Akidesinin ne olduğu
hakkında bizzat kendisinin yazmış olduğu şu kaside ile bize şöylece
cevab vermektedir:
"Ey mezhebimi ve
akidemi soran kişi! Doğru yolu bulmak için soru sorana, doğru yolda
gitmek ihsan edilsin.
Sözünü tahkik ederek
söyleyen, bundan yan çizmeyen ve değiştirmeyenin sözüne kulak ver.
Bütün ashabı sevmek
benim yolumdur, bu sevgiyle onlara yakın olmayı, Allah’a yakın olmaya
bir vesile (yol) sayarım.
Herbirisinin pek
açık-seçik kadri ve fazileti vardır, fakat aralarından es-Sıddiyk daha
da faziletlidir.
Kur’an hakkında
âyetlerinde geçenleri söylerim, o kadimdir, Allah tarafından
indirilmiştir.
İlahi sıfata dair
bütün âyetleri ilk tarzda nakledildiği şekilde hak olarak kabul
ederim.
Bunun mesuliyetini de
bu nakli yapanlara havale ederim ve bu hususta hertürlü tahayyüle
karşı onu korurum.
Kur’ân’ı bir kenara
itip de söylediği söze: el-Ahtal dedi ki... diye delil getiren ne
çirkin iş yapmış olur!
Mü’minler Rablerini
hak olarak göreceklerdir. Ve keyfiyetsiz olarak (hadiste belirtildiği
üzere) semaya iner.
Mizanı ve kendisinden
içip, susuzluğumu gidereceğimi ümit ettiğim Havzı ikrar ve kabul
ederim.
Aynı şekilde
cehennemin üstünde uzatılacak sıratı da. Muvahhid olanları kurtulacak,
diğerleri ise terkedileceklerdir.
Cehennem ateşine
bedbaht olan bir kimse ilahi hikmet gereği girecektir, takva sahibi
olan kişi de aynı şekilde cennete girecektir.
Canlı ve aklı başında
herkesin kabrinde ameli kendisiyle birlikte olacak ve ona kabirde soru
sorulacaktır.
İşte Şafîi’nin de,
Malik’in de, Ebu Hanife’nin de sonra da Ahmed’in de nakledilegelen
akidesi budur.
Eğer onların
izledikleri yola uyarsan, ilahi tevfike mazhar olursun. Eğer bid’at
bir yol ortaya koyarsan, kimse senin bu yolunu dayanak kabul etmez." (Bk.
Cilâu'l-Ayneyn fi Muhakemeti'l-Ahmedeyn, s. 58) |