O’NUN
DÜNYÂSINDA
Nurdan çehrendeki bu nikab da ne? Güneşlere tâç giydiren ışıkken Hep hicranla bunca yıl bunca sene Geçmiş gidiyor.. baharlar beklerken.. Doğ ruhlara arşdan gelen bürhanla İnlet dört bir yanı altın sadânla Hayat üfle sihirli râyihanla Hak adına üfül üfül eserken.. Konuş ki hatipler haddini bilsin İlâhî nefhanla ruhlar dirilsin Sâyende tâ zirvelere erilsin Başlamış gökler de bunu dilerken.. Ey mukaddes Kitab ey ezelî nûr Ey iklimi ziyâ etrafı huzûr Son demde bir kere daha ne olur Ağar, ışık karanlığı boğarken.. Bahar olmasa da sonbahar olsun Cihânlar bütün âvâzınla dolsun Yeniden nâmın her yanda duyulsun Şu fânî ömürlerimiz biterken...
Rahmetle doğup zahmetle içiçe büyüdün İnâyet oldun bize, inâyettin Ezelden Bir uğrakdı dünyâ gelip “öte”ye yürüdün Işık verdin âleme, ışık aldılar Sen’den. Kapkaranlıkdı cihânlar Sen gelmeden evvel Çehrenden akan nûrdan aydınlandı dört bucak İçlere saldığın irfan dünyâlara bedel Uyandık sâyende ve insanlık uyanacak! Kurtuluş sabahı asrında, kurtulduk tekmîl Takılıp yolda kalanlara yazıklar oldu Bir hamlede ettin zulmeti ışığa tebdîl Silindi kasvetler her taraf nûrlarla doldu. Otağın bitevî yeryüzü, gönüller tahtın Bir sultanlık kurmuşdun Süleymân’dan ileri Melekleri gıptaya salan zümrütten bahtın Sana tebessüm ediyordu ilk günden beri Feyzinle gül bahçesi olan düşkünler bağı Şimdi dağınık zülüflerin gibi târ u mâr Toprak nemrut bitiriyor, çağ firavun çağı Küfür ve ilhatla esiyor esince rüzgâr. Teşrîfinle altın renge boyanmıştı gökler Şimdi simsiyah çehresiyle âdeta zar zar... Yollar garip, yolcular düşer kalkar emekler Ve dudaklarının suyuna susamış bahar Bak kıyamet ışığı var aynalarda bugün İblis keyfinde; cehenneme körük çekiyor Bu üstüste kasvetten göz nemli, gönül üzgün Kalk bunlara bir “Dur” de, deki zaman geçiyor. Tanyeri ağaralı bir hayli zaman oldu Yolunu bekleyenlerin canları dudakda Henüz Sen gelmeden ışığın ruhlara doldu Bir ümit dolu intizarla gözler ufukda...
Gönlüm gözüm Sen’in ile açılır, Geçilmezler Sen’in ile geçilir, Adın anılınca nurlar saçılır; Doğ rûhuma beni hasretle yakma! Hak aşkına kulun yalnız bırakma! Ben bir kapıkulu, Sen de Sultansın, Yolda kalmışlara Haktan emansın, Ben bir cesed isem, Sen onda cansın; Doğ rhuma beni hasretle yakma! Dost aşkına kulun yalnız bırakma! Âşıklar ararlar Sen’i her yerde, Dudağın şerbeti dermandır derde.. Ben bir dertli isem dermanım nerde? Doğ rûhuma beni hasretle yakma! Hak aşkına kulun yalnız bırakma! Bir yüzü karayım pek çok vebâlim, Düşe-kalka, kalmadı hiç mecâlim.. Bilmem ki ötede ne olur hâlim..? Doğ rûhuma beni hasretle yakma! Hak aşkına kulun yalnız bırakma! Bir zaman mevsimler bütün bahardı, Korkarım o günler bir bir karardı.. Merhamet! Yollarım bir sarpa sardı.. Doğ rûhuma beni hasretle yakma! Dost aşkına kulun yalnız bırakma!
Sen’i seven her ruh uludur ya Resûlallâh! Gönlü-gözü onun doludur ya Resûlallâh! Cemâlin pertevinden zerre şevk alan billâh, Kapının ayrılmaz kuludur ya Resûlallâh! Beklemez bir başka iltifât Sana erenler, Semtin iltifat buğuludur ya Resûlallâh! Gönül gözleriyle bir kere seni görenler, Onlar ruhların bir koludur ya Resûlallâh! Uçuşur ikliminde altın kanatlı kuşlar, İklimin kuşların yoludur ya Resûlallâh! Cennet yamaçları gibidir orda ufuklar, Cemâlin bu ufkun tülüdür ya Resûlallâh! Sana ermek imanlı gönüllerin rüyâsı, Seni bilmeyenler ölüdür ya Resûlallâh! Vuslatın, bu garip kıtmîrin her dem hülyâsı, Bu benim gönlümün gülüdür ya Resûlallâh!
Ay yüzlüm, apaçık sözlüm rûhum Sana kurban; Gönlüm Sana hayran! Nergis bakışlarının te’siri ne de yaman! Sultânım el amân..! Bak sînemde bir ok var, derûnumda bir acı, Sen’dedir ilâcı... Ey varlığı nûr, dünyâsı sürûr, sözü Kur’ân! Her derdime derman... Pür âteşim bırakma beni hicranda zinhâr! Rûhumda âh u zâr... Hem mahzûn, hem de perişan derdlerle kıvrandım; Kapına dayandım! Bilmem başka ocak, başka ateş, Sana yandım; Sen’inle uyandım. Ey dünyâya arşdan gelen nûr, ey meh-i tâbân! Aydınlattı ziyân... Hayâlimle gezip yine dîdârını andım; Aşkınla kıvrandım. Ey taptâze gül, kâkülü anber, saçı reyhân! Câziben ne yaman! Görmemiştir cihânda gözler Sen gibi dilber... Güneşlerden enver... Aç lütufla bağrını aç ki kıtmîr kulundur! Dergâhın uludur... Deryalar gibi kereminden bir katre ihsân, Ey gönlüme Sultân! Lütfeyle ne olur bildiğim başka kapı yok! Derdim herkesden çok.
Bakıp seni gören âşık Başka cemâli neylesin? Dostluğuna eren sâdık, Başka visâli neylesin? Kulaklar duymuşsa sesin, Duyar mı ağyâr nefesin! Gönüllere Sultan Sen’sin, Gayri âmâli neylesin? Ağızlara şerbet-şeker, Zikrinden var ise eser, Sevgini tadmışsa eğer, Kaymağı-balı neylesin? Gönül Seni sevmiş ise, Her emrine ivmiş ise, Varıp Sana yetmiş ise Mâl u menâli neylesin? Fakirler Seninle ganî, Âcizlerin tek güveni Şevk ile ananlar Seni, Derd ü melâli neylesin?
Her lâhza bir ayrı bahardır gönlüm Sen’inle, Yüzüne nûr saçtığın gökkubbenin altında.. Güneşlere tâc giydiren o Kutlu Elinle, Sır kapısını açtığından beri katında.. Yeryüzü tıpkı bir Cennet varlık harmanıyla; Tekmil bezmine ermişlerin başları tutkun. Dünkü şu köhne cihân dahi dörtbir yanıyla, Sunduğu kadehin sermesti olmuş Sonsuz’un... Yaslı dudaklarda beliren tebessümlerden, Artık gök kapılarının açıldığı belli. Meltemler esiyor amber kokulu günlerden; Ay kadehini toprağın bağrına dökeli. Gecenin kıvırcık saçları darmadağınık, Aklın dizginleri semânın eline geçti.. Sözü Başbuğlar Başbuğu söylüyor uyandık, Sevinin bir kasvet dolu devir daha geçti! Geçti geçiyor bir bir önü-sonu olanlar; Sonsuz’un boyasıyla boyananlarda huzûr.. Ölüm diyarında ölümsüzlüğü bulanlar, İçlerinde aydınlık ve çevrelerinde nûr. Onların hiç solmayan baharları yanında, Sönük bir masaldan farksızdır irem bağları.. Ve gidip sonsuzla bütünleşen ruhlarında, Birden duyar ve yaşarlar aydınlık çağları. Eskiyen eskiyip gitti söz eskimeyende, Ölenlere merasim kalanlara ta’ziye.. Ve artık boynunu kaptırdı ilhâd kemende, Muştular geleceğe,selâm şânlı mâziye!
Yâreli dilim zahmine rahmeyle İlâhî! Aç kapını lutfet bu günahkâre İlâhî! Yüzüm süreyim eşiğine kovma ne olur; Yeter artık dolaştığım âvâre İlâhî! Yıllarca bâb-ı kereminde inleyip durdum; Ah u efgânım hicrâna emâre İlâhî! Gerçi isyanla âlûde yaşadım her zaman, Yine de keremler kıl bu nâçâre İlâhî! Yakma nâr-ı ağyâre yanayım ocağında, Püryân-ı aşk olup erem şikâre İlâhî! Dağlar kadar isyanımla nihayet kapına, Döndüm tasmalı boynumla, bîçâre İlâhî! Kıtmîre lûtfet dursun artık efgân u zârı; Varam her cilvesi bin-şevk Settâr’e İlâhî!..
Hicranla yandı gönlüm hâlimi sormaz mısın? Dil ucuyla olsun melâlimi sormaz mısın? Bilmem ki yoksa, dost vefâsından şüphen mi var..! Lûtfedip bir kere hayâlimi sormaz mısın? Dostlara ülfet yağdı, bize iltifat yok mu? Kebab oldu sînem âhıma itimat yok mu? Yüz sürüp izine bekledim ilk günden beri, Yoksa bende Sen’in sevgine istidat yok mu..?
Gördüğüm günden beri ey gül-i ra’nâ seni, Gözlerim yollarda ol gözleri elâ seni.. İstemem kalsın artık gönlümde gül arzûsu, Ararım her yerde ey kâmet-i bâlâ seni. Sarmışdı rûhumu köyünün anber kokusu, Dolaştığım her yerde duymuştum cânâ seni.. Bahçenin içindeki yemyeşil fistanınla, Gördüm güzeller arasında müstesnâ seni...
Gözlerim yolunu sînemdeki tepelerde, Gönlümde belirdin de daldım kaldığım yerde; Hayâlin ağarırken ruhumda perde perde, Gözlerim yolunu sînemdeki tepelerde... Sen, o ışıktan ikliminle en tatlı rüyâ, Sen, mor, pembe renklerle rûhumu saran hülyâ.. Kararır, Sen’i duyup Sen’i görmezsem dünyâ, Dostlarınla elele gezdiğin tepelerde... |