Şemâil
(Allah Rasulü'nün manzum resmi; salât O'na,selâm O'na)


Ne uzun ne kısa kararında boy
Soyu İbrahim'den, ne asil bir soy
Saçları hoş, siyah, dalgalı bir koy
Kemâlini giydir beni benden soy
          Varlığın ma'şuku cemâlin göster
          Bu kul varlığından soyunmak ister

Güneş pervanesi o güzel yüzün
Nûrundan ışığı vardır gündüzün
Solmaz bir gül rengin ne kış, ne güzün
Tecellî ediyor yüzünde özün
           Hasretim, yanarım yüzünü göster
           Kölen bu devletle avunmak ister

Simsiyah gözlerin âhu misalin
Daim Hakk'a bakar, her an visalin
Beyazı ölçüsü gözde kemâlin
Kaşların sûreti gökte hilâlin
           Râzıyım rüyada yüzünü göster
           Âşık ma'şukuna can sunmak ister

Omuzlar yapılı düzgün el ayak
Boynu güzel, düzgün, gümüşten berrak
Göğsünden inen kıl zarif bir yaprak
Benden mutlu sana sarılan toprak
           Azatlık istemem cemâlin göster
           Elim ellerine dokunmak ister

Bir tutam sakalın birkaçı beyaz
Göbeksiz vücûdun serin kış ve yaz
Canımı yoluna kurban etsem az
Dostlar defterine köleni de yaz
           Açıver kapını yüzünü göster
           Gönül hasretinden yakınmak ister

Duyular mükemmel, dişleri inci
Kokusuna tutkun yaşlısı genci
Yürürken koşmadan olur birinci
Kapına gelmiş bir garip dilenci
           Açıver ne olur yüzünü göster
           Garip ayağına kapanmak ister

Yukardan aşağı heybetle iniş
Yürüyüşünde var hep bu görünüş
Adetin baktığın tarafa dönüş
Bize nasip olsun hayırlı bir düş
           Kerem et ne olur yüzünü göster
           Kim böyle bir düşten uyanmak ister

Nübüvvet mührünün sırtında yeri
Mühürlemiş Rabbim eşsiz değeri
Görmesinde eşit ön ile geri
İpek mi, hayat mı, bu nasıl deri
           Bir dokunabilsem, yüzünü göster
           Kölen seyre dalıp bir kanmak ister

Seni ilk görenler korku çekermiş
Sonradan alışır hemen severmiş
Benzerini asla görmedim dermiş
Erenler yolundan giderek ermiş
           Benzeri bulunmaz yüzünü göster
           Gönüller nûrunla yıkanmak ister

Peygamber mümine kendinden yakın
Bu büyük bir lutfu Cenâb-ı Hakk'ın
Eşleri annemiz, unutma sakın
Ehl-i Beyt'e karşı edebi takın
           Sevgilim, Efendim yüzünü göster
           Rûh onun rengiyle boyanmak ister

Zâtının nûrundan vermiş sana can
Hılkate rûhunla başlamış Rahman
Yusuf'ta yok sende olan hüsnüân
Ahlâkındır senin mûcize Kur'an
           Alemlere rahmet cemâlin göster
           Kölen rahmetine sığınmak ister

Ümmetin üstüne titreyen sensin
Müjdeci, uyaran, gel diyen sensin
Kulunu Allah'a sevdiren sensin
Geceyi gündüze çeviren sensin
           Ey Hakk'ın şahidi yüzünü göster
           Kul şehâdetinle tanınmak ister

Allah'ı, cenneti umanlar için
En güzel örneksin uyanlar için
Kalbini zikirle yuyanlar için
Hakk'ın yeminini duyanlar için
           Ey en güzel örnek yüzünü göster
           Fakir bu zîneti takınmak ister

Hakk'ın halîlisin, habîbi sensin
Gönüllerin eşsiz tabîbi sensin
En güzel hutbenin hatîbi sensin
Ümmetin en büyük nasîbi sensin
           Aşkımın Leylâsı yüzünü göster
           Mecnun seni gözden sakınmak ister

En güzel, en üstün ahlâk senindir
Cömertlikte kemâl elhak senindir
Şefâatte en son durak senindir
Mi'rac senin, Refref, Burak senindir
           Sen gördün, bize de cemâlin göster
           Pervane şem'ine hep yanmak ister

24-1-1992 de
Mekke'de tamamlandı.
H.K.
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yâ Rasûlallah

Seni sevmek dü âlemde saâdet yâ Rasûlallah
Ona vuslat da sendendir bu âdet yâ Rasûlallah

Seni sevmekle eşyayı yarattı Kadir-u Hallak
Bu sırra ermeye senden şefâat yâ Rasûlallah

Buna şâhid ve bürhandır hitabı Rabbimin "levlâk"
Senin şanın dü kevneyne seyâdet yâ Rasûlallah

Dedi Allah "Habibim, rahmeten li'l-âlemînsin sen"
Bu rahmetten kime olmaz meserret yâ Rasûlallah

Harîm-i "kabe kavseyne" eren yoktur cüdâ senden
Ulüvv-i kadrine eyler şehâdet yâ Rasûlallah

Sana derse "Habîbim" bir şerîki olmayan Allah
Habîb olman bize eşsiz keramet yâ Rasûlallah

Gönül ister ki hubbun bahrine dalsın fenâ bulsun
Kerem et âh n'olur artık, murâd et yâ Rasûlallah

Konya-1959

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mi'raciye I

Ey Rasûl-i müctebâ vey mazhar-ı hubbu-cemâl
Vasl-ı uryandır şeb-i mi'râc kemâl ender kemâl

Da'vet-i ma'şuk verir âşıklara sonsuz sürûr
Kurb-i "ev ednâ" da sensin âşinây-i Zü'l-celâl

Sen ezelden hubb-i zâta mazhar oldun ey Şerîf
Kâbil olmaz böyle bir hubbun visaliyçün zevâl

Rûh, beden, dünya ve ukbâ asla râcî oldular
İşte mi'racın budur anlatmaya yetmez misal

Bir bulunmaz devlet-i sermedsin ey Şâh-ı rusül
Böyle bir devlet yanında bir pul etmez mülk-ü mâl

Ümmetin mahrûm-i mi'râc olmasınlar istedin
Sunduğun fırsat namazdır çok kılan duymaz melâl

Essalâtü vesselâm ey Rahmeten li'l-âlemîn
Dahil olsunlar salâta cümleten ashâb-u âl

Receb-1414
Şeb-i mi'râc (Mirac gecesi)
 



 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mi'raciye II

De "sübhânellezî esrâ" açılsın kalmasın esrâr
Dizilsin saf saf olsun enbiyâ hem asfiyâ, ebrâr

Geçip mihraba kıldırsın namaz, Aksâ'da Peygamber
Saçılsın nûr, donansın hep melekler gezdirip anber

Tekarrub eyliyor Hakk'a Habîb-i Kibriyâ:Mi'râc
O'na mahsus Burak, İsrâ, O'nundur tek bu eşsiz tâc

Bu vuslat keyfiyetsiz, kemmiyetsiz bir yakınlıktır
Bu rütbe halk içinde ey Halîl yalnız sana haktır

Eyâ Şâh-ı rusûl mi'râc sana has bir tecellîdir
Namazdır müminin mi'racı, Cibrîl'e tedellîdir

Görüp cennette müminler Cemâlullah'ı hak derler
Bu aşkın ateşinden yanmayanlar sonra gam yerler

Gönül pervane olsun yansın aşkından fenâ bulsun
Uzak kalsın sivâdan tek Habîb'i âşinâ bulsun

Tufeylîler misali dâmeninden el bırakmam âh
Nasîb olsun bu kemter kullara mi'râc n'olur Allah

Receb-1414
Şeb-i mi'râc ertesi

 


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Aşkından İmiş

Bilmez idim niçin geldim cihâne
Hapsedildi rûhum kara zindane
Nereden uğramış yolum bu hâne
Olmuş ve olanlar aşkından imiş

Kimi deli olmuş, kimi divane
Vuslat demiş yanmış nice pervane
Düşmüşüz yollara hep yane yane
Ölen ve kalanlar aşkından imiş

Gülde renk, bülbülde nağme, dilde âh
Ravzanın önünde "Yâ Hâbîballah"
Denizin içinde açılan şahrâh
Mûsa'yı bulanlar aşkından imiş

Ham iken pişenler Hakk'a erenler
Çıplak gözleriyle Yâr'i görenler
Fenâ ve bekâda ömür sürenler
Deryaya dalanlar aşkından imiş

Esmâya, sıfâta, şüûn ve zâta
Mazhar olan sensin hep kemâlâta
Çırağ eylediğin bunca zevâta
Gelip başvuranlar aşkından imiş

Aşkınla yanmıyan bir ben kalmışım
Susayıp kanmıyan bir ben kalmışım
Bulup da onmayan bir ben kalmışım
Nimete konanlar aşkından imiş

Cemâlin göreyim akşam ve sabah
Tahammül kalmadı vallah ve billah
Şefâ'at kânısın Yâ Rasûlallah
İçime doğanlar aşkından imiş

İzmir, 27/6/74
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Vuslata Giden Yol

Ey sârbân zimamı çek semt-i kûy-i yâre
Virâne dilde zîrâ yer kalmadı karâre

Bîm-i zalâm-i şebden olma sakın vehimnâk
Ah-ı şerâre-bârım hâcet mi kor nehâre

Azürde-pây olursa cemmâzın eyliyem ferş
Dîbâce-i cebînim şevk ile rehgüzâre

Ey sârbân-ı müşfik hiç olmadın mı âşık
Aheste-revlik etme rahmeyleyip bu zâre

Ben derd-mend-i aşkım bir yerde kılmam ârâm
Tâ vâsıl olmayınca serhadd-i kûy-i yâre

Ol kûy-i cân-fezâ kim ehl-i nazar değişmez
Bir seng-i rîzesini bin dürr-i şâhvâre

Ol kûy-i arş-rütbet kim hâk-i ıtırnâkin
Mâlişgeh eylemiş Hak pîşânî-i kibâre

Dâru's-sekîne yani şehr-i Medîne k'oldur
İzz-ü şerefle me'va Sultân-ı kâmkâre

Sultân-ı mülk-i sermed Mahbûb-i Hak Muhammed
Kim kulluğu şereftir şâhân-ı tâcdâre

Ey cümle âlemîne mahza atâsı Hakkın
Senden olur olursa Asım fakîre çâre

Şeyhülislâm
Çelebizâde Asım

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Vuslata Giden yol 1
(Manzum tercümesi)

Ey deveci deveyi dağların gerisine
Sevgilinin yurduna sür, bakma gerisine

Korkma karanlıklardan gönül ateşim bedel
Gündüzün güneşine, yıldızın irisine

Ayakları acırsa devenin yürümekten
Basıp geçsin ne olur alnımın derisine

Ey şefkatli deveci aşk nedir bilmez misin
Neden yavaşlıyorsun bakıp yol eğrisine

Durup dinlenmek haram aşk derdi çekenlere
Vuslat elvermedikçe gönüller perisine

Bir yurt ki gittiğimiz kadir bilen değişmez
Cihân hazinesini taşının birisine

Yerdeki arşı Hakk'ın o mis kokulu belde
Gönül kıblesi olmuş büyükler serisine

Bağrına basmış O'nu huzûr şehri Medine
Ne şeref bu Yâ Rabbî, ölüsü, dirisine

Ebedî sultan Hakk'ın sevgilisi Muhammed
Şahları köle alsa devlet bu, gerisi ne?

Ey bütün alemlere Rabbimin armağanı
Yalnız sende ererim derdimin çaresine

 


 

 

 

 

 

 

 

Naat

Sakın terki- edepten kûy-i Mahbûb-i Hudâ'dır bu
Nazargâh-ı ilâhîdir makam-ı Mustafâ'dır bû

Felekte mâh-ı nev Bâbu's-selâm'ın sîne-çâkidir
Bunun kandîli cevzâ matla-ı nûr-i ziyâdır bû

Habîb-i Kibriyâ'nın hâbgâhıdır fazîlette
Tefevvuk-kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ'dır bu

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i adem zâil
Amâdan açtı mevcûdât çeşmin tûtiyâdır bu

Murâât-ı edep şartıyla gir Nâbî bu dergâha
Metâf-i kudsiyândır bûsegâh-ı enbiyâdır bu

Nâbî
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Manzum Tercümesi

Aman hata etme edepli davran
Habîbullah şehri bu girdiğin yer
Allah'tır buraya sevgiyle bakan
Bu yer Mustafâ'nın, hayata değer

Gökteki yeni ay açılmış gönül
Selâm kapısından onu gözlüyor
Cevzâ kandil olmuş bekliyor ödül
O da kaynağından ışık özlüyor

Allah Sevgilisi, yattığı yerin
Üstün değerini erbabı bilir
Üstünde iken arş yedi göklerin
Ravza'ya saygıyla, şevkle eğilir

Yokluk karanlığı sıyrılıp gitti
Yerine bu toprak ışığı geldi
Kör idi varlıklar çileler bitti
O şifa sürmesi gözleri sildi

Bu dergâha Nâbî, edep şartıyla
Gir de nasibini almaya bak sen
Kutsal varlıkların tavaf şavtıyla
Ravza öpüşünde kalmaya bak sen

H. Karaman
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ravza'da

Felekler, melekler bütün kainât
Sevginle varoldu cânım Efendim
Sen yar olduğundan kürre ve zerrât
Rabbine yâr oldu cânım Efendim

Allah'ın has kulu habibi sensin
En büyük derdimin tabîbi sensin
İlâhî lisanın edîbi sensin
Sevgilim, sultanım, hânım Efendim

Hasretinle yandım kapandı yollar
Arzuladı açık kaldı bu kollar
Menzil yaklaşıyor geçtikçe yıllar
Sevgisiz geçmesin ânım Efendim

Lütfeyledin vâsıl oldu vücûdum
Mihrabında başka oldu sücûdum
Erisin yok olsun cümle mevcûdum
Uğruna revândır kanım Efendim

Niyâzım yolunda Hakk'a kul olmak
Mührünü taşıyan geçer pul olmak
Ayağını öpen toprak, çul olmak
Benim ancak budur şânım Efendim

Medine
1-9-1988
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Medine Yolunda

Kalbim kopup gitmiş ben ardındayım
Esen yelde kuşun kanadındayım
Âşıkın ahında, feryadındayım
Acısın hasrette koyanlar beni

Toprak bile âşık şanlı vücûda
Varlığı sebeptir cümle mevcûda
Adem'in şahsında vardı sücûda
Melekler, anlasın duyanlar beni

Asırlar boyunca nice pervâne
Can attı Ravza'ya hep yâne yâne
Aşk ne engel tanır ne de bahâne
Yolda bırakamaz tufanlar beni

Seniyye'den doğan ayın ondördü
Medine'ye eşsiz bir şeref verdi
Benzerini ne ins ne de cin gördü
Kavuşturun O'na ey canlar beni

Bağrına basınca dünya güzeli
Yıldızlar hasrette kalmış, ezelî
Sıvamış yaratmış Rabb'in öz eli
Yakıyor hasreti şu anlar beni

Şurası elinin değdiği yer mi
Şu duvar sesini işittim der mi
Bastığı zemine alnım değer mi
Oyalıyor geçmiş zamanlar beni

Ben vuslat isterim açık ve çıplak
Övünmesin bana duvar ve toprak
Hayatım son bulsun O'na bakarak
Nûruyla tanısın bakanlar beni

Salavât Allah'tan, melekten, bizden
Rabbim ayırmasın mübarek izden
Bir damla eksilmez koca denizden
Şefâatle yusun yuyanlar beni

Medine Yolunda
27-Temmuz-l988
 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kâbe ve Hac

Gökte güneş büyük bir volkan olmuş
Cehennem sıcağı vâdiye dolmuş
Ne vâha çevresi ne işlek yolmuş
Ailesi için burayı bulmuş
Hakk'ın emri ile Halîlurrahman

Safâ-Merve koşup aramış Hacer
"Rabbim hazinenden bize bir su ver"
Kaynayıp derinden akınca yer yer
"Zemzem" demiş Hacer, "ey mübarek dur"
Akıp tükenmesin Allah'ım aman!

Kızgın güneş taşı yakmış simsiyah
Bitkisi yok, olan yolunmaz, günah
Yine de mümin der "varsam bir gün âh!"
Dostun duasını Cenâb-ı Allah
Kabûl edip böyle eylemiş ferman

Yerde ilk mabedi burda yaptılar
Baba oğul bir Allah'a taptılar
Şeytana yan bakıp taşlar attılar
Ne tevil ettiler ne de saptılar
Hak istiyor idi bir oğul kurban

İbrahim büyük bir imtihan verdi
Kurban olmak için bir koç yeterdi
Kula imtihandır sevinci, derdi
Cânana can veren maksuda erdi
Verilmez mi O'na bir değil, bin can

"Çağır kullarımı hacca" buyurdu
Halîl Hak emrini halka duyurdu
Duyan ziyarete koştu bu yurdu
İslâm binasını hac ile kurdu
Gelip Peygamber-i âhiri'z-zeman

İhramla arınır zahir ve batın
Geride kalmıştır servetin tahtın
Büyük, küçük, siyah, beyaz, er, kadın
Aynı seviyede ederler yâdın
Yaşarlar mahşeri gizli ve âyân

İbrahim duası burda bereket
Her zerrede Allah için hareket
Müminlerde sabır, sevgi, mermamet
Vuslat neşesiyle Beyt'i ziyaret
Aşk dillerde tekbîr, dizlerde derman

Allah'tır sahibi mübarek evin
O'nun müsafiri ürper ve sevin
Dolan çevresinde coşkuyla devin
Metâf bu girdâba mukaddes zemin
Bir damla ol katıl karşında umman

Hacer-i esvedi selâmla yaklaş
Mültezem'de Rahman ile kucaklaş
İç Zemzemi Safâ, Merve'ye ulaş
"Lebbeyk Allahümme lebbeyk" ve telâş
"Koşup geldim sana birsin Yaradan"

Arafat'ta müminlerin niyâzı
Öğlede kılınan çifte namazı
Aşk ile telbiye, tekbîr avazı
Yaklaştırır kula Mutlak Feyyaz'ı
Olur inşâallah sebeb-i ğufran

Müzdelife'nin bir ayrı tadı var
Taşladık şeytanı kötü yâdı var
Tutuşan rûhumun bir feryadı var
Kâbe Şirin burda bin Ferhad'ı var
Açıl susam açıl hasretim yaman

Eve geldim seni nerde bulayım
Vâsıl et kulunu kurban olayım
Kâbe sır denizi lütfet dalayım
Ezelî ahdime sadık kalayım
Ezelde Sen vardın ve Sensin kalan

Ya Rabbi Kâbe'ye tecelliyâtın
Esma, sıfât, şüun, tibar, zâtın
Arafat'ta zâhir cümle sıfâtın
Yıkasın rûhumu hak berekâtın
Nefsim fânî olsun, varlığım talan

Dünyada evini gören kulların
Ukbada cemâle eren kulların
Rızâ meyvesini deren kulların
Varlığını sana veren kulların
Arasında olsun bir de Karaman

Mekke
20-22/Temmuz-1988
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Medine'de Ramazan

Mekke'de hissedilen tecellî vahdet, celâl
Medinetü'n-Nebî'de her şeye sinmiş cemâl
Yeşil kubbe altında ramazan başka güzel
Bu güzelliği tasvir edemez hiçbir misal

Olmasaydın kainât olmayacaktı bildik
Kalkıp alırsın diye selâm vermeye geldik
Sayısız salât, selâm Hak'tan, bizden, melekten
Lutfeyledin bir daha gönül pasını sildik

Kimi sabâ yeliyle, kimi kuş kanadıyla
Sana selâm göndermiş yanıp aşkın oduyla
Nasip oldu salavât, selâm verdik huzûrda
Sofranda oruç açtık, yedik ağız tadıyla

Medine'de ramazan bir başka dünyadadır
Bu güzellik olursa uykuda, rüyadadır
Mahşer mi oldu yâ Rab, bu insan deryası ne
Bu rûhaniyet arzda olamaz, ulyâdadır

Ensar rûhu yaşıyor Medine ikliminde
Kucak açmış nesiller kardeşlerine dinde
Âfâkı dolduran ses zikir, Kur'an ve tekbir
Gökte melekler zâkir, eşya, insan zeminde

Eski Medine mescid, mescid iftar sofrası
Saf saf olmuş müminler şimdi dua sırası
İşte ezan ve neş'e hurma, ekmek ve Zemzem
Huşu ile kılınır namaz iftar sonrası

Bir ezan ki Bilal'in sesini andırıyor
Aşk ile yükselen ses yanıyor, yandırıyor
Yeşil kubbe ardında baş secdeye giderken
İmam O'dur hayali rûhumu kandırıyor

Teravihi burada kılıyor müslümanlar
İman halâvetini tatmayanlar ne anlar
Tabanlarım ağrıyor mutlu oluyor rûhum
Hasret akşamlarında hatırlanır bu anlar

Peygamber'in şehrine ümmet dolup taşıyor
Ramazanın rûhunu insan burda yaşıyor
İman, ihlâs ve aşkla Hakk'a tapan müminler
Her nefeste Allah'a bir adım yaklaşıyor

Selâm, Kur'an ve ikram: Medine'de Ramazan
Mescid hem ev, hem mabed ikram ediyor Rahman
Ve Rahman'ın kulları öz kardeşlik yaşıyor
Gökten yağmur iniyor, hayır rahmet ve ğufran

Medine'de Ramazan dünyada cennet gibi
Cömertlik kuyusunun çok derinlerde dibi
Fakir zengin bir olmuş maîşet kaygusu yok
Rabbim olsun bu nimet cümlemizin nasibi

14-Ramazan-1417
23-1-1997 Perşembe
Medine

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Beytullah (Allah evi)

Ne sütun, ateşlik, ne de bir heykel
Sen bir ev yaptırdın ve buyurdun "gel"
Allah bir, Kâbe bir, varlık O Bir'den
Kalbden ağyârı sil tevhîde yönel

Kainât zerredir, Sen mutlak büyük
Akla ağır gelir çekilmez bu yük
Allah evi Allah kulu gibidir
O'nunla büyüktür, kendinde küçük

Ev senin, kul senin, kainât senin
Mülkünde şirketi olmaz kimsenin
Her canlı güvende ev harîminde
Bundan mı Kâbe'ye "Evimdir" dedin

İlk insanlık evi burda yapıldı
Hukukun temeli sağlam atıldı
Mübarek binanın mehabetine
Nice pervanenin gönlü takıldı

Çevresinde her gün dolandık durduk
Coşup ayakları yerlere vurduk
Kapına asıldık yüzler duvarda
Vuslatı bekledik hayaller kurduk

Belki de evleri sevdirmek için
Aileye önem verdirmek için
Bir ev de kendine ayırdın burda
Birliğin tadına vardırmak için

Ev olunca bir de aile gerek
Ehli, evliyâsı dünyaya direk
İman, ilim, takva nüfus kayıdı
O'nun ehli olun O'nu severek

Bir aile daha "Ehl-i beyt" adı
İçi nûr, sevgisi melek kanadı
Her mümin evinde sergisi vardır
Fâtıma kızıdır, Ali damadı

Allah'ın sevgisi bir abâ olmuş
İçine en kutlu aile dolmuş
Ehlullah'a örnek "Ehl-i abâ"dır
Feyiz ırmağından gelen bir kolmuş

Ehl-i beyt, Beytullah bir de ehlüllah
Böyle bir hânede olmaz mı felâh
Aile temelli bir medeniyyet
Ailede salâh, ümmette salâh

Ya Rabbi evinden bize ışık tut
Ehlinden kıl bizi, zikrimiz kunut
Ehl-i Beyt yolundan yürüyüp geldik
Sevginle uyandır, sevginle uyut

1314/1997 Ramazan
Mekke
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Zemzem Kuyusu

Ebedî mûcize Zemzem kuyusu
Tükenmez, şifâdır içindeki su
Milyonlar kullanır, götürür, içer
İçenin savuşur derdi, kaygusu

Eminsin beklersin tavaf edeni
Geri çağırırsın geçip gideni
Namaz, selâm ile tavaf seninle
Bitiyor kâbil mi atlamak seni

Seni İsmâîl'e vermişti Rahman
İbrahîm'e şüphe gelmedi bir an
Hacer uzaklarda su arıyordu
Fışkırdı rahmeti Hakk'ın, yanından

Sen bir dile gelsen anlatsan bana
Kimler geldi gitti, el sundu sana
Neler gördü gözün, kimlere baktın
Kimlere içirdin su kana kana

İbrahim, İsmail sana yükledi
Nice arif, salih buna ekledi
Bir selâm ki selâmların hedefi
Vermen için zaman O'nu bekledi

Başına gelince çocuk yaşında
Tanıdın buluttan, gezer başında
Buluta imrendin coştun ve taştın
Ne durdurur seni vuslat dışında

Emanet selâmı O'na verdin mi
Vuslatın tadına sen de erdin mi
Ya nasıl dayandın büyük firkate
Seni mahzun kılan hasret derdin mi

Su yanarsa onu ne söndürecek
Kanayan kalbimi kim dindirecek
"Su çekil","ateş dur" diyen Rabbime
Niyâzım şifâyı O gönderecek

Ey kuyu derdimi bir sen anlarsın
Yanarsan benimle bir sen yanarsın
Bir selâm da benden âşık Karaman
Huzûrda dilerim beni anarsın

7-Ramazan-1417
16-1-1997 Perşembe
Mekke
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Peygamberimizin (s.a.) Hac ve Umrede Yaptığı Dualar

(1)
Sözümü işitiyor yerimi görüyorsun
İçimi ve dışımı, her şeyi biliyorsun

Ben muhtacım, korkarak sığınan, imdat diyen
Yoksul, zelîl, günahkâr, bir kul gibi isteyen

Boyun bükük, göz yaşlı, baş secdede yüz yerde
Rahmetinden ver Rabbim, mutlu olalım ver de

Başka kapıya gitmem en hayırlısı senin
Sen vermez isen Rabbim, eli varmaz kimsenin

(2)
Rabbim seni överiz dilimiz döndüğünce
Daha iyisi senin kendini övdüğünce

Namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm
Kalan her şeyim senin ve sanadır dönüşüm

Kabir sıkıntısından, vesveseden, vehimden
Sana sığınıyorum, gelen budur elimden

Dağılmasın işlerim, sıkılmasın dişlerim
Felaketlerden koru, Rabbim budur dileğim

(3)
Başka yok, bir Allah var, O'nun ortağı olmaz
Mülk O'nun, kemâl O'nun kudreti aciz kalmaz

Bütün hayır elinde Allah'ım ver diyorum
Kalbime ve göksüme nûrundan diliyorum

Gözüme, kulağıma nûr ver Allah'ım nûr ver
İşitemem, göremem nûrun olmazsa eğer

Hem göksümü genişlet hem işi kolaylaştır
Rahmet deryanı coştur, rahmet deryanı coştur

Vesveseden, vehimden sana sığınıyorum
Hem kafam hem işlerim karışmasın diyorum

Gece gündüz şerrinden, kabir sıkıntısından
Rüzgârla gelen şerden, felâketin yasından

Sana sığınıyorum, yâ erhamerrahimin
Duamı kabûl buyur, dostlar diyelim amin


Telbiye
Çağırdın Allah'ım koşarak geldim
Birsin, ortağın yok coşarak geldim
Hamdimiz sanadır; nimet, mülk senin
Şerikin yok, dağlar aşarak geldim

Hicaz yolunda
13/1/1999

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Tavaf

Seven sevdiğini arayıp döner
Bulana dek durmaz bir daha dener
Zannetme ki aşkın ateşi söner
Sevgi yumağımı sarar dönerim

Sevgi Rehberi'ne uymaktır işim
Hacer-i Esved'e selâm verişim
Burada olsa da gidiş gelişim
Bir başka âleme girer dönerim

En yakınsın ama göremiyorum
Her yerde hazırsın eremiyorum
Vuslat meyvesini deremiyorum
İşte bunun için yanar, dönerim

Dünya, yıldız, güneş ve kehkeşanlar
Dönüyor aşkına nice nişanlar
Bizim sevdamızdan gafil ne anlar
Ben her haberciye kanar dönerim

Rûhumuz tutuklu ten kafesinde
Hasretle çırpınır her nefesinde
Müjdeler bulur da ezan sesinde
Vuslata çağrıdır sanar dönerim

Bilen ve bilmeyen seni arıyor
Yollar çok, hangisi sana varıyor
Garibi akşamlar melâl sarıyor
Asıl vatanımı arar dönerim

Kimi puta taptı, kimi yıldıza
Kimi meftun oldu nağmeye, saza
Âşık olsalar da zahirde kıza
Asıl maşuk sensin, anar dönerim

Döndükçe yükselir rûhlar yüceye
Akıl sır ermiyor bu bilmeceye
Gündüz hasretinden döndü geceye
Bir umut peşinde koşar dönerim

Rabbenâ âtinâ Allahu ekber
Dersimiz ezelde eyledik ezber
Bulmadan dönersem elâlem ne der
Ben son nefesime kadar dönerim

Ey Ev'in Sahibi, benim Sahibim
Rızâna âşıkım, sana tâlibim
Başka bir kapım yok, burda garibim
Beklerken geçse de yıllar dönerim

Mekke, 1419 Şevval, 4

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mekke'de Bayram Namazı

Her evin sahibi var bunun sahibi Allah
İbrahim'e yap diyen, işin talibi Allah

Bayram için arınmış, Allah evi süslenmiş
Sevip gelenlerine izzet ikram üslenmiş

Çevresindeki Mescit mukaddes ve muhterem
O'nun da çevresinde yasaklı bölge harem

Burda yoğun melekler, tecellîler, rahmetler
Yolculuk zor olsa da unutulur zahmetler

Bin kilometre yoldan sırf bayram namazına
Çoluğu çocuğuyla gelen var niyâzına

Ümmetin nümunesi milyonlar toplanıyor
Her biri diğerini selâm ile tanıyor

İnsanlar yağmur olmuş sokaklardan akıyor
Melekler saf saf durmuş gıpta ile bakıyor

Çapraz akan sel burda girdap olup dönüyor
Fert kendini girdapta damla gibi görüyor

Bu girdapta damlalar döndükçe yaklaşıyor
Sonunda vâsıl olup asla kucaklaşıyor

İşte bayram neş'esi tekbir ve top sesleri
Rûhlar semâda artık açılmış kafesleri

Allahu ekber, Allah birdir, başka tanrı yok
Bayram bereketiyle şükür artık açlar tok

Tekbir tekbir üstüne arkadan rükû, sücûd
Bu namaza katılır sanırım cümle mevcûd

Ve selâm verilince sağa sola, melekler
Sevinç içinde alır selâmı bir de ekler

Rahmet diler Mevlâ'dan kullarına ve aklar
Kucaklaşırken kullar bu rahmet rûhu paklar

Tanışma faslı başlar Türk, Fars, Berber, Ummanlı
Hepimiz müslümanız ve çoğumuz Osmanlı

El sıkışalım kardeş, saflar sıklaşa dursun
Ayrılmayalım artık, yürekler toplu vursun

Ya Rab bu ibadeti vesile biliyoruz
Bağışlanıp rızâna ermeyi diliyoruz

Diliyoruz bayramda yaşanan rahmet birlik
Daim olsun, canlansın ümmette beraberlik

Ya Rab öksüz ümmeti himayene al, amin
Düşmanların kalbine büyük korku sal, amin!

1419 Ramazan Bayramı
Mekke
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ahmed Rüfâî'nin Münâcâtı

"Uzaklardan rûhumu gönderirdim ravzana
Öpsün diye toprağı vekil olarak bana
Şimdi sıra vücûdun, kabul ettin huzûra
Uzat öpsün elini dudağım kana kana"

Meşhur Ahmed Rüfâî bu niyâzı huzûra
Sununca bir el çıkmış Mescit boyanmış nûra
Ahmed murâda ermiş sarılıp öpmüş eli
Bunu âşıklar görmüş ve yerleşmiş şuura

Allah, melek ve ümmet O'na salât okuyor
Allah O'nu âşıkın rüyâsına sokuyor
Her selâmı alıyor hayatta imiş gibi
Asırlardır vücûdu taze bir gül kokuyor

Âşıkın gözlerinden akınca hasret seli
Bu niyâza cevaben çıkarsa nûrdan eli
Bunda yadırganacak ne var aklı olana
Peygamber çırağıdır kerâmetiyle veli

4- Şevval- 1419
Mekke
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mescidinde İmam O (s.a.)

Mescidinde imamlar Sana vekil oldular
Gerçekte imam Sensin onlar şekil oldular
Sen bugün de cihânın rehberi, ümidisin
Ebû Cehiller ise toprak ve kil oldular

Ravzan'ın arkasında kılarken namazımı
Senin rehberliğinde sunarım niyâzımı
Bu tasavvur kaplıyor gönlümü, şuurumu
Senin yanında yazsın Rabbim alın yazımı

Miraçta peygamberler cemâatin olmuştu
Gerdanlık aradığı tek inciyi bulmuştu
Biz beş vakit namazda senin cemâatiniz
Budur saâdet bize, budur en büyük muştu

Ey Hakk'ın Sevgilisi, ümmetin bir tanesi
Sırtındaki mühürün Rabbimin nişanesi
Sevginle var oluşum, kurtuluşum, ümidim
Sevginle dolup taşsın kulun gönül hânesi

Mescidinde ortak rûh, kutsal rûhun renginde
İki rekat namazım bin rekatın denginde
İftar olup Peygamber sofrası kurulunca
Aynı şeyleri yiyor yoksul gibi zengin de

Mescidindeki bu rûh bir mûcize, yaşıyor
Burada nûr ve rahmet dolup dolup taşıyor
Gönül dudağım kuru, bir su ver rahmetinden
Yaşım kemâle erdi gün tepeyi aşıyor

Beş vakit bülbüllerin ezanınla şakıyor
Cemâat sokaklardan seller gibi akıyor
Sel nasıl sokakları süpürüp paklıyorsa
Mescidde namaz öyle günahları yıkıyor

Benim meselem burda ne günahtır ne sevap
Beklediğim burada bir iltifat, bir hitap
"O bizim Filân" desen, bir kere deyiversen
Dünyamı aydınlatır bu hitap, bu âfitap

Sen en güzel ahlâkı tamamlayıp gitmiştin
Koruyamadık onu bozuldu ahlâk ve din
Burda bile görünce bozulan değerleri
Tek tesellî kalıyor: Senin engin rahmetin

"Ümmet bozulduğunda benim yolumda olan
Yüz şehit sevabını işte o kuldur alan"
Buyurmuştun Ey Nebî, biz senin yolundayız
Bu yolda gelip geçsin ömürden geri kalan

Salât ve selâm sana Sevgili Peygamber'im
Sonra olsun âline ve ashâbına derim
Verilen her selâmı aldığını bilirim
Sevgine, selâmına muhtacız biz Efendim

Medine-i Münevvere
27-Ramazan- 1421
23- Aralık- 2000
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Gönül O'nun Olmalı

Dünya nimetleri ne kadar çoksa
Yiyip içen insan ne kadar toksa
Şuurda manevî hazza yer yoksa
Allah'a giden yol tıkanır dostlar

Dünya önümüze serilse bile
Bizim için güller derilse bile
Dünyada saltanat verilse bile
Hangi nefis bundan paklanır dostlar

Sultan sarayında zahit yaşayan
Hakka vuslat için günleri sayan
Mânâya aç kalıp maddeye doyan
Gönlünü sivâdan sakınır dostlar

Cennet gibi yerler durup dururken
Vahiy çöle inmiş dudak kururken
Gönül başkasıyla meşgûl olurken
Rabbim hânesini kıskanır dostlar

Arpa ekmeğine hasret çekerken
Günlerce aç kalıp bulunca yerken
"Dünya bir gölgelik, gideriz" derken
Has kullar bu tavrı takınır dostlar

İftihar ederim yoksulluğumla
Onun makbûlüyüm has kulluğumla
Hep meşgûl olurum yolculuğumla
Buyurmuş En Büyük Hak Tanır dostlar

Cennet gibi yurda dönünce burdan
Sakın ayrılmayın kutsal şuurdan
Rûhlar aydın kalsın ilâhî nûrdan
Nûru olmayanı kim tanır dostlar

3-1-2001/ 6-Şevval-1421
Mekke
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kalabalıklarda Yalnız Olanlar

Gariplik açıyor yolu Allah'a
Yol kavuşturuyor kulu Allah'a
Tek başına kalan kalabalıkta
Kendini veriyor ulu Allah'a

Nelerimi almış dünya elimden
Mâsivâ düşmüyor bir an dilimden
Gönül de Allah'ın evidir ama
Dolmuş da taşıyor ağyâr selinden

İster kamışlıkta ister deryada
Kaybolup ölmeli önce dünyada
Böyle bir yokluğa erince insan
Bir damla vücûdu gelir mi yâda

Gönül karşısına aldı Kâbe'yi
Dedi Allah evi yerin ne iyi
Ama O'nun yeri kırık gönüller
Saçakta bulunmaz arının beyi

Bu yokluk, yalnızlık en büyük hazdır
Bu hazzın yanında cennetler azdır
Kalabalıklarda yalnız olanın
İşi O'nunladır, niyâzdır, nazdır

Gurbetin, yokluğun bir kırıntısı
Tecellî-i Hakk'ın bir pırıltısı
Yaşattı gönlümde yokluk hazzını
Kimbilir nasıldır bunun artısı

Müminin miracı namaz kılındı
Namaz sayesinde çok yol alındı
Yokluk deryasına dalmak isteyen
Namaza, niyâza, aşka sığındı

Has kullarda huzûr kesintisizdir
Gönülleri O'nda, sizinle sizdir
Bu sırra ermeye rehber ararsan
Resûlün yolunda bulunan izdir

Mekke, 3-Şevval, 1421
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sen Sevmeyi Bilmezsen

Yıldızlı semâlarda olan haşmet sevilmiş
Gökten toprağa düşen rahmet sevilmiş
Dünyamızı süsleyen bin bir zînet sevilmiş
Sen bunları sevmezsen Allah'ı sevemezsin

Şeyda bülbülün güle, ananın bebeğine
Çobanın sürüsüne, arının çiçeğine
Sevenlerin Allah'tan biricik dileğine
Aşkını sezemezsen Allah'ı sevemezsin

Hem içi hem dışıyla kemâle örnek olan
Mescidi, sevenlere bulunmaz dernek olan
Kulların arasında kendisi bir tek olan
Habîb'e eremezsen Allah'ı sevemezsin

Hamdullah'ın hattında, İsmâîl'in sesinde
Binbir hikmet fışkırıp duran her hecesinde
Rabbin inzal ettiği bir Kadir gecesinde
Kur'an'a giremezsen Allah'ı sevemezsin

Yaradılanı bir sev Yaradan'dan ötürü
Hakk'a ulaştırıyor bu sevginin her türü
Nefreti kini bırak sat dünyayı götürü
Bu izi süremezsen Allah'ı sevemezsin

Mecnun önce Leyla'yı sonra Mevlâ'yı bulmuş
Sanattan anlayanlar esere âşık olmuş
İnsanın içi, dışı O'ndan nişanla dolmuş
Eseri göremezsen Allah'ı sevemezsin
Sen sevmeyi bilmezsen Allah'ı sevemezsin

8-1- 2001
Umre dönüşü, İstanbul
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ebû-Eyyûb'un Huzûrunda

Huzûr-i pâkine geldim meded-res ol ey Ensârî
Tutup lutfunla ellerden eyâ Devletli'nin yârî

Büyük kadrin, misal olmak bu alemde kimin kârî
Dilim dönsün, gönül ersin, diyem binde birin bari

O devlethâneye ol Şâh-ı kevneyn indiği demler
Ne devlettir ki sen olmuştun ol Şâh'ın büyük cârî

O gün sende mahabbet hem mehâbetten eser vardı
Severdin Cân'ı candan hem coşardı kalbinin zârî

Hudâ lutfeyledi her dem o Şâh'ın hizmetin gördün
Eyâ râzî, eyâ merzî, şehâdetler alemdârî

Habîb'in irtihalinde hayatın kalmayıp zevki
Sitanbûl'a gelip yattın sana lütfeyledi Bârî

Vücûdundan akan kanlar O'nu tesbih ile cârî
Deyüp Allahu Ekber dur hizasında eyâ kaarî

Beraberce olan tesbîh-u tekbîrden bulup zevkler
Erin cennât-ı rıdvâna söner tâmûların nârî

Eyüp ziyaretinde
İstanbul, 1957
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Namaza Davet

Seni sevdiğimi söylemem fazla
Sensiz ne ilgim var baharla yazla
Gönlümü doldurdun sevinçle hazla
Çünkü seyreyledim namazda seni
Sevdim bir kez daha niyâzda seni

Sen namazda -bilsen- meleksin, cansın
Rükûda secdede bir hüsnüansın
Namaz kıl uğrunda varlığım yansın
Şükür seyre daldım namazda seni
Temâşâda kaldım niyâzda seni

İbadet insanın rûh cilâsıdır
Varlığında Hakk'ın tecellâsıdır
Bînamaz nefsinin mübtelâsıdır
Mutluyum gördükçe namazda seni
Bir kez daha sevdim niyâzda seni

Sarıkamış, 1967
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Namaz

Akıl ayağından bukağılı at
Koşar ötelere açamaz kanat
İbadette vahye eyle kanaat
Haktan bize yüce fermandır namaz

Rabbin rızâsını kazanmak için
O'nu bütününle tam anmak için
Kir, pas ve günahtan paklanmak için
Rasûlün sunduğu dermandır namaz

Seherde uyuyan rûhlar ölüdür
Uyan, dal seherler rahmet gölüdür
Secde görmeyen ev ölüm çölüdür
Ölülere hayat ve candır namaz

Nefis dizginini şeytan elinden
Gönül huzûrunu keder selinden
İman fenerini küfrün yelinden
Kurtarmaya kâfi idmandır namaz

Allahu ekber ve kalkıyor eller
Hakla söyleşiyor okuyan diller
Secdede Allah'a varan gönüller
Rûha gıda akla irfandır namaz

Tek huzûrda zengin fakir yanyanda
El bağlıyor huşû ile bir anda
Rükû ve sücûd bir, aynı kumanda
Nefsi Yaradan'a kurbandır namaz

Cismimiz abdestle rûh da namazla
Arınmıştır, eller kalkar niyâzla
Yalvar, yakar iste, niyâzla nazla
Tevbe et Rabbine ğufrandır namaz
Şükret ki kulusun, şükrandır namaz

Fatih
13-9-1964
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kadir Gecesi

Rûhlarla buluşur kullar bu gece
Allah'la konuşur kullar bu gece
Bize Kur'an geldi Mevlâ katından
Mevlâ'ya kavuşur kullar bu gece

Saf saf iner gökten melek bu gece
Kanatları okşar bizi gizlice
Rûh denen o Rabbe yakın bilmece
Onu Allah bize yollar bu gece

Peygamber aşkına Hak sevgisine
Tutulup da yanan erircesine
Bağlanan Kur'an'ın her hecesine
Mutlu olur işte onlar bu gece

Bizi rahmetine daldır ilâhî
Kur'an'ından nasip aldır ilâhî
Aradan perdeyi kaldır ilâhî
Nasipsiz inmesin kollar bu gece

İstanbul
(1965 Kadir gecesi için yazıldı ve Sultanahmet Camii'nde okundu)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kur'an'a Sarıl

Kur'an Rabbimiz'in yaktığı ışık
Bu millet Kur'an'a ezelden âşık
O bal çömleğidir dal kaşık kaşık
Kur'an'ı elinden bırakma kardeş

Emelin doğruyu, hakkı bulmaksa
Cennet'e girmekse, mutlu olmaksa
Bilgiyi doğrudan Hak'tan almaksa
Başka bir kitaba sen bakma kardeş

Allah'ın nûrunu söndürmek için
Ümmeti dîninden döndürmek için
Başımıza çorap ördürmek için
Yola çıkanları bırakma kardeş

Namazda Kur'an'ı dilinden oku
Başka dile sapma, saplama oku
Hiçbir dilde yoktur o eşsiz doku
Dînine fitneyi gel sokma kardeş

Lafzı güzel onun mânası güzel
Eşsiz vasıfları kendine özel
Güzelleşmek için gel Kur'an'a gel
Bu nûr ırmağına gir, çıkma kardeş

Anlamaya karşı çıkanlar mı var
Kulağına pamuk tıkanlar mı var
Öze, maksada yan bakanlar mı var
Bunlar demagoji sen takma kardeş

Dünyayı istersen Kur'an'a sarıl
Ukbâyı istersen Furkan'a sarıl
Kur'an'dan aldığın irfana sarıl
Başka bir vâdiye sen akma kardeş

Almanya/Hagen
21/2/1998
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İslam Bu Değil

İslâm dünyada bir Kevser şarabı
İçenlerin mamur olur harabı
İç gözün açılsın görme serabı
İslâm'ı çevrende gördüğün sanma

Onda temizlik var, edep ve irfan
Erdeme çağırır bak yüce Kur'an
Şaşırıp kalıyor görünce insan
Gel de şu İslâm'a olana yanma

Hani müslümanda merhamet, şefkat
Ahde vefâ haklı yolunda sebât
Haram diz boyunca fâiz kat be kat
Fetvâlar hileli, inanıp kanma

Hiç insanın kurdu olur mu insan
Sinerse insanın gönlüne iman
İslâm'ın sûreti değil bu, inan
Aklını başına topla aldanma

İslâm'a kendini teslim edersen
Kitaptaki orta yoldan gidersen
Gerektiği yerde bedel ödersen
Kimliğini söyle, sinme, utanma

Rahmet Peygamberi, sevgi rehberi
Onu örnek aldı her gönül eri
Gurbetten vatana eyle seferi
Fâni için bunca derde katlanma

İnsanın yoluna bir ışık tutmak
Kalplere bir sevgi tohumu atmak
Doyuramıyorsan açla aç yatmak
Müminin işi bu, durma, usanma

Allah'ın nûrudur elbette sönmez
Hak yolu bulanlar geriye dönmez
Zirvedeki bayrak aşağı inmez
Rengin İslâm ise başka boyanma

Bursa, 31-1-2000
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hasbihal

Geçti mâzi bir bilinmezdir yarın
Bir şu sâattir senin tekmil varın

Bir saatlik ömrü etmez bir cihân
Şükredip yat, kalk seherde Hakk'ı an

Öyle mağrur olma fâni hâline
Bir düşün, geçmişlerin sor hali ne

Ömrümüz dünyada gerçek imtihan
Sanma baki servetin, şöhret ve şan

Kâmil insan sohbetinde daim ol
Gül kokar gül bahçesinden geçse yol

Ak üzümler mor olur yahut kara
Karasıyla komşu olsa bir ara

Ahiret sermayemiz iman, amel
Ol kanaât sahibi bitmez emel

Gel hasetten vazgeç, ol hırstan berî
Müminin kalbinde yoktur kin yeri

Hakkı sev, gördün mü bir dert merhem ol
Gönlü zengin Hak eriyle hemdem ol

Örneğin Allah Rasûlü, yol Kitâb
Nûrunun pervanesi bin âfitâb

Gel bu nûra bul sâadet her zaman
Sapma yoldan olmasın halin yaman

Ey nefis dön Rabbine hoş, hoşnut ol
Kul olursan cennete çıkmakta yol

İstanbul
Ramazan,1994

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Göç

"İki kapılı han dünya" dediler
Gelip geçti burdan kırklar yediler
Burada ektiler orda yediler
Birgün gelir biz de geçeriz elbet

Son nefeste Allah deyip göçmeli
Yârân meclisinden bir yer seçmeli
Allah en büyük dost,maşuk ezelî
O'nun gülbangini çekeriz elbet

Kimi gelin olmuş kimi güveyi
Vuslata gitmişler yâr deyi deyi
Bize de elverse vuslat ne eyi
Göz yaşımız buna dökeriz elbet

Cennet istiyoruz Rahman içindir
Rü'yet-i cemâl ve ridvan içindir
Amel ne ki ümit ğufrân içindir
Hayri bu ğufrâna ereriz elbet

İstanbul
2-2-1982

 


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İman ve inkâr

Filozof ile doktor diriliş yok dediler
Âyet, hadîs okudum karnımız tok dediler

Ve dedim ki onlara doğru ise sözünüz
Ben hiç zarar etmedim, bunu siz de gördünüz

Düşünün bir de benim sözüm doğru çıkarsa
Haliniz nice olur cennet, cehennem varsa

(Hz.Ali'ye nisbet edilen bir Arapça manzumenin tercümesidir)
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Uyku ve Ölüm

Göz kapaklarıma çöktüğü demde
İrâdem oluyor hemen ona râm
El direksiyonda yahut da gemde
Tehlikeyi tınmaz ondaki ârâm

Bir tadın var nasıl tarif edeyim
Ne balda var ne de mavi denizde
Nazlanırsan gel de milyon ödeyim
Neşesin gönülde, kuvvetsin dizde

Karanlık örtüsü bizi sarınca
Onun da tesiri gözde sezilir
Uyku deryasına bir kez dalınca
Rüya aleminde her yer gezilir

Onun kucağında uçar koşarız
Ölür diriliriz belki bir anda
Kainâtı gezer ayda yaşarız
Şuur altı üste çıkar bir yanda

Dört mevsim içinde tabiat ve yer
"Öldüm ve dirildim, insanoğlu!" der
Uyku da insana bir nevi ölüm
Kimi de uyanmaz ve onu yer, yer

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kuru Kafa

Rivâyete göre Nasreddin Hoca
Üç kafa toplamış kuru, koskoca
Getirmiş pazara satılık demiş
Başına toplanmış hem genç hem koca

Sormuşlar fiat ne, kaç kuruş kafa
Düşünmüş hocamız ve girmiş lafa
Demiş bir iki üç farklı fiatlar
Demişler "ciddî ol ve gel insafa"

Birinci kafayı eline almış
Kulaktan bir avuç kuru kum salmış
Dökülmüş tamamı diğer kulaktan
Kum gitmiş, kafada yalnız toz kalmış

İkinci kafadan yarısı akmış
Üçüncü kafadan akmak yasakmış
Hoca mârifeti göstermiş ama
Zekîler anlamış kalanı bakmış

Kimi duyduğunu aynen tutarmış
Kimi yarısına kulak asarmış
Han kapısı gibi kulak taşıyan
Ayakta uyurmuş öyle yatarmış

Her gördüğün kelle kafadır sanma
Kılık kıyafete bakıp aldanma
Virânede kalmış defineler var
Ara, bul, sor, öğren, sakın utanma

İstanbul
25-1-1982
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Düğün ve Yuva

Evliler bir fidanın yeni açmış gülüdür
Çocuklar ailenin şakıyan bülbülüdür

Çocuklar geleceği milletin kültürünün
Çocuklar devamıdır yüce insan türünün

Cemiyet bal peteği, aile evcikleri
Ana-baba, çocuklar, kardeş, dost, sevdikleri

Huzûr ve mutluluğun yuvasıdır aile
Kültür birikiminin kovasıdır aile

O birikim gıdamız, bizi biz yapan iksir
Din, dil, tarih, âdet bir, Kitab, ülkü, Allah bir

O yuva bir okuldur, okullara kılavuz
Orada eğitilip kendimizi buluruz

Evlilik ve aile toplumda dışlanırsa
Yıkılır mülk ve millet düşmanlar toplar parsa

Her evlilik peteğe yeni bir evcik demek
Düğün dernek ve neş'e, bunun içindir yemek

Çalsın davul ve zurna bugün düğünümüz var
Sevinsin dostlarımız kara bağlasın ağyar

Sizi candan kutlarım sevgili damat-gelin
Darısı başınıza ey bekârlar, evlenin!

Ankara, 1993
(Bir düğünde okunmak için yazılmıştır.)
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yuvaya Hasret (1)

Bugün pek gamlıyım kalbim yanıyor
İçimde sanki bir yana kanıyor
Herhalde sevgili beni anıyor
          Ansa bir anmasa bin türlü yakar
          Gözüm kuru, yaşlar içime akar

Öyle anladım ki ayrılık burda
Hasretin zerresi ebedî yurda
Dolsun n'olur yâ Rab artık buyur da
          Buyursan çileler dolar değil mi
          Sana kalkar bütün kollar değil mi

Gelir geçer felek gamı demişler
Diyenler de -demek- çok gam yemişler
Yâr ile lezzetli ballar, yemişler
          Vuslat yemişleri tattır ne olur
          Sıkıntıyı kalpten attır ne olur

Nûrunun durağı gönül dediler
Orda bulmuş nûru kırklar yediler
Senin kapında biz miskin kediler
          Miskin kedileriz nasipler gönder
          Bir nûr kervanı da bu yana dönder

Hayri yanar, ister yandır Allah'ım
İster rahmetinle kandır Allah'ım
İsmini lâyıkça andır Allah'ım
          Andır ki mutlu bir hayat sürelim
          Açık, yumuk gözle nûrun görelim

İstanbul, 27/3/1961
(Yatılı okuyorum, çocuklar Çorum'da)
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yuvaya Hasret (2)

Kuşları yuvaya insanı eve
Görünmeden çeken eller kollar var
Neleri bırakıp geldik ödeve
Aramızda uzun kara yollar var

Garibin akşamı hüzündür, gamdır
Gamhane ararsan benim odamdır
Orda ışık, ses ve neş'e haramdır
Böyle yaşar nice evli dullar var

İftar akşamında o tatlı telâş
Cıvıldar yavrusu olan yuvada
Yalnızlık köşende ses ara dolaş
Telâşsız, tatlısız nice kullar var

Tesellî ararsan postacıya bak
Telefon fişini yuvasına tak
Yemeğin üstüne çay altını yak
Mektubun üstünde renkli pullar var

Ekmek su çekermiş gurbet eline
Garipler düşermiş alem diline
Ey ekmek ve ey su çek yar iline
Orda eşim, kızım ve oğullar var

İzmir, 28/10/1971
(İzmir'de görev yapıyorum, çocuklar İstanbul'da)
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ensar (İmam-Hatipliye)

İmam-Hatipli olmak zihniyettir imandır
İslâmî zihniyeti paylaşanlar ihvandır
Ensar hareketinin kardeşlik çatısında
Birleşip hizmet vermek özlediğim irfandır

Muhacir günahlardan has kulluğa göçendir
Hak rızâsı nerdeyse orada yer seçendir
Ensar muhacirlere kucak açıp yâr olan
Başkasıyla paylaşan öz nefsinden geçendir

Dışarda kalma sakın muhacir ol, ensar ol
Başka yollar arama İslâm'dır tek doğru yol
Aklın farı yetersiz vahyin ışığına gel
Tut ışığı cihâna aydınlansın sağ ve sol

Beni ben yapan kültür İslâm hamurundandır
Millet bağı imandır, ne soy soptur ne kandır
Kültürler savaşında millete rehber olmak
Değerleri koruyup kollamak imandandır

İslâm Hak rahmetini cihâna yaymak ister
Hakkı yerli yerine getirip koymak ister
Mümin hak ve rahmeti taşıyan, yaşayandır
Açla aç yatıp ancak doyanla doymak ister

Bedeniyle rûhuyla eşref mahlûk insandır
Çamuru insan yapan ibadettir imandır
Rûhu ihmal ederek çamurlaşan insanı
Kurtarıp yüceltecek Ensar'daki irfandır

İslâm adalet, rahmet, hürriyet, denge, düzen
Hikmetle ona çağır uygun üslûba özen
Korkutma sev ve sevdir gerçek İslâm'ı anlat
İslâm yaşandığında gelir özlenen düzen

Ekim,1993
Kütahya, Afyon, Eskişehir konuşmalarının ilhamıdır.
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İmam Hatip Canımız

İmam Hatip canımız
Hayatımız kanımız
Kapatılırsa eğer
Felç olur bir yanımız

Ne istiyorlar ondan
Budarken baştan sondan
Kafasız gövde olmaz
Gelin vazgeçin bundan

İmam-Hatipte insan
Edinir ilmü-irfan
Bilgiden zarar gelmez
Derin uykudan uyan

Tek tip insan yetişmez
Tek sudan yemek pişmez
Birliği çokta ara
Tek tip toplum gelişmez

Bu ülke hepimizin
Düşmana yoktur izin
Okul farklı olsa da
Hepsi bizim ve sizin

Siyaset karışmazsa
Söz maksadı aşmazsa
Kardeş olur okullar
Tefrika bulaşmazsa

El, ayak, gönül, beyin
Okullar böyle deyin
Hepsi bir vücût olur
Mutlu olana değin

Fikirler çarpışınca
Beyinler sıkışınca
Işık olur, nûr olur
Yer kalmaz kine, hınca

Despot baskı yapmasın
Rüzgârdan nem kapmasın
Örselenir çiçekler
Şiddet yeli çarpmasın

İmam-Hatip mezunu
Kırk yıldır var bil bunu
Biliyor millet onun
Huyunu ve suyunu

Ne kötülük gördünüz
Ona kara sürdünüz
Gitmeyin üzerine
Bir, iki, üç, dördünüz

Susurluk, mafya, çete
İster acı reçete
Bir de ahlâk perhizi
Muhtacız bu pakete

Bu paket dinsiz olmaz
Eğitimsiz din kalmaz
İmam Hatipli varken
Dinin çiçeği solmaz

Düşman içte ve dışta
Anlayın bir bakışta
Dînsiz savunma olmaz
Sıcakta, karda, kışta

Allah Allah diyerek
Hücûm eden severek
İmana dayanıyor
Buna eğitim gerek

Bu iman yayılmazsa
Hesapta sayılmazsa
İşler bozulup gider
Dindar insanın azsa

İslâm barış dinidir
Hayra yarış dinidir
Bütün insanlık için
Hakka varış dinidir

Bilen bu dinden korkmaz
Başka yönlere sarkmaz
Tarihini yücelten
Dîni asla bırakmaz

İmam Hatip canımız!

26/5/1997

 


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Enstitülü Kardeşim

Asırlardır milletin beslediği umuttun
Fakir ekmeğine aş, mahzun gönüle muttun
Yüklü olan geceler senin sancını çekti
Doğmadan adın kondu gönüllerde yer tuttun

Meyveleri derdin mi
Bekleneni verdin mi
Senin için çizilen
Hedeflere erdin mi

Büyük millet yeniden doğuş sancılarını
İçten dıştan yediği hançer acılarını
Sinesine çekerken beklediği gün vardı
Çoluk çocuk, er, kadın, kardeş ve bacıları

Beklenen sen oldun mu
Acılarla doldun mu
Allah için hizmette
Sâadeti buldun mu

Parçalanan milleti bütünleyecek sensin
Hakka hak batıla da batıl diyecek sensin
Açık gizli yarayı gömleğinle sararak
Açlarla aç kalacak, tokla yiyecek sensin

Kendini unuttun mu
Hak yolunu tuttun mu
Ömer gibi, ağlayan
Yetimi uyuttun mu

On beş yıl az değildir
Duyduğun saz değildir
Silkin ve kendine gel
Bunlar olmaz değildir

Gelecek mutlu olsun
Gönlün umutlu olsun
Enstitülü kardeşim
Bayramın kutlu olsun

İzmir, 18-11-1974
(Y. İslâm Enstitülerinin 15. açılış yıldönümünde)
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Serzeniş

Düzenbazlar bize uşak demişler
İftirâlar etmiş, nane yemişler
Bizi yıpratmayı hedef bilmişler
          Rasûl uşşâkıyız uşak değiliz
          Altın nesildeniz kuşak değiliz

Ezelden ahdimiz peymânımız var
Tek nizam İslâm'dır imanımız var
Dâvamıza kesin bürhanımız var
          Biz hakka uşşâkız uşak değiliz
          Böyle bir nesiliz kuşak değiliz

Firavn sarayında Mûsa gibiyiz
Allah'ın emrinde asâ gibiyiz
Düşmanın gönlünde tasa gibiyiz
          Yad mesajlar için ulak değiliz
          Başka bir düzene uşak değiliz

Gafil ta'neyleme kendi özüne
Söyleyip de pişman olma sözüne
Perde mi çektiler senin gözüne
          Şartlanmış beyine kulak değiliz
          Hakk'ın uşşâkıyız uşak değiliz

İstanbul, 19-10-1979
( Not: Hakk'ın uşşâkıyız ifadesi, Allah'ın âşıklarıyız anlamındadır.)
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Erzurum

Bir hilâl Palandöken kucağında Erzurum
Buradan bizim köken, doğum yerimiz Çorum

Karlı dağlar ardında yağız ve mert dadaşlar
Atalarım yurdunda sevgi dolu kardaşlar

İlim irfan ocağı şânı büyük Erzurum
Açıl ecdâd kucağı ben sana geliyorum

Erzurum doğumuzda imanımın kalesi
Her an silâh omuzda, istiklâl meş'alesi

İmbikten çıkmış şuur gencinde kocasında
İffeti olmuş gurur balası, bacısında

Yaşa varol dadaşım imanda karındaşım
Sana sevgim, gözyaşım, önce senindir aşım

Makûs talihi Şark'ın seninle yenilecek
Erzurum'a bihakkın kahraman denilecek

Erzurum, 17-Mayıs-1993

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Can Azerbaycan

Dokuz yüz on sekiz bayramdır bize
İstiklâlsiz hayat haramdır bize
Esarette sabah akşamdır bize
Ebedî bizimdir can Azerbaycan

Göz dikmiş vatana küçük Ermeni
Alırım sanıyor unutmuş meni
Buna yetişemez onun dermeni
Toprağı sulamış kan Azerbaycan

Öz milletim yeryüzüne dağılmış
Hak ve adaleti şiarı kılmış
Nerde olsa gönlü sana takılmış
Seni unutmaz bir an Azerbaycan

Senin balaların sıcak kanlıdır
Uğrunda yaşlı genç heyecanlıdır
Tarihin büyüktür anlı şanlıdır
Ocağımız sensin yan Azerbaycan

Bir karış toprağı fedâ etmeyiz
Düşmandan korkmayız geri gitmeyiz
Ölürüz kalırız fakat bitmeyiz
Şanına katarız şan Azerbaycan

Bir Allah'a iman şiarımızdır
İstiklâl milletçe kararımızdır
Vatan bize candır o yârımızdır
Sensiz haram bize nan Azerbaycan

Bakü, 1989
(İstiklâl yıldönümünde)
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kuba Mescidinde

Bir Kuba da burda Azerbaycan'da
Bir yanda zümrüt dağ Hazar bir yanda
Cuma mescidine girdiğim anda
Kulağıma doldu Allahu ekber

Çoğu ellisini geçmiş Kıpçaklar
Ahıska'dan gelmiş sakalı aklar
El açmış Allah'a eski topraklar
Yeniden can buldu Allahu ekber

Okundu salavât kılındı namaz
Bu manzaraya bir gönül dayanmaz
Olana görmeden kimse inanmaz
Gözümde yaş oldu Allahu ekber

Kimi İstanbul'a selâm söyle der
Kimisi hâlimiz işte böyle der
Hepsi bir ağızdan coşup şöyle der
Mevlâ mutlu kıldı Allahu ekber

Ahıskalı bana "bacımoğlu" der
Arıyoruz burda sığınacak yer
Bizim kaderimiz hicretmiş meğer
Yine nevbet çaldı Allahu ekber

Aynıyız imanda dilde ve kanda
Niçin olamadık tek bir vatanda
Ayrılığın vakti gelip çatanda
Gönül orda kaldı Allahu ekber

(1989 yılında Azerbaycan'a gitmiş Kuba şehrinin mescidinde yerliler ve Ahıska muhacirleri ile bir Cuma namazı kılmıştık)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Gel Azerbaycan'a Gel

Böyle insan dostluğu görmedim ben dünyada
Böyle nimet bolluğu getirmedim hiç yâda
Bu güzellik görülür ömürde bir rüyada
Açık gözle görmeye gel Azerbaycan'a gel

Günde altı sofrayı konağına serenler
Kardaşına hizmetle mutluluğa erenler
Sevgi tohumlarından binbir çiçek derenler
Meclisine girmeye gel Azerbaycan'a gel

Uyandırır uykudan Lenkeran'da bülbüller
Yahşi sabahlar diler bahçede kızıl güller
Hep buraya toplanmış güzel yüz tatlı diller
Mutluluğa ermeye gel Azerbaycan'a gel

Dünyada cennet varsa burada olsa gerek
Türkü seviyor burda yedi milyon tek yürek
Her adımda bin nimet Allah şükür diyerek
Bu cennete ermeye gel Azerbaycan'a gel

Sünnî şiî bir olmuş, bir Allah'a tapıyor
Millet vatan sevgisi burda çok şey yapıyor
Nesiller birbirinden millî haslet kapıyor
Haslet alıp vermeye gel Azerbaycan'a gel

Sizi sevdik kardaşlar, ak yürekli bacılar
Allah sizinle olsun sona ersin acılar
Hakk'a boyun eğecek er ya geç davacılar
Gönüle post sermeye gel Azerbaycan'a gel

Azerbaycan, Lenkeran, 1989
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çifte Bayram

Çifte bayram nedir bilmek istersen
Paslanan gönlünü silmek istersen
Düşmanın bağrını delmek istersen
Doksan bir bayramı Tezepir'e gel

İslâm birliğinden ürken fareler
Sinemize açtı nice yareler
Analar bacılar giydi kareler
Bitir bu dıramı Tezepir'e gel

Rabbimiz, nebimiz, kitabımız bir
Kıblemiz Kâbemiz hitabımız bir
Hak rızâsı için şitabımız bir
Elde et merâmı Tezepir'e gel

Sıla hasretini dindirmek için
Kardeşliği rûha sindirmek için
Düşmanın kalbine indirmek için
Bırak evi damı Tezepire gel

Peygamber ehl-i beyt ve hak-erenler
Tezepir'de idi Hakk'ı görenler
Allah sevgisine gönül verenler
Dağıtıyor gamı Tezepir'e gel

Yetmiş yıl hapiste Ezan ve Kur'an
Şehâdete hasret gönülde iman
Hükmünü yürütmüş ilâhî ferman
Sen de gör rüyamı Tezepir'e gel

Başlasın kardeşler kutlu bir akın
Tanısın İslâm'ı uzak ve yakın
Kaplasın âfâkı tek nûru Hakk'ın
Ver halka selâmı Tezepir'e gel

Bakü, 1991
(Ramazan Bayramı namazını Tezepir Camii'nde kılmıştık)
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ağıt ve Niyâz

Hikmetinden süal edilmez senin
Buna aklı yetmez hiçbir kimsenin
Sahibi yabancı koca ülkenin
Bize sahiplik ver sen yüce Mevlam

Kalbimde hançerdir Moskof çizmesi
Nasıl hazmedilir bizi ezmesi
El kol sallayarak yurtta gezmesi
Sovyeti gücünle yen yüce Mevlam

Yetim minareler, boş medreseler
Kapalı mescitler, yıkık kubbeler
Neler gördük burda yâ Rabbim neler
Kıl harap gönlümü şen yüce Mevlam

Ne işi var burda Lenin'in Marks'ın
Tepinerek ağla, yeri mi raksın
Bir şuur ver -ki sen Cenâb-ı Hak'sın-
Ağlar iken gülem ben yüce Mevlam

Matürîdî'mizin kabri yıkılmış
Üstüne yahudi evi dikilmiş
Bülbül susmuş gülün boynu bükülmüş
Ağlar buna merdü-zen yüce Mevlam

Parçalamış yutmuş tek milletimi
Târumar eylemiş tek devletimi
Kirletmiş tertemiz haysiyyetimi
Bize inayet kıl En Yüce Mevlam

Dostların burada düşmana tutsak
Yüce gayretine biz gayret katsak
Anayurdumuzdan Moskof'u atsak
Mutlu olur can ve ten yüce Mevlam

16-Nisan-1991
(Semerkand'dan Buhara'ya giderken)
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Şâh'ı Ziyaret

Buhara şehrinde Kasr-ı Ârifân
Ağûşuna almış bir kân-ı irfan
Sözlerim Mevlâ'ya bir arz-ı şükran
Nasip etti bize Şâh'ı ziyaret

Buhârî, Nakşbend ve Ebû-Mansur
Asırlarca saçmış dünyamıza nûr
Ey zâir edeple huzûrunda dur
Bayram oldu bize mâh-ı ziyaret

Vasıyyet eylemiş "gelenler bana
Önce yönelsinler anamdan yana
O sadeften doğup geldim cihâna"
Hasret dudağımda âh-ı ziyaret

Şâh diyor "şeriat dinin temeli
Marifet, hakikat onu demeli
Has kulluk olmalı insan emeli"
Bu emele varsın râh-ı ziyaret

Buhara, 21-4-1991
(Muhammed Behaüddin Nakşbend'in türbesini ziyaretin ardından)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Attığında O Taşı (İntifâda)

Attığında o taşı onu Allah atıyor
Sarsılmayan imanın gücüne güç katıyor
Akan kan yerde kalmaz, er geç zafer bizimdir
Bu yolda şehit olan cennete cân satıyor

Ey şanlı mücahit vur, gazâna Allah şahit
Müstekbire vur, devir, ya gazi ol, ya şehit
Sen ayakta kaldıkça ayakta kalır dâvâ
Allah'ın eri sensin, gönüllerde sen ümit

Kudüs İslâm harîmi onu çiğnetme kurda
Mescid-i Aksâ mahzun düşman tünemiş yurda
Ey ümmet-i Muhammed daha ne duruyorsun
Unutma sakın hesap vereceksin huzûrda

Ümmet oyuna geldi parçalandı, yutuldu
Birliğe giden yollar haydutlarca tutuldu
Reçeteler hatalı, lider sahte, din garip
Nutuklar atılıyor âyetler unutuldu

Bedrin arslanlarıdır Filistinli çocuklar
Arslanlar kükredikçe sönmeyecek ocaklar
Peygamber ravzasında seyreder de onları
Alınlarından öper ve sevgiyle kucaklar

Dâru'l-İslâm bir bütün, ümmetin vatanıdır
Nerde akarsa aksın kan ümmetin kanıdır
Üç kardeşti mescitler bak ikisi ağlıyor
Filistin İslâm yurdu, Aksâ onun canıdır

Leş kargası liderler ve sahte kahramanlar
Üç kuruş menfâate ülkesini satanlar
Çekilin önümüzden gölge etmeyin artık
Er geç yutulacaktır Filistin'i yutanlar.

İstanbul, 16/12/1993
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Filistinli Gençlere

Semerkant'ta Ebu-Mansur
          Askalan'da İbn-i Hacer
Hepsi garip, hepsi mahsur
          Biz ne yaptık, Allah ne der
           Mazeret mi olur kader

Büyük mabet, güzel Aksâ
           Boynu bükük, ümmet üzgün
Gözlerimden kanlar aksa
           Tam yeridir süzgün süzgün
           Her şey bozuk, nemiz düzgün

Kabristanlar çöplük olmuş
           Mescitlerde baykuşlar var
Şehirlere gâvur dolmuş
           Dostlar yasta, mutlu ağyâr
           Gücümüz az, yerimiz dar

Bir müjde var gözlerinde
           Işıl ışıl genç nesilin
Cihad rûhu özlerinde
           Ağlamayın, yaşı silin
           Birlik olun, Bir'e gelin
           Faydası yok bize elin

El sözüne aldırmayın
           Bölünmeyin, silinmeyin
Çepeçevre düşman, mayın
           Güçlü olun, dilenmeyin
           İzzet bizimdir, inmeyin
           Elin atına binmeyin

22/11/1995
Filistin
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kudüs

Mukaddes zemini Ömer fethetmiş
Salâh ve Kanûni gör neler etmiş
Osmanlı gidince Kudüs de gitmiş
          Hainler safında ölecek misin
          Yoksa ecdat gibi gelecek misin

İki sahâbî var, şehit sayısız
Vatanım çiğnenmiş, köylerim ıssız
Müslüman yaşar mı böyle kayıtsız
           Uyansana artık, uyuyor musun?
           Ah göklere vurmuş duyuyor musun?

Selman'ın mescidi Zeytûn dağında
Rabi'a makamı O'nun sağında
Dünyaya nûr saçmış kendi çağında
           Bu dağa yeniden çıkacak mısın?
           Sel olup vadiye akacak mısın?

Ezansız köylerde çanlar çalıyor
Mescit harap boynu bükük kalıyor
Mazîyi düşünüp gözüm dalıyor
           Böyle boynu bükük kalacak mısın?
           Yoksa mülkü geri alacak mısın?

Fırat'tan Mısır'a gideceklermiş
Bize daha neler edeceklermiş
Ümmet koyun olmuş, güdeceklermiş
           Hazreti Ömer'i üzecek misin?
           Böyle miskin miskin gezecek misin?

Böl de yönet demiş şeytanı ona
Din gibi sarılmış düşmanlar buna
Yıllarca içmişler doymadan kana
           Vampirleri yurttan kovacak mısın?
           Ufkuma yeniden doğacak mısın?

Yükselen değerler onlara yarar
Fırsat elverince Aksa'yı yıkar
Yerine Süleyman Mâbedin kurar
           Plan budur hala duracak mısın?
           Yoksa birliğini kuracak mısın?

Kurtuluşun yolu İslâm'a dönmek
Peygamber izinde nefsini yenmek
İslâm birliğini kurup güvenmek
           İç ve dış düşmanı yenecek misin?
           Yoksa kibrit gibi sönecek misin?

Fertten işe başla batağı kurut
Cemâat oluştur safları sık tut
Ümmetin birliği bu şarta meşrut
           Tabandan tavana gidecek misin?
           Vazifeni îfâ edecek misin?

Ya Rabbî Aksâ'da namazım için
Kubbetu's-Sahra'da niyâzım için
Katına yükselen avazım için
           Ümmeti muzaffer kılacak mısın?
           Gözlerim zaferi görmeden Rabbim
           Kıyıp da canımı alacak mısın?

24/11/1995
Kudüs
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Uygarlıktan Medeniyete

Hiroşima'ya atom medeniyetten midir
Avrupa'nın birliği iyi niyetten midir
Uygar ilkeli yiyor, güç zayıfı eziyor
Zenginin canı can da yoksullar etten midir

Uygarlık büyülü söz, çağdaşlık figüranı
Bu yüzden bıraktılar Sünnet'i ve Kur'an'ı
Uygarlar harp çıkardı, yoksula silâh sattı
Sayısız insan oldu teknoloji kurbanı

Nerede bu insanlık şefkat merhamet nerde
Bilim, teknik ve madde devâ olmaz her derde
Beyaz zehir, seks, şiddet bütün dünyayı sardı
Mutsuzluğu gizliyor uygarlık denen perde

Ey insanlar uyanın çok geç olmadan zaman
Esir almasın madde rûhlarımızı aman
Akıl, bilim gerekli, fakat yetmiyor bunlar
Evrensel bir kılavuz şüphesiz kitap Kur'an

Kur'an medeniyeti istiyor Allah bizden
Bizi takdim eyledi insanlığa bu yüzden
Yarın ne yüzle varıp huzûrda duracağız
Zâyî ettik cevheri ayrıldık doğru izden

Kur'an çağımız için ilâhî bir aşıdır
Kitaplar okunacak, Kur'an onun başıdır
Ademoğlu ham madde ondan insan yapmaya
Gelmiş kâmil rehberdir, yol işaret taşıdır

Medeniyet ahlâktır, edeptir ve irfandır
Beden, rûh, beyin ve kalp bütünüyle insandır
Bu uygarlık eksiltti, yarım kıldı insanı
İslâm tamamlamaya ilâhî bir ihsandır

Mekke, Şevval, 1419
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sözde Aydınlar

Bize yabancının gözüyle bakan
Dîne, geleneğe, tarihe takan
Milletin içine ikilik sokan
Sözde aydınlardan biz neler çektik

Bilgisi yarımdır, kendini bilmez
Halkının akan göz yaşını silmez
Alnı secde görmez, hakka eğilmez
Sözde aydınlardan biz neler çektik

Çağı kırk elli yıl geriden izler
Onca gericiyiz, cahiliz bizler
Cahilin cesuru bu bilgisizler
Sözde aydınlardan biz neler çektik

Halkı adam etmek zatına düşer
Kendini beğenir, şiştikçe şişer
Yıkanmayı bilmez, ayakta işer
Sözde aydınlardan biz neler çektik

Ne garplı oldular ne yerli aydın
Selâm, teşekkür yok; mersi, günaydın
Okumadan maksat adam olsaydın
Sözde aydınlardan biz neler çektik

Babasının bile namazın kılmaz
Gaflet sarhoşudur biran ayılmaz
Bâtılı savunur; usanmaz, yılmaz
Sözde aydınlardan biz neler çektik

Para muslukları tekellerinde
Siyasî iktidar emellerinde
Zevkleri boğazda ve bellerinde
Sözde aydınlardan biz neler çektik

Menfaat görünce beş takla atar
Partiyi, kutsalı, vicdanı satar
Şaşı kalmak için hep körle yatar
Sözde aydınlardan biz neler çektik

Bir eğitim yolu bulmak gerekir
Hem çağdaş hem kendin olmak gerekir
Yoksa saçı başı yolmak gerekir
Sözde aydınlardan biz neler çektik

Mekke,
Ramazan Bayramı, 1419
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Enes'e

Doksan dört, Amerika, gün Eylül yirmi yedi
Rabbim Enes'imize gel, dünyaya gel dedi
Doğum Amerika'da biz merakta, telâşta
Ver doğum müjdesini ey esen yel, git dedi

İki güzelden gelen güzel olurdu elbet
Adı Enes olanlar özel olurdu elbet
Ama görmekle sanmak bir olmuyor şüphesiz
Hasretle niyâzımız gel gel olurdu elbet

Birgün çıkageldiler ve nûrtopu kucakta
Bir neş'e tufanıdır koptu evde ocakta
Hem ağacı hatasız, hem meyvası kusursuz
Allah'a secde, şükür her köşede bucakta

Bir güzel bahtın var ki Enes konulmuş adın
Hiçbir şeyde yok torun senin müstesna tadın
Enes gibi sevgini Allah'a, Rasûle ver
Sonra gelsin sırada makam, servet ve kadın

İsterim bir torunum alim, müctehid olsun
Tecellî etsin rahmet ümmet çilesi dolsun
Rahmet dîni İslâm'ı çağımın idrakine
Sunsun da insan nev'i sâadetini bulsun

Murat, Zeynep ve Tahir, Selva, Bilal ve Enes
Bir de Salih, yarışın, demesin biriniz pes
Dedeniz boynu bükük kalmasın ötelerde
O zaman sen ey rüzgâr nereden esersen es
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Salih'e

Doksan altı ağustos ayın bugün otuzu
Gözlerini dünyaya açtı meleyen kuzu
Bugün mutlu günümüz, şükürler olsun Yâ Rab
Çocuk evin neş'esi, bebek yemeğin tuzu

Güzellik yoğunlaşmış bir bebek sûretinde
İpek derisi olmuş, gül kokusu teninde
Neş'e gölgesi onun ayrılmıyor peşinde
Rabbim onu büyütsün Peygamber siretinde

Güneş misin, girince evim aydınlanıyor
Alev, duman olmadan ocağımız yanıyor
Sevgili torun Salih hoş geldin aramıza
İnsan seni görünce Yaradan'ı anıyor

Doğduğun günden beri mânâlı bakıyorsun
Can veren akım gibi gönlüme akıyorsun
Uyurken meleklere nazîre yapıyorsun
Uyanınca bülbülsün, güllere şakıyorsun

Adın Salih dilerim ahlâkın salih olur
Gelişin ümmet için bir güzel talih olur
Bilgi, eser ve hizmet varlık sebebin olsun
Toprak altında deden bunda mutluluk bulur
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kardeşim

Yazdığın deftere baktım ağladım
Hasretle gönlümü yaktım ağladım
Kânî'yi dinledim eski kasetten
Kaseti bir daha taktım ağladım

Ne güzel gözlerin vardı kardeşim
Kanser ciğerini sardı kardeşim
Öksürür inlerdin gece ve gündüz
Başına dünyalar dardı kardeşim

Dağlar sarsılırdı imanın asla
Gönlünü vermiştin hasretle asl'a
Nasılsın diyene "çok şükür" derdin
Avunamıyorum ağıtla yasla

Defterlere baktım aşkını gördüm
Sevgiyle okşadım yüzüme sürdüm
İyi ki aşkına ortak olmuşum
Yoksa yaşayamaz hemen ölürdüm

Biricik kardeşim seni aldı yar
Büyük imtihana beni saldı yar
Sevgisine ortak istemiyor ki,
Gönlümde bir tane olup kaldı yar

İçimi kâğıda döktüm yanmadı
Seni benim gibi kimse anmadı
Çaresizim ama bir tesellî var
Şunda kavuşmaya fazla kalmadı

31-Aralık-2001
Kütüphanemde yalnızdım, bir yandan Kânî Karaca'yı dinliyor, bir yandan da raflara bakıyordum. Merhum kardeşim Selâhaddin'nin (v. 1986, 43 yaşında) yazdığı, beş büyük defter dolusu tasavvuf yazılarına gözüm takıldı. Acısı her an yüreğimde olduğu için ağlamaya başladım ve derdimi yukarıdaki satırlara döktüm.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Münâcât

Ya Rabbi gözlerden akan yaş için
Yolunda verilen nice baş için
Zalime atılan her bir taş için
Artık gözyaşını dindir Allah'ım

Kâinâta rahmet Habîb'in için
Gönüller derdine Tabîb'in için
İslam'ı anlatan Hatîb'in için
Zalimi tahtından indir Allah'ım

Semaya yönelen eller yüzünden
Kur'an'ı okuyan diller yüzünden
Şehitler kanından seller yüzünden
Zalimleri korkut, sindir Allah'ım

Arafat'ta duran kullar hatırı
Yalnız sana varan yollar hatırı
Boynu bükük yetim, dullar hatırı
Düşman ocağını söndür Allah'ım

Kırık gönüllere yaşlı gözlere
Huzuruna varan makbul sözlere
Uğrunda sararıp solan yüzlere
Bak da yüzlerimiz güldür Allah'ım

Çok uyuduk artık uyandır bizi
Tek senin rengine boyandır bizi
Dayanamıyoruz dayandır bizi
Yeniden izzete döndür Allah'ım

İzzetin hakkıyçün bizi aziz kıl
Değiştik İlâhî! Bizleri biz kıl
Resûlün yolunu ümmete iz kıl
Yardımın beklenen gündür Allah'ım

H. Karaman, Nisan, 2002, Avusturalya
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ali Ulvî Kurucu'nun Hatırasına

Yarabbi, karanlık engin denizde
Kaptansız, fenersiz bırakma bizi
Vahdetin bir izi kalmadı bizde
Bize rehber olsun Resûl'ün izi

Resûl'ün müjdesi müceddidler var
Nurunu taşırlar nesilden nesle
Ümmet zayıf, mağlup, gülüyor ağyâr
Silkinmek istiyor bir güçlü sesle

Yûnus ve Mevlânâ ne güzel sesti
Derinlere çekti satıhtan bizi
Nice sular aktı, rüzgârlar esti
Yâdelde yitirdik biz kendimizi

Âkif "Korkma sönmez..." derken ocakta
Hindistan'da İkbal "Uyan" diyordu
Ârif Nihat, Ali Ulvî kucakta
Bayrağa bir hilal indiriyordu

Işığı Doğu'dan getiren nâsir
"Büyük Doğu" büyük diyen bir şâir
Diriliş şâiri, olsa da nadir
Ümmet şairinden mahrum değildir

Erlerin himmeti dağları yıkar
Kafa ve gönülde inkılâb olur
Onlar gönülleri nurunla yıkar
Çeşmelerden akan zülâl âb olur

Şiirde, nesirde ve düşüncede
Yağmur verAllah'ım, müceddidler ver
Durmayıp koşalım gündüz gecede
Rabbim nurdan mahrumkalmasın bir yer

5-3-2003, İst.
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hasret

Sîmâna tebessüm, güle gülmek yaraşırmış
Ol vech-i dilârâya süzülmek yaraşırmış
Vuslat demi gelmezse eğer yandı bu gönlüm
Ümmîdi yiten âşıka ölmek yaraşırmış

Gül mevsimi geçmiş, bire bülbül ne durursun
Hasretle yanan gönlüme hançer mi vurursun
Hicrânını hicretle telâfî ediver git
Ma'şûkuna can sun yuva mal mülk kaladursun

Bursa, 31-1-2000