Daha önce de değindiğimiz gibi duâ iki çeşittir:
1 - İbâdet amacıyla yapılan duâ
ve
2 - Dilek için yapılan duâ.
Duanın her iki türünün de
Allah'tan başkasına yapılması doğru değildir. Zira kim Allah'ın yanı sıra başka
bir ilâh tutarsa kınanmış ve yalnız başına bırakılmış olarak oturup kalır.
Umut bağlayan, dileyen ve talep eden bunların hepsi
dileklerinin kabulü için Allah'tan başkasına umut bağlamaları doğru değildir.
Allah'tan başkasından hiçbir şey isteyemezler.
Bununla ilgili olarak Rasûlullah
şöyle buyurmuştur:
"Kalbin ve dilinle istemeksizin sana verilen malı
al. Ancak nefsin o mala uymasın."
(Buhari, Kitab-üz-Zekât, c. 2, s. 130; Kitâb'ül-Ahkâm,
c. 8, s. 111; Müslim, Kitab-üz-Zekât, c.1, s. 723, H. No 1045; Beyhâkî,
Şu'ab'ül-İman, 22. bölüm)
" Müsrif " kalbi ile dileyen " Sail " ise dili ile
isteyen demektir.
Aynı bölümde, Ebû Said el-Hudrî şöyle bir hadis
naklediyor:
Bize bir kıtlık erişti de, bir şeyler istemek için Rasûlullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'a gittim. Yanma vardığımda kendisini, insanlara şu konuşmayı yaparken
buldum:
"Ey insanlar! Allah'a yemin
olsun! Ne zaman elimizde bir mal bulunursa biz kesinlikle onu size vermeyi
geciktirmeyiz. Ama kim kendisini ihtiyaçsız gösterirse Allah onu zengin eder;
kim iffetli olmak isterse Allah onu iffetli (namuslu) eder. Kim
sabrederse Allah onu sabırlı kılar zira bir kimseye verilen nimetlerden sabırdan
daha genişi ve daha iyisi yoktur."
(Buhari, K. Zekat, c. 2, s. 129; Rekâik, c.
7, s. 183; Müslim Kitab-üz-Zekât, c. 1, s. 729, H. No 1045; Ebû Dâvud, K. Zekât,
c. 2, s. 295, H. No 1644; Tirmizî, el-Birr, c. 41, s. 373, H. No 2024; Nesâî, K.
Zekât, c. 5, s. 95-96; Dârimî, K. Zekât, s. 384; Ahmed, el-Müsned, c. 3, s. 367,
H. No 1129-455; H. No 1267-505 ve H. No 1352)
" İstiğna " kalbiyle Allah'ın dışında hiç kimseden bir şey dilememe halidir.
" İstîfâf " ise diliyle hiç kimseden bir şey istememe
hali.
Bu nedenledir ki, Ahmed b. Hanbel'e "tevekkül" nedir? diye sorulduğunda şu
cevabı vermişti:
Yaratıklara, kalben umut bağlamamaktır. Bu görüşünde delilin
nedir? dendiğinde:
İmam, Hz. Halil'in (İbrahim peygamber) ateşe atıldığı sırada,
Cebrail'in "Bir şeye ihtiyacın var mı?" sorusuna verdiği şu cevabı, delil olarak
göstermiştir.
"Bana ihtiyacımın olup olmadığını
soruyorsan, hayır!"
(Bu hikâye, Beğavî'nin tefsirinde (c. IV, s.
301) genişçe anlattığı hikâyenin bir parçasıdır. Anlatıldığına göre, Nemrut
tarafından ateşe atılırken Cebrail geliyor ve:
"Ey İbrahim! Bir ihtiyacın var
mı? diye Hz. Halil'in halini soruyor. Hz. Halil yukarıda verilen cevabı veriyor.
Diyor ki:
"Bu sorudan kendini kastediyorsan,
sana ihtiyacım yoktur."
Bunun üzerine Cebrail:
"Öyleyse Rabb'inden iste", önerisinde bulunuyor. O da:
"Dilediğim şeyde o bana yeter zira benim durumumu biliyor." şeklinde karşılık
veriyor. İbn Urrak bu son cümleyi:
"Tenzihuş-Şeriat-il-Merfu'a" adlı eserinde
zikretmiş: C. 1, s. 250. Ve İbn Teymiye bu haberin uydurma olduğunu söylediğini yazmış; El Allânî ise:
"Ed-Daîfâ"
adlı eserinde bu habere yer vermiş (s. 21) ve haberin aslının olmadığını
söylemiş.)
Bu ve benzeri haberler kulun, kendisine yararlı
olanın elde edilmesini, zararlı olanın giderilmesini isteme hususunda kalbini
yalnızca Allah'a yöneltmesi gerektiğini belirten bilgilerdir. Bu nedenle
sıkıntıya düşen Hz. Yunus ve O'nun durumunda olanlar:
"
لاَ
إِلَهَ إِلاَّ
أَنتَ
Lâ ilahe illâ ente -Senden başka
ibadete layık ilâh yoktur-"
demiştir.
Nitekim benzeri bir haber İbn Abbas'tan rivayet
edilmiştir. İbn Abbas Allah Resûlü'nün sıkıntı zamanlarında şöyle dediğini
naklediyor:
"Azîm ve Halim olan Allah'tan başka
ibadete layık ilâh yoktur.
Yüce Arş'ın Rabbi Allah'tan başka ibadete layık ilâh yoktur.
Kerim Arşın Rabbi, göklerin Rabbi
ve yerin Rabbi olan Allah'tan başka ibadete layık
ilâh yoktur."
(Buhârî, Kitab-üd-Da'avat, C. VII, s. 154; K. Tevhid, c. VIII, s.
177-178; Müslim, Kitab-üz-Zikir, c. III, s. 2093, H. No 2730, Ahmed, el-Müsned,
c. 1, s. 228, 254, 280, 284, 339, 356; Beyhâkî, Şu'ab-ül-İman, H. No 614)
Bu kelimelerde tevhidin gerçekleştirilmesi, kulun
Rabbinin ulûhiyetini kabullenmesi, bütün umudunu, eşi olmayan tek varlığa
bağlaması vardır.
Duanın içerdiği kelimeler haber kelimeleri olmalarına karşın
talep (dilek) anlamı içerirler.
İnsanlar, her ne kadar dilleriyle "Lâ ilâhe
İllallah -Allah'tan başka ibadete layık ilah yoktur-" deseler de, kulun bu kelimeyi ihlaslı bir kalple söylemesi ona ayrı
bir hakikat kazandırır. Zira tevhidin hakikate geçirilmesi, Allah'a itaate daha
bir mükemmeliyet katar.
Şanı yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Hevâsını ilâh edineni gördün mü? Onun üzerine sen
mi vekil olacaksın?"
" Yoksa sen onların çoğunun dinlediklerini, aklını
kullandıklarını mı sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir; hatta onlar yolca
daha sapıktır." (Furkân, 25/43-44)
Kim, hevâsını ilâhlaştırırsa o onu ilâh bellemiştir.
Artık hevâsı onun mabudu olmuştur. İşte güzel
buldukları şeyleri Allah'tan başka ortaklar belleyerek ilâh edinip, Allah'ı
sever gibi onları seven müşriklerin durumu budur. O'nun için Hz. Halil (a.s.):
"Ben batıp gidenleri sevmem" demiştir. (En'âm,
6/76).
Aslında Hz. İbrahim'in kavmi kâinatın asıl mimarını
inkâr etmiyorlardı, fakat onlardan herbiri kendince güzel bulduğu, güneş, ay ve
yıldızlar gibi yararlı sandığı varlıklara kulluk ediyorlardı.
Oysa Hz. Halil batan nesnenin, kendisine kulluk
edenin gözünden kaybolduğunu, artık kendisine tapanı görmediğini, söylediğini
duymadığını, durumunu bilmediğini, nedenli ya da nedensiz ne bir yarar, ne de
bir zarar verebildiğini açıklamıştı. Öyle ise batana ibadet etmenin gerekçesi
neydi?!..
|