IŞIK ORDUSU

 

 

IŞIK ORDUSU

Işık ordusu, aydın nâsiyelerinde nûr,

Sînelerinde derin ve sımsıcak mutluluk.

Götürürler her tarafa kucak kucak huzûr;

Gözlerinin içinde buğulanır sonsuzluk..

Işık ordusu aydın nâsiyelerinde nûr.

Buhurdanlık gibi koku neşreden sîneler,

Ruhlarında rengârenk düşüncelerle hergün;

Bir şem’a etrafında uçuşan pervâneler,

Duyguları, düşünceleri ışıktan bütün..

Buhurdanlık gibi koku neşreden sîneler.

İrem ülkesine benzeyen bahçelerinde,

Somaki musluklarından hep kevserler akar.

Hiç hazân bilmeyen yemyeşil çevrelerinde,

Hergün bir bahar olur, hergün çiçekler açar

İrem ülkesine benzeyen bahçelerinde.

Sonsuzluktan gönüllerine nurlar dökülür,

Uçarlar ötelere ışıkdan kanatlarla.

Gökler kucak açar, onlar bel kırar bükülür,

Çözülmez azim, sarsılmayan kanaatlarla..

Sonsuzluktan gönüllerine nurlar dökülür.

 

 

ATEŞTEN SÎNELER

Ateşten sîneleriz alev dokunmaz bize;

Kor kesilip gitmiştir gelenler semtimize...

Sararmıştı benizler yüzümüzü görmeden,

Dize gelmişti düşman murâdına ermeden.

Ruhlarına azâbız, onlar bilirler bizi,

Şimşeklerle yarıştık tanırlar hepimizi.

Azgınların başında sindirici cezâyız;

Dostlara dost isek de, düşmanlara ezâyız!

Kulaklarda çağıltı mâzî gibi ırmaktan,

Dize geldi bayraklar ay-yıldızlı bayraktan.

Hasımlara tûfândık; nûr etdik çevremizi,

İsterseniz bir sorun şanlı mâzîye bizi...

Şimdi dinmiş olsa da, ruhlarda heyecânlar,

Mutlaka tutuşacak, o eskiki akkorlar...

 

 

ŞEVK UFKU

Zevk, şevk, neş’e dünyâmızda herşey gülkırmızı

Öyle mestleriz ki, bilmeyiz baharı, yazı...

İnancın sihirli şarkısı dillerimizde;

Mecnûn’unkine denk aşk var gönüllerimizde.

Elmasa dönüp gider uğrayan bezmimize,

Nurlar yağıyor nurlar, her zaman semtimize!

(Biz) dedikse, Sonsuz’dan bütün bu armağanlar,

O Kutlu’nun bağından bütün canlar, cânânlar...

Çiçekler çevrilir gibi O’na bakan yüzler;

Bu bakışlarla bahar nârası atar güzler.

Gül renkli, gümüş tenli olmalarında ne var!

Üstlerinde Sonsuz’un ezelî rengi pâr pâr..!

 

 

GENÇ ADAM

Genç adam! Düşün bir yığın dertdi ki asırlık..

Sarmış cemiyeti onulmaz pek çok hastalık.

Milletin heryanı ayrı bir illetle ma’lûl;

Beyinler sarsık, kalbler baygın, devâsı meçhûl..

Meydanlar inliyor; gâyesiz kalabalıklar..

Ve insanlar tıpkı “akvaryumdaki balıklar:”

Şaşkınlıkla gidip kâh sağa tos, kâh sola tos..

Böyle bir topluluk içinde idrâka paydos!

Bunca fezâyîle cemiyet yaşar mı? Heyhât!

Göz görmez, kulak sağır, “kapkaranlık hissiyât..”

Şehirler çirkef oldu, sokaklar zift kanalı;

Gençler serâzât, herşey hürriyet payandalı...

Hayâ yırtılıp gitmiş, iffet ayak altında,

Yalan som altın, aldatma sultanlık tahtında...

Kurt gövdenin içinde yapraklar bir bir solmuş,

Millî ruh derbeder ve millet dâğidâr olmuş...

Genç adam; bu bâdirenin bahâdırı sensin!

Yıllardır, hayâllerde, düşlerde beklenensin...

Doğrul! Kendine gel! Bak tan yeri ağarıyor

Ve ışıklar karanlık ordusunu boğuyor.

Hiç durma koş tulumban elinde dört bir yana!

Göğüsle alevleri bu bir vazife sana!

Yırtılsın bütün zulmetler, belli olsun akyol...

Gel, İslâm emânetin dönmez da’vâcısı ol!

Sensin asırlardan beri beklenen kahraman,

Gel ki, artık dizlerimizde kalmadı derman..!

 

 

KALK YİĞİDİM

Kalk ey yiğit uykudan!

Kalk ki bağrımda nâlân...

Sensiz geçen günlerde,

Dolaştım ben dünlerde

Hep mahzûn ve kederli,

Sen bizi terk edeli.

Yiğidim görün artık!

Görün ki çok bunaldık.

Canlarımız gırtlakta,

Son kelime dudakta:

Gülümse milletine!

Susadık himmetine...

Kalmadı hiç gücümüz;

Bizler bir sürü öksüz

Hep itilip kakıldık;

Eşya gibi satıldık;

Hicran üstüne hicran,

Dahasına yok derman...

Her gece hayâldesin,

Sözlerde, gönüldesin,

Bir ömür boyu böyle..

Bir defa da sen söyle!

Azıcık acı bize!

Yıkılıp geldik dize...

 

 

ŞANLI SÜVARİ

Dopdolu şevklerle çıkıp yollara düşeli,

Aştın mâniaları küheylân gibi bir bir...

Encâma ereceğin heyecânından belli;

Şahlan ki şanlı süvarim zaman sana esir!

Bir kutlu da’vâ uğruna neleri aşarak,

Hayâlinde tüllenen ötelerden renklerle..

Ruhların el salladığı ufka yaklaşarak,

Şu yanık sînelerdeki kudsî dileklerle.

Erdiğin her merhalede ayrı bir aydınlık,

Bir bezme koşuyor gibisin şimdi cânanla..

Çoktan hırıltıya düştü her yanda karanlık,

Hayretle bakıyor gökler bu yeni masala...

Yıllarca görüp duyduğumuz bir tatlı rüyâ,

Altın tahtlara kurulmuş kutlu erleriyle..

Dünü ışıktan deryâ, yarını farklı ziyâ,

Bir sır peşindeler mübârek seferleriyle.

Sonsuzluk tutkusuyla yürüyorlar ileri,

Dillerinde ölümsüzlük türküsü öteden..

Açılıyor bir bir sır âlemin perdeleri,

Görüyorlar Cenneti bulundukları yerden.

Ve yürüdükçe büyüyor arkada dalgalar,

Visâle erme kuşağında geçmiş-gelecek...

Bambaşka şeyler gösteriyor şimdi aynalar:

Bugün olmasa da bir gün mâzi dirilecek!

1985

 

 

IŞIĞA GÖNÜL VERENLER

“Mehlikâ Sultan şâirine ithâf olunur.”

Işığa gönül vermiş bu yiğitler,

Bir gece sonsuza yelken açtılar.

Işığa gönül vermiş bu yiğitler,

Geçerken her yere nurlar saçtılar.

Ruhlarını sardığı günden beri,

Solmayan güzelliklerden akisler;

Her gece rüyâlarında bir peri,

Onlara öteden türküler söyler...

Hepsi de büyülü düşmüş çöllere...

Menendi olmayan bir eşsiz dilber,

Belki uğrar diye bizim ellere,

Gözetirler dörtbir yanı beraber.

Aşk u şevkden kanatlarla günlerce,

Koştular.. içleri ümitle dolu.

Hayata âit bir yığın bilmece,

Birer birer çözüp oldular mutlu...

Sonu görünmez bir uzun yolculuk,

Onlar harıl harıl.. yollar öğünür!

Şehinşah kapısında dâim kulluk;

Ermeyen bahtsız âh edip dövünür.

Da’vâmızın kara sevdâlıları,

Varacaklar dünyânın ötesine;

Bir “yâd-ı cemîl” olacak adları

Girecekler millî ruh bestesine...

Herbiri bin gönülde yaşayacak..

Sîmâlarında ebediyet rengi.

Hâtıraları asla solmayacak,

Öte tarafdaki güllerin dengi...

Işığa gönül vermiş bu yiğitler,

Seyrettikçe çevreyi mest ü mahmûr,

Dirilip bir daha ölmek dilerler,

Ellerinde kevserler dolu fağfûr.

 

 

AKYOL

Gördüm nurlu geleceği rüyâmda bir gece,

Işıklar yağıyordu her tarafa sessizce...

Âhenkle işleyen bir saat gibiydi işler;

Bir bir silinip gitmişti asırlık teşvişler...

Ve herkes birbirine yürekten bakıyordu;

Somaki musluklardan kevserler akıyordu.

Tertemiz çehreleriyle geçerken kudsîler,

Ümitlerimize bir bir fer salıp geçtiler.

Yeni bir dünyâ kuruyorlardı; harıl harıl...

Her taraf gökle yarışır gibi.. pırıl pırıl!

Geçtikçe tekmil bu şimşek bakışlı yiğitler,

Anladım; muştusu verilen zamanmış meğer.

Civanlar gördüm yüzlerinde gariplik rengi,

Hükmettim ki bunlar, o ilk kudsîlerin dengi.

Dolaştım her tarafı usanmadan, bezmeden;

Ziyâ içenlere erdim bir ulu çeşmeden...

Şükranla gerilip gezenler vardı kolkola..

Sonra teker teker ulaştı herkes AKYOL’a...

 

 

ALTIN TENLER

Taptâze altın tenlere benzer bu yiğitler;

İniyor çevrelerine ışıktan demetler...

Sonsuzdan gelen ilhâmla doldukça dolmuşlar,

Hızır’la arkadaş olup sırlara dalmışlar...

Bir büyülü kevserle meğer hepsi de mest imiş,

Gözlerinden belli her biri bir sırra ermiş.

Tûfânlara denk heyecânları var hiç dinmez;

Polat gibi yürek taşırlar korkmaz ve sinmez...

Bilir cihân bunları, belli beldesi köyü,

Çehrelerinde fethedici gizli bir büyü..!

Ve şimdi dehâya denk bu parlak ferâsetler,

Horozu çoktan ötmüş bir kutlu şafak bekler...

 

 

DA’VÂ ADAMI

Kıvrım kıvrım Hakk’a uzanan ışıktan yolda,

Benlik adına herşeyini aşan kahraman...

Hilkata âid sırların anahtarı onda,

Büklüm büklüm bir yumak onun elinde zaman.

Durmuş göğe giden yolda rampalar kuruyor,

Ermiş Hızır’la bir sırlı halvete önceden..

Gelip geçenlere şafak mesajı sunuyor,

Bağrında tek ışığın çakmadığı geceden...

Elinde meş’ale, saçıyor nûr üstüne nûr,

Kandiller sıra sıra geçtiği her bucakta;

Atlas iklîminde her dem üfül üfül huzûr,

Tütüyor anber kokusu tüten her ocakta.

Ve yeşeriyor uğradığı yerler ardından,

Nârâ atıyor ovalar, vâdîler, yamaçlar...

Rüzgâr bahar kokusuyla esiyor her yandan,

Artık dirilip doğruluyor otlar, ağaçlar.

Sonsuz’la içiçe onun düşünce dünyâsı,

Dilinde bir yanık türkü, gönlünde heyecân;

Gözlerinde rengârenk âhiret haritası,

Benliğinde nokta nokta ötelere imân...

 

 

İDEÂL RUHLAR

İnsan yüksek ideâllerle yaşar;

Çocukluk ufkunda tatlı rüyâlar,

Gençlikde ağaran zengin hülyâlar,

Ardarda beliren sırlı verâlar..

İnsan yüksek ideâllerle yaşar!

Bahar çağlar gözlerinin içinde,

Düşüncede dirildiği demlerde..

Bir âhû peşinde, ıssız çöllerde,

Ölüp ölüp dirildiği günlerde

Bahar çağlar gözlerinin içinde...

Ufku engîn dertlilerle iç içe,

Bakışlar hüzünlü, sîneler gamlı,

Havârîler gibi ahd ü peymânlı

Nâm u nişân bilmez, va’de vefalı;

Ufku engîn dertlilerle iç içe...

Sonsuzlukla gülümseyen yüzleri,

Ayrı bir beyân, ayrı bir ifâde..

Öteyle sermest, ellerinde bâde,

Gönüller ararlar temiz ve sâde,

Sonsuzlukla gülümseyen yüzleri.

Kaf dağından ağır yükleri çekmek,

Bir ömür boyu mukaddes ızdırâp;

Lâubâlîlerce herşey bir serâp..

İdeâl ruhlar için şevk ü târâp,

Kaf dağından ağır yükleri çekmek.

 

 

AKINCI TÜRKÜSÜ

Atlasdan cepkenli yiğit akıncı!

Dönmedin geriye bunca yıl oldu.

Gözlerim yollarda ruhumda sancı,

Elimde güllerim buruşup soldu.

Gezdiğim yerlerde hep seni sordum;

Şimdi gelir diye hayâller kurdum.

Günler geçti ben: “Yarın!” deyip durdum,

Bin hafakan sînem boşalıp doldu...

Ger dizgini artık, şahlansın atın!

Ger ki, va’dedilen günler pek yakın!

Ufukta bahar var, unutma sakın!

Zulmet silindi her yöre nûr oldu.

 

 

DERTLİ SÎNELER

Sîneler dertli, ruhlar sıkılmışsa kederden,

Gözler buğulu, gamla inliyorsa geceler,

Ve hele “diriliş” emri gelmişse kaderden,

Her taraf canlanır, herşey “Baharı!” heceler.

Hiç durmaz, hep ümît peşinde yol alır alan,

Yüreğindeki ateş ocaklardakine denk;

Kıvrım kıvrım sonsuza doğru koşar her zaman,

Yol bitip yolcu ışığa ulaşıncaya dek...

Göründü ufukta nûr, karanlıklarda hummâ,

Uçuşuyor yarasalar şaşkın ve elemli;

Gözsüzler için korkulu bir yeni muammâ,

Hicranlı ruhların şafağı olduğu belli.

Yılları gam üstüne gam geçenlere bayram!

Sarsılıyor eski meyhane tâ temelinden...

Geleceğe selâm, gelenlere binler selâm!

Dönüyor şanlı akıncı artık seferinden...

 

 

MİLLET RUHU

Bir yiğit vardı gömdüler şu karşı bayıra...

Arkadan kefenini, gömleğini soydular.

“Aman kalkar!” deyip üstüne taşlar koydular,

Bir yiğit vardı; gömdüler şu karşı bayıra.

Yiğidim, hele anlatıver olup biteni!

Sen dertli, vatan dertli, oturup ağlayalım...

Ağlayıp da sînelerimizi dağlayalım,

Yiğidim, hele anlatıver olup biteni.

Ses ver yiğidim, yoksa beni duymuyor musun!

Yıllar var ki hep hayâlinle oynaşıyorum,

Kalkıp geleceğin ümîdiyle yaşıyorum...

Ses ver yiğidim, yoksa beni duymuyor musun?!

Sırtımda ârdan bir gömlek, yılların vebâli,

Ümitle ışıldayan gönlüm, seni bekliyor;

Kâh göklerde uçup, kâh yerlerde emekliyor.

Sırtımda ardan bir gömlek, yılların vebâli.

Her tarafta harâb eller, baykuşlara bayram,

Köprüler birbir yıkılmış ve yollar yolcusuz,

Gelip uğrayanı kalmamış çeşmeler, susuz..

Her tarafta harâb eller, baykuşlara bayram.

İrâdelerde çatırtı, ruhlarda müthiş şok,

Târihi yağmaladı bir düzine tâlihsiz;

Değerler altüst oldu, mukaddesât sâhibsiz,

İrâdelerde çatırdı, ruhlarda müthiş şok.

Tıpkı rüyâlarda olduğu gibi diril, gel!

Beyaz atının üzerinde bir sabah erken;

Gözlerim kapalı rûhumda seni süzerken

Tıpkı rüyâlarda olduğu gibi diril, gel!

 

 

EBEDİYETE UYANANLAR

Yeni bir mevsim kızarıyor, günler şivekâr;

Rüyâlardaki o güneş çehreli nevhayâl,

Otağını kuracak bir âsûde yer arar..

İşveyle çağırıyor onu koylarda bahar,

Rûha hayat üfleyen tatlı mûsikîsiyle,

İsrâfil’in sesi, seslerin en nefîsiyle.

Ne hazân endişesi, ne de hüzünlü melâl...

Ümît iklimi her yanda sırça şadırvanlar,

Nur akıyor musluklarından, içenler mahmûr..

Bu yerde bir bir ebediyete uyananlar

Her lâhza ayrı bir vuslat hazzını duyanlar,

Sevdâya kanat açarlar inançla şen-şakrak;

Ufuklarında ağaran pırıl pırıl şafak,

Ererler hayat suyuna ellerinde fağfûr...

Bilmezler ne gurûb ânını, ne son baharı,

Kol gezer kehkeşânlar, gezdikleri yerlerde..

Her mevsim yaşarlar o güneş yüzlü çağları,

Cennetlerdekine denk tatlı hâtıraları;

Ruhları büyülenerek bir bilinmez hazla,

İki büklüm olup inlerken binbir niyâzla;

Tüllenir solmayan güzellikler perde perde...

Bir de hep melâle açık karanlık ruhlar var,

Yıllarca yaşasalar da yine ömür kısa!

Stresler, hafakanlar ve bitmeyen “eyvâhlar,”

Yaşarken çeker, giderken inler ve ağlarlar..

Önlerinde dağ, dağın arkasında yine dağ,

Sel almış ovaları, her taraf bir vîranbağ,

Gönüllerde ümîtsizlik, dimağlarda tasa...

 

 

IŞIK ADAM

Belirdi bir kır atlı;

Başı gözü polatlı;

Gözler buğulu, nemli,

Üveyk gibi kanatlı...

Geliyor dolu dizgin,

Yüreği dertle ezgin..

Izdırâb çekmiş belli,

Duyguları pek engîn.

Ululardan bir ulu,

Heyecanla dopdolu;

Dokunsan ağlayacak,

Allah’ın sâdık kulu.

Bir gariblik sesinde,

Yalan yok çehresinde..

Bakanlar anlayacak,

Işık var çevresinde.

Sür atını durmadan,

Kalmadı bende derman;

Ey metâı nûr adam!

Yok fevt edecek zaman.

Sakın geç kalma zinhâr!

İçim hasretle yanar;

Kalmadı başka sevdâm,

Ağar ufkumda ağar..!

Artık bende’nim bende’n,

Ayrılmam asla senden!

Al beni de yanına;

Vaz geçdim cân u tenden...

Sorma kim olduğumu!

Düşüp-doğrulduğumu;

Eriştim ummanına,

Unuttum boğulduğumu...

 

 

BÜYÜK ÇİLEKEŞ

Kan ter içinde yaşadın kan terdi pazarın;

Yokdu vefâdârın...

Sînelere çarpıp geçiyordu âh u zârın..

Ateşten efkârın...

Mağmâlar gibiydin yalnız kaldığın günlerde..

Derdin perde perde;

Hasretle geçip gitti hicrân dolu anların;

Müthişdi kararın:

Nurlar yağıp karanlıkları boğuncaya dek,

Bu kavga sürecek..!

Aşk rehberin olmuştu, mefkûren de dildârın;

Coşkundu esrârın...

İnleyip dolaştın çöllerde.. çöldü her yöre:

Ova, dağ ve dere...

Bahar müjdelemiştin, tüllenmeden baharın,

Ümitten diyarın..

Göçüp gittin bir gece tan yeri ağarırken..

Ak horoz öterken...

Hep anıp durmuştun, erdin vuslatına Yâr'ın..

Gönüller mezarın...

 

 

HAK ERLERİ

Gölgesine pervaneler koşar kudsîlerin,

Sîneleri güneşin tâç tabakasına denk..

İnim inim ve güvercin kalbi gibi ürkek,

Cennetler kadar şirin sonsuzluk kadar derin;

Gölgesine pervaneler koşar kudsîlerin.

Bir ayna gibi parıldayan çehrelerinde,

Öteden esip gelen nûr hüzmeleri çağlar.

Bin râyihayla eser iklimlerinde rüzgâr;

Sonsuz sükûna erer insan çevrelerinde..

Bir ayna gibi parıldayan çehrelerinde.

Hayat üfler geçerler geçtikleri her yere,

Avuçları içinde toprak altın kesilir..

Ve şeker-şerbet olur dudaklarında zehir.

Bir bir kapıları aralanmış sînelere,

Hayat üfler geçerler geçtikleri her yere.

Sözleri Sonsuz'un çerağları gibi pâr pâr,

Ufuklarında bulut, bulutlar da yüklüdür..

Sînelerinde mağma, mağmalar köpüklüdür,

Söyler, söz cevherinden çeşmeler akıtırlar,

Sözleri Sonsuz’un çerağları gibi pâr pâr.

Büyülü soluklarından gebe kalan zaman,

Bir kutlu doğum sancısıyla hep kıvrım kıvrım..

Ve anladık; bu milletin, bu, benim baharım!

Işığını, rengini öbür âlemden alan..

O büyülü soluklarla gebe kalan zaman.

 

 

MAVİ RÛYÂ

Renk renkdir gurûp olduğundan beri,

Gökkuşağına inat bütün semâ.

Tül tül büyüsüyle karanlık amâ,(1)

Rüyâdaki Cennetlerin benzeri...

Varlık nurdan mesaj O bilinmezden,

Gayrısı hep masal üstüne masal..

Sînede azap başkasıyla visâl,

Koş vuslatına koşacaksan, tezden!

İnsan sayılır mı gafletle yatan!

Burası, yolculara bir ilk durak..

Eşyâ O’nun mührü ağaç, taş, toprak,

O’nu tanımazsan kendinden utan!

Uğradığın gibi çık git buradan,

Bak seni bekliyor ötede gözler..

Ayın ondördü gibi gökçek yüzler,

Hele yolunu gözlerse Yaradan...

(1) Amâ: Varlığın eter ötesi safhası veya semâların bir bulutsu görünümünde olduğu ilk an... Tasavvufta vâhidiyyet tecellisi.

 

 

KARANLIK BOĞULURKEN

Şafak çokdan sökdü, ufukda ışık cümbüşü,

Zulmetler hırıltıda, soluk soluğa nurlar.

Çözülüyor bir bir ufkumdaki sis ve duman,

Ve sökün söküne her yanda ayrı bir bahar...

Yollarda bir nesil var sanki fetih ordusu,

İki büklüm olmuş rükûa varıyor surlar.

Tâlihime tebessüm ediyor arz u semâ,

Ve bir zafer tâkına doğru gidiyor yollar..

Şanı, şerefi destanları aşacak o gün,

Dostlar şahlanır, düşmanların yüreği hoplar.

 

 

CANLI İRADELER

Meltemler gibi üfül üfüldür bazen kader;

Zaman zaman da bir poyraz gibi zorlu eser...

Koca dağlar önünde toz-duman olur gider,

Ayakları baş, başları da yerle bir eder.

Bazen olur dertli sîneleri okşar geçer;

Bir bakarsın mutlu çehrelere gamlar serper...

Bir sırlı program ki, aslâ aklımız ermez,

Sırlara açık ruhlardır ki hiç dize gelmez.

İnan ve şaşkınlığa düşüp sakın yıkılma!

Güzellere göz kapayıp çirkine takılma..!

Dağların güneşe baktığı gibi O’na bak!

Hep nûrunu kolla, zulmeti bir yana bırak!

Ârifler gibi dön-dur hâdiseler içinde!

İyi yanlarını gör zevkin de, kederin de..!

Gamı-tasayı bırak.. irâden canlı ise!

Ümît kaynağı ol, olabilirsen herkese!

Bir âsûde bucak arayan hep sana koşsun..

Girenler iklîmine şevk u târâbla coşsun...

 

 

ŞEVK YOLU

Arkadaşlar, arkadaşlar

Şevk mezhebi yoldur bize!

İmâna doymuş yoldaşlar,

Dikenler hep güldür bize!

Şükür, gördük Hak yüzünü,

Bulduk özlerin özünü,

Minhâc ettik her sözünü,

Beyânı bürhândır bize.

Kuvvet O’nun biz güçlüyüz;

O’nun nâmıyla ünlüyüz..

Zirveler aşar yürürüz;

Zorluklar âsândır bize.

Malımız yok pek ganîyiz;

O’nun ile olduk azîz.

Tefekkürdür mesleğimiz;

Yaş-kuru irfandır bize.

Ova-oba, bütün çöller,

Her yanda zikreden diller,

Rengârenk açılmış güller,

Her biri beyândır bize!

Şevkle hizmet şiârımız,

O’nu düşünmek kârımız,

Evvel-âhir âvâzımız:

Kitabı imâmdır bize!

O’nu bilip O’nu bulduk,

Hüzn ü yeisten kurtulduk;

Bulanıktık.. ve durulduk,

Rahmeti ummandır bize.

 

 

BU YİĞİTLER

Bir tulû’ kadar gurûbu seyretmek de tatlı,

Rûh, bir kısım sihirli duygularla kanatlı..

Her gurûb, bir tulû’a emâre bu âlemde,

Karanlığın arkasında ışıktan bir perde.

Geceleri gökler pırıl pırıl çehresiyle,

Hep bir türkü söyler o müthiş hendesesiyle.

Sessiz, durgun ve dupduru iklîmiyle semâ,

Bize göz kırpar.. arkasında ayrı bir dünyâ...

Hazân kış güftesiyle gelir, bestesi bahar,

Karın-buzun bağrında mayalanır çemenzâr!

Gurûbda sırlı renklerle tüllenir yamaçlar,

Öteden gölgeler gibi salınır ağaçlar..

Bir başka âlemden gelip sarkmış gibi dal dal,

Herbir dalda ebediyeti seyreder hayâl...

Bir gizli pancur açılmış gibi ötelerden,

İnsan sıyrılabildiği sürece kendinden;

Uhrevî besteler duyar gönlünün sesinden..

Cennet nağmeleri dinler kendi nefesinden.

Coşar ve şahlanır ruhlar vuslat hayâliyle,

Yârın ışıklarla süzülen yâl ü bâliyle...

Ruh bu rüyâ âleminden uyanmak istemez;

Bu âleme erenler aslâ geriye dönmez!

Gözleri süzgün, O’nu görür, O’nu sezerler,

Ellerinde aşk kâsesi hep mahmûr gezerler.

Sonsuzluk şarabıyle sermest ebedî rindler,

Her zaman ışık türküsü söyler bu yiğitler...

 

 

IŞIKLA ÇARPAN SÎNELER

Işıktan sîneler yaşar hep hâtıralarla,

Sıyrılmış görünürler bugünden, gelecekden,

Bir başka olur ülfetleri kışla - baharla,

Çark hazla döner - durur, şevk dinlerler felekten.

Vuslatta firâk, firâkta vuslat hülyâları,

Bir sihirli düş ki hiç, uyanmak istemezler.!

Yâr yolunda yanıp kül olmaktır rüyâları,

“Cennet’e gir” denilse, ihtimâl dilemezler..!