بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Dua ve Kader

 

"İşler bitmiştir" sözüne gelince; Bu da:

"dua'ya ihtiyaç yoktur, çünkü istenen şey takdir edilmişse, zaten duaya ihtiyaç kalmaz, takdir edilmemişse, dua etmenin yararı yoktur" diyenlerin sözüne benzer.

Bu söz, din ve akıl açısından en saçma sözlerdendir.

Yine:

"Tevvekkül ve dua bir yarar sağlamaz ve bir zararı önlemez, bunlar salt bir ibadettir, tevekkülün gerçeği, işleri Allah'a bırakmaktan başka bir şey değildir" sözü de bunun gibidir.

Bunu şeyhlerden bir grup da söylemiş olsa, yanlıştır. Duanın salt ibadet olduğunu söylemek de böyledir.

Bu sözler ve benzerleri bir noktada düğümlenmektedir. O da, bu sözleri söyleyenlerin, işlerin takdir edilmiş ve hükme bağlanmış olmasının, kuldan meydana gelen sebeplere bağlı olmasına engel olduğunu sanmalarıdır.

Halbuki Allah'ın işleri takdir etmesinin ve karara bağlamasının, kulların işlediği fiillere ve başkasına bağlı olduğunu anlamazlar.

Onun için söylediklerini kural olarak kabul etmek, bütün işlerin tümden aksamasını gerektirir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e bu konu defalarca sorulmuş ve İmran b.Husayn'den Buhârî ve Müslim'de rivayet edilen şu cevabı vermiştir:

"Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e soruldu:

Ey Allah'ın Rasûlü! Cennet ehli ile cehennem ehli belli midir?

Evet, dedi. O zaman amel etmek neyedir? denildi.

Herkes, yaratıldığı şey için amel etmesi kolaylaştırılır / müyesserdir, buyurdu" (Buhârî (6596) Müslim (4/2041) Ebû Dâvûd (5/83)

Ali b. Ebî Talib'den de şöyle dediği Buhârî ve Müslim'de rivayet edilir:

"Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in katıldığı bir cenaze töreninde bulunuyorduk. Rasûlullah oturdu ve elindeki bir çomakla yeri çizmeye başladı. Sonra başını kaldırdı ve şöyle dedi:

"Yaşayan hiçbir kimse yoktur ki cennet veya cehennemde yeri belli olmasın, mutlu veya bedbaht yazılmış olmasın."

Bunun üzerine adamlardan biri şöyle dedi:

"Ey Allah'ın Rasûlü! O zaman yazgımıza güvenip çalışmayı bırakmamız gerekmez mi? Nasıl olsa saadet ehlinden olan mutlulardan olacak, bedbaht olan da bedbahtlardan olacaktır."

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Çalışınız, herkes neye yaratılmışsa onun için çalışması kolaylaştırılır/müyesser olur. Saadet ehli mutluluğa müyesser olurlar, bedbahtlık ehli de bedbahtlığa müyesser olurlar."

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sonra şu ayetleri okudu:

"Elinde bulunandan verene, Allah'a karşı gelmekten sakınana, en güzel söz olan Allah'ın birliğini doğrulayana en kolayı kolaylaştırırız. Ama, cimrilik edene, kendini Allah'tan müstağni sayana, en güzel sözü yalanlayan kimseye güçlüğe uğramayı kolaylaştırırız." (92 Leyl/5-10)

Bu haberi sahih, müsned ve sünen sahipleri rivayet etmiştir. (Buhârî (1362) Müslim (4/2039) Ahmed (1/129) Tirmizî (5/69) İbn Mâce(1/30)

Tirmizî, rivayet eder:

"Ey Allah'ın Rasûlü! Kimi ilaçlarla ve dualarla tedavi oluyoruz, bazı şeylerle kendimizi koruyoruz, bunlar Allah'ın kaderinden bir şeye engel olur mu?" diye soruldu.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:

"Bunlarda Allah'ın kaderindendir" buyurdu. (Tirmizî (3/270) "Hadis hasendir" demiştir. Ahmed (3/421) İbn Mâce (2/1137)

Rasûlullah'ın bu anlamda söyledikleri birçok hadiste geçmektedir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Levhi Mahfuz'da kişilerin mutlu veya bedbaht olarak yazılmış olması, kişinin mutluluğunun salih amellerle ve bedbahtlığının kötü amellerle olmasına aykırı olmadığını böylece belirtmiştir.

Çünkü Allah, bütün olayları ve işleri olduğu gibi bilir ve yazar.

Mutlu olanın salih amellerle mutlu olacağını ve bedbaht olanın da kötü amellerle bedbaht olacağını bilir.

Mutlu olana, mutlu kılacak salih ameller işlemesi kolaylaştırılır.

Bedbaht olana da kötü amellerle bedbaht olması kolaylaştırılır.

Her ikisi de yaratıldıkları şeye müyesser olur. O da Allah'ın evreni kuşatan genel iradesine uygun olur.

Yüce Allah bu iradeyi:

"Fakat, Rabbinin merhamet ettikleri bir yana, hala ayrılıktadırlar, esasen onları bunun için yaratmıştır." (11 Hud/119) şeklinde belirtir.

(Kur'an ve sahih sünnetin işaret ettiği şekilde "kadere iman etmek" kişinin inancının sahih olması ve Allah katında geçerli olması için şarttır. "Kadere iman etmek" ise şu dört esası ihtiva eder. Bu dört esasa dosdoğru bir şekilde iman etmedikçe "Allah'a iman" da geçersiz olur. Çünkü kadere iman etmek doğrudan "Allah'ın Rububiyyetine" yani varlıklar/eşya ve olaylar/ahval üzerinde mutlak güç, tasarruf ve otoritenin Allah'a ait olduğuna iman etmekle birebir aynı şeydir. "Allah'a iman" ile "kadere iman" birbirlerinin ayrılmaz parçası olduğundan dolayıdır ki Yüce Allah'ın kitabında; bazı ayetlerde iman esasları sayılırken beş esasın sıralanması ile yetinilmiştir. Kur'an ve sahih sünnet şu dört esasa iman etmemizi gerekli kılmaktadır:

1 - Yüce Allah'ın herşeyi bildiğine iman etmek.

O azze ve celle gizli ve aşikar herşeyi en ince ayrıntısı ile bilir. Mahlukatı yaratmadan önce rızıklarını, ecellerini, sözlerini ve amellerini kimlerin cennete,kimlerinde ateşe gireceklerini bilmiştir. Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca veya ondan daha küçük hiç birşey onun ilminden hariçte değildir.

"Ve muhakkak Allah ilmi ile her şeyi kuşatmış olandır." (et-Talak 6512)

2 - Yüce Allah'ın bunları levh-ı mahfuz da yazdığına iman etmek.

"Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca bir şey (bile) O'na gizli kalmaz. Bundan küçük veya büyük her ne varsa muhakkak apaçık bir kitaptadır" (Sebe 34/3)

"Onun ilmi dışında hiçbir dişi ne hamile kalır, ne de doğurur. Uzun yaşatılanın ömrünün uzatılmasıda ömrünün eksiltilmeside ancak bir kitaptadır. Şüphesiz ki bu, Allah'a göre pek kolaydır" (Fatır 35/11)

3 - Olmuş-olacak herşeyin Yüce Allah'ın iradesi ile olduğuna iman etmek.

O azze ve celle irade etmedikçe hiçbirşey olmaz. Bütün evrende meydana gelen her hareket ve sükûn O'nun iradesi ile olur.

"O her ne dilerse yapar" (el-Buruc 85/16)

"Hiç birşey hakkında sakın 'ben bunu yarın mutlaka yapacağım' deme. Meğer Allah dilemiş ola." (el-Kehf 18/23-24)

"Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz" (el-İnsan 76/30)

4 -  Bütün eşya/varlıklar ve ahval/olaylar Allah tarafından yaratılırlar.

Onun yaratması dışında hiçbirşey oluşmaz. Herbir yaratılmışın hareketleri ve sükûnu da O'nun yaratmasıyla meydana gelir.

"Halbuki sizide yapıp ettiklerinizide Allah yaratmıştır." (es-Saffat 37/96)

"Allah herşeyin yaratıcısıdır" (ez-Zumer 39/62)

Konunun genişçe açıklaması için burası uygun olmadığından okuyucuya deliller ile bu konuyu arzeden Hafız b. Ahmed el-Hakemî'ye ait "İslam Akaidi" isimli eseri tavsiye ediyoruz. Burada yapılan kısa açıklamadan "kadere iman etme" yi ilim ve kitabet / bilgi ve yazmak ile sınırlayan Allah'ın Kitabının tahrifçileri çağdaş mutezilîlerin bozuk inançlarına dikkat çekilmek istenmiştir.)

 İnsanların "Allah sevgisi ve hoşnutluğu" için yaratılmış olması ve dini iradesi gereği bununla memur olmaları da "İnsanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım" ayetinde belirtilmiştir.

Allah, Kur'an'da kelimeler, emir, irade, izin, kitap, hüküm, kada', tahrim vb. terimlerle Allah'ın sevgisi, hoşnutluğu ve şeri emrine uygun olanı ile kevnî iradesine uygun olanı belirtmiştir. Bunların dinî olan ve dinî olmayan boyutları olduğunu ifade etmektedir.

Mesela, dinî emirle ilgili olarak şöyle der:

"Şüphesiz Allah adaleti, ihsanı ve akrabalara vermeyi emreder" (16 Nahl / 90)

"Emanetleri sahiplerine vermenizi emreder" (4 Nisa/58)

Kevnî emirle ilgili olarak şöyle der:

"Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri sadece, o şeye "Ol" demektir, hemen olur." (36 Yasin/82).

"Bir şehri yok etmek istediğimiz zaman, şımarık varlıklılarına emrederiz, fasıklık yaparlar. Artık o şehir yok olmayı hak eder. Biz de onu yerle bir ederiz." (17 İsra/ 16). (Bu ayetle ilgili iki görüşten birine göre durum böyledir).

Dinî irade ile ilgili olarak şöyle der:

"Allah size kolaylık ister, zorluk istemez." (2 Bakara/185).

"Allah size açıklamak ve sizden öncekilerin yollarını göstermek ve tevbenizi kabul etmek ister. Allah Bilen'dir, Hakim'dir." (4 Nisa/26).

"...Allah sizi zorlamak istemez, Allah sizi arıtıp üzerinize olan nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz." (5 Maide/6)

Kevnî irade ile ilgili olarak şöyle der:

"...Allah dileseydi, belgeler kendilerine geldikten sonra, peygamberlerin ardından birbirlerini öldürmezlerdi..." (2 Bakara/253)

"Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslamiyet'e açar, kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar." (6 Enam/125)

"Nuh şöyle der: "..Allah sizi azdırmak isterse, ben size öğüt vermek istesem de faydası olmaz..." (11 Hud/34)

"Bir şeyi dilediği zaman, O'nun buyruğu sadece, o şeye "Ol" demektir, hemen olur." (36 Yasin/82)

Dinî izinle ilgili olarak şöyle der:

"İnkarcı kitap ehlinin yurtlarında hurma ağaçlarını kesmeniz veya onları kesmeyip gövdeleri üzerinde ayakta bırakmanız Allah'ın izniyledir. Allah yoldan çıkanları böylece rezil eder" (59 Haşir/5)

Kevnî izinle ilgili olarak şöyle der:

"...Oysa Allah'ın izni olmadıkça onlar kimseye zarar veremezlerdi..." (2 Bakara/102).

Dinî kada' (hüküm, kararlaştırma) ile ilgili olarak şöyle der:

"Rabbin, yalnız Kendisine tapmanıza ve ana babaya iyilik etmenize karar vermiştir..." (17 İsra/23).

Kevnî kada' ile ilgili olarak şöyle der:

"Allah, bunun üzerine, iki gün içinde yedi gök varetti " (41 Fussitet/12).

Dinî hükümle ilgili olarak şöyle der:

"...İhramda iken avlanmayı helal görmeksizin, size bildirilecek olanlar dışında, hayvanlar helal kılındı; Allah dilediği hükmü verir." (5 Maide/1)

"...Allah'ın hükmü budur; aranızda O hükmeder. Allah bilendir, Hakimdir." (60 Mumtehine/10)

Kevnî hükümle ilgili olarak Yakub'un oğlundan söz ederken şöyle der:

"...Artık babam bana izin verene veya Allah hakkımda hüküm verene kadar ki O, hükmedenlerin en iyisidir, bu yerden ayrılmayacağım." (12 Yusuf/80)

"Peygamber: Rabbim! Aramızda gerçekle hükmet, anlattıklarınıza karşı ancak Rahman olan Rabbimizden yardım istenir" dedi." (21 Enbiya/12)

Dinî haram kılma ile ilgili olarak şöyle der:

"Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilenler, canları çıkmadan önce kesmemişseniz, boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından susulmuş, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş olanları dikili taşlar üzerine boğazlananlar ile fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fasıklıktır." (5 Maide/3)

"Sizlere, analarınız; kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle gerdeğe girdiğiniz kadınlarınızın yanınızda kalan üvey kızlarınız ki onlarla gerdeğe girmemişseniz size bir engel yoktur, öz oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir arada almak suretiyle evlenmek, -geçmişte olanlar artık geçmiştir- haram kılındı. Şüphesiz Allah bağışlar ve merhamet eder. " (Nisa/23).

Kevnî haram kılma ile ilgili olarak şöyle der:

"Allah: Orası onlara kırk yıl haram kılındı; yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen, yoldan çıkmış millet için tasalanma" dedi." (5 Maide/26)

"Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için belirli bir hak vardır" (51 Zariyat/19)

Dinî kelimeler için şöyle der:

"İbrahim'i Rabbi bir takım kelimelerle denemiş, o da onları yerine getirmişti..." (2 Bakara/124)

Kevnî kelimelerle ilgili olarak şöyle der:

"...Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, sabırlarına karşılık yerine geldi..." (7 Araf/137)

Peygamberin sallallahu aleyhi ve sellem Sahih, Sünen ve Musned hadis kitaplarında çok yaygın olarak rivayet edilen Allah'a sığınma ile ilgili:

"Allah'ım, iyi ve kötü kimsenin aşamadığı tastamam kelimelerine sığınırım" (Ahmed (3/419) Malik (2/951) Nesâî, Amelu'l-Yevmi ve'l-Leyl 5830) İbnu's-Sunni, Amelu'l-Yevmu ve'l-Leyl (185).

buyruğu da bu türdendir:

Bilindiği gibi bu türden olan şeylerin hiçbiri onun irade ve tekvini dışında olamaz.

Dini kelimelere ise, Allah'a itaatsizlikleriyle facir olanlar muhalefet etmişlerdir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, burada insanların yaratılmış oldukları saadet ve bedbahtlığa işleyecekleri amellerle ulaşacaklarını belirtmektedir. Yüce Allah'ın buradaki kanunu tıpkı diğer yaratıklarında olduğu gibidir.

Mesela Allah, rahimlerde çocuğu ve hayvanları anne ile babanın evlenmesini ve birleşmesini takdir ederek yaratır. Kişi:

"ben tevekkül ediyorum ve eşimle çiftleşmiyorum, benim için çocuk takdir edilmişse, olur, takdir edilmemişse olmaz, benim çiftleşmeye ihtiyacım yoktur" derse, o bir ahmaktır.

Ama çiftleşir ve birleşme anında azil yaparsa, Allah dilerse, çocuk olmaz. Allah dilerse, dedik, çünkü erlik suyu elde olmadan da rahme ulaşabilir.

Buhârî ve Müslim, bu konuda Ebu Said el-Hudrî'den şöyle rivayet eder:

"Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e beraber Beni Mustalik gazvesine çıktık, Araplardan esirler aldık, canımız kadın çekti, uzun zamandır evlerimizden uzakta idik, azil yapmak istedik, bunu Rasûlullah'a sorduk, yapmanızda bir sakınca yoktur, Allah kıyamet gününe kadar yaratacaklarını yazmıştır, dedi"  (Buhârî, Kitabu't-Tevhid, Müslim (2/1061) Ebû Dâvûd (2/624) Malik (1/620) Dârimî (2/147) Ahmed (3/68)

Müslim de Cabir'den şöyle rivayet eder:

"Bir adam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem a geldi ve şöyle dedi:

Bir cariyemiz var, bize hizmet ediyor ve hurmalarımızı topluyor, bazan onunla yatıyorum ama gebe kalmasını da istemiyorum. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, istersen azil yaparsın, onun için ne takdir edilmişse o olur, dedi".

Şüphesiz Allah, insanı başka bir şekilde yaratmaya da kadirdir. Âdem'i anasız babasız yarattı, Havva'yı babasız Âdem'in kısa kaburgasından yarattı, İsa'yı babasız sadece anneden yarattı. İşte bunlar gibi, alışık olmayan başka sebeplerle yaratabilir.

Ancak zındık inkarcıların inkar ettiği kader konusuna hatırı sayılır şeyhlerden de kendisine emredilen ve yasaklananları inceleyip anlamadan takılanlar olmuş ve işi tevekkül, kader ve Allah'a bırakma şeklinde anlamıştır.

Bunlar: "Allah'a karşı kul, yıkayıcının elindeki cenaze gibi olmalıdır" sözünün emir ve yasakları içerdiğini sanarak kendilerine emredilenleri terkederken, yasaklananları işler, böylece Allah'ın sevdiği, hoşnut olduğu ve emrettiği şeyler ile sevmediği, çirkin gördüğü ve yasakladığı şeyleri birbirinden ayıramayacak kadar ışığı ve furkanı zayıflar ve Allah'ın ayırdığı şeyleri bir gibi tutarlar.

Yüce Allah onların bu çarpık mantığını şöyle belirtir:

"Yoksa, kötülük işleyen kimseler, ölümlerinde ve diriliklerinde kendilerini, inanıp yararlı iş işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!" (45 Casiye/21 )

"Müslüman olanları hiç suçlular gibi tutar mıyız? Ne oluyorsunuz? Ne biçim hükmediyorsunuz?" (68 Kalem/35-36)

"Yoksa, inanıp yararlı iş işleyenleri, yeryüzünde, bozguncular gibi mi tutarız? Yoksa, Allah'a karşı gelmekten sakınanları yoldan çıkanlar gibi mi tutarız?" (38 Sâd/28)

"De ki: "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz ancak akıl sahipleri öğüt alırlar." (39 Zumer/9)

"Kör ile gören, karanlıklar ile ışık ve gölgelikle sıcaklık bir değildir. Dirilerle ölüler de bir değildir.

Doğrusu Allah, dilediği kimseye işittirir. Sen, kabirlerde olanlara işittiremezsin." (35 Fatır/19-22)

Kur'anda bunun örnekleri çoktur.

Bunların aşırıları, Kur'an ve Sünnetin delalet ettiği ve Allah'ın Peygamber yolu ile emrettiği dinsel emirler ile tabiatta kafirler ve facirler eliyle meydana gelen halleri birbirinden ayıramayacak duruma gelirler.

Böylece ortak (cem') yönünü, yani hepsinin Allah'ın takdiri, hükmü, rablığı, genel iradesi ile olduğu ve hükmü kapsamına girdiğini görürler.

Ama Allah'ın velilerini düşmanlarından, iyileri kötülerden, müminleri kafirlerden, dini emirlerine itaat edenleri itaat etmeyenlerden ayıran farkı görmezler ve kimi şeyhlerden nakledilen mücmel bazı sözleri yahut yanlışları delil olarak gösterirler.

Bu, Allah yolunun sahiplerinin, onun rızasını kazanmak isteyenlerin girdiği yoldan gidenlerin çokça özen göstermesi gereken önemli bir konudur.

Bu konuyu ihmal etmeleri sebebiyle o yoldan gidenlerden kimlerin içine düştükleri küfür, isyan ve fasıklığı ancak Allah bilir.

Bunlar yer yüzünde musallat olan zalim ve azgınların yanında yer alıyorlar ve onlara yardım ediyorlar.

Yer yüzünde bozgunculuk çıkaran ve haksız üstünlük taslayan kişilere kapleriyle sempati duyuyorlar ve etkili olabileceklerini sandıkları hallere sahip oldukları taktirde Allah'ın evliyasından olacaklarını sanıyorlar.

Şüphesiz kalplerin bedenlerden daha büyük etkisi olur. Ama kalpler iyi ise, etkisi de iyi olur, bozuk ise, etkisi de bozuk olur.

Allah hallerin bazısını sever, bazısını sevmez. Fakihler, gizlide başkasını öldüren kişinin öldürülmesi gerektiğinden söz ederler, iç dünyalarında ve kalplerinde olana kevni emri delil gösterirler.

Birinin bir keşifle yahut iradesine uygun düşen bir tevafukla gösterdiği olağanüstülüğü Allah'ın ona bir kerameti sayarlar.

Ama gerçekte bunun aşağılama olduğunu, kerametin; istikamet üzere olmak demek olduğunu ve Allah'ın sevdiği, hoşnut olduğu şeye kişinin muvaffak olmasından daha üstün bir keramet / ikram bulunmadığını bilmezler.

Allah'ın kişiye en üstün ikramının Allah'a ve Rasûlüne itaat etmek, dostlarına dost ve düşmanlarına düşman olmak olduğunu anlamazlar.

Allah'ın velileri ancak; Allah'a ve Rasûlüne itaat eden, dostlarına dost ve düşmanlarına düşman olanlardır.

Allah bunlar için:

"İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar Allah'a inanmış ve O'na karşı gelmekten sakınmışlardır. Dünya hayatında da, âhirette de müjde onlaradır. Allah'ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. Bu büyük başarıdır." (10 Yunus/62) buyurur.

Allah'ın vacip kıldığı şeylere uyanlar, "muktasid" olurlar.

Vacip kıldığı ve sevdiği şeylere uyanlar, "mukarrebin" olurlar.

Unutmayalım ki her vacip sevilir ama her sevilen vacip değildir.

Allah'ın, olağanüstülükle, darlık veya bollukla kulunu imtihan etmesi, o kulun Allah'ın yanında değerli veya değersiz oluşundan dolayı değildir. Bilakis o konuda Allah'a itaat eden bir kesim ondan dolayı mutlu (said) olabilirken, isyan eden başka bir kavim bedbaht (şaki) olabiliyor.

Yüce Allah buyurur:

"Rabbin denemek için bir insana iyilik edip nimet verdiği zaman, o: "Rabbim beni şerefli kıldı" der. Ama onu sınamak için rızkını daraltıp bir ölçüye göre verdiği zaman: "Rabbim bana hor baktı" der." (89 Fecir/15-16).

Onun için insanlar bu konuda üç sınıfa ayrılır:

1 - Olağanüstü hali Allah yolunda kullandıklarında dereceleri yükselenler.

2 - Bel'am ve benzerleri gibi Allah'a isyan yolunda (ma'siyette) kullandıklarından Allah'ın azabına uğrayanlar.

3 - Kendileri için mubah derecesinde olanlar.

Birinci kısımda olanlar, gerçek müminlerdir. Bunlar, bütün olağanüstülükleri, ademoğlunun efendisi olan şerefli Nebi'ye uyarak Allah'ın dinini desteklemek veya Allah'a itaat etmek için kullananlardır.

Bu konuda çok yanlış yapıldığından Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kula yarar sağlayacak şeyleri işlemeye özen göstermeksizin kader konusuna dalmayı yasaklamıştır.

Müslim, Ebu Hureyre'den şöyle rivayet eder:

"Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Kuvvetli müminde de, zayıf müminde de hayır vardır, ancak kuvvetli mümin zayıf müminden daha hayırlıdır ve Allah'a daha sevimlidir. Sana yararlı olan şeyleri yapmaya gayret et, Allah'tan yardım dile ve mahzun olma. Başına bir şey gelirse, şunu şöyle yapsaydım şöyle olurdu, deme. Onun yerine, Allah takdir etti ve dilediğini yaptı, de. Şüphesiz "lev=keşke" sözü şeytanın işine yarar". (Müslim (4/2052) Ahmed (2/366) İbn Mâce (1/13)

Ebû Dâvûd, Sunen'inde şöyle rivayet eder:

"İki adam, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e muhakeme olmak üzere geldiler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onlardan birinin aleyhine hüküm verdi. Aleyhine hüküm verilen kişi, "Allah bana yeter, o ne güzel vekildir" dedi.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Allah, acizliği ayıplar, ama sen güzel olanı yap. Bir işin üstesinden gelemediğin zaman "Allah bana yeter, o ne güzel vekildir, de" buyurdu. (Ebû Dâvûd (4/44) Ahmed (6/24)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, müminin yararlı olan şeyde ısrarcı olmasını ve başarmak için Allah'tan yardım istemesini emretmiştir. Bu da:

"Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım dileriz" (1 Fatiha/5),

"Ona ibadet et ve kendisine tevekkül et" (11 Hud/123) ayetlerine uygundur.

Kişiye yarar sağlayan şey üzerinde ısrarcı olmak ve özen göstermek, Allah'a itaat ve ibadet etmektir.

Çünkü kişiye yarar sağlayan iş, aynı zamanda Allah'a itaattir ve kendisi için ondan daha yararlı yoktur. Mubah türünden birşeyi istemek bile olsa, Allah'a itaat etmek için ondan yardım istemek, itaat olur.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, sahih hadiste Sa'd'a şöyle buyurmuştur:

"Allah'ın vechini isteyerek yaptığın her harcama ile, hatta eşinin ağzına verdiğin her lokma için mutlaka bir üstünlük kazanır ve bir derece yükselirsin." (Buhârî (7/269) Müslim (3/1251) Ebû Dâvûd (3/286) Tirmizî (3/291)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, güzel olanın zıttı olan acizlikten hoşnut olmadığını belirtmiştir. Bu da yapılması emredilen şeyin terkedilmesi demektir. Çünkü ihmal etmek, emir ve yasağın dayanağı olan ve önce bulunan kudrete aykırı değilse de, eylemle beraber bulunan güce aykırıdır.

Eylemi gerektiren güç yetirme, onunla birlikte bulunur ve ancak güç yetirdiği şey için elverişli olur. Yüce Allah, onu:

"İşitmeye güç yetiremezlerdi" (11 Hud/20),

"İşitme güçleri yoktu" (18 Kehf/101) ifadelerinde bunu dile getirmiştir.

Emir ve yasağın taalluk ettiği güç yetirme ise, eylemle beraber olabilir, olmayabilir de.

"...oraya yol bulabilen insana Allah için Kabe'yi haccetmesi gereklidir..." (3 Âl-i  İmran/97)

ayetinde olduğu ve Peygamberin İmran b. Husayn'a "Ayakta namaz kıl, yapamıyorsan oturarak, buna da gücün yetmiyorsa, yatarak kıl" buyurduğu gibi.

Bu konuda insanlar dört gruba ayrılmışlardır:

1 - Kendisine ibadet etmeleri emredilen Rabbin ilahlığına tanıklık / şehadet  ederek itaat, ibadet, emir ve yasak tarafına bakıp, kaza, kader, tevekkül ve yardım isteme tarafına bakmayanlar. Fıkıhçı ve âbidlerin çoğunun durumu budur.

İyi niyetlerine ve Allah'ın kurallarını gözetmelerine rağmen genelde zayıflık, acizlik ve eziklik içindedirler.

Çünkü Allah'tan yardım istemek, ona sığınmak, kendisine dua etmek kişiyi güçlendirir ve işlerini kolaylaştırır.

Onun için seleften biri: "Kim insanların en güçlüsü olmaktan hoşlanıyorsa, Allah'a tevekkül etsin" demiştir.

Buhârî ve Müslim, Abdullah b. Amr'dan şöyle rivayet eder:

"Rasûlullah'ın Tevratta nitelemesi şöyledir:

Biz seni şahit, müjdeleyici, uyarıcı, ümmileri koruyucu olarak gönderdik. Sen benim kulum ve elçimsin, adını mütevekkil koydum, kaba saba değilsin, sokaklarda şamatacı değilsin. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez, bilakis kötülüğe iyilikle karşılık verir, bağışlar ve affedersin.

Bozulmuş olan yolu kendisiyle düzeltmedikçe canını almayacağım, onunla "La ilahe illallah = Allah'tan başka ibadete layık ilah yoktur" diyecek kör gözleri, sağır kulakları ve kapalı kalpleri açacağım." (Buhârî (8/575) Dârimî (1/5) Ahmed (2/174)

Onun için Arş'ı taşıyan meleklerin (Hameletü'l-Arş) onu "La havle ve la kuvvete illa billahi'l-aliyyi'l-azim" = "Bütün güç ve kuvvet, ulviyyet ve azamet sahibi Allah'ındır". diyerek taşımaya güç yetirdikleri rivayet edilmiştir. (İbn Cerîr et-Taberî; Tefsir (10/29)

Buhârî ve Müslim'de Rasûlullah'ın:

"O, (yani, "La havle ve la kuvvete illa billahil-aliyyi'l-azim") cennetin hazinelerinden bir hazinedir" buyurduğu sabit olmuştur. (Buhârî (11/187) Müslim (4/2077) Ahmed (5/156) Tirmizî (5/230) Tirmizî hadis için "hasen-sahih" demiştir. İbn Mâce (2/1256)

Yüce Allah buyuruyor:

"Kim Allah'a tevekkül ederse, o kendisine yeterlidir" (65 Talak/3),

"İnsanlar onlara: "Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun" dediler. Bu, onların imanını artırdı ve Allah bize yeter. O ne güzel Vekil'dir, dediler. Bu yüzden kendilerine bir fenalık dokunmadan, Allah'tan nimet ve bollukla geri döndüler; Allah'ın rızasına uydular. Allah büyük, bol nimet sahibidir. İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur, inanmışsanız onlardan korkmayın, Benden korkun." (3 Âl-i İmran/173-175).

Buhârî, İbni Abbas'ın "Ve kalu hasbünallahu ve ni'mel vekil. = Allah bize yeter, O ne güzel Vekildir" sözü hakkında şöyle dediğini rivayet eder:

"İbrahim aleyhisselam ateşe atılınca onu söyledi, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ise insanlar:

"İnsanlar size karşı bir ordu topladılar" deyinci onu söyledi". (Buhârî (8/229), Hâkim (2/298), Nesâî, Sunenu'l-Kubrâ, İbn Kesîr (1/430)

2 - Bunlar, Allah'ın rablığını, ona ihtiyaçlarını kabul ediyor ve kendisinden yardım istiyorlar ama onun emir, yasak, rıza, gazap ve sevgisine bakmadan kendi zevkleri ve hevesleri doğrultusunda hareket ediyorlar.

Tasavvufçu ve fukara geçinenlerden birçoğunun durumu budur.

Onun için tabiatta kendisiyle tasarruf edecekleri hallere sahip olmak için çalışıyorlar, ama Allah'ı hoşnut edecek ve sevgisini kazandıracak şeylere bakmıyorlar. Çoğu zaman da yanılıp ona isyan olan bir şeyi razı olduğu şey olarak sanıyorlar, bunun için emir ve yasağı işlevsiz kılıyor, buna da hakikat diyorlar. Allah'ın açıkta ve gizlide rızasını, sevgisini, emir ve yasağını içeren dinsel emir gerçeğini anlamadan bu kader hakikate ayak uydurmak gerektiğini sanıyorlar.

Çoğu zaman bunlar sahip oldukları hallerini yitirirler ve bir şekilde günah ve itaatsizliğe (ma'siyet ve fıska) dönerler. Hatta bir çokları İslam'dan döner. (irtidat eder.)

Çünkü akibet, takvanındır. Allah'ın emir ve yasaklarını gözetmeyen kişi, takvalılardan (Muttaki) değildir.

Bunlar bazan bid'atı şeriat sanarak, bazan emre karşı kaderi gerekçe göstererek müşriklerin içine düştüğü duruma düşerler. Allah, müşriklerin kötülüklerini kınarken din diye çıkardıkları bid'atları ve şeriat saydıkları şeyleri belirterek şöyle buyurur:

"Onlar bir fenalık yaptıkları zaman, "Babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti" derler. De ki: "Allah fenalığı emretmez. Bilmediğiniz şeyi Allah'a iftira mı ediyorsunuz?" (7 Araf/28)

Allah, haram etmediğini haram etmeleri ve teşri etmediğini teşri etmeleri ve gerekçe olarak da kaderi göstermeleri sebebiyle onları kötüleyerek şöyle dediklerini belirtir:

"Şirk koşanlar diyecekler ki: “Şayet Allah dileseydi, biz ve babalarımız şirk koşmazdık ve hiçbirşeyi de haram kılmazdık...”  (6 Enam/148).

Aynı söylemlerini Nahl, Yasin, Zuhruf surelerinde de anlatır. Bunlar, hem onlara hem bunlara benziyorlar.

3 - Allah'a ibadet etmekten ve kendisinden yardım istemekten yüz çevirenler. Bunlar da sayılan kısımların en kötüleridirler. (şerlisidirler.)

4 - Övülecek durumda bulunanlar:

Bunlar da:

"Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım dileriz" (1 Fatiha/5),

"Ona ibadet et ve kendisine tevekkül et" (11 Hud/123)ayetlerinin gereğini yapanlardır.

Bunlar, Allah'a itaat etmek için Allah'tan yardım istediler ve hem kendisine, hem Rasûlüne itaat ederek kendisinden başkasına ibadet ve itaat etmelerinin caiz olmadığına, rab olarak yalnız onu bildiklerine tanıklık / şehadet ettiler.

"O'ndan başka bir dost ve şefaatçileri / aracıları yoktur." (6 Enam/51)

"Allah'ın insanlara verdiği rahmeti önleyebilecek yoktur. O'nun önlediğini de ardından salıverecek yoktur. O, güçlüdür, Hakim'dir." (35 Fatır/2)

"Allah sana bir sıkıntı verirse, O'ndan başkası gideremez. Sana bir iyilik verirse başkası onu engelleyemez. O, her şeye Kadimdir." (6 Enam/17)

"And olsun ki, onlara, "Gökleri ve yeri yaratan kimdir?" diye sorsan: "Allah'tır" derler. De ki: "Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, O'nun rahmetini önleyebilir mi?" De ki: "Allah bana yeter; güvenenler O'na güvenir." (39 Zumer/38)

Onun için kimi alimler;

- yalnız sebeplere bakmanın tevhidi bozan şirk,

- sebepleri sebep olarak görmemenin akılda eksiklik,

- sebeplerden tamamen yüz çevirmenin şeriata hakaret olduğunu söylerler.

Çünkü emredilen tevekkül, tevhidin, aklın ve şeriatın gereğinin birleştiği noktadır.

Bütün bunlar gösteriyor ki tevekkülün, avam tarikat ehlinin makamlarından olduğunu sananlar, "İlelu'l-Makamât"ın sahibi gibi meşhur şeyhlerden de olsa, büyük bir yanılgı içindedirler. (O, Şeyhu'l-İslâm Ebu İsmail el-Ensarî, Abdullah b. Muhammed b. Ali el-Herevî es-Sûfî el-Hanbelî'dir. 397 h.'de doğmuş 481 h.'de ölmüştür. (Şezeratu'z-Zeheb 3/365)

Bu anlayışı "Mehasinu'l-Mecalis" sahibi de ondan almıştır.(O, Ebu'l-Abbas İbn Arif Ahmed b. Muhammed el-Endulusî'dir. İbn Arif diye bilinir. 536 h.'de Merakeş'de ölmüştür. Doğumu 481'dir. (Keşfu'z-Zunnûn 2/1609)

Böylece tevekkülün sadece avam tarikat ehlinin makamlarından olduğu ve istenen şeyi elde etmede bir yararının olmadığını sananların delillerinin de zayıf olduğu ortaya çıkmıştır.

Dua'nın da bu şekilde olduğunu söyleyenlerin durumu da böyledir.

Bütün bunlar, emredilen amelleri bu şekilde sanmak gibidir. Tıpkı üzerine vacip olan ibadet ve emredilen itaat sebeplerini yerine getirmeden tevekkülle meşgul olmak gibidir.

Çünkü "Ona ibadet et ve kendisine tevekkül et" (11 Hud/123) ayetinin kapsamında olan ve emredilen sebepleri terkederek yanlış yapmak, "Ona ibadet et ve kendisine tevekkül et" kapsamında bulunan ve emredilen tevekkülü terkederek yanlış yapmak gibidir.

Mubah şeyleri elde etmek için dua edenler ve bunun için Allah'a tevekkül edenler avamdandır, ama müstehap ve vacip şeyleri elde etmek için yapanlar havastandır, derler.

Nitekim haram şeyleri elde etmek için Allah'a dua eden ve tevekkül edenler de kendilerine zulmedenlerdir.

Tevekkül etmeyenler de Allah'a ve Rasûlüne isyan edenler, daha doğrusu imanın dışına çıkanlardır.

Durum böyle olunca, bu makam nasıl havas için olabilir?

Yüce Allah buyuruyor:

"Mûsâ: Ey milletim! Allah'a inanıyorsanız ve teslim olmuşsanız O'na güvenin, dedi." (10 Yunus/84)

"Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur; eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O'ndan başka size yardım edecek kimdir? İnananlar yalnız Allah'a güvensinler." (3 Âl-i İmran/160)

"Müminler Allah'a tevekkül etsinler" (9 Tevbe/51)

"And olsun ki, onlara, "Gökleri ve yeri yaratan kimdir?" diye sorsan: "Allah'tır" derler. De ki: "Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, O'nun rahmetini önleyebilir mi?" De ki: "Allah bana yeter; güvenenler O'na güvenir." (39 Zumer/38)

Yüce Allah "Hasbiyallahu = Allah bana yeter" ifadesini bazan yararı sağlamak için, bazan da zararı önlemek için kullanmıştır...

- Yararı sağlamak için kullanmasına örnek:

"Eğer onlar, Allah ve peygamberinin kendilerine vermiş oldukları şeylere razı olsalar ve "Allah bize yeter, O ve peygamberi bol nimetinden bize verecektir; şüphesiz biz Allah'a gönül bağlayanlardanız" deselerdi, daha hayırlı olurdu." (9 Tevbe/59)

- Zararı önlemek için kullanmasına örnek:

"İnsanlar onlara: "Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun" dediler. Bu, onların imanını artırdı da: "Allah bize yeter. O ne güzel Vekil'dir" dediler." (3 Âl-i İmran/173)

"Seni aldatmak isterlerse, bil ki şüphesiz Allah sana kafidir. Seni ve inananları yardımıyla destekleyen, kalplerini uzlaştıran O'dur." (8 Enfal/62)

"Eğer onlar, Allah ve peygamberinin kendilerine vermiş oldukları şeylere razı olsalar ve "Allah bize yeter, O ve peygamberi bol nimetinden bize verecektir; doğrusu biz Allah'a gönül bağlayanlardanız" deselerdi daha hayırlı olurdu." (9 Tevbe/59)

Bu ayetler Allah'ın vereceğine razı olma ve ona tevekkül etme emrini içerir.

 

İÇİNDEKİLER

Kalbin Amelleri