KABZ U BAST
Hemen her seviyedeki insanın, değişik buudlarda yaşama yörüngesi içine girip onu te’sir altına alan “kabz u bast”, yaşadığı hayatın şuûrunda olan ve duyarak yaşayan hemen her ferdi alâkadar eder. Kabz; tutulma, derdest edilme, avuç içine alınma, can çıkacak hâle gelme veya ma’nevî feyizlerin kesilmesi ve insanın mâhiyetindeki boşlukları i’tibâriyle, sımsıkı bir münâsebet içinde bulunması lâzım gelen ebedî feyiz kaynağıyla alâkasının sarsılması ve boşlukta kalması demektir. Buna karşılık “bast ise, yayma, açma, sergileme, ferah-fezâ bir duruma erme veya insanın, varlık içinde rahmet vesîlesi olma noktasına yükselip eşyâyı istîab haddine ulaşması” şeklinde ta’rif edilebilir. Havf u recâ (korku-ümit) irâdî birer tavır ve Hakk yolunun sâlikleri için bir ilk menzil ve ilk nokta olmasına karşılık; kabz-bast, bir kısım irâdî sebeplerin dışında, hakîkat yolcusunun yolunu kesen veya onu şahlandırıp kanatlandıran nihâî sınırda sırlı bir alış-veriştir. Havf u recâ, istikbâle âid, sevilip sevilmeyen şeylere karşı bir endîşe hissi, bir ümîtlenme neşvesi ise kabz u bast, halihazır itibâriyle kalbe gelen değişik boy ve renkdeki dalgaların te’sirinde, kalbin neş’eyle atması veya kasvetle kasılması şeklinde de yorumlanabilir... Ma’rifet yamaçlarında seyâhat edenler için kabz ne ise, yoldakiler için havf, onlar için bast ne ise, yoldakiler için de recâ’ aynı şeydir. Kabz u bast; itibârî bir mâhiyeti olan insan irâdesinin nisbî te’siri bir yana, Allah’ın elindedir. Ve “Allah hem kabz eder hem de bast eder.” (Bakara, 2/245) Bütün varlık, O’nun kabza-i tasarrufunda olduğu gibi, semâlardan insanın kalbine kadar herşeyi dilediği zaman evirip-çeviren de O’dur. “Kalp, Hazret-i Rahmân’ın parmakları arasındadır ve onu hâlden hâle çevirir ve istediği şekli verir...” Peygamber sözü de bunu hatırlatmaktadır. Allah, dilediği zaman kalpleri öyle sıkar, öyle ihtiyâçlara boğar ki, artık O’ndan gayrı kimse o ihtiyâcı gideremez.. ve öyle de onlara genişlik ve inşirâh verir ki gayri hiçbir şeye ihtiyâç hissetmezler. Kabz celâlî, bast cemâlîdir; birinde “vâhidiyet” sırrıyle azâmet ve ululuk, diğerinde de rahmet ve tecellî-i tenezzül nümâyandır. Birinde, zerreden sistemlere kadar bütün varlığı elinde tesbîh gibi çeviren kudretin ürperticiliği; diğerinde, bu ezip-geçen akıl almaz büyüklüğün, bu herşeyi iki büklüm eden müthiş ceberûtun hayret ve dehşetiyle tir tir titreyen ruhlara “üns” esintileri halinde iltifât ve okşayıcılık vardır. Ne var ki, herkes bu tecellî ve bu iltifâtı aynı seviyede duyup hissedemez. Zira kabz ve bastın tecellîleri biraz da şahısların sînelerinin genişlik ve darlığıyla mebsûten mütenâsip (doğru orantılı) gelir. Evet, bir avâmın iç sıkıntısı veya gönül inşirâhı şeklinde hissettiği şeylerle; gözleri, verâlara doğru aralanmış kapı aralığından, hep gözetlenip durduğu şuûrunda olan, heyecân ve endîşe dolu hüşyâr bir kalbin, yerinde inbisât ve neş’e, yerinde de endîşe ve burukluğu bir olmayacaktır. Herşey gibi kabz u bast da Yaradan’ın tasarrufunda ve gecelerin gündüzleri, gündüzlerin de geceleri ta’kîb etmesi misillü birbirini ta’kib eder durur. Sebeblerin âdî birer şart telakkî edilmeleri mahfûz, İlâhî irâde, kabz u bast dilimlerini daraltır, genişletir; gerilimlere iter veya sevinçle coşturur. Evet, insan bazen çok geniş bir zaman dilimini kabzın pençesine düşmeden kuşların havada uçtukları gibi pervâz eder-geçer. Bazan de bir boşluktan bir boşluğa yuvarlanıyor gibi, kabz hâlleri sıklaşır, kabz dilimleri genişler, ruh bunalır ve insan da âdeta iki büklüm olur. İlâhî bir mevhibe olan makâmın hakkını verememe bir kabz vesîlesi olduğu gibi, çok defa günâhlar da berabe rinde kabz getirirler. Bu itibârla, kabz hâli, bir mü’min için her zaman bir teyakkuz vesîlesi olmalıdır. Gafletlere karşı tavır alınmalı, günahlar, tevbe ve iyiliklerle savılmalı ve gönül gözü bir kere daha verâlara tevcîh edilmelidir. Bast hâli; kabzın, hayret, ürperti, yokluk ve hiçlik melodileriyle gelmesine karşılık, neş’e, sevinç ve şatahat şeklinde tecellî eder. Bu itibârla bast, öteleri müşâhedeye açılamamış ve uhrevîliklere göre akord olamamış bir kısım çelimsiz ruhlar için aldatıcı ve kaybettirici olabilir. Bu türlü tehlikeler kabz hâli itibâriyle de söz konusu edilebilir.. ama kat’iyen, bast kadar değildir. Zira, kabzla sıkışmış insan, her an vicdânıyla “sımsıkı tut beni, tut ki düşerim Sensiz!” der, cisimlerin hava boşluklarını aştıkları gibi o da hevâîlik boşluğunu aşar, O’nun inâyetiyle bütünleşir ve o kasvetli zaman diliminde, bast hâliyle ulaşılamayan noktalara ulaşabilir. Onun için bast hâlinde bazı ruhların gaflet ve gevşekliklerine karşılık kabz hâli hemen herkes için bir teyakkuz faslı sayılmıştır. Ayrıca, bize âid kusur ve gafletlerle gelmiş bir kabz, ilerideki bir bastın başlangıcı, şatahat ve gevşekliğe götüren bir bast da tehlikeli bir kısım kabzların sebebi olabilir... Gerçek mü’min, her hâli, kendi çerçevesi içinde değerlendirip semere almasını bilen insandır. Kabz u bast O’ndan birer tecellîdir
bilene, |