Ön
söz
İnsanları yoktan
var edip, başıboş bırakmayarak günün yirmi dört saati hesapsız nimetler veren
Allah-u Teala, kullarından kendisine kulluk yapmalarını istemiştir. Gereken
kulluğu yapanlara ‘Cennet’ vaad ederek insanların ancak cennet için yarışmalarını
tavsiye eder.
Cennete
girmek imtihanladır. Ve imtihan süresi ise bir ömrün tamamıdır. İman, sabır,
şükür ve ibadetlerle kazanılan cennet zıt amellerle de kaybedilir.
İmtihanı
kaybedenler için de bir mekan hazırlanmıştır. Adına “Cehennem” denilen bu
mekân, konuklarının yaşamlarına uygun bir şekilde donatılmıştır.
Niçin
yaratıldığını, Rablerinin kendilerinden niçin ibadet etmelerini istediğini ve
ne şekilde imtihana tabi tutulduğunu unutan insanoğlu; cennet ve cehennemi
gereği gibi tanıyamadığından dünya hayatını benimsemiştir. Dünya hayatının
geçici güzelliği, yalancı yeşili ve mavisi gözlerini boyayarak cennet ve
cehennemi unutturmuştur.
Günün
yirmi dört saati Allah-u Teala’nın kontrolünde, cennet hayali ve cehennem
korkusuyla yaşanılmayan bir hayatta, nefsin tüm istekleri yerine getirilerek
(tabiri caizse, ki inanıyorum caiz) cehennem patentli amellerin cirit
atmalarına izin verilir.
İmtihana
tabi tutulan insanoğlunu iki ebedi mekan bekler: Ya cennet, yada cehennem.
Başka da bir mekan yok.
Cennete
girmek isteyenler; niçin yaratıldığını, ne şekilde imtihana tabi tutulduğunu,
nasıl bir Allah’a inandığını, Allah’ın kendilerinden niçin ibadet etmelerini
istediğini bilmeleri gerekirdi.
İşte
biz bu kitapta bu sorulara yer vererek, hangi yol cennete, hangi yol cehenneme
çıkar’a cevap bulmaya çalıştık.
İnsanoğlunun
imtihan serüveni Ruhlar Âlemi’nde vermiş oldukları söz’le start aldığı için
kitabımıza Ruhlar Âlemi’ndeki diyalogla başlayıp dünya hayatı, ölüm ve sonrası
ile de son verdik.
Çalışmak
bizden muvaffakiyet Allah’tandır.
Feyzullah
Birışık
20-1-2000
Birinci
Bölüm
RUHLAR
ALEMİNDEKİ DİYALOG
RUHLAR
ÂLEMİNDEKİ DİYALOG
“Elestu bi rabbikum?
... Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”
Rabbimiz
tarafından Adem (a.s)’den kıyamete kadar yaşayacak olan tüm insan topluluğuna
yöneltilen bir soru...”Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”
Bu
sorunun kapsama alanında ben de vardım, siz okuyucular da, anne karnındaki
cenin de, bizden önce ölenler ve bizden sonra yaşayacak olan insanlar da vardı.
Bizlerin
tek tek muhatap olunduğu bu soru Ruhlar Âlemi’nde sorulduğundan
hatırlayamıyoruz. Bizlerin hatırlayamaması böyle bir vak’anın olmadığından
bahsetmez tabi ki1 Çünkü Rabbimiz böyle
bir diyaloğun olduğunu Araf/172’de hatırlatıyor.
Bakıyoruz;
“Hani Rabbin Ademoğullarından, onların
bellerinden soylarını dışarı aldı ve ben sizin Rabbiniz değil miyim diyerek
kendilerini birbirine şahit tutmuştu da onlar da evet şahidiz demişlerdi.”
Bu
ayetten de anlaşılıyor ki;
“Annesinden
doğan her bir canlı Rabbi’yle ahitleşmiş olarak imtihan sahasına “merhaba”
diyor.”
Ruhlar
alemi nasıl bir yerdir? O kadar insan nasıl muhatap alındı? Ruh nasıldı?
Karşılıklı ahitleşmeler nasıl oldu?
Bu
tür gaybi sualler bizlere fayda vermeyeceği için Rabbimiz kitabında
belirtmemiş.
Okuyoruz;
“Sana Ruh’tan sorarlar... De ki onun ilmi
Allah katındadır...”2
Bizleri
ilgilendiren mevzu; dünyaya gelmeden önce Rabbimize söz verip sadece ve sadece
kendisini ilah kabul ederek çizdiği hudutların dışına çıkmamamız.
Dünyaya
merhaba demeden önceki yaşadığımız ahitleşmeyi gördükten sonra şöyle bir soru
yöneltebiliriz:
“Rabbimizin
bizlerle ahitleşmesindeki hikmeti nedir?”
Yukardaki
âyetin devamında merak ettiğimiz sorunun cevabını okuyabiliriz:
“Hani kıyamet günü: ‘Bizim bundan
haberimiz yoktu’ demeyesiniz diye, Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından
zürriyetlerini (çıkarıp) almış ve onları kendilerine şahit tutup: ‘Ben sizin
Rabbiniz değil miyim? (diye buyurmuştu) Onlar da: Evet (Rabbimizsin) şahit
olduk demişlerdi.”
Yahut:”Daha öncede sadece atalarımız
Allah’a ortak koşmuşlardı. Biz de onlardan sonra gelen bir kuşaktık. ½imdi
(Atalarımız olan) o batıla saplananların işledikleri yüzünden bizi helak mı
edeceksin demeyesiniz diye...”
Ahitlerini
bozacak olan insanların nasıl bir mazerette bulunacaklarını bilen Allah-u
Teala, sanki;
“Sakın
böyle bir mazeretle karşıma çıkacağınızı zannetmeyin. Çünkü en başta ben size
bunları bildirdim. Böyle bir özür kesinlikle kabul edilmeyecektir.” der gibi en
başta belirtmiş.
Buna
benzer ahitleşme şekillerini birçok kurum ve kuruluşlarda da görebiliriz:
Mesela;
Bir
fabrika sahibi kendi fabrikasında çalıştıracağı işçilerden, kendisinin
belirlediği şartlara uymaları için sözleşme yapıp imzalamalarını talep eder. Bu
sözleşmede geliş ve çıkış saatleri, yemek, çay, mola saatleri, aylık ücret,
izinsiz gelinmediğinde kesilecek ücret miktarları yazılıdır. Bu şartlar altında
sözleşmeyi imzalayıp çalışmaya başlayan bir işçi yukardaki maddeleri
kabullenmiş sayılır.
½imdi;
Fabrika
sahibine; “Neden böyle bir sözleşme imzalayıp işçilerine imzalatma ihtiyacı
hissettiniz?” diye bir soru yöneltirsek, vereceği cevap büyük bir ihtimalle;
“İşçilerimden
herhangi birinin yarın karşıma çıkıpda mazeretler sunup, özür beyan etmesin
diye imzalattım” olur.
Zaten
yapılacak en ufak bir itiraz karşısında imzalamış olduğu sözleşme imzası
tartışmaya son noktayı koyacaktır.
İkinci Bir Misal:
Biletini
kesip şehirler arası otobüse binen bir yolcu varacağı yere kadar biletin
arkasındaki maddelere uymak zorundadır. Bunlar neler olabilir:
•
Otobüste sigara içmek yasaktır.
•
Kabuklu yemiş yemek yasaktır.
•
Fazla bagaj ücrete tabidir.
Biletini
alan yolcunun otobüste sigara içmesi ya da kabuklu yemiş yemesi sözleşmeye
uymadığını gösterir ve otobüs muavininden dikkat çekilir. Artık o yolcu hiçbir
itirazda bulunamaz.
Bu
iki misalle Rabbimizin bizlerle niçin ahitleştiğini anladık zannediyorum.
Yeni
bir dosya açabiliriz artık.
İkinci
Bölüm
RUHLAR
ALEMİNDEN İMTİHAN SAHASINA GEÇݽ
RUHLAR
ÂLEMİNDEN İMTİHAN SAHASINA GEÇݽ
Sözleşmeyi
imzalayıp fabrikaya giren işçiler gibi, ya da ÖYSM kurumundan kendisinin hangi
okulun, hangi sınıfında, kaç nolu sırada, imtihan edileceğine dair aldığı evrakla
okulun yolunu tuttuğu gibi bizler de Ruhlar aleminden sınav salonu dediğimiz
dünyaya yolculuk yapıyoruz.3
“Hanginizin
daha iyi salih amel işlediğini belirtmek için, ölümü ve dirilmeyi yaratan
O’dur.”
Her
imtihanın bir başlangıç tarihi, mekanı ve bitiş saati vardır. İmtihana muhatap
olacakların ortak bilgi ve kültür seviyelerine uygun sorular ve bu soruları
çözebilecekleri zaman dilimi, güzel ve sorunsuz bir şekilde imtihana tabi
tutulabilmeleri için uygun bir ortam önceden hazırlanır ve bir evrakla adreslere
postalanır. Kullanma kılavuzuyla birlikte imtihana giriş kağıdını alan
öğrenciyi bekleyen üç olgu vardır:
•
İmtihana gireceği mekân.
•
İlgili dersler ve soru sayısı.
•
Ve imtihan süresi.
Öğrencileri
sınava tabi tutacak kurum ya da mercii öğrencileri imtihan ederken öğrencinin
“ulaşım sorununu” dikkate alarak bulunduğu adrese yakın bir mekan seçer. Ve tüm
hazırlıklar öğrencinin isteğine göredir.
İşte
Allah-u Teala da imtihana tabi tutacağı insanların fıtratına (yaratılışına)
uygun imtihan mekânı seçmiştir.
“Biz gökleri yeri ve ikisinin arasında
bulunanları, ancak hak üzere ve belirli bir süre için yarattık.”4
İmtihana
tabi olacağımız mekânı “Dünya” olarak seçen Rabbimiz, bizler için önceden
ortamı hazırlamıştır. İmtihan mekânında, insan yaşamını olumsuz etkileyecek
hiçbir düzensizlik görülemeyecek kadar muntazam bir mekân: Dünya...
Ruhlar
Âlemi’nden sınav salonumuza geçiş
yapabiliriz artık. Bakalım bizler için neler hazırlanmış;
ÖNCE
İNSAN YA½AMINA UYGUN İMTİHAN SALONU HAZIRLANDI:
DAHA
SONRA TİYATRO SAHNESİNDEYMݽİZ GİBİ ROL
ARKADA½LARIMIZ
SEÇİLDİ:
VE
İNSANO¼LU İMTİHANA HAZIRLANIR
Allah-u Teala’nın
kanunu gereği bir erkek ve bir dişinin birleşmesiyle insan yaratılır. Çünkü
Allah (c.c) böyle diledi. Dilemiş olsaydı bir fidan gibi topraktan ya da yağmur
gibi gökten indirerek de yaratırdı. Fakat O böyle diledi.
Ruhlar
aleminden imtihan salonuna gönderilecek bir “ruh”u ilerde kendisine anne
diyeceği bir kadının rahmindeki kırk günlük bir cenin bekler. Bu anne adayı bir
Afrikalı olabileceği gibi, bir Sibiryalı da olabilir. Çok zeki, zengin, güzel
ve ahlâklı olabileceği gibi; çirkin, gariban ve ahlaksız da olabilir.
Kendisine
anne diyeceğimiz bir kadını Allah-u Teala seçer. İnsanoğlunun iradesinin
tamamen devre dışı olduğunu görüyoruz. Yoksa herkes sorunsuz bir aileye evlat
olmak isterdi.
Dünyaya
merhaba diyen bir “canlı” daha önceden hiç tanımadığı insan topluluklarının
bazı vasıflar kazanmasına sebep olur. Bir kadın; anne, o kadınla evlenen erkek;
baba, babanın kızkardeşi; hala, anne’nin kardeşi; dayı, ya da teyze, diğerleri
de; dede, abi, abla ... vs. olurlar.
7-9
ay sonra hayata merhaba diyecek bir canlı, Allah’ın (c.c) tarifi imkânsız bir
şekilde kadın ve erkeğin kalplerine vermiş olduğu şefkat, merhamet,
annelik, babalık duygularıyla
aralarında kabul görür.5
İleriki
günlerde imtihana tabi tutulacak “canlı” ailesinin yakın şefkat ve korumasıyla
belirli bir yaşa geldikten sonra
kendisine başkaları tarafından yapılan uyarı, ya da kendisinin birtakım ilgi,
merak ve araştırmalarıyla; “niçin yaratıldım? Yaratıcı benden ne istiyor?” gibi sorulara muhatap kaldığı
andan itibaren imtihanı başlamış olur.
Üçüncü
Bölüm
İNSANO¼LU
KİMLERLE VE NASIL İMTİHANA TABİ TUTULUR?
Öğrencilerinin
sınavda başarılı olabilmeleri için kendilerine şefkâtle yaklaşan öğretmenin;
“Çocuklar, sizleri şu, şu, şu konularda imtihan edeceğim. Onun için iyi
çalışın! sonra demedi demeyin.” dediği gibi Allah-u Teala da;
KİMLERLE,
NELERLE ve NASIL İMTİHAN OLACA¼IMIZI
ÖNCEDEN
BİLDİRDİ.
İnsanoğlunun
asıl imtihanı; Allah’a, Peygamberlere, Kur’ân’a ve ahiret gününe iman edip
etmediğidir. Allah’a, Kur’ân’a ve ahirete imandan sonra ancak imtihana muhatap
olunur. Aksi takdirde inançsız olan bir insan zaten başta imtihanı
kaybetmiştir. İnançlı olan bir insanın iman, sabır ve şükür üçgeninde imtihana
tabi olduğu konulardır bunlar.
Üniversite
sınavına kaydını yaptırmayan bir öğrenci dünyanın en zeki insanı da olsa sınava
alınmaz. Alınsa ve tüm soruları doğru olarak yanıtlasa bile sıfır puan alır. Ya
da;
Dünyanın
en iyi futbolcusu bile kulübüne kaydını yaptırmadıktan sonra sahada futbolunu
oynayamaz. İlle de kayıt yapması lâzım.
İnsanoğlunun
imtihan kaydı da imanla olur. İmandan sonra da Rabbimiz katındaki üstünlük
derecesi imtihandan alınacak başarıyla ancak belli olur.
Her
inanan; bu maddelerin tamamı ya da bir kısmıyla itmihan olmayabilir. Kimi insan
vardır ömür boyu evlatla imtihan olur, kimi de fakirlikle.
Asıl
imtihanımızın Ruhlar Alemi’ndeki verdiğimiz söze sadık kalarak sadece Allah’a kulluk yapmamız gerektiğini
hatırlatıp;
Sıralayacağımız
başlıklarla nasıl imtihana tabi tutulduğumuza kısaca değindikten sonra
kitapçığımıza yeni ve önemli bir dosya açacağız.
AÇLIK, KORKU, MAL ve CANLARDAN EKSİLMEYLE
İMTİHAN
İmtihan
kılavuzumuza baktığımızda Rabbimizin şu uyarısıyla karşılaşırız;
“Andolsun ki sizi biraz korku, biraz
açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden yana eksiltmekle imtihan edeceğiz.
Sabredenleri müjdele.”6
Senenin
on iki ayı, günün yirmi dört saati dünyanın her tarafında yapılan bir imtihan;
Açlık, korku, iflas ve ölüm...
17
Ağustos 1999’da Kocaeli merkezli 7,4 şiddetindeki depremden sonra daha iyi
anladığımız bir âyet.
Dört
çocuklu zengin bir aile 7,4 şiddetiyle sallandıktan sonra; fakir, evladından ve
mallarından eksilmiş bir şekilde aç kalmamak için aklına bile getirmediği bir
durumda soluğu ekmek kuyruğunda alabiliyor.
Ya
bu duruma düştükten sonra isyan, yada imtihana muhatap olduğunun farkına
vararak sabır...
Zengin,
fakir, ünlü, ünsüz, komutan, işçi, fabrikatör, dul ve yetim ayırd edilmeksizin
herkesin muhatap olduğu bir imtihan.
Dünyanın
her tarafında canlar alınıyor. Ya savaşla, ya trafikle, ya depremle, ya da hastalıklarla... Nerede
bir can alınıyorsa bilmeliyiz ki o aile ve sülale imtihana tabi tutuluyor. Ya
isyanla imtihan kaybediliyor ya da
sabırla kazanılıyor.
Aynı
şekilde fakirlik de öyle... Ya sabır ya da isyan7...
DO¼AL FELAKETLERLE İMTİHAN
Yine
dünyanın dört bir yanında, dört mevsimde vuku bularak insanların topluca
muhatap olabilecekleri bir imtihan şekli: “Doğal afet” Doğal felaket dediğimiz
şey, bir sel olabileceği gibi kuraklık, deprem, heyelan, şiddetli dolu da
olabilir.
Herhangi
bir beldede deprem olmuşsa ya da o beldeyi sel basmışsa, ya da o beldede
kuraklık yaşanmışsa bilmeliyizki o belde insanları Rabbimiz tarafından imtihan
ediliyor. Tamamen Allah-u Teala’nın dilemesiyle o beldeye felaketler isabet
eder. Okuyalım;
“Allah’ın izni olmadıkça hiçbir musibet
isabet etmez...”8
Yine tamamen Allah-u Teala’nın kontrolü altında gök sularını boşaltır, ya da
geniş toprak kütlesi titreyerek milyonlarca insanın korkuyla paniklemesine
sebep olur. Yukarıda sıraladıklarımızdan (deprem, sel, kuraklık, heyelan v.s)
herhangi birinin isabetiyle imtihan sürecine girilir. Ya can gider, ya mal,
yada her ikisi... Yine ya isyanla, ya da sebepleri yaratanın Allah (c.c) olduğu
unutularak fay hattı, yada normal tabiat olaylarına bağlayarak imtihan
kaybedilir. Sebepleri yaratanın Allah (c.c) olduğu hatırlanarak: “Bu
musibetlerle Allah-u Teala bizleri imtihan ederek sabrımızı görmek istiyor.”
Ya
da “Kimbilir ne günahlar işledik ki böyle bir azap bizleri buldu deyip gerekli
toparlanmalar yapılarak imtihan kazanılır.
Beldeyi
ve kişiyi derinden sarsan uzun vadeli etkili bir imtihan... Zor tabi ki...
EVLATLA İMTİHAN
“Bilin ki mallarınız da, evlatlarınız da ancak
birer imtihandır.”9
Dünyaya
merhaba diyen bir “canlı” elinde olmadan anne ve babasının kendisiyle imtihan
edilmelerine vesile olur. Ya kendisi yüzünden imtihanı kaybederler ya da
kazanırlar.
Bir
kişinin evladıyla imtihanı “ölümü, kaybı, müzmin bir hastalığı, akıldan yada
uzuvlarından herhangi birinin eksik olmasıyla, uzun süre evladın
verilmemesiyle, arka arkaya kız ya da erkek evlat verilmesiyle, ileriki
günlerde anne-babanın sözünü dinlemeyerek asi oluşlarıyla olabilir.
Anne
ve baba, evlatlarını güzelce yetiştirip İslam toplumuna kazandırmalarıyla
kazanılan imtihan, çocuklarını sahipsiz bırakıp ilgilenmemeleriyle de
kaybedilir.
Sonuçta
evlatla imtihan; sabır, şükür ve yakın ilgiyle kazanılır. Aksi halde
kaybedilir.
BAZILARININ DݼERLERİNE ÜSTÜN TUTULMASIYLA
İMTİHAN
“O sizi yeryüzünün halifeleri yapan ve
size verdikleriyle sizi sınamak için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılandır. ½üphesiz Rabbin, cezası pek çabuk
olandır. Ve muhakkak O, mağfiret ve rahmet edendir.”10
Allah-u
Teala bu âyet-i kerimede, insanların bir kısmını diğerlerinden rızık, ahlak,
güzellik ve renk gibi özellikler bakımından üstün kıldığını bildirmektedir. Bu
O’nun hikmeti icabıdır. Bu hikmet bu ayette belirtildiği gibi, kullarını
imtihan edip, emirlerine uyanlarla uymayanları ortaya çıkarması olacağı gibi,
onların psikolojik durumlarını tanıtmasıyla da olabilir.11
Yine
dünyanın dört bir yanında yirmidört saat yaşanılan bir imtihan... Biri zengin
patron bir diğeri fakir işçi. Biri zeki olur
bir diğeri zeka özürlü. Biri çok güzeldir her gün isteyeni olur diğeri o
kadar güzel değildir otuzundan sonra kısmeti açılır.
Birinin
gıpta edilir bir sabrı, ahlakı, tevazusu vardır; bir diğerinin de öfke kusacak
siniri vardır. Biri oturduğu yerde milyarlık olurken bir diğeri ekmeğini kanalları
temizleyerek çıkarmaya çalışır. Görüldüğü gibi biri herhangi bir noktada bir
diğerine üstün görünebilir. İşte burada da tüm bunların Allah’tan geldiği ve
kendisinin imtihan edildiğinin farkına varıp sabır ve şükür gösterilerek
imtihan kazanılır, aksi takdirde yine kaybedilir.
MUSİBETLERLE İMTİHAN
“Eğer Allah sana bir zarar
dokundurursa yine ondan başka onu
giderecek kimse yoktur. Eğer sana bir
hayır dokundurursa... İşte O her şeye gücü yetendir.”12
“Allah’ın
izni olmadıkça hiçbir musibet isabet etmez.”13
Yine
her insanın imtihan edildiği bir başlık: “Musibet.”
Musibet
isabet edendir. Bu isabet eden şey bir hastalık olabileceği gibi, serseri bir
kurşunla yaralanmak da olabilir, iki kişinin kavgasını ayırırken göze inen bir
yumruk da olabilir. Tabiki her isabet eden şey canımızı yakmayabilir. Fakirken
milyarlık ya da trilyonluk bir miras, ya da meyve vermez denen bahçeye
milyarlık ürün de isabet edebilir. İşte o zaman şükürle imtihana tabi tutulur.
Yine ya isabet eden musibetin Allah’ın izniyle olduğunu, onun dilemesiyle
bizlere isabet ettiğini ve bununla da imtihana tabi tutulduğumuzun farkına
varıp şükür/sabırla imtihan kazanılır yada kaybedilir. Nereden bakarsan bak zor
bir imtihan.
KADINLA İMTİHAN
“Kadınlar, oğullar, yığın yığın yüklerle
altın ve gümüş, salma güzel atlar, davarlar ve ekinler gibi arzulanan şeylere
sevgi, insanlara süslü gösterildi.”14
Allah-u
Teala’nın imtihanı gereği erkeklerin fıtratına kadın, kadınların fıtratına da
erkeklere karşı bir ilgi programlanmıştır.
Daha
çok duygusallığın ve cinselliğin işlendiği kadınla imtihan sürecine, ergenlik
çağına gelme aşamasıyla girilir.
Ergenlik
yaşlarında karşı cinse olan ilgi ve alaka had safhaya ulaşarak bir yakınlaşma
arzulanır.
Arzuların
tatmini ‘göz’le başlar, zina ile de son bulur.
İmtihan
kaybının son aşaması olan zinaya giden yol gözden geçer. Bir erkek ve kadın
nerede olurlarsa olsunlar, ister Moskova’da isterse de Arabistan’da!...
Baş
başa kalındığı anda arzular zirveye çıkarak imtihanın birinci aşaması
kaybedilir.
İşte
ilahi kanun; İnsanların, imtihanı kaybetmemeleri için (nikahı düşmeyenler
hariç) kadın ve erkeklerin bir arada bulunmamalarını ister.
“Mü’minlere söyle ki: Gözlerini (harama
bakmaktan) sakınsınlar, mahrem yerlerini de korusunlar, böylesi onlar için daha
temizdir...”15
“Mü’min kadınlara da de ki: Gözlerini
(haramdan) sakınsınlar, mahrem yerlerini korusunlar, dışarıda kendiliğinden
görünen kısmı hariç, süslerini göstermesinler. Baş örtülerini de yakalarının
üzerine indirsinler, zinetlerini eşlerinden, babalarından, kocalarının
babalarından, oğullarından, kocalarının oğullarından, kardeşlerinden,
kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından kendi (müslüman)
kadınlarından, cariyelerinden, kadınlara meyli olmayan erkeklerden ve
kadınların avret yerlerini henüz anlamayan erkek çocuklardan başkasına sakın
göstermesinler...”16
“Zinaya yaklaşmayın. O cidden
hayasızlıktır, kötü bir yoldur.”17
İşte
bu ilahi uyarılar dikkate alınarak, ister tv, ister gazete ve dergiler, isterse
de herhangi bir kadınla baş başa kalmamaya özen gösterilip nefse hakim
olunmasıyla imtihan kazanılır. Aksi halde kaybedilir.18
DÜNYA MALI İLE İMTİHAN
Allah-u
Teala, kullarının imtihanı gereği dünya hayatını ve dünya malını süslü gösterip
sevdirmiştir.
“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyundur,
bir eğlencedir, bir süstür, aranızda bir övünüştür.”19
Ve
insanoğlu da imtihana tabi tutulup ölümüyle terk edeceği imtihan salonunu ve
imtihanı için kendisine biçilen ömrünü dünya için kullanmayı çok sevmiştir. Bu
sevgi ölümü dahi unutturacak kadar ileri gitmiştir.
Benim
her şeyim olsun, ya da herşey benim olmalı parolasıyla başlayan mal biriktirme
sevdası iki metrelik bez parçasına sarılıp gelinen yere geri dönmekle son bulur.
Allah-u
Teala insanoğluna dünya hayatının geçici ve malının değersiz olduğunu, asıl
hayatın ahirette olduğunu hatırlatıp dünya hayatı ve dünya mallarına farklı
bakış açısı yakalamalarını tavsiye etmiştir. Okuyoruz;
“Sizin yanınızdaki tükenir. Allah
nezdindeki ise kalıcıdır.” 20
“O halde sakın dünya hayatı sizi
aldatmasın.”21
Allah-u
Teala dilediğine mal vererek zenginleştirir. Ve zenginleştirdiği kullarından da
yardıma muhtaç akraba, komşu ve yakınlarına zekat ve infakta bulunmalarını
ister. İşte asıl imtihan bundan sonra başlar. Ya mallar Allah yolunda
harcanacak22 , yada fakir olurum
korkusuyla cimrilik yapılıp mal biriktirilmeye devam edilecek.
Rızık
endişesi duyulmadan helal yolla kazanılıp Allah yolunda harcanarak kazanılan,
cimrilik yapıp mal üzerine mal yığarak da kaybedilen bir imtihandır malla
imtihan.
Ruhlar
aleminden dünyaya gelişimizi, bizleri karşılayan insan topluluklarını ve ne
şekilde imtihan olabileceğimizi kısaca açıkladık.
Dikkat
edilirse tabi olduğumuz imtihan çok çetin ve canlı. Ve her imtihan sonucunda
ise iman, sabır ve şükür bekleniyor. Yani;
-
Anadan doğma âmâ olup ölünceye kadar sabır göstererek; daha kötüsü de
olabilirdi deyip şükredeceksin.
-
Geceyi zengin geçirerek kırk beş saniyede elinde hiçbir şey kalmayıp ekmek
kuyruğuna “fakir” sıfatıyla girecek; ve bu duruma da imtihandır deyip
sabredeceksin.
-
Hasılatı toplamaya ramak kala tarlanı
sele kaptıracaksın. Ya da tüm hayvanların hastalığa kurban gidecek;
sabredeceksin.
-
Sevdiklerin teker teker ölecekler; sabredeceksin.
-
Evin başına yıkılacak! Sabredeceksin!...
İnsanoğlunun
imtihanı bunlarla sınırlı kalmaz tabi ki... Asıl imtihan ruhlar alemindeyken
verilmiş olan söze sadık kalabilmek... Asıl imtihan odur işte.
VE İMTİHAN ÖLÜMLE SON BULUR
Yaratılış
sebebi bilindiği andan itibaren başlayan imtihan süreci ölümle son bulur. Arzu
edilmeyen ölüm, bir şekilde uğrayarak kişiyi sevenlerinden ayırır. Ölüm
meleğinin ne zaman, ne şekilde, nerede geleceği önceden bilinmez.
İnsanoğluna
bu bilgi verilmemiştir. “İnsana düşen şey; her an bu dünyayı terk ederim
düşüncesiyle, nasıl imtihan oluyorum? imtihanı nasıl kazanırım?” diyerek
gereken hazırlığı yapmasıdır.
Çünkü
zevkleri kursakta bırakan ölüm bir defa gelecek.
Ölüm
nasıldır? Ölüm meleğiyle karşılaşma nasıl olur? İnsanoğlu niçin ölümden
kaçamaz? Ruh bedenden nasıl ayrılır? Ölüm sonrası olaylar nelerdir?... Bu tür
sualler hep merak edilmiştir. Ölen bir insanın yakinen bildiği bu gerçekler
önceden insanoğluna bildirilmiştir.
Kılavuzumuzun
sayfalarını çevirerek yeni bir dosya daha açalım.
Dördüncü
Bölüm
DÜNYADAKİ
İMTİHAN “ÖLÜM” İLE SON BULUR
ÖLÜM
Ölüm; nefes alan her
canlının bir gün mutlaka karşılaşacağı bir gerçek. Kimse ölümü başından
savamaz. Hiç kimse ölüm meleğinin:
:
- “Sana verilen imtihan zamanın doldu... Haydi!... Gidiyoruz.” teklifini geri
çeviremez. Çünkü insanoğlu aciz... Kuzu kuzu ruhunu teslim eder...
Ölüm
yok oluş değildir. Ölüm; ruhun imtihan malzemesi olan cesetten ayrılarak cesedi
çürümeye terk etmesidir.
Ölüm;
kişinin karakterini, yaşını, makamını, maddi manevi durumunu da nazar-ı itibara
almaz. Sadece vaktinin dolmasını bekler. Vakit dolduğunda da hiçbir güç
engelleyemez. Okuyoruz;
“...Artık birinize ölüm gelince
elçilerimiz, bir eksiklik yapmaksızın onun canını alırlar.”23
Yeterki
bir insana biçilen imtihan süresi dolsun. Kaçacağı her delik, ruhunu teslim
edeceği bir randevu yeridir. Bakıyoruz;
“De ki: ‘Sizin, kendisinden kaçtığınız
ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra görünmeyeni ve göreni bilen (Allah)’a
döndürüleceksiniz. O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.”24
İnsanın
ölümü tamamen Allah’ın iznine bağlıdır.
“Allah’ın izni olmadan hiçbir kişi
ölemez. Ölüm, zamanı Allah’ın ilminde kararlaştırılmış bir yazıdır...”25
Evet...
öyle yada böyle vaktini bilmediğimiz bir tarihte dünya ve içindekilerini
terkedeceğiz...
Tüm
değer yargılarımızı bırakacağız... Kadınımızı, evlatlarımızı, anne babamızı,
kardeşlerimizi... Bankadaki paramızı, yazlığımızı, tarlamızı, kafesteki
kuşumuzu... Diplomamızı, makamımızı,... Alacak vereceklerimizi... Her şeyimizi istemeden terk edeceğiz. Ve bir daha da dönmemek üzere,
sıcacık yuvamızdan buz gibi soğuk ve karanlık, kurt ve böceklerin cirit attığı
tek kişilik bir odaya yolculuk yapacağız.
ÖLÜM MELE¼İYLE KAR½ILA½MA ANI
Hiç
de hesapta olmayan ayrılık vakti gelmiştir artık. Misafirimiz acelecidir, hiç
vakti yoktur. Ağızdaki lokmanın boğazdan aşağı gitmesine izin vermez. Yarım
kalan işlerin bitmesine de izin vermez.
Dostlarıyla
vedalaştıracak vakti de yoktur. Çünkü süre dolmuştur.
“Dikkat edin; can boğaza gelip köprücük
kemiklerine dayandığı zaman; ‘Çare bulan yok mudur?’ denir. Artık ayrılık
vaktinin geldiğini sanır. Bacaklar birbirine dolaşır. O gün sevk Rabbinin
huzurunadır.”26
O
an doktorların tüm çabası boşunadır. Kafes açılmış kuş uçmuştur artık.
Ölüm
meleğiyle bir gün senin de karşılaşacağını hissederek düşün...
Melek
ruhunu çekmeye başlamış ve sen onun çekip çıkarma acısını duymaktasın. Sonra bu
çekişler birbiri arkasına gelir, can çekişme kızışır. Senin acın son derecesine
varıncaya kadar ruhun bütün bedeninden çekilir. Ölümün acıları bütün vücuduna
yayılır. Kalbin ürperti içinde mahzun, Allah’ın gazap veya rıza müjdelerinden
birini gözleyip beklemektedir. Sen kesin olarak, ruhunu kabzetmekle görevli
melekten iki müjdeden birini duymakta başka çare olmadığını anlamışsındır.
Sen
böyle kederlerin, tasaların sarhoşluklarıyla ölümün elemi içerisinde iken
birdenbire ölüm meleğinin, en güzel veya en çirkin şekliyle yüzüne bakarsın.
Bakarsın
ki, o senin ruhunu bedeninden çıkarmak için elini ağzına uzatıyor. Bunu ve ölüm
meleğini görmekten dolayı nefsin zillete bürünür. Kalbin ondan gelecek, aniden
karşılaşacağın müjdeye takılır.
Meleğin:
-”Ey Allah’ın dostu! Allah’ın rıza ve sevabıyla sevin, veya ey Allah’ın
düşmanı! Allah’ın azabıyla kahrol!”27
Can
boğaza gelmiştir artık. Öbür alemin kenarında durduğun ve herkesin bir şey
yapamaz, etrafında neler olup döndüğünü ve vücudunda ne cereyan ettiğini
bilemez, ellerin kolların bağlı, aciz bir vaziyette beklediklerini bir düşün.28
Ve
ruh, bedenden ayrılır... Ayrılan sadece beden değildir. Sevdikleri ... Sevmedikleri... Alacaklar... Verecekler...
Bir
dakika öncesine kadar cıvıl cıvıl olan beden, yerini bir takım et yığınına
bırakmıştır. İleriki saatlerde kokmaya başlayacak olan ceset, alelacele
yıkanarak defnedilmek istenecektir. Ve defnedilir.
Malını,
ailesini her şeyini geride bırakarak tek kişilik hücre evinde bir müddet
bekletilir.
Belirli
bir müddet zaman zarfında tüm ölenler mini bir sorgulama testinden geçerek
kabir hayatına merhaba der.
Yeni
bir dosya daha açarak kabir hayatını görelim.
Beşinci
Bölüm
KABİR
HAYATI
KABİR
HAYATI
İmam Gazali
şöyle der:
“Mücahid
demiştir ki: “Ademoğluyla ilk konuşacak
olan, onun mezarıdır. Ona:
-
“Ben kurt, böcek eviyim. Yalnızlık ve karanlık yuvasıyım. İşte bunlar
benim sana hazırladıklarımdır. Sen bana
ne hazırladın?”der.
Ömer
İbn Abdülaziz bir mecliste arkadaşına şöyle dedi:
“Geceleyin
vallahi, kabri ve kabri içinde yatanı düşünmeye koyuldum, ey arkadaş! Eğer sen
üç gün sonra mezarındaki ölüyü göreydin, sana olan şu uzun dostluğuna rağmen
ona yakın olmaktan ürperirdin. ½üphesiz ki sen içinde haşarat dolaşan ve irin
akan bir yuva görmüş olurdun. Kokusu değişmiş, kefenleri eskimiş ve onu
kurtlar, böcekler delik deşik etmiştir. Halbuki daha önce onun güzel bir şekli,
güzel kokusu ve temiz elbisesi vardı.”29
Ubeyd
bin Umeyr el-Leysi demiştir ki:
“Hiçbir
ölü yoktur ki ona, içine gömüldüğü kabir şöyle nida etmesin: “Ben karanlık,
yalnızlık ve tek başına kalma eviyim. Eğer sen dünya hayatında Allah’a itaat
ediyorduysan bugün de ben sana rahmet olurum. Eğer isyankâr idiysen, bugün ben
de sana bir ceza olurum. Bana itaatkâr olarak giren sevinçli olarak çıkar. Bana
asi olarak giren de helak olmuş olarak çıkar.29
Er-Rukaşi
şöyle demiştir:
“Bana
şu haber vasıl oldu: “Ölü kabre konulunca, amelleri onu ürkütür. Sonra Allah
(c.c) onun amellerini konuşturur ve ona “Ey mezar çukurunda yalnız başına kalan
kul! eş ve dostların, aslen senden kopmuştur. Artık bugün bizim yanımızda senin
cana yakın hiçbir arkadaşın yoktur.” der.”31
Ömer
İbn Abdilaziz’den;
“Onlar
şimdi yalnızlık ve imtihan duraklarında değil midirler? Gece ve gündüz onlara
bir değil midir? Onlar şimdi koyu karanlık bir gecede değiller midir? Onlarla
çalışmalarının arasına girildi de onlarda sevgililerden ayrıldılar. Nice lüks
içindeki kadın ve erkeğin yüzleri çürümüştür. Onların gövdeleri boyunlarından
uzaktadır. Eklemleri kopmuş parçalanmıştır. Göz suları yanaklarına akmış,
ağızları kan ve irin dolmuştur. Toprak haşeratı cesetlerinde gezmekte ve
organlarını parçalamaktadır. Sonra vallahi, çok geçmeden kemikleri çürümüştür.
Bahçelerden ayrılmışlar ve o genişlikten sonra bu dar boğazlara varmışlardır.
Hanımları evlenmiş, çocukları şaşkın kalmışlardır. Varisler yurtlarını ve
miraslarını paylaşmışlardır.
½imdi
artık ölülerden kimisinin kabri genişletilir de orada rahat, müreffeh ve
neşelidir. Oranın lezzetiyle nimetlenir. Ey yarın kabirde kalacak olan kimse!
Dünyada seni aldatan nedir? Sen baki kalacağını mı yoksa, onun sana kalacağını
mı sanıyorsun? Nerededir şimdi o geniş yurdun, muntazam olan ırmakların?
Olgunlaşmış meyvelerin nerede? Zarif elbiselerin nerede? Güzel kokuların ve
spreylerin nerededir? Yazlık elbiselerin, kışlık elbiselerin nerededir?
Görmüyor musun ki, iş başa gelmektedir. Artık kişi ter döktüğü halde, kendinden
bir müdahaleyi savamıyor. Halbuki o susuzluktan yanıp kavruluyor. Ölümün sarhoşlukları ve dalgınlıkları içerisinde
kıvranıyor. Emir gökten gelmiştir. Kaza ve kaderin hakimi gelmiştir. Kendinden
kaçınılmaz ecel emri gelmiştir.
Heyhat!
Ey babasına, kardeşine, çocuğuna ve onu yıkayana göz yumup gaflet eden kişi! Ey
ölü kefenleyen ve onu taşıyan kimse! Ey onu kabrine bırakıp geri dönen gafil!
(Ömer İbn Abdülaziz bunları kendisi için söylemiş ve kendi nefsini muhatap
almıştır) toprağın sertliği üzerine nasıl yatacağını keşke bilsem! Çürümenin
hangi yanağımdan başlayacağını ve hangi gözümün evvela akacağını keşke bir
bilseydim, ey yoklukların komşusu ve yakını olan nefsim; o zaman ölenlerin
yerinde olurdun... Bu dünyadan çıkarken ölüm meleğinin beni ne ile
karşılayacağını ve bana Rabbimin mesajından ne getireceğini bir bilebilseydim!”32
VE KABİR SUALİ
Bera
bin Azib’ten (r.a) rivayet edilmiştir:
Rasûlullah
ile (s.a.v) beraber ensardan bir adamın cenazesini (teşyi) için çıktık ve kabre
vardık. Henüz lahid yapılmamıştır. Rasûlullah (s.a.v) oturdu, bizler de onun
etrafına oturduk. Rasûlullahın (s.a.v) elinde yeri çizdiği bir çubuk vardı.
Başını kaldırıp iki veya üç kere:
“Kabir
azabından Allah’a sığınınız” dedi.
Sonra şöyle buyurdu: “Mü’min kul dünyadan kesilip ahirete dönme durumuna
gelince, gökten ona beyaz yüzlü melekler iner. Sanki onların yüzü güneş
gibidir. Onların beraberlerinde cennet kefenlerinden bir kefen ve cennet
kokularından bir koku vardır.
Nihayet
ona göz görebilecek mesafede otururlar. Ölüm meleği’de onun baş ucuna oturarak:
-
“Ey temiz ve hoş ruh! Allah’ın mağfiret ve rızasına çık” der. Rasûlullah
(s.a.v) devamla:
-
“O da çıkar ve su kabının ağzından damlanın sızdığı gibi (ruh) akar, kolayca
çıkar. Melekler de onu alarak yedinci göğe ulaştırırlar. Allah (c.c):
“Kulumun
yazısını illiyyin içerisine yazınız ve onu yeryüzünde vücuduna geri iade
ediniz” buyurur. Artık ona (kabirde) iki melek gelip onu oturturlar ve;
-
“Rabbin kim?” derler de O:
-
“Rabbim Allah’tır” der. Melekler:
-
“Dinin nedir?” derler. O da:
-
“Dinim İslamdır” der. Melekler:
-
“İçinizde gönderilen şu adam (Muhammed) kimdir?” derler de o:
-
“O Allah’ın Rasûlüdür” der. Melekler:
-
“Ne biliyorsun?” derler. O da:
-
“Allah’ın (c.c) kitabını okudum ve ona iman edip onu tasdik ettim” der.
Bunun
üzerine gökten bir seslenici şöyle seslenir:
-
“Kulum doğru söyledi. Ona cennetten döşek seriniz. Onun için cennete bir kapı
açınız.” Rasûlullah (s.a.v) devamla
buyurdu ki:
-
“Artık ona cennetin esinti ve kokusundan gelir. Ona göz alabildiği mesafede
kabri genişletilir. Ona güzel yüzlü, güzel elbiseli ve güzel kokulu bir adam gelir
ve “Seni sevindiren şeyle sevin, bu sana va’dedilen gündür.” der. O da:
-
“Sen kimsin?” der. Güzel yüzün hayır getiriyor der. O da:
-
“Ben senin salih amelinim” der. Bunun üzerine o,
-
“Yarabbi, kıyameti kopar! Yarabbi, kıyameti kopar! ta ki aileme ve malıma
döneyim” der.
Kâfir kul ise, dünyadan kesilip ahirete yönelme zamanına geldiğinde ona kara yüzlü
melekler iner. Onların beraberinde demir kürekler bulunur. Onun gözünün önüne
otururlar. Sonra ölüm meleği gelir, ta onun baş ucuna oturur ve:
-
“Ey pis can, Allah’ın azap ve gazabına çık!” der. Vücudu yayılır ve onun ruhuna
şişlerin, ıslak yünden çekip çıkarıldığı gibi çıkarır alır. Ondan dünyada
bulunabilecek en kötü leş kokusu gibi bir koku çıkar. Melekler onu gökyüzüne
yükseltirler. Hiçbir melek topluluğuna uğratılmazlar ki onlar: “Bu ne pis
koku!” memiş olsunlar. Melekler de dünyada çağrıldığı en çirkin ismiyle “Bu
filan oğlu filan” derler. Nihayet onu dünya semasına ulaştırırlar. Kapısının
açılmasını isterler de kapı ona açılmaz.”
Sonra
Rasûlulluh (s.a.v):’Onlara gök kapıları açılmaz ve deve iğne deliğinden
geçinceye kadar (yani hiçbir zaman) cennete giremezler.’ âyetini okudu. Allah-u
Teala bunun üzerine buyurur ki: ‘Onun yazısını aşağı dünyadaki siccin içerisine
yazın.’ Sonra onun ruhu fırlatıp atılır.
Sonra
Rasûlullah (s.a.v) şu âyeti okudu:’Her kim Allah’a ortak koşarsa, sanki o
gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor ve rüzgar onu uzak bir yere
düşürüyor gibidir.’
Bunun
akabinde ruhu bedenine tekrar iade edilir. Ona iki melek gelir ve:
-
“Rabbin kimdir?” derler. O (gaflet haliyle):
-
“Ahh... Bilmiyorum” der. İki melek ona:
-
“Dinin nedir?” derler. O:
- “Ahh, bilmiyorum” der. Yine iki melek:
-
“½u içinizde gönderilen adam kimdir?” derler. O yine:
-
“Ahh, bilmiyorum” der.
Bunun
üzerine gökten bir seslenici: “Yalan söyledi, ona cehennemden bir döşek serin
ve onun için cehenneme bir kapı açın.” diye seslenir.
Artık
cehennemin sıcağından ve vücuda işleyen sıcak yelinden ona gelir. Kaburgaları
birbirine geçecek kadar, kabri ona daraltılır. Ona çirkin yüzlü, pis kokulu bir
adam gelir ve: “Başına gelen bu fenalıkla sevin! Bu, korkutulduğun gündür” der.
O: “Sen kimsin?” Yüzün kötülük getiren çirkin bir yüzdür” der. O da: “Ben senin
pis amelinim” der. O: “Yarabbi kıyameti koparma” der.33
KABİR AZABI
Cehennem
azabından önce mini! bir dayak faslı vardır. Suçlu kabirde de rahat etmez...
Okuyoruz;
Hz.
Aişe, Rasûlullah’a (s.a.v) kabir azabını sordum da o şöyle buyurdu dedi:”Evet
kabir azabı haktır.” Hz. Aişe, “İşte
bundan sonra, Rasûlullah’ın (s.a.v) hiçbir zaman namaz kılıp da kabir azabından
Allah’a sığınmayı terk ettiğini görmedim demiştir.34
İbn
Mesud (r.a) Peygamberin (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Ölüler
şüphesiz kabirlerinde azap görürler. O kadar
ki onların seslerini kesinlikle hayvanlar (bile) işitir.”35
Zeyd
bin Sabit’ten (r.a) rivayet edilmiştir:
Rasûlullah
(s.a.v) katırının üzerinde Neccar oğullarının bahçesinin içinde iken biz de
beraberinde idik. Birden katır onu yoldan sapıttı, neredeyse onu düşürecekti.
Orada birdenbire altı veya beş kabirle karşılaştık. Rasûlullah;
-
“Bu kabirlerin sahibini kim tanıyor?”
dedi. Bir adam:
- “Ben” diye cevap verdi. Rasûl-i Ekrem:
-
“Ne zaman öldüler?” dedi. O da:
- “½irk devrinde” dedi. Rasûlullah (s.a.v):
“Bu
topluluk kabirlerinde imtihan olunuyorlar, şâyet endişeden ölülerinizi
gömmeyecek olsaydınız, işittiğim kabir azabından birazını size duyurmak için
Allah’a dua ederdim” buyurdu. Sonra
yüzünü bize dönüp:
-
“Kabir azabından Allah’a sığınırız.”
buyurdu. Onlar da: “Kabir azabından Allah’a sığınırız dediler.”36
Osman
bin Affan’ın kölesi Hani’den rivayet edilmiştir:
“Hz.
Osman (r.a), bir kabrin başında durduğu zaman, sakalını ıslatıncaya kadar
ağlardı. Ona “cennet ve cehennemi anıyor ağlamıyorsun da kabri anınca
ağlıyorsun” denildiğinde dedi ki: “Ben Rasûlullah’ı (s.a.v) şöyle derken
işittim:”Kabir ahiret konaklarından ilk konaktır. Eğer insan ondan kurtulursa,
artık sonrakiler ondan kolaydır. Eğer insan oradan kurtulamazsa, ondan
sonrakiler daha zordur.” Yine Rasûlullah’ı (s.a.v) şöyle buyururken işittim
dedi: “Hiçbir manzara görmedim ki, kabir ondan daha korkunç olmasın.”37
Yeni
bir dosya daha açarak genel hesap verme dünyasına göz atalım:
Altıncı
Bölüm
KIYAMET
VE HESAP VERME GÜNÜ
KIYAMET
ve HESAP VERME SAHNESİ
Bir insanın ölümüyle
kendi imtihanı, tüm insanlığın ölmesiyle de genel imtihan sona ermiş olur.
Genel imtihanın sona ermesi kıyametin kopmasıyla gerçekleşir. İşte o gün tüm
ruhlar bir merkezde toplanıp dünyadayken yapmış oldukları amellerin hesabını
vererek karşılığını beklerler. Okuyoruz;
“Allah (O’dur ki) O’ndan başka ilah
yoktur. Gerçekleşeceğinden hiç şüphe olmayan kıyamet gününde mutlaka hepinizi
bir araya toplayacaktır. Allah’tan daha doğru sözlü kimdir?”38
Evet...
Öyle bir gün gelecektir ki tüm ruhlar hiç fire verilmeden tekrar bir araya
toplanacaktır.
Çünkü
genel imtihan, daha doğrusu tek sınavlık imtihan bitmiştir artık.
Dünyadaki
imtihanı biten insanoğlunun tekrar toplanıp bir araya gelmesi şuna benzer;
Üniversite
sınavına giren öğrencinin imtihan bitiminde cevap kağıdını öğretmenine verip
imtihan sonucunu beklemesi için evine gider.
Ve
imtihan sonucunda tüm soru cevapları tek bir merkezde toplanır.
Öğrencinin
göndermiş olduğu cevap listesi kendisinin çalışıp çalışmadığını gösteren
dökümandır. Her ne kadar sınav sonrası herkes bir yerlere dağılsa da sanki tüm
öğrenciler Ankara’daki sınav değerlendirme merkezinde toplanmış gibidir.39
Ve
kıyamet kopar;
KIYAMET SAHNESİ
“Güneş dürülüp ışığı kalmadığı zaman,
yıldızlar düşüp söndüğü zaman, dağlar yürütüldüğü zaman... Denizler
kaynatıldığı zaman...”40
“Gök yarıldığı zaman, yıldızlar dağılıp
döküldüğü zaman, denizler kaynaştığı zaman, kabirler deşildiği zaman...”41
“Gök yarılıp Rabbine boyun eğdiği zaman
-ki boyun eğecektir- Yer düzeltilip uzatıldığı ve içinde olanları dışarı atarak
boşaldığı zaman ve yer Rabbine boyun eğdiği zaman -ki yer boyun eğecektir-
herkes yaptığının karşılığını görecektir.”42
“Gök yarılıp da gül gibi kızardığı, yağ
gibi eridiği zaman” 43
“Yer sarsıldıkça sarsıldığı dağlar
ufalandıkça ufalanıp da toz duman haline geldiği zaman.”44
“Sur’a bir üfürülüş üfürüldüğü, yer ve
dağlar kaldırılıp bir vuruşla birbirlerine çarpıldığı zaman, işte o gün olacak
olur, kıyamet kopar. Gök yarılır; o gün düzeni bozulur.”45
“Gök o gün erimiş maden gibi olur. Dağlar
da atılmış pamuğa döner.”46
“Yer dehşetle sarsıldıkça sarsıldığı,
yeryüzü ağırlığını dışarıya çıkardığı zaman.”47
“O gün insanlar ateş etrafında çarpınıp
dökülen pervaneye (kelebeklere) dönecekler. Dağlar, atılmış renkli yüne
benzeyecekler.”48
“O gün yer ve dağlar sarsılır ve dağlar,
dağılan kum yığınları olur.”49
“Gözün kamaştığı, ayın tutulduğu, güneş
ve ayın bir araya getirildiği zaman.”50
“Dağları yerinde donmuş gibi durur
görürsün, oysa onlar bulutlar gibi geçerler.”51
“Bir gün dağları yürütür de yeri dümdüz
görürsün.”52
“O gün ki yer başka yere gökler de başka
göklere çevrilecek.”53
“O gün ki semayı kitapların sahifesini
dürer gibi düreceğiz.”54
“Göğün beyaz bulutlar halinde
parçalanacağı ve meleklerin bölük bölük indirileceği gün, gerçek hükümdarlık Rahmanındır...”55
“Ey Muhammed! Sana dağları sorarlar; de
ki;
“Rabbim onları ufalayıp savuracak,
yerlerini dümdüz kuru bir toprak haline getirecek; orada ne çukur, ne tümsek
göreceksin.”56
-
Evet... Bu şiddetli sahne vaktini bilmediğimiz bir günde gelip;
İnsanoğlunun
imtihanı için hazırlanan muazzam mekânlar içindekileri ile birlikte yok
olacaktır.
Kıyamet;
nice masum kanların boş yere akıtılmasında parmağı bulunan canilerin, nice hak
ve özgürlükleri çiğneyen dokunulmaz mal ve mülkleri yağmalayan zalimlerin, nice
temiz namusları zorla kirleten sadistlerin, Allah’ın yüce davasında şaşmaz
adalet terazisiyle yargılanacakları korkunç bir gündür.
Yine
kıyamet; dünyada adaletle hükmedenlerin, daima hakkın ve ezilmiş haklının
yanında yerini alanların, erdemleri yaygınlaştırmak ve insanlığa gerçek
mutluluğu yaşatmak için çaba sarfetmiş hayırlı insanların ödüllendirileceği bir
gündür.57
Kıyamet
gününden sonra herkes kendi yapmış olduğu iyi ya da kötü amellerle Allah-u
Teala’nın huzuruna çıkar.
“Her insanın amelini kendi boynuna
ayrılmayacak şekilde doladık. Kıyamet günü de ona yayılmış bir halde karşısına
bulacağı bir kitap çıkarırız.
O bu kitabını, bugün kendine karşı iyi
hesaplayıcı olarak kendin yeter(sin).”58
“Kıyamet gününe has adalet terazilerini
koyarız. Kimseye en ufak bir zulüm yapılmaz. (İyiliği) bir hardal tanesi
ağırlığınca olsa bile, Biz onu getiririz. Hesaba çekenler olarak biz yeteriz.”59
Daha
sonra cennet ve cehenneme giriş vizeleri alınır. Tıpkı; sınav sonuç kağıdının
adreslere postalandığı gibi. Gelen zarf açılır, kişi o zarfın içindeki evrakla
birlikte kazandığı okula kaydını yaptırır. Artık o öğrenci çok mutludur.
Sınavı
kötü geçen öğrencinin ızdırabını arttırır almış olduğu zarf. O kağıtla hiçbir
şey yapılmaz. O kağıt utanç kağıdıdır. Tembelliğin ıspatıdır. O kağıtla ancak
soba tutuşturulur...
Cennet
ve cehennem’in giriş vizesi açıklamasına bakalım;
“Ey İnsan! Gerçekten sen Rabbine doğru
durmadan çalışıp çabalayacaksın. Sonunda O’na kavuşacaksın.
Kitabı sağ eline verilecek kimseye
gelince;
O kolay bir hesapla hesaba çekilecek ve o
ailesine sevinçli dönecektir. Kitabı arkasından (sol eline) verilecek kimseye
gelince, o hemen ölümü çağıracaktır. Ve alevli ateşi boylayacaktır.”60
İnsanoğlu
Rabb’inin huzuruna iki sıfatla çıkar. Ya verdiği sözde durarak yalnızca Allah’a
kulluk yapmış bir kul, ya da nefsinin isteklerine uymuş Allah (c.c) ile arasına
çeşitli ilahlar koyarak kendisine isyan etmiş, ahirete iman etmemiş bir kul.
Her
iki kul da hak etmiş oldukları şekilde ağırlanırlar.
İNSANO¼LU HESAP VERMEK İÇİN RABBİNİN HUZURUNDA TOPLANIR:
“Her
kul öldüğü hâl üzere diriltilir.”61
Hani
derler ya “Nasıl yaşarsan öyle ölürsün”,
aynen onun gibidir.
Dünyada
iken sadece Allah’a kulluk yapmış bir insan, ölüm öncesi kimliğiyle Rabbinin
huzuruna çıkar.
“Muttakileri o gün Rahmanın huzurunda
O’na gelmiş konuklar olarak toplarız.”62
Evet...
Dünyada iken ahiret hesabı yapanların o gün hesabı kolay, ağırlanması görkemli
olur. Rabbinin huzuruna yolculuk ruh çıktıktan sonra başlar;
Rasûlullah
(s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Mü’minin
ruhu çıktığı zaman onu iki melek karşılayıp alır ve yükseklere götürürler. -
Gök ehli: “Yer tarafından güzel ve hoş bir ruh geldi. Allah sana ve senin
kendisiyle yaşadığın vücuda rahmet etsin derler. Müteakiben o, Aziz ve Celil olan
Rabbine götürülür.”63
Kapıda
hoş karşılanan bir misafir davetçi için değerlidir, muhabbeti tatlıdır ve ona
hiçbir zorluk ta yoktur.
Kendinizi,
bir anlık dünyanın en güzel, en görkemli otelinde üç aylık ücretsiz
konaklayacağına dair aldığınız davetiye ile yola çıktığınızı düşünün. Otel,
orman kenarında denize bakıyor... Sağ tarafta akan şelale yeşil ağaçlar
arasında akarak mavi denizle buluşuyor. Gürültüden uzak, beton yığınlarından
uzak üç aylık bir dinlenme daveti... Hazırlığınızı yapıp yolculuğa başlıyorsunuz...
Uçaktan
iner inmez güzel bir tebessümle size;
-
“Hoş geldiniz...” diyen iki hizmetçi...
-
“Sizler de kimsiniz?” sorunuza;
-
“Sizleri karşılamak için patronumuz tarafından gönderilen hizmetçileriz biz”
diye cevap verirler.
Alelacele
elinizdeki bavullar alınır otele ait servis arabasının bagajına konur ve
kapılar açılır.
Yola
çıkılmıştır artık. Ve her konuda size danışılır;
-
“Sürati sever misiniz?”
-
“Sıcak ve soğuk tüm içecekler arabamızda mevcuttur. Lütfen ne ihtiyacınız varsa
hiç çekinmeden söyleyin?”
-
“Rahat olun!... Kendinizi evinizdeymişsiniz gibi hissedin”
Otele
yaklaşılmıştır artık. Kapı önündeki hizmetçiler de heyecanlı bir hareketlenme
başgöstererek;
-
“Konuğumuz geldi”... derler.
İşte
o an anlarsınız ki sizleri güzel bir hizmet, güzel bir ikram bekliyor. Sizler
artık mühimsiniz... Değerlisiniz...
Devam
ediyoruz;
Melekler
tarafından güzel karşılanan ruh Allah’ın huzurundadır artık. Ve defterinin de
sağ taraftan gelmesini bekler.
“Amel defteri kendisine sağdan verilen
kimse kolay geçeceği bir hesaba çekilir ve arkadaşlarının yanına sevinçle
döner.”64
“Artık o razı edici bir hayat içindedir.”65
SUÇLU İNSAN RABBİNİN HUZURUNDADIR ARTIK
Ruhlar
aleminde verdiği sözü unutup nefsinin isteklerine kul olan, bir gün ölüp
yaptıklarından sorguya çekileceğini ve Rabbini unutan kul, hak ettiği bir
şekilde karşılanır;
“...Ölüm
vakti gelince, melekler ona bir hırka getirirler ve ruhuna şöyle derler: “Sen
kızgın ve sana da kızılmış halde aziz ve celil olan Allah’ın azabına çık!” O da
en pis leş kokusuyla çıkar. Nihayet onu yeryüzünün kapısına götürüp, “Bu koku
ne pis!” derler. Sonunda onu da kâfirlerin ruhlarına getirirler (katarlar).”66
Evet...
Devam ediyoruz;
“... Biz onları kıyamet günü yüzü koyun,
körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşrederiz. Varacakları yer cehennemdir.
Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa, hemen alevini arttırırız.”67
“Her
kim de benim zikrimden (Kur’ân’ımdan) yüz çevirirse, ona dar bir geçim vardır
ve onu, kıyamet günü, kör olarak haşrederiz. (O kimse) şöyle der:
-
“Rabbim, beni niçin kör olarak haşrettin.
Halbuki ben (dünyada) gözlü idim, görüyordum.” Allah buyurur ki:
-
Cezan böyle, sana âyetlerimiz geldi de
sen onları unuttun. İşte onları unuttuğun gibi bu gün de öylece unutuluyorsun.”68 Pişmanlık ve acıdan dolayı parmaklarını
ısırırlar.
“O gün zalimlerden her biri
(pişmanlığından) ellerini ısırıp şöyle diyecek: “Ne olurdu, ben, o
peygamberlerle beraber bir kurtuluş yolu edinseydim!... Yazıklar olsun bana,
keşke falancayı dost edinmeseydim. (Allah’ı anmaktan ve Kur’ân’dan) o sapıttı.
Bana Kur’ân gelmişken... ½eytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor.”69
Dünyadayken
yapmış olduğu her bir fiilin yazıldığını hatta bir film şeridi gibi
kaydedildiğine inanmayan ya da unutan suçlunun önüne defteri konur. Ve o zaman
anlar ki kendisi kaybedenlerden olmuş. Okuyoruz;
“O günde dağları yürüteceğiz ve sen
yeryüzünü çırılçıplak göreceksin. Onları da hiçbirini bırakmaksızın mahşerde
toplamış olacağız. Saf halinde Rabb’ine arzedecekler. And olsun ki ilk kez sizi
nasıl yaratmış idiysek öylece bize geldiniz. Hatta size vaad ettiğimizi yerine
getireceğimiz bir zaman tayin
etmediğimizi ileri sürmüştünüz” (denilecek).
Kitap konmuş olacak. Günahkârları onun
içindekilerden korkuya kapılmış göreceksin. “Vay bizim halimize! Bu kitaba ne
olmuş?” Küçük büyük hiçbir şey bırakmayıp sayıp dökmüş” diyecekler. Onlar
işlediklerini de hazır bulacaktır. Rabbin kimseye zulmetmez.”70
Evet...
Ummadıkları bir günde inanmadıkları bir mekanda yapmış oldukları en ufak bir
amelin defterlerine kaydedilmiş olduğunu görürler.
Dünyadayken
basit gördüğü, kendisine yakıştırmadığı bir amelin bugün başına nasıl bir bela
olduğunu işte o zaman anlarlar.
Ve
bilirler ki Rableri kendilerine zulmetmemiş, dünyadayken her saniyesi Rabbi
tarafından gözetlenmiş.
Kendisi
ve sol tarafından uzatılan utanç defteri ile karşı karşıyadır artık. Okumuş
olduğu her harf, görmüş olduğu her fiil kendisine batar. Artık yalan da
söylemez... Çünkü bulunmuş olduğu makamda yalana yer yoktur. Kaçamaz da...
Çünkü enselenmiştir. Orada kaçış da yoktur. Nereye kaçacak? Bir defa yakayı ele
vermiştir. Çünkü nereye girse tanınacaktır.
“Günahkârlar yüzlerinden tanınacak,
alınlarından ve ayaklarından yakalanacak.”71
Hiç
beklemediği bir taraftan gelen defteri gördükten sonra cehennemin yakın
olduğunu anlar. Devam ediyoruz;
“Bugün ağızlarına Biz mühür vururuz ve
neler kazandıklarını elleri Bize söyler ve ayakları buna şahitlik eder.”72
Ağızları
kapatılmıştır. İtirazları dinlenilmeyecek kadar değersizdirler. Adam yerine de
konmazlar.
Cehenneme
girmesi için defterinin şahitliği yanında bir yenisi daha eklenir. Bu şahitler
oldukça tanıdık. Hem de günün yirmi dört saati birlikte oldukları şahitlerdir
bunlar. Ve onlar hemen dile gelirler;
“Allah’ın düşmanları ateşe sürüldükleri
gün toplanıp bir araya gelirler. Nihayet oraya vardıklarında kulakları, gözleri
ve derileri yaptıkları hakkında aleyhlerine şahitlik ederler...”73
Dost
acı söylemiştir. Çünkü bilir ki o mekânda yalan ve adam kayırmak yok.
Kendilerini hangi suça alet ettiklerini, hangi mazlumu ezdiklerini, helal haram
sınırını nasıl aştıklarını, her ne yapılmışsa tek tek anlatırlar. Gözünün
yaşına dahi bakmazlar.
O
anda suçlu; organlarının kendilerini nasıl kullandıklarını anlatmaları
karşısında şaşa kalarak;
“... Derilerine derlerki: “Niçin
aleyhimize şahitlik ettiniz?”...
Bu
soruyu sormakla suç kabullenmiş sayılır. Fakat asıl kızgınlık şahitlerin
çoğalması ve hiçbir mazeretin kalmamasıdır. Devam ediyoruz;
“... (Derileri): “Her şeyi konuşturan
Allah bizi konuşturdu. İlk defa sizi o yaratmıştı. İşte O’na döndürülüyorsunuz...”
Dünyada
iken dinlemek istemediği nasihattı bu... İnanmadığı nasihattı bu...
“... Siz (günahları işlerken)
kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şahitlik etmesinden
gizlenmiyordunuz, yaptıklarınız çoğunu Allah’ın bilmeyeceğini sanıyordunuz.”
İşte Rabbinize karşı beslediğiniz bu zannınız, sizi helak etti, ziyana
uğrayanlar olup çıktınız! ½imdi eğer dayanabilirlerse ateştir onların yeri. Ve
eğer özür dileyip Rablerini memnun etmek isterlerse, özürleri kabul
edilmeyecektir.” (Çünkü özür dileme
vakti geçmiştir artık.)74
VE SUÇLU SEVDİKLERİNE İHANETTE BULUNUR
Hiçbir
özürün, hiçbir pişmanlığın fayda vermediği o alemde suçlu gireceği cehennemin
kenarına getirilir;
“Ve gerçek hiçbir dost, dostunun halini
sormayacak. Onlar birbirlerine gösterilirler. Her günahkâr o günün azabından
(kurtulmak için) feda etmeyi temenni eder:”
Evet...
Suçlunun yedi sülalesi karşısındadır... Bir tarafta ateş, bir tarafta dünyadaki
yakınları... Başlar nankörlüğe;
- “Allah’ım! Benim yerime oğullarımı atın
ateşe” der.
- “Kim bir kötülük ederse kendi aleyhine
kazanır...”a
- “Oğullarımla beraber kardeşimi de benim
yerime atın ateşe” der.
- “Kim bir kötülük ederse kendi aleyhine
kazanır...”a
- “Allah’ım!... Tüm sülalemi at ateşe de
ben kurtulayım” der.
- “Kim bir kötülük ederse kendi aleyhine
kazanır...”a
- “Allah’ım!.. Yeryüzünde her ne varsa at
ateşe de ben kurtulsam...” der.75
Fakat
ne çare!..
Ve
ebedi bir hayat için cehennemin kapısı açılır.
Cennetlikleri
cennet, cehennemlikleri ise cehennem kapısında bir süre bekletip;
Önce
cennet, sonra da cehennem dosyasını açarak oralarda bizleri neler bekliyor bir
bakalım.
Yedinci
Bölüm
İMTİHANI
KAZANANLARIN YURDU
CENNET
GİRݽ
Ruhlar âleminde
sadece Allah’a (c.c) kul olacağına dair söz veren insanoğlu vaktini bilmediği
bir tarihte dünyaya gelir.
Verdiği
sözü yerine getirip getirmeyeceğini görmek için de Allah-u Teala insanları
çetin bir sınavdan geçirir. Bu sınava yaratılan tüm insanlar tabidir.
İmtihandan “muaf” olmak söz konusu değildir.
Yapılacak
her sınav Allah’a kul olma potasındadır. Ve her sınav sonucunda da bizlerden
sabır ya da şükür beklenir. Ne gibi;
•
Ömür boyu Allah’a kullukta sabır.
•
Haramlardan uzaklaşmak için sabır.
•
Bir musibet isabet ettiği zaman isyan etmeyerek sabır.
•
Evlat, mal, güzellik vs. verildiği zaman da tüm bunların Allah’ın olduğunun
bilinciyle şükür.76
VE İNSANO¼LU ÖDÜL BEKLER
İnsanoğlu
çetin bir sınavdan geçiyor. Bu sınavda başarılı olabilmesi için acılarını
dindirici bir ödül bekler. Hazırlanmış olan bu ödül tüm insanları peşinden
koşturacak kadar büyük ve çekici olmalı.
Yoksa
çekici olmayan hiçbir ödül yarışmacı bulamaz. Kazanana kalemtıraş verileceği
vaad edilen bir sınava kim katılır?
PEKALA VERİLECEK ÖDÜL NASIL OLMALI?
•
Ortalama 60-70 yıl süren imtihanın ödülü oldukça büyük ve çekici olmalı...
•
Verilecek ödül kesinlikle acıları dindirici olmalı. Ne gibi?
a) Zihinden özürlü evlat sahibi bir babanın
sabrını kolaylaştıracak şekilde olmalı.
b) Anadan doğma âmâ olarak tekerlekli
sandalyeyi mesken edinmiş bir şahsın:
- “Sonunda bana cennet var ya” dedirtecek
kadar çekici olmalı.
c) 7,4 depremiyle iki evladı ile birlikte
anne babasını kaybedip bir bacağını da beton arasına sıkıştıran bir şahsın
acısını dindirecek çekicilikte olmalı.
d) Verilecek cennet kesinlikle insanları
umutlandırıp cennet için yarıştıracak şekilde olmalı.
e) Ömrümüzün son anına kadar Allah’a olacak
kulluğumuzda sabır göstertecek güzellikte olmalı.
f)
İmtihanım ne şekilde olursa olsun fark etmez. Sonunda bana vaad edilen
cennet var ya” dedirtecek kadar cazip olması lazım.
g) Verilecek ödül dünya ve içindekiler
dışında olmalı. Çünkü; Evlat acısını ya da gözleri önünde anne babasının oto
içinde cayır cayır yandığını gören bir anne ya da babanın acısını dindirecek
sabrına karşı ödül ne olabilir acaba? Dünya ve içindekiler yeterli olur mu?..
Verilecek
ödül a’dan z’ye tanınmalı. Çünkü ödülü anlaşılmayan yarışmaya katılım az olur.
Ne gibi:
Tüm
okuyuculara şöyle bir teklifte bulunup;
“Her
kim bulunduğu beldeden yaya olarak İstanbul’a gelirse ona “Classic-Ball 45
CB-265”i vereceğim” desem;
Hemen
yola çıkar mısınız? O kadar yorulmayı ve tehlikeyi göze alır mısınız?
Bence
hemen yola çıkmadan beni arayıp;
-
“Vereceğin ödülün kıymeti ne?”
-
“Nasıl bir şey?”
-
“İşimize yarar mı yaramaz mı?” diye sorarsanız. Vereceğim ödülün şu an yazmakta
olduğum markalı kalemim dersema kim
evden çıkıp İstanbul’un yollarına düşer?
İşte
o yüzden bizler de imtihanda başarılı olmamız için bizlere vaad edilen cenneti
tanımamız lazım. Aksi halde odun gibi yaşar, imtihanda başarısız oluruz.
Allah-u
Teala’dan acı ve sıkıntılarımızı dindirecek bir ödül beklemiştik. Bakalım
Rabbimiz bizlere nasıl bir ödül hazırlamış?
“Eni yerle göğün eni gibi olan cennet
için birbirinizle yarışın. Bu Allah’ın bir lûtfudur. Onu dilediğine verir.
Allah büyük bir lütuf sahibidir.”77
“Eni
yerle gökler gibi olan...” yani uçsuz bucaksız, sonu olmayan bir mekân... Belli
ki dünya ve evrende gözle görülmeyen tarifsiz bir mekân.
Yeni
bir şema daha çizip cenneti tanımaya çalışalım.
½ekil
6= Dünyadaki imtihanı sona erenlerin ruhları bir merkezde toplanır. Genel
imtihan bittikten sonra insanoğlu yaptıklarından hesaba çekilir. Cennetini hak
ederse elini kolunu sallaya sallaya cennetine girer. Hiçbir güç engelleyemez.
Çünkü o dünyadayken çok çalışıp çok yorulmuş Rabbiyle arasına hiç kimseyi
koymadan ölünceye kadar Rabbine kul olarak yaşamıştır.
Sınavı
kazandığına dair sınav sonuç kağıdını alan öğrenci gireceği fakülte ortamına ve
arkadaş çevresine bakmak için okulun yolunu tuttuğu gibi, bizler de cennet vizesini
alan bir cennetliğin kendisini nelerin beklediğine bir göz atalım.
CENNET
Cennet:
Allah-u Teala’nın koymuş olduğu hudutları çiğnemeyenlerin ebediyyen mutlu
olacakları bir ortam...
Cennet:
İnsan aklının tasavvur etmekte zorlandığı nimetlerle donatılıp, görücülerini
beklediği bir mekân...
Cennet:
Hiçbir çalışma, yorulma gösterilmeden hesapsız rızıklanılan bir mekân...
Cennet:
Sadece inananların konaklayacağı bir mekân...
Cennetin
kapısını aralayıp içine bakalım, neler var?
Bakıyoruz;
CENNETİN TASVİRİ
“Ey huzur içinde olan nefis! O senden sen
de ondan hoşnut olarak Rabbine dön! Ey nefis! İyi kullarımın arasına gir.
Cennetime gir.”78
Yeryüzü
gurbetinden şereflendirme ile, sevgi ve huzur içerisinde asıl kaynağına dön!
Seninle kendisi arasında bir bağ, bir tanışıklık ve bir mensubiyet bulunan
Rabbine dön! ½efkat ve hoşnutluk taşan şu dostlukla memnun olarak ve sen de
Allah’ı razı etmiş olarak dön! ½u yakınlığa kavuşmaları için seçilmiş ve
yakınlardan kılınmış kullarımın arasına gir! Himayem ve rahmetimle haydi gir
cennetime! Bu gerçekten öyle bir şefkat havasıdır ki, içinde cennet meltemi
eser. Kime ama..? Huzur içinde olan nefse...
Rabbiyle
huzurlu, onun yoluyla huzurlu, Allah’ın o şekilde takdiriyle huzurludur o.
Mutmain olan bir daha şüphe etmez.
Mutmain
olan, bir daha eğrilmez, mutmain olan yolda bir daha tereddüt etmez, mutmain
olan korku ve dehşet gününde artık korkmaz, gönlü rahattır.
Haberiniz
olsunki, bunlar tatlı ve sevimli cennet nefesleridir. Üzerlerinde Rahmanın
yüksek ve parlak cemali tecelli eder.
Allah-u
Teala, mü’minlere hazırlanan cennet nimetlerini, tafsilatlı bildirir. Bunların
ötesinde, onların orada tanıyacakları faydalar vardır. O gün mü’minler, hiçbir
gözün görmediği ve hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insan kalbine
gelemeyecek cinsten nimetlere kavuşmaya hazırlanırlar.79
Ebu
Hureyre’den (r.a) Rasûlullah (s.a.v); aziz ve celil olan Allah şöyle buyurdu:
“Salih
kullarıma hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin
kalbine gelmeyen şeyler hazırladım.”80
Rasûlullah
(s.a.v) buyurdu; Cennette bulunanlardan bir tırnağın taşıyacağı (kadar) bir şey
(dünyaya) görünseydi, o yüzden göklerin ve yerin (her) tarafı yaldızlanıp
güzelleşirdi. Cennet halkından bir adam baksa da (dünyaya) bileziği görünseydi,
güneşin yıldızların ışığını silip gizlediği gibi, o da güneşin ışığını siler,
görünmez ederdi” buyurdu.81
Ebu
Hureyre’den (r.a) Peygamberin (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Cennetteki bir yay miktarı (yer), üzerine güneşin doğduğu veya battığı (her
şeyden) daha hayırlıdır.82
Muğre
bin ½ube’den (r.a) Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu;”Musa (a.s) Rabbine cennet
ehlinin derece bakımından en aşağısını sordu. Rabbi de şöyle buyurdu:
“Cennetlikler cennete girdikten sonra gelen bir adamdır. O adama:
“Cennete
gir” denilir. O adam da:
-
“Nasıl gireyim ya Rabbi? Herkes yerlerine (makamlarına) konmuş, alacakları yeri
almışlar (bana yer kalmamış)” der.
Cenab-ı
Hak ona:
-
“Dünya padişahlarından bir padişahın mülküne benzer bir mülkün senin olmasına
razı olur musun? diyecek. O adam da:
-
“Razı oldum Ya Rabbi” diyecek. Cenab-ı Hak o adama:
-
“Bu senindir. Bir misli, bir misli, bir misli daha senindir.” buyuracak beşinci de:
-
“Razı oldum Ya Rabbi” diyecek. Bunun üzerine Allah-u Teala;
-
“Bu kadar şey ve on misli daha senindir. Canın ne isterse ve gözün neden
hoşlanırsa onlar da senindir” buyurur. Bunun üzerine o adam:
-
“Rabbim, razı oldum” diyecektir.
Bu
cevaptan sonra Musa:
-
“Ya Rabbi! (Ya) onların derecesi en üstün olanı?” dedi. Allah Teala buyurdu ki:
“Onlar,
kendim için seçip murat ettiğim, keramet fidanlarını elimle diktiğim ve üzerini
mühür altına aldığım kimselerdir. O (ikramları) hiçbir göz görmemiş, hiçbir
kulak işitmemiş ve hiçbir beşer kalbime gelmemiştir.” buyurdu.83
Ebu
Hureyre’den (r.a) Rasûlullah (s.a.v):
“Sizden
birinizin cennetteki makamı en aşağı olanı, Cenab-ı Hakk’ın kendisine “dile”!
diyeceği, onunda diledikçe dileyeceği kimsedir. Cenab-ı Hak ona:
-
“Diledin mi?” diyecek, O da:
-
“Evet” diyecek. Bunun üzerine Cenab-ı Allah:
-
Dilediğin ve bir o kadarı da senin buyuracaktır.84
Allah
(c.c), mü’min kulları için cennetler ve ipekler hazırlamıştır. İkamet
edecekleri yer cennet ve giyecekleri ipektir.
“Allah ta onları bu yüzden o günün
fenalığından korur, onların yüzüne parlaklık ve neş’e verir. Sabırlarının karşılığı
cennet ve oradaki ipeklerdir. Orada tahtlara yaslanırlar, orada yakıcı sıcak ve
dondurucu soğuk görmezler. Meyve ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkmış ve
onların koparılması kolaylaştırılmıştır.”85
Onlar,
orada rahatlatıcı ve huzur verici bir şekilde otururlar. Onların etrafındaki
hava, ılımandır, yumuşaktır, normal bir sıcaktadır. Serindir; fakat soğuk
değildir. Sıcaktır; ama yakıcı değildir. Rahatsız edici sıcaklık yoktur,
meltemler eser. ½iddetli soğuklar yoktur. “Orası bambaşka bir alemdir. Bizim şu
güneşimiz orada yoktur ve benzeri başka güneşler de orada yoktur.” dememiz,
bizim için oranın havasını anlatmaya kâfi gelir.
Orada
uzamış gölgeler vardır. Gölgeler sarktı mı, meyveli salkımlar da onların
üzerine sarkınca, işte bu hayalin uzanabileceği en zevkli bir rahat ve
istirahat şekli olur.”O gün,
cennetliklerin kalacağı yer çok iyi, dinlenecekleri yer çok güzeldir.”86
Onlar
o halde gölgeliklerde yerleşip rahat edecek ve nimetleneceklerdir. Bu gerçekten
yüksek, eşsiz ve benzersiz anlatım şeklidir. Bu mükâfatlandırmanın içerisinde,
özel bir gözetmenin ve hususi bir ağırlamanın, bu zatlara ilahi bir
ağırlamanın, bu zatlara ilahi bir ikramın ve Rabbani bir takrimin gölgesi
görülmektedir.
“Yaptıklarına karşılık, onlar için
saklanan, gözlerin aydın olacağı (cennete mahsus nimetlerin) saklandığını kimse
bilemez.”87
Cenab-ı
Allah’ın katında bulunan, gözlerin sevinç içinde kalacağı şeref ve ikramdan
onlara hazırlanıp saklanan, Yüce Allah’ın bizzat üzerine aldığı ikramı ilahiyi
bildiren, hayretler uyandıran bir ifadedir bu âyet... Bu sakınanlar Allah’tan
başka kimsenin bilmediği şeylerdir. Bunlar onun nezdi uluhiyetinde hususiyle
gizli kalır ki, kendisine kavuştuğu gün onu sahiplerine açacaktır. Ona
kavuştukları sırada, Yüce hazretin huzurunda bu sevimli ve şerefli buluşmanın
göz kamaştırıcı bir tecelli şekli olacaktır.88
Sehl
İbn Sa’d’dan (r.a) Rasûlullah (s.a.v):
“Ümmetimden
yetmiş bin -yahut yedi yüz bin- kişi, (hesapsız) birbirinin ellerinden tutmuş
olarak cennete gireceklerdir. Yüzleri dolunay gecesindeki ay şeklinde (parlak)
oldukları halde sonuncuları girinceye kadar öndekileri cennete
girmeyecektir” buyurmuştur.
Ebu
Hureyre’den (r.a) Hz. Peygamberin (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Muhammed’in
canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki cennetin kapı kanatlarından iki
kanadının arası, Mekke ile Hacur yahut Hecar ile Mekke arası kadardır.”
buyurdu.89
Ebu
Hureyre’den (r.a) Rasûlullah (s.a.v)’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Cennete
ilk girecek zümrenin şekli, ayın ondördüncü gecesindeki nurlu şekline benzer.
Onlar orada tükürmezler, sümkürmezler ve büyük abdest yapmazlar. Onların
kapları altındandır. Tarakları altın ve gümüştendir. Onların terleri misktir.
Onların her birinin iki zevcesi vardır. Güzellikten dolayı etlerinin gerisinden
bacaklarının ilikleri görünür. Aralarında bir ihtilaf ve düşmanlık olmaz.
Kalpleri bir kalp gibidir, sabah akşam Allah’ı tesbih ederler.”90
Muaz
İbn Cebel’den; Peygamber (s.a.v):
“Cennet
ehli cennete vücutları kılsız, yüzleri parlak, gözleri sürmeli ve otuz üç
yaşında (gençler) olarak gireceklerdir.”
buyurdu.91
Ebu
Hureyre’den (r.a) Peygamber (s.a.v) efendimiz;
“Cennet
ehli, vücutları kılsız, yüzleri tüysüz parlak ve gözleri sürmeli olacaktır.
Gençlikleri geçmez ve elbiseleri eskimez.”
buyurdu.92
Mikdam’dan
(r.a) Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:”Düşük veya ihtiyar olarak ölen hiç
kimse yoktur -ki ancak insanlar bu ikisi arasındaki devrelerde bulunurlar- 33
yaşında olarak diriltilmesin. O eğer cennetliklerden olursa, (boyca) Adem
(a.s)’ın açık belirtisi, (güzellikçe)
Yusuf (a.s)’ın sureti, (yumuşaklıkça) Eyyub (a.s)’ın kalbi üzere olacaktır.
Cehennemliklerden olanlar ise, dağlar gibi büyüyüp irileşecektir.”93
CENNETLİKLERİN YİYECEKLERİ
Allah-u
Teala şöyle buyurdu;
“Cennette olanlara diledikleri meyve ve
etten bol bol veririz.”94
“Defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o
sağcılara onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları,
uzamış gölge altında, çağlayarak akan su kenarlarında; bitip tükenmeyen ve
yasak da edilmeyen bol meyveler arasındadır.”95
Her
şey orada zahmetsiz ve meşakatsiz alıp yemek için hazır edilmiştir. Orada canın
çektiği ve gözün gördüğü her nimet vardır. Orada yasak bir şey yoktur.
Ebediyyen mutlu olanların iştah duyduklarından başka hiçbir şey yoktur.
“Ve arzu ettikleri kuş etleriyle
(hizmetçiler) etrafında dolanırlar.” 96
Enes’den
(r.a) Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
-
“Cennet kuşları Horosan develeri gibidir. Cennet ağaçlarında yayılırlar.” Bunun üzerine Ebu Bekir (r.a):
- “Ya Rasûlullah! ½üphesiz bunlar semiz (müreffeh
ve lezzetli)dir” dedi. Rasûlullah (s.a.v) üç defa:
-
“Onlardan yiyenler, onlardan da semizdirler, ben senin onlardan yiyecek
kimselerden olmanı umarım” buyurdu.97
Zeyd
İbn Erkam’dan (r.a) rivayet edilmiştir: Dedi ki: Ehl-i kitaptan bir adam Peygambere
(s.a.v) gelip:
-”
Ya Ebu’l-Kasım, sen cennetliklerin yiyeceklerini ve içeceklerini mi iddia
ediyorsun?” dedi. Rasûlullah (s.a.v):
-
“Evet Muhammed’in canı kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizden
birinize yemede, içmede ve cinsi münasebette yüz erkeğin kudreti
verilecektir.” dedi. O adam da:
- “½üphesiz ki yiyip içen kimsenin def’i hacet
ihtiyacı olur. Halbuki cennette eza (ve rahatsızlık) yoktur” dedi. Rasûlullah
(s.a.v):
-
“Onlardan birinin (bu tür) ihtiyacı, misk sızıntısı gibi, derilerinden çıkan
ter halinde olacak ve karnı incelip hafifleyecektir. (Yani misk kokusu gibi ter
halinde çıkacağından dışarı atmak için zorlanmayacaktır.)”98
CENNET HALKININ İÇECE¼İ
(İleriki
sayfalarda göreceğimiz) Cehennemlikler ateş içerisinde yanıp kavrulurken ve
tortu halinde yağ ve irin içerlerken, iman edip de güzel amel ve harekette
bulunanlar, Adn cennetlerinde ikamet edecekler. Bu cennetlerin içerisinden
suyuyla, güzel manzarasıyla ve okşayıcı ılıman iklimiyle ırmaklar akar.
Ebu
Hureyre’den (r.a) Rasûlullah (s.a.v):
“Cennet
nehirleri, misk tepelerinin yahut misk dağlarının altından çıkar” buyurdu.99
Muaviye’den
-ki o, Behz bin Hakim (r.a) dedesidir- rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v):
“Muhakkak
ki cennette bal denizi, şarap denizi ve su denizi vardır. Sonra daha ne
nehirler yarılıp (çıkar)” buyurdu.100
Cennet
ehli, nimetlerden ve lezzetlerden tam manasıyla nimetlenirler. İçtikleri zaman
ne içerler?” ½üphe yok ki iyiler kâfur katılmış dolu bir kadehten içerler. (O
kâfur) bir pınardır ki onu ancak Allah’ın (veli) kulları içerler. Onu (nereye
isterlerse kolayca) akıtırlar, fışkırtırlar.”101
“Orada, onlara katkısı zencefil olan
(dolu) kadehten içirilir.” (Zencefil) orada bir pınardır. (Ona) “selsebil” adı
verilir.102
“Hakikat, takva sahipleri gölgeler,
pınarlar ve canları ne isterse onlardan birçok meyveler içindedirler.”103
Onlar,
bu gibi gözle görülüp elle tutulan şerefli ve ulvi nimetlerin de fevkinde,
bütün toplulukların görüp işiteceği şekilde, ulu orta, “işlemekte devam ettiğiniz (iyi) amel (ve hareket)lere mukabil afiyetle
yiyiniz, içiniz.”104 iltifatıyla
karşılanırlar. Onların içtikleri bu su, fışkıran bir kaynak gibidir.”Orada akan pınarlar vardır.” Bu da sulama ihtiyacını ve güzelliği bir
arada taşır. Hareket, fışkırma ve akmanın güzelliği, akarsu, canlılık duygusu,
atan ve çarpan bir ruh ile birbirine ahenk verip uyum sağlıyor!
Onlar
bu nimetler içerisinde ruhen ve bedenen sıhhat ve afiyettedirler. Herkesin
görmesi için, onların yüzlerinden ve bakışlarından neşe ve parıltı taşar.
“Öyle ki sen, yüzlerinde o nimetin (her
dem taze) güzellik ve parıltısını tanırsın. Onlara mühürlü, halis bir şarabdan
içirilecek ki onun (içiminin) sonu bir misktir.”105
“Onlar için bilinen bir rızık vardır.
Türlü meyvalar(la) kendilerine ikram edilmektedir: Nimet cennetlerinde taht’lar
üzerinde karşılıklı oturmaktadırlar. Kendilerine (ırmak gibi akan) kaynaktan
(doldurulmuş) kadehler dolaştırılır. Berrak, içenlere lezzet veren (bir içki).
(Bir içki ki) onda ne sersemletme var ne de onunla sarhoş olurlar.”106
“Çevrelerinde öyle ölümsüz, (her dem)
taze gençler dolaşır ki, onları görsen, kendilerini saçılmış inci sanırsın.”107
“Ve gölgeleri, üzerlerine yaklaşmış,
(meyveleri) devşirmeleri de, emirlerine (her an ve her surette) boyun
eğdirilmiştir.”108
Enes
b. Malik’ten (r.a) Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “½üphesiz cennette bir
ağaç vardır ki bir binekli onun gölgesinde yüz sene gider de yine mesafeyi kat
edemez.”109
“Onlar, uzamış gölge altında ve
çağlayarak akan sularının kenarlarındadırlar.”110
“İyilik işlemekte önde olanlar,
karşılıklarını almakta da önde olandır. Naim cennetlerinde Allah’a en çok
yaklaştırılmış olanlar işte bunlardır. Onların büyük kısmı eski ümmetlerden,
bir kısmı da sonrakilerdendir. Murassa tahtlara karşılıklı olarak yaslanırlar.”111
“Orada yüksek tahtlar, yerleştirilmiş
sürahiler, sıra sıra yastıklar, serilmiş yumuşak tüylü halılar vardır.”112
Bunların
hepsi insanların dünyada bir benzerini gördüğü şeylerdir. Bu eşyalar onları,
dünyadakilerin idraklerine yaklaştırmak için hatırlatma yaparlar. Ama onların
tabiatı ve onlardan alınacak zevkin mahiyeti oradaki tat alma duygusuna
bağlıdır.
Orada,
cennetteki konuşmada lüzumsuzluk, gürültü ve tartışma yoktur. Orada ancak o
memnun havaya uygun bir ses, selam sesi işitilir.
“Rahmanın kullarına vadettiği cennete,
Adn cennetlerine gireceklerdir. ½üphesiz O’nun sözü yerini bulacaktır. Orada
boş sözler değil, sadece esenlik veren sözler işitirler. Orada rızıklarını
sabah akşam hazır bulurlar. Kullarımızdan Allah’a karşı gelmekten sakınanları
mirasçı kılacağımız cennet işte budur.”113
Hava
sükûnet ve huzur havasıdır. Havayı, selamet, huzur, sevgi, rıza, kurtuluş,
dostlar ve arkadaşlar arasında sohbet havası kaplar. Boş her sözden
uzaklaşılır. Çünkü bu tür sözde bir fayda, bir afiyet yoktur. Orada onlar yüksek
cennettedirler.
“Yüksek bir cennettedirler.”114
“½üphesiz muttakiler (ise) güvenilir bir
makamdadır. Bahçelerde ve çeşme başlarında, ince ipekten ve parlak atlastan
(elbiseler) giyerek karşılıklı otururlar. Böyle olduğu gibi (ayrıca) onları,
iri gözlü hurilerle de evlendirmişizdir. Güven içinde, (canlarının çektiği) her
meyveyi isterler. Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar (sürekli yaşarlar.) Ve
Allah onları cehennem azabından korumuştur.”115
Abdurrahman
bin Said’den (r.a) rivayet edilmiştir:
Ben
atları severdim. Dedim ki:
- “Ya Rasûlallah! Cennette at var mı?” Buyurdu
ki:
-
“Eğer Allah seni cennete koyarsa, Ey Abdurrahman! Senin orada yakuttan bir atın
olur. Onun, dilediğin yere seni uçuracak bir çift kanadı olur.”116
Enes
bin Malik’ten (r.a) Rasûlullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Muhakkak
ki cennette, cennetliklerin her cuma gelecekleri bir çarşı vardır. Bir kuzey
rüzgarı eser, yüzlerine ve elbiselerine çeşitli kokular yayar. Cennet
ahalisinin güzellikleri (bir kat daha) artar. Güzellikleri artmış vaziyette
ailelerine dönerler. Zevceleri kendilerine: “Vallahi bizden sonra güzelliğiniz
ne kadar artmış” derler. Bunlar da ailelerine:
-
“Vallahi sizin de bizden sonra güzelliğiniz artmış” diye mukabele ederler.”117
Bu
kerim olarak Allah’ın bağışından bir nimettir. Onların cennette evleri
olacaktır. Orada dilediklerini isteyecekler. Orada her tür meyveyi emniyet
içerisinde isteyip getirteceklerdir. Bu nimetlerin biteceğinden endişeleri
yoktur.
Bu
cennette rızık garanti altına alınmıştır. Aramaya ve çalışmaya ihtiyaç yoktur.
Kişi, onun gecikeceğinden veya tükeneceğinden bir endişe veya korku duymaz.
Abdullah
bin Ömer’den (r.a) Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:
“Cennetlikler
cennete, cehennemlikler de cehenneme varıp yerleşince, ölüm getirilip cennet
ile cehennem arasına konulacak ve boğazlanacaktır. Sonra biri nida edecek:
-
“Ey cennet ehli, artık ölüm yoktur! Ey cehennem ehli, artık ölüm yoktur.”
diyecek. Bunun üzerine cennetliklerin sevincine bir sevinç daha ve
cehennemliklerin üzüntüsüne bir üzüntü daha katılacaktır.”118
CENNETLİKLERİN KADINLARI
“İman edip salih amel işleyenlere,
altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele!
Onlardaki herhangi meyveden rızıklandırıldıklarında: Bu daha önce de
rızıklandığımız şeydir derler. (Cennetteki bu rızık), onlara, o (diledikleri)ne
benzer verilmiştir. Onlar için orada tertemiz eşler de vardır (a) ve onlar orada ebedi kalacaklardır.”119
Abdullah
bin Mesud’dan (r.a) Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Cennete
ilk girecek zümrenin yüzleri sanki dolunay gecesindeki ayın ışığı gibi
(parlak)tır. İkinci zümre, gökte en güzel ışık saçan yıldızın rengindedir.
Onların her birinin hurilerden iki eşi vardır. Her zevcesinin üzerinde yetmiş
(cennet) elbisesi vardır. (Ona rağmen) kırmızı şarabın beyaz kadehde görüldüğü
gibi, onların elbiselerinin ve etlerinin gerisinden bacaklarının iliği
görünür.”120
“O cennetlerde, gözlerini kocalarından
başkasına çevirmeyen hanımlar vardır ki, bu kocalarından önce, kendilerine ne
bir insan dokunmuştur, ne de bir cin.”121
O kadınlar duyguları ve bakışları iffetli
kadınlardır. Gözlerini kocalarından başkasına çevirmezler. Böyle şeylerden
korunmuşlardır. Onlara ne bir insan ne de bir cin dokunmuştur. Bununla birlikte
onlar parıl parıl parıldarlar.
“Sanki o hanımlar, yakut ve mercan
gibidirler.”122
“(Orada) ceylan gözlü, saklı inciler
misali huriler vardır.”123
Saklı,
gün görmemiş inciler gibi ki ne el dokunmuş, ne göz... Böyle şeylerden korunup
saklanmışlardır. Bu ifadede iri gözlü, bu huriler hakkında fiziki ve latif
psikolojik manalardan kinaye yapılır. Onlar bir zevkten, bitmeyen başka bir
zevke geçerler.124
Enes
bin Malik’ten (r.a) Peygamber (s.a.v);
-
“Mü’mine cennette şu kadar, şu kadar cinsi münasebet kudreti verilecek.” buyurdu. Denildi ki:
-
“Ya Rasûlallah! dayanabilecek mi?” Rasûlullah:
-
“Ona yüz (kişinin) kudreti verilecektir.”
buyurdu. (Tirmizi)
Dikkat
edilsin ki, orası cennettir.
“½üphesiz takva sahiplerine bir kurtuluş
var. Bahçeler var, üzümler var, memeleri tomurcuklanmış bir yaşıt kızlar, dolu
dolu kadehler vardır.”125
“Yanlarında bakışlarını kocalarına
hasretmiş iri gözlü hanımlar var. Sanki onlar (tüylerle örtülü, toz toprak
değmeyen) saklanmış yumurtalar gibidirler.”126
İri
ve güzel gözlü olmakla birlikte onlar, gözlerini haya ve iffetlerinden dolayı
kocalarından başkasına dikmeyen hurilerdir. Kocalarının yanında dururlar. Aynı
şekilde onlar, dikkatle, incelikle, lütufla ve yumuşaklıkla korunmuşlardır.
Eller ve gözler onları incitmemiştir.
Çünkü
bunlar Rabbi’nin makamından korkan ve onu görüyor gibi -Çünkü o Rabbi’nin
kendisini görmekte olduğunu hisseder- ibadet edenlerin mükafatıdır. Bu sayede
onlar, Allah Rasûlünün (s.a.v) tanıttığı ihsan mertebesine ulaşırlar. Böylece
Rahman’ın bağışından ihsanın mükâfatına nail olurlar.
“İman edip salih amel işleyenler, -ki hiç
kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmeyiz- işte onlar cennet halkıdır,
onlar orada ebedi kalacaklardır. Göğüslerinde kinden (tasadan) ne varsa hepsini
çıkarıp atmışızdır. Altlarından ırmaklar akmaktadır.” Lutfedip bizi buraya
getiren Allah’a hamd olsun, Allah bizi getirmeseydi, biz bunu (bu nimeti)
bulamazdık! Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler (söyledikleri doğruymuş),
dediler. Onlara:”İşte size cennet; yaptıklarınıza karşılık o size miras
verildi.” diye seslenildi.”127
CENNETTEKİ İNSANLARIN DURUMLARI
“Ey kullarım! Bu gün size korku yoktur,
siz üzülmezsiniz de! (Siz ki) âyetlerimize iman edenler ve teslim olmuş
kimseler idi(niz), Siz ve eşleriniz, sevinç ve neşe içerisinde cennete girin.
Altından tabaklar ve testiler dolaştırılır onlara. Orada canların istediği,
gözlerin lezzet aldığı şeyler de vardır. Sizler orada ebedi kalıcılarsınız.”128
Elbetteki
sevinç onların her tarafına ve yüzlerine yayılır. Nimet ve sürur, onların
üzerinde görülür. Bir de bakarsın altın tabaklar ve bardaklar onların arasına
dolaştırılır. Bir de ne göresin! cennette onlar için canlarının çektiği her şey
vardır. Can çekmesinin de fevkinde ağırlanmanın güzel ve tamam olabilmesi için,
göz zevkini okşayacak şeyler de vardır. Aynı şekilde onlar için ebedilik de
vardır.129
“Ama inanıp yararlı iş işleyenlerin
konakları firdevs cennetleridir. Orada temelli kalırlar, başka bir yere gitmek
istemezler.”130
Onlar
firdevs cennetlerinde ebedi kalacaklardır. Onlar oraya yerleşirler, gölgeler
içerisinde ıstırahat edip nimetlenirler.
“O gün cennetliklerin kalacağı yer çok
iyi, dinlenecekleri yer çok güzeldir.”131
Allah’ın
fazl ve ihsanından, dünya hayatında daha önce, sanki Allah’ı görüyormuşcasına
yaptıkları ibadetlerin mükâfatını alırlar.
“Allah’a karşı, gelmekten sakınanlar ise,
cennetlerde, pınar başlarındadırlar. Rablerinin kendilerine verdiğini almış
olarak. Çünkü onlar, bundan önce güzel amel işleyenlerdi.”132
“İşte büyük lütuf budur. Bunlar, Adn
cennetlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler, oradaki
elbiseleri de ipektir. Derler ki bizden üzüntüyü gideren Allah’a hamd olsun.
Doğrusu Rabbimiz bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. Bizi lutfuyla,
temelli kalınacak cennete o yerleştirdi. Orada bize ne yorgunluk gelecek ve ne
de usanç gelecektir.”133
İmam
el-Muhasibi şöyle der:
“Af
ve bağış sahibi kimselerden isen, Allah’ın af ve bağışı ile, sana olan
lütfunun, sırat üzerinde, senin geçidin ve önünden ve sağından seninle beraber
koşan ve yüzünü ağartan nurun olacağını düşün! Allah’ın huzurundan ayrılıp
gidersin. Sen sırat’ın üzerinde abidler zümresiyle ve müttakiler gurubuyla
bulunurken ve melekler de “Sen kurtar ya Rabbi! Sen kurtar!” diye nida
ederlerken, kesinlikle Allah’ın senden razı olduğunu anlarsın. Bununla beraber
korku ne senin kalbinden ve ne de mü’minlerin kalbinden bir an bile ayrılmaz.
Sen çağırırsın, onlar çağırır:”Ey
Rabbimiz diyecekler, bizim nurumuzu tamamla, bize mağfiret buyur, şüphesiz ki
sen her şeye hakkıyla kadirsin.”134
Münafıkları,
nurları sönmüş, kalblerinde korku harekete geçmiş ve nurlarının tamamlanmasını
ve bağışlanmalarını istedikleri zaman bir düşün! Bir de şu hallerde nefsini
düşün: İşin sonuna ulaşmışsın, kalbine kurtuluş fikri galib geliyor ve üzerine
korku hakim oluyor. Bu durumda sen sıratın üzerinde olduğun halde cennetlerin
nimetlerini görüyor gibisin. Hayırlı neticenin sonuna varıncaya kadar, kalbine
Allah’ın koruması hakim oluyor ve Allah’ın rızasına iştiyak duyuyorsun. Bir
ayağını köprü ile cennetin kapısı arasındaki arsaya atıyor ve sırattan sonraki
yere basıyorsun. Korku ve ümit kalbini istila etmiş ve sana galib gelmişlerken,
öteki ayağın sırat’ın üzerinde kalmıştır. Sonra o ayağını da atar ve sıratın
tamamını geçersin. O sahaya iki ayağın yerleşir. Vücudunla köprüden ayrılır köprüyü
arkadan bırakırsın.
Cehennem,
sırattan geçenlerin altında çalkalanmaktadır. Öfke ve gayzla kükreyip
homurdanarak ayağı kayanın üzerine atılır. Sonra döner sarsılmakta olan köprüye
bakarsın. Bir üstündeki yaratıklara ve bir de altındaki başı dönüp köprüden
düşenlere... Cehennemin kükreyerek saldırışına bakarsın da sevinçten kalbin
adeta yerinden uçar. Allah’ın seni kurtarmasının büyüklüğünü gördüğün zaman,
Allah’a hamd eder ve O’na şükrünü artırırsın. Çünkü sen, zaaf ve güçsüzlüğüne
rağmen kurtuldun.
Rabbinin
koruma ve himayesine yönelerek cehennemi ve onun köprüsünü arkanda bıraktın.
Sonra kalbin neşe ve sevinç dolu olarak, emniyetle cennet’in kapısına doğru
yürürsün. Cennet’in kapılarına yetişinceye kadar, yürüyüşünde, neş’e ve
sevincin hiç eksilmez. Tam cennetin kapısına varınca, kapısı, bütün
güzelliğiyle karşına çıkar. Sen, Rahman’ın öteki dostları ve Allah’ın sevgili
kulları tam kapıya vardığı zaman, kalbin sevinçten uçar. Neşeli, sürûrlu
gönlün, cennete girmeye takılmış vaziyette, kapısının güzelliğine, nuruna,
cennetin şeklinin güzelliğine ve duvarlarına bakakalırsın. O kafile
içerisindeki nefsini düşün!
Onlar
ki, yüzleri ak, Allah’ın rızasıyla parlamış sürûrlu ve sevinçli bir halde
Allah’ın ikram, teşrif ve rızasına layık olmuş kimselerdir. Kabrinin tozuyla,
mahşer durağının hararetiyle ve başına gelen yorgunlukların aleviyle cennetin
kapısına ulaşmışsın. Allah’ın velileri için hazırladığı pınara ve onun suyunun
güzelliğine bakar, soğukluğuna ve güzelliğine sevinerek içine dalarsın. Böylece
o su, senden mahşer yerinin kederini giderir ve seni her türlü kirden ve tozdan
temizler.
Sırat’ın
hararetinden ve kıyametin yakıcı sıcağından sonra, vücudun o suyun serinliğine
daldığı zaman, kalbindeki sevinci bir tahayyül et! Bu durumda sen ancak,
cennete girmeye ve orada ebedi kalmaya hazırlanmak için yıkanıp temizlendiğini
bilmektesin. Sonra o sudan en güzel surette ve nurun tamamlanmış olarak
çıkarsın. Sonra bir başka pınara yönelip gider ve kaplarından birinden içersin.
Sen bu içeceği ancak, kalbini her türlü kin ve düşmanlıktan temizlemek ve
vücudunun ebediyyen rahat etmesi için içtiğini bilmekle sevinçli iken,
bakışını, bir kapların güzelliğine bir de içeceğin güzelliğine çevirdiğini
tasavvur et!
Kabı
dudağına koyup da içince, tadını hiç tatmadığın bir içecek içtiğini anlarsın.
Nihayet kalb ve vücud temizliğin tamamlanıp Allah’ın dostlarının da seninle
birlikte bu temizliği tamamlanınca, -ki Allah seni ve onları görüp bilmekte
iken- cömert, şefkatli ve merhametli olan Mevlan, cennetin melaikeden olan
bekçilerine emreder. Onlar, onu ta’zim ve ululamak için, kendisinden
ürperdikleri ve cezasından çekindikleri için, O’nun ikabından korkup titreyerek
O’na devamlı itaat ederler. Allah, onlara sevgili kulları için cennetin
kapısını açmalarını emreder. Melekler de dairelerinden inerler kapıya koşarlar.
Cennetin kapısına gelip açmak üzere ellerini uzatırlar. Bunu sen anlarsın da
kalbin sevinçle dolar. Cennetin kapılarının gıcırtısını işitirsin. Bundan
dolayı seni sürûr kaplar ve kalbine neş’e hakim olur. Alemlerin Rabbinin
cennetinin kapısı kendilerine açılanların sevinci ne sevinçtir ne sevinç!...
Onlara
cennetin kapısı açılınca, cennetlerin güzel kokularının meltemi ve
akarsularının hoş sesi dalga dalga yayılır. Yüzüne ve bütün vücuduna yayılır. O
sarp yokuş gibi, zor çıkılıp kavuşulan cennetin hoş kokuları dağılır. Keskin
misk kokusu, kırmızı zağferanı, sarı kâfuru ve gri renkli anberi, meyvelerinin
hoş kokuları, ağaçları ve cennetteki okşayıcı meltemleri eser. Bu güzel kokular
ve esintiler, senin koku alma duyularında birbirine karışır. Nihayet beynine
ulaşır, kalbine girer ve bütün organlarından yayılır. Sen kendi gözünle
cennetin köşklerinin güzelliğine, zümrütten, kırmızı yakuttan, beyaz inciden ve
yeşil kayalardan binalarına bakarsın. O yapılardan öyle bir berraklık,
parlaklık ve nur doğar ki, Allah onları berraklıkta ve nurda kemale
ulaştırmıştır. Onunla cennetlerde bulunan şeylerin nurunu karıştırmıştır. Sen
oraya girdiğin zaman senin için orada çok nimetler olacağını ve Rabbinin
cemalini seyredeceğini bildiğin için, kalbin sevinçle dolu olarak Allah’ın
hicaplarına bakarsın. Artık cennet havalarının ve rüzgarlarının hoş kokusu,
oranın manzarasının parlak güzelliği, meltemlerinin güzel kokusu ve havasının
okşayıcı serinliği bir araya gelir.
Kendini
tahayyül et! Allah sana bu şekilde ihsan eder de sen de sevincinden ölürsen, bu
senin için çok değildir. Nihayet melekler cennetin kapısını açınca, yüzüne ve
seninle beraber Allah’ın veli kullarının yüzüne gülümseyerek seni karşılarlar.
Size “Selamun aleyküm” diyerek seslenirler. Sonra selama şu sözlerini eklerler:
“Tertemiz olarak buraya geldiniz. Artık
ebedi kalmak üzerine girin buraya!”135
Sen
ve seninle birlikte Allah’ın sevgili kulları, bunu işitince girmek için kapıya
koşarsınız. Kapılar kalabalığa dar gelir. Kırk senelik yürüyüş mesafesinde olan
kapının, Rahman’ın velilerinin kalabalığına dar gelmesini düşünebiliyor musun?
Yakût ve inciden yapılmış sarayların, gördükleri güzelliklerine koşan
kalabalıklardan ibaret olan o kimseler ne şereflidirler! Nefsini düşün! ½öyle
ki: Eğer Allah, bu kalabalık içerisinde koşanlarla koşarken, temizlenmiş
vücutlarla parlamış ve dolunay gibi aydınlanmış yüzlerle sevinenlerle beraber
sevinirken seni affederse (ne mutlu sana!)
Cennetin
kapısını geçip ayakların oranın toprağına basınca, bakarsın ki o keskin bir
misk ve kırmızı zağferandır. Sanki gümüşten toprağına misk dökülmüştür de
etrafında zağferan bitmiştir. İşte o senin azapdan ve ölümden emin olarak beka
toprağında attığın ilk adımdır. Artık sen misk toprağında ve zağferan bahçelerinde
gezersin. Senin iki gözün, ağaçlarının güzelliğinden ve tasvirinin ziynetinden
doğan inci parıltısı güzelliğe (doya doya) bakar. Sen işte böylece zağferan
bahçelerindeki ve misk yığınları içindeki cennet topraklarında gezerken birden
zevcelerin, çocukların, hizmetçi ve uşakların içinden “Falanca geldi!” diye
nida edilir. Onlar da derhal icabet eder ve dünyada yitik kimsesi gelen kişinin
müjdelenip sevindiği gibi, senin gelişine sevinirler.”136
Evet...
Dünyadaki imtihanı kazanacak olan insanların içinde ebediyyen kalacakları hayal
ötesi mekânı aşağı yukarı tanıdık zannediyorum. Ama maalesef insanoğlunun şu
yaşantısına baktığımızda akla ister istemez;
•
Ya cennet ve içindekiler istendiği gibi tanınmamış,
•
Ya da cennetin varlılığına yeterli iman edilmemiş geliyor.
Bu
kadar güzel nimetler karşısında dünya içindekilerine meyletmek ne kadar da
acı!... Yazık bir ömür...
PEKİ NE YAPMALI?
Kesinlikle
cennet hayaliyle yaşamalı. Cennetteki derecemizi yükseltmek için ne gerekiyorsa
o yapılmalı... Çünkü ahiret gününde kimse kimseye sevap vermeyecek. Kimse
kimsenin yerine yanmayacak. Niye mi? Okuyalım;
“O kulakları sağır edici (kıyamet
koptuğu) geldiği zaman, o gün kişi, kardeşinden, annesinden, babasından,
eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün her kişinin kendine yeter bir işi
vardır.”137
Annenizin
sizden kaçacağınızı düşünebiliyor musunuz?
O
halde cennete giden yol araştırılmalı ve o yolda ölünceye kadar sebat
göstermeli.
CENNETE GİDEN YOL NEREDEN GEÇER?
Bu
soruyu cevaplamadan önce dünya ve cennet nimetlerinin bir kıyasını yapıp
cehennem kapısında bekleyen suçluyu neler bekliyormuş, onu bir görelim.
b) Dünya a)
Cennet (Cennette sınır yoktur.)
1- Günün üçte birinde
uyku var. 1- Zaman sınırı olmadığı
için ebedi bir hayat.
2- Hastalıklar. 2-
Yorulma olmadığı için uyku derdi yok.
3- Bazen açlık,
susuzluk. 3- Nimetlerin
bol ve daimi olması
4- Fazla yendiğinde
mide. sebebiyle açlık yok.
bulandıran
meyveler ve yemekler 4- Nimetlere kavuşmak için çalışmak
yok.
5- Yazın kavurucu
sıcağı. 5- Yazın kavurucu, kışın dondurucu soğu yok.
6- Kışın dondurucu
soğuğu. 6- Hiç yaşlanmayan
huriler var.
7- Geçici güzellikler. 7- Kalıcı ve ebedi güzellikler var.
8- Bir ömür
boyunca mutlu 8- Ebediyen mutlu
olunur.
olamama
riski. 9- Sınırsız bir ömür
9- Sınırlı bir
ömür. 10- Cennette imtihan diye birşey yok.
10- Sınırlı bir
ömrün büyük 11- Mevsim sorunu olmadığı için
çoğunluğu
çocukluk ve yiyeceklerin bulunmama
durumu yok.
aşlılık
dönemi ile geçer. 12-
Cennetle kötü söze yer yok.
11- Hava
kirliliği. Çünkü
cennetliklerin kalbi çok berrak...
12- Her geçen
saniye yaşlanan vücut 13- Aklın alamadığı kadar nimitler ve
13- Zorluklarla
imtihan. zenginlikler var
14- Mevsimler
olduğundan her an
bulunmayan meyveler.
15- Geçici zevkler.
16- Sömürme ve
sömürülme var.
Hangi yolu tercih etsem acaba?
Sekizinci
Bölüm
İMTİHANI
KAYBEDENLERİN YURDU
CEHENNEM
GİRݽ
Dünyadaki imtihanı
kazananların mekânı cennet demiştik. Ya imtihanı kaybedenler?.. Onlar nereye
gidecekler? Toprak olup yok mu olacaklar?.. Ya da tüm insanlar Rabb’imiz
tarafından bağışlanacak mı?.. Bu ne demektir; zalimle mazlum, isyankârla
sabreden, sömürenle sömürülenlerin bir arada olması demektir ki Allah’ın adil
sıfatına terstir... İşte o zaman imtihanın anlamı kalmaz.
Dünyanın
her tarafında başarılı olanlara ödül verilirken suçlular cezalandırılır.
İşkence, hapis, aşağılanma hatta ipe kadar gider.
İşte
Allah-u Teala da imtihanı kaybedecek kullarını hesaba katarak onlara layık olacakları
yeri de hazırlayıp kılavuz kitabımızda bizlere bildirmiştir.
Önce
çizeceğimiz tabloyu dikkatlice inceleyelim, sonra da bir iki hatırlatmada
bulunup “Cehennem” dosyasını açalım.
Geçici
dünya hayatı imtihanını kazananları nelerin beklediğini gördükten sonra,
imtihanı kaybedecek olanların kalacağı meskeni ve içindekilerini görelim.
Bakalım orada nasıl bir hayat sürecekler.
KAYBEDENLERİN EBEDİ YURDU
CEHENNEM
Cehennem;
kötülerin iyilerden ayrılıp bir araya toplandıkları mekân...
Cehennem;
ruhlar aleminde Rablerine söz verdikten sonra Rableriyle aralarına değişik
ilahlar koyup onlara tapanların bir araya geldikleri mekân...
Cehennem;
dünyada zulüm ekenlerin karşılığında ateş biçecekleri bir mekân...
Cehennem;
niçin yaratıldıklarının farkına varamayıp odun gibi yaşayan insanların ateşle
ısınacakları mekân...
Cehennem;
tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını yiyenlerin, yediklerini kusacağı bir mekân...
Cehennem;
zayıf ve Allah’a muhtaç olarak fakir yaratıldığını unutarak gururlanıp
büyüklenenlerin küçülecekleri bir mekân...
Cehennem;
öldükten sonra toprak olup tekrar diriltilip hesap verileceğine inanmayanların
yakinen görüp de yanacakları bir mekân...
Cehennem;
Allah-u Teala’ya inanmayıp koymuş olduğu kanunlar dışında kanunlar çıkarıp
Allah’ın dinine meydan okuyanların, Allah-u Teala’nın kanunları dahilinde
yanarak ders alacakları bir mekân.
1. CEHENNEMİN TASVİRİa
“Ey iman edenler! Kendinizi, çoluk
çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı insanlar ve taşlardır;
görevlileri, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine
buyrulanları yerine getiren pek haşin meleklerdir.”138
Mü’minin
kendisi ve ailesi hakkındaki sorumluluğu, ağır ve müthiş bir sorumluluktur.
Kendisi ve ailesi ateşe hedef bir vaziyette cehennemle karşı karşıyadır. Mü’minin
(daha burada iken), kendisi ve ailesi ile orada bekleyen cehennemin arasına bir
engel koyması gerekir.
Ateş,
korkunç ve çılgındır. Yakacağı, insanlar ve taşlardır. Orada insanlar, taşlarla
eşittir. İtibarsız ve önemsiz taşların değersizliğinde, taşların
ucuzluğundadır. Cehenneme atılma bakımından da taşlar gibidir. Taşlarla yakılan
şu cehennem ne korkunç ateştir! İnsanları horluk ve hakirlik azabının
şiddetlisine toplayan şu cehennemin azabı ne kadar çetindir. Onda bulunan ve
onunla ilgili olan her şey korkunçtur, dehşetlidir. Üzerinde görevli haşin ve
çetin melekler vardır. Onların huyları, görevli bulundukları azabın tabiatıyla
mütenasibdir. O meleklerin hususiyetlerinden birisi, kendilerine emrettiği
hususda Allah’a itaat etmeleridir. Aynı şekilde bir özellikleri de memur
oldukları görevi yerine getirecek güçte olmalarıdır. Onlar bu huşûnet ve
şiddetleriyle, bu şiddetli ve galiz ateşe görevlendirilmişlerdir.
Ebu
Hureyre’den (r.a) rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
-
“... Yaktığınız şu ateşiniz, cehennem ateşinin yetmiş cüz’ünden bir cüzdür.”
- “Ya Rasûlallah! Vallahi (böyle) olsaydı bile
(azaba) yeterdi” dediler.
-
“... Cehennem (bu) ateşin üzerine, altmış dokuz derece daha fazla kılındı. Her
birinin harareti, dünya ateşinin harareti gibidir.” buyurdu.139
Yine
Ebu Hureyre’den (r.a): Nebi (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Mescitte
yüz bin yahut daha fazla cemaat olsaydı sonra da cehennem ehlinden bir adam
solusaydı, (gene de) onların hepsini yakardı.”140
Halid
bin Umeyr’den rivayet edilmiştir:
Utbe
bin Gazvan (r.a) hitab edip şöyle dedi:”Cehennemin ağzından cehenneme bir taş
atılsa, yetmiş yıl oraya düşer de dibine ulaşamaz, diye bize haber verildi.
Vallahi sen (insan) orayı mutlaka dolduracaksın.”141
Ebu
Hureyre’den (r.a) rivayet edilmiştir:
“Peygamberin
(s.a.v) (bir kere) yanında idik. (Yüksek yerden düşen) bir ses işittik de
Peygamber (s.a.v):
-
“... Biliyor musunuz bu nedir?” dedi.
Biz:
- “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir” dedik.
Buyurdu ki:
-
“ ... Bu, Allah’ın yetmiş yıldan beri cehenneme saldığı bir taşdır. Dibine
şimdi ulaştı.”142
Ebu
Saidi’l-Hudri’den (r.a), Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Cehennem
demirinden bir tokmak yeryüzüne konulsaydı da insanlar ve cinler onu
(kaldırmak) için toplansaydılar, onu yerinden oynatamazlardı.”143
O
halde mü’mine, kendisini ve ailesini bu ateşten korumak düşer. Fırsat elden
kaçmadan, tevbe ve özür fayda verirken, mü’minin o ateşle, ailesi arasına hâil
olması gerekir. Bu sözler, gerçekten, gelmesi yakın olan şiddetli azap
düşüncesinin dokunuşlarıdır. Kulak verip dinleyenleri kurtarmak için,
kendisinden önce, uyarıcı peygamber gelip geçmiştir. “O çetin bir azabın öncesinde, size bir uyarıcıdan başkası değildir.”144
Kulak
vereni uyarmak ve sakındırmak için... Tıpkı bir evde çıkan yangından, kaçmayanların
içinde (habersizce) tutuşmak üzere olduklarını haber verip uyaran gaibden bir
ses gibi...
İşte
cehennem budur! Onun hakkında bu bilgiler yeter. Yakacağı insanlar ve
taşlardır. O cehennem ki, içerisine azgınlar ve iblisin askerleri topluca yüzü
koyun yuvarlanırlar. Ateşi kalblere işleyen, Hutame olan cehennem! İnsanların
bedeninde et bırakmayıp kemik koymayan cehennem! Öfkesinden neredeyse
çatlayacak olan cehennem!
Azgınlar
da sınıf sınıf, derece derecedir. Azgınlık çeşit çeşit ve türlü türlüdür.”Cehennem o azgınların hepsinin buluşma
yeridir. Onun yedi kapısı vardır. Her kapıya onlardan bir bölüm ayrılmıştır.”145 Her kapıya o azgınlardan bir
miktar, nasıl olduklarına ve ne yaptıklarına göre, bölünüp ayrılmışlardır.
Cehennem onları her taraftan kuşatır da onlardan hiç kimse kurtulamaz. “... Biz cehennemi kâfirler için (kuşatıcı)
bir zindan yaptık.”146 Cehennem onları tamamen kaplar da, hiç kimse
dışarda kalmaz.“O gün cehenneme, ‘Doldun mu?’ diyeceğiz. O ‘daha var mı?’
diyecek.”147
Bu
soru ve cevapla acaib ve müthiş bir manzara tecelli edecek. İşte her inatçı
kâfirin durumu budur. Onlar bir biri arkasına cehenneme atılan ve küme küme
birbirine giren kalabalıklardır. Sonra cehenneme “Doldun mu, yeter mi?” diye
seslenilecek de o, geviş getirir gibi dilini çıkarıp hareket ettiren aç gözlü
oburun dolgun avurduyla: “daha yok mu?” diyecektir. O cehennem, ne korkunç
musibettir.
Enes’ten
(r.a) rivayet edilmiştir: Dedi ki: Rasûlullah (s.a.v):”Yakacağı, insanlar ve
taşlardır” âyetini okudu da:”Cehennem
kızarıncaya kadar bin sene
tutuşturuldu, ak kor haline gelinceye kadar bin sene, kararıncaya kadar bin
sene yakıldı. Cehennemin ateşi, kapkara ve karanlıktır. Harareti sönmez.” buyurdu.148
Dünya
ateşini biliyoruz. Ya ahiret ateşi nasıldır? ½iddetinde ve müddetinde o ateş
nerede, bu ateş nerede? Dünyadaki ateşi halk yakar. Ahiretteki ateşi Allah
yakar. Dünya ateşi belirli bir zaman içindir ve nihayet söner. Ahiret ateşi
ise, ancak Allah’ın bilebileceği ebedler boyuncadır. Bu da ahiret ateşiyle
birlikte Allah’ın gazabı vardır. Yerilmiş, aşağılık zor bir durum vardır. Biz
ancak ahiret yangınını, Rasûlullah’ın (s.a.v) sakındırıp korkuttuğu
hadislerinden düşünebiliyoruz
Enes
bin Malik’ten (r.a) rivayet edilmiştir:
Peygamber
(s.a.v) Cibril’e:
-
“Niçin Mikail’i hiç gülerken görmüyorum?”
dedi. Cebrail:
- O, cehennem yaratıldığından beri hiç
gülmedi” dedi.
İşte
cehennem budur. Bir şey bırakmayıp terk etmeyen cehennem... “(Geride bir şey) komaz, bırakmaz (her şeyi
yakıp yok eder.) Durmadan derileri kavurur.”149 İşte bu cehennem tam olarak siler süpürür, iyice yutar ve
mahveder. Ona bir şey karşı duramaz. Arkasında bir şey bırakmaz. Hiçbir şey
ondan üste çıkamaz. Bu gerçekten korkunç bir tehdittir... O cehennem idrak
edilemeyecek kadar büyük ve korkunçtur.
Ebu
Hureyre’den Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Cenab-ı
Allah cenneti ve cehennemi yarattığı zaman, Cibril’i cennete gönderdi ve:
-
“Oraya ve orada cennetliklere hazırladığım şeylere bak.” buyurdu. Peygamberimiz şöyle devam
etti:”Cibril de gelip oraya ve cennetlikler için Allah’ın orada
hazırladıklarına baktı ve Cenab-ı Allah’a dönüp:
-
“İzzetine yemin olsun ki, orayı işiten herkes oraya girer.” dedi. Bunun üzerine
cennete emredildi de orası, zorluklarla kuşatıldı. Bunun üzerine Cenab-ı Allah
(tekrar):
-
“Dön (git) oraya. Cennetliklere orada neler hazırladığıma bak.” dedi. Cebrail
oraya (tekrar) döndü, bir de baktı ki orası zorluklarla kuşatılmıştır. Allah
Teala’ya (tekrar dönüp):
-
“İzzetine yemin ederim ki, oraya hiç kimsenin giremeyeceğinden korktum.” dedi.
Yüce Allah:
-
“Cehennem’e git, oraya ve orada cehennemliklere neler hazırladığıma bak.” dedi.
Cebrail de gidip cehenneme baktı ki orası birbirine giriyor. Cenab-ı Allah’a
dönüp:
-
“İzzetine yemin olsun ki, orayı işiten
hiç kimse oraya girmez” dedi.
Bunun
üzerine Cehenneme emredildi de orası şehvetlerle kuşatıldı. Cenab-ı Allah
(tekrar):
-
“Oraya dön.” dedi. Oraya döndü ve:
-
“İzzetine yemin ederim ki, hiç kimsenin oraya girmekten kurtulamayacağından
korktum.” dedi.150
Cehennemin
sahiplerine gelince:”Biz cehennemin adamlarını
hep melekler yaptık. Onların sayısını da inkar edenler için bir imtihan
kıldık...”151
Onlar
işte bu görünmeyen acaip yaratıklardandır ki, onların tabiat ve kuvvetini
Allah’tan başka kimse bilmez. Onlar hakkında Cenab-ı Allah bize, “Allah’a isyan
etmezler.” buyurdu... Onların, Allah’ın
kendilerine emrettiklerine itaat ettiklerini ve O’nun emrettiklerini yapmaya
muktedir olduklarını bildirdi. Öyleyse onlar, kendilerine gerekli kuvvetle
donatılmışlardır. “Emredildiklerini
yaparlar.”152
Allah’ın,
kendilerini yapmakla mükellef tuttuklarına güç yetirecek kuvvet ve enerji ile
teçhiz edilmişlerdir.
½üphesiz
ki şu Kur’ân uyarır ve hatırlatır. O halde kim dilerse, hatırlar ve öğüt alır.
Kim de dilemezse, artık o kendi haliyle baş başadır. Yani o artık seçtiği
cennet ve şeref veya cehennem ve aşağılıkla baş başa kalacaktır.
CEHENNEMLİKLER
“Rablerini inkar edenler için cehennem
azabı vardır. Ne kötü gidilecek yerdir o! Oraya atıldıkları zaman onun öfkeli
homurtusunu işitirler; kaynıyor; az daha öfkeden çatlayacaktır.”153
Cehennem
el’an yaratılmıştır, öfkesini saklamaktadır. O kaynamakta iken homurtu
içerisinde solumaları yükselecektir. Sanki kaburgalarını öfke dolduran birisi
gibi sıkılan öfkeden nerdeyse çatlayacaktır. Kâfirlere olan kızgınlık ve
gayzının son haddine varan kin ve sıkıntıyla kıvranacaktır.
Cehennemin
bekçilerine açıktan bir göz atıyoruz;
“Her topluluk onun içine atıldıkça, onun
bekçileri, onlara “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” diye soracaklar. Onlar: “Evet
bize uyarıcı (peygamber) geldi; ama biz yalanladık ve “Allah hiçbir şey
indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz dedik” diyecekler. Ve
(yine): “Eğer biz onların sözlerini
dinleseydik, yahut düşünüp anlasaydık, şu çılgın cehennem halkı arasında
bulunmazdık” diyecekler.”154
Buradaki,
cehennem bekçilerinin sorularının, kınama ve terzil makamında sorulmuş bir soru
olduğu gayet açıktır. Onlar da gayz ve öfke hususunda cehennemle ortaktırlar.
Aynı şekilde azap verme hususunda da cehennemle ortaktırlar. Halbuki üzüntülü
ve darda kalmış kimsenin kınanma ve rezil edilmesinden daha acı bir şey yoktur!
Cevapları, küçüklük ve kırıklık içerisinde, ahmaklık ve gafleti itiraftan başka
bir şey değildir... Çünkü işiten ve düşünen kimse, nefsini o kötü varış yerine
götürmez. O ahmakların onu inkar ettikleri gibi ahireti inkar etmez. Sonra şu
söz, inanmadıkları ve vukuunu tasdik etmedikleri o durakta günahlarını itiraf
ettikten sonra, Allah’ın kendilerine olan bedduasıdır. “Günahlarını itiraf ettiler. (Bırak) o çılgın ateş halkı (Allah’ın)
rahmetinden uzak olsunlar.”155
“And olsun ki, cehennem için de, bir çok
cin ve insan yarattık; onların kalbleri vardır; ama anlamazlar, gözleri vardır;
ama görmezler, kulakları vardır; ama dinlemezler. İşte bunlar hayvanlar gibi,
hattâ daha da şaşkındırlar. İşte bunlar gafillerdir.”156
Yüce
Allah (c.c) bu psikolojik durumun adeta gözle görülür bir tablosunu çizer.
Onları, sanki boyunlarına demir halkalar takılmış ve cebren bakmaktan
engellenmiş, çeşitli maniler ve setlerle, kendileriyle iman ve hidayetin arası
engellenmiş ve gözlerine perde çekilmiş de artık göremez olmuş kimseler gibi
tasvir edip canlandırır. “Boyunlarına,
çenelerine kadar varan demir halkalar geçirmişizdir, bunun için başları yukarı
kalkıktır. Önlerine ve arkalarına sed çekmişizdir. Gözlerini perdelediğimizden
artık göremezler.”157
Onların
elleri çenelerinin altına konulmuş ve boyunlarına bağlanmış gibidir. Bundan
dolayı başları zoraki olarak yukarı kalkıktır. Adeta, bu sebepten önlerine
bakamazlar! Önlerinde ve arkalarında bulunan sedden dolayı, kendileriyle hak ve
hidayet arasına mani konulmuşa benzerler. Bağları gevşetilse bile, bu sedler
yüzünden, gözleri yine göremez. Çünkü görüş yolu onlara tıkanmış ve gözleri
körlükle perdelenmiştir.
Bu
maddî tablonun şiddet ve katılığına rağmen insan, bazan bunun gibi birtakım
insanlarla karşılaşır ve kendisine öyle gelir ki onlar, açık hakikati
görmüyorlar. Kendileriyle hakikat arasında böyle katı bir engel bulunduğunu
anlamazlar. Gerçek şudur ki, ellerde o bukağılar olmasa, kafaları yukarı kalkık
tutulmaya zorlanmış olmasa bile, onların ruhları ve basiretleri, aynı şekilde,
sanki cebren, hidayete kapanmış haktan ve hakikatten tamamen çevrilmiştir.
Onlarla hidayet yolunun arasında, hem bu yönden, hem o yönden bir sed vardır.
Aynı
şekilde Allah (c.c) onları kendilerinde hayat eseri bulunmayan ölüler,
kulakları bulunmayan sağırlar ve yol bulamayan körler olarak tasvir eder.
“Sen ölülere şüphesiz ki işittiremezsin;
dönüp giden sağırlara da çağrıyı duyuramazsın. Körleri sapıklıklarından
vazgeçirip doğru yola döndüremezsin; ancak âyetlerimize inananlara sen
duyurabilirsin; işte onlar müslümandır.”158
Duygusu
varlıktan kopup ayrılan ve bu yüzden,
onun kanun ve kurallarını idrak edemeyen kimse, kendisinde hayat bulunmayan bir
ölü demektir. Onun hayatı ancak hayvanî bir hayattır. Hattâ daha aşağı ve daha
düşük bir hayattır. Çünkü hayvan, kendisine pek az hıyanet eden fıtrî sevkiyle
yönlendirilmektedir. Kalblere nüfuz eden hakimiyetin sahibi olan Allah’ın
âyetlerini görmeyen, hayvan gibi iki gözü olsa bile kördür!
Kur’ân’ın
harika anlatımı, manevi psikolojik durumu, kalb donukluğunu, ruh sönüklüğünü,
his aptallığını ve duygu zayıflığını canlı ve hareketli bir şekil olarak
resmeder.
“Sen ölülere şüphesiz ki işittiremezsin;
dönüp giden sağırlara da çağrıyı duyuramazsın. Körleri sapıklıklarından
vazgeçirip doğru yola döndüremezsin; sen ancak âyetlerimize inananlara
duyurabilirsin; işte onlar müslümandır.”159
Kur’ân
bir kere onları ölüler şekline sokuyor. Peygamber (s.a.v) onları davet ederken
onlar o daveti işitmezlerdi. Çünkü ölüler hissetmezler. Kur’ân onları
körlükleri içinde gezen körler şeklinde tasvir eder. Onlar, görmez oldukları
için, doğru yolun rehberini de göremezler.
Mü’minlere gelince onlar, diridirler,
işitirler ve görürler.”Sen ancak, âyetlerimize inananlara duyurabilirsin. İşte
onlar müslümanlardır.”160
Sen
ancak hayatla, işitme ve görmeyle Allah’ın âyetlerini telakki için kalbleri
hazır olanlara dinletebilirsin. Hayat alameti şuûrdur, duygudur. İşitme ve
görme aleti, işitip gördüğünden istifade etmedir.
Gerçekten
İslam sade ve açıktır. Bozulmamış fıtrata yakındır. Selim fıtrat kabul etmek
için onu nerdeyse kendiliğinden tanır.
Üsame
bin Zeyd’den (r.a) Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Kıyamet
günü alim getirilir ve ateşe atılır. Cehennemde onun bağırsakları derhal
karnından dışarı çıkar. Müteakiben o, bağırsaklarının etrafında, değirmen
eşeğinin döndüğü gibi döner. Cehennem ehli onun etrafını kuşatıp ona:
-
“Sana ne oluyor?” derler. O da:
-
“Ben iyiliği emreder, kendim yapmazdım ve kötülüğü nehyeder de onu kendim
yapardım” diye cevap verir.”161
Gerçek
şudur ki Kur’ân âyetleri, azabla karşılaşmadan önce, gafil kalblerin uyanması
için cehennemden ve cehennemin ateşinden korkutur.”Sizi ben alev saçan ateşe karşı uyardım.”162 ½u çılgın ateşten... Ateşe girdikten sonra zorluk, sıkıntı,
meşakkat ve bedbahtlık olmaz mı? “Biz
sizi yakın bir azabdan korkuttuk.”163
Uzak değil. Öyleyse cehennem işte gördüğünüz şekilde sizi gözetleyip
beklemektedir. Tüm dünya kısa bir yolculuktan ve kısa bir ömürden ibarettir! Bu
bir korku azabıdır, kâfire, yokluğu varlığa tercih ettirir.”O gün kişi, ellerinin (yapıp) öne sürdüğü işlere bakar ve kâfir:
“Keşke ben, (daha önce) toprak olsaydım” der.”164
O
bunu darda kalmış ve kederli iken söyler. Bu ifade, korku ve pişmanlık havası
veren bir ifadedir. O kadar ki bir insani varlık yok olmayı ve atılan değersiz
bir varlığa dönüşmeyi temenni ediyor. O, korkulu ve sıkıntılı bu durumla
karşılaşmaktansa bu hale dönüşmeyi daha hafif görür.
Gerçekten
insan, bu dünyada ve onun şu sayılı günlerinde gülebilmektedir. ½üphe yok ki bu
ahirette bir ağlama demektir. Rabbinin katındaki bir gün, sizin dünyada
saydıklarınızdan bin sene gibidir... “Öyleyse
onlar kazandıklarının cezası olarak az gülsünler ve çok ağlasınlar.”165
CEHENNEMDEKİ İNSANIN HALLERİ
“½üphesiz ki âyetlerimizi inkar eden kâfirleri yarın ateşe atacağız. Derileri
piştikçe, azabı duysunlar diye, kendilerine değiştirecek başka deriler
vereceğiz. Çünkü Allah gerçekten Aziz’dir, Hakim’dir-hükmünde hikmet sahibidir.”166
İşte
bu cehennemdir, sahne arkasında sahnedir. Korkunç, yürekler hoplatıcı ve acıklı
sahneler!... İşte bu kuvvetli ve aziz olan Allah’ın azabıdır. Bu azabı -Allah
korusun- tadandan başkası tasavvur edemez.”O
gün Allah’ın (edeceği) azabı hiç kimse edemez. Onun (vuracağı) bağı kimse vuramaz.”167
Peygamber
(s.a.v) hadisiyle tasvir ettiği gibi cehennemde en hafif azap şudur:
“Kıyamet
gününde cehennem ehlinin azap cihetiyle en hafif ceza göreni o kimsedir ki,
onun iki ayağı altının çukurlarına iki ateş parçası konulacak, bunların
tesiriyle onun beyni, kumkuma ile bakır tencere gibi kaynayacaktır.”168
Peygamber’in
(s.a.v) sözü de bunun gibidir:
“Cehennem
ehlinin azap bakımından en hafif olanı, ayakkabıları ve ayakkabılarının
tasmaları ateşten olan kimsedir. Onlardan dolayı (tepesinde) beyni kazan gibi
kaynar. Cehennemliklerin o azabı, en hafif olanı olduğu halde, azabı
kendisinden daha şiddetli olan bir kimse (olacağını) bilmez (düşünemez).”
Öyle
musibet ki...”Derileri piştikçe, azabı
duysunlar diye, kendilerine, değiştirerek başka deriler vereceğiz.”169 buyrulan kimselerin hali nasıl
olacak? Gerçekten bu gözler önüne dikilen ve tekrarlanan bir tablodur. Hayale
de dikilir ve ondan ayrılamaz. Öyle bir korkudur ki onun esir alıcı, ezici bir
cazibesi vardır!
Kur’ân
şüphesiz onu çetin ve korkunç bir tablo halinde resmeder. “Derileri her ne zaman pişse.”
Onu hayret verici ve alışılmışın dışında resmeder. “Onların derilerini başkasıyla değiştiririz.” İman sebepleri hazır
edilmiş olduğu halde inkar etmenin cezası işte budur ve uygun bir cezadır.
Tutuşan
çılgın ateş... Azab gören, kızartılan, pişirilen deriler, piştikçe
değiştirilirler. Yeniden yanmak ve yeniden acı duymak için. Bu, gerçekten
üzüntülü, acı bir tablodur. Elbiselerinin ateşten olduğu ve o ateşin etlerini
ve derilerini eritip akıttığı zaman bu, o kâfirlerin manzarasıdır. “İşte o kâfir olanlar için ateşten elbiseler
biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bu kaynar su ile
karınlarında olan şeyler ve derileri eritilir. Onlar için, bir de demirden
kamçılar var. Her ne zaman ateşten, onun ızdırabından çıkmak isterlerse, yine
içine döndürülürler ve onlara: Haydi tadın yangın azabını denir.”170
Bu
hakikaten çetin ve gürültülü bir manzaradır. ½unlar, kesilip biçilen ateşten
elbiselerdir. Bu da, başlar üzerinden dökülen kaynar sudur. Onunla
karınlardakiler ve başlara döküldüğü sırada deriler yakılır, eritilir. ½u
berikiler de ateşin ısıttığı demirden kırbaçlardır. Bu ise, şiddetlenen
azaptır. Takatleri aşar. İnkar edenler, alevden, kaynar sudan ve acıtıcı
dayaktan uyanır ve o gamdan çıkmaya yeltenirler. İşte onlar şiddetle geri
çevrilirler. Azar işitirler. Tadın yangın azabını...
Onlar
için cehennemde bir döşek vardır, fakat onda rahat yoktur. Çünkü orası
cehennemdir. “Ne kötü döşektir.” Orada
onların sıcak bir içeceği ve kusmuktan yiyeceği vardır. Bir de
cehennemliklerden sızıp akan irin. Yahut da onlar için bu azap cinsinden başka
çeşitler vardır. “Bu böyledir. Azgınların
dönüp varacağı yer ise, muhakkak ki fena bir yerdir. Cehenneme, oraya
girecekler. O ne kötü bir döşektir!... İşte bu kâfirlere... Artık tatsınlar
kaynar sudan ve irinden ibaret cehennem azabını... O azap şeklinden başkası da
var: Çifte çifte (türlü türlü) acılar.”171
Sonra
cehennem ehlinden o azgınların sahnesi. Dünyada onlar birbirleriyle
sevişiyorlardı. Bugün ise onlar, birbirlerini beğenmezler ve birbirlerini
ayıplarlar.
“İşte sizinle birlikte cehenneme giren
güruh. Onlar rahatlık yüzü görmesinler; ateşe girmeye hak kazanmışlardır.
(Yardakçılar elebaşlarına şöyle) derler: Hayır asıl siz rahatlık görmeyin. Bu
azabı bizim önümüze siz getirdiniz. Bakın ne kötü karargâh! “Ey Rabbimiz bu
azabı bizim önümüze kim getirdi ise, onun ateşteki azabını kat kat arttır.”172
İşte
onlar, grup grup ateşe girerler. İşte onlar birbirlerine “İşte sizinle birlikte cehenneme giren güruh” diyenlerdir... Öyleyse cevap ne oluyor? Cevap
infial ve öfke içerisinde: “Onlar
rahatlık görmesinler, çünkü ateşe girmeye hak kazanmışlardır” şeklinde olur. Peki sövülenler susacaklar mı?
Hayır onlar da cevap vereceklerdir: “Bilakis,
siz rahatlık görmeyin.” Kesinlikle
bu azaba siz sebep olmuştunuz. Çünkü o bir bedduadır ki içerisinde kızgınlık,
dargınlık ve intikam vardır. “Rabbimiz!
Bunu kim başımıza getirdiyse, ateşte onun azabını kat kat arttır.” derler.”173
½üphesiz
biz, burada, arkadaşlarının kendilerine süsleyerek teşvik ettikleri
aldanmışların öfkesini buluyoruz.”O kâfir olanlar (cehennemde) şöyle
diyeceklerdir: ‘Ey Rabbimiz! Cin ve
insanlardan bizi yoldan çıkaran şeytanları bize göster de onları ayaklarımızın
altına alalım, en aşağı düşenlerden olsunlar.”174 Bu hakikaten yaman bir öfkedir ve intikam kızgınlığıdır. Bu,
dünyadaki sevişme, dostluk, vesvese ve yaldızlamadan sonra ortaya çıkan bir
neticedir.
İşte
bu cehennemde insanlar dağlanacak, yanacak ve azaba tutulacaklardır. “O gün onlar ateş üzerinde kavrulup
yakılacaklar.”175 O zor durumda
bir de onlara elemli bir azar vardır: “Tadın
azabınızı! Bu (azap, dünyada iken) acele istediğiniz.”176 Bu azap da mı sihir?
Yoksa görmüyor musunuz? Girin oraya (cehenneme)! İster azabına sabredin, ister
etmeyin, artık hepsi bir... Hep yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.”177
CEHENNEMLİKLERİN ½EKİL, SURET VE HÂLLERİ
Kıyamet
haberi Kur’ân’ın tekrar edilen bir haberidir. O haberle Kur’ân, ümidi,
murakabeyi ve bekleyişi harekete geçirdiği gibi, aynı zaman da hassas
vicdanlarda, takva, haşyet ve korkunun coşması için, kıyametle öğüt verir,
korkutur ve müjdeler. Bundan dolayı kalbleri diri tutar da onlar sönmez ve
gafil olmaz.
“(Ey Rasûlüm! Bütün insanları dehşeti
ile) kaplayacak olan kıyametin haberi muhakkak ki sana gelmiştir. Birtakım
yüzler vardır ki o gün zelildir; çalışmış, fakat boşuna yorulmuştur. Kızgın
ateşe girerler.”178
Orada
o gün zillet içinde, boyun bükmüş, yorgun ve işleri sarpa sarmış yüzler vardır.
Çalışmış, yorulmuş; fakat çalışmasını beğenmemiş ve sonuçtan memnun olmamıştır.
Sadece vebal ve ziyan bulmuştur da orada acısı, zorluğu ve yorgunluğu
artmıştır. Dünya ve onun istekleri için yorulmuş, sonra da çalışma ve
meşakkatinin sonucunu bulmuştur. Ahirette de onu azaba götüren bir karalık
olarak bulmuştur. O yüzlerin sahipleri, sonunda, zelil, zorluğa çatmış, helak
olmuş ve ümidini yitirmiş kimsenin karşılaştığı gibi karşılaşırlar. O, bu
zillet, zorluk, eziyet ve acıyla birlikte bir de tadıp katlanacağı bir ateşe
girecektir.
“½üphe yok ki günahkarlar (dünyada)
sapıklık ve (ahirette) çılgın ateşler içindedirler. O gün onlar yüzleri üstü
ateşe sürüklenirler. (Onlara) “Tadın cehennemin dokunuşunu” (denilir.)”179
Sapıklıkta
akıllar ve ruhlar azap görür. Çılgın ateşte de deriler ve vücutlar kavrulur.
Onlar dünyada kuvvetle övünmelerine ve kibirlenmelerine mukabil, şiddet ve
tahkir içerisinde cehennemde yüzlerinin üstüne sürüklenirler. Onların bu halde,
kendi içlerinden bir bilgi ile, azabları ziyadeleşir... “Tadın cehennemin dokunuşunu!” İşte o günahkarlar, horluk içerisinde
yüzleri üstü ateşe sürüklenirler. Dünyada da sapıklık içindedirler. Çılgın
azaba sokuldukları gibi, aynı zamanda başa kakma ve azarla eza görürler. İşte
bu cehennem gördüğünüz gibi mevcuttur, gösterilmiştir. “İşte bu, suçluların
yalanladığı cehennemdir! Onunla kaynar su arasında dolaşırlar.”180
Orası
sanki ateşte pişmiş yemek gibi son derece sıcaktır! Onlar şu akıcı kaynar suyun
arasında gider gelirler. Bakınız, şimdi onlar dolaşıyorlar...
Hava
kavurucu sıcaktır. İnsanın derilerinin gözeneklerine işler ve vücutları
kavurur. Su ise, son derece sıcaktır, ne serinletir ve ne de susuzluğu giderir.
“Solun adamları (amel defterleri, sol
tarafından verilenler), nedir o solcular! Delikçiklere işleyen bir ateş ve
kaynar su içinde kara dumandan bir gölge altındaki ne serindir, ne faydalı.”181 Orada bir gölge vardır. Kara
dumandan bir gölge. Yalayıcı ve boğucu dumanın gölgesi... ½üphe yok ki bu, alay
ve eğlence manasıyla gölgedir. Bir gölge ki ne serinletir ve ne fayda verir.
Hiçbir esintisi ve serinliği olmayan sıcak sıcak bir gölge. O aynı zamanda
kurudur, kendisine gelenlere rahat ve ferahlık vermez. ½u sıkıntı ve darlık,
hep uygun bir cezadır. “Çünkü onlar
bundan önce varlık içinde şımartılmışlardı.”182 ½ımarıklara bu sıkıntı ne acıdır!
Elbette
bu uygun bir cezadır. Muhakkak biz, yalancı günahkârların, acı bir azar ve sert
bir ihtar içinde azaba giden yolu tutmaları için o korkunç durumlarını nerdeyse
işitecek gibiyiz. “Haydi yalanladığınız
(azap)a gidin! Bir gölgeye gidin ki üç dallıdır. (Cehennem dumanından oluşan bu
gölge), ne gölgelendirir, ne de alevden korur. O saray gibi kıvılcım(lar)
saçar. (Saçtığı) kıvılcım, sanki sarı bir devedir. (Hakkı) yalan sayanların vay
haline o gün!”183
Uzun
hüküm gününde rehin alınıp hapsedildikten sonra serbest olarak gidecekler, ama
nereye? Bu bir serbest bırakılıştır ki, rehin tutulmak ondan hayırlıdır. İşte
ey insanlar, bu durum önünüzde hazır görülüyor. İşte üç çatallı dilleri uzanan
cehennem dumanının gölgesi! Ama öyle bir gölgedir ki o, alev ondan iyidir. O, şüphe
yok, boğucu, sıcak ve yalayıcı bir dumandır. Onun gölge diye adlandırılması
alay etmek içindir... Gİdiniz! Nereye gideceğinizi biliyorsunuz! Gideceğiniz
şeyi tanıyorsunuz... Cehenneme!... Saraylar büyüklüğünde birbirini takip eden
kıvılcımlar... Birbiri arkasına gelince onlar, bir orada, bir şurada otlan sarı
develer gibi görünürler. Kıvılcımların çıktığı ateşin kendisi nasıldır acaba?
Bir düşünmeli...
Onları
zillet sarar, onlara aşağılık siner ve onları hakaret hüzünlendirir: “Kötü işler yapanlara da (yaptıkları)
kötülüğün aynen cezası verilir. Onların yüzlerini bir zillet kaplar. Onları
Allah’tan kurtaracak hiç kimse yoktur. Sanki yüzleri, karanlık geceden
parçalara bürünmüştür. İşte onlar da ateş halkıdır, hep orada kalacaklardır.”184
Ayet,
kederli, tutkun ve korkulu kimsenin yüzünü kaplayan psikolojik karanlık ve
kederin adeta fiziki bir şeklini resmeder. Sanki karanlık geceden alınıp
örtüler kesilip biçilmiş de o örtülerle bu yüzler bürünmüş gibidir. İşte
böylece bütün havayı zifiri bir karanlık, gecenin karanlıklarından bir karanlık
ve onun dehşetinden bir dehşet kaplar da bu yüzler orada şu simsiyah gecenin
örtüleriyle örtülür.
Orada
ziyan içerisinde ziyan vardır. Kişiyi cehenneme ve hüsrana götüren ziyan
vardır. “De ki: Hakikat hüsrana düşenler,
kıyamet günü kendilerini de mensublarını da hüsrana uğratanlardır. Dikkat et ki
bu, apaçık hüsranın ta kendisidir. Onların üstlerinde ateşten tabakalar,
altlarında (ateşten) tabakalar vardır. İşte Allah kullarını bununla korkutuyor.
Ey kullarım, benden korkun.”185
O
hakkıyla korkunç bir manzaradır. Öyle bir durumdaki ateş manzarası ki, üstünden
gölgesi ve altından gölgeleri var. Onlar, bu kendilerini sarıp dolayan zifiri
karanlığın tabakaları arasındadırlar. İşte bunlar ateşten görüntülerdir.
Gerçekten korkunç görüntüler! Onları, Cenab-ı Allah, daha dünyada iken
kullarının gözleri önüne seriyor ki, onlar kendilerini, oraya giden yoldan
uzaklaştırabilsinler. Yine belki onlar, sakınırlar diye, o sonuçtan korkutuyor.
Allah
(c.c) kâfirleri rahmetinden kovmuştur. Onlara çılgınca tutuşturulmuş bir ateş
açıklamıştır. İşte o hazırdır ve mevcuttur.
“Allah kâfirlere lanet etmiş ve
onlar için çılgın bir ateş hazırlamıştır. Orada ebedi olarak kalacaklar;
(kendilerini koruyacak) ne bir dost, ne de bir yardımcı bulamayacaklardır.
Yüzleri ateşte (pişirilip) çevrildiği gün derler ki: “Eyvah bize! Keşke Allah’a
itaat etseydik, peygambere itaat etseydik! Ve diyecekler ki: “Rabbimiz, biz
başkanlarımıza ve büyüklerimize uyduk da bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz,
onlara azaptan iki kat ver ve onlara büyük bir lanet eyle.”186
İşte
uzun zaman, müddetini Allah’tan başkasının bilemeyeceği, Allah’ın ilmince
sonsuz zaman -ki Allah’ın dilediği kadardır- içerisinde kalacak oldukları
hazırlanıp getirilmiş cehennem. Onlar her türlü yardımcıdan uzak ve mahrum bir
haldedirler. Bir dostun ve bir
yardımcının yardımıyla bu çılgın ateşten kurtulmak için hiçbir ümitleri
yoktur! O gün onların yüzleri ateşte evrilir çevrilir. Ateş her taraftan onları
sarmıştır. Cezalandırmada bir üstelik olması için, yüzlerinin her safhasına,
her noktasına ulaşmaya hırslıdır o ateş!... “Keşke biz” diyecekler. Bu yersiz,
kabul görmeyecek, boşuna bir temennidir. Fırsatlar kaçmıştır. O, sadece,
olanlara karşı bir pişmanlıktan ibarettir. Çünkü bu, aklı zayıflatıp şaşırtan,
iradeyi felç eden, bekleme ve tehir müddetlerinden kendilerini mahrum eden bir
akıbettir.
“O inkar edenler yüzlerinden ve
arkalarından (saran) ateşi hiçbir suretle men edemeyecekleri, kendilerinin
yardım da görmeyecekleri zamanı bir bilse(ler)di. Belki (bu) onlara, ansızın
gelecek te kendilerini şaşırtacaktır. Artık onu redde muktedir olamayacaklar(ı
gibi) onlara mühlet de verilmeyecektir.”187
İşte
o kızdırılan ve kızartılan ateştir. İşte hazırlanıp getirilmiştir. Acıklı azap
başlasın... “Altın ve gümüşü yığıp da
onları Allah yolunda sarf etmeyen kimseler var ya, işte onlara acı bir azabı
müjdele. Kıyamette, o biriktirilen altın ve gümüşlerin üzerleri cehennem ateşinde kızdırılacak da, bu mal
toplayanların alınları, yanları ve sırtları bunlarla dağlanacak ve onlara şöyle
denecektir: “İşte bu, nefisleriniz için kasalara tıkıp sakladıklarınız! Artık
yığdıklarınızın acısını tadın bakalım...”188
İşte
dağlanan alınlar! Andolsun ki, alınların dağlanması operasyonu bitmiştir.
Böğürlere dolandırılsın! İşte yanlar dağlanıyor! Bu işlem de tamamlanmıştır.
Sırtlarına dolandırılsın! İşte sırtlar da dağlanıyor. Bunu da azarlama, kınama
ve rezil etme takib eder. Zaten o, bizzat zillet için biriktirdiklerinizdir.
Azabın bu çeşit bir vasıtasına dönüşmüştür. “Tadınız biriktirdiklerinizin
acısını!” Gerçekten onun böğürlere,
sırtlara ve alınlara dokunuşunu tadıyorsunuz!
Dikkat
ediniz ki, o gerçekten yürekleri yerinden oynatan korkunç bir sahnedir. İşte
onların ateşteki durumları budur! “Onlar
için cehennemden bir döşek ve üstlerinden de (yine ateşten) örtüler vardır.”189 Onlar için altlarından cehennem
ateşinden döşek -ki alay için döşek diye isimlendiriliyor. Çünkü o ne döşektir,
ne yumuşaktır ve ne de rahatlık verir.- Onların üstlerinden de kendilerini
kapatacak cehennem ateşinden örtüleri vardır!
İşte
bu, gerçekten azap içinde bir küçük düşürme ve bir tahkirdir; sadece azap
değil. “Boyunlarında demir halkalar ve
zincirler olduğu halde sürükleneceklerdir.”190
Bu
hakaretle hayvanların ve vahşilerin sürüldüğü gibi sürükleneceklerdir. Neye
saygı gösterilecek ki? Onlar, kesin olarak kendilerinden saygı ve değer
elbisesini çıkarmışlardır. Azap ve hakaret içerisine çekilip sürüklendikten
sonra, o dolaşım onları, bir kaynar suya ve ateşe götürür.
“Kaynar suda sonra da ateşte yakılacaklardır.”191 Köpeğin
bağlanıp tasmalanması gibi bağlanıp hapsedilecekler. Yani onların yeri sıcak su
ve yakılmış ateşle doldurulacaktır. Ancak bu neticeye varacaklar... Onlar bu
aşağılatıcı azap içerisinde iken, kendilerine şu azarlama, kınama, zorluğa ve
meşakkate uğratma sözü tevcih edilecektir.
“Sonra onlara ortak koştuklarınız nerede? (Allah’tan başka taptıklarınız)
denilecek.”192 Onlar da ümitsiz
ve pişman bir halde, aldanışı ortaya çıkan aldanmış kimsenin cevap verişiyle
cevap verirler ve “Bizden (uzaklaşıp)
kayboldular; hayır, meğer biz önceden hiçbir şeye tapmamışız, (taptıklarımız
hiçbir şey değilmiş!) diyecekler.”193
Andolsun ki, onların hepsi evham ve sapıklıklarmış. Onlara şu azar yöneltilir: “Bu (durum), sizin yeryüzünde haksız olarak
şımarmanızdan ve aşırı derecede sevinip böbürlenmenizden ötürüdür. Cehennemin
kapılarından girin, orada ebedi kalacaksınız. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!”194
Hey!
İmdat!... Zincirler ve bukağılar içerisinde sürüklenmeler! Sıcak sular, alevli
ateşler! Öyle görünüyor ki bunlar, cehenneme girmeden ve orada temelli kalmadan
öncedir.
Akıl
ve kalbin bukağılarının cezası, kıyamet gününde boyunlara vurulan bukağılar
şeklinde görülecektir. “Eğer şaşacaksan,
onların şu sözlerine şaşmak lazım: Biz toprak olduğumuz zaman mı, biz mi
yeniden yaratılacağız?” İşte onlar, Rablerini inkar edenlerdir. Ve onlar,
boyunlarında halkalar olan kimselerdir, onlar ateş halkıdır. Onlar orada ebedi kalacaklardır.”195
Bu
akıl bağı ile boyun bağını bir düzenlemedir ve ceza, içinde ebedi kalacakları
halde ateştir. Onlar, Allah’ın kendisinden dolayı değer vereceği bütün
dayanakları iptal etmiş ve baş aşağı dünyaya dalmışlardır. Artık onlar
ahirette, dünya hayatlarından daha aşağı bir hayata yani baş aşağı bir akıbete
yuvarlanacaklardır. Çünkü onlar dünya hayatını düşünce, şuur ve duygularını
çalıştırmayarak yaşadılar.
Bundan
dolayı Allah, kâfirler için, demir halkalarıyla ve zincirleriyle cehennemi
hazırlamıştır. “Biz kâfirler için
zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırlamışızdır.”196
Ayaklara
zincirler, eller için kelepçeler!... Zincirlenmiş ve kelepçe vurulmuş olarak
içerisine atılacakları alevlenen bir ateş!... Allah kâfirlerin azabını
vücutlarının büyüklüğüne göre artırmıştır.
CEHENNEMLİKLERİN YİYECEKLERİ
“Doğrusu onun azabı sürekli ve acıdır.
Orası şüphesiz kötü bir yer ve kötü bir duraktır.”197
O
gün cehennem ağzını açacak ve ellerini açarak onları yutmaya davranacak,
yakındakini ve uzaktakini yakalamaya yönelecektir. Çünkü onun azabı insanın
yakasına yapışır ve sahibinden vazgeçmez, ondan ayrılmaz, onu ortadan kaldırmaz
da... İşte bu durum onu korkunç ve feci
yapar. İnsanın ikamet edip duracağı cehennemden daha kötü yer var mıdır?
Nerede duracak? Cehennemde... Nerde kalacak? Gece gündüz alev üzerinde evrilip
çevrilecektir o. “(Ey Rasûlüm! Bütün
insanların dehşeti ile) kaplayacak olan kıyametin haberi, muhakkak ki sana
gelmiştir. Bir takım yüzler vardır ki,
o gün zelildir; çalışmış; fakat boşuna yorulmuştur. Kızgın ateşe girerler.”198
Ateşi
tadar ve ona göğüs gererler. Kaynar bir çeşmeden içirilirler. Son derece sıcak
bir sudan. Onların yiyecekleri cehennem ateşinden bir ağaçtır. “Kaynar bir kaynaktan içirilirler. Onlara
(hayvanların bile sakınıp yiyemediği) bir nebattan başka yiyecek yok. O ne
besler, ne açlıktan kurtarır.”199
İşte
bu, o günkü irinli yiyecek çeşitlerinden bir çeşittir. Bu çeşitlerin geri
kalanı ne besler ve ne açlığı giderir. Bizim elbette dünyada iken, ahiretteki
bu azabın tabiatını anlayamamamız tabiidir. Bu vasıflar ancak, düşünülebilecek
acının, en büyüğünü beşeri duygumuzda aramak için verilir. Bu acı, zillet, zaaf
ve zarardan, kızgın ateşin ısırmasından, soğuktan ve son derece sıcağı şiddetli
su ile sulanmaktan ve yiyip tatmaya develerin bile katlanamadığı yiyeceği
yemekten ibaret bir acıdır. O yiyecek, ne bir fayda veren, ne de açlığı gideren
bir dikendir.
Bütün
bu düşüncelerin toplamı acının en son derecesinin algılanması içindir. Bundan
sonraki ahiret azabı ise daha şiddetlidir. Onun mahiyet ve tabiatını -Allah
korusun- onu tadandan başkası bilemez! Öyleyse Kur’ân’da anması tekerrür eden,
yiyecekleri develerin bile beğenip yemedikleri diken ve zakkum olan kimselerin
hali nasıl olacaktır?
“Konuk ikramı olarak bu mu iyidir, yoksa
zakkum ağacı mı? Biz o ağacı zalimler için bir fitne yaptık. O cehennemin dibinde
çıkan bir ağaçtır. Tomurcukları şeytan başı gibidir. İşte cehennemlikler bundan
yerler, karınlarını onunla doldururlar. Sonra, üzerine kaynar su katılmış içki
şüphesiz onlar içindir. Doğrusu sonra dönecekleri yer yine cehennemdir.”200
Halk
şeytan başlarının nasıl olacağını bilmez; fakat korkunç olduğunda şüphe yoktur.
Korku ve ürküntü meydana getirir. Tasavvuru soyuttur. Onu yiyecekleri zaman
tomurcukları nasıl olur? Karınlarını onunla doldururlar.
Allah
bu ağacı zalimler için bir imtihan yapmıştır. İsmini işittikleri zaman onunla
alay edip şöyle derler: “Cehennem
ateşinden nasıl ağaç biter?” ½eytanın başları gibi olduğu halde,
karınlarını yaktığı halde cehennemin dibinde yanmadan biter ve dikenlerini
onların boğazına batırır. Yanmayışı onun cehennemin cinsinden oluşundandır.
Susuzluktan kanmak ve alevi söndürmek için gözlerini soğuk içeceğe dikerler.
Çünkü onlar o ağacın üzerine temiz olmayan bulanık ve sıcak bir su içerler. Bu
öğünden sonra, ikamet edecekleri yerlerine dönmek üzere sofrayı terk ederler.
Ne ikram ve ne dönüş!”Sonra onların dönüşü yine cehennemedir.”
Açlık
azgındır, mihnet ve meşakkat galibdir ve onlar için Zakkum ağacından başka
yiyecek te yoktur. “Sonra, muhakkakki siz
ey sapkınlar, yalancılar! Elbette (cehennemde) Zakkum ağacından yiyeceksiniz.
Karınlarınızı ondan dolduracaksınız.”201
Tomurcukları
şeytanların başları gibi olduğu hakkında Allah’ın tasvir ettiğinden başka
zakkum ağacının ne olduğunu hiç kimse bilemez. ½eytanların başlarını ise, kimse
görmemiştir; fakat o duyguda algılanacağı kadar algılanır. Zakkum kelimesi
kendisi kulaktaki sesiyle sert bir dokunuş tasavvur ettirir. Dikenlidir,
hareketlidir, avuçlara batar, boğazı ıslatır. Bununla beraber, zakkum ağacı
şeytanların başları gibidir. Çünkü onlar ondan yiyecekler ve onunla karınlarını
doyuracaklardır.
Allah’ın
ateşi alevlenir ve yanar. “Hayır, çünkü o
cehennem alevli bir ateştir. Eli ayağı, (bütün uzuvları) soyup çıkarandır.”202 Yüzlerden ve başlardan derileri
soyup çıkarır. Bu, aklı baştan giderip sarhoş eden, yürekleri ağza getiren bir
korkulu beladır. Bizzat canlı kişi, iradesiyle ve bile bile o korku ve azaba
iştirak eder. “Sırtını dönüp gideni
(kendine) çağırır.”203 Daha önce
dünyada iken hidayete çağrıldığı ve onun da arkasını dönüp gittiği gibi, onu
yine çağırır. Fakat bugün cehennem onu çağırınca O, arkasını dönüp gidemez.
Andolsun ki, bundan önceki çağrıda o, mal toplamak ve onları kasalarda
saklamakla meşgul olduğu için davete gelmemişti. Bugün ise, çağrı
cehennemdendir. Oyalanıp ta gelmemezlik edemez. Dünyada biriktirdiği tüm
mallarını feda etmekten kendini alamaz.
Bu
çetin tablolar, korkup ta düzelmemiz için hissiyatımızdaki o acıya dokunuyor: “Zakkum ağacı günahkarların yemeğidir. Posa
gibi karınlarında kaynar. Sıcak suyun kaynaması gibi. (Yüce Allah, zebanilere emreder):
“Tutun onu, cehennemin ortasına sürükleyin. Sonra başının üstüne kaynar su
azabından dökün. Tat! Zira sen kendince üstün ve şerefliydin. Bu, işte o şüphe
edip durduğunuz şeydir.”204
Bu
sahne gerçekten korkutan ve ürküten bir sahnedir. Bu yemek te kaynamış bir
yağın mideyi yakması gibidir. -Erimiş maden gibidir. Sıcak suyun kaynadığı gibi
karınlarda kaynar. İşte günahkâr orada durmaktadır! Rabb’ine ve O’nun emin
Rasûlüne karşı büyüklenen işte odur. İşte, onun dünyadaki şerefli yerine yaraşır bir şiddetle yakalaması için
zebaniye çıkan yüksek emir! “Yakalayın onu! Cehennemin ortasına sürükleyin!
Hakaretle ve hoyratça onu bağlayın! Hiç saygı duymayın! Müsamaha etmeyin! Orada
başının üstüne dağlayıp kavuran zift gibi kaynamış sudan dökün!”
Bu
itip kakma, çekip sürükleme ve dağlayıp kavurmanın yanında bir de alay ve
rüsvay etme vardır. İşte bu güya dünyada şerefli ve değerli olan insanın (!)
şerefsiz ve değersiz cezasıdır. (Çünkü o, Aziz ve Kerim olan Allah’a ve
Rasûlüne, değersiz ve şerefsizce hareketlerde bulunmuştu.) İşte bunlar
yakalama, sürüklenme, başından kaynar su dökülme, dağlanma, azarlama ve rüsvay
etme onların dünyadaki davranışlarına mukabildir.
Acıdan
da acı bir azaptır bu!
İbn
Abbas’tan (r.a) rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.v):
“Ey iman edenler, Allah’tan hakkıyla
korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.”205 âyetini okudu ve şöyle buyurdu:
“Zakkum’dan bir damla, dünya yurduna damlatılsa, dünyadakilerin yiyeceklerini
acıtırdı. Öyleyse yiyeceği bu olan kimsenin hali nasıl olur?”206
Bu
azap, Cebbar, Kahhar, Kavî ve Metin olan Allah’ın azabıdır. Tasavvur
edemeyecekleri şeyi onlara hazırlamıştır... “Beni
o nimet sahibi yalanlayıcılarla baş başa bırak ve onlara biraz mühlet ver.”207
Benimle
o yalanlayıcıların arasını serbest bırak! Ben onlara yeterim. Bu sözü Cebbar,
Kahhar, Kavî ve Metin olan Allah
söylüyor. Yalanlayanlar da insanlardan birer insan. Onları tehdit eden de
onları ta baştan ve bu geniş kainatı da, fazla değil, bir tek “ol!” kelimesiyle
yaratan zattır.
Bunlar
o derece kırıp geçiren, sarsıp zebun eden sahnelerdir ki, Cebbar olan Allah şu
zayıf ve cılız yaratıklarla baş başa bırakıldığı zaman, onların yeryüzünde
benzerleri yaratıklara karşı olan güçleri ne olursa olsun, isterse tüm dünya
hayatı mühlet olarak kendilerine verilsin, bütün bunlar ve onlar, pek az ve pek
değersiz şeyler kalır. Kaldı ki, tüm dünya hayatı Allah’ın hesabında ancak ve
ancak bir gün veya bir günün bir parçası kadardır. Bu zamanlar dürülüp
(kaldırıldığı zamanki ahiret gününde) bizzat insanların hesabınca da böyledir.
Hatta onlar kıyamet gününde dünya hayatını bir gündüz müddeti kadar
hissederler. Mühletin hangisi olursa olsun, velev ki tüm dünya hayatında dem
sürüp geçirseler, o yine cidden pek kısadır! Yine sonunda Allah’ın azabına
döndükten sonra... “½üphesiz katımızda
onlar için ağır boyunduruklar, cehennem boğazı tırmalayıp tıkayan bir yiyecek
ve can yakıcı bir azap vardır.”208
Boyunduruklar
-her türlü bağlar- kaynar su, boğazları yırtan acılı yiyecek ve can yakıcı
azap, bunların uygun cezalarıdır. Cenab-ı Allah: “Bizim yanımızda onlara ceza veren eza veren boyunduruklar, onları
toplayıp içine sokacak cehennem ve boğazdan gussası eksilmeyen yiyecek ve
korkulu bir günde acıklı bir azap vardır.”
buyurur.209
İbn
Abbas’tan (r.a) boğazda “gussali yiyecek” hakkında”Boğaza takılan, ne giren ne
de çıkan bir dikendir.” rivayeti
gelmiştir.210
Hakikaten,
bunlar, habire menfaat peşinde koşan, hayvanların yediği gibi habire tıkıştıran
insanlara uygun çetin ve fizikî azap şekilleridir. “İnkar edenler ise, (dünyada sade) zevk u safa ederler, davarların
yediği gibi yerler. Onların yeri de ateştir.”211 Bu atmosfer, kabaca bir menfaat, zevk u safa ve çokça yeme
havasıdır. Ceza da kaynar su ile doldurdukları ve kendilerine davarlar
gibi yemenin ardından gelen,
bağırsaklarının parçalanışıdır.
“Bağırsaklarını parça parça eden kaynar
bir sudan içirilirler.”212
CEHENNEMLİKLERİN İÇECE¼İ
Ahiretten
korkmayanların kalbleri, âyetlere açılmayan sağırlar gibidir. O kalpler,
yaratılış ve diriliş hikmetini hissetmez. Onlar sadece bu dünyadaki yakın
olayları görebilirler. Hatta onların bu dünyada uğradıkları ibretler bile
onlarda bir öğüt ve anlayış meydana getirmez. Halbuki kıyamet yaklaşmaktadır.
“O, öyle bir gündür ki, bütün insanlar onun için toplanmıştır. Ve
o gün mutlaka (bütün gök ve yer halkının) görülmüş (olduğu) bir gündür. Biz
onu, sadece sayılı bir süre için erteliyoruz. O gün geldiği zaman hiç kimse
O’nun izni olmadan konuşamaz. O(raya toplana)nlardan kimi şakî (bahtsız), kimi
saîd (mutlu)dur. Bahtsızlar, ateştedirler. Onların orada (o bunaltıcı ateş
içinde) bir soluk alıp verişleri vardır ki!... Gökler ve yer durdukça orada
sürekli kalacaklardır. Ancak Rabb’in (çıkarmayı) dilerse (o) başka. Çünkü
Rabb’in istediğini yapandır.”213
Gözümüzün
önüne, bütün halkı gayr-i ihtiyari olarak içine alan toplanma sahnesi dikilir.
Burası, herkesin, görülen bu sergi yerine sevk mahallidir. Herkes gelir ve
orada ne olacağını bekler. Korkunç sessizlik herkesi bürür. Umumî bir dehşet o
sahneye ve orada bulunanların üzerine çöker. Sonra ayırma ve dağıtma işlemi
başlar. İnsanlardan kimisi kırgın bir psikoloji içerisinde cehenneme
gireceklerdir. Onların orada sıcaktan, gizlilik ve darlıktan bir horultu ve
hırıltısı vardır.
“Muhakkak ki cehennem, bir gözetleme
yeridir. Azgın (kâfir)ler için bir dönüş yeridir. Nice devirler boyunca içinde
kalacaklar... Orada ne bir serinlik tadacaklar ne de içecek bir şey! Bir kaynar
su ve irin içecekler. Bir ceza ki, (işledikleri amellere) uygun.”214
İşte
onlar kaynar suyu içiyorlar. Boğazları ve karınları yakıyor. İşte bu
serinlikleridir! Yananların vücutlarından çıkıp akan irin. İşte bu da
içecekleridir! Bunlar onların önceden yapıp takdim ettiklerine uygundur. Çünkü
onlar zaten bir hesap ummuyor ve bir dönüş beklemiyorlardı. Kıyamet günü
onların dönüşleri işte bu cehennemedir. “...
Çünkü biz zalimler için öyle bir ateş hazırladık ki, onun kalın duvarları
kendilerini kuşatmaktadır. Onlar, susuzluktan imdad istedikçe erimiş maden
tortusu gibi kaynar su ile imdat edilirler ki, o, yüzleri kavurur. O ne fena
içkidir ve o ateş te ne kötü konaklama yeridir.”215
Cehennemi
hazırladık ve artık o tutuşmak için bir gayrete ihtiyaç göstermez. Onu hazır
etmek için bir zaman almaz. Cehennemin zalimleri kuşatan duvarları vardır.
Artık oradan kaçma yolu da yoktur,
kurtulma ümidi de... Bir serin rüzgar esecek herhangi bir deliği yahut
ferahlayacak bir yeri yoktur. Onlar yangından ve susuzluktan imdat isterlerse,
onlara kazanda kaynayan yağ tortusu gibi bir su verilerek imdat edilir. Yahut
kazanda sıcak irin gibi bir suyla. Ona yaklaşmakla, yüzler kavrulur. Onu
yudumlayıp içen boğazlar ve karınlar ne olur ya? Bir düşünmeli!...
Ebu
Hureyre’den (r.a) Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Kaynar
su onların başlarının üzerine dökülecek ve bu su onların karınlarına ulaşıncaya
kadar nüfuz edecek ve ayağından çıkıncaya kadar da, içinde ne varsa parçalayıp
dışarı çıkaracaktır. İşte bu sahrdır (sıcaktır). Sonra olduğu gibi (geri eski
haline) döndürülür.”216
Ebu
Umame’den (r.a) rivayet edildi:
Peygamber
(s.a.v) Cenab-ı Hakk’ın: “(Orada o)
irinli sudan içirilecektir. Yutmağa çalışır.”217 kavli hakkında şöyle buyurmuştur:”O ağzına yaklaştırılır da onu
beğenmez. Kendisine yaklaştırılınca, yüzünü kavurur ve başının kılları dökülür.
Onu içince, makatından çıkıncaya kadar bağırsaklarını parçalar.” Aziz ve Celil
olan Allah: “Onlara kaynar bir su
içirilecek de bu su bağırsaklarını parçalayacak”218 buyurur ve yine: “Eğer
(susuzluktan) feryat edip yardım isteseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan
bir su ile kendilerine yardım edilir. O ne fena içecektir.”219 buyurdu220 Andolsun ki onlar yaptıklarıyla cezalandırılmışlardır. İşte, şu
onların cezasıdır: Boğazları ve karınları kavurup yakan sıcak bir içecek ve
inkarları sebebiyle can yakıcı bir azap “İnkar
etmeleri yüzünden onlara kaynar su ve acıklı bir azap vardır.”221
Onların
cehennemde yedikleri sert diken, onları muhakkak surette boğazlarını açmak ve
karınlarını sulamak için suya sevk eder. Yiyecekleri acılıdır. Onun için
dünyada iken acıları gideren içeceği hatırlarlar ve içecek yardımı isterler.
Bunun üzerine onlara demir tırnaklarıyla kaynar su gönderilir. Yüzlerine
yaklaşınca da yüzlerini kızartır. Karınlarına girince ise, karınlarında ne
varsa parçalar. İşte onlar çaresiz ondan içeceklerdir. “Üzerine de kaynar su içeceksiniz.”222
Hiçbir
susuzluğu serinletmeyen ve kandırmayan o sıcak sudan “Susuzluk hastalığına
tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz (çünkü içtiğiniz su, susuzluğunuzu
gidermeyecek, tersine hararetinizi artıracaktır)!”223
Ayetteki
hayvan, susuzluk hastalığına tutulmuş devedir. Kolay kolay suya kanmaz. Bu içecek, susuzluktan kandırma
içeceği değil, ancak bir yangın ve azap içkisidir.
Ebu
Saidi’l-Hudri’den (r.a) rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.v):
“(Cehennemdeki)
Gassak224 (irinden) dünyaya bir kova
dökülseydi (tüm) dünya ehlini korkuturdu.”
buyurmuştur.225 Ölüm her
taraftan onu kuşatan sebebleriyle geldiği halde, o azabını tamamlamak için
ölmez. Arkasından da zorlu bir azap gelecektir. “İşte bu onların ceza gününde ağırlandıkları yiyecekleridir.”226
Misafire
ikram olacak yiyecek rahat ve huzur için olur. Fakat onların bu yiyeceklerinde
hiçbir rahat ve huzur yoktur. Bu onların hakkında şüphe edip birbirine
soruşturdukları yemekleridir. Bu gerçekten hezimete uğrayan, ziyan eden
zorbanın şaşılacak bir manzarasıdır. Onun da ötesinde kendisine korkunç ve
dehşetli bir tarzda varacağı yer yani cehennem gururlanarak kibirlenerek
görünür.
“Ateş yârânı cennet yârânına:
Su(yunuz)dan veya Allah’ın size verdiği rızıktan biraz da bize akıtın” diye
feryat ederler. Onlar da: Doğrusu, derler Allah bunları kâfirlere haram etti.
(O kâfirler) ki onlar dinlerini bir eğlence ve oyun edinmişlerdi. Onları dünya
hayatı aldatmıştı.”227
İşte
cehennemlikler cehenneme böylesine doluşunca elim ve acı bir ihtarla cevap
verirler. Sonra umumi olarak beşeriyetin sesi, izzet, ululuk ve hüküm sahibi
Rabb’ın sesinin boşalması için kısılıp, gizlenir: “İşte onlar nasıl şu
günlerine kavuşmayı unuttular, âyetlerimizi nasıl bilerek inkar ettilerse biz
de bugün onları böyle unutacağız.”228
Bunlar gerçekten sunulan tablonun safhalarında
hayret edilecek çarpıntılardır. Orada ne tevbe için bir genişlik vardır, ne
sıkıntı içerisindekine bir şefaat vardır ve ne de iyi amelde bulunmak için
başka bir dönüş vardır.
İmam
Muhasibi şöyle der:
“Düşün,
ciğerini ki, ateş içine giriyor ve sen de feryat ediyorsun; fakat merhamete
uğramıyorsun. “Dünyaya geri dönmeyeceksin” şeklinde cevap verilince ağlıyor ve
pişmanlık gösteriyorsun. Artık tevben kabul edilmeyecek ve feryadına cevap
verilmeyecektir.
Orada
kalışın uzamışken kendini bir düşün. Azap devam eder, üzüntü son haddine ulaşır
ve susuzluğun şiddetlenir de dünyadaki içecekleri hatırlarsın. Koşar
cehennemden yardım istersin. Sen azap işiyle görevli cehennemin bekçisi olan
meleğin elinden kabı alırsın. Kabı alınca altından avucun yanar, hararetinden
ve yanmasının şiddetinden dolayı elin parçalanıp dökülür. Sonra onu ağzına
yaklaştırırsın da yüzünü yakar. Sonra onu zorlanarak yudumlayınca boğazının
derisini soyar. Sonra karnına ulaşır da bağırsaklarını parçalar. Artık sen bir
yazık ve helak feryadı koparırsın. Dünya içeceklerini, onların soğukluk ve
lezzetini hatırlarsın. Sonra hararetini gidermek ister ve hemen, dünyada
alıştığın gibi yıkanmak ve suya dalmak suretiyle serinlemek için o hamimin
(sıcak suyun) duvarlarına koşarsın. Hararet şiddetlenip de kaynar suya dalınca,
başından ayağına kadar derilerin yüzülüp soyulur. Bu sefer de, daha hafiftir
ümidiyle aceleyle ateşe koşarsın. Sonra ateş yanığı sana iyice ağır gelir de
tekrar kaynar suya dönersin. İşte sen bir ateş, bir kaynar su arasında dolaşır
durursun.
İşte
bu, harareti son dereceye varmış olan ateştir. Sen bir ferahlık ararsın; fakat
o kaynar su ile ateş arasında hiçbir ferahlık bulunmaz. O ferahlığı arar da
hiçbir zaman bulamazsın. Senin keder ve susuzluğun artınca ve meşakkatin iyice
takatini zorlayınca, cennetleri hatırlarsın. Allah’ın himayesine karşı
üzüntünden ve cennet nimetlerine olan hüznünden dolayı yüreğinden boğazına
doğru bir acı tırmanır, gelir.
Sonra
cennetin içeceklerini ve sularının soğukluğunu ve hoş yaşamını hatırlarsın,
bundan mahrum kalmaktan duyduğun iç yangınından dolayı kalbin parçalanır. Sonra
oradaki ana, baba, kardeş ve diğer bazı yakınlarını anarsın da muztarip ve
yanık bir kalpten çıkan mahzun bir sesle onlara seslenirsin:
Ey
anneciğim! Ey babacığım! Ey kardeşim! Yahut halacığım, amcacığım veya
kızkardeşim! “İçecek bir su!” dersin. Onlar da sana mahrumiyetle cevap
verirler. Böylece ümidini boşa çıkartmalarından duyduğu üzüntüden ve aziz ve
celil olan Allah’ın gazabından dolayı onların da sana olan öfkelerini gördüğünden
kalbin parçalanır. Bunun üzerine dünyaya seni geri döndürmesi ümit ve dileğiyle
derhal feryat ederek Allah’a sığınırsın. Fakat uzun bir müddet geçtiği halde,
Allah, sana hakaret için cevap vermez. Çünkü sesin senin onun nezdinde gazaba
sebep olur. Onun katında senin makamın düşüktür.
Sonra
kendi nezd-i uluhiyetinden sana “Sinin oraya! Bana (bir şey) söylemeyin!” diye
mahrumiyetle nida eder. Sen O’nun bu seslenişini işitince, göğsünde nefesin
daralır ve sesli sesli soluyan ve konuşmaya takat getiremeyen bir ızdırap
içinde kalırsın. Artık senden bir soluk bile çıkmaz olur. Sonra Cenab-ı Allah
(c.c) senin ümitsizliğini ve pişmanlığını artırmak diler de senin ve oradaki
Allah düşmanlarının üzerine cehennem kapılarını kapatır. Eğer O seni
affetmezse, cehennem kapısının sallanıp gıcırdayıp üzerine kapandığını
işitirken ne yapabileceğini zannedersin?
Cehennemin
kapıları üzerlerine kapatılırken gıcırtılarını işittikleri ve hiçbir zaman
oradan kimsenin çıkmaması için, Aziz ve Celil olan Allah’ın üzerlerine onları
kapattığını bildikleri zaman, senin ve cehennem sakinlerinin ümitsizliği ne
büyük boyutlardadır! Kalpleri ümitsizlikten parçalanır. Bir daha ferahlık
olabileceğinden ümitleri kesilir. Artık ordan hiçbir çıkış ve Allah’ın
azabından ebediyyen kaçacak bir yer olmadığına inanırlar.
Artık
orada ölümsüz, ebedi kalacaklardır. Kendilerinden ayrılmayan bir azap vardır.
Onlara ebediyyen rahatlık ve ferahlık yoktur. Bitmez tükenmez hüzünler, son
bulmaz gamlar, kederler, iyileşmez hastalıklar, çözülmez bağlar, ebediyyen
çözülmez bukağılar, demir halkalar, hiçbir zaman giderilemeyen susuzluklar,
asla dinmeyen üzüntüler ve boğazlarına duran Zakkum’dan başka hiçbir zaman
yeyip doyamayacakları açlıklar...
Cehennem
ehli zakkum’un üstüne boğazlarını açması için “Su!” diye imdat isterler de
verecekleri kaynar su bağırsaklarını parçalar. Allah’ın rızasını kaçırmaktan
dolayı, bir pişmanlık ve iç yangısı ve göğüslerinde inip çıkan Allah’ın
korunmasından mahrumiyet vardır.
Onların
ağlamalarına merhamet edilmez, duaları kabul edilmez, yalvarıp yakarmalarına
cevap verilmez. Tevbeleri kabul edilmez. Artık onlar devamlı bir azap ve
kesintisiz bir horluk içerisindedirler. Eğer Allah seni affetmezse, sen de
aynen bu örnekteki gibi olacaksın!
Ateş
etlerini yemiş ve yüzlerinin güzelliklerini mahvetmiş ve onların güzellik
hatları silinmiş de sadece birbirine ulalı, yanık ve kararıp kalmış vaziyette,
halkın içerisinde azap edilenleri bir görseydin! Onlar helak ve yok olmayı
feryatla isterlerken, bağlar ve bukağılar içinde endişe ve ıztırap çekerler.
Feryat ile hıçkıra hıçkıra ağlaşırlar. Bu halde onları görseydin, onların
şekillerinin çirkinliğinin korkusundan dolayı kalbin erirdi. Pis kokularının
yüzünden ve ruhun bedeninde oldukça onların bedenlerinin hararetinin ve
nefeslerinin sıcaklığının şiddetinden zayıflardın. Kalbinden emel, ümit yok
olmuş ve ona ümitsizlik ve yeis hakim olmuş kendine acıyorken, sende onlardan
birisi olarak kendine baktığın zaman halin nasıl olur?...
Bakışın
iki göze ilişir de onun sevmediği ve memnun olmadığı bakışına bedel ve intikam
olarak onların azarını işitirsin. Kulaklarına kadar ateşe gömülürsün de ateşin
uğultusunu ve gürültüsünü duyarsın. Ateş seni bürür ve kemiklerinden etleri
silkeler, etlerini eritir ve ta içine işler. Peşinden ciğerlerini ve iç organlarını
yakar. Artık kalbine yakınlık, hasret, pişmanlık ve üzüntü hakim olur. Bu
halleri sen sakin bir kafayla düşün!...*
Evet...
İmtihanı kazanacak ve kaybedecek olanların ebediyyen içinde kalacağı
meskenleri, içindekileri ile birlikte tanıdık zannediyorum.
Cehennem
dosyasını kapatmadan önce cehennemdekilerin birbirleriyle ve cehennem
görevlileriyle olan muhabbetlerine biraz kulak misafiri olalım.
CEHENNEMLİKLERİN KONU½MALARI
“Ve onlar orada feryat ederler: Rabbimiz,
bizi çıkar ki önceden işlediklerimizden başka türlü salih bir amel işleyelim.”229
Bulundukları ortamın itici olması
sebebiyle pişmanlık! kokan aciz bir muhtacın sesi: ...”Rabbimiz bizi çıkar
ki...”
“Ateşin içinde karşılıklı deliller
getirip tartışacaklarında, zayıf olanlar büyüklük taslayanlara şöyle
diyecekler: “Biz size uyan kimseler idik. ½imdi bu ateşin bir kısmını olsun
bizden kaldırabilir misiniz?
O büyüklük taslayanlar diyecekler ki:
“Muhakkak biz, hepimiz bunun içindeyiz. ½üphesiz Allah kullar arasında hüküm
vermiş bulunuyor.”
Ateşte olanlar, cehennem bekçilerine
diyecekler ki: “Rabbinize dua edin ki
üzerimizden bir gün olsun azabı hafifletsin.”230
“Kâfirler
diyeceklerdir ki: “Rabbimiz, cin ve
insanlardan bizi saptıran o iki kişiyi bize göster ki, en aşağıda olanlardan
olsunlar diye onları ayaklarımızın altına alalım.”231
“Ey Malik, Rabbin hakkımızda (ölümle)
hüküm versin” diye sesleneceklerler. “Sizler muhakkak böyle kalacaksınız”
diyecek.
“Andolsun Biz sizlere hakkı gönderdik.
Fakat çoğunuz hakkı hoş görmeyenler idiniz.”232
“Oraya atıldıklarında, o kaynayıp
coşarken onun korkunç sesini işitirler. Öfkesinden neredeyse çatlayacak gibi
olur. İçine her bir gurub atıldığında bekçileri onlara: “Size uyarıcı bir
peygamber gelmedi mi?” diye sorarlar.
“Onlar: “Evet gerçekten bize bir uyarıp
korkutucu geldi. Fakat biz yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz
ancak büyük bir sapıklık içindesiniz, dedik” diye cevap verirler.
“Yine derler ki: “Eğer biz dinleseydik ve
aklımızı kullanmış olsaydık, cehennemlikler arasında olmazdık.”233
Cehennemliklerin
konuşmalarını dinledikten sonra cennet ve cehennem menüsünün kıyasını yapalım:
Cennet Cehennem
1-
Arzulanan her nimet... 1- Kaynar su.
2-
Rahat ve huzur. 2- Kanlı irin.
3-
Ebedilik. 3- Zakkum.
4-
Yaşlanma olmayıp, sabit yaş. 4- Ateş.
5-
Huriler. 5-
Deri üzerine deri yaratılma
6-
Serinlik. 6- Unutulma.
7-
Tüm nimetler emre amade bekler. 7- Ebedi azap.
8-
Mevsim sorunu olmayıp, 8- Bir dakika bile olsa
arzulanan
tüm meyveler var.
mola yok.
½ekil
8= Cennet ve cehennem Menüsü.
Dokuzuncu
Bölüm
HANGİ
YOL CENNETE ÇIKAR?
GİRݽ
İmtihanı
kazanacak ve kaybedeceklerin kendilerini beklediği mekânlar dikkatlice
inceledikten sonra insanın aklına ister istemez hangi yol cennete, hangi yol
cehenneme gider sorusu geliyor.
Evet...
Dünyaya gözlerini açan her insanın uğrayacağı bir mekân; ya cennet, ya da
cehennem.
½ekil
9= Cennet yolu oldukça önemli olmalı. Çünkü cennet ebedi.
CENNET YOLUNUN ÖNEMİ
Cennet
ve cehennem imtihanın son perdesi olduğundan cennet ve cehennem yolu kişinin
yaşam tarzıyla yakından ilgilenir. Yani insan, cennet patentli bir hayat yolu
seçerse soluğu cennette, cehennem endeksli bir hayat yolu seçerse de soluğu
cehennemde alır. Gidecek başka bir mekan olmadığına göre;
-
Bu yol çok önemli olmalı; çünki dünyaya bir defa geleceğiz. Ve bir daha da
gelmeyeceğiz. Ya kazanacağız, ya da kaybedeceğiz. Çünki tabi olduğumuz imtihan
bir defaya mahsus.
-
Bu yol önemlidir; çünkü o yolda yürüyenleri ebedi bir mutluluk bekliyor.
-
Bu yol çok önemli; çünkü bu yol dışındaki tüm yollar cehenneme çıkar.
-
Bu yol çok önemli; çünkü bu yolda yürüyenler dünyada ve ahirette mutlu olacaklar.
Başlığımızı
atarak bu yolda emin adımlarla yürüyelim.
HANGİ YOL CENNETE GÖTÜRÜR?
Yani hangi yaşam tarzı insanı cennete
götürür?...
Cevabımız
beş harfli bir kelimede gizli:
“İSLAM”
Evet...
Allah-u Teala’nın adına İslam dediği yaşam tarzı kişiyi cennete götürür. Bu
yolun yolcularına da “müslüman” denir. Yani bu yolun tüm kurallarına kayıtsız
şartsız uyacağına dair söz vermiş olan kimse...
Ama
malesef bugün birçok insan “müslüman” kimliğini kullanarak -belki de farkında
olmadan- cehennem yolunda son gaz gidiyor. Bir de bakacaklar ki soluk,
cehennemde alınmış.
İnsanlar
niçin cehennemlik ameller işlerler, ya da kulluklarını yapmada niçin gereken
sabrı göstermezler?... Cennet erişilmesi imkânsız bir mekân mı? Günahların
affedilmeyeceğinden mi korkuluyor?,... Yada (Allah muhafaza) ölümden sonraki
hayata iman mı edilmemiş?234
Eğer
cennet yolunun önemi kavranmışsa, cennet kapısına kadarki güzergahta bilmemiz
lazım olan şeyleri öğrenmek kolay olur artık.
Cennet
ve içindekilerini arzulamışsanız, bir an önce o güzel nimetlerle buluşmak
istiyorsanız on maddeden oluşan başlığımızı dikkatli ve anlayarak okumaya çalışın.
Cennete
giden yolun önce Allah’a kul olmaktan geçtiğini hatırlatalım. Kendisine kulluk
yapacağımız Allah’ı gereği gibi tanıyamazsak cennetlik ameller işlemekten
zorlanırız. Artık giriş yapabiliriz.
1- CENNETE GİDEN
YOL BU SİSTEMİ HAZIRLAYANI TANIMAKTAN
GEÇER:
Yani
cennete giden yol Allah’ı tanımaktan geçer. Ve Allah gereği gibi tanınırsa da
bu sistemin varlığı hakkında bir güven oluşur.
Allah-u
Teala tanınmalı... Çünkü tanıdığımız oranda sever ve sevdiğimiz oranda da
kendisine kul oluruz.
Allah-u
Teala’yı tanıyan kişi yapmış olduğu her eylemin Allah’ın kendisini gördüğü
bilinciyle yaşantısına çeki düzen verip Allah’ın sevmiş olduğu kulların safında
yer alır.
Allah
(c.c) tanındıkça iman artar ve amele yansır.
Allah’ı
tanımak görmekten geçer.235 Dünyadayken
hiçbir göz Allah’ı göremeyeceğine göre, geriye tek bir şey kalıyor; o da;
-
Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanımak... Aksi halde tanıyamayız ve Allah’ı da en
iyi tanıtacak olan kendisi olduğu için kılavuzumuzun sahifelerini karıştırıp
tanımaya çalışalım.
Ve
Allah (c.c) kendisini tanıtıyor;
O ALLAH Kİ BİR’DİR.
“De ki: O Allah bir’dir.”235
Yani
başka Allah yoktur. Ne eşi, ne de benzeri vardır. Ne doğmuş, ne de doğurmuştur.
Ne de yaratılmıştır. Çünkü O; birdir.
O ALLAH Kİ HER ½EYİ GÖRÜR VE ݽİTİR
“Allah her şeyi işiten ve görendir.”237
“Allah ne yaptığınızı çok iyi görendir.”238
“Muhakkak ki Allah kullarından
haberdardır..”239
“O yere gireni de, ondan çıkanı da,
gökten ineni de oraya yükseleni de bilendir.”240
Aman
Allah’ım sen ne büyüksün! Sen ne yücesin!...
Aynı
anda tüm kullarını görür ve işitirsin. Tüm doğada olup bitenleri görür ve
bilirsin. Senin kontrolün dışında bir yaprak dahi kımıldayamaz.
O
Allah ki; dünyanın neresinde, günün hangi saatinde olursa olsun en ufak bir
fısıltıyı dahi aracıya gerek duymadan işitir ve görür.
“Görmedinmi ki Allah gökte ve yerde olan
herşeyi muhakkak bilir. Üç kişi fısıldaşmayı versin muhakkak O, onların
dördüncüleridir. Beş kişi olmayın versinler, muhakkak O, onların
altıncılarıdır. İster bundan daha az veya daha çok olsunlar, nerede
bulunurlarsa bulunsunlar O mutlaka onlarla beraberdir. Sonra kıyamet gününde
kendilerine yaptıklarını haber verir. Gerçekten Allah her şeyi çok iyi
bilendir.”241
O
Allah ki hiçbir şey ona gizli kalmaz. Çünkü O Allah’tır.
Allah’ın
her şeyi görüp ve işittiği bilincine varılması kişinin yaşantısına dikkat
etmesini sağlar. Çünkü o kul neyi işitiyorsa Allah (c.c)’ta o kulunun neyi
işittiğini işitiyor. O kul neyi görüyorsa Allah’da o kulunun neyi gördüğünü
görüyor.
Durum
böyle olunca da o kul gözlerini Allah’ın yasaklamış olduğu şeylere bakmaktan,
kulaklarını da Allah’ın sevmediği şeyleri dinlemekten sakındırır.
Bu
iki sıfatı idrak etmek kişiyi imtihanında uyanık ve daha az hata yapmasını
sağlar. Çünkü o Allah ki her şeyi görür ve işitir.
O ALLAH Kİ YAPILAN DUAYI DA ݽİTİR
“(Ey Muhammed!) Kullarım sana benden
sorarlarsa, ben şüphesiz onlara pek yakınım. Bana dua edenin duasını kabul eder
dua ettiği anda işitir, ona karşılık veririm.”242
Evet...
O Allah ki yapılan duayı da işitir. Nerede olursan ol... İster zindanda, ister
uçakta, ister dağda, ister bahçede, ister yürürken, ister uyku öncesi, ister
gece, ister gündüz... Hiç fark etmez. Her halukârda işitir. Allah için lisan
farklılığı da söz konusu değildir. İster Arapça, ister İngilizce, ister
Afrikaca... isterse de konuşma özürlü olsun. O Allah değil mi? Kullarını
kendisi yaratmadı mı?...
Allah-u
Teala’nın her duayı işitiyor olduğunun bilincine varan kul, Allah’la arasına
hiçbir şeyh’i ve hazretlerini koyma gereği de duymaz. Her ne istiyorsa direk
Allah’tan ister. İster evlat istemiş olsun, ister hastalığına şifa, isterse de
sınıfını geçmek istesin. Hiç fark etmez. Çünkü o Allah ki her duayı işitir.
O ALLAH Kİ HER ½EYİ BİLİR
“Allah her şeyi çok iyi bilendir.”243
“½üphe yok ki yerde de, gökte de Allah’a
hiçbir şey gizli kalmaz.”244
“De ki: Göğüslerinizin içinde olanı
gizleseniz de, açıklasanız da Allah onu bilir. Göklerde olanı da yerde olanı da
O bilir. Allah her şeye kadirdir.”245
“Neyi açıklar, neyi de gizleseniz hepsini
Allah bilir.”246
“Gizlinizi de açığınızı da bilir. O ne
kazanacağınızı da bilir.”247
“Gaybın anahtarları O’nun yanındadır.
Ondan başkası bunları bilmez. Karada ve denizde ne varsa hepsini O bilir. Bir
yaprak düşmeye görsün. Mutlaka onu bilir.”248
“Görüneni de, görünmeyeni de bilir.”249
“...Çünkü o kalplerin özünde olanı çok
iyi bilendir.”250
½u
anda elinizde okuduğunuz kitabı görür, ne düşündüğünüzü bilir, yanınızdakiyle
neyi fısıldaştığınızı işitir.
Çünkü
hiçbir şey O’na gizli kalmaz.
O ALLAH Kİ DİLEDݼİNİ YAPAR
“Fakat Allah dilediği her şeyi yapar.”251
“De ki; “Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen
mülkü kime dilersen ona verirsin, mülkü kimden dilersen ondan alırsın. Kimi
dilersen onu aziz edersin, kimi dilersen onu zelil edersin. Hayır senin
elindedir. ½üphesiz sen her şeye kadirsin.”
“Geceyi gündüzün içine geçirir, gündüzü
geceye sokarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın. Diriden de ölüyü çıkarırsın.
Dilediğine de hesapsız rızıklar verirsin.”252
Her
şeyin sahibi Allah (c.c) dilediği her şeyi yapar. Hem de hiç kimseye
danışmadan. Hiçbir varlıktan etkilenmeden.
Dilemiş
olduğu bir anda dilediği fakir kulunu bir şekilde zenginleştirir. Bunu fakir
kılmaya kimsenin gücü yetmez. Allah dilememişse tabi...
Dilediği
zengini fakir kılabilir. Hem de hiç kimseden etkilenmeden.
Dilediği
ünlüyü! ünsüzleştirebilir. Hem de çok kısa bir zamanda.
Dilemiş
olduğu bahçeye ürün verir dilediğini de kurutur. Hem de hiçbir zorluk duymadan.
Yeter
ki Allah (c.c) dilemesin... Zaten O bir şeye ol dedi mi, o şey hemencecik
oluverir.
“Allah bütün canlıları sudan yarattı.
Onlardan bazısı karnı üzerinde yürür. Bazısı iki ayak üzerinde yürür. Bazısı
dört ayak üzerinde yürür. Allah dilediğini yaratır. Allah her şeye gücü
yetendir.”253
Evet...
O Allah değil mi?... Ne dilerse onu yapar. İki ayaklılardan martıyı yaratır;
uçuş güzergahı güzeldir, yiyeceği tazedir.
Dört
ayaklılardan lağım faresini yaratır güzergahı ve yiyeceği malumdur.
Ne
farenin yaşantısına martı üzülür, ne de martının yaşantısına fare itiraz eder.
Çünkü Allah (c.c) öyle diledi...
Allah
(c.c) arıyı yaratır, insanoğlu onu el üstünde tutarak canını tehdit edici bir
harekette bulunmaz.
Eşeği
yaratır; yaşlanıncaya kadar yük taşıtılır ve binilir. Çünkü Allah (c.c) öyle
diledi.
O
Allah ki dilediğine evlat verir, dilediğine vermez. Dilediğini sakat yaratır,
dilediğini güçlü ve güzel fizikli yaratır. Hem de hiçbir şeyden etkilenmeden. O
Allah değil mi ne dilerse onu yapar.
İnsana
düşen şey ise kendisi hakkında ne dilenmişse sabır ve sabrında sebat göstermek.
Çünkü Allah öyle diledi...
O ALLAH (C.C) Kİ DİLEDİ¼İ HÜKMÜ KOYAR;
“½üphesiz Allah dilediği hükmü koyar.”254
Evet...
O Allah değil mi?... Her şeyi yaratmadı mı?... ve yaratılan her şeyden de güçlü
değil mi?... Gaybı da yanlızca kendisi bilmiyor mu?... O halde neden bir başka
varlığa danışsın ki?...
O
Allah ki hiç kimseye danışmadan, hiçbir duygudan etkilenmeden dilediği hükmü
kor. Ve insanlara da koymuş olduğu hükümlere uymak düşer.
O ALLAH Kİ HER ½EYE GÜCÜ YETER
Allah
(c.c) bir şey dilemişse onu yapacak gücü vardır. Çünkü hiçbir şey Allah’a (c.c)
zor gelmez. Küçük bir karınca yarattığı gibi tonlarca ağırlıkta fil de yaratır.
Hem de hiç zorlanmadan.
O
Allah değil mi? Elbetteki her şeye gücü yeter.
Dilerse
tüm dünyayı sallar. Buna da gücü yeter. Dilediği kavimleri yok edebilir. Çünkü
Allah (c.c) çok güçlü. Onun gücü karşısında hiçbir varlık dayanamaz.
O ALLAH Kİ YARATANDIR
O
Allah ki gözlerimiz dahil, gördüğümüz ve göremediğimiz tüm her şeyi yaratandır.
Geceyi de, gündüzü de, sıcağı da, soğuğu da, pamuğu da, demiri de, elma
içindeki kurtçuğu da, bağırsaktaki tenyayı da, güveyi de, aslanı da, salkımdaki
üzümü de, denizdeki balığı da,... Tüm her şeyi yaratandır. Yaratmak ona zor
gelmez. Çünkü O bir şeye ol dedi mi o şey hemencik oluverir.
O ALLAH Kİ YARATTI¼INDA HİÇBİR
DÜZENSİZLİK GÖRÜLMEZ
“Rahmanın yaratışında hiçbir düzensizlik
göremezsin.” 255
Evet...
Hiçbir göz Allah’ın yarattığında ne bir düzensizlik, ne de bir başıboşluluk, ne
de bir plansızlık görülür.
“O
tabaka tabaka* yedi gök yaratandır. Rahmanın yaratışında hiçbir düzensizlik
göremezsin. Haydi gözünü çevir de bak. Bir çatlak görecek misin?...
Sonra
gözünü tekrar tekrar çevir bak. Göz, hor ve hakir (kusur bulmaktan yana)
yorulmuş olarak yine sana dönecektir.” (256)
Allah’ın
yaratmış olduğu herhangi bir şeyde düzensizlik göremeyiz demiştik. Bakalım
görebilecek miyiz;
-
İnsanların çiftleşmesiyle insan, kedilerin çiftleşmesiyle kedi, yılanların
çiftleşmesiyle yılan, keçinin çiftleşmesiyle keçi, balığın çiftleşmesiyle de
balık dünyaya gelir. (Bir düzensizlik yok.)
-
Karpuz kestiğimizde içinden ne kedi yavrusu çıkıyor, ne de üzüm tanesi. (Bir
düzensizlik yok.)
-
İnsanlar ve hayvanlar gözleriyle görür kulaklarıylada işitirler. (Bir
düzensizlik yok.)
-
Hiçbir canlı parmaklarıyla görmez, diz kapaklarıyla da işitmezler. (Bir
düzensizlik yok.)
-
Doğan canlı anne memesinden emer. Kulak ya da parmaklarından emmez. (Hiçbir
düzensizlik yok.)
-
Kayısı tohumunu eken çiftçi hiçbir zaman yanılmamıştır. Çünkü o tohum kayısı
dışında hiçbir meyve vermez. (Bir düzensizlik yok.)
-
Ömür uzadıkça vücut azaları teklemeye başlar. Gençleşmez. (Bir düzensizlik
yok.)
Nereye bakarsan bak, hiçbir düzensizlik
göremezsin. Çünkü Allah’ın yarattığında hiçbir düzensizlik görülmez.
O ALLAH Kİ HİÇBİR ½EYE MUHTAÇ DE¼İLDİR
“Ey insanlar! Allah’a muhtaç olanlar
sizlersiniz. Allah ise; O kimseye muhtaç olmayandır, hem de layık olandır.”257
Evet...
Rabbimiz göğün musluğunu belli bir süre kestiği zaman yağmur duasına giden biz
insanlar ne kadar da aciziz. Öyle değil mi? O ise hiçbir varlığa muhtaç
değildir.
Ne
yaratmak istediğinde danışır, ne de hüküm koyarken zorlanır. Her şey ona
kolaydır. Haliyle de hiçbir zaman, hiçbir kimseye muhtaç olmaz. Çünkü her şey
ona muhtaçtır.
O ALLAH Kİ HER ½EYE HAKİMDİR
“O, kullarının üstünde her türlü
tasarrufa sahiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.”258
Hakim,
geniş ilmi olan, işlerin başlangıcı ve sonucunu bilen, her yönüyle övülen,
eksiksiz güç ve kudret sahibi ve rahmeti bol olandır. O, her şeyi yerli yerine
koyan, yaratması ve idare etmesinde her şeyi layık oldukları yere
yerleştirendir. Ona hiçbir soru yöneltilmez, hikmetine laf edilemez.259
Evet...
Allah yarattığı her şey üzerinde hakimdir. O hüküm koyar ve insanlardan da o
hükme boyun eğmelerini bekler.
Çünkü
insanları Allah yarattı ve en iyi ne şekilde yaşayacaklarını da en iyi O bilir.
“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı
yalnızca Allah’ın üzerindedir.”260
Havadaki
kartalın, daldaki böceğin, topraktaki solucanın, kafadaki bitin, lağımdaki
farenin ve her canlının rızkını bir şekilde verir. Rızık dağıtımında da bir
düzensizlik görülmez. Ne gibi;
Timsahın
yaşayabilmesi için bolca ete ihtiyacı vardır. Belgesellerde izlemişizdir;
Genelde büyükbaş hayvanlar yem olurlar.
Ormandaki
aslan bir geyiğin peşinden, havadaki serçe sineğin, dağdaki tilki ise tavşanın
peşinden koşarak rızıklanırlar. Nereden bakarsan bak büyük bir iş, rızık
dağıtımı.
Ne
gecesi var ne de gündüzü... Dünyanın dört bir yanındaki canlıların geçimini
üzerine almak büyük bir iddia ve büyük bir zenginlik. Hem de hiç unutmadan
rızıklandırmak. Allah’ım sen ne zenginsin! Sen ne güçlüsün!,
O
Allah ki dilediğine dilediği kadar rızık verendir. Allah bir kuluna rızkı
bollaştırmak istediğinde kim engel olabilir ki? Kim bu rızkın önüne geçebilir
ki?
Rızkı
azaltmak istediğinde de kimse önüne geçemez. 45 yılda biriktirilen rızık 45
saniyede geri de alınabilir. Bu Allah’a çok kolaydır.
O ALLAH Kİ ZENGİNDİR
“Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan
sizsiniz. Zengin ve övülmeye layık olan ancak O’dur.”261
Allah
zengindir. Hiç kimseye muhtaç değildir. Yarattıklarının hepsi her halukârda
O’na muhtaçtır. Yaratılışlarında O’na muhtaçtır. Hayatlarını devam
ettirmelerinde O’na muhtaçtır.
Göklerin,
yerin ve rahmetin hazinelerine sahip olması O’nun çok geniş zenginliğindendir.
O’nun yarattıklarına karşı cömertliği her zaman kesintisiz devam eder. O’nun
eli gece gündüz açıktır.262
Her
sene topraktan ve denizden çeşit çeşit ürünler vermesi zaten ıspatlıyor. O
Allah değil mi? Elbette zengindir. Çünkü her şey O’nun.
O ALLAH Kİ BA¼I½LAYICIDIR
Evet...
Allah bağışlayıcıdır. Dünyanın en suçlusu da olsak nefes alıp verdiğimiz sürece
güzel bir tövbeyle bizleri bağışlar. Sanki işlediğimiz suçları bizler
yapmamışız gibi günahlarımızı paklar. Okuyoruz;
“½üphesiz ki Allah çok bağışlayıcı ve çok
mağfiret edicidir.”263
Allah’ın
bağışlayıcı olması onun zenginliği, büyüklüğü ve merhametindendir. Allah
bağışlamayı sever. Yeter ki kul bağışlanmak için yerinden kalkıp “Affet
Allah’ım”a desin yeter... O kadar
işlenen suç bu iki kelimeyle paklanır.
“Muhakkak ki Ben, tevbe eden, inanan ve
salih amel işleyen, sonra da doğru yola gireni bağışlarım.”264
O ALLAH Kİ VAADİNDEN DÖNMEZ
“ ... Elbetteki Allah sözünden caymaz.”265
“ ... ½üphesiz Allah vaadinden dönmez.”266
“ ... Allah vaadinden caymaz. Fakat
insanların çoğu bilmezler.”267
Evet...
Allah sözünden caymaz...
•
O Allah ki rızık veririm der... ki verir.
•
O Allah ki suçluları cezalandıracağım der. Cezalandırır.
• O Allah ki inananlara cennet vaad eder.
Verir.
• O Allah ki bağışlayacağım der. Bağışlar.
• O Allah ki bizleri tekrar dirilteceğini
söyler. Diriltir.
• O Allah ki tövbeyle bağışlayacağını söyler
ki bağışlar.
• O Allah ki zulmetmeyeceğini, adil olduğunu
söyler ki adildir.
O ALLAH Kİ HER AN FAALİYETTEDİR.
“Göklerde ve yerde bulunan herkes ondan
diler. O her gün (her an) da bir iştedir.”268
• Dağdaki kurt acıkmıştır; Allah ona bir av
göndererek ihtiyacını karşılar.
• Köydeki kadının doğum sancıları başlamıştır;
doğumu kolaylaştırarak bebeğin çıkışına izin verir.
• Aynı saniyede Afrika’daki bir yerlinin ömrü
dolmuştur; hemen canını alır.
• Çayırdaki çimenler, ağaçlar susuz kalmıştır;
o bölgeye yağmur gönderir.
• Bir topluluk azmıştır; binlerce kişi aynı
anda cezalandırılır. Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Evet
O Allah ki hiç boş durmaz. Ne uyur, ne de uyuklama baş gösterir. Günün yirmi
dört saati yarattıklarını gözetleyip ihtiyaçlarını giderir. Hemde hiç aksama
olmadan. Çünkü O Allah’tır. Her şey ona kolay gelir.
Aynı
anda can ver, can al, rızık ver, cezalandır, mükâfatlandır, gözet, işit,
duaları işit...
Aman
Allah’ım ne güç! ne büyüklük!...
Allah
(c.c) ancak isim ve sıfatlarıyla tanınır demiştik. Allah’ın (c.c) isim ve
sıfatlarının sadece bir kısmını kitabımıza aldık. Daha geniş bilgiyi
kitabımızın son bölümünde bulabilirsiniz.
Allah-u
Teala’yı bu sahifeye kadar gereği gibi tanımaya çalıştıysak bundan sonra işimiz
kolaylaşır. Çünkü Allah-u Teala tanınınca bir sevgi ve bir güven oluşur
demiştik.
Allah’ın
bizleri görmesi, işitmesi, bağışlayıcı olması rızık vermesi, adil olması ve
sözünden dönmeyen olması bir güven, bir sevgi vermez mi?
Çünkü
dünya ve içindekiler emrimize amade kılınmış...
ALLAH İLE DOSTLUK NASIL KURULUR
Allah
(c.c) ile dostluk verilen nimetleri görmek ve Allah’ın yaratmış oldukları
varlıklar üzerine tefekkür ile kurulur.
Sadece
O’na kul olabilmek ile, sadece O’na dua ederek, her ne istenecekse O’ndan
istenerek dostluk kurulur. Çünkü kim Allah-u Teala’ya bir adım yaklaşırsa,
Allah-u Teala ona on adım yaklaşır. Kim Allah’a yürüyerek gelirse, O ona
koşarak gelir. Çünkü Allah kuluna dost olmak istiyor. Yeter ki bizler Allah’ı
tanıyıp O’nu sevelim.
2. CENNETE GİDEN YOL;
İMTİHANA MUHATAP “İNSANI” TANIMAKTAN
GEÇER:
İmtihana
muhatap kılınan “insan”ı da tanımak lazım.
İnsanoğlu
“ne”den yaratıldı?, nasıl bir fıtrata sahiptir? Ortak özellikleri nelerdir?
Diğer canlılardan ayrılan özellikleri nelerdir? Çok mu değerli ki dünya ve
içindekileri emirlerine amade kılınmış?
İnsanoğlunun
Rabbi katındaki değeri nedir? vs... Tüm bunların bilinmesi lazım. Eğer
insanoğlu kendisini hakkıyla tanımış olursa hem diğer canlılarla ilişkileri
düzelir, hem de imtihanı kolaylaşır.
İnsanın
hem maddi, hem de manevi boyutu vardır. Yani; deri, kemik, kan ve et. Bunlar
insanoğlunun maddi boyutu... Duygusallık, cimrilik, cömertlik, asabi oluşu,
aceleci, zalim, uysal vs... oluşu. Bu ise manevi boyutu.
İnsan
nasıl bir varlıktır?... Bu soruya en iyi, en kalıcı cevabı hiç kuşkusuz Yaratan
daha iyi cevaplar. Çünkü insanı yaratan nasıl bir fıtrata sahip olduğunu bilmez
mi?
Bakalım
Rabbimiz biz insanları nasıl tanıtıyor?
İNSANIN MADDİ BOYUTU
“Ey insanlar! Eğer öldükten sonra
dirilmekten yana şüpheniz varsa, muhakkak biz sizi(n atanız Adem’i) topraktan
yarattık. Sonra (soyundan gelenleri) nutfe (meni)den, sonra alaka’dan, sonra da
şekli belli belirsiz bir çiğnem etten (yarattık). Size açıklayalım diye.
Rahimde dilediğimizi belli bir zamana kadar durduruyoruz. Sonra sizi bir çocuk
olarak çıkartıyoruz. Sonra en güçlü ve olgun çağınıza ermeniz için (bunu
yapıyoruz). Kiminiz ölür. Kiminiz de ömrün en zayıf ve fena dönemine
döndürülür. Önceden bilmiş olduğu şeyleri bilmez olsun diye...”269
İlk
insan topraktan yaratıldı... Daha sonraki nesil ise basit bir sıvıdan... Yani
meniden... Sidiğin çıktığı mekândan gelen meniden...
Tüm
insanlığın ana malzemesinin basit bir sıvıdan oluşunun sırrı nedir acaba?...
Niçin basit bir sıvıdan yaratıldık?
Sakın
ola ileriki zamanlarda gururlanacak insanoğlunun gururunu, kibrini,
büyüklenmesini önlemek için olmasın?
Kime
karşı büyükleniyorsun? Kendini ne zannediyorsun? Yaratılışına baksana!... Basit
bir sıvı... Yani meni...
“O halde insanoğlu neden yaratılmış
olduğuna bir baksın.”270
Bakıyoruz;
“O insan dökülen meniden bir damla değil
miydi?”271
Evet...
Fışkıran sudan yaratılan insanoğlu, yarın Rabbine meydan okuyacak, onun
hakimiyetini kabullenmeyecek, kendisini bir şey zannedecek ve tekrar Rabbine
döneceğini de unutacak... Yazık... Cidden yazık...
Devam
ediyoruz;
“½ekli
belli belirsiz bir çeşit etten yarattık.”
Serçe
kadar et parçası... Görüldüğü zaman mide bulandıran!...
“Sonra o nutfeyi alaka kıldık. Sonra o
alakayı bir parça et ve o bir parça eti kemik yaptık, kemiğe de et giydirdik...”272
Serçe
kadar et parçasının bir kısmı kemik olmak için fiziksel değişikliğe geçiyor. Ve
bu değişim dünyadaki tüm anne karnında unutulmadan devam ediyor; hem büyük
hastanelerde, hem de ormandaki yerli de... Hem kutuplarda, hem de ekvatorda...
Hem de aynı modelde. Kafa, göğüs kafesi, kollar, bacaklar, parmaklar vs...
Kemiklerde bir düzensizlik te görülmüyor. Yani kafatası kemiğinin içinde parmak
kemiği yok... Yada sol ayak parmakları sağ kolda değil... Hiçbir düzensizlik
yok... Sen ne güçlüsün Allah’ım!...
Olağanüstü
bir sanatla, meni birtakım işlemlere tabi tutulur. Önce bir çiğnem et parçası,
daha sonra eti ayakta tutabilmek için bir kısmının kemikleşmesi... Adım adım
insan imalatı...
Bu
işlemler anneyi rahatsız etmez. Kimsenin ruhu duymadan fabrika işler.
Devam
ediyoruz;
Kemiğe
et giydirirken dikiş kullanılmaz. O hücreler kemiğin hangi bölgesine gidip ne
şekli alacağını bilirler.
Doğacak
bebeğin cinsiyet ve fizik modelini anne babaya danışmazlar. Tamamen Rabbinin
kontrolünde ve onun dilediği bir cinsiyet ve fiziğe bürünürler.
Artık
kemikler üzerinde bir hareketlenme baş gösterir. Örümcek avını ağıyla sardığı
gibi damarlar ve sinirler kemiği öylece sararlar. Uğramadık mekân bırakmazlar.
Hepsinin görevi ayrı, çalıştığı mekânlar farklıdır. Bunlarda da bir düzensizlik
görülmez.a
Devam
ediyoruz;
Anne
karnındaki cenin insan minyatürünü andıran bir görüntüye bürünmüştür artık. İç
organları yerli yerine yerleşmiş güzel bir ciltle de kaplanmıştır. Kendisine
ayrılan vakte kadar mekânında bekler.
Ya
imtihan sahasına merhaba demeden ölür, ya da fışkıran su’dan ağlayan bir bebek
olarak çıkış izni verilir. Her aşama Allah’ın kontrolü altında gerçekleşir.
Güçsüz,
zayıf yaratılan insanoğlunun en muhtaç döneminin startı verilmiştir. Dişleri
olmayan, akledemeyen, düşünemeyen, yürüyemeyen, ihtiyacını dile getirmeyen
topyekün muhtaç bir canlı...
Dünyadaki
tüm insanların geçirdiği bir devre. Zalimi de, mazlumu da, padişahı da... Tüm
insanlar... Aciz ve muhtaç...
• İnsanoğlu zayıf yaratılmış. En ufak bir
soğuk algınlığına gelemiyor.
• İnsanoğlu zayıftır; uykusuzluğa yenik düşer.
• İnsanoğlu zayıftır; açlığa ve susuzluğa
dayanamaz.
• İnsanoğlu zayıftır; en ufak bir mikroba
karşı devrilir.
İlerleyen
yaşlarda tüm güçler ellerinden alınır. Kalın camlı gözlük, baston ve romatizmal
ilaçlar kullanılmaya başlanır. Ömrün ilerleyen dönemlerinde de hafıza zayıflar.
Ve en sonunda bel bükülür, saç ağarır, dişler dökülür ve artık birçok şey
bilinmez olur. Bir deri bir kemik kalmış nefes alan bir ölü...
Evet...
İnsanoğlunun maddi boyutu; 4 kilo kan, 20 kilo kemik, 50 kilo et... Başka?...
Nereden
nereye!... Milyonlarca insana zulmeden zalim, bir bastona emanettir artık...
Allah’ın
kanunlarına meydan okuyan bir kendini bilmez; artık kendini dahi bilemez çağa
gelmiştir. Bunun önüne geçilmez. Geçilemez... Hiçbir kimsenin gücü yetmez...
Kilolarca demiri kaldıran bel, bükülür... İnsan vücudunun gelişimi insanın
kontrolü dışındadır. Ne ağaran saçın, ne dökülen dişin, ne de bükülen belin
önüne geçilir...
Bir
damla meniden, nefes alan deri kemik yığınına.
Ey
insanoğlu sen ne zayıfsın!...
½ekil
10 b= Taralı kesim insanoğlunun en güçlü olduğu dönem. Bunun yarısını uyku,
yeme ve içmeye ayırırsak geriye çok az bir zaman kalır. Ya sonrası?...
İNSANO¼LUNUN MANEVİ BOYUTU
İnsanoğlunun
manevi boyutunu ne psikologlar, ne profesörler, ne de başkaları tam anlamıyla
bilirler. Çünkü kendileri de insan.
İnsanın
her şeyini en iyi bilen, onu yaratandır kuşkusuz. Bakalım Allah-u Teala
insanları nasıl tarif ediyor;
Bakıyoruz;
İNSANO¼LU NANKÖRDÜR
“Sizi dirilten, sonra sizi öldürecek
olan, sonra da sizi diriltecek olan O’dur. ½üphesiz ki insan çok nankördür.”273
“Biz insana nimet verdiğimizde yüz
çevirir, yan çizip uzaklaşır. Eğer ona kötülük isabet ederse bu sefer de uzun
uzadıya dua eder.”274
“Denizde size bir sıkıntı dokunduğu zaman
O’ndan başka taptığınız herkes kaybolur. Fakat O, sizi kurtarıp karaya
çıkarınca (yine) yüz çevirirsiniz. Zaten insan çok nankördür.”275
İnsandır
bu... Hani derler ya insanoğlu çiğ süt emmiş... Parayla tanıştığında aklıyla
kazandığını zanneder... Sanki rızkını aklı verdi... Rabb’imizin imtihanı gereği
fakirlik musibet ettiği zaman da aklına değilde Rabb’ine dua eder.
İnsandır
bu, sık sık komik duruma düşer...
Devam
ediyoruz;
“Denizde
size bir sıkıntı düştüğü zaman...”
Bir
anlık kendinizi batmakta olan bir gemide hissediniz... Karadan uzak... Deniz
mavi, gök mavi... Sizi kim kurtaracak? Babanız mı?... Yok! Yok! O kendi
derdinde... Sizi düşünecek ne vakti vardır, ne de imkânı...
Evladınız
mı?... O da kendi derdine düşmüştür... Kabrinde mum yaktığınız filan mı? O
zaten ne işitir, ne de görür... Aklınıza dahi gelmez...Bankadaki paralar,
yatlar, katlar mı?... Yok, Yok...
Geriye
kim kaldı?
Sen
ve Yaradanın...
Tek
taraflı dialog başlar artık...
-
Rabbim!... Her şeyin Rabbi!... Beni buradan
kurtar!...
-
Seni anmayarak kendi nefsime zulmettim!...
-
Eğer beni kurtaracak olursan tüm malımı uğrunda harcayacağım...
-
İçki, kumar, zina, vs’yi bırakacağım...
-
Yemin ediyorum. Razı olduğun şekilde yaşayacağım.
Eğer’le
başlayan yalvarmalar tüm hızıyla devam eder, ta ki kurtulmanıza vesile olacak
gemi ya da başka bir sebep görününceye kadar...
Rabbimin
imtihanı neticesinde kurtuldunuz diyelim... Verdiğiniz sözlere ne kadar sadık
kalırsınız?
Öyle
ya! İnsandır bu...
İNSAN HIRSLI VE EGOİSTTİR
“½üphe yok ki insan, çok haris
yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokunduğu zaman sızlanır; hayır dokunduğu
zaman da herkesi ondan men eder.”276
İNSANO¼LU NİMETLERE AZ ½ÜKREDER
“Sizi
yeryüzünde yerleştirdik ve orada sizin için maişetler hazırladık. Buna
rağmen ne kadar az şükrediyorsunuz?”277
“Ey Muhammed! De ki: Sizi yaratan sizin
için kulaklar, gözler ve kalpler yapan O’dur. Buna rağmen ne kadar az
şükrediyorsunuz.”278
İNSANO¼LU ACELECİDİR
“İnsan aceleci yaratılmıştır. Size
âyetlerimi göstereceğim. Bu itibarla acele etmeyin.”279
İnsandır
bu. Her işinde acelecilik vardır.
•
Dua eder; hemen kabul olmasını bekler.
•
Dükkan açar; hemen zenginlik bekler.
•
Evlenir; çocuk bekler.
Hep
bekler...
İNSANO¼LU CİMRİDİR
“De ki: “Eğer siz Rabb’imin rahmet
hazinelerine sahip olsaydınız, o zaman tükenir korkusuyla muhakkak cimrilik
ederdiniz.” Zaten insan çok cimridir.”280
Eğer
bugün dünyada bir açlık varsa, bu insanoğlunun cimriliğindendir. Zaten
insanoğlu cimri olmasaydı Allah-u Teala ne zekatı, ne de infak’ı emrederdi.
İnsan
cimridir. Azalır ya da yenisi bir daha gelmez korkusuyla malını kimseye
koklatmak istemez. Hep biriktirmek ister.
Oysa
bilmez mi ki artıran da Allah (c.c), azaltan da Allah...
Evet
okuyucu dostum; İstesek de istemesek de, kabul etsek de, etmesek de maddi ve
manevi boyutumuz bu...
Koskoca
evren ve içindekilerin, meniden yaratılan insanoğlunun hizmetine sunulmasındaki
sır ne acaba?
3- CENNETE GİDEN YOL: İMTİHAN KILAVUZUNU
TANIMAKTAN GEÇER:
Kılavuza
ne zaman ihtiyaç hissedilir?
-
Zorda kalındığı zaman...
-
Yön tayinini yapamadığımız zaman...
-
Kaybolduğumuz zaman...
-
Seçmekte zorlandığımız zaman...
-
Hele de ormanda kaybolmuşsak... Daha çok ihtiyaç hissedilir.
“Hangi
yol bizi adresimize ulaştırır?” sorusuna değişik cevap veren kılavuzlar çıkarsa
ne yapılır?
a)
İlk sorduğumuz kılavuzu dinleriz.
b)
Son sorduğumuz kılavuzu dinleriz.
c)
Tekrar tekrar sorarız.
d)
Yazı tura atarız. Kime denk gelirse o kılavuza uyarız.
e)
Kılavuzları tanımaya çalışır, kendimize en yakın olanın sözüne itimat ederiz.
Hangi
şık doğru?...
“e”
seçeneği... öyle değil mi?
½u
an önümüzde bir kılavuz var. O kılavuz da cennet ve cehennem yol ayrımında
durmuş insanlara birtakım tavsiyelerde bulunuyor.
Mesela
ne diyor?
•
Nasıl imtihan olacağınızı ben biliyorum diyor.
•
Allah (c.c) sizlerden nasıl bir yaşam şekli istiyor? “Ben biliyorum.” diyor.
•
“Her çağa hitap edecek bilgim vardır. Hiçbir teknolojiden de etkilenmem.”
diyor.
•
“Her türlü tartışmalarınızda/ihtilaflarınızda hakem olurum.” diyor.
•
“Kâfirlerin küfrünü, inananların imanını artırırım” diyor.
•
“Muhatabım diri insanlardır, ölüler değil.” diyor.
•
“Her insan, aklı ve bilgisi oranında beni anlar. Sadece şeyh ve hocaların
tekelinde değilim.” diyor.
•
“Hangi eylem cennete, hangi eylem cehenneme götürür biliyorum.” diyor.
•
“İddia ediyorum her soruya cevap veririm.” diyor.
•
“Tüm beşeri sistemlerden daha güzel bir sistem, bir yaşam şekli bilirim.”
diyor.
Evet...
Yol ayırımdaki Kur’ân böyle diyor.
Kur’ân
nasıl bir kitaptır? Muhatabı kimlerdir? Tarihçesi nasıldır? Niçin vardır?
Sadece emir ve yasaklar kitabı mıdır? Kaç âyetinden sorumluyuz? Gerçekten de
çağımıza uyar mı? Kur’ân’a muhatap olmadan da yaşayabilir miyiz? Kur’ân’ı
gereği gibi okur ve yaşarsak Allah’ın rızasını kazanır cennete girer miyiz?
En
kısa zamanda bu sorularımızın aydınlığa kavuşması lazım. Çünkü bir defa imtihan
oluyoruz.
Aksi
takdirde geç kalmış olabiliriz...
Kur’ân;
Hiç bir şeyh ve hocanın tekelinde olmayan bir kitaptır.
KUR’AN; HERKESİN ANLAYACA¼I BİR SEVİYEDE
İNMݽTİR.
“Andolsun ki Biz Kur’ân’ı öğüt almak için
kolaylaştırdık. Peki var mı öğüt alıp düşünen?”281
KUR’AN; İNANANLARIN Ö¼ÜT ALACAKLARI BİR
KİTAPTIR;
“(Bu) kendisiyle (kâfirleri) uyarman,
mü’minlere de öğüt almaları için sana indirilen bir kitaptır.”282
“Ey insanlar, size Rabb’inizden bir öğüt,
kalplerde olanlara bir şifa, mü’minler için de bir hidayet ve rahmet
gelmiştir.”283
KUR’AN İLAHİ BİR KANUNDUR
“Muhakkak ki Biz sana kitabı Allah’ın
sana gösterdiği bir şekilde, insanlar arasında hükmetmen için hak olarak
indirdik...”284
“Biz sana da Kitabı hak ile, kendinden
önce indirilen kitapları doğrulayıcı ve onlara karşı bir şahit olmak üzere
indirdik. O halde aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen hakkı
bırakıp onların heveslerine uyma! (Ey insanlar) sizden her biriniz için bir
şeriat ve bir yol tayin ettik.
Eğer Allah dileseydi elbette hepinizi bir
ümmet yapardı. Fakat O, size verdiği (şeriatler) ile sizi imtihan etmek istedi.
Öyle ise hayırlı işlere koşun. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Ve O, hakkında
ayrılığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.”285
“Rabbi’nin sözü doğruluk ve adalet
bakımından eksiksizdir. O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O (her şeyi)
işitendir, hakkıyla bilendir.”286
“Rabbinizden size indirilene uyun. O’ndan
başka velilere uymayın.(a) Ne kadar az öğüt tutuyorsunuz?”287
KUR’AN ½AKA DE¼İLDİR
“O bir şaka değildir.”288
KUR’AN EN DO¼RUYA GÖTÜRÜR
“Gerçekten bu Kur’ân, en doğru olana
iletir ve salih amellerde bulunan mü’minlere kendileri için muhakkak büyük bir
mükafat olduğunu da müjdeler.”289
KUR’AN; İNANANLARI, KÂFİRLERDEN KORUR
“Sen Kur’ân’ı okuduğun zaman seninle
ahirete iman etmeyenlerin arasında gizli bir perde çekeriz.”290
KUR’AN İNSANLARI CENNET VE CEHENNEMLE
DİKKAT ÇEKER?
“(İndirdiği o kitap) dosdoğru bir
kitaptır. (Onu) kendi katından şiddetli bir azabı bildirmek; salih ameller
işleyen mü’minlere de güzel bir mükâfat olduğunu müjdelemek için
(indirmiştir.)”290
“Biz onu (Kur’ân’ı) onunla takva
sahiplerini müjdeleyesin, inat edenleri de uyarsın diye senin dilinle
kolaylaştırdık.”291
“Biz sana Kur’ân’ı güçlük çekmen için
indirmedik. Ancak korku duyan kimseye öğüt olmak üzere gönderdik.”293
“Bilen bir kavim için müjdeleyici ve
korkutucu olmak üzere âyetleri gereği gibi açıklanmış Arapça bir Kur’ân olarak
(indirilmiş) bir kitaptır. Ama onların çoğu yüz çevirmiştir. Bundan dolayı
onlar işitmezler.”294
KUR’AN BÜTÜN İNSANLI¼A TEBLݼDİR
“İşte bu insanlara bir bildiridir! Onunla
uyarılsınlar, O’nun ancak bir tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri de
iyice öğüt alsınlar diye.”295
O HALDE KUR’AN NE DE¼İLDİR?
•
Sadece Arapları muhatap alan bir kitap değildir.
•
Sadece şeyh ve hocaların anlayacağı bir kitap değildir.
•
Sadece mezarlarda okunan bir kitap hiç değildir.
•
Sadece emir ve yasaklardan bahseden bir kitap değildir.
•
Duvarlara süs olması için asılan bir süs kitabı değildir.
•
Sadece adına dini geceler dedikleri (sanki diğer günler dinsiz) günde okunan
bir kitap değildir.
•
Okunup ölülere hediye edilen hediye paketi değildir.
•
Sadece eve ya da iş yerine asılarak şeytanların girmesini engelleyecek “şeytan
savar” değildir.
•
Sadece güzel seslilerden dinleyip de kulak pasını gideren bir terenni hiç
değildir.
PEKİ NEDİR KUR’AN?
-
Kur’ân; kişinin Rabb’iyle konuşabileceği bir buluşma merkezidir.
-
Kur’ân; kişinin toplum içinde nasıl adam gibi yaşayacağını öğreten bir
eğitmendir.
-
Kur’ân; hayat yolunun bir trafik levhasıdır.
-
Kur’ân; şeytan ve dostlarının nasıl tuzaklar hazırladığını önceden haber veren
bir muhbirdir.
-
Kur’ân; insanoğlunun dünyasını ve ahiretini düşünen bir hayırseverdir.
-
Kur’ân; insanoğlunu zilletten kurtarıp izzetli bir hayata sevkeden yüce
bir kitaptır.
- Kur’ân; insanlık yaşlandıkça gençleşen bir
yaşam şeklidir.
-
Kur’ân; kişinin annesine, babasına, karısına, akrabalarına, komşularına ve
diğer insanlara karşı tavrının ne olması gerektiğini önceden hatırlatan bir
dosttur.
KUR’AN; KݽİYE AHLAKLI YA½AMAYI TAVSİYE
EDEREK
DO¼RU SÖZLÜ OLMASINI İSTER;
“Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve
doğru söz söyleyin ki, Allah, amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı
bağışlasın; Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş
olur.”296
BO½ ½EYLERDEN YÜZ ÇEVİRMEMİZİ İSTER:
“Mü’minler kurtuluşa ermişlerdir. Boş
şeylerden yüz çevirenler onlardır.”297
KUSURLARI BA¼I½LAMAMIZI İSTER
“(İşte o takva sahipleri) bollukta ve
darlıkta, Allah yolunda sarf eden, kinlerini içlerinde tutan ve insanların
kusurlarını bağışlayan kimselerdir. Allah iyilik edenleri sever.”298
ZAN VE GIYBET ETMEMEMİZİ İSTER
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan
sakının! Çünkü zannın bazısı günahtır. Birbirinizin gizlisini araştırmayın.
Kimse kimseyi gıybet etmesin; içinizden biri, hiç ölü kardeşinin etini yemek
ister mi? Bundan tiksindiniz değil mi? Allah’tan sakının. ½üphesiz Allah,
tövbeyi çok kabul edendir. Çok merhametlidir.”299
Babamızın
bile nasihat etmediği tavsiyeler!...
Allah’ım!
Sen kullarına karşı ne kadar da merhametlisin!!
KUR’AN YANLI½ TANITILDI
Evet...
Maalesef kılavuzumuz yanlış tanıtıldı. Sadece şeyhler ve din adamları anlar
sizler anlayamazsınız denilerek Kur’ân’la insanların bağlantısını kestiler.
Kur’ân
kabirlerde okunur diyerek Kur’ân’ın muhatabı başka kanala, yani ölülere
kaydırıldı. Oysaki Kur’ân’ın muhatabı canlı insanlardı.
Kur’ân;
emir ve yasakları içeren, cennet ve cehennemden bahseden bir kitap denildi.
Oysaki emir ve yasaklar çok azdır. Devede kulak misali gibidir.
Kur’ân
her şeyden bahseder. Hiçbir şeyi gizlemeyip açıklanmadık konu bırakmaz.
Bakıyoruz;
-
Kur’ân; yaratılıştan bahseder.
-
Kur’ân; arıdan bahseder.
-
Kur’ân; yer ve gök olaylarından (bulut, yağmur, şimşek, yıldırım) bahseder.
-
Kur’ân; denizlerden, gemilerden, nehirlerden bahseder.
-
Kur’ân; bitki ve meyvelerden bahseder.
-
Kur’ân; iman ve esaslarından bahseder.
-
Kur’ân; Allah’tan bahseder.
-
Kur’ân; meleklerden bahseder.
-
Kur’ân; diğer kitaplardan bahseder.
-
Kur’ân; peygamberlerden bahseder.
-
Kur’ân; İslam ve müslümanlardan bahseder.
-
Kur’ân; temizlik ve temizlenmekten bahseder.
-
Kur’ân; ahlaktan bahseder.
-
Kur’ân; dua’dan bahseder.
-
Kur’ân; aile hayatından bahseder.
-
Kur’ân; devlet ve idare şeklinden bahseder.
-
Kur’ân; hukuktan bahseder.
-
Kur’ân; ilim ve teknikten bahseder.
-
Kur’ân; ekonomiden bahseder.
-
Kur’ân; tarihten bahseder.
-
Kur’ân; ahiretten bahseder.
Evet,
korkulan Kur’ân, tüm bunlardan bahseder.
KUR’AN HER ÇA¼A HİTAP EDER
Kur’ân
sanıldığı gibi sadece Araplara ya da Peygamber efendimiz dönemindeki insanlara
hitap etmez.
Kur’ân
insan fıtratına hitap eder. İnsan var oldukça, Kur’ân var olacak ve her zaman
da insanların karşısına dikilecektir.
Kur’ân’daki
hükümler çağın gerisinde kalmaz. Çünkü Kur’ân çağdan etkilenmez. Kur’ân’ın
muhatabı insandır ve fıtrata hitap eder. Mesela Kur’ân;
-”Anne ve babaya üf bile demeyin.” diyerek anne ve babanın hakkını savunur.
İki
milyon yıl da geçse anne ve baba var oldukça evlada olan bu tavsiye
niteliğindeki emir çağ gerisinde kalmaz.
-
İnsanoğlu var oldukça karşılıklı borçlanmalar ve bazen yaşanan ihtilaflar
olacaktır. Bu ihtilafın yaşanmaması için Kur’ân;
-”Birbirinizle borçlandığınız zaman onu yazın” diye tavsiyede bulunur. Bu tavsiyenin
muhatabı tüm alacak vereceklilerdir. İki milyon yıl da geçse bu tavsiye hiç
eskimez.
-
Kur’ân; zulmetmeyin, herkesin hakkını koruyun, yalan söylemeyin, hırsızlık
yapmayın, birbirinize lakaplar takmayın, gıybet etmeyin, birbirinize iftira
atmayın, kimsenin malına ve namusuna göz dikmeyin diyerek tavsiyede bulunur. Ve
bu tavsiyeleri 1400 küsür sene önceden açıklamıştır.
İki
milyon yıl da geçse bu tavsiyelerde bir yanılgı olur mu?
Çünkü
Kur’ân fıtrata hitap eder.
Bu
Kur’ân ki iyi anlayana cennet vaad eder.
İNSANO¼LU BA½IBO½ MU YARATILDI?
Niçin
yaratıldığını ve ne şekilde imtihana tabi tutulduğunu bilemeyen, ya da unutan
bir insan doğal olarak ahiret endişesi duymaz. Ahiret endişesi duyulmayan bir
yaşam şeklinde ise nefsin istediği her şey korkusuzca yerine getirilir. Böyle
bir hayat sisteminde kontrol mekânizmasının yeri de yoktur.
Yaratılıp
başıboş bırakılacağını hissetmek, öldükten sonraki hayatı önemsememek anlamına
gelir ki işte o zaman tehlike çanları çalmaya başlar. Ve haliyle de tüm
kötülüklerin kapısı ardına kadar açılmış olur.
Artık
kim kimi sömürürse, kim kime zulmederse! Kim kimi yönetmeye kalkışırsa, kim
kimin hakkını gasp ederse? Kim kimi ezerse?
Çünkü
toprağın beyni yok! Yuttuğu insanlardan hangisi suçlu? Hangisi masum... ki ona
göre karar verip gereken cezayı versin.
Başıboş
yaratılmış olma hissi; “cehennem yolunun otobanı” gibidir. Süratle vardırır hak
edilen yere.
Bu
his’se sahip olanların yaşantılarına baktığımızda;
“Koltuk,
mide, yatak ve eğlence” dörtgeninde bir hayat sürdüklerini görürüz. Tabiri
caizse (ki caiz olduğuna inanıyorum) tam bir hayvanî yaşam!...a Hatta daha aşağı. Çünkü hayvanlar
belirli bir fıtrat üzere yaşarlar.
Bizlere
cenneti ve cennet için yarışmamızı tavsiye eden Rabbimizin göndermiş olduğu
imtihan kılavuzumuza baktığımızda bu sorumuza cevap bulabiliriz:
“Yoksa insan başıboş bırakılacağını mı
sanır?”300
“Acaba siz, Bizim sizi boşuna
yarattığımızı ve sizin Bize gerçekten döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?”301
Evet...
Başıboş yaratılmadığımıza göre!... Soralım o zaman;
Niçin
yaratıldık?
Yeni
bir başlık atabiliriz artık;
4- CENNETE GİDEN YOL: “NİÇİN YARATILDIK?”
SORUSUNA
CEVAP BULMAKTAN GEÇER.
Evet...
Madem başıboş yaratılmadık, o zaman yaratılış gayemiz olmalı... Ve bu yaratılış
amacı da dünyadaki tüm insanları bağlar olmalı...
İşte
yüzyıllardır insanoğlunun merak ettiği ve cevabını hep yanlış adreste aradığı
bir soruydu bu; “Niçin yaratıldık?...”
Daha
ne zamana kadar insanlar doğacak, büyüyecek ve ölecek. Bu hayat hep böyle mi
devam edecek?...
İmtihan
klavuzumuzun 524. sahifesini açıp 56
nolu uyarıya baktığımızda;
“Ben
insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsin diye yarattım.” diye cevabımızı alırız...
İşte
Adem (a.s)’den kıyamete kadar yaşayacak olan insanların yaradılış gayesi
“ALLAH’A İBADET.”
Yani;
Sadece
•
Allah’a (c.c) kulluk.
•
Allah’a (c.c) kölelik.
•
Allah’ı (c.c) zikretmek, Allah’ı övmek.
•
Sadece ve sadece Allah’ın emir, yasak ve tavsiyelerine uymak.
•
Allah’ın (c.c) yasak kıldığı ve serbest bıraktığı sınırları arasında yaşamak
•
Allah’ı (c.c) ve Allah’ın sevdiklerini sevmek, sevmediklerini ise sevmemek
•
Sadece Allah’a dua etmek
•
Sadece Allah’tan yardım beklemek
•
Allah’ın takdirine sabretmek
•
Allah’ın verdiklerine de şürketmek
Kısacası,
yirmi dört saatlik zaman zarfında yapacağımız her eylemin (konuşma, düşünme,
çalışma, evlenme, boşanma, yeme, içme, ticaret yapma, çocuk yetiştirme... vs.)
Allah-u Teala’nın rızasına uygun olması. İşte ibadet budur.
Evet...
Allah-u Teala; kullarının yirmi dört saatine karışarak sadece kendisinin
belirlediği bir hayat programına uymamızı istiyor.
Ama
niçin?
5- CENNETE GİDEN YOL “NİÇİN ALLAH’A İBADET EDECE¼İZ?”
SORUSUNA CEVAP BULMAKTAN GEÇER:
Yapacağımız
ibadetlerin bilinçli, kalıcı ve ihlaslı olması için bu sorumuza tatminkâr bir
cevap bulmamız lâzım. Bu soru da diğer başlıklar gibi çok mühim. Çünkü bu
soruya bulacağımız bir cevap; ahiret endeksli bir hayat yaşamamızı sağlayarak
hayvani bir yaşamdan uzaklaştırır.
İbadet
kavramını “teşekkür etme” olarak algılarsak, başlığımız, “niçin Allah’a
teşekkür edeceğiz?” olarak değişir.
İki
misalle cevaplamaya çalışalım.
Kardeşinin
“Teşekkür ederim abi” demediğini babasına şikayet eden bir abi’yi düşünelim.
Babanın
vereceği cevap;
-
“Niçin sana teşekkür etmesini istiyorsun?
-
Kardeşinin ödevini mi yaptın ki teşekkür etmesini bekliyorsun.
-
Kardeşine çikolata mı verdin ki teşekkür etmesini bekliyorsun.
-
Kardeşine bisikletini ödünç mü verdin ki teşekkür etmesini bekliyorsun.” olur.
Ya
da;
Gelen
turistlerin kendisine teşekkür etmediklerini patronuna yakınan bir
resepsiyoncuya verilecek cevap;
-
“Müşterilerine iyi davranıp bavullarını mı taşıdın ki teşekkür bekliyorsun?
-
Müşterilerine güzel hizmette mi bulundun ki teşekkür etmelerini bekliyorsun?”
olur.
Dikkat
edilirse herhangi birinden teşekkür beklenmesi için o şahsın hoşuna gidecek,
menfaatine uygun tavırlarda bulunulması lazım. Aksi halde kimse kimseye
teşekkür etmez.
Bu
iki örnekten hareketle, Allah-u Teala’nın bizlerden kendisine neden
teşekkür/ibadet etmemizi istediğine bakabiliriz artık.
“O, size, kendisinden istediğiniz
şeylerin hepsinden verdi. Eğer Allah’ın nimetini topluca saymak isteseniz dahi,
siz onları sayamazsınız. Gerçekten insan çok zulmedici ve çok nankördür.”1a 302
“De ki; Sizi yaratan, size işitmek için
kulaklar, gözler ve kalpler veren O’dur. Ne kadar az şükredersiniz.”303
Evet...
Kitabımızın anafikri olan “Niçin ibadet yapmalıyız?” sorusunun cevabını nihayet
bulduk... Cevabımız çok kısa;
“Allah-u
Teala’nın bizlere vermiş olduğu nimetlere teşekkür etmek için ibadet
yapacağız.” Hepsi bu... Kısa ve net...
Fakat
ne hikmetse bugün insanlığın büyük bir kısmı nimetler içinde boğulurken;
-
Ya nimetleri göremeyecek kadar kör olmuşlar;
-
Ya da nimetleri vereni karıştırmışlar.
Çay
yada yemek ısmarladığımızda teşekkür edilmediği zaman, nasıl kızıp insanları
nankörlükle suçluyorsak, işte Rabbimiz de şükretmeyen (şükrünü ibadetlerle
ıspatlamayan) kullarını aynı şekilde nankörlükle suçluyor.
Ve
böylece insanoğlunu iki sıfat beklemiş oluyor;
-
Ya, Rabbine şükreden ve şükrünü ibadetlerle süsleyen bir kul,
-
Ya da nimetler karşısında şükrünü unutmuş nankör bir kul.
Bir
insan, gerçekten Rabb’ini seven ve ona her zaman şükreden, ibadet yapan bir kul
olmak istiyorsa Rabb’inin kendisine vermiş olduğu nimetleri harfiyyen bilmesi
lâzım. Çünkü şükür, yani ibadet; nimetleri görmekle orantılıdır. Verilen
nimetler tanınınca şükür de artar. Aksi halde istediğimiz kadar kendimizi
zorlayalım gereken şükrü ve ibadeti yapamayız.
Evet
okuyucu kardeşim!... Yarın Allah-u Teala’nın huzuruna yüzü kızarmış, defteri
sol tarafından verilen nankör bir kul
olarak çıkmak istemiyorsak Allah’ın (c.c) bizlere bahşetmiş olduğu nimetleri
görüp ona?(a) şükretmemiz lazım.
Yeni
bir başlık atarak, Allah’ın (c.c) bizlere vermiş olduğu nimetlere bir göz
atalım;
ALLAH’A İBADETE GİDEN YOL NİMETLERİ
GÖRMEKTEN GEÇER.
Niçin Nimetler Üzerinde Duruyoruz:
Önceki
sahifelerde dediğimiz gibi nimetin büyüklüğüne göre teşekkür cümleleri uzar.
Fakat verilen nimet gereği gibi tanınmazsa değeri bilinemez. Ve haliyle de
gereği gibi şükür de yapılamaz. Ne gibi;
Hayatında
hiç bilgisayar görmemiş birine bir bilgisayar hediye ettiğimizi varsayalım. Üç
parçadan oluşan kaba alet görünürde oldukça değerli gibi gözükür.
Fakat
üç beş uğraşıdan sonra sadece hesap makinası bölümünü kullanabiliyor olması, ya
da sadece o kısmı keşfetmesiyle bir hesap makinesinden farksız olduğu kanısına
varır. Kolay kolay her yere taşınamaz kaba bir hesap makinesi...
Belki
de, “Ne gereği vardı” diye de düşünebilir. Daha sonra kullanım kılavuzunu
verdiğimizde özelliklerini her öğrenişte telefona sarılıp uzun uzun teşekkür
edecektir. Daha sonra da bilgisayara karşı bir sevgi ve onu koruma doğal olarak
kendini gösterecektir.
İşte
bizler de Allah’ın (c.c) biz insanlara ne tür nimetler bahşettiğini irdelersek,
hem nimetleri koruma, hem de her nimete ayrı ayrı şükür ederek şükranlarımızı
dile getiririz.
Bakalım
Allah-u Teala biz insanlara ne tür nimetlerde bulunmuş:
“Yerde ne varsa hepsini sizin için
yaratan... O’dur.”304
“Allah, gökleri ve yeri yaratandır.
Gökten su (yağmur) indirip onunla size rızık olarak her türlü ürünler bitiren,
emri ile denizde akıp gitsin diye gemileri emrinize verendir. Nehirleri de
emrinize verendir O.”
“Mûtat hareket ve özellikleriyle güneşi
ve ay’ı size musahhar kıldı. Geceyi ve gündüzü de faydanız için musahhar
kıldı.”
“O size kendisinden istediğiniz şeylerin
hepsinden verdi. Eğer Allah’ın nimetini topluca saymaya kalkarsanız onları
sayamazsınız. Gerçekten insan çok zulmedici ve çok nankördür.”305
ALLAH’IN (C.C) İNSANLARA OLAN İKRAMLARI
Allah-u
Teala’nın insanlara olan ikramları sayılamayacak kadar çoktur. Bunları
başlıklar halinde toplarsak;
•
İnsanlar
•
Bitkiler
•
Hayvanlar
•
Diğer cansızlar
Yeni
bir dosya daha açarak bunları görelim.
ALLAH’IN (C.C) KULLARINA GÖNDERDݼİ
HİZMETÇİLER
a) (İnsanlardan) bir kadın:
imtihan sahasına bir “damla” olarak düşen ve daha sonra da 40 günlük bir çiğnem
et parçasıyla ruhunu birleştiren insana 9 ay küsür gün süresince karnında
misafir olarak kabul eden bir hizmetçi... İleride kendisine “Anne” diyeceği
bir kadın1a...
Bu
hizmetçi kadının hizmet serisi misafirini dış etkenlerden korumakla başlar;
doğumu, emzirmesi, altını temizlemesi, yedirip içirmesi, elbiselerini yıkayıp
ütülemesi, okuluna götürmesi, ileriki yaşlarda kendisine kız araması, varsa
çocuğuna bakması, hastalanınca soluğu yanında alması ve ölünceye kadar
arkasında dua etmesiyle de son bulur.
½ekil
11= Bir kadının evladına hizmet dönem
grafiği.
Grafiğimizi
biraz açarsak;
(0-20) Yaş arası: Annenin
doğacak çocuğunu tanımadığı bir dönem. Ne cinsiyeti belli, ne fiziği belli, ne
de karakteri...
(20-65) Yaş arası: Bu
dönem; eczacının ya da doktorun:
-
“Hamilesiniz”.
Demesiyle
başlar. İşte o andan itibaren annelik psikolojisi başlar. Ve Allah-u Teala
tarifi imkansız bir şefkat, bir sevgi, bir “kendinden bilme” duygusu verir. Ve
o anne karnındakini göstererek;
-
“O benim her şeyim” der. Hamilelik zamanında ne görmüştür, ne de konuşmuştur.
Belkide doğacak çocuk zihinsel özürlü, ya da doğuştan kör bir şekilde dünyaya
gelecek.
Lakin;
annelik duygusu o kalbe bir girdi mi ölünceye kadar da çıkmaz.
Her
ne şartlarda doğarsa doğsun o kadın hizmette kusur etmeyerek, Allah-u Teala’nın
imtihana tabi tutacağı kulu için, ölünceye kadar hizmetine devam edecektir.
(65 ve üstü) Yaş arası: O
kadının hizmetinin bitmesiyle başlar. Mahşer günü hesaplaşmadan sonraki mekânda
görüşmeleriyle devam eder.a
İşte
Allah-u Teala’nın insanlara göndermiş olduğu ilk nimet... Ve kendisine hiç
ücret ödemediğimiz bir hizmetçi.
•
Sakın ola ki gönderdiği bu hizmetçiden dolayı Allah-u Teala bizlerden bir şey
istemiş olmasın?
b) Bir Erkek:
Yine Allah-u Teala’nın tüm kullarına göndermiş olduğu, ileride kendisine “baba”
diyeceği bir erkek hizmetçi...306
Kahramanımızın
büyümesi için gıdaya, gıdanın eve gelmesi için paraya, paranın bulunabilmesi
için de çalışmaya ihtiyaç vardır. Erkek hizmetçilerin başında gelen baba bu
göreve talip olarak:
-
“Ben çocuklarım için varım ve herşey onlar için” diyerek hizmetteki aşkını dile
getirir.
Hizmetçi
yerinde duramaz artık. Çocukların geçimi için dünyanın her tarafına gidip en
zor şartlarda çalışacak kadar azimlidir. O babaya bu sevgi, çalışma hırsı, babalık
duygusu nereden geldi acaba?...
Yine
Allah-u Teala’nın o babaya verdiği tarifi imkânsız bir şefkat, bir sahiplenme
duygusunu görüyoruz.
Tüm
herşey imtihana tabi tutulacak kulunun güzelce/sağlıklıca büyümesi içindir.
Tıpkı
anne gibi baba da kahramanımıza Allah’ın (c.c) taktir ettiği kadar hizmet eder.
Ve ölümüyle de hizmeti son bulur.
“Allah-u
Teala göndermiş olduğu bu hizmetçiden dolayı bizlerden bir şeyler istemesi
gayet normaldir. Öyle değil mi?”
c) Başka bir kadın: Kahramanımız
belli bir yaşa gelmiştir artık. Daha önceleri hiç hissetmediği, aklından bile
geçirmediği bir his bürümüştür kendisini; “cinsellik”
Ve
Allah-u Teala imtihana tabi tuttuğu kuluna bir başka hizmetçi gönderir. O
hizmetçi -Allah’ın izni ile- ailesi tarafından namusu korunarak damat adayına
verilir.307
Yine
Allah-u Teala tarafından; sanki daha önceden birbirlerini tanıyorlarmış gibi,
bir sahiplenme duygusu gelir.
Ve
o kadının hizmeti; “yemek yapmak, çamaşırlarını yıkamak, (verilirse) çocuğa
bakmak ve herhangi bir konuda kahramanımızla dertleşip derdine çözüm aramak,
herhangi bir davasında davasına yardım etmek...” olarak devam eder. Ve bu
kadının da hizmet süresini yine o hizmetçiyi gönderen belirler. Bu süre; bir
gün de olabilir, beş sene de olabilir, yetmiş yıl da olabilir.
“Her
hizmet bir teşekkür ister... Ve teşekkür de önce “ilk ele” yapılır.”308
Kahramanımızın
istekleri bitmez... Ve Allah’tan; evlenirken almış olduğu babalık duygusunu
tatmin etmek için kendisine, “baba” diyeceği bir evlat ister.
d) Evlatlar:
Evlatların hizmeti doğumlarıyla başlar;309
kendi işlerinde yardımlarıyla, kendisi evden herhangi bir sebeple uzaklaşırken
eve bekçilik yapmasıyla ve yaşlanınca da kendilerine bakmalarıyla devam eder.
Allah-u
Teala’nın göndermiş olduğu hizmetçiler sadece bunlar değil tabiki. Ama en çok
hizmet edenler bu dörtlü olduğu için bunlardan bahsettik.
½imdi
de “toprak, hava, su, güneş” dörtlüsünden çıkan nimetleri görelim. Bakalım
Allah-u Teala bu dörtlüyü kullanarak kullarına ne nimetler hazırlamış.
HİZMETÇİLER GRUBU “BİTKİLER”
Doğadaki
bitkilerle sürekli iç içe olduğumuz için hepsini burada zikretmeye gerek
duymuyoruz.
İnsanoğlunun
damak zevkine göre ayarlanmış, güzelce ciltlenmiş, hepsine farklı güzellikte
kokular verilmiş, her bölgeye ayrı ayrı sebze ve meyve çeşitleri bağışlanmış
olması da dikkat
•
Yazın serinleyebilmemiz için aynı araziyi kullanan, Karpuz, salatalık,
domates.
•
Koparılması kolay, yemesi kolay, hazmı kolay ve bir çok insanların geçim
kaynağı; üzüm.
•
Kendisiyle çok sonraları tanıştığımız; fakat tadını şeftali, erik ve kayısıyla
karıştırdığımız enteresan bir meyve kivi.
•
Birçok insanlara çerezcilik mesleği kazandıran “Ayçiçeği, kabak çekirdeği,
fındık, fıstık” vs.
•
Kendisini gördüğümüzde ağzımız sulanan ve onsuz salatanın tat vermediği-Limon.
•
Kahvaltımıza menü olabilme kavgası veren zeytin.
Toprağı
ve tohumu insanların hizmetine sunan Allah-u Teala; İnançlı ya da inançsız
ayrımı göstermeksizin nimetlerini sunmaya devam ediyor.
Toprağa
bir tane tohum bırakıyoruz, bizlere uzun yıllar aynısından veriyor. İnsanlar hem
gıdalanırken hem de geçim kaynaklarını sağlıyorlar.310
“½eklini,
tadını, kokusunu farklı yaratarak yaratıcılık gücünü ıspatlayan Allah-u Teala
bizleri bu nimetlere boğmuş. Ve haliyle de bizlerden ........... istiyor diye
düşünüyorum.”311
BİR BA½KA HİZMETÇİ GRUBU: HAYVANLAR
İnsanlara
olan hizmetlerinde bitkiler gibi hayvanlarda da bir yarış görebiliyoruz.
•
Kimi hayvanlar etleriyle hizmet ederken, bir diğeri sütünü de ilave ediyor.
•
Kimi hayvanlar göz zevkimize hitap ederken, bir diğeri sırtlayarak hizmetten
yana.
Görelim;
•
Süt içebilmemiz için dağdaki yeşil otu beyaz süte çeviren inekler
•
Kahvaltımızdaki menüyü zenginleştirmek için dakikada bilmem kaç kere gagasını
toprakla tokuşturan tavuklar
•
Ekmeğimizi bala batırmak için erken saatlerde evlerini terk ederek onlarca
kilometre uzaklara gidip; şu çiçek senin, bu çiçek benim diyen arılar
•
Tavalarımızda kızarmak için oltamızdaki kurtçuğa yem olan balıklar
•
Üzerlerinde avlanma duygumuzu tatmin ederek bir kurşuna 3-5 kilo et aldığımız tavşanlar
•
Köylerin ve dağlık kesimlerin 4x4’ü eşek, katır ve atlar
Örnekleri
çoğaltmak mümkün.
SON HİZMETÇİLER GRUBU: CANSIZ VARLIKLAR
İnsanlar,
bitkiler ve hayvanlar dışındaki tüm her şey bu gruba girerler. Hemde hiçbir
ayrım gözetmeden hizmetlerinde kusur göstermezler.
Bakalım;
-
Onsuz yaşayamayacağımız doğumdan ölünceye kadar her yerde, ücret ödemeden,
günün yirmi dört saatinde bulacağımız, kullanırken de bizleri yormayan ve hiç
kimsenin tekelinde olmayan bir nimet: “HAVA”
-
Onunla hem yıkanıp temizlendiğimiz, hem de çiçeğimize-fidanımıza döktüğümüz ve
susuzluğumuzu giderdiğimiz bir nimet: “SU”
-
Onunla barınaklar yaptığımız, tohumumuzu emanet ettiğimiz ve çok amaçlı
kullandığımız bir nimet: “TOPRAK”
-
Üzerinde ulaşımımızı sağladığımız, balıklarımız için adeta depo olan, yazın
vücudumuzu kendisine emanet ettiğimiz bir nimet: “DENİZ”
-
Bizleri hem ısıtan, hem de karanlık dünyamızı aydınlatıp güzellikleri görmemize
vesile olan nimet:”GÜNE½”
-
Gölgesinden istifade ettiğimiz su deposu: “BULUTLAR”
Cansız
nimetler o kadar çok ki say say bitmez.
İnsanlara
hizmet ederken yorulmadan, bıkmadan ve hiçbir ücret istemeden hizmetlerine
devam eden hizmetçiler gurubuna baktığımızda; Ne bir ırk ayrımı, ne de din,
dil, mezhep ve karakter ayrımı yaptıklarını görürüz.312
Kafamızı
iki el arasına alıp düşünelim...
-
Neden Allah-u Teala bize bolca nimet verdi?
-
Yumurta, bal, limon, balık, karpuz, elma... vs. olmadan da yaşardık. Niçin
bolca nimet?
-
Bu kadar nimetleri hak edici ne yaptık?
-
(Hâşâ) Alacağımız vardı da hesaptan mı düşüyor?
-
Bu kadar nimet karşılıksız mı?
-
Bu kadar nimetin/ikramın borcunu nasıl ödeyeceğiz? (Çünkü ikram çok, hizmet
daimi.)
Kafamızı
iki el arasından kurtarıp kafamızın bir köşesine “Bu kadar çok ikramın
teşekkürü nasıl olacak?” diye notlayalım.
Evet...
Bu kadar çok ikramın teşekkürü de aynen çok ve daimi olmalı...
Peki
nasıl teşekkür edeceğiz?...
Ya
da Allah-u Teala vermiş olduğu ikrama karşı bizlerden nasıl teşekkür
bekliyor?...
Çünkü
her ikramcı farklı teşekkür bekler...
“İkram
edene karşı yapılacak teşekkür ancak onun istediği şekilde olur. Aksi halde
teşekkür eylemleri boşa çıkar.”313
Kendi
kafamıza göre teşekkür mantığı çıkarırsak gereken mesajı veremeyerek
emeklerimizi boşa çıkarmış oluruz. Mesela;
Bizlere
yemek ısmarlayana “yaşasın, oley” diye bağırmakla teşekkür etmiş sayılır mıyız?
Ya da;
İzleyicilerin
şarkı okuyan sanatçıya sessizce “ağzına sağlık, güzel okudun” demiş olması
sanatçıyı mutlu eder mi?
Demek
ki yapılacak teşekkür mantığını ikram eden belirler.
Peki
âlâ!...
Allah’a
nasıl teşekkür edeceğiz? Yani Allah’a nasıl ibadet edeceğiz? Yeni bir başlık
atarak cevaplayalım.
Onuncu
Bölüm
ALLAH
(c.c.) KULLARINDAN NASIL İBADET ETMELERİNİ İSTER?
GİRݽ
ALLAH-U TEALA KULLARININ NASIL İBADET
ETMELERİNİ İSTER?
½unu
hemen hatırlatalım ki, Allah-u Teala kullarından ilk önce inanç ister. Dinler
arasında İslam dinini seçtiği için tüm kullarının sadece bu dine kayıt
yapmalarını ister. İmzalamamızı tavsiye ettiği kayıt dosyasında şu maddeler
vardır:
-
Allah’a iman
-
Kur’ân’a iman
-
Peygambere iman
-
Meleklere iman
-
Ahiret gününe iman
-
Kaza ve kadere iman
Bu
altı madde, gereği gibi anlaşılıp idrak edilmişse, kelime-i şehadet getirilerek
imzalar atılır. Yani insan bu altı maddeye yakini olarak inanmışsa Allah-u
Teala’nın sonunda cennet vaad ettiği imtihanda yerini alır. Aksi takdirde
dünyanın en iyi kalpli insanı, dünyanın en zeki insanı da olsa imtihan potasına
giremez. Onun asıl imtihanı inanıp inanmamaktır.
Bu
altı maddeyi kısaca açıklayarak konumuza giriş yapalım.
ALLAH’A İMAN: Allah’a
iman, sadece varlığına, yaratıcılığına, can alıp verdiğine inanmak değildir.
Allah’a iman; isim ve sıfatlarıyla inanmaktır. Yani Allah-u Teala; hem gören,
hem işiten, hem dualara icabet eden, adam gibi yaşayabilmemiz için kanunlar
hazırlayan, suçluları cezalandırıp iyileri mükafatlandıran ve intikam alıcıdır.
Allah-u
Teala’nın herhangi bir sıfatını ölü ya da diriye atfedildiği anda Allah inancı
bozulur. Diliyle milyon kere de Allah’a inanıyorum dese geçerli olmaz.
KUR’AN’A İMAN:
Kur’ân’a iman; Kur’ân’ın varlığına, Allah’ın sözleri olduğuna, kıyamete kadar
yürürlükte olacağına, bir harfinin bile değişmediği ve değişmeyeceğine,
insanların yaşam kitabı olduğuna ve muhatabının tamamen diriler olduğuna
inanmaktır. Kur’ân’a iman budur işte.
PEYGAMBERE İMAN:
Peygamberler; Allah’tan almış oldukları vahyi insanlara ulaştırmakla görevli
elçilerdir. Onlara düşen şey apaçık tebliğdir.
Peygamberler;
İnsanları hayvani yaşamdan, şirk yaşamından kurtarıp dünyada adam gibi
yaşamalarını ve Allah-u Teala’ya kul olmalarını hatırlatırlar.
Allah-u
Teala’nın insanlardan istemiş olduğu her ne ahlak ve amel varsa hepsini
peygamberlerde görmek mümkündür. Kısacası peygamberler; Allah’ın (c.c) razı
olduğu bir insan modelidir.
Peygamberlere
iman ise; İnsanların cennete girmelerini sağlayacak ilahi bir kılavuz olduğuna
inanmaktır.
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana
uyun ki Allah’da sizi sevsin...”314
Allah’ın
sevgisini kazanmaya giden yol, peygambere uymaktan geçtiğini bilmek, peygambere
olan ihtiyacımızın boyutunu gösteriyor. Melekler görünmez varlıklardır. Ama
vardırlar. Kur’ân gerçeği olarak varlardır. Her ne kadar Peygamber efendimize
görünmüş olsalar bile yapıları hakkında insanoğlunun bir bilgisi yoktur.
MELEKLERE İMAN:
Melekler Allah-u Teala’nın devamlı alarm durumunda bulunan askerleridir. Onun
emirlerine asla aykırı hareket etmez, ilahi buyruklarını harfiyyen yerine
getirirler.315
“O’ndan önce söz söylemez, O’nun emriyle
iş yaparlar.”316
“O’na kulluk etmekten büyüklenmez ve
usanmazlar.”317
“Gece gündüz Allah’ı överler (ibadete)
ara vermezler.”318
Her
meleğin görevi vardır. Kimi melekler (hafıza melekleri) yapılan amelleri, en
ince ayrıntısına kadar kaydederler. Her insanın sağında ve solunda hiç
uyumadan, adam kayırmadan, amellerin girişlerini yaparlar.
Kimi
melekler can alır, kimi melekler Allah (c.c) ile peygamberler arasında elçilik
yapar. Kimi melekler de kıyametin kopması için sura üflerler. Meleklerin sayısı
bunlarla sınırlı değil. Biz sadece bir kaçını yazdık. Meleklere iman etmek
demek, Allah’a iman etmek demektir.
AHİRET GÜNÜNE İMAN: Ahiret;
dünyadaki imtihan sonucunda insanların Allah-u Teala’ya hesap vereceği,
suçluların cezalandırılacağı, iyilerin mükâfatlandırılacağı bir başka dünyadır.
Buna iman Allah’a imandır.
KAZA VE KADERE İMAN: Allah-u
Teala Âlim’dir. Bilgisinin öncesi ve sonrası yoktur. Geçmişi ve geleceği bilir.
Kendisinin kontrolü dışında ne bir yaprak düşer, ne de bir dişi gebe kalır.
Allah-u
Teala âdil’dir. Hiç bir kuluna zulmetmez, haksızlık yapmaz. Allah-u Teala
insanlara akıl ve cüz’i bir irade vermiştir. Peygamberler göndererek hangi yol
iyi, hangi yol kötü olduğunu bildirip uyarmıştır. Bu bilgiler ışığında
insanoğlu yapmış olduğu amelleri kendi cüz’i iradesi doğrultusunda yapar.
Yani
kendi iradesini kullanarak suç ya da iyi işler yapar. Allah-u Teala insanların
bir saniye sonrası yapacaklarını da bilir. Allah-u Teala’nın geleceği bilmesi,
insan yaşantısını olumsuz bir şekilde etkilemez.
Kaza
ve kadere iman demek; İnsanoğlunun yaşamının her bir saniyesinin Allah’ın
kontrolü altında olduğunu, ayağa diken bile batsa; ancak Allah’ın izni ve
gözetimi dahilinde olduğuna inanmak demektir.
Kelime-i
şehadet getirerek İslam dinine kaydını yapan müslüman, almış olduğu nimetlere
karşılık teşekkürlerini dile getirecektir. Yapmaya niyetlendiği teşekküre
‘ibadet’ adını koyan İslam dini, muhataplarından sadece Allah’a kul olmalarını
ister. Oysaki Allah’ın (c.c) ibadetlerimize hiç ihtiyacı yoktur.
İbadetler
insan içindir. Allah’ın (c.c) hiçbir ihtiyacı ve çıkarı yoktur. Ve ibadetlerin
tümü amaç değil araçtır. Yani insanı Allah’la tanıştıran ve ilahi olanı yaşamın
her alanına çeken bir özelliğe sahiptir.319
Kitabımızın
bu bölümünde; Kelime-i tevhid ve birkaç ibadet şekillerini notladıktan sonra “ZİKİR ve SECDE” üzerinde duracağız.
ALLAH-U TEALA KULLARINDAN İBADET İSTER
Allah-u
Teala kullarından kendisine ibadet edilmesini bekler. Bekler; çünkü O
Allah’tır, çünkü O yaratan, yarattıklarını başıboş bırakmayarak koruyup
gözeten, türlü türlü nimetlere boğan, yerde ve gökte her ne varsa insanların
hizmetine sunandır. Ve haliyle de sadece ve sadece kendisine ibadet edilmesini
bekler.
Allah-u
Teala kullarından iş ve güçlerini bırakarak inzivaya çekilip kendisine ibadet
yapılmasını istemez.
Günün
yirmi dört saati namaz kılıp, oruç tutmamızı ya da tüm malımızı infak olarak
vermemizi de istemez.
Kendisine
yapılacak ibadette bilinç ve ihlas arayan Rabbimizin istediği ibadet serisi
kelime-i tevhidle başlar.
Yani
“La ilahe illallah” deyip kendisiyle aramızdaki tüm ilahları reddederek sadece
ve sadece kendisinin ilah olduğuna, Allah’tan başka ibadet edilecek, yasa
koyacak, sözü dinlenilecek, kendisine güvenilecek, teslim olunacak, kendisine
dua edilecek, hiçbir ilah olmadığına inanmak.
Evet...
Allah’ın kullarından istediği en büyük inanç ve ibadet budur. İşte Allah’ın en
çok sevdiği ve inanılıp pratiğe geçirildiğinde cennet vaad ettiği amel budur
işte.
“La
ilahe illallah” diyerek kendin ile Allah arasındaki ölü ya da diri şeyh ve
falan hazretlerini atıp tüm yardım ve isteklerini Allah’tan bekleyerek ona
yönel...
Evlat
mı istiyorsun?, Anne ve babana hidayet mi istiyorsun?, Sınıfını geçmek mi
istiyorsun?, Borcunu ödemekten mi zorlanıyorsun?, Bağışlanmak mı istiyorsun?,
Ağacına meyva mı istiyorsun?, Oltana balık mı istiyorsun?... Her ne istiyorsan
ellerini açarak samimi bir şekilde Allah’tan iste... Yalnızca Allah’tan iste...
Seninle Allah’ın arasında peygamber dahi olmasın.
Çünkü
Allah kullarını yirmi dört saat gören, işiten ve yapılacak dualara icabet
edendir. Allah-u Teala kendi sıfatlarından herhangi bir tanesini ölü ya da
diriye nisbet edilmesini de istemez. Adına “şirk” dediği bu ameli kesinlikle
affetmeyeceğini Kur’ân’da bildirir.
“½üphesiz Allah kendisine eş koşulmasını
affetmez. Ondan başkasını ise dileyeceğine mağfiret eder. Kim Allah’a ortak
koşarsa muhakkak ki uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır.”320
Allah’a
(c.c) şirk koşmak demek321 adına
ilah denmese bile Allah’la beraber bir ilaha tapmak demek olur.322
Allah-u
Teala kuluyla kendisi arasına hiçbir ilahın girmesini istememesiyle başlayan
ibadet silsilesi, kendisinin çizmiş olduğu hudutlarda (helal-haram) bir yaşantı
istemesiyle devam eder. Ve bu helal-haram arasındaki yaşantının tümüne de
ibadet323 adını verir.
Yeter
ki yapılacak herhangi bir sözlü yada bedensel bir amel Allah’ın (c.c) çizmiş
olduğu hudutları aşmasın. Haramlara dokunulmadıktan sonraki tüm bir hayat
ibadettir. İster bir müslüman kendi hanımıyla beraber olsun, isterse de güzel
bir söz söylesin.
Kişinin
amel defterine artı puan yazdıran her eylem bir ibadettir diyebiliriz. Ve
hiçbir hareket, hiçbir yaşam tarzı yoktur ki amel defterine artı yada eksi
yazdırmasın.
İşte
burada insanın yapacağı tek bir yol var. O da; yapılacak tüm işlerde Allah’ın
kitabı ve peygamberin hadislerine müracaat etmesidir.
İslamda
ibadetler çoktur; bunların bir kısmını bizzat Allah-u Teala farz kılmış, bir kısmı
da Peygamber (s.a.v) tarafından konulmuştur. Tüm ibadetler insanın yaratıcısına
yönelmesi, O’nu sevmesi, O’nun kaza ve kaderinden hoşnut olması için insanla
yaratıcısı arasındaki bağları pekiştirmeyi hedef almıştır.324
Birçok
insanın, belki de farkında olmadan yapmış oldukları birkaç ibadet türünden
bahsettikten sonra dil ve bedenle yapılması gereken ibadet çeşitlerine
değinelim.
İYİLİK YAPMAK İBADETTİR
“Allah’a ibadet edin. O’na hiçbir şeyi
ortak koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşunuza
ve uzak komşunuza, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, ellerinizin altında
bulunanlara iyilik edin. Allah büyüklenip böbürlenenleri elbette sevmez.”325
“Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı,
yakınlara bakmayı emreder; hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder.
Tutasınız diye size öğüt verir.”326
Yukardaki
âyetlerde görüldüğü gibi “anaya, babaya,
akrabaya...” yapılan iyilikler bile Allah’a ibadet edilmiş gibi sayılıyor.
Çünkü bu tavsiyeye uymak demek Allah’a (c.c) itaat etmek demek olur.
BİR MÜSLÜMANIN BİR DݼER MÜSLÜMANA OLAN
TEBESSÜMÜ İBADETTİR
“Kardeşinin
yüzüne tebessüm sadakadır.”327
Hz.
Ali (r.a)’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerif’te şöyle buyrulmaktadır:
“İki
müslüman bir araya gelir ve birbirlerinin hatırlarını sorarlarsa Allah onların
en güler yüzlüsünü bağışlar.”
İNSANLARIN ARASINI DÜZELTMEK, ADALET VE
YARDIM BİRER İBADETTİR
Ebu
Hureyre (r.a)’den; Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki:”İki kişi arasında adalet
yapman bir sadakadır. Kişiye bineğine binmesi için yardım etmen yahut onun
eşyasını bineğine yükletmesi için kaldırman bir sadakadır.” (Yine) buyurdu ki:”Güzel bir söz de bir
sadakadır. Namaz kılmak için (mescide gitmek üzere) yürüdüğün her bir adım bir
sadakadır. Yolda rahatsızlık verici şeyleri kaldırman da bir sadakadır.”328
Tabiki
her sadaka bir ibadettir.
KÖTÜLÜKTEN ALIKOYMAK İBADETTİR
Ebu
Said el-Hudri (r.a)’den dedi ki: Ben Rasûlullah (s.a.v)’ı şöyle buyururken
dinledim:”Sizden kim bir münker görecek olursa, onu eliyle değiştirsin. Eğer
gücü yetmezse diliyle, eğer gücü yetmezse kalbiyle (değiştirsin). Bu ise imanın
en zayıf halidir.”329
“Sizden hayra çağıran, iyiliği (marufu)
emreden, münkerden alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa
erenlerdir.”330
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle
davet et.”331
İNFAK ETMEK İBADETTİR
“Onlar bolluk ve darlıkta infak edenler,
öfkelerini yutanlar ve insanları affedenlerdir.”332
“ ... Her ne infak ederseniz kendi
faydanızadır. (Ey mü’minler) zaten siz ancak Allah’ın rızası için infak
edersiniz. Hayır türünden her neyi infak ederseniz (mükafatı) size eksiksiz
ödenir. Ve size asla zulmedilmez.”333
Evet...
Allah-u Teala’nın müslümanlardan istemiş olduğu ibadetlerdendir infak etmek...
Hem de en çok sevilen şeylerden istenir;
“Siz sevdiğiniz şeylerden infak edinceye
kadar birre334
kavuşamazsınız. Her ne infak ederseniz
muhakkak ki Allah onu çok iyi bilendir.”335
Farz
dışındaki bir amel insan nefsine ağır gelebilir, ama Allah-u Teala ile dostluğa
giden yol, emir dışındaki amellerde geçer. Çünkü farz dediğimiz amelleri birçok
müslüman yerine getiriyor. Önemli olan emir dışındaki amelleri de işlemek.
ALLAH’IN KULLARINDAN BEKLEDݼİ
İBADETLERDEN
BİRİ DE ZİKİR (Allah’ı anmak)’DİR
“ ... Elbette Allah’ı anmak en
büyüktür...”336
Yani;
salih amellerin en büyüğüdür demektir.337
“Beni anın ki Ben de sizi anayım...”338
“ ... Allah’ı çok anın ki kurtuluşa
eresiniz.”339
“ ... İyi bilin ki; kalpler ancak Allah’ı
anmakla yatışır.”340
Ebu
Hureyre’den (r.a) Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Allah-u
Teala şöyle buyurmuştur:
Ben
kulumun beni zannettiği gibiyim. Beni zikrettiği zaman onunla beraberim. Eğer
beni kendi kendine içinden zikrederse, ben de onu kendi içimde zikrederim. Eğer
beni bir topluluk içinde zikrederse bende onu o topluluktan daha hayırlı bir
toplulukta anarım. Eğer o bana bir karış yaklaşırsa ben de ona bir arşın
yaklaşırım, eğer bana bir arşın yaklaşırsa ben de ona bir kulaç yaklaşırım.
Eğer o bana yürüyerek gelirse ben de ona koşarak gelirim.”341
Evet...
İnsanı yoktan var ederek nimetlere boğan ve hatırlanması için de akla hayale
gelmeyecek çeşitte ve güzellikte canlı ve cansızları yaratan Allah-u Teala’nın
en çok sevdiği bir ibadet çeşididir kendisinin zikredilmesi...
Allah-u
Teala hatırlanıp övülmek ister. Hem de tüm övgülerin kendisinde toplanmasını
isteyerek her yerde anılmak ister.342
Allah-u
Teala’nın istemiş olduğu bu ibadet şeklini yapmak Allah’ın büyüklüğünü,
güçlülüğünü, her şeye kadir olduğunu ve tüm her şeyi görüp işittiğini yakînen
bilmekte ve yarattığı canlı ve cansızlardaki sanatını görmekten geçtiğini bir
kez daha hatırlatalım.343
Allah-u
Teala’nın büyüklüğünü ve yaratıcılıktaki sanatını ıspat edici o kadar çok
deliller var ki!.. Fakat insanoğlunun dünya zevkine dalması basiretini kör
etmiş. Bakıyor... Bakıyor... Göremiyor...
ALLAH’I ZİKRETMEK NİMETLERİ GÖRMEKTEN
GEÇER
“Göklerde ve yerde nice belgeler vardır
ki, yanlarından yüzlerini çevirerek geçerler.”344
Bakalım
Seyyid Kutup nasıl tefsir etmiş:
Allah’ı,
O’nun birliğini ve gücünü gösteren nice âyetler, evrenin her köşesine
serpiştirilmiş; göklerde ve yerlerde insanların gözleri ve algılama güçleri
önüne açıkça serilmiş durumdadır. İnsanlar gece gündüz demeden, sabah akşam her
an Allah’ın âyetleriyle karşılaşmaktadırlar. O âyetlerki neredeyse dile gelmiş
ve insanları açıkça çağırmaktadırlar. İnsanların gözleri ve duyuları karşısında
apaçık durmaktadırlar. İnsanların yüreklerine ve akıllarına durmadan esinler
fısıldamaktadırlar. Ne var ki, insanlar tüm bu âyetleri görmemekte, âyetlerin
çağrışını işitmemekte ve onlardaki derin çağrışımları sezinleyememektedirler.
Bir
an için güneşin doğuşunu ve batışını düşün! Bir an için yavaşça uzayan ya da
kısalan gölgeyi düşün! Bir an için engin denizleri, gürül gürül akan pınarları,
insanların susuzluğunu gideren kaynakları düşün!
Bir
an için büyüyen bitkiyi, güzelim tomurcuğu, açılan çiçeği ve nazlı nazlı
sallanan ekinleri düşün! Bir an için yürüyormuşçasına havada uçan kuşu! Suda
yüzen balığı, sürünerek yürüyen kurtçuğu, harıl harıl çalışan karıncayı, bir an
için sabah ve akşamın nasıl olduğunu, gecenin sessizliğini, gündüzün
kalabalığını ibret gözüyle bir düşün!
İnsanın
yüreği bir an için bile, şaşılası varlıklar dünyasındaki istimleri
yakalayabilir. O korkunç anlama ve etkilenme sürecinin ürpertisiyle insanın
yüreğinin titremesi için bir anlık bir zaman dilimi bile yeterlidir. Ama
insanlar, Allah’ın tüm bu âyetlerinin yanlarından geçtikleri halde, onları
umursamazlar. Bu sebeple onların çoğu iman etmezler...
PEKİ ALLAH (C.C) NASIL ZİKREDİLMEK
(hatırlanmak, övülmek) İSTER?
Rasûlullah
(s.a.v) şöyle buyurdu:
“Allah
katında en sevgili olan kelimeler dörttür: Subhanallah, Elhamdulillah, la ilahe
illallah ve Allahu ekberdir.”345
Ebu
Hureyre’den (r.a) Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Subhanallahi
ve bihamdihi dile hafif, mizanda ağır ve Rahman’a sevgili iki kelimedir.”346
Allah-u
Teala’nın istemiş olduğu zikirlerden biri de şudur;
“La
ilahe illallahu vahdehu la şerikeleh lehul mülkü ve lehul hamdu ve huve âlâ
külli şey’in kadir. (Bir olan Allah’tan başka ilah yoktur. O’nun ortağı yoktur,
mülk O’nundur, hamd O’na mahsustur, O herşeye kadirdir.)”
Allah-u
Teala’yı zikretmenin herhangi bir vakti, mekânı ve sınırı yoktur.
Elma
soyarken, süt içerken, balık yakalarken, güneşlenirken, denizde yüzerken bile
zikredilir. Mesela nasıl?
Elma
yerken: Elmayı soymadan önce;
-
Allah’ım ne güzel yaratmışsın! Ne rengi, ne şekli, ne de kokusu değişmiş. Bir
önceki senenin aynısı!...
Soyması
kolay!, yemesi kolay!, hazmi kolay!
Sen
ne büyük yaratıcısın Allah’ım! Subhanallah!!...
Elmayı
soydunuz ve küçük bir kurtçuğa rasladınız;
-
“Aman Allah’ım! kapalı kutu içinde bir canlı! ve sen onun da rızkını
ayarlamışsın! Elma içindeki kurtçuğun rızkını dahi unutmamışsın ve sen rızık
verenlerin en hayırlısısın!” dedikten sonra;
-
“Bismillah” deyip yersiniz.
-
Bitirdikten sonra da;
-
“Elhamdulillah” der zikri bitirmiş olursunuz.
Yapılacak
olan zikirler yolculukta olduğu gibi yürürken, otobüs duraklarında, fatura
kuyruklarında, namazlardan önce ve sonra, su içmeden önce ve sonra... Kısacası
her mekanda347 olabilir.
Çünkü
Allah-u Teala her zaman övülmek ve hatırlanmak istiyor. Ve yapılacak her türlü
övgüye ibadet adını koyup zikredenlere de büyük mükâfatlar vereceğini söylüyor.
ALLAH’I ZİKRETMENİN FAZİLETİ
Ebu
Hureyre’den (r.a), Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Allah’ı
tenzih ederim, hamd Allah’a mahsustur, Allah’tan başka ilah yoktur, Allah
büyüktür” demem, bana, üzerine güneşin doğduğu her şeyden sevimlidir.”348
Sa’d
(r.a)’den:
Rasûlullahın
(s.a.v) yanında idik, buyurdular ki:
“Sizden
biriniz, her gün bin hasene (sevap) kazanmaktan aciz mi?” Orada oturanlardan birisi sordu:
Birimiz
bin haseneyi nasıl kazanabilir?
Rasûlullah
(s.a.v) buyurdu:”Yüz kere subhanallah der, böylece ona bin hasene yazılır. Ya
da ondan bin günah silinir.”349
Cabir
(r.a) Nebi (s.a.v)’den rivayet etti; Rasûlullah (s.a.v) buyurdular:”Kim yüce ve
büyük olan Allah’ı tesbih ederim, O’nu hamd ile tenzih ederim” derse onun için
cennette bir hurma ağacı dikilir.”350
Ebu Hureyre (r.a)’den, Rasûlullah (s.a.v)
şöyle buyurmuştur;
“Her
kim günde 100 kere; “Allah; O yegane ilahtır, tektir, hiçbir ortağı yoktur.
Hükümranlık ve hamd O’nundur ve O, herşeye gücü yetendir.” derse bu zikri 10
köle azat etmeye eşittir. Ona yüz iyilik sevabı yazılır, 100 kötülüğü silinir.
Akşam oluncaya kadar bu zikir kendisi için şeytandan koruyucu bir kalkan olur.”351
Ebu
Hureyre’den (r.a) rivayetle Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:”Her kim günde
yüz kere “subhanallahi ve bi hamdihi= Allah’ı tesbih eder, O’na hamdederim.”
derse deniz köpükleri kadar çok da olsa hataları silinir.”352
Ebu
Zerr’den (r.a) rivayetine göre fakirler Allah’ın Rasûlüne gelerek: “Zenginler
ecirleri, sevapları alıp götürdüler; bizim namaz kıldığımız gibi onlar da namaz
kılıyorlar, bizim oruç tuttuğumuz gibi onlar da oruç tutuyorlar (ve bizden
fazla olarak) mallarının fazlasını sadaka olarak veriyorlar.” demişlerdi.
Peygamberimiz
de;
“Allah
size de sadaka edebileceğiniz bir şey vermemiş mi? Sizin her bir tesbihiniz bir
sadakadır, her bir tahmid ve tehliliniz birer sadakadır, her bir tekbiriniz bir
sadakadır, iyiliği emretmeniz ve kötülüğü yasaklamanız bir sadakadır, sizden
birinin ailesinin ağzına bir lokma koyması (ona helal bir kazançtan lokma
yedirmesi) bir sadakadır, sizden birinin eşine yaklaşması bir sadakadır.” buyurdu.
Onlar;
-
“Ey Allah’ın elçisi! Bizden biri şehvetini giderecek ve bu da onun için bir
sadaka mı olacak?” diye hayret ettiler. Bunun üzerine Efendimiz:
-
“Sizden biri şehvetini haram olan bir yolla giderseydi bu onun için bir günah
olmayacak mıydı?” diye sordu. Onların;
-
“Evet” cevabı üzerine de şöyle buyurdular:
-”İşte
şehvetini helal yoldan giderirse bunda da onun için bir ecir vardır.”353
İşte
görüldüğü gibi farz ibadetlerden sonra en çok ecir getiren ibadetlerden biri de
Allah’ı zikretmektir. Bu ibadet hem yorucu değil, hem de nefse ağır gelmez.
Çünkü övülen varlık bir insan değil Allah’tır, ki O övülmeye layıktır.
Allah-u
Teala kullarından hem övgü dolu cümleler, hem de yapılacak en ufak bir eylemde
hatırlanmak ister.
Mesela
nasıl;
Uykudan uyanınca yapılacak zikir;
“Bizi
öldürdükten sonra dirilten Allah’a hamdolsun. Dönüş O’nadır.”354
Helaya girmeden önce yapılacak zikir;
“Allah’ım!
Pislikten ve pis olan şeylerden sana sığınırım.”355
Heladan çıkarken;
“(Allah’ım)
beni bağışla.”356
Evden çıkarken;
“Allah’ım!
Sapıklığa düşmekten veya düşürülmekten, ayağımın kaymasından veya
kaydırılmasından, zulmetmekten veya zulme uğramaktan, cehalete düşmekten veya
cahil bırakılmaktan sana sığınırım.”357
Herhangi bir işi yapmakta zorlandığınız
zaman;
“Allah’ım!
Senin kolaylaştırdığından başka kolay olan yoktur. Sen dilersen zoru kolay kılarsın.”358
Ve yatmadan önce yapılacak dualar;
“Allah’ım!
nefsimi sana teslim ettim. İşimi sana havale ettim. Yüzümü sana çevirdim.
Senden ümid ederek ve korkarak sırtımı sana ilca ettim. Sığınmak ve senden
sakınmak ancak sana yönelmektedir. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin nebine iman
ettim.”359
Örnekleri
çoğaltmak mümkündür. Sadece birkaç duayı hatırlattık.360
Yapılacak
her işin başında Allah’ı anmak demek;
Yardımın
ve kolaylaşmanın Allah’tan geldiğine, O’nun görüp işittiğine, duaları kabul
edeceğine, O’nun izni olmadan hiçbir canlının hareket edemeyeceğine inanmak
demektir.
Allah’ı
sürekli zikretmek demek; O’nu çok sevmek, O’nu yüceltmek, ve O’nu sürekli
hatırda bulundurmak demek olur ki işte o zaman yapılan günahlar asgariye inmiş
olur.
Çünkü
ne zaman Allah-u Teala unutulup anılmazsa kesinlikle şeytan hatırlanır.
Abdullah
b. Büşr, bir adam Rasûlullah’a “Ey Allah’ın Rasûlü! İslamın bana olan emirleri
fazlalaştı. Bana bir şey bildir ki ona sımsıkı sarılayım” dedi.
Rasûlullah
(s.a.v) buyurdu ki;
“Dilin
daima Allah zikri ile ıslak kalsın.”361
KUR’AN OKUMAK BİR ZİKİRDİR
“Kim
Allah’ın kitabından bir harf okursa ona bununla bir hasene vardır ve her hasene
on misli ile birliktedir. Elif lam mim bir harftir demiyorum. Elif bir harf,
lam bir harf ve mim bir harftir.”362
ALLAH-U TEALA HER MECLİSTE ANILMAK İSTER
Rasûlullah
(s.a.v) şöyle buyurur:
“Kim
bir yerde oturur da Allah’ı zikretmezse Allah tarafından (bu kusurdan dolayı)
bir pişmanlığa uğratılır. Kim de bir yatağa uzanır, onda Allah’ı zikretmezse
Allah tarafından (bu kusurundan dolayı) bir pişmanlığa uğratılır.”363
Rasûlullah
(s.a.v) şöyle buyurdu;
“Bir
mecliste oturup da orada Allah’ı zikretmeyen ve nebilerine salat getirmeyen bir
topluluk, mutlaka Allah tarafından (bu kusurlarından dolayı) pişmanlığa uğratılır.
Allah dilerse azap eder, dilerse onları bağışlar.”364
Rasûlullah
buyurur ki;
“Oturdukları
meclisten orada Allah’ı zikretmeksizin kalkan bir topluluk eşek leşi üzerinden
kalkmış gibidir. Bu onlar için pişman olacakları bir kayıptır.”365
Bu
zikirlerin hepsi kulu, Rabb’ine bağlar, kalbi imanla imar eder, kötülükten
alıkoyar ve hayır kapılarını açarak amel defterlerini doldurur.
Zikir
sadece dil ile subhanallah, elhamdulillah... demek değildir. Zikir;
hatırlamanın pratiğe yansımasıdır. Bu dil ile olabildiği gibi, tutulan oruçla
da olur, kılınan namazla da olur, yapılan hac’la da olur.
Yeter
ki Rabb’imizin vermiş olduğu nimetler hatırlanıp kendisine övgü dolu mesajlar
gönderilsin. Önemli olan budur zaten...
Rabb’imizin
bir âyetini daha yazarak zikir dosyasını kapatalım;
“İçinden
yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabb’ini an.
Gafillerden olma!”
Allah-u
Teala’nın kullarından beklemiş olduğu ibadetler bu yazdıklarımızla sınırlı
değil tabi... Biz sadece Allah (c.c) ile aramıza (canlı ya da cansız) hiçbir
ilah koymamanın, her konuda Allah’a danışmanın, tüm beşeri sistemleri red
ederek Allah’ın kanunlarına uymanın en büyük ibadet olduğunu vurgulayarak
Allah’ı zikretmenin önemine ve verilen mesajın büyüklüğüne değindik.
Yeni
bir dosya daha açarak; Allah’a olan ibadette namaz ve secdenin önemine
değinelim.
ALLAH-U TEALA “NAMAZ”LA DA TE½EKKÜR
ETMEMİZİ İSTER
Her
ibadetin kendine özgü bir durumu olduğu gibi diğer ibadetlerle de bir ilişkisi
vardır. Bu ibadetlerden birisi de namazdır.
Namaz;
müslümanı muttaki yapan ibadet olarak önemlidir. Kur’ân-ı Kerim’de namaz
üzerinde sıkça durulmuş, namazın sadece
şekle münhasır kılınacak fiziksel hareketler olmadığına özellikle dikkat
çekmiştir.
Kur’ân-ı
Kerim, namazı her zikrettiğinde onun üzerinde ciddi manada tefekkür edilmesi,
özünün yakalanmaya çalışılmasının gerekliliği üzerinde durur. Kur’ân’da namazın
zikredildiği hiçbir âyette sadece namaz kılın ifadesi yoktur. Namazı ikame
edin, namazı dosdoğru kılın ve yerli yerinde yapın ifadesi vardır. Ankebut/45’te”½üphesiz
ki namaz insanı kötülükten, yanlış yapmaktan, aşırılıktan alıkor.” denmektedir.
Her
haliyle anlaşılıyorki namaz bir denge halidir.
Namaz;
insan için, insanın nefsi için zor gelebilecek başka bir varlık önünde ayağa
kalkmak, eğilmek ve yere kapanmak gibi bir muhtevaya sahiptir. Namaz;
peygamberimizin buyurduğu gibi;”Mü’minin Allah’a olan yükselmesidir.” Ve yine O’nun buyurduğu gibi;”Namaz; İnsanın
Allah’a karşı duruşunda alacağı pozisyonun rotası ve zeminidir.”
İnsanı
Allah’a bağlayan önemli farz ibadetlerinden biridir namaz. Müslümanın gün
içerisinde sorumlulukları hatırlaması, şuurlanması, eksikliklerini ve
fazlalıklarını farketmesine neden olan ibadettir namaz.
Özellikle
secde hali çok önemli anlam ve muhtevaya sahiptir. Allah Rasûlü; secde;
Mü’minin Rabbine en yakın olduğu andır.”
demektedir. Bu coşku ve heyecan verici hadisten, her müslüman istifade
edebilmenin imkân ve yollarını aramalı ve oluşturmaya çalışmalıdır.
Allah’la
(c.c) konuşmak isteyen, görüşmek isteyen, ona derdini ve sıkıntısını açmak
isteyen, onunla heyecanını, mutluluğunu paylaşmak isteyen namaz kılsın diyen
peygamber; insanlık için, müslümanlar için daha ne söyleyebilir?!...366
Recep
Düzgün kardeşimizin “Namazın İbadetteki Yeri ve Önemi” başlıklı nasihatından
sonra, kılacağımız namazla nasıl bir mesajda bulunduğumuzu ya da bulunacağımıza
bir göz atalım;
NAMAZ VE NAMAZLA VERİLEN MESAJ
Diğer
dinlerdeki ibadetleri bildirme ve davet yöntemleri bakımından bir benzeri
olmayan evrensel bir çağrı olan ezanla start alıp ve tüm dikkatiyle, tüm
benliğiyle ve tüm şuuruyla kıyama geçer müslümanımız...
Allahu
ekber! (Allah en büyüktür) tekbir lafzıyla teşekküre başlayıp ellerini bağlar.
Artık müslümanımız Rabbinin rızasını kazanmak için, kendisine verilen nimetlere
teşekkür için, Rabbinin büyük ve güçlü kendisinin ise Rabbine muhtaç ve aciz
olduğunu ıspat için ağaç gibi ayaktadır... Hiçbir güç onun o halini bozamaz.
Artık
Rabb’iyle konuşma vakti gelmiştir. Besmeleden sonra subhaneke ile başlar
Rabbini övmeye...”Ey Allah’ım! Seni hamdın ile tesbih ve tenzih ederim. İsmin
mübarektir. Azametin yücedir ve senden başka ilah yoktur.” dedikten sonra
Kur’ân’ın ilk suresi olan Fatiha’yla devam ederek yine Rabbine övgü dolu
mesajlarla der ki, “Hamd; alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. (O aynı zamanda)
Rahman’dır Rahim’dir. Din gününün (hesap)de sahibidir...”
Müslümanımız,
Fatiha’yı okurken Rabbimize ne dediğini bilir bir tavırla tevhidin zirvesine
çıkıp şirkten uzak bir âyeti kabul eder bir hareketle der ki:”Rabbimiz ancak
sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz.”
İbadetin
ve yardım istemenin tek mercii Rabbimiz olduğunu kabullenir bir vaziyette
teşekkür/dua/yalvarma cümleleri dua eder:
“Bizi
doğru yola ulaştır. Kendine nimetler verdiğin kimselerin yoluna... Gazabına
uğrayanların ve sapıkların yoluna değil”
der. Bir de kısa ya da uzunca bir âyetler okuyup rûkûya eğilir.
Belki
de bugüne kadar hiçbir güce, kuvvete, sisteme ve şahsa karşı yapmadığı bir
pozisyon. Gururlanmış bedenin bükülmesiyle devam eden bedenle yaptığı kulluğu
dil ile devam ederek der ki; “Subhanerabbiyel azim (yani yüce Rabb’imi tesbih
ve tenzih ederim)” hem de 3,5,7 defa...
O
pozisyonda da Rabb’ini över ve düşünür; Benim belimi kırıp, bu pozisyona
gelmeme sebep ne? Kime karşı eğiliyorum? Elbetteki Rabbime karşı der ve bu pozisyonla
sanki ”Ey inananlar: Rukû edin, secdeye varın. Rabb’inize kulluk edin. İyilik
yapın ki saadete erişesiniz.”367
âyetini yaşar.
Rukûdan
kalktıktan tekrar kıyama geçinceye kadar ki vakti de boşa harcamayıp; “Semi
Allahu limen hamideh (Allah kendisine hamdeden kulunu işitti/işitir)”sözünü
söyleyip Allah’ın rahmetini umarak rukûdan başını kaldırır. Tabiki övgü dolu
cümleler bununla da kalmayıp devam eder ve der ki: “Rabbena lekel hamd (Ey
Rabbimiz hamd sana mahsustur)”
Bu
kadar hazırlık cümlelerinden sonra Rabbine çok yakın olma, onun dostluğu
artırma, güzel olan her türlü istek ve duada bulunmanın zamanı ve tavsiye
edilen mekanına az kalmıştır. İnsanı, Rabbinin huzurunda iki büklüm yapan
pozisyon: “SECDE”
Sanki
secde ile Rabbine şöyle der;
“Rabbim!
senin huzurunda gururlanmış boynum ve burnum işte bak ayaklarımla bastığım
yerde... Rabbim! sen güçlü ve ibadete layıksın... Ben ise güçsüz ve sana
muhtacım... Sana yemin ederim ki hiç kimsenin huzurunda boynunu (10 cm) bile
aşağı eğmedim. Bana olan ikramına ve büyüklüğüne karşı işte böyle iki büklüm
olarak sana olan teşekkürümü secde ile ifade ediyorum... Sen beni bağışla
Allah’ım... Çünkü sen ğafursun... Günahları bağışlayansın... Beni razı olduğun
kullarından eyle!.”
Ve
sesli duaya gelinmiştir artık. “Subhaneke Rabbiyel ala (Ey yüce Rabbim! Seni
noksan sıfatlardan tenzih ederim)” der ve düşünür. Kendisini bu duruma sokan
sebep ne idi?
Secdeden
ikinci kez kalktıktan sonra aynı hareketleri birkaç kez tekrarlayıp oturur.
Artık müslümanımızın alnı pak ve parlaktır. Oturarak teşekkürden sonra sağ ve
soldaki hafıza meleklerine selam verir ve namazını bitirir.
Müslümanımız
öyle bir teşekkür etmiştir ki; teşekkür ederken ne yorulmuştur, ne acı
çekmiştir, ne de onuru kırılmıştır.368
Namaz bir arınma, bir hatırlatma ve bir
teşekkürdür. Günde beş defa bu duygularla tekrarlandığında inanıyorum ki bir
çok kötülüklerden uzaklaşırız. Çünkü;”Muhakkak
ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkor.”369
Allah-u
Teala’ya niçin kulluk yapmamız gerektiği anlaşılmışsa; zikir, namaz, secde ve
kitabımızda notladığımız bazı ibadet çeşitleri dışındaki ibadetleri
“cennetliklerin vasıfları” dosyasında ve birçok ilmihal kitaplarında bulmak
mümkün.
Onbirinci
Bölüm
CENNET
VE CEHENNEMLİKLERİN VASIFLARI
GİRݽ
Cennete
her kul mü’min sıfatıyla girer. Yani inanan, iman eden... Cennete girecek olan
kulların birtakım ortak amelleri vardır. Ve bu ameller vesilesiyle cennete
girerler.370
Cennete
girmek isteyen her insan için bu vasıfları öğrenmekte büyük faydalar vardır.
MÜ’MİNLERİN VASIFLARI
1- “Mü’minler gerçekten felah bulmuşlardır.”
2- “Onlar ki namazlarında huşu içindedirler.”
3- “Onlar, boş şeylerden yüz çevirirler.”
4- “Onlar, zekâtı eda ederler.”
5- “Onlar, ırzlarını korurlar.”
6-
“Onlar, emanetlerine ve ahitlerine riayet
ederler.”
7-
“Onlar, namazlarını (gereğince) muhafaza
ederler.”371
8-
“Onlar, gayba iman ederler. Namazı
dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden infak ederler.”372
9- “Onlar, sana indirilene de (Kur’ân’a)
senden önce indirilene de iman ederler. Onlar, ahirete de şüphe etmeksizin
inanırlar.”373
10- “Onlar, bollukta ve darlıkta infak ederler,
öfkelerini yutarlar. Ve insanları affedenlerdir.”
11- “Ve onlar çirkin bir günah işledikleri
yahut nefislerine zulmettikleri vakit Allah’ı hatırlayarak hemen günahları için
bağışlanma dileyenlerdir... Bir de işledikleri (günah) üzerinde bilip
durdukları halde ısrar etmeyenlerdir.”374
12- “Rahmanın kulları yeryüzünde ağır ve
vakarla yürürler...”375
13- “Onlar ki gecelerini Rab’lerine secde ve
kıyam ile geçirirler.”376
14- “Onlar ki “Rabb’imiz, bizden cehennem
azabını geri çevir. Çünkü gerçekten onun azabı kesin bir helak oluştur.”
derler.”377
15- “Ve onlar ki, mallarını infak ettiklerinde
israf ta etmezler, cimrilik te etmezler. Bunun arasında orta bir yol tutarlar.”378
16-
“Onlar ki Allah ile birlikte başka bir
ilaha ibadet etmezler. Hak ile olması dışında, Allah’ın öldürülmesini haram
kıldığı nefsi de öldürmezler. Zina da etmezler.”379
17- “Ve onlar ki yalan şahitlik yapmazlar.
Lağve (boş ve batıl şeylere) rastladıklarında da şereflice yüz çevirip
geçerler.”380
18-
“Onlar ki Rabb’lerinin âyetleriyle
kendilerine öğüt verildiğinde, bunlara karşı sağır ve kör kimseler olarak
yıkılmazlar.” 381
19- “Ve onlar ki: “Rabbimiz! eş ve
çocuklarımızda bize gözlerimizin aydınlığı olan (salih amel)ler ver; bizi takva
sahiplerine önder yap!” derler.”382
20-
“İman edip, salih amel işleyenler ise
işte bunlar yaratılanların en hayırlılarıdır.”383
KAFİRLERİN/CEHENNEMLİKLERİN VASIFLARI
Cehenneme
giren her kul “kâfir” sıfatı ile karşılanır.384 Kâfir; hakkı örtendir. Gelen İslam davetini reddederek küfrü
seçen demektir. Kâfirlerin vasıflarını öğrenmek onları tanımamızı sağlar.
Bakalım Rabbimiz kâfirleri nasıl tanıtıyor.
Kâfirler İman Etmezler
- “Gerçekten o inkar edenleri uyarsan da,
uyarmasan da onlar için birdir; iman etmezler.”385
- “Eğer biz sana kağıt üzerinde yazılı
bir kitap indirseydik, kendileri de elleriyle ona dokunsalardı, kâfir olanlar
yine:
“Bu ancak apaçık bir büyüdür.” derlerdi.”386
- “½üphesiz yeryüzünde yürüyen canlıların
Allah katında en kötüsü kâfirlerdir. Artık onlar iman etmezler.”387
Kâfirlerin Dostları ½eytandır
- “ ... Biz şeytanları iman etmeyenlere
veli kıldık.”388
- “ ... Kâfir, Rabbine karşı şeytana
yardımcı olandır.”389
Kâfirler Allah’ın Ayetlerini İnkâr
Ederler
- “Onlara âyetlerimiz apaçık okunduğu
zaman, o kâfirlerin inkârlarını çehrelerinden anlarsın. Neredeyse onlara
âyetlerimizi okuyanların üzerine hücum edip çullanacaklar...”390 ”Onlara Rahman’dan yeni bir öğüt gelse,
muhakkak ondan yüz çevirirler.”391
- “Andolsun ki, Biz bu Kur’ân’da
insanlara her çeşit misalden örnek verdik. Andolsun eğer onlara bir âyet
getirsen o kâfirler elbette şöyle diyeceklerdir: “Siz ancak batıl şeyler
uyduranlarsınız.” İşte bilmeyenlerin kalpleri üzerine Allah böyle mühür vurur.”392
Kâfirler Kur’ân’ı İnkâr Ederler
- “Onlara: “Allah’ın indirdiğine
uyun” denildiği zaman, onlar: “Hayır
biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” derler. Ya ataları bir şeye
akıl erdirememiş ve doğruyu bulamamış idiyseler.”393
Kâfirler Ahireti İnkâr Ederler
- “Dünya hayatının yalnız görünen kısmını
bilirler. Fakat ahiretten yana gâfil olanların ta kendileridir onlar.”394
- “Dediler ki: “Biz yerde kaybolduğumuz
vakit gerçekten biz yeni bir yaratılışta mı olacağız? Evet, onlar Rab’lerine
kavuşmayı inkâr ederler.”395
- “Ve biz ölüp toprak ve kemik olduktan
sonra mı gerçekten biz mi tekrar dirileceğiz? derlerdi.
“Ya önceki babalarımız da mı diriltecekler?”
“De ki: “Muhakkak öncekilerde, sonrakiler de, bilinen bir günün
belli bir vaktinde elbette toplanacaklardır.”396
Kâfirler Fakirleri Küçük Görürler
- “(Kafirlerin elebaşlarına bir zamanlar
güçsüz gördükleri mü’minleri gösterip): “Kendilerini Allah’ın rahmetine
erdirmeyeceğine yemin ettiğiniz kimseler bunlar mı idi? İşte (onlara): Girin cennete!
Size hiçbir korku yoktur. Ve siz üzülecek de değilsiniz.”397
Kâfirlerin Kalpleri Birbirine Benzer
- “Bilmeyenler: “Allah bizimle konuşmalı
yahut bize bir âyet (mucize) gelmeli değil mi? dediler. Onlardan öncekiler de
tıpkı onlar gibi böyle söylemişlerdi. (Küfür ve inatta) kalpleri birbirine ne
kadar da benzemiş! Biz yakîn (kesin bilgi) sahibi olmak isteyenlere âyetleri
iyice açıklamışızdır.”397
Kâfirler Mallarını Allah Yolundan
Çevirmek İçin Harcarlar
- “O kâfirler şüphesiz mallarını, Allah
yolundan alıkoymak için harcarlar. Yakında da onları harcayacaklar...”399
Kâfirler Birbirinin Yardımcılarıdır
- “Kâfir olanlar da birbirinin
velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat
olur.”400
- “ ... ½üphesiz ki zalimler birbirlerinin
velileri (dostları)dır. Allah ise takva sahiplerinin velisidir.”401
Kâfirler Nankördür
-
“Onları dağlar gibi bir dalga kapladığında, dinlerini yalnız Allah’a
halis kılanlar olarak, O’na dua ederler. Onları, kurtarıp karaya çıkarınca
onlardan kimileri orta yolu tutar. Ayetlerimiz ise çok gaddar ve çokça
nankörlük edenden başkası bile bile inkâr etmez.”402
- “İnsanlara bir sıkıntı isabet etse,
hemen Rablerine yönelenler olarak O’na dua ederler. Sonra onlara nezdinden bir
rahmet tattırırsa, bakarsın ki onlardan bir fırka, Rablerine ortak koşar.
Kendilerine verdiklerimize nankörlük
etsinler diye. Faydalanın bakalım, yakında bileceksiniz.”403
Kâfirler İnfak Etmezler
- “Onlara: “Allah’ın size verdiği
rızıktan infak edin” denilse, kâfirler, iman edenlere derler ki: “Allah dilese
idi kendilerini yedirebileceği kimselere mi yedirelim? Siz ancak apaçık bir
sapıklık içindesiniz.”404
- “Yoksulu yedirmeye de teşvik etmezdi.”405
Kâfirler Dünyalıkla Övünürler
- “Biz hangi ülkeye bir korkutucu
(peygamber) göndermişsek, mutlaka oranın refah içinde şımaran zenginleri: “Biz
sizinle gönderilen şeyleri inkâr edenleriz” demişlerdir.
Ve dediler ki: “Biz malca da, evlatça da
daha çokluğuz. Biz azap edileceklerden de değiliz.”406
Kâfirler Dünya Hayatını Ahiretten Üstün
Tutarlar
- “Onlar dünya hayatını ahiretten daha
çok sevenler, Allah’ın yolundan alıkoyanlar, onun eğrilmesini isteyenlerdir.
İşte onlar uzak bir sapıklık içindedirler.”407
- “Dünya hayatının (yalnız) görünen kısmı
bilirler. Fakat ahiretten yana gafil olanların ta kendileridir onlar.”408
- “Gerçekten bunlar, o çarçabuk geçeni
(dünyayı) severler, ama çok ağır bir günü de arkalarına atarlar.”409
Kâfirler Yaratıkların En Kötüleridir
- “Gerçek şu ki, ister kitap ehlinden
olsun, ister müşriklerden olsun o kâfir olanlar, cehennem ateşindedirler, orada
ebedi kalıcıdırlar. Yaratılanların en kötüleri de işte bunlardır.”410
Kâfirler Batılın Mücadelesini Yaparlar
- “Biz peygamberleri ancak müjdeleyici ve
korkutucu kimseler olmak üzere göndeririz. Kâfir olanlar ise hakkı yerinden
kaydırmak için batıl ile mücadele verirler...”411
Kâfirlerin Yaptıkları İyi İşler Boşa
Gider
- “Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı
yalanlayanların bütün işledikleri boşa gitmiştir. Onlar (dünyada)
yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı.”412
- “Rablerini inkâr edenlerin durumu:
Amelleri, aynen fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu bir küle
benzer. (Dünyada) kazandıklarından hiçbir şeyi ellerine geçiremezler. Uzak
sapıklığın ta kendisi işte budur.”413
Kâfirler Mü’minlerle Alay Ederler
- “Dünya hayatı kâfirlere pek süslü
gösterilmiştir. Onlarsa (buna aldanarak) mü’minlerle eğleniyorlar. Halbuki o
takva sahipleri kıyamet gününde onlardan üstündürler. Allah dilediğine hesapsız
rızık verir.”414
Kâfirler
Mü’minleri Saptırmak İsterler
-
“Onlar dünya hayatını ahiretten daha çok
sevenler, Allah’ın yolundan alıkoyanlar, onun eğrilmesini isteyenlerdir. İşte
onlar uzak bir sapıklık içindedirler.”415
Onikinci
Bölüm
HANGİ
YOL CEHENNEME GİDER?
HANGİ
YOL CEHENNEME GİDER?
Cehenneme
giden yolların sayısı o kadar çok ki... Dünyanın her yerinden cehenneme araba
kalkar. Bileti ücretsizdir. İnsanı fazla yormaz...
Cehennemin
görevlileri, hatta pazarlamacıları dahi vardır. Servisleri çoktur. İsteyeni iş
yerinden, evinden hatta camilerden dahi alırlar. Hem de hiçbir ücret istemeden
din, dil, ırk, mezhep farkı görmeden... Yeter ki yapacağın bir “amel”le mesaj
gönder...
Yapılacak
amelin büyüklüğüne göre konaklanacak mekân da derecelenir.
Pazarlamacıların
müşterilerinden özellikle istediği bir şey vardır;
“Lütfen
yapacağınız her ameli bilinçli yapın.a
Yani eyleminizin arkasında durun.”
Pazarlamacının
insanlardan beklediği ameller sanıldığı gibi hiç te zor değildir.
Cehennem
pazarlamacısı tanıştığı her insanın kültürüne, toplumdaki ve Allah katındaki
yerine göre bazı ameller sunar. Ve herkesin gücü, bilgisi ve inancı ölçüsünde
yazılmış amellerden seçmesini ister.
Seçimde
zorlama yapmaz. Yalnızca getirisini söyler. Yani; “½u ameli yaparsan cebin
dolar, makamın yükselir, şunu yaparsan; toplumdaki itibarın artar, o beldenin
tek hakimi sen olursun.” der.
Bakalım
ne tür isteklermiş bunlar;
CEHENNEM PAZARLAYICISININ PAZARLADI¼I
AMELLER
1-
Allah’ı inkâr et, cehenneme gir.
2-
Cehennemi inkâr et, cehenneme gir.
3-
Allah’ın bazı sıfatlarını ölüye ya da diriye atfet, cehenneme gir.
4-
Yardımı kabirdekilerden bekle, cehenneme gir.
5-
Allah’tan bir şey istediğinde araya aracıları koy, cehenneme gir.
6-
Öldükten sonra dirilmeyi inkâr et, cehenneme gir.
7-
Melek ve cinlerin varlığını inkâr et, cehenneme gir.
8-
Allah’ın isim ve sıfatlarından bir tanesini inkâr et, cehenneme gir.
9-
Zekât mı? O da ne? inkâr et, zengin ol! cehenneme gir.
10-
Faiz, içki haram mı? “Kim demiş?” de, cehenneme gir.
11-
Kur’ân çöl kanunudur de, cehenneme gir.
12-
Kur’ân sadece arap toplumunu bağlar de, cehenneme gir.
13-
Kur’ân’ı sahiplenip, peygamberi devre dışı bırak, cehenneme gir.
14-
İslamın ceza hukukunu hafife alıp, çağ dışı de, cehenneme gir.
15-
Kahrolsun şeriat (haşa) de, kahrolmak için, cehenneme gir.
16-
Ben komünistim, ben ...ist’im de, cehenneme gir.
17-
Allah’ın kanunları dışındaki kanunları benimse, cehenneme gir.
18-
Allah’la beraber başka ilahlara da tap, cehenneme gir.
19-
Rızkı başkasından bil, cehenneme gir.
20-
Allah (c.c)’tan başkaları için kurban kes, cehenneme gir.
21-
Kalbim temizdir deyip, sorumluluktan sıyrıl, cehenneme gir.
22-
Allah’ın koymuş olduğu hükümlere hüküm koy, cehenneme gir.
23-
Yardımı ve isteklerini şeyh’lerden bekle, cehenneme gir.
24-
Gaybı Allah’tan başkası da bilir de, cehenneme gir.
25-
İnsanları ezmek için hem parasını, hemde kanını em, cehenneme gir.
26-
Bu maddelerin hepsine inan, ameline yansıtma, cehenneme gir.
SONUÇ
Kitabımızı
okuduktan sonra;
“Niçin yaratıldık?” sorusuna vereceğiniz
cevap;
-
“Ruhlar alemindeyken vermiş olduğumuz söze sadık olup olmadığımızın ıspatı
için.” İSE;
-
Allah-u Teala kullarından ne istiyor? sorusuna vereceğiniz cevap:
“Allah-u
Teala tüm kullarından kendisiyle arasına hiçbir ilahın (ölü ya da diri hiçbir
şeyh’in, hazretlerinin, beşeri sistemlerin) girmesini istemeyerek sadece ve
sadece kendisine ibadet etmelerini, her ne istenecekse sadece kendisine el açıp
istemelerini, tüm övgüleri ve secdeleri sadece ve sadece kendisine yapmalarını
istiyor.” İSE;
“Niçin Allah’a ibadet etmeliyiz?” sorusuna
vereceğiniz cevap:
“Allah-u
Teala kullarına bir çok nimetler vermiştir. Verdiği nimetlerle de kalmayıp,
bizlerin göz zevkine hitap edecek manzaralar da yaratmıştır. Allah-u Teala’nın
bu ikramı yirmi dört saat aralıksız devam etmektedir. Ve her ikram teşekkür
ister mantığından hareketle Allah-u Teala’ya teşekkür, yani ibadet etmemiz
lazım gelir. Aksi halde nankörlükle suçlanır, soluğu hiç de tahmin etmediğimiz
yerde alırız.” İSE;
“Allah-u Teala niçin yalnızca kendisine
ibadet edilmesini ister?” sorusuna vereceğiniz cevap;
“Allah-u
Teala yalnızca kendisine ibadet edilmesini ister. Çünkü O; Kullarını yaratan,
kullarına; konuşmayı, gülmeyi, ağlamayı, düşünmeyi öğreten, geçmişi hatırlatıp
gelecekle ilgili hayal kurabilmelerini sağlayan;
Kullarını
her an gören, işiten ve dualarına ve isteklerine icabet edendir. Allah-u Teala
yaratıcı ve güçlüdür. Kendisinden başka her ne varsa yaratan kendisidir.
Güçlü,
ikram sahibi, kullarının her tür ihtiyacını karşılamayı üzerine alan Allah-u
Teala’ya ibadet etmek gerekirken;
Güçsüz,
zayıf, duaları işitmeyen, işitse bile dualara icabet etmeyen, her noktada
ihtiyaç sahibi olan bir yaratığa (ölü yada diri) ibadet etmek, hem nefse
zulmetmiş, hem de Allah’a ortak koşmuş oluruz.” İSE;
İnsanların bir çoğu niçin cehennem patentli
ameller işlerler? sorusuna vereceğiniz cevap:
“İnsanların
büyük bir çoğunluğu niçin yaratıldığını, dünya hayatının boş bir eğlenceden
ibaret olduğunu, asıl kurtuluşun ahiretteki hayat olduğunu, bir gün mutlaka
Allah’ın huzuruna çıkıp (hem dünyadaki yaptıklarından hem de yapmaları
gerekipde yapmadıklarından) hesaba çekileceklerini unuttukları için, ya da
nefislerine uydukları için cehennemlik ameller işlerler.” İSE;
İmtihanda olduğunun farkına varanlar
niçin gereken sabrı ve şükrü gösteremiyorlar? sorusuna vereceğiniz cevap;
“Nasıl
imtihana tabi tutulduklarını bilememeleri, kazandıkları takdirde kendilerine
vaad edilen cennet ve içindekilerini okuyup öğrenmemeleri, kaybettikleri zaman
girilecek mekânın ne kadar da korkunç bir yer olduğunu kafalarında canlandırmamaları
cehennem patentli bir hayat sürmelerini sağladı.” İSE;
Bu
kitabı gereği gibi okumuş ve Allah’ın rızasını kazanmak için anlatmak istediğim
mesajları almışsınız demektir. Benimle hemfikir olduğunuz için sizler adına
Allah’a dua edeceğim.
Feyzullah
BİRI½IK
Allah’a emanet olun.
20-1-2000
Onüçüncü
Bölüm
ESMA-ÜL
HÜSNA
Esma-ül
Hüsna
Allah
Kainatı yaratıp, bütün övgü ve
ibadetlere layık, varlığı zorunlu olan yüce zat’ın özel ve en
kapsamlı adı, lafza-i celal.
er-Rahman
Esirgeyen, bağışlayan, ilahi rahmet,
lütuf ve koruyuculuğu bütün mahlukatı kapsayan.
er-Rahim
Esirgeyen, bağışlayan, engin merhamet
sahibi, dünyada kendisine inanıp, emirlerine uygun bir
şekilde yaşayanları ahirette ebedi nimetlerle mükâfatlandıracak
olan.
el-Melik
Görünen ve görünmeyen bütün alemlerin
sahibi ve yöneticisi.
el-Kuddus
Her türlü eksiklik ve noksanlıktan
münezzeh, bütün kemal sıfatlarıyla muttasıf bulunan.
es-Selam
Esenlik veren.
el-Mü’min
Güven veren, vaadine güvenilen.
el-Müheymin Evrenin bütün işlerini
düzenleyen, gözeten ve yöneten; insanları
murakabe eden.
el-Aziz
Eşi, benzeri ve dengi bulunmayan;
değerli, şerefli ve güçlü! Hiçbir zaman yenilmeyen, daima galip olan.
el-Cebbar
Mutlak
iradesini her durumda yürüten, düzeni bozulan her şeyi
tanzim eden, her güçlülüğü kolaylaştıran.
el-Mütekebbir Her şeyde ve her işte
azamet ve yüceliğini gösteren.
el-Halik
Her şeyi
taktirine uygun şekilde yaratan.
el-Bari
Herhangi bir modele bağlı kalmadan
bütün varlıkları yaratan.
el-Musavvir
Her varlığa ayrı bir şekil ve özellik
veren.
el-Gaffar Daima affeden,
tekrarlanan günahları bağışlayan.
el-Kahhar Yenilmeyen, yegane
galip.
el-Vehhab
Her çeşit
nimeti hiçbir karşılık beklemeden bol bol bağışlayıp veren.
el-Rezzak
Ruh ve bedenlerin gıdasını yaratıp
veren.
el-Fettah
İyilik kapılarını açan, bütün
anlaşmazlıkların nihai hakemi olarak mutlak
adaleti gerçekleştiren.
el-Alim Her şeyi hakkıyla
bilen.
el-Gabız Rızkı belli bir ölçüde
tutup veren canlıların ruhunu alan.
el-Basıt Lutuf ve keremini
esirgemeyen, rızkı bol bol veren, ruhları
bedenlere yerleştirip yayan.
el-Hafıd Alçaltan, zillete
düşüren.
er-Rafi’ Yücelten, izzet ve
şeref bahşeden.
el-Mu’ız Yücelten, izzet ve
şeref veren.
el-Muzil Alçaltan, zillete
düşüren.
es-Semi İşitmeye konu olan her
şeyi hakkıyla işiten.
el-Basir Görmeye konu teşkil
eden her şeyi hakkıyla gören.
el-Hakem Hüküm verme yetkisini
elinde tutan, son hükmü verecek olan.
el-Adl Mutlak adalet sahibi,
hiçbir şeyde aşırılığa düşmeyen.
el-Latif Yaratılmışların
ihtiyaçlarını en ince noktasına kadar bilip, karşılayan.
el-Habir Her şeyin iç yüzünden
haberdar olan.
el-Halim Acele ve kızgınlıkla
davranmayan; ceza vermede acele etmeyen, teenni
sahibi.
el-Azim Zatının ve
sıfatlarının mahiyeti anlaşılmayacak
kadar ulu.
el-¼afur Bütün günahları
bağışlayan.
eş-½ekûr Az iyiliğe çok mükâfat
veren.
el-Ali İzzet, şeref ve
hükümranlık babından en yüce.
el-Kebir Ululuğu karşısında her
büyüğün küçüldüğü mutlak büyük zat ve sıfatlarının
mahiyeti anlaşılmayacak kadar ulu.
el-Hafiz Koruyup, gözeten ve
dengede tutan.
el-Mugit Bedenlerin ve ruhların
gıdasını yaratıp veren, her şeyi koruyan.
el-Hasib Kullarını hesaba çeken
ve onlara kâfi gelen, yeten.
el-Celil Azamet sahibi.
el-Kerim Fazilet türlerinin
hepsine sahip, keremi bol ve sonsuz.
er-Rakib Murakabe eden, her
şeyi gözetleyip kontrolü altında tutan.
el-Mucib Dilek ve dualara
karşılık veren.
el-Vasi’ İlmi, ihsanı, mağfireti
ve merhameti her şeyi kuşatan.
el-Hakim Bütün emir ve işleri
yerli yerinde olan.
el-Vedûd Çok seven ve çok
sevilen.
el-Mecid Yüce, şanlı ve
şerefli, lutuf ve keremi bol.
el-Bais Ölümden sonra
dirilten.
eş-½ehid Her şeyi gözleyip
bilen.
el-Hak Fiilen var olan,
mevcudiyet ve uluhiyeti gerçek olan.
el-Vekil Kendisine güvenilip,
dayanılan.
el-Gavi Kudretli, herşeye gücü
yeten.
el-Metin Her şeye gücü yeten,
kudretli, çok güçlü ve sağlam.
el-Veli Yardımcı ve dost.
el-Hamid Her bakımdan övgüye
layık.
el-Muhsi Her şeyi tek tek bütün
ayrıntılarıyla bilen.
el-Mubdi Varlıkları ilkin
yaratan.
el-Muid Ölümden sonra tekrar
yaratan.
el-Muhyi Can veren.
el-Mumit Ölümü yaratan,
ecelleri geldiğinde canları öldüren.
el-Hayy Ebedi hayatla daima
diri.
el-Gayyum Her varlığın kendisine
bağlı olduğu kâinatı yöneten en yüce varlık.
el-Vacid Dilediğini dilediği
zaman bulabilen, hiçbir şeye muhtaç olmayan
müstağni.
el-Macid ½anlı, şerefli.
el-Vahid Bölünüp, parçalara
ayrılmaması ve benzerinin bulunmaması anlamında
tek.
es-Samed Arzu ve ihtiyaçları
sebebiyle her varlığın kendisine yöneldiği, ancak
kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan.
el-Kadir Her şeye gücü yeten,
tam kudret sahibi.
el-Muktedir Her şeye gücü yeten,
kudretli.
el-Mukaddim Öne alan.
el-Muahhir
İstediğini geri
koyan, arkaya bırakan.
el-Evvel Varlığın başlangıcı
olmayan.
el-Ahir Varlığının sonu
olmayan.
ez-Zahir Varlığını ve birliğini
belgeleyen bir çok delili bulunması açısından apaşikar.
el-Batın Zatının görülmesi ve
mahiyetinin bilinmesi açısından gizli.
el-Vali Kainatın hakimi ve
yöneteni.
el-Muteali İzzet, şeref ve
hükümranlık bakımından en yüce.
el-Berr Yarattıklarına karşı
rahmet, mağfiret, lutuf ve ihsanı bol olan.
et-Tevvab Kullarını tevbeye
teşvik edip, onların tevbelerini kabul eden.
el-Muntakim Suçluları layık ve
müstehak oldukları şekilde cezalandıran.
el-Afuv İnsanların günahlarını
kendilerinde sorumluluk kalmayacak şekilde affeden.
er-Rauf ½efkatli, çok
merhametli, pek müşfik.
Malikül
Mülk Mülkün
sahibi.
Zül
Celali
ve’l-İkram: Azamet ve kerem
sahibi.
el-Mugsi Adaletle hükmeden.
el-Cami Bütün övgü ve
erdemleri zatında toplayan; evrendeki tüm varlıkları tam bir ahenk içinde
toplayıp, düzenleyen, bütün mahlukatı hesa ba
çekmek üzere kıyamet gününde bir araya getiren.
el-¼ani Kendisi her şeyden
müstağni, kendi dışındaki her şey O’na
muhtaç.
el-Muğni Zenginlik veren.
el-Mani Kötülüklere engel
olan, hikmeti gereği dilemediği şeylerin gerçekleşmesine
izin vermeyen.
ed-Darr Zarar verici olanlar
da dahil olmak üzere her şeyi yaratan.
en-Nafi’ Fayda veren.
en-Nur Nurlandıran, nur
kaynağı.
el-Hadi Yol gösteren, murada
erdiren.
el-Bedi Bütün varlıkları eşi
ve örneği olmadan sanatkârane bir şekilde yaratan.
el-Baki Varlığın sonu olmayan.
el-Varis Varlığın sonu olmayan
baki.
er-Raşid Bütün işleri isabetli
ve hedefine ulaşan, kullarını doğru yola irşad edici.
es-Sabur Çok sabırlı.
Kaynak= Prof. Doç. Metin Yurdagün.
Marifet Yayınları, II. Baskı.