Lokman suresinin sonunda mugayyebat-ı hamseden sayılan, yağmurun yağma zamanı ve ana karnındaki çocuğun durumu bugün gaybilikten çıkmış gibidir. Bu durumu nasıl izah edersiniz?

Bu mes'ele üzerinde daha önceleri de durduğumuzu ve mevzûu tafsilatı'yla arza çalıştığımızı hatırlıyorum. Ancak Kur'ân'a âit bir mesele ne zaman ve nerede sorulursa sorulsun ben vicdânımın baskısıyla yine cevap vermeye gayret ederim. Zira Kitâbullah'a âit en küçük mes'ele dahi dağlar cesametinde büyüktür. İşte, bir hissime mağlûbiyetle, yine birşeyler demeye gayret edeceğim.

Lokman Sûresinin son, yani otuzdördüncü âyetinde meâlen şöyle deniyor: "Kıyâmet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah'ın nezd-i ulûhiyetindedir. Yağmuru O yağdırır. Rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacâğını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Muhakkak ki Allah Alîm'dir, Habîr"dir."

Kıyâmetin ne zaman ve hangi vakitte kopacağını ancak Allah bilir. Kur'ân-ı Kerîm bunu bir hakîkat ve bir prensip olarak ortaya koyunca, artık hiç kimsenin "Allah bilir" demeden bu mevzûda söz söylemesi, fikir beyân etmesi imkânsızdır. Nitekim Cibrîl hadîsinde de beyân edildiği gibi, Allah Rasûlüne, bir yolcu kıyafetiyle gelen; fakat üzerinde yolculuk alâmeti bulunmayan Cibrîl aleyhisselâm dizlerini Allah Rasûlü'nün dizlerine veriyor ve O'na bazı sorular soruyordu:İman, İslâm ve ihsânı. Bu soruları sorduktan sonra, aldığı cevapların her birinin akabinde de "Doğru söyledin" ma'nâsına "Sadakte" ile karşılık veriyor. Son olarak da "Kıyamet ne zaman kopacak?" diye soruyor. Allah Rasûlü de: "Kendisine soru sorulan, sorandan daha fazla birşey bilmiyor" cevabıyla karşılık veriyor. Ve daha sonra da, kıyâmete yakın vukû bulacak bazı hâdiseleri, birer alamet ve işaret olarak sayıyor. İşte bir Nebî edebiyle Allah Resûlü mugayyebâttan bir mes'ele hakkında böyle cevap veriyordu.

Cibrîlle müşterek bir bildikleri vardı. O da, kıyâmetin ne zaman kopacağını ancak Allah'ın bilebileceği idi.

Kıyâmetin kopması mevzûuna gelince, sebepler açısından o kadar çok şey var ki, bunlardan bir tanesinin vâki olması dahi kıyâmetin kopmasına yeterli gelecektir. Bu cümleden olarak: Bir kuyruklu yıldızın gelip dünyâya çarpması, güneşin infilâk etmesi veya termodinamik kanununa göre sönüp gitmesi, yeryüzünde insanların yapacağı bir yanlışlıkla zincirleme reaksiyonlar meydana gelmesi ve bunun güneş sistemini berhava etmesi gibi... Bugün ihtimal dâhilinde daha birçok sebep sıralamak mümkündür.

Âyette sayılan ikinci mes'ele, "Yağmuru Allah indirir" mes'elesidir. Zaten en çok itirâza uğrayan hususlardan biri de budur. Yani onlar kendi akıllarınca şöyle demektedirler: Yağmurun ne zaman yağacağı bugün meteorolojik tesbîtler neticesi söylenebilmektedir. Öyleyse bunu mugayyebâttan saymak ma'nâsız olur...

Tabîiki bu soruyu küfür namına imâle edenlerin gâyeleri bu da değildir. Esas gâye Kur'ân hakkında tereddüt ve şüphe hâsıl etmektir. Zaten bizim cevap vermedeki hassasiyetimiz de biraz bu noktadan kaynaklanıyor.

Şimdi, bugün, modern teknoloji vâsıtalarıyla onların bildikleri söylenen mes'eleler, acaba gaybla ne derece alâkalıdır? Aslında bütün şartları meydana gelmiş ve belirtileri şehâdet âleminde görülmeye başlamış yağmura ait yaptıkları tahminin, gaybı bilmekle uzaktan yakından bir alâkası yoktur.

Çok basit bir misâlle mes'eleyi tavzîhe çalışalım. Bir odayı karbondioksitle dolduralım. Sonra da karbondioksidi gösteren elimizdeki âletler vasıtasıyIa tesbîtler yapıp diyelim: "İki saat sonra, şu odada bulunanlar kendilerinde bir ağırlık ve baş ağrısı hissedecekler"Şimdi, bizim bu tesbîtimiz vâki olursa, biz gaybı bilmiş mi olacağız! Hayır. Gayb bu değildir. Gayb,'bilinmesini Cenâb-ı Hakk'ın sadece kendi zâtına tahsîs ettiği mes'elelerdir. Diyelim ki, gelecek sene veya önümüzdeki beş on sene içinde nereye ne miktarda yağmur yağacak bütün ayrıntılarıyla bunu bilmek gaybı bilmek olur ama, yarın nereye yağmur yağacağını tahmin etmek gaybı bilmek değildir. Hem bazan söylenenlerin çıkmaması, bazen de söylendiği gibi çıkmaması da çok iyi bilmediklerini gösteriyor ki, zaten söyleyenler de söylediklerine tahmin demektedirler. Hem bırakın gelece seneyi, yarın yağacak yağmurun miktarı hakkında birşeyler bildikleri söylenebilir mi?

Ayrıca şehâdet âleminde belirtileri görülmeye başlamış yağmurun yağacağını bilmek için, öyle âlet ve edevâta da ihtiyaç yoktur. Halk arasında mümârese ve tecrübelerle bunu söyleyenler o kadar çoktur ki, onların dedikleri de berikilerin söylediklerinden farklı olmadığı gibi, kesinlik ifâde etmesi bakımından da onlardan daha geri değildir. Daha önce anlattığım bir hâtırayı, münâsebet geldiği için tekrar etmiş olacağım.

Amerikalı bilim adamları Türkiye'ye .gelir ve bir köyü ziyaret ederler. Kendilerine göre bir araştırma yapmaktadırlar. Bu arada, mer'ada keçilerini otlatmakta olan bir çobanla görüşürler. Birara çoban keçilerini toparlayıp ağıla gitmeye koyulur. Adamlar sebebini sorunca da, biraz sonra yağmur yağacak, der. Bilim adamları hayret ederler. Çünkü havada yağmura işaret olabilecek hiçbir alâmet yoktur. Ayrıca yanlarında taşıdıkları barometre de böyle bir sinyal vermemektedir. Hakîkatan bir müddet sonra şakır şakır yağmur başlar. Adamlar ağıla koşarak çobana, yağmur yağacağını nasıl anladığını sorarlar. Cevap enteresandır: Benim yıllardır edindiğim tecrübeye göre yağmur yağmadan bir müddet önce keçiler, kuyrukları kısarlar, ondan anlarım ki yağmur yağacak. Bunun üzerine ellerindeki âletleri yere çalan bilim adamları: Sizin, şu keçilerin kuyrukları kadar dahi ehemmiyetiniz yokmuş, derler.

Bir büyük zât, romatizmaları vasıtasiyle kırksekiz saat evvel yağmuru hissettiğini söylüyor. Ve bizim köylerimizde bazı işâretleri ve alâmetleri esas alarak kar ve yağmur tahminleri yapmak yaygındır.

Öyleyse, bu ölçüler içinde ve bu şekliyle yağmurun yağacağını bilmek, gaybı bilmek değildir. Belli hesaplarla, yağmur yüklü bir bulutun durumu. hava basınçları, cephe sistemleri ki atmosfer şartlarına göre, emâreleri ortada, yola çıkmış bir yağmur tahminini, yağmur yağacağı zamanı bilme gibi göstererek Kur'ân'ın hükmünü cerhe yelteiımek ancak bir cehalet örneğidir.

Bir de, bugünün ilmî araştırmalarının da kabul ettiği Efendimize (sav) âit, mûcizevî bir beyândan bahsetmek istiyorum. Allah Rasülü; Mâ âmin, biemtara min âmin" buyuruyor. Mânâsı "hiçbir yıl başka bir yıldan daha yağışlı değildir" demektir. Bu hadîsten de anlaşılıyor ki, her sene yeryüzüne aynı miktarda yağmur yağmaktadır. Ancak nereye ne miktar yağacağı belli değildir. İşte gayb olan budur ve bu bilinememektedir.

Âyette anlatılan üçüncü husus da yine itiraz edilen noktalar arasındadır: "Rahimlerde olanı ancak Allah bilir." Diyorlar ki. bugün röntgen şuâlarıyla anne karnındaki cenînin durumu bilinmektedir. Hattâ son zamanIardaki araştırmalar, bu bilmenin erkeklik ve dişiliği de içine alabilecek şekilde bir hayli ilerlemiş sayılır.

Daha da ileri giderek eğer erkeklik ve dişiliğe sebebiyet veren spermin erkeklik veya dişiliği ise, bu seviyede dahi cenînin durumunu tesbit etmek mümkündür, denilebilir.

Yukarıda bir kâide söylemişdik. Aynı kâide burada da geçerlidir. Sebepleri ortada belli bir şey gaybı bilmek demek değildir.

Şayet spermin erkek olduğu tesbît edilmişse, tesbîtin şekli ne olursa olsun, ister bunu ana rahminde, isterse tüpte tesbît etsinler, sebepler zuhûr ettiğinden bu gaybı bilmek sayılmaz. Efendimizin (sav) nurlu beyânları içinde şu husus yer almaktadır: "Eğer erkek galebe çalarsa çocuk erkek, dişi galebe çalarsa çocuk kız olur'. 'Bu hadîsi bazıları, anlıyamadıklarından dolayı yanlış te'vîl ve tefsîre tâbi tutmuşlardır. Zannetmişlerdir ki, erkek olan insan galebe çalarsa çocuk erkek olur, kadın galebe çalarsa kız olur. Ancak böyle bir galebenin hiçbir ma'nâsı yoktur. Belki ma'nâ şöyle olmak îcâp eder: Erkek sperm dişiden evvel gider ve yumurtaya başını sokarsa çocuk erkek olur. Dişi önce, bu çeperi aşarsa bu defa da dişi olur. Bu, Efendimize ait ilmî mûcizelerden kabul edilen bir hadîstir ve günümüz ilim adamları da bu mes'eleyi ifâde edildiği şekliyle kabûl etmektedirler. Sebepleri bu kadar zâhir olduktan sonra, böyle birşeye muttalî olmayı gaybı bilmek sayanlar, kendi kendilerini aldatmış olurlar.

Zâten, Kur'ân-ı Kerîm de bu mes'eleyi ele alırken şöyle diyor: "Ve ya'lemü mâ fil-erhâmi'.' Arapçada "Mâ" Türkçe'de "şey" demektir. Demek ki âyette, rahimlerde olan şeyin Allah tarafından bilineceğinden bahsediliyor, yoksa erkek mi dişi mi bunu ancak Allah bilir denmiyor.

Cenâb-ı Hakk onun erkek mi dişi mi olduğunu bildiği gibi, bütün sergüzeşti hayatını da bilir. Yani onun istikbâlde ne olacağını, karakterinin durumunu, zaafları ve fazıletlerini, en sonunda da safd mi olacak, yoksa şakî mi? İşte bütün bunları bilmek ancak ve ancak Cenab-ı Hakk'a mahsustur. Öyleyse gayba girenler "Mâ" ifâdesinin şümûlüne dâhil her şeydir. Sadece erkeklik dişilik değildir. Kur'ân mes'eleye küllî ve umûmî bakmaktadır. Onun ta'rîfi içine girenleri bilmek gaybi bilmektir. Bunun ötesindeki iddiâlar işi çarpıtma ve, diyalektik sayılır.

Bu mevzûu şöyle bir misâlle daha da akla yaklaştırabiliriz:

Meselâ siz bir elma ağacı gördünüz. Ağacın kökü ve gövdesi sizin bulunduğunuz tarafta, dalı budağı ve yaprakları öbür tarafta bir sütrenin arkasına sarkmış olsun. Şinıdi siz, mevsimi geldiğinde deseniz ki, bu ağacın bize görülmeyen dalları öbür tarafta elma ile yüklü durmaktadır. Acaba verdiğiniz bu hükümle siz gaybı mı bilmiş olursunuz? Yoksa herkesin normalde bilip söyleyebileceği bir mes'eleyi mi haber vermiş olursunuz? Böyle bir şeyle karşılaşsanız, elbette ikinci şıkkı yaptığınızı söyleyeceksiniz. Aynen öyle de, zâhirî sebeplerin te'yidiyle bilinen rahimlerdeki cenînin hal ve durumu da, aynı mâhiyette bir bilmektir. Yoksa gaybı bilmek değildir. O kökü şahâdet âleminde ve dalları gayba doğru sarkmış bir ağaçtan haber vermek gibidir. Bunlarla Kur'ân'ın hükmünü cerhetmeye kalkmak ve öyle olacağını sanmak sadece budalalık ve ahmaklık olur.

Dördüncüsü bir insan yarın ne kazanacağını bilemez. Bunu da sadece maddî kazançla kayıtlamamak gerekir. İnsanın maddî-ma'nevî elde edeceği füyûzât ve inşirâh dahi birer kazanç demektir. Bir ilim adamının malûmatına ekledikleri de bir kazançtır ve bunun ne kadar olacağını da ancak Allah bilir. Bazan ciltler dolusu kitap okunur ve satırlık malûmat elde edilmezken, bazan bir tek satırlık malûmât insana bir kitap kadar düşünce ve fikir verir ve insanın ilhâm kaynaklarını coşturuverir.

Bununla beraber mes'eleyi sadece madde plânında ele alsak bile, sâbit gelirli insanlar dâhil yarınki kazancını kimse bilemez. Esnaf ve tüccar zaten bunu bilmesi mümkün değildir. Sâbit gelirlilere gelince alacakları beklenmedik bir cezâ veya mükâfat onların kazancına tesir edebileceği gibi, başa gelen bir musîbet dahi, gelir ve giderde beklenmedik değişiklikler yapacaktır. Evet, hiç hesapta yokken bir dostunuzdan gelen bir pakette kıymetli bir hediyeyle karşılaşabilirsiniz. Oysa ki beş dakika öncesine kadar böyle birşey beklemiyordunuz. Bu maddeyi de misâllerle daha da tavzih mümkündür, ama sözü uzatmamak için kısa kesiyor ve Kur'ân'ın dediği gibi diyoruz:"Yarın ne kazanacağını hiç kimse bilemez.”

Beşincisi de bir insanın nerede ve nasıl öleceğidir. Bunu da ancak Allah bilir. Azrail ya bizzat kendisi ya da avânesi vâsıtasıyla önümüze çıkıp, "vakit geldi" diyeceği an hepimizin meçhûlüdür ve zaten buna kimsenin itirazı da yoktur..