KADER, KAZÂ VE ATÂ KANUNLARI

Kazâ, Levh-i Mahfûz’da, yani Ana Kitap’ta Allah (cc)’ın takdir buyurduğu hükümlerin, mevsimi gelince kulun da irâdesiyle edâ ve icra edilmesi, yani takdirin infâzıdır.

Atâ, ‘verme’ kökünden Arapça bir kelime olup, Cenâb-ı Hakk’ın vergisi, ihsanı, lûtuf ve bahşişi demektir.

Levh-i Mahfûz’dan ayrı olarak, Allah (cc)’ın bir de Levh-i Mahv ve İsbat’ı vardır. ‘Levh-i Mahfûz’, daha önce sözünü ettiğimiz gibi ‘İmam-ı Mübin’ veya ‘Ümmü’l-Kitab’ olup, kendinde değişme ve silinme olmaz. Levh-i Mahv ve İsbat ise, “Allah dilediğini siler, mahveder; dilediğini de yerinde bırakır; Ana Kitap O’nun katındadır” (Ra’d, 13/39) âyetinde ifâde olunduğu üzere, Allah (cc)’ın ‘atâ’ kanunuyla takdiratından bazısını değiştirip, infaz buyurmadığı kitabının adıdır.

Atâ kanunu kazâyı bozar. Meselâ, hakkındaki takdirin infaz edilebileceği, yani kazâ buyurulabileceği herhangi bir kul, kendine has bir lâtifeyi kullanarak Allah (cc)’la münasebete geçer, kurbiyet kazanır.. veya dua ve sadaka gibi Cenâb-ı Hakk’ın hoşuna gidecek bir amelde bulunup, O’na yaklaşır ve kazandığı bu kurbiyetten dolayı Allah (cc) kendisine husûsî bir atâ-yı şâhânede bulunur ve hakkındaki bir kazâyı infaz etmeyip, lehinde değiştirir.

Meselâ, kul bir günah yerine gitmek niyet ve meyliyle evden çıkar.. o bu niyetle irâde düğmesine dokunduğu için, Allah da meylinin neticesini yaratacak ve onu irâde ettiği yere götürecektir. Fakat, o kulun güzel bir hali, Allah (cc)’ın hoşuna gidecek bir tarafı, sözgelimi gecesinin zülüfünde iki damla gözyaşı ya da arabasıyla bir-iki arkadaşını bir sohbete götürüşü vardır da, bunlar Rahmet-i İlâhî'yi ihtizaza getirmiştir ve Allah (cc) da yolda o kulun karşısına kendisini günah mahalline değil de gülzâra götürecek bir arkadaş çıkarır ve kulun iradesiyle hak ettiği hükmü değiştirir. İşte, Allah (cc)’ın sebepli sebepsiz kulu hakkındaki bir hükmü veya bir kazâyı onun lehinde değiştirmesi, O’na ait bir atâdır.

Bu değiştirmesinden dolayı Allah (cc)’a, “Niyet ettiği halde, neden o kulun meyhaneye gitmesine müsaade etmedin?” Neden hakkındaki kazâyı atâ ile değiştirdin?” diye sorma hakkımız yoktur. O, dilediğini dilediğine dilediği kadar lûtfeder; dilediğini hidâyete, dilediğini dalâlete sevkeder. Bu sebeple, bizim bütün hasenatımız Allah (cc)’ın lûtfu, bütün seyyiatımız ise kendi müktesebatımızdır (Nisa, 4/79). Fakat çok defa Allah (cc), seyiatımız ve günahlarımızla baş aşağı düşeceğimiz zaman, elimizden tutup bizi kurtarır. Lûtfudur bu; bu lûtufla belâ ve musibetlerin önünü aldığı gibi, küfre, küfrana ve günahlara dalma izni de vermez. Bunlar, hak etmedikleri ve liyakatleri olmadığı halde bir kısım kullarına onun atâyâ-yı Sultanî’sidir.

Allah (cc), atâsıyla kazasını bozmayıp, irâdemizi sarfetmek suretiyle yapmaya meylettiğimiz işi yaratsaydı, bu mahz-ı adâlet olurdu.. ve yine kimse bir şey diyemezdi. Yaratmaması ise, husûsî bir lûtuf ve ihsandır. Kur’ân’da sık sık ifâde edildiği üzere, Allah (cc), çeşitli kavim ve milletlerin helâkını küfür, şirk, zulüm, tuğyan ve isyanda temerrüdlerine bağlamıştır. Ama Yunus Kavmi, tam hak ettikleri belâ ve helâk gelmeye başlayınca duaya durmuş, bunun neticesinde de Allah (cc) o belâyı kendilerinden def’ etmiştir; yani atâ, Yunus (s) kavmi hakkındaki kazâyı bozmuştur.