ORTA
FASIL
İddiâdır görmemişin haberi, Herşeyi rûhuyla görenler bilir. Ermemişde yokdur bilgi eseri, Hakk'ın sırlarını erenler bilir. Hakikat semtine varmayan bilmez, Sırr-ı “allemnâ” (*) yı görmeyen bilmez, Mârifet güllerin dermeyen bilmez, O’nun has bağına girenler bilir. Dünyâyı dolaşan seyyahlar değil, Alev alev yanan emrâhlar değil, Mihrab değiştiren ham-ruhlar değil, “Yâr yâr” diyerek can verenler bilir. Aşk yolunda hep itilip kakılan, Yığın yığın belâlara takılan, Horlanıp ve hor gözlerle bakılan, Şânını yollara serenler bilir.
Birgün yine hüzünle dolup taşdım ard arda; Mecnûn'un hasret ve yalnızlığıyla sahrâda, Dolaştığı gibi dolaştım gamlı, derbeder, Her yer bitevî simsiyahtı ben de mükedder... Bir ümîtsiz tablo ki, yer demir, gökler bakır, Çevredeki kasvetten ruh sağır, gönül sağır. Eğildim îmânıma baktım; o ne tecellâ ! Sînemde yanan ışık pırıl pırıldı hâlâ; Karanlığa meydan okuyan bir edâ ile, Haykırıyordu “tın tın” çelikten sadâ ile.. Sarsılıyordu zulmetler yorgun ve bitkin.. Her an daha coşkundu aydınlık, daha gergin... İrâdeme fer geldi öteden buğularla, Beraberim sandım, sulardaki kuğularla. Bu sesler, bu ışıklar bütün varlığı aştı, Bu nağmeler gidip tâ âsumâna ulaştı. Rûhum bu renk ve sesler içinde dirilirken, Düşündüm ki duymuştum bu cümbüşü çok erken. Madem ki, öteler sır verdi kendi sesinden, Kurtulmaya koştum benliğin dar kafesinden. Sıçradım son bir azimle ummâna ulaştım, Sırtımda taşıdığım “ten” lâşesini aştım. Yıllarca süzgün bakışlarla rûhumu emen. O insafsız kirpikleriyle gönlümü delen; Bir fettân ki, her anışımda kalbim ürperir.. Yeter! Ey ihânet bakışlı cevrin elverir! Sonsuz’a ulaşıyor artık beklediğim yol, Ey pes nefis! Koş, yollar yoluna gir ve kurtul!
Gel ey, gül yüzlü, gümüş tenli, gözleri elâ! Gel ey, gül bahçemde salınan kâmet-i bâlâ! Uçup gittiğin günden beri hiç göz yummadan, Hayâlinle söyleşiyorum gurûpta hâlâ... Dönüp geleceksin diye hep bekleyip durdum, Uçup gittiğin yolda herkese seni sordum, Bilsen rûhumda senin’çün neler neler kurdum..! Hayâlinle söyleşiyorum ey gül-i ra’nâ...
Ruhlarımızı saran o ma’nâda! Şanlı mâzîmizden bin râyiha var.. Güzelliklere açık adalarda; Başka türlü esiyor şimdi rüzgâr, Ruhlarımızı saran o ma’nâda... Bir düzine zafer tâkı önünde, At koşturuyoruz soluk soluğa.. Hızır’la arkadaş, Musa yanında; Vardık “âb-ı hayat” akan musluğa, Bir düzine zafer tâkı önünde. İç içeyiz soyumuzla, pür-neş’e!. Coşturan gülbankların gölgesinde; Ruhlara ilhâm iniyor peşpeşe, Tıpkı eski şarkılar güftesinde.. İç içeyiz soyumuzla pür-neş’e...
Şeflik izleri üzerine... Ne gelirse bize dâhilden gelir, Haddini bilmeyen câhilden gelir. Mefsedet bitevî sardı heryanı, Hem yayladan, hem de sâhilden gelir. Dudağına geldi milletin canı, Çıkacak canlar Azrâil’den gelir. Millet perişân, ahâli derbeder, İdâre bilmez nâehilden gelir. Nesiller adına yaşanan keder, Hem gençlerden hem de kâhilden gelir. Aldatma, hiyânet bir merğub metâ, Kimi soysuz, kimi asilden gelir. Hayâ ve edebe artık elvedâ, Öteler bilmeyen gâfilden gelir. Deliler bitevî tımarhânede, Delilik bize hep âkilden gelir. Dinsize yol açık hemen her yerde, Bütün bunlar o ilk âmilden gelir.
Şeflik izleri üzerine... Artık vefâya eyledik vedâ Sızlıyor içim herşeyden cüdâ, Her çehrede yalancı bir edâ. Bir zamanlar canlı ve kıvraktık, Çaylar gibi sonsuzluğa aktık Her tarafda bir meş’ale yaktık. Biz neş’eliyken herkes de şendi, Ruhlara bir uğursuzluk sindi, Sanki üstümüze belâ indi. Kalmadı eski günlerin tadı Bilinmez nedir Hakk’ın murâdı, Her yanı bir belirsizlik sardı.
Batı şokunun sarsdığı günler... Batı hayranlığı sis gibi ruhları sardı, Tıpkı bir ölüm şoku insanımızın hâli; Ülkenin geleceği karardıkça karardı, Kimlerin omuzunda nesillerin vebâli? Batı illizyonu bitevî ruhları sardı. Mesâfelere takılmış iddiâlı ruhlar, Fânus içinde yanan yalancı mumlara denk. Şerit değiştirip duran bu şaşkın gürûhlar; Hedefe varamayacaklar ölünceye dek, Mesâfelere takılmış iddiâlı ruhlar... Yüce Yaradan’a karşı küstahça bir yarış, O’nun icraâtına rekâbet sevdâsında.. Kendi işinde alınan yol henüz bir karış, Zavallı hiç aşılmaz bir yolun cefâsında: Yüce Yaradan’a karşı küstahça bir yarış... Fezâda milyonlarca ışık yılı her yana, Görüp sezdiklerin nedir bu müthiş boşlukta?. Bildiklerinle Hakk’ı ilân düşüyor sana.. Yoksa boğulacaksın bu ürperten çoklukta.. Fezâda milyonlarca ışık yılı yanyana... Seni Yaradan’a ulaştırmayan mârifet, Rûhuna şaşkınlık verir ilimler adına; Öğrenip ışığa ermektir en büyük hikmet.. Sanmam insanoğlunu erdirsin murâdına, Onu Yaradan’a ulaştırmayan mârifet... Gözlerini kapayıp gerçeği görmeyenler, Asırlarca koştular bir serap arkasında. Bugün kalplerindeki ışığı söndürenler, Anlayacaklar dünyânın öbür yakasında, Gözlerini kapayıp gerçeği görmeyenler.!
Bozulur her dümen vakit dolunca, Bu “Ak nizam” sürer-gider âhenkle.. Dönüyor çarkımız yollu yolunca, Geceler gündüze döner âhenkle. Aşıp tepeleri çıkınca düze, Bize bayram; mâtem olur köksüze.. Hasımlar gelince bitevî dize, Işık karanlığı siler âhenkle. Atıldığı gibi gidecek inan, Tarihe savrulan o büyük yalan! Şafak ortalığı sardığı zaman, Ünümüz göklere erer âhenkle. Yurdun evlatları bir bir dönecek, Asırlık mahzûnlar o gün gülecek. Hızır, Musa bir araya gelecek, Ve artık bu devir sürer âhenkle...
Şeflik döneminin arkada bıraktıkları... Çoraklaşmış topraklar, Kurumuş hep otlaklar Gönlüme hüzün salar Hazan vurmuş yapraklar Kulluktan bîzâr kullar Her tarafda hortlaklar Çevre firenkle doldu Sırtlarında fraklar Nesiller köksüz oldu Birşey bilmez salaklar Ülkeyi sardı ilhâd Şehâdetsiz dudaklar Eskiye olsun inâd Başlarında kalpaklar Kime anlatsan bunu Kalkar seni savsaklar İlkine uydu sonu Birbirinden bunaklar Bir çirkef çark kuruldu Zift zift akar ırmaklar Oba ova hep soldu Yaprak döktü kavaklar Cehâlete revac var Tafra tüten çıraklar Şanlı târihde hasar Gırtlağında tırnaklar Gazâ bâğîlik şimdi Pek hüzünlü bayraklar Korku ruhlara sindi Su sızdıran çanaklar Hayâ iffet yıkıldı Haramda hep ayaklar Şeytan rûha takıldı Hiç durmadan parmaklar Düşünceye "elvedâ" Zonklamayan şakaklar Millet kökünden cüdâ Antik oldu sancaklar Gericilik bir yafta Hep kâfirce laklaklar Kitaplar artık rafta Güvelenmiş yapraklar Rüzgâr aldı her yanı Gaflette avanaklar Çökmüş sarayı hanı Kulübede konaklar Nerde izzetten eser..? Kızarmıyor yanaklar Hürler köleden beter İflâs etmiş ahmaklar.
Herşey Sen’den, Sen ganîsin, Rabb’im Sana döndüm yüzüm! Hem evvelsin hem âhirsin, Rabb’im Sana döndüm yüzüm! Bulduğumu Sen’de buldum, Bâtıl şeylerden kurtuldum; Gelip kapında kul oldum; Rabb’im Sana döndüm yüzüm! Ayân ışığın her yerde, Gözsüzlere eşyâ perde; Huzûrun dermân her derde, Rabb’im Sana döndüm yüzüm! Dünyâlar Sen’inle Cennet, Nimet Sen’den kime minnet? Gel kuluna merhamet et! Rabb’im Sana döndüm yüzüm! Gönüllere hayat îman, İnananlarda itminân; Gâfillerin hali yaman, Rabb’im Sana döndüm yüzüm! Işığınla aydın heryan, Şaşkınlar arıyor bürhan, Tecellin her yerde ayân, Rabb’im Sana döndüm yüzüm! Âlem kitab eşyâ ap-ak Otlar ağaçlar ve toprak, Sen’i söyler yaprak yaprak, Rabb’im Sana döndüm yüzüm! Ârif gönlün bağlayarak; Aşık herdem ağlayarak, Kulun bağrın dağlayarak, Rabb'im Sana döndüm yüzüm!
Anarşiye pey-çekildiği dönem. Sokaklar gördüm, sokaklar tıpkı bir karnaval, Yığınlar üstüste, yığınlar sersem ve aval... Toplum hezeyan içinde ve her yanı titrek, Bu illetli bünyeye sağlam bir neşter gerek! Yoksa buhranlarla inleyip duracak her rûh, Buhranlara doğru yelken açacak her gürûh... Baktım bir ân onun şimdiki hazîn hâline, Yüreğim burkuldu o bitmeyen melâline... Izdırâblı az.. ızdırâbsız, soluklar, sesler, Bize yazık! Sessiz kalanlara da esefler..! Gamsız dolaşıyorlar yangının çevresinde, Dolaşıyorlar.. her biri bir âhû peşinde... Parça parça sîne ister dert mûsikîsine, Yepyeni bir ses katsın ızdırâb bestesine...
Işıkdan gelmiş nizam beğenmeyen beğenmez, Sistemler yıkılıp gitse de o sendelemez! Gelip geçti her fikir, geçenleri kaldır at! Çıkmazlarda tek menfez Allah yolu hakikat ... Yençerice düşünce dikiş tutmaz sökülür, Temsilci mağrûr başlar başak başak dökülür.. Bâtılın her sistemi bir akılsızlık dengi, Yollar içinde yolumuz doğruluk mehengi. Sönmez ışık kaynağı, peygamber yedeğinde, "Ballar balı" denilen hep O’nun peteğinde ... Ondan bize vasiyet sahip çıkın cihâna! Tutun zimâmı elde hükmeyleyin zamana! Çıksın öne artık, dünü-bugünü bilenler, Savulup gitsin, hepsi bir baskınla gelenler ..! Gariplere bayram; belki bugün belki yarın! Hele şu hamuru bir miktarcık daha karın! İlhad çöküyor gayrı, ona gerek bir mezar. Siz kazmasanız dahi, zaman bir çukur kazar .. Çoktan yolları doldurdu ışıkdan atlılar, Gökkuşağından tâklar, bayramınızı kutlar ...
Dost ile dost olmak gâyem, Başka şey istemez gönlüm! Aşk u şevk olsun sermâyem, Tambur-ney istemez gönlüm. Tek O’nunla dost olayım, Kadehler gibi dolayım, Gül bahçesinde kalayım, Nam almak istemez gönlüm, Şöhret ü şandan geçeyim, Nurlu yolunu seçeyim, Kulu olup hep sekeyim, Şah olmak istemez gönlüm. Hem yazımı hem kışımı, Bırakayım meâşımı (*) Koyam yoluna başımı, Can u ten istemez gönlüm. Sezmesin dostlar hâlimi, O'na bağlı âmâlimi, Duymasınlar melâlimi, “Sen” ve “Ben” istemez gönlüm. Zaten bir bahtı karayım İçi-dışı hep yarayım, Derdim dildâra varayım, "Kîl"u "kâl" istemez gönlüm. Kimi beni deli sanar; Dertli kalbim O’nu anar .. Şeker-şerbetlere banar, Başka bal istemez gönlüm.
Toplum bir korkunç girdâb etrafında dönüyor, Kaoslar ülkesine seyâhate azmetmiş: Ve her gün biraz daha ümit mumu sönüyor, Zaten özüyle alâkası silinip gitmiş... Çatırtılar geliyor sürekli tepemizden, Dört bir yanımız âdetâ ateşten bir tûfân; Çevre alev alev yanıyor, kibriti bizden; Şimdi bu kapkara zulmetten titriyor âsmân. Cemiyette gerçekler tepetaklak bitevî, Bir sisli gurbet içinde genci ihtiyârı; Her yerde hezeyân; çarşısı, pazarı, evi, Çılgınlık zinde güçlerin en bâriz şiârı, Evler birbirinden kopmuş fertlere aşhâne, Baba yamak bu gamhânede, anne de aşçı.. Sokaklarda gaseyân, her köşede meyhâne, Şanlı bir millet için bu âkıbet ne acı! Geçtik çılgınlıkta Roma'yı, Bizans'ı çoktan, Zamanın ezip geçtiği o tâli’sizleri.. Bizim bahtsızlığımız bir düzine kopuktan, Nesepsiz düşünceleri, nesepsiz özleri... Peylendi ahlâksızlık bir merğûb metâ gibi, Sefilleşti düşünce faziletlere inâd.! Horlanıp hor görüldü yurdun asıl sahibi, Şimdi millî ruh hakîr, kozmopolitlik âbâd... Tıkalı bize yollar, hiç bir yana geçit yok, Farelere şehrâyîn, yollar onlara göre.. Bu in’de kış uykusuna yatmış ararsan çok; Bir zamanlar hak fikri, şimdiyse sükût töre... Âlimler hissiz, ilim yuvaları desteksiz, Yaşasın pâyeler nişânı! Şiltler, formalar; Mektepler “Haydparkı” talebe ilme isteksiz.. Ve "Batı uygarlığı" diye hayâl kurmalar... Öğretenler silme dilsiz, öğrenenler sağır, Kime ne anlatırsın düşünceler karanlık.. Toprak simsiyah çorak, gökler demir, yer bakır Yetişin yurdun sahipleri, yetişir artık! Emareler var tüllenen şafağın bağrında, Nârâlar duyuluyor dağların ötesinden. Karanlık şimdi derdest tam ışığın ağında, Sürpriz nağmeler tın tın zamanın bestesinden. Artık her bucak bu neslin rüyâlarıyla şâd, Ve herkesin elinde bahardan bir demet gül.. Âbâd ol ey Nur adam; bizleri ettin âbâd..! Şimdi zirvelerde bir başka ötüyor bülbül...
Hakk’a kul olanlar kula kul olmaz; Kulluğa erenler yollarda kalmaz. Ruhlarında vuslat, ruhlarında haz, Âlem aldansa da onlar aldanmaz. Baş koyup Hak eşiğinde bekleyen, Dost düşünüp, dost deyip, dost söyleyen; Şevklerle şahlanıp aşkla inleyen, Yüz hazân görse de sararıp solmaz. Üveyk gibi kanatlanan rûhuyla, Pür neş’e ve meleklerle kolkola, Uzayıp Sonsuz’a ulaşan yola, Girip yol alanlar asla yorulmaz... Kuşlar gibi her ân kanat çırparak, Akıl ermez ufuklarda uçarak; Gidip sır kapılarını açarak, Hakk’la halvet olur, olur ayrılmaz.
Her yanda bir ışık, karanlıklar çözülüyor, İzbelerde uğultu, yarasalarda telaş... Yalan balonları büzüldükçe büzülüyor, Kayıyor ilhad ölüm ufkuna yavaş yavaş, Her yanda bir ışık, karanlıklar çözülüyor. Milyonlarca yıldızdan milyonlarca gizli nûr, İniyor sessiz sessiz zulmetlerin bağrına.. Ve inançla ışıldayan çehrelerde huzûr, Koşup ebediyet üflüyorlar dört bir yana, Milyonlarca yıldızdan milyonlarca gizli nûr, Hergün daha da enginleşiyor mâvi ümid, Baykuşlar her yanda ölüm marşları söylüyor.. Ve işte ufukta levent boylu "Nesl-i cedîd"! Gecelerde hırıltı, geceler boğuluyor; Hergün daha da enginleşiyor mâvi ümid... Ürpertiyor karanlıkları esen rüzgârlar, Toprak rahmete döndü çölün enginlerinde.. Ve kabarıyor denizlerde mâvi dalgalar; Renkli baharlar müjdesiyle günün birinde.. Ürpertiyor karanlıkları esen rüzgârlar.
Kaç mevsim oldu yollarda zelil ve derbeder, Gökte uçanlara inat hep emekliyoruz. Hâlimiz mezardakilerin hâlinden beter, Bir sırlı nur kapısı açılsın bekliyoruz... Ayaklarımızda zincir, boynumuzda kement, Sürüm sürümüz, sürüm sürüm bütün insanlık. Yazık! Süründürülüyor bu koskoca millet, Mukaddesler târ u mâr, düşünceler karanlık. Yollarda bekleyenler de var süzülmüş gözler, Sinelerinde sızı, çehrelerinde hasret.. Yürüyorlar arkalarında ışıktan izler; Yürüyorlar ve Cennet kevserleriyle sermest. "Âb-ı hayat" içip ölümsüzlüğe ermişler, Hülyaları pırıl pırıl, ufuklarında nûr Daha şimdiden varıp cennetlere girmişler, Esiyor çevrelerinde üfül üfül huzûr. İklimleri hazan bilmeyen bahçeler-bağlar, Neş'eyle güler semâ, vuslatla coşar zemin.. Bu dünyâda her mevsim, ayrı bir bahar çağlar, Âdetâ burada herşey gökler kadar derin...
Işıktan bir insan Rûhum ona kurban Nurlandırdı bizi Tekmîl hepimizi Menendi olmayan O eşsiz kahraman O’nunçün var oldu Nûruyla yoğruldu Yerler ve âsumân Varlık ona hayran Duyuldu bir anda Tâ arşın altında Ulu kitap Furkan Şimdi O’nun meydan Işık saçan Kitap Benzersiz bir hitap Dört yanı da nurdan O’nda top ve çevkân Nurla yere indi Ah u efgân dindi Arz oldu âsumân Gönüllerde sübhân Ondan evvel dünyâ İfritten bir gayyâ O denli perişan Fesat dolu mekân O’nunla dirildik Sonsuzluğa erdik Ruhlarda heyecan Sînelerde îmân Nurdan ikliminde Bal akan dilinde Dertlilere derman Ümitsize îmân Sultanlar sultanı Gönüllerin cânı Herkes Sana hayrân Kıtmîr Sana kurban.
Battı diyorlar, ama bir gün yine doğacak, Er-geç ışık gelip karanlıkları boğacak.. Saracak nûr üstüne nûr arzı dörtbir yandan, Kurtulacak insanlık şu binbir hafakandan; Göz yaşından rahmet bulutları çelik-çavak, Her yana inci inci damlalar yağdıracak. Bütün ölüler dirilip çıkacak mezardan, Ellerinde bir demet gül bu yeni bahardan.. Sonra bir bir ölüm çukurlarını geçecek, Varıp Hızır’la o sırlı halvete erecek; Dudaklarında pırıl pırıl kâseler nurdan, İçecekler "âb-ı hayat" fışkıran pınardan. Îmânı, aşkı, ümidiyle tam şahlanarak, Ve bendine sığmayan sel gibi çağlayarak, Bir yep yeni dirilişe doğru bütün millet.. Dillerde kudsî türkü "Devlet-i ebed müddet" Kasvet dolu son bir devreyi daha aşacak Ruhların beklediği zirveye ulaşacak... Hiç durma yürü gönlünde nûr, dilde hikmet Yolun sonuna az kaldı; hele biraz gayret!. Kıvran daha bir süre düşünce azâbıyla! Ve rûhunda duyduklarının ızdırâbıyla, Yüksel Sonsuz’a doğru ve milleti de yükselt! Yükselt ki, biraz ilerde tarih-i şehâmet...
Ten bir kadavradır, içinde cân olmayınca, Gönül bir havradır, özde irfan olmayınca. Dünyâ iç içe kuyu ve karanlık bir zindan, Sinelere ışık saçan îmân olmayınca. Dimağlarda burkuntu, yüreklerde hafakan, Esip “üns” yelleri derde dermân olmayınca. Beşer huzursuzluğa düştü huzur ararken, Önünde semadan gelmiş Furkan olmayınca. Kaybetti herşeyini kazanacağım derken, Yolunu aydınlatacak bürhân olmayınca. Senelerdir aynı şaşkınlık sürüp gitmekte, Düşüncelere hükmeden vicdan olmayınca. Zâhire bakılırsa ümit mumu sönmekte, "Neylesin Mahmutlar" O'ndan ihsân olmayınca. Yıllar var ki bizler, su dövüp durduk havanda, Îmân ve fikir karışıp harman olmayınca..
Ufukta ard arda şafaklar ve göklerde nûr, Sarıyor her yanı, boğuyor karanlıkları; Hırıltıda artık câhiliye artıkları.. Ve üfül üfül esiyor her tarafta huzûr... Sanki bağrına ışıklar yağıyor gibi Tûr, Göründü toplumun asırlık aradıkları; Hızır çeşmesi şimdi başına vardıkları Çehrelerinde ışıl ışıl bitevî sürûr. Işık hep karanlığı takib etmiştir meşhûr; Bütünleşiyor zamanın parçaladıkları, Bir bir çıkıyor Hakk dostunun anlattıkları; Bizlere zaferler, gülbanklar; soysuza kubûr...
Gelenler bu dünyâya gidiyor birer birer, Öteye inanmayan sînelerde burkuntu. Hergün ruhları sarsan kederli birkaç haber, Bunlar için hezeyan saklanacak tek kuytu. Derbeder dünyâlarında herşey mâl-i hülyâ, Her lahza nâsiyelerinde yokluğun eli.. Onlar için "Ebediyet" erişilmez sevdâ, Yaşamak bin ızdırâp; çektiklerinden belli... Kimiler: "Gidecek gelenler!" tesellîsinde, Öyle ya bu hayatta çakır-keyf olmak gerek.! Kimiler nefis ağında, gençlik pençesinde, Zavallı bu hezeyânla eriyip gidecek... Aheste öğütüyor zaman ve dinmiyor çark, Ne işe yarar çağın huzûr tesellîleri.. Bir meçhûl ân karşımıza çıkacak son durak, Avutmaz bu tesellî zil zurna delileri... Tıpkı varoluş gibi bir gerçektir diriliş, Yolunu bulmuş gönüllerin ak dünyâsında. Bu kutlu yolculukta gâye Sonsuz’a eriş, Ve beklenen mutluluk ölümün verâsında...
Ölüm ayrılık ama, bize bayram sevinci, Hoşnud ise Yaradan yolda bulunmuş inci. Gözsüzlere bu dünyâ bir güzellik meşheri, Germiş ağını her yörede ayrı bir peri... Bu büyülü iklime kendini salan insan, Serâzâd arzular içinde.. ve zaman zaman; Rûhunu sarar simsiyah perdesiyle yokluk, İnkârcı ruhlar için her zamanki burukluk.. Ölüm bize dümdüz yol, onlara bir sarp yokuş; Hak'ka varan yollarda yokuşlar bile pek hoş... İnançsızın murâdı her zaman kâf dağında, Dünyâ irem olsa da onunki sel ağında. Bizde yatar kalkarız tıpkı ekinler gibi, Onlarda devrilme ölüm, sarsan yel bir tipi... Doğrulun kör yığınlar, doğrulun O’na dönün! Gelmeden akın-karanın ayrılacağı gün... Yaradan bağışlar, rahmeti kahrından artık, Biraz döğünün kapısında ağlayın artık! Ceyhun olan göz yaşı eritir dağı-taşı, Gönülde hüzün ağı her ibâdetin başı... Geril ibâdetle, uç semâvî ülkelere! Ve eğilmesin başın yerdeki gölgelere..! Yolda ölüm olsa da, bize bayram sevinci, Hoşnud ise Yaradan yolda bulunmuş inci...
Duyur rûhuma sevgini, Kalmasın Sen’siz kararım. Mest et ki bezminle beni, Her yerde Seni ararım. Dört bir yanda izler ile, Ufuklarda gözler ile, En yürekten sözler ile, Hem inler hem de yanarım. Sağda-solda çağlayarak, Sana gönül bağlayarak, Hiç durmadan ağlayarak, Seni herkesden sorarım. Arzum, kendimden geçeyim, Vuslat şarabın içeyim, Ak yolunu yol seçeyim, Yoksa, yollardan bîzârım.
İnanıp Hakk’a eren geçilmez yoldan geçer; Nur halkasına giren, gölden deryadan geçer. Düşmüşse yâr yoluna "Ona Bağdat sorulmaz", Yağma eder varını, servetden maldan geçer. Bir girsin Dost hayâle başka ma’şûk aramaz, O’nu özünde bulan can ile tenden geçer. Kiminin kasdı cemâl, kiminin kaş ile göz, O’nu mahbûb bilenler, kirpikden kaşdan geçer. Varlık çay gibi akar, akana meyl edilmez! Âkibeti görenler, herşeyden başdan geçer. Aşka yelken açanlar yol almıştır muhakkak, Tadanlar aşk şarâbın kaymakdan baldan geçer. Nefsini bilmeyenler bilmezler O’nu asla! O’nu bilen ârifler "kîl" ile "kâl"den geçer. Benlik ateşden atlas, gurur karanlık da’va, Gidip O'nu bulanlar benlikden, candan geçer.
Sabır bir büyülü dermân, arkasında îmân, Sabretmeyenin hali hicran üstüne hicran! Her şeyde var bir usûl, sabır da zafere yol, Sık dişini azıcık kurtulanlarla kurtul. Sabırla pişen insan kemâle erer inan! Acelecinin işi duman üstüne duman... Teennî eden erer, acele etme sakın! Vurulup dövünsen de ıraklar olmaz yakın... Örümcek bekleyerek, ağa ağ ekleyerek, Gider hedefe varır nice emekleyerek. Sıratdan ince bir iş, koş geçenlere yetiş, Geçen sabırla geçti, aksi bir sürü teşviş...
Göğüslerde koklanıp okşanacak tomurcuk, Üfül üfül esen tertemiz râyihasıyla; Ötelerin en büyük armağanıdır çocuk, Masmavi dünyâsı, neş’e tüten havasıyla... Millet ulu bir çınar, çocuksa bir çekirdek, Atkılar salar her yandan toprağın bağrına; İşlediği iş, Fâtih ordularınkine denk, Her tohum bir başka iklimi alır ağına... Çocuk bir neş’e kaynağıdır yuvada inan! En tatlı nağmeler gibidir soluğu -sesi.. Çocuksuz yuva eksik, onsuz mutluluk yalan, Tıpkı Cennet meltemlerine benzer nefesi... Goncalar gibi tebessüm eden çehresinde, Ardarda başka güzellikler tüllenir durur.. Çocukla seslendirilen hayat bestesinde, Ebediyet âleminden şarkılar duyulur. Yuva çöl gibidir filizleninceye kadar, Tomurcuklar arasında ev Cennet’e döner.. Filizlere giden yollar kapalıysa eğer, Millet pâyimâl olur, yuva devrilir-gider.
Açılsın bir bir kapılar, Bu dünyânın ötesinden.. Duyulsun altın şarkılar, Ölümsüzlük bestesinden. Yaşayan yaşadı bilin! Ölüler siz de dirilin! Melekler gibi gerilin! Rûhunuzda Hakk sesinden. Uyanık sîneler bilir, Gönül insanı dirilir, Ruhlarına eser gelir, Bilinmez’in nefesinden. Ağlayan gözler açılır, Gözlere ışık saçılır, Ak-kara herşey seçilir, Işık yayar hâlesinden.
İnkılâb ruhdan fışkıran bir ışık, İhtilâl cesette dolaşan bir bit, İnkılâb vahyi gölgesinde tesbit, İhtilâl cemiyet bitmiştir artık..! İnkılâb ufukta nûrlu bir şafak, İnsanca özlenen hayata erme.. İhtilâl milleti yerlere serme, Ve çatık kaşlı dalgalanan bayrak...
Hizmet adına bir sarsıntı ânı Evlerdi, yurtlardı gözümün nûru, Görmeden bahârı hazânı geldi. Yapılanlar sînelerin sürûru, Yapan yaptı şimdi bozanı geldi. Gül bahçesinde bir muson rüzgârı, Kırağı korkusu bülbülün zârı, Izdırâbdan hiç kalmamış karârı, Bu işin de artık mîzanı geldi... Saksıda güllerim buruşup gitmiş Hızır-İlyas bir dem buluşup gitmiş; Bahar yamaçlarla konuşup gitmiş, Bize Azrâîl’in ezanı geldi. Kapımın önünde sanki bir songün Simsiyah örtüler, ışıklar ölgün.. Enbiyâ, evliyâ yurduna sürgün, Göç edip gitmenin zamanı geldi. Bana ne arkada kalan dünyâdan! Gözlerime büyü yalan dünyâdan; Benim’çün her zaman nâlân dünyâdan, Bir gerçek âlemin fizânı geldi.
Zulüm paletlerinin arkasından... Bu ülkede “han sarhoş hancı sarhoş,” Yanıp gitmiş başakları biçilmez. Sular akar isli-paslı ve nâhoş, Yosun tutmuş pınarları içilmez. İnsanlarda heyecandan eser yok, İsyan içinde aç, nankörlükte tok.. Ölmeden gömülmüş ararsan pek çok, Hortlaklar diyarı yollar geçilmez. Ak geçmişten kalmamış nâm u nişân, Yıkılmış köprüler yollar perişân; Acı bir rüyâ bizlere ulaşan, Yalan - gerçek birbirinden seçilmez. Târih bir koyda yanıp sönen fener, Birkaç harâbe, bir-iki de kemer; Üst üste devrilen bütün değerler, Bir daha ya dikilir ya dikilmez.
Yüzü yerde olur her kimde kemâl var ise; Sürüm sürümdür kim de bencil ve cebbâr ise. Haddini bilmez azar, kendi kuyusun kazar, Dış yüze “Durmaz sızar” içde gurur var ise. Nefsi herkesden hakîr, yaşlanıp olmuş bir pîr, Eli, alnı bütün kir yârânı ağyâr ise... Başını almış gezer, ne anlar ne de sezer, Hayâle inci dizer şeytanlara yâr ise. Gönül bir taht-ı revân muhabbet onda sultan, Cennet’e girer insan hep sevgi arar ise. Hak kullarını sever, kullar Cennet’e iver, Kimi dizini döver, hak bilmez gaddar ise..
Karanlık günlerin vâveylâsı.. Her yerde sanki hazân! Bağ bozuk, bağbân gamlı! İnâyet Rabb’im aman..! Dağ sisli, ova yaslı, Etrafı sarmış duman... Paslı gönül, sefil ruh, Amanın buna dermân! Azgınlaşmış her gürûh, İnsan değil, bir azman. Böylesi görülmedi, Baş yaba, ayak saman. Görenler gerilmedi, Bu ne müdhiş bir zaman. Kırık, dökük cemiyet, Durum duman mı duman; Zillet üstüne zillet, Bekliyoruz kahraman... Herkes başka şey söyler, Gerekli bir tercüman; Sağa-sola tökezler, Görüş ufku toz-duman... Hırsız evlere girmiş, Adam yaman mı yaman, Sevgili uçup gitmiş, Avdetine yok güman. Herkes uykuda hâlâ, Gaflet derin bir umman; İşleri serâb, hülyâ, Ne nâdim ne de pişman. Uyan ve kendine gel! Akıp gidiyor zaman, Derlen gelmeden ecel! Mümkünse erken davran!
İnsana, insan denmez kendini bulmayınca, Gönül bir vîrânedir sevgiyle dolmayınca. Öze dön bırak teni, sever isen kendini, Yolda kalırsın inan Allah’la olmayınca. Nefsine uymuşsan tam, işin câm üstüne câm, Bir yere varamazsın rûhunla kalmayınca, Allah ma’şûk, Allah yâr, gayrısı sînede bâr. Eremezsin bir yere huzûra varmayınca.
Ne yürekde heyecan ne kafada bir karar, İrâdede can yoksa yaşamak neye yarar. Yığınlar iflasda ve zarar üstüne zarar, İnan gözlerim şimdi eski günleri arar. Düşüncede sefâlet, mukaddesler târ u mâr, Cemiyet bir yığın; cemiyet kendinden firar; Yaşamak zillet oldu, yaşamak insana âr, Hayat denen bu ise, rûhum herşeyden bîzâr...
Kadrim bilinmedi deyip darılma! Bilinmeden göçüp gitti büyükler. Darılıp cepheden sakın ayrılma! Himmet bekler taşınacak bu yükler. Sen azmedip yürü, bilenler bilsin! Yürü ki zirveler rükûa gelsin Geçtiğin yerler yeşerip dirilsin Yolunu bekliyor yerler ve gökler. Makam arzusu, mansıp düşüncesi, Pusuda bekleyen menfaat hissi. Yokdu önce bunların hiçbirisi, İhlâs tütüyordu bütün emekler. Bir yangın görürsen söndürecektin, Gerekirse içine girecektin, And içmişdin canını verecektin Nerde o yeminler, ve o dilekler.
Apaydınlık bir dönem, kol kol gezen güneşler, Semâda yüzüp giden kehkeşânlara inâd. Her bucağı İrem Bağları’na denk o günler, Gök kuşağı gibi zafer tâklarıyla âbâd... Sonra bir kâbuslu devir ve aranan dünler Firavunlaşdı herkes firavundan da berbâd. Harâb oldu her taraf, soldu çiçekler, güller, Bülbülün dilinde dinmeyen yeisli feryâd. Gökler gamlı, bulutlar küskün, kurudu göller, Virânelere döndü her yan, simsiyah eb’âd. Yine rüyâlarda kor, tütüyor eski günler Mışıl mışıl döl yatağında milletçe murâd...
Bilsem ki bu benim cânım hiç yol aldı mı dost! Almayıp yâd ellerde âvâre kaldı mı dost! Dağınık bitkin hâlim; derbeder, bîmecâlim; Yakup gibi melâlim beni inletsin mi dost! Dağa ulaşdı yollar; kesti önümü çöller, Elimde solgun güller; pörsüyüp gitsin mi dost! Vurdu yokuşa düzler; her yanımda pürüzler, Sönüp gitti gündüzler; böyle kalayım mı dost! Bir küçük inâyet; lutfeyle az siyanet, Etmezsen eğer himmet, hep ağlayayım mı dost! Budur Sana zannım tam, zannım o ki afvolam, Afvolmazsam ya n’olam, böyle yanayım mı dost!
Hasret Sana bu gözler, gönlüm yolunu gözler, Huzûra ersem bir kez, bahara döner güzler.. Erse pâyine başım, hep çağlasa gözyaşım, “Sen Sen” deyip ağlasam, kalkar bütün pürüzler... Köyünün pembe rengi, bulunmaz asla dengi; Temizlenip giderler, günâhla gelen yüzler. Gelenler erer nûra, herbiri bir sürûra, Rahmet yağar heryana, kalır mahrûm gözsüzler... Toprağından tozundan, o mübârek izinden Zulmetli dünyâlara akar gelir gündüzler... Ölgün ne desem Sana, medhin düşmezdi bana; Birşey diyeyim dedim, vefâ etmedi sözler. O derin şefkatinden, çok engin himmetinden, Dönüp bir teveccüh kıl; rûhum lütfunu özler!
Koç yiğitler var gönül dünyasında, Aramızda cefâsına dururlar. Ruhlarıyla semâların verâsında, Lûtfedip aramızda bulunurlar... Ay gibidir vicdanları, yüzleri... Gökten inmiş melek gibi dururlar. Bir an vefâsızlık etse gözleri, Ömür boyu dövünür, vurunurlar. Az inhirâfa uğrasa özleri, Hazân vurmuş güller gibi kururlar. Âdetâ şeker-şerbettir sözleri, İşitenleri gönülden vururlar.
Başım fedâ olsun nurlu yoluna, Gönlümü fetheden Sultanım, canım! N’olur merhamet kıl kıtmîr kuluna, Gönlümü fetheden Sultanım, canım! Kapına baş koymuş kulların bekler, Herbirinden yığın yığın dilekler, Sen el atmayınca boşdur emekler, Gönlümü fetheden Sultanım, canım! Senin olmadığın her bucak ıssız, Gönüller kararır inan ki sensiz! Gel rûhuma bir nazar eyle sessiz; Gönlümü fetheden Sultanım, canım! Din yolunu açıp şehrâh eyleyen, Pinhân-ayân her gerçeği söyleyen; Gökde, yerde ümmetini dileyen, Gönlümü fetheden Sultanım, canım! Hakk’a varılamaz senden amansız, Arkanda olmayan gider îmânsız... Kulunu mahşerde bırakma yalnız!. Gönlümü fetheden Sultanım, canım!
Bir göz ki görmüş O’nu o görmez başkasını. Bir can ki duymuş O’nu, o anmaz başkasını. Yanıp yakılan insan, birkaç kere bir anda; Sînesi kebâb ise, istemez başkasını. Aşktır gönül üstâdı, döver rûhu havanda, Bekleyip bulmuş ruhlar beklemez başkasını. Gönül tahtların tahtı, Süleymânı muhabbet, Muhabbete yol bulan, aramaz başkasını. Her işi başka cevir bu ma’şûk u pür hiddet, O’nda varlığa eren, var saymaz başkasını. Biz O Şâha kul olduk, kulluğu cihân değer, Kullukta fahir bulduk, bilmeyiz başkasını. Bulduk en bulunmazı, eşi olmayan cânân, Güzelliği nümâyân, görmeyiz başkasını.
Yıllarca boşalıp doldum, Değişip özümü buldum. Karanlıktan hep korkardım, Işığa erdim kurtuldum. Ya şimdi neden korkayım, Çelikten gerilmiş yayım, Hem bugün hem de ferdâyım, “Hû” deyip O’nunla doldum... Ayrı düşen titrer elbet, Gördüğünden bekler himmet. Benim boynumda bir kement, “Kulum” dedim halâs oldum... Azrâil kiminin derdi, Korkar ölümden en merdi.. O benim gönlümün virdi, Korktuklarıyla yâr oldum... Korktuğum olmuştu önce, Dünyâ gönlüme düşünce, O’nu yokluğa gömünce, Artık yoklarla yok oldum... Kendinden geçmeyen bilmez, Beden insanı dirilmez.. Ölmeden ölenler ölmez! Zannım o yolda yoruldum... Kâh düşerek, kâh kalkarak, Yürüdüm hep ağlayarak, Çaylar gibi çağlayarak, Ümîdim var ki duruldum..! |