARINDAN BEKLEDİ¼İ İBADETLERDEN

BİRİ DE ZİKİR (Allah’ı anmak)’DİR

“ ... Elbette Allah’ı anmak en büyüktür...”336

Yani; salih amellerin en büyüğüdür demektir.337

“Beni anın ki Ben de sizi anayım...”338

“ ... Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.”339

“ ... İyi bilin ki; kalpler ancak Allah’ı anmakla yatışır.”340

Ebu Hureyre’den (r.a) Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:

Ben kulumun beni zannettiği gibiyim. Beni zikrettiği zaman onunla beraberim. Eğer beni kendi kendine içinden zikrederse, ben de onu kendi içimde zikrederim. Eğer beni bir topluluk içinde zikrederse bende onu o topluluktan daha hayırlı bir toplulukta anarım. Eğer o bana bir karış yaklaşırsa ben de ona bir arşın yaklaşırım, eğer bana bir arşın yaklaşırsa ben de ona bir kulaç yaklaşırım. Eğer o bana yürüyerek gelirse ben de ona koşarak gelirim.”341

Evet... İnsanı yoktan var ederek nimetlere boğan ve hatırlanması için de akla hayale gelmeyecek çeşitte ve güzellikte canlı ve cansızları yaratan Allah-u Teala’nın en çok sevdiği bir ibadet çeşididir kendisinin zikredilmesi...

Allah-u Teala hatırlanıp övülmek ister. Hem de tüm övgülerin kendisinde toplanmasını isteyerek her yerde anılmak ister.342

Allah-u Teala’nın istemiş olduğu bu ibadet şeklini yapmak Allah’ın büyüklüğünü, güçlülüğünü, her şeye kadir olduğunu ve tüm her şeyi görüp işittiğini yakînen bilmekte ve yarattığı canlı ve cansızlardaki sanatını görmekten geçtiğini bir kez daha hatırlatalım.343

Allah-u Teala’nın büyüklüğünü ve yaratıcılıktaki sanatını ıspat edici o kadar çok deliller var ki!.. Fakat insanoğlunun dünya zevkine dalması basiretini kör etmiş. Bakıyor... Bakıyor... Göremiyor...

ALLAH’I ZİKRETMEK NİMETLERİ GÖRMEKTEN GEÇER

“Göklerde ve yerde nice belgeler vardır ki, yanlarından yüzlerini çevirerek geçerler.”344

Bakalım Seyyid Kutup nasıl tefsir etmiş:

Allah’ı, O’nun birliğini ve gücünü gösteren nice âyetler, evrenin her köşesine serpiştirilmiş; göklerde ve yerlerde insanların gözleri ve algılama güçleri önüne açıkça serilmiş durumdadır. İnsanlar gece gündüz demeden, sabah akşam her an Allah’ın âyetleriyle karşılaşmaktadırlar. O âyetlerki neredeyse dile gelmiş ve insanları açıkça çağırmaktadırlar. İnsanların gözleri ve duyuları karşısında apaçık durmaktadırlar. İnsanların yüreklerine ve akıllarına durmadan esinler fısıldamaktadırlar. Ne var ki, insanlar tüm bu âyetleri görmemekte, âyetlerin çağrışını işitmemekte ve onlardaki derin çağrışımları sezinleyememektedirler.

Bir an için güneşin doğuşunu ve batışını düşün! Bir an için yavaşça uzayan ya da kısalan gölgeyi düşün! Bir an için engin denizleri, gürül gürül akan pınarları, insanların susuzluğunu gideren kaynakları düşün!

Bir an için büyüyen bitkiyi, güzelim tomurcuğu, açılan çiçeği ve nazlı nazlı sallanan ekinleri düşün! Bir an için yürüyormuşçasına havada uçan kuşu! Suda yüzen balığı, sürünerek yürüyen kurtçuğu, harıl harıl çalışan karıncayı, bir an için sabah ve akşamın nasıl olduğunu, gecenin sessizliğini, gündüzün kalabalığını ibret gözüyle bir düşün!

İnsanın yüreği bir an için bile, şaşılası varlıklar dünyasındaki istimleri yakalayabilir. O korkunç anlama ve etkilenme sürecinin ürpertisiyle insanın yüreğinin titremesi için bir anlık bir zaman dilimi bile yeterlidir. Ama insanlar, Allah’ın tüm bu âyetlerinin yanlarından geçtikleri halde, onları umursamazlar. Bu sebeple onların çoğu iman etmezler...

 

PEKİ ALLAH (C.C) NASIL ZİKREDİLMEK (hatırlanmak,  övülmek) İSTER?

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Allah katında en sevgili olan kelimeler dörttür: Subhanallah, Elhamdulillah, la ilahe illallah ve Allahu ekberdir.”345

Ebu Hureyre’den (r.a) Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Subhanallahi ve bihamdihi dile hafif, mizanda ağır ve Rahman’a sevgili iki kelimedir.”346

Allah-u Teala’nın istemiş olduğu zikirlerden biri de şudur;

“La ilahe illallahu vahdehu la şerikeleh lehul mülkü ve lehul hamdu ve huve âlâ külli şey’in kadir. (Bir olan Allah’tan başka ilah yoktur. O’nun ortağı yoktur, mülk O’nundur, hamd O’na mahsustur, O herşeye kadirdir.)”

Allah-u Teala’yı zikretmenin herhangi bir vakti, mekânı ve sınırı yoktur.

Elma soyarken, süt içerken, balık yakalarken, güneşlenirken, denizde yüzerken bile zikredilir. Mesela nasıl?

Elma yerken: Elmayı soymadan önce;

- Allah’ım ne güzel yaratmışsın! Ne rengi, ne şekli, ne de kokusu değişmiş. Bir önceki senenin aynısı!...

Soyması kolay!, yemesi kolay!, hazmi kolay!

Sen ne büyük yaratıcısın Allah’ım! Subhanallah!!...

Elmayı soydunuz ve küçük bir kurtçuğa rasladınız;

- “Aman Allah’ım! kapalı kutu içinde bir canlı! ve sen onun da rızkını ayarlamışsın! Elma içindeki kurtçuğun rızkını dahi unutmamışsın ve sen rızık verenlerin en hayırlısısın!” dedikten sonra;

- “Bismillah” deyip yersiniz.

- Bitirdikten sonra da;

- “Elhamdulillah” der zikri bitirmiş olursunuz.

Yapılacak olan zikirler yolculukta olduğu gibi yürürken, otobüs duraklarında, fatura kuyruklarında, namazlardan önce ve sonra, su içmeden önce ve sonra... Kısacası her mekanda347 olabilir.

Çünkü Allah-u Teala her zaman övülmek ve hatırlanmak istiyor. Ve yapılacak her türlü övgüye ibadet adını koyup zikredenlere de büyük mükâfatlar vereceğini söylüyor.

         

ALLAH’I ZİKRETMENİN FAZİLETİ

Ebu Hureyre’den (r.a), Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Allah’ı tenzih ederim, hamd Allah’a mahsustur, Allah’tan başka ilah yoktur, Allah büyüktür” demem, bana, üzerine güneşin doğduğu her şeyden sevimlidir.”348

Sa’d (r.a)’den:

Rasûlullahın (s.a.v) yanında idik, buyurdular ki:

“Sizden biriniz, her gün bin hasene (sevap) kazanmaktan aciz mi?”  Orada oturanlardan birisi sordu:

Birimiz bin haseneyi nasıl kazanabilir?

Rasûlullah (s.a.v) buyurdu:”Yüz kere subhanallah der, böylece ona bin hasene yazılır. Ya da ondan bin günah silinir.”349

Cabir (r.a) Nebi (s.a.v)’den rivayet etti; Rasûlullah (s.a.v) buyurdular:”Kim yüce ve büyük olan Allah’ı tesbih ederim, O’nu hamd ile tenzih ederim” derse onun için cennette bir hurma ağacı dikilir.”350

 Ebu Hureyre (r.a)’den, Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur;

“Her kim günde 100 kere; “Allah; O yegane ilahtır, tektir, hiçbir ortağı yoktur. Hükümranlık ve hamd O’nundur ve O, herşeye gücü yetendir.” derse bu zikri 10 köle azat etmeye eşittir. Ona yüz iyilik sevabı yazılır, 100 kötülüğü silinir. Akşam oluncaya kadar bu zikir kendisi için şeytandan koruyucu bir kalkan olur.”351

Ebu Hureyre’den (r.a) rivayetle Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:”Her kim günde yüz kere “subhanallahi ve bi hamdihi= Allah’ı tesbih eder, O’na hamdederim.” derse deniz köpükleri kadar çok da olsa hataları silinir.”352

Ebu Zerr’den (r.a) rivayetine göre fakirler Allah’ın Rasûlüne gelerek: “Zenginler ecirleri, sevapları alıp götürdüler; bizim namaz kıldığımız gibi onlar da namaz kılıyorlar, bizim oruç tuttuğumuz gibi onlar da oruç tutuyorlar (ve bizden fazla olarak) mallarının fazlasını sadaka olarak veriyorlar.” demişlerdi.

Peygamberimiz de;

“Allah size de sadaka edebileceğiniz bir şey vermemiş mi? Sizin her bir tesbihiniz bir sadakadır, her bir tahmid ve tehliliniz birer sadakadır, her bir tekbiriniz bir sadakadır, iyiliği emretmeniz ve kötülüğü yasaklamanız bir sadakadır, sizden birinin ailesinin ağzına bir lokma koyması (ona helal bir kazançtan lokma yedirmesi) bir sadakadır, sizden birinin eşine yaklaşması bir sadakadır.”  buyurdu.

Onlar;

- “Ey Allah’ın elçisi! Bizden biri şehvetini giderecek ve bu da onun için bir sadaka mı olacak?” diye hayret ettiler. Bunun üzerine Efendimiz:

- “Sizden biri şehvetini haram olan bir yolla giderseydi bu onun için bir günah olmayacak mıydı?”  diye sordu. Onların;

- “Evet” cevabı üzerine de şöyle buyurdular:

-”İşte şehvetini helal yoldan giderirse bunda da onun için bir ecir vardır.”353

İşte görüldüğü gibi farz ibadetlerden sonra en çok ecir getiren ibadetlerden biri de Allah’ı zikretmektir. Bu ibadet hem yorucu değil, hem de nefse ağır gelmez. Çünkü övülen varlık bir insan değil Allah’tır, ki O övülmeye layıktır.

Allah-u Teala kullarından hem övgü dolu cümleler, hem de yapılacak en ufak bir eylemde hatırlanmak ister.

Mesela nasıl;

Uykudan uyanınca yapılacak zikir;

“Bizi öldürdükten sonra dirilten Allah’a hamdolsun. Dönüş O’nadır.”354

Helaya girmeden önce yapılacak zikir;

“Allah’ım! Pislikten ve pis olan şeylerden sana sığınırım.”355

Heladan çıkarken;

“(Allah’ım) beni bağışla.”356

Evden çıkarken;

“Allah’ım! Sapıklığa düşmekten veya düşürülmekten, ayağımın kaymasından veya kaydırılmasından, zulmetmekten veya zulme uğramaktan, cehalete düşmekten veya cahil bırakılmaktan sana sığınırım.”357

Herhangi bir işi yapmakta zorlandığınız zaman;

“Allah’ım! Senin kolaylaştırdığından başka kolay olan yoktur. Sen dilersen zoru kolay kılarsın.”358

Ve yatmadan önce yapılacak dualar;

“Allah’ım! nefsimi sana teslim ettim. İşimi sana havale ettim. Yüzümü sana çevirdim. Senden ümid ederek ve korkarak sırtımı sana ilca ettim. Sığınmak ve senden sakınmak ancak sana yönelmektedir. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin nebine iman ettim.”359

Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Sadece birkaç duayı hatırlattık.360

Yapılacak her işin başında Allah’ı anmak demek;

Yardımın ve kolaylaşmanın Allah’tan geldiğine, O’nun görüp işittiğine, duaları kabul edeceğine, O’nun izni olmadan hiçbir canlının hareket edemeyeceğine inanmak demektir.

Allah’ı sürekli zikretmek demek; O’nu çok sevmek, O’nu yüceltmek, ve O’nu sürekli hatırda bulundurmak demek olur ki işte o zaman yapılan günahlar asgariye inmiş olur.

Çünkü ne zaman Allah-u Teala unutulup anılmazsa kesinlikle şeytan hatırlanır.

Abdullah b. Büşr, bir adam Rasûlullah’a “Ey Allah’ın Rasûlü! İslamın bana olan emirleri fazlalaştı. Bana bir şey bildir ki ona sımsıkı sarılayım” dedi.

Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki;

“Dilin daima Allah zikri ile ıslak kalsın.”361

 

KUR’AN OKUMAK  BİR ZİKİRDİR

“Kim Allah’ın kitabından bir harf okursa ona bununla bir hasene vardır ve her hasene on misli ile birliktedir. Elif lam mim bir harftir demiyorum. Elif bir harf, lam bir harf ve mim bir harftir.”362

 

ALLAH-U TEALA HER MECLİSTE ANILMAK İSTER

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurur:

“Kim bir yerde oturur da Allah’ı zikretmezse Allah tarafından (bu kusurdan dolayı) bir pişmanlığa uğratılır. Kim de bir yatağa uzanır, onda Allah’ı zikretmezse Allah tarafından (bu kusurundan dolayı) bir pişmanlığa uğratılır.”363

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu;

“Bir mecliste oturup da orada Allah’ı zikretmeyen ve nebilerine salat getirmeyen bir topluluk, mutlaka Allah tarafından (bu kusurlarından dolayı) pişmanlığa uğratılır. Allah dilerse azap eder, dilerse onları bağışlar.”364

Rasûlullah buyurur ki;

“Oturdukları meclisten orada Allah’ı zikretmeksizin kalkan bir topluluk eşek leşi üzerinden kalkmış gibidir. Bu onlar için pişman olacakları bir kayıptır.”365

Bu zikirlerin hepsi kulu, Rabb’ine bağlar, kalbi imanla imar eder, kötülükten alıkoyar ve hayır kapılarını açarak amel defterlerini doldurur.

Zikir sadece dil ile subhanallah, elhamdulillah... demek değildir. Zikir; hatırlamanın pratiğe yansımasıdır. Bu dil ile olabildiği gibi, tutulan oruçla da olur, kılınan namazla da olur, yapılan hac’la da olur.

Yeter ki Rabb’imizin vermiş olduğu nimetler hatırlanıp kendisine övgü dolu mesajlar gönderilsin. Önemli olan budur zaten...

Rabb’imizin bir âyetini daha yazarak zikir dosyasını kapatalım;

“İçinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabb’ini an. Gafillerden olma!”

Allah-u Teala’nın kullarından beklemiş olduğu ibadetler bu yazdıklarımızla sınırlı değil tabi... Biz sadece Allah (c.c) ile aramıza (canlı ya da cansız) hiçbir ilah koymamanın, her konuda Allah’a danışmanın, tüm beşeri sistemleri red ederek Allah’ın kanunlarına uymanın en büyük ibadet olduğunu vurgulayarak Allah’ı zikretmenin önemine ve verilen mesajın büyüklüğüne değindik.

Yeni bir dosya daha açarak; Allah’a olan ibadette namaz ve secdenin önemine değinelim.

 

ALLAH-U TEALA “NAMAZ”LA DA TE½EKKÜR ETMEMİZİ İSTER

Her ibadetin kendine özgü bir durumu olduğu gibi diğer ibadetlerle de bir ilişkisi vardır. Bu ibadetlerden birisi de namazdır.

Namaz; müslümanı muttaki yapan ibadet olarak önemlidir. Kur’ân-ı Kerim’de namaz üzerinde  sıkça durulmuş, namazın sadece şekle münhasır kılınacak fiziksel hareketler olmadığına özellikle dikkat çekmiştir.

Kur’ân-ı Kerim, namazı her zikrettiğinde onun üzerinde ciddi manada tefekkür edilmesi, özünün yakalanmaya çalışılmasının gerekliliği üzerinde durur. Kur’ân’da namazın zikredildiği hiçbir âyette sadece namaz kılın ifadesi yoktur. Namazı ikame edin, namazı dosdoğru kılın ve yerli yerinde yapın ifadesi vardır. Ankebut/45’te”½üphesiz ki namaz insanı kötülükten, yanlış yapmaktan, aşırılıktan alıkor.”  denmektedir.

Her haliyle anlaşılıyorki namaz bir denge halidir.

Namaz; insan için, insanın nefsi için zor gelebilecek başka bir varlık önünde ayağa kalkmak, eğilmek ve yere kapanmak gibi bir muhtevaya sahiptir. Namaz; peygamberimizin buyurduğu gibi;”Mü’minin Allah’a olan yükselmesidir.”  Ve yine O’nun buyurduğu gibi;”Namaz; İnsanın Allah’a karşı duruşunda alacağı pozisyonun rotası ve zeminidir.”

İnsanı Allah’a bağlayan önemli farz ibadetlerinden biridir namaz. Müslümanın gün içerisinde sorumlulukları hatırlaması, şuurlanması, eksikliklerini ve fazlalıklarını farketmesine neden olan ibadettir namaz.

Özellikle secde hali çok önemli anlam ve muhtevaya sahiptir. Allah Rasûlü; secde; Mü’minin Rabbine en yakın olduğu andır.”  demektedir. Bu coşku ve heyecan verici hadisten, her müslüman istifade edebilmenin imkân ve yollarını aramalı ve oluşturmaya çalışmalıdır.

Allah’la (c.c) konuşmak isteyen, görüşmek isteyen, ona derdini ve sıkıntısını açmak isteyen, onunla heyecanını, mutluluğunu paylaşmak isteyen namaz kılsın diyen peygamber; insanlık için, müslümanlar için daha ne söyleyebilir?!...366

Recep Düzgün kardeşimizin “Namazın İbadetteki Yeri ve Önemi” başlıklı nasihatından sonra, kılacağımız namazla nasıl bir mesajda bulunduğumuzu ya da bulunacağımıza bir göz atalım;

 

NAMAZ VE NAMAZLA VERİLEN MESAJ

Diğer dinlerdeki ibadetleri bildirme ve davet yöntemleri bakımından bir benzeri olmayan evrensel bir çağrı olan ezanla start alıp ve tüm dikkatiyle, tüm benliğiyle ve tüm şuuruyla kıyama geçer müslümanımız...

Allahu ekber! (Allah en büyüktür) tekbir lafzıyla teşekküre başlayıp ellerini bağlar. Artık müslümanımız Rabbinin rızasını kazanmak için, kendisine verilen nimetlere teşekkür için, Rabbinin büyük ve güçlü kendisinin ise Rabbine muhtaç ve aciz olduğunu ıspat için ağaç gibi ayaktadır... Hiçbir güç onun o halini bozamaz.

Artık Rabb’iyle konuşma vakti gelmiştir. Besmeleden sonra subhaneke ile başlar Rabbini övmeye...”Ey Allah’ım! Seni hamdın ile tesbih ve tenzih ederim. İsmin mübarektir. Azametin yücedir ve senden başka ilah yoktur.” dedikten sonra Kur’ân’ın ilk suresi olan Fatiha’yla devam ederek yine Rabbine övgü dolu mesajlarla der ki, “Hamd; alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. (O aynı zamanda) Rahman’dır Rahim’dir. Din gününün (hesap)de sahibidir...”

Müslümanımız, Fatiha’yı okurken Rabbimize ne dediğini bilir bir tavırla tevhidin zirvesine çıkıp şirkten uzak bir âyeti kabul eder bir hareketle der ki:”Rabbimiz ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz.”

İbadetin ve yardım istemenin tek mercii Rabbimiz olduğunu kabullenir bir vaziyette teşekkür/dua/yalvarma cümleleri dua eder:

“Bizi doğru yola ulaştır. Kendine nimetler verdiğin kimselerin yoluna... Gazabına uğrayanların ve sapıkların yoluna değil”  der. Bir de kısa ya da uzunca bir âyetler okuyup rûkûya eğilir.

Belki de bugüne kadar hiçbir güce, kuvvete, sisteme ve şahsa karşı yapmadığı bir pozisyon. Gururlanmış bedenin bükülmesiyle devam eden bedenle yaptığı kulluğu dil ile devam ederek der ki; “Subhanerabbiyel azim (yani yüce Rabb’imi tesbih ve tenzih ederim)” hem de 3,5,7 defa...

O pozisyonda da Rabb’ini över ve düşünür; Benim belimi kırıp, bu pozisyona gelmeme sebep ne? Kime karşı eğiliyorum? Elbetteki Rabbime karşı der ve bu pozisyonla sanki ”Ey inananlar: Rukû edin, secdeye varın. Rabb’inize kulluk edin. İyilik yapın ki saadete erişesiniz.”367 âyetini yaşar.

Rukûdan kalktıktan tekrar kıyama geçinceye kadar ki vakti de boşa harcamayıp; “Semi Allahu limen hamideh (Allah kendisine hamdeden kulunu işitti/işitir)”sözünü söyleyip Allah’ın rahmetini umarak rukûdan başını kaldırır. Tabiki övgü dolu cümleler bununla da kalmayıp devam eder ve der ki: “Rabbena lekel hamd (Ey Rabbimiz hamd sana mahsustur)”

Bu kadar hazırlık cümlelerinden sonra Rabbine çok yakın olma, onun dostluğu artırma, güzel olan her türlü istek ve duada bulunmanın zamanı ve tavsiye edilen mekanına az kalmıştır. İnsanı, Rabbinin huzurunda iki büklüm yapan pozisyon: “SECDE”

Sanki secde ile Rabbine şöyle der;

“Rabbim! senin huzurunda gururlanmış boynum ve burnum işte bak ayaklarımla bastığım yerde... Rabbim! sen güçlü ve ibadete layıksın... Ben ise güçsüz ve sana muhtacım... Sana yemin ederim ki hiç kimsenin huzurunda boynunu (10 cm) bile aşağı eğmedim. Bana olan ikramına ve büyüklüğüne karşı işte böyle iki büklüm olarak sana olan teşekkürümü secde ile ifade ediyorum... Sen beni bağışla Allah’ım... Çünkü sen ğafursun... Günahları bağışlayansın... Beni razı olduğun kullarından eyle!.”

Ve sesli duaya gelinmiştir artık. “Subhaneke Rabbiyel ala (Ey yüce Rabbim! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim)” der ve düşünür. Kendisini bu duruma sokan sebep ne idi?

Secdeden ikinci kez kalktıktan sonra aynı hareketleri birkaç kez tekrarlayıp oturur. Artık müslümanımızın alnı pak ve parlaktır. Oturarak teşekkürden sonra sağ ve soldaki hafıza meleklerine selam verir ve namazını bitirir.

Müslümanımız öyle bir teşekkür etmiştir ki; teşekkür ederken ne yorulmuştur, ne acı çekmiştir, ne de onuru kırılmıştır.368

 Namaz bir arınma, bir hatırlatma ve bir teşekkürdür. Günde beş defa bu duygularla tekrarlandığında inanıyorum ki bir çok kötülüklerden uzaklaşırız. Çünkü;”Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkor.”369

Allah-u Teala’ya niçin kulluk yapmamız gerektiği anlaşılmışsa; zikir, namaz, secde ve kitabımızda notladığımız bazı ibadet çeşitleri dışındaki ibadetleri “cennetliklerin vasıfları” dosyasında ve birçok ilmihal kitaplarında bulmak mümkün.


 

 

 

Onbirinci Bölüm

CENNET VE CEHENNEMLİKLERİN VASIFLARI

 



 

 

 

GİRݽ

 

Cennete her kul mü’min sıfatıyla girer. Yani inanan, iman eden... Cennete girecek olan kulların birtakım ortak amelleri vardır. Ve bu ameller vesilesiyle cennete girerler.370

Cennete girmek isteyen her insan için bu vasıfları öğrenmekte büyük faydalar vardır.

 

MÜ’MİNLERİN VASIFLARI

1- “Mü’minler gerçekten felah bulmuşlardır.”

2- “Onlar ki namazlarında huşu içindedirler.”

3- “Onlar, boş şeylerden yüz çevirirler.”

4- “Onlar, zekâtı eda ederler.”

5- “Onlar, ırzlarını korurlar.”

6- “Onlar, emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.”

7- “Onlar, namazlarını (gereğince) muhafaza ederler.”371

8- “Onlar, gayba iman ederler. Namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden infak ederler.”372

9- “Onlar, sana indirilene de (Kur’ân’a) senden önce indirilene de iman ederler. Onlar, ahirete de şüphe etmeksizin inanırlar.”373

10- “Onlar, bollukta ve darlıkta infak ederler, öfkelerini yutarlar. Ve insanları affedenlerdir.” 

11- “Ve onlar çirkin bir günah işledikleri yahut nefislerine zulmettikleri vakit Allah’ı hatırlayarak hemen günahları için bağışlanma dileyenlerdir... Bir de işledikleri (günah) üzerinde bilip durdukları halde ısrar etmeyenlerdir.”374

12- “Rahmanın kulları yeryüzünde ağır ve vakarla yürürler...”375

13- “Onlar ki gecelerini Rab’lerine secde ve kıyam ile geçirirler.”376

14- “Onlar ki “Rabb’imiz, bizden cehennem azabını geri çevir. Çünkü gerçekten onun azabı kesin bir helak oluştur.” derler.”377

15- “Ve onlar ki, mallarını infak ettiklerinde israf ta etmezler, cimrilik te etmezler. Bunun arasında orta bir yol tutarlar.”378

16- “Onlar ki Allah ile birlikte başka bir ilaha ibadet etmezler. Hak ile olması dışında, Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı nefsi de öldürmezler. Zina da etmezler.”379

17- “Ve onlar ki yalan şahitlik yapmazlar. Lağve (boş ve batıl şeylere) rastladıklarında da şereflice yüz çevirip geçerler.”380 

18- “Onlar ki Rabb’lerinin âyetleriyle kendilerine öğüt verildiğinde, bunlara karşı sağır ve kör kimseler olarak yıkılmazlar.” 381

19- “Ve onlar ki: “Rabbimiz! eş ve çocuklarımızda bize gözlerimizin aydınlığı olan (salih amel)ler ver; bizi takva sahiplerine önder yap!” derler.”382

20- “İman edip, salih amel işleyenler ise işte bunlar yaratılanların en hayırlılarıdır.”383

KAFİRLERİN/CEHENNEMLİKLERİN VASIFLARI

Cehenneme giren her kul “kâfir” sıfatı ile karşılanır.384 Kâfir; hakkı örtendir. Gelen İslam davetini reddederek küfrü seçen demektir. Kâfirlerin vasıflarını öğrenmek onları tanımamızı sağlar. Bakalım Rabbimiz kâfirleri nasıl tanıtıyor.

 

Kâfirler İman Etmezler

- “Gerçekten o inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir; iman etmezler.”385

- “Eğer biz sana kağıt üzerinde yazılı bir kitap indirseydik, kendileri de elleriyle ona dokunsalardı, kâfir olanlar yine:

 “Bu ancak apaçık bir büyüdür.” derlerdi.”386

- “½üphesiz yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü kâfirlerdir. Artık onlar iman etmezler.”387

 

Kâfirlerin Dostları ½eytandır

- “ ... Biz şeytanları iman etmeyenlere veli kıldık.”388

- “ ... Kâfir, Rabbine karşı şeytana yardımcı olandır.”389

 

Kâfirler Allah’ın Ayetlerini İnkâr Ederler

- “Onlara âyetlerimiz apaçık okunduğu zaman, o kâfirlerin inkârlarını çehrelerinden anlarsın. Neredeyse onlara âyetlerimizi okuyanların üzerine hücum edip çullanacaklar...”390 ”Onlara Rahman’dan yeni bir öğüt gelse, muhakkak ondan yüz çevirirler.”391

- “Andolsun ki, Biz bu Kur’ân’da insanlara her çeşit misalden örnek verdik. Andolsun eğer onlara bir âyet getirsen o kâfirler elbette şöyle diyeceklerdir: “Siz ancak batıl şeyler uyduranlarsınız.” İşte bilmeyenlerin kalpleri üzerine Allah böyle mühür vurur.”392

 

Kâfirler Kur’ân’ı İnkâr Ederler

- “Onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun”  denildiği zaman, onlar: “Hayır biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” derler. Ya ataları bir şeye akıl erdirememiş ve doğruyu bulamamış idiyseler.”393

 

Kâfirler Ahireti İnkâr Ederler

- “Dünya hayatının yalnız görünen kısmını bilirler. Fakat ahiretten yana gâfil olanların ta kendileridir onlar.”394

- “Dediler ki: “Biz yerde kaybolduğumuz vakit gerçekten biz yeni bir yaratılışta mı olacağız? Evet, onlar Rab’lerine kavuşmayı inkâr ederler.”395

- “Ve biz ölüp toprak ve kemik olduktan sonra mı gerçekten biz mi tekrar dirileceğiz? derlerdi.

 “Ya önceki babalarımız da mı diriltecekler?”

 “De ki: “Muhakkak öncekilerde, sonrakiler de, bilinen bir günün belli bir vaktinde elbette toplanacaklardır.”396

 

Kâfirler Fakirleri Küçük Görürler

- “(Kafirlerin elebaşlarına bir zamanlar güçsüz gördükleri mü’minleri gösterip): “Kendilerini Allah’ın rahmetine erdirmeyeceğine yemin ettiğiniz kimseler bunlar mı idi? İşte (onlara): Girin cennete! Size hiçbir korku yoktur. Ve siz üzülecek de değilsiniz.”397

 

Kâfirlerin Kalpleri Birbirine Benzer

- “Bilmeyenler: “Allah bizimle konuşmalı yahut bize bir âyet (mucize) gelmeli değil mi? dediler. Onlardan öncekiler de tıpkı onlar gibi böyle söylemişlerdi. (Küfür ve inatta) kalpleri birbirine ne kadar da benzemiş! Biz yakîn (kesin bilgi) sahibi olmak isteyenlere âyetleri iyice açıklamışızdır.”397

 

Kâfirler Mallarını Allah Yolundan Çevirmek İçin Harcarlar

- “O kâfirler şüphesiz mallarını, Allah yolundan alıkoymak için harcarlar. Yakında da onları harcayacaklar...”399

 

Kâfirler Birbirinin Yardımcılarıdır

- “Kâfir olanlar da birbirinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur.”400

- “ ... ½üphesiz ki zalimler birbirlerinin velileri (dostları)dır. Allah ise takva sahiplerinin velisidir.”401

 

Kâfirler Nankördür

-  “Onları dağlar gibi bir dalga kapladığında, dinlerini yalnız Allah’a halis kılanlar olarak, O’na dua ederler. Onları, kurtarıp karaya çıkarınca onlardan kimileri orta yolu tutar. Ayetlerimiz ise çok gaddar ve çokça nankörlük edenden başkası bile bile inkâr etmez.”402

- “İnsanlara bir sıkıntı isabet etse, hemen Rablerine yönelenler olarak O’na dua ederler. Sonra onlara nezdinden bir rahmet tattırırsa, bakarsın ki onlardan bir fırka, Rablerine ortak koşar.

Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler diye. Faydalanın bakalım, yakında bileceksiniz.”403

 

Kâfirler İnfak Etmezler

- “Onlara: “Allah’ın size verdiği rızıktan infak edin” denilse, kâfirler, iman edenlere derler ki: “Allah dilese idi kendilerini yedirebileceği kimselere mi yedirelim? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz.”404

- “Yoksulu yedirmeye de teşvik etmezdi.”405

 

Kâfirler Dünyalıkla Övünürler

- “Biz hangi ülkeye bir korkutucu (peygamber) göndermişsek, mutlaka oranın refah içinde şımaran zenginleri: “Biz sizinle gönderilen şeyleri inkâr edenleriz” demişlerdir.

Ve dediler ki: “Biz malca da, evlatça da daha çokluğuz. Biz azap edileceklerden de değiliz.”406

 

Kâfirler Dünya Hayatını Ahiretten Üstün Tutarlar

- “Onlar dünya hayatını ahiretten daha çok sevenler, Allah’ın yolundan alıkoyanlar, onun eğrilmesini isteyenlerdir. İşte onlar uzak bir sapıklık içindedirler.”407

- “Dünya hayatının (yalnız) görünen kısmı bilirler. Fakat ahiretten yana gafil olanların ta kendileridir onlar.”408

- “Gerçekten bunlar, o çarçabuk geçeni (dünyayı) severler, ama çok ağır bir günü de arkalarına atarlar.”409

 

Kâfirler Yaratıkların En Kötüleridir

- “Gerçek şu ki, ister kitap ehlinden olsun, ister müşriklerden olsun o kâfir olanlar, cehennem ateşindedirler, orada ebedi kalıcıdırlar. Yaratılanların en kötüleri de işte bunlardır.”410

 

Kâfirler Batılın Mücadelesini Yaparlar

- “Biz peygamberleri ancak müjdeleyici ve korkutucu kimseler olmak üzere göndeririz. Kâfir olanlar ise hakkı yerinden kaydırmak için batıl ile mücadele verirler...”411

 

Kâfirlerin Yaptıkları İyi İşler Boşa Gider

- “Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanların bütün işledikleri boşa gitmiştir. Onlar (dünyada) yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı.”412

- “Rablerini inkâr edenlerin durumu: Amelleri, aynen fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu bir küle benzer. (Dünyada) kazandıklarından hiçbir şeyi ellerine geçiremezler. Uzak sapıklığın ta kendisi işte budur.”413

 

Kâfirler Mü’minlerle Alay Ederler

- “Dünya hayatı kâfirlere pek süslü gösterilmiştir. Onlarsa (buna aldanarak) mü’minlerle eğleniyorlar. Halbuki o takva sahipleri kıyamet gününde onlardan üstündürler. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.”414

Kâfirler Mü’minleri Saptırmak İsterler

- “Onlar dünya hayatını ahiretten daha çok sevenler, Allah’ın yolundan alıkoyanlar, onun eğrilmesini isteyenlerdir. İşte onlar uzak bir sapıklık içindedirler.”415

 

 

 

 

 

                        

 

 

Onikinci Bölüm

HANGİ YOL CEHENNEME GİDER?

 

              



 

 

 

HANGİ YOL CEHENNEME GİDER?

 

Cehenneme giden yolların sayısı o kadar çok ki... Dünyanın her yerinden cehenneme araba kalkar. Bileti ücretsizdir. İnsanı fazla yormaz...

Cehennemin görevlileri, hatta pazarlamacıları dahi vardır. Servisleri çoktur. İsteyeni iş yerinden, evinden hatta camilerden dahi alırlar. Hem de hiçbir ücret istemeden din, dil, ırk, mezhep farkı görmeden... Yeter ki yapacağın bir “amel”le mesaj gönder...

Yapılacak amelin büyüklüğüne göre konaklanacak mekân da derecelenir.

Pazarlamacıların müşterilerinden özellikle istediği bir şey vardır;

“Lütfen yapacağınız her ameli bilinçli yapın.a Yani eyleminizin arkasında durun.”

Pazarlamacının insanlardan beklediği ameller sanıldığı gibi hiç te zor değildir.

Cehennem pazarlamacısı tanıştığı her insanın kültürüne, toplumdaki ve Allah katındaki yerine göre bazı ameller sunar. Ve herkesin gücü, bilgisi ve inancı ölçüsünde yazılmış amellerden seçmesini ister.

Seçimde zorlama yapmaz. Yalnızca getirisini söyler. Yani; “½u ameli yaparsan cebin dolar, makamın yükselir, şunu yaparsan; toplumdaki itibarın artar, o beldenin tek hakimi sen olursun.” der.

Bakalım ne tür isteklermiş bunlar;

CEHENNEM PAZARLAYICISININ PAZARLADI¼I AMELLER

1- Allah’ı inkâr et, cehenneme gir.

2- Cehennemi inkâr et, cehenneme gir.

3- Allah’ın bazı sıfatlarını ölüye ya da diriye atfet, cehenneme gir.

4- Yardımı kabirdekilerden bekle, cehenneme gir.

5- Allah’tan bir şey istediğinde araya aracıları koy, cehenneme gir.

6- Öldükten sonra dirilmeyi inkâr et, cehenneme gir.

7- Melek ve cinlerin varlığını inkâr et, cehenneme gir.

8- Allah’ın isim ve sıfatlarından bir tanesini inkâr et, cehenneme gir.

9- Zekât mı? O da ne? inkâr et, zengin ol! cehenneme gir.

10- Faiz, içki haram mı? “Kim demiş?” de, cehenneme gir.

11- Kur’ân çöl kanunudur de, cehenneme gir.

12- Kur’ân sadece arap toplumunu bağlar de, cehenneme gir.

13- Kur’ân’ı sahiplenip, peygamberi devre dışı bırak, cehenneme gir.

14- İslamın ceza hukukunu hafife alıp, çağ dışı de, cehenneme gir.

15- Kahrolsun şeriat (haşa) de, kahrolmak için, cehenneme gir.

16- Ben komünistim, ben ...ist’im de, cehenneme gir.

17- Allah’ın kanunları dışındaki kanunları benimse, cehenneme gir.

18- Allah’la beraber başka ilahlara da tap, cehenneme gir.

19- Rızkı başkasından bil, cehenneme gir.

20- Allah (c.c)’tan başkaları için kurban kes, cehenneme gir.

21- Kalbim temizdir deyip, sorumluluktan sıyrıl, cehenneme gir.

22- Allah’ın koymuş olduğu hükümlere hüküm koy, cehenneme gir.

23- Yardımı ve isteklerini şeyh’lerden bekle, cehenneme gir.

24- Gaybı Allah’tan başkası da bilir de, cehenneme gir.

25- İnsanları ezmek için hem parasını, hemde kanını em, cehenneme gir.

26- Bu maddelerin hepsine inan, ameline yansıtma, cehenneme gir.

 

 

 

 

SONUÇ

 

Kitabımızı okuduktan sonra;

“Niçin yaratıldık?” sorusuna vereceğiniz cevap;

- “Ruhlar alemindeyken vermiş olduğumuz söze sadık olup olmadığımızın ıspatı için.” İSE;

- Allah-u Teala kullarından ne istiyor? sorusuna vereceğiniz cevap:

“Allah-u Teala tüm kullarından kendisiyle arasına hiçbir ilahın (ölü ya da diri hiçbir şeyh’in, hazretlerinin, beşeri sistemlerin) girmesini istemeyerek sadece ve sadece kendisine ibadet etmelerini, her ne istenecekse sadece kendisine el açıp istemelerini, tüm övgüleri ve secdeleri sadece ve sadece kendisine yapmalarını istiyor.” İSE;

“Niçin Allah’a ibadet etmeliyiz?” sorusuna vereceğiniz cevap:

“Allah-u Teala kullarına bir çok nimetler vermiştir. Verdiği nimetlerle de kalmayıp, bizlerin göz zevkine hitap edecek manzaralar da yaratmıştır. Allah-u Teala’nın bu ikramı yirmi dört saat aralıksız devam etmektedir. Ve her ikram teşekkür ister mantığından hareketle Allah-u Teala’ya teşekkür, yani ibadet etmemiz lazım gelir. Aksi halde nankörlükle suçlanır, soluğu hiç de tahmin etmediğimiz yerde alırız.” İSE;

“Allah-u Teala niçin yalnızca kendisine ibadet edilmesini ister?” sorusuna vereceğiniz cevap;

“Allah-u Teala yalnızca kendisine ibadet edilmesini ister. Çünkü O; Kullarını yaratan, kullarına; konuşmayı, gülmeyi, ağlamayı, düşünmeyi öğreten, geçmişi hatırlatıp gelecekle ilgili hayal kurabilmelerini sağlayan;

Kullarını her an gören, işiten ve dualarına ve isteklerine icabet edendir. Allah-u Teala yaratıcı ve güçlüdür. Kendisinden başka her ne varsa yaratan kendisidir.

Güçlü, ikram sahibi, kullarının her tür ihtiyacını karşılamayı üzerine alan Allah-u Teala’ya ibadet etmek gerekirken;

Güçsüz, zayıf, duaları işitmeyen, işitse bile dualara icabet etmeyen, her noktada ihtiyaç sahibi olan bir yaratığa (ölü yada diri) ibadet etmek, hem nefse zulmetmiş, hem de Allah’a ortak koşmuş oluruz.” İSE;

İnsanların bir çoğu niçin cehennem patentli ameller işlerler? sorusuna vereceğiniz cevap:

“İnsanların büyük bir çoğunluğu niçin yaratıldığını, dünya hayatının boş bir eğlenceden ibaret olduğunu, asıl kurtuluşun ahiretteki hayat olduğunu, bir gün mutlaka Allah’ın huzuruna çıkıp (hem dünyadaki yaptıklarından hem de yapmaları gerekipde yapmadıklarından) hesaba çekileceklerini unuttukları için, ya da nefislerine uydukları için cehennemlik ameller işlerler.” İSE;

İmtihanda olduğunun farkına varanlar niçin gereken sabrı ve şükrü gösteremiyorlar? sorusuna vereceğiniz cevap;

“Nasıl imtihana tabi tutulduklarını bilememeleri, kazandıkları takdirde kendilerine vaad edilen cennet ve içindekilerini okuyup öğrenmemeleri, kaybettikleri zaman girilecek mekânın ne kadar da korkunç bir yer olduğunu kafalarında canlandırmamaları cehennem patentli bir hayat sürmelerini sağladı.” İSE;

Bu kitabı gereği gibi okumuş ve Allah’ın rızasını kazanmak için anlatmak istediğim mesajları almışsınız demektir. Benimle hemfikir olduğunuz için sizler adına Allah’a dua edeceğim.          

              

Feyzullah BİRI½IK

 Allah’a emanet olun.

20-1-2000

 

 

 

 

Onüçüncü Bölüm

ESMA-ÜL HÜSNA

 

 

 

 

 

                        

 

 

                      

 

 

Esma-ül Hüsna

 

     Allah      Kainatı yaratıp, bütün övgü ve ibadetlere layık, varlığı                   zorunlu olan yüce zat’ın özel ve en kapsamlı adı, lafza-i                   celal.

     er-Rahman      Esirgeyen, bağışlayan, ilahi rahmet, lütuf ve koruyuculuğu                     bütün mahlukatı kapsayan.

     er-Rahim      Esirgeyen, bağışlayan, engin merhamet sahibi, dünyada                     kendisine inanıp, emirlerine uygun bir şekilde yaşayanları                     ahirette ebedi nimetlerle mükâfatlandıracak olan.

     el-Melik      Görünen ve görünmeyen bütün alemlerin sahibi ve                          yöneticisi.

     el-Kuddus      Her türlü eksiklik ve noksanlıktan münezzeh, bütün kemal                   sıfatlarıyla muttasıf bulunan.

     es-Selam      Esenlik veren.

     el-Mü’min      Güven veren, vaadine güvenilen.

     el-Müheymin     Evrenin bütün işlerini düzenleyen, gözeten ve yöneten;                       insanları murakabe eden.

     el-Aziz      Eşi, benzeri ve dengi bulunmayan; değerli, şerefli ve güçlü!                   Hiçbir zaman yenilmeyen, daima galip olan.

     el-Cebbar      Mutlak iradesini her durumda yürüten, düzeni bozulan her                     şeyi tanzim eden, her güçlülüğü kolaylaştıran.

     el-Mütekebbir     Her şeyde ve her işte azamet ve yüceliğini gösteren.

     el-Halik      Her şeyi taktirine uygun şekilde yaratan.

     el-Bari      Herhangi bir modele bağlı kalmadan bütün varlıkları                     yaratan.

     el-Musavvir      Her varlığa ayrı bir şekil ve özellik veren.

     el-Gaffar Daima affeden, tekrarlanan günahları bağışlayan.

     el-Kahhar     Yenilmeyen, yegane galip.

     el-Vehhab      Her çeşit nimeti hiçbir karşılık beklemeden bol bol bağışlayıp                     veren.

     el-Rezzak      Ruh ve bedenlerin gıdasını yaratıp veren.

     el-Fettah      İyilik kapılarını açan, bütün anlaşmazlıkların nihai hakemi olarak             mutlak adaleti gerçekleştiren.

     el-Alim     Her şeyi hakkıyla bilen.

     el-Gabız     Rızkı belli bir ölçüde tutup veren canlıların ruhunu alan.

     el-Basıt     Lutuf ve keremini esirgemeyen, rızkı bol bol veren, ruhları                         bedenlere yerleştirip yayan.

     el-Hafıd     Alçaltan, zillete düşüren.

     er-Rafi’     Yücelten, izzet ve şeref bahşeden.

     el-Mu’ız     Yücelten, izzet ve şeref veren.

     el-Muzil     Alçaltan, zillete düşüren.

     es-Semi     İşitmeye konu olan her şeyi hakkıyla işiten.

     el-Basir     Görmeye konu teşkil eden her şeyi hakkıyla gören.

     el-Hakem     Hüküm verme yetkisini elinde tutan, son hükmü verecek olan.

     el-Adl     Mutlak adalet sahibi, hiçbir şeyde aşırılığa düşmeyen.

     el-Latif     Yaratılmışların ihtiyaçlarını en ince noktasına kadar bilip,                          karşılayan.

     el-Habir     Her şeyin iç yüzünden haberdar olan.

     el-Halim     Acele ve kızgınlıkla davranmayan; ceza vermede acele etmeyen,                teenni sahibi.

     el-Azim     Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılmayacak  kadar ulu.

     el-¼afur     Bütün günahları bağışlayan.

     eş-½ekûr   Az iyiliğe çok mükâfat veren.

     el-Ali     İzzet, şeref ve hükümranlık babından en yüce.

    

     el-Kebir     Ululuğu karşısında her büyüğün küçüldüğü mutlak büyük zat ve                sıfatlarının mahiyeti anlaşılmayacak kadar ulu.

     el-Hafiz     Koruyup, gözeten ve dengede tutan.

     el-Mugit     Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren, her şeyi koruyan.

     el-Hasib     Kullarını hesaba çeken ve onlara kâfi gelen, yeten.

     el-Celil     Azamet sahibi.

     el-Kerim     Fazilet türlerinin hepsine sahip, keremi bol ve sonsuz.

     er-Rakib     Murakabe eden, her şeyi gözetleyip kontrolü altında tutan.

     el-Mucib     Dilek ve dualara karşılık veren.

     el-Vasi’     İlmi, ihsanı, mağfireti ve merhameti her şeyi kuşatan.

     el-Hakim     Bütün emir ve işleri yerli yerinde olan.

     el-Vedûd     Çok seven ve çok sevilen.

     el-Mecid     Yüce, şanlı ve şerefli, lutuf ve keremi bol.

     el-Bais     Ölümden sonra dirilten.

     eş-½ehid     Her şeyi gözleyip bilen.

     el-Hak     Fiilen var olan, mevcudiyet ve uluhiyeti gerçek olan.

     el-Vekil     Kendisine güvenilip, dayanılan.

     el-Gavi     Kudretli, herşeye gücü yeten.

     el-Metin     Her şeye gücü yeten, kudretli, çok güçlü ve sağlam.

     el-Veli     Yardımcı ve dost.

     el-Hamid     Her bakımdan övgüye layık.

     el-Muhsi     Her şeyi tek tek bütün ayrıntılarıyla bilen.

     el-Mubdi     Varlıkları ilkin yaratan.

     el-Muid     Ölümden sonra tekrar yaratan.

     el-Muhyi     Can veren.

     el-Mumit     Ölümü yaratan, ecelleri geldiğinde canları öldüren.

     el-Hayy     Ebedi hayatla daima diri.

     el-Gayyum     Her varlığın kendisine bağlı olduğu kâinatı yöneten en yüce varlık.

     el-Vacid     Dilediğini dilediği zaman bulabilen, hiçbir şeye muhtaç olmayan

               müstağni.

     el-Macid     ½anlı, şerefli.

     el-Vahid     Bölünüp, parçalara ayrılmaması ve benzerinin bulunmaması                     anlamında tek.

     es-Samed     Arzu ve ihtiyaçları sebebiyle her varlığın kendisine yöneldiği,                     ancak kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan.

     el-Kadir     Her şeye gücü yeten, tam kudret sahibi.

     el-Muktedir     Her şeye gücü yeten, kudretli.

     el-Mukaddim     Öne alan.

     el-Muahhir      İstediğini geri koyan, arkaya bırakan.

     el-Evvel     Varlığın başlangıcı olmayan.

     el-Ahir     Varlığının sonu olmayan.

     ez-Zahir     Varlığını ve birliğini belgeleyen bir çok delili bulunması açısından                apaşikar.

     el-Batın     Zatının görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açısından gizli.

     el-Vali     Kainatın hakimi ve yöneteni.

     el-Muteali     İzzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce.

     el-Berr     Yarattıklarına karşı rahmet, mağfiret, lutuf ve ihsanı bol olan.

     et-Tevvab     Kullarını tevbeye teşvik edip, onların tevbelerini kabul eden.

     el-Muntakim     Suçluları layık ve müstehak oldukları şekilde cezalandıran.

     el-Afuv     İnsanların günahlarını kendilerinde sorumluluk kalmayacak şekilde           affeden.

     er-Rauf     ½efkatli, çok merhametli, pek müşfik.

     Malikül Mülk     Mülkün sahibi.

     Zül Celali

     ve’l-İkram:     Azamet ve kerem sahibi.

     el-Mugsi   Adaletle hükmeden.

     el-Cami     Bütün övgü ve erdemleri zatında toplayan; evrendeki tüm varlıkları           tam bir ahenk içinde toplayıp, düzenleyen, bütün mahlukatı hesa               ba çekmek üzere kıyamet gününde bir araya getiren.

     el-¼ani     Kendisi her şeyden müstağni, kendi dışındaki her şey O’na                     muhtaç.

     el-Muğni  Zenginlik veren.

     el-Mani     Kötülüklere engel olan, hikmeti gereği dilemediği şeylerin                         gerçekleşmesine izin vermeyen.

     ed-Darr     Zarar verici olanlar da dahil olmak üzere her şeyi yaratan.

     en-Nafi’     Fayda veren.

     en-Nur     Nurlandıran, nur kaynağı.

     el-Hadi     Yol gösteren, murada erdiren.

     el-Bedi     Bütün varlıkları eşi ve örneği olmadan sanatkârane bir şekilde                     yaratan.

     el-Baki     Varlığın sonu olmayan.

     el-Varis     Varlığın sonu olmayan baki.

     er-Raşid     Bütün işleri isabetli ve hedefine ulaşan, kullarını doğru yola irşad                edici.

     es-Sabur     Çok sabırlı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kaynak= Prof. Doç. Metin Yurdagün. Marifet Yayınları, II. Baskı.