Dinî amelin
aslı / temeli, dini Allah'a halis kılmak, yani
amelleri sadece Allah için yapmak ise, o taktirde bizzat istenen şey, bizzat
sevilen demektir. Bu da sevmenin zirvesidir. Ne var ki istenen şeyler daha çok
"ibadet" adıyla adlandırılmıştır.
Yüce Allah buyuruyor:
"Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım"
(51 Zariyat/56)
"Ey insanlar! Sizi ve sizden
öncekileri yaratan Rabbinize
Kulluk
(ibadet)
ediniz ki (O'na karşı gelmekten)
sakınmış olabilesiniz."
(2 Bakara/2) vb.
İbadet; sevmenin zirvesini ve tamamını, boyun eğmenin / itaatin (tezellülün) tümünü ve zirvesini içerir.
Yüceltilmeyen ve kendisine boyun eğilmeyen sevgili,
mabud olamaz. Yüceltilip sevilmeyen de mabud olamaz.
Onun için Yüce Allah şöyle buyurur:
"İnsanlardan
bazıları Allah'tan başkalarını (Allah'a)
denk tutarlar. Onları
Allah'ı sevdikleri gibi severler. İman edenler ise en çok Allah'ı severler.
Zulmedenler (ahiretteki)
azabı gördüklerinde bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının
şiddetli olduğunu muhakkak göreceklerdir."
(2 Bakara/165)
Allah, kendisinden başka
ilahlar edinen müşriklerin
Allah'ı sever gibi ilahlarını sevdiklerini belirtirken, putları ve ilah
dedikleri şeyleri sevmelerinden daha çok müminlerin Allah'ı sevdiklerini
belirtmiştir. Çünkü müminler Allah'ı daha çok bilirler.
Sevmek, bilgiye tabidir.
Müminler bütün sevgilerini Allah'a ayırırlar.
Müşrikler ise, sevgilerinin birazını Allah'a, birazını da ilahlaştırdıkları
şeylere ayırırlar. Sevgiyi yalnız bir şeye ayırmak elbette daha mükemmeldir.
Yüce Allah buyuruyor:
"Allah, geçimsiz efendileri olan bir adamla,
yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir?
Övülmek Allah içindir, fakat çoğu bilmezler. Şüphesiz sen de
öleceksin, onlar da
ölecekler." (39 Zumer/30)
Sevmek,
sözcüğü genel ve mutlaktır.
Mümin, Allah'ı, peygamberlerini ve mümin kullarını sever.
Ancak Allah'a olan sevgiye başkası hiçbir zaman layık ve ehil olamaz.
Onun için Allah sevgisi, kendisine mahsus ibadet, yöneliş, yakarma gibi şeylerle
birlikte geçmektedir. Bütün bu isimler, Allah sevgisini içerir.
Allah'ı sevmenin dinin temeli ve aslı olduğunu
belirttiği gibi, dinin kemalinin de sevginin kemaline, eksikliğinin de onun
eksikliğine bağlı olduğunu belirtmiştir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem
şöyle buyurur:
"İşin başı İslamdır, direği
namazdır, zirvesi de Allah yolunda cihaddır". (Tirmizî
(5/124): Hadis hasen-sahihtir, der. İbn Mâce (2/1314) Ahmed (5/231)
Cihadın, amelin zirvesi, yücesi ve en üstünü olduğunu belirtmiştir.
Yüce Allah buyuruyor:
"Hacca gelenlere su vermeyi, Mescidi Haramı
onarmayı, Allah'a ve âhiret gününe inanmak ve Allah yolunda cihad etmekde bir
mi tuttunuz? Bunlar Allah katında bir olmazlar; Allah zulmeden milleti doğru
yola eriştirmez. İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla
cihat eden kimselere Allah katında en büyük dereceler vardır. İşte kurtulanlar
onlardır. Rableri onlara katından bir rahmet, hoşnutluk ve içinde tükenmez
nimetler bulunan cennetleri müjdeler. Şüphesiz büyük ecir Allah
katındadır." (9 Tevbe/19-22)
Cihadın ve mücahitlerin üstünlüğüne ilişkin ayetler ve
hadisler pek çoktur.
Kulun yaptığı en üstün ibadetin cihad olduğu sabit
olmuştur.
Cihad
tam bir sevginin delilidir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"De ki: "Babalarınız, oğullarınız,
kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden
korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler size Allah'tan peygamberinden ve
Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın azap buyruğu gelene kadar
bekleyin. Allah fasık kimselere yol göstericilik yapmaz."
(9 Tevbe/24)
Allah'ı seven ve Allah'ın kendilerini sevdiği
kişilerle ilgili olarak da şöyle buyurur:
"Ey
iman edenler! Sizden kim dininden
(dönerse)
irtidat
ederse Allah, kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği,
mü’minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı izzetli, Allah yolunda cihad
eden ve kınayanın kınamasından korkmayan bir kavim getirir. İşte bu, Allah’ın
fazlıdır. Onu dilediğine verir. Allah Vasi’dir, Alim’dir."
(5 Maide/54)
Yüce Allah Allah'ı seven ve Allah'ın da kendilerini
sevdiği kişilerin müminlere karşı merhametli, kafirlere karşı amansız olduğunu,
Allah yolunda cihad ettiklerini ve kınayanların kınamasından korkmadıklarını
belirtmiştir.
Allah'ı sevmek, onun yolunda cihad etmeyi gerektirir.
Çünkü;
-
seven kişi, sevdiğinin sevdiğini de sever ve yerdiğini de yerer,
-
ona dost olanlara dost ve düşman olanlara düşman olur,
-
razı olduğundan kendisi de razı olur ve kızdıklarına kendisi de kızar,
-
emrettiklerini emreder ve yasakladıklarını yasaklar.
Bütün bu şeylerde sevdiği kişiye uyar.
İşte bunların razı olmalarından Allah razı olur ve kızdıklarına kızar. Çünkü
bunlar ancak Allah'ın razı olduklarından razı olurlar ve kızdıklarına kızarlar.
Bilal ve Suhayb'ın bulunduğu bir grub için Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Bekir'e şöyle buyurmuştur:
"Onları kızdırmış olabilirsin,
onları kızdırırsan, Rabbini kızdırmış olursun."
Bunun üzerine Ebu bekir:
Ey kardeşlerim, sizleri kızdırdım mı?
dedi,
Hayır, Allah seni bağışlasın ey Ebu
Bekir, dediler". (Müslim (4/1948) Ahmed
(5/64)
Bir ara Ebu Sufyan b. Harb onların yanından
geçerken,
"Kılıçlar Allah'ın düşmanından
alacağını almadı" dediler.
Ebu Bekir onlara, Kureyş'in büyüğü için mi böyle
dersiniz? dedi ve bunu daha sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e
anlattı. Rasûlullah da kendisine yukarıda verdiğimiz sözleri söyledi. Çünkü
bunlar sadece Allah için kızdıklarından, Allah'a ve Rasûlüne besledikleri sevgi
ve dostluktan, düşmanlarına besledikleri düşmanlıktan dolayı bunu Ebu Sufyan'a
söylemişlerdi.
Onun için Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kutsi
hadiste şöyle buyurmuştur:
"Kulum bana nafile ibadetlerle
yakınlaşır, durur nihayet onu severim. Onu sevince kendisiyle işittiği kulağı,
gördüğü gözü, tuttuğu eli ve yürüdüğü ayağı olurum. Benimle işitir, benimle
görür, benimle tutar ve benimle yürür. Benden isterse veririm, bana sığınırsa
korurum. Mümin kulumun canını almakta tereddüt ettiğim kadar başka hiç bir şeyde
tereddüt etmem. O ölmek istemiyor, ben de kendisini üzmek istemiyorum, ama
ölümden acı yoktur". (Buhârî (11/340) Ahmed
/6/256) Beyhakî (623)
Yüce Allah tereddüt ettiğini belirtir.
Tereddüt etmek ise iki iradenin çatışmasıdır. Allah,
kulunun sevdiğini seviyor ve yerdiğini yeriyor. Kulu ölümü kerih gördüğü gibi,
Allah da onu öldürmeyi kerih görmekte ve şöyle buyurmakta:
"Onu üzmek istemem". Ölüm hükmünü Allah vermiştir ve
kulunun ölmesini irade etmiş. Bunun adına da tereddüt demiştir. Ölümün
kaçınılmaz olduğunu da belirtmiştir.
Bu da sevilen, razı olunan ve emredilen ile
buğzedilen, nefret edilen ve yasaklananın uyumu ve ittihadıdır. Tür ve nitelik
ittihadı da denilebilir. Yoksa iki zatın ittihadı değildir. Çünkü böyle bir şey
muhal ve imkansızdır. Böyle diyen, kafir olur. Hıristiyanların, Hallaç ve
benzeri sapık tasavvufçu ve Rafızîlerin ekserisinin söylediğidir. Bu da belli
bir şeyde sınırlı ittihadtır.
(Yani, hem yaratan hem
yaratılan için ortak olarak kullanılan kimi isimlerin kullanılmasından ibaret
olan bir birlikteliktir. Örneğin, hem Allah için hem insan için işiten, gören,
konuşan, kızan, seven, cezalandıran, ödüllendiren vb. sözcüklerin kullanılması
gibi. (Çeviren).
Ama yaratanın varlığı ile yaratılanın varlığının
birliğini iddia eden vahdeti vücutçuların söylediği mutlak ittihad, yaratıcıyı
işlevsiz kılmak ve inkar etmek demektir. Buysa her türlü şirki içerir.
İttihad
iki türlü olduğu gibi, hulul da iki türlüdür. Kimileri bazı kişilerde mukayyed
(sınırlı) ittihadı savunurken, kimileri Allah'ın her şeye hulul ettiğini
söylerler. Allah'ın zatı her yerdedir, diyen Cehmiyye bunlardandır.
(Yüce Allah ilmi ile
işitme ve görmesi ile herbirşeyi çepeçevre kuşatmıştır. Yüce zatı ise Kur'an ve
Sünnet nasslarının apaçık bir şekilde ortaya koyduğu gibi göktedir. O yedi kat
göklerin üzerinde bulunan azîm / oldukça büyük arş'a istiva / kurulma
buyurmuştur. Onun bu istivası / kurulması gerçek bir istiva olmakla birlikte
keyfiyyeti / nasıl olduğu, nasıl meydana geldiği bizce bilinmemektedir. Ehl-i
sünnetten ayrılmış birçok sapık fırka ve bu fırkaların davetlerinden etkilenmiş
halk tabakası alemlerin Rabbi'nin "hakiki bir varlığı" ve "kemal
sıfatları" olduğunu inkar etmekte, Kur'an ve Sünnette Yüce Allah için
sabit olan sıfatları aklî gerekçeler ile reddetmektedirler. Ehl-i Sünnet der
ki:
Yüce Allah'ın nasıl
başka zatlara benzemeyen bir zatı varsa başkasına ait sıfatlara benzemeyen
hakiki sıfatları vardır. O'nun subhanehu ve teala "inme"si, "gelme"si
"istiva / kurulma"sı, "sevme"si, "kızma"sı,
"gülme"si, "hayret etme"si,
"el"i, "göz"ü, "kadem"i ve
Kur'an ve sahih sünnet ile bize ulaşmış sıfatların hepsi gerçektir. Ama zatının
keyfiyyetini / nasıl oduğunu bilmediğimiz gibi "sevme" sinin, "kızma"
sının, "gülme" sinin "el"in "göz"ünün,
"ayak"ının keyfiyetini / nasıl olduğunuda bilemeyiz. Kur'an ve
Sünnet ile sabit olmuş sıfatlara herhangi bir ekleme de yapamayız. Örnek olarak
Yüce Allah için kirpik, tırnak, saç gibi şeyler söz konusu olamaz. Çünkü bunlar
Kur'an ve sünnet ile bize bildirilmemiştir. O'nun yüce zatı hakkında ise akıl
ile konuşulamaz. Ancak kalplerinde hastalık olanlar onun te'vilini /
nasıllığını araştırır fitne çıkarmaya uğraşırlar.)
Sevgide fena bulup tutuşanlardan kimileri hem sevgilisinin sevgisinde zikrettiği
kişinin zikrinde, bildiği kişinin bilgisinde ve varlığını bildiği kişinin
varlığında kendisini kaybedebilir.O kadar ki sadece sevdiğini görür de ayırım
yapma bilincini yitirdiği, aklının gittiği ve kendinden geçtiği bir sırada
kendisini sevdiği kişi sanır. Şöyle anlatılır:
Bir
sevgili nehre düşmüş, seven kişi de arkasından kendini atmış, sevgili
"ben düştüm, seni kim düşürdü?" demiş, kendini atan kişi de "kendimi
sende kaybettim, seni ben sandım", demiş. Şüphesiz bu yanlıştır ve bir
sapmadır.
Ama böyle bir şey, aklı gideren yasak bir sebepten
kaynaklanmadan güçlü sevgi ve anmaktan ileri geliyorsa, sahibinin aklı başından
gittiği için mazur sayılır ve yasak olmayan bir sebepten aklının gittiği bu
durumda söylediği şeylerden sorumlu olmaz. Tıpkı aklı başından giden deliler
için "Allah onlara akıllar ve haller verdikten sonra akıllarını almış
ve hallerini bırakmış, böylece üzerlerine farz olan şeyleri düşürmüş"
denildiği gibi.
Ama akıl, yasak / caiz olmayan bir sebepten veya
şeyden dolayı baştan gitmişse, o zaman sarhoş olan kişi, iki görüşten en sahih
olanına göre küfrüne hüküm verilmiyor ve eşinden boşanmış sayılmıyorsa da,
mazur sayılmaz. Gerçi bu konuda verilen hüküm hakkındaki tartışma çok
meşhurdur. Bu ve benzeri konuda söylenecekleri detaylı olarak ilgili yerde
belirttik.
Ne olursa olsun, sahibini bu duruma düşüren
"fani olmak" hali, sahibi mükellef olmayan biri olsa da,
anormallik ve eksiklik halidir. Onun için bu ümmetin en faziletlileri olan
ashaptan böyle bir şey nakledilmediği gibi, Rasûllerin en faziletlisi
Rasûlullah'ın kendisinden de nakledilmiş değildir. Kendinden geçme halini
temellendirmek için bu gibiler Musa aleyhisselam'ın dağa baktığında kendinden
geçip bayılmasını delil olarak gösteriyorlarsa da, ilahî varidatın gelmesi durumunda
tabiinden ve onlardan sonra gelenlerden bazılarının aklının başından gitmesiyle
bunun bir ilgisi yoktur.
Tam sevgi, sevgiliyle sevdiğinde, yerdiğinde,
dostluğunda ve düşmanlığında muvafakat etmeyi gerektirir.
Bilindiği gibi
Allah'ı vacip olan tam sevgi ile seven kişi, Allah'ın düşmanlarına düşman
olmalı ve onlarla cihad etmesi gerektiğini de sevmelidir.
Yüce Allah buyuruyor:
"Şüphesiz Allah, kendi uğrunda, kenetlenmiş bir
duvar gibi, sıra halinde savaşanları sever." (61
Saf/4).
Tam seven kişiyi, kınayanın kınaması ve kötüleyenin
kötülemesi etkilemez.
Aksine, şairlerin çoğunun bu konuda söyledikleri gibi,
onu daha çok sevmesine teşvik eder. Bunlar, övülen kınamayı hak eden kişilerdir
ki Allah'ın, düşmanlarına karşı sevdiği ve hoşnut olduğu cihadı yapmalarından
dolayı kendilerini kınayanların kınamasından korkmazlar. Şüphesiz bundan dolayı kınama çok
olur.
Ama asıl kınama, Allah'ın sevmediği bir şeyi işlemek veya sevdiği bir
şeyi terketmekten dolayı yapılan kınamadır. Böyle kınamalara karşı sabretmemek,
övülen bir şey olmayıp hakka dönmek, batıl üzerinde devam etmekten daha iyidir.
Böylece Allah'ın ve Rasûlünün sevdiği şeyleri yapan ve bundan dolayı
kınayanların kınamasından korkmayanlar ile, Allah'ın ve Rasûlünün nefret ettiği
şeyleri yapan ve bundan dolayı kınamalara karşı sabreden Melamîler arasındaki
fark ortaya çıkmaktadır.
|